You are on page 1of 1746

F ..

E L S E F E· .. \,,,/ ..
SOZLUGU
serkan uzun • ü. hüsrev yolsal
Felsefece dü ş ünm e nin tarihinde hemen hiçbir u ğrağ ı a tl am aks ı z ın bir uçtan
di ğe r uca yol alan bu ya pıt, aşağ ıd a s ıralanan özellikle ri yle Türkçede kendi
a l a nınd a yay ıml a nmı ş e n ka p sa mlı başv uru kita bı o larak "ara nılır" olmaya
ad aydır :
" " Felsefe"yi bina eden irili u faklı yüzlerce " fe lsefe i şç i s i " .
,r Arkhe'den zoon politikoıı 'a, amor faıi ' den tabula rasa'ya fe lsefenin bugünkü
sözd ağannı bo rç lu oldu ğ umu z yüzlerce Yun anca ve Latince felsefe terimi
" Metafi zikte n var lıkbil g i s in e , b il g i k u ra mınd a n m a ntı ğa, estetikte n e ti ğe
fe lsefenin ana d a ll arının yanısıra tekno loji fe lsefesi, cin ellik fe lsefes i, spor
fe lsefes i gibi ya kın dö neme özgü felsefe d a ll arı .
"Oy lum lu bir "Türki y 'de felsefe" maddes inin ya nı s ı ra B eş ir Fuat'tan Arda
De nkel' e bu toprakl ard a felsefece dü ş ü n me i e ertme e abalayan onlarca
"T urk fe lsefeci".
" Dü ş ünce nin yatağ ını değ i ştirmeye yazg ılı "aş ırılı ğ ın dört atlı s ı " n a (Nietzsche,
He idegger, Foucault, De rrida) özel bir il g i ile özen; "çekiçle", " aç makl a",
" kazmakl a", "sökmekl e" yaptıkl arı fe lsefelerine daha bir so kulmamı z ı ol a naklı
k ıl a n o nl arca " ku şa tı c ı madde".
" Ya pı sa l c ılıktan post-yapı salcılı ğa, postmodemizmden sömürgecilik sonras ın a,
yorumbil gisinden ya pı sö küme XX . y ü zy ılın ikinci yan s ın a dam g as ını vuran
fe lsefece dü ş ünm e yo rd a ml arını aç ıml aya n k a psa mlı maddeler.
" Doğ u fe lsefesi , İ s l a m fe lsefesi , d il fe lsefesi, ahl ak fe lsefesi, varo lu şç uluk
vd . üzerine doy urucu maddeler.
"Ne ara dı ğ ını bile n oku ra " k ull a nı c ı dostu" bir di zin ile kaynakçabilgisi.

ISBN 975-7298-45-X
KATKIDA BULUNANLAR

R. ·LEVENT AYSEVER Oohn L. Austin ile John R. Searle'ün söz edimleri kura-
mıyla ilgili maddeler; anlam; sözcelem; langue-, parole)

SABRI BÜYÜKDÜVENCİ (idealizm; sanat felsefesi; Martin Buber; Gabriel Marcel)

CEMAL GÜZEL (Doğu felsefesi ile mantık maddelerinin tümü)

SÜLEYMAN İRVAN (iletişim felsefesi; medya etiği)

OSMAN KAFADAR (fürkiye'de felsefe; Türk felsefecileri ile düşünürleri;


İslam felsefesi maddesi)

BARIŞ KARACASU (anarşizm ile anarşist düşünürler)

BESİM Kı\RAKADILAR (çözümleyici felsefe ile felsefeciler; dil felsefesi ile dilci
felsefeciler; deneycilik; G. W. Leibniz; David Hume; William James; Kurt
Gödel; S. A. Kripke; Alfred Tarski; Arda Denkel; Suvar Köseraif; yanıltılı
uslamlama biçimleri)

HASAN ÜNDER (Henri Bergson;John Dewey; Wilhelm Dilthey;J. G. Fichte;


Thomas Hobbes; bencilik; özgecilik)

İSMAİL SERİN (Immanuel Kant; George Berkeley; Aydınlanma; Kari Marx;


Marxçılık; maddecilik; diyalektik maddecilik; tarihsel maddecilik; yabancı­
laşma; Friedrich Engels; V. l. Lenin; Frankfurt Okulu; Max Horkheimer; T.
W. Adomo; Herbert Marcuse; Walter Benjamin; Hannah Arendt; E. S.
Bloch; Herman Cohen; L. A. Feuerbach; Antonio Gramsci; F. A. Lange;
György Lukacs; A. J. Ayer; Louis Althusser)

HALİL TURAN (Rene Descartes; Descartesçılık)

Kaynakça Notu: Fdsefe Sö?Jüğü (Hazırlayanlar: Abdülbaki Güçlü; Erkan Uzun;


Serkan Uzun; Ümit Hüsrev Yolsal), Bilim ve Sanat Yayınları, 2003, Ankara,
XVI+1728 sayfa.
FELSEFE SÖZLÜGÜ
Abdülbaki Güçlü
Erkan Uzun
Serkan Uzun
Ümit Hüsrev Yolsal

BİLlM VE SANAT
BiLiMVE SANAT YAYINLARI

Birinci Basım: Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 2002


İkinci Basım: Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 2003
Üçüncü Basım: Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 2008
© Bilim ve Sanat Yayınlan, 2008

Y tryıma HaZfrltryan
Erkan Uzun-Serkan Uzun

Dizgi
Ümit Hüsrev Yolsal

Teknik Yardım
İsmail
Serin
Volkan Esat-Korhan Esat

~pak ~fıı·arrmı
UmitOğmel

ISBN 975-7298-45-X

Baskı
Ertem Matbaası
4180711

Cilt
Köksal Gltevi
3841710
"Sözlükler, zorunluluk olmalanna karşın bir o kadar da kamu tehlikesidir/er. "
A. N. Whitehead
"Yazgı bu ya, 'gece'nin bir yansında 'ölüm'le ilgili sözlük maddelerini yoluna koyar-
ken anneannemizin aramızdan ayrıldığı haberini aldık. Bu sözlüğe geçen emeğimizi,
kendisinden yaşama dair çok şey öğrendiğimiz, lafı gediğine oturtan sözdeyişlcriyle
çocukluğumuza renk katan Hikmet Murat'a (1924, Sclanik-2002, Akçay) adıyoruz.·
Son yıllarında ellerinden kayıp giden huzuru çok sevdiği Çamlıbel Tepesi'nde bulma-
sını yürekten diliyoruz."
Erkan Uzun-Serkan l1zun
İçindekiler

Teşekkür ......................................................................................... VIII


Sunuş .............................................................................................. IX
Mantık Simgeleri ve Kısaltmalar............................................... XVI
Sözlük............................................................................................. 1
l(aynakçabilgisi.............................................................................. 1649
Dizinler (İngilizce Dizin, Fransızca Dizin, Almanca Dizin,
Eski Terimler Dizini)................................................................... 1673
Dizinceler (Yunanca Dizincesi, Latince Dizincesi, Felsefeci-
ler Dizincesi, Doğu Felsefesi Dizincesi, İslam Felsefesi Di-
zincesi, Türkiye'de Felsefe Dizincesi, Mantık Dizincesi) ........ 1715
TEŞEKKÜR

Böylesine kapsamlı bir çalışmanın hazırlanışı boyunca karşılaştığımız


güçlükleri aşmanın yollarını araştırırken, hiç hesapta yokken aramıza sonra-
dan katılan, üstümüzden önemli yükleri alan, her biri sözlüğün bina edilme-
sine önemli katkılarda bulunan kişileri özellikle anmak istiyoruz: Çalışmanın
niteliğini yükseltmek adına getirdiği yol gösterici önerileri bir yana, elindeki
işlerden vakit ayırarak "Doğu felsefesi ile mantık maddeleri"ni yazarak söz-
lüğün felsefece değerine çok şeyler katan Cemal Güzel'e; kendisiyle hiç kar-
şılaşmamış olmamıza karşın özellikle "söz edimleri kuramı"na ilişkin mad-
delere yazdığı doyurucu karşılıklardan ötürü R. Levent Aysever'e; bu denli
kapsamlı olmasa da daha başlarda sözlüğün çatısını kurarken gerçekleştirmeyi
düşündüğümüz Türkiye'de Felsefe adına ortaya konanları serimleme tasarı­
mızı, oylumlu bir "Türkiye'de Felsefe" maddesi ile bu ana maddeyi kuşatan
onlarca yan maddeyle tamamına erdiren Osman Kafadar'a; almayı umduğu­
muz yardımın çok daha ötesine geçerek kendisine önerdiğimiz maddeleri
büyük bir istek ve özveriyle yazan, sözlüğün hazırlanışı boyunca içine düştü­
ğümüz kimi umutsuzluk anlarında bize umut ışığı olan genç arkadaşımız
Besim Karakadılar'a; yazdığı maddeler yanında bilgiyi saydığı söylenen aletle
ilgili her başımız sıkıştığında yardımımıza koşan yakın arkadaşımız İsmail
Serin'e; "ufak" ama son derece "anlamlı" katkısıyla Ark'tan bu yana bizimle
gönül bağını hiç koparmadığını bir kez daha gösteren gerçek dost Süleyman
İrvan'a içtenlikle ayn ayn teşekkür ederiz.
Son olarak, sözlüğün hazırlanışı sırasında arkamızda duran ya)'1mamız
Mehmet Öz ile Bilim ve Sanat çalışanlarını da tek tek selamlıyoruz.

VIII
SUNUŞ
Okurun kendi başına yapabileceğini
okurun kendisine bırakmak gerekir.
- Wittgenstein
Büyük Alman filozofu G. W. F. Hegel, Tinin Görüngübilimi başlıklı kitabı
için kaleme aldığı önsözde, 2500 yılı aşkın bir süreyi kapsayan felsefe tarihi bo-
yunca üzerinde neredeyse hiç durulmamış, çoğunluk bile isteye göz ardı edilmiş
bir görüngüye parmak basar. Sıkça alıntılanan bu dönüşlü (reflexive) önsözünde
Hegel, beklendiğinin tersine yazdığı kitabı değişik yollarla okura sunma arayışına
kilitlenmez. Yerleşik ölçütler uyarınca olağan bir önsöz yazmak yerine, kendi
yazdığı önsöz de içinde olmak üzere önsöz olma görevini üstlenmiş bütün me-
tinlerin felsefi değergelerini soruşturur. Bu soruşturmaya bağlı olarak, kitapların
açılış sayfalarında felsefecilerin çalışmaları hakkında verdikleri açıklamaların ana
metnin iç yapısı açisından bakıldığında felsefece hiçbir değer taşımadıkları, dahası
peşine düşülen felsefi hakikat ile uzaktan yakından hiçbir ilintilerinin bulunmadığı
sonucuna varır. Önsöz yazma uygulamasının felsefi bakımdan zorunlu olmak bir
yana, metnin yazarı ile okuruna hiçbir getirisinin bulunmadığının, felsefece hiçbir
anlamı ya da karşılığı olmadığının, herşeyden önemlisi de boş bir uğraş olmaktan
öte bir değer taşımadığının altını koyuca çizer. Kuşkusuz bu sonuca varırken
Hegel, idealist felsefe anlayışından kaynaklanan felsefenin doğasına, felsefi doğ­
ruluktan ne anlaşılması gerektiğine yönelik temel önkabullerini soruşturmasının
ardalanında turmayı bir an olsun boşlamaz. Bu derinlikli önkabüllerin felsefi ge-
çerlilikleri ile içerimleri ne olursa olsun, Hegel'in gözünde ayrım gözetmeksizin
bütün felsefe önsözleri doğaları gereği yapıtın özgün düzeninde, metnin içörgü-
sünde, ortaya konan düşüncelçrin felsefi dayanaklarında birtakım kaçınılmaz
bozulmalara yol açmaktadırlar. Hepsi de önüne kondukları "gerçek felsefe met-
ni"ni değişik bakımlardan okuyucuya sunma amacıyla yazılmış, içinde belli açım­
lamaların getirildiği bir tür "yalancı-aldatıcı" metinlerdir. İster yapıt tamamlan-
dıktan sonra "geriye dönerek" kaleme alınmış olsunlar, ister daha yapıta baş­
lamazdan önce "ileriye yönelerek" tasarlanmış olsunlar bütünüyle yapıtın dışın­
dadırlar. Alabildiğine farklı söyleme olanaklarını kullansalar da, okuru yapıta
hazırlamaya dönük gerekli gereksiz bir yığın değinide bulunurlar. Ana metne
geçmezden önce son derece tehlikeli okuma yönlendirmelerinde bulunarak oku-
yucuyu yanlış anlama yollarına doğru yürümeye zorlarlar. Yapıtın felsefi uslam-
lamaları üstüne zorlama yorumlar getirdiklerinden, yapıtın yazılış kaygılarına
yönelik geçersiz temellendirmeleriyle düpedüz yapıtın yazılış amaçlarına aykırı
yönde işlerler. Yapıt boyunca izlenen temel yönelimleri ilgisiz bir felsefe bağla­
mına oturtarak, yapıtın kavramsal çerçevesini bütünüyle yanlış bir biçimde çizer-
ler. Kuşkusuz önsözlerin konu olduğu çıkmazları daha da çoğaltmak olanaklı,
ama birşey çok açık görünüyor: Metnin olduğu gibi okunarak alımlanmasırun
önündeki en büyük engel, üstünden başarıyla atlanarak geçilmeleri gereken tam
da önsözlerin kendileridir. Bu demektir ki, ne denli okuyucuyu doğru kavrayış
konumuna getirmek gibi iyi bir niyetle yazılmış olurlarsa olsunlar, hiçbir önsözün
başına konulduğu yapıtı çarpıtma, bilemediniz ereğinden saptırma yazgısından
kurtulması olanaksızdır. Bütün bunlar bir yana, önsöz yazarlığının kayıtsız koşul-

IX
suz yazar egemenliğine dayalı baskıcı bir tutumdan (t)ürediğini, okura sürekli yu-
kardan bakan hastalıklı bir yazarlık yordamını yazıya salgıladığını söylemeye bile
gerek yok.
Hegel'in bu keskin eleştiri yoluyla önsöz yazma uygulamasına düşürdüğü göl-
genin altında, elinizdeki yaklaşık 1750 sayfadan oluşan Türkçede şu ana dek
yayımlanmış en oylumlu felsefe sözlüğünün hazırlanışı, içeriği, kullanımı, geleceği
bağlamında önemli bulduğumuz birkaç noktaya açıklık getirmeyi uygun görüyo-
ruz. Kuşkusuz bunu yaparken, çoğunluk her felsefe sözlüğünün kendi içinde
özgül bir düzen taşıyan değme bir yapıt olduğunu, yerleşik yapıt tasarımlarından
birtakım temel noktalarda ayrılan kendine özgü bir yazı tasarımı üsrüne kurulu
bulunduğunu düşünüyoruz.
Bu çalışma, on dört kişinin irili ufaklı katkılarıyla yaklaşık 2,5 yılda hazırlandı.
Doğrusunu söylemek gerekirse, düşündüğümüz, içinde şunlar da olsa ne iyi
olurdu dediğimiz, olmasını özlediğimiz felsefe sözlüğünü ortaya koyabilmek için
bir 2,5 yıl daha i.ığraşabilmeyi çok isterdik. Ne var ki, yayımcımızın sabrının gide-
rek tükendiğini gördüğümüzden, bizim de sözlüğü yazmayı sürdürmeye yönelik
istencimizde büyük bir eksilme başgösterdiğinden bir süreliğine soluklanmak
üzere kaçınılmaz olarak ara veriyoruz. Bu bekleme sürecinde elbette sözlüğün
yeni basımlaı:ında neler yapabileceğimizi, neleri güçlendirip nerelerde onarımlar
yapmamız gerektiği üstüne düşünmeyi sürdüreceğiz. Bu sürece katkısı olacağını
düşündüğünüz her rürden görüşünüz, izleniminiz, öneriniz ya da eleştiriniz için
elektronik posta adresimiz: logosandtekhne@yahoo.com.
Sözlüğü hazırlarken çoğu yerde "derlemecilik sanatı"nı elimizden geldiğince
sonuna dek görürmeye çalıştık. Ancak derleme etkinliğinin sanıldığı gibi hiç de
kolay bir iş olmadığını, "derme çatma" bir yapı kurmakla da uzaktan yakından
hiçbir ilgisinin bulunmadığını sözlüğün hemen her maddesini yazarken açıklıkla
yaşayarak gördük. Maddelerin altında yer alacak açıklamaları olgunlaştırırken
yalnızca elimizdeki metinlerle sınırlı kalmadık; yeri geldiğinde kendi dağarcığı­
mızda, kendi felsefe altyapımızda, kendi kavrayış katmanımızda bulunanları da
derleyerek işin içine kattık. Bu bağlamda, şimdi geriye dönüp baktığımızda yazdı­
ğımız yüzlerce maddenin hakkını verdiğimizi, kimileyin az çok doyurucu karşı­
lıklar vermekle yetindiğimizi, kimileyinse düpedüz yetersiz kaldığımızı görebiliyo-
ruz. Yine de sorunlu bulduğumuz madde başlıklarının sayısının doyurucu buldu-
ğumuz maddelere göre son derece az olduğunu özellikle belirtmek isteriz. Üstelik
kimileri yapı, kimileri içerik, kimileri deyiş sorunları içerdiğini düşündüğümüz bu
maddelerin, Türkçede varolan sözlüklerde· yer alan karşılıklarına göre her bakım­
dan daha iyi yazılmış olduklarını gördükçe, sözlüğün gelecek basımlarında daha
da yetkinleştirilmesine yönelik isteğimiz giderek daha bir çoğalıyor.
Sözlüğün yazımında çok değişik kaynaklardan yararlandık. Bu kaynaklar ara-
sında öncelikle Türkçede yayımlanmış felsefe sözlüklerinden söz etmeliyiz. Bu
sözlükler arasındaysa Bedia Akarsu'nun ilk basımı 1975 yılında TDK'<lan yapıl­
mış Felsefe Terimleri Sözlüğü ile Ahmet Cevizci'nin yakın dönemde hazırladığı,
her yeni baskısında da yeni ekleme, çıkarma ve düzeltilerle daha bir geliştirdiği
Paradigma Yayınları'ndan yayımlanmış Felsefe Sözlüğü'nü özellikle anmak isteriz.
Akarsu'nun Felsefe Terimleri Sözlüğü, her ne kadar son otuz yılda felsefede yaşa­
nan gelişmeleri kapsamıyorsa da, bir terim sözlüğü için olmazsa olmaz olan özlü

x
anlatımıyla, içtutarlılığıyla,
dile verdiği önemle, önerdiği karşılıklarla bugün bile
aşılamamıştır. Bu iki sözlüğün yanında, Afşar Timuçin'in, Orhan Hançerlioğlu'
nun hazırladıkları felsefe sözlüklerini yazdığımız maddelerin içeriklerini sağlama
almak için sık sık karşılaştırmalı bir incelemeye tuttuk. Kuşkusuz felsefe sözlüğü
hazırlamak demek yalnızca eldeki felsefe sözlükleriyle sınırlanmış bir dünyada ça-
lışmaya koyulmak anlamına gelmiyor. Bu yüzden birbirinden değişik alanlarda
yazılmış sözlükler elimizin altından hiç eksik olmadı. Yeri geldi tek bir sözcük
için Türkçe sözlüklere ya da dil sözlüklerine gitme gereği duyduk, yeri geldi top-
lumbilimden ruhbilime, tarihten edebiyata, insanbilimden siyasetbilime görece
yakın disiplinlerde yazılmış yerleşik sözlüklerin ne dediklerine, neyi nasıl yaptıkla­
rına baktık. Bütün bunların yanında özellikle karşılık yazmakta güçlük çektiğimi;ı;
kimi terimbilgisel maddeler için Marxist Düşünce Sözlüğü, Sosyoloji Sözlüğü, Psiko-
loji Sözlüğü, Antropoloji Sözlüğü, Toplumbilim Terimleri Sözlüğü, Yöntembüim
Terimleri Sözlüğü, Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü, İletişim Sözlüğü, Ortak
Kültür Sözlüğü vb.'ni içine alan alabildiğine geniş bir sözlükler ağında dolaştık.
Ayrıca, sözlüğün sonunda tam listesini bulabileceğiniz, Türkçede yayımlanmış
yüzlerce kitaba da gereken her durumda başvuruldu.
Türkçe kaynakların dışında çalışmalarımızın asıl büyük bölümü yabancı kay-
naklar arasında geçti. Kullandığımız yabancı kaynakların birkaç durum dışında
çok büyük bir bölümünün İngilizce olması, yazarken karşılaştığımız birtakım
güçlükleri okuyucuyla paylaşma, okuyucunun yararına birtakım çekinceleri açıkça
ortaya koyma sorumluluğunu doğuruyor. İngilizce yazılmış felsefe sözlüklerinin
önemli bir bölümü (neredeyse tamamı) İngilizce konuşulan ülkelerin felsefe
anlayışı uyarınca yazılmış olduklarından, bu sözlüklerin özellikle "öteki" felsefe
anlayışlarını vermekte, sözgelimi Çağdaş-Fransız ile Alman felsefelerini ilgilendi-
ren maddeler söz konusu olduğunda, bir hayli yetersiz kaldıklarına, hatta bunu
yaparken düpedüz ideolojik bir yaklaşım sergilediklerine açıklıkla tanık olduk.
Doğrusunu söylemek gerekirse geleneksel felsefe tarihi maddeleri için de durum
bundan çok farklı değildi. Böylesine derin bir sorunu kimileyin ilgili metinlerin
kendilerine giderek, kimileyin de metinlerin Türkçe çevirilerine başvurarak elden
geldiğince gidermeye çalıştık. Yine bu aynı sorun karşısında, İngilizce sözlüklerin
bakış açısından ileri gelen eksiklikleri aşmak için, bilgisayar yoluyla sanal dünya-
daki arayışlarımıza ağırlık verdik; ulaşmayı başardığımız metinlerin sunduğu
olanaklardan olabildiğince yararlandık. Dolayısıyla, yakın dönemde gerçekleşen
İnternet devriminin, özellikle de elektronik metinlerin serbest dolaşımının, kay-
nak kullanım alanımızın genişlemesinde bir hayli etkili olduğunu belirtmeliyiz. Bu
bağlamda, çok değişik İnternet sitelerinden, .alabildiğine farklı elektronik metin
kütüphanelerinden, onlarca felsefe ve toplum bilimleri sözlüğünden yararlandık.
İnternetteki geniş metin ağı, doğma büyüme Anglosakson kökenli olmayan ya-
zarlarca İngilizce yazılmış pek çok felsefe sözlüğü ile sözlükçesini kullanmamıza
olanak sağladı. Böylesine geniş bir metin dağarında dolaşabilmenin, biraz önce
sözünü ettiğimiz İngilizce sözlüklerin içerdiği eksikliklerden kurtulmamızın
iinünü açtığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Yararlandığımız elektronik metinler ara-
sında, değişik felsefe ansiklopedilerinin CD'ye yazılmış versiyonlarını da ayrıca
anmayı gerekli görüyoruz. Bu noktada, başımız her sıkıştığında yardımımıza
koşan İnternet yazarları ile sanal dünya yayımcılarına hazırladıkları metinleri üc-

XI
retsiz olarak kullanıma açtıklarından ötürü özellikle teşekkür etmek isteriz.
Sözlüğün içeriği ile kullanımına ilişkin genel bir çerçeve çizmenin çok değişik
yollarının bulunduğu kuşku götürmez. Ancak bizce bunu yapmanın en güvenilir
yolu, kendisine sözlükte yer bulmuş maddeleri 25 ana başlık altında bölümleyerek
ele alınaktan geçiyor. Sözlüğe geçmeden önce aşağıdaki dizelgeye şöyle bir göz
atmanın sözlüğün bir bütün olarak haritasını görmeye yardımı dokunabilir. Di-
zelge incelenirken görüleceği üzere, kimi durumlarda eldeki maddenin birden çok
bölüme konabiliyor olmasını, son çözümlemede herşeyin herşeyle ilintili olduğu
felsefece düşünme etkinliğinin doğasıyla açıklamak olanaklı.
(i) klasik ya da geleneksel felsefe dallan !mantık, metafizik, varlıkbilgisi,
bilgi felsefesi (bilgikuramı), etik (ahlak felsefesi), estetik, siyaset felsefesi, doğa
felsefesi, din felsefesi vd.]
(ü) modem ya da çağdaş felsefe dallanmalan [bilim felsefesi, dil felsefesi,
zihin felsefesi, iletişim felsefesi, eğitim felsefesi, toplum bilimleri felsefesi, tek-
noloji felsefesi, cinsellik felsefesi, spor felsefesi vd.]
(iii) tarihsel dönemleştirmeye bağlı felsefe bağlamları ya da çerçeveleri
[ilkçağ felsefesi, ortaçağ felsefesi, modern felsefe, çağdaş felsefe, aydınlanma
felsefesi, skolastik felsefe, patristik felsefe, Helenistik felsefe vd.]
(iv) genel felsefece araştırma alanlan ya da özel felsefe soruşturma
altalanları [biyoloji felsefesi, devlet felsefesi, edebiyat felsefesi, ekonomi felse-
fesi, hukuk felsefesi, mantık felsefesi, matematik felsefesi, sanat felsefesi, tarih
felsefesi, toplum felsefesi, çevre etiği, intihar etiği, medya eriği, uygulamalı etik,
evrenbilgisi vd.]
(v) felsefe dizgeleri [Platon(culuk), Aristoteles(çilik), Descartes(çılık), Spino-
za(cılık), Hegel(cilik), Kant(çılık), Hume(culuk), Leibniz(cilik), Husserl(cilik),
Marx(çılık) vd.]
(vi) felsefe kavranılan [adalet, aşk (sevgi), beğeni, çirkin-tik, doğruluk (haki-
kat) erdem, güç/iktidar, güzel-lik, gerçeklik, haz, idea, istenç, ödev, öz, sezgi, us
(akıl), ussallık, varlık, varoluş, vicdan, yükümlülük vd.]
(vii) felsefe kuramları [betimler kuramı, doğruluk kuram(lar)ı, idealar kuramı,
resim kuramı vd.]
(viii) felsefe terimleri [anlık, aşkın(lık), bilinç, çatışkı, çözümleme, duyarlık,
eğretileme, göreli, görüngü, hiçlik/yokluk, ilinek, kategori, madde, monad, nesne,
olgu, oluş, olumsal(lık), özne, ölçüştürülemezlik, saltık (mutlak), söylem, şey,
tikel, tin, us, zihin vd.]
(ix) felsefe yöntemleri [dilci felsefe, doğurtma (yöntemi), görüngüb)lim,
kurgusal felsefe, Sokratesçi yöntem, soybilim/ soy kütük yöntemi, tümdengelim,
tümevarım, usavurma (akılyürütıne), uslamlama, yorumbilgisi vd.]
(x) felsefe yaklaşımları ya da anlayışları [aranedencilik, atomculuk, belirle-
nimcilik, bircilik, çokçuluk, çözümleyici felsefe, dirimselcilik, dogmacılık, doğaa­
lık, doğalcılık, düzenekçilik, erekbilgisi, evrenselcilik, feminist felsefe, görüngübi-
lim, göstergebilim, idealizm, ikicilik, ilinekçilik, insancılık, istenççilik, kuşkuculuk,
maddecilik, uygulamalı felsefe, varoluşçuluk, yapısalcılık, yapısöküm, yaradan-
ctlık, yoksayıcılık, yorumbilgisi vd. ]

XII
(xi) felsefe akımları [anlıkçılık, bilimsel deneycilik, deneycilik, diyalektik mad-
decilik, gerçekçilik, idealizm, maddecilik, mantıkçı olguculuk, mantıkçı deneycilik,
Marxçılık, nesnelcilik, olguculuk, öznelcilik, pragmacılık, usçuluk, varoluşçuluk,
yararcılık, yeni gerçekçilik, Yeni Hegelcilik, yeni olguculuk vd.l
(xii) felsefe öğretileri [adcılık, akış öğretisi, anlıkçılık, aşkınsalcılık, bengidönüş
(öğretisi), bireycilik, betinileyicilik, bütüncülük, çağrışımcılık, değerbilgisi (değer
öğretisi), dört neden öğretisi, görecilik, görüngücülük, kavramcılık, kuralkoyucu-
luk, mutçuluk, nesnelcilik, önceden kurulmuş uyum, öznelcilik, saltıkçılık, ya-
pıntıcılık, yazgıcılık vd.]
(xiii) felsefe sorunları ya da felsefe açmazları [Gettier sorunu, Russell aç-
mazı, Sokrates sorunu, Sokrates açmazları, tümeller sorunu, yalancı açmazı,
Zenon açmazları, zihin-beden ikiliği sorunu vd.]
(xiv) felsefe okulları ya da çevreleri [Bakhtin Çevresi, Berlin Çevresi, Elea
Okulu, Erlangen Okulu, Frankfurt Okulu, Heidelberg Okulu, İskenderiye Okulu,
İskoç (Ortakgörü) Okulu, İyonya Okulu, Kitene Okulu, Kinikler Okulu,
Marburg Okulu, Megara Okulu, Milet Okulu, Viyana Çevresi vd.]
(xv) felsefe uslamlamalan (Beş Yol, özel dil uslamlaması, Tann'run varlığını
tanıtlayan uslamlamalar, uyuşukluğa varan uslamlama, yanılsamadan kalkan us-
lamlama, yaİııltılı uslamlama biçimleri vd.]
(xvi) filozoflar, felsefeciler, yazar düşünürler [Adorno, Althusser, Aristote-
les, Bakhtin, Barthes, Bataille, Baudrillard, Benjamin, Blanchot, Camus, Cioran,
Cixous, De Man, Deleuze, Derrida, Descartes, Dilthey, Dostoyevski, Engels,
Feyerabend, Foucault, Gadamer, Guattari, Habermas, Hegel, Heidegger, Herak-
leitos, Hobbes, Horkheimer, Hume, Husserl, Irigaray, Jameson, Kant, Kier-
kegaard, Kristeva, Kuhn, Lacan, Leibniz, Lenin, Levinas, Locke, Lyotard, Marx,
Merleau-Ponty, Mill, Nietzsche, Qrtega y Gasset, Parmenides, Pascal, Platon,
Quine, Ricoeur, Rorty, Rousseau, Santayana, Sartre, Saussure, Schopenhauer,
Simmel, Sokrates, Spinoza, Spivak, Taylor, Thales, Tolstoy, Unamuno, Vattimo,
Voloşinov, Voltaire, Weber, Wittgenstein, Zenon vd.J
(xvii) mantık terimleri [çıkarım, devirme, evirme, ilksav, kanıtsav, kipler man-
tığı, kümeler kuramı, niceleme mantığı, önerme, simgesel mantık, tasım, yük-
lemler mantığı vd.]
(xviii) ülke felsefeleri ya da belli bir ulus ya da coğrafya adıyla birlikte
anılan felsefeler [Afrika felsefesi, Alman idealizmi, İngiliz Deneycileri, İslam
felsefesi, Kıta felsefesi, Rus/Sovyet felsefesi, Yahudi felsefesi vd.]
(xix) belli başlı Yunanca, Latince, Almanca, Fransızca felsefe terimleri
[akrasia, arkhe, episteme, epokhe, genesis, katharsis, logos, mimesis, praksis,
telos, amor fati, carpe diem, habitus, rigor mortis, tabula rasa, differance,
jouissance, parole/langue, Angst, Dasein, Lebensphilosophie, Naturphilosophie,
Zeitgeist vd.]
(xx) Doğu felsefesi terimleri [Ahura Mazda, Buddhacılık, Caynacılık, jen,
karma, mandala, Nirvana, Rig Veda, samsara, tao, Üç Mücevher, yoga, zen, Zer-
düşt vd.]

XIII
(xxi) İslam felsefesi terimleri ile İslam filozofları [Eş'ariye, Farabi, Gazali,
Hayyatiyye, İbn Rüşd, İşrikiyye, Kindi, Mu'tezile, Sühreverdi, tasavvuf, vahdet-i
vüclıd vd.]
(xxii) belli bir fılozofa özgü teknik felsefe terimleri [üstinsan, erk istenci,
bengidönüş, Dasein, panoptikon, episteme, doğruluk rejimi, differance, kapanış,
saçılma, simulakrum, şişedeki sinek, dil oyunu, resim kuramı, yönelmişlik vd.]
(xxiii) varoluşçu felsefe terimleri [bırakılmışlık, bulantı, fırlatıl111ışlık, içdaral-
ması, kaygı, kendini kandırma (etiği), sahicilik, saçma, umutsuzluk vd.]
(xxiv) postmodem/post-yapısalcı felsefe terimleri [metin, metinsel(ci)lik,
metinlerarasılık, yapısöküm, saçılma, kapanış; differance, jouissance, içepatlayış,
dışapatlayış, simülasyon, simulakrum, yazıbilim, ikili karşıtlık(lar), üstünü çizme,
sözmerkezcilik, ayrım metafiziği, öznenin ölümü vd.]
· (xxv) Türkiye'de Felsefe ile önemli Türk Felsefecileri [Türkiye'de felsefe
(fürkler ve felsefe), Ahmet Hilmi, Baha Tevfik, Beşir Fuat, Arda Denkel, Teo
Grünberg, Nusret Hızır, İonna Kuçuradi, Konya Enerjitizm Okulu, Takiyettin
Mengüşoğlu, Macit Gökberk, Nermi Uygur, Hilmi Ziya Ülken vd.] ·
Yukarıdıt sıralanan bölüm başlıkları altına doğrudan konamayacak ama ken-
disi de başlı başına bir bölüm başlığı olamayacak terimbilgisel birtakım maddele-
rin de sözlükte yer aldığını belirtmekte yarar görüyoruz. Yine bu bağlamda, söz-
lükte kendisine yer bulmuş maddelere kuşbakışıyla yaklaşılacak olursa, sayıları hiç
de az olmayan kimi maddelerin epey bir kapsamlı yazıldıkları görülecektir. Sözlü-
ğün çatısının kuruluşunda kilit konumunda bulunduğunu düşündüğümüz bu
maddeleri yazarken, bunların kendileriyle doğrudan ilgili öteki maddeleri besle-
mek gibi bir görevi yerine getireceklerini düşünerek öteki maddelerin anlaşılma­
sını kolaylaştıracak bir ardalan metni oluşturmayı amaçladık. Bu söylediğimizi
örnekleyecek olursak, "felsefe", "metafizik", ''varlıkbilgisi", "etik", "ilkçağ felse-
fesi", "ortaçağ felsefesi", "modern felsefe", "post-modem felsefe", "kıta felse-
fesi" gibi daha onlarca maddeyi pek çok başka maddeye şemsiye oİmaları düşün­
cesiyle özellikle uzun tuttuk. Bu nedenle okuyucuya yalnızca okudukları mad-
deyle sınırlı kalmamalarını, hemen her maddenin altında yer alan bkz. maddele-
rine özellikle gitmelerini öneriyoruz. Belirtmek istediğimiz bir başka nokta da,
sözlüğün sonunda yer alan "Dizinler" ve "Dizinceler" bölümüyle ilgili. Sözlüğün
sonunda lngilizce, Fransızca, Almanca, Eski Terimler olmak ü:-.ere 4 a~'t"ı dizin;
Yunanca, Latince, Felsefeciler, Doğu Felsefesi, İslam Felsefesi, Türkiye'de Felsefe,
Mantık olmak üzere 7 ayn dizince bulunuyor. Sözlüğün bu baskısında, çok iste-
memize karşın, sözlükte yer alan bu dört ayrı dizini de bir arada sunacak karşılaş­
tırmalı incelemeye olanak tanıyan bir dizin koyamadık. Önümüzdeki baskıda
büyük bir kullanım kolaylığı sağlayacağını düşündüğümüz bu toplu dizini de
koyarak söz konusu eksikliği gidermiş olmayı umuyoruz.
Değinmek istediğimiz, altını özellikle çizmek istediğimiz son bir nokta kaldı
geriye. Felsefe sözlüklerinin sağladığı büyük yararlar karşısında biraz olsun felse-
feyi deneyimleyişimizde yol açabilecekleri onarılması son derece güç hasarlardan
kendimizi nasıl koruyacağımız üstüne düşünmek istiyoruz. Felsefe metinleriyle
girdiğimiz ilişkide kendilerine sıkça başvurduğumuz sözlüklerin egemenliğine
karşı kendimize ne türden korunaklar bina edebileceğimiz sorusunun araştırılma-

xıv
sından geçiyor bu kuşkusuz. Sözlüklerin önsözlerinde sözlük yazarları sözlük
yazma işinin bitimsiz bir süreç olduğunu fazlasıyla dile getirmişlerdir. Bu bağ­
lamda çoğunluk sözlüğün içindeki · eksiklere değinmişlerdir değinmesine ama
özgül bir yapıt uzamı olarak tam da sözlüğün kendisinin okuyucu için taşıyabile­
ceği tehlikelere değinildiği pek görülmüş birşey değildir. Sözlüklerin okuyucunun
·en yakın dostları oldukları çok yerde söyleniyor olsa da, yeterince uyanık olun-
madığında okuyucuya belli kötülükler yapabilecekleri de üstünden atlanmaması
gereken bir gerçektir. Üstelik özellikle felsefe sözlükleriyle girilen ilişki için daha
bir doğruymuş gibi görünüyor bu. Nitekim, Heidegger ne türden olursa olsun
önümüzde duran her metne sözlüklerin verdiği yerleşik anlamlar ile "okuma-
yorumlama-anlama" deneyimini daraltıcı bildik anlam kalıplarının dışına çıkarak
yaklaşmamız gerektiğini salık verirken yok yere duyulan bir endişeyi dile getiriyor
olabilir mi? Bir başka filozof Whitehead, daha da ileriye giderek sözlüklere duyu-
lan kayıtsız koşulsuz güveni felsefeyi kendisine uğraş edinmişlerin önündeki en
büyük engel olarak tanımlarken, ancak aşırı titizlenen bir ·insanca yapılacak bir
uyarıda mı bulunuyor? Bu uyarısını bütün felsefe dizgesinin kilit konumundaki
bir terimiyle, "yetkin sözlük aldatmacası"yla sayfalar dolusu çözümlerken gerek-
siz bir işle mi oyalanıyor?. Sözlüklerde verilen anlamlarla yetinildiğinde, felsefece
soruşturmanın ister istemez sonunun geleceği saptamasında boştan yere mi
bulunuyor?
Kesinlikle hayır. Bu nedenle, elinizdeki felsefe sözlüğünün bütün sorumlulu-
ğunu taşıyan bizler, "felsefe okuyucusu"nun sözlükte geçen kavramlar, terimler
ya da öğretiler için verilmiş açıklamaları kesinlikle yeterli görmemesini, belli bir
felsefe anlayışı ya da filozofun adına açılmış başlık altında söylenerılerle asla
yetinmemesini diliyoruz. Husserl'in geçtiğimiz yüzyılın başında felsefe evrenine
savurduğu "kesin bir bilim olarak felsefe: görüngübilim" bildirgesinin belkemiği
konumundaki "şeylerin kendisine dön!" savsözünden özençlenerek, okuyucu-
muzu, gerçek felsefe okuyucusundan beklendiği üzere, vakti geldiğinde doğrudan
filozofların kendi metirılerine dönmeye-çağırıyoruz.
Abdülbaki Güçlü
Erkan Uzun
Serkan Uzun
Ümit Hüsrev Yolsal
Ekim 2003, Ankara

xv
Manuk Simgeleri Kısaltmalar

1,D doğru Alm. Almanca


O,Y yanlış Ar. Arapça
.,,- -,-,/,N değilleme eklemi Bkz. Bakınız

/\,.,&,K tümel evetleme eklemi Çin. Çince


v,+,A tikel evetleme eklemi Dan. Danca
es. t. eski terim lçoji;ıınlukla
~. =>,:::>, c koşul eklemi
Osmanlıca]
++, <=>, +- ~. a, E karşılı!dı koşul eklemi
tümel niceleme imi
rr. Fransızca
'ti Jap. Japonca
't/x tümel niceleyici ing. İngilizce
3 tikel niceleme imi Lat. Latince
3x tikel niceleyici Pal. Patice
= eşdeğerlilik imi San. Sanskritçe
= eşitlik imi Sür.
Tib.
Süryanice
Tibetçe
eşit olmamaklık imi
çıkanın imi t.y. tarih yok, tarihi belirsiz
o,L zorunluluk yöneticisi vb. ve benzeri, ve başkaları
o,M olanaklılık yiineticisi · vd. vedi~leri
ykl. Yaklaşık
E ~imi
öğe olmamaklık imi
Yun, Yunanca
li'!
('\ kesişim imi
u birleşim imi
* imi de başınakonduji;u
tümleyen imi sözcüğün ya da siizcük
fark imi öbeğinin "madde"
c,ç altküme imi olarak sözlükte yer
et., g._ alt·küme olmamaklık imi aldığını imlemektedir.
0, o;",{} boş küme
E, v,1 evrensel küme
gK güç kümesi imi
D içerme imi
{xl···} öbekleyici
a,b,c... ad simgeleri
F,G,H... yüklem simgeleri
S (özne), P (yük-
lem), M (orta terim temsilcileri
terim)
a,e,i,o,- terim eklemleri
A tümel evetleyici önerme
E tümel dep;illeyici önerme
ı tikel evetleyici önerme
o tikel değilleyici önerme

XVI
Aa
a dicto secundum quid ad dictum len" demektir. J. S. Mill ve W.V.O. Qui-
simpliciter (Lat.) Yalnızca sınırlı ya da ne gibi birkaç düşünür dışında, felsefe
özel bir durum için geçerli olan bir ö- tarihinde pek çok kimse manağın ve
nermeden kalkarak tüm durumlar için matematiğin do[,rrulannın apriori niteliğe
genelleme yapma ya da genel yargılara sahip olduğunu ileri sürmüştür.
varma yanılgısı. Tek tek durumlar için Öte yandan do[,rruluğu, apriori yargı­
geçerli ilke ya da kurallardan genel ilke lann tersine, deneyimden, göıdemlerdcn
ya da kurallara sıçramayla yapılan us- çıkan önermeler, düşünceler, yargılar ise
lamlama yanlışı.
Sözı.,relimi "Devekuşu uçamaz" öncü-
a posteriori olarak adlandınlır. Bu terim
lünden "Kuşlar uçamaz" sonucuna ulaş­ de Latince kökenlidir; "sonradan ı,relen"
mak ya da "Savaş sırasında öldürmek demektir. Usçular ile Saul Kripke ve No-
her zaman için baj:,>1şl:ınabilir bir suçtur" am Chomsky gibi kimi günümüz düşü­
öncülünden "Öldürmek her zaman için nürleri dışında, genellikle, deneyden tü-
baj:,>1şlanabilir bir suçtur" sonucunu çı­ retilen tüm bilgilerin aposteriori olduğu
kannak bu tür yarulgılardandır. kabul edilir.
Aristoteles "apriori" terimini her şey­
a dicto simpliciter ad dictum secun· den önce gelen şeyleri betimlemek için
dum quid (Lat.) Herhangi bir koşul ya kullanırdı. Aristoteles, önce gelenin bil-
da sınırlamayı göz önünde tutmaksızın, gisine, belli bir nedensellik ilişkisinin bil-
hiçbir duruma ayrıcalık tanımaksızın ge- gisiyle erişebileceğimizi savundu. Ona gö-
nel ilke ya da kuralların her türden tek re, şeyler arasındaki nedensel ilişkiyi ta-
tek durumlar için geçerli olacağını dü- sımlar mantığıyla oluşturup açıklamak o-
şünmekle içine düşülen yanılgı türü. Ge- lanaklıydı.
nel kabul görmüş bir ilke ya da kuralı, Descartes ise "apriori" terimini genel
uygunsuz, özel bir duruma uygulamak- olarak bilginin temellerini araştınrken
tan oluşan uslamlama yanlışı. kullandı. Ona göre, kendi varlığımızın
Sözgelimi "Herkes konuşma özgür- bilgisi aprioridir; çünkü hem bu duru-
lüj:,>ii hakkına sahiptir" öncülünden yola mun yadsınması çelişkiye yol açar hem
çıkarak "Kalabalık, kapalı bir yerde de varlığımızın do[,ıasını enine boyuna
'Yangın var!' diye ba[,'!rmak benim en ' düşünmek için deneyimlerimize gereksi-
doğal hakkımdır" çıkarımında bulunmak nim duymayız.
böyle bir yanılgıdır. Günümüzdeki kullanımlanna önemli
ölçüde damgasını vuran Kant'tan önce
a priori/a posteriori (Lat.) !apriori/a- apriori/aposteriori terimleri, mantıksal
tanıtlamalarda izlenen yollan birbirinden
posteriori; önsel/sonsal; es. t. kabli/ba-
ayırmak için kullanılırdı. Usavurma "ne-
dil Bilginin temeline, kökenine ya da kay-
denlerden sonuca" doj:,'T'U yapılırsa, ta-
naj:,'lna ilişkin temel ayrım; Kant'tan bu
nıtlama apriori; tanıtlama "sonuçtan ne-
yana bilgi öj:,rretisinde ana kavram ikilisi. denlere" doğru yapılırsa aposteriori sayı­
Doj:,rruluğu deneyimlerimize, ı,rözlem­ lırdı. Bu durum XVIll. yüzyıl ortalarına
lcrimizc dayanmayan savlara, önermele- kadar, özellikle Wolff ile Baumgarten ta-
re, düşüncelere, yargılara a priori denir. rafından sürdürüldü. Humc'un eleştir­
Latince'den gelen sözcük "önceden ı.,ıe- diği bu yorumu, Kant büyük oranda ge-
Abbagnano, Nicola 2

nişleterek apriori/ aposteriori kavramla- riori doğruyu "olanaklılığı doğruluğu


ta-
rını bilgi oluşturucu öğcler olarak yeni- rafından güvence altına alınmış olmak"
den tanımladı. biçiminde tanımlamasında olduğu gibi,
Kant, apriori bilgi ile deneyden türe- egemen eğiliındir.
tilen (aposteriori) bilgiyi karşılaştırarak,
an usun, an pratik usun ve matematiğin Abbagnano, Nicola (1901-1990}° İtal­
apriori bilginin kaynaklan olduğunu ileri yan varoluşçu felsefeci. İtalyan felsefesi-
sürer. Ona göre, apriori bilgi kesindir; ne varoluşçu öğeleri ilk kez sokan felse-
duyular dünyasının ve anlama yetisinin feci olan Abbagnano, Salerno'da doğ­
kuralları "önceden bana verilmiştir, o muş; Napoli'de öğrenim görmüş; Tori-
nedenle aprioridir." İşte bu apriori bilgi- no'da dersler vermiş; 1936 yılından itiba-
nin olanaklılığı, Kant'a göre, metafiziğe ren de dönemin İtalyan felsefe iklimini
yani bilime giden güvenli yolun haberci- etkisi altına alan Rivista di filosofia dergisi-
sidir. Tüm deneyimden kesinlikle bağım­ nin yardımcı editörlüğünü üstlenmiştir.
sız olan apriori bilgi, deney aracılığıyla Husserl'in görüngübilimi ile Kierke-
ortaya çıkan aposteriori bilginin karşıtı­ gaard, Heidegger ve Jaspers'in düşünce­
dır. Geleneksel apriori/ aposteriori bilgi lerinden etkilenen Abbagnano, kendi ya-
aynını için geliştirilmiş olan ölçütleri bir ratımı olan "olanaklı olanın felsefesi"ni üç
kenara koyan Kant, apriori bilgi için, ciltlik başyapıtı Storia dellafilosofia'da (Fel-
anlık, evrensellik ve zorunluluk ölçütle- sefe Tarihi, 1946-1950) serimler. Abbag-
rini belirler. An olma ölçütü konusunda nano'nun gerçek dünyanın yalnızca ey-
Kant, açık seçik olma özelliğini öne çı­ lem ile tutkularımızın dünyası olduğunu
kararak duyuların bu türden bilgilere savunduğu, Dewey'in pragmacılığından
(b)ulaşmadığını belirtir. Evrensellik ve da açık izler taşıyan "olumlu" varoluş­
zorunluluk ölçütleri konusunda ise Kant, çuluğunda (Existenzialismo positivo, 1946),
apriori yargıların sonuçlarını gözönünde varoluş sonlu bir ufkun içindeki olanaklı­
tutar. Buna göre eğer bir görü ya da kav- lık ya da tasan olarak okunur. İlkçağ Yu-
ram zorunlu olarak tek tek her dene- nan felsefesi kuşkuculuğu ile Hume'un
yiınde varsa, o görü ya da kavram aprio- kuşkuculuğunu ilişkilendiren tarihsel ça-
ridir. lışmalarıyla da tanınan Abbagnano'nun
XIX. yüzyılın ikinci yansında Yeni diğer önemli yapıtı, "olanaklılık" ile "öz-
Kantçılar üzerinde etkili olmuş ve özel- gürlük" arasında zorunlu bir mantıksal i-
likle XX. yüzyıl Kant araştırmalarının a- liŞki olduğunu savunduğu Possibilita e li-
çımlama ve çıkanın sorunları konusunda berta'dır (Olanaklılık ve Özgürlük, 1956).
gündemini belirlemiş Fichte'nin apriori
yorumu, öznenin kuramsal ve pratik et- Abdera Okulu (Abderalı Filozoflar)
kinliklerinde eşzamanlılığı varsayar. Yeni !İng. School of Abdera, Abderites; Fr. Ecole
Kantçılardan Hermann Cohen'in etkili d'Abdera; Alm. Abdera Schulel İlkçağ Yu-
kitabı KAnt'ın Deneyim Kuramı, Kant'ın nan felsefesinde, adını bugünkü Batı
apriori kuramına yeni evrensellik ve zo- Trakya yakınlarında bir kentten alan, a-
runluluk kaynaklan arayışlarını sürdürür. tomcu öğretiyi savunan Leukippos ile
Gottlob Frege ise vurguyu apriori ev- Demokritos tarafından kurulmuş felsefe
rensellikler ve zorunluluklar arayışından, okuluna verilen ad. Atomculuhrun kuru-
apriori yargıların gerekçelendirilmesine cuları ve ilk savunucuları sayılan Leukip-
kaydırarak önemli bir değişiklik yapmış pos ile tilmizi Demokritos "Abderalı Fi-
olur. Böylelikle yeniden Kant'ın asıl so- lozoflar" olarak anılmaktadır.
rununa, apriori yargılar için ölçütler bul- Felsefe tarihinde "AbderaWar" diye
ma sorununa dönülür. Bu eğilim günü- de ge.çen bu düşünürler atomculuğun
müzde de, sözgelimi Wittgenstein'ın ap- gelişmesinin üç önemli evresinden biri-
3 Abclardua,Petnıa

ne, üstelik maddeci atomculuk Lcukip- Bu kendini adayışın ardından· öğre­


pos ve özellikle de Demokritos eliyle nim görmek üzere Paris'e giden Abelar-
sağlam temellere oturtulduğu için en O- dus'un düşünsel çalışmalıın manuk, tan-
nemlisi11e karşılık gelir. Abderalı Filozof- nbilim ve etik iizcrine yoğunlaşır. Abe-
lar'ın atomcu öğretisi Epikuros ve Luk- hırdus çok geçmeden aynı zamanda ho-
retius araalığıyla Gassendi ve Bacon'a caları olan Champeauxlu Guillııume ile
ulaşmış; böylelikle de modern doğa bi- Compiegneli Roscelinusıa tümeller ko-
liminin doğuşuna katkıda bulunmuştur. nusunda sıkı bir tartışmaya girişir. Tat-
Aynca bkz. atomcuJuk; Demokritos; uşmanın ana konusu tiimel kavramlara
Leukippos. uygun düşen tümel bir gerçeklik olup
olmadığıdır. Temelde Guillaume tümel-
Abdullah Cevdet bkz. Türkiye'de fel- lerin varolduğunu savunan bir gerçek-
sefe. çiyken, Roscelinus .tiimellerin sözcükler-
den ibaret olduğunu öne süren bir ada-
Abelardus, Petnıs (1079-1142) Pek çok dır. Hem Guillaume'un gerçekçiliğini
felsefe tarihçisinin gözünde skola.~tik fel- hem de Roscelinus 'un adcı lığını yadsıyan
sefenin doruğunu temsil eden; kimilerin- Abelardus'un savı, tümelin ne adcılann
ce XII. yüzyıl Rönesansı'nın "diyalektik ileri sürdüğü gibi bir *jlallls t'Oris C'boş
şövalyesi", kimilerince de ortaçağ felse- söz'') ne de gerçekçilerin savunduğu gibi
fesinin tek değme "dil filozofu" ilan edi- bir ro C'şey') değil, bir ııox s(~ııijfrativa
len Fransız manukçı, ahlak fılozofu ve Canlamlı ses") olduğudur: tii11ıel dildedir.
tannbilimci. Ortaçağ felsefesinin en ö- Gerçekte varolan birey ya da tekildir, tek
nemli taruşmalanndan biri olan tümeller tek nesnelerdir; tümeller düşüncenin zi-
tartışmasını da başlatan Pctrus Abelar- hinden bağımsız nesneleridir. Tümeller
dus, oradan oraya, okuldan okula dola- dilsel ifadelerin hakkında olduklan ya da
şarak verdiği diyalektik ve tanrıbilim üzerine konuştuktan şeylerden değil, ifa-
dersleriyle (nitekim Abelardus'un diğer delerin kendilerinden oluşur; dolayısıyla
bir adı da "Pcripateticus Palatinus"tur - cinsler de türler de gerçeklik alanında
"Palatinumlu Gezimci'') girdiği taruşma­ değil, anlamlı yapılar olarak dilde yer a-
ların yanı sıra zeki, bilge ve bir o kadar lırlar.
da güzel Heloissa ile yaşadığı aa aşk se- İlkç-.ığ felsefesine ilişkin bilgisi olduk-
rüveniyle de felsefe tarihinin en gözde ı,.-a sınırlı
olan ve bu bilgisi daha çok
filozoflarından biri olmuştur. Augustinus gibi ilk Hıristiyan düşünürle­
Zengin bir ailenin büyük oğlu olma- rin yorumlarına dayanan Abelardus'ıın
•ının getirdiği ayncalıklar ile yüklimlü- mantık alanında elinde en azından A-
liikleri elinin tersiyle bir kenara iterek ristoıeles'in Kategoriltt'i, Yomm Üz.eriııt'si,
kendisini felsefe, tannbilim ve manak Boethius'un bu yapıtlar üzerine yonım­
öğrenmeye adayan Petrus Abelardus bu ları ile Poıphyrios'un Isagoge'si gibi temel
vazgeçişini özyaşamöyküsü Hi.rtoria Cala- kaynaklar bulunduğu bilinmektedir. A-
111ifafı111lda (Felaketler Tarihi/Bir Mutsuz- belardus'un bu kaynaklardaki kimi yan-
luk Öyküsü) şöyle betimler: " .. .Minerva' lışlıklan ve atlamaları fark edip bunlar
run bağrına sığınmak için Mars'ın tsavaş üzerine yoğunlaşması, her ne kadar ken-
alanını terkettim. Diyalektiği ve onun sa- disini geleneksel Aristotelcsçi çerçevenin
vunma biçimini felsefenin tiim öğretile­ bir uzantısı ya da uyarlaması olarak sun-
rine· yeğ tutarak, savaş ordulannı manu- sa da, mantık konusundaki temel ç~lış­
~ın ordulanyla değiştirdim; savaş gani- ması I.ıJi"' iııgrrdientibus (Yeni Başlayan­
metlerini de tartışma saldırılarına kurban lar İçin Manuk/Poıphyrios Üstüne Yo-
ettim" (Bir M11tsuzl11k Ôy/eiüii, çev. Betül rumlar) aracılığıyla özgün bir "dil felse-
t;oı.uksöken, s. 16). fesi" ve "manuk kuramı" geliştirmesini
Abelardus, Petrus 4

sağlaıruşur. Abelardus adı geçen özgün göre yer alırlar. Hem Stoaa etikten hem
kaynaklan gelişkin ve kapsamlı bir "söz- de Hıristiyanlığın "cezalandırma ve ö-
cüklerin ve tümcelerin anlamlandınlınası düllendirme" öğretisinden etkilenen A-
kııramı"nı üretmek üzere kullanan ilk fel- belardus, etik konusundaki düşüncelerini
sefecidir. Abelardus'un manuk kuramı­ ortaya koyduğu Ethica (Etik) diye de bi-
nın Aristoteles'inkinden ayrıldığı temel linen Sdto it ipı11m (Kendini Taru/Bil) ve
nokta, önermelere (tümcelere) ve öner- Dialogtıı inltr philoıophlim, İlıdae11m el dıriı­
melerin (tümcelerin) ·ne söylediklerine te- tiantım (Filozof, Yahudi ve Hıristiyan A-
rimlerden (sözcüklerden) ya da terimle- rasında Diyalog) adlı yapıtlarında insan
rin (sözcüklerin) anlamlarından daha çok ilişkilerindeki öznel öğeyi kurgular ve
ağırlık tarumasıdır. Abelardus'un kuramı "yönelim"in ya da "niyet"in bir eylemin
bir ifadenin anlamını hem ifadenin ad- ;ıhliiki niteliğindeki önemi üzerinde du-
landırdığı şeyden hem de ifadeyle birleş­ rur. Eylemi kökeni bakımından ele alan
tirilen konuşmacının zihnindeki ideadan ve kötülüğün eylemin kendisinde değil,
ayırır. Abelardus zihinsel imgelerin söz- eylemin kökenindeki yönelimde (niyı:tte)
cüklerin gösterdikleri şeyler olduklarını yatttğını savunan Abelardus, kötülük ile
savlamaktan kaçınsa da zihinsel imgele- günahı birbirinden ayırıp kötülüğün bir
re, tümellere ilişkin görüşlerinden de an- günah değil, günah işlemeye bir yönelim
laşılacağı üzere, düşünmede özel bir rol olduğunu öne sürer. Abelardus'un görü-
verir; bunu yaparken de öznelci anlam şünde "günah", kişinin yapılmaması ge-
kur.ımlarının tuzağıruı düşmemeye özen rektiğini bildiği halde o şeyi yapması ra
gösterir. Bu bağlamda hocası Roscelinus' da o şeyin yapılmasına rıza göstermesi
un mantığın seslerin gönderme için kul- veya yapması gerektiğini bildiği halde o
lanılabileceği şeylere ilişkin değil, seslere şeyi yapmayı atlaması ya da unutmasıdır.
ilişkin olduğu görüşünü benimseyen A- Yalnızca bu eylemler, bu atlayıp unut-
belardus'un sözcüklerin neyi gösterdiği­ malar kişiyi Tann'nın gözünde suçlu kı­
ne ilişkin kurarru önermelerin ve tümel- lar ve Tanrı'nın cezasını hak ettirir. Ya-
lerin anlamına ilişkin görüşüyle yakından pılmaması gereken bir şeyi yapmaya rıza
bağlantılıdır. Yalnızca savlar konuşmaa­ gösterme ya da eğilim duyma nesnel ola-
yı söylenen şeyin doğruluğuna bağla­ rak kötü olsa da rıza gösteren kişi bilgi-
maktaysa, bir şey ifade eden herhangi bir siz ya da cahil ise cezalandırılmaz. Rıza
tümce didltm diye adlandırılır. Tümcele- gösterme ya da eyleme olur verme yal-
rin ne söyledikleri (diamar) neye işaret ruzca Abelardus'un Tanrı'nın küçümsen-
ettikleridir. Diıtmar doğru ve yanlışın baş­ mesi ve aşağılanmasıyla bir gördüğü doğ­
lıca öznesidirler; savlar di.talannın doğ­ runun ve iyinin hor görülüp aşağılanma­
ruluğuna ya da yanlışlığıruı g<ire doğru ya sına neden olduğunda günahtır. Buna
da y.ınlış olurlar. Abelardus, görüldüğii k>ırşı, benzer bir akılyiirüımeyle, rıza iyi-
üzere, bu uslamlamasıyla sağlam bir ö- ye, başka bir deyişle Tanrı 'ya saygı, ve
nermeler manuğı geliştirmiş ve benim- sevgi gösterdiğinde ise erdemlidir.
sediği yaklaşımla manuğı, şeylerin göste- Abelardus ıanrıbilime ilişkin diişün­
renler olarak kullanımını göz önünde celeriniyse onak izleklerini tannbilimin
bulundurmadan şeyler üzerine doğrudan temel kavramlarından biri olan "üçle-
konuşan fizik gibi bilimlerden ayırmışur. me"nin oluşturduğu Theologia S11111111i Boni
Abelardus'un ahlak felsefesi ile tanrı­ (En Yüce İyinin Tanrıbilimi), lııtrod11mo
bilimi, manuk felsefesinde tümeller ko- mi ThetJ/ogiam (l'annbilime Giriş) ve Theo-
ıusunda ulaşuğı sonuca dayanır. Başka logia Chtirtiana (Hıristiyan Tannbilimi) adlı
bir deyişle, Abelardus'a göre tannbilimin yapıtlarında sunmuştur. Bu yapıtlarında
dogmaları ve ahlak felsefesinin kavram- Tanrı'nın üçlüğüne, tekliğine ya da birli-
ları birer tümeldir ve dilde bağlamlarına ğine ilişkin çeşitli görüşleri diyalektik yön-
5 acıcılık

tem araalığıyla ele alıp çeşitli uslamlıı­ Aberdeen Felsefe Topluluğu (İng. Ah-
malar ileri süren Abelardus'un Tann'nın mlee11 Philoıophira/ Soritt:f', Fr. Soıiiti Philo-
varlığını tanıtlayan uslamlamasına göre, ıopbiqNt D:Abmittır, Alm. Abmite11 Philo-
akıllı varlıklar olarıık akıllı olmayan şeyler ıophisrht Gtstllsdıajfj "Bilge Kulübü" (Wisr
dünyasına kesinlikle üstün olsak da biz- Clııb) olarak da bilinen Aberdcen Felsefe
lerin kendimiz tarafından oluşturulmadı­ Topluluğu l 758'de felsefeci Thomas keid
ğınu?.ı kabul etmemiz gerekir. Eğer dün- ile tannbilimci George Campbell'in ba-
ya kendi kendisinin nedeni olsaydı -va- şını çektiği bir grup düşünür tarafından
roluşu için kendisinden başka hir şeye kurulmuştur. İskoç Ortakgörü Fel•efcsi'
dayanmayan, varoluşu için kendisinden nin yeşermesinde et.kin bir rol oynayan
başka bir şeye dayanan şeye üstün olaca- Aberdeen Felsefe Topluluğu, dönemin
ğından- böyle olamazdı. Dolayısıyla dün- İskoç düşünce topluluklarından farklı o-
ya başka bir şey; bizim "Tann" diye ad- larak ~elenek~el dilbilgi~i. dilbilim ve ta-
landırdığırruz bir yapıa ya da yönetici ta- rih alanlarını dışlayarak tartışma alanını
rafından varoluşa getirilir. Abelardus 'un dikkatli bir biçimde salt "felsefi" konu-
bu uslamlama temelinde ulaştığı sonuç, larla sınırlamaya çalıştıysa da başta siya-
varolan ya da meydana gelen her şeyin set, eğitim, mau:matik, doğa felsefesi, do-
varolmak ya ela meydana gelmek için bir ğa tarihi gibi alanlar olmak üzere doğa
nedeninin olduğudur. Başka türlü olsay- bilimleri ile insan bilimlerinden )taynak-
dı, Tanrı'nın meydana gelmeleri için hiç- lanan sorunlar üzerine de yoğunlaşmak
bir neden bulunmaksızın meydana gd- durumuncla kalmıştır. Her ne kadar bu
mesini olanaklı kıldığı ya da varolmasına bağlamda ele aldıkları konular oldukça
izin verdiği birtakım şeylerin bulundu- geniş bir yelpazeye yayılmış olsa da Ab-
ğı.ınun savlanmasına yol verilmiş olunur- erdeen Felsefe Topluluğu'nun u:mciJe
du. Nitekim Abelardus bu savın düşü­ ilgilendiği konu "kuşkucu" duruşuyla ö-
nülmesinin bile "kutsal iyiliğin" değerine ne çıkan David Hume'un düşüncelerini
gölge düşürdüğünü düşünür. Abelardus çürütmektir. Bu amaçla Alexander Ge-
bu görüş uyarınca Tanrı'nın yaptıkları dı­ rard ile George Campbell, Hume'un di-
şında yapmayı unuttuğu savlanan başka ne yönelik eleştirilerini hedef alırken,
şeyleri ne yapabileceği ne de unutabile- . Thomas Reid, John Farauhar ve Jamcs
ceği sonucunu çıkarır. Abelardus Tanrı' Beattie, Hume'un bilgilwrarnının çeşitli
nın aynı oranda en iyi olduklanndan ö- yönlerini eleştirmiştir. Topluluk bu bo-
türü aralarında seçim yapmak için hiçbir yutuyla Humecu kuşkuculuğa karşı or-
gerekçenin bulunmadığı çeşitli seçenek- takgörüye dayalı bir yanıt geliştirmenin
lerle karşılaşmasına izin vermez. Kuşku­ zeminini oluşturma işlevini yerine getir-
~uz Tann daha iyişi bulunan bir seçeneği miştir. Ayrıca bkz. İskoç (Ortakgörü)
de ~eçmcz. Okulu; ortakgöni felsefeıi.
Abelardus'un diğer önemli yapıtları a-
rasında tannbilim alanında "aynı" konu acıcılık ~ng. Jolorislll", Fr. Joloriıme; Alm.
üzerine öne sürülen "karşıt" görüşler ile JolotismNr, es.t. ekm!:uıJ Yaşamın anlanu-
bıuılann tutarsızlıklannı serimlediği bir nı hazda bulan, hazzı biricik ahlak ilkesi
alıntılar derlemesi olan s;, et No11 (Evet edinen hazcılığın tam karşısında yer alan,
\'e Hayır/Hem Öyle Hem Değil) ile salt "acı"yı başlıca erdem kabul edip insanın
felsefe yazılarının en önemlilerini içeren 'yalnızca acı çekerek kendini aşabileceğini
Diakaita (Diyalektik) daha bir öne çık­ öne süren öğreti; insanı çetin ya;ıama sa-
maktadır. Abelardus'un dilbilgisi üzerine vaşına ruhsal ve fiziksel açıdan hazırla­
yazdığı kitabı (Grammatica) ise günümüze yacak, onun ayakta kalmasını sağlayacak
ulaşmanuştır. Ayrıca bkz. onaçağ felse- u:k gücün "acıya katlanmak" olduğunu
fesi; adcılık; etik. savunan görüş.
açık ahlak/kapalı ahlak 6

Hazzı yadsıyıp acıyı yeğleyen, acıyı ve Diifmanlan (The Open Society and its
her açıdan yücelten bu anlayışın öncülü- Enemies, 1945).
ğünü Julien Teppe ile yandaşlan Rtııue Bergson'un felsefesini biçimlendiren
Doloriste adlı dergi aracılığıyla yapmışlar­ karşıtlıklar ya da ikilikler (metafizikte sü-
dır. Onların yayımladığı Bir Olağandıplıle re/ uzam; bilgikuramında sezf!)./çözüm-
St1V11nusu: Aaaltle MAniftstosu (Apologie leme; evrim kuramında yaşam/ enttopi)
pour L'anorınal: Manifeste du Doloris- ahlak ve elin li2erine görüşlerini de etki-
me, 1935) ile Aantn B1!JHtganlığt (Dicta- lemiştir. Ahlak felsefesindeki açık/kapalı
ture de la Douleur, 1936) adlı yapıtlar bu ahlak ikiliği, din felsefesinde durağan
öğretinin tanınıp yayılmasında etkili ol- din/devingen din ayrımına bürünmüş­
muştur. Acıcılığın savunucuları insanın tür: Yaraucı, canlı ve doğal olmasından
özgürlüğünün "acının yoh.ı"ndan yürü- ötürü gelişmeye açık, yaşamın hızlı akı­
mekten geçtiğini, acının insan denilen şına ayak uydurabilen -ve gizemcilikte
varlığın ruhunu arındırıp zenginleştirdi­ doruğuna erişildiği düşünülen- "devin-
ğini ileri sürer. İlkçağ Yunan felsefesinin gen din" ile insanlara ölümü hatırlatmak­
kinizmi ile diğer
rüm çileci öğretiler acıcı tan ve yürünmesi zorunlu kılınan yoldan
anlayışın kaynağında yer alırlar. Aynca sapacaklara aba alundan değnek göster-
bkz. çilecilik; Kinikler Okulu. mekten başka bir işe yaramayan kau, tu-
tucu ve yapay "durağan din".
açık ahlak/kapalı ahlak ~ng. open mo- Bergson'un ahlak ve din öğretisinin
rali!J/ dosed moralitf, Fr. morale ouvertt/ 1110- ardında tinselci metafiziği yatar: "ahlak
rale fm11k, Alm. ojft11e moral/guchlorsene mo- ve dinin iki kaynağı" diye öne sürdüğü
nı-l İdealist yaşam felsefesinin Fransa'da- şeyler, son çözümlemede "anlak" ile
ki öncüsü Henri Bergson'un .4h/ô/e ile "sezgi"den başkası değildir. Sürekli aklın
Dinin İki KqJnağı (Les deux Sources de la gözetiminde olan, anlaktan beslenen ah-
Morale et de la Religion, 1932) adlı yapı­ ilik, kapalı toplum ahlakıdır. Topluluk i-
tında dile getirdiği açık toplum/kapalı çinde yaşayan insanın kendini güvence
toplum ikiliğinden türettiği karşıt ahlıik altına almak istemesinden ötürü törele-
anlayışları: Kau toplumsal yaptırımlara, rin ve yasaların buyurduğu ödevlerce ku-
yükümlülük ile ödeve dayanan, geçmişin şauJan bu ahlakta özgürlük değil, "uyııl­
değerlerine sıkı sıkıya sanlan tutucu bir ması gereken katı kurallar" hüküm sürer.
ahlaka (kapalı ahlıik) karşı; birey.i ve ev- Buna karşılık, sezgiden kaynaklanan, sez-
renselliği öne çıkaran, eskiyi aşıp insan- f!).nin itici gücünü kullanan, içerisinde sev-
lığı ileriye götürme amacı taşıyan, özgür- gi ile özgürlüğün hüküm sürdüğü ahlak
lüğün hüküm sürdüğü bir ahlak (açık ah- ise açık toplum ahlakıdır. Yaşama itki-
lak) anlayışı. sinden, insanın içinde taşıdığı yaşama he-
Toplumları açık ve kapalı diye ikiye yecanından filizlenen bu "esnek" ahlakta
ayıran Bergson'a göre kapalı toplum tö- başat olan "yasa" ya da "yükÜmlülük",
reler, kurumlar, yasalar türünden top- y>1.ni ödevtanırlık değildir artık. Bergson'
lumsal zorlamalarla ayakta durur. Buna a göre, insanın yaşama zorunluluğunun
karşılık açık toplum baskı yerine özgür- ayrılmaz bir parçası olan yaratma içgü-
lüğe başvurur, "sevgi"yi temel ilke edi- düsünün "öykünmeci" yönüyle yakından
nir. Bergson insanlığın kapalı toplumdan ilişkili olan bu ahlak *Jllfam(a) atı/111tln­
açık topluma, "zorunluluğun alaru"ndan dan (ila11 vifalj doğar ve yalnızca crmi~er
"özgürlüğün alanı"na geçmesi gerektiği­ ya da kahramanlar tarafından yaşanır. Bu
ni savunur. Bergson'un kapalı ve açık yönüyle de aslında "toplumsal" değil, ki-
toplum aynmına dayalı bu savunusu, şisel bir ahlaktır.
Kari Popper'in elinde oldukça ses geti-
re!> bir yapıta dönüşmüştür: Aple Toplum açık önerme [İng. optn mtlellce, propu-
7 açıklama

silioııaJfunclimr, Fr. i11011ıi orn.ım, foıtclİOıt hiçbir şeyle kanşmayan, bir başına ken-
Alm. ojfotlf mıssnge, aussa-
propo.ritionıtel/r, dini zihne gösteren bilgi ya da düşünce
gtnfimlehoır, es. L kaziıye fa11!uiJ01111] bkz. ise sepletir. Bütün "seçik" düşünceler "a-
önerme; yüklemler mantığı. çık" olsalar da, bütün "açık" düşünceler
"~çik" olmayabilir. Nitekim Descartes i-
açık toplum ~ng. optıt sode!J; Fr. sodeti çin önemli olan da düşüncelerin açık ya
ouvertr, Alm. o.ffeııe geseUsm'!ftj Henri Berg- da seçik olması değil, açık IJt! seçik c;lma-
son 'un Lu Jeux souras de la morale et de la sıdır. Aynca bkz. Descartes, Rene; a-
rı:ligioıt (Ahlak ve Dinin İki Kaynağı, 1932) paçıklık.
başlıklı yapıunda onaya atıığı, daha son-
ra Kari Popper'in The Optıı S otierJ mu/ its açıklama [İng. explatıatio11, t..'<fJMaliotr, Fr.
Eıtemiu'de (Açık Toplum ve Düşman­ explanatioıt, txpG«llİotr, Alm. erleliin111g, ex-
lan, 1945) geliştirdiği kavram "kapalı top- pla11aJio11, expli/eaJioıt]
En genel anlamda
lum" terimine karşıt bir anlamda kulla- herhangi bir şeyin anlaşılır kılınması ey-
nılmışttr. Kapalı toplum kapalı dizgeler, lemi; şeyleri anlaşılır ve açık kılan ifade;
kapalı zihinler gibi değişime kapalı ve bir şeyi elden geldiğince ayrınt.ılarıyhı ve
durağandır. Bu toplumlarda bireylerin ya- olabildiğince nedenleriyle birlikte kavra-
pıp etmeleri denetlenir ve baskıcı yön- nılır bir biçimde anlatıp dile getirme.
temler uygulanır. Oysa ki açık toplum- İlkçağ Yunan düşüncesinin ilk dönem-
hırda bireyler kendi edimlerini kendileri lerinde açıklayıo kuramlar ile· açıkfoma­
özgürce belirlemektedirler; yine de bu nın doğasına ilişkin kuramlar içiçe geç-
eylemler de izlenir, ancak yalnızca de- miş durumdaydL Bu ikisi arasındaki ay-
mokratik ve liberal yollarla gerektiğinde nm zamanla belirmiş ve gitgide daha bir
eleştirilir. Böylelikle de insanlar belli bir netlik kazanınışttr. Nitekim Thales, Em-
toplumsal program dahilinde yavaş ya- pedokles, Anaksagoras ve diğer birçok
vaş değiştirilir, biçimlendirilir. Dolayısıy­ Sokrates öncesi Yunan filozofu doğal gö-
la kapalı toplumlarda insanlar zorla belli rüngü açıklamaları ileri sürerken, Platon'
bir biçime sokulurken, açık toplumlarda un "formlar kuramı" hem şeylerin dizge-
aynı şey insanlann görece özgürlükçü o- li bir açıklamasını hem de bununla bağ­
lan bir ortamda kendi kendilerine iste- lantılı bir açıklama bilgikuramını ortaya
meleri ile gerçekleştirilmektedir. Başka koymuştur. Yine de açıklamanın doğası
türlü söylendikte, amaç ya da sonuç ba- üzerine ilk aynntılı çalışmanın İleiıtd Çö-
kımından değil de araç ya da yöntem ba- zjimlemeler (Analytika hystera) adlı yapı­
kımından bir aytım bulunmaktadır iki ttnda bilimsel açıklamanın değişik bi-
toplumsal program arasında. Aynca bkz. çimleri olarak göİülebilecek dört tür ne-
Popper, Karl; açık ahlik/kapalı ah- denselliği tartışan Aristoteles 'e ait oldu-
lllk. ğu söylenebilir. Aristoteles bu yapıttnda
nedenlerin araşttnlması ile nedenselliğin
açık ve seçik ~ng. ckar mıd disti11ct, Fr. gerçek doğasının araştınlmasını birbirin-
cltıir eı düti11ct; Alni. klar und deııtlich; Lat. den kesin bir biçimde ayırmışttr. Aris-
darus et disliıtdus; es. L ı•4'(fh w miitem~i!fJ toteles'in "son" nedeni dinsel yönelimli
Modem felsefenin babası olarak anılan erekbilgisel açıklamalar için uygun bir ze-
Rene Descanes'ın İlle Felsefe ÜZ!riıte De- min sağladığından ötürü, ortaç-.ığ felse-
ri11diişii11111elerde kesin bilgiye ulaşmak i- fesi Aristoteles'in açıklamaya ilişkin us-
çin doğruluk ölçütü olarak ileri sürdüğü lamlamalannı benimseyerek onlan geliş­
birbirine kopmazcasına bağlı ikili: Konu- tirmiştir. Öte yandan bilimsel nitelikteki
su ya da nesnesi hiçbir aracı olmaksızın açıklamayı erekbilgisel açıklamadan ayır­
doğrudan zihne sunulmuş bilgi ya da dü- ma yönündeki ilk ciddi adım Francis
şünce aple; konusu ya da nesnesi başka Baron tarafından attlmıştır. Bacon iki
açıklama 8

bölümden oluşan }'111i o,,._ (Novum İJıi açıklamayı kötü bir açıklamadan
bir
Orgaııutn, 1620) adlı yapıtının birinci bö- ayır-.ın
ölçütün açıklayan ile açıklıınan a-
lümünde tümc:vııamlı yönteme: duyulan nısındaki belirli bir mantıksal ilişkide
gereksinimi de alıı:ken, ikinci bölümde bulunabileceği düşüncesi yaygınlaşmışur.
bu yöntemin uygulamalaı:ı üzerinde: yo- Bu yaklaşım "kapsayıa yasa" açıklama
ğunlaşır. Bacon birinci bölümde kc.ndi modelinde en üst düzeyine ulaşmışur.
zamanında yaygın olarak kabul gören A- Bu türden bir açıklama anlayışında "a-
ristotı:lc:sçi a priori tümclc:ngc:limli yönte- çıklama" bir olayın bir yasa altında dü-
mi yadsıyıp insanın anlama yetisini göz- şünülüp incclcncbilmesine ama her şey­
lem ve deneyde tı:mc:llcndirir. Bacon'ın den önce bir yasa altında sınıflandınlıp
önerdiği seçenek a postıriori tümevarımlı bölümlendirilebilmesinc dayanır.
yöntc:nidir. Bacon'a gött ilkin doğayı de- Bu genci açıklama anlayışına bağlı o-
neyler aracılığıyla gözlcmlc:mc:yip verileri larak tartışdan diğer önemli bir açıklama
toplamamız, ardından ne bildiğimizi çö- tüı:ü de tümdcngelimli-yasakoyucu (dt·
zümlc:mcmiz ve sonunda da ulaştığımız dtıdiı.,..110111obıgitalj açıklamadır. Bu açık­
en güvenilir doğrulara gött hattkct et- lamada ulaşılan sonuç açıklamanın için-
memiz gerekir. Bacon doğaya ilişkin kes- de geliştirilen önermelerin tümdcngelim-
tirimlerde bulunma ile doğayı yorumla- li bir sonucudur. Tüındcngclimli-yasako­
mayı birbirinden ayırır: Kestirimlere i- yucu açıklamalar, tekil olgulan betimle-
nanmak için çok az neden bulunmasına yen y.ı da genci düzenlilikleri ifade eden
karşın. bunlar kolayhlda ve acclcyle ina- açıklamalar verirler. Öte yandan manuk-
nılan gencllc:mc:lcrdir. Yorumlar ise şey­ çı olgucuların bütün açıklama uslamla-
lere nüfuz etmemizi, onlara yaklaşmamı­ malarının tümdc:ngclimli olması gerektiği
zı olanaklı lalan çeşitli verilere dayanır. yönünde kesin bir tutumlan söz konusu
Yorumlar her zaman kolaylıkla kabul e- değildir. Nitekim mantıkçı olgucular tü-
dilmeseler de açıkçası doğayı açıklamanın mcvanailı-iııtatistiksel açıklamaları da ka-
en güvenilir yöntemi olarak düşünülmeli­ bul ederler. Tümevarımlı-istatistiksel a-
dirler. çıklamalarda açıklama en azından içlerin-
Modem fclsc:fc döneminde Huınc, den biri olasılık yasası olan önermeler-
Kant ve Mill'in bilimsc:l açıklamanın -a- den tümcvarımlı olarak çıkartılıı:. Man-
yırt edici özdlilderine ilişkin öğretiler o- tıkçı olguculuğun düşünsel ortama tü-
larak görülebilecek yazılan, doğadaki ne- müyle egemen olduğu dönemde kapsa-
denselliğe, yasalara ve düzcııliliklcre ili~ yıcı yasa modeli üzerinde bir uzlaşma söz
kin çeşitli içgörüler sunmuştur. Buna kar- konusu olduysa da 1960'lar ile 1970'ler-
şı bilimsel açıklamaya ilişkin en "radikal" de modelin çeşitli sorunlar içerdiği or-
görüşler manukçı olguculuk ya da diğer taya çıkmış; bu uzlaşma bozulmaya, mo-
adıyla mantıkçl deneycilik (bilimsel de- del de tartışma konusu edilmeye başlan­
neycilik) hareketinin gelişmesiyle filizlen- mıştır. Bu tartışmalar sonuı.-unJa açıkla­
miştir. Bilimsc:l dcnc:yciliğin önde gelen malan ncdcnscllik bağlamına oturtma yo-
adlan olan Kari Poppcr, C. G. Hempel, luna gidilmiştir. Nedensel açıklamalarda
R. B. Braithwaitc ve Emest Nagcl yazı­ açıklanan olayların nedcrderinin izi sürü-
larında etkin bir açıklama anlayışı gcli~ lür ve tı:k tek (tı:lı:il) olaylar, sözgclinıi bir
tirıııişlcrdir. Bu düşünürler bilimsel açık­ köprünün çökmesi, gcııcllikle nedenleri
lamayı, yani açıklanması gcttken olguyu bclirlcncttk açıklanır: "Köprü suyun ba-
ya da düzcnliliği bctimleyc:n ifadeyi, en sıncı ya da kötü inşaattan dolayı çök-
genci anlamda içlerinden en azından bi- müştür" gibi. Bir olayın meydana gelme-
risi doğa yasası olan bir dizi önermeden sinde pek çok farklı etken rol oynamış
tütttilcn bir uslamlama olarak tanımla­ olabilcccğinden, tikel bir ctkcİ:ıi.n rıc;dcn
mışlardır. Mantıkçı olguculuğun etkisiyle olarak belirlenmesi öncelikle bağlamsal
9 adalet

dururn11 bağhdıı:. Bu durumda bağlam o- ad boc vanaYım (kunancı varsayım)


lası açıklamalardan hllngisinin uygun ol- (İng. mi 1ıo, hypoıhrJir, Fr. aJ h« hypothur,
duğunu belirleyebilir. Bir olayın nasıl Alm. atl-hot'-l{lpothesr] Bir kuramı karşısı­
meydana geldiğine ilişkin açıklama olayın na çıkan zorluklara karşı korumak ya da
meydana gelmesine yol açan sürecin kuramın çürütülmesini engdlemek ama-
bilgi içeren bir betimlemesine dayanır ve ayla kurama yapılan ek varsayım; mi /ıo(
böyle: bir açıklama nedensel süreçlere varsayımlann amaa yem terim ve para-
ilişkin betlmlemeleri de içerir. Aynca metreler (değerdeşier) ilave ederek kura-
bkz. yöntem. _ nu uyuşmadığı verilerle uyumlu kılmak­
tır. Bu türden varsayımların kendi başla­
açmaz [İng. panuiox-, Fr. parotloxr, Alm. nna bir değeri yoktur; "görüntüyü kur-
paratlo,.:, pamtloxiı] Görünüşte doğru var- ıarmak" achna belli· bir süreliğine, yalnız­
sayımlara ya da öncüllere dayansa da bir ca özel bir amaç için sahaya sürülürler.
çelişkiye yol a~n akılyürütme. Açmu
genelde tümü de doğru olar.ık kabul edi- ad inlinitum (Lat) "Sonsuza dek"; "sı­
len bir dizi önermeden, geçerli bir tüm- nımz"; 11 bi.timsiz 1 ·; "'sonsuz yineleme'·
dengclimli uslamlamayla benimsenen di- anlamlarında kullanılan Latince ı·erim.
ğer düşüncelerle: kesin biçimde çelişen ya
da uyuşmayan bir sonuca ulaşıldığında ad lib(itum) (Lat) Başkalarının istekle-
doğar. Böyle bir sonuç, kişinin kemikleş­ rine aldırmaksızın gönlünün dilediğince,
miş düşüncelerinden hangisini reddetme- canı nasıl isterse öyle davranmak; "key-
si gerektiği pek açık olmadığından ötürü fince"; "aklına estiği gibi"; "doğaçlama"
rahatsız edicidir. Açmazlar bir akılyürüt­ aıılarnına gelen Latince terim.
me ilkesinin ya da bu ilkeye dayanan
nrsayımlann hatalı olduğunu ortaya çı­ ad tanımı [İng. nominal Jıfinitioır, Fr. Jlfi-
karırlar. Yarılış ilkeler ya da bunlann yas- nı"tiotı t11Jmitıalr, Alm. t11J1llİt1altltf1t1ition) Bir
landığı varsayımlar açık bir biçimde ta- nesnenin, onun özüne ya da altında ya-
nımlandıklarında ya da çürütüldüklerin• tan yapıyıı ulaşmaya çalışmadan yalnızca
de açmazların çözüldükleri söylenir. onu diğerlerinden ayırmaya yetecek nite-
Felsefe tarihi boyunca iki tür açmaz ön liklerini sayarak yapılan tanımı. Bu bağ­
plana çıkmıştır: anlambilgisd açmazlar i- lamda ad tanınu varlıkbilgisel olmaktan
le manµksal açmazlar. Anlambilgisel aç- çok bilgikummsal bir tanmıdıı:. Nesne-
mazlar ile mantıksal açmazlar aıılambil­ nin özüne yönelmeyip dışs~ niteliklerine
gisinin ve mantığın (ya da kümeler kura- baktığından nesnenin gerçek tanımı ol-
mının) temel kavramlannın anlaşılmasın­ madığı da söylenir. Ad tanınu ·gerçek an-
daki. ciddi soruıılan gözler önüne serer- lamda nesneye yönelmediğinden yalnız­
ler. Yalnızca mantık ve matematik terim- ca nesnenin adını koyar ve dilsel anla-
lerine dayanan açmazlar (örneğin Russell nunı verir, bu nedenle de dilin içinde ka-
açmazı) mantıksal açmazlar, anlam ve ad lan bir tanım olarak nitelenebilir.
gibi kavramlara dayanan açmazlar da (ör-
neğin yalancı açmazı) anlambilgisel aç- adalet [İng. jıııtiıT, Fr. jnıtiı'r; Alnı. gmtlı­
mazlar diye adlandırılır. Diğer açmazlar . ti,gluit, Yun. Jikm!J.!]ıtr, Lat. İllstitia) Siya-
ise çoğunluk görünüşte birbirinden ay- sal sistemlerin, bireyler arasındaki ilişki­
nlmaz olan düşüncelerin tutarsız olduk- lerin ve eylemlerin ahlak bakınundan a-
lannı (örneğin Zenon açmazlan), görü- dil ya da doğru olma niteliği., adil dav-
nüşte olası olan durumlann aslında ola- ranma ilkesi; eylemde adil olma niteliğini
naksız olduklannı tanıtlarlar. Aynca bkz. · yıı da ilkesini gösterme, dürüstlük; bir
Ruıııell açmaza; yalancı açmaza; Ze- eylemin ahliki doğruya, ahlaksal usa ya
non açmazlan. da gerçeğe uygun olması; hakkın ya da
adalet 10

haktanırlığın hüküm sürmesi; ilkçağ Yu- doğruluk ve haktanırlık olarak adalet an-
nan felsefesinden bu yana dön ana er- layışLınnın ya da tarafsızlık üzerine ku-
demden biri. rulu adalet anlayışLınnın üzerinde temel-
Sokrates öncesi doğa felsefesi döne- lendirilip temellendirilmemesi gerektiği
minde filozoflar neredeyse tümüyle ev- sorusu oluşturur. Üçüncüsü ise devlet ey-
rene odaklandığından, ilkçağ Yunan fel- leyenler ya da bireylerin ekonomik et-
sefesinin bu ilk döneminde "adalet"in a- kinliklere ve diğer tüm etkinliklere gir-
na erdemlerden biri olması dışında pek mezden önce izleyecekleri yol yordamın
konu edildiği söylenemez. Felsefe Sokra- kurallanıu koymalı mı yoksa yalnızca ey-
tes'le birlikte yüzünü "insan"a döndükte, leyenlerin özgür kararlarıııı düzenleyip
doğada hüküm süren yasaların yanında onlara çekidüzen vermekle mi yetinmeli
insan yaşamını ilgilendiren yasaların da sorusu etrafında dönen tartışmadır. Sos-
felsefece ele alınmasiyla birlikte "adalet'" yalistler, liberaller ve tutucular arasında
taSanıruyla daha bir ilgilenilmiştir. No111os · devletin bölüştürücü adaleti ya da top-
C'yasa'? ile pl?Jsis C'doğa"), bir devletin lumsal adaleti sağlamak için ne ölçüde
yasası ya da bir toplumun töresi ile insan müdahale edebileceğine ya da müdahale
doğasının gereksinimleri, arasındaki kar- etmesi gerekip gerekmediğine ve haklı
şıtlık çerçevesinde yürütülen "insanın na- bir biçimde gerekçelendirilmiş bir mü-
sıl ya da neye göre yaşaması gerektiği" dahalenin izleyeceği yöntemlere ilişkin
tartışmasıyla yakından bağlantılı olan a- büyük bir tartışma söz konusudur. Bö-
dalet kavrayışı, Batı felsefesinin en uzun' lüştürücü adaletin temelinde her ne ka-
soluklu tanışmalarından biri olan bu no- dar eşitsizliğin var olmıisı için çeşitli ne-
filos/pf?ysis çekişmesiyle birlikte yol al- denler olsa da kişilere eşit davranılmalı­
mıştır. Aristotcles'e, felsefe tarihinin en dır düşüncesi yatmaktadır. Yukarıda sa-
büyük "bölümleme ustası"na gelindiğin­ yılanlar dışında bölüştürücü adalet üze-
deyse "adalet"in bugün için de hila ge- rine yürütülen incelemelerin genci olarak
çerliliğini koruyan bir biçimde sınıflandı- eşitlikten aynlmayı ya da ondan yana ol-
. nldığını görürüz: genci/özel; düzeltici/ mamayı gerekçelendiren nedenler, dev-
bölüştürücü vb. letin eşitsizliği gidermedeki rolü, bölüş­
Kimi yerlerde "toplumsal adalet" di- türmeyi kendi kura!Lırınca yapan siste-
ye de adlandınlan böüiştiiriidi aJakt, her- min kendisi ile refalun en çoğa Çlkartıl­
kesin hak ettiğini ya da payına düşeni al- ması arasındaki bağlantı gibi konuLır ü-
ması için kaynakların ve görevlerin adil zerinde yoğunlaştığı söylenebilir. Bölüş­
paylaşımını tanımlayan ilkeleri belirler. türücü adalet ücretlerin, fıyatlann ve mü-
Bölüştürücü adalete yönelik başlıca fel- baddenin adil olup olmadığıyla ilgilenen
sefe tartışmalan temcide üç sorunun izi- ı..lenklcştirici adalet ile yakından bağlantı­
ni sürerler. Bunlardan birincisi bölüştü­ lıdır çünkü insanlann aldıkl an ücretler
rücü adalete ilişkin meselelerde karar ve- ne kadar kaynağa .sahip olunduğuyLı bi-
rirken hangi değerler ya da hangi değer rebir ilgilidir. Bunun bir yansıması olarak
ölçütleri öncelikli konumda olmalıdır so- ıiıodcrn felsefede ücret ve fiyata ilişkin
rusu üzerine kuruludur: Hukuksal ya da tartışmalar daha kapsamlı bir soru olan
geleneksel olarak verilmiş haklara her kaynakların adil dağılııru neye dayanır ve
zaman için bir üstünlük tanınmalı mıdır nasıl sağlaıur sorusunca gövdelenmekte-
yoksa ekonomik verimliliği artırmanın dir. Örneğin Marxçı felsefeciler kaynak-
bir yolu olarak "hak etmek" mi üstün ların ihtiyaçlara göre dağılımıııı savunur-
görülmelidir? Ya da tüm bu ölçütler bir- lar. Başka felsefeciler _!taynakların uzun
leştirilerek tek tek durumlara ayn ayn dönemde genel yaran en çoğa çıkartacak
uygulanamaz ıru? İkinci tartışma konu- biçimde dağıtılmasıııı savunurlar. Diğer­
sunu bölüştürücü adalet kuramlarının leri adil paylaştırmanın herkesin yaranna
11 adalet

olan paylaştırma olduğunu savunurlar. Gelgelelim John Stuart Mili yine de a-


Birtakım kuramcılar ise bunlan vı: başka daletin görevlerini haklar bağlamında di-
.yaklaşımlan birleştirmeye çalışırlar. ğer ahliki görevlerden ayırmak için uğra­
Cız.ala11Jma adakı (.Aristoteles'teki "dü- şır.

zdtici" ya da "ıslah edici" adalet) ya da Günümüzde adalet üzerine.yürütülen


diğer adıylıı "hukuksal adalet" öğretisi tanışmalanngenelde üç önemli ahlak ve
halihazırdaki aksayan durumu düzdtcrek siyaset felsefecisinin; J ohn Rawls, Ro-
ya da bozulan adaleti yeniden bina ede- bert Nozick ve Priedrich Hayek'in dü-
rek adaleti dengeleme düşüncesi diye ta- şünceleri ve çalışmalan çevresinde geliş­
ruınlanabilir. Bu düşüncenin kalkış nok- tiği gözlenmektedir. John Rawls Bir AJa..
tası da kısaca "dişe diş, göze _göz" ya da leı Kımv111 (A Theoıy of Justice, 1971)
"kısasa kısas" deyimiyle özetlenebilir. Ce- adlı çalışmasında en yeni siyasi kuramla-
zalandıtıcı adalet suçlunun başka kötü- nn bile fazlıısıyla yararcı olduklarını, bi-
lükler işlemesini engellemek adına yanlış reysel haklarla ilgilenmediklerini savuna-
davrııruşlıınn toplumsal yarara katkıda bu- rak tarafsız herkesin kabul edebileceği
lunup bulunmadığına bakılınaksızı.n ce- bir adalet açıklaması vermeye çalışmış;
zalandınlması gerektiği düşüncesinden kendi "doğruluk ya da haktanırlık olarak
yola koyulur. Bununla birlikte, cezalan- adalet'' kuramını ortaya atmıştır. Bu ku-
dıncı adalet cezalann cezayı hak eden- cımın dayandığı iki temel illa:, her insa-
lere paylaştınlması ya da kurban için ö- nın alabildiğine geniş temd özgürlükler
detilecek kefaretin belirlenmesinde adil karşısında eşit haklara sahip olması ile
olmayı gerektirir. Cezanın nasıl ve ne za- toplumsal ve ekonomik eşitsizliklerin en
man temdlendirilmiş ya da haklılaştırıl­ çok sayıda insanın yaran gözetilerek gi-
mış olacağıyla ilgilenen cezalandırıcı ada- derilmesi yoluna gidilmesidir. Son çö-
let öğretisi, gelecekte olıısı yanlış şeyler zümlemede Rawls 'un temdlendirdiği a-
yapılmasını engellemenin ya da geçmişte dalet kummında varılmak istenen sonuç,
yapılan yanlış şeylerden ötürü cezalan- 'olabildiğince eşit özgürlük'ün elde edil-
dırmanın cezayı temdlendirip tcmellen- mesini ve bir avuç zengini daha da zen-
dirmediğine ya da haklılaşunp haklı!aş­ ginleştirmekten öte bir anlam taşımayan
tırmadığına ilişkin fdsefi tartışmalar üze- ekonomik kann adil bölüşümünü sağla­
rinde ·yoğunlaşır. maktır. Nozick ile Hayek, Rawls'un se-
Modem dönemde ahlik felsefesi en rimlediği bu adalet kuramını deştiıirler.
genel anlamda bir ikilik üzerine kurulu- Oıılacı göre adalet kıirlann nasıl bölüş­
dur. İkiliğin bir tarafında adalet, diğer ta- türüleceği meselesinden çok, kaynaklara
cılinda insanlık ve onda içerimlenen yar- karşı bireysel haklann nasıl korunacağı
dımseverlik, iyilik, cömertlik, konukse- meselesidir. Hayek toplumsal adaletin
verlik ve benzeri erdemler bulunmakta- (bölüştürücü adalet) bir canavar olduğu­
dır. Ahlik felsefesinin bu temd ikiliği çe- nu; her türden adalet kuramını temd-
şitli biçimlerde açıklanagelmiştir. Gend- . lendirirken toplumsal adalete başvurma­
de en çok başwrulıın açıklamaya göre nın otoritenin, özellikle de devletin mal-
adaletin görevlerinin kusursuzluğa, in- lan ve fırsat eşitliğini uygun gördüğü bi-
sanlığın görevlerinin ise kusurluluğa iliş­ çimde bölüştürme hakkına vı: ödevine
kin olduğu söylenir. Yararcılık ile sonuç- sahip olduğunu kabullenmeyi içerdiğini ·
çuluk savunucuları ise ilke olarak görev- savunur. Üstüne üstlük, Hayek'e göre,
lerin eşit olduğuna inandıldanndan, baş­ toplumsal adalet görüşü bizim olanı ya
ka bir deyişle neyin bir görev olarak sa- · da var olanı istediğimiz biçimde kullana-
yılabileceğinin bütünüyle eylemin sonuç- bilmemizi gerektiren bireysel özgürlük
lıınnın değerine bağlı olduğunu savun- düşüncesiyle de çelişir. Nozick, Hayek'
duklanndan, bu ikiliği dikkate almazlar. inkine benzer bir düşünce sawnusu i-
adalet ilkesi 12

çinde, bölüştürücüadalet diye bir şeyin !andırma olanaksız olacaktır. Mu'tezile


varlığınıya da varolma olasılığını yadsır. kelamcılan daha da ileri giderek yazgıcı­
Bölüştürücü adalet kavrnnu herkesin; lığa karşı çıkmış; özgür istencin ve insa-
her bireyin, her yuntaşın, her eyleyenin nın kendi edimlerinden sorumlu olduğu
adaletten payına düşeni alma hakkına düşüncesinin yalruzca adalet ilkesinden
sahip olduğunu içerse de yakından ba- kaynaklanmadığını, aynca kutsal metinde
kıldığında bölüştürmeye değer şeylerin de bunu destekleyecek bölümlerin oldu-
her zaman için bit sahiplerinin bulundu- ğunu göstermişlerdir. Yazgıolık ve öz-
ğunu görürüz. Mallara ve fırsatlara iliş­ gür istenç sorununun İslam felsefesin-
kin haklar hep birkaç kişinin elindedir. deki karşıt kutuplan için bkz. Cebriyye
Devlet bu malları ve fırsatları bunlann ve Kaderiyye. Ayrıca bkz. Mu'tezile.
sahipleri olan bireylerin haklarını çiğn~
meksizin bölüştürcmez. Nozick'e göre adalık (İng. 110111i11nlisnr, Fr. noı11i11nlisme;
mallar ve fırsatlar ancak onları hak eden- Alm. 11ominalis111nr, es.t. isıllfvre] Kavram-
lerin ellerinde olduklarında adaletli da- ların gerçek anlamda bir varlıklan oldu-
ğıtılmış olurlar. Nozick ile Hayek'in bak- ğu düşüncesini bütünüyle yadsıyan, bü-
tığı yerden bakanlar için, ister ahlak İster tün tümd kavramların tek tek şeylerin
siyaset fıtlsefesinde olsun eşitlikçiliği ar- aralanndaki ortaklıklar üzerinden gidile-
kasına alan her türden düşünce adaletin rek oluşturulmuş gend adlardan, göster-
değil düşmanlık siyasetinin bir yansıma­ gderden ya da sözcüklerden öte bir an-
sıdır. Son zamanlıırda, Nozick ve f-layek' lamhırı olmadığını savunan felsefe anla-
in ortaya attığı düşüncdere karşın çoğu yışı; kökence Latince'deki "ad'' sözcü-
felsefeci Rawls'unkine benzeyen bir ba- ğüne karşılık gelen 11omi11a sözcüğünden
kış açısından hareket ederek bir eylemin türetilen fdsefe terimi. Kullandığınuz söz-
haklılığını değerlendirmede kullanılabile­ cüklerin, yaptığımız tanırnlann,kendileri
cek, hem adil bölüştürmeyi hem adil ce- aracılığıyla düşündüğümüz tasanmların,
zayı destekleyen özgül toplumsal düzen- hatta konuştuğumuz dillerin şeylere gön-
lemderi cesaretlendiren özel kurallar sap- dermek anlamında nesnd bir anlamları
tama işiyle ilgilenmektedir. Aynca son bulunmadığını, bunlann gerçek nesne-
yıllarda adalete ilişkin sorunlann en iyi lerle de gerçekliğin herhangi bir yönüyle
disiplinlerarası bir bağlamda de alınıp de ilintili olmayıp bütünüyle insanoğlu­
incelenebileceği doğrultusunda bir uzlaş­ nun şeylere yüklediği adlarla belirlendiği
maya varma konusunda epeyce yol alın­ görüşü temelinde oluşturulmuş felsefe
mıştır. Aynca bkz. hukuk felsefesi; di- öğretisi.
ke/dikaiosyn~ bölüftürücü adalet; Adcılık, bu genel tanımlarından da
denkleııtirici adalet. anlaşılacağı üzere, hem şeylerin gerçek-
liklerini oluşturan belli bir özleri bulun-
adalet ilkesi İslam fdsefesinin en önde duğunu savunan "öıı:cülük" yaklaşımına
gelen kelim okullanndan Mu'tezile'nin hem de kavramlann gerçek varlıkları bu-
beş temel ilkesinden biri olan adalet il- lunduğu düşüncesi üstüne kurulu "kav-
kesi, "ilahi adalet" olarak da adlandırılır. ramcılik" arılayışına karşı çıkmaktadır. Ta-
Bu adalet tasanrru, insanın özgür istence sarlanabilecek her durumda genel dü-
sahip olduğu yargısına dayandmlmıştır. şünceler ile kavrnmlan birer sözcük ola-
Başka türlü söylendikte, ilahi bir adalet r.1k değerlendiren adcılık, aynı biçimde
olduğundan insanın kendi edimlerinin ''türler" ile "cinsler'' arasında yapılan ay-
sorumluluğunu taşıyor olması, dolayısıy­ nrnların da gerçek varlıklarla uzaktan ya-
la da kendi edimlerinin yaratıcısı olması kından bir ilintileri olmayıp bütünüyle
gerekmektedir. Tersi durumda ölümden insan yapınu olduklarını ileri sürmekte-
sonra, kıyamette ödüllendirme ve ceza- dir. Bu noktada, soyut kendiliklerin var-
13 adcılık

tıklan ile doğalarını ilgilendiren sonınlard kim bu eleştiriyi önemseyen kimi adcılar,
karşı bütünüyle "indirgemeci" bir yakla- daha ılımlı bir adcılık biçimini benimse-
şımı savunuyor olması nedeniyle, "Pla- yerek bu. eleştiriden kurtulma yoluna
tonculuk", "İdealizm", "Gerçekçilik" gi- gitmektedirler. Bu türden "yenilenmiş''
bi anlayışlarla da taban tabana karşıt bir adalık yaklaşımlannda, tiimcl kavramla-
konumda yer almaktadır. Sözgelimi bu rın salt ağızdan çıkarılan birtakım sesler
bağlamda Platonculuk özelliklerin, ilişki­ olduklarına yönelik genel ada görüş ko-
lerin, önermderin, kümelerin, olgu bağ­ runmakla birlikte, belli tikellerin hep bel-
lamlarının kendilerinden başka şeylere li sözciikler altında toplanarak düşünülü­
indirgenemeyecek ölçüde gerçek bir ya- yor olmalan gerçeğinden hareketle, tlkcl-
pılan bulunduğunun düşünüldüğü bir lerin aralarında birtakım ortak özellikler
varlıkbilgisi çerçevesini savunurken, bu- olduğu düşüncesi olurlanrnaktadır. Nite-
na karşı adcılık dış dünyada 8oıİıut bir kim "yumuşatılmış" adcılık biçimleri bu
varlıkları bulunmayan soyut kendiliklerin olurlamacı açıklamalarıyla, kendilerini so-
varlığını bütünüyle yadsıyarak, bunhırın nuna dek götürülmüş adcılığın konu ol-
gerçekliğin "neliği"ni ya da "nasıllığı"nı duğu öznelcilikten de kaçınmış saymak-
hiçbir zaman betimleyemeyeceklerini ö- tadırlar.
ne sürmektedir. Nitekim çoğu adcılık yak- Adcılık anlayışının felsefe tarihindeki
laşımında, soyut kendilikler üstüne ku- en önemli uğrakları, Eski Yunan Sofist-
rulmuş felsefe söylemlerinin bir biçimde leri, Stoacıhır, yüksek ve geç dönem or-
somut tikeller üstüne kurulmuş benzer ı.ıçağ felsefesi düşünürleridir. Bunun y;ı­
söylemler doğrultusunda çözümlenebilir nında, XVII.-XV111. yüzyıl İngiliz De-
oldukları düşüncesi egemendir. neycileri ile XX. yüzyılın gözde akımı
Adcılık anlayışının sonuna dek götü- mantıkçı olguculuğa bağlı kimi felsefe-
rülmüş biçimlerinde, kavramların belli ciler de savundukları görüşlere bağlı ola-
birtakım işlevleri yerine getirmek ama- r.ık adcılık geleneği içine yerleştirilmek­
ayla •Jz!aşı yoluyla oluşturulmuş simge- ıedir. Felsefe ı.ırihinin değişik dönemle-
ler olarak kavranmaları gerektiği, aynı rinde adcılık ile Platonculuk (kavram
adla adlandırılan tikellerin gerçekte aynı gcrçekçiliğı) arasında yapılan çeşitli tar-
adla adlandınlrnış olmaları dışında arala- tışmalar, adalık anlayışırun gelişimi üs-
nnda bir ortaklığın bulunmadığı düşü­ tünde oldukça önemli bir yer tutmakta-
nülmektedir. Bu anlamıyla 11z/apmaltk an- dır. Bu bağlamda Eskiçağ Yunan Felse-
layışına oldukça yakın bir felsefe dunışu fesi'nde Kit1ikkrOk11ltt'nun kurucusu An-
olan adcılık, yerine ve bağlamına göre tisthcnes, her itkarun görünüşler dünya-
ozt1tkilik anlayışının özgül bir biçimi ola- sırun ötesinde gerçek bir varlığı bulun-
rak <la Ot"ğt"rlt"n<lirilmektc<lir. Ne var ki cluğumı <lüşünen Platon'un gerçekçiliği­
adalığın bu en uç biçimine sıkça yönel- ne, "Atı görüyorum oysa gerçek dünya-
tilen anlamlı eleştirilerden birinde, eğer . da bana at kavramını anlatan bir at türü
denildiği gibi tikellerin aynı adlan almak görmüyorum" tümcesiyle karşı çıkarak
dışında aralarında belli ortaklıklar yoksa, tarihin bilinen ilk adcılık yaklaşınunı dil-
o vakit neden hep belli nesnelerin hep lendirmiştir. Adcılık anlayışının etkili bir
belli adlarla birlikte anıldıkları sorusunun felsefe konumuna gelişinde hiç kuşkusuz
yüksek sesle dile getirildiği gözlenmekte- ortaçağ felsefesi bağlamında "tümeller
dir. Sözgeliıni bu 5oru bağlamında, ağaç sorunu" üstüne yürütülen tartışmalann
adı altında neden hep belli tikellerin ayrı bir yeri bulunmaktadır. Ortaçağın
toplandığı, neden ağaç adının başb ti- önemli bir böliimünde tümeller sorunu
kellere değil de yalnızca ağaç diye adlan- üstünde en çok durulan felsefe sorunla-
dırılan belli türden varlıklara verildiği nndan biridir. Nitekim XIV. yüzyılda ya-
gerçeğine parmak ba5ılmaktadır. Nite- şamış önemli orıaçağ adcılarından Ock-
adcılık 14

hamlı William, tümellerin bütünüyle u- ya da dilsel ifadeler üsrüne konuşmakla


sun ürettiği yapıntılar olduklarını, gerçek eşdeğer olduğunu savunduk.lan gözlen-
anlamda bir varlık.lan bulunmadığını, var- mektedir. Bu biçimde anlaşılacak olursa,
olan her şeyin tikellerle sınırlı olduğunu adcılığın soyut kendiliklere ilişkin var-
dile getirmiştir. Ockhamlı William, ger- lıkbilgisi sorunlarına yönelik olarak yine
çekten varolanın rümel adlar değil tikel bir başka indirgemeci yaklaşım olan kav-
varlıklaroldu{,>unu, Tann'nın özünün ken- ramcılığa da karşıt bir konum oluşturdu­
di içinde bir bürün oluşturduğunu, dola- ğu gün gibi açıklık kazanmaktadır. Tü-
yısıyla da "sonsuz istenç", "sınırsız güç", meller sorununa yönelik tartışmaların en
"en yüksek iyi" gibi Tann'ya yakıştınlan iyi görülebileceği yerlerden biri, önemli
vüklemlerin altı üsrü birer ad olduklarını ortaçağ fılozofu Boethius'un rümellerin
i>ne sürerek, yalnızca varlıkbilgisi ile tan- varlıkbilgisel değergesi bağlamında Por-
nbilim düzleminde değil, bütün düşünsel phyrios'un /sagoge'si üsrüne yaptığı ayrın­
alanlar için adcılıi,r:ın en olgun biçimini tılı yorumdur. Nitekim Boethius'un söz
temellendirmiştir. Adcılık teriminin kul- konusu yorumda sundui,>u tümeller· çö-
lanımlarından biri doğrudan doğruya Oc- zümlemesi çok geçmeden felsefece dü-
khamlı William'dan erkilenmiş birtakım şüncenin ana ilgi odağı haline geldiği gi-
XIV. yüzyıl geç dönem ortaçağdüşünür­ bi, ortaçağ filozoflattnca rümeller sorunu
lerince dillendirilmiş bir dizi rannbilim tartışılırken başvurulacak ana metin ola-
yönelimli felsefe düşüncesine gönder- rak da görülmeye başlanmıştır. Boethius'
mektedir. Bu düşünürler Aristoteles me- un ortaçağ felsefesinde dolaşıma soktu-
tafıziğinden, özellikle de Tann'nın varlığı ğu bu tartışma çevresinde iki. temel ko-
tanıdanırken bu metafıı'.iğin kullanılma­ numun varlığından söz etmek olanaklı­
sından duyduk.lan kuşkuyu açıkça dışa dır. Bunlardan ilki, Champeauxlu Guil-
vurnrak, her durumda usun karşısında i- laume tarafından dillendirilen sonuna dek
mana öncelik tanımışlardır. Tann'nın her götürülmüş bir gerçekçilik yaklaşımına
şeyi yapma yetisi taşıdığına sarsılmaz bir karşılık gelmektedir. Söz konusu yakla-
ı,rüven duyduklarını kesinledikten sonra, şımda, bir cinsin ya da bir türün kendisi
etik alanda "Tannsa! Adalet''. kuramını, altında toplanan bürün üyeleriyle aynı
bilgikuramı alanında ise hem nedensel i- olduğu, kendisi altında bulunan tek tek
lişkilerin bilgisinir geçerlili[,ıini hem de üyelerinin ortak özel formların eklenme-
töz-ilinek ayrımı üstüne kurulu metafizik si yoluyla birbirlerinden ayn kılındıklan,
bilgileri bütünüyle yadsımışlardır. Adcılık bu formlann da özün yüklemleri olduğu
bu anlamıyla kullanıldığında, köklerini savunulmaktadır. Guillaume'ın gerçekçi
Ockhamh WiUiam'ın düşüncelerinde bu- konumunun tam karşısında yer alan i-
lan, soyut kendiliklerin varlığı ve dof,ıa­ kinci konumsa, Compiegneli Roscelinus
sı)'la ilgili surulann bütün bütün bırakıl­ tarafından ortaya konmuş bir tür sonuna
masını öneren genel bir kuramsal yöne- dek görürülmüş adcılık biçimine karşılık
lime göndermektedir. Bu anlamda ken- gelmektedir. XII. yüzyıl filozofu Rosce-
dilerini adcı olarak niteleyen düşünürler, linus, yalnızca sözcüklerin gerçek olduk-
şeyler üzerine özellikler, rürler, ilişkiler, lannı, tek tek nesneler dışında gerçekler
kipler yoluyla kurulan her rürden Platon- bulunmadığını tanıtlamak amacıyla sun-
cu ya da gerçekçi söylemin geçerliliğini dui,>u çözümlemelerle adcılığın dizgeli bir
tanımamaktadırlar. Kimileyin adcılann so- yapı kazanmasını sağlamıştır. Roscelinus,
run oluşturduğu düşünülen bu rürden bir bütün kendiliklerin tikellerle özdeş ol-
söylem biçiminin üstdilsel bir konu ol- duklanna, rümeller üstüne yapılan bütün
duğu görüşünü onayladık.lan, buna bağlı konuşmaların eninde sonunda değişik ti-
olarak da söz konusu soyut kendilikler kellere uygulanabilen dilsel ifadeler üs-
üzerine konuşmanın ~kten de nomina rüne konuşmanın ötesine geçemeyeceği-
15 adcılık

ne dikkat çekerek, tümellerin varlığına ren kategorik terimler arasındaki ayrım­


ilişkin tümellerin belli dilsei ifadelerin dan çıkarmaktadır. Bununla birlikte, A-
sesleri ya da seslendirilmeleri olarak kav- belardus'un kavramsal temsilleri çeşitli
ranclığı sağlam bir adcılık yorumu sun- genel terimlerin göndergesi olarak işle­
muştur. Yine bu çerçevede, bir başka ö- yen dilsel olmayan kavramsal temsiller
nemli ortaçağ filozofu Petrus Abelardus, olarak gördüğü yerde, Ockhamlı William
tümeller sorunu bağlamında temellendi- "insan" gibi genel bir terimin aynı anda
rilen bu iki konuma da karşı çıkarak, her çeşitli tikellerin yüklemi olabilene gön-
türden ortak özü çeşitlendirdiği düşü­ derdiğini, "insan'' terirrıine karşılık gelen
nülen formların birbirlerine çelişki oluş­ kavramsal temsilin kendisinin ise başlı
turacaklarını, bu nedenle de Guillaume' başına dilsel bir kendilik olduğunu sav-
ın gerçekçiliğinin işi tek bir kendiliğin lamaktadır. Ockhamlı William'ın görü-
aynı anda birbiriyle bağdaşmaz özellikler şünce, kişinin kendisiyle yaptığı bir iç
sergileyebileceği görüşünü benimsemeye söyleşisi olan düşünme ediminin en iyi
kadar vardıracağını belirtmiştir. Abelar- görülebileceği yer, konuşma ile yazma
dus bu ciddi açmaz karşısında, dilsel ol- dillerine uygun düşen benzer kavramlar-
mayan kendiliklerin tümel olabilecekleri dır. Bu açıdan bakıldığında, Ockhamlı
savını sorunlu hale.getirmek için belli bir Wılliam'ın felsefece sözdagarında kav-
kendilik çokluğuna yüklenebilir olan A- r-.ı.mlar zihinsel terimlere, yargılar zihin-
ristoteles'in tümel tanımına başvurmuş­ sel önermelere, çıkarımlar ise zihinsel
tur. Söz konusu tanımın, günümüzde ge- tasımlara eşlenerek değerlendirilmekte­
nel terimler diye anılan özne-yüklem ya- dir. Öte yanda, Ockhamlı William'ın ad-
pısındaki tümcelerde yüklem olarak işlev cılık çözümlemelerinin salt tümeller so-
görebilen şeylere uygulanabileceğini dü- runu IY-1ğlamında k>llmayıp "insanlık"/
şünmüştür. Bu noktada Abelardus, Ros- "insan'', "cesurluk" /"cesur", "iyilik"/
celinus'un "tümellik kavramını yalnızca "iyi" ayrımlarında olduğu üzere genel te-
sözcüklere uygulayabileceğimiz" düşün­ rimler ile özel terimler ayrımına da o-
cesine katılmakla birlikte, tümellerin ö- daklandığı görülmektedir. Buna göre, ce-
nemli ve anlamlı ifadeler olduğunu vur- sur ya da iyi gibi somut terimler benzer
gulayarak yalruzca sözcüklerin sesleri ya varlık teklerine karşılık kullanılan terim-
da seslendirimleri olarak değerlendiril­ lerken, bunların iyilik ya da cesurluk gibi
meleri yaklaşımının geçerliliğini bütü- soyut eşlenekleri bu terimlerde içerimle-
nüyle yadsımıştır. Buna bağlı olarak da, nen özellikleri sergileyen soyut kavram-
yeterli bir tümeller açıklamasının, ortak sal kendiliklere göndermektedir. Somut
bir özün olmadığı durumda genel terim- ile soyut terimler arasındaki ayrımın A-
lerin nasıl anlamlı olabileceklerini açık­ ristoteles'in on kategorisi arasında yer al-
lıkla göstermesi gerektiği sonucuna var- dığı düşünüldüğünde, Ockl1amlı Wılli­
mıştır. Abelardus böylesi bir açıklamanın am 'ın açıklaması, her bir kategori için
öncelikle iki soruyu yanıtlaması gerekti- kategorik olarak farklı türden bir soyut
ğinin altını çizmiştir: (0 ortak bir adın kendilik bulunduğu, bu soyut kendiliğin
belli şeylere yüklenmesinin nedeni nedir? de kendisine uygun somut terimle ör-
(ıi) ortak bir adın anlamı kavrandığında neklendiği savına dönüşmektedir.
gerçekte kavranmış olan nedir? Öte yanda görece daha yakın dö-
Genelde Abelardus gibi Ockhamlı nemlerde, ortaçağ adcılarının tikelcilik
William da tümelleri genel terimlerle öz- savunulanrun yolundan yürüyen klasik
deş görmektedir. Bu bağlamda varolan deneyciler, zihinsel tasarım türlerini ken-
her şeyin bir tikel olduğunu vurgularken, dilerine karşılık kullanılan genel terim-
tümeller ile tikeller arasındaki aynını bir lerle tanımlama yoluna gitmişlerdir. Söz-
tek şeye gönderen ile birçok şeye gönde- gelimi Locke, "soyut idealar" diye ad-
adcılık 16

!andırdığı bu tasanmların özel bir içe- içinde bir çelişkiye konu olduğu eleştiri­
rikleri b\ılunduğumı, bu içeriklerin tikel- sini getirmektedir. Berkeley bu eleştiriyle
lerin idealanndan o tikcllcre özgü özel- idel:ırın soyut olmaları anlamında genel
liklerin "soyulma'"sıyla oluştuğunu ileri olduk.lan biçimindeki Lockcçu gör(işü
süımektedir. Buna karşı Berkeley ile bütünüyle reddediyor olsa da, bir idea-
Hume, Locke'un soyutlama öğretisine nın genelliğinin taşıdığı özgül içerikten
karşı çıkmış olmakla birlikte, genel te- çok düşüncede yerine getirdiği görevle
rimlere karşılık gelen ideaların içerikleri- belirlendiğini vurgulayarak, genel idea-
nin bütünüyle belirli ve tikel olduklarını, ların gerçekten varoldukları düşüncesini
zihnin aynı türden öteki tikel ideaların onayhımaktadır. Daha açık bir deyişle,
yerine bu genel terimleri kullanmakta Berkeley'e göre idealar Locke'un dediği
olduğunu öne sürmektedirler. Yine ge- anlamda bir soyutlamayla elde edildikleri
nd terimlerin tümellere karşılık gdmedi- için değil de aynı türden bütün tikel
ğini gösterme noktasında Abelardus ile idealan temsil ettikleri için geneldirler.
Ü<:khamlı \Vılliam'ın açtığı yoldan yürü- Bu anlamda zihin içerik olarak bütü-
yen İngiliz filozoflarından Hobbes, va- nüyle belirli bir tikel ideayı alarak, aynı
rolan şeylerin yalnızca tikeller olduğumı, türden öteki bütün idealara genellemek-
genel terimlerin ya da tümd kavramların tc:dir. Öte yanda deneyciliğin önde gelen
gerçekte adların adlan olduklarını dile adlarından Hume, genel ideaların kendi
getirerek benzer bir adcı savunuyu gün- başlarına tikel olduklannı ama buna kar-
deme taşımıştır. Ayru ortaçağlı öncelleri şın ıc:msillerinde genel bir hale geldikle-
gibi, modern felsefenin deneyci düşü­ rini belirterek, Berkdey'in Locke'un so-
niirleri de bu görüşiin gerek genel te- yııtlama ile genellik açıklamasına getir-
rimlere gerek içsel tasanmlar-.ı gerekse diği eleştiriyi canı yürekten desteklediğini
onlara karşılık kullanılan idealar arasın­ dile getirmiştir. Bu anlamda, zihindeki im-
daki ilişkiye yönelik doyurucu bir açık­ ge hep belli tikd bir nesnenin imgesidir,
lama olanağı sunduğunu düşünmüşler­ ama sözkonusu imgenin düşünceye uy-
dir. Sözgelimi Locke, idealara gönderen gulanması aynı bir tümelin uygulanması
sözcüklerin de gend idealara karşılık ge- gibi olmaktadır.
len ideaların da tikellere ilişkin ideala- Adcılık geleneği, çağdaş fdsefedeki
nmızdan oluşturulmuş soyut idealar ol- deneyci yönelimli gelişinıini bütünüyle
duklarını ileri sürmektedir. Buna karşı felsefenin bilimselleştirilmesini savunan
Berkeley kendi adcılık anlayışında, Loc- mantıkçı olguculuk ile çözümleyici fel-
ke'un betimlediği türden soyut ideaların sefe çevrelerinde sürdürmüştür. Buna gö-
da bulunmadığım savlayarak bir adım re, Ockhamlı William'ın 11esneleri gmkJJte-
daha ileriye gitmiştir. Locke'un görüşün­ dik.çe fVğ11llml!Jl'1IZ, yollu "varlıkbilgisel tu-
de, üçgen gibi bir geometrik şeklin soyut ıumluluk ilkesi'"nden yola çıkan çoğu
ideasını oluşturma süreci, farklı üçgenleri XX. yüzyıl felsefecisi, dünyadaki nesne-
hirbirlerinden farklı kılan birtakım özel- leri anlamaY,a yönelik bilinı dilini olabil-
1iklerin dışarda bırakılmasından meydana diğince gereksiz terimlerden temizleme
gelm:.-ktedir.Berkeley, Locke'un öne sür- uğraşı içinde olmuşlardır. Sözgelimi bu
dü~li gibi üçgen ideasına böyle bir sü- felsefeciler arasında daha hir öne çıkan
reçten geçilerek varılıyorsa eğer, elde e- Russell, varlığı metafizik kurguyla koyut-
dilen üçgen ideasının ne ikizkenar, ne lanmış tonlarca kategoriyi, sorunu, kav-
eşkenar, ne de dikaçılı bir üçgen olama- ramı, uslamlamayı bütünüyle atarak, bun-
yacağını, dolayısıyla da söz komısu üç- ların yerine varlığı her durumda mantık
gen ideasının aynı anda hem bütün üç- yoluyla temellendirilmiş bir sözdağarına
genleri içereceğinden hem de hiçbir üç- geçmeyi, böylelikle kaynağını adcılıktıın
gen tekini içermeyeceğinden ötürü kendi alan en üst düzey bir varlıkbilgisi eko-
17 adiaphora

nomisine gitmeyi önermektedir. Özellik- tedir. Sözgelirni çağdaş adcılar tümeller


le deneyciliğin sonuna dek götürülmüş sorununa ek olarak, "kümeler"den "ö-
biçimlerinde adcılık yaklaşımı, "kişilik", nermeler"e, "olgu bağlamlan''ndan "o-
"adalet", "iyilik'" gibi tümel kavramlann laylar"a, "olanaklı dünyalar"dan "çokde-
nesnel bir gerçeklikleri olmadığından bi- ğerli mantıklar"a özünde adcı olmalanyla
limsel araştırmaya konu olamayacakları, dikkat çeken değişik indirgemeci yakla-
bilimin her durumda tikel nesnelerle, so- şımlar sunmaktadırlar. Kuşkusuz bu yak-
mut varlıklarla, tek tek olay ya da du- laşımlann her birinde geleneksel adcılık
rumlarla ilgilenmesi gerektiği savunusu- anlayışının ruhundan değişik i7Jerle kar-
na dayanak olma görevi görmektedir. şılaşıldığı gibi, adcılığın geleceğine yöne-
Adcılık, özellikle bu deneyci bakışlı bi- lik yeni açılımların da gerçekleştirildiği
çimlerinde, deneyötesi yapıntılara, meta.- ortadadır. Örneğin çağdaş adcılardan ki-
fizik spekülasyonlara, somutluktan uzak mileri, tümeller sorunu karşısında Pla-
felsefi kurgulara kuşkuyla yaklaşmış, bir toncu kümeler açıklamasının doğruluğu­
yanda anlamh her önermenin deneye ya nu öne çıkarırlarken, kimileri de özellikle
da duyumlara geri götürülebilir olması önermeler, olgu bağlamları ve tümellere
gerektiğini savunan !frimgikiiliile ile, öbür ilişkin çeşitli söylemlere yönelik indir-
yanda bilimin temel görevini gerçeklik gemeci yaklaşımlar sunarak olayların baş­
deneyimlerimizin dizgeli ve tutarlı bir bi- ka kategorilere indirgenemezliğini ödün
çimde düzenlenmesiyle açıklayan 11raça- vermeksizin savunmaktadırlar. Gelenek-
ble ile son derece yakın bir anlayış konu- sel olarak hep felsefe dışı bir konum ola-
muna gelmiştir. rak değerlendirilmiş adcılık anlayışı, gü-
Tıpkı felsefe tarihinin geçmiş dönem- nümüzde de aşağı yukan bu çizgide gö-
lerinde yapılan varlıkbilgisi taruşmalan rüldüğünden olacak, ada yönelimleri ol-
gibi, çözümleyici felsefe çevresi de, en masına karşın çağdaş felsefede çok az
azından ilk dönemlerinde, belirgin bir felsefecinin kendisini "ada" olarak ta-
biçimde tümeller sorunu üstüne yoğun­ nımladığı, soyut kendilikler diye adlandı­
laşmıştır. Bu çerçevede Frege, Moore ve rılanlara karşı ada bir tutumu benimse-
Ru~sell gibi İngilizcenin konuşulduğp mekten özellikle kaçındığı bilinmektedir.
dünyanın önde gelen çözümleyici felse- Bununla birlikte, Wilfrid Sellars (1912-
fecileri, dilsel olmayan tümellere gönder- 1989) bu genel duruma açıkça bir istisna
mede bulunmaksızın özne-yüklem yapılı oluşturmaktadır. Aynca bkz. gerçekçi-
tümceleri çözümlemeye olanak tanıyan lilc; kavramcılık;universale in mente-,
ada kuramlara sıcak bakmışlardır. Özd- ımiversale in voce.
lilde sonraki dönem Wiıtgenstein'ın "o-
yun" gibi genel bir terimin kullaıumırun adharma (San.) Yasa'run (dhm11111) karşıtı
ancak terimin uygulanabileceği bütiin olan kaos; bu evrenin ancak belirli yerle-
durumlar için ortak bir özellikler ya da rinde vardır. Adhm111a aaya yol açar; bu
benzerlilder kümesi doğrultusunda te- aanın sebebiyse istemedir. Aynca bkz.
mellendirilebilir olduğu görüşünü bütü- dharma; karma.
nüyle çürütmesine bağlı olarak, özne-
yüklem yapılı söylemlere ilişkin Platoncu adiaphora (Yun.) İlk.çağ Yunan felsefe-
açıklama ağır bir yara almıştır. Tümellere sinde, Stoacılardan itibaren, ahlaki açı­
ilişkin ilgi bütün bir XX. yüzyıl felsefesi dan ne değerli ne de değersiz görülen,
boyunca sürmüş olmasına karşın, yakın olup olmamasına aldınş edilmeyen şeyle­
dönem adcılık çalışmalarının hem orta.- ri belirtmek için kullanılan terim.
çağda hem de modem çağda yapılan ça- Stoacı felsefede ahlak yalnızca er-
lışmalardan çok daha geniş bir konu ve demli olanın iyi, erdemsiz olanın da kötü
sorun yelpazesine yayıldığı gözlenmek- olduğu ilkesi üzerine kurulmuştur. İn-
adikia 18

sana yaraşır olanın (kathehmta) doğru se- cauer'le birlikte 1. Dünya Savaşı'nın bit-
çimi için "erdem" tek başına yeterlidir. mesine yakın her cumartesi öğleden son-
Bunun ötesinde bilgi, güç, haz, sağlık, ı:-dlan okumaya başladı. Kracauer'in reh-
güzellik, zenginlik ve soyluluk türünden berliği Adomo'ya, bu kitabın yalnızca bir
şeyler insan için doğal olarak "yeğlenir" bilgikuramı kitabı olmadığını, aynı za-
(proegmma) durumlar; bunların yokluğu manda tinin tarihsel konumunun da o-
da "yeğlenmeyen" (apoprrıeg11ıet1a) durum- kunabileceği kodlanmış bir metin oldu-
lar olarak görülür. Bu türden· şeyler ken- ğunu düşündürttü. Annesinin ve kızkar­
di başlanna iyi ya da kötü, doğru ya da deşinin etkileriyle müziğe karşı beslediği
yanlış, erdemli ya da erdemsiz olmadık­ ilgiyi beste yapmaya dek vardıran düşü­
lan gibi, bunların varlığı ya da yokluğu nür il. Dünya Savaşı yıllannı ise Califor-
da iyi ya da kötü anlamda ahliki bir tu- nia'da sürgünde geçirdi.
tuma yol açmayacağı için bunlar ahlıik Adomo, 1924'tc Johann Wolfgang
yönünden kayıtsız kalınacak şeylere kar- Goethe Üııiversitesi'nde Edmund Hus-
şılık gelir. Aynca bkz. Stoacılık. serl üzerine yazdığı tezi tamamlayarak
felsefe doktoru deıccesiııi aldı. Bir yıl
adllda (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde sonra Alban Berg ile kompozisyon ça-
"ne hak ne de hukuk gözeten davranış"; lışmak ve Amold Schocnberg etrafında
"haktanır ya da adil olmama durumu" toplanmış müzisyenlere, bestecilere ka-
anlamında kullanılan terim: "adaletsiz- tılmak için Viyana'ya gitti. Viyana gezisi-
lilc". Ayrıca bkz. dike/dlkaiosyne. nin Adomo üzerindeki etkisi çok kalıcı
oldu; "yeni müziğin" hem önde gelen
adil savat kuraım ~ng. theory ofjnst war, bir savunucusu oldu, hem de felsefece
Fr. thlorie feste de gnmr, Alm. theoire des ge- biçemi Schocnberg ile Berg'in "atonal"
mhtm krieges] Savaşa başvurulmasını ge- kompozisyon tekniklerinin izlerini hep
ıckçelendiren bir dizi koşulun flns ad btl- taşıyacak hale geldi.
/11111) adının konması; savaşın hangi ilke- Frankfurt'taki çalışmalarına dönen A-
ler uyarınca yapılabileceğinin ya da sa- domo, Kierkegaard: Konstmktion des A'sthe-
vaşa hangi durumlarda izin çıkabileceği­ tis&hm (Kierkegaard: Estetik Olanın Ku-
nin belirlenmesi (insin be/Hı) üzerine so- ruluşu, 1933) adlı kitabıyla doçentlik sı­
ruşturmada bulunan kuram. Adil savaş navını verdi. Bu güç kitapta üç konu da-
kuramı Augustinus ile başlayan bir Hı­ ha bir öne çıkmaktadır: a) Kierkegaard'
ristiyanlık geleneğinden doğan, savaşın da, öznellik kavramında olduğu gibi, va-
ahlak bakımından değerlendirilmesi yö- roluşsal öğeleri soyut kategorilere dönüş­
nündeki Batılı bir yaklaşımın uzanusıdır. türmek yoluyla varoluşçuluğun somut-
Daha sonralarıysa adil savaş kuramının laşma arzusunun açığa çıkarılarak eleşti­
hem diru hem de dünyevi biçimleri or- rilmesi; b) şeyleşmiş toplumsal dünyanın
taya çıkmışur. Aynca bkz. savat ve ba- yani kişilerin üzerinde baskı kuran öznel-
rış felsefesi. liğin savlarına kayıtsız kalan kurumlar
dünyasının bir okuması; c) tannbilimsel
Adomo, Theodor Wiesengrund (1903- düşüncelerin tarihsel ve maddi somut-
1969) Toplumbilim, ruhbilim ve müzik- laşorılmasının sağlanması girişimi.
bilim alanlarında da çalışmış, Frankfurt Adomo, Hitler Almanyası'ndan 1934'
Okulu'nun "eleştiıcl kuram"ının felsefi te kaçarak Oxford'a Merton College'a
mirİlarlarırıdan olan Alman düşünür. geldi. Burada geçirdiği üç buçuk yıl i-
Sonralan tüm felsefece görüşlerine çinde o zamanlar arkadaşı Max Horkhei-
damgasını vuracak olan Kant'ın An U- mer'in yönetimindeki I11stilHI far Sozfa!for-
11111 Elqtirisi adlı kitabını toplum eleştir­ st:h1111g'un (I'oplumsal Araştırmalar Ensti-
meni ve sinema kuramcısı Siegfried Kra- tüsü) dergisine makaleler yazdı; daha
19 Adomo, Theodor Wiesengrund

sonra l 956'da yayımlanacak Husserl ü- mamlanrnış olmaktan uzak olduğuna ve


zerine bir kitap hazırladı. il. Dünya Sa- dolayısıyla içgüdüsel olarak ilerici top-
vaşı yıllarını ABD'de geçiren düşünür bu lumsal oluşumlann gelişmeci kesimleri
sıralarda Horkheimer ile ortaklaşa Dia- de içinde olmak üzere Marx'ın tarih ku-
kklile der A11fkliir11ng (Aydınlanmanın Di- ı-.ı.mının da egemen kapitalist ürctiminin-
yalektiği, 1941) adlı kitabı yazdı. kine benzer ussallaştırma yapılan t.-ılep
Savaş sona erince Enstitü'yü yeniden ettiğine inanmaya başladı. Adomo'ya gö-
kurmak için Frankfurt'a dönen Adorno re modernliğin en köklü ikilemlerinin
izleyen yirmi yıl içinde müzik, edebiyat kökeninde usun ve ussallaştırmarun bu
deştirisi, toplumsal kuram ve felsefe ü- yapılan varsa, modernliğin bunalımı te-
zerine çığır açıcı pek çok kitap ve makale melde "usun bunalımı" demektir. Her
yazdı. Örneğin, 1957 tarihli "Sociology şeyden önce gerekli olan da usun eleşti­
and Empirical Research" (foplumbilim rilerek tedavi edilmesidir.
ve Deneysel Araştırma) adlı makalesi ar- Adorno'nun modem usun bunalımı­
tık, 1960'larda Almanya'yı kasıp kavuran nın merkezinde yöntemin, çözümleme-
"olguculuk tartışması"nın başlatıcısı sa- nin, sınıflandırmanın, evrenselliğin ve
yılmaktadır. Adomo'nun iki önemli fel- mantıksal dizgdiliğin her şeyden önce
sefe kitabı da bu dönemde yazılmıştır: gddiği modem bilimsd usçuluğun oldu-
Negalivt Diale/eJile (Olumsuzlayıcı Diya- ğuna inancı tamdır. Adorno nesnelerden
lektik, 1966) ile Aııhetisçhe ThetJrit (Este- kökten bir biçimde bağımsız tanımlanan
tik Kuram, 1970). usun dağıldığını, bozulduğunu ileri sfü:er.
Adorno'nuo felsefesi, içinde yaşadığı Aydınlaıımanm D!Jaleleleliği'nde Ador-
toplumsal dünya anlayışına gösterdiği bir no, ussallığın soykütüğünü çıkarmayı a-
tepki olarak okunabilir. O, ileri Batı top- maçlar. Aydınlanma, insanın korkulan-
lumlaonın Marx'ın çözümlediği kapita- nın ve umutlarının bulaştığı doğal dün-
list üretim ilişkileriyle kurulmuş oldu- yaya, söylenlere karşıdır. Usun söylenden
ğundan asla kuşku duymamış, özellikle üstünlüğü varsayımı, böylelikle, usun in-
de Marx'ın meta fetişizmi ile kullanım sanbiçimci yansıtımlarından kurtuluşu ha-
değerinin değişim değerince baskı altına line gelir. Us dünyayı öznel izdüşümler­
alındığı konusundaki görüşlerine tümüy- den çok ne~nel bir biçimde resmeder. A-
le katılmıştır. Adorno aynca iktisadı bi- domo, bu abartılı us tablosunu hem bi-
çimlendiren düzeneklerin aynısının so- çim hem de içerik bakımından çelişkili
nuçta kültürel etkinlikleri de belirdiği dü- bulur. Ona göre söylen de us da insanlı­
şüncesini de benimser. Sermayenin, ikti- ğın kendisini söylense! güçlerden kurta-
sadı ussallaştınnasının doğal sonucu ta- rarak gereksinimlerini karşılamak ve tut-
hakküm ve yoksulluk (kabaca söylenirse kularını doyumıak için doğal dünya üze-
"adaletsizlik") olurken, kültürün ussal- rinde denetim kurma savaşımı sonucu
laştırılmasının sonucu yabancılaşma ve ortaya çıkmıştır. Demek ki, aydınlanmış
anlamsızlık (kabaca söylenirse "yoksayı­ usun özerkliği varsayımı için gerekli bi-
cılık") olmaktadır. çimsel nitelikler, gerçekte insanın doğay­
Avrupa'da faşizmin yükselmesinin ve la savaşımı içinde insanın soykütüğü ü-
işçi hareketlerinin çözülmesinin ardında zerinde temellenmektedir. Aydınlanmış
yatan -ve daha sonralan Yahudi Soykı­ us nesnel değildir; doğayı denetim altın­
hmı ile doruğuna ulaşan- nedenlere kar- da tutmak isteyen insanın tutkularının
şılık Adorno, modern dünyanın toplum- hizmetindedir. Böylesi bir us insanın a-
sal ve iktisadi örgüsüne sinmiş gerçekten yakta kalma güdüsünün somutlaşmasıy­
kayda değer ilerici eğilimlerin varlığından la, dolayısıyla ancak kendisi llir araç oi-
kuşku duymaya başladı. Hatta modem dukça anlam kazanır.
ı.oplumlann us sallaştırılması tasarısının ta- Adomo'nun felsefece duruşu ya da
advaita 20

etkinliği, kc:ndisini açıkça sanatsal mo- sinde gücü yetmeme ya da olanaksız ol-
dc:mliğin c:ylc:mlc:rinc: ve: yazgısına bağlar; ma durumu; "güçsüzlük'', "dirençsizlik"
bu nedc:nlc: de: iç tutarlığı eksiksizdir. A- ya da "olanaksızlık".
domo felsefenin foyasını ortaya çıkar­
mak ister; usçuluğu ve anlama yetisini, Aenesidemos (M.Ö. ykl. 100-40) M.Ö.
bunlann "özdeşi olmayan ötekisiyle" te- 1. yüzyılda Pyrrhonculuk'un savunuculu-
mellendirmek i~ter. ğunu üstlenen kuşkucu fılozof. Akade-
Adomo'nun diğer önemli yapıtları a- rrüa .kökenli olmasına karşın Akaderrüa
rasında Amold Schoenbcı:g'in atonal mü- Kuşkucul~'nun olasılık öğretisiyle ve
ziğini müzikal modernizmin en üst nok- uzlaşmaa tutumuyla uyuşamayan Aene-
tası olarak savunduğu Philosopbit dtr neue11 sidemos, bu okulla yollarını ayırdıktan
Mıuik(YcniMüziğinFclscfesi, 1949); so- sonra kuşkuculuğun gerrek evi olarak gör-
mut, bireysel deneyimin modem, burju- düğü Pyrrhon'un kuşkuculuğuna yönel-
va toplumundaki yokoluŞuna ilişkin dü- rrüştir. Yeniden canlandırdığı Pyrrhoncu
şüncelerini yansıtan yüz clli üç çarpıcı a- kuşkuculuğun kuramsal çerçevesini oluş­
forizmadan oluşan Mitıima Moralia (1951); tumıa işini üzerine alan Aenesidemos,
Husscrl'e ilişkin, görüngübilimin kaçınıl­ bunu kuşkuculuğun düsturu olagclrrüş
maz soyutluğu ya da aradığı somutluğu yargıda bulunm«ktan kaçınma (!epokht)
yitirmeye yazgılı oluşu üzerinde duran ve: ile bilginin olanaksız olduğu düşüncesini
"yoğun" bir okuma sonucu ortaya çıkan temellendirmek için geliştirdiği tropollar
Zur Metakritik der Erktnmdheom. Studiett (diyalektik uslamlamalar) öğretisiyle ger-
iiber Hımerl ımd die phÖllomenologi;chen An-· çekleştirrrüştir. Bu öğreti daha sonra Sex-
tinomieır(Bilgikuramının Üstelcşcirisi:Hus­ tus Ernpiricus eliyle geç dönem Helenci
scrl ile Görüngübilimsel Çatışkılar Üst~­ kuşkuculuğun olmazsa olmaz ilkesi ha-
ne İncelemeler, 1956); Hegel üzerine de- line gctirilrrüştir.
nemelerden oluşan Dtri Studien Z!' Hegel Kuşkuculuğu haklı çıkarmak için ya-
(Hegcl Üstüne Üç Çalışma, 1963) ile zılmış on trrıpolun ilk yansı özne, diğer
Hcideggcr'in varoluşçuluğunu soyut ve yarısı ise nesne bakımından olup içerik-
tarihdışı olarak yorumladığı Jargon der Ei- leri kısaca şöyledir: (1) Başka başka hay-
gentlidJ/eeiı (Sahicilik Jargonu, 1964) sayı­ vanlar aynı nesneyi farklı şekillerde algı­
labilir. Aynca bkz. Frankfurt Okulu. larlar; (2) Başka başka insanlar aynı nes-
neyi farklı şekillerde algılarlar; (3) Duyu
advaita (San) İkicisizlik. *Upanişadlar oı:ganlannın farklı farklı oluşu, nesneler
sonrası Hint felsefesi içerisinde yer alan üzerine değişik yargılarda bulunulmasıruı
ortodoks olmayan (nastilea) düşünce (or- yol açar; (4) Özneyi etkileyen çeşitli ko-
todoks -astı'lıa- düşünce okulları *Vcda- şullar (hastalık, sarhoşluk, delilik, vb.)
lar'ın yanılmazlığıru kabul ederler) cliz- nesnelerin olduğtından başka türlü algı­
gclerindcn Vedanta'nın ikicisizlik öğreti­ lanmasına yol açarlar; (5) Özne tarafın­
sine verilen ad. Bu öğreti, gerçeğin as- dan algılanan nesnenin konumu (yakın­
lında ikili olmadığını; her tek ben'in, yani lığı, uzaklığı, yeri, vb.) türlü türlü so-
*Abıratl'ın, sonunda *Brahman'ın benli- nuçlara vıınlmasıııa yol açar; (6) Algıla­
ğiyle özdeş olduğunu savunur. Advııita madan ayn tutulamayacak bazı etkenler
(İkicisizlik) Okulu, Vedantaa okulun iki vardır. Nesneler duyulan hiçbir zaman
ana kolundan birim oluşturur. Bu oku- tek başlarına etkilemezler, işin içine her
lun en önemli düşünürü Sankara'dır. zaman başka bir etken (hava, gözyuvarı­
Karşıtı için bkz. dvaita. Aynca bkz. Vc- nın konumu, v.b.) daha girer. Sor.uçta
danta; Sankara. insanın algıladığı şey, hiçbir şekilde nes-
nenin saf hali değildir; \!) Nesnenin ni-
adynamia (Yun) İlkçağ Yunan felsefe- celiği, farklı farklı rrüktarlarda olması, al-
21 Afrika felsefesi

gılanan ayru nesneden farklı sonuçlaı:ıı u- luştıırduğunu düşünmektedirler.


laşılmasına neden olur; (8) Algılayan özne Ne var ki A&ika düşünce geleneğinin
ile algılanan nesne anısındaki özel ilişki­ eski bir biçimini yansıtsa da halihazırda
let, başka başka bağlar, nesnenin gerçek tartışılan sözlii geleneğin A&ikıı yazın
doğasına erişmemizi engelleyecek yanıl­ geleneğinden kalanlar denli eski olmadığı
tıcı etkiler doğurur; (9) Algılanan nesne- da bir gerçektir. Yazılı felsefe geleneği­
nin ya da olayın sık sık ya da seyrek ola- nin ilk ürünleri olarak görülebilecek bu
rak meydana gelişi de öznenin algılayı­ kalıtlar Sokraıes öncesi felsefeyi öncele-
şını etkiler; (1 O) Öznenin içinden çıktığı yen Eski Mısır uygarlığına aittir. Mısır
toplumun gelenek ve görenekleri, aldığı geleneği ile Batı felsefesinitı başlangıcı
eğitim ve bağlı olduğu alılik anlayışı da arasındaki ilişki halen daha tarttşmalı ol-
herhaııgi bir nesneye bakışını derinden sa da Mısır uygarlığının klasik Yunan dü-
etkiler. şüncesini etkilediği yönünde yaygın bir
Öne sürülen tüm bu gerekçeler, ister düşünce birliği bulunmaktadır. Öte yan-
bilginin olanaklıhğı ister wrlık ya da ger- dan İsJam felsefesinin başlıca akımları­
çeklik üzerine olsun her türden yargının nın birçoğunun A&ilaı kıtasında doğmuş
askıya alınmasııu r-ıpoleht) salık veren ya da çalışmalanru burada yürütmüş dü-
Aenesidemos'un öğretisinin dayanakla- şünürlerin ürürıleri olduktan ya da on-
ndır. Onun kuşkucu öğretiyi yeniden, a- lardan derinden etkilenmiş olduklan da
damakıllı temellendirmesi, usçu dogma- unutulmamalıdır.
alığı bir hayli sarsmıştır. Aynca bkz. ilk- Diğer yandan sözlü gelenek üzerinde
çağ felsefesi. yoğunlaşan günümüz A&ikıı felsefesine
döndüğümüzde, Henry Odera Oruka'
aer (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde su, run "Four Trends in Current African
ateş ve toprakla birlikte evrenin temel Philosophy" C'Günümüz Afrika Felse-
maddeleri olaı:ıık düşünülen *ılört öğe'den fesinde Dört Eğilim, 1981) adlı makale-
biri; Sokrates öncesi doğa filozofların­ sini izleyerek günümüz Afrika felsefe-
dan Anaksimenes 'in sonsuz \re sınırsız sinde dört ana eğilimin ön plana çıktığım
niteliğiyle *arleht saydığı şey: "Hava". Te- söyleyebiliriz: (0 etnik-felsefe (ımo-philo­
rimin "soluk" ve "yaşam "la ilişkisi için sopl?J); (u) felsefece bilgelik: öğretileri; (ıiı)
bkz. pneuma.· milliyetçi-ideolojik felsefe; (iv) profesyo-
nel akademik felsefe. Etnik-felsefe Afri-
Afrika felsefesi ~ııg. Afti""' philosopl!J; kalı etnik grupların düşüncelerine ve ta-
Fr. philosophiı Aftiçaillt', Alm. Afrikmrisı:ht sanın dünyalarına yoğunlaşırken, milli-
philoso~ A&ika !atasının kültürel geç- yetçi-ideolojik felsefe siyahlann etkileyici
mişinde yazılı bir felsefe geleneğinin bu- bir felsefe ya da wrlıkbilgisine sahip ol-
lunmaması A&ika felsefesinden söz edi- duklannı göstermeye, bunu da temellen-
lip edilemeyeceği konusunu tartışmalı dirmeye çalışmaktadır. Profesyonel aka-
kılmaktadır. Kimi düşünürler sözlü gele- demik felsefe çalışmalanysa A&ika'yı sö-
neğin aktardıklarının felsefe olarak kabul mürgeleştiren ve onun modem eğitim
edilemeyeceğini savunurken, kimileri de sistemini yaratan Avrupa ülkelerinden
çeşitli varsayımlar temelinde A&ika'nın gelen felsefe geleneklerinin etkisi alım­
sözel geleneğinin pclclli felsefe sayılabi­ daki Afrikalı düşünürler tarafından ger-
leceğini kabul etmektedirlet. İkinci tutu- çekleştirilmektedir. Nitekim İııgilizce ko-
mu benimseyen düşünürler, söylenlerde, nuşulan Afrika ülkeleriİıde çözümleyici
halk l:ıikiyelerinde, kuttörenlerde, dini i- felsefe ön plandayken, Fransızca konu-
nançlarda, sanatsal imgelerde, gelenek ve şulan Afrika ülkelerinde varoluşçuluk ve
göreneklerde ifade edilen düşüncelerin görüııgübilim üzerine yoğunlaşılmakta­
geleneksel Afrika felsefesinin yapısını o- dır. Ama öte yandan A&ika üniversitele-
agape 22

ri kendi kadrolarını yetiştirip geliştirdik­ olar.ı.k gösterilmiştir. Platon Dtt•lelteki


çe, Afrika'run pratiğe ilişkin kendine öz- "güneş benzetmesi"nde bu kavramı "İ­
gü sorunlanrun felsefe aracılığıyla ele a- yi" formuyla özdeşleştirir; onu gerçekli-
lınmaya başlandığı da gözardı edilme- ğin, doğruluğun kaynağı diye niteler. Pla-
melidir. Bu çalışmaların etkisiyle günü- ton için filozofun başlıca ödevi tüm ide-
müz Afrika felsefesinin Afrika toplumla- aların varlık nedeni olan İyi ideası üze-
rının denc}imlerine ve sorunlarına kav- rine "diifiimrye dabna olmalıdır. Aristote-
l'dmsal çözümler içermek zorunda oldu- les, Platon'un İyi anlayışını eleştirmekle
ğu düşüncesi yaygınlık kazanmaya baş­ birlikte (Nileamalehoı{ı Eh"le, 1095a, 1096a-
lamış.ur. Bu felsefi girişimin, "kendi ö- 1097; E11demor'a Etik, 1217b), "diğer tüm
zelliğini ve kendine özgülüğünü, Afrika şeylerin amacının on.1 dayandığı" şeklin­
kültürlerine ve özellikle de Afrika hallo- deki Platoncu İyi tanımım kabul eder (Ni-
nın bilgelik öğretilerine kök salarak gü- 1&11110/ehos'a Eti/e, 1094a). Ancak onun i-
venceye alabileceği" düşüncesinin ağırlık çin bu tanımın gerçek evi "mutluluk"tur
kazanmasıyla birlikte geleneksel bilgelik ~wdaiı1toma). Başka bir deyişle, Aristo-
öğretilerine ağırlık verilmeye başlanmış­ teles agatbo11'u "erdemle uyum içinde ey-
Ur. Geleneksel bilgelik öğretileri Afrika leme" diye tanınıladığı mutlulukta bulur.
halklannın tasaam dünyasının budunbi- Bu "iyi öğretisi" Stoacılar ve Yeni Pla-
limsel (etnolojik) açıdan araşunlmasında tonculuk üzerinden Hıristiyanlığa ulaş­
kullanılan yöntemlere dayanır. Bu çalış­ mıştır. Modem yararcı kuramların da ö-
malarda yüzyıllardır sözlü olarak aktarı­ . ziinde hala aynı Sokratesçi sorunla uğ­
lan bilgelik yazıya aktarılmakta, atasöz- l'dŞuklan söylenebilir.
lerinin ve deyimlerin gizli kalmış bilgileri
ve anlamlan araştınlmaJctadır. Ayrıca bkz. ~oenetos (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
sömürgecilik sonran sinde, özellikle de Aristoteles 'in Göf9iiz!i
Üz.erine adlı yapıtında, "oluşmamış"; "doğ­
agape (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde mamış" ya da "yarntılmanuş" (evren) an-
karşılık beklemeksizin duyulan, tinsel bir lamında kullanılan terim: "ne varlığa gel-
temeli olan aşk için kullanılan terim. miş ne de varlığa getirilmiş olan".
AJ(npt, . içerisinde bencilliği ve cinsel
hazları da barındıran "cros'a karşıt biçim- ~crnoia bkz. bil(g)isiıdik.
de, çıkar gözetmeyen, dostça, kardeşçe
beslenen aşkı belirtir. Bu anlamıyla or- agnoioloji bkz. bil(g)isizliğin bilgisi.
taçağ Hıristiyan felsefesinde Tanrı'ya du-
yulan "yüce sevgi" için de kullanılmışur. agnostisizm bkz. bilinemezcilik.
Modern zamanların dillerinde ise ülkü-
leştirilmiş her türden aşka agape denmek- agnostos (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
tedir. Ahlak felsefesinde de sevginin baş­ sinde Tanrı'run bilinebilirliği ya da Tanrı'
lıca erdem diye görüldüğü, diğer bütün nın aşlon varlığı türünden konulann tar-
erdemlerin ondan türediği düşünülen tışılmasında geçen, "bilinmeyen" ya da
aşk ya da sevgi ahlakına agapiz.111 (aga- "bilinemeyen" anlamında kullanılan te-
pecilik) adı verilir. Aynca bkz. afk. rim. *Bilinemezcilik'in (agnostisiZ,111) yalın
bir biçimi ilk kez Sofistlerin en büyüğü
agathon (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesin- sayılan Protagoras'ta görülür.
de "iyi"; "en yüksek iyi"; "vanlacak son
ilke": *11111111111111 bo1111111. agrapha dogmata (Yun.) İlkçağ Yunan
Sokrates'ten beri agathon felsefece so- felsefesinde, özellikle Plaıon'un diyalog-
ruşturmanın ana konusu olagelmiş, sık larında doğrudan yer almayan düşünce­
sık tüm yapıp etmelerimizin nihai amacı leri için kullanılan, "yazılı olmayan ya da
23 ağaçbiçiınli düşünce

yazıya dökülmemiş öğretiler" anlanun- bulunduğu koşullara göre değişir; (5) Ka-
daki terim. Sözgclimi Aristoteles, Fizik nıtlanacak şeyi kanıtın dayanağı yapmak-
adh yapıtında (IV, 209b) "Platon'un ya- tan doğan bir döngüsellik söz konusu-
zıya dökülmmıiş öğrcıileri"ne gönder- dur. herhangi bir ilkeyi tanıtlamaya kal-
mede bulunur. kıştığımızda kendimizi bir kısırdöngü­
nün içinde buluruz; başka bir deyişle so-
a.,oraphos nomos (Yun.) İlkçağ Yunan nucu kanıtladığı düşünülen öncül ya da
felsefesinde kaynağını tanrısal yasa dü- öncüller doğruluklarını yine sonuçtan al-
şüncesinden alan, "yazılıolmayan ya da dıklarında, bu öncüllerin sonucu kanıtla­
yazıya dökülmemiş yasa" anlamında kul- dığı ya da sağlama aldığı düşüncesi ha-
lanılan terim. vada kalır. Agrippa aynca filozofların bir
yandan akılla ilgili olanı duyularla, bir
Agrippa (M.S. ykl. 1. yüzyılın sonu ile il. yandan da duyularla ilgili olaııı akılla ta-
yüzyılın başı) Ilkçağ Yunan felsefesin- nıtlamaya giriştiklerinden ötürü hep ikili
deki kuşkucu geleneğin, özellikle de Py- bir lasırdöngüye düştüklerini de vurgu-
rrhoncu Kuşkuculuk'un sürdürücüsü o- lar.
lan Romalı kuşkucu filozof. Akademia Agrippa, öne sürdüğü tüm bu ge-
Kuşkuculuğu öğretisiyle yollarını ayırıp rekçe ve kanıtlara dayanarak, ne duyula-
kuşkuculuğun "gerçek evi" olarak gör- nn taıııklığına ne de insanın anlama yeti-
düğü Pyrrhon'un öğretisine yönelen Ae- sine güvenilebileceğini, bu nedenle de
nesidemos 'un ardılı olan Agrippa, kuş­ hiçbir konuda kesin hükme varılmaması
kucuhığu temellendirmek için Aeneside- gerektiğini savunur. Tıpkı Aenesidemos
mos'un ortaya koyduğu on tropolu (di- gibi o da dogmacılığın bu aşılamaz güç-
yalektik uslatnlama) beşe indirerek kendi lüklerden dolayı tökezlemeye mahkıim
öğretisini kurmuştur. olduğunu düşünür ve ister bilginin ola-
Kuşkuculuğu savunmak, yargıda bu- naklılığı ister varlık ya da gerçeklik üze-
lunmaktan kaçınmayı (*epokhe) ve bilgi- rine olsun her türden yargının askıya a-
nin olanaksız olduğu düşüncesini temel- lınmasını (epokhe) salık verir. Buna karşı­
lendirmek için Agrippa'nın türettiği beş lık, Aenesidemos'un daha çok duyu al-
tropos kısaca şöyledir: (1) Aynı konu üze- gılarımızın yol açtığı güçlüklere yoğunla­
rinde öne sürülen görüşler başka başka şan tropos'lanyla karşılaştırıldığında Ag-
olup birbirleriyle çatışır; (2) Akılyürütme rippa 'nın tnıposıan, herhangi bir metafi-
ya da öncüllere dayalı kanıtlama özü ge- zik sorununu çözmenin olanaksızlığını
reği bir çıkmazla karşı karşıyadır: her ka- gösteren kanıtları da içerdiğinden, çok
nıtlama aynca kanıtlanması gereken ön- daha derin bir kuşkuculuk barındırır. Bu
cüllere dayandığından ve bu sonsuza dek yüzden kimi felsefe tarihçileri, kuşkucu­
böyle sürüp gittiğinden hiçbir akılyürüt­ luğu Akademia'nın uzlaşmaalığından
me kendi kendini kanıtlama ya da açık­ kurtarıp eski ihtişatnlı günlerine -katı
lama gücüne sahip değildir; (3) Akılyü­ Pyrrhoncu kuşkuculuğa- döndürmesin-
rütme sürecindeki bu sonsuz geriye gidi- den ötürü, "yeni kuşkuculuk"un kuru-
şin önünü alabilmek için kanıtlanmamış cusu olarak Aenesidemos'u değil de onu
öncülleri ileri sürmek zorunludur. dog- anarlar. Son çözümlemede, Agrippa insan
maa filozoflar önermeler dizisinde son- bilgisinin, "bilgi" denilen şeyin birtakım
suza dek geriye gitmekten kaçındıkları varsayımlar ile önkabullere dayandığını
için hiçbir zaman kanıtlayamayacakları ve "yetkin" bilgiye ulaşmanın olanaksız­
varsayımlar öne sürerler; (4) Hem algılar lığını vurgulamasıyla birçok modem ve
hem de bunlara dayanan yargılar göreli- çağdaş düşünürü öncelemiştir.
dir. gerek algılar gerekse bunlann doğur­
duğu yargılar özneye ve öznenin içinde ağaçbiçimli dütünce [İng. trre-like tho-
ahimsa 24

11gbt, Fr. pmste arbonsm1te-, Alm. ba11111-ıılİe şüncc" ile taban tabana ters düşmekte­
grtla11ke] Çağdaş Fransız felsefesinin bir- dir. Köksap burada kimi bitkilerin top-
likte yaptıkları ortak çalışmalarla tanınan rağın üzerinde kalan, kendisinde hem
iki büyük düşünürü Felix Guattari ile köklerin hem de yaprakların çıktığı sapı­
Gilles Deleuze'ün geliştirdiği, yerbilim- nı anlatmaktadır. Daha açık bir deyişle
den bitkibilime, havabilimden ruhbilimc, köksaplı düşünce, kök yapılan bütünüyle
tannbilimden fdsefeye dek bütün bir aynı olan ama çoğurılukla köklere, sür-
Batı kültürünün düşünsel öğclerini baş­ günlere, filizlere ya da yapraklara dağılan
tan sona belirlediğini varsaydıkları bilgi- topraküstü bitki gövdesinden oluşan ba-
kuranunı ya da düşünme kipini anlatmak ğımsız bitkilere benzemektedir. Dcleuze,
için kullandıklan eğretilemeli felsefe ta- köksaplı düşünceyi bağlamsal, aynı kök
sanmı. Bu bağlamda Deleuze ile Guat- yapısından doğan bir etkinliğin bağlama
tari'ye göre, Batı felsefesini iki ana eğre­ göre başkalaşım göstermesini, çoğunluk­
tileme yoluyla tüketici bir biçimde anla- la da pragmatik bir değişim geçirmesini
mak olanaklıdu. Bunlardan ilki dışardaki eğretileyerek anlatmak amacıyla geliştir­
gerçekliğin bilincin yansıması olarak kav- miştir. Buna göre, insanların düşünsd ve
randığı gerçeğini anlatan "ayna eğretile­ yaşamsal bütün etkinlikleri, çıplak gözle
mesi"dir. Buna karşı ikinci eğretileme, kolay kolay görülemeyen, birbirlerine
"ağaç eğretilemesi'', zihnin dışardaki ger- önceden verili olan ya da bizden önce
çeklik baklanda ayna yoluyla sağladığı belirlenmiş bulunan kurallarla bağlıdır.
bilgilerin sağlam temellere (yani ağacn Ayrıca bkz. dikey düşünce.
kökleri) oturtulmuş, dizgeli ve sıradü­
zenli ilkelerle· kat kat gövdclendirilmiş ahimsa (San.) Şiddetsizlik. Sanskritçe
(yani ağacın gövdesi), tek tek bilgi daua- 'şiddet' demeye gelen bim.radan tiiretilmiş
nna aynştınlrnış (yani ağacn dallan) ol- b11 kavram Gandlü'nin düşüncesinde her
masını betimlemektedir. şeye duyulan sevgiyi anlatır. Gandhi'nin
Deleuze ile Guattari'nin ·ağaç eğreti­ etik görüşüne göre, yaşamın amacı Tan-
lemesi üzerinden giderek sundukları çö- n'ya hizmet etmektir. Bunu yapmanın
zümlemede, ağaçbiçimli düşünme yapısı tek yolu da abinmıyı uygulamaktır.
Batı felsefesine birlikli, bütiinlüklü, ken· Uygulamada, ahilnsa yolunda yürü-
di içinde tutarlı, kendisiyle özdeş, ıasa­ mek başkalanna hizmet etmektir. Baş­
nmlayan bir özneye dayandınlmış büyük kalanna hizmet etmekse insanın kendi
düşünce dizgeleri kurma olanağı tanımış­ benliğiyle olan bağlannı, arzulannı yok
tır. Yine bu eğretilemenin anlam olanak- etmesi; kişinin kendisini tamamen sona
larının çözümlemesi sürdürüldüğünde, i- bırakması; kendini sıfıra indirgemesi de-
dea, öz, yasa, doğruluk, adalet, özgürlük, mektir. Kişi kendisini hemcinsleri arasın­
iyilik gibi kavramların ağacın dallarında da sona koymazsa kurtulması söz konu-
açmış yapraklar olarak durduğu görüle- su olamaz. Kendini en sona koymak da
bilecektir. Batı kültürüne egemen olan kaçınılmaz bir biçimde özdisiplin ile
bu düşünme yordamının en iyi görüle- kendini sınırlamayı içerir. Abintsa, alçak-
bileceği yerler arasında Platon, Aris tote- gönüllülüğün en uç sınırıdır.
les, Descartes, Hegel ve Kant tarafından
bina edilmiş felsefe dizgeleri başı çek- ahlik ~ng. 111oralr, Fr.111orale; Alm. mora~
mektedir. Deleuzc ile Guattari'nin felse- İnsarıların gerek yaşam ilgileri gerek me-
fe sözdağarlannda kimileyin "dikey dü- tafızik bağlanımlan gerekse değer yöne-
şünce" diye de geçen ağaçbiçimli düşün­ limleri bakımından kendisine göre yaşa­
ce, bu düşüncenin bütün olumsuzlukla- makla yükümlü olduklannı duyumsadık­
nndan kurtulmak için bir an önce kendi- ları temelli dünya görüşü; saltık anlamda
sine geçilmesini önerdikleri "köksaplı dü- iyi olduğu düşünülen bir yaşam görü-
25 ahlik

şünde yapılanıp yerleşiklik kazanan, ge- edilmektedir. Çok genel bir deyişle ger-
lenekler ile görenekler yoluyla taşınan, çek ahlak tasarımı, davranış ile karaktere
yazılı ya da yazılı olmayan davranış ku- ilişkin ahlaksal bir kodun ya da bir dizi
ralları; yaşam ülküsü olarak bilinçli ya da ahlak kuralının felsefi bakımdan yeterli
bilinçsiz olarak seçilen yaşama değerleri, bir biçimde temellendirilmiş olmasına,
erekleri ile tasarıları; belli bir top! um i- temellendirilmiş bu kuralların da ilkece
çinde yaşayan insanların kendileriyle, bir- ussal eleştireye açık olma yetisi taşımala­
birleriyle, kurumlarla ilişkilerini düzenle- rına karşılık gelmektedir. Bu tanıma uy-
yen ilkeler, değerler, kurallar, töreler bü- gun düşen bir ahlakın olup olmadığı so-
tünü; bir ulustan bir başka ulusa, bir dö- rusu ise, geleneksel olarak ahlak ftlsefm'
nemden bir başka döneme, bir yaşam nin ya da etife'in araşiırma alanuıa gir-
dünyasından bir başka yaşam dünyasına mektedir.
hem kapsam hem de içerik bakımından Türkçe'ye girişi çok da eskilere u-
değişiklik gösterdiği söylenen ahlaksal zanmayan "etik" sözcüğünün, özellikle
değerlemeler alanı; iyi nitelikleri ile kötü yakın dönemlerde giderek ahlak sözcü-
alışkanlıkları bağlamında kişinin karakter ğünün yerini aldığı gözlenmektedir. Ne
sağlamlığını oluşturan tutumlar, eğilimler var ki ahlakı tanımlamak, onu daha geniş
ya da davranışlar; ahlaksal değerlerin ya- kapsamlı olduğu düşünülen etikle karşı­
şama geçirilişinde hirinci dereceden bağ- laş11rmak son derece güç bir iştir. İki
· 1ayıa olan yaradılış, doğa, huy, tıynet; tek sözcük arasında, örneğin "kişisel ahlak"
bir kişi ya da bir grup kişi tarafından ile "11bbi etik" deyişlerindeki kullanımla­
doğruluğu onaylanmış, sonuna dek uyul- rında görüldüğü üzere, çok belirgin ol-
ması gerektiği düşünülen kurallarca oluş­ mamakla birlikte belli bir farkın bulun-
turulmuş kavramsal ahlak görüşleri diz- duğu söylenebilir. Aralarındaki ayrımı be-
gesi; yaşamdaki eylemlere, karşılaşılan ya- lirginleştirmenin sıkça başvurulan yolla-
şam sorunlarına ilişkin açıklamaların su- rından birisi, etik kuramlarında bulun-
nulduğu ahlik öğretileri düzlemi; ahlak- duktan halde ahlak kuramlarında bulun-
sal inançlar ile değerler üzerine yürütü- mayan birtakım özellikleri çok genel çiz-
len felsefe düşünmesi gilerle ortaya koymaktan geçmektedir.
Türkçe'de ahlak felsefesi diye de kar- Bu özelliklerin genellikle dört başlık al-
şılanan elife sözcüğü "karakter" anlamına 11nda kümelenmesi söz konusudur: (i) ah-
gelen Yunanca ethos sözcüğünden gelir- laksal ile ahlaksal olmayan arasında yapı­
ken; buna karşı Türkçe'deki ah/life söz- lan köklü ayrım; (ii) kesin bir sorumluluk
cüğü ise, kökence "huy", "doğa", "yara- duygusu ya da koşulsuz buyruk (yap-
dılıştan olan haslet" anlamlan taşıyan A- malısın buyruğunda, yapabilirim demek
rapça'daki "hulk" kökünden gelmekte- ki Y.apmalıyım sorumluluğunun içerim-
dir. Bu iki sözcük çoğunluk birbirlerinin lenmesi gibi); (iiı) "ödev'' ile "yükümlü-
yerlerine kullamlacak denli eşdeğer .bir lük" türünden değerlerin en temel ahlak
anlamda anlaşılmaktadır. Batı dillerinde kavramları olarak öne çıkmaları; (iv) baş­
ahlak sözcüğünün kökeninde yatan La- kalarının iyiliğine duyulan araççı ya da
tince mons sözcüğü, "uzlaşılar", "pratik- çıkara olmayan köklü ilgi. Daha açık kıl­
ler'', "davranış kodları'', "belli bir kişinin mak adına, etik ile ahlak arasındaki ayrım
ya da grubun karakteri" gibi anlamlar ta- çok genel olarak müzik ile müzikbilim
şımaktadır. Bu anlamda belli bir kişinin arasındaki ilişkiye bakılarak anlaşılabilir.
ya da grubun ah!akı denince ilkönce an- Buna göre, aynı müzikbilimin müzik ü-
laşılması gereken o kişinin ya da grubun zerine yapılan değişik düşünümlerden o-
taşıdığı karakterdir. Ancak bu noktada luşması gibi, etik de özce ahlak karşı­
bir de toplumsal uzlaşılardan bütünüyle sında bir adım geriye çekilerek ahlaksal-
bağımsız gerçek ahlak tasarımından söz lık üstüne düşünmekten doğmaktadır. Bu
ahlik 26

noktada ahlak, ilk elden inançlarımız ile bileceklerine dayanıyorsa, etik bir düşün­
eylemlerimizi yönlendiren iyi ile kötü ta- cedir''. Buna göre yerleşik anlamıyla etik,
sanmlanyla ilgiliyken, buna karşı ahlak ne çokeşliliğin yanlış olup olmadığı tü-
felsefesi ya da etik ahlak alanının üstüne ründen özünde bir ahlak sorunuyla, ne
yükselerek "iyi" ya da "kötü'', "doğru'' de gerçekten bunun yanlış olduğunu dü-
ya da "yanlış", "ahlaksal" ya da "ahlaksal şünen kimsenin olup olmadığı gibi be-
olmayan" niteleçleriyle betimlenen inanç- timleyici etik bir soruyla ilgilenmektedir.
larımızın, eylemlerimizin, deneyimlerimi- Etik böyle bir soru ya da sorun bağla­
zin değergelerinin felsefi bir gözle so- mında, "çokeşlilik yanlışur'' denildiğinde
ruşturulmasına karşılık gelmektedir. tam olarak ne söylenmek istediğini açık­
Ahlak alanında yapılan çalışmalarda, lığa kavuşnırmanın peşindedir. O neden-
genellikle hangi soruya karşılık ne türden le etik, geleneksel biçimlerine bakıldı­
bir yanıun verildiğini seçmek her durum- ğında açıklıkla görülebileceği gibi, yerle-
da olanaklı değildir. Sözgelimi kişinin şik ahlak anlayışlanna bir seçenek oluş­
kendi ahlaksal dünya görüşünü ortaya turması nedeniyle daha çok eleştirel bir
koyduğu ahlaksal bir düşünceyi, ilk anda ahlak arayışına karşılık gelmektedir. Ni-
"betimleyici etik" ifadelerle karıştırmak tekim ahlakla arasındaki eleştirel uzaklığı
çok kolay olsa da, "Bunu yapmak yanlış korumaya özen gösteren etik düşünce
olur" türünden bir ahlak ifadesini "Bunu geleneğinde, ahlakın nerede başlayıp ne-
yapmanın yanlış olacağını düşünüyorum" rede bittiği sorusu düşünce tarihi boyun-
türünden betimleyici bir etik ifadeden a- ca çok değişik biçimlerde yanıtlanmıştu.
yırt eunek öyle çok da güç değildir. Çağ­ Soru ya verilen yanıtlardan belki de en
daş çözümleyici felsefe geleneğinde ya- önemlisi, ahlaksal alanın s.ırutlanrun top-
pılan ahlak taruşmalarında yer tutan ege- lumun yerleşik değerlerince, ortakgörü-
men görüş, aşağıdaki kural izlendiği va- nün kabul edebileceği eylemlerce çizili-
kit ahlak ifadelerinin betimleyici etik ifa- yor olmasıdır. Ancak bu genel yaklaşım­
delerden ayırt edilebileceklerini savun- da ahlakın kuralkoyucu yanıyla hep insan
maktadır: "düşünür kendini belli bir ah- özgürlüğü üzerinde kısıtlayıcı olması, ta-
lak anlayışının savunuculuğuna soyuna- rih boyunca derin bir tepki uyandırmış,
cak ölçüde belli bir bakış açısını sahip- buna bağlı olarak da değişik düşünür­
lenmişse, burada ortaya konan düşünce lerce değişik biçimlerde eleştirilmiştir.
bir· ahlak düşüncesidir; yok eğer böyle Ahlaka duyulan bu tepki kuşkusuz en iyi
bir ahlaka bağıtlanma<lan, yani bir baş­ anlatımhırından birini Diderot'nun şu
kası tarafından da savunulan }11 da savu- sözlerinde bulmaktadır: "Ahlak da er-
nulabilecek ahlak görüşleri hakkında dem de boyuneğenler için geçerlidir."
yansız bir biçimde düşiinmektcyse, orta- Her alanda olduğu gibi ahlak alanın­
ya koyduğu düşünce ya etik bir düşün­ da da kuram ile pratik ilişkisinin son de·
cedir ya da betimleyici etik bir düşünce". rece büyük bir açmaz oluşturduğu gö-
Yıne bu aynı egemen görüşe göre, bir rülmektedir. Nitekim işin doğası gereği
düşüncenin etik bir düşünce mi yoksa ayrı bir bilgi alanı olarak ahlakın kuram-
betimleyici etik bir düşünce mi olduğu­ sal yönlerini pratikteki uygulamalardan
naysa şu yol izlenerek karar verilebilir: bütünüyle ayrı tutmanın olanağı yoktur.
"düşüncenin doğruluğu temel olarak in- Ahlakın hem kuramsal düzeyinde hem
sanların savundukları ahlaksal kanılara de pratik düzeyinde karşılaşılan temel
dayanmaktaysa, eldeki düşünce betimle- sorun, pratik düzlemde hangi eylemlerin
yici bir etik düşüncedir; yok eğer doğ­ iyi hangi eylemlerin kötü olduklarını, bu-
ruluğu, belli sözcüklerle ne ifade edildi- na karşı kuramsal düzeyde ise pratikteki
ğine ya da insanların belli ahlaksal kanı­ karşılıklarından bağımsız olarak iyi ile
ları seslendirdiklerinde ne söylemiş ola- kötünün neliklerini kesin anlamda belir-
ahlak duy(g)usu

!emektir. Ahlakın pratik boyutu ile ku- lakı", "evlilik ahlakı","yurttaşlık ahlakı",
ramsal boyutu arasındaki kaJ"tnmak ne- "meslek ahlakı", "devrimci ahlakı" bun-
dir bilmeyen bu uçurumun, ahlak tartış­ lardan yalnızca birkaç tanesidir. Yine bu
malannda sıklıkla karşılaşılan bir başka aynı bağlamda, değişik altlak tasanntlan
ikilemle, "birey/toplum ikilemi"yle daha arasındaki aynmlan belirginleştirmek a-
da derinleşmesi söz konusudur. Nitekim dına, "Yahudi ahlakı", "Alevi ahlakı",
pratik ile kuram arasındaki karşıtlık bi- "Alman ahlakı", "Burjuva ahlakı", "Türk
rey/ toplum ikilemiyle birlikte dallanıp ahlakı'' türünden din, mezhep, ırk, sınıf,
budaklanarak alabildiğine değişik anlam- ulus temelli ahlak bölümlemelerinin de
lar kazanmaktadır. Bu b-ağlamda her za- yapıldığı görülmektedir. Ne var ki ahlak
man belli ahlaksal değerlerin yükümlüsü alanında yapılan bütün bu ahlak -bölüm-
görülen birey ile bu değerlere uymakla lemeleri, son çözüntlemede kuram-pra-
bireyi yükümlü kılan toplumsal, dinsel, tik karşıtlığı' ile toplum-birey ikilemine
geleneksel değer dizgeleri arasında temel bir biçimde geri taşınabilir türdendirler.
bir çatışma yaşanmaktadır. Kişi ahlakı ile Buna göre, insanların bütün yapıp et-
toplumun genel ahlakı arasında yaşanan melerine yön vermek amacıyla yapılandı­
bu çatışkı karşısında ahlakçıların, çatışkı­ nlmış bütün altlaklann kaynağında, iki
yı ortadan kaldırmak adına ikisi arasında ana ahlaksal bakış açısından ya biri ya da
bir denge kurma, bir üçüncü ort.'l yol öbürü bulunmaktadır. Bunlardan ilki, en-
temellendirme arayışı içinde oldukları son anlamda mutluluğun biricik ölçütü
gözlenmektedir. Bu arayış çerçevesinde olarak bireyi öne çıkaran "mutluluk ah-
kimi altlak felsefecileri, toplumsal ahla- lakı"yken, ikincisi bireyin hep toplum-
kın son çözümlemede "biçimsel ahlak" daki öteki insanlar önündeki yükiintlü-
olduğunu, "gerçek ahlak" denenle uzak- lüklerini ön planda tutan "ödev ahla-
tan yakından bir bağlantısının bulunma- kı''dır. Bununla birlikte pek çok aWak
dığını ileri sürmektedirler. Sözgdimi tam düşünürü, ne birey ile toplum arasına, ne
bu noktada Bergson, bireye belli altlak de mutluluk ile ödev arasına bu denli
kurallarına uyma yükümlülüğü getiren keskin sınırlar çekmek şöyle dursun, ah-
toplum ahlakını- "kapalı altlak", salt bire- lakın varlık nedeni bu iki temel kaynağın
yin kendi değerlerini yaşamasına olanak birbirlerinden bu denli bağımsız dlişü­
tanıyan bireysel ahlakı ise "açık altlak'' nülemeyeceklerini, hatta bir ve aynı şey
diye tanımlamaktadır. Bergson'un gö- olduklanru savunmaktadırlar. Öte yanda,
zünde açık ahlak yerleşik anlayışlara, kit- daha yakınlara gelindiğinde, düşüncele­
lelerin değerlerine, toplumsal kurumların rini savsözlerle dile getiren XIX. yüzyılın
dayatmalarına karşı çıkışıyla, en iyi anla- çoğu fılozofunun geçen yüzyıllarla bir-
tımını Nietzsche'nin "üstinsan" tasarı­ likte felsefenin giderek uzaklaşUj:.'1 Sokra-
mındaki "efendi ahlakı"nda bulan, hep tesçi özüne geri döndürülmesinin gere-
bir kahramanlık ahlakı olarak görülmek- ğine dikkat çekerek, ahlak felsefesi ile ya-
tedir. Buna karşı kapalı ahlak, yaşamın şam felsefesini örtüştürme arayışı içinde
bütün akışına rağmen durağan kalmada- olduklan görülmektedir. Bu duruşun ön-
ki ısranyla, varolan değerlerle yetinişiyle, de gelen düşünürleri çoğunluk Schopen-
kendisine sunulanları sorgusuz sualsiz "be- hauer, Nietzsche, Lichtenberg, Wittgens-
nimseyişiyle Nietzsche'nin "sürü ahlakı" tein gibi Alman ya da Avusturya kökenli
diye adlandırdığı "köle ahlıikı"na karşılık fılozoflardır. Aynca bkz. açık ahlak/ka-
gelmektedir. Öte yanda, değişik toplum- palı ahl~k; efendi ahlakı/köle ahl~kı;
sal örgütlenmelerde bireylerden yerine erik; mutluluk ahlakı; ödev etiği; yok-
getirilmesi beklenen ahlaksal davranışlar, sayıcılık.
birtakım başka ahlak bölümlemeleri al-
tında incelenmektedir. Sözgelimi "aile ah- ahlak duy(g)usu [İng. 111oral mmr, Fr.
ahilik felsefesi 28

mıs moraf, Alm. moralischtr ıimı] Ahlaksal ahilik ilkesi [İng. moralpriııdplr, Fr. prin-
balamdan iyi, güzel, doğru davraıuşlara tipe mora~ Alm. moralprinzjp; moralisches
kaynaklık ettiği düşünülen duygu; insan- prinzfp] Ahlaksal olanı belirleyen, ahlak-
ları "dürüstlük", "yardımseverlik", "ö- sal olanı ahlaksal olmayandan ayıran ana
dev bilinci", "kişisel sorumluluk", "insan ilke. "Her durumda doğruyu söylemek
sevgisi" gibi hep olumlu ahlaksal değer­ iyidir", "Alçakgönüllülük en yüksek in-
lere yönelten, yalnızca ahl:iksallığa konu san erdemidir", "Yardımsever olunması
olgulan duymayı sağlayan insandaki özel gerekir" gibi tek tek eylemlerin ya da
yeti. Felsefedeki özgül anlamıyla, doğuıtatt davranışların değerlerinin dayandırıldığı,
getirildij varsayılan "iyi'yi kötü'den ayırt insana yapılması gerekenle yapılmaması
edebilme görüsü"; bütün ahlaksal eylem- gerekeni gösteren, insana insan olmak-
lerin temelinde yattığı düşünülen doğru tan gelen ödevlerini, sorumluluklannı. ve
eylemleri yanlış eylemlerden ayırma ye- yükümlülüklerini anımsatan kural. Felse-
tisi; insanı yanlışlardan kurtarıp doğrula­ fe tarihinde kimileyin açık seçik bir bi-
ra yönlendiren, ahlaksal yargılarda bulu- çimde, kimileyinse üstü örtük bir biçim-
nurken, bulunulmuş yargılan değerlendi­ de tek tek eylemlerin kendisine dayandı­
ri tken başvurulacak ölçütleri gösteren sez- nldığı, eylemlerin değerlerinin kendileri
gisel güç. aracılığıyla açıklandığı, belli ahlak ilkeleri
Kimileyin "ahlaksal yeti öğretisi" diye üzerinden gidilerek kurulmuş ahlak fel-
de adlandınlan ahlak duyusu öğretisi, her sefeleri bulunmaktadır. Sözgelimi hena-
durumda özneyi, eyleyeni, kişiyi temele li!t.'te "ben'', islttt(pli!t.'te "istenç", hazrı­
koyarak ahlak felsefesi yapan pek çok b!t.'ta "haz",yaramb/ıı'ta "yarar" gibi. Öte
yaklaşım için kilit değerde bir önem ta- yanda Kant'ın ahlak felsefesinde ahlak il-
şımaktadır. Öte yanda, İngiliz ahlak fel- kesi, ahlak yasası karşısındaki ödev bilin-
sefecileri Shaftesbury (1671-1713) ile ci olarak tanımlanmaktadır. Aynca bkz.
Hutcheson'un (1694-1746) ahlôlual sezgi- maksim.
tilik anlayışlarında ahl:ik duyusu, kişiye
ahlaksal balamdan doğruluk ile sağlamlı­ ahlik öğretisi ~ng. moral aodrine; Fr. do'-
ğın kendine özgü hazzına varma olanağı trine moraf, Alm. moraUehre, sillenlebrr-, es. t.
tanıyarak, onu doğru davranışlarda bu- ahlahyyaij Ahlakın kııynağını, doğasını
lunmaya yönlendirmektedir. Yine bu bağ­ ve özünü; ahlaklı bir yaşamın koşullanru,
lamda Shaftesbury ile Hutcheson'la bir- ilkelerini ve kurallannı; ahlak eylemleri-
likte ahlak duyusunun varlığından ilk söz nin biçimlerini, önkoşullannı., amaçları
edenlerden Hume (1711-1776), ahlak du- ile sonuçlarını açıklığa kavuşturmak a-
yusunu iyi ile kötüyü değerlendirirken macıyla ortaya atılmış ahlak felsefesi a-
insanın doğasından getirdiği yargılama çıklaması. Bu bağlamda tarih boyunca
gücü olarak tanımlamaktadır. Bu Hume- geliştirilmiş ahlak öğretilerinde, doğru ve
cu anlamıyla ahlak duyusu, hem ahlaksal mutlu bir yaşAm yolunda uyulması gere-
balamdan doğru olanı yanlış olandan a- ken ahlak ilkeleri ile kurallarının belir-
yırmayı sağlayan bilgiyi temellendirmek- lendiği, bunlara uyulduğunda kazanılan­
te, hem de ahlaksal bilgi ile ahlaksal ey- ların, uyulmadığındaysa kaybedilenlerin
lem arasındaki kopukluğıı ortadan kaldı­ ortaya serildiği gözlenmektedir.
ran bir köprü görevi görmektedir. Aynca
bkz. etik; Hume, David; Hutcheson, ahlik yargısı ·~ng. moral jtıdgement, Fr.
Francis. juagemen/ morale-, Alm. moralHrttı'/, moraliH-
hes urtei~ Bir biçimde ahlaksal değerlen­
ahilik felsefesi ~ng. moral philosopfry; Fr. dirmeye konu olanlar üstüne belli bir
philosophie morale; Alm. moralphilosophie] çözümleme ve temellendirme sürecin-
bkz. etik. den geçilerek verilen bağlayıcı vargılar.
29 ahilik yasası

Bulunulan ahlak yargılarının alabildiğine duklan düşünülen eylerrılere yöneltmek


çeşitli nesneleri bulunmaktadır. Gerçek- için kullanılabilmektedirler. Bu bağlamda
leştirilen eylemler, taşınan karakterler, ya- konunun çağdaş felsefedeki uzmanların­
şanan duygular, alınan kararlar, yöneli- dan Charles Leslie Stevenson (190S.
nen nesneler, duyulan inançlar, sevilen 1979), "duygu" yerine "turum" sözcüğü­
durumlar, tiksinilen yaşantılar hep ahlak nü kullanıyor olsa da, çok benzer bir gö-
yargısının kapsam alaru içindedirler. Ah- rüş ileri sürmektedir. Stevenson çok ge-
lak yargılannda sıklıkla kullanılan ahlak- nel bir deyişle tutumu, belirli bir zihin
sal yüklemlerin çok büyük bir bölümü, durumu içindeyken hep belli türden bir
"iyi/kötü", "yanlış/doğru'', "yapılması eylemi yapma yaradılışı ya da eğilimi
gereken/ yapılmaması gereken" türünden (dispositioıı) diye tanırrılamaktadır. Steven-
keskin karşıt kavram ikilikleri ile "er- son ahlak yargılarının "duygusal" anla-
demli/ erdemsiz", "adil/adil olmayan", mının yanısıra "betirrıleyici" anlamlarının
"soylu/soysuz", "yürekli/yüreksiz" gibi da bulunduğunu savunarak, ahlak yargı­
görece daha yumuşak değer karşıtlıkla­ larının anlamının şu iki "çözümleme ka-
nııdan oluşmaktadır. ~rek ahlak alanı­ lıbı" ndan ya biriyle ya da ötekiyle çö-
na konu pı:ııtiklerde gerekse etiğin ana zümlenebilir olduğunu söylemektedir: (i)
tartışmalarında önemli bir yer tutan ah- bir eyleme ilişkin ah!aksal olmayan bir
lak yargılan, özünde yasakoyucu ya da yargı, eylemin deneysel özellikleri aracılı­
düzgükoyucu bir doğa sergilemektedir. ğıyla salt doğala yaklaşım düzeyinde ka-
Bu bağlamda verilen ah!ak yargısı, ey- lınarak çözürrılenebilir; (iı) verilen alı.Lik
leme doğrudan konu kişilere buyruklar, yargısının anlamı, barındırdığı duygusal
değerlemeler, övmeler, kınamalar, onay- arılam gibi bir ahlıiksal öğeye odaklana-
lamalar ya da onaylamamalar gibi çok rak çözümlenebilir. Ahlak yargısının an-
değişik yollarla seslenmektedir. Ahhlk lamını oluşturan bu ahlaksal öğe, kimile-
yargıları çoğurıluk "değerlendirici (değer­ yin tuturrılan ifade etme, kimileyin de
biçiçi) ahlak yargılan" ile "betirrıleyici burılan benimseyerek istenen davranış
ahlak yargılan" diye iki ayrı başlık alnnda - doğrultusunda davranmaları için insanla-
incelenmektedir. Bu genel aynm diğer rı ikna etme ya da etkileme işlevi gör-
bir temel ayrımın yapılmasına da olanak mektedir.
tanımıştır. Buna göre yalnızca yargı bil-
diren ahlak yargıları, eylerrılerde gerçek- ahllik yasası [İng. 1110ra/ laıır, Fr. loi mo-
leştirilen değerlere, eyleyerılerin birbirleri rale; Alm. moralist:hes gesetzl Eylemlerin ah-
arasındaki etkileşimlere, bu eylemlerin laki bakımdan değergelerini belirleyen,
yol açtığı sonuçların değergclerine yöne- kayıtsız koşulsuz kendisine uyulması bek-
lik verilen yargılardır. Öte yanda yasako- lenen genelgeçer ahlak kuralı; belli bir
yucu ya da düzgükoyucu ahlak yargıla­ yaşam bağlamında neyin yapılıp neyin
rıysa, yapılması ya da uyulması gereken yapılmaması gerektiğini söyleyen, ayrım
arılamında zorurıluluk bildiren yargılar­ gözetmeksizin herkes için bağlayıalığı bu-
dır. lunan evrensel yasa; bütün ahlaksal ey-
Duygucu etiğin bir uyarlamasına gö- lerrılcrin kaynağında bulunan, her eyleme
re, ahlak yargılarının yaşanan duygulan ahlaksal bakımdan zorunluluk kazandı­
"ifade etme", "gösterme", "belli etme" ran nesnel anayasa; eylemler alanının ah-
türünden söz edirrıleriyle onaylama gibi laksal sınırlannı çizerek neyin ahlaklı ne-
bir işlevleri bulunmaktadır. Öte yanda yin ahlaksız neyin ahlakdışı olduğunu
duygucu etiğin bir başka uyarlamasına belirleyen, kendisinden daha temeli bu-
göreyse, ahlak yargılan seslendikleri ki- lunma yan değer tartısı.
şilerde benzer duygular uyandırmak ya Felsefe tarihine bakıldığında üç ana
da doğurmak, dolayısıyla da doğru ol- ahlak yasası görüşünün değişik etik anla-
ahlıtkçı 30

yışlarınca ortaya konduğu gözlenmekte- yalıma ulaşması için sunulan ahlak yasa-
dir: (i) doğalcı ahlak yasası; (ıi) usçu ah- sının dayandırılacağı olası
tek temel, Tan-
lak yasası; (ıii) tanrıbilimscl ahlak yasası. n'nın özünde bulunan, Tanrı'nın isten-
Ahlak yasasının doğalcı yorumlarında, cinden kaynaklanan eylemlerdir. Bu an-
ahlak yasasının enson anlamdaki amacı, lamda ahlaklı olmak, tanrısal istencin in-
insan doğasının bütün olanaklanylıı ken- sanlann yerine getirmeleri için koyduğu
disini gerçekleştirmesine ön ayak olmak, kurallar bütününde gövdelenen ahlak
böylelikle de insan doğasına uygun bir yasasına uymaktan geçmektedir.
mutluluğu insana sağlamak olatak konul-
mak~adır. Bu bağlamda ahlak y-asası us ahlıtkçı [İng. moralist; Fr. momlüıt, Alm.
yoluyla bilinmesi olanaklı, her durumda 111orali!t, .ritteıılehnrj Düşüncelerinde olsun
eylemlerin üzerinde bağlayıalığı bulunan eylemlerinde olsun bağlı olduğu ahlak il-
yasadır. Doğalcı ahlak yasasında, ahlaklı kelerini çiğnememeye özen gösteren,
olmak demek, gerçek anlamda insan do- kendi dünya görüşünce "ahlaklı olmak''
ğasına yani insan usunun söylediklerine diye tanımladığına olabildiğince uygun
uygun eylemlerde bulunmak demektir. davranmaya çalışan kimse; bütün herşeyi
Daha açık kılmak adına doğalcı ahlak ya- ahlak bakımından içerimlerini göz önün-
sası anlayışını üç aşamada özetlemek ola- de bulunduratak değerlendiren, ahlaksal
naklıdır: (a) insan doğasının doğal bir değerler alanında uzmanlaşmış yazarlık
düzeni vardır; (b) bu doğal düzen iyidir; ya da düşünürlük konumu; ortaya koy-
(c) demek ki insanlar bu düzene sonuna duğu görüşlerle, verdiği ahlaksal öğütler­
dek uymalı, bu düzeni bozacak eylem- le özellikle yaşadığı toplumun halk kat-
lerden uzak durmalıdır. Öte yanda, usçu manında kendisine belli bir güvenin o-
yaklaşımlarda ahlak yasası, insana enson luştuğu ahlak öğretmeni; düşüncelerinin
anlamdaki mutluluğu getireceği düşünü­ önemli bir bölümünde ahlaklı insan ol-
len insan- doğasının bir bütün olarak ger- manın yeter koşullarını araştırarak, daha
çekleştirilmesi değil, yalnızca usun bu- ahlaklı bir yaşamın olanaklarını gösteren
yurduklannın gerçckleştitilmesi üstüne ahlak eğitmeni; yaşadığı dönemin temel
dayandınlır. Bu anlamda, insan olmak sorunlacnı irdeleyen, içinde soluk alıp
tek başına ahlak yasasına uygun eylem- verdiği toplumun törelerini, değerlerini,
lerde bulunmak için yeterli değildir. İn­ bir bütün olarak altlak anlayışını eleştirel
sanın doğası gereğince yaşam~sı ya da bir gözle betimleyerek yeni yaşam ola-
salt insan doğasına U}'gUn eylemlerde bu- nakları sunan, yeri geldiğinde alabildi-
lunması, ahlak yasasının kavranıp yaşa­ ğine farklı bir dünya görüşünün temelle-
ma geçirilmesi için yeterli bir ölçütlen- rini atan, bir anlamda çağının ahlak vic-
dirme olamaz. Önemli olan her durum- danını kendinde taşıyan denemeci ya da
da usun sesini dinlemek, eylemlerin yol yazın adanu. Kimileyin yerleşik değerler­
açdcağı sonuçlan ela göz önünde bulun- le yenileri arasında bir bireşime giderek,
durmaktır. Tannbilimsel yaklaşımlarday­ kimileyin sil baştan yeni bir değer çerçe-
sa ahlak yasası, ne insan doğasından ge- vesi çizerek yaşadığı çağa yön verme a-
tirilen ne de us tarafından keşfedilen bir rayışında olan ahlak düşünürü. Daha dar
yasa olmayıp doğrudan Tarırı'nın bir buy- bir anlamda, XVII. ile XVIII. yüzyıllarda
ruğudur. Tanrıbilimsel ahlak yasası anla- toplumda yaşanan sorunlan hep ahlak
yışı, ahlak yasasının temelinin ne insan bakımından ele almış, Montaigne, Pas-
doğasından getirilen eylem olanaklarında cal, La Rochefoucauld, La Bnıyere gibi
ne usun söylediklerinin dinlenmesinde Fransız düşünürlerini anlatmak amacıyla
ne de sonuçlan us yoluyla değerlendiril­ kullanılan felsefe terimi.
miş eylemlerde olduğunu savunmakta- Çoğu durumda ahlakçının genel yö-
dır. İnsana enson anlamdaki mutluluk nelimi, değerlerin kökenine ya da teme-
31 ahlikçıltk

line inerek ahlak alanına ilişkin dizgeli ya insanın bütün yapıp etmelerine ahlaksal
da kendi içinde bütünlüklü bir açıklama bir değer biçme, eylemlere ahlaksal bir
vermek değildir. Yıne bu bağlamda ah- amaç belirleme kaygısı güden tek yanlı
lakçılann ahlak için ortaya koyduklan dü- tutum; toplum yaşamında ahlakın vazge-
şüncelerinde, ne ·geçmişte yaşananlara ne çilmez bir değeri bulunduğunu, toplum-
de gelecekte yaşanacaklara dönük bir da belirlenmiş ahlak kurallarına kayıtsız
yaklaşım sergilemek gibi bir kaygı güt- koşulsuz sonuna dek uyulmasını savu-
medikleri, yaklaşımlarının salt çağına öz- nan pratik felsefe öğretisi; karşılaşılan
gü sorunlarla sınırlı kaldığı, çağını aşan toplumsal sorunları çözmede altlakın tek
geniş bir yaşam ufku olmadığı görülmek- başına yeterli olduğu düşüncesi üstüne
tedir. Nitekim çoğu filozofun ahlakçı ol- kurulu felsefe anlayışı. Ahlakı tinsel, e-
maktan çok ahlak felsefecisi ya da ahlak rekbilgisel, varoluşsal etmenlerden ba-
filozofu olarak değerlendirilmelerinin ar- ğımsız olarak kendi içinde özerk bir di-
dında yatan temel neden de budur. Söz- siplin olarak tasarla yan ahlakçılık öğre­
gelimi ahlaka da ahlakçılara da sürekli tisi, toplumun hemen bütün kesimlerin-
saldıran Nietzsche'nin, hem geçmişte de kendisini tek yetke, saltık anlamda en
hem de kendi döneminde en yüce de- son yargı makamı olarak görmektedir.
ğerler olarak görülenlerin soykütüğünü Bu bağlamda toplumdaki bireylere ge-
çıkararak geleceğin üstinsanı için iyi ile rekli ahlakın kazandınlması amacıyla eği­
kötünün ötesinde yeni bir ahlaksal ya- time ayrı bir önem vermektedir. Anlayı­
şam biçimi temellendirmeye çalışmas~ ya- şın hemen bütün savunuculan, ahlakın
şamsal ve düşünsel bir tutum olarak ah- kendi içinde bütünlüklü, başlı başına ayn
lakçılık tutumunu "olumsuzlama"ya dö- bir bilgi dalı olduğunu ileri sürerek, ken-
nük tartışmasız ahlakçılık karşıtı ("ah- disi dışındaki öteki bütün bilgi dallan ü-
taktanımazcı") bir konumdur. Tarih bo- zerinde söz sahibi olduğundan en ufak
yunca ahlakçı düşünürlerin değişik yazın bir kuşku dahi duymamaktadırlar.
biçimlerine başvurduklan, kendilerine öz- Hiç kuşkusuz altlakçılık anlayışının
gü çeşitli deyişler geliştirdikleri gözlen- pratik sorunlar karşısında aldığı genel tu-
mektedir. Sözgelimi geçmişte başarıyla tumun en belirleyici özellikleri, her du-
uygulanmış ahlakçı yazın türleri arasında nımda kötüye karşı iyiyi savunmak, yan-
Sokrates'in "söyleşimleri", Seneca'nın lışlarını göstererek ahlaksal bakımdan
"inceleme yazıları", Horatius'un "yergi- doğru davranmayanları doğruya yönelt-
leri", La Rochefoucauld'un "özdeyişle­ mek, doğru bir ahlak yaşamına geçmeleri
ri", Montaigne'in "denemeleri" başı çek- için insanlara gerekli eleştirilerde bulun-
mektedil'. Tarihin hemen bütün dönem- maktır. İnsanın ahlaksal doğasının hep
lerinde ahlakçılar, bir yandan yaşadıkları daha da yetkinleştirilebilir oluşuna sar-
dönemlerde iyiden iyiye zıvanadan çıktı­ sılmaz bir güven duyan ahlakçılık, dışar­
ğını düşündükleri toplumlarının kokuş­ daki koşullar ya da dışardan alınan etki-
muşluklannı okurlarına şikayet ederler- ler ne denli engelleyici olursa olsunlar,
ken, öbür yandan insanın
ahlaksal ba- ahlaksal eylemlerde giderek daha bir yet-
kımdan güçsüzlüğü ile yetersizliğini göz- kinleşmek yoluyla gerçek iyiye ulaşılabi­
ler önüne sermeye yönelik bir arayış i- leceğini öne sürmektedir. Öte yanda, ö-
çinde olmuşlardır. zellikle ahlô/eJammaz.alık bakış açısından
ahlakçılık anlayışına yapılan pek çok e-
ahlllkçıllk [İng. 111oralis111; Fr.111oraliJ111e; leştiri, ahlakçı uslamlamalann gerçekte i-
Alm. 111omlis111ur, es. t. ahlt1k!:tJe] Ahlakı yiyi savunuyor görünmekten öte bir de-
en yüksek değer, yaşamın en yüksek a- ğer taştmadıklan, toplumun ahlaksal bo-
macı olarak gqren dünya görüşü; bütün zukluklarını örtme arayışında yerleşik dü-
her şeyi ahlak açısından değerlendiren, zeni ödünsüz sonuna dek savunmaktan
ahlakın soykütüğü 32

yana olan belli ideolojilerin sesi olarak laksal normların konulması kendi güç-
hareket ettikleri gerçeğine parmak bas- süzlük ile yeteneksizliklerinin uyandırdığı
maktadır. hınf ve Öf alma duygularını denetim altına
almalarına hizmet etmektedir.
ahlakın soykütüğü [İng. gentaloo of 1110- Bu anfamıyla alındığında Nietzscheci
rals; Fr. gitıialogit dt la momle; Alın. genealo- soykütükler, betimleyici ve yorumlayıcı
git der moraJI Alınan filozofu Nietzsc- olduklan denli eleştirel ve değerbiçicidir
he'nin adına ahlak denen değer dizgele- de. Sözgelimi, Hıristiyan ahlıikının soy-
rinin ortaya nasıl çıktıklannı, toplumların kütüğünü çıkarırken Nietzsche, bir yan-
yaşarrunda hangi amaçlan hangi araçlarla dan bu ahlakta son derece önemli bir yer
nasıl yerine getirdiklerini, insanların ne- tutan alçakgöniillülük, kibirsizlik, itaat,
den belli birtakım değerlere ve değer ya- sabır gibi kavramların başlı başımı uzun
pılarına bağlanmak gereği duyduklarını birer tarihsel sicilleri olduğunu gösterir-
tanıtlamak amacıyla geliştirdiği kendi i- ken, öbür yandan söz konusu kavramlar
çinde birtakım özel duyarlıkları ve tek- üzerinden ahlak kisvesi adı altında yayı­
nikleri bulunan ahlak felsefesi yapma lan köle ruhunu gün ışığına çıkarmakta­
yordamı. Varolan duruma nasıl gelindiği­ dır. "İyilik"in önkoşulları olarak özgür
ni anlamak için birtakım teknikler ve ba- iradeyi, sorumluluğu, suçu, günahı, öte
kışların altında geçmişte iz sürerek ger- dünyada ödüllendirilmeyi ya da cezalan-
çekleştirilen, varolan durumun içindey- dınlmayı ortaya koyan Hıristiyan ahlakı,
ken bu durumdan nasıl çıkılacağına yö- insanı güçsüz ve edilgen bir konuma dü-
nelik öneriler geliştirmek amaayla yürü- şürmektedir. Buna karşı, Nietzsche'nin
tülen özgül felsefe yöntemi. büyük övgüler düzdüğü Sokrates öncesi
Soykütük yordamının inceliklerini, baş­ Yunanlılar, çoğurıluk Hıristiyanlı~n sürü
ta Ah/ahn S '!'Jkiİliiğii olmak üzere çeşitli ahlakının tartışmasız günah saydığı içgü-
yapıtlarında uygulayarak açıklıkla gösteren düler ile tutkularla belirlenen vollardan
Nietzsche, varolan yerleşik değerler ile kendilerini gerçekleştirmişlerdu'.. Soykü-
geleneksel ahlak anlayışlarının bağlarum­ tükçü incelemelerinde, Batı Kültürü'nün
lannın altında yatan temelleri ortaya çı­ temelinde yatan ahlaksal inançların nasıl
kararak kişinin kendi öz değerlerini oluş­ gelişip nasıl yerleşiklik kazandıklarının
turmasının önünü açmaya çalışan, fyiıİin belli aşamalarını ortaya çıkaran Nietz-
ve Kötiiııiin Öte.rinde diye betimlediği yeni sche, ahlak yasalarının her durumda do-
bir ahlak tasarımının temellerini atmıştır. ğaüstü ya da tarihüstü bir kesinlikleri ol-
Bu bağlamda, öncelikle "efendi ile ktile mayıp insanlarca yapılan şeyler oldukla-
ahlakı", "günah ile suçluluk bilinci", rını, verilen eğitimle, uygulanan cezalar-
"vicdan ile pişmanlık yaşantısı", "çileci la, sen terbiye pratikleriyle sağlama a-
yaşam değerleri" gibi çok temel ahlaksal lındıklarını bildirmektedir. Yine bu bağ­
değişmezlerin değergelerini çözümleyen lamda, felsefe tarihinde yaptığı soykü-
Nietzsche, güçsüzlükleri ya da yetenek- tüksel araştırmalanyla duyuların taıuklı­
sizliklerinden ötürü bir türlü yaratıcı ey- ğının us yoluyla nasıl çarpıtılmış olduğu­
lemlerde bulunamayanların anlaşılır bir nu ortaya sermiş, bunu yaparken görü-
biçimde birtakım ahlak değerlerine ya da nüşler dünyası dışında adına gerçeklik ya
dizgelerine sanldıklanru ileri sürmüştür. da doğruluk denen bir metafizik dünya-
Nitekim Nietzsche için, kendileri yaratıa nın varlığını her durumda yoksaymaya ö-
eylemlerde bulunamayanlann bu tür ey- zen göstermiştir.
lemleri kendileri dışında yaratma yetisi Nietzsche'nin yapıtlarını soykütükçü
taşıyanlara da yasaklamaya çalışmaların­ çözümleme yoluyla yazmasının ardında
dan daha anlaşılır bir şey yoktur. İnsan­ yatan temel düşünce, hiçbir kuşkuya yer
ların önlerine belli yasakların ya da ah- bırakmaksızın belli bir tarihleri olmadığı
33 ahliki/ sezilen kesinlik

düşünülen kimi kavram, tasanın ve so- Geniş anlamıyla yalnız ahlaki gerekçele-
nınlann aslında birer tarihleri olduğu, rin çauşması olarak değil kişisel çıkarla­
ü.~telik bu tarihte gizlenip üstü örtülmeye nn, ahlaki, dinsel, hukuksal gerekçelerin
çalı~anlan göstermenin bugün yaşanan­ birbiriyle çattşması olarak da tanımlarur.
lan anlamak bakımından ne denli önemli Daha dar anlamıyla ise birden çok an-
olduğudur. Bu anlamda Nieızsclii:'nin ta- lamı olan ahlaki ikilemler, öncelikle ah-
rihte yaptığı bütün soykü tük yönelimli laksal edimlerin iyi ya da kötü olduğu­
çalışmalar, "evrensel", "öncesiz-sonra- nun belirlenemediği durumları karşıla­
sız", ''zorunlu", "tannsal" oldukları dü- mak için kullanılmaktadır. İkinci olarak-
şünülen kavramlann bütünüyle "olum- sa ahlıi.ksal olarak yapılması gereken iki
sal" olduklannı, insan elinden çıkmış ol- şeyin aynı anda yapılamadığı durumlan
malan nedeniyle her birinin kurmaca ya anlaur. Üçüncü kullanımda ise ahlaksal
da yapınu bir doğa sergilediklerini tanıt­ birden çok edim olanağı barındıran ko-
lamaya dönüktür. O nedenle, soykütük- şullarda yapılan her ahlaksal edimin yan-
çü tarihyazımı ele aldığı her kavramın lış olacağı anlamında kullanılmışur. Bu
kendine özgü bir tarihi olduğu farkında­ son anlamıyla ahlaki ikilem, birden çok
lığıyla hareket ederken, hiçbir şeyin "do- ahlak ilkesine dayanan her ahlak kura-
ğal" ya da "veri" olarak baştan doğru mında ortaya çıkabilecek bir duruma işa­
diye alınamayacağı düşüncesi üstüne bi- ret etmektedir.
na edilmiştir. Sözgelimi 1870'lerde ya-
yımladığı "Tarihin Getirileri ile Götürü- ahliki/ sezilen kesinlik png. moral çer.
leri" başlıklı bir yazısında Nietzsche, ta- lain~ Fr. Gt1'1İtNde moralr, Alm. moraliıdıe
rihin ne olduğunu, nasıl yazıldığını, han- geın'rıheiifı Çoğunlukla yanlış anlaşılmışo-
gi amaçlarla kullanıldığını en ince aynn- lan bu eski terim, insan ilişkilerinden ve
usına varana dek incelemektedir. Tarih, insanların durumlarından türetilebilecek
kim olduğumuzu, hangi değedere inana- kesinliği karşılamak amaayla kullarulrruş­
cağınuzı, geçmişte olmuş olanlan nasıl ur. Dolayısıyla bu kesinlik, insan ilişkile­
anlayacağımızı, günümüzde alanlan nasıl rine atfedilebilir olduğundan ötürü "ah-
göreceğimizi, gelecekte olacak alanlan laki" diye adlandınlmaktadır. Ahlaki/Se-
nasıl öngöreceğimizi çoğunlukla farkına zilen kesinliğin derecesi sağın bilimler-
varamadığımız yollarla bizim adınuza den elde edilen kesinlikıen, karutlannuş
belirlemektedir. İnsanın bağımsız, tarih- kesinlikten daha aşağıdadır. Aristoteles,
dışı, öncesiz-sonrasız değerleri olan bir Ni/wma/ehoı'a Eıi/ıı'te insan ilişkilerinden
varlık olmakla övünç duyması, kendisi- kanıtlanmış, değişmez bir kesinlik türeti-
nin de eninde sonunda karmaŞık bir top- lemeyeceğini; çünkü, doğalarının olum-
lumsal ve siyasal tarih örgüsünün ürünü sal olduğunu yazmışur. Aquinolu Tom-
olduğunu unutması ya da görmezden maso ela Aristoıdes'e gönclermecle bulu-
gelmesi gibi tehlikeli bir sonuç doğur­ narak pratik işlere yönelik kesinliğin "o-
maktadır. Daha sonralan Nietzsche'nin lası kesinlik" olarak adlandırılması ge-
soykütükçü yaklaşımının izinden yürü- rektiğini savunmuştur. Descartes sezilen
yen Foucault, "delilik", "cinsellik", "ce- kesinliğin yanlış olma olasılığını taşısa da
zalandırma", "ben" üzerine yaptığı araş­ insanın edimlerini belirlediğin,i söyler-
tırmalarla soykütük yaklaşımını bir adım ken, Hume kanıtlamalı ve sezgisel olmak
öteye taşımışur. Aynca bkz. soybilim/ üzere iki tür akılyürütmeden söz eder.
soykütük yöntemi; Nietzsche, Fried- Bunlardan ilkine kesin sonuçlara vardı­
rich; Foucault, Mİchel. ğından dolayı "kanıtlamalı" denirken, i-
kincisine olasılığa dayandığından ötürü
ahliki ikilemler ~ng. moral Jilt111mar, Fr. "sezgisel" denmektedir. Günümüzde te-
dilemmeı mora/er, Alnı. morali«hu dilemmti] rim eski metinlere göre çok daha az kul-
ahlaki rastlantı 34

!anılmaktadır. olarak genel ahlak tasanmıyla uyum i-


çinde yaşama. Kişinin ya da belli bir
ahliki rasdann [İng. mllr'al IHrk; Fr. mo- toplumsal grubun iyi ile kötü bakımın­
rale rhana; Alm. moraliuhe glürk] Bemard dan eylemlerinin niteliği ya da değergesi.
Wılliams ile Thomas Nagel'in ortaya çı­ K.'lllt'ın felsefesinde ahlaklılık, ahlilia!
karclığı bu olgu durumu, insanın ahlaki düşünüşün belirleyeni olarak ödeve karşı
seçimlerinin Kant'ın savladığı gibi kendi duyulan saygıdan doğan eylemleri ger-
istencine bağlı ve dış etkilerden bağımsız çekleştirmeye karşılık gelmektedir. Buna
olmadığına işaret etmektedir. Deneyim karşı Hegel, kendi "ahl.iklı yaşam" (!itt-
göstermektedir ki dış etkiler, hatta rast- lirhkeit) felsefesini bir tı.ılJ.iın •ıİle gibi ku-
lantı, insanın yapıp etmelerini etkilemek- rumlar araalığıyla gelişip kökleşen göre-
tedir. Bu anlayışa göre rastlantı yaşamı­ neklerine dayandırır.
mıza birçok biçimde girmekte ve bizleri
etkilemektedir. Ahlaki edimlerimiz de ki- ahlaksal aritmetik [İng. moral an'th111eıic-,
mileyin bu rastlantılardan payına düşeni Fr. arithmetique 111orak; Alm. 111oralisı'he a-
almaktadır. rithmetik] bkz. haz hesabı.

ahlaklı ile ahlaksız (ayrımı) [İng. mo- ahlaksal biçimcilik bkz. biçimci etik
ral/ immllr'al (dirhiıaioıı); Fr. moml/ i111mora},
Alm. sillGrh/ ımsittGrh] Verili bir yaşam ahlaksal bilgikuramı [İng. moral rpiste-
bağlamında ahlak kurallarına uygun olan 1110/ogr, Fr. ipistimologie morale; Alm. moral-
ile ahlak kurallarına aykırı olanı belirt- rpiste111olo§e] Ahlaksal bilgiyi bütün yön-
mek için yarılan aynm. Ahlaksal bakım­ leriyle felsefi b-.ıkımdan inceleyen fel~efe
dan iyi olanı ahlaksal bakımdan kötü araştırması. Yaşamda bütün herkesi bağ­
olandan ayn tutmak amacıyla konulan, layacak denli geçerliliği bulunan nesnel
kişilerin ya da eylemlerin ahlaksal niteli- doğrulan araştıran; eylemlerin yol açtığı
ğini saptamak amacıyla çizilmiş sınır. sonuçların nesnellik karşısındaki değer­
Tek bir insanın ya da belli bir toplumsal gelerini inceleyen; ahlaksal ilkelerin, ku-
grubun yapıp etmeleri iyi ya da kötü ey- ralların, tasanmlann doğruluklarını sor-
lemeleri bakımından genellikle ahlaklı ile gulayan; ahlıiksal değerlere yönelik us-
ahliliız olan aynını temelinde değerlen­ hımlamalann geçerliliklerinin nasıl sına­
dirilmektedir. Bu bağlamda ahlaklı eyle- nabileceklerini, vanlan sonuçların hangi
yen kişinin ahlaklılık durumu ahlak ku- yollardan nasıl temellendirileceklerini be-
rallarıyla uyum içinde yaşıyor olmayı an- lirginleştiren; ahlak alanındaki düşünme
latırken, buna karşı ahlaksız eyleyen kişi­ süreci üzerinde usdışının, öznel ya ıfa
nin ahl:lksızlık durumu ahlak kurallarını toplum5al koşulların, duygulann etkile-
çiğneme anlamında yerleşik ahlak değer­ rini açıklığa kavuştur.ın bilgikuramının
leri önünde uygunsuz bir yaşama duru- alt dalı.
muna göndermede bulunmaktadır. Öte Ahlaksal bilgikuramı, ahlaksal bilgi-
yanda Kant'a göre ahlaksal düşünme o- nin kaynaklarını, öteki bilgilerden ayrılan
larak ahl:ikl.ı.lık, ahlak yasası ile uyum i- yanlarını, bu tür bir bilgiyi edinmede
çinde olduğu gibi, salt ödeve karşı duyu- başvurulan yetileri açıklığa kavuşturma­
lan saygıdan doğan eylemleri gerçekleş­ nın peşindedir. Tıpkı bilgikuramının doğ­
tirme durumunu tanımlamaktadır. ru bilgiler verdikleri savında olan öner-
melerin doğalarını ve sundukları temel-
ahliklılık [İng. moraliry-. Fr. moraGti; Alm. lendirmeleri çözümlemesi gibi, ahlaksal
111oralitiil', es. t. ahlale!JJe~ Varolan değer­ bilgikuramı da "iyi ile kötü", "yanlış ile
'~re ters düşmeksizin ahlaksal düzene doğru", "yapılması gereken ile yapılma­
katılma, yerleşik ahlak kurallıırına uygun ması gereken"ler bağlamında ahlaksal
35 ahliksal eylem/ (eylemce)/eyleyen

bilgi verdikleri savında bulunan önerme- rinin doğruluk değerleri taşıyamayacakla­


lerin doğalannı ve sunduktan temellen- nnın altını çizerek, ahliksal içerikli öner-
dirmelerin geçerliliklerini çözümlemeden melerin nesnelerin gerçek özelliklerine
geçirmektedir. Bilgikuramının gündemi- yönelik ifadeler olmaktan çok, duygusal
ni oluşturan pek çok sorunun, açmazın, tepkilerin, tutumların ve bağlanımların
bunlara karşı önerilen çözümlerin, özel- dile getirilişleri olduğunu savunmaktadır­
likle ahlaksal inançların temellendirilmesi lar. Gerçekçi yönelimli ahlak felse fecile-
sürecinde ahlaksal bilgikuraıhının da gün- riyse, kendi araştırma alanlarının temel-
demini oluşturduğu gözlenmektedir. De- lerine yönelik bu saldırıyı, klasik kuşku­
ğişik ahlaksal kuşkuculuk anlayışlarınca culuğun hep o bildik uzlaşmaz tutumu-
geliştirilen ahlaksal bilginin olanaksızlığı­ nun ahlak felsefesindeki izdüşümü ola-
na yönelik karşı çıkışları yanıtlamak, ah- l'"Ak gördüklerinden çoğunlukla sessiz ka-
laksal bilgikuramının gündemindeki bir larak geçiştirmektedirler.
başka önemli başlıktır.
Çağdaş felsefedeki ahlaksal bilgikura- ahliksal değeralanı ~ng. moral ballpar!t.]
mı çerçevesinde yürütülen tartışmalara Bir biçimde ahlaksal değerlendirmeye ko-
bakıldığında, "gerçekçilik" ile "gerçekçi- nu olduğu düşünülenler; ahlaksal bakım­
lik karşıtlığı" anlayışlannın iki egemen dan iyi ya da kötü olarak görülebilecek
konum olduğu görülmektedir. "Doğru­ eylemler, kişilikler, özellikler, ilişkiler, a-
luk değeri alma yetisi taşıyan, ahlak yar- lışkanlıklar, inançlar, duygular, eğilimler,
gılarının kendisine dayarularnk verilebile- yönelimler, bağlanımlar, yetiler alanı.
ceği bağımsız bir ahlaksfil gerçeklik var
mıdır? sorusu, "ahliksal gerçekçilik" ile ahliksal deneycilik bkz. deneyci etik.
"ahlaksal gerçekçilik karşıtlığı" arasında­
ki tartışmanın odağında yer almaktadır. ahliksal doğalcılık bkz. doğalcı etik.
Ahlaksal gerçekçiler soruyu olumlayarak
yanıt ararlarken, buna karşı gerçekçilik ahliksal eylem/ (eylemce) /eyleyen
karşıtları soruyu bir biçimde olumsuzla- [İng.. moral actio"/ (a!l"9)/ agt1ıt, Fr. aç/İo11
manın peşindedirler. Ahlaksal bilgikura- mumlt/ agmt 111oraJ,-, Alnı. moralisdm ha11-
mının bu iki ana konumu arasında süren del" / moraliuher agm t] Bir biçimde ahlakla
tartışmanın geçmişinin, pmmıial (öncesiz ya da değerlerle ilintisi kurulabilen yapıp
sonrasız; başsız sonsuz) bir tartışma ol- etmeler; belli bir ahlaksal amacı gerçek-
masa da, özellikle metafizik bağlamında leştirmeye yönelik olarak davranma. Bu-
yürütülen geleneksel gerçekçilik ile ger- na göre, ahlaksal eyleyen en geniş anla-
çekçilik karşıtlığı tartışması düşünüldü­ mıyla eyleme kapasitesini elinde bulun-
ğiinde oldukça eskilere uzan4ığı açıktır. duran, eylemde buhınan kişiye yani ey-
Bu bağlamda gerçekçilik karşıtlığı konu- lemin yapıcısına karşılık gelirken, eylem
munu benimseyen kimi ahlak felsefeci- eyleyenin eylediği ya da yaptığıyla tanım­
leri, ortada bilinecek ahlaksal gerçeklik lanmaktadır. Öte. yanda eylemce, eyleyen
diye birşeyin bulunmadığını, dolayısıyla ile eylemin biraradalığının oluşturduğu
da adına ahliksal bilgikuramı denilen bir bir bütündür. Bununla birlikte, bir kişi­
araştırma alanının olamayacağını savun- nin her yaptığı eylem sayılamayacağı gibi,
maktadırlar. İlk bakışta ahlak yargıları ile kişinin salt birşeyler yapıyor olması da
düşüncelerinin belli ölçülerde ahhlksat onu eyleyen kılmamaktadır. Nitekim bu
gerçeklikle yüklü gibi görünmesine kar- bağlamda kimi filozoflar "eylemler" ile
şın bunun bütünüyle yanlış bir izlenim "yapıp etmeler" arasında keskin bir ny-
olduğunu ileri sürmektedirler. Gerçekçi- nma gitme gereği duymuşlardır. Buna
lik k.ırşıtları, bu düşüncelerine bağlı ola- göre, yapıp etmeler dünyada belli etkiler
nak ne ahlak yargılarının ne de önermele- ya da sonuçlar doğurmalarına karşın, bu
ahlaksal görecilik 36

yapıp etmelerin yapıcıları bunları tasarla- nince, cinsellik nesnesine karşı kendi ar-
yarak, bile isteye, doğacak sonuçlan üs- zularını kabul ettiren bir cinsel eyleyen
tüne uzun uzadıya düşünerek yapmamış­ (stxNal agmi') anlaşılmaktadır. Aynca bkz.
lardır. Eyleyen tek bir kişi olabileceği gi- eylembilgisi (eylem öğretisi).
bi, bir grup kişiden oluşan kolektif bir
eylem grubundan da oluşabilmektedir. ahlaksal görecilik bkz. göreci etik.
Gerek eyleyen gerekse eylem denince
çoğunlukla tek bir kişi anlaşılıyorsa da, ahlaksal idealizm bkz. idealizm.
eylem bir grup tarafından da gerçekleşti­
rilebilir bir şeydir. Özellikle kimi bağlam­ ahlaksal ile ahlaksal olmayan (ayn-
larda insanlar tek tek yaratamayacakları nu) [İng. moral/ non-moral (disti11dion); Fr.
etkileri yaratmak düşüncesiyle belli ey- moral/ 11011111ora}, Alnı. morali.ffh/ niı'ht-111om­
lemleri gerçekleştirmek üzere biraraya li.uh, sitılioh/ N1tsittlich] Ahlak alanında de-
gelmektedirler.Yapıp etme türünden ey- ğer, yargı, önerme türleri arasında yapı­
lemler genellikle olay türleri başlığı altına lan felsefe ayruru. Aynının bir yarunda
konarak ele alınmaktadırlar. Neden-so- bulunan "ahlaksal" terimi, iyi ya da kötü,
nuç ilişkilerine konu uzay ve zamanda doğru ya da yanlış değerler doğrultusun­
meydana gelen olayların neliklerinin a- da tanımlanabilen, bir biçimde ahlakla
çıklığa kavuşturulması varlıkbilgisinin te- ilintisi kurulabilen anlamına gelmektedir.
mel bir konusu olmasına karşın, eylem- Ancak terim, özellikle gündelik dilde, ah-
ler bir şeyi yaparken yalnızca bir şeyin lak kurallanna uygun olaru, buna bağlı
meydana geliyor olmasından öte birşey olarak da adil, erdemli, dürüst gibi ahlak-
olduklarından her koşulda olaylardan da- sal bakımdan iyi diye nitelenen olumlu
ha fazlasını ilgilendirmektcclirler. Aynca değerlere konu eylemleri ya da ahlıikh ol-
hiçbir eylem eyleyenin zihninden bağım­ mayı anlatmak amaayla da kullanılmak­
sız olarak düşünülemeyeceği (Çn, eylem- tadır. Yapılan ayrımı her durumda kesin
lerin özsel bileşenleri arasında gösterilen çizgilerle ortaya koymak olanaklı olmasa
zihin.sel/ ruhbilimsel öğclerin ya da sü- da, bütün insanlar için geçerlilik taşıya­
reçlerin bulunması, eylemleri yapıp et- cak biçimde dile getirilmiş önermeler,
melerle sınırlandırılamayacak denli geniş yani zorunlu doğrular olarak ortaya kon-
bir araştırma konusu kılmaktadır. muş yargılar "ahlaksal" olarak nitelen-
Sözgelimi, geleneksel serüven öykü- mektedirler. Buna karşı "ahlaksal olma-
lerinde olduğu üzere, erkek bir eyleyen yan" terimi yerleşik ahlak değerlemeleri­
olarak hep belli eylemlerde bulunurken, nin, yüklemleı:inin, yargılannın verileme-
kadın bu eylemlerin değerini bilen, erke- diği durumlan, ahlaksalhkla ölçüştürüle­
ğin eylemlerini uzaktan izleyendir, ama mediğinden bütünüyle ahlak alarurun dı­
asla eyleyen değildir. Buna karşın kadın­ şında kalanları nitelemektedir. Nitekim
lann da kendi sınırlı kapasiteleriyle er- ilk bakışta ahlaksal gibi görünmekle bir-
kekten başka bir eylem kipi içinde ol- likte, gerçekte yalruzca kişisel beğeni bil-
duktan düşünüldüğünde, eyleyenin kim- diren, dolayısıyla da olumsal yapılanyla
liğini belirlemenin bütünüyle göreli bir dikkat çeken yargılar "ahl:iksal olmayan'"
konu olduğu, dolayısıyla da kimin eyle- kategorisine dahil edilmektedirler. Söz-
yen olup kimin eyleyen olmadığının her gelimi, "Yalan söylemek kötüdür" öner-
durumda açık olmadığı gibi bir durum mesi her durumda heFkcS için zorunlu
söz konusudur. Nitekim "eyleyen ile ey- bir doğruyu dile getirdiği için doğrudan
leyen olmayan ayruru" özellikle ikinci fe- ahlaksal bir yargıyken; buna karşı ''Türk
minist hareket dalgasıyla birlikte iyiden kahvesi sindirime iyi gelir" önermesi, her
iyiye sorunlu bir hale gelmiştir. Yine bu durumda herkes için zorunlu doğru ola-
aynı bağlamda, "cinsel eyleycnlik" de- mayacak kişisel bir duyumu ya da sağ-
37 ahliksal yalıtılmışçılık

lıkla getirdiği için


ilgili bir öneriyi dile ıimr, Fr. ittptir:ismt morale, Alm. moralismer
ahlıiksal olmayan· bir yargıdır. Y ıne aynı sletptiı:ismHij Ahlılk değerleri ile inançla-
biçimde, insan dışındaki canlı ve cansız nna ilişkin bilginin varlığını yadsıyan, ah-
bütün varlıklar ilkece ne ahlaklı ne de lak önermelerinin doğruluklanru temel-
ahlaksız olabileceklerinden bütünüyle lendirmenin olanaksızlığını savunan ah-
"ahlaksal olmayan"dırlar, yani ahlfilcsal lak felsefesine özgü kuşkuculuk biçimi.
olmayan kendiliklerdir. Bilimsel bilginin Bu bağlamda ahlaksal kuşkuculuk bir
özünde doğrudan ahlakla bir ilintisi yok- bütün olarak ahlak alanına, büyük bölü-
tur; ancak bilimin sağladığı bilgiler iyi ve mü genel kuşkucu uslarnlamalardan dev-
yapıcı amaçlarla kullanılabilecekleri gibi şirilmiş eleştirilerle karşı çıkmaktadır. Ay-
insanlığın kötülüğüne yönelik yıkıcı a- nca bkz. abliksal bilgikuramı.
maçlarla da kullanılabileceklerinden, bi-
limsd bilgi tıpkı öteki bilgi türleri gibi ahlıiksal saltıkçılık bkz. salnkçı etik.
nasıl kullanıldığına bağlı olarak kullanıcı
açısından ahlaksal bir değer taşımaktadır. ahlıiksal sezgicilik bkz. sezgici etik.
Bu anlamda nükleer silahlardan ulaşım
araçlanna, elektronik aygıtlardan iletişim ahliksal sorumluluk [İng. moral rrspon-
kanallarına bütün teknolojik ürünler kendi sibiliry; Fr. mponsabiliti morale-, Alm. Zf'·
başlanna ahlaksal olmayan araçlardır. Bu rrçht1Hngıfahigleei~ Kişinin bir bütün ola-
tür araçlar ahlaksal bir yolla kullanılabi­ rak eylemlerinin sorumluluğunu taşıya­
lecekleri gibi ahlaksal olmayan bir yolla bilme gücü. Eylemler hep belli koşullar
da kullanılabileceklerinden, aradaki ay- ya da kuşatanlar bağlamında gerçekleşti­
nm kullanılanlarla değil kullananlar üze- rilirler; şartlar eylemlerin gerçekleştirildi­
rinden gidilerek çizilmektedir. Ahlak fel- ği bağlamı koşullandınp kuşatmaktadır­
sefesi tartışmalarında özünde ahlaksal ol- lar. Eylemler bu koşullanmışlık ya da ku-
mayan önermderden ahlıiksal sonuçlar şatılmışlık içinde niyetlenilmiş olarak ger-
çıkaran önermelerin bütünüyle yanlış ol- çckleştirilebilccekleri gibi niyetlenilıne­
dukları düşünülmektedir. Kuşkusuz bu den de gcrçekleştirilebilirler; doğuracak­
gerçeği açıklıkla ortaya koyan düşünürle­ lan etkiler ile sonuçlar önceden görüle-
rin başında Hume gelmektedir. Hume, bilecekleri gibi önceden görülemeyebilir-
ahlaksal olmayan önemıdcrden ahlaksal ler de. Bu noktada eylemlerin "niyetle-
önemıelcrin çıkanlamayacağı düşüncesi­ nilmiş ya da niyetlcnilmcrniş eylemler"
ni, geçerli uslamlama önemıderindcn bu olması ile "öngörülmüş ya da öngörül-
önermelerde içerilmeyen "yeni evetlemC- memiş eylemler'' olmasının yol açabile- ·
lerc" ulaşılamayacağını söyleyen mantık ccği sorunlar ahlliksal sorumluluk bağla­
ilkesi yoluyla temellendirmektedir. Hu- mında çözüm aranan en temel ahlak fel-
mc'un göcüşü, "ahlaksal yargıların içe- sefesi sorunlandır.
rikleri, her durumda önermelerin birleşi­
mindeki herhangi bir şeyle açıklanama­ ahliksal usçuluk bkz. usçu etik.
yacak bir öğe (temel ahlaksal öğe) içerir"
varsayımına dayanmaktadır. Öte yanda ablıiksal yalıtılmııçılık [İ ng. moral isola-
bu varsayıma meydan okuyan ahlak ku- tioni111r, Fr. isolationisme moralr, Alm. mo-
ramları çoğunluk doJala ttile kuramlan o- ralisthtr iıolationis111Hij Eylemlerin ait ol-
larak bilinmektedirler. Aynca bkz. olan/ duklan ya da gerçekleştirildikleri toplu-
olması gereken ayrımı. mun ahlaksal değer örgüsü dışında de-
ğerlendirilemeyeceklerini, hde de "yap-
ahlıiksal istenççilik bkz. istenççilik. malısın" yollu ahlak buyruğu tartısına hiç
vurulamayacaklannı savunan ahlak felse-
ablıiksal kutkuculuk [İng. moral strpti- fesi öğretisi. Ahlaksal yalıı:ılmışçıhk başlı
ahliksal yoksayıcılık 38

başına
bir felsefe konumu olmaktan çok, ve temel İslam bilimleri eğitimi aldı. Da-
çoğunluk "ahlıiksalgörecilik" anlayışının ha sonra İstanbul'a gelerek Galatasaray
doğal bir uzannsı olarak görülmektedir. Mektebi'ni bitirdi. 1890 yılında Düyıin-ı
Aynca bkz. göreci etik. Umıimiyye İdaresi'n<!e çalışmaya başladı.
Bu idare tarafından memur olarak Bey-
ahliksal yoksayıcılık bkz. yoksayıcılık. rut'a gönderildi ancak siyasi nedenlerden
Mısır'a geçti. Burada Terakki-i Osmaııi
ahliktammaz(cı)lık ~ng. i111111oralirnr, Fr. Cemiyeti'ne girmiş; bir de Ç;glalt. adlı bir
ı'm111oralir111r, Alm. i111111omlir11111r, es. L ll'Y':- mizah gazetesi çıkarmıştır. 1901'de İs­
i ahlakW"eJ Ahlakın birer yapunm olarak tanbul'a dönse de bir jurnal üzerine Fi-
önümüze sürdüğü hemen her şeyi; de- zan'a sürüldü. Orada da araşurmalannı
ğerleri, töreleri, ilkeleri ve kurallan tanı­ sürdürmüş, tasavvufla ilgilenmiştir. Meş­
mayıp yadsıma tutumu: töretanımaz(cı)­ rutiyet'in ilanından sonra İstanbul'a dö-
lık. İnsanlann birbirlerine ve topluma kar- nerek Darülfünıin'da felsefe dersleri ver-
şı ödevlerini belirlediği söylenen birarada di. Ayru zamanda 1908'de İt1ihM·ı İs/tim
yaşama ilkelerine duyulan güvensizlikten adlı haftalık bir gazete çıkarmayil başladı
kaynaklanan, ahlak yasalarına karşı sergi- ve buna 1910'da haftalık Hilt.mel gilzer.e/
,lenen kayıtsızlık. Belli bir toplumca, belli dergisini çıkarmayı da ekledi. Bir yıl son-
bir dönemde, belli bir kültür çerçevesin- ra günlük olarak yayımlamaya başladığı
de benimsenmiş ahlaki değerleri tanıma­ Hilt.meı gazetesi İttihat ve Terakki hükü-
yan; yürürlükteki ahlak anlayışına karşı metini eleştiren yazıları üzerine defalarca
savaş açıp onu değiştirmeyi ya da yerle kapatılsa da Miibahese, Coşlt.mt Kalmder,
bir etmeyi erek edinen öğreti. MiinaletJfa, Kanat ve Nimet adlannda kısa
Kuşkusuz, bize nasıl yaşanması ge- süreli gazete/dergiler çıkararak yayıncı­
rektiğini öğretmeye soyunan, bizim için lığa devam etti. Aynca İkdam ve Ymi
neyin iyi neyin kötü olduğunu bizim adı­ Tasvir-i Efeôr gazetelerinde, Strôt-ı Miis-
mıza düşünen ahlakçı bakış açısının tam ıalt.im ve Şehbiil dergilerinde yazılar ya-
karşısında yer alan ahlaktanımazcılığın en yımladı.
ödünsüz savunucusu Nietzsche'dir. Tüm Ahmet Hilmi; Baha Tevfik, Abdullah
yaşamı boyunca bütün yapıtlarında (ö- Cevdet ve Celfil Nuri'nin hemen hiçbir
zellikle Ahlôhn S'!)/eiiliiğii Üsıiine ile İyinin deştirel süzgeçten geçirmeden Bau'dan
ve Kiitiinii11 Ötesinde) ahlaka karşı yöneltti- Osmanlı toplumuna aktardıklan mater-
ği eleştirilerinde Nietzsche, sıkı ve bir o yalist görüşlere ortaçağ mantığıyla ve ge-
denli de tutarlı biçimde ahlakın hem ya- leneksel bilgilerle cevap verilemeyeceği­
şamın kendi gücünü hem de insandaki ni, bu görüşlerin ancak Batı'da yeni orta-
yaşama gücünü, yani "*erk istenci"ni tü- ya çıkan bilimsel bilgilere dayanan bir
ketip yok ettiğini vurgulayarak kendisini felsefe ile çürütülebileceğini ileri sürer.
iflah olmaz bir "ahlaktanımazcı" diye ad- Bu bakımdan Ahmet Hilmi'de gelenek-
landırmıştır. Ayrıca bkz. yoksayıcılık; teki felsefeye karşı tutumun değişerek,
Nietzsche, Friedrich. felsefi düşüncenin külajrd değerlere uy-
gun hale getirilmesiyle haklılaşunlması
Ahmet Hilmi, Filibeli (Şehbenderzade) gibi oldukça önemli bir gelişme görülür.
(1865, Fılibe-1914, İstanbul) Materyaliz- Bu gelişmede artık felsefe, "niçin" soru-
me karşı spiritüalizmi (tinselcilik) savuna- sunu sorarak varlığın temel sebeplerini
rak gelenekteki kelami düşünceden felse- anlamaya yönelen insanlığın zorunlu bir
feye geçişi temsil eden il. Meşrutiyet dö- düşünce faaliyeti, bir ihtiyaç olarak algı­
nemi Osmanlı felsefecisi. lanmaktadır.
İlköğtcnimini Filibe'de yapuktan son- Ahmet Hilmi'nin felsefeye karşı tutu-
ra, bit süre Fılibe Müftüsü'nden Arapça mu, bir yandan geleneksel felsefe karşıu
39 Ahmet Hilmi, Filibeli

düşünceden ayrılırken, öte yandan bu tu- kın olarak ortaya çıkan bilimin kesinliği­
tum Tann'ıun varlığı, ruhun maddeden ne ve değerine olan metafizik ve hatta
ayrılığı gibi mateıyalist felsefenin karşı bir tür dinsel inanma ve kabullenme ol-
çıkuğı İslam'ın temel inançlarının savu- gusundan oldukça farklı yeni bir bilim
nulmasında haklılaşurma aracı olarak anlayışını Türk düşüncesine ilk kez geti-
kullanıldığı için gelenekteki "ilim" ve renlerden biri olmasıyla Türkiye'de bilim
"hikmet" anlayışına dönülmüş olmakta- felsefesinin öncüsü durumundadır. Hatta
dır. Gerçekten de onun amacı doğrudan Türk· düşüncesinde bilim felsefesinin ö-
doğruya felsefe .yapmak değildir. O tipik nemli bir boş saha olduğunu belirterek
bir İslamcı düşünür olarak, il. Meşruti­ bundan yakınır. Cel:il Nuri'nin "Hakika-
yet'te Baha Tevfik ve Cel:il Nuri gibi te ulaşmak için bir tek aracımız vardır:
mateıyalistlerin İslam'ın temel inançla- Bilim" görüşünü, "Acaba hakikat ne-
rıyla çauşnğını ileri sürdüğü görüşlerinin dir?", "Hakikarin ölçüsü nedir?" ve "Bi-
toplumda yaratacağı manevi çöküntüye lim ne demektir ve değeri nedir?" soru-
karşı, onlan Ban'daki bilimsel gelişmele­ larıyla epistemolojik (bilgikuramsal) plan-
re ve yeni felsefi yaklaşımlara dayanarak da sorgulayan Ahmet Hilmi; Henri Po-
çürütüp bu tehlikeyi savuşturmak ama- incare ve Emile Boutroux'un eserlerine
cındadır. Bu amacını Allah'ı inkar Müm· dayanarak bilimin aslında varsayımlara
kün mü? Yahut Huzur-ı Fende Mesalik-i dayandığını, bu yüzden de değerinin gö-
Küfür (Bilim I<;:arşısında İnkarcı Dokt- reli olduğunu, araşurma ve inceleme son-
rinler) adlı eserinin önsözünde açıkça suz olduğundan bilimin hiçbir zaman son
belirtir. Kaldı ki yayınladıf,'1 haftalık Hik- sözü söylememiş bulunduğunu, o gün-
met ve aynı adı taşıyan günlük gazetede, lerde değişmez prensip olarak kabul edi-
misyonu açısından, 'dof,ınıdan felsefeye len bazı fizik kanunlarının bile temelleri-
def,ıil, İslamcı akımın eğildiği sosyal-poli- nin sarsıldığını vurgular.
tik konulara ağırlık verilmiştir. Aynca bu Ahmet Hilmi, mateıyalizmin ruhu
ve diğer neşrettiği yayınların adlarındaki beynin fonksiyonları olarak ele alan gö-
vurgunun da felsefeye değil "hikmet"e rüşünü reddeder. Ona göre bedenden
olması anlamlıdır. Bununla birlikte onun bağımsız \'e mahiyetçe ondan ayn bir
füellikle Celil Nuri'nin Tarih-i istikbal/. ruh vardır; aynca ruhun bedenin ölü-
Mesail-i Fikriye (Geleceğin Tarihi 1 · Fikri münden sonra dağılmayarak hayatına de-
Problemler, 1913) adlı eserinde Büch- vam etmesi fikri akla aykın ve çelişik de-
ner'den akta dan mateıyalist gôrüşleri e- ğildir. Yine ona göre ebedilik, ezelilik, son-

leştiren Huzur-ı Ak! ü Fende Maddryyun suz ıİ!emler ve Tann hakkında, deneyin
Meslek-i Dataleti (Akıl ve Bilim Karşısında alanına girmedikleri için, bilimle değil,

Sapkınlık Doktrini Olarak Mateıyalizm) ancak metafizik yaparak hükümler veri-


adh eseri, felsefi tarnşmanın güzel bir ör- lebilir. Bu gibi deney dı~-ı fikirlerin de-
.neğidir. Bu eserinde bilimsel olduğunu ğeri, akıl kuralları ve ortak duyu ile öl-

iddia eden Büchner'in biyolojik mater- çülebilir. Bu görüşleriyle spiritüalizmin


yalizminin dayandığı "madde" ve "ku\•· temel görüşlerinin materyalizme karşı an-
vct" kavranılan etrafındaki temel görüş­ cıık metafizik yoluyla ortaya konulabile-

lerin, Ban'da yeni gelişen fizik, kimya gi- cej:,rini ileri sürmektedir. O kendi felsefi
bi pozitif bilimlerdeki yeni bilgilere ay- mesleğini "Vahdet-i Vücıid" (A 'mak-ı
kırı olduğunu; materyalizmin, metafizik H~al [Hayalin DerinlikleriJ adlı eseri, İs­
düşünceye tamamen karşı olduğu halde, lam panteizmi olan bu tasavvuf felsefesi-
bilimin sahasından çıkıp metafizik ve spe- ni dile getiren bir romandır) olarak açık­
külasyon yapuğını ileri sürer. lamışsa dıı Darülfümln'da verdiği "Hangi
Ahmet Hilmi, batılılaşma süreciyle bir- ~feslek-i Felsefeyi Kabul Etmeliyiz?" ad-
likte Osmanlı aydınında gittikçe daha bas- lı konferansınJa öğrencilere, mevcut fel-
Ahmet Mithat Efendi 40

scfi doktrinlerin hepsinin bazı yanlış var- tannsL Bu ad sonralan Ohrmazd'a dö-
sayımlara dayandığından ve hiçbirisi mut- nüşecektir. Anlamı ''Bilge Tann" (Aves-
lak olarak bütün hakika deri tek başına ta dilinde ahNra tanrı; m"Zf/a da bilgi, bil-
bünyesinde toplayamadığından felsefe ve gelik demektir) ya da "Bilgelik T ann-
ahl3kta, her doktrinin taşıdığı doğru fi- sı"dır. Kadiri mutlaktır; her yerde hazır·
kirleri seçici bir anlayışla alarak oluştu­ nazırdır; yaratıadır, koruyucudur, nzk ve-
rulacak eklektik bir yaklaşımı önerir. ricidir; görülemez, dokunulamaz olandır;
Özellikle bilimsel, teknolojik ve eko- doğrudur, adildir, esirgeyendir; bütün i-
nomik alanlarda İslam dünyasının Batı' yiliklerin kaynağıdır.
ya karşı gerilemesiyle XIX yüzyılın son Ahura Mazda'nın yaratma isteği ile
çeyreğinden itibaren İslam 'ın temel gö- düşüncesinin görünüşü Spenta Mai'!}" ya
rüşlerini yeni bir sosyal-politik pratiğin da Kutsal Ruh'tur. Bu, Ahura Mazda'nın
oluşturulmasında referans kaynağı olarak düşüncesinde tasarladıgı bir şey olarak
yeniden yorumlayan İslama aydınlardan mükemmel varlığa işaret eder .. Tannsa!
biti olan Ahmet Hilmi, geleneği sorgula- düşüncenin yaratılışta cisimleşmesi kusur
yan modernist bir düşünürdür. Pu açı­ demeye gelir. Bu nedenle Spe11ta Mai'!Jll
dan İslam medeniyetindeki kültür ve dü- da kendisinin ayrılmaz zıttı A11gra Mai•911
şünce hareketleri ile sorunlarını ele aldığı -sonralan Ehrimen denecektir- ya da
Tarih-i İılôm Oslim Tarihi) adlı eseri dik- Kötü Ruh tarafından gölgelenir. Bu iki
kat çekicidir. en eski ruh Tann'nın bağrından çıkmış i-
Eserleri: AbJiilbamiJ ııı S t.JJit M11bllHl- kizlerdir. Doğuştan getirdikleri seçime gö-
mıJii'I Mıbtli ııı Asr-ı HafJliJi'Je Altfll-i re Kutsal Ruh "doğruluğu", Kötü Ruh
İıiôm ,,, Smıisiler (1325/1909), Tarib-i İs­ da "kötülüğü" seçmiştir. Aynca bkz. Zer-
/ôm (2 cilt, 1326/1910), A'môk-ı Ht!Jtil düştçü1ük.
(1326), Vig Kız Beğaği Stvfyor (1326), Ôk-
ıiiz. T"'l."t (1326), İstibJaılm V ahµtltri yı­ aidios (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde
httt Bir Fetlaimn Ôliifllİİ (1326), A/lab-ı İn­ "sonsuz,,; "ölümsüz"; "ebedi"; "zaman
frA,- MiimJ.iin miiıliiri Yah11t H11Z!'r-t FmJe içinde sürek!( olma durumu.
MesôliM Kiiftir(1327 /1911), FelrtftJm Bi- Eski Yunanca'da "zaman içinde son-
rina Kitap: İlnı-i Alwôl-i &ıh (1327), y,,._ suza dek varolma" anlamına gelen aidios
lllİna AnrJa Altm-i İı/4m ,,, Allf'lljJa (1327), ile "öncesiz ve sonrasız olma" anlamın­
'BtfertJetin Fahr-i Ebedisi Nebimizf Bilelim daki aitınios arasında teıimbilgisi b-.ıkı­
(h.1331/1915), M111xılefttitı İfo1n (h.1331), mından fark olmasına karşın, filozoflar
H11Z!'r-t Akl ii FmJı MadJ!IJlitı Merlek-i bu ayrımı her zaman gözetmcmişlerdir.
Da/4/eti (h. 1332/1916), YeniA/uiJ: Ürs- Günümüzde de *iıiıasiz.lik ıonmnz/ık bil-
ii İı/4m (h.1332), H1111gi MerkM Fılsefgi diren İngilizce "eternal" sözcüğü, her iki
Kab11I E1111elfyiz. (1329/1913), Akwim-ı G Yunanca terimi karşılamak için de kulla-
han (1329), Türk Rıthtt Nasıl Yaptfı.Jor? nılmaktadır. Kökenine inildiğinde bu iki
(1329), Tiinle Amrağiını (Ly.), Miiıliimanlar terim arasındaki en belirgin fark, aio11ilıl
Din/e;Jitıı'z. (t.y.). un zamanın düzeninden (lehrrmoı) tama-
mıyla bağımsız olmasıdır.
Ahmet Mithat Efendi bkz. Türkiye' de
fdıefe. aile benzer1ilderi ~ng. fami!J reıemblançr,
Fr. rtıltfllblanıı jl1flliliale, Alm. fafJlilit11iih11-
Ahmet Rıza bkz. Türldye'de felsefe. uhkti~ Felsefenin "dilsel dönemeç"e gir-
mesinin başmiman Ludwig Wittgenste-
Ahmet Şuayp bkz. Türldye'de felsefe. in'ın sonraki dönem felsefesinin belke-
miğini oluşturan "dil oyunları kurarnı"nı
Ahura Mazda Zcıdüştçülüğün en üstün kuşatan ana kavramlardan biri.
41 aisthesis

Gencide yapıldığı üzere, tümel bir aistbesis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
kavramı onun tikel örnekle.-inin hepsin- sinde "algılama" ya da "duyum" anla-
de ortak olan bir özellik ola ak açıklarız. mında kullanılan terim.
Örneğin "san", dünyadaki tüm san şey­ Felsefeye ilkin bir nesneyi algılamayı
lerde ortak olan bir şeydir deriz. Hatta da içeren fizyolojik süreçleri açıklama
daha da ileri gidip san rengini tüm sarı çabasının bir uzantısı olarak giren ai.tt-
varlıkların elemanı olduğu bir sınıf ya da huiı teriminin fizyolojik bir sorundan
öbek (darr) olarak da tanımlayabiliriz. A- öte tümüyle felsefi bir sorunun parçası
ile benzerlikleri kavramını ortaya atan olması Aristoteles'i beklemiştir. Kuşku­
Wittgenstein'a göre ise bu tanım tama- suz bu uzun zaman dilimi boyunca, ö-
men gereksizdir. Çünkü bir tümelin ille zellikle de Sokrates öncesi doğa felsefesi
de tüm tike' örneklerinde onak olan bir döneminin özgün düşünürleri tarafından,
özellik içermesi şan değildir. Tümel de- ai.tthem üzerine kayda değer saptamalar-
diğimiz nenlerin (şeylerin ya da kendi- da bulunulmuştur. Sözgclimi Herakleitm
liklerin) tikdler arasındaki bazı benzer- ile Parmenides bilginin neliğine f.;oia) i-
liklerden çıkardığımız şeyler olduğunu lişkin taşıdıklan bilgikuramsal kuşkulan
savunan Wittgcnstein 'a göre, tikeller ara- öne sürerek airthrrili hakikate ulaştımn
sındaki bu benzerliklerse tıpkı aile ben- "gerçek" bir yol olarak görmemişlerdir.
zerlikleri gibidir. Bir ailede herkes birbi- Özcllikle d~ Parmcnides varlığın özü ge-
rine benzeyebilir ama bu ille de hepsinde reği değişmez olması gerektiği düş önce-
onak olan bir özellik var demek değildir. sine dayanarak zaman ve uzam yasaları­
İki aile bireyinin burunlan benzeşir, di- nın hiikiim sürdüğü sürekli değişen gö-
ğer bir ikisinin llb"izı benzeşir vb. Witt- rünüş dünyasını -ai.ttherilin yurdunu- al-
genstein ortaya attığı kavramı açıklamak datıcı dünya diye değerlendirip varlığını
için örnek olarak "oyun" kavramını ver- yadsımıştır. Nitekim bir "giriş" ile iki
miş, tüm oyunlan oyup. yapan ve hepsin- ayn "bölüm"den oluşan (Haki/eat Yolıı
de ortak olan bir özellik bulmamıza ge- ve Giiriiniif 'ı'olıı) felsefe şiirinde, hakika-
rek olmadan birçok sürece oyun diyebil- tin biricik kaynağı olarak •episteme'yi gök-
diğimize dikkat çekmiştir. Ona göre, bir- lere çıkanrken, Giiriiniif 'ı'o.ltlnu aydınla­
çok farklı sürece oyun diyebilmemizin tan airthuilin varlık tasarımını yersiz ve
nedeni bunların arasında aile benzerlik- yetersiz bulmuştur.
lerine bttıZ!r türden benzerlikler bulma- Aristotdes'in en tanınmış öğrencisi
mızdır. Yoksa, kimilerinin düşündüğü­ Theophrastos D1f1ıılar Üıtiinı adlı yapı­
nün tersine, hepsini oyun yapan ortak tlnda ilkçağ Yunan felsefesinin aisthuili
bir nokta falan yokwr ortada. Aynca bkz. nasıl kavradığını aynntıSıyla işlemiştir.
Wittgenstein, l.Aıdwig. Theophrastos'a göre dönemin felsefe-
sinde "algılama"mn nasıl gerçekleştiğine
aion (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde ilişkin belli başlı iki tür anlayıştan söz
özellikle Parmenides'ten itibaren "ebedi- edilebilir. Bunlardan birincisi algılamanın
yet" ya da "bengilik" anlamında kullanı­ "benzerlik"e ya da "benzer olma"ya {ho-
lan terim. Terimin en eski ve felsefe dışı 111oion) dayandığını öne sürerken, diğeri
kullanımında ise aion "yaşam süresi" ya algılamanın "bilen" ile "bilinen şey"in
da "ömiiı:'' anlamını taşır. AristotC!es'in "karşıtlık"ına ya da "karşıt olma"sına
bildirdiğine göre, aİrin eskilerce "ölüm- bağlı olarak gerçekleştiğini ileri sürer.
süz, tanrısal olan"ı nitelemek için tannya Theophrastos ilk öbeğe Parmenides, Em-
ilişkin olarak da kullanılmıştır (Gii~iizji pcdokles ve Platon'u koyarken, diğer ö-
ÜZ!rinı 1, 279 a). beğe Anaksagoras ile Herakleitos'u yer-
leştirir.
aionios bkz. aidios. Theophrastos aynca Empedokles'in
aisthesis koine 42

etkisi altındaki atomculann (Leukippos durduğu varsayılan görünmez, geçirgen,


ve Demok.ritos) "duyum"u (aisthesis) "dc- her yeri kaplayan madde.
ğişme"ye (alloiosis-. başkalaşma/nitelik de- Terimin kökenbilgisi üzerine renkli
ğişrirme) dayanarak açıkladığını söyler. bir yorum Platon'da bulunabilir (Km!Jloı,
Atomculara göre tüm duyumlar atomla- 410b). Platon için aither, havanın (aery en
nn devinimlerine ya da aldıkları farklı an biçimidir (Phaido11, 109a-1 lOb; Timai-
farklı şekillere dayandırılarak açıklanabi­ oı, 58d). Aristoteles içinse, *dört öğe'ye ek
lir. Theophrastos, Empedokles ile atom- olarak, sonsuz döngüsel devinim içinde
culan "benzer benzerini bilir" (üke-k11011,os- doğal bir biçimde hareket eden, gökci-
like) diye adlandırdığı geleneğe dahil e- simlerinin taşıyıcısı olan beşinci öğeye
derken, Anaksagoras ile Herakleitos'u (g11i11ta essenlİIT. *beşinci töz) karşılık gelir
"benzer karşıtını bilir" (li/ee-kllowN111Üke) (Gölgüzji ÜZfrine I, 268b-270b). Türkçe-
dediği geleneğe yerleştirir. Sözgclimi A- siyle eter, Einstein'a vanncaya dek tüm
naksagoras 'a göre "Biz soğuğu hissede- bir fizik tarihini epeyce oyalaıruştır.
riz çünkü sıcak içimizdedir."
Aristotcles'e gelindiğinde ise aisthtsis aitia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinden
en genci anlaıruyla duyulur bir biçimin başlayarak "neden"; "açıklayıcı etken";
(eidos) maddesi olmaksızın algılanması­ "yol açma"; "sorumlu olma" için kulla-
dır. Aristoteles'in terime yüklediği anla- nılan sözcük. Bir şeyi etkileyen, oluştu­
ıru etkinlik (*energeia) ile gizilgüç (*tfytıa­ ran, doğuran; bir şeyin sonu.cunun niçin
mi.r) ikilisi ışığında düşünmek yerinde o- şu ya da bu şekilde değil de olduğu gibi
lur: Bir şeyi algılamak demek ya onu al- olduğunu açıklamaıruza olanak tanıyan
gılayan biri olsun olmasın bir şeyin algı­ şey.

lanabilir durumda olması ya da edimsel Kökeninde "bir suçtan sorumlu tu-


olarak gerçekten algılanıyor olması de- tulma" anlamına gelen bu Yunanca te-
mektir. Aristoteles Platon'un aisthesiı ku- rim, filozoflarca nedenselliği belirtmek
ramındaki gerek atomcu gerek Heraklci- için kullanılagelmiştir. Bir şeyin varlık
tosçu tortuları yadsıyıp cleşrirmiş; aüthe- koşulu olarak tu'tia, niçin sorusuna veri-
sili doğru bilginin zorunlu öncüllerinden len bir yanıttır. Aristotelcs 'in *dört ne-
biri olarak görerek terime gereken c?nemi den öğretisi bunun en güzel örneğidir.
göstermiştir.
Ajdukiewicz, Kazimierz (1890-1963)
aisthesis koine (Yun.) İlkçağ Yunan fel- Mantık, dil felsefesi, bilgikuraıru ve bilim
sefesinde, özellikle de Aristoteles'in nıh­ felsefesi üzerine önemli çalışmalan bu-
biliminde, ortalullfYH anlamında kullanılan lunan Polonyalı felsefeci. Lvov-Varşova
terim. Aynca bkz. sensus communis. Okulu'nun önde gelen bir üyesi olan Aj-
dukie1.1ricz, 1930'da Duhem ve Poincare'
aisthcton (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe- nin bilim felsefesindeki uzlaşımcılığının
sinde insanın duyulara verilmiş olanı, bir uzanusı olan radikal uzlaşımcılığın bir
duyulabilir olanı algılayabilme yeteneği; uyarlamasını onaya koymuştur. Burada
"kavranabilir" C:t1oeıot1) olana karşıt bi- Ajdukiewicz bilimsel bilginin ancak ka-
çimde "duyulabilir'' olanı ifade etmek i- palı ve bağlantılı dil dizgeleriyle ifade e-
çin kullanılan terim. Aiıthetot1 aynı za- dilebileceğini savunur. Kapalı ve bağlan ..
manda algılamanın yani "duyıırnun nes- tılı bir X dilinin anlam dizileri onun kav-
nesi" olarak da görülmüştür. ramsal aygıtlarıdır. Bu X diline ilişkin ge-
nel kanıtsavlardan, iki kavramsal aygıtın
aither (Yun:) ~ng. ether, aether, Fr. ither, özdeş olup olmadıklan ya da birbirlerine
Alm. aether, es. t. e.rlrj İlkçağ doğa felse- çevrilebilir olup olmadıkları çıkartılabilir.
fesinden itibaren evrendeki boşluğu dol- Bir bilimsel ifadenin kabul görüp gör-
43 Akademia

memesi belirli bir X diliyle bağlantılıdır. Alm. Akademie-, Yun. Akatlemia] Adını
Eğer X dili kapalı ve bağlantılı ise kav- Atina kapılarının önündeki Akademos
ı:amsal aygıtlanmızı her zaman için de- tepesinde.nalan, M.ô. 385 yılında Platon
ğiştirebileceğimizden ötürü deneysel du- tarafından Atina'nın hemen yanıbaşında
rumlar herhangi bir önermeyi kabul et- kurulan okul. Geniş bir alana kurulması,
memizde ya da reddetmemizde etkili o- mimarisi, bahÇesi·ve öğretim tarzıyla gü-
lamazlar. Ajdulı:iewicz'e göre, deney ve- nümüzde bilinen şekliyle üniversitenin
rileri kavı:amsal aygıtlarla yakından bağ­ ilk örneğidir.
lantılıdır ve her kavramsal aygıt bir Akı!demia adına sürekliliğiİıi koru-
dünya görüşü ürettiğinden kuramlar ve muş felsefi bir gelenekten söz edilemezse
gözlem raporları mutlak kabul edilmeyip de şu ya da bu şekilde kendilerini Pla-
bunların belli bir dünya görüşü ya da ba- ton'un ardılı olarak gören farklı düşün­
kış açısına bağlı olduklan söylenmelidir. cedeki pek çok filozofun Platon'un ya-
Bu nedenledir ki Ajdukiewicz'in uzla- pıtına saygıda kusur etmeyip onıi selam-
şımcılığı "radikal" olarak adlandınlır. Aj- laması ve onun üzerine çalışması ortak
dukiewicz sonraları, 1930'lann ortasında, payda olaı:ak •düşünülebilir. Akademia,
bağlantılı ve kapalı diller düşüncesinin uzun tarihi bOyunca, Platon 'la anılan fa-
bir 'kağıt üzerinde kurgu' olduğu sonu- kat diyaloglarında tam anlamıyla, yete-
cuna vararak radikal uzlaşımcılığını an- rince açıklanmayan öğretileri aydınlat­
lambilgisel bilgikuramı adına terk etmiş­ maya hemen her zaman özen göstermiş;
tir. bu "yazıya dökülmemiş öğretileri" (*'{t
Anlambilgisel bilgikuı:amında bilgiku- rapha Jogmata) dillendirmeye, anlan ku-
ı:amı ile varlıkbilgisini birleştirmeye çalı­ şaktan kuşağa aktarmaya çabalamıştır.
şan Ajdııkiewi.cz, dünya üzerine konu- Akademia varlığını değişik biçimler
şurken bir "*nesne dili" kullandığımı.Zı altında uzun bir süre, MS. 529 yılına ka-
belirtir. Ajdukiewicz'e göre bilgikuramı dar sürdürmüştür. Söz konusu tarihte,
dünya ve onun hakkındaki bilgimize iliş­ Doğu Roıruı İmparatoru I. İustinianus'
kin olduğundan, bir bilgikuramcı bilgiyi un baskıcı tutumuyla, diğer pagan okul-
ve onun neşnesini kavramak için bir larıyla birlikte etkinliği tamamen son
"*üstdil" kullanmak zorundadır. bulmuştur. Kimi felsefe tarihçileri Aka-
Aynca Ajdukiewicz bilim felsefesinde demia'nın tarihini iki ana bölümde ince-
saptama ya da kaı:ar verme kuramına da- ler: Eski Akademia (Platon, Speusippos,
yanan genel bir yanılabilir çıkarunlar ku- Ksenokrates ve bunların takipçilen) ile
ramı oluşturmaya çalışmıştır. Mantık fel- Yeni Akademia (M.Ô. IU. ve il. yiizyıl­
sefesi alanında da çalışan Ajdukiewicz'in lann Kuşkucu Akademiası). Kimileri ise
bu alandaki en büyük katkısı dizimsel Akademia'run tarihinde beş aşamadan
kategoı:iler için geliştirdiği biçimsel yazı­ söz açarlar: Eski (Platon, Speusippos,
lıştır. Ajdukiewioz'in başlıca yazılan Bi- Ksenokrates); Orta (Arkesilaos); Yeni
6111sel Dii1!J1J Giiriifii ile Diğer Denrmeler (Kameades); Dördüncü (Larissalı Phi-
1931-1963 (!'he Scientifıc World-Pers- lon); Beşinci (Askalonlu Antiokhos).
pective and Other Essays 1931-1963, Platon' un ölümünden (M.Ô. 347} son-
l 978) adlı yapıtta toplanmıştır. Diğer ça- ı:a Akademia'nın başına geçen ve okulu
1.ışmalan arasında Tii111Jengelimli Bilimlerin ölünceye kadar yöneten yeğeni Speusip-
Yönte111bip Üıtiine (Z metodologii nauk pos (M.Ô. ykl. 407-339) ideal sayılar ola-
dedukcyjnych, 1921) ile Dil 11e BiJb Oe- rıık Formlar Kuı:amı'nı terk etmiş olsa
zyk i poznanie, 2 cilt: 1960-1965) sayıla­ da diğer Platonculaı:a oı:anla matematik-
bilir. Aynca bkz. Lvov-Vaqova Okulu. sel olana daha fazla ilgi göstermiştir. O-
nun yönetimi altında Akademia soyut
Akademia ~ng. Amtlemy; Fr. Amtli11lie; matematiksel çalışmalara yönelmiş; uy-
Akademia 44

gulamada matematiğe en az felsefe kadar lür. Ölümünden sonra Akademia'ya, Ar-


yer verilmiştir. Yazılı çalışmalan yitip git- kesilaos'un ellerine ulaşana dek, Pole-
mişse de Spcusippos'un belli başlı konu- mon'un yol arkadaşı Krates göz kulak
lar üzerine görüşleri, kısa kısa alıntılarla olmuştur.
da olsa, yaşayan çağdaşlan tarafından Yeni Akademia dönemi Arkesilaos'
kaydedilmiştir (Yine de S'!Jı KHramı Üz.e- un yaklaşık M.0. 265 yılında okulun ba-
ri11e ile BmZ!rlikler adlı iki yapıt kendisine şına geçmesiyle başlar. Bu tarihten sonra
atfedilmektedir). Pythagorasçıların son Akademia Platon'un temel öğretisine bağ­
döneminden etkilenen Speusippos, var- lı kalmayarak önce kuşkuculuğa, sonra-
lığı, iyiliği ve hatta Akıl'ı aşan "Bir" dü- dan da yavaş yavaş dogmaalığa kaymış­
şüncesine bel bağlaması ve bütün varlık­ tır. Yeni Akademia dönemine ait yetkin
lann nedeni olarak gördüğü -ve mad- bilgi bize Ciccro'nun Amdelllİca'sı aracılı­
deyle özdeşleştirdiği- Dyad'ı sawnma- ğıyla ulaşmıştır. Bu dönemde ((.uşkucu
sıyla Plotinos'u öncelcıniştir. Varlıklann bir yaklaşım adına Platon'un diyalektik
aşamalanru açıklarken, maddenin aşama­ gdeneği yeniden ele alınmış; yine bu dö-
larını baştan verili kabul etmesi ise onu nemde başlayan Yeni Akademia ile Sto-
evreni bölük pörçük, birbirini mantıklı acılar arasındaki bitmek bilmeyen didiş­
bir düzen içinde izlemeyen parçalar di- me, felsefe ortamını yüz elli yıl boyunca
:r.i"i ol~rıık görmekle eleştiren Aristote- meşgul etmiştir. Bu sonu gelmeyen tar-
ltA'irı ıtpkiAini çekmiştir. tışmanın Akademia tarafındaki en tanın­
Sı,euAil'PnA'rıın Aonnı Ak•ıdemia'nın mış sözcüsü Kameades'tir (M.Ô. ykl.
başına zıımanındıı Plıuıın'un Sicilyıı'da 214-129).
Mildi Dcvlet'ini kurma dc:nc:yinıinc~ de M.Ô. 1. yüzy_ılın ilk yıllarında okulun
katılan Kscnokratcs (M.Ô. ykl. 396-314) bnşına geçen Lnrissalı Philon, Eski ve
geçmiştir. Üretken bir filozof olmasına Yeni Akademia 'nın öğretilerini uzlaşur­
rağmen· onun yapıdan da günümüze: u- ma çabası içine girer. Onun öğrencisi
lııfmamışur. Onun hakkında bildikleri- olan eski kuşkucu Askalonlu Antiokhos
n\İır. Aııdrce ılönenıin di~r fılozoflanrun ise bu teşebbüse sıcak bakmaz ve öğ­
unun üıerinr yııııılıklArınılıın ibarettir. K· retmeniyle bağlannı kopanp Eski Aka-
senokrateı, Aristutelcı'in SpcuAiPl"'"'un ılcmiu 'yı yeniden temellendirmeye girişir
kimi konular üzerine görüşlerini çürüt- (M.Ô. ykl. 87). Bu girişim aynı zamanda
me girişimine karşı koymaya çalışmış; . Ona Dönem Platonculuk'un da başlan-.
geliştirdiği kuramlar Stoacılığı olduğu ka- gıaru oluşturur (M.Ô. 80-M.S. 220). Or-
dar Ona Dönem Platonculuk'u da de- ta Dönem Platonculuk, Speusippos ile
rinden etkilemiştir. Formlar Kuramı 'nın Kscnokraics'ın ana izleklerini yeniden
Pythagorasçı }rorumunu geliştiren Kse- canlandımıış; bunu yaparken de bu iz·
nokrates, bir yandan da felsefece soruf- !ekleri açıklamak için sık sık Stoacı ve
turmanın klasik bölümlenmesi .tiye gö- Yeni Pythagor.tsçı kavramlara başvur­
rülen mınuk (Xı da diyalektik), fizik ve muştur. Akademia'nın bu döneminde
etik üçlüsünü kökle,tirmeye çalışmıştır. Stoacı Poseidonios'un (M.Ô. ykl. 135-
K.~enokrates'in ölümüyle birlikte A- M.Ô. 50) etkisi güçlü bir şelıilde hissedi-
kademia'nın başında, 314'ten 267'ye ka- lir. Yine bu dönemde Platonculuk ilk
dar, Polemon'u (M.Ô. ykl. 350-267) gö- kez Ati na•daki Akadernia dışındaki mer-
rürüz. Öğrencileri tarafından bir öz-de- kezlerde de boy gösterir. Bunlardan en
netim timsali olarak görülen bu filozo- kayda değer olanı, Eudoros · (M.O. 1.
fun çok iyi ve ılımlı bir karakteri olduğu yüzyıl) ile İskendcriyeli Philon'un (M.Ô.
söylenir. Hatta Stoacılann *oikeiosis ~'ken­ ykl. 25-M.S. 50) öncülük ettikleri İskcn­
dini onaylama") kavramını Polcmon'un dcriye'deki Akademia'dır.
yaşam öğretisinden türettikleri düşünü- İskcnderiyeli Philon'un ölümünden
45 Akarsu, Bedia

sonra, çekim alanı yeniden Atina'ya, Plu- giderek Heidelberg Üniversitesi'nde Ga-
tarkhos'un (M.S. ykl. 45-125) başını çek- damer'in fenomenoloji seminerlerine ka-
tiği birkaç filozofun çalışmalarını yürüt- tıldı ve Scheler üzerine araştırmalar yap-
tüğü Akademia'ya kayar. Plutarkhos'un tı. l 960'ta "Max Scheler'de Kişilik Prob-
felsefe tarihi açısından zengin kaynaklar lemi" adlı çalışmasıyla doçent oldu. 1968'
içeren felsefi incelemeleri Moralia adı al- de Felsefe Tarihi Kürsüsü'nde profesör-
tında toplanmıştır. Etik ve ahlaki eğitime lüğe yükseltildi. Bölümde Ahlak Felsefe-
yönelik ilgisi ise ünlü Romalı ve Aıinalı si, Çağdaş Felsefe Akımlan, Felsefe Ta-
kişilerin birbirine yakın yaşamöykülerini rihi Semineri gibi dersler verdi. Felsefe
kaleme aldığı, en çok bilinen yapıtı Koşut Bölümü başkanlığı. yaptı. 1963-1983 yıl­
Ya,ramkırda bclgelenmişıiı>. larında Türk Dil Kurumu yönetim kuru-
Bu dönemden sonra, her ne kadar lu üyeliğinde bulundu ve felsefe terimle-
Platonculuğun bir merkezi olarak kalsa rinin Türkçeleştirilmesi çalışmalarında
da, özellikle de Yeni Platoncu Proklos Macit Gökberk'le birlikte etkin rol aldı.
(410-485) liderliğinde kayda değer şeyler l 984'te emekliye aynldı. l 988-1989'da
yapılsa da, Akademia Platoncu felsefenin Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi'
sıradan bir kolu olarnk anılacaktır. Ay-· nde Felsefe Grubu Öğretmenliği Bölü-
nca bkz. Yeni Akademia; Sokratesçi mü'nün kurucusu olarak görev aldı.
Okullar. l 990- l 996 yıllan arasında ise İ. Ü. Ata-
türk Enstitüsü'nde doktora dersleri ver-
akademik felsefe ~ng. 1Kaıie111i• philosop- di.
1,ıy; Fr. philosophit amdimiqur, Alm. aleadt- İstanbul Üniversitesi'nde Takiyettin
mis.-lıe pbilos11fJbiij Platon 'un kurduğu A- Mengüşoğlu'nun başlattığı fenomenoloji
kademia'da geliştirilen felsefeye aleadtmi ve felsefi antropoloji geleneği Nermi
felsefesi denmesinden ötürü, günümüzde llygur'la gelişirken, Bedia Akarsu Ernst
üniversitelerde, yükseköğreıim kurumla- von Asterfa de etkisiyle daha çok dil,
nnda gerçekleştirilen felsefe çalışmaları­ kültür ve ahlak felsefelerine eğildi. Dok-
na verilen ad. Buradaki "akademik" sı­ tora çalışmasında gerek yöntem gerekse
fatı, şimdilerde örtük de olsa, aşırı ku- yaklaşım açısından hocası Alman felsefe
ramsal kalmayı, insan yaşamına doğru­ tarihçisi Ritter'in oldukça etkisinde kaldı.
dan katkıda bulunamamayı da içerir. Öğrenciliği sırasında izlediği M~güşoğ­
lu'nun felsefi antropoloji seminerleri ve
Akarsu, Bedia (1921, İstanbul) İstanbul daha sonra Heidelberg Üniversitesi'nde
Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde yaptığı katıldığı Gadamer'in fenomenoloji semi-
dil, kültür ve ahlak felsefesi çalışmala­ nerleri ise onun Scheler üzerine çalışma­
nyla tanınan felsefecimiz. sııu olumlu yönde etkilemiştir.
Çapa İlkokulu ve Çapa Ortaokulu'n- Bedia Akarsu'nun Kant ahlakına yö-
dan sonra İstiklfil Lisesi'ni bitirdi. Yük- nelmesiyle, l 933 Üniversite Reformu'n-
seköğrenimini 1943 yılında meziın oldu- dan sonra Türkiye'de egemen konuma
ğu İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü' gelen Alman felsefe eğiliminin temelinde
nde yaptı. Aynı bölümde Ernst von As- yer alan Kant, Mengüşoğlu'ndan sonra
ter'in yönetiminde başladığı doktora ça- bir kez daha öne çıkmıştır. Akarsu, Çağ­
lışmalannı Joachim Ritter'in yanında 'Wil- diJf Ftlseft Ahı/ilan adlı eserinde de daha
helm von Humboldt'da Dil-Kültür Bağ­ çok Alman felsefe akımlarını ve filozof-
lannsı' konulu tezle tamamladı (1954). larını tarutır.
Arnold Gehlen ve Hans Freyer'in İstan­ Eserleri: Wilbelm vot1 Humbolrlt'da Dil-
bul Üniversitesi'nde verdiği bir dizi kon- Kiilıiir BağkmltJt (1955). Max S•heler'de Ki-
feransı ve Rittcr'in derslerini Türkçe 'ye · şilik Problet/Iİ (l 962), Motltm ToplNmda Ka-
çevirdi. 1956-1958 yıllannda Almanya'ya d111 (l 963), Ahlak Öğretileri 1: Mutlulıık
akatalepsia 46

Ahlôkı (l 963), AhlôJ.ı Öğretileri II: I111111a- !arak varkalma sorurılannın yaşandığı bir
11Htl Ka111'111 Ahlôlt. Ftlsefesi (l 968), Çağdllf tarih kesitine denk düşmesi itibariyle, dö-
Felsefe Ah111/an (l 979), Aıatiirlt. Dtı'Tinti ı•e nemin İstanbulu'nda muhtemelen Türk-
Yonı111/an (l 969), Ftlstft Terimleri Söz/ii/Ji çülük akınu çevresinde merkezileşen fi-
(1979), Çağdaş Felıtft: Kmıı'ı1111 Giitıiimii~ kir hayan ve sosyal çevrelerle yakın iliş­
Felıtft Ah111/an (l 98 7), Ataliirlt. DtVrimi ı<e kiye girmiştir. Özellikle yatılı olarak o-
Te111elleri (l 995), Afa.y Stheler Felstft.ri'11de kuduğu Yüksek Muallim Mektebi hayatı
Kişi Kavratm 1'11 İıısatJ-Olnta Sorıı11N (l 998), · bu ilişkiler için oldukça elverişliydi. Ziya
Metafizik ve Diıı ÜZ!fiııe Giiriişmeler (Male- Gökalp'in izlerini taşıya.1 D.irülfünun Fr
brmche'tan çeviri, 1946). Ayrıca makale- debiyat Fakültesi ve Felsefe Bölümü de
leri Ftlstft Arlt.iıi, Felıtft Tertii111e/m' Dtfl,ı"sı~ onun fikri gelişiminde etkili oldu. Bu dl>"
Tiirk Dili, Ar'!}lf, Gösteri, Ça/,dtJf Elqtiri nemden hocası olan Mehmet İzzet'in
ve Cogito gibi dergilerde yayımlanan A- "Milliyet Nazariyeleri ve Milli Hayat''
karsu'nun C11111hılriyeı gazetesinde de yazı­ dersleri ile Akder'in makaleleri arasında
ları çıknuşur. konulan işleyiş yöntemi bakınundan ö-
nemli benzerlikler vardır.
akatalepsia (Yun.) [İng. acatalepsy, Alm. 1928-1933 yılları arasında sırasıyla
alt.atalepne] İlkçağ Yunan felsefesinde Trabzon Lisesi'nde Felsefe, Afyon Orta
"k.1vranılamazlık" ya da "anlaşılıımaz­ Mekıebi'nde Terbiye, Erzunım Lisesi'n-
lık". Doğruya ulaşmak için elimizde her- de Felsefe ve Erzurum Muallim Mek-
hangi bir ölçütün bulunmadığını ileri sü- tebi'nde Edebiyat öğretmenliği yapan
ren kuşkucu öğretinin vardığı sonuçlar- Necati Akder, 1933'te Maarif Vekfileti
dan biri. Francis Bacon No'lltlm Orgaı111m' tarafından Fransa'ya felsefe öğrenimi i-
da bu Yunanca terimi, "kökten kuşkucu­ çin gönderildi. Sorbonne Üniversitesi
nun zihnin doğruluğu ya da hakikati Felsefe Bölümü'nü 1936'da bitirdikten
kavr.ıma yetisini yadsıması'' şeklinde a- sonm, Fransız ve Alman felsefelerini in-
çıklar. Aynca bkz. epokhe, antilogia. celeyerek iki kültür arasında karşılaşur­
malar yapması için Almanya'ya Berlin Ü-
Akder, Necati (1901, İstanbul-1986, niversitesi'ne gönderildi. Burada dört ya-
Ankara) Sosyolojik ve felsefi bilgilere da- rıyıl öğrenim gördükten sonra 1939'da
yanarak ülke sorurılarıru irdelemeyi te- Türkiye'ye döndü. Ankara Üniversitesi
mele alan idealist sosyal felsefe eğilimi­ Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'ne Fel-
nin Cumhuriyet dönemindeki temsilcisi. sefe Doçenti olarak atandı. Felsefe Bö-
Abdullah Necati Akder, ilköğrenimi­ lümü Başkanı Olivier Lacombe fakülte-
ni Fatih ve Köprülü Fazıl Ahmet Paşa den ayrılıncaya kadar (1944) Akder hem
rüşdilerindıı okuyarak tamamladı (1916). kendi dersleri olan Genel Felsefe ve Fel-
1918 yılında İstanbul D.ir-ül-muallimin' sefe Tarihi derslerine girdi, hem Lacom-
inin (Ert(ek Öğretmen Okulu) ilk kısmı­ be'un ders ve seminerlerini çevirerek o-
m bitirdikten sonra bir süre özel ilkokul- na yardımcı oldu, hem de Bölüm Başkan
lar ile· Bebek ve Beykoz dir-ül-eytilmla- Yardımcısı olarak bölümün kuruluşunda
nnda "(yetimler yurdu) muallim olarak ve yöneti'!)İnde görev aldı. 1948'de pro-
çalışu. 1923'te Dar-ül-muallimin'inin or- fesörliiğe atanan Akder, Felsefe Bölümü
ta kısmına girdi; daha sonra Yüksek Mu- başkanlığına getirildi. Yaş haddinden e-
allim Mektebi'ne geçti. Aynı zamanda mekli olduğu 13 Temmuz 1971'e kadar
D.irülfıinun Felsefe Bölümü'nde yüksek- hem bölüm başkanlığını hem de Siste-
öğrenim gördü ve 1928'de her iki okul- matik Felsefe Kürsüsü başkanlığını yü-
dan da mezun oldu. Eğitiminin bu ilk rüttü. Ayrıca 1945-1946 öğretim yılında
döneminde, Meşrutiyet dönemi ve Cum- Kara Harp Okulu'nda Felsefe dersleri,
huriyetfa kuruluşu aşamasında millet o- 1970 yılında ise Kayseri Yüksek İshim
47 Akder, Necati

Ensritüsü'nde ek gürevle Din Felsefesi rek geliştirdiği çözümlemelerle ortaya


ve Ahlak Felsefesi dersleri verdi. Şubat koymaya çalışır. "Modem aksiyon zevki
1964'te Köln'de toplanan Ostkolleg bakımından felsefenin mevkii ne ola-
Konı,rresi'ne "Şarki Avrupa' nın İktisadi caktır? Felsefe hayatın aktüel ihtiyaçlan
ve İçtimai Durumu" başlıklı bir bildiri karşısında nasıl bir değer ihtiva ve iddia
ile kanldı. Öte yandan üniversite dışında edecektir?" sorularıyla problemi ortaya
etkinliklerde de bulundu: 1960 ihtilalin- koyan Akder'e göre çözüm, sorunun o-
den sonra Türk Ocakları başkanlığına da{,>tndaki teorik çabanın soyutlaştırıcılık
getirildi; Türk Yurdu dergisinin yöneti- zorunlulu{,'ll ile pratik faaliyetin somut-
minde yer aldı; 1961 yılında da Türk laşttncılık eğiliminin uzlaştınlmasındadır.
Kültürünü Araştırma Enstitüsü üyeliği Ancak problemin çözümü yalnız bu fel-
ile Bilim Kurulu üyeliğine seçildi. sefi boyutta def,ıildir. Aynı zamanda çev-
Necati Akder "Modem Bir Kültür re ve dönem faktörlerinin de dikkate a-
Buhranının İfadesi Olarak Bazı Felsefe lınması gerekir. Bu itibarla felsefenin ak-
Problemlerinin Tetkikine Giriş" adlı in- siyon değerini faydalılık ölçütüne vura-
celemesiyle 1942'de doçent oldu. Bu tez- rak belirlemek mümkün olabilecektir. An-
deki fikirlerini daha sonra Türkiye'nin cak Akder, aksiyonun pragmatizmin ka-
çeşitli kültürel ve güncel sorunlarına uy- ba faydacı, "bayağı oportünizm"iyle te-
j.,'lllayıp geliştirerek özellikle Türk Kültürü mellendirilmesinin karşısındadır. Hele
ve Türk Yurdu dergilerinde yayımladı. Hegel'in spiritüalist (tinsdci) diyalektiği­
Akder pek çoğu oldukça geniş hacimli nin "spiritüalist kelimesi materyalist tabi-
olan bu makalelerinde, gerçekten de fel- riyle değiştirilerek" benimsenmesi sonu-
sefi çözümlemelere dayanan bir yakla- cunda ortaya çıkan "materyalist Sovyet
şımla, Türk toplumunun içinde bulun- diyalektiği" onun için bir "safsata"dır.

duğu toplumsal dönüşümlerin sonucun- Çünkü bireyin hürriyetini sıkı bir sosyal
da ortaya çıkan "kültür ve mefkure buh- disiplin içinde eriten bu rejim, faydacılık
ranı"nın mahiyetini irdelemeye ve çö- prensibinin başka bir görünüşünden iba-
zümlerini belirlemeye çalışır. Ona göre rettir. Keza Hitler sosyalizmi de ırk dog-
evrensel çapta bunalım, insanın içinde- matizmi olarak Akder' in eleştirilerinden
dir. Bunalımın gerçek çözüm yolu da in- kurtulamaz. Ona giire zamanımızda "tec-
sanın içinde bir faaliyet olarak felsefede- rübenin spekülasyona set çekmesi", bili-
dir; bilgeliktedir. min ideolojileri, bilimsel felsefenin de
Necati Akder, daha sonra "Bir Aksi- teolojileri tasfiye etmesi beklenirken a-
yon Problemi Olarak Felsefe" (1946) deta birer din haline gelen ideolojilerin
başlıklı incelemesinde felsefenin zamanı­ toplumlan altüst edişi ibretle gözlemle-
mızda nasıl anlaşılması gerektiğini, bir necek bir tablodur. il. Dünya Savaşı'nın
taraftan skeptisizmdcn (kuşkuculuk) Sok- enkazı altında kalan dünyanın böyle bir

rates bilgeliğine, pozitivizmden pragma- tablonun sonucu oldu{,'llnu düşünür ve


tizm ve sosyolojizme, materyalizmden bu tablo karşısında felsefe ve fılozofa
Marksizme, Viyana Çevresi felsefecile- görev yükler: Felsefenin aksiyonla iliş­
rinden Kant kritisizmine (eleştiricilik) ve kisi, felsefenin insanı genelleştirici bilgi-
yeni-ontolojiye, realizmden rasyonalizme, den her türlü yaratıcılığın şart ve müey-
idealizmden psikolojizme kadar hemen yidesi olan anlayışa yükseltmek, zihniyet
bütün eski ve yeni felsefi görüşleri ele istiklaline, şahsiyete kavuşturmak niteli-
alarak, diğer taraftan da Anatole France, ğinde aranmalıdır.
Tevfik Fikret, Mehmet Akif gibi Barılı Necati Akder, il. Meşrutiyet döne-
ve Doj:,ru.lu edebiyatçıları, Tagor gibi minde Ziya Gökalp'in, Cumhuriyet'in
Hintli bir düşünür ve Ziya Gökalp gibi başlarında ise Mehmet İzzet'in temsil
Türk düşünürlerinin fikirlerini irdeleye- ettiği sosyolojik ve felsefi bilgilere daya-
Akhilleos ile kaplumbağanın yarışı açmazı 48

narak ülke sorunlarını irdelemeyi temele un "İnsan nasıl teneffüs ederse, öylece
alan sosyal felsefe eğiliminin Ankara Ü- hem de istemeksizin, hatta farkına var-
niversitesi DTCF Felsefe Bölümü'ndeki maksızın metafizik yapar" sözünü vur-
temsilcidir. Hocası Mehmet İzzet'in ide- gulayıp metafiziğin felsefedeki yeri ve ö-
alizmi ile Ziya Gökalp'in Türk toplumu- nemini dikkate alan bir felsefe eğitimi
nun sorunlarına eğilen sosyolojizmini, anlayışının ortaya çıkmasında etkili ol-
Fransa ve Almanya'da aldığı felsefe eği­ muştur.

timinin birikimiyle eleştirel bir sosyal fel- Eserleri: Necati Akder'in yayımlan­
sefe sentezi ile birleştirip kendi felsefe mış bir kitabı yoktur. Ancak DTCF Der-
kavrayışını geliştirirken, bu kavrayışıyla, gi.ti (1944-1960) ve Tiir/e Kiilliirii (1963-
özcllikle Tiir/e Kiiltiirii dergisinde yayım­ 1976) dergilerinde yayımlanmış oldukça
ladığı makalelerde, Türk toplumunun i- geniş hacimli makaleleri vardır.. Çok sa-
çinde bulunduğu sorunlara, "kültür buh- yıdaki diğer makaleleri, Öz/eyi/ (1945-4 7),
ranı"nın eğitim, gençlik, milli şuur, ideal ÜJ/eii (1946), Tiir/e Y11rd11 (1954-1961),
ve ideoloji, inkılap ve değerler, üniversi- Din Yo/11 (1956), Devlet Tjyatrofart (1956),
te, demokrasi, din, siyaset ve dil gibi çe- Ôğreı111e11 (1957), Bilgi (1958), İrld1111958),
şitli görünüşleri açısından yaklaşmıştır. Genrlile Dfyor Ki (1960), Tiirk Kiiltiirii A-
Makalelerinde aynı zamanda Türk dü- r411trmalan (1964), Cultun Trmira (1964),
şüncesinin ve aydınlarının zengin bir res- Amşttf7Na (1965), Turana (1967), Bl!)'rak
mi geçidini sunan Akder, yaptığı çözüm- (1969), Belgelerle Tiirk Tarihi (1976) der-
lemeler ve terkiplerle, felsefi bilginin bu gilerinde yayımlanmıştır. Aynca 1945-46
bakımdan da işe koşulduğu bir örnek o- öğretim yılına ait öğrencilerinin teksir ha-
larak kendisini izleyen birinin bulunma- linde çoğalttığı ders notları ile çevirileri
ması aÇlSlndan da "tekörnek" durumun- vardır.
dadır. Öte yandan yalnız Batı'yı merkeze
alan hümanizm anlayışının karşısında Akhillcos ile kaplumbağanın yarışı aç-
"İslam Ortaçağı"nın ortaya koydukları­ mazı bkz. Zenon açmazları.
nın da ele alınması gerektiğini ve hatta
bunun Türkiye'de felsefi uyanış için te- akıl bkz. us.
mel bir zorunluluk olduğunu vurgulayan
görüşleri, DTCF Felsefe Bölümü'nde Akıl Çağı png. Age ofRİason; Fr. Age de
başat bir eğilimin doğmasında ve geliş­ la Rairon; Alm. Zeitalter der Vernunft, Ver-
mesinde etkili olmuştur. Nitekim asista- 1111ııftz.eitalterj bkz. Aydınlanma (Çağı).
nı Mübahat Türker Küyel'in "Üç Te-
lıafüt Bakımından Felsefe ve Din Müna- akılcılık bkz. usçuluk.
sebeti" adlı doktora teziyle başlayan bu
eğilimin doğmasında, söz konusu tezi akılyürütme bkz. usavurma.
yönetmiş olması, onun bu rolünü açıkla­
yan önemli · bir olgudur. Öte yandan akış öğretisi png. theoıy offlu.-e, Fr. theo-
1933 Üniversite Reformu'ndan sonra İs­ rie ıle .foıx, Alın.
theorie ılu jluırer] Evrenin
tanbul Üniversitesi Felsefe Bölümii'nde sürekli bir oluş, bir akış, bir değişim i-
ortaya çıkıp gelişen metafizik karşıtı fel- çinde olduğunu ve değişimin karşıtlık­
sefe eğitimine karşılık Akder, DTCF lardan, birbiriyle çatışan gerçekliklerden
Felsefe Bölümü'nde verdiği Felsefeye kaynaklandığını öne süren öğreti. Akış
Giriş, Genci Felsefe, Metafizik ve De- öğretisi hiçbir şeyin aynı kalmadığını; her
ğerler Felsefesi dersleriyle ve yönettiği şeyin gelip geçici olduğunu; şeylerin son-
seminerlerle pozitivizme dayanan bili- suz bir akiş içerisinde birbiri ardı sıra
min hem felsefe hem de dinin yerine ko- belirip kaybolduklarını savunur.
nulması anlayışını eleştirerek Meyerson' Sokrates öncesi doğa felsefesi döne-
49 akrasia

minin filozoflanndan, "akış"ın filozofu yüklük olmak üzere üç temel niteliği bu-
diye adlandırılan Herakleitos'a atfedilen lunduğunu öne sürer. Her atom serttir;
akış öğretisi, onun ünlü "Aynı nehirde i- bir direnme gücüne sahiptir. Her ato-
ki kez yıkanılmaz" savsözü ile anılır. mun bir şekli ve bir büyüklüğü vardır.
*Ar/ehe olarak "ateş"i <.PY1' seçen Herak- Ayn ayn büyüklük ve şekillerdeki bütün
leitos, "ateş"le özdeşleştirdiği •logolu da bu atomlar, başlangıçtan beri, boş bir
Parmenides'in devinimsiz ve değişmeyen uzam içinde hareket etmekte, "boşluk"ta
gerçekliğin kendisi olarak öne sürdüğü devinmektcdirler. Demokritos'a göre a-
"Varlık"a karşı bir kavram olarak felse- tomlar renk, ses, sıcaklık, soğukluk gibi
fesinin odağına yerleştirmiştir. Heraklei- niteliklerden ("ikincil nitelikler') yoksun-
tos 'un "her şeyin bir akış içinde olduğu" durlar. Bu türden niteliklerin tümü atom-
düşüncesi bağlamında logos, düzenli akışı ların duyu organlarımız üzerindeki etki-
sağlayan, çeşitliliği bir birlik içinde tutan lerinden, duyulanmızın üzerinde bırak­
"evrensel us"tur. Karşıtlıklardan doğan uklan izlerden meydana gelmektedir. Bu-
gerilimin yarattığı "sürekli oluş"un ev- na göre algıya nesnele;den akıp yayılarak
rensel bir dengede durmasını sağlayan il- öznelerin gözeneklerini dolduran parça-
ke olan logos evrende değişmeyen tek şey­ cıklar <:'"ıiJola) yol açmaktadır. Sonuçta
dir; "evrensel denge" durumuna karşılık renk, salt gören bir göz için; ses, ancak
gelir. Herakleitos'a göre, "değişim "inken- işiten bir kulak için; sıcaklık ya da so-
disinden doğan ve karşıtlıkların çatışma­ ğukluk da yalnızca dokunan bir el için
sıyla süregiden "evrensel süreç" sonsuz- vardır. Bütün bu olgular duyulara bağlı­
dur. Öte yandan Herakleitos da Pıırme­ dırlar ya da duyu organları olmadan dü-
nides gibi "herşcyin birliği" ilkesine de- şünülemezler. Buna karşılık sertlik, şekil
rinden bağlıdır; ancak onun devingen bir ve büyüklük, yani "birincil nitelikler•·,
denge durumuyla ifade ettiği "birlik" kav- duyu organlarına hiçbir biçimde bağlı ol-
ramı "çokluk"u, "değişim"i ve "karşıtlık­ mayıp atomların kendilerinde, kendi ya-
lar"ı yadsımaz, tersine bunlar üzerine ku- pılarında .mevcuttur. Ayrıca bkz. atom-
ruludur. culuk; Demokritos.
Platon, Kraıy/os diyalogunda Heraklei-
tosçu filozof Kratylos'la tartışırken gö- alcinetos (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
rüngünün sürekli bir akış içinde olduğu sinde değişimden bağımsız (değişmez)
öğretisinden etkilense de sürekli akış i- olaru, devimsiz ya da devinimsiz (hare-
çinde olan şeyin bilenemeyeceğini öne ketsiz) olaru, dinamik (devingen) değil
sürerek öğretinin anlaşılabilir gerçekliğin de statik (duruk) olanı nitelemek için
bir açıklaması olduğunu reddetmiştir. Ay- kullıınıian terim: "durağanlık".
nca bkz. Her~kleitos; Parrnenides.
akolasia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
aktfkanlar kuramı (İng. theory of effl11- sinde, özellikle de Aristoteles 'te, "haz ya
enas; F r. thiorie J'ef!lı1enar, Alm. thtorie ı'/Jn da zevk düşkünlüğü"; "zevkıl sefa müp-
tfflNences) İlkçağ atomculannın, özellikle telalığı''. Aynca aleolastos "haz tutkunu"
de Demokritos ile Empedokles'irı savun- insanlan nitelemek için kullanılırken, a-
dukları, algıya nesnelerden akıp yayılarak kolastaitıtin de "haz peşinde koşmak" an-
öznelerin gözeneklerini dolduran parça- lamına gelir.
cıkların bıraktıktan izlerin yol açtığı gö-
rüşü. akrasia (Yun.) [İng. aı:rasia] İlkçağ Yu-
Gerçekliği
atomlar ile atomların de- nan felsçfesinde "istenç güçsüzlüğü";
viniminden kalkarak açıklayan ilkçağ Yu- "özdenetim yoksunluğu"; "kendini tu-
nan atomculuğunun başlıca fılozofu De- tamama" ya da "ölçüsüzlük" anlamına
mokritos, atomlann sertlik, şekil ve bü- gelen, Eski Yunanca'da olumsuzluk bil-
akribeia 50

diren a- önekiyle "güç", "erk" ya da yük Albert (Albert der Grorse; Albert the
"denetim" anlamındaki leraıoltAn türe- Grraf; diye de taıiınan, Thomas Aquinas'
tilmiş sözcük. İnsanın eylemelerinde ah- ın hocası ve XIII. yüzyılın önde gelen
liki açıdan kendisi için en iyi olanı bildiği Alman skolastil( filozofu ve tannbilim-
halde, bunu yaşamında uygulayamaması cisi. Engin bilgisi nedeniyle takma adı
durumu. İnsanın bedensel arzularına ve Dottor U11iPmalis (Evrensel Bilgin) olan
duygularına gem vurmakta güçlük çek- Albertus Magnus, Aristoteles'in yapula-
mesi. nnın tamamını yorumlayan ilk skolastik
"İstenç güçsüzlüğü"nü Ovidius şöyle düşünürdür. Nitekim fdsefeye temel kat-
dile getirmiştir: "Kendim adına daha iyi kısını da bir Aristoteles yorumcusu ola-
olanı, daha uygun olanı görüyorum; ne rak yapmış olan Albertus Magnus'un ya-
var ki hep daha kötü olanın peşinden gi- pıtlarının önemli bir bölümü Aristote-
diyorum." Alerasidnın karşıu; "istenç güç- les'in yapıtlarına ilişkin yorumlar ile tan-
lülüğü", "ölçülülük", "özdenctim" anla- nbilim üzerine düşüncelerinden oluşmak­
mında kullanılan mlerateiddır. Alerasia te- tadır. Aristot.elesçi öğreti ile Hıristiyanlik
rimi, Aristot.eles'in ahlaki açıdan zayıf in- geleneğini birleştirmeye çalışan Albertus
sanla (alerates) her türden ayarua şeye karşı l\fagnus, felsefe (mantık, etik, metafizik,
koyabilen insan (e11/erales) arasında Ni/eo- doğa bilimleri, havabilgisi, ruhbilim, fiz-
111a/eboı'a Eli/e'te yaptığı ayrımdan türe- yoloji, biyoloji ve hayvanbilim) ve tann-
miştir. bilimde (kutsal kitap yorumları, dizgeli
tannbilim) kendi dönemine varıncaya dek
akribeia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesin- elde edilen bilgileri bir araya toplayan
de, özellikle de Aristotdes't.e, "kesinlik" ansiklopedik bir çalışmalar bütünü üret-
ya da "pekinlik" anlamında kullanılan te- miştir. Albertus Magnus 'un felsefe çalış­
rim: "herhangi bir kuşkuya yer bırak­ maları İbn Sina, İbn Rüşd, Gıızrui, Fa-
maksızın kesin (aleribts) olma durumu". rabi, İbn Tüfeyl gibi İslam filozoflarının
yanı sıra Yunan ve Yahudi filozoflar ile
aksia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde kaynaklara dayanır. Onun çalışmalarının
"değer" anlamında kullanılan terim. Ale- ardında yatan önemli bir itki de Aristo-
rfyoloji C'değer öğretisi'') terimi de Eski teles'in düşüncelerini dizgeli bir biçimde
Yunanca'da "değer" anlamına gden a/e- açıklayıp Latin düny,İsını felsefeye çeke-
rios ile "öğreti" anlamındaki logo/tan tü- rek Yunan ile Yahudi filozofların ve İs­
retilmiştir. Aynca bkz. değerbilgisi. lam filozoflarının düşüncelerini Latinlere
tanıtrnaku.
a/csioma (Yun.) İlkçağ Yunan fdsefe- Albertus Magnus'un metafizik alanın­
sinde, özellikle de Aristotcles'te, hem daki çalışmalarının belirli bir bağdaştır­
"iddia" ya da "sav'' hem de "itibar'' ya macılığın (Aristotclcsçilik ile Hırisıiyan­
da "saygınlık" anlamında kullarulan te- lığı bağdaşurma) etkisi alunda olsa da
rim. "Saygınlık" olarak a/erio111a değei ve- özgün bir yönelim içensinde olduğu söy-
rilmeye, dikkate alınmaya ya da güvenilir lenebilir. Doğal akla dayalı bakış açısın­
olmaya karşılık gelir. "Sav" anlamındaki dan doğru olduğunu savladığı Aristote-
a/erio111a'nın sonraları büründüğü anlam lesçi evrenbilgisi içerisinde konumlan-
için bkz. ilksav; tasım. dırdığı felsefesinde anlıklar dizgesini ka-
bul eden Albertus Magnus, tannbilimin
aksiyoloji bkz. değerbilgisl üstünlüğünü yadsırnaksızın aklın kendi
başına da '.gerçeğe ulaşabileceğini savu-
aksiyom bkz. ilksav. nur. Felsefe, ona göre, bütün bilgilerin
birleşimidir. Eski Yunanlıların felsefesi-
Albertus Magnus (ykl. 1200-1280) Bü- nin bilinmesinin ve özümsenmesinin ge-
51 Alexander, Samuel

rektiğini öne süren Albertus Magnus, bil- aletbe111ikos (Yun.) İlkçağ Yunan felse-
giye ulaşmanın farklı yolları
olarak gör- fesinde, özellikle de Aristoteles'ıe, yalana
düğü tanrıbilim ile felsefeyi, birbiriyle dolana başvurmaksızın doğru bildiğini
çelişmeyen iki ayn disiplin olarak birbi- söyleyen, dobra dobra konuşan kişiyi
rinden ayırır: tannbilirn vahiy ve inanca nitelemek için kullanılan terim: "doğru
dayanırken, felsefe akla dayaıur. Yapıtla­ sözlü" (halcikat-gu).
nnda yetkin bir felsefi soruşturma yön-
temi oluşturmaya çalışan Albertus Mag- Alexander, Samuel (1859-1938) Ger-
nus 'a göre felsefe kendi alanında, yani çekçilik akırıuna yaptığı katkılarla taıu­
uslamlama ya da akıl.yürütme alanında nan Avustralya asıllı İngiliz felsefeci.
özerk bir disiplindir. Felsefenin bir par- Bilginin zihinsel bir eylem ile bir nesne-
. çası olan mantık ise bilinenden bilinme- nin birlikte bulunmasına dayandığını sa-
yene ulaştıran kurallar bilimi ya da sana- vunan Samuel Alexander, dünyaya iliş­
tıdır. kin bilginin bilen özneden bağımsız va-
Albertus Magnus, İslam filozoflarının rolduğunu öne sürerek, gerçekçilik te-
ileri sürdüğü tanrısal özellikleri sayarak, melinde doğala bir metafizik inşa etme-
Tann'ya ait gerçekler tümüyle bilinemese ye çalışrıuştır. Alexander'ın metafiziği, de-
de Tann'nın özelliklerini tanıtlamak için neyimlerimizin özellikleri üzerine derin-
çeşitli verilerin bulunduğunu öne sürer. düşiinmelerden doğ.ın evrimci bir ku-
Ona göre Tanrı varlıkbilgisel kanıtlarla ramdır. Alexander bu kurarıuıu en ö-
tanıtlanabilirse de, bizlerin sonlu, Tanrı' nemli yapıtı olan ve aynca zihnin doğa­
nın sonsuz olmasından ötürü onu pür.ü- daki yerine ilişkin gerçekçi açıklamalarııu
nüyle kavrayamayız. Yine de Tanrı ışı­ da içeren Uz.'!J, Zama11 ve Tattnltk'ta
ğıyla bizi aydınlatır, bütün zihinler on- (Space, Time and Deity, 1920) ort.1ya
dan yayılarak çık:ır. koyar. Bu yapıtta doğa, daha alt düzey-
Abelardus'tan sonra "vicdan" konu- deki nitelikler karmaşıklaştıkça iyiden i-
sunun üzerine eğilen ilk düşünür olan yiye indirgenemez olan daha yüksek ni-
·Albertus Magnus ahlaka ilişkin de özgün teliklerin açıklanamayacak bir biçimde
düşünceler üretmiştir. Ona göre bir akıl art arda ortaya çıktığı varoluş dizileri ola-
yasası olan ve pratik yaşarıun ilkelerinin rak betimlenir. En alt düzeyde gerçeklik,
bilinci olarak doğuştan gelen vicdan, ey- uzaydaki noktalann ve zamanın anları­
lemlerimizin iyi mi yoksa kötü mü oldu- nın yeniden dağıtıldığı bir süreçten, u-
ğunu yargılayıp aynı eylemlerin bundan zay-zamandan oluşur. Bir başka deyişle,
sonra gerçekleştirilip gerçekleştirilmeme­ Alexander uzay-zamanı evrenin temel
si gerektiğine karar verecek güçtedir. maddesi olarak görür. Kategoriler uzay-
Atistotelesçilik ağır bassa da Yeni zamanın yayılan özellikleridir; onlardan
Platonculuk'tan da bir ölçüde etkilenen da maddenin birincil nitelikleri, ikincil
Albertus Magnus'un önemli yapıtları a- nitelikleri ve yaşam ile; zihnin nitelikleri
rasında -Optra omf/İa genel başlığı altında gelişir. Tanrı her düzeyde, özellikle de
toplanan- De tlllİma (Ruh Üzerine), Me- zihnin ortaya çıktığı düzeyde belirir.
ıapl?Jska (Metafizik) ile De çay.rfr el proı:euH Alexander, değerlerin zihinler ile dün-
Httiver.rila/İJ prima çay.ra (Evrenin Neden- ya arasındaki belirli bir ilişkiden doğdu­
leri ve Gelişimi) sayılabilir. Aynca bkz. ğunu ileri sürdüğü bir diğer önemli yapıtı
ortaçağ felsefesi; Aristotelelsçilik. GiiZ!Uik ve Değeriıı Diğer Bifimlen'nde
(Beauty and Other Fomıs of Val~e.
aletbeia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesin- 1933) her yönüyle değerleri ele alır. Bu
de "doğruluk" ya da "hakikat" anlarıun­ yapıunda, uzay-zamanın zaman boyutu-
da kullanılan terim: "düşüncenin gerçek- nun şeylere bir süreç aracılığıyla varolan
le uyuşması durumu". içsel bir boyut, uzay boyutununsa bir-
algı 52

tikte varolma diye adlandırılan dışsal bir pek çok kuram bu sorunlara çözüm ge-
boyut kazandırdığını savunan Alexander, tirmeye çalışnuştır.
öznenin içsel deneyimi olan hoşlanma İnsanın algılarından bağımsız ofarak
ile hoşlanmanın bir nesneyle birlikte var- varolan nesnelerden oluşan bir dünyanın
olma ilişkisini de derind üşünmeye dalma bUtunduğunu varsayan ortakgörü ile ger-
olarak adlandınr. Bu doğrudan ya da do- çekçilik kuramlan dünyanın algılandığı gi-
laysız gerçekçilik renkler gibi ikincil nite- bi olduğunu öne sürerler. Öte yandan
liklere dek uzanır. İkincil niteliklerin yanı gerçekçilik yalnızca deneyimlerimizin öz-
sıra ancak zihinde varolduğunda doğan nel olduğunu değil, algıların salt duyu
ve değerler olarak adlandırılan üçüncül verilerine indirgenebileceklerini de red-
nitelikler de söz konusudur. Üçüncül ni- deder. Tasanmcı ya da yansıtımcı ger-
teliklerin belli başWan güzellik, doğruluk çekçilik de duyulardan bağımsız varolan
ve iyiliktir. Akxander'ın evrimci etik ü- bir nesneler dünyasının bulunduğunu sa-
zerine "Moral ürder and Progress" ("Ah- vunur. Ortakgörü ile gerçekçilik öğretile­
laki Düzen ve İlerleme", 1889) adını ta- ri aslında algısal geı:Çekçiliğin birer biçi-
şıyan önemli bir denemesi de bulunmak- midir. Gerçekçi kuramlar bir ağaç gör-
tadır. düğüınüzde ya da telefonun çaldığını duy-
duğumuzda zihinsel duyu verilerinin far-
algı [İng. pmeptiotr, Fr. pempliou, Alm. kına vardığımızı reddedip nesnelerin biz-
ptrzgıhrm, 111ahmeh1111111t Lat. pmrplio; es. t. de özel türden bir deneyime" neden ol-
idrak) Duyıılann sağladığı duyumlar ya duğı.ınu ve fiziksel nesneyi görmeyi ya da
da duyusal uyarımlar araalığıyla dışınuz­ duymayı olanaklı kılanın nesne ile dene-
daki varlıklar hakkında bilgi edinme ye- yim arasındaki nedensel bir ilişki oldu-
tisi; bu varlıklann bilincine varma yete- ğunu kabul ederler.
neği. Duyularımız araalığıyla bizi kuşa­ Nedensel algı kuranu gördüğümüz, kok-
tan dünyaya ilişkin bilgi edinmenin kar- ladığınuz, tattığımız şey olan aJgı nesne-
maşık bir yöntemi; dünyanın duyusal u- sinin algılama deneyimimize neden olan
yarımlannı anlamlı deneyimlere dönüş­ nesne olduğunu savunur. Bir nesneyi al-
türme süreci. gılamak demek, nesnenin uygun türden
Felsefe tarihinde "algı" kimilerince bir deneyimine sahip olmak demektir.
(özellikle Locke, Hume, Berkclcy gibi Nedensel algı kuramı gibi tasarımc,ı/yan­
deneyciler ve ardılları tarafından) insan sıtımcı algı kuranu da deneyimlere sahip
bilgisinin biricik kaynağı olarak görülür- olmamıza neden olan zihinden bağımsız
ken, kimilerince de (özellikle Descartes, bir nesneler dünyası bulunduğı.ınu kabul
Spinoza, Leibniz gibi usçular ve ardılları ederek dış dünyayı doğrudan algılamadı­
tarafından) bu bilginin kaynaklarından ğınuzı uslamlar. Doğrudan algıladıkları­
yalnızca biri, üstelik kimileyin yanıltıcı da nuz nesnelerin bizde yarattıkları etkiler-
olabilenidir. Algı kavramına ilişkin temel dir. Duyu verisi kuramı da dünyadaki
felsefe sorusu, dünyadaki nesneleri yan- gerçek nesnelerin yerine duyu verileri di-
lış algılama olasılığı, duyıılannuzın yanıl­ ye adlandırılan şeyleri algıladığımızı ileri
samalara neden olabilmeleri ve algıların sürer. G. E. Moore'un felsefeye kattığı
bilgikuramsal bakımdan ne kadar değer­ "duyu verisi" kavmnu, daha sonra Bert-
lerinin olduğunun açık olmaması gibi so- rand Russell tarafından daha da gelişti­
runlardan ötürü, algılannuzı güvenilir o- rilmiştir. Duyu verisi anlayışının algıya
larak kabul edip edemeyeceğimizdir. Fel- ilişkin açıklamalarımızı karmaşıklaştırdı­
sefece düşünmenin tarihinde ortakgörü ğıru savunan Gilbcrt Ryle ile J. L Austin
kurann, nedensel algı kuranu, tasarımcı/ ise bu kuranu sıkı bir biçimde eleştir­
yansıtımcı algı kuranu, duyu verisi ku- mişlerdir. Aynca bkz. aisthesis; algıcı­
ranu ve gerçekçilik başta olmak üzere hk; gerçekçilik; ortakgörü felsefesi;
53 alırlık

tamalgı; bilinç. sama, sann ya da varsanı (halüsinasyon)


türünden algı yanılmalarının, yanılma ya
algıcılık [İng. ptrrtptitm(ai)isnı; Fr. percep- da yanılgı sır.ısında fark cdil(e)memesi ve
#011(al)isnıe, Alın. puz_tp#on(al)isnı11r, es. t. doğru sayılması ya da hemen her zaman
idraki..zye] Zihnin dışsal gerçekliği doğru­ "olanı olduğu gibi gösteren" algılar ola-
dan olduğu gibi kavradığını ve bu ger- rak değerlendirilmesi, doğru olduğu var-
çekliğin bilincine vardığını savunan gö- sayılan diğer tüm algılar için de geçerli ·
rüş; insanın salt algı yoluyla dış dünyanın olabilecek bir durumdur. Bu durumun
dogru . bilgisine -hiçbir aracıya başvur­ doğru sayılaıi her algı için geçerli olabile-
maksızın- dolaysız bir biçimde ulaştığını ceği düşüncesi de bizi algıya dayalı bilgi-
öne süren öğreti. Algıcılık bir yandan al- nin olanaksızlığı düşüncesine götürür; yıı
gının çevremizdeki dünyanın bilgisini bi- da bu türden bilginin sağlamlıktan uzak
ze doğrudan doğruya verdiğini savlar- olduğuna dair bir kanıt olarak görülür.
ken, bir yandan da dünyanın bilincine
duyulur nitelikleri kavrayarak ya da onla- algos (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde,
rın bilincine vararak ulaştığımızı ileri sü- özellikle de hazcılık öğretisinde, "acı",
rer. Aynca bkz. algı; gerçekçılik; sez- ''dert", "keder", "elem", "ıstırap'' anla·
gicilik. rnında kullanılan terim. Bu öğretiye göre
tüın bunların yokluğu ya da olmayışı bizi
algının değitebilirliğinden uslamla- ·"haz"za 0'hedo11e) ulaştım.
ma [İng. arg11111ent fronı dıangeabilit; of per-
ı:ep#on] Gerçekliğin özünü bilmenin ola- alulık [İng. reçep#t>ity, Fr. rodptiritf, Alnı.
naklı olmadığını, insanın dış dünyayı, en rez!PtivitiJilı
En genel anlamda, dış dünya-
·azından olduğu şekliyle bilmesinin ola- dan nesnelerin uyanşıyla duyusal ya da
naksız olduğunu savunan kuşkucu öğre­ dışsal uyanmlan alabilme yetisi. Kant.'ın
tilerin, savlannı kanıtlamak için algılann varolan görüleri alma kapasitemiz olan
kimi koşullarda değişebileceği düşünce­ duyarlık, yetisi yerine kullandığı b!r başka
sini öne çıkartarak kullandıklan akılyü­ terim. Arf U111n Eltş#rin'nde alırlık, "dış
rütme biçimi. görüleri elde edebileceğimiz tek öznel
Bu kuşkucu uslamlamaya göre, algıla­ durum... bilmediğimiz nesnelerce etki-
nmız içinde buluıiduğumuz onama; de- lenme yatkınlığımız" olamk tanımlanır.
ğişen bakış açısı, ışık koşullan ve cismin Bu alırlık anlayışıyla Kant, uzamın üs-
yakınlığı-uzaklığı türünden öznel ya da tünlüğünü, "ancak insanın bakış açısıyla
nesnel durumlara bağlı olarak değişir. uzamdan, cisimlerden sözedebiliriz" di-
Algının bu içerikçe değişmesi, onun de- yerek savunur.
ğişmez bir gerçekliği doğru ve güvenilir Kendi başına alırlık, görünün biçi-
bir biçimde bize sunmasının olanaksız mine ya da etki altındaki öznenin bulun-
olduğuna dair bir kanıt olarak görülür. duğu duruma bağlı olarak, bütünüyle du-
yulur bir görüyle verilmiş tasanın çok-
algının yanılabilirliğinden uslamla- luğu sağlar yairı,ızca. Alırlık ancak kcndi-
nıa ~ng. arg11mnıl fronı faUibili!J of ptrrep- liğiıidenlikle birleşmesi sonucunda bilgi-
tiım] Gerçekliğin özünü bilmenin olanak- nin doğmasına izin verir. Bu birleşmenin
sız olduğunu, insanın dış dünya üzerine doğasını betimlemeye çalışmak, Arr U-
hilgisinin kesinlikten uzak olduğunu sa- .r11n Elel#riri'ndc Kant.'ın karşısına çıkan
vunan kuşkucu öğretilerin, savlarını ka- temel felsefe sorunlanndan birisi olmuş­
nııJamak için algının yanılabilirlik payını tur; çünkü, ne dcncycilikte olduğu gibi
öne çıkartarak kullandıklan akılyürütme kavrarnlan görülerden soyutlamak ne de
biçimi. usçuluğun yapuğı gibi görüleri yanlış al-
Bu kuşkucu uslamlamaya göre, yanıl- gılanmış kanamlar saymak istemeyen
alışkanlık 54

Kant alırlıkla kendiliğindenliği


birbirinin !\İnde,özellikle de söylenbilgisi ve tanrı­
altına koyarak sıralamayı da benimse- bilim alanlarında, simgesel anlatıma da-
mez. Ne var ki, özellikle çauşkılarda ol- yalı yorum ya da yerineli (alegorik) yo-
mak üzere, alırlı!< ile kendiliğindenlik a- rum anlamında kullanılan terim.
rasındaki farkı göstermek pek de kolay
olmaz. Bu noktada Kant, alırlığı, anlama alloiosis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesin-
yetisinin kendiliğindenliğinin sonuçlarını de, özellikle de Aristoteles'te, .değişim;
ve aşkınsal nesnenin koyutlanru aynı niteliksel değişme için kullanılan terim:
anda benimsemeden betimleyemediğini "başkalaşma" ya da "nitelik .değiştirme".
fark eder. Kant ilkin duyulur görü yeti-
sini, çeşitli tasarımlarla etkilenme kapa- a/lotriosis (Yun.) bkz. oikeiosis.
l\İtesi olarak betimler; daha sonra görü
biçimlerine bağlı olarak her bir görünün Alman İdealizmi ~ng. Germat1 IdealinN;
bu tasarımlarla ilişkili ve deneyim birliği Fr. İdialimtı Alltma11de; Alm. Deutsdıer I-
uyarınca tanımlanabilir olduğunu vurgu- dtalis11111s] bkz. idealizm.
lar. Kant'a göre tüm bunlardan sonra ta-
sanmlar nesne sayılır. Ayrıca bkz. duyar- alogos (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesin-
lık; kcndiliğindenJik de, özellikle de Aristotcles 'te, "akıldan
pay almayan" anlamında kullanılan te-
alışkanlık [İng. hnbit; Fr. habitude, Alm. rim. Alogos yeterince nkılyütütemeyen, u-
geıı'Oh11heit;
Lat. habitur, es. t. i'tfyadJ Top- sa vurma yetisi yetersiz olan ya da hiç
lumsal yapılar ile toplumsal pratikler ya olmayan kişileri ya da şeyleri nitelemek
da toplumsal eylemler arasındaki bağlan­ için kııllanılmışur.
uyı oluşturduğu düşünülen bir dizi edi-
nilmiş düşünce, davranış ve beğeni kalı­ alt küme (İng. mbset, Fr. sous-ttıstmhle,
bına karşılık olarak kullanılan terim. Bu Alm. teilmetıge, es. t. 11/fdimk] bkz. küme;
kalıpların çocuklukta edinildikleri ve bir kümeler kuranu.
kere edinildiklerinde de sürekli hale gel-
dikleri kabul edilmektedir. Alışkanlıklar Althusser, Louis Pierre (1918-1990)
davranışlannortaya çıktığı toplumsal dün- 1960'ların Avrupnsı'nda kökten hareket-
yanın kısıµamalarına göre ayarlanmış pra- lerin sonucu Marxçı kuramın yeniden
tikleri, algılama çerçevelerini oluşturur­ canlanmasında önemli bir yeri olan
lar. Örneğin, John Dewey'e göre çiftçilik Fransız düşünür. Althusser'e göre Marx,
pratiklerine uygun alişkanlıklar köy ko- Freud gibi, insan öznesinin "merkezsiz-
şullarında yaşamayan bir bireyde ortaya leştirilmesinden" sorumludur. Tarih "öz-
çıkmaz. Çiftçinin eylemlerini belirleyen, nesi?. bir siireçtir." T nrihsel hareketler
ruhbilimscl ve düşünsel kapasitesi denli tek tel< bireylerin ya da toplu olarak bi-
yaşadığı yörenin toprağı ve mevsimi, reylerin kavrayışlanrun ötesindedir. Söz
yani çevre koşullarıdır. Nitekim farklı konusu olgular ancak kendisiyle günlük
toplumsal :>rtamlar ve çevre koşullan deneyimler arasında belli bir mesafeyi
farklı alışkanlıklara neden olurlar. Alış­ koruyabilen bir bilimsel "kuramsal pra-
kanlıklar insanların sayısız sayıdaki du- tikle" kavranabilir. Althusser'in bu k.-ıu
ruma uyum sağlamak için sayısız strateji Marxçılık yorumu, döneminin aydınları
geliştirmelerini olarnıklı kılar. Aynca bkz. arasında oldukça fazla sayıda yandaş
habitwr, ethotr, heksis. bulmuştur. Sonraları, kendi yorumunu
"hayali'' bulan Altl1usser'in yapısalcılık
Ali Suavi bkz. Türkiye'de felsefe. sonrası havayı doğuran felsefe iklimini
-upkı Deleuze'ün, Derrida'run, Fouca-
allegoria (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe- ult'nun Nietzsche ile Heidegger'i yo-
55 Althusser, Louis Pierre

rumlayışlannda olduğu gibi- yansıtan bir çeveyi belirlemekle görevli olacak bu o-


tarihsel maddeciliği yeniden kurmaya uğ­ kuma kuramı, upkı ruhçözümlemenin
raşuğı düşünülebilir. basurılmış arzuları açığa çıkarmasında
1930'larda Lyons'daki okul yıllann­ olduğu gibi, metnin yüzeyinde görülen-
dan 1950 başlanna dek Katolik siyaset lerden çok derinlerinde bulunanları açığa
çevrelerinde oldukça etkin olan Althus- çıkaracakur.
scr, 11. Dünya Savaşı'nda dört yıl savaş Bu okuma kuramının Marx'a uygu-
tutsiıklan kampında kaldı. Savaştan son- lanması, Marx'ta bir kopuş olduğunu
ra cumhuriyet karşıu sağa görüşlerden gösterecektir. Nitekim Althusscr, Gas-
sola kayarak Fransız Komünist Partisi'ne ton Bachclard'ın bir uslamlamasını be-
girdi (1948). Kilise'nin işçi-r.ıhip hareke- nimseyerelc, her yeni bilimin. onu önce-
tinin 1950 başında basunlmasıyla Marx- leyen ideolojik olarak ortaya çıkmış bir
çılık ile Katolikliği uzlaşurma düşünce­ dizi sorunun devrimsel yeniden inşasını
sini btraku. Bu dönemde, genç Georg içeren bilgikurarnsal bir kopuşun ürünü
Lukacs'ı anımsatan bir biçimde Hegelci olarak belirdiğini ve böyle bir kopuşun
Marıı:çılığı destekledi. Oysa ki 1960'larda genç Marx'ın i.ı:ısancı yazılan ile olgun
Althusser'i ünlendiren savı, Marx'ın genç- Marx'ın bilimsel metinleri arasındaki
liğinden kalma Hegelci geçmişinden kop- farkWıkta farkedilebilcceğini öne sürer.
mak gerektiğini söylemesidir. (Althusser bilimsel bilginin bilimadamla-
1948 Temmuzu'nda atandığı Ecole nnın yönelimleri tarafından değil, araştı­
Normale Superieure'deki (Yüksek Öğ­ rılacak sornrılan, aranacak kanıt türlerini
retmen Okulu) görevinde 16 Kasım belirleyen kavramlar ya d,a sorun dizge-
1980'de bir bunalım anında eşini boğa­ since önemli diye kabul edilen zorluklar
rak öldürdüğü güne dek kaldı. Felsefe tarafından yönetilen bir pratikten doğdu­
öğretmenliği yapuğı bu okulda bir kuşa­ ğunu kabul eder.) 1844 EflaZf'lalaıina
ğın yetişmesinde belirleyici bir ağtrlığı dek olan dönemde, Althusser'e göre,
oldu. 1965'tc hem Pollf' Marx (Marx i- Marx'ın metirılerindcki sorunsal ideolo-
çin), hem de Urr it Capitai (Kapital'i O- jiktir. Bu aşamada insancılık baskındır:
kumak) adlı yapıtlannın basılışı onun Tarih, kapitalizm altında yabancılaşmaya
Fransız düşünce yaşamındaki yerini per- maruz kalarak açığa çıkan insan özünün,
çinledi. Mayıs-Haziran 1968 olaylannda kendisini komünizm alunda bütünlüğe
Komünist Parti'nin takındığı tutuma kar- kavuşturmasının hikayesi olarak görülür.
şın partiden aynlmadı. Nisan 1978'de Marx'ın bu gençlik yapıdan, Kapital başta
parti yönetimini çok sert biçimde kınadı; olmak üzere yeni bir tarih biliminin olu-
ancak aruk Fransız aydınlannın Marxçı­ şumuna işaret eden olgunluk döneminde
lığa olan inançlarından geriye pek birşey "bilgikuramsal bir kopuşla" yazdığı ya-
kalmamışu. Althusser son on yılını hem pıtlanndan aynltr. Tarihin "öznesiz ve a-
düşünceleri hem de kişisel yaşamı açısın­ maçsız bir süreç" olduğunu söyleyen ol-
dan tam bir ya!ıulmışlık içerisinde geçir- gun Marx aruk kuramsal anlamda "in-
di. sancılık karşıtı"dtr. Althusser'in Marx-
"Masum okuma yoktur" diyen Alt- çılığı bir bilim olarak açıklamasının en
husser'in, Marx'ı yeniden yorumlayışında ayırt edici özelliği hem Marxçı insancılı­
ilk göze çarpan özellik, bu yaklaşımında ğın hem de Ortodoks Marxçılığın yanlış
belli türden bir yorum kuramının varlığı­ biçimde toplumu tarihselci terimlerle,
dır. Althusser'e göre, her zaman birta- yani "Hegelci kuramsal ideoloji"nin -hu-
kım kuramsal varsayımlarla elimize aldı­ kukun, siyasetin ve ideolojinin toplumun
ğımız bir metnin "sorunsalını" anlam:ık ekonomik yapısında ya da bu yapının
için yeni bir "okuma" kuramına gereksi- neden olduğu sınıf ilişkilerinde yer alan
nim vardtr. Metinde saklı kuramsal çer- bir özün ifadeleri olarak okunmalanna
Althusser, Louis Picrre

olanak tanıyan-
etkileyici nedenselliği a- yeni bir biçim vermiştir. Ekonomi -dlt-
rar.ılığıylıı
çözümlediklerini öne sürmesi- yapı- işleyebilmek için son çözümleme-
dir. Althusser'e göre Marıı:'ın Kapitalinin de belirleyicisi olduğu siyaset ve ideoloji
uslamlama düzlemindeki yapısal neden- gibi diğer alanlara bağımlıdır. Bu alanlar
sellik yapı ve parçaları arasındaki -par- ekonominin varoluş koşullarıdır. Köle e-
çalann yapının varolma koşullannı sağ­ konomisi ile feodal ekonomi son çö-
ladığı, yapının da parçalannın varolma zümlemede siyasal ve dinsel biçimlerin
koşullannı güvence altına aldığı- bir iliş­ belirleyicileri olsalar da, ilkçağın siyasal
kidir. Yapısal nedensellik kavramı Alt- sistemi de -tıpkı dinin ortaçağ Avrupa-
husser'in insancılık karşıtlığının bütünle- sı'nın feodal ekonomisinin varoluş ko-
yici bir parçasıdır. Althusser'in söyle- şulu olması gibi- köle ekonomisinin va-
mekten pek hoşlandığı gibi "maddeci, ... roluş koşuludur. Althusser ekonomik
nereden gelip nereye gittiğini bilmediği altyapıya yapılan Marxçı vurgunun gide-
hareket halindeki trene bakan bir adam rek ortadan tamamen kalkması tehlike-
gibidir." İnsanlar, ne yarattıklan ne de siyle karşı karşıya olunduğı.ına işaret et-
denetleyebildikleri bir sürecin "taşıyıcıla­ mek için toplumun farklı düzeylerinin ya
ndır" yalnızca. da alanlarının "görece özerkFği"ne izin
Bilimci ve insancılık karşıtı Marxçılık verir. Althusser aynca, basit "altyapı üst-
anlayışı sonucu Althusser "Çelişki ve yapıyı belirler" modelini daha da karma-
Aşın-Belirlenme" adlı makalesinde, or- şıklaştıracak, toplumun farklı düzeyleri-
todoks Marxçılığın savunageldiği "Marıı:, nin belirli ölçülerde örtüştükleri ve bun-
Hegel'in idealist dizgesini yadsırken di- ların daha fazla belirlendikleri iddiasında
yalektik yöntemini benimsemiştir" gö- bulunur. Alıhusser'in üstyapıya ekono-
rüşüne açıkça saldırmıştır. Alıhusser'e mik altyapının işleyişinde atfettiği önem
göre dizge ile yöntem arasındaki bu ça- özellikle "devletin ideolojik aygıtlan"
tışkı, Hegcl'in konuyu ele alış tarzıyla da kavr-.ımında görülebilir. Alıhusser kapi-
uyuşmazlığa düşecek olan bir diyalektik- talizm gibi bir sistemin geçen zamana di-
öncesi biçim-içerik aynlığı gerektirecek- renebilmesi için üretim ilişkilerini yeni-
tir. Maddeci diyalektiği tanımlamak, He- den üretmesi gerektiğini savunur. Yeni-
gel'in yöntemini farklı bir nesneye uy- den üretimin önemli bir bölümü siyasi
gulamakla değil, bu yöntemin yapılarıru partileri, din ve eğitim kurumlarını, ai-
dönüştürmekle olur. Althusser, Hegcl ile ley~ kitle iletişim araçlarını, spor, sanat
Marıı:'ın aralanndaki farkı, her iki filozo- ve edebiyat gibi kitle kültürlerini içeren
fun "bütün" kavramını ele alışlarını ör- devletin ideolojik aygıtlannın işleyişi ara-
nekleyerek göstermeye çalışır. Buna göre cılığıyla yapılır. Bütün bu aygıtlar birey-
her ikisinin de toplumu bir bütün olarak leri kapitalist sınıfın tahakkümünü des-
gördüklerini söylemek yanlıJ olmaz; an- t.ekleyen bir dizi düşünce ve değer olan
cak, Hegel'in bir merkez etrafında top- başat ideolojinin tahakkümüne tabi kıla­
lanmış tek parça toplumuna karşılık rak, varolan sistemle bütünleştirir. Alt-
Marıı:'ın birbirine indirgenemez pratik- husser'e göre egemen üretim ilişkilerinin
lerden oluşmuş karmaşık toplumu bir- taşıyıcılan olan insanlann görevlerini be-
birlerinden oldukça farklıdırlar. Alıhus­ nimsemelerini sağlayan bir tür "toplum-
ser, toplumsal bütünün bu karmaşıklığı sal tutkal" olarak hizmet eden ideoloji,
nedeniyle, bireylerin içinden çıkıp gel- gdeceğin sınıfsız toplumlan da içinde
dikleri tarihi anlayamayacaklarını düşün­ olmak üzere her türden toplumun zo-
mektedir. runlu bir özelliğidir.
Görüldüğü üzere Alıhusser insancılık Ortodoks komünistler ile genç Lu-
karşıtlığında geleneksel Marxçılığın mer- lcics gibi Hegclciler'in yanlış yorumla-
kezinde yer alan alt ve üst yapı ilişkisine nndan kurtulma işini "Marx'a dönüş'·
57 amel

sloganıyla yürütmüş olsa da Althusser'in, liyorsan sen de başkalarına öyle davran,.


kendisinin de kabul ettiği gibi, pek çok savsözüne dayanan ahlak kuralı. Birçok
etkilenmeleri yansıtan Maıx okuması da ahlaki ve dini sistemde evrensel olarak
bir "suçlu" okumadır. Althusser özellikle uygulanabilecek temel bir ahlak kuralı
Spinoza ile Freud'a olan minnettarlığını olarak kabul edilen "altın kural'', çağlar
açıkça belirtir; bilim felsefesi görüşlerin­ boyunca farklı biçimlerde dile getirilmiş­
de hocası Bachelard'ın payı ise yadsına­ tir. Bu kumlın us taşıyan eyleyerıler için
maz büyüklüktedir. Ancak, yine de, Alt- zorunlu bir uyarlamasını geliştirme giri-
husser'in tarihsel maddeciliğin yeniden şimine dayanan Kant'ın ahlak felsefesi
kurulmasına temel yapmak üzere Marıı:' bu dilegctirişlerin en önemlilerinden bi-
ın yapıtlannın dikkatle kavramsal çözüm- ridir. Aynca bkz. ödev etiği.
lemesinin yapılmasındaki ısran, Marıı: ile
Hegel'i birbirinden ayıran yöntembilgisel altın orta ~ng. golıltn meaır, Fr. j11ste 111i-
gediği tanıtlaması, örneğin Frankfun 0- Iİelr, Alm. lfJlıltne mitte] Felsefece düşün­
kulu'nun ihmal ettiği bilim felsefesindeki menin tarihinde çoğunluk Aristoteles'le
gelişmelere karşı sergilediği duyarlılığı, o- birlikte anılan, kişinin yaşamında tutması
nun çalışmalarının değerinden bir şey yi- gereken .erdem yolunun bilgece bir öl-
tirmediğini göstermektedir. çülülükten ya da ılımlılıktan geçmesi ge-
Althusser'in diğer önemli yapıdan a- rektiğine vurguda bulunan; insanın tüm
rasında Montesquieu'yü mutlakiyetin ku- yapıp etmelerinde, bütün eylemelerinde
ramcısı ve tarihin ilk siyaset toplumbi- "aşınlık:tan kaçınma" tutumunu bir yol
limcisi olarak yorumladığı Mo11tesq11ie11, la gösterici olarak·yaşam düsturu edinmesi
politiı111e ti l'bistorie (Montesquieu, Siyaset gerektiğinin altını koyultarak çizen ahlak
ve Tarih, 1959); "felsefe kuramsal bir sı­ felsefesi terimi: "ortayokuhık".
nıf mücadelesidir" görüşünü geliştirdiği
Litıitıt et la philosuphie (Lenin ve Felsefe, altkarşıtlılk [İng. s11/mmtrarie!J; Fr. so11s-
1968); kuramsal insancılık karşıtlığını sa- •vntrariitf, Alm. s11bkontriire opposition] bkz.
vunduğu Risponse aJohn LJl/Iİs Qohn Lc- koşulsuz önermeler mantığı.
wis'e Yanıt, 1973); kuramsalcılığından ö-
türü kendine yönelttiği eleştirileri içeren amacı kendinde yatan [İng. endin itse!f,
Eli111ents ıl'allto&ritique (Ôzeleştiri Öğeleri, Fr. jin en soi, bııt en .roi-, Alm. ZJPC&k in .ri&h]
1974); felsefe ve bilim arasındaki ilişkiyi Başka bir şeyin aracısı olarak değil de
ele aldığı Philosophie et philosophie spontil1/le yalnızca kendisi için arzulanarı, amaçla-
ıles Sl1Wltlts (Felsefe ve Bilimadamlannın nan ya da değerli bulunan şey.
Kendiliğinden Felsefesi, 1974) ile özya-
şamöyküsünü anlattJğı, felsefi ve siyasi amel (Ar.) Sözcük arılamı "edim'', "ya-
kariyerine ilişkin önemli düşünceler içe- pıp etme", "iş", "çalışma" olan al/iti, İs­
ren ve ölümünden sonra yayımlanan L' lam felsefesinde günah ya da sevap sayı­
aı'ttlir dun longtemps sHivi de /es faits (Ge- labilecek, bu bağlamda ceza ya da ödül
lecek Uzun Sürer, 1992) sayılabilir. doğuracak her türden bilinçli edim ve
davranışı karşılamak için kullanılmıştır.
altıklık ~ng. subalternation; Fr. s11balımıa­ Böylece al/iti sözcüğiinün arılamı söz
tion; Alm. s11balternation] bkz. koşulsuz edimini de içine alacak biçimde genişle­
önermeler mantığı. miştir. İslam hukukunda (jileh) ameller,
dinin yapılmasını buyurduğu -amel-i stilih-,
altın kural ~ng. lfJlden mle; Fr. rigle ıl'or, yasakladığı -aı11tl-i g'!}r-salih- ve son ola-
Alm. goldeııt rrge~ "Başkalarına sana dav- rak üzerine yargıda bulunmadığı -11111biih-
ranmalannı istediğin biçimde davran'' ya ameller olarak üçe ayrılır. Amellerin de-
da "Sana karşı nasıl davranılmasını bek- ğeri ve göreceği karşılıksa kişiye göre de-
amicus Plato, amicus Socrates••• 58

ğişir. Kelıim okullanna gelince, büyük çilecilik.


günahlardan birini işleyenlerin bile din-
den çıkmayacağını sawnan Mürcie ke- amour de soi/amour-propre (Fr.) Ro-
Limına göre iman amelin önündedir. Bu- usseau'nun ahlak öğretisinde insanın
tut-
na karşı Eş'ari kelıimı amelin imana uy- kularının soykütüğünü çıkarırken iyi tut-
gunluğunu şart koşar. kuların iyiliğinin ve kötü tutkuların kö-
tülüğünün nereden geldiğini açıklamak
an1i=11s Plato, amicus Socrates, sed için kullandığı karşıt kavram ikilisi: "öz-
magis amica veritas (Lat.) Bir filozo- sevgi/kendini beğenme".
fun "doğruluk" karşısında takınması ge- Buna göre a111011r de toi kendi b-dşına
reken tavrı, her türlü durumda "hakikati ahlaki açıdan ne iyi ne de kötü olan, yal-
yeğlemesi" gerektiğini vurgulayan ve A- nızca bizi ayakta tutmak için gerekli ya
ristoteles'e atfedilen sözün Latince dile da zoı-.;nlu olan şeyleri yapmaya yönel-
getirilişi: "Piaton'u severim; Sokrates'i ten tutku v;, arzulardan oluşurken; ilhlo-
de; ama en çok hakikati severim.'' 11r-proprr diğerlerinin bizi farketmesi, bize
hayran kalınası için duyulan arzu ve tut-.
amor fati (Lat.) Latince'de "aşk"; "sev- kulardan oluştuğundan hemen her za-
gi" anlamına gelen amor ile "yazgı''; "ka- man kötülüğe hizmet eder. Başka bir de-
der" anlamındaki /attım'dan türetilmiş yişle doğal, masum ya da kendini koru-
deyim. İnsanın kendi yugısını gönüllü ma içgüdüsüyle sınırlı olan m11011r de toi
olarak kabullenmesi, yazgısını sevmesi y-.ılruzca bizimle, bizi biz yapan genel ge-
anlamına gelen amor fati, Nietzsche'nin reksiı).İmlerimizin giderilmesiyle ilgiliy-
son dönemindeki yazılannda, özellikle ken; doymak nedir bilmeyen amo11r-proprr
de Şet1 Bilim (1882), Zerdiişt (1883-1885) sürekli başkalarıyla yarıştığından, diğerle­
ve Erre Homo'da (1888), yaşamın oldu- rinin haklarını çiğneme pahasına eyledi-
ğuna ve daima olııcağına dair Dionysos- ğinden, bencilliğe ya da kendini beğen­
çu onaylama ya da "küçük şeyler öğreti­ mişliğe varmaya yazgılıdır.
si" olarak yerini alır. Sonuç olarak, Rousseau'ya göre, tüm
Nietzsche'nin bu son dö.neminde ya- ölçülü ve iyi huylu tutkuların ondan çık­
şamı olumlamak, yaşamı haldı çıkarmak tığı, bize başkalarını da sevmeyi öğreten
adına "gerçeklik"e karşı takındığı olum- m11011r de soi bir toplumun varlığını sür-
layıcı tutum, "evet deme" ayrıcalığına sa- dürmesi için vazgeçilmez koşul olan "e-
hip bir filozof, "evet diyen'' biri olma şitlik"e hizmet ederken, tüm insanları
isteğinin dışavurumuydu. Nietzsche en geçilmesi gereken birer rakip gibi gören,
başından beri Sokrates'ten bu yana süre- bizi körleştirip köleleştiren a111011r-proprr
gelen biçimsel usçuluğu yaşama düşman toplumun çürümesini hızlacıQınr.
olduğu gerekçesiyle eleştiriyor; us ve bi-
lişsel soyutlama karşısında duyum, duy- ana erdemler [İng. rardir1al ı'İrt11es; Fr.
gulanım ve duygunun üstünlüğünü sa- rardir1ales vert11ı; Alm. kardit1ab11geııdj İlk­
wnuyordu. Amorfati, hayatın küçük şey­ çağ Yunan felsefesinde, özellikle de Pla-
lerinin bu onaylanışı, onun Sokrates' ten ton'un öğretisinde olmazsa olmaz olarak
başlayarak Schopenhauer'a dek tüm "ha- r
görülen erdemler: bilgelik sophia), yiğit­
yt! diyen felsefeleri" yadsımasının çıkış lik rat1drria), ölçülülük f"tophroSJtle), ada-
noktasını oluşturur. Soyut erdemlere yüz let 0'dikaio.ryr1e).
çevirip küçük şeyleri öven t1H1orfali öğre­ Ana erdemlerin en ayrıntılı açıklama­
tisi, Nietzsche'nin kötümserlikten çileci- larından biri Platon'un Devlet adlı yapı­
liğe, kuramcılıktan edilgen yoksayıcılığa tında yer almaktadır. Devlefte ideal dev-
değin birçok felsefe akımına sırunı dön- letin yöneticiler, askerler ve halk olmak
mesi açısından aa önem taşır. Aynca bkz. üzere üç ayn sınıftan oluşması gerekti-
59 Anakıagoras

ğini öne süren Platon, ideal toplum yapı­ Pıırmenides'te 1111t1f,h gerçekliğin elini
suıın genel bir betimlemesini verirken, kolunu bağlayan fıziksd kuşatdmışlıktu.
belirli işlevlerin ya da ödevlerin toplu- Demokritos'sa, Diogenes Laertios'a gö-
mun ortak iyiliği için çalışan belirli sınıf­ re, "kozmosu oluşturan girdap; burgaç•·
lar tarafından yerine getirilmesi. gerekti- diye görür 1111ngkt'yi. Atomcuların her
ğini ve bu sınıflann sorumluluklannın da türlü ereb."'len (tr&ıltan) annmış, salt fi-
ana erdemlerde temellendiğini· belirtir. ziksel yasaların hükiim sürdüğü mekanik
Dolayısıyla ana enlemler Platon'un bun- zorunluluk düşüncesidir bu. Platon (Ti-
ları ideal devlet yapısında nasd somut- 111nios, 47e-48a), akıl tarafından bir amaç
laştırdığına bakdarak dal1a iyi anlaşdabi­ doğrultusunda şekillendirilmeye, düzene
lir. sokulmaya kaqı direnen fiziksel dünya-
Platon'a göre yöneticilerin kentdev- dalci, doğadaki akddışı öğeye anngkt der.
letin yönetimine ilişkin kararlan almakla A11ag..fıt kozmosun oluşumunda belirli
sorumlu olduklarından "bilgelik" erde- bir pay almışsa da akıl rı/OllS = *t/tfllİOHr­
mine, yani gerçekliği anlamak ve ona iliş­ goi) fiziksel zorunluluğun üstesinden gel-
kin yansız yargdarda bulunmak yetene- miştir. Aristoteles'teyse terim farklı an-
ğine ya da erdemine sahip olmalan gere- lamlar taşımakla birlikte (µıtajizfk, 1015 ·
kir. Kentdevleti iç ve dış düşmanlara kar- a-c) daha çok mantıksal zonınluluk an-
şı koruma görevini üstlendiklerinden as- lamını da banndımn "olduğundan başka
kerlerin de ''yiğitlik" erdemine, tehlike- ı>lamama durumu" için kullanılmıştır.
lere aldırmaksızın düzeni koruma ka- · Bu, mantık diliyle söylendiğinde, "geçerli
rarlılığına gereksinimleri Vllrdır. Kentdev- bir tasımın sonucunun öncüllerinden çık­
letin geri kalan çoğunluğunun, halkın ise ması gerekliliği"dir. Aynca bkz. zorun-
kendi özel çıkarları peşinde koşmak ye- (lu)luk.
rine liderlerini izlemeleri gerektiğinden
"ölçülülük,. erdemine sahip olmalan, ki- anagnoresis (Yun.) İlkçağ Yunan felse-
şisel arzularını daha yüksek amaçlar uğ­ fesinde "birdenbire bilgisizlik durumun-
runa bırakabilmeleri gerekir. Adaletin dan bilgililik durumuna geçme" anla-
kendisi herhangi bir sınıfın özel sorum- mında kullandan terim; "sarsıcı bir ·bll-
luluğunda olmasa da "adalet" ·erdemi luş" ya da "ani bir kavrayış"la bilgiye
toplumun her bir bileşeninin diğerleriyle erme.
karşılıklı uyumlu ilişkisinden doğar. Pla-
ton, tüm sınıflar kendi yükümlülüklerini anaisthesia (Yun.) İlkçağ Yunan felse-
uygun bir şekilde yerine getirdiklerinde fesinde, özellikle de Aristoteles'te, du-
ve diğer sınıfların işlevlerini ele geçir- yumsama yeteneği körrlmiş ya da duyar-
meye çalışmadıklarında kentdevleıin ger- lılığını yitirmiş olma durumunu nitele-
çek adalet olan "uyum"u (barmoma) gös- mek için kullanılan terim: "duyarsızlık".
tererek bir bütün olarak düzgün işleye­
ceğini saYunur. Ortaçağ felsefesinde ana Anaksagoras (M.Ö. 500-428) Sokratr.s
erdemlere üç tannbilimsel erdem; "i- öncesi doğa felsefesi döneminin önde
nan", "umut" ve "yardımseverlik" ek- gelen adlarından biri olan Eski Yunanlı
lenmiştir. Aynca bkz. aretc; erdem fdozof. Anaksagoras evrenbilgisi kura-
mına temel olarak A!lalr.simenes'in evren
anagke (Yun.) "Zorunluluk". Sokrates tasanmını almışur. Bu yüzden kimi fel-
öncesi felsefede kullanınu çeşitlilik gös- sefe tarihçileri ~ağdaşı Heiakleitos'un ya-
termekle birlikte, terim ilkçağ Yunan fi- nısıra sonradan Atina'ya geçerek tanrıta­
loroflannca genellikle "bağlayıcı doğal nımazlıktan sürülene kadar yaşamını ora-
şiddet" ya da "zorlayıcı fiziksel güç" an- da sürdüren Anaksagoras'ı da İyonya Fi-
lamında kullanılmışur. zikçileri'nden biri olarak gö,sterir. Ancak
Anaksimandros 60

İyonya Okulu'nun bir "maddi neden" in arlehe'si çoklukta birlik arayışının bir
olarak *ar/ehe arayışını yeterli bulmayan sonucu olarak her şeyin yapıtaşı olarak
Anaksago.ras, doğaya mekanik bir zorun- gördüğü "su"dur. Anaksimandros ise ni-
luluğun egemen olduğunu; yeryüzündeki telik bakımından belirli, nicelik bakımın­
bütün varlıklann, bütün bu "oluş"un tek dan sınırlı bir madde olarak gördüğü su-
nedeninin zorunluluğa dayalı bir düze- yun yerine sonsuzluğu, sınırsızlığı vurgu-
nek C'atomlann devinim alanı'') oldu- layan ve algılanamaz olan başsız sonsuz
ğunu öne süren Demokritos'un atomcu *aptiro,,'u koyarak Thales'in ar/ehe anlayı­
öğretisine karşı Elea Okulu filozoflannın Şllll köklü bir biçimde değiştirmiştir.
"oluş" üzerine; nesnder dünyasının ol:ı­ Anaksimandros'un aptiroN'dan yola çıka­
şumu, "değişim" ve "nesnderin çoklu- rak oluşturduğu sonsuz evren tasanmı­
ğu'' üzerine ortaya attığı sorulara "erek- nırı merkezinde-, o dönemki genel kanı­
bilgisd" bir düşünce tarzıyla yanıt ara- nın aksine hiçbir şeyden destek almadan
mıştır. Bilindiği üzere Parmenides'in kur- duran dünya bastk bir silindir biçiminde
duğu Elea Okulu'nun doğa fdsefesinde ve devinimsizdir. Bir dünya haritası da
zaman ve uzamda değişmeyen, türdeş o- çizdiği söylenen Anaksirnandros'un ilk
lan saltık varlığı kavramanın tek yolu kez ortaya koyduğu bu son derece diz-
"düşünme"dir. Panncnides'in açtığı yol- geli evren tasarımı kendinden sonra ge-
dan ilerleyen Anaksagoras da sözcük an- len fılozoflan ve gökbilimcileri oldukça
lamı "zihin" olan No11.r'u evreni yöneten/ etkilemiştir. Ayrıca bk:z. ilkçağ felsefe-
düzenleyen ilke olarak felsefesinin temel si; Milet Okulu.
kavramı haline getirmiş; onu bütün her
şeyden ayn tutarak, her şey hakkında her Anaksimencs (M.Ô. Vl. yüzyıl) Sokra-
bilgiye ve sonsuz bir gÜce sahip olan en tes öncesi doğa felsefesi döneminde
iyi ve en arı şey (Parmenides'in Varlık'ı) Thales ve Anak:simandros ile birlikte fd-
olarak tasarlamıştır. Ancak Varlık'ı "Bir" sefenin doğuşunu muştulayan Miletliler
olarak gören Parmenides'in "tekçi" öğ­ olarak bilinen "Eski Yunan'ın ilk filo-
retisinden aynlan Anaksagoras, No11lu di- zoflan"ndan biri. .Milet Okulu'nun ü-
ğer şeyleri humanlayıp onları başka baş­ çüncii ve son üyesi olan Anaksirnenes,
ka varlıklara ayıran, onlann yönünü çi- Anaksimandros'un öğrencisidir. Thales
zen, böylelikle de evreni çekip çeviren ve Anaksimandros'u izleyerek oluştur­
ilke olarak tanımlarken "çokçu" bir dün- duğu evrenbilgisi kuramında *ar/ehe ola-
ya görüşünden hareket eder. Ayrıca bkz. rak her yeri dolduran "hava"yı ('"att}
ilkçağ fdscfesi; İyonya Okulu. seçmiş ve bu iki öncelinden farklı bir
biçimde birlikten çokluğa; "tek olan'·dan
Anaksimandros (M.Ô. ykl. 610-546) "çok olan"a geçiş siirecine odaklanarak
Sokratcs öncesi doğa felsefesi dönemin- içindeki her şeyin havanın sıkışıp gen-
de Thales ve Anaksirnenes ile birlikte leşmesiyle oluştuğu bir evren tasarlamış­
.Miletliler olarak bilinen "Eski Yunan'ın tır. Buna göre sonsuz bir devinim içinde
ilk filozofları"ndan biri. Ussal ve doğal olan aelin en yoğun (aynı zamanda en
açıklama yordamıyla fdsefeyi başlatan soğuk) halleri toprak gibi katı maddeler
Thales'in çok genci hatlanyla çerçevesini iken en seyrek (ve en sıcak) hali ateştir.
çizdiği felsefece. düşünce kalıtını devra- Anaksimenes'in ortaya koyduğu yoğun­
lan Anaksirnandros, kendisinden sonra laşma ve seyrelmeye dayalı bu evren ta-
gden Milet Okulu'nun son üyesi Anak- sarımı ile maddenin halleri arasında yap-
simenes'in de hocasıdır. Thales'in bir ilk tığı niceliksel ·dynm, özellikle kendisiyle
olarak ortaya koyduğu şey, her şeyin on- birlikte İyonya Fizikçileri arasında göste-
dan türediği öncesiz sonrasız bir "ilk rilen Herakleitos ve Anaksagoras eliyle
madde" olarak *ar/ehe arayışıdır. Thales' sonraki kuşaklara taşınarak Batı düşünce
61 analogon rationis

geleneğini derinden etkilemiştir. Aynca Analitik ile sentetik önermeler ar.ı­


bkz. ilkçağ felsefesi; Milet Okulu. sındaki ayrımın nasıl yapılacağının göste-
rilmesi, Kant'ın Wolffçu felsefe okuluna
analepsis (Yun.) [İng. jlashbacle] "Geriye yönelttiği eleştiriyle olgunlaşarak onun
alma"; "geriye dönme"; "geçmişe dön- kuramsal çalışmalarında merkezi bir yer
me"; "gerilere dönmek" anlamındaki bu tutar. Kant'a göre Wolffçu felsefeciler,
Yunanca terim, sonralan birçok düşünür tüm önermeleri sanki analitikmiş gibi ele
tarafından kullanılmış; sinema kuramın­ alırlar. Oysa analitik önermeler, önerme
da da "geri dönüş" adıyla kendine yer türlerinden yalnızca bir tanesidir. Yükle-
bulmuştur. min öznede yindendiği analitik önerme-
ler, anlamı genişletmeden yalnızca açık­
analgesia (Yun.) İlkçağ Yunan fdsefe- layıcı bir nitelikte bulunurlarken, sentetik
sinde, özellikle de Aristoteles'te, olan bi- önermeler her zaman yeni bir şeyler ile-
teni anlayıp da anlamazlıktan gelme ya tirler. Kant'ın analitik/ sentetik ayrımı, ö-
da hiçbir şeye aldırış etmeme anlamında nermelerin içeriği ya da kapsamı üzerin-
kullanılan terim: "adamsendecilik"; "ne- de yoğunlaşmaktadır. Bu bakımdan, sen-
melazımcılık"; "vurdumduymazlık". tetik önermelerin kaynaklan konusunda
XIX. yüzyıl boyunca çeşitli anlayışlar or-
analitik felsefe bkz. çözümleyici fel- taya çıkmıştır. Ancak Frege Aritmetiğin
sefe. Temelleri (1884) adlı yapıtında sorunu içe-
rik bakımından değil de "önermelerin
analitik/sentetik (ayrımı)~ng. anafy&/ gerekçelendirilmesi" bakımından ele ala-
ıynıhetic (diıtinclion);Fr. (distindion) ana!Jti- rak köklü bir değişikliğe yol açmıştır. Bu
IJHe/ .rynıhiliq11e; Alm. anafylirdı/ ıynıhttirdı gelişme, Kant'ın aşkınsal mantık anlayı­
(11nıerrcheidH11gJ] ·Önermelerin doğrulukla- · şının yadsınması sonucunu doğurmuş­
orun gösterilmesi için kanıta gereksinim tur. Ne var ki, Kant'ın analitik/ sentetik
duyup duymadıklarına yönelik yapılan ayrımının, onun deştirel felsefesinin bir
ayrımda kullanılan kavram ikilisi. Günü- varsayımı olmaktan çok, Wolffçu okula
müz felsefe anlayışlarında "analitik" kav- getirdiği. eleştirinin bir uzantısı olarak
ramı genellikle, doğrulukları ancak bi- görülmesi gerektiğini anımsamak bizi
çimleri aracılığıyla ya da kendilerini oluş­ Kant'ın "gerçek" felsefesi üzerine daha
turan terimlerin anlamlan aracılığıyla bi- anlamlı düşüncelere yöneltecektir. Ayn-
linebilen önermelere uygulanır. Ôzne- ca bkz. Kant, Immanue_I.
yüklem ikilisinden oluşan bir yargıda ya
da önermede özne yüklemi "içeriyorsa" analogia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
bu yargı ya da önerme analitik sayılır. sinde "benzetme" ya da "andırma" an-
Sentetik yargılarda ise yüklem, özne için- lamında kullanılan terim. Bir şeyi bir öl-
de tanımlanmadan, mantık kurallarıyla u- .çüde kendisine benzeyen başka bir şeyle
yumu yitirmeden, özneyle ilişkiye girerek karşılaştırarak açıklama; "oranlama" ya
anlam kazanır. Örneğin, "Tüm cisimler da "orantı".
yer kaplar." önermesi analitik iken "Bazı
cisimler ağırdır." önermesi sentetiktir. A- analogia entis (Lat) Ortaçağ felsefesin-
nalitik/ sentetik ayrımını bugünkü otur- de "varlık benzeşimi" ya da "varlığın
muş anlamıyla ilk kez dillendiren Kant'ın andınşı" anlamında kullanılan Latince
konuyu bu biçimde ortaya sermesindeki terim; genellikle Kutsal Kitap kaynaklı
temel amaç, analitik yargıların yüklemle- "varlık ömeksemeleri".
rinin daha baştan özneyle düşünülmüş
olduğunu göstermek istemesinde yat- analogon rationis (Lat) Sözcük anlamı
maktadır. "akıl benzeri" olan atıalogon ratiorm,
analysis 62

}ı..'VIJ. yüzyıl
Usçu filozofu Leibniz tara- edilen bu duruma geçiş dönemini r~ da
fından hayvanlara özgü olan en düşük yöntemini şiddet kullanmaya dayandır­
bilinç düzeyini nitelemek için kullanıl­ dıklarını da unutmamak gerekir. Ancak
mıştır. bu anarşi döneminin bir özelliği değil,
bu döneme geçişin bir yöntemi olarak
ana/ysis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesin- algılanmalıdır.
de bileşik olaru "ayrıştırma'' ya da "yeni- Kendini anarşist olarak tanımlayan
den ayırma"; ayıklama, çözme, sökme ya ilk dÜşünür olan Pierre-Joseph Proud-
da parçalama anlamında kullanılan terim: hon (1809-1865), anarşiyi bir efendi ya
*çözümleme. da bir hükümdarın olmadığı geleceğin
toplumsal düzeni olarak tanımlamakta­
anamnesis bkz. anımsama. dır. Bu tanımda Proudhon, iktidar ve
yetkeyi toplumsal düzenin sağlayıcısı ya
anaphora (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe- da koruyucusu olmaktan çok düşmanı
sinde, özellikle de Aristoteles'te, ilişki­ olarak reddeder ve anarşi yanlılarına yö-
lendirmek ya da ilintilendirmek anlamın­ neltilen toplum ve düzen karşıtı olma
da kullanılan terim: "ilgi kunna". Gü- suçlamalarını gerisin geriye anarşi kar-
nümüz dilbiliminde "yinelem"e karşılık şıtlarına yönlendirir. Bu yolla, karalanan
gelir. ve hor görülen terimi arındırıp hak ettiği
yere yerleştirmeyi amaçlar.
anaplerosis (Yun.) İlkçağ Yunan felse- Tarihsel olarak anarşi ve anarşizm çe-
fesinde, özellikle Empedokles'in hazzın şitli yanlış anlamaların esiri olmuştur. O-
kökenini ve doğasını açıklarken kullan- nu daha çok yoksayıcılık ve yıkıcılıkla
dığı, gereksinilen şeyi yerine koyarak kar- özdeş gönne eğilimi anarşiim tartışma­
şılamak ya da doyurmak anlamına gelen larının çerçevesini oluşturagelmiştir. Oy-
terim: "bir şeyin tamamlanması" ya da sa ki bütün yeniden yapılandırma tasarı­
"boşluğun doldurulması". Aynca bkz. larına yaptıkları keskin eleştirilere karşın,
kenosis. anarşistlerde yıkıcılık kurucu tek öğe ola-
rak görülmemiş, her zaman yeni bir dü-
anarşi [İng. anarrl!J; Fr. aııarrhie; Alm. zenin kurulması ya da kurulac;ığı öngö-
mıarchit] Yunanca'da "yönetimi olma- rülmüştür. Anarşiye giden yolda anar- ·
yan", "yönetimsiz" anlamına gelen aJ/ar- şistlerin her zaman şiddet eğilimleri ol-
lehoı sözcüğünden türetilmiş terim. Yay- muştur; ancak, anarşist öğretinin temel.
gın olarak iktidar ya da erk tanımazlık dayanağı şiddet eğilimi değil yeni, ikti-
· olarak bilinen, kimileyin bilinçli olarak darsız ve ahlaklı özyönetime dayanan bir
olumsuz anlamlar yüklenen "anarşi" te- toplumsal düzen özlemi olmuştur ve
rimi, gerçekte geniş anlamıyla düzenin olacaktır da. Ayrıca bkz. kaos; anar-
sürclüriilmesi için yönetimin ya da yöne- şizm
tici bir iktidarın, bir "baş"ın gereksiz ol-
duğunu vurgular. Bu bakımdan "anarşi" anarşizm [İng'. anarrhimr, Fr. anarchirme;
olumsuz bir yaklaşımdan çok olumlu bir Alm. anarrhism11s] En temcide devletin ya
toplumsal talebe karşılık. gelmektedir. da iktidarın olmadığı bir toplum düzeni-
Başka türlü söylendikte, topyekün bir nin kurulmasını amaçlayan dünya görü-
karmaşa durumundan çok herhangi bir şüne verilen ad; "insanın özgürleşmesi"
kişi ya da kurumun ötekiler üzerinde ta- nin yolunu tıkayan, insanların üzerinde
hakküm ünün ortadan kalktığı, iktidar i- tahakküm kurarak onlann yaşam alanla-
lişkilerinin dışlandığı ya da ötelendiği bir rını belirlemeye soyunan her türden ku-
toplumsal düzene karşılık gelmektedir. rumun kökünün kurutulması gerektiğini
Yine de kimi anarşist düşünürlerin sözü savunan toplum ve siyaset felsefesi öğ-
63 anarşizm

retisi. Düşünsel kökenleri daha eskilerde namayacak, hatta yapıp ettiklerinin doğ­
bulunabilse de (genelde köklerinin ilkçağ ruluğunu değerlendiremeyecek duruma
Yunan felsefesine, Kinikler ve Stmmlara gelecek olmasıdır. Bu nedenle anarşist
dek uzandığı söylenir) anarşist öğreti bir görüşlerin tamamında öyle ya da böyle
kuram olarak asıl biçimini XVIII. yüzyıl devletin ortadan kaldırılması tasıınsının
sonu ile XIX. yüzyıl başlannda almıştır. izlerini bulmıık olanaklıdır.
Anarşist öğ(etinin dayandığı belli başlı Bu tasarının ilk izlerini anarşist gele-
temellendirilmiş ilkeler şöyle s~ılanabi­ neğin erken dönem düşünürlerinden ve
lir: (i) İnsanların devletin ya da iktidarın öncülerinden Wılliam Godwin'in (1756-
yönlendirmelerine, sınırlamalarına uyma- 1836) yapıtlarında bulmak olanaklıdır.
ları için hiçbir zorunluluk yoktur. (ıi) Bu Godwin'e göre devletin varlığı mülkiye-
nedenle devlet ve iktidar ortadan kaldı­ tin varolan yönetimini ve paylaşımını in-
nlmalıdır. (iiı) İktidarsız (erksiz), devlet- sanların toplam mutluluğunu gözardı e-
siz (hükümetsiz) bir toplumsal düzen o- derek haksız bölüşüme neden olacak bi-
lanaklıdır ve bu düzene ulaşmak -insa- çimde güvence altına almaktadır. Elbette
nın "gerçek doğası" düşünüldüğünde­ bu yaklaşım insanların genci mutluluğu­
istenmelidir. (iv) İktidar, devlet, özel mül- nu gözetmesinden ötürü bir balama ya-
kiyet insanın özgürlüğünün önündeki en rarcı bir yaklaşımdır. Devletin olanaklı
önemli engellerdir. mutluluğun ya da refahın eşit bölüştü­
Tarihsel olarak 'anarşist yaklaşımlar rülmesini engellediği, eşit paylaşımın ö-
birçok yönelim göstermiş olsalar da hep- nüne geçtiği ve her şeyden önemlisi de
sinin birden üzerinde uzlaşmaya vardığı insanların kendilerine yabanalaşmalanna
ilkeler olmuştur. Sözgelimi, tüm anarşist yol açtığı ileri sürülmektedir. Öte y,andan
öğretiler devletin ve iktidarın olumsuz Godwin'in devletin ortadan kaldırılma­
etkilerine vurguyu öne almışlardır. Ayn- sına ilişkin düşüncelerinde mükemmelli-
ca özlem duyulan anarşist toplum düze- yetçi bir tutum olduğu da dile getirilme-
ninin koşullanndan birinin de özdene- lidir. Godwin'e göre, mükemmel bir ki-
tinıe vurgu yapan bir tür ahlakçılık oldu- şiliğe evrilebilecek olan insan doğası dev-
ğu da söylenmelidir. Bir başka önemli letin engelleyici ve ket vurucu niteliği ne-
ortaklık da özel mülkiyetin ortadan· kal- deniyle kendini gerçekleştirememektedir.
dınlması gerekliliğinde kendisini göste- Benzer bir mükemmelliyetçilik anlayışı
rir. Ne var ki burada ortaya çıkan sorun ya da arayışı bütün anarşist gelenekte iz-
iiretirnin nasıl paylaşılacağı olmuştur ve leri sürülebilecek bir izlektir. Bakunin,
anarşist öğretileri birbirinden ayıran da Kropotkin ve öteki anarşistler de biricik
bu soruna yaklaşımlan olagelmiştir. Gü- olan insan doğasının ilerletilmesi ve ken-
nümüzde ise anarşist öğretiler yukarıda dini gerçekleştirmesine izin verilmesi ge-
sayılan ilkelerin savunulmasına ~ olarak rektiğini savunmuşlardır. Ne var ki dev-
sermayenin vatansızlaşması, küreselleş­ let bütün aygıtlarıyla bun.un önündeki en
me gibi konulan da tartışmalannın oda- büyük engeldir.
ğına alarak varlıklarını, dolayısıyla da ey- Devletin olumsuzluklanııın scrimlen-
lemlerini sürdürmektedirler. mcsine koşut olarak anarşist tasan, dev-
Felsefi anarşizmin bildik başlangıç letsiz bir toplumsal düzenin istenebilir
noktası devletin ya da iktidarın dayattığı ve olanaklı bir toplumsal düzen olduğu­
herhangi bir kural ya da yasaya bireylerin nun temellendirilmesine yönelir. Anar-
uymaları için geçerli hiçbir gerekçe ol- şist düşünürler devlete ve iktidara karşı
madığı düşi,incesidir. Bu savın temellen- -yöntemsel olarak ayn ayn da olsa- ide-
dirilmesinde kullamlan akılyürütme ise olojik olarak ortak bir duruş benimsemiş
böylesi kurallan ya da yasaları kabul e- olmalarına karşın, devletsiz toplum tasa-
den kişinin kendi yargıyeteneğini kulla- nlannda birbirlerinden aynlmışlardır. Söz-
amqizm 64

gelimi Kropotkin karşılıklı dayanışma ve Anarşist öğretilerin varolan toplum-


yardımlaşmaya dayanan bir düzen salık sal düzene eleştirileri ile salık veıdikleri
verirken, Stirner insanların davranışları­ toplumsal örgütlenme modeli arasında
nın sınırlarını kişisel güçlerinin belirleye- anarşist öğretinin önemli tamşma konu-
ceği bireyler" topluluğunu önermiştir. Bu larından biri olan "geçiş" sorunsalı bu-
ayrımdan da anlaşılabileceği gibi anarşist lunmaktadır. Erken dönem sayılabilecek
ya da anarşist sayılabilecek örgütlenme- XIX yüzyıl anarşistleri, özellikle de Ba-
lerin önemli sorunsallarından birini ikti- kunin'in önderliğinde olanlar Marxçı par-
darın nasıl paylaşılacağı konusu oluştu­ tici örgütlenme biçimine dayatmao ve
rur. Bir başka sorunsal ise üretilenlerin iktidara dayalı bir model olması nede-
paylaşımının nasıl düzenleneceğine iliş­ niyle karşı çıkmışlardır. Godwin gibi a-
kindir. Her ne kadar mülkiyeti olumla- narşistler geçiş süreci için şiddet karşıtı,
yan kimi bireyci ve anarşist sayılabilecek ussal bir aydınlanmayı savunurken; Tols-
yaklaşımlar varsa da klasik anlamıyla a- toy gibileri dinsel bir yeniden uyanışı ö-
narşizm özel mülkiyeti reddeder. Belir- nermişler; Bakunin ve Kropotkin'in izin-
gin ve başat yaklaşım Kropotkin'in or- den gidenlerse bilime dayanan bir uz-
taya attığı ve gereksinime göre pay al- laşmayı salık vermişlerdir. Bu sonuncular
maya dayanan komünist anaı:şizm yakla- aynca devrimci eylemle koşutluk içinde
şımı olmuştur. Ancak ondan önce Pro- sözü edilen uzlaşımın ilerlemesi gerekti-
udhon oldukça ses getiren başka bir ğini ileri sürmüşlerdir. Bu ayrımlara kar-
paylaşım modeli savunmuştur. Proudhon' şın hemen hepsi, anarşist devrimin ikti-
un modeline göre gereksinimden çok ü- dar odağına dönüşebilecek herhangi bir
retim sürecinde ne kadar ve nasıl yer a- önderliği banndırmayan aşağıdan yukarı
lındığı önemlidir. "Her bir kişi elinden doğru bir eylem olarak gerçekleştirilmesi
geldiğince ve yetenekleri elverdiğince ü- gerektiğinde birleşmişlerdir. Anarşizmin
retime katkıda bulunur ve katkısı kadar doğrudan şiddet ile ilişkilendirilmesi de
da pay alır." haksız ve yanlış
bir yargıdır. Bakunin gi-
Gerek paylaşım sorunlarının aşılması bi anarşist düşünürlerin varolan düzenin
gerekse iktidarsız ve devletsiz bir düze- evrilmesi için şiddete olur verdikleri
nin varolana yeğlenebilir olması, sırada doğru olsa da bu eğilim. bireysel seçim
bekleyen önemli bir sorunu daha anar- ve ahlaksal sınırlamalara dayanan anarşist
şist düşünürlerin önüne koymuştur. A- ilkelerle tam olarak örtüşmez.
narşistlerin gözünde daha önceden va- XX. yüzyılda il. Dünya Savaşı'nın ar-
rolan "düzenleyici" ve "bir arada tutu- dından anarşizm gerek kuramsal bağlam­
cu" güç olarak devletin asli işlevlerinin da gerekse eylem bazında 1960'lar ile
-devlet yıkıldığında- nasıl yerine getirile- 1970'lere dek oldukça suskun k;ıldı. füı
ceği sorunsalı yanıt bekleyen önemli bir yıllarda gerçekleşen geniş çaplı öğTenci
soru olagelmiştir. Bu soruna verilen ya- hareketleriyle birlikte bir siyasal güç ola-
nıtların başında özel mülkiyetin olmadığı rak anarşizm yeniden gündeme gddi ve
bir toplumsal örgütlenmede suç oranının dönemin solcu düşünürleri klasik anar-
da doğrudan düşeceği olmuştur. Aynca şist öğretinin temel savlarını yeniden de
suçla savaşım için birtakım örgütlenme alarak "yeni" bir anarşizm savunusu ge-
aygıtlan da önerilmiştir. Doğal dayanış­ liştirmeye koyuldular. Bu çabalaon en
ma dürtüsünün işlevselleştirilmesi ile do- belirgin özelliği hemen hepsinin de ya
ğa ve toplum bilimlerinden yararlanıla­ dönemin gözde felsefe akımı varoluşçu­
rak ortaya çıkarılacak ahlaksal sınırlama­ luğun etkisi altında olmalan ya da Yeni
ların iyice anlaşılmasının yaygınlaştırıl­ Sol'un vazgeçilmezlerinden olan "du-
ması bu sorunun aşılması için önerilen rumcu eıik"in devrimci gizilgücünü öne
yollardan yalnızca birkaçıdır. çıkarmalarıdır. Gclgelelim XX. yüzyılın
65 anımsama (anamnesis)

son çeyreği de göz önüne alındığında üç yola çıkarak anarşizm ile postmoderniz-
ana düşünce çizgisinin anarşist öğretiyle min yakınlıklarına odaklanmaktadır. Bu
yakın bağlar kurduğu, anarşizmin temel alanın önemli adlarından Todd May ol-
savlarını kendi düşüncelerine başlangıç dukça ses getiren yapıtı Posl:Japısala A-
noktası yaptıkları görülmektedir: femi- narfİz.lllİn S!Jaseı Felsejen'nde (1994), özel-
nizm (ftminist anarfiz.m); ekoloji (ekolojik lilde Foucault'nun bir kazıbilimci gibi "ik-
anarşizm); postmodernizm rpost:Japunla a- tidar", "devlet", "yetke" türünden kav-
11arfiz.m). rdmları çözüştürmek adına egemen de-
Öncülüğünü E;mmıı Goldman'ın (1869- ğer dizgelerinin ııltını oyduğu soykütük-
1940) yapuğı feminist anarşizm, devletin çü yaklaşımını temel alarak post-yapısalcı
her yönüyle ataerkilliğin tipik bir kuru- bir anarşizm kuramı geliştirmiştir. May'
mu, erkek-egemen dünyanın belirgin bir in temel savı merkezsiz, her yerde bulu-
dışavurumu olduğunu savunur. Kadınla­ nan, üretici bir erk ya da iktidar an-
nn kendilerine özgü doğalanyla, kadınlık layıştnı savunan post-yapısalcı siyaset fel-
içgüdüleriyle dünyada hüküm süren ada- sefesinin doğası gereği "anarşist" öğeler
letsizliği sonlandırabileceğini; her türden içerdiği yönündedir. Aynca bkz. Baku-
yetkeye başkaldırabilecek anarşist gizil- nin, Mihail; Godwin, William; Kıo­
gücün kadınlarda doğuştan bulunduğu­ potkin, Peter; Proudhon, Pierre-Jose-
nu öne sürer. ph; Stirner, Max; Tolstoy, Lev; Win-
Günümüzde başlıca savunucusu Mur- stanley, Gerard; Rus felsefesi; Rus
my Bookdıin (1921) olan ekolojik anar- yoksayıcılığı; yoksayıcılık.
şizm, anarşizmin ülküleriyle çevrecilerin
amaçlannı birbirleriyle örtüştürmeye ça- andreia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
lışarak alternatif bir teknolojiyi savunur. sinde, özellikle Platon'dan itibaren *ana
Bookchin Kıtltlt. Sonmsı A11arfİZ!", Ekolo- erdeılfkrden biri: "yiğitlik". Platon'a göre
jik Topluma Doğm ile Ôr.giirliiğiin Ekolojisi yiğit (andreios) olma ya da yiğitlik erdemi
başlıklı yapıtlarında, devletin ürettiği po- en iyi örneğini "ideal devlet" teki asker-
litikalarla doğayı denetim aluna alınması lerde ya da koruyucularda bulur.
gereken bir güç olarak gören anlayışı kış­
kırtuğını; doğal dünyayı insanlar tardfın­ ~oSt (Alm.) Heidegger felsefesinde ö-
Jan feı11e<lilmeyi bekleyen bir nesneye nemli bir yeri olan A11gst, "içdaralması"
dönüştürdüğünü öne sürer. Bookchin'e anlamına gelmektedir ve felsefe diline
göre, çevrenin ya da doğal yaşamın yı­ Kierkegaard tarafından sokulmuştur. Hei-
kımıyla sonuçlanan _bu süreci durduracak degger felsefesinde dünyanın. olağan, alı­
tek toplum modeli, aynı zamanda anar- şılmış kavranılışından sıyrılarak, yokluk/
şist bir toplum da olabilecek, "ekolojik hiçlik karşısında bir içdaralması yaşan­
toplum"dur. Bookchin'in görüşlerinin ması ve bunun sonucu olıırak da insanın
kökenine inildiğinde, bunların Kropot- kendi varoluşunu kurması anlamında ele
kin'in merkezsizleştirilmiş bir sanayiden, alınmışur. Başka türlü söylendikte, insa-
kent ile ktr yaşamının uyumlu hale geti- nın verili olanların öyle olmasının zo-
rilmesinden,, _çalışma ve eğitimin bütün- runlu olmadığının, baŞka türlü de olabi-
leştirilmesinden söz açtığı Tarialar, Fab- leceğinin ayırdına vardığı "zihin duru-
rikalar ve İflileler adlı yapıtındaki düşün­ mu"dur. Aynca bkz. içdaralması.
celerin oldukça geliştirilmiş bir biçimi ol-
duğu görülmektedir. anımsama (anamnesis) [İng. rr•olkctı~
Postmodernist ya da post-yapısalcı on, remi11isana; Fr. rrmiııisrmçe-, Alın. anam-
anarşizm ise Foucault, Deleuze ve Lyo- 11esis-, es. t. 11im-tahatliifı Bilginin, daha ön-
tard gibi düşünürlerin metinlerindeki ör- ceden bilinen bir şeyi yeniden anımsa­
tük ama bütünlüklü siyaset kuramından maktan geçtiğini savunan Platon'un bil-
anima 66

gikuramının çekirdek kavramı. anisotes (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-


Platon'un Pythagorasçı yeniden do- sinde, özellikle de Aristoteles'te, eşitliğe
ğuş öğretisini olurlaması, nasıl olup da sığmama ya da aykın olma (aııisos) du-
insanın önceden biçimlenmiş değişmez nımunu nitelemek için kullanılan terim:
gerçeklikleri, genci kavramları (İdealar) "paydaşlığı kollamama"; "eşitsizlik".
bilebildiği türünden önemli bir bilgiku-
ramsal sorunu çözmesine olanak sağla­ anJak (zeki) ~ng. iııtelligm.-e; Fr. iııtelli­
mıştır. Ruhun ölümsüzlüğü (!palitıgeııesis) geııı·r, Alın. ıiııelligeıız;
Lat. i11telligmitia] En
düşüncesini tanıması, bilginin gerçek kay- genel anlamıyla pratik ve kuramsal so-
nağı olan İdeaların ayn bir dünyaya ta- runlar üzerine esnek ve etkin biçimde
şınmasına araalık etmiştir. Ruh ölümsüz düşünme, bunları kavrayıp yarı:,>tlama ye-
olduğundan ve birçok kez yeryüzüne in- tisi. İnsanın bu yetisinin verimliliği so-
diğinden dolayı bu dünyada ve öbür rundan soruna, konudan konuya değişti­
dünyada (Hades) bulunan her şeyi gör- ğinden, anlak kendisini, gerçek anlamıy­
müştür. Buna göre mh bir bedene gir- la, ulaştığımız mantıksal, kuramsal, pra-
mezden önce daha önceki varlığında İ­ tik, matematiksel ve dilsel ·sonuçlarda or-
dealar Dünyası'yla tanışmıştır. İşte tam taya koyabilir.
da bu noktada anımsama (ana11111eıis) dev- Kant'a göre anlak bir duyu yetisi de-
reye girer: Her türlü deneyden bağunsız ğil, yalnızca verili duyuları bir deneyJe
genel kavramlann bilgisine, ancak ruhta ilişkilendirme yetisidir. Kant'ın bu yoru-
baştan beri verili olan bilginin anımsan­ muna göre anlak kategoriler aracılığıyla
ması yoluyla ulaşılır. Platon'un ruhta bi- duyurrılan dizgeleştiren ve düzenleyen ye-
linçsiz bir halde bulunan *tloğNşfan tlii/iin- tidir. Kant'tan sonraki felsefeciler de an-
.-ekr'in olduğu görüşü, bilginin apriori ni- lağı -genelde Kant'ın yorumundan h>ırc­
teliğini öne çıkarır. Platon bilginin bu ni- ket ederek- kavrama, genelleştirme, bir-
teliğini özellikle Mrııo11 ve Phaido11 diya- leştirme, eleştirme, soyutlama, çözürrıle­
loglarında vu,rgulayıp tartışır. Me11011 diya- me, kavram oluşturma, yargılama ve so-
logunda (80e-86c) Sokrates, eğitimsiz, hiç nuç çıkarma gibi bilmeye yönelik bütün
matematik bilmeyen bir köleye yol gös- zihinsel işlevleri gerçekleştiren yeti diye
terip bir geometri problemini çözdüre- tarumlaıruşlardır. Aynca bkz. anlık.
rek, bilinme~en bir şeyin bilgisine nasıl
olup da uslarrılama yoluyla ulaştığımızı anJam ~ng. 11ıemıi11g, se11se, sigııijiralioıı; Fr.
tanıtlar. Pbaitlo11 diyalogundaysa CJ2e-77a) se1ıs, sigııijicatio11; Alın.
bede111H11g, si1111; es. t.
ruhun önq:den varoluşu ile bunun İdea 111a'11a, maııdl Dilsel anlatırrılann taşıdığı
öğretisiyle sıkı ilişkisi üzerine bir akılyü­ içerik. Ancak, dilin neliği, dilin ne oldu-
rütmede bulunur. Tüm bunlar anımsama ğu sornsıına verilen y:ırutın ışığında söz
(aııa11111esis) düşüncesinin Platon'un felse- konusu içeriğin neye karşılık geldiği so-
fesinde ne denli vazgeçilmez bir rol üst- rusuna verilen yanıt dikkate alındığında
lendiğini açıkça göstermektedir. Aynca dört farklı anlam kuraırundan söz edi-
bkz. Platon; ~ara benzetmesi. lebilir.
Dili zihnimizdekileri dışavurmarun a-
anima (Lat.) Hem insanlarda hem de f'dO olarak gören zfhi11.-i kuram sözcüğü
hayvanlarda yaşam kaynağı olarak bulu- merkeze alır ve anlamın sözcükler söz
nan "ruh" için kullanılan Latince terim. konusu olduğunda "ide", tümce söz ko-
Yine Latince olan ani111a 111N11Ji ise "dün- nusu olduğundaysa "düşünce" olduğunu
ya ruhu"na karşılık gelir. Aynca bkz. ileri sürür. Özellikle XVII. yüzyılda bil-
ruh, psykhe. ginin kaynağı sorunu çerçevesinde John
Locke tarafından aynnulı bir biçimde iş­
animizm bkz. canlıcılık. lenen bu görüş, aslında Eskiçağ ile Orta-
67 anlama

çağda sözcük-ide-nesne üçgeninde farklı başan koşullannda aranmalıdır. Bir şey


vurgu ve tonlamalarla sık sık dile geti- söyleyip söylediğimizden daha fazlasını
rilmiştir: Sözcükler zihnimizdeki görün- anlatmaya çalıştığımız durumların temele
mez idelerin görülür simgeleridir ve on- alındığı biçiminde ise bir tümcenin an-
lan temsil ederler; nesnelere gelince, on- lamı, karşılıklı konuşmayı yöneten "işbir­
lar zihnimizdekilere kaynaklık ederler. liği ilkesi" (moptralive prindple) ile onu o-
:XX. yüzyılın başlarında mantıkçı atom- luşturan buyruklarda (maxims) aranmalı­
culuğun temsil ectiği t/indetged anlam ku- dır. Kullanımcı kuramın bu biçimini Pa-
ramı da yine sözcükleri temele alır, an- ul Grice temsil etmektedir. Aynca bkz.
cak bu kurama göre dil dünyayı betim- dil felsefesi.
lemenin bir aracıdır. Sözcük-ide-dünya
üçlüsünden zihin içeriği ideyi çıkarıp a- anlama [İng. 11nders1tındin~ Fr. çompnmdrr,
tan göndergeci kuram sözcüğün anlamı­ Alm. ı'ff'!tehtır. es. t. idmk] İnsanın ger-
nın sözcüğün göndermede bulunduğu çekliğin özünü y-.ı da doğasını kavraıruı
nesne, tümcenin anlamının ise tümcenin ycıteneği; zihnin *arılık C'inlama yetisi")
"resmettiği" olgu ya da durum olduğunu diye de adlandırılan yeteneği; yorumu da
ileri sürer. Sözcükten yola çikan bu iki içeren ziltinsel etkinlik; insan bilirrılerine
kurama karşılık, :XX. yüzyılın ilk yarısın­ uygun olmasına karşın doğa bilimlerinin
da geliştirilen davramşp kuram ile hılla- kendine özgü yöntemiyle -varsayımların
1/fmcı kuram ise iletişim ortamında üreti- dene1ler aracılığıyla sınanmasıyla- çelişen
len tümceden yola çikar ve dili kullan- bilgiye ulaşma yöntemi.
manın bir davranışta bulunmak demek Yapıtlannda "aolama"ya önemli bir
olduğunu ileri sürer. Ancak davranışçı yer ayıran Wılhelm Dilthey insan bilim-
kuram dilsel davranışı herhangi bir dav- lerinin yöntemiyle doğa bilimlerinin yön-
ranış gibi uyarım-tepki kavramları çerçe- temi arasındaki çelişkinin üzerinde özel-
vesinde açıklamaya çalışırken, kullanımcı likle durur. Doğa bilimlerinin açıklamaya
kuram özel bir davranış olarak kabul et- çalışırken, insan bilimlerinin anlamaya ça-
tiği dilsel davranışı kural ya da başarı ko- lıştığının altını koyuca çizen Dilthey, in-
şullan kavramı çerçevesinde açıklamaya san bilimlerinin yaşanmış deneyim içeri-
çalışır. Davranışçı kuramın üç farklı bi- sinde verilen yaşam yapılarını eklemle-
çimi vardır: Dilbilimci Leonard Bloom- meyi amaçladığını savunur. İnsan bilim-
fıeld'n temsil ettiği biçimde bir tümcenin leri yalnızca metinleri ("yazı") ve konuş­
anlamı, o tümcenin üretildiği uyanın ko- maları C'söz') değil, yaşamın her türden
şulları ile dinleyen· kişide oluşturduğu nesneleştirilmesini ya da dışavurumunu
tepkinin toplamı olarak görülür. Buna anlamaya çalışır: jestler, eylemler, kişinin
karşılık, ruhbilimci Charles Osgood ile kendi yaşamı ya da başkasının yaşamı,
felsefeci Charles Morris'in temsil ectiği resimler, kurumlar, toplumlar, geçmiş­
biçiminde tümcenin anlatnı dinleyen ki- teki olaylar vb. Dilthey'a göre iki türlü
şide uyandırdığı tepki ya da "davranış anlama söz konusudur. Birincisi, bir ko-
eğilimi'', W. V. O. Quine'ın temsil ettiği nuşma, bir eylem ya da bir korku ifadesi
biçiminde ise tümcenin üretilmesine yol gibi temel ifadeleri anlamadır. Bu anla-
açan uyanın koşullan olarak kabul edilir. mada ifade ile aktarılan deneyim arasın­
Kullanımcı çözüme gelince, onun da iki da boşluk yoktur: çıkarımda bulunma-
farklı biçimi vardır. J. L Austin ile öğ­ dan doğrudan anlarız. Temel anlama "Be-
rencisi J. R. Searle 'ün temsil ettiği, bir nim ve Senin için ortak olan" bir ar-.ıcı,
şey söyleyip söylediğimizi anlatmaya ça- ifadenin ve anlamanın gerçekleştiği "nes-
lıştığımız durumların temele alındığı bi- nel bir ruhu" önceden varsayar: paylaşı­
çimine göre, bir tümcenin anlamı o tüm- lan bir dil ve kültür. İkincisi, anlamarun
ce sözcelenirken yerine getirilen edimin bir y-.ışam ya da bir sanat yapıtı gibi kar-
anlama yetisi 68

maşık bütünlükleri ele alan daha üst bi- Ne var ki Ankara İstanbul'dan daha sağ­
çimidir. Parçanın temel anlamayla kavra- lıklıya da sağlıksız olabilir; Deniz de Bü-
nabilen bir anlanu varken, bütünün par- lent'ten daha sağlıklı ya da sağlıksız ola-
çalarının düzenli bir birlikteliğinden kay- bilirse de, İstanbul'un Deniz'den sağlıklı
naklanan ve daha üst düzey anlamayla mı yoksa sağlıksız mı olduğunu sormak
kavranan bir anlamı vardır. Üst diizey anla.msızdır. Karışık bir tümce ya da söz-
anlamaya çoğunlukla yalın anlamanın bir dizirnsel olarak karmaşık bir ifade de
hatası ya da kışkırtması neden olur. Söz- çokanlarnlı sözcükler ıçermemesine kar-
gelimi birisinin eylemini anlayamazsam, şın, birden daha fazla temel yapıya sa-
kültürünü ya da bir bütün olarak yaşa­ hipse çokanlamlı olabilir. Örneğin "kü-
mını araştınnm ya da okuduğum kitap- çük kızlar kampı" ifadesinde hem kızlar
taki bir cümleyi anlayamazsam bütün ki- hem de kamp küçük olabilir. Bu tür çok-
tabı yeniden okuyarak yorumlarım. Do- anlarnlılıklar ikizleme (amphibofy) diye de
layısıyla Dilthey'a göre üst düzey anlama, adlandırılırlar. Sözgelimi "Bülent Deniz'
yalnızca gündelik yaşamın olağan anfam e ve Murat da ona vurdu." ifadesinin
çerçevesine oturtulabilen genel bir an- çokanlamlılığı "ona" sözcüğünden değil,
lama yaklaşımından değil, çoğunlukla bi- "ona'' ile kime göndermede bulunuldu-
reylerin dünyalarının kimi olağandışılık­ ğunun belirsizliğinden kaynaklanmakta-
ları ile inceliklerinin de anlaşdmasından dır.
geçmektedir. Aynca bkz. Dilthey, Wil-
helm; yorumbilgisi. anlamlandırma edimi ~ng. rhetic act,
Fr. atte rhltiq11r, Alm. rhetiscber aklJ bkz.
anlama yetisi bkz. anlık. düzsöz edimi.

anlambelirsizliği/ çokanlamlılık ~ng. anlık ~ng. intelle.-ı, ımılırstanding; Fr. inıel­


a111big11i!J; Fr. a111big11i~f, Alm. ambig11itiıJ, lecı, entendement, Alm. intelkkı, ııerstmıd;
doppelsiım] Bir ifadenin anlamının kesin Lat. inte/fe,111;, es.t. 111iidrike] İnsan zihni-
olmaması ya da belirsiz olması; bir ifade- nin anlayış ya da kavrayış gücünü; insa-
nin iki ya da daha fazla biçimde an- nın anlama ya da bilme yetisini dile ge-
laşılabilmesi durumu; kuşkulu anlam; an- tinnek için kullandan !Clsefe terimi. Du-
lam bıdaruklığı. yular ile duyumlar yoluyla bilgi edinme
Eğer dilsel bir ifade birden fazla an- sürecine ya da duywar aracılığıyla algda-
lama gelmekteyse o ifadenin çokanlamlı yıp anlama yetisine karşıt olarak düşü­
olduğu söylenir. Sözcüksel ve yapısal ol- nülen anlık, düşünme gücünü oluşturan
mak üzere iki tür çokanlamlılık söz ko- kavramlarla düşünebilme yetisine karşılık
nusudur. Bir sözcüğün birden fazla an- gelmektedir.
lanu bulunmaktaysa sözcüksel çokan- l'clsetc ıanhinde izi sürüldüğünde,
lamlılıktan söz açılahıilir. Bir türden şey "anlık" teriminin karmaşık bir anlam ya
için kullanıldıklarında daima aynı anlama da anlamlandırma tarih.ini de beraberin-
gelseler de başka türden bir şey için kul- de taşıdığı görülmektedir. İlkçağ Yunan
fanıldıl<larında başka bir anlama gelen felsefesinde Platon ile Aristoteles 'in ön-
sözcükler ya da ifadeler sözcüksel çok- derliğinde "anlık"tan anlaşılan, "us"tan
anlarnlılığa yol açarlar. Bu tür çokanlam- farklı olarak, doğal nesnelerin neliklerine
lılıklar ifadelerin benzetmeli ya da eğre­ odaklanarak şeylerin ardında yaran "şey"
tilemeli kullanımlarını içerirler. Sözge!imi in özünü bulup ortaya çıkarma gücü ya
"bilge" sözcüğü Tanrı için kullanıldığın­ da bu özü kavrama yetisidir. Eski Yuna-
da başka insan için kullanıldığında başka nın bu iki büyük dizgeci filozofundan
anlamlara gelebilir. Yine gerek mekanlar/ Platon'a göre, "us" duyuların bize sun-
yerler gerekse insanlar sağlıklı olabilirler. duğu verileri işleyip bilgi haline getir-
69 anlıkçdık

melde yetinirken, "anlık"sa usun getirdi- zenleyen bir yeti olarak algılanmasına, u-
ği bu bilgilerin özüne odaklanıp "bil- sun da yine yalnızca saltığı soruşturan,
gilerin bilgisi"ne yöneliyor ve bizi "idea- salt metafizik yönelimli bir yeti olduğu
ların bilgisi"ne ulaşunyordu. Ortaçağ fel- yollu düşünceye yol açmışt.ır. Ayrıca bkz.
sefesiyle özdeşleşen skolastik felsefe de us; anlıkçılık.
Aristoteles felsefesiyle iç içe geçmişliğin­
den ötürü sözü edilen aynını (us/ anlık) anlıkçılık ~ng. intellemıalimr, Fr. inıeller­
gözetmiş ve anlığı (intelledm) gerçek bil- Alm. inteUekmaüsm11r, es. t. zjh-
l#alis1111",
giyi edinme sürecinde duyum (sensatio) i- nb!1t] İnsanın anlıksal yetilerinin; anlama,
le usun (ralio) üstünde tutmuştur. düşünme ve bilme yetilerinin önemini
Kimi felsefe tıırihçilerinin yaptığı ü- vurgulayan, bilginin temel olarak salt in-
zere felsefeyi en genel anlamda üç ayn san anlığından türetilebileceğini savunan,
tarihsel döneme (Klasik/Modem/Çağ­ bu anlamda usçuluk ve idealizm gibi a-
daş) ayırarak ele alıp Klasik Felsefe'yi de kımlarla aşağı yukan aynı görüşü dile ge-
ilkçağ ve ortaçağ felsefelerinin toplamı tiren bilgi kuramı ya da öğretisi. Aynı
olarak adlandıracak olursak, Modem Fel- zamanda ahlak felsefesinde de insan an-
sefe'yle birlikte, genellikle Descartes'la lığının ve bilginin ahlaklı edimler için ki-
başlaulan dönemeçten itibaren us ile an- lit kavramlar olduğunu savunan görüş.
lık arasındaki "ast-üst ilişkisi"nin us le- Felsefe tarihinde, gencide felsefede özel-
hine yol almaya başladığını söyleyebiliriz. deyse ahlak felsefesinde, en belirgin ola-
Skolastik felsefenin hemen ardından usla rak göze çarpan arılıkçı filozoflara örnek
bir görülmeye başlanan anlık, Aydınlan­ diye en başta Sokrates verilebilir. Bilgi-
ma sonrasında ise tüm bilgi ya da bilme nin ahlaklı edimler için yeterli olduğunu,
sınıflandırmalarında usun alunda yer al- erdemin bilgiyle bir ve aynı şey oldu-
maya başlamışur. Sözgelimi, XVII. yüz- ğunu düşünen Sokrate~.'in bir tiir usçu
yılın üç büyük usçusu için anble, sırasıyla olduğunu da kabul edecek olursak usçuc
Descartes'ta "anlama yetisi"ne; Spinoza' luk ile anlıkçılığın aynı bağlamlarda bir-
da "doğru kavrama yetisi"ne; Lcibniz'de birlerinin yerine kullanılabilir kavramlar
de "kavrama gücü"ne karşılık gelmekte- olduğunu söyleyebiliriz.
dir. Deneyciliğin gerçek kurucusu olarak Felsefedeki en genel anlamıyla, ağır­
anılan Locke ise anlığı "isteme gücü"ne lığı us ile bilmeye değil de istence veren,
Qstenç) karşıt olacak biçimde "düşünme bilgi sürecinin temeline istenci koyan is-
gücü"yle, yani usla özdeşleştirir. Kant'a tenççiliğin tam karşısında yer alan anlık­
gelindiğindeyse, felsefedeki hemen her- çılık, düşünmeye dayalı görüngülerin is-
şey gibi anlığın konumu da değişir. Kant temeye dayalı görüngülcri önceleyip be-
us ile anlığın Klasik Felsefe'deki anlam- lirlediğini savunan görüşe; anlığın ege-
larını ters yüz etmiş, kavramlar oluştura­ menliğini kayıtsız koşulsuz kabul ederek
rak adım adım ilerleyen düşünme yetisini tüm varlığı anlıksal öğelere indirgeyen
anlığa, buna karşı her ne kadar insan usu öğretiye karşılık gelmektedir. Felsefe ta-
ulaşamayacak olsa da idcalann bilgisini rihinde anlıkçılığın izi sürüldüğünde, Pla-
de usa yüklemiştir. Kant'a göre, kavram- ton'dan XVII. yüzyılın üç büyük usçu fi-
lara dayalı bir bilgi türü olduğundan an- lozofu Descartcs, Spinoza ve Lcibniz'e,
lığın bilgisi sezgisel değil gidimli bilgidir; Lcibniz'in sıkı ardılı Wolfrtan Kant ile
anlık yalnızca deneyin bize sunduğu vc- Hegel'e karlar pek çok filozofun -her ne
cileri kategoriler aracılığıyla bilgiye dö- kadar tek tek ele alındıklarında .felsefeleri
nüştürür. Kant'ın bu öğretisi, onun ge- arasında pek çok aynlıklar bulunsa da-
nel felsefesi göz .önüne alındığında ol- bu başlık alunda toplanabileceği görül-
dukça yanlış bir yoruma, anlığın yalnızca mektedir. Aynca bkz. usçuluk; idea-
deneysel olarak bize sunulanı işleyip dü- lizm; istenççilik.
anomali 70

anomali [İng. atıoma!J; Fr. a1ıomalie; Alm. ğünden türetilmiş terim. Toplumbilimde
ımo11ıaliejFelsefede, özellikle de bilim fel- toplumun ve bireyin geleneksel, özellikle
sefesinde qylemltle, lelfraldıplt/e; toplumbi- de ahlaki normlarının zayıfladığı ve bu-
limde diizgiisiiz!iile, leuraldtpble; ruhbilim- nun ardı sım bireyin topluma bağlılık
de snpaleble; gökbilimde '!)rtleitle diye kar- duygusunun da aşındığı genel bir karışık­
şılanabilecek, en genel anlamda alışılmı­ lık, çöküntü ve çatışma durumunu nite-
şın dışında gerçekleşen bir olayı, olağan lemek için kullanılan "anomi" terimi, il-
sayılamayacak bir durumu nitelemek için kin Emile Durkheirn'ın yapıtlarında kar-
klıllanıfan terim. şımıza çıkmaktadır. Durkheim Topl11111da
Felsefede "aykınlık" terimi bilim fel- İfbô1iimii (De la division du travail soci>ıl,
sefesinde devrim yaratan düşünceleriyle 1893) ile İt1tihar (U Suicide, 1897) adlı
tanınan Thomas Kuhn tarafından kulla- çalışmalarında anominin en çok ekono-
nıma sokulmuştur. Kuhn'a göre ayırt e- mik değişimin ahlaki düzenlemelerin ye-
dici özelliği belirli bir bilimsel dalın uy- tişemeyeceği denli hızlı olduğu eknno·
gula~'lcıları arasında kabul görmüş genel mik bunalım ve çöküntü dönemlerinde
bir uzlaşım ile özel bir araştırma yöntemi gözlendiğini savunur. Bu dönemlerde bi-
olan olağan bilim döneminde bilim uzun reyler topluma bağlılık duyguhmnı yiti-
süre hiçbir temel değişikliğe uğramaksı­ rerek çıkara bürünmüş sonu gelmez is-
zın işler. Kuhn'un olağan bilim betim- teklerini en uç noktalara taşırlar. Durk-
lemesine göre, bu dönemde bilim adam- heim İ11tihaı'da anomiyi intiharın dört a-
ları aykırılıklarla, yani paradigmanın (bir na nedeninden biri olarak gösterip ano-
anlamda, örnek problemler ve çözümler mi dönemlerinde bireyin ruhsal bakım­
sağlayan evrensel olarak onaylanmış bi- dan düzensizlik ve anlamsızlık durumu-
limsel başanlar kümes~ beklentileriyle na sürüklendiğini belirtir. Anomi terimi
çelişen görüngü, olgu ya da sorunlarla 1950'1erden bu yana bireyin geleneksel
karşılaşsalar da, karşılaşılan bu aykırılık­ kökenlerini yitirerek nıhsal çöküntüye bo-
lar genellikle ilk elde olağan araştırmanın yun eğişini tanımlamak için de kullanıl­
yönlendirici kuralları konusunda şüphe maktadır.
uyandırmazlar; bunlar yalnızca ve yal-
nızca özel durumlarda önemli aykırılıklar Anschauung (Alm.) Dünyanın doğru­
haline gelebilirler. Kuhn önemli aykın­ dan, aracısız algılanması, dolaysız kav-
lıklann kimilerinin zamanla içinden çıkı­ ranması anlamındaki At1Srha1111wg, Kant'ta
lamayan sorunlar yaratarak bilimde bu- dışsal ve içsel olmak üzere ikiye ayrıl­
nalıma, dolayısıyla olağanclışı bilime yol maktadır. Dışsal olan nesnelerin kendi
açtığını ve olağandışı bilim dönemindeki bütürılükleri içinde tam olarak algılan­
araştırmaların bu önemli aykırılıklar ile ması, kavranması iken; içsel 1Jlan i nşaoın
onlann bağlamları üzerinde yoğunlaştığı­ kendini "tamalgılama"sıdır. Husserl'e ge-
nı öne sürer. Kuhn'a göre eğer olağan­ lindiğinde is-= terim anlam değişimine uğ­
clışı bilim dönemindeki araştırma bilim- ['d mış, özlerin doğrudan kavranmasına,
sel topluluk tarafından kabul edilen yeni "özü görüleme"ye karşılık olarak kulla-
bir kurama yol açarsa, bu durum bilimde nılmıştır. Bu bakımlardan terimin "tam-
yeni bir evreye yol açacağından ötürü, algı", "sezgi", "görü,, anlanılarıru da i-
bilimsel bir devrim gerçekleşmiş olur. çerdiği söylenebilir. Aynca bkz. Kant,
Aynca bkz. Kuhn, T. S.; paradigma. Immanuel; Husserl, Edmund.

anomi (kuralsJZ]ık) [İng. anomit, anomy; Anscombe, Gertrude Elizabeth Mar-


Fr. anomie; Alm. anomit) Eski Yunanca'da garet (1919-2001) Felsefenin hemen he-
"yasasız", "düzensiz'', yasa ya da düzen men bütün ana dallarına, özellikle de
yokluğu anlamına gelen anomoı sözcü- ahlak felsefesi ile zihin felsefesine katkı-
71 Anscombe, G. E. M.

da bulunmuş; başlıca çevirmenlerinden ' n, düşüncenin eylenıle ilişkisi ve yör.elim


ve en önemli yorumcularından biri ol- kavraıru üzerinde yoğunlaşır. X.'L yüzyı­
duğu Wittgcnstein'ın felsefesinden de- lın en önemli ahilik felsefesi metinlerin-
rinden etkilenmiş olan İngiliz felsefeci. den biri olan "Modem Ahlak Felsefe-
Felsefe dünyasında bir yandan "çağdaş si"nde ("Modem Moral Philosophy'',
eylem kuramı"nın kurucusu olarak anı­ 1958) Anscombe, bu tür konularda akıl­
lan, öte yandan X:X. yüzyılda yeniden yürüten çağdaş düşüncenin ahlıik felse-
canlanan *erdem etiği üzerine ilginin belli fesini uygulamaya koymakta çuvalladığı­
başlı kaynaklarından biri olan Anscom- nı öne sürer. Bir yandan ilkçağ Yunan
be, din felsefesinde de verdiği ürünlerle felsefesinin etik kuramını, özellikle de A-
Katolik inancın savunuculuğunu üstlen- ristoteles'in erdem ahlakını yeniden can-
miştir. Klasik diller ve felsefe eğitimi a- landırmayı önerirken, bir yandan da gü-
lan Anscombe, aynı zamanda Aristoteles nümüzde yaşanan ahlaki çöküntünün
ile Aquinas felsefeleri konusunda yetkin sorunılusu olarak her türden pragmacı
bir isimdir. ve yararcı öğretiyle beslenen *ıot1Hff11Ôık'u
Düşüncelerini özet biçimde, kısalta­ mahkum eder. Anscombe'un ııdını ko-
rak aktardığı az sayıda kitabı [Yöne/im yup sıkı bir biçimde eleştirdiği sonuççu-
(Intention, 1957); Wittgmstein'm "Traı:ta­ luktan anladığı, eyleyenin ya da öznenin
t11s"1ma Girif (An lntroduction to Witt- bir eylemin umulan sonuçlarından oldu-
genstein's "Tractatus'', 1959); felsefeci ğu denli, umulmadık ancak öngörülebi-
eşi P. T. Geach'le birlikıe yazdığı Üç Fi- l_ecek sonuçlarından da sorumlu olduğu­
lozof (Three Philosophers, 1963)] bulu- nu kabul etmeye yanaşmayan "sakat" bir
nan Anscombe, bu açığını pek çoğu ol- ahlak anlayışıdır. Oysa ki Anscombe'a
dukça ses getirmiş olan onlarca makale- göre, kişinin bir şeye yönelip yönelme-
siyle kapatıruştır. Bu yazılann birçoğu da mesi ya da niyetlenip niyetlenmemesi o
daha sonra üç cilt halinde Topla Felsefe kişiyi hiçbir şekilde sorunılulukıan kur-
}:fıZ!lan (Collected.Philosophical Papers, tarmaz. Sonuççuluk, salt eylemin sonuç-
1981) adıyla yayınılanıruştır. Anscombe' larına odaklandığından, hct türlü koşulu
un en önemli yapıtı olan Yönelim, çağdaş göz önüne almayıp eyleyenin sorumlulu-
eylem felsefesinin ana belgesi niteliğini ğunu yeterince hesaba katmadığından ö-
taşır. Anscombe'un "eylem", "yönelim" türü sendelemeye yazgılıdır. Yine bu
ve "eylem için gerekçe" ("eyleme için bağlamda kaleme aldığı "Bay Truman'ın
neden') kavranılan üzerine kafa yordu- Ölçüsü" ("Mr. Truman's Dcgree", 1957)
ğu bu kitabı, onun somaki felsefe çizgisi başlıklı yazıda, benzer gerekçelere daya-
açısından da belirleyicidir: Ahlak felsefe- narak Başkan Tnıman'ın atom bomba-
sini konu ediniş tarzı; "açıklama" ya da sına izin vermesini yargılayıp eleştirir. O-
"ncdensellik"in genel sorunlarına eğiliş na göre Hiroşima ile Nagasaki bomba-
biçimi; zihin felsefesindeki onak sorun- landıktan sonıa yapılan her açıldama suç
ları ele alışı; hep bu "ilk" kitabın izlerini ortaklığından öte bir anlam taşımaz; hct
taşır. Anscombe diğer kitabı Wittgenstein' meşrulaştırma çabası olsa olsa "özrü ka-
'" "Traı:tahıs"ıma Girifte ise Frege, Rus- bahatinden büyük" konumunu pekiştirir:
sell ve Wittgenstein'ın "ilk dönem" f:.ğ­ "Öldürme yasağı çiğnenmiştir bir kere;
retilerinin kimi yönlerini tartışır. Ortak cinayetin adı her zaman ve her yerde 'ci-
kitap Üç FiloZPfun Anscombe tarafından nayet'tir."
kaleme alınan ilk denemesi de Aristote- Anscombe'a göre, günümüz ahlak
les'in töz öğretisinin sıkı bir yorumunu felsefesi ile eylem felsefesinde bir yeni-
içermesi bakımından özel olarak anılma­ lenme yaratacak, yeni bir ufuk açacak tek
ya değerdir. kuram, Aristoteles'in etik kuraırudır. An-
Anscombe'un etik üzerine çalışmala- cak bunun için de bu kuramda geçen
Anselmus [Canterburyli] 72

"erdem", "insan doğası", "insanın iyili- yandan da bu ikisini uzlaşurmayı dene-


ği"türünden kavramlıınn açıklığa kavuş­ yen Anselmus, aklın kullanılmasırun i-
turulması, sınırlanrun iyice belirginleşti­ nana varsaydığını belinerek bilginin
rilmesi gerelanekıedir. Ahlak felsefesin- kaynaklanrun akıl ve inanç olduğunu ö-
de sonuççuluğun iyiden iyiye yer edin- ne sürer. Ne var ki insan bilgiye ulaş­
mesini sağlayan tüm yarara ve pragmacı mada ilk adımlarıru iç duyulann yanıltuğı
öğretiler bir yana bırakılmalı, Eski Yu- duyularla atmaktadır. Ayrıca doğruluk ile
nan'ın tanrısal yasa ya da kutsal adaletten yanlışlık da yalruzca akıl kaynaklı olan i-
esinlenen o güzelim enlem ahlakına geri fadeler için geçerlidir. İfa deler nesnelerin
dönülmelidir. nasıl olduklarını dile getirdiklerinde doğ­
Anscombe 1971 tarihli "Nedensellik ru ya da yanlış olurlar. Gerçeklik dedi-
ve Belirlenim" ("Causality and Determi- ğimiz bilginin doğruluğudur ve bu doğ­
nation") adlı yazısında, çağdaş felsefede ruluk yalnızca zihinle kavranabilir. An-
geçerli olan "nedensellik" kavrayışına selmus nesneler üzerine kurulmuş bir
karşı çıkıp itirazlanru sıralar. Bu deneme, ifade doğru olabileceğinden, nesnelerin
çok yoğun ve çetrefil bir "istenç özgür- kendi içlerinde bir gerçeklik barındırıyor
lüğü" tartışmasıyla son bulur. Anscom- olmaları gerektiğini savlar: Nesneler en
be'un zihin felsefesi üzerine çalışmaları yüce gerçeklik, yani T ann tarafından ya-
iııe Wittgenstein'ın öğretilerini açıklığa rauldıklanndan bir gerçeklik taşırlar. An-
kavuştumıa ve genişlettne çabalan ola- selmus'a göre bu geı:çekliği anlayabilme-
rak okunabilir. Bu bağlamda dile getirdi- miz için araştırmaya inançla başlamaıruz
ği en sıkı düşünceler, 1974 tarihli ''The gerekir. Bir başka deyişle inancın öğret­
First Person" ("İlk Adam") başlıklı yazı­ tiği şeyin nedenini sormadan önce inan-
sında yer almaktadır. Onun Witıgens­ mak gerekir. Anselmus'un bu b-ağlam­
tein'ın Felstjt.-e SonqtNmta/ar (Philosophi- daki uslamlaması şöyledir: "İnanmak ı­
cal Investigations, 1953) çevirisi de kimi çin anlamaya çalışmıyorum, anlamak ;çin
yorumcular tarafından modem felsefe- inaruyorum. Çünkü sanınm inanmasay-
nin dönüm noktası olarak görülüp gök- dım anlayamazdım da."
lere çıkanlmışur. Anselmus ilk felsefe çalışması olan
Monolofio" adlı yapıunda salt aklını kulla-
Anselmus [Canterburyli] (1033-1109) narak, kendisiyle hesaplaşıp taruşarak
Ortaçağ felsefesinde patristik felsefeden doğrunun peşinden koşan insanın Tann'
sonra gelen, inanç ile aklı uzlaşurmaya ya ilişkin gerçeklere kutsal kitaba başvur­
çalışan skolastik felsefenin ilk dönemi- maksızın da ulaşabileceğini, alal ve i-
nin, "Erken Skolastik"in (800-1200) ön- nanca ilişkin düşünceleri temelinde, zo-
de gelen temsilcisi; Taruı'dan gelen ha- runlu nedenlerle tanıtlamaya çalışır. An-
kikatlerin us yoluyla kavranabilip temel- selmus bu yapıunda inanan bize öğret­
. lendirilebileceğini savunmasıyla kimi fel- tiğinin akılla nasıl yeni baştan serimlene-
sefe tarihçilerince "Skolastiğin Babası" bileceğini gösterme amaanı güder. An-
diye anılan İngiliz filozof ve tannbilimci. selmus 'un Pro.rlogion adlı yapıu ise aynı
En çok Augustinus'un düşüncelerin­ düşünce çizgisinde yürüyerek Tann'nın
den faydalanan, hattll yer yer "İkinci A- varlığını tarutlamaya soyunan varlıkbilgi­
ugustinus" diye de anılan Anselmus, ya- sel uslamlıımarun en an biçimini ortaya
pıtlarında kendisine başlangıç noktası o- koyar. Anselmus Tann'run tarumından
Iarak Augustinus'un "anlamak için inanı­ yola çıktığı bu uslamlamasında Tann'yı
yorum" c:"mda ut inte/Jigam) tümcesini al- "kendisinden daha büyüğü düşüniile'Ile­
mış ve inanılanın akılla anlaşılabileceğini yen şey" (aliquiJ quo 11ihil maiu.r ıYıgitari
savunmuşuıı. İnanç ile aklı birbirinden poıe.rl) olarak tarumlar. Anselmus'a göre
ayn tutmaya hep özen gösteıen ama bir Tann'nın varlığını yadsıyan kişi, yani
73 Anselmus [Canterburyli]

"budala" (''akılsız'), daha büyüğü diişü­ Platonculuk'tan açık izler taşıyan, Tanrı'
niilemeycn varlığın en azından anlama nın varlığını salt akılyürütme yoluyla ta-
yetisinde varolduğunu kabul etmek zo- nıtlamayı deneyen Mo11plogioıı (Monolog;
rundadır. Daha büyüğü düşünülemeyen 1076'da kaleme aldığı bu yapıt için An-
varlığın yalnızca anlama yetisinde varo- selmus şöyle der: "Exemplum meditat1di de
lup gerçeklikte varolmaması da olanak- ratiotıe ftdei"/"İnancın ussallığı üstüne de-
sızdır çünkü Tanrı yalnızca anlama yeti- rindüşünme örneği'); Tanrı'nın varlığını
sinde varolsaydı Tann'dan başka daha salt tanımından yola çıkarak varlıkbilgiscl
büyüğü düşünülemeyen bir varlık dü- uslamlamayla tanıtlamaya çalışan Proılo­
şünmek de onun varolması da olanaklı !)otı (Söylev; 1077-1078 yıllarında yazılan
olurdu -ki bu olanaksızdır. Ayrıca daha bu yapıtın ilk başlığı "Fides q11aemtı iıı­
büyüğü düşünülemeyen varlıktım daha telltchlm" /"Anlığı Soruşturan İnanç"tır);
büyük bir varlık düşünmek mantıksal özellikle "anlam" kavramı üzerine yo-
olarak da çelişkilidir: apaçıktır ki daha ğunlaşan dilbilgisi yapıtı De grammatfro
büyüğü düşünülemeyen varlık, yani Tan- (Gramerci Üzerine, ykl. 1080-1085); bil-
n, hem anlama yetisinde hem de gerçek- gi ve ahlak felsefesi sorunları üzerine dü-
likte vardır. İşin özü Anse!mus için dü- şüncelerini içeren, Tann'nın öncesiz son-
şüncede varolmak demek gerçeklikte de rasız hakikatiyle özdeşleştirdiği "hakikat"
varolmak demektir. Anselmus'un bu us- tanımını sunduğu De veritate (Hakikat Ü-
lamlamasına ilk olarak çağdaşı bir keşiş, zerine, ykl. 1080-1085); "özgür seçim"
Marmoutier manastırından Gaunilon U- kavramını irdeleyen De libertate arbitrii
ber pro it1sipiertte (Budala Yanlısı Kitap) (Özgür İstenç Üzerine, ykl. 1080-1085);
adlı yapıtıyla meydan okumuştur. Gauni- ahlak ve özgürlük konulan eşliğinde gü-
lon Anselmus'un sözden kavrama, kav- nah ile özgür istenç arasındaki ilişkiyi iş­
ramdan da gerçekliğe geçerek oluştur­ leyen De r11.111 diaboli (İblisin Düşüşü Üze-
duğu varlıkbilgisd uslamlamasına karşı rine, ykl. 1085-1090) olarak sıralanır. Tan-
sözcüklerin anlamlı olabilmeleri için zih- nbilirn yapıtları ise "kutsal üçleme" öğ­
nimizdeki bazı algı ve deneyiml«re karşı­ retisini savunduğu, bu öğretinin gizemini
lık gelmeleri gerektiğini, Tanrı sözcüğü­ soruşturduğu Dt it1camafi0t1e V erbi (Söz'
nün de anlamını bilmediğimiz herhangi ün Bedenlenişi / Tannsözü'nün Varlığa
bir sözcük gibi deneyim alanında bir Gelişi Üstüne, 1092-1094); Tann'nın ni-
karşılığı bulunmadığından Tanrı kavra- çin İsa kılığında yeryüzüne inip insanla-
mının budalanın zihninde anlamsız bir nn arasına karıştığını çözümleyen, "kur-
sözcük olarak kalacağını ileri sürer. An- tuluş" ile "bedenleşme" dogmalarını ir-
selmus Gaunilon'un bu savı karşısında deleyen, Hıristiyan tannbiliminin başya­
l iber apologetimı cımtra Gmmilot1em (Gau- pıtları arasında gösterilen C11r deus homo
nilon'a Karşı Savunma Kitabı) adlı bir (fann Niçin İnsan Oldu?, 1098); "ilk
yapıt kaleme almış; düşüncede varolma- günah" da dahil olmak üzere günahın
dan gerçeklikte varolmaya geçişin yal- doğasını tartışan De aıt1cept11 virgit1ali et ori-
nızca "en yetkin varlık" (ms peefemsıi­ git1ali peccala (Eldeğmemişlik. ile İlk Gü-
mum) için geçerli olduğunu ve bu tanı­ nah Üstüne, 1099-1100); Augustinusçu
mın geçerliğinin de yine yalnızca inanca etkilerin daha bir öne çıktığı, Üçleme ile
dayandığını savunmuştur. Birliğin enine boyuna tartışıldığı De pro-
Her ne kadar Anselmus'un kendisi çestiot1e Spirit111 Sat1cti (Kutsal Ruh'un İ­
felsefe ile tannbilim arasında açık bir ay- lerleyişi, 1102) ve son olarak daha ön-
nma gitmese de felsefe tarihçilerinin bü- ceki yapıtlarında sıkça üzerinde durduğu
yük bir kısmı onun önemli yapıtlarını "özgür istenç" ile "özgür seçim" kav-
hep bu iki başlık altında anar olmuşlar­ ramlanru derinleme~ine ele aldığı De rot1-
dır. Anselmus'un felsefe yapıtları Yeni rordia praesamtiae et praedestit1atiomı et gra-
Ansiklopedi/Ansiklopediciler 74

titıe
dei m111 libero arbitrüldur (Önceden- pr-.ıtik yararlanrun öne çıkarılması düşün­
bilme, Yazgı ve Tann'nın Kayrasırun Öz- cesinin Ansiklopedicilerin üzerinde ö-
gür Seçimle Uyumu Üzerine, H07-l 108). nemli etkileri olmuştur. Ansiklopediciler
Aynca bkz. ortaçağ felsefesi; varlıkbil­ düşüncenin pratik uygulanışının üzerin-
gisel uslamlama. de duruyor, hep insanı baş köşeye otur-
tan bir ilgi ve anlayışla ekonomik, sivil
Ansiklopedi/Ansiklopediciler ~ng. E- ve siyasi özgürlük taleplerini bıkıp u-
nrydopaedia/ Et1ıydop11edisıs-, Fr. Etııyclopi­ sanmaksızın ı•eniden ve yeniden dile ge-
die/ E11rydopedistes-, Alnı. E11z;•klopiidie/ Eıı­ tiriyorlardı. Aflsiklopedtyi hazırlayan dü-
ijlrJopadistm; Yun. mkyklopaidri ("öğren­ şünürler farklı farkhdallardan gelmelerine
me çemberi"; "genel eğitim"); es. t. 11111- karşın, hepsinin de nihai amacı usa dayalı
hft-iil-maiirif) "Aydınlanma Çağı''run
ru- bilgiyi alabildiğine ilerleterek kilise ve
hunu dillendirmek üzere Diderot ile devlet içinde konumlanmış gerici güçlere
d'Alambert'in öncülüğiinde geniş bir ka- karşı koymaku. Jfosiklopedlnin genel ya-
tılımla kaleme alınmış yapıt: Et1tydopidie, yın yönetmenliğini Denis Diderot, yar-
011 dictiot111aİrf raisomıi
des stimctt, des arts eı dımcı yayın yönetmenliğini ise J ean Le
des 111itiers (Ansiklopedi ya da Bilimler, Rond d'Alembert yapmış; Chevalier de
Sanatlar ve Zanaatlar Açıklamalı Sözlü- Jaucourt'tan Turgot'a, Voltaire'den Rous-
ğü, 1751-1765). XVIII. yüzyıl Fransası' seau'ya dönemin pek çok ünlü ya da ün-
nın düşünsel, toplumsal ve siyasal yaşa­ süz düşünürü çeşitli konular üzerine ma-
mına damgasıru vurmuş bu yapıta irili u- kaleleriyle bu dev yapıta katkıda bulun-
faklı katkılarıyla el veren düşünürler de muşlardır. Aynca bkz. Aydınlanma; mo-
"Ansiklopediciler" diye arulmaktadır. Her dem felsefe.
biri ayru zamanda birer "Aydınlanma
Düşünürü" olan Ansiklopedicilerin ara- anthropos (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
sında şu adlar daha bir öne çıkmaktadır: sinde "insan". At1thropit1os ise "insana da-
Diderot (1713-1784), d'Alambert (1717- ir" ya da "insanla ilgili" demektir. İnsan­
1783), Condillac (1715-1780), Condorcet bilim (antropoloji) terimi de a11ıhropos ile
(1743-1794), Helvetius (1715-1771), Hol- "bilim" anlamındaki logoltan türetilmiş­
bach (1723-1789), Montesquieu (1689- tir.
1755), Rousseau (1712-1778), Turgot
(1727-1781), Voltaire (1694-1778). antilogia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
Yerleşik düşünce kalıplarıru yerle bir sinde, özellikle de kuşkucu öğeler barın­
etmek adına yola koyulan Ansiklopedi- dıran öğretilerde, herhangi bir konuda
cilerin üstüne titrediği A11siklopedtnin en öne sürülen her savın karşısına aynı öl-
görünür amaa Aydınlanma'nın bakış a- çüde "güçlü" ve "iddialı" karşıt bir savın
çısından insanlığın bütün bir biiı;sinin konulabileceği diişiirıcesini; daha~ı, sav-
alfabetik bir sırayla serimlenmesiydi. Ay- lara bel bağlamak durumundaki temel-
dınlanma'run bilgi araalığıyla ilerlemeye lendirmelerle yürütülen akılyürütmenin ya
duyduğu inanan bir dışawrumu olan da uslamlamarun "sonuçsuz" bir çaba o-
At1siklopedlye katkıda bulunan düşünür­ larak kalmaya yazgılı olduğunu dile ge-
ler önyargıya, ayrımcılığa, hoşgörüsüz­ tirmek için kullanılan terim. Aynca bkz.
lüğe ve dogmacılığa karşı eleştirel, araştı­ akatalepsia; epokhc
na, akılcı bir yaklaşımı temellendirme ve
benimsetme işini üstlerine almışlardı. Pi- Antisthenes (M.Ö. ykl. 445-365) Si-
erre Bayle'ın, Fontenelle ve Montesqu- noplu Diogenes'in hocası olarak Kinik-
ieu'nün yazılarının, Locke'un deneysel ler Okulu'nun kurucusu kabul edilen ilk-
yönteminin, Newton'un bilimsel ilkeleri- çağ Yunan fılozofu. Bir yoruma göre
nin, Francis Bacon'ın savunduğu bilginin Kinikler Okulu adıru Antisthenes'in Ati-
7S apaçıklık

na'da derslerini verdiği yer olan Kyno- tisine verdiği ad.


sarges Gymnasion'dan almışur. Sokra- Tinsel olanın bilgisine ulaşmayı "bil-
tes'in izleyicisi olan Antisthenes'in yaz- gelik"le eşdeğer tutan antroposofi, insan
dığı birçok yapıttan ancak kimi parçalar zihninin, insarun bilişsel yetisinin, tinsel
elimize ulaşabilmiştir. Kuramdan çok uy- gerçekliği, insan doğasırun gerçek bilgi-
gulamaya ağırlık verdiği ahlak temelli fel- sini kavrayabileceği savındadır. Steiner,
sefesinde Sokrates'ten önce taruşuğı re- bu bilgiye ulaşmanın tek yolu olarak
torikçi Gorgias 'ın etkisiyle dil konusuna sunduğu antroposofinin hedefini, bütün
da eğilen Antisthenes, felsefi öğretiııin insanlarda bulunup da açığa çıkarılmayı
temel direkleri, gerçekliğin doğnıdan ifa- bekleyen gizil kalmış bu yetinin serim-
deleri olarak gördüğü sözcüklerin anlam- lenmesi diye açıklar. Aynca bkz. teosofi.
ları üzerinde durarak içinde çelişkili ya
da yanlış önermelere yer olmayan bir dil antropoteizın bkz. insantanrıcılık.
kuramı geliştirmiştir. Antisthenes, mut-
luluğa ulaşmanın biricik yolu olarak gör- apaçıklık [İng. maem-e; Fr. evideım; Alm.
düğü "erdem" adına sürdür~üğü doğayla eııidetız, Lat evide11tia; es. t. bedôheı] Bir şe­
uyumlu, kendi kendine yeten, isteklerden yin zihinde en ufak bir kuşkuya dalu yol
bağıms12 yaşam tarzıyla başta öğrencisi açmaksızın doğrudan ve açık bir biçimde
Sinoplu Diogenes ve Stoacılar olmak görünmesi; bir düşüncenin, bir doğru­
üzere pek çok filozofun örnek aldığı bir nun zilunde açık ve seçik bir biçimde
kişilik olmuştur. Aynca bkz. Kinikler O- kendini göstermesi.
kulu; Diogenes [Sinoplu]; ilkçağ fel- Apaçıklığı doğruluğun vazgeçilmez öl-
sefesi. çütü olarak gören Descartes, Zihtıi11 l'o-
ııelimi İpıı Kurallar (R.egulae ad dircctio-
antropofobi bkz. insankorkusu. nem ingenii, 1629-1630) adlı yapıtında
yaln12ca açık ve seçik kavramların ya da
antropoloji bkz. insanbilirn. ideaların apaçık olabileceklerini ve "yalın
özler" diye adlandırdığı bu apaçık kav-
antropolojizm bkz. insanbilimcilik. ramlara ya da idealara karmaşık kavram-
ların ya da ideaların çözümlenmesi so-
antropomorfizm bkz. insanbiçimcilik. nucunda ulaşılabileceğini savunur. Des-
cartes, insan zihninin, yalın özleri ken-
antroposantrizm bkz. insaniçincilik. dinden apaçık oldukları ve hiçbir yanlış­
lık içermediklerinden ötürü doğrudan al-
antroposkopizm bkz. insanbakışçılık. gıyhı kavradığını belirtir. Buna karşılık,
Yeni Kantçılık'ın Fransa'claki önciisii C-
antroposofi (İ ng. a11throposopl.!J", F r. a11- harles Renouvier (1815-1903), Descartes'
throposophie; Alm. anthroposophie] Eski Yu- ın bu görüşünü eleştirerek, önermeleri,
nanca'da "insan" anlamına gelen anth- çeliştiklerini düşünmediğimizde ya da di-
ropos ile "bilgelik" anlamındaki sophia'dan le getirdikleri düşüncder bizim eğilimle­
türetilmiş terim; insan bilgisine öncelik rimiz, önyargılarım12, önceki bilgilerimiz
veren felsefeye verilen ad. TanrıQ.ık) bil- ve varsayımlarım12la uyuştuklannda apa-
gisine öncelik veren teosofi geleneği ile çık olarak kabul etmemiz gerektiğini ileri
Goethe'nin düşüncelerinden esinlenen sürer. Renouvier aynca apaçıklığın, 11pa-
Avusturyalı tinselci fılozof Rudolf Stei- çık önermder nesnd değil de öznel ola-
ner'in, evreni kavrama uğraşı içindeki in- rak apaçık olduklarından ötürü, doğru­
sanın evrendeki tinsel boyuw yakalamak luğun ölçütü olamayacağını savunur.
için elindeki en büyük kozun yine insa- Husserl'de ise apaçıklık doğruluğun
nın kendisi olduğunu öne sürdüğü öğre- yaşantılanması, yani düşüncede varola-
apatheia 76

nın gerçeklikte yaşanması anlanuna gelir. Genel ya da ruhbilimsel anlamda a-


Husserl'e göre önümde duran bir kitap patheia terimi "herhangi bir şey karşı­
görmekteysem, kitabı gördüğüm ve o- sında duygusal bir tepki vermeyen"; "o-
nun önümde durduğu ap-.ı.çıktır. Husserl lan bitenden etkilenmeyen" ya da "bir o-
son çözümlemede her gerçek ve bilimsel layın sonucuna duyarsız davraıup kayıt­
bilginin apaçıklığa dayandığım ve bilgi- sız kalan" insanın durumunu nitelemek
nin ancak apaçıklık sağlandığında ola- için kullanılır.
naklı olduğunu öne sürer. Aynca bkz. a-
çık ve seçik. apeiron (Yun.) Eski Yunanca'da olum-
suzluk bildiren a- önekiyle "sonlu", "sı­
apatheia (Yun.) (İng. apatlff, Fr. apathie; ıur(lı)" anlamındaki *peraltan türetilmiş
Alm. apathie; es. t. .ftkdan-ı harras!Je~ Eski sözcük. İlkçağ Yunan felsefesinde evre-
Yunanca'da olumsuzluk bildiren a- öne- nin sonsuzluğunu, sııursızlığııu savunan
kiylc 11 duygulanım", "etkilenim", 11 tutku" Anaksimandros'un tüm şeylerin kaynağı,
anlamındaki patholtan türetilmiş sözcük. *arlehlsi diye betimleyerek felsefeye sok-
"Duygulara kapılmama"; "etkilenmeme"; tuğu terim.
"duyumsamazlık" anlamına gelen terim, Anaksimandros'un bu terimle uzam-
Yunan filozoflarınca ahlak felsefesinde sal sınırsızlığı mı, zamansal sınırsızlığı
az çok farklı biçimler altında kullanılmış­ mı, yoksa niteliksel belirsizliği mi kastet-
tır. tiği çok açık olmasa da göründüğü kada-
Yunan Kuşkucuları, ne türden olursa rıyla o, ilk anlamı temel alarak diğer iki-
olsun yargıda bulunmaktan kaçınmayı, sini bunun üzerine kurmaya çalışmıştır.
yani *rpolehe tavrını benimsedikleri için, Bu bağlamda apeiro11 nicelik bakımından
bu tutumu pekiştiren ya da doğrudan bu sııursız, nitelik bakımından da belirsiz
tutumun bir sonucu diye görülebilecek anlamına gelir. Aristoteles sözcüğün çe-
apatheitiya kucak açtılar. Stoacılar da her şitli anlamlanıu ve Anaksimandros'un
türlü duygulanımı doğaya karşı yürütülen sözcüğe yüklediği anlamı uzun uzadıya
akıldışı davraıuşlar diye görüp bilgeliğe tartışmışur (Fizik, 202b-208a). Anaksi-
ulaşma yolunun ruh dinginliğinden geç- mandros'tan sonra sonsuzluk, sınırsızlık
tiğine inandıklarından, tutkular ile duy- düşüncesine felsefelerinde önemli bir yer
gulaıumlardan arınma anlamında apathti- veren Anaksimenes, Ksenophanes, Me-
tlyı onayla yarak dogmacı akılcılıklan içe- lissos ve Atomcu kanadı oluşturan Le-
risinde terimi en uç noktasına taşıdılar. ukippos ile Demokritos gibi filozoflar da
Epikurosçuluğun hazcı felsefesinde haz arlehe'leri bağlamında terimi kullanmış­
ve acı duygulanımlann
sonucunda ortaya lardır.
çıktığı için apatheidnın bir erdem olup
olmaması sorunu diye bir şey yoktur. Apel, Karl-Otto (1922) Bir yanda Ha-
Ancak Epikuros'a göre en üstün haz, bermas tarafından temelleri atılan "İleti­
tam bir durağanlık, dengelilik ya da kar- şimse! Eylem Kuramı", öbür yanda İn­
gaşadan uzak durma anlamındaki *ata- gilizce konuşulan ülkelerin "çözümleyici
raktia'dır. Ruhun dinginliğe ulaşması için dil felsefesi" doğrultusunda yakın dö-
gerekli koşul ataraktia, bu bağlamda yü- nem dil ve ahlak felsefesi tartışmalanna
zeysel de olsa apatheidyı andırır. Aristo- önemli katkılarda bulunmuş Alman fel-
tcles'te ise erdem kavramı ya da anlayışı sefeci. Ortaya koyduğu düşüncelerinde
ortayol öğretisiyle temellendirildiğinden büyük ölçüde etkilendiği Habermas'ın
onun ahlak felsefesinde apathtitiya yer kimi önemli savlarına karşı çıkan Apel,
yoktur. Buna karşın Aristotcles bu terimi söylem ile söylem etiğini olanaklı kılan
ruhbilirninde önemli bir bağlamda kul- koşulları araştıran, Kantçılığı aıuşunr
lanmıştır (RNh ÜZ!rine, 403a, 408b). çağdaş bir "aşkınsal pragmacılık" (tranr-
77 Apel, Karl-Otto

~ndental pragmatü11111s) anlayışını savun- mel felsefe anlayışı arasında çok yakın
maktadır. Bu anlayış çerçevesinde Ame- bir felsefi benzerlik söz konusudur. Ni-
rikalı pragmacı dil felsefecisi Peirce'ın tekim Apel geliştirdiği yenilikçi felsefe ö-
göstergebilimsel izleklerinden önemli o- nerisinde Kantçı paradigmayı aşkınsal bi-
randa yararlanarak, "yanlışlamaalık" an- linç alanından apriori dil alanına taşıma
layışına getirdiği eleştirilerle "en son an- uğraşı içerisindedir. Apel'e göre bu taşı­
lamda bir temellcndirmeciligin" olanak- ma uğraşının birinci ve en önemli getiri-
hınru belirlemeye çalıştığı görülmektedir. si, daha önceki aşkınsal !mşulların a pnim·
Apcl'in özellikle ilk çalışmalarında başta olarak kamusal alana taşınarak hem tek-
Heidegger ile Gadamer olmak üzere Al- bencilik hem de bireycilik tarafından· ku-
man yorumbilgici geleneğinin belli başlı rulmuş tuzaklara yakalanmamaktır. Dilin
düşünürlerinden derinden etkilendiği de bu anlamda her bakımdan "toplumsal"
gözlenmektedir. Nitekim yorumbilgici iz- üstüne kıırulu olduğu saptamasında bu-
lekler ile erdemlerin baştan beri egemen lunan Apel, bu saptamaya bağlı olarak 'a
olduğu gözlenen Apel'in felsefesinin kal- priori"nin sınırlarını Habermas tarafından
kış noktasıru, özellikle Dilthey, Alman çok kapsamlı bir biçimde betimlenen
Tarih Okulu ve Alman Yeni Kantçılığı "ideal iletişim ortamı"nın uzlaşı alanı i-
tarafından ortaya aulan pmnnial ("demir- çerisinde çizmektedir. Apel'in aşkınsal us-
baş") soruların dizgeli bir biçimde yeni lamlamasının dilsel 'a prion'''yi her ba-
baştan soruşturulması oluşturmaktadır. kımdan "iletişimse! eylem"le özdeşleştiri­
Söz konusu sorular, Habermas'ın deyi- yor olmas~ yaklaşımının çoğunluk "prag-
şiyle, Apel için tam anlamıyla bir yaşam matik" olarak nitelendirilmesinin de baş­
biçimi olan Heidegger'in "varoluşçu fel- lıca nedenidir. Bu bağlamda Apel'e göre
sefesi" ile bir potada eritilmiş gibidir. her türden iletişim eylemi, dilsel göster-
En genel anlamda bakıldığında, Apel' gelerin anlamlan yoluyla konuşmacı ile
in felsefesinin bir bütün olarak "uslam- dinleyici arasında bir uzlaşı sağlamaya
lama'' sorunu çerçevesinde hem bilginin yönelik olarak gerçekleştirilmektedir. Bir
hem de etiğin koşullarının araştırılması­ başka deyişle iletişimsel eylem sözü, ko-
na yönelik olduğu söylenebilir. Bir başka nuşmacı ile dinleyici arasında gerçekleş­
deyişle, ne geçerli .ne de olanaklı bilginin mesi beklenen bu uzlaşının başarıyla ku-
söz konusu olmadığı aşkınsal koşullar, rulduğu anlamına gelmektedir. Uzlaşı her
burada doğrudan hem uslamlama olana- zaman için daha önce toplumsal ve dilsel
ğına hem de etkin dilsel iletişim ola- ortak anlaşılarla belirlenmiş anlambilgisel
naklarına karşılık gelmektedir. Apel'e gö- belirlenimler doğrultusunda, ancak ideal
re, olanağın aşkınsal koşul olarak görül- bir iletişim topluluğunda gerçekleştirile­
mesi, ilk bakışta anlaşıldığının tersine, er bılecek bır enson amaçur. Bu noktada
ya da geç "tekbencilik"e götüren bilıncin her uslamlamanın ikili bir yapı sergiledi-
enson anlamdaki koşullarına değil, doğ­ ğini dile getiren Apel, bunlardan ilkinin
rudan doğruya enson anlamda tek temel söylenmiş olanın "önermese! içeriği" ol-
olarak temellendirilen dilin kendisine gön- duğunu belirtirken, ·ikincisinin birtakım
dermektedir. Dolayısıyla Apel'in felsefe- geçerlilik ölçütleri uyarınca belirlenen belli
sinde bir bütün olarak dile, bütünüyle sözcüklerin kullanılmasıyla denmek is-
"konuşmacılar arasındaki iletişim eylem- tenmiş olanın "edimsel içeriği" olduğu­
leri" doğrultusunda her bakımdan ve her nu s.'lvunmaktadır. Bu parametreler göz
durumda "pragmatik" (edimbilimsel ya da önünde bulundurulduğunda, Apel'e göre
knllan1111bili1111tl} bakımdan yaklaşılmakta­ "doğruluk diye bir şey yoktur" türünden
dır. Bu noktada Apel'in kalkış noktası ile bir sav daha baştan bütünüyle yanlışur;
John Searle'in Söz. Edimleri (Speech Acts, çünkü savın önermese! içeriği ile edimsel
1969) başlıklı çalışmasında geliştirdiği te- içeriği kendi içinde bir çelişki içermekte-
Apel, Karl-Otto 78

dir. Daha açık söylemek gerekirse, savın !erken, "baştan beri istenç ile bilincin ı­
doğruluğu savın edimsel içeriğince var- şığı altında yaşam•ı karşı ödünsüz savu-
sayılanı olumsuzlamaktadır. Bu durumda nulan bir ussal bakış felsefesi" sözlerine
da edimsel içerik evrensel bir doğruluk yer vermektedir. Bu bağlamda ussal söy-
savı gibi gözükürken, öte yanda önerme- lemin gereklerine dayalı bir ahliık arayışı
se) içerik bu tür bir olanağı dışarda bıra­ ile enson anlamda bir "temellendirme"
kan bir sav ileri sürmektedir. nin olanağı arasında yaşanan gerilimler
A priori olarak, sözlerimiz ya da ey- Apel felsefesinin en dikkat çekici yönle-
lemlerimiz olmaksızın dilsel uzlaşılarla rini oluşturmaktadır. Baştan kendi ko-
koşullandırılmış olmamızın olanaksız o- numumuzu sağlama almak için başvur­
luşu gerçeğinden dolayı Apel, iletişimse! duğumuz dayanakların her zaman söy-
eyleme enson anlamda bir temel olacak lem içinde değişime açık olduklarını sa-
biçimde gönderimde bulunmaktadır. Söz vunan Apel, enson temele doğnı evrilen
konusu temel, varlıkbilgisel ya da meta- sağlam dayanaklar arayışı tasarınuyla Ha-
fizik bir temel olmayıp bütünüyle anlam- bermas 'ın "düzenleyici ilke" anlayışının
bilgisel bir temeldir. Bu anlamıyla aynı sonuna dek yanında olmuştur.
zamanda hem bilgikuramının hem de e- Yüzyılımızda meydana gelen kıyameti
tiğin enson sının olarak temellendiril- andıran olaylara karşı çoğunlukla sağ­
mektedir. Nitekim Apel'e göre, Popperci lamlıkları her zaman için kuşkuya açık
"yanlışlamacılık" gibi bilgi felsefesi okul- birtakım romantik duygulanımlarla yanıt
ları dahi "enson temel" tasarımının sun- verildiği gerçeği ve ussallık istemlerine
duğu parametreler altında bölümlenme- karşı gösterilen postmodem dirençler ile
liditler. Popper'in özellikle "hepeleştirel gönülsüzlükler göz önünde bulundurul-
usçuluk" diye adlandırılan felsefe akımı­ duğunda, Apel'in düşüncelerinin ana e-
na bağlı Hans Albert, Gerard, Radnitz- sin kaynağı olan ussallık arayışının çağ­
ky, Wılliam W. B-art!ey gibi kimi öğren­ daş felsefede çok ayrıksı bir konum işgal
cileri, Apel'in "enson temel" üzerine or- ettiği açıktır. Bununla birlikte Apel, te-
taya attığı sava, eleştiriden etkili olması, melleri sağlam bir demokratik toplumda
istediğini tam olarak yapması bekleni- farklı geçerlilik savlarının hep bir arada
yorsa eleştiri tasarımına bir başka kav- bulunduğu "göreci" ya da "yorumbilgi-
ram ile sınırlama getirmenin son derece ci" bir çoğulculuğa yer olduğunun, an-
yanlış olduğunu dile getirerek şiddetle cak kıyameti andıran bir belirsizliğin
karşı çıkmışlardır. Popper'in söz konusu egemen olduğu, geleceğe dönük büyük
öğrencilerine göre, "temellendirmecilik'' kararların alınması gereğinin başgöster­
ten ya da "inakçılık"tan kaçınmanın tek diği durumlarda söz konusu çoğulculu­
yolu eleştiri kavramına sonuna dek öz- ğun her zaman için başarısızlığa mah-
gürlük tanımaktır. Kendisine yöneltilen kum olduğunun altını özellikle çizmek-
bu eleştirilere karşı Apel, hepeleştirel us- tedir.
çuluğun kendi içinde barındırdığı çeliş­ Apel'in belli başlı yapıtları ar.ısında
kilere dikkat çekerek, kendi felsefe us- Die Idee der SprMhe i11 der T raditio11 des H11-
lamlamalannın geçerliliklerini dolaylı bir m1J11irm11s von Dante bis Vico (Dante'den
yolla da olsa kanıtlama yoluna gitmiştir. Vico'ya İnsancılık Geleneğinde Dil Ta-
Yaşamının önemli bir bölümünü Hit!er sarımı, 1963), Transjormation der Philosop-
Almanyası'nın kıyameti aratmayan görü- hie (Felsefenin Dönüşümü, 2 cilt, 1972-
nümü altında geçiren Apel, savaş sonrası 1973), Der Denkweg vo11 Charles Sanders
dönemle birlikte sağlam "temeller"in bu- Peirce (Charles Sanders Peirce'ın Dü-
lunması gerektiği yönündeki düşüncele­ şünme Yolu, 1975), Die Erkliiren: Verste-
rini her fırsatta dile getirmiştir. Haber- he11. Konıroııerse in traııszendental-pra/!,lllllfİsc­
mas, Apel'in felsefesinin doğasını betim- her Sicht (Anlama ile Açıklama, 1979) sa-
79 Apolloncu/Dionysosçu (ilkeler)

yılabilir. 71 b-72a). Buna karşın bireyler ya da ti-


kcller tanımın konusu olmadıkları için
aphairesis (Yun.) Gerçekte ayrılamaz o- tanıtlanamazlar (Metn.fizjle., 1039b). Ay-
lan genel 1.·ir özelliği ya da niteliği dü- nca bkz. tasım.
şünce bazında ait olduğu bağlamdan çe-
kip çıkarma işlemini nitelemek için kul- apokatastasis (Yun.) İlkçağ felsefesinde
lanılan terim. Sözcük anlamı "seçip al- "yeniden kurm;ık;
eski haline getirmek''
mak" ya da "çekip çıkarmak" olan aphtti- anlamına gelen terim; Ortaçağ felsefe-
rr.sis, A,ristoteles felsefesinde "soyutlama" sinde "Tann'nın Krallığı'nda, Şeytan ve
demektir. Aristoteles için soyutlamanın ona tapanlar da dahil olmak üzere, tüm
başlıca kullanım alanı matematiktir (Mt- ruhların onanlması; kurtarılması" ,ınlıı­
tqfizjk, 106la-b). mında kullanılmıştır. Tanrı'nın iyiliği kö-
Yeni Platonculuk'ta ise terim bir yön- tülüğü yenecek ;•e tinsel bir eğitim süreci
tem olarak olumsuzlamaya; en yüce var- sonunda tüm ruhlar nedamet getirip Tan-
lığa. Bir'e, Tann'ya yönelik bir kavrayışa n'nın yoluna tümüyle uygun bir yaşamı
ulaşmanın. bir kavram oluşturmanın yön- seçeceklerdir. Bu öğreti (apole.atasıasi.r pmı-
temi olarak olumsuzlamaya denk gelir. 1011) Origenes kaynaklı olup Nyssalı Gre-
Horada yı.ırgu Tanrı'nın ne olduğu üze- gorios taratindan da savunulmuştur. Mo-
rine değil de ne olmadığı üzerinedir. dern zamanlarda ise F. D. Maurice
(1805-72) ve Kari Barth (1886-1968) bu-
aphasia (Yun.) Günümüzdeki anlamı na yakın bir konumu benimsemişlerdir.
1..unuşma yetisinin tümüyle yitirilmesi
-"söz yitimi" (afazi)- olan terim, ilkçağ apokrypha (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
Yunan kuşkuculuğunda her şekilde yar- sinde "yetke kuşkusu". Sahiciliğinden ya
gıda bulunmaktan kaçınmayı, yargının da otoritesinden kuşku duyulan; doğru­
askıya alınmasını r:epokht) salık veren öğ­ luğu ya da gerçekliği su götürür durum-
retinin sonunda, kişinin ulaşacağı vars;ı­ lıır için kullanılan bu sözcük, yazan ya da
yılan kut.<anmıs felsefece sessizliğe karşı­ lrnynağı bilinmeren yazıları nitelemek i-
lık gelir. çin de kullanılır.

aphobia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesin- apolaustikoıi bio.~ (Yun.) İlkçağ Yunan
de, özellikle de Aristoteles'te, "korku felsefesinde, özellikle de Aristoteles'te.
nedir bilmeme" ya da "korkusuz olma" hazza adanmış, hazzı erek edinmiş ya-
anlamında kullanılan terim: "korkusuz- şanu nitelemek için kullanılan terim:
luk". "haz yaşamı".

aphthartos (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe- Apolloncu/Dionysosçu (ilkeler) [İng.


sinde bozulmayacak ölçüde sağlam, "bo- Apolloniaıı/ Dionysiaır. Fr. Apolloııien/ DUı­
zulmaz" ya da "yok olmaz" anlamında nyrieır. Alm.Apolliniıdıe/ Dio'!)'sürhe] Nietz-
kullanılan terim; "ruhun yokedilemezli- sche'nin insan yaşamına her durumda e-
ği"ne ele karşılık gelir. Ayrıca bkz. atha- gemen olduğunu düşündüğü en temel iki
natos. itki arasındaki karşıtlık ve savaşımı, bun-
lar arasındaki dengenin kuruluşunu an-
apodciksis (Yun.) "Göstermek"; "tanıt­ latmak amacıyla b:ışvıırduğu felsefe ay-
lamak"; "kanıt" anlamındaki terim Aris- nını ya da ikiliğ~ karşıtlann birliği.
toteles'in yöntembilgisinde tasımsal ta- Müz!J.in Tinimlen Tragetfyamn D~ğ11111
nıtlamaya karşılık gelir. Eğer öncüller [Die Geburt der Tragödie aus dem Geiste
doğru ve gerçek iseler bizi *tpistemc'ye, der Musik, 1872] başlıklı yapıunda Nietz-
bilgiye ulaştırırlar (İkinci Çiiz!imkmeler, 1, sclıe, Yunan Uygarlığı'nda özgün olanın
Apolloncu/Dionysosçu (ilkeler) 80

ne olduğunu açıklamaya çalışırken söz ulmışlık duygusuyla yaşayan insana gü-


konusu ilkelere başvurmaktadır. Özgün ven, huzur ve esenlik veren, kimileyin
Yunan tr-.ıgedyalannda önemli bir yer tu- Nietzsche'nin "Apolloncu yaşanu" diye
tan "koro", yalıuk bir us yaşamı süren de andığı, düş yaşanusıru simgelemekte-
evrensel dengenin timsali Apolloncu in- dir. Nietzsche kimileyin de bu yaşantı
sana, yaşamı bir şenlik olarak görüp bü- lcırşısında udüzcn", "orantı", "uyum",
tün tutarsızlıklan ve dengesizlikleriyle "ölçü", "ılımlılık", "ussallık", "düşünsel­
birlikte neşe içinde olurlayan coşkulu bir lik" gibi değerlerin yer ettiği temel eği­
Dionysosçu toplulukla bütünleşme im- limi ya da itilimi "Apollonculuk" diye
kanı vermektedir. Yunan Tragedyası'nda adlandırmaktadır. Bu açıdan bakıldığında
gerçekleştirilen bu estetik deneyim, Yu- Apollonculuk biçimlerdeki ya da form-
nanlı yurttaşın her iki ruh hali arasında lardaki uyum ile dengeye en üst düzey
bir denge durumu kurabilmesine olanak bir değer ohırak bakan bakışa gönderme
tanımaktadır. Nietzsche'ye göre, Yunan yapmaktadır. O nedenle Apolloncu ilke,
Tragedyası'nın insan ruhı.ınun bu iki aşın Dionysosçu ilkenin tam tersine, oluş ile
ucunu son derece yüksek bir yetkinlikle değişimin belirsizliğine, bu belirsizlikle-
bağdaşurabilmiş olması, hem Yunanlıları rin seyredilmesinden edinilen coşkuya
hem de geliştirdikleri uygarlığı bir eşi da- bütünüyle karşıt bir konumda varolan
ha olmayan bir yere taşınuşur. Nietz- Tann Apollon'dan esinlenerek temellen-
sche. Yunan Uygarlığı'ndan sonra kurul- dirilmiş bir yaşama tutumu ya da estetik
muş bütün uygarlıkların yetersizliklerini yaşama biçimidir.
Apolloncu/Dionysosçu ilkeleri temel a- Öte yanda Dionysosçu ilkeye dönül-
larak yorumlamaktadır. Bu bağlamda Yu- düğünde öncelikle söylenmesi gereken,
nan Tragedyası'nda önemli roller üstle- Apolloncu değerlerin yerlerini bütün bü-
nen Apollon ile Dionysos adlı tanrıların tün karşıtlarına bırakmış olmalarıdır. Bu
birbirleriyle olan ilişkileri üstüne yoğun­ anlamda bir ilke olmaktan çok bir ruh
laşaıı Nietzsche, bu iki tanrıda gövde- haline karşılık gelen Dionysosçuluk, Ni-
lendirilen kimi özellikleri insan ruhunun etzsche'nin iıısarılarda baştan beri var-
sürekli birbirleriyle savaşım içindeki iki olduğunu düşündüğü yaşama istenci ile
ayrı durumunun eğretilemesi olarak oku- erk yaşanusının sınır tanımaksızın tut-
maktadır. Buna göre, karşıtlığın bir ya- kulu yollarla dışa vurulmasını arılatmak­
nında bulunan Apolloncu ilke usa, öz- tadır. Dionysosçu yaşanu durumu, kişi­
denetime, uyuma, dengeye gönderirken, nin kendinden geçtiği, tam bir esriklik
karşıtlığın öbür yanında yer alan Dio- hali içinde ben'inden sıyrıldığı, yaşadığı
nysosçu ilke çılgınlıkla, taşkınlıkla, usdı­ sarhoşlukla içinden gelenleri dışa vur-
şıyla, düzensizlikle ilişkilendirilmektedir. maya eğilimli olduğu, kendisini İçinclt·
Kimi Nietzsche yorumculaa Apolloneu/ doğan isteklere, duygulanımlara, her tür-
Dionysosçu ilkelerin Schopenhauer fel- den doğaçlama yaşanuya bırakuğı, bun-
sefesinde istenç ile tasarım arasında ya- ları ket vurmaksızın olurladığı durum-
pılan aynma karşılık geldiğini belirtmek- dur. Nietzsche, sonuna dek kendinden
tedirler. geçme haliyle evrenin olağanüstü uyu-
Nietzsche'nin bakışında Apollon doğ­ munu bir an olsun kavramaya olanak ta-
rudan "Güneş Tannsı"na; derinlere inil- nıyan bu yaşanuyı "Dionysosçu yaşanu"
dikçe yüzünü gösteren, yaşamı yaşamaya diye betimleyerek, bu yaşanu biçimini
değer kılan güzellik yanılsamasını yaratan başta Hıristiyanlık olmak üzere bütün
"Işık Tanrısı" na karşılık gelmektedir. Ni- bir Batı kültüründe yer alan etik dizgele-
tekim bu bağlamda Apolloncu ilke, sağ­ rin karşısına yerleştirmektedir. Nietzsche'
ladığı güzellik yanılsaması yoluyla acıla­ nin gözünde Batı'da yerleştirilen bütün
an kol gezdiği bir dünyada kafese kapa- değer dizgeleri, özünde Dionysosçu ya-
81 apotbeosis

şanuyı ya ıslah ederek ya da basurarak tporetik] İlkçağ Yunan felsefesinde, orta-


iğdiş etmek üzere tasarlanmışlardır. Yu- ya çıkan bir sorun ya da beliren bir aç-
nan felsefesi ile sanauna ilişkin yürüttü- maz yüzünden tıkanıp kalan bir taruşma
ğü araştırmalar sonucunda Nietzsche, dü- ya da soruşturma için kullanılan, "sonu-
şünsel ya da sanatsal yaraucılığın uyumla, ca ulaşamama durumu"nu niteleyen, *a-
düzenle, dengeyle birlikte anılan Apol- poria'dan türetilmiş sıfat. Bu bağlamcfa a-
lon'a dayanmayıp tam tersine "kaotik porelilt. yöntrı11, sorun üzerine türlü türlü
varoluş"un yıkıcı gücü olarak tasarlanan sorulann ortaya atıldığı ama bir türlü uy-
Dionysos'un bir ifadesi olduğunu ileri gun çözüme ulaşılamayan, hep bir çık­
sürmüştür. Düzenli bir görünüşler dün- mazla karşılaşılan Sokratesçi yönteme
yası tasanmının da, bütünlüklü, birlikli, karşılık gelir. Platon'un Sokratesçi felse-
tekparça bir gerçeklik bulunduğuna yö- fenin etkisi altında yazmış olduğu "genç-
nelik inanan da koskoca bir yalandan lik diyaloglan"na "aporetik diyaloglar''
ibaret olduğunu savunan Nietzsche, A- denmesinin sebebi de budur.
polloncu/ Dionysosçu ilkeler aynmının Ayru konu ya da görüş üzerine birbi-
sunduğu olanaklardan yararlanarak Batı rinden tümüyle farklı ama ayru ölçüde
metafiziğinin Platon'dan başlayarak bir- geçerli uslamlama yapabilme anlamında
takım gerçeklikler kisvesi altında pek çok aporctik yöntemin hem retoriğin hem de
insanca yanlışı enson anlamdaki hakikat- kuşkuculuğun gelişiminde önemli bir et-
ler diye yutturma yoluna gittiğini gös- kisi olmuştur. Son zamanlann yazın ku-
termiştir. Aynca bkz. Nietzsche, Fried- ramında, kendi kendisiyle çelişen ya da
rich. kendi kendinin altıru oyan metni nitele-
mek için de aporeıik sıfatı kullanılmakta­
apologia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe- dır. Aynca bkz. Sokratesçi yöntem.
sinde bir kişinin kendisine yöneltilen
suçlamalar karşısında kendisini savun- aporia (Yun.) İnsanın anlamakta ya da
mak için yaptığı yazılı ya da sözlü açık­ açıklamakta güçlük çektiği bir sorunda
lama; kendini aklamak için dilegetirdiği çözüme ulaşmanın olanaksızlığı: "çözüm-
savunusöz ya da savunuyazı: "savunca". lenemezlik"; "çıkış yolunun yokluğu";
Sokrates'in '.'halkı kötü yola düşür­ "çıkmaz". Eski Yunanca'da olumsuzluk
mekten" Q) dolayı ölüme mah!..-ıim edil- bildiren a- önekiyle "çıkış", "yol", "köp-
mesinin ardından dillendirdiği apokıgia'sı, rü", "geçit'' anlamına gelen poros'tan tü-
felsefece düşünmenin söze dökülmüş en retilmiş bu sözcük, ilkçağ Yunan felse-
kayda değer "savunusöz"lerinden biridir. fesinde bir sorunun çözümünde karşıla­
şılan içinden çıkılamaz manuksal güçlük
aponia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde anlanunda kullanılmıştır. Nicolai Hart-
ruhun kargaşadan uzak durmasına *ata- mann ise çok sonralan terimi "gidilecek
rak.ria adı verilirken, "bedenin acıdan ~a­ yolun olmayışı" anlanundaweghsig/eeitsöz-
kınması" ya da "acının bedene uğrama­ cüğüyle karşılayarak Alman felsefesinde
yışı" durumuna aponia denirdi. Yine, de- dolaşıma sokmuştur.
nildiğine göre, eğer kişi bu iki huzur ve-
rici ortamı birarada yaşayabilirse, hem apotbeosis (Yun.) Eski Yunanca'da
ruhen hem de bedenen zahmetsiz (apo- "çıkmak", "yaklaşmak", "taşımak'' gibi
nos) bir şekilde hazza ulaşacaktır. anlamlara gelen aptr önekiyle "tann" an-
lamındaki theoltan türetilmiş sözcük: tan-
apophatik tanrıbilim bkz. olumsuz- nlaşurma; bir varlığa tanrısal değer bah-
Qamacı) taıinbilim şetme; bir varlığı aşırı ölçüde yüceltip
tann kauna çıkarma, onu kutsal kabul et-
aporetik [İng. aporeliC", Fr. aporililJue, Alm. me.
Aquinas, Thomas 82

Aquinaı, Thomas (1224-1274) Pek raolığıyla bilinebilir kılınabileceğini sa-


çok felsefe tarihçisinin gözünde yalnızca vunmaktadır.
1200 ile 1300 yıllan arasındaki Yüksek Aquinas'ın felsefesiyle tannbiliminin
Skolastik'in değil tüm bir Skolastik felse- temelinde iki büyük bireşime varma ça-
fenin en büyük düşünürü olan, "Aqui- ba.~ı yer almaktadır: "XII. yüzyıl Röne-
nolu (Aziz) Tommaso" diye de anılan sansı" diye anılan dönemin düşünürleri­
ortaç:ığın önde gelen İtaly-dn Dominiken nin ulaştıkları dinsel doğruların tanrıbi­
filozofu ve tanrıbilimcisi. Kendisine ge- limsel bireşimi ile Aristoteles'in tüm bir
linene dek bütün bir ilkçağ ve ortaçağ öğretisinin Hıristiyanlık inanoyla felse-
felsefesinde "düşünce" adına ortaya dö- fece bireşimi. Aquinas bu iki bireşim,
külmüş ne varsa süzgecinden geçiren yani vahiysel doğruların tannbilimsel bi-
Thomas Aquinas, döneminin çoğu fılo­ reşimi ile aklın ulaşabildiği doğruların
zofunun aksine yalnızca Hıristiyan kay- felsefi bireşimi arasında gördüğü ilişki­
naklardan değil Yahudi (Mairnonides vd.) nin, onu huzur ve mutluluk duygusuna
ve Müslüman (İbn Sina vd.) düşünürle­ taşıyarak araştırma için istekli ve tutkulu
rin görüşlerinden de yararlanarak Aris- kıldığını söyler. Anselm us ve Petrus A-
totelesçi felsefi öğeleri Hıristiyan inan- belardus akıl ile inanç arasındaki ilişkiyi,
oyla özgün bir biçimde harmanlayan diz- inanan doğrularını aklın doğrularına tabi
geli bir Katolik tannbilimi ortaya koy- kılarak, "devingen" olarak görürken, A-
muştur. quinas bu ilişkiyi "durağan" olarak ta-
Aqui~s'ın irili ufaklı düşünüldüğün­ nımlar: inanca ait olan ve insanın kavra-
de sayılan 60'ı aşan yapıtlarının büyük ma gücünü kesin olarak aşan doğrular
bir bölümü tannbilim üzerine olsa da için de, insan anlığının, anlama yetisinin
bunların dışında kalan yapıtları arasında ulaşabileceği felsefi doğrular için de i-
De prindpiis nafllrm, ad fra1re111 SylveslrHın nanç ile akıl arasındaki ilişkide bir dü-
(Kardeş Sylvestri İçin Doğanın İlkeleri zeyden diğerine geçmenin, ilerlemenin
Üzerine, 1248-1252 ya da 1252-1256), ya da sıçramanın yolu bulunmamaktadır.
De mte et usentia (Varlık ile Ôz Üzerine, Eğer akıl inıınçla ilgili meselelerde bir rol
1252-1256), De aetemitate m11ndi (Dünya- oynayacaksa, bu rol doğruları kanıtlamak
nın Sonsuzluğu Üzerine, 1271) ve özel- değil, yalnızca inanca ait doğrular öner-
lilde de Aristoteles'in neredeyse tüm ya- meler biçiminde öne sürüldüklerinde bu
pıtları üzerine yazdığı çeşitli yorumlar baş­ önermelerden sonuçlar ÇJkannak olma-
ta olmak üzere kesin bir biçimde felse- lıdır. Sözgclimi, Aquinas'a göre, tanrısal
fenin alanına giren pek çok çalışması bu- kayranın zorunluluğunu, tanrısal kayra
lunmaktadır. Aristoteles'in bütün bir kül- olmaksızın insanın doğaüstü yazgısının
liyatını içine sindire sindire deviren A- düşünülemeyeceğini ve doğaüstü yazgı­
quinas'ın kendisi de onun eserlerine yaz- nın varlığının da bize ilk önce İnanç yo-
dığı oylumlu ve etkileyici yorumlarla ayrı luyla açıklandığını göstererek tanıtlayabi­
bir külliyat yaratmıştır. Felsefesinin te- liriz. Aquinas'ın akıl ile inanç arasındaki
mel özellilderinden biri felsefece soruş­ ilişkinin doğası üstüne düşünceleri, daha
tunnalan tannbilimsel araştırmalardan ke- önceki yüzyıllarda felsefi düşünceyi en
sin çizgilerle ayırması olan Aquinas'a gö- fazla oyalayan tartışmalardan birine -akıl
re felsefe doğal aklın ışığına dayanırken, ile inancı birleştirme girişimlerine neden
tannbilim tanrısal aydınlanmaya duyulan olan, dolayısıyla da felsefi bir tartışmaya
inancı önceden varsaymaktadır. AncakA- yol açan akıl ile inanç arasındaki çelişki­
quinas doğal aklın ışığının insanı huzura ler yumağı sorununa- son verir. Aqui-
taşıyacak şeyi.eri keşfetmek için yeterli nas, bu iki ayn alandan birinin doğrula­
olmaclığıru düşündüğünden, bunların yal- rının diğerinin doğrularıyla çelişefueye­
nızca ve yalnızca tanrısal aydınlanma a- ceği ilkesinden hareket ederek, inancın
83 Aquinas, Thomas

doğrulanrun aklın doğnılannı ya da tam ken Tarikatı tar-.afından gönde.rildiği Pa-


tersi aklın doğrularının inanan doğrula­ ris'tc öğretmeni olan Albertus Magnus'a
nrıı çürütemeyeceğini sawnur. Aynı ko- da çok şey borçlu olduğu düşünce diz-
nu üzerine farklı ve çel.işen görüşler bil- gesinin her bir parçası pek çoğu gözle
diren akıl ile inanç doğrulanndan birinin görülür biçimde Aristotelesçi olan meta-
yanlış olması gerektiğinden yola çıkarak, fizik ilkdetle doludur. Aquinas sonradan
bunlann her ilcisi de Tanrı'dan geldiğine Kili.1e'nin resmi öğretisi haline gelen
göre Tanrı'run kendisi ''yanlış"ın yaratı­ (1278) dizgesinde, o dönemde Aristote-
cısıdır yollu düşünceye ulaşmak, Aqui- les'in Avrupa'ya İslam düşünürleri aracı­
nas'ın aykırı bularak reddettiği bir us- lığıyla henüz aktanlmış olan yapıtlann­
lamlamadır. Aquinas'a göre bir kölenin dan yola çık-lrak oluşturduğu bu ilkelere
anlığırun bir felsefecinin anlığından daha sıkça başwrur. KarJeı Sy/ıJeıtri İp11 Doğa­
aşağı düzeyde olması gibi, bir fdsefcci- "'" ilkeleri ÜZ!fi11t .ve özellikle f-,..arlık ik
nin anlığı da bir mclcğinkinden daha a- Ôz Ü!{!ri11e bu anlamda Aquinas'ın meta-
şa~ı düzeydedir; demek ki düşünsd bir fiziğinin büyük bir bölümünü özetle-
doğru ile inanca dayalı bir doğru çelişti­ mektedir. VarlıkilıÔzÜ~deöne sü-
ğinde, bu düşünsel doğru, doğru. oldu- rülen en önemli sav "sahici aynm" o-
ğunu sansak da, daha aynntılı bir tartış­ larak bilinen savdır. Aquinas'ın muhte-
mayla yanlışlığı ortaya çıkanlabilecek bir melen İbn Sini'nın Aristotelesçi öğreti­
yanılgıdır. Dolayısıyla Aquinas 'ın düşün­ sinden aldığı bu sava göre yarattlıruş bir
sel çerçevesinde, tannbilim felsefenin i- şeyin özü varoluşundan yalruzca kav-
nıınçla çdişen hiçbir şeyi kanıtlayamaya­ ramsal olarak değil gerçekten de ayrıdır.
cağını ilan ederek onu egemenliği altına Metatiziğindiliyle söylenirse, 6.ziksd var-
aldığından, felsefe tannbilimin hizmet- lıklar biçim ve maddenin bileşimi olsalar
kin olar.ık kalır. Tannbilimcilet için en da bütün yaraalanlar, hatta fızik.1el ol-
uygun olanı felsefece akılyiiriitmeyi tan- mayanlar bile öz ile v.&roluşun bilcşinlİ­
nbilimsclleşıirerek kullanmaktır. dider. Varoluş varlığın vazgeçilmez, ol-
Felsefe ile tannbilimi kesin çizgilerle mazsa olmaz bir parçasıdır. Yalnızca ilk,
ayıran Aquinas, doğal olarak tannbilim- yaratılmamış neden, özü zaten varoluş
ciler ile felsefecilerin izlemesi gereken olan Tann saltık yalındır. Aquinas bu şe­
yol yordamlan, yöntemleri ya da kurallan kilde metafiziği adeta "varlıkbilim" ola-
da ayınr. Tannbilimde kişi Tann inan- r-.ık gördüğünden ve varlığın her şeyden
cından ve Tann'run yarattlıruş gerçekliğe ilnce Tann olduğunu, bütün varlığın
ilişkin vahiylerinden yola çıkar.ık akıl yü- 'fanrı'ya dayandığını savunduğundan Ö·
rütür. Felsefedcysc akılyürütme yaratılan türü, felsefesini Joğ.ırun ve her şeyin va-
gerçekliğin insan aklı tarafından anlaşıla­ roluşunun temeli olarak düşündüğü Tan-
bilen kısmırun arııştınlmasıyla başlayıp n'nın araştmlmasıyla başlattığı ölçüde
yaratılan gerçekliğin ve felsefi araştırma­ metafizikle de başlatıruş olur. Aquinas
nın amacı olarak görülen kutsal gerçekli- varlığın, anlığın en temel kavrayışı, "i-
ğin bilgisine ulaşmak için uğraşır. Aqui- çinde bütün kavrayışlann temelini bul-
nas'ın bu düşüncesinin altında (doğa fel- duğu içsd olarak en anlaşılır nesnc.1i"
sefesi, matematik ve metafiziği içeren) olduğunu söyler. Bu yüzden anlığın bü-
kuramsal ya da kurgusal fclscfe ile pratik tün diğer kavrayışlanna, "varlık" terimi-
felsefe arasındaki aynmın kabulü yat- nin kendisi tarafından ifade edilmeyen
maktadır. Aquinas'a göre felsefenin en bir vatlık kipini ifade ettikleri sürece,
üstün dalı "varolarun varlık olarak bili- varlığa eklemeler yapılarak ulaşılması ge-
mi"; yani "va.'"Olan olarak varlık''ın özel- rekir. Aquinas bu türden eklemeler yap-
lilderini bulup çıkaran metafiziktir. marun iki geçerli yolu olduğunu savunur.
Aqıunas'ın 1244'te katıldığı Domini- Birinci ve çokça başvınulan yol, bu iş
Aquiııas, Thomas 84

için her biri varlığın özel bir kipi olan Aristoteles gibi Aquinas da düşünsel bil•
Aristoteles 'in on kategorisini -töz, nite- meyi anlığın algılanan şeyin formu tara-
lik, nicelik ve diğerleri- kullanmaktır. Var- fından bilgilendirildiği bir süreç olarak
lığa eklemeler yapmanın ikinci yolu ise sunar. Bu form bir şeyin olduğu türden
daha az bildik bir yoldur ve her varlığı algılanmasını olanaklı kılar. Aynca Aqui-
salttk olarak ıralayan "varlığın beş genel nas etkin anlığın, anlama yetisinin (duyu
kipi"nden oluşur: şey-lik; tek-lik; birşey­ izlenimlerindeki temel fomılan ayırt et-
lik; iyi-lik; doğru-luk. Bu beşi -"var- me yetisinin) her insana bireysel olarak
lık"ın kendisiyle birlikte- varolan her şe­ ait olan bir şey olduğunu savunur. Yani
ye eksiksiz biçimde yüklenebilen "aşkın­ ona göre, İbn Rüşdcülerin savunduğu
lıklar" dır. Her varlık bütün özgülleşmiş gibi herkes için tek bir evrensel usun
varlıkların zorunlu kipleri olduklan için varlığı söz konusu değildir. Buna karşı
kategorileri aşan bu beş kipi gösterir. Bu- insan her arılama eyleminde kutsal ay-
radaki "iyi-lik" bir varlığın arzulama nes- dınlanmaya başvurur; başvurmak zorun-
nesi olarak, "doğru-luk" da anlama nes- dadır. Burada da İbn Sina'nın felsefesin-
nesi olarak uygunluğunu ifade eder. den izler bulmak mümkündür. Son çö-
Aquinas'ın "üstetik,.' öğretisinin te- zümlemede, Aquinas bir önerme oluş­
mel savı da bu "aşkınlıklar kuramı"ndan turma, bir uslamlama öne sürme ya da
doğmuştur. Bu, "varlık'' ve "iyi-lik" te- doğruya ulaşma gibi konularda insan dü-
rimlerinin aynı göndergeye sahip olup şüncesini düşünsel bilmenin en aşağı bi-
yalnızca anlamca farklı olduklan yollu çimi -meleklerin yanılmaz bir biçimde
metafizik ilkesidir. Bu ilkeye göre arzu kolayca doğruya ulaşma biçimlerinin yet-
edilen her şey "iyi" olarak kabul edilir. kin olmayan bir uyarlaması- olarak gö-
,Diğer bir deyişle, "arzu edilirlik" iyiliğin rür.
temel bir boyutudur. Bdirli türden bir Aquiııas'ın bilgikuramı genellikle iki
şey o türün bir üyesi olarak türünün en bakış açısından ele alınmaktadır. Bir gö-
mükemmel örneği olduğu ölçüde arzu rüşe göre Aquinas'ın bilgikuramı, bütün
edilirdir. Bir şeyin türünün en mükem- olası bilgi kiplerini kapsadığı ve her tür-
mel örneği olması ise onun türünü aynı den bilgi türünün koşullarını gösterdi-
cinsteki diğer türlerden ayıran özgül gi- ğinden, evrenseldir. Diğer görüşe görey-
zilgüçlerini edimselleştirebilmesine bağlı­ se insan bilgisine özgü sınırlılıkları ve
dır. Bir şeyi özgülleştiren gizilgüçlerin koşullan tanımladığından ötürü eleştirel­
cdimselleşmesi, ilk elde, o şeyin kendisi dir. Birinci görüş, Plotinos ve Proklos'
olarak varolduğunun göstergesidir. Bu un geliştirdikleri Aristotelesçi bir dile-
anlamda o şeyin bir "varlık" olduğu söy- getirişi -"ruh her şeydir"- Aquinas'ın
lenebilir. Buna karşı bir şeyi özgülleşti­ kendi felsefesine uyarlama biçiminden
ren gizilgüçlerin edimselleşmesi, "etkin kaynaklanır. Buna göre duyulur şeylerin
hale gelme" bağlamında; o şeyin kendi- algılanması, algılayan kadar algılanan için
-sini tam olarak gerçekleştirmesi, tam, ek- de ortak olan bir eylemle, ruha madde-
siksiz, kusursuz bir varlığa sahip olması leri olmaksızın biçimlerini ya da fomıla­
bağlamında bütün şeylerin doğal olarak nnı bırakmalarıyla gerçekleşir. Dahası bu
amaçladıklan duruma gönderme yapar. eylemde anlık ya da anlama yetisi kavra-
Bu anlamda da o şeyin "iyi" olduğu, "iyi- dığı şeyle özdeştir: bilgi ile bilinen şey
lik" niteliğine sahip olduğu söylenebilir. arasında fark yoktur. İster duyularla is-
Yani genel olarak "varlık" ve "iyi-lik" ay- terse tanrısal görüyle ulaşalım, bilgi bili-
nı göndergeyc sahiptirler: özgül gizilgüç- nen nesnenin bilen öznedeki kesin mev-
!~rin etkin hale gelmesi. cudiyetidir. Ama bu kesinlikle bilinen nes-
Aquinas'ın bilgikur.ı.mı ile zihin felse- nenin bilen özneyle aynı kılındığı bir
fesi de kesin bir biçimde Aristotelesçidir. kaynaşma ya da katışma olarak da düşü-
85 Aquinaı, Thomaı

nülmemelidir. İkinci bakı§ açısındansa anın da varoldulclan nihai amaca sahip


''bilinen nesne bilen öznenin biçimine olma C'niçin" varolduklannı anlama) ol-
(formuna) bağlı olarak bilen öznededir" duğunu uslamlar. Bu sahip olmaya, yal-
ilkesinden ötürü kaynaşmanın söz ko- ruzca, Aquinas'ın "özgül gizilgüçlerin et-
nusu olabileceğini söylememiz gerekir. kin hale gelmesi"yle özdeşleştirdiği, tan-
Sözgelimi özne ile nesne, ruh ile duyulur nsal görüyle ulaşabiliriz. Tanrısal görü
bir şey denli farklı olduldannda, düşün­ enson ya da ilk neden üzerine düşünme­
sel bilgi, hem anhkta ayırt edici bir bi- yi içerdiğinden ötürü, bütijn bilgi ve an-
çimde var olan hem de bir imge ya da lamanın etkinleşmesini, en mükemmel
kavranan nesnenin benzeri olan bir cins hale gelmesini gerektirir.
araCılığıyla ortaya çıkar. Ama bu, Tann' Bu bağlamda Aquinas'a göre, bir ey-
nın kendi özüne ilişkin sahip olduğu bil- lemi ahlaki bakımdan kötü kılan, eyleye-
giye uygulanamadığından ötürü, bütün nin gitmemesi gereken yönde hareket
bilgiyi tanımlamaz. Bilgi en gend anlam- etmesi, bir başka deyişle eyleyenin nihai
da varlığın doğrudan zihindeki mevcudi- amacından uzaklaşmasıdır. Böyle bir sap-
yetidir. ma Aquinas'a göre açıkça akıldışıdır. Ni-
Aquinas etiğe ilişkin düşüncderinde tekim Aquinas'ın insan eyleminin ahlaki
de Aristotelesçi sözcük dağarcığı ile te- kötülüğüne ilişkin çözümlemesi de kö-
rimcesini kullanmasına karşın Aristote- tülüğü temelde akıldışılık. olarak tanım­
les'in vardığından oldukça farklı sonuç- lar. Kötülüğün bu akıldışılığı, insan tü-
lara ulaşır. Aquinas etiğini en geniş ve rünü farklı kılan, insanoğlunu akıla dav-
dizgeli biçimde başyapın sayılan S11111111a ranmaya yönelten özgül gizilgüçlerin e-
theologiae'de (fanrıbilim Tümyapıtı, 1266- dimselleşmesinin önünde bir engeldir.
1273) geliştirmiştir. Aquinas'a göre eti- Aquinas'ın toplum felsefesine ise ya-
ğin iki temel konusu vardır. insanın va- sanın doğasına ilişkin çözümlemesi e-
roluşunun nihai amaa ile bu amaca nasıl gemendir. Yasalar gücün doğrudan birer
ulaşıldığı ya da bu amacın nasıl yitirildiği. göstergesi olarak değil, akılcı birer buy-
Aquinas Tmmbüim Tiilll.JllPlh'nda insanın Nk olarak ortak iyi için vardırlar. İnsan
bütün eylemlerinin biricik amaanı, insa- toplumunda yasalann hal.kın efendisi O-
nın varoluşunwı anlamını temdlendir- larak değil de temsilcisi olarak görülmesi
mek üzere bir uslamlama geliştirir. Bu gereken yöneticiden gelmesi ve onun
uslamlamanın kalkış noktası bir güçten tarafından yürürlüğe konması gerekir.
doğan bütün eylemlere nesnesinin doğa­ Tanrı'nın zihnindeki "öncesiz sonrasız
sıyla uyum içinde hareket eden ayru gü- yasa" bütün ya5alann ilkömeğidir. Bu
cün neden olduğudur. Buradan hareketle tannsal yasa yüzünü insanlara "doğa ya-
Aquinas, nesnesi istenç gösterenin anlığı sası" ya da "doğal yasa" olarak gösterir.
tarafından iyi olarak kavranan bir amaç İnsan zihninin tüttttiği kurallar ile ilkeler
olan "istcnç"e sahip olan insanın, kendi yere ve zamana göre başka başka biçim-
nihai amacı ve mutluluğu için aradığı ya ler alabilse de, bu ilkeler ile kurallar he-
da istediği her şeyi -her zaman bilinçli men her zaman değişmeyen doğııl yasa-
bir biçimde olmasa da- zorunlu (doğııl) lara dayandınlmıştır. Başka bir deyişle,.
olarak istediğini ya da aradığını öne sü- insanoğlunun ortaya koyduğu her türden
rer. İstencin nesnesi bir "amaç" ve bir yasa öncelikle "doğal yasa"ya, dolayısıyla
"iyi"dir. Aquinas insanlann aslında bu- da "tanrısal yasa"ya sırtını dayamak zo.
nun için varolmalanna karşın kimi za- Nndadır.
man adıru koymakta zorluk çekıilderi ger- Aquinas insan akhrun, yani felsefece
çek nihai amaan Tanrı, kişileştirilmiş usun, sonuçtan nedene doğru akıl yürü·
mükemmel iyilik ve mükemmel mutlu- terek Tann'nın varlığını tanıtlayabilecc­
luk olduğunu; varoluşlarının nihai ama- ğini savunur. Sonuçtan nedene ya da ili-
araççılık 86

nekten töze ilerleyen bu tarutlam:ı bi- 1268); Seııtentia sırptr Physkam (Aristote-
çimi, bir şeyin varlığını o şey hakkında les'in Fizik'i Üzerine Yorum, 1268-1269);
önceden bilgiye sahip olmaksızın ve de Senteııtia sırptr Meteora (Aristoteles 'in Ha-
onu bize getiren sonucu ürettiğinden vabilim'i Üstüne Yonım, 1268-1269);Sen-
başka bir şey bilmeksizin öne sünnemize teııtia sıtptr De seııs11 rt seıısato (Aristote-
olanak tanır. Aquinas'ın Tann'nın varlı­ lcs'in Duyular ve Duyum Üzerine'sine
ğını tarutlayan uslamlamalan arasında en Yorum, 1268-1270), Tab11/a libri Etbi&o-
önemlisi ve en bilineni "beş yol"dur. Beş r11111 (Aristotcles'in Etiğinin Çözümlemeli
yol uslamlaması Tann'nın varlığım, özel Tablosu, 1270); Smtentia s11per De 111e111oria
bir bilgi ya da düşünme kipine başvur­ et rrminiscmtia (Aristoteles'in Bellek ve A-
maksızın, akılyürütmenin sıradan süreci- nımsama Üzerine'sine Yorum, ykl. 1270);
ni kullanarak tanıtlama çabası olarak o- Smıentia sıtper Peri btr111enias (Aristoteles'
kunabilir. in Yorum Üzerine'sine Yorum, 1270-
Öte yandan pek çok felsefe tarihçisi, 1271); Sententia mper Posteriora a111ı~li.-a
ortaçağ felsefesinde siyaset felsefesi bağ­ (Aristotcles'in İkinci Çözümlemcler'i Üs-
hırrunda "devlet" kavramına gereken ö- tüne Yorum, 1271-1272) Sentmtia libri Po-
nemi veren ilk filozofun Thomas Aqui- litkDf71m (Aristoteles'in Politika'sı Üstüne
nas olduğunu öne sürmüştür. Aquinas Yorum, 1269-1272); St11lt11tia libri EtbiıY1-
y:ışaıru boyunca bağlı kaldığı Aristoteles' mı11 (Aristotcles'in Nikomakhos'a Etik'i
in ağırlıklı olarak Politika adlı yapıtında Ü11tüne Yorum, 1271-1272); Seııtmtia s11·
ortaya koyduğu devlet tasarımım ken- per Meıapf?ys«am (Aristoteles'in Merafizik'
dine özgü bir biçimde -insanın toplum- i Üstüne Yorum, 1270-1273); Sı:ııteııtia
~al-siyasal bir hayvan olduğu vurgusunu sıtptr librss De raelo ti mundo (Aristoteles 'in
koruyarak, buna insan doğasının temel Gökyüzü ile Yeryüzü Üzerine'sinc Yo-
gereksinimlerinin karşılanması zorunlu- nım, 1272-1273); Senteııtia mper li/mu De
luğunu katarak- yeniden carılandınnıştır. geııeratione et corrnptioııe (Aristoteles'in O-
Thomas Aquinas'ın diğer önemli ya- luş ve Yokoluş Üzerine'sine Yorum,
pıtları arasında başyapıtı T annbi6111 Tii111- 1272-1273). Ayrıca Aquinas hem Kutsal
ynpth'ndan sonra en önemli çalışması di- Kitaba hem de bu kitaba yönelik yorum-
ye gösterilen S11111111a amtra genli/es (İnanç­ lara ilişkin gerek felsefece gerekse tanrı­
sızlara Karşı Tümyapıt, 1259-1265), bü- bilimsel onlarca "yorum-kitap" kaleme
tün insanlar için tek olan aşkın bir usun almıştır. Aynca bkz. ortaçağ feJsefesi;
varlığını savunan İbn Rüşdcülere karşı Aristotelelsçilik; Beş Yol; Duns Sco-
yazdığı De 1111İlate i11tclleaıu, amtra Ave,.- tus; İbn Rüşdcülük; etik; intihar eti-
roİllas (İbn Rüşdcülere Karşı, Usun Bir- ği.
liği Üstüne, 1270), GCrard d'Abbeville'in
Hıristiyanlığı yeren bir kitabına yanıt ola- araççılık ~ng. i11stm111entalism; F r. inslrll-
rak yu.dığı De pnftctione spiriı11a/is ıiıae menıali.sntr,
Alm. ins1r11111ı:ııtalism11ij Felse-
(Tinsel Yaşaırun Kusursuzluğu Üstüne, fede, özellikle de bilim felsefesinde, ö-
1269-1270) ile hakikatten erdeme, kötü- nermelerin ya da kuramların olası doğ­
lükten yardımseverliğe ve umuda pek ruluk ya da yanlışlıklarına bakılmaksızın
çok konunun irdelendiği ve onlarca kü- yararlı kestirim araçlan olarak kullanıla­
çük kitaptan oluşan bir "dizi~kitap" olan bileceklerini savunan görüş; her türden
Q11aestio11es Jisp11talae (Tartışmalı Sorular, düşüncenin doğruluğunun sorun çözme-
1256-1273) sayJabilir. Thomas Aquinas' deki başarısına, yaşamdaki yararlılığına
ın tümünü 1267-1273 yılları arasında ka- bağlı olduğunu öne süren öğreti.
leme aldığı Aristoteles yorumları ise şun­ Araççılık ilk elde John Dewcy'in Wıl­
lardır. Sententia sıtptr De anima (Aristote- liam James'in pragmacılığıru geliştirerek
les'in Ruh Üzerine'sine Yorum, 1267- oluşturduğu bir kuramdır. Dewey'e göre
87 aranedencilik

doğanın bir parçası olan insanın başlıca se daha çok kuşkucu uslamlamaların et-
amacı, doğal ve toplumsal çevreye uyum kisi altındadır. Bu türden bir "kuşkucu"
sağlamaktır. Deneyim bu çerçevede ger- araççılığın çıkış noktası ya da itici gücü
çekleşir ve orgaıiizmanın çevresiyle ara- "kuramın her zaman için kanıtlamanın
sındaki işlemlerden, alışverişlerden olu- belirlenimi altında olduğu" yollu düşün­
şur. Dcwey için bilgi, olguların edilgen cedir. Kuşkucu araççılık bu görüşe karşı,
bir biçimde gözlenmesi ve kaydedilmesi aynı konuda ortaya atılan farklı kuramla-
değil, çevremizle etkileşimimizi daha u- rın gözlenebilir aynı kanıtlarla kanıtlana­
yumlu hale getirmede bize yol göstere- bileceğini, yani farklı kuramların aynı ka-
cek kavramların oluşturulması için yapıcı nıt tarafından eşit. ölçüde desteklenebile-
bir etkinliktir. Dewey'in araççılığırun özü ceğini öne sürer. Kuşkucu araççılığın en
de gerek düşünmehiıı gerekse düşünme temelde savunduğu düşünce, nasıl ki geç-
sonucu ortaya çıkan kavramsal çerçeve- mişteki bilimsel kuramların hemen hep-
lerin -yani bilginin- uyum sürecinde or- sinin yanlış olduğu ispatlandıysa, şimdiki
taya çıkan sorunsal durumların çözümü ve gelecekteki kuramların da yanlış ol-
için birer araç olduğu düşüncesinde yat- duklarının zaman içinde gösterilebilece-
maktadır. Dewey'e göre düşünceler, kav- ğidir. Ayrıca bkz. pragmacıhk; uzla-
ramlar ve yargılar deneyimlediğimiz dün- şımcılık.
yada işleyen ve geleceği belirleyen araç-
lardır. Dewey'in araççılık kuranunda öner- aranedencilik [İng. ocı'tl.fİot1aJimr, Fr. oıc
meler, araştırma süreci içerisinde doğru casionaliıme; Alnı. olekıısio11ali.r111ııs, es. t. İf·
ya da yanlış olarak değil de etkin ya da tiftilıı!Jye, ven/edlik] Ev.rende gerçekleşen
etkin değil diye ayırt edilebilen araçlar o- tüm olayların, bütün olan bitenin geri-
larak görülürler. Yargıların doğruluk de- sinde yatan "gerçek neden"in Tanrı ol-
ğerleri, uygun olup olmadıklarına ya da duğu kabulünden ya da Öğretisinden yo-
yararlılıklarına bağlıdır. Başka bir deyişle, la koyularak., zihin ile bedenin birbirini
uslamlamaların doğruluğu kestirim araç- nedensel olarak etkilemediğini, ikisi ara-
ları olarak yararlılıklarına dayalıdır. Dü- sındaki nedaısel gibi görünen ilişkinin
şünceJer ile uygulama araçlar gibi birlikte gerçekte Tanrı tarafından kunılduğunu
işlerler: diişünceler kestirimi olanaklı kı­ savunan görüş.
lan deneyimleri aktarırlar ve ardından yi- İlk kez ortaçağ felsefesinde İslam tan-
ne deneyim aracılığıyla sınanırlar. nbiliminin büyük düşünürü Gazali tara-
Araççılık Ernst Mach gibi gerçekçilik • fından dolaşıma sokulan ancak Maimo-
karşıtı bilim fdsefecilerinin bilimsel ku- nides ile Thomas Aquinas'ın sert deşti­
ranun değergesiııe ilişkin geliştirdikleri rilerine maruz kalıp Hıristiyan tanrıbili­
görüşte farklı bir anlam ve boyut kazan- minin etkisindeki ottaçağ felsefesinde
nuştır. Bu görüşe göre, kuramlar katıksız kendine pek yer bulan1ayan araııedenci­
araçlar, aletler ya da başka başka gözlem lik., modern felsefe döneminde Kartez-
önermelerinden (veriler) yeni gözlem ö- yen (Descarıesçı) ikiciliğin ürettiği be-
nermeleri (kestirirrıler) türetmeye yara- den-zihin ayrımının bir sonucu olarak
yan çıkarım aygıtlarıdır. Bir başka anla- ortaya çıkan beden ile zihin arasındaki i-
tımla, kuramların başlıca işlevi bir dizi lişkinin nasıl kurulduğu ya da bu ikisi a-
veriden bir diğerine geçiş yaparken kes- rasındaki etkileşimin nasıl gerçekleştiği
tirimde bulunmaya yardım etmektir. So- sorunlarırun aşılması amaayla başta Ar-
nuç olarak bu kuramların doğruluğu ya nold Geulincx (1624-1669) ile Nicolas
da yanlışlığı gibi bir sorun söz konusu Malebranche (1638-1715) olmak üzere
olmadığından bu kuramlar yalnızca araç Johannes Clauberg (1622-1665), Geraud
olarak kavranırlar. de Cordemoy (1626-1684), Louis de la
Günümüzün araççılık uyarlamaları i- Forge (1632-1666) gibi XVII. yüzyıl fel-
arbitrum Jibcrwn 88

sefecileri tarafından yeniden ortaya sü- tara bildi.


rülmüştür. Bu düşünürler maddi olmayan Arendt en çok bilinen yapıu olan ve
bir tözün güdülcnimlerinin maddi olan siyasal kurumların yapısı ve görevleri,
tözün güdülenimlerinin nedeni ve etkisi çağal (modem) ulus devletlerin içsel çe-
olamayacağının çok açık olduğunu öne lişkileri ve insanın kökleşme arzusu üze-
sürerek zihin ile beden arasındaki ilişki­ rine farklı gözlemlerde bulunan Toıalita­
nin neden-sonuç zincirinden bağımsız riZfl'İn ~110/elan'nda (The Origins of
olduğunu varsaymışlardır. Totalitarianism, t 951), kendisinin çağcıl
Aranedencilikte bir tözdcki olayların zamanların "üç utanç öğesi" dediği anti-
işleyişi ile başka bir tözdeki olayların iş­ semitizmin (yahudisevmezlik), emperya-
leyişi arasındaki nedensel ilişki Tanrı'nın lizmin (yayılımalık) ve ırkçılığın yükse-
müdahalesiyle açıklanır; Tanrı beden de- lişini ele aldı. Nazi ve Stalinci totalita-
vinimleri ile onlara kaqılık gelen zihin rizmin, ideoloji ve onun ikiz kardeşi te-
durumlan arasında bir araneden duru- röre yaslanan büsbütün yeni bir egemen-
mundadır. Geulincx'in sözcükleriyle söy- lik biçimini temsil ettiğini ileri sürdü. A-
leyecek olursak: "Bir şey yapma onun na- rendt ideolojinin bir düşüncenin logosu
sıl yapılacağını bilmeyi gerektirdiğinden, olarak, ırk, sınıf ya da ulus gibi belirli bir
tek başlarına hiçbir şey bilmeyen tözler düş üncenin etrafında toplandığını savu-
eylemde bulunamaz; dolayısıyla tözlerin nur. Arendt'in düşüncesine göre totalita-
görünüşteki birbirlerini etlı:ileyişlcrinin rizm en iyi, toplumların denetimsiz, kök-
gerçek nedeni Tann'nın eylemi olmalı­ süz yığınlara dönüştüğü, devletin içi boş,
dır." Bu bağlamda aranedencilerin iki ya- sınırsız baskıcı bir aygıta indirgendiği or-
ratılmış varlığın (özcllikle de zihin ile be- tamlarda serpilerek gelişir. Totalitarizm,
denin) birbirini hiçbir zaman etkileyeme- bildiğimiz sıradan dünyanın yadsınma­
yeccğine ve tek gerçek nedenin Tann ol- sından doğar; düşünceden, duygudan,
duğuna inandıkları açıklıkla söylenebilir. yargılama yetisinden, kişisel bütünlük,
'fanrı'ya böyle bir nitelik yüklenmesi o- mahremiyet ve diğer tüm insanca özel-
nun evrenin düzenleyicisi olduğu düşün­ liklerden yoksun mekanik, toptancı bir
cesini de güçlendirmektedir. Aynca bkz. dünyada paradigmatik ifadesini bulur.
varlıkbilgicilik; Gazili; Gculincx, Ar- Ana~Totalitarizlllİll~/e/anöncmli
nold; Malebranche, Nicolas. bir çalışma olmasına karşın, Arendtrın
tollllitarizmi hiçbir insani baskıya maruz
arbitrum liberum (Lat.) Ortaçağ felse- kalmayan, durmaksızın kendi iç mantığı­
fesinde özcllikle Augustinus ve Duns nı açığa wran bağımsız ve kendi ken-
Scotus gibi istenci düşünmenin üstünde dine varolrnayı sürdüren bir görüngü o-
tutan filozoflarca "özgür bir biçimde ycğ­ larak ele alması bu kitabın en kırılgan
lcme"yi ya da "özgürce tercih etme"yi noktasıdır. Buna ek olarak Naziler ile
ifade etmek için kullanılan terim: "istenç Stalincilerin totalitarizmlerini sorgulama-
özgürlüğü". dan birbirine eşsaymış; çözümlemesini
hiçbir yerde açıkça ortaya koyarak sa-
Arendt, Hannah (1906--1975) :XX. yüz- vunmadığı bir insan-toplum kuranuyla
yılın önde gelen düşünürlerinden AJman desteklemeye çalışnuşur.
asıllı Amerikalı siyaset felsefecisi. Yahudi !111011/tk DNrum11 (Ibe Human Condi-
bir ailenin çocuğu olan Arendt ilkin tion, 19 58) adlı çalışmasındaysa daha
Marburg'ta Hcidegger ile Bultman'ın, da- kapsamlı felsefe sorunlarını ele alarak
ha sonra Freiburg'ta Husserl'in ve Hci- TotalitariZfllİll Kl!)'11akkınhda karanlık ka-
delberg'te Jaspcrs'in yanında felsefe eği­ lan noktalara değinmiştir. Bu yapıtta iki
timi gördü. Nazilerin baskısından 194t' tür yaşamdan söz eder: ıita 11<1İı•a ("eyle-
de ABD'ye kaçarak kendisini ancak kur- yerek yaşama') ve ı>ita ço11t1111plativa C'sey-
89 arete

rederek yaşama'). Bunlardan ilki üzerin- insanın üç temel yetisi olan düşünme,
de durarak insanların doğanın bir parçası isteme ve biline yetilerinin doğasını ve
olmasıyla onun yasalanna tabi olduğunu birbirleriyle ilişkisini çözümler. Arendt'e
ancak aynı zamanda doğayı aşma yeti- göre vita &rmtemplativa iki biçimde bulu-
sine sahip olmasıyla da gerçekten özgür- nur: felsefede kendisini gösteren düşün­
ce ve saygın bir biçimde davranabilece- me ve bilimde ortaya çıkan bilme bi-
ğini sawnmuştur. Arend_t, insan etkinlik- çimleri.
lerini aşağıdan yukarıya yükselen "emek", Hannah Arendt, siyasal felsefenin dü-
"iş", "eylem" adlarım verdiği üç evreye şüşe geçtiği bir dönemde yeni sorular so-
ayırır. Emek insan yaşamının sürekliliği­ rarak, eski yanıtların yerine yenilerini ö-
ni sağlayan en temeldeki etkinlikleri; iş, nererek, dizgeli siyasal felsefenin ayrıntılı
insanın doğayı denetim altına aldığı, ken- bir dizge kurmak zorunda olmadığını gös-
disiyle doğa arasında kalıcı insani bir tererek siyasal felsefe geleneğinin sürme-
dünya kurduğu etkinlikleri; eylem ise in- sini sağlamıştır.
sanın doğayı aştığı, kişilerarası ve öteki-
lerle ilişkiye girdiği etkinlikleri temsil e- aretai logikai (Yun.) İlkçağ Yunan fel-
der. Kuşkusuz, insanı özgürlüğe götüren sefesinde, özellikle erdemleri akıl ve ruh
biricik etkinlik türü işte bu eylem alanına erdemleri diye bölümlendiren Aristote-
giren etkinliklerdir. Konuşmak, taruşmak, les'ten başlayarak "akıl erdemleri" anla-
sorumluluk almak, kötülüğe karşı dur- mında kullanılan terim.
mak gibi etkinlikJerin örneklendiği ey-
lemleri yaşamın her alanında görsek de arete (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde
Arendt'e göre bu etkinliklerin en iyi ya- genelde "erdem", yer yer de "mükem-
pıldığı alan siyasettir. mellik" ya da "yetkinlik" anlamında kul-
İflsafllık DHr11mtlndan sonra Arendt lanılan terim.
bir dizi kitap daha yazdı. Siyasal yetke, Erdem kavramının, felsefenin ana
özgürlük, siyasal yargı ve kültür gibi ko- konulanndan biri hatta başlıca sorunsalı
nulan içeren Gepnişle Geleak Ara.tlf/da olmazdan önce, Yunan kültüründe uzun-
(Between the Past and Future) adlı ki- ca bir geçmişi vardır. Sokrates öncesi
tabı 1%1'de; özgürlüğe sağlam bir çer- felsefede temel ilgi *pby.ri.r (doğa) üzerine
çeve oluşturma amaa taşıdığını ve siya- yoğunlaştığından, arıte hakkında kayda
sal eylemin en yüksek biçimi olduğunu değer pek bir şey çıkmamıştır. Heraklei-
ileri sürdüğü devrim düşüncesini ele alan tos'un en yüce erdem olarak basiret, sağ­
Devrim Üdiifle (On Revolution) adlı ça- görü tasanrnıru ya da Demokritos'un arı­
lışması t963'te yayımlandı. te'nin insanın içinden gelen bir nitelik ol-
l 963'te basılan Eimmafltı Kııdiis'te (Ei- duğunda ısrar etmesini saymazsak, arıte
chmann in Jerusalem) adlı yapıtında bir felsefede hak ettiği yeri, felsefece önemi-
Nazi olan Eichmann'ın il. Dünya Savaşı ni, Sokrates'le birlikte sağlama almıştır.
sırasında işlediği suçlan, verilen buyruk- Kaldı ki Sokrates'ten önce bu terim in-
lara körü körüne uymakla açıklaması, sanların erdeminden çok nesnelerin belli
Arendt'in pek çok Yahudi ve hatta Ya- bir alandaki yetkinliği için kullanılıyordu.
hudi olmayan çevrelerce aforoz edilme- Sokrates'in erdemle bilgiyi özdeşleş­
sine yol açtı. tirmesinin ardından, onu izleyen ardıllan
Arendt 1960'lann ikinci yarısında gi- -öğrencisi Platon "Sokratesçi diyaloglar"
derek artan bir ilgiyle vita .-tmle"fPlativa ında, Arisooteles ise etik üzerine yazdık­
üzerinde durdu ve sonuçta üç cilt olma- larında (Eudemos'a Etik 1, 1216b; Nilt.o-
sını tasarladığı çalışmasının ancak ikinci malt.hos'a Etik VII, 1145b)- çeşitli erdem-
cildini, Zilmifl Y ll{af/t1 (The Life of Mind, lerin tanımlanmasına yöneldi. Platon'a
1978) adlı yapın verebildi. Bu yapıtında gelene dek, geleneksel görüş bir kişinin
argumcntum ad••• 90

bir erdemi tümüyle taşırken, bir diğerin­ Tiı] İnananların ölümden sonra cennete,
de kusurlu olabileceği yönündeydi. Söz- yani Arı Ülke'ye götürüleceğini söyleyen,
gelimi kişi "yiğit" olabilirdi ama "bilge" M.S. iV. yüzyılda Çin'de kurulmuş ö-
bir kişi olmayabilirdi pekala. Platon ise nemli bir Buddhacı okul.
Pnıtngoras cliyalogunda Sokrates 'in ağzın­ M.S. iV. yüzyılda Buddhacılığın Çin'
dan mrte'nin birliği düşüncesini; kişinin de etkili olmasından sonra, Çin düşünce­
bir arrılye sahip olduğunda diğer erdem- sinin önünde yeni ufuklar açılmıştır.
lerin de tümünü birden taşıyabileceği sa- Buddhacı düşünceye yerel kimi özellikler
vını ortaya attı. Aristoteles içinse erdem kazandırılmış; özellikle de Mahayana
bir ortayol, ılımWık ya da ölçülülük me- Buddhacılığı'na dayanan ondan fazla o-
selesidir. Aynca o, alıl:ik.i ve düşünsel er- kul kurulmuştur. Bu okullardan biri de
demler aynmına da gitmiştir. Sokrates'in Chin Tu Tsllng'dur (Arı Ülke Okulu).
salt bilgiye, alda dayalı erdem anlayışını Kökleri Çin'de olan bu okul, Honen
korumakla birlikte, Aristoteles işin içine (1133-1212) ile öğrencisi Shinran (1173-
istence dayalı öğeler katip rprnmmis: ter- 1262) tarafından Japony-a'da yaygınlaşu­
cih) bu anlayışı yumuşatarak dengeleme nlnuştır. Arı Ülke Buddhacılığı'nın temel
yoluna gitmiştir. Stoacı felsefede ise mrtt' öğretisi, selamete bir tek Amida Buddha'
nin özü doğayla uyum içinde yaşamaktır. run adının NamN AmidH B11tJH (Arnida
Ayrıca bkz. erdem; ana erdemler; er- Buddha'ya Saygı) *ma"trası aracılığıyla
dem eriği. çağrılarak erişilebileceği yönündedir. Böy-
le yapanlar Amida Buddha'nın Arı
argumcntum ad •. .(Lat.) Bir tartışmada Ülkesi' nde yeniden doğacaklardır.
öne sürülen savları
desteklemek ya da Japon düşüncesinin bu okula kattığı
doğrulamak adına karşı tarafı ikna etmek bir şey daha vardır. O da kişinin daha
için girişilen akılyürütme çabasında içine )'aşarken, bu dünyada kendisine bu yolu
düşülen yanılgılara ya da yanı!tilara kar- açabileceğidir.
şılık gelen Latince tamlama; atgNmeııtıım An Ülke Okulu'nun Sih kolunu ku-
ad baaı/Nm, arg11111mtN111 ad ho11ıi11tm, atgN· ran Shinr.m ise kişinin yeniden doğu­
flltlllNlll "" igt1ora11tİal11, atgN!lltl/INfll mljNdi- munu bütünüyle güvence altına· alması­
ı:üım, argumtt1INm ati mistrironliam, mgıımtfl· nın, Arnida'run dile getirdiği İlk Söz'ü
IN111 ad per.ro11am, argt1mm1t1111 ad popNIHm, bütün kalbiyle kabul etmesine bağlı ol-
argume11IN111 ati verea111diam ve diğer yanıltı duğunu söylemiştir.
kalıplaniçin bkz. yanıltılı uslamlama An Ülke Okulu Lo/HJ SHtra'nın yetke-
biçimleri. sini tanımaz. Yetkesini tanıdığı "'s11trlllar
Biiyiik SNkhaııatiıyuha ile J.Vi(iik S111ehtJ1•a-
arhat (San.) Ermiş kişi; evliya. Aydın­ tiıy11ha, bır de Amilt!JNr-df!Jatıa .\11tra'dır.
lanmaya (Ninıa111lya) erip bedenin acı Bu özellikleriyle Arı Ülke Buddhaa-
çekmesinin bitmesini sağlayan kişi; bu lığı bir felsefe okulu olarak görünmekten
yolla kişisel kurtuluşa ermiş kişi. Aydın­ çok dinsel bir okul olarak görünür. Ayrı­
lamnaya ulaşmada kişisel başarı ile özcli- ca bkz. Buddhacılık.
siplini ön plana çıkanın Theravada (Hi-
nayana) Buddhacılığı'run h-•şanlacak en annma bkz. katharsis.
üst aşaması olan arhat, Mahayana Budd-
haalığı'run bodhisattıım.ıyla çelişen bir ki- Aristippos [Kireneli) (M.Ö. ykl. 435-
şilil.."tir. Ayrıca bkz. Theravada Buddha- 355) Hazcı Kirene Okulu'nun kurucusu
cılığı; Mahayana Buddhacılığı; hodhi- olan Eski Yunanlı fılozof. Aristippos'un
sattnı; Nirvana. yazılanndan hiçbiri günümüze u!aşama­
nuştır. Sokrates'in öğrencileri arasında
An Ülke Okulu Oap. )Ot/o; Çin. Chi11g para karşılığı ders veren ilk fılozof olmn-
91 Aristoteles

sı nedeniyle aynı zamanda bir sofist ola- yişleri belirlemiş olmasıyla, hem de ola-
rak da bilinen Aristippos'un hocasını iz- naklı bütün bilgi türleri ile bunların han-
leyerek geliştirdiği uygulamaya yönelik e- gi bilimlerce nasıl soruşturulacaklarına
tik ağırlıklı felsefesine göre yaşamın biri- yönelik vermiş olduğu geniş çözümle-
cik anlamı "haz"dır. Buna göre iyi bir melerle Batı düşüncesi üzerinde silinme-
y-dşam adına "acı"dan mümkün oldu- si olanaklı olmayan derin izler bırakmış­
ğunca kaçınarak hazzın peşinde koşmak tır. Yine bu aynı bağlamda, "genel araş­
insanın tüm yapıp etmelerinin yeg.ine a- tırma tasarırnı"mızın oluşumuna yönelik
macıdır. Aristippos'a göre mutluluğun yaptığı son derece önemli katkılarla, do-
ana kaynağı "yaşanan andaki haz duy- ğa bilimlerinden metafiziğe, siyasetten e-
gusu"dur. Ancak bir sofist olarak du- tiğe, mantıktan estetiğe dek düşüncenin
yumlardan yola çıkuğı bu felsefede in.~a­ işletildiği bütün etkinlik alanlarının geli-
nın arzularının esiri olmadan doğru yar- şimi üzerinde son derece belirleyici ol-
gılarda bulunabilmesi için özdenetimin muştur. Özellikle insan düşüncesinin bil-
önemine de vurgu yapmayı ihmal etmez. gi yolunda en iyi nasıl işletileceğini ke-
Aristippos insanlar-d bir yandan "acı çek- sinlemek amacıyla geniş bir yelpazede
mek"ten uzak durmalarını öğütlerken bir sunduğu ayrıntılı çözümlemeler arasında,
yandan da "aa vermek"ten de kaçınma­ "kanıtlama ile tanıtlama ölçünleri", "tü-
larını salık verir. Başka bir deyişle, insan- meYarımlı ile tümdengelimli düşünme
lar kendi paylarına düşen "haz''zı arar- yöntemleri", "doğru düşünme 1--uralları",
ken başkalannın "haz arnyışı"na engel "geçerli uslamlama biçimleri", "doğru
olmamalıdır. Aynca bkz. Kirene Okulu; soru sorma yollan", "olanaklı usyürütrne
haz; hazcılık; hedone, ilkçağfelsefesi. biçimleri", "yanıltılı uslamlama biçimle-
ri", "savların en iyi nasıl temellendirilip
Aristoteles (M.Ö. 384-322) İlkçağ Y11- n:ısıl çürütülecekleri" gibi konular b11n-
nan felsefesinin hocası Platon ile birlikte larclan yalnızca birkaçını oluşturmakta­
en büyük iki dizgeci filozofundan biri, dır. Bu çözümlemeleriyle Aristoteles, ma-
çoğu filozof ile felsefe tarihçisinin gö- tematiğin kullaıidığı yöntemlerin doğa­
zünde bütün zamanların en önemli bir- nın bilgisine ulaşmak için kullanılan yön-
kaç filozofundan biri. İçinde bilgi ile bil- temlerden farklılıklarının neler olduğu­
me etkinliğinin geçtiği hemen her alana nu, buna karşı doğa bilimlerindeki kanıt
öyle ya da böyle büyük etkilerde bulun- toplama yollarının ahlaksal ya da siyasal
muş Eski Yunan filozofu; Batı felsefesi soruşturmalardan hangi bakımlardan ay-
tarihinin gelmiş geçmiş en "öğretici", en n olduğunu tek tek en ince ayrıntısına
"bölümlemeci", en "çözümlemeci", en varana dek tanıtlayarak, bütün felsefe ta-
"bireşimci", en büyük "dizgeci" düşünü­ rihinde XIX. yüzyıla gelinene dek bir eşi
rü. daha bulunmayan en kapsamlı, en bü-
Aristoteles, bir yandan deneysel göz- tünlüklü, en yetkin bilimler bölümleme-
lemlere dayanırken, öbür yandan mantık sini sunmuştur.
yasaları doğrultusunda yürünerek doğal Aristoteles, felsefesinin hemen her
dünyanın araştırılmasını savunan yönte- bölümünde, doğanın hiçbir aracıya konu
miyle, pek çok bakımdan yalnızca felse- olmaksızın doğrudan gözlemlenmesinin
fenin değil, çağdaş dünyada halen yü- ne denli önemli olduğunu vurgulayarak,
rürlükte bulunan çoğu bilgi dalı ile araş­ kuramsal düşüncelerin ancak olgulardan
tırma alanının da temellerini atmıştır. Ni- sonra gelmesi gerektiğinin altını özellikle
tekim değişik bilgi türlerine yönelik çe- çizmiştir. Felsefeyi, bütün bilgilerin te-
şitli araştırma izlencelerinin yapılandınl­ melini oluşturan kendinden açık, değiş­
ması bağlamında, hem tek tek bütün bil- meden kalan, mantıksal bakımdan tersi-
gi dallan için uygun yöntemler ile işle- nin düşünülemeyeceği "ilk ilkeler"in a-
Aristoteles 92

raşurılması olarak tanımlayan Aristote- ton'dan bütünüyle farklı sonuçlara ulaş­


les, mantığın düşünülebilecek her türden mıştır. Buna göre, "İlk Devindirici'" dı­
araştırmanın zorurılu aracı olduğunu, bü- şında hiçbir formun (biçimin) bütünüyle
tün mantıksal düşüncelerin ise "tasım" maddeden bağımsız ayn bir varlığı bulu-
!ar yoluyla temellendirilmesi gerektiğini namayacağını, formun her durumda mad-
savunmuştur. Öte yanda, kilit değerde ö- delere içkin bir varlık taşımak zorunda
nemi bulunan bir kavram olarak "kate- olduğunu ileri sürmüştür. Bu önemli
gori" (ulam) kavrıtmını felsefe dili ile dü- noktadan yola çıkarak, formları nesneler
şüncesine yerleştirerek, gerçekliğin bir- dünyasının üzerinde ayrı bir "doğaüstü"
takım temel varlık kategorileri doğrultu­ dünyaya yerleştiı:en Platon' un tersine,
sunda bölümlenebilir olduğunu düşün­ biçim ile maddenin birbirlerinden ayrı­
müş, buna bağlı olarak da birbirinden lamayacak denli içiçe geçmiş olduklarını,
ayn 1O temel varlık kategorisi belirle- biri oimadan diğeri düşünülemeyeceğini,
miştir: "töz" (*ousia); "nitelik" (*poiotı); bu nederıle doğal dünyadaki somut tikel
"nicelik" (*posot1); "ilişki/bağıntı/görelik" gerçeklikleri ya da nesnelerin fiziksel
(*prot tı); yer/uzam (*pou); zaman (*pote) varlıklarını beraberce olıışturduklannı sa-
[son ikisi "zamanda ya da uzamda bclir- vunmuştur. Platoncu dizgede somut bir
lenrnişlik'1; "etkinlik" (*poieit1; etki, etki- gerçeklik bir formdan ya da ideadan pay
leme, eylem); "edilginlik" (*patkheit1; edil- alma ilişkisi üzerinden temellendirilirken,
gi, etkilenme, edilme); "konum/durum" Aristotelcs formun her durumda salt de-
(*luistha1); "iyelik" (*e/ehem). Aristoteles, vinmek, daha doğrusu devinebilmek için
bir şeyin bilgisine ulaşma isteğinin, "bö- maddeye gereksinim duyduğunu, dolayı­
lümlenebilirlik" ile "bctimlenebilirlik" ön- sıyla da devinim denilenin maddenin gi-
koşullanna ek olarak, o şeyin "Niçin?" zilgücünün (yani şeyin kendisinin) for-
öyle olduğu sorusuna yanıt olarak verile- mun gerçekliğine geçişi, yani devinimin
cek bir "nedensellik" açıklamasını da her kendisi olına konumuna gelişi sürecin-
durumda zorunlu kıldığı saptamasında den öte bir şey olmadığını düşünmüştür.
bulunarak, dört ayn açıklama ilkesi ya da Bu bağlamda Aristoteles, yalnızca "De-
nedeni temellendirmiştir (dört t1edm öğrt­ vinmeyen Devindirici"nin salt form ol-
tisij. "maddesel neden" (şeylerin tözü- duğunu özellikle belirterek, devinmeyen
nün yapıldığı ya da ·nesnelerin oluştuğu dcvindiriciye geri dönmenin bütün devi-
madde); "biçimsel neden" (şeyin dış gö- nimlerin "cnson amaa" ya da "sonu! e-
rünüşü ya da tasarımı); "etkin neden" reği" olduğunu savlarnışur. Aristoteles,
(şeyin yapıcısı ya da oluşturucu.<u); "e- bilgikunımı alanında, bilginin doğuştan
reksel neden" (şeyin dünyadaki varoluş getirildiğini, ancak deneyimden bağımsız
amacı ya da varolmakla dünyada ger- soyut genellemelerle dde edilebilir oldu-
çekleştirdiği işlev). Modem felsefede ge- ğunu ileri süren Platoncu öğretiye bütü-
nellikle "etkin neden"in belli bir şeyin nüyle karşı çıkmıştır. Bu karşı çıkışından
açıklanmasında belirleyici olduğu düşü­ hareketle insan içgörüsü ile deneyimleri-
nülürken, buna karşı Aristoteles 'in gö- nin bilgi için vazgeçilmez bir değerleri
zünde bir şeyin gerçek arılamda açıklan­ olduğunu savunmuş olması, kimilerince
ması, her durumda o şeyin enson an- deneycilik anlayışının kurucusu olarak
lamdaki varolma nedeninin ya da ereği­ değerlendirilmesine yol açmışur. En iyi
nin açık kılınmasından geçtiği için, asıl anlaumını "İdealar Öğretisi"nde bulan
önemli olan bilgisi aranan şeyin "ereksel Platon'un temellendirdiği algılardan ba-
neden"idir. Sunduğu dön neden çözüm- ğımsız deneyüstü felsefe yaklaşımına kar-
lemesine dayanarak "biçim" ile "madde" şı, Aristotelcs her koşulda deneyleri göz
arasındaki özsel ilişkinin doğasını araştı­ önünde bulundurmayı, dolayısıyla da hep
ran Aristoteles, bu noktada hocası Pla- deneye açık bir felsefe yaklaşımının doğ-
93 AristoteJeı

ruluğunu savunmaktadır. Bir başka de- ıine eğitsel bakıcılığını üstlenmiş bulu-
yişle, bilginin kökeni sorusu bağlamında nan Proksenos tarafından 17 yaşınday­
Platon gibi "usçuluk"u savunmakla bir- ken eğitimini tamamlaması amacıyla dün-
likte, Platon'un tersine bilgi nesnelerinin y-.ının kültür merkezi Atina'ya gönderil-
varolma alanının ne olduğu tam olarak miştir. Burada dönemin seçkin felsefe
belli olmayan idealar dünyası değil, bil- okulu A/t.oJemia'ya kaıılarak, Platon'un
diğimiz, tanıdığımız, her gün deneyimle- M.Ö. 347 yılındaki ölümüne gelinene
diğimiz gerçek dünya olduğunu ileri sür- dek yaklaşık yirmi yıl boyunca Platon'un
mektedir. Bu noktadan hareketle, Pla- felsefe derslerini izlemiştir. Aristoteles,
toncu İdealann ya da Formlann her du- Platon'un kurduğu Akiıoia içinde hem
rumda şeylerin kendilerinde olduğunu dü- okulun etkin ve başanlı bir üyesi olarak
şünen Aristoteles, doğal nesnelerin bu- hem de okulun genel felsefe yaklaşımlan
lunduğu doğal dünya dışında salt dü- karşısında kendi tekliğini korumayı başa­
şünce yoluyla kavranabilen metafizik bir rarak yer almışur. Bu yıllar Platon'un
dünyanın varlığını bütünüyle yadsımak­ "önceki dönem diyaioglan"nda ele aldığı
tadır. Bu bağlamda Demokritos'un "bi- konulan yeni baştan düşündüğü, başlar­
limsel usçuluk" anlayışı ile Platon'un "de- da savunduğu kimi önemli öğretileri bı­
ğerbilgisel usçuluk''u arasında üçüncü rakarak yeni düşünce çizgilerinden yü-
bir felsefe konumu belirleyen Aristote- rümeye başladığı Sofist, Tİ11111İ1ıs, Philebos,
les, felsefe tarihçileri arasında genellikle Devkt, Yasalar gibi en önemli diyalogları­
idealizm ile materyalizm arasında bir ye- nı yazdığı yaşamının son yıllandır.
re yerleştirilmektedir. Kuşkusuz Aristoteles'in düşünsel ba-
Aıistoteles, günümüzde Yunanistan' şanlan üzerinde, AMJemitlda Platoncu-
ın kuzeyindeki Makedonya toprakları luk adı altında dogmacı bir Platonculuk
içinde kalan Trak:ya'da bfr kıyı kenti olan öğretisinin öğrencilere aşılanmasından
Yunan kolonisi Stagiros'ta doğmuş ol- çok, her durumda olabildiğince özgür,
ması nedeniyle kimileyin "Stagiroslu A- araştırmacı ve eleştirel düşünmenin ö-
ristoteles" diye de anılmaktadır. Aristo- zendirildiği Sokratesçi felsefe ruhunun
teles'in doğduğu yıllarda Makedonya solunuyor olmasının son derece önemli
Krallığı'nın başında Philippos vardır. bir yeri olduğu söylenebilir. Nitekim A-
Aradan çok geçmeden krallığın başına /t.oJımia'ııın bu olumlu niteliğinden de
sonradan "Büyük İskender" diye anıla­ yararlanan Aristoteles, Platon'un felsefe
cak Philippos'un oğlu İskender geçmiş­ dizgesinde dile getirilen görüşlerin körü
tir. Aslen Atinalı olmamasına karşın, ge- körüne bir izleyicisi olmadığı gibi, bu fel-
rek öğrenci gerekse hoca olarak yaşamı­ sefe dizgesıne karşı çıkıp özellikle çöker-
nın önemli bir kesimini Atinalı bir yurt- teceğim diye acemice bir kaygı da duy-
taş olarak geçiren Aristoteles, pek çok mayarak kendisini bütünüyle kendi öz-
Yunanlının gözünde saldırgan tutumları gün felsefe dizgesini kurmaya verebil-
nedeniyle tekin olmayan yabancılar ola- mi~tir. İlerleyen yıllarla birlikte, gerek
rak görülen Makedonya Kmlları ile ister Platon'dan gerekse Akmlemiddan kendi-
istemez yakın bir bağlantı içinde olmuş­ sini bütün bütün koparan Aristoteles,
tur. Buna bağlı olarak da başta Atina başta retorik (sözbilgisı) ile konuşma sa-
olmak üzere Yunan kentleri ile Make- natının incelikleri olmak üzere, kendi ba-
donya arasında bugünden yanna değişik­ ğımsız felsefe anlayışı doğrultusunda
lik gösteren belirsizlikten payına düşen­ dersler vermeye başlamıştır. Platon'un ö-
leri fazlasıyla almışur. Makedonya yöne- lümünün ardından (rivayetler muhtelif
timine yakınlığıyla bilinen Nikomakhos olmakla birlikte) okulım bünyesinde
adlı bir hekimin çocuğu olarak dünyaya kendisi denli bir ikinci büyük düşünür
gelen Aıistoteles, babasının ölümü üze- daha olmayışı nedeniyle A~run
Aristoteles 94

başına geçmiş olmasına karşın, Platoncu izleyicileri "gezinmeciler" anlanunda Pe-


felsefenin temel savunulan ile öğreti­ ripaJospılar diye anılır olmuşlardır. Aris-
lerinden büyük ölçüde ayrılmış olması t<?teles, sonraki on üç yıl boyunca, bir
nedeniyle, en azından okulun temel öğ­ yandan enerjisinin önemli bir bölümünü
retilerini okulun başkanından beklenen okulda verdiği derslere ayırmış; öbür
isteklikle savunmuyor olması gerçeği yandan düşüncelerini yazıya almayı da
karşısında, aradan çok geçmeden yerine aralıksız sürdürmüştür. Çoğu kaynakta
Platon'un yeğeni SpellSippos 'un seçildiği Aristoteles'in Lyleeion'da ilci ayn türden
söylenir. Bunun üzerine Aristoteles, Atar- ders yapuğı belirtilmektedir. Bunlardan
neos kentdevletinin yöneticisi yakın ar- ilki sabahlan ileri düzey öğrencilerle yap-
kadaşı Hermeias'ın davetiyle Mysia yöre- tığı çok daha derin ve teknik konularla
sindeki Assos'a (bugünkü Behramkale) ilgili felsefe dersleriyken, ikincisiyse ge-
giderek burada üç yıl kalmış; Herme- nel anlamda bilgiyi sevenlerle akşamları
ias'ın evlatlığı Pythias ile evlenmiş; onun yapuğı bütün halka açık söyleşilerden
bir kız çocuk dünyaya getirirken ölmesi- oluşmaktadır. Ne var ki Aristoteles, İs­
nin ardından evlendiği Herpyllis adında­ kender'in ani ölümü üzerine Atina'daki
ki ikinci karısından babasının adını (Ni- Makendonya güdümlü yönetimin devri-
koma khos) verdiği bir oğlu olmuştur. lişiyle birlikte kendisine yönelik olarak
Hermeias'ın Perslere tutsak düşmesiyle başgösteren düşmanlık üzerine (ki din-
birlikte buradan Lesbos (Midilli) adasın­ sizlikle suçlanmışur) Euripos yöresinde-
daki Mytilene yöresine göç etmiştir. Bu- ki Khalkis 'e kaçmak zorunda kalmıştır.
radan da Makedonya kralı Philippos'un Aristoteles, ilk bakışta pek de hoş gö-
isteğiyle ilerde büyük bir dünya impara- rünmeyen bu kaçışını şu tümcesiyle
toru olacak en büyük oğlu on üç yaşın­ temellendirmektedir: "Atinalılar Sokra-
daki İskender'in hocalığını üstlenmek ü- tes kişiliğinde felsefeye karşı işlemiş ol-
zere Pella kentine geçmiştir. İskender'e dukları günalu bir kez daha işleme ola-
hocalık ettiği bu dönem boyunca, gerek nağı bulamayacaklar." Ancak büyük filo-
Philippos gerekse İskender Aristoteles'e zof Khalkis'e gelişinin daha birinci yılı
büyük bir saygı göstermişler, felsefe a- dolmadan ne olduğu tam olarak bilin-
raşurmalannda kullanmak üzere önemli meyen bir mide hastalığından M.Ö. 322
bir ödenek çıkartukları gibi, doğa felse- yılında yaşamını yitirmiştir.
fesi alanındaki araştırmalarında kullan- Döneminin öteki fılozoflanyla karşı­
ması amacıyla çeşitli bitki ve hayvan tür- laştırıldığında, Aristoteles'in bütün bir
lerine ilişkin örnekler toplamaları için yaşamı boyunca yazdığı felsefe yazıları­
yüzlerce köleyi emrine vermişlerdir. Phi- nın önemli bir bölümünün günümüze
lippos'un ölmesiyle imparatorluğun ba- görece çok daha eksiksiz bir biçimde
şına geçen İskender'in uzun seferlere ulaşuklan görülmektedir. Elimize "frag-
çıkmasını fırsat bilen Aristoteles, felsefe manlar" halinde ulaşmayı başaran Aris-
çalışmalarını sürdürmek üzere Platon'un toteles'in felsefe yazılannın Ly/eeion'da
ölümünden beri hiç gitme olanağı bula- felsefe söyleşileri olarak verdiği derslerin
madığı Atina'ya dönmüştür. Burada Ly- kendisi ve · öğrencileri tarafından elden
leeion'u, adını kurulduğu yer olan Apol- geçirilip yeniden düzenlenmiş halleri ol-
lon Lykeios'a adanan kent dışındaki kut- duklan sanılmaktadır. Aristoteles'in "Bü-
sal bir koruluktan alan kendi okulunu tün Yazıları", içlerinde geıçekten Aris-
kurmuştur. Bu okulun bahçelerinde ders- toteles tarafından yazılıp yazılmadıkları
lerini "bir aşağı bir yukan gidip gelerek" kesin belli olmayan bölümleriyle birlikte,
ya da "gezinip dolaşarak" vermesi nede- özgün Yunanca sayfa düzenleriyle 1462
tıiyle gerek okulun üyeleri gerekse daha sayfadan oluşmaktadır. Çeşitli kaynaklar-
sonraki yüzyıllardaki bütün Aristoteles da Aristoteles'in yazılarının kendisinden
95 Aristoteleıı

sonm "Peripatosçu Okul"un başına ge- ulaştığını serimlemesi bir yana, ilkçağ
çen öğrcncisi Thcophrastos tarafından Yunan felsefesinin hemen tüm fılozofla­
koruma altına alındığı bildirilmektedir. nnın metinleri için geçerli olan "kesin-
Theophrastos, elindeki Aristotcles yazı­ lik" sorunsalını vurgulaması bakımından
lan derlemini (kendi elyazmalanylıı bir- da bu noktada anılmaya değerdir.]
likte) kendinden sonra koruma altına al- En genel anlamda Aristoteles yazıla­
ması için öğrencisi Neleus'a bırakmıştır. rını üç ana başlık altında toplamak ola-
Neleus'tan sonra gelenler Aristoteles'in naklıdır: (i) halka ya da kamuya yönelik
bu son derece değerli kitaplarını hırsız­ yazılmış olmalarıyla dikkat çeken, ilk ba-
lardan korumak amaayla bir mahzene kışta söyleşi havası uyandıran yazılar; (ıı)
gizlemiş olduklarından, burada uzun yıl­ bilimsel çalışmalarda kullanılmak üzere
lar kapalı kalan kitaplar rutubet ile bö- olgusal bilgiler ile deneysel karut ve ve-
ceklerin verdikleri zararlar nedeniyle bir rilerin biraraya toplandığı yazılar; (ıii)
hayli yıpmnınıştır. Kitapların gizlendiği kendi içlerinde son derece üst düzey bir
yer, aşağı yukarı M.Ô. il. yüzyılın sonun- tutarlılık ve bütünlük taştmalarıyla dikkat
da elinde büyük bir kitap koleksiyonu çeken, çoğu durumda "gidimli", "u~lam­
bulunduran kitapsever Teoslu Apellikon lamalı", "dizgeli" bir nitelik sergileyen
tarafından tesadüfen keşfedilmiştir. Da- salt felsefe içerikli yazılar. İlk başlığa gi-
ha sonııı, M.S. 86 yıllarında Sylla tarafın­ ren, yani doğrudan halk katmanlarındaki
dan Atina'nın Roma egemenliğine gir- sıradan insanların kavrayış düzeyine ses-
mesiyle birlikte Roma'ya getirilen kitap- lenecek biçimde yazılmış yazılardan yal-
lar, burada çok geçmeden araştına bil- nızca Atinablamı De11kt YöNelimi Üstii11e
ginlerin derin ilgisini çekmiştir. Romalı başlıklımetin günümüze ulaşmayı başar­
değişik araştımıacılarca dört koldan yü- mışur. İkinci başlık altında yer alan ya-
rütülen hummalı çalışmalar sonucunda pıtlardan ise, Aristoteles Okulu'nca top-
kitapların boy boy değişik derlemeleri lanıp bilimsel araştırmalarda kullanılmış,
yapılmasına bağlı ofamk, çok geçmeden çoğu fragmanlar halinde yazılı yaklaşık
gerek yapılan Aristotcles çalışmalarının 200 ayn başlık bulunmaktadır. Bu çalış­
önüne geçilmez bir ivmeyle çoğaldıkları malardan sayısı hiç de azımsanamayacak
gerekse de bütünüyle ilkçağ Yunan ru- bir bölümünün Aristoteles'in ölümün-
hunun egemen olduğu değişik uğraşlar den sonraki en önemli izleyicisi Thco-
yoluyla felsefenin yeni bir soluk kllzan- phnıstos eliyle yazıya alındıkları sanıl­
dığı görülmektedir. Bu dönemde yapılan maktadır. Yıne aynı başlık altında ayrıca
derlemeler, elimize ulaşan günümüzdeki 158 ayn Yunan kentdevlctinin anayasa-
Aristoteles yAzılarının da temelini oluş­ ları bulunmaktadır. Üçüncü başlığın kap-
turmalttııdır. Ancak ilginç olanı Diogc- samını oluşturan dizgeli yapıtlar açıklık,
nes Laertios tarafından verilen Aristotc- seçiklik ve duruluklanyla Aristoteles'in o
les'in yapıdan çizelgesinde bugün bildi- ünlü yazma biçeminin anında ayırt edil-
ğimiz yAzıların hiçbirinin de bulunma- diği yazılardır. Bu son grupta yer alan ya-
masıdır. Felsefe tarihçileri bu durumun zıların çok büyük bir bölümünün, Aris-
nedenini, Diogenes'in söz konusu çizel- toteles yaşarken kamuya açılmasından ö-
geyi gerçek Aristotcles yapıtlarının göz- zenle kaçınıldığı, ölümünden sonra çoğu
den kayboldukları bir dönemde yapmış son halini almamış elyazmalanndan der-
olmasına bağlamaktadırlar. [Theophras- lendiği sanılmaktadır. Önemli Aristoteles
tos'un Karahtrkr'ini dilimize kazandıran u:ımanlanndan Jaeger'in 1912 yılında
Candan Şentuna'nın kitabın başında yer son halini verip yayımladığı dönemsel
alan "Metnin Tarihi" adlı kısa yazısı, A- bölümlemeye gelinene dek, bu yazılann
ristotcles ile Theophrastos'un yapıtları­ büyük ölçüde Aristoteles'in görüşlerinin
nın ne badirelerden geçerek günümüze dizgeli açıklamaları olduldan diişünül-
Aristotclcı 96

müştür. Daha. önce kendisine pek büyük tasarımına ilişkin açıklamalar); TİNBİ­
bir karşı çıkıfta bulunulmamış bu yerle- LİM YAPITLARI: (i) Tin Üıliine ("du-
şik anlayışa karşı Jaeger, Aristotcles ya- yular", "zihin", "imgelem" gibi belli baş­
zılarının bütünü için üç ayn dönem be- lı tinsel yetilere yönelik açıklamalar), (ıı)
lirleyerek; "ilk dönem yazılar"ın Platon' BeUe/t. Ostiitıe ("anımsama'', "düş", "tan-
un formlar kuramı ile ruhun ölümsüzlüğü rısal yaşantt" durumlanna yönelik açık­
öğretilerinin bütün bütün izinden yürü- lamalar); DOGA TARİHİ YAPITI.ARI:
düklerini, "orta dönem yazılar"ın Platon' (i) Hi!Jva11lamı Tarihi (hayvanların "fizik-
un düşüncelerinin hemen tamamını top- sel ile zihinsel yetileri", "dürtüleri'', "iç-
tan yadsıdıklarını, daha deneysel bir yö- güdüleri", "alışkanlıkları"ııa yönelik açık­
nelim taşımalanyla öne çıkan "son dö- lamalar), (ıı) Hl!Jı"'nlantı Biiliimleri Üstiiııe
nem yazılar" ın ise kendi içlerinde çeşitli (hayvanların organları ile gövdesel süreç
L>içimlerde aynca bölümlenme gereksi- ve işleyişleri doğrultusunda hayv;m ana-
nimi gösteren dizgeli yapttlardan oluş­ tomisine ilişkin açıklamalar), (ıiı) Hl!J-
tuklarını ileri sürmektedir. Bu yazılar ara- vanların Tiireyişleri Üstiine, (iv) Hi!Jva11/arı11
sında üçüncü başlık alttnda toplanan ya- Gelişimleri Üıliine, (v) Hi!Jvanlamı Devi-
zılar için önerilen değişik bölümlemeler nimleri ÜsliitJe-, SALT FELSEFE İÇE­
olmakla birlikte bunlardan en çok be- RİKLİ YAPITLAR: (i) Som(n)lar (zihin
nimseneni şöyledir: MANTIK YAPIT- açmaya, kavrayışı keskinleştirmeye, dü-
LARI: (i) &tegoriler (terimler için öneri- şünme alışttrması yapmaya yönelik ola-
len 10 ayn bölümleıne doğrultusunda rak ortaya attlmış, şeylerin ya da olayların
getirilen açıklamalar), (ıı) Yom111 Üstiine 11ifin öyle olduklannı soruşturmaya çağı­
C'önermder", "doğruluk", "kipler" üs- ran sayısız ''Niçin" sorusu), (ıi) Belli Bir
tüne getirilen açıklamalar), (ıiij Biritıd ç.lr- Biitii11/ii/t. Tapmqyan Çeşitli Felsefe Kon11lan
zji111/e111eler C'tasımsal manttk" üstüne a- Üıliine YaZJlar (kadınlar, erkekler ve kö-
çıklamalar), (iv) İkinci Çözjiı11/mteler ("bi- leler üstüne izlenimler, doğumdan ölü-
limsel yöntem" ile "tasım" üzerine açık­ me değişik yaşam olaylarına ilişkin felse-
lamalar), (v) Topikler ('etkili uslamlama" fece değiniler), (ıiı) Metaftzjle ('töz", "ne-
ile "usa dayandınlmış ikna amaçlı tartış­ den", ''form'', "olanaklılık'', "olanaksız­
ma kurallan"na yönelik olarak getirilen lık", "zorunluluk", "asallık" /"edimsd-
açıklamalar), (vi) Sofistlerin Yanlış Çıka­ lik'', "gizilgüçlük" gibi en temel varlık ta-
m11/arı Ü zµine (geçerli olmadığı halde ge- sanmları ile kavramlarına ilişkin açıkla­
çerliymiş izlenimi uyandıran uslamlama- malar), (iv) Ni!eo111a/ehoı'a Etik ("ıin",
lara, yani "yanılttlı" ya da "yanıltmacalı" "mutluluk", "erdem", "arkadaşlık" gibi
uslamlamalara yönelik olarak getirilen konular üstüne getirilen açıklamnlar), (v)
açıklamalar); FİZİK YAPITLARI: (i) fademoı'a Etik., (vi) Bi!Jiilt. Eti/t. (Ethika
Fizj/t. ("değişim", "devinim", "boşluk", megala/Magna moralia), (vii) Politi/t.a (en
"zaman" gibi belli başlı fizik tasanmla- iyi "devlet modelleri", "ütopyalar", "ana-
nııa yönelik olarak getirilen açıklamalar), yasalar", "devrimler" üstüne düşünceler),
(ıi) Evrenler Üsliine C'ayüstü" ile "ayaltt" (viii) &tori/t./Söz.bift,isi (ıkna etmeye yö-
evrenlerinin yapısı, "gökyüzü" ile "yer- nelik konuşma sanattnın olmazsa olmaz-
yüzü"nün öğderine yönelik açıklamalar), larına ilişkin belirlemeler, siyasal ile hu-
(ıii) OIHş ve Yo/t.omş Üsliine (doğal nesne- kuksal tarttşmalann ana öğderi üstüne
lerin maddesel yapıtaşlannın biraraya ge- düşünceler), (ix) Poetilt.a/ Şiir Sana11 (tra-
lip birbirlerinden uzaklaşmalan bağla­ jik ile epik şiir üstüne düşünceler). Bu
mında "oluş" ile "bozuluş" sorusunun yapıtlardan kimilerinin, özdlikle Evrenler
yanıtlanmasına yönelik olarak getirilen a- Üstiine ile Bi!Jii/t. Eti/t.'in özgünlüğünün,
çıklamalar), (iv) Gölt.Jiizji Üstiine (dünya- daha doğrusu Aristoteles'in kendi elin-
nın açıklanması bağlamında kendi evren- den çıkıp çıkmadığının. tarttşmalı oldu-
Ariıtoteles

ğunu belirunekte yarar vardır. olarak tanımlamaktadır. Aynca metafizik


Aristoteles tarihin bilinen ilk geniş bağlanunda, bir yanda madde ile form,
kapsamlı felsefe dallan bölürnlemesinde öbür yanda gizilgüç ile asallık (edimsel-
felsefeyi öncelikle araştırma konularına lik) kavramları arasındaki aynmlardan
göre bölümlere ayırmıştır. Söz konusu yola çıkarak töz öğretisini geliştiren Aris-
bölümlemede, felsefe bilimleri kendi iç- totcles, canlı organizmaların ayırt edici
lerinde "kuramsal" (salt düşünce yoluyla temel özelliklerini incelemeyi de metafi-
bilgiyi araştıran bilimler), "pratik" (ınsan zik araşurmarun kapsamı içinde düşün­
davraruşlan temelinde prak..ris ile ilgilenen mektedir. Evrensel bir bilim olarak me-
bilimler) ve "şiirsel" (yaratıa üretim te- ıafıziğin bir başka önemli ödevi de, töze
melinde poiesis/yaratma ile ilgili bilimler) yönelik açıklamalardan kalkarak kozmik
olarak üç ana başlık altında toplanmak- düzenin enson anlamdaki ilkesi tannsal
tadır. Kııra11JSal Felrtfe yine kendi içinde tözün olmaktalığıru açıklamaktır. Aristo-
ayrıca üçe aynlarak ele alınmaktadır: (i) teles'e göre, ussal araştırmanın temel a-
.fizik.: devinime, değişime ya da oluşa ko- macı "daha iyi bildiklerimiz"den "doğa
nu maddesel varlıklan bulunan cisimle- tarafından daha iyi bilinenler"e doğru
rin araştırılması; (ıı) 111ate111atik: devinime, ilerlemektir (fizfk. 1. l; İk.ina Çöz!imlemekr
değişime ya da oluş.ı. konu olmayan, ci- 7lb, 33; Metaftzfle t029b, 3). Bu amaan
simsel varlığı bulunmayan, maddeden en iyi biçimde yerine getirilebilmesi için
salt soyutlama yoluyla elde edilmiş nice- Aristoıelcs üç ana koşul öne sürmekte-
liklerin araştınlması; (ıii) metafizik: "varlık dir: (i) bildiğimizi düşündüğümüz öner-
olarak varlığı" doğal yollarla ya da salt meleri doğru olduklarından en ufak bir
soyutlama yoluyla ele alan, değişmez ilk kuşku duymaksızın emin olduğumuz ya-
ilkeler ile varlık yasalarının araştınlması. ni gerçekten bildiğimiz önermelerle de-
Bu bölümlemede Aristoteles, bütün bilgi ğiştirmek; (ıı) özel doğrulardan başlaya­
araşurmalarının en temelinde yattığını rak, bunlar üzerinden yürüyerek çok da-
düşündüğü metafiziği prote philo.rophia, ha genel ilkelere ulaşıp bunları sağlam
yani "ilk felsefe" diye adlandırmıştır. Pra- biçimde temellendirmek; (ıiı) bize çok
tik. Feirtje'yi de yine kendi içinde etik, daha bildik ya da tanıdık gelen şeylerin
ekonomi, siyaset diye üçe ayıran Aristo- görünümlerinden yola çıkarak gerçekli-
tcles, bunlardan ikinci başlık altına yer- ğin görünümlerine ulaşmak. Bize daha
leştirdiği ekonomiyi daha çok siyaserin tarudık görünen belli bir alandaki şeyleri
içine dahil ederek düşünmüştür. Öte Aristoıeles "görünüşler" (Jıhait1omet1a'). di-
yanda Şiirsel Felsefa'yi ise insan usunca ye adlandırmaktadır. Nitekim doğada
kavranan genelde dışsal, r~ni doğal ol- yaptığı gözlemlerle elde ettiği ayrıntılı
mayan yapıntl ya da kurmaca yapıtlann deneysel verilerin ışığı alunda söz ko-
konu olduğu bir ilgi alanı olarak gör- nusu görünüşleri bir araya toplayan Aris-
müştür. Aristoteles felsefenin "ana giriş toıeles, bu yolla çok değişik bilgi alanla-
kapısı" olarak nitelediği manttğı da ki- nnda oldukça sağlam sonuçlara ulaşmış­
mileyin konu olduğu yaraualıktan ötürü tır. Aristotelcsçi biçimiyle deneysel araş­
şiirsel felsefe kapsamında incelemiştir. tlrma, önce tek tek gözlemlerden başla­
Öteki bilgi alanlarının temelleri ile varsa- makta, sorıra da bu tek tek durumların
yımları üstüne düşüncelerini ortaya ko- araşunlmasının tümevarım yoluyla yapı­
yarken, metafiziği "varlık olarak varlığın lan genelleştirmelete bağlı olarak yeni-
evrensel bilimi" diye betimleyen Aristo- den deneyime (emptiria) vanlana dek sür-
teles, bütün bilimlerin temelindeki bilim dürülmesinden oluşmaktadır. Bu anlam-
olarak metafiziğin başlıca ödevlerinden da deney doğanın kendisince bilinen il-
birinin, doğaya yönelik olarak yürütülen kelerin bilinmesine yol açttğı gibi, dene-
soruşturmaların ana ilkelerini incelemek yime dayanarak bulduğumuz ilkelerin
Aristoteles 98

doğruluğunun sınanmasına da olanak ta- zji111/e111eler, Topikler adlı yapıtlarında eni-


nımaktadır. Aristoteles için, felsefece so- ne boyuna tartışılmaktadır. Aristoteles
ruşturma özünde ilk ilkeleri açıklığa ka- yazılarının bu kesitni genellikle "alet" ya
vuştumınya çalışan bit bilim olmasına da "araç" anlamında 07,afl0'1 başlığı al-
karşın, er ya da geç belli ölçülerde olsa tında :anılmaktadır. Aristoteles için man-
da "görünüşler"e dayanmak zorundadır. tık herhangi özel bir konuyla sınırlan­
Ancak burada felsefe soruşturmasını il- maksızın bütün ifadeler ve usfamlam:a-
gilendiren görünüşler deneysel gözlem- htrla ilgili olduğu için, salt doğa felsefe-
ler değil, daha çok ortak inançlar ya da siyle ya da etikle U}Um içinde bulunan
yaygın biçimde doğruluğuna in.'lnıl:an bir felsefe dalı olmaktan çok, bir bütün
varsayımlardır. Aristoteles, bu ortak i- olarak felsefe araştırmasının en temel a-
nançlann eleştitel bir gözle yapısını araş­ rJadır. Nitekim Aristoteles'in 07,afloN'u
tırmayı "diyalektik" diye tanımlamakta­ "dil felsefesi", "biçimsel mantık", "bilgi-
dır. Özünde Sokratcsçi temciler üstüne kuramı" gibi bitbirinden değişik konu ve
kurulu bulunan Aristoteles'in yöntemi, alanlan ilgilendiren felsefe tartışmaları
çoğunluk ortak inançlarda bulunan so- üstüne kurulmuştur.
runlara dikkat çekerek, bunların tek tek En genel arılamıyla Aristoteles'e göre
çözümlenmesiyle gerçek doğrulara van- felsefe etkinliği, bütün her şeye egemen
lacağı öngörülerek tasarlanmıştır. Söz ko- olan "erek tasarımı"nın şeylerde kendi-
nusu ortak inançlar bağlamında Aristo- sini nasıl gösterdiğinin izinin sürülerek
teles, genellikle kendinden önceki fılo­ kavranması etkirıliğidir. Bu açıdan bakıl­
zoflann görüşlerini ele alarak, onlann ki- dığında, Aristoteles 'in hiç kuşkusuz fel-
mi sorunlara getirdikleri çözümlerden sefeye yaptığı en önemli katkıların başın­
çok daha iyi çözümlere ulaşmaya çaba- da, erekbilgiıe/ evren t:ısanmı doğrultu­
lamaktadır. Araştırdığımız gerçekliği kav- sunda temellendirdiği "nedensellik" :an-
ramaları koşuluyla inançlar ile kuramla- layışı gelmektedir. Aristotelesçi evren an-
rın doğru olduklannı savunması nede- layışında her şeyin ya da her olayın bir
niyle, Aristoteles'in temelde "gerçekçi" aitio11'u, yani bir nedeni, daha açık bir
bit bilgi tasanmı ile "gerçekçi" bir felsefe deyişle enson anlamda bit varolma ereği
soruşturması anlayışını savunduğu açık­ vardır. Neden tas:anrnını dört ana nede-
lıkla görülmektedir. Her türden bilgi a- ne bölerek çözümleyen Aristoteles, bun-
raştırmasında vanlmak istenen enson hırdan en yalın tanımlanyla şunları anla-
nokta ise araştırmaya konu bilgi nesne- maktadır: (ı) madde.re/ nedm: bit varlığın,
sinin nedenlerinin tümel bilgisidir. Ge- nesnenin ya da ~eyin oluştuğu ya da ya-
rek tümellerin gerekse de nedenlerin do- pıldığı madde; (ıi) etkin '1cdeır. varlıkların,
ğalan gereği a priori olmak zorunda ol- nesnelerin ya da şeylerin devinme kay-
duklarını düşünen Aristoteles, bunlann nakları; oluş ya da bozuluşun nedeni;
kuram tarafından yaratılmadıkları gibi başkalaşımı, dönüşümü, değişimi olanak-
şöyle ya da böyle kurama dayanmalannın lı kılan neden; (ıiı) biçimıe/ '1edeır. varlıkla­
da olanaklı olmadığını, ama doğru bit nn, nesnelerin y:a da şeylerin ait oldukları
kuramın bunlarla hiçbir çelişkiye düş­ türler, cinsler, çeşitler, tipler; (ıv) ertksel
meksizin tam bit uygunluk içinde olması '1tdetr. varlığın, şeylerin ya da nesnelerin
gerektiğini ileri sürmektedir. Buna göte en yetkin hallerine gelebilmek için gös-
görünüşlerle, özellikle de ortak kanılarla terdikleri gelişim çabasının yöneldiği en-
ilişkiye geçmenin yollanndan biri, söz- son anlamdaki erek ya da sonul amaç.
cükler ile tümcelerin neyi anlamlandır­ Açıkça görüleceği üzere, Aristoteles 'in
dıkları üzerine düşünmektir. Mantığın gözünde nedensellik örüntüsünün bilgiyi
bu bölümü Aristoteles'in Kaıegorikr, Yo- düzene koyarak elde etmede kilit de-
nım Üılii'1e, Biri,,d Çözji111/e111eler, İlei'1d Ço~ ğerde bir önemi bulunmaktadır. Aristo-
99 Aris toteles

teles bu dört neden çözümlemesi doğ­ denlerin gerisinde yatan ilk neden tasa-
rultusunda, şeylerin nedenlerinin "genel nmırun salt anlama yetisi olduğunu, bo-
terimler''den çok "özel terirnler''le orta- zulmadan kalan yetkin bir birlik taşıdı­
ya konulduklarında daha iyi anlaşılabile­ ğını, zaman ile uzamdan bağımsız oluşu
ceklerini savunmaktadır. Bu anlamda dü- nedeniyle de değişmez olduğunu düşün­
şüncelerinin bütününde erekhilgise/ bir an- müştür. Aristoteles'in evren anlayışında
layış doğrultusunda adımlayan Aristote- doğa, en genel anlamıyla bir organik
les, Platon'un tersine çoğu durumda şey­ kendilikler dizgesi olarak betimlenmek-
lerin enson anlamdaki temellerini tüm- tedir. Bu dizgenin felsefi bakımdan kav-
dengelim yöntemiyle değil tümevarım ranmasını olanaklı kılan. temel etmense,
yöntemiyle soruşturmuş, a posteriori so- doğadaki ortak formların varlıklarının
nuçlara ulaşmak için tikel olgulardan tü- "tür" ile "cins" kategorileri alunda top-
mel sonuçlara, etkilerden nedenlere doğ­ lanarak bölürnlenebilmesi, buna bağlı
ru ilerleyen bir araşurma manuğının olarak da doğanın ilkece doğal bir düzen
doğruluğunu savunmuştur. Buna bağlı içine konabilir olmasıdır. Her türün bir
olarak mannğın temellerini atarken, iki formu ile bir amacı, bu iki temel belirle-
öncül ile bu öncüller üzerinden gidilerek nim uyarınca da tanımlanabilir olan bir
ulaşılan bir sonuçtan oluşan değişik "ta- gelişim gösterme kipi bulunmaktadır. Bu
sım'" türleri doğrultusunda tarihin bili- açıdan bakıldığında, kuramsal bilimin te-
nen ilk "tümdengelimli çıkanın kura- mel amacı özsel formlar ile amaçları ta-
mı"nı geliştirmiştir. nımlamak, bütün türlerin gelişim kiple-
Metafizik alanda, Aristoteles Platon' rini doğal düzenleriyle birlikte ortaya çı­
un formu maddeden ayırıp başka bir karmakur. Aristoteles'in kılı kırk yaran
varlık alanına yerleştirmesine bütünüyle bu sıradüzenli doğa bölümlemesi, dinsel
karşı çıkarak, formların idealar dünya- inançlarla son derece yüksek bir uyum
sında değil onların örneklendiği somut içinde olduğu düşünüldüğünden, bütün
tikel nesnelerin kendilerinde bulundu- bir ortaçağ boyunca Hıristiyan, Yahudi
ğunu ileri sürmüştür. Nitekim Aristote- ve Müslüman tannbilimcilerince tek yet-
les için form ile madde doğaları gereği ke olarak yaygın bir biçimde benimsen-
bütün şeylerde birbirinden ayrılamaya­ miştir.
cak bir içiçelikle varolmaktadırlar. Yine Arist.otcles, evreni bir yanda madde-
bu aynı bağlamda gerçekten varolan her siz biçimin öbür yanda ise biçimsiz mad-
şeyin "asal" ile "gizilgüç" varlık katego- denin bulunduğu iki uç arasında varolan
rilerinin bileşimiyle varolduğunu öne sü- varlıkbilgisel bir ölçek doğrultusunda çö-
ren Aristotcles, bir şeyin varlığını doğru zümlemektedir. Buna göre, maddenin
olarak kavrayabilmek için salt olduğu biçime geçişinin doğa dünyasının çeşitli
haliyle değil olabileceği, yani henüz ol- aşama ve süreçlerinde görülmesi zorun-
mamış haliyle de düşünmenin zorunlu luyken, buna karşı doğa dünyasında bi-
olduğu saptamasında btılunmuştur. Aris- çimden maddeye geçiş erekler ile sonu!
toteles'in gözünde bu temel saptamaya amaçlara doğru bir devinimi zorunlu kıl­
istisna oluşturan tek bir durum vardır. maktadır. Nitekim doğada varolan her
Tanrı ile insanın anlama yetileri salt şeyin bir varoluş ereği ya da gerçekleş­
form olduklarından, salt form olan bir tirmekle yükümlü olduğu sontıl biı işlevi
şey de zaten en yetkin biçimiyle varol- bulunmaktadır. Doğanın her yeri bu an-
duğundan, bunların olabilirliklerinden ya lamda ussal bir düzen ile erekbilgisel do-
da gizilgüçlerinden söz etmek manuk dı­ ğaüstü bir tasanmlanmanın kaıutlarıyla
şı bir olanağı düşünmekle eşdeğerdir. Bu doludur. Dolayısıyla hiçbir fizik öğretisi­
noktada Aristoteles, devi11111ryen dwitıdirid nin devinim, oluş, uzam ve zaman tasa-
olarak ilk devindirici ya da bütün ne- nmlarını açıklamaksızın temellendirilme-
Aristoteles 100

si ilkece olanaklı değildir. En yalın açık­ dek) bölünebilir olduklarını ancak asal
lamasıyla devinimin maddenin forma ge- (edimsel) anlamda sonsuza dek bölün-
çişi olduğunu ileri süren Aristoteles, do- melerine olanak olmadığını ileri sürmek-
ğada dört tür devinim olduğunu belirt- tedir. Bir başka deyişle, düşünce düzle-
mektedir: (i) bir şeyin tözünü etkileyen minde zamanı sonsuz kere bölmek ola-
devinim, özellikle de başlangıcı ile sonu- naklıyken, gerçek anlamda yani doğada
nu; (ıi) şeyleri çoğaltarak ya da azaltarak devinen nesneler dünyasında böyle bir
niceliklerinin değişmesine yol açan devi- bölme işlemini zaman üzerinde gerçek-
nim; (ıiı) şeylerin niteliğinde değişimlere leştirmek olanaksızdır.
yol açan devinim; Qv) yer değişimine ya Aristoteles bütün bu düşüncelerle bir
da bir yerden bir başka yere taşınmaya anlamda doğanın fıziksel çatısını kur-
yol açan devinim. Aristoteles'e göre bun- duktan sonra, doğa felsefesinin en temel
lardan sonuncusu yani yer değiştirmeye konusu varlık ölçeğine yönelmektedir.
kaynaklık eden devinim eiı temel ve en Söz konusu ölçeğe ilişkin olarak önce-
önemli devinim türüdür. Öte yanda, A- likle belirtilmesi gereken, bu ölçeğin her
ristotelesçi evrende boşluğun uzam ola- şeyden önce bir değerler ölçeği olması­
rak tanımlanması hiçbir durumda ola- dır. Nitekim vatlık ölçeğinde daha yük-
naklı olmadığından, boş uzam için -c- sek bir değerle varolan, ölçeğin hep daha
rekbilgisel evren tasarımı gereği- belli üst bir aşamasında yer almaktadır. Ölçe-
bir erek tasarlanamayacağından doğada ğin en üst aşamasında "salt biçim" bulu-
boşluğa yer yoktur. Bir başka deyişle, nurken, en alt aşamasındaysa "salt mad-
boş uzam düşüncesi hem mantık hem de" bulunmaktadır. Bu anlamda ölçeğin
de metafizik bakunınclan başlı başına daha yüksek konumlarına gidildikçe da-
olanaksız bir tasanın olduğundan dolayı ha organize olmuş organik varlıklarla
doğada boşluk bulunmamaktadır. Yine karşılaşılırken, buna karşı daha alçak a-
bu bağlamda Aristoteles, Platon ile şamalanna inildikçe, organik varlıktan i-
Pythagorasçılarca ileri sürülen doğanın norganik varlığa doğru bir seyrin izlen-
temel geometrik biçimlerden oluştuğu diği, en altta ise inorganik maddelerin
yollu düşünceyi de bütün bütün yadsı­ bulunduğu bir aşamalı düzenlenişin söz
maktadır. U zaıru cismi kuşatan sınır yani konusu olduğu görülmektedir. Her ba-
kuşatılanın kuşatılma sının olarak tanım­ kımdan vatlık ölçeğinde bulunan türlerin
layan Aristoteles, zamanı ise "daha ön- yerleri bcngisel anlamda bir sabitliğe ko-
ce" ile "daha sonra" ı.asarırnlan doğrul­ nu olduklarından zaman içerisinde ev-
tusunda devinimin ölçülmesi olarak gör- rilerek yerlerinin değişmes.i olanaklı de-
mesi nedeniyle, zamanın varlığının her ğildir. Varlık ölçeğindeki daha yük.<ek
durumda devinimin varlığına bağımlı ol- organik vatlıklann içsel organizasyonla-
duğunu öne sürmektedir. Daha açık bir nııı olanaklı kılan ana ilke yaşamdır ya da
deyişle, Aristoteles 'e göre evrende deği­ Aristoteles'in deyişiyle organizmanın ti-
şim olmasaydı, zaman diye bir şeyin var- nidir. Bu açıdan bakıldığında, insan tini
lığından söz etmek olanaklı olmazdı. Ay- dahi bedenin organizasyonundan öte bir
nı biçimde devinimi duyan, buna bağlı şey değildir. Bitkiler ölçekteki en düşük
olarak da ölçen bir zihin olmasaydı za- yaşam fomılanna karşılık gelirken, tinlcri
manın varlığından söz etmek yine ola- salt kendi varlıklarını sürdürmelerini sağ­
naksızlaşırdı. Zaman ile uzamın sonsuz layan "beslenme" üstüne kurulu bir öğe­
sayıda bölünebilirliği düşüncesinden yola den oluşmaktadır. Bitkilerin bir üstün-
çıkarak Elealı Zenon'un ortaya attığı aç- deki aşamada bulunan hayvanların tinle-
mazlara da bütünüyle karşı çıkan Aris- rinin belirleyici özelliği ise, bclJi duyum-
toteles, bu bağlamda zaman ile uzamın lar, yönclirnler, istekler duymalarını sağ­
gizilgüç anlamda ad i".ftni111111 (sonsuza ladığı gibi kendilerine devinme yetisi de
101 Aristoteles

kazandıran "iştah" dürtüsüdür. Öte yan- lukla genci ilkeleri tikcllerden ya tümew-
da insan tiııleri, bitkilerdeki bcslcııınc it- nm ya doğal gözlem yoluyla türeten A-
kisi ile hayvanlardaki iştah dürtüsünü ta- ristotelcs, doğal gözlem araştımıasııun
şımakla bitlikte, bunlarıı ek olarak salt kavramlannı tikcllerin nedeni olarıık gör-
insan tinine özgü düşünıncyc bı:şılılı: ge- mektedir. Aristoteles'"ın genci mantık ko-
len ussallıklanyla ölçeğin daha üst bit a- nulan üstüne yazılannı aıaç gereç anla-
şamasında bulunmaktadır. mına gelen Orgattott başlığı altında topla-
Hiç kuşkusuz Aristotcles'in en önem- yan son dönem "Peripatosçu" düşünür­
li başarılarından biri, manuk alanında lerin bakış açısına göre, manuk ile us-
modem mantığın bulunuşuna dek geçer- yürütme bilimsel araşurmaya hazırlıkta
liliğini yüzyıllar boyunca sürdürmeyi ba- yararlanılan en önemli ilci alettir. Ne vıır
şaran, çoğunluk "geleneksel manuk'' ya ki Aristotcles'in kendisi "mantık" teri-
da "Aristotdes manuğı" diye arulan man- mini sözlü usyürütmeye kaı:şılık gelecek
tık sanaunda kendisini göstennekta:lir. bir anlamda kullanmıştır. Bu bağlamda
Bu bağlamda Aristotcles'in Birina Çö- Aristotcles'in daha önce tek tek sayılan
zji,,,/mıtkn, "tasım" kııraınıııa dayandı­ on btcgoriden oluşan Kal'lf'rikn öncı:­
nlmış tarihte bilinen ilk tümdcııgelimli mclcrin tenine tek tek sözcüklerin bö-
biçimsel mantık dizgesi kurma girişimi lümlcnettk biraraya toplanmış biçimle-
olması bakımından oldukça önemlidit. ridir. Dikbtli bir gözle bakıldığında bü-
Öte yanda Wna Çiziimlttatler, söz ko- tün bu kategorilerin de, bir nesneye iliş­
nusu dizgeyi şaşmaz kcsin1ikte bit doğa kin bilgi edinmeye çalışırken sorulan so-
bilgisi yöntemi geliştirmek amacıyla kul- rular üzerinden gidilerek belirlendikleri
lanmaktadır. Aristotclcs'in anladığı biçi- görülmckta:lir. Sözgclimi, önce bit şeyin
miyle mantık, çoğunlukla sanıldığının ter- ne olduğu sorusu sorulduktan sonra, ne
sine salt önermdcıin doğruluk değerle­ türden bit fey olduğu, derken o şcyiıİ. ne
riyle ilintili bit araşarma olmayıp dilin, kadar büyük olduğu sorusu yöneltilmek-
anlamın ve bunlann dilsel olmayan ger- tedir. Bu sorular arasında töze yönelik
çeklikle ilişkilerini de araşaran bit dü- soruyu her zaman en önemli soru olarıık
şünme dalıdır. Nitekim Aristotcles Man- göttn Aristotcles, aynca tözleri kendi a-
tığı'nda, başta ~riltr, y.,.,,, Üıliin, rıılannda birittdl töz.ltr ile ikiıuil li~ diye
Topikllr başlıklı metinlerinde olmak üzc- ikiye ayırmaktadır. biıincil tözler tek tek
ıc, yer alan pek çok konu ile sorun gü- nesnelcıc brşılık gelirlerken, ikincil töz-
nümüzde dil felsefesi ile mantık felsefesi ler birincil. tözlerde ya da nesnelerde do-
ya da felsefi manuk alanlannda incdcn- ğası gcrcj bulunan tmitr'dir.
mclttcdir. Manuğı hem JtCncl düşünce­ Aristotclcs'e göre tasanmlann öteki
lere yani 'dealara hem de varlık teklerine tasanınlardan aynldıklan vakit salt ken-
yani algı.ja sunulan göriiegülett yönelik dileri olarak "doğruluk'' ya da ''yanlış.lılı:"
bir araştÜrna olarak tanımlayan Aristo- bildiımdcri olanaklı değildir. Tasanmlar,
teles, tüındcngclimli düşünmenin temel brşıhk gcldi1dcri düşüacclcr aracılıbyla
işleyiş mantığını, doAru olduğu kesinlikle bit tümcede ya da önermede birarııya
bilinen iki öncül önermeden bit üçüncü- gelmdcri kofuluyla doğru ya da yanlış
sünün sonuç olarak çıbrımlandığı tasım olma :y1:tisi kazanmaktadırlar. Sözciildc:.
üstüne bina etmektedir. Aristotclcs bU ıin bidqimi ussal konUfllla ile düşünce­
bağlamda, tümdcngclimlcrin tikdlcrdcki )": yol açmakuı, böylcliklc hem tümcenin
gcnc1 ilkclcri tanıtlayabileccldcrini ama bölümlerinde hem de bütiiniinde bir an-
buna bqa genci ilkclerin lrı:ndilerini tc- lam taşınmasını olanaklı kılmalı:uchr. A-
mcllcndiıemcyecclderini, dolayısıyla da risıoWcs, bu tür düşünccleıin çok çqidi
yeni bilgiler suruna yetisi taşımadıklarıru biçimler llabilcccldcrini, ama rmmıpı.
ileri sürmektedir. Düşüncelerinde çoğun- yalnızca doğruluk ile yuıbfbğa konu ol-
Aristotcles 102

ma yetisi taşıyan tanıtlamalı biçimler üze- da sınırlan kesin çizgilerle belli olmadık­
rine düşünmekle yükümlü olduğunu be- lannda; (ii) kapsarnlan çok geniş tutul-
lirtmektedir. Öte yandan Aristoteles için, duklarında; (ıiı) özsel ya da temel özel-
önermelerin doğrulukları ya da yanlış­ likleri dile getirmediklerinde. Aristoteles
lıkları her durumda karşılık geldikleri ol- bu bağlamda tarurnlann bularuklığının ço-
gularla örtüşüp örtüşmcdiklerine bakıla­ ğu durumda, eşanlamlı sözcüklerin, eğ­
rak belirlenecek bir konudm. Felsefe ta- retilemeli deyişlerin ya da genelde alışıl­
rihinin bu ilk "uygunlukçu doğruluk ku- madık anlatımların kullanılmasından kay-
rarru" en özlü anlatımını Aristoteles'in naklandığını düşünmektedir. Kuşkusuz
şu tümcesinde bulmaktadır: "Olıın bir Aristoteles mantığının en temel bölümü-
şeyin olduğunu, olmayan bir şeyin ol- nü tasım konusu oluşturmaktadır. Nite-
madığını söylemek doğru; buna karşı o- kim ''Bütün insanlar ölümlüdür''; "Sok-
lan bir şeyin olmadığını, olmayan bir şe­ rates bir insandır"; "Demek ki Sokrntes
yin olduğunu söylemekse yanlıştır.'' Bu ölümlüdür" biçiminde klasik tasım ör-
tümceden de açıkça görülebileceği üzere, neğinde ortaya konan mantıksal uslam-
Aristotcles için önermeler ya "olumlama" lama biçimi, iki bin yılı aşkın bir süre
amaçlıdırlar ya da "olumsuzlama" amaç- boyunca mantık alanında egemenliğini
lı. Bu anlamda önermeler ya tümeldirler korumuştur.
ya da tikeldirlcr, ya da bu ikisinden biri Tin (ruh) ile beden arasındaki ilişkiyi
olmadıklannda tümellik ile tikellik karşı­ yine "Madde ile Form" öğretisine dayalı
sındaki konumlan belirsizdir. Bu nokta- olarak açıklayan Aristotcles, bu bağlam­
da Aristotelesfa üstünde durduğu ö- da sunduğu tin ya da zihin felsefesi araş­
nemli konulardan birini de tant111 oluş­ tırmasına değişik varlıklarda değişik tin
turmaktadır. Aristotcles, tanımı bir ko- türlerinin bulunduğu öncülünden yola
nunun özsel niteliğini, hem cinsini hem çıkarak başlamaktadır. Aristoteles'in gö-
de öteki cinslerden ayrılıklannı içerecek rüşünde, tin her zaman için yaşayan bir
biçimde dile getiren önerme diye tanım­ bedenin formu olarak görülmek zorun-
lamaktadır. Doğru bir tanıma ulaşmak i- dadır. Bu temel zorunluluk doğrultusun­
çin yapılması gereken, tarurru yapılacak da, söz konusu formun bitkilerdeki, us
konudan ayn düşünüldüklerinde çok da- taşımayan varlıklar olan hayvanlardaki ve
ha geniş bir kapsamı bulunan, ama bir- us taşıyan hayvanlar olan insanlardaki
likte düşünüldüklerinde ise kesinlikle bir- değişik görünümlerini inceleyen Aristo-
biriyle eş olan cins içindeki nitclikleri teles, bu bağlamda beslenmeden algıla­
ortaya çıkarmaktır. Örneğin, hem "tek maya, düşünmeden arzulamaya, anımsa­
!iiayı'' hem "çift !ii;'tyı" hem de .. s:.ıyı" t~k madan imgelemeye çeşitli yaşam etkinlik-
başlanna birbirlerinden ayn olarak alın­ lerine ilişkin oldukça ayrıntılı çözümle-
dıklarında "üçlü sayı" dan (üç kaya der- meler sunmuştur. Bununla birlikte Aris-
ken olduğu gibi üç nesnenin biraradalığı) toteles'in zihin felsefesi alanıyla doğru­
daha geniş olmalanna karşın, birlikte a- dan ilinrili iki çalışması Tin Üz.eri11e ile
lındıklarında ona eşittirler. Dolayısıyla Parva Nat11ralia'da tinbilim, fizyoloji, bil-
cins tarumlaİI ilkece hiçbir türü dışarıda gikuramı, eylem kurarru gibi alanlara yö-
bımkmayacak biçimde vcrilmelidirler. nelik de önemli açıklamalar bulunmak-
Cins ile türler arasındaki aynmlar belir- tadır. Aristotcles en genel anlarruyla tini,
lendikten sonraki aşamada yapılması ge- doğal bir bedenin olabilecek en üst dü-
rekense, değişik türlerin ortak özellikle- zey bir yetkinlikteki dışavurumu ya da
rini saptamaktır. Aristotcles'e göre tanım­ kendisini eksiksiz gerçekleştirimi olarak
lar ilkece üç ana nedenden ötürü yeter- tanımlamaktadır. Bu tanımdan da açık­
sizlik ya da eksiklik gösterebilmektedir- lıkla görüleceği üzere, Aristotcles insanın
ler: © belirsiz, bulanık olduklannda ya tinsel durumlarıyla fizyolojik işleyişleri ya
103 Aristoteles

da süreçleri arasında çok yakın bir bağ­ duyma algısının özel nesnesi sestir; (ıı)
tlantı bulunduğunu düşünmektedir. Bu çeşitli duyularca aynı anda birlikte algıla­
anlamda tin ile bedenin tıpkı et ile tırnak nan ortak. nesneler, sözgelimi devinim
gibi birbirinden ayrılmaz olduklannı sa- gibi; (ıiı) çıkanma dayalı nesneler, sözge-
vunan Aristotcles, kendinden önceki me- lirni beyazı algılayınca algıladığımız nes-
tafizikçilerin tini bütünüyle bedenden a- nenin beyaz bir nesne olduğunu algıla­
yırarak bedenden bağımsız bir varlığı mak gibi. Aristoteles beş duyu organı a-
bulunduğunu düşünmeleriyle son derece rasından, dokunmayı en az bilgilendirici,
büyük bir yanlışın içine düştüklerini dile duymayı en çok öğretici, görmeyi ise en
getirmektedir. Nitekim, insanın tini ya değerli duyum olar.ık değerlendirmekte,
da zihninin bedenin fizyolojik koşullan­ hiçbir duyu organının da doğrudan algı­
nın bir ürünü olmaktan çok, bütünüyle lamayıp her durumda 'hava' taıııfından
"bedenin hakikati" olduğunu ileri sür- etkilendiklerini dile getirmektedir. Hatta
mektedir. Daha açık bir deyişle, bedenin en doğrudan duyum olarak görülen do-
tözsel varlığı ancak bedensel koşullar a- kunmanın dahi belli ölçülerde havanın
ıııalığıyla gerçek anlamını edinebilmekte, araalığına gereksinimi vardır. Bu bağ­
buna karşı tin ise kendisini doğrudan bi- lamda Aristotelcs için 'kalp' hem bütün
yolojik gelişime karşılık gelen "beslen- duyu nesııelerinde içerilen ortak nitelik-
me" (bitkilere özgü), "devinme" (hay- leri tanıdığından, hem de insana duyum
vanlaııı özgü), ."düşünme" (insanlaııı öz- bilincini kazandıııın en önemli duyum
gü) gibi aşamalarda gerçekleştiı:diği et- merkezi olduğundan en temel duyma or-
kinliğiyle ya da edimselliğiyle göstermek- ganıdır. Ôtc yanda Aristoteles zihnin en
tedir. Aristoteles için zihin bütün bö- önemli yetilerinden imgelemi, "asal du-
lümlerinde tam bir bütünlük ve birlik yuma yol açan devinim" diye tanımla­
sergilerken son derece yüksek düzey bir maktadır. Bir başka deyişle, imgelem du-
uyumla varolmaktadır. Dolayısıyla, Pla- yu izlenimlerinin zihinde canlandınhp
ton'un öne sürdüğü gibi zihnin bir bö- görüntülendirildiği bir süreçtir, bu ne-
lümünün arzularken başka bir bölümü- denle özü gereği belleğin de temelini
nün kızgınlık duyduğunu düşünmek son oluşturmaktadır. İmgelemin sunduğu re-
derece saçmadır. simler usun temel düşünme malzemclc-
Aristotcles felsefesinde duyu organ- rini oluşturmaktadır.Yanılsamalar ile düş­
lan aıııalığı.yla algılama, dışaodaki nes- ler de yine aynı biçimde duyu organının
nelerin biçimlerinin hangi maddeden o- uyanlmasına bağlı olaııık, dıtyu görüngü-
luştuklarından bağımsız olar.ık alımlan­ sünün gerçek varlığı tarafından belir-
malan anlamına gelmektedir. Sözgelimi lmmektedirler. Bellek bu bağlamda du-
tahtadan yapılma bir sandalye algısı san- yulardan gelen nesne resimlerinin zi-
dalyenin tahtalığından değil, sandalyenin hinde kopyalanarak sürekli koruma altı­
sandalye biçiminde olduğunun algılan­ na alınması etkinliğidir. Buruı bağlı ola-
masından ileri gelmektedir. Bu anlainda r.ık anımsama ya da zihne geri çağımıa
tıpkı izlenimler gibi algılar da bir tür ni- ise, düşüncelerimiz aııısındaki çağrışım i-
teliksel değişime bağlı olarak gerçekleşti- · lişkilerini düzenleyen temel düşünme ya-
rilen bir devinim aıııalığı.yla olanaklılık salaoruı dayanmaktadır. İlk ilkelerin bil-
kazanmaktadırlar. Bu yüzden de salt a- gisinin ana kaynağı olan us, duymanın
'hmlayıa bir duygularum olarlık edilgen- tersine ne duyularla ne de tikellede sınır­
likle bir tutulmalao bütünüyle yanlıştır. lanmış olmayıp bütünüyle özgür ve tü-
Aristotcles bu noktada duyularoı. algıla­ meldir. Duyu organlannca alınan duyum-
nan nesneleri üç ana başlık altında top- lar görüngüleı:in somut ve maddesel gö-
lamaktadır: © özel nesneler, sözgelimi rünümleriyle ilintiliyken, buna karşı usun
gömıe algısının özel nesnesi renkken, düşünceleri bu aynı görüngüleı:in soyut
Aristoteles UM

ve ideal görünümleriyle ilgilidirler. için uyulması gereken pratik yol gösteri-


Aıistotclcs'in doğa felsefesi alanında­ ciler olarak görmektedir. Hiç kuşkusuz
ki yazılarının yaklaşık dörtte biri biyolo- doğal yeti ile becerilerin doyuma kavuş­
jiyle ilintili yazılardan oluşmaktadır. Bu turulması olarak mutluluk üstüne yaptığı
yazılann da önemli bir kesimi H".J"llflla· bu denli güçlü wrgunun gerisinde, Eski
rm Hareleetltri, H".1"1111/antt Böliimltri, H'9· Yunanlıların doğaya karşı tutumları ile
t1at1lantt Tii1rflfltri, H191J011lantt Gelişimi gi- yaşamla girclikleri ilişkinin biçiminin son
bi yazı başlıklarından da anlaşılabileceği derece önemli bir payı vardır. Aristote-
gibi hayvanbilim üstünedir. Bu yazılann lcs'e göre etik. insan için hem en temel
dikkat çekici bir özelliği doğada yapılmış hem de en yüksek iyiyi bulup ortaya
oldukça incelikli gözlemler üst.üne kurul- koyma çabasıdır. Aristotelesçi felsefenin
muş olmalandır. Yine Aristoteles'in do- "erekbilgiscl" görüş açısından bakıldığın­
ğa felsefesi içinde yer alan yazılanndan da, gerek tek tek eylemlerin gerekse bir
doğrudan Havabilim ile ilgili olanları ken- bütün olarak yaşamın etik boyutu üzeri-
di içlerinde ayn bir küme oluşturmakta­ ne düşünme, enson anlamda sonu! ola-
dırlar. Aristotcles 'in doğa felsefesi üstüne nın araştınlmasına karşılık gdmektedir.
yazılannın geri kalan bölümü, doğanın Kuşkusuz yaşamın içerisinde pek çok
en iyi nasıl araştınlacağına yönelik ku- amaç bulunmaktadır, ancak bunların ta-
ramsal düşüncelerden oluşmaktadır. Kuş­ mamı da kendilerinden sonra gelen a-
kusuz söz konusu düşünceler arasında maçlar için birer araç görevi görüyor ol-
"doğa tasannu" ile "biçim", "madde", malanndan ötürü görece amaç olmaları
"neden", ..değişim", '"devinim" konulan anlamında ikincil bir değer taşımakta­
üzerine olanları en önemlileridir. Bu dü- dırlar. Oysa Aristoteles'in anladığı biçi-
şüncelerin en iyi görülebilecekleri yerler, miyle enson anlamda amaç, kendisi öte-
Aristotdcs'in doğal organizmaların dav- sinde bir başka amacın gösterilmesiyle
ranışlarını anlama amacıyla verilmiş a- araçsal bir amaç kılınamayacak enson ya-
çıklamalannın da bulunduğu Fitf/e ile şam ereğidir. Bu noktada Aristoteles do-
OINş 11t YolrAINş başlıklı yapıtlardır. Bu- ğaları gereği bütün insan duygularumla-
nunla birlikte, cvrenbilgisi ile doğa felse- nnın, esinlcnimlerinin ve arzularının bu
fesi Gölgizji ÜZ!f'İttt başlıklı metinde iç- enson amaca yönelmek zorunda olduğu­
içc geçmiş bir biçimde ele alınmaktadır. nu belirttikten sonra, insan için evrensel
Aıistotcles 'in etik ve siyaset felsefe- anlamda enson iyinin "mutluluk" olduğu
sine genci hatlarıyla bakıldığındaysa bü- sonucuna varmaktadır. Aristotdes'in ço-
yük ölçüde Platoncu ilkelerin eleştirel bir ğunluk "mutQuluk)çuluk" (t11JaiomottİZf")
gözle yeniden ele alınmasına dayalı ola- diye adlandırılan mutluluğa yönelik ola-
rak gcliştirilclikleri görülmektedir.. Aris- rak verdiği aynnıılı çözümlemede, mut-
totdcs, dizgesinin öteki alanlannda sa- luluk her durumda insan doğdsına da-
vunduğu temel düşüncelerle son derece yandırılmak, insan doğasının gerekleri ile
yüksek bir uyum içinde ilcrlcycrck, gerek kişisel deneyim olguları gözetilerek ku-
kişisel gerekse toplumsal davranışlann e- rulmak zorundadır. Bu nedenle mutlulu-
tik ölçütlerinin ancak idealar dünyasında ğun Platon'un yapmaya çalıştığı gibi
olduğu varsayılan iyi formuna gidilcrck kendi başına ve kendine yeter biçimde
bulunabilir olduğu yollu Platoncu savı varolan soyut ya da ideal bir iyi tasarımı
bütünüyle yadsımakta, söz konusu öl- doğrultusunda temcllcndirilmcsi hiçbir
çütleri bclirlcmcnin ana koşulunun bi- bakımdan olanakh değildir. Mutluluk her
reyler ile toplumlann varolan doğal eği­ koşulda insanda pratik karşılığı bulunan
limlerini fclscfı bir gözle incelemekten durumlara odaklanarak anlaşılabilecek,
geçtiğini ileri sürmektedir. Daha açık bir dolayısıyla da peşine düşülebilecek en
deyişle, etik kurallarını mutlu bir yaşam yüksek iyidir. Yıne bu aynı bağlamda
105 Aristotcles

mutluluğun yalnızca us taşıyan insanlara yalama edimiyle sırurlamamaktadır. Ni-


özgü bir iyi olduğunu dile getiren Aris- tekim Aristoteles rın gözünde sanat ya-
toteles, bitkiler ile hayvanlar için bu tür- pıtları, doğayı idealleştirerck doğada içe-
den bir mutluluk ta.Sarlamanın olanaksız­ rilen kimi eksikleri tamamlamakta, tikel
lığına dikkat çekmektedir. Gerçek mut- bir görüngüde tümel bir gii:zclliği yaka-
luluk ussal bir varlığın etkin yaşamında, lamayı amaçlamaktadır. Bu yüzden şiir
yani bütün bir yaşam süresi boyunca sanatı ile tarih arasındaki ayrım, birinin
kendisini tinsel ve bedensel anlamda en zamandi:zinsel nesnel bir ölçütü kullanır­
yetkin biçimde gerçekleştirmesiyle ulaşı­ ken ötekinin bunu kullanmıyor olması
lacak bir erektir. Aristoteles mutluluk üs- değildir. Ar.ıdaki ayrım, tarihin gerçekten
tüne bütün bu görüşlerini, canlı bir insan olmuş olanlarla sınırlı kalırken, buna kar-
organizmasını yapılandırıp canlı kıldığını şı şiirin varolan bütün herşeyi tümel ö-
düşündüğü insan tinine yönelik çözüm- zellikleriyle birlikte resmetme arayışı i-
lemesiyle desteklemektedir. Bu bağlam­ çinde olmasıdır. Aristoteles, söz konusu
da Aristoteles, tinin hem bitkiler ile hay- ayrım temelinde, "şiirin tarihten hem da-
vanlara özgü usdışı öğelerle hem de salt ha felsefi hem de daha gelişkin bir anla-
insana özgü ussal öğelerden meydana tım" yolu olduğunu dile getirerek, Pla-
geldiği saptamasıyla yola koyulmaktadır. toncu şiir tasanrıuru da bütün bütün
Aristoteles'in görüşünde insanlann doğal yadsımış olmaktadır. Dolayısıyla Aristo-
amaçlarının anlaşılması ahlaksal ve siya- teles'e göre, şiirdeki öykünmenin insan-
sal yaşam pratiklerini yöneten temel ilke- ları gerçekte olduklarından daha iyi ya da
lerin kavranmasından geçmektedir. Bü- daha kötü göstermesinden, ortalama de-
tün bu ilkeler Aristoteles'in mutlu insan ğer ölçütlerinin dışına çıkarak ortakgö-
açıklamasında tek tek onaya konulduğu rünün kavrayışıyla ters düşmesinden da-
gibi, iyi bir insanı niteleyen temel kişilik ha doğal bir şey olamaz. Bu bağlamda
ö:zellikleri ile erdemlerin neler oldukları Aristoteles, komedinin insanlığın kötü
da en ince ayrıntısına varana dek açık­ örneklerine öykünme sanatı olduğunu,
lanmaktadır. Aristoteles'e göre toplum ancak bunun saltık kötülük anlamında
bütün erdemleri taşıyan bireylerde göv- bir kötülük olmaktan çok gülünebilir,
ddenmektedir; bu anlamda toplumlar ile daha doğrusu gülmeye açık bir kötülük
devletlerin taşıması gereken erdemler ö- alanıyla sınırh olduğunu belirtmektedir.
zünde toplumsal yaşam ile siyasetin de Buna karşılık trajedi ise ciddi, anlamlı,
ana konusunu oluşturmaktadırlar. gerçekten olmuş bitmiş olayların salt an-
Aristoteles estetik alanda İle, sanatın latı yoluyla değil de eylemler yoluyla aynı
ahlaksal eğitimin etkili bir aracı olmaktan gerçek yaşam bağlamlarında olduklan gi-
çok, bir haz aracı olarak kavı:ayış gücü- bi yeniden canlandırılmasına karşılık gel-
nün aydınlatılıp geliştirilmesi yönünde mektedir. Bu anlamda bir trajediyi ger-
sağladığı olumlu etkileriyle anlaşılması çek bir trajedi yapan en belirleyici özd-
gerektiğini dile getirmiştir. Aristoteles liklcrdcn birisi, yol açtığı ürperti, korku,
sanati en genel anlamda doğru bir tasa- aama gibi duygularla bu duygulara yö-
nmın dışsal bir formda gerçekleştirilmesi nelik bir k4/hanis sağlaması, yani bu duy-
olarak tanımlamaktadır. Bu tanım özün- gulan yaşayanlarla açık bir duygudaşlık
de sanat bağlamında insanın doğasındaki kurulmasını sağlayarak bu duyguların ken-
en temel özellikleri öykünme eğilimi ile dilerinden bütün bütün arınmayı olanak-
doğadaki benzerliklerin farkına varmak- lı kılmasıdır. Bu anlamıyla trajedi, insan-
tan alınan haz olarak belirlemesi nede- lann acılara kaynaklık eden sağlıksız duy-
niyle kendinden önceki anlayışların etkisi gularını iyileştirmenin en etkili yolların­
altında olmakla birlikte, Aristoteles sa- dan birini sunmaktadır. Gencide sanat,
natsal yaratıcılığı hiçbir koşulda salt kop- daha özeldeyse trajedi tek tek olaylan a-
Aristotelesçilik 106

lıp onlara tümel bir form kazandmrken, yışı ve geleneği.


tutkulara konu acı yaşam gcrçdclerini res- Aristoteles'in M.Ö. 322 yılındaki ölü-
mederken, gözlemciyi ya da izleyiciyi münden günümüze dek geçen yaklaşık
-onun bencil, salt kendisiyle sınırlı kişi­ 2300 yıllık bir tarihsel dönemi kapsayan
sel bakış açısının dışına çıkmasına olanak Aristotelesçiliğin geçmişte izleri geriye
sağlayarak- tümel insan varlığını dene- doğru sürüldüğünde, daha ilk bakışta ol-
yimleme konumuna taşımaktadır. Öte dukça inişli çıkışlı bir seyir izlediği gö-
yanda Aristoteles 'in Poelika ile &torik rülmektedir. Bu son derece uzun süre
başlıklı yapıtlannda incelediği "konuşma boyunca oldukça değişik görüş, düşünce
sanatı" (belagat), hem mantıkla hem de ve ak:ımlann doğmasına esin kaynağı o-
siyasetle yakından ilişki içindedir. Nite- lan Aristoteles'in düşünceleri, tarilün he-
kim retoriğin diyalektiğin öteki yüzü ola- men her döneminde değişik felsefe çer-
cak denli "eşleniği" olduğunu ileri süren çevelerinde değerlendirilmiş, gerek yö-
Aristoteles, uzun yüzyıllar egemenliğini nelim gerekse içerik bakımından birbi-
sürdüren ikna etmeye dayalı retorik an- rinden son derece farklı amaçlarla yeni-
layışının da temellerini aunıştır. Aristo- den yorumlanmıştır. Bu noktada hem
teles'in felsefesinin özünü oluşturan te- her dönemin değişik ilgiler, yönelimler
mel kavramlar için bkz. dynamis; ener- ve bağlanımlarla belirlenen özgül bir dü-
geia; entelekbeia; episteme; ergon; şünsel çerçevesi bulunduğundan hem de
kategoria; Jaıtharsis; mimesis, orga- her dönemde başlı başına kendine özgü
non; ousia; poiesis,· praksis; tekhne; ayrı bir Aristotelesçilik yaklaşımı savu-
telos; zoon politikon. Aynca bkz. Aris- nulduğundan, Aristoteles felsefesinin ta-
totelesçilik; ilkçağ felsefesi; doğa fel- şıdığı önem tıırihin bütün dönemleri için
sefesi; devlet felsefesi; metafizik; var- aynı olmamıştır. O nedenle, Aristoteles-
hkbilgisi; tasun; kOfulsuz önermeler çiliğin tek bir tarihsel gelişim çizgisi doğ­
mantığı. .rultusunda incelenebilecek kendi içinde
bütünlüklü tek bir felsefe konumu ol-
Aristotdesçilik [İng. Aristotelianimr, Fr. . maktan çok, kimileyin birbiriyle açıkça
Aristoıelianimte; Alm. Aristotelümismur, es. çelişecek denli farklılıklar gösteren bir
t. Aristatalisfle] İlkçağ Yunan filozofu dizi Aristotelesçilik anlayışından oluşan
Aristoteles'in hem bir bütün olarak ge- bir "çokluk" olarak görülmesinin daha
nel felsefe yaklaşımından hem de çok doğru bir yaklaşım olduğu söylenebilir.
çeşitli konular üstüne ortaya koyduğu Nitekim bu bağlamda Aristotelesçiliğe
tek tek düşüncelerden yola çıkılarak o- duyulan genel ilginin felsefe tarillİnin
luşturulmuş değişik öğretiler ile görüşler kimi dönemlerinde azaldığı, kimi dö-
bütünü; Aristoteles felsefesinin değişik nemlerinde son bulma noktasına geldiği,
bölümleri üzerine tarih boyunca yürü- kimi dönemlerinde de önü alınamaz bir
tülmüş yorumlama, açımlama ve tar- ivmeyle doruğa ulaştığı görülmektedir.
tışma etkinliklerinin hep bir arada dur- Bu bağlamda, Ortaçağ Felsefesi'ne geli-
duğu felsefe tarihi düzlemi. "İlkçağ Yu- nine dek Aristoteles'in kendi gerçek ya-
nan Felsefesi"nden "Ortaçağ Felsefe- :z:ılarının uzunca bir süre ortadan kay-
si"ne, oradan da "Yeniçağ Felsefesi" bolmuş olmasının, Aristotelesçilik adı
yoluyla "Çağdaş Felsefe"ye dek evrile altında ilgili ilgisiz pek çok öğreti ile dü-
evrile uzayıp gelen, felsefe tarihinin he- şüncenin Aristoteles'e yüklenmesi gibi
men bütün dönemlerinde değişik Aris- felsefi bakımdan bir hayli sakıncalı bir
toteles izleyicilcrincc oluşturulmuş, do- sonuca yol açmış olması üstünden atla-
ğurduğu kimileri çığır açıcı nitelikteki çe- namayacak bir felsefe tarihi gerçeğidir.
şitli düşüncelerle felsefe tarihinde adın­ Bu sonuca bağlı olarak, Aristotelesçilik
dan çok söz ettirmiş felsefe okulu, anla- özellikle kimi noktalarda çarpıtmaya va-
107 Aristotclesçilik

nıcak denli özünden uzaklaştırılarak kav- dan fizik kuramlarının tarihi ile evrenbil-
ranmış, hatta son deı:cce yanlış bir bi- gisi üstüne oldukça başaolı çalışmalardıı
çimde yer yer Yeni Platonculuk ile yer bulunmuştur. Okulun bir başka önemli
yer de Skolastik Felsefe ile eşdeğer bir üyesi Eudcmos, bilinen ilk matematik ta-
fclscfe konumu olarak anbşılmışar. rihini yazarken, Aristokscnos ise özünde
.ı\ristotclcs'in felsefeye bıraktığı. si- Aristotelesçi yaklaşımın inccliklerini ser-
linmesi olanaklı olmayan izlerin derinliği, gileyerek müzik üzerine oldukça değerli
felsefe dilinin sözdağannda bugün dahi düşüncclcr ortaya koymuştur. Geı:ck T-
kullanılan pek çok terim ya da kavramın heophrastos gerekse okulun ondan sonr.ı
özünde Aı:istotcles tarafından geliştiril­ başına geçen ikinci başkanı Straton, ho-
miş olduğu gerçeğine balalarak görüle- atlarının düşüncelerini körü körüne iz-
bilir. "Metafizik", "tasım", "kategori", lemekten çok, açıkça eleştirerek üzerinde
"öncül'', "sonuç", "töz", ''öz", "ilinek", durdukları konularda kendi özgün gö-
11 tür'', "cins''. 11gizilgüç", "istenç güç-
rüşlerini temellendirecek denli gözüpck,
süzliiğü'" C:alemsia) bunlardan yalnızca yaratıcı ve bağımsız düşünürler olmala-
birkaçıdır. Bu bağlamda günümüzün e- nyla dikkat çekmektedirler. ~keiou'un
tik, siyaset felsefesi, zihin felsefesi, meta- Aristoteles'in ölümünden sonraki bu ilk
fizik gibi alanlannda çalışma yapan çığ­ döneminde, çeşitli kaynaklarca okulda
daş felsefeciler dahi, düşüncelerini geliş­ yaklaşık 2000 öğrencinin· bulunduğu,
tirirken Aristotclcs'tcn önemli oranda bundan da önemlisi okulun içinde son
etkilendiklerini açık yüreklilikle dile gc- derece sıcak bir düşünsd alışveriş orta-
ıirmck:tcdirler. Aristotdcsçi düşünce çiz- mının kurulmasının olabilecek en iyi bi-
gisini olurlayao bu çağdaş düşünürlerin çimde başarıldığı bildirilmektedir. Söz-
karşısında yer alan öteki düşünürler de, gclimi "Stoacılık"ın kurucusu Kıbrıslı
Aristotelcsçi görüş ve yaklaşımları yad- Zenoo, Theophrastos'un topluluğunun
sımak adına Aristotelesçilik ile yüzleşir­ kendi topluluğundan hem sayıca daha
ken yine ister istemez onun etkisi alunda büyük olduğunu hem de aynı anda hep
kalmı'1ardır. Kuşkusuz XX. yüzyılda da- birlikte uyum içinde daha yüksek bir ses
hi Aristoteles'e böylesine derinden bir il- çıkarwklannı söyleyerek bu durumdan
ginin duyulabiliyor olması, salt günü- ötürü kendi okulu adına yazıklanmakta­
müzde üı:ctilmiş yapınu bir ilgi olmaktan dır. Ne var ki Lyluiaa'da Aristotdesçilik
çok, bütün bir Batı Fclscfcsi tarihi içinde geleneğinin ilk temelleri daha yeni yeni
evrile evrile oluşmuş uzun Aristotclesçi- atılmaya başlanmışken, M.Ô. III. yüz-
lik geleneğinin doğal bir sonucudur. yılda Aristoteles'in belli başlı felsefe ko-
.ı\ristotelesçiliğin felsefe tarihinde iz- nıılanndaki temel görüşlerini çürütmek
leri geriye doğru sürüldüğünde pek çok amacıyla Stoacılığa ek olarak Platoncu,
önemli aşaması bulunduğu görülmekte- Epikurosçu ve Kuşkucu felsefe okulları
dir. Nitekim daha ölümünün üzerinden gibi çeşiıli felsefe okullannın dört koldan
birkaç yıl geçmemişken kendi kurduğu yürüttükleri değişik felsefe etkinlikleriyle,
felsefe okulu f..:1/r.ewıı, Aristotelesçi dü- Lyh.ioa giderek gözden düştüğü gibi,
şünceler tCmcıindc bilimsel ve felsefi a- merkezi konumunu yitireı:ck çok geç-
raŞurmaların en önemli merkezi konu- meden de dağılmıştır. f..:1/uioa'un dağıl­
muna gclmiştir. Bu bağlamda Aristote- masıyla l;ıirlikte Aristotdesçilik kendi i-
les'in ölümü üzerine L.Jklitm'uo başına çinde büyük bir sarsıntı yaşayarak, çoğu
geçen öğrencilerinden Thcophrastos, bir birbirinden habersiz ve bağımsız çalışan
yandan hocasının biyoloji alanındaki a- düşünürlerin çalışmalarıyla ayakta kalma-
raşurmalanrun kapsamını özclliklc bitki- ya çalışmıştır.
bilirn alanında yaptığı incelemeler yoluy- M.Ô. I. yüzyılda Aristotclcs'in elyaz-
la genişletip derinleştirirken, öbür yan- malarının Rodoslu Andronikos tarafın-
Aristotclcsçilik 108

dan derlenmesine bağlı olarak Aristote- pıtlan üstüne yaptıkları yorumlarla filo-
lcs'in düşünceleri felsefe okullarının dar zofun düşünsel mirasını geliştirip ileri
sınırlan içinde kalmaktan kurtularak, de- götürme arayışındaki Suriyeli, Arap ve
ğişik bölgelerden farklı düşünütlerce yay- Türk düşünürlerin önemli bir yeri vardır.
gın bir biçimde ele alınıp işlenmeye baş­ Nitekim Aristotelesçiliği çok büyük öl-
lanmışur. Nitekim M.S. II. ile VI. yüzyıl­ çüde bu önemli İslam filozoflarından
lar arasında bir dizi araşnmıacı bilgin, öğrenen Avrupalı düşünürler, sundukları
söz konusu yazılan kılı kırk yaran bir özgün çalışmalarla XIII. yüzyıl Batı
Av-
özenle inceleyerek, Aristotı:les 'in mantık, rupası'nda Aristotelesçiliğe bir anlamda
fizik ve metafizik konularındaki düşün­ çağ atlatmışlardır. Aristoteles'in Batı'da
ccletine çok ayn bir dikkatle eğilmişler­ yeniden keşfedilmesine önayak olan, A-
dir. Bu bağlamda Aphrodisiaslı İskender ristotelesç~n İslam felsefesindeki u-
(M.S. il. yüzyıl) ile Porphyrios (M.S. III. zantısına karşılık gelen düşünürler ara-
yüzyıl) bir yanda, Philoponos ile Simp- sında en önemlileri olarak İbn Sina (Avi-
likios (M.S. VI. yüzyıl) öbür yanda Aris- cenna) ile İbn Rüşd'ün (Averroes) adları
totelesçi geleneğin gelişimine en önemli sayılabilir. Bu bağlamda Aristoteles'in e-
katkılarda bulunan düşünürlerdir. Bu dö- limize ulaşmayı başarmış bütün yapıtları
nemde Aristotelesçi gelenektı: yer alan üstüne aydınlatıcı değeri yüksek son de-
düşünürlerden sayısı hiç de azımsanama­ rece başarılı yorumlar sunması, İbn Rüşd'
yacak bir bölümünün, Aristoteles'in gö- ün Batı'da "Yorumcu" diye anılma.~ına
rüşlerini salt yorumlamakla yetinmeyip yol açmıştır. ( O dönemde Aristoteles'e
bir dizi önemli eleştirilerde de bulunduk- de "tek"~ni vurgulamak için "Fılozof'
lan açıklıkla görülmektedir. Sözgelimi A- denmekteydi.) İbn Rüşd'ün yaptığı yo-
ristoteles'in yazılarındaki düşünceleriyle rumlara eşlik eden temel düşüncesi, A~
arasına eleştirel bir uzaklık koymaya ö- ristoteles'in mantık, doğa bilimi ve me-
zen gösteren düşünürler arasında başı. tafizik araşnmıalannı başlattığı gibi bu
çeken Philoponos, Aristotelcs'in "devin- ar-~şnmıalann nasıl yapılacağını da en
bilgisi (dirıamik)" anlayışına birtakım kök- yetkin biçimiyle temellendirmiş olduğu
lü karşı çıkışlarda bulunarak kendi geliş­ yönündedir. Arapça yazılmış Aristoteles
tirdiği değişim ile devinim açıklamalannı yazılan ile yorumlannın Larince'ye çev-
temellendirmeye çalışmıştır. Kimi felsefe rilmesi yoluyla İspanya üzerinden Batı'ya
tarihçilerinin gözünde "Aristotelesçiliğin yı:niden gelen Aristoteles'in düşünceleri,
Birinci Rönesansı" diye de adlandırılan yalnızca büyük yankılar uyandırmakla
Aristotelesçi~n giderek ivme kazandığı kalmamış, çok geçmeden başgösteren
bu yükseliş dönemi, 1. İustinianos'un geniş ve derin ilgiyle doğru orantılı ola-
MS. 529 yılında Arina'da kurulu bulu- rak Aristotelcsçiliğin geleceği üzetinde
nan bütün felsefe okullarını kapatmasıy­ önemli etkilerde bulunan çalışmalar peş­
la son bulmuştur. Aristotelesçiliğin Ati- peşe birbirini izlemiştir. Ne var ki Aris-
na'da yaşadığı bu olumsuzluğa karşın, toteles'in bu ikinci kez keşfedildiği dö-
bir başka önemli merkez İstanbul'da A- nemin daha henüz başlarındayken, orto-
ristoteles'in düşünceleri uzun yıllar bo- doks Hıristiyanlığa karşı önemli bir teh-
yunca araştmlıp incelenriıeye devam et- like olarak görülmesi nedeniyle, 1210 yı­
miş olmakla birlikte, burada yapılan ça- lında Paris Konsülü Aristotelesçi temel-
lışmalann geleneğin sonraki gelişimi üs- lerde doğa felsefesi üzetine çalışma ya-
tünde belirleyici olacak denli önemli ü- panların sorgusuz sualsiz aforoz edilece-
rünler ortaya koyamadığı görülmektedir ğini açıkça duyurmuştur. Ancak bu tür
Öte yanda tarihte "Aristotelesçiliğin Kilise bas kılan Aristoteles 'in yapıtlan ü-
İkinci Rönesansı" diye anılan dönemin zerine yaygın bir biçimde çalışılmasının
başlamasında, bilimsel ve metafizik ya- önünü almayı başaramamışur. Aradan
109 Aristotelesçilik

çok geçmeden HaçWann İstanbul'da Yu- dini barıştırmaya yönelik temel amacı
ıµııılı yorumcularca oldukça eksiksiz bir doğrultusunda, Aristoteles felsefesini, Hı­
biçimde Latince'ye çevrilmiş Aristotcles ristiyanlığı ve döneminin bilimsel düşü­
elyazmalannı bulması, buna bağlı olarak nüşünü bir potada eriterek kaynaştırma
da söz konusu yazılan kolaylıkla ulaşıla­ arayışı içinde olmuştur. Aquinas 'ın bu üç
bilir bir konuma taşıması Aristotclesçilik alan arasında kurduğu son derece başa­
geleneğinin yeniden ivme kazanması gibi rılı bireşim, Aristoteles'in düşünceleri te-
önemli bir sonucu da beraberinde getir- melinde oluşan Hıristiyan yönelimli A-
miştir. ristotelesçilik anlayışının uzun yüzyıllar
İzleyen birkaç kuşak içersinde, Aris- seçkin bir konumda varlığını sürdürme-
toteles yazılan Avrupa'da ki üniversite sinin önünü açmıştır. Nitekim Aristote-
yaşamının da birincil değerde önemli bir les'in yalnızca felsefe tarihinde değil, tan-
parçası, felsefe eğitiminin olmazsa olmaz nbilim tarihinde de tartışmasız en büyük
metinleri konumuna yükselmiştir. Kuş­ filozof .olarak görülmesi gerçeği en iyi
kusuz bu durumun oluşumunda, Alber- anlatımım Dante'nin Aristotcles için ver-
tus Magnus ile Thomas Aquinas adlı iki diği "bilenlerin ustası" betimlemesinde
büyük tannbilimcinin, Aristoteles'in dü- bulmaktadır. Bununla birlikte Aquinas.'ın
şüncelerine duydukları düşünsel yakınlık Aristoteles felsefesine yönelik bireşimci
uyarınca, söz konusu düşünceleri Hıris­ yaklaşımının, Aristotelesçiliğin sonraki
tiyanlıkla bir çelişki içermeyecek biçimde gelişimi üzerinde -özellikle kimi nokta-
ustalıkla yorumlamayı başatmış olmala- lar düşünüldüğünde- yararları yanında
rının katkısı yadsınamaz. İki düşünür de oldukça büyük zararları da olmuştur. Ni-
ellerinden geldiğince Aristoteles felsefe- tekim XIII. yüzyılın sona erişiyle birlikte
sinin temel ilkelerini dönemin Hıristiyan Aristoteles, dolayısıyla da Aristotelesçilik
düşüncesiyle dizgeli bir yolla bütünleş­ büyük ölçüde varolan duzenin körü kö-
tirmeye çalışmışlardır. Bu bağlamda Al- rüne korunmaya çalışılması anlamında
bertus Magnus, Aristotcles XIII. yüz- stat11s q11o'culuk ile birlikte anıldığı gibi,
yılda yaşasaydı, bütün yeni gelişmelerden daha yenilikçi düşünceler ile bilimsel bu-
haberdar olsaydı acaba neler söylerdi so- luşlara karşı duyulan dogmacı direnişle
rusu temelinde,Aristotclesçi terimler doğ­ özdeşleştirilir olmuştur. Doğal olarak bu
rultusunda bütün doğanın açıklamasını durum karşısında çok geçmeden Ock-
sunmayı amaçlamıştır. Öte yanda Tho- hamlı Wılliam Oxford'da, baştaJean Bu-
mas Aquinas'ın temel amaanın ise, A- ridan ile Saksonyalı Albert olmak üzere
ristoteles'in yazılarında kesin olarak var- pek çok düşünür Paris'te Aristoteles'in
dığı sonuçlardan hangisinin günün ko- kendi düşünceleri ile bu düşüncelere ge-
şullan düşünüldüğünde bir anlam taşıdı­ tirilen yorumlardan yola çıkarak Aristo-
ğını açıklığa kavuşturmak olduğu görül- telesçiliğe karşı saldırıya geçmişlerdir.
mektedir. Sözgelimi bu noktada dinine XIV. yüzyılın sonlarına doğru aynı ken-
içtenlikle bağlı bir Hıristiyan olarak A- dilerinden çok önceki Philoponus gibi,
quinas, Aristoteles'in dünyanın bir baş­ tutuculuğa açık kapı bıraktığını düşün­
langıo olmadığına yönelik savını çürüt- dükleri Aristotdes'in devimbilgisi ile gök-
meye çalışırken, dünyanın başlangıo so- bilim alanlarındaki görüşlerini eleştiri yağ­
rusunun yanıtının ancak vahiy yoluyla muruna tutmuşlardır. Böylelikle. kayıtsız
bilinebilir bir konu olduğunu ileri sür- koşulsuz yüzyıllardır tek egemen duru-
mektedir. Bir başka deyişle, Aristoteles' munda bulunan Aristotdes fiziğinin ilgili
in yanıtladığı sorunun özünde felsefece bölümlerinin çökertilmesi bağlamında
uslamlamaya açık bir konu olmadığını Nicolaus Copemicus ile Galileo Galilei'
dile getirerek Aristoteles'e karşı açık bir nin önü açılmış, işleri bir hayli kolaylaş­
eleştiri getirmektedir. Aquinas, felsefe ile mıştır. Çok büyük bir olasılıkla uzun
Aristotelesçilik 110

geçmişi içinde Aristotelesçiliğin yaşadığı ristotelesçilik geleneğinin bu son derece


en büyük bilimsel talihsizlik, Padova'da- tutucu savunması, Aristoteles 'in bir diz-
ki önde gelen Aristotelesçilerden Cre- geci düşünür olduğu gerçeğini göz ardı
monini'nin Aristoteles'in gökbilim ku- etmiş, başta bilgikuramı ile metafizik ol-
ramlarını yanlışlayacağı korkusuyla Gali- mak üzere fılozofun düşüncelerinin te-
lei'nin kendisine yaptığı teleskopuyla gök- mel bağlanımlannın yadsınarak kuşa çev-
yüzüne bakma önerisini geri çevirmesi- rilmiş bir Aristotelesçilik çıkmasına yol
dir. açnuştır. Bir yüzyıl sonra Bcrkeley bu
XVII. yüzyıla gelindiğinde, Francis bağlamda oldukça yerinde bir gözlemle
Bacan ile Boyle'un bilimsel yöntem ile varolan Aristotelcsçilik karşıtlığını şu
deneysel gözleme karşı engel oluşturdu• sözlerle betimlemektedir. "Bu özgür dü-
ğunu düşündükleri Aristotelesçiliğe karşı şünce zamanlannda pekçoklan, Platon
çok daha genel kapsamlı eleştiriler getir- ile Aristoteles'ten, hatta Kutsal Kitap'tan
dikleri görülmektedir. Ôte yanda büyük dahi haklı olarak kuşku duyuyorlar. Bun-
İngiliz filozofu Hobbes, Aristoteles'in dan da önemlisi ilkçağın büyük düşü­
Aristotelesçilik geleneği yoluyla sürege- nürlerinin yazıları sanki bir ilkokul ço-
len etkisini tam anlanuyla düşünsel bir cuğumın ağzından dile getirilmiş yavan,
fiyasko olarak değerlendirerek, büyük bir kuru, barbarca sabuklamalar olarak gö-
rahatsızlık duyduğu bu durumu tutkulu rülüyor." Bu açıdan bakıldığında Aris-
bir biçimde şu sözleriyle eleştirmektedir: totelesçilik geleneğinde savunulan düşün­
"İnancım o ki tarihte doğa felsefesi ala- celerirt özellikle de devimbilgisiyle ilgili
nında yazılnuş Aristoteles'in Metafizik düşüncelerin başarıyla eleştirilmesi, Batı
adlı yapıtından... daha saçma bir ikinci bilimi ile felsefesinin sonraki gelişimi a-
yapıt sayısı yok denecek denli azdır ... çısından oldukça önem taşımaktadır. Ni-
ne de Niko111akhos'a E.tik'in önemli bir tekim modem felsefenin kurucusu Des-
bölümünden" (Leviathan, iv.xlvi). Ne var cartcs ile birlikte başlayan yeni anlayışta,
ki John Locke ile Francis Bacon başta düşünce öznel bir deneyim olarak görül-
olmak üzere çeşitli deneyci düşünürlerce meye başlannuş, insan tözler ile özler
Aristoteles'in bilimsel yöntem ile deney- dünyasında yaşayan bir hayvan türü ola-
sel gözlem düşmanı olarak görülüp eleş­ rak görülmekten çok, kendi öznel yeti ve
tirilmesi başlı başına Aristoteles'in dü- giiçleriyle tanımlanır olmuştur. Nitekim
şünceleriyle çelişkili bir durum oluştur­ Descartes'ın temellerini attığı "yöntem-
maktadır. Bu çelişki çoğu felsefe tarihçisi bilgisel kuşku" doğrultusunda yürüyen
tarafından tarih içinde özünden giderek Descartes sonrası felsefede, Aristoteles-
uzaklaşan Aristotdesçiliğin doğal bir so- çilik felsefesi için kilit değerde önemi
nucu diye açtklanmaktadır. Nitekim de- bulunan pek çok kavramın temelsizliği
neysel biyoloji biliminin temellerini atan, ile bilgikuramsal bakımdan güvenilmez-
doğa bilimlerinin değişik alanlarında sa- liği kesinlenrniştir. Ne var ki, Aristote-
yısız deneysel veri toplayan, ortaya ko- lcsçiliğin felsefenin hemen bütün alanla-
nan kuramların her durumda yapılan nnda yüzyıllar boyu süren değerini ve
gözlemlerce sağlama alınması gerektiğini önemini bütün bütün yitirdiği söylene-
savunan Aristoteles'in böylesine haksız mez. Nitekim başta Hegel ile Marx ol-
bir eleştiriye maruz kalması, çok büyük mak üzere XIX. yüzyıl Alman felsefesi
ölçüde XVII. yüzyılın dar kafalı Aristo- geleneği bağlanunda Aristotelesçiliğc ya-
telesçilerinin Aristoteles'in fizik alanın­ kın bir ilgi duyulması söz konusudur.
daki her görüşünü kayıtsız koşulsuz sa- Hatta kimi felsefe çevrelerinde Marx,
vunma ısrarlarından kaynaklannuştır. A- "Sol Aristotelesçilik"in kurucusu olarak
ristotdes fiziğinin her ne pahasına olursa nitelendirilmektedir.
olsun doğruluğunu korumaya yönelik A- Ôte yanda Aristotelesçiliğin ilgi alan-
111 Aristotelesçilik

!arından önemli bir koluna karşılık gelen da, öteki alanlar bir yana özellikle iki
sanat fdsefesi alanında, Aristoteles'in alanda, eylem fdsefesi ile metafizik tar-
Poth'luı ile '&torik adlı yapıtlarının etkisi- ~şmalar bağlamında son derece güçlü ve
nin XVII. yüzyılda derinden duyumsan- canlı olarak wrlığını sürdürdüğü görül-
dığı görülmektedir. Bu bağlamda Ari.,to- mektedir. Eylem fdsefesi alanında ça-
tcles,.ın çizdiği çerçevede kendilerini tra- lışmalar yapan pek çok çağdaş felsefeci,
gedya yazmaya adayan Fransız oyun ya- "Bir eylemi eylem kılan nedir?", "Ey-
zarları Comeille ile Racine'in çalışmaları lemler birbirlerinden nasıl aynlabilirler?'',
ayrı bir yer tutmaktadır. Comeille, Aris- "Ussal eylemleri usdışı eylemlerden ayı­
totcles'in temcllcndirdiği dramatik ilkde- nrkeı;ı başvurulacak ölçütler nd~rdir?"
rin bütün insanlar ve bütün zamanlar i- gibi sonılann ışığı altında insan eylemle-
çin geçerli olduğunu bdirtcrek açıklıkla rini açıklığa kawşturmaya çalışırken, A-
Aristotclesçiliğini ilan etmiştir. Öte yan- ristoteles'in usdışı eylemleri anlatmak i-
da XIX yüzyıl biyoloji biliminde Dar- çin başvurduğu *t1~t1 Qstenç güçsüz-
win, çok derinden etkilendiği Aristote- lüğii) çözümlemesinden geniş oranda ya-
lcs'in biyolojik gözlemleri ile kuramları rarlanmaktadırlar. Öteden beri Aristote-
karşısında Aristotclesçiliğini şu sözlerle les 'e ayrı bir yakınlığın duyulduğu, hatta
dile getirmektedir: "linneaus ile Cuvier kimilerinin gözünde çözümleyici felse-
benim tannlanmdı, oysa onlar eski koca fenin ilk temellerini atan filozof olarak
Aristoteles'in öğrencisi olabilirler yalnız­ görüldüğü İngilizce konuşulan ülkelerin
ca." Anciık. Daı:win'in bu sözleri Aris- çözümleyici felsefe geleneğinde, Austin,
totcles'in bilimsel açıklama, metafizik ve Anscombe, Von Wright ve Davidson
mantık alanlarındaki temel görüşlerinin gibi fdsefecilerin başı çektiği bir dizi dü-
ya bütünüyle ya da belli bölümleriyle çü- şünür, Aristotcles'in eylem üstüne gö-
rütülmüş olduğu gerçeğini değiştirme­ rüşlerini yeniden canlandırarak çözümle-
mektedir. Nitekim Darwin'in kendi dü- yici temeller üstüne kunılu çağdaş bir A-
şünceleri de Aristotcles,.ın öne sürdüğü ristotelesçilik yorumu sunma arayışı içer-
biyoloji biliminin araştırma konusu olan sine girmişlerdir. Öte yanda yine Aristo-
görüngülerin yalnızca "erekbilgisd" çö- telesçiliğin etkileri, "çözümleyici metafı­
zümleme kipi doğrultusunda açıklanabi­ zilc" yapan iki Amerikalı felsefeci Saul
lir olduklannı bütünüyle yadsımaktadır. Kripke ile Hilary Putruım'ın çalışmala­
Son iki yüzyılda Aristotelesçilik gelene- nnda kendisini açıklıkla göstermektedir.
ğinde birtakım önemli kınlmalann ya- Ötekilerden daha çok Arisıoteles 'in
şandığı görülmektedir. xıx. yüzyılda a- "töz'', "öz", "doğal türleı'' üstüne dü-
raştırmacılar 1831 yılında basımı yapıl­ şüncelerine yoğunlaşan bu iki düşünür,
mış Berlin edisyonu üzerinden Aristote- pek çok konuda Aristotcles'in çözüm-
les'in yapıtlarının daha sağlam, daha gü- lemderiyle wrdığı sonuçlan çağdnş yol-
venilir bir edisyonuna ulaşmak· amacıyla larla tanıtlamanın peşindedirler. Günü-
onarılmış bir baskı yapma işine soyun- müz çağdaş felsefesinde kimse kendisini
muşlardır. Daha sonradan gelen kimi A- doğrudan Aristotdcsçi olarak tanımla­
ristotelesçiler, Aristoteles'in söylenecek madığından bir felsefe geleneği ya da
her şeyin enson anlamda söylenmiş ol- okulu olarak Aristotelcsçiliğin izlerini
duğu bütünüyle bitmiş bir dizge ortaya seçmek her durumda olanaklı olmamak-
koymaktan çok, gdiştirilme ve değişti­ la birlikte, son dönem fdsefe metinlerin-
riJmeye olanak tanıyan açık uçlu bir dü- deki Aristotcles göndermelerinin gerek
şünce demeti bıraktığı görüşünde birleş­ içeriğine gerek yöndimlerine bakılacak
mektedirler. olursa, xvıı. yüzyılda başgösteren Aris-
Aristotdesçiliğin XX. yüzyıl çağdaş totdesçilik karşıtlığından bu yana, Aris-
fclscfcsindeki son durumuna bakıldığınc totelesçiliğin tarihinde bir eşi daha bu-
arkada§lık siyaseti 112

lunmayacak derecede yüksek bir hızla r.ırlar edinmek amacıyla girilmediğini,


yeniden umıanışa geçtiği açıklıkla görü- gerçek arkadaşlık ilişkisinde kişinin ken-
lebilir. Aynca bkz. Aristoteles; Peripa- disinde olmayanı yakınındaki kişide bul-
tosçular; Meşşaiyyün; Aquinas, Tho- duğu için o kişiyle arkadaş olmadığını di-
mas; İbn Rütd; İbn Rüşdcülük; Ans- le getirmektedir. Yine bu bağlamda Aris-
combc; G. E. M. ; Maclntyre, Alas- totc:les, arkadaşlığın konu olduğu felsefe
dair. sorunlannı üç ayn başlık alunda toplaya-
rak, bütün bir felsefe tarihi boyunca ar-
arkada§lık siyaseti [İng. po/itiçı of.frie11d· kadaşlığı kavramak için öncelikle bu sa-
ıhip; Fr. la polilİl[m de l'amitii; Alm. politi- nılara yanıt aranması gerektiğini olurla-
/wı der fe1111dulıaftı Post-yapısalcı düşün­ yan bir geleneğin oluşmasına yol açmış­
ce bağlamında geliştirdiği yapısökümcü tır: (i) gerçek arkadaşlığın temeli, haz al-
metin okuma yöntemiyle büyük yankılar ma ya da belli yararlar elde etme değilse,
uyandırnuş Fransız felsefeci Jacques Der- hiç kimsenin arkadaşsız bir varoluşu seç-
rida'nın temellc:ndirdiği, özc:llikle ahlak mediği bir dünyada arkadaşlık hangi te-
felsefesi ile siyaset felsefesi alanlannda meller üstüne oturmaktadır? (ıi) aile iliş­
son derece önemli içerimleri bulunan kilerinde olduğu gibi, arkadaşlık ilişkile­
felsefe tasanmı. rinde: arkadaşların birbirlerine karşı yeri-
Derrida arkadaşlık siyaseti tasarımını, ne getirmesi gereken ödev ve sorunılu­
kendi felsefe: yapma yordamına karşı Ha- luklar nelerdir? (iii) arkadaş olunurken be-
bermas, Gadamer, Apd gibi çağdaş fd- lirleyici olan temel nitelikler nelerdir?
sc:fenin önemli düşünürlerince: öteden be- Dc:rrida ise bu sorulara karşı arkadaş­
ri yöneltilen eleştirileri yanıtlamak ama- lık siyasetinin arkadaş için, onun ötekiliği
ayla geliştirmiştir. Bu bağlamda Batı fel- için duyulan kayıtsız şartsız bir sorumlu-
sefesinin önc:tnli metinlerine uyguladığı luk duygusu olduğunu söyleyerek hep
yapısökfuncü okwnalanna ilişkin olanık yapılageldiği gibi gerçek arkadaşlığın bir
kendisine getirilen, doğrudan etik ile si- "ben" ile "sen" ilişkisi bağlamına yerleş­
yaset konulanna değinmekten özellikle tirilemeyeceği gibi, arkadaşın çoğu yön-
kaçındığı, buna bağlı olarak da yapısö­ den bana benzeyen bir başka ben olarak
kümcülükle tutucu bir siyaset felsefesi ö- düşünülmesinin de oLınaklı olmadığını
nerdiği yollu eleştirileri göz önünde bu- sezinletmektedir. Bu türden arkadaşlıkla­
lundurarak, arkadaşlık siyaseti terimini nn çoğu durumda tar'df!ardan hep biri-
yeni, daha doğrusu "öteki" bir siyaset nin egemenliğinde geçen, "sahicilik'' te-
felsefesi ile etik anlayışına geçilmesinde melini yitirmiş birliktelikler olduğunu be-
köprü görevi görecek bir yaklaşım çer- lirten Dcrrida, sanıldığının tersine gerçek
çevesinde önermektedir. Derrida söz ko- arkadaşlıkların sorunsuz bir biçimde he-
nusu yapısök:ümcü tasanmı, başta A- men her konuda çok iyi anlaşıyor olma-
ristoteles ile Montesquieu'nün yazdıklan ya değil, özellikle önemli konularda ar-
olmak üzere, felsefe tarihinde arkadaşlık kadaşlığın kopmasına varacak denli ters
konusunda yazılmış belli başlı klasik düşmelerin sıklıkla yinelendiği, her za-
metinlere yönelik yapağı okumalar üze- man gerginliğini koruyan bir ilişki kipine
rinden giderek geliştirmiştir. bağlı olduğunu vurgulamaktadır. Dolayı­
Felsefe: tarihinde "arkadaşlık" çoğun­ sıyla, geleneksel arkadaş tanımlannın ile-
lukla bir başkasına çıkar gözetmeksizin ri sürdüğünün tersine:, Derrida "arkadaş"
yakınlaşmayı, koşul öne sürmeksizin du- denince anlaşılması gerekenin, çoğu yer-
yuları güveni anlatmak için kullanılmışur. de kendimizle özdeşleştircmediğimiz, bir-
Nitekim arkadaşlık üstüne düşünmüş ta- takım duygu ve düşüncelerimizi tam ola-
rihin ilk büyük filozofu Aristoteles, ar- rak kendisiyle paylaşamadığımız ya da
kadaşlığa haz almak adına ya da belli ya- kimi yapıp etmelerini yerleşik ben yapıla-
113 arkhe

ona indirgeyemediğimiz ama hep yakı­ Arkcsilaos (M.Ö. ykl. 315-242) İlkçağ
nı1I112da ve yanı1I112da olduğunu
duyum- Yunan felsefesinin gözde felsefe okulu,
sar gibi olduğumuz kişi olduğunun altını Platon'un kurduğu Akadcmia'nın Kra-
özellikle çizmektedir. Gerçek arkadaşlık tes'ten sonraki yöneticisi. Eski Yunan fi-
ilişkisi bu anlamda, hep birbirlerinin ben- lozofu Arkesilaos, Akademia Kuşkucu­
lik sınırlarına göz dağı veren, karşılıklı luğu diye de bilinen Yeni Akademia'nın
olarak birbirlerinin yapıp etmeleri karşı­ kurucusudur. İlk kez onun eliyle Akade-
sında hem "izleniyorum" hem de "izli- mia 'nın felsefesine kuşkucu öğeler so-
yorum" duygusunu aynı anda birlikte ya- kulmuştur.
şayan, birbirlerinin yerleştikleri ben ko- Hem Akademia'nın içinde iyiden iyi-
numlarını yıkmak amaayla sahiplenilmiş ye yer etmiş dogll)aa Platoncu metafi-
benlik korunaklarını çökertmeye yönelik ziğe, hem de Stoacılarca geliştirilen bilgi
bir ötekilik ilişkisiyle birbirlerine yakla- üzerine dogmaa görüşlere karşı çıkan
şan kişiler ar.ısında olanaklıdır. Bir başka Arkesilaos, ılımlı bir kuşkuculuktan yana
deyişle, benim için gerçek arkadaş bir olmuştur. Bu duruşu, kendisine herhangi
türlü tanımlayamadığım, ne yaparsam ya- bir konuda yargıda bulunmaktan kaçın­
payım bir yere yerleştiremediğim, her du- ma ('*epolehe) tavrını düstur edinmesiyle
rumda varlığıyla, söyledikleriyle, bakışla­ iyice belirginleşir. Arkesilaos bir yandan
nyla benimi ezen, benimin sınırlarını çiğ­ da Sokratesçi *tle11kholt.'ln etkilenerek, o-
neyen, beni sınırlarımın ötesine çıkmaya mın yönteminin kuşkucu yönlerini öne
zorlayarak ötekiliğine çağırandır. Bu doğ­ çıkartmaya uğraşır. Hatta Sokmtes'ten
rultuda arkadaşlık siyasetinin "ben'', "bi- de ileriye gidip "tek bildiğim bir şey var-
rey", "özne" tasarımları ile bunların tii- sa, o da hiçbir şey bilmediğimdir'' tüm-
revleri üstüne kurulu olası bütün siyaset cesinden bile emin olmadığını dile getir-
yapılarını yapısöküme uğratııcağını öne miştir. Aynca bkz. Akademia; Yeni A-
süren Derrida, söz konusu tasarımı kuş­ kademia.
kusuz Levinas'ın düşüncelerinde ortaya
konan öteki için duyulan sorumluluğun arkhe (Yun.) Sözcük olarak "başlangıç";
yapısökümcü bir değişkesi olarak dola- "ilk olan"; "ilk ilke"; "köken''; "ilk ne-
şıma sokmaktadır. Bu tasarımıyla Derri- den"; "yönetici ilke" türünden birçok
da genel ilkeler, temeller ve kurallar koy- anlamı olan; ilkçağ Yunan felsefesinde i-
maya ya da önce keşfedip sonra temel- se daha çok "tüm şeylerin varlık kaynağı;
lendirmeye dayalı geleneksel etiği, hiçbir her şeyin kendisinden çıktığı, değişmeyi
durumda "kavramsallaştırarak düşünme yaratıp da kendisi değişmeyen ilk töz ya
olanağı" bulunmayan öteki deneyiminin da ilke'' anlamında kullanılan terim.
beşiği arkadaşlık ilişkisine taşımaktadır. Her ne kadar arkhe tasarımını felsefe-
Derrida, bu yapısökümcü etiğe bağlı ola- nin ilk tohumlarını atan Thales'e borçlu
rak, arkadaşlıkta yeri bulunmayan, kime olsak da bu anlamıyla arkhe ilk kez Sok-
seslendiği belli olmayan siyaset söylemi- rates öncesi felsefede doğa 6lozoflan i-
nin genci jargonu ile klişeleri yerine, yüz çerisinde yer alan Anaksirnandros tara-
yüze iletişimde bana seslenen, beni yanı­ fından kullanılmıştır. Kendisinden sonrn
na çağıran, ama bir türlü seslenişine ku- gelen ilkçağ Yunan düşünürleri de onu
lak verip yanına gidemeden kendisini de- izlemiştir. Aristoteles, Sokr.ıtes öncesi fel-
neyimlediğim ötekinin ötekiliğinde göv- sefenin atie.he arayışını bir tür maddesel
delenen bir siyaset biçimi tasarlayarak, neden arayışı diye tanımlamıştır (Mtıaji­
bu tür bir siyasetin taşıdığı yapısökümcü :efk, 983-985b). Anaksimandros'un dışın­
olanaklar üzerine hep birlikte düşünme daki İyonyalı fılozoflar (fhales, Anaksi-
önerisinde bulunmaktadır. Aynca bkz. menes vd.) arkhe diye su, hava, ateş, top-
Derrida, Jacqucs; philia. rak gibi elle tutulur ya da gözle görülür
arkhitektonike 114

doğal tözlere f:'"dört öğe) yönelmişlerdir. Arnauld, Antoine (1612-1694) Descar-


Oysa ki onunla birlikte duyularla algıla­ tesçı felsefenin en sıkı elcşciricilerinden
nabilir olanın ötesinde, bundan çok daha biri olmasıyla öne çıkan, özgür İstenç ile
temel olan bir şeyin arkht olarak görül- insanın yazgısı konularına önemle eğilen
mesi düşüncesinin önü açılmıştır. Anak- XVII. yüzyılın önde gelen Fransız felse-
simandros'un ar/ehe'si, tüm şeylerin on- fecisi ve tannbilimcisi. Cizvitlere karşı
dan türediği, öncesiz sonrasız olan, son- Jansenciliği destekleyen Port-Royal çev-
suzluğu, sınırsızlığı vurgulayan *apeiro11' resinin ya da mantık okulunun önde ge-
dur. Anaksimandros'un açtığı yolu izle- len adlarından olan Antoine Amauld,
yen Parmenides'in Bili, Leukippos ile Kartezyen döngü sorununu ilk dile geci-
Demokritos'un ato11lu ya da Pythagoras- ren düşünürdür. Kartezyen düşünceyi ya-
çılann geometri ve matematiğe dayana- pıcı bir ruhla eleştirmeye özen gösteren
rak kutsadıkları "'!Y' ilkesi de hep bu tür- Arnauld, çok geçmeden Descartesçı fel-
den arkhe' !erdir. Ayrıca bkz. ilkçağ fel- sefenin insanın bilgisini geliştirmesine
sefesi. katkıda bulunduğu ve Hıristiyanlık öğre­
tisi için yararlı olduğu sonucuna vararak
arkhitektonikt: (Yun.) ''Başusta/başmi­ -eleştirel tutumu elden bırakmadan- o-
mar" anlamındaki arkbitehomkoltan ge- nun arkasında durmuş; örneğin ruhun ö-
len; ilkçağ Yunan felsefesinde, özellikle lümsüzlüğünün en iyi Kartezyen ruh-
de Aristoteles'te, "başsanat" anlamında beden ikiliğinde temellendirildiğini sa-
kullanılan terim. vunmuştur.

Eski Yunanca'da "temelini atmak/ Sık sık zamanın önde gelen felsefe-
kurmak" ya da "inşa etmek" anlamına cileriyle, tannbilimcileriyle sıkı tartışma­
gelen arlehitektonein'den türetilen bir te- lara giren Amauld'nun yaşadığı dönemin
rim olarak arkiteletonik ise "bilginin bü- en keskin ve en çalışkan düşünürlerin­
tünlüklü düzcnlenişi"ne ya da "bilginin den biri olduğu kabul edilmektedir. Ar-
dizgeleştirilmesi"ne karşılık gelir. Bu te- nauld Doğru ve 'iim6ş Dii/iinrekr Üz.erine
rimin felsefe dilinde yerleşiklik kazan- (fraite des vtaies et des fausses idees,
ması önce Kant (Sah Ale611 Eleştirisi, 1683) adlı yapıtında Malebranche'ın Do-
1781) ardından da C. S. Peirce eliyle ger- ğa ve Kqyra Üz.erint (rraite de la na ture et
çekleşmiştir. Peirce, 1890'lann sonunda, de la gclce, 1680) adlı yapıtındaki "her
felsefenin arkitektonik bir niteliğe bürün- şeyi Tann'da görebiliriz" ve "Tann özel
dürülmesi, kendi kendini denetleyebilen bir istençle değil genel bir istençle eyler"
"dizgeli" bir yapıya kavuşturulması ge- savlanna dayalı tasanmcılığını kıyasıya
rekliliğinin aluru çizmiştir. Peirce'ın fel- eleştirir. Amauld, Malebranche'a yönelt-
sefe için önerdiği biçimiyle arkitektonik ciği eleştirilerinde, Malebranche'ın dü-
yapının temel amacı, birbirinden kopuk şüncelerinin Tann'yı dünyanın doğrudan
biçimde yol aldığını düşündüğü felsefe yönetiminden çekip alarak Katolik inan-
dallarını ya da onun deyişiyle "felsefe bi- an olmazsa olmazı ''Tanrı'nın kayrası"
limleri"ni birbirinden "haberli" hale ge- öğrecisini zayıflattığını ve Tann'nın is-
tirmek; her bölümü birbiriyle uyum i- tencinin etkinlik alanını daralttığını sa-
çinde "iç içe" geçmiş bir "bütün" (diz- vunur. Amauld aynca Leibniz'in ona gön-
ge/felsefe) oluŞturmaktır. Pcirce'ın ardı­ derdiği Metafizik Ü~riflt Kon11ş111a (Dis-
na düştüğü bütünlüklü felsefe, deyim ye- cours de metaphysique, 1686) adlı yapı­
rindeyse, bir "anca beraber kanca ber-d- tını ayrıntılı bir biçimde eleştirmişti.:. Ar-
ber" felsefesidir. Aynca bkz. Peirce, nauld'nun zorunluluğa, nedenselliğe, te-
Charles Sanden. kil. özlerin doğasına, özsel ve ilineksel ni-
telikler ayrımına ilişkin eleştirileri Lcib-
Arkhytas bkz. Pythagoras. niz'in öğrecisini daha derinlemesine dü-
115 artzamanlı/epamanh

şiinmesine yol açmış ve onun metafizi- ölçütünü verebileceğine kuşkuyla yakla-


ğinin olgunlaşmasında önemli etkilerde şır. Kötülüğün varlığının yalnızca ideo-
bulunmuştur. lojik bir biçimde temellendirilmesini red-
Amauld'nun önemli yapıdan arasın­ dederek Kantçı bir ruhla insanların ide-
da Descartes'ın ilk Feluft Üılİİlle Deri11- oloji ve pragmacılık karşısında insana ya-
Jiifİİll111tkr'"ıne itirazlarını dizgeli bit bi- raşır bir biçimde ayakta durııbilcceğini,
çimde ortaya koyduğu Dörtlii 'JVuppluflar dahası durması gerektiğini savunur. Ar-
(Quanae objectiones, 1641), Claude Lan- on'a göre bir eylcrni değerlendirmek için
cdot ile birlikte yazdığı Gtntl vt Uısa/ gcrckı:n ahliki ülküler ile tarihi biçim-
Dilbilgisi ( Grıımmairc genCrale et raison- lendiren etkin güçler arasında hemen
nee, 1660), Picrre Nicole ile birlikte yaz- hep bir gerilim ya da çauşma söz konusu
dığı "Port-Royal mantığı" diye bilinen· olmuştur. Nitekim günümüzün "mo-
erken dönem modem mantığın temel ki- dem'' uygarlığında değer verdiğimiz
tabı Matıflkya Ja Dii/İİtllllı Sa11afl (La Lo- şeylerin çoğu da bu süregelen savıışımın
gique, ou !'art de pcnser, 1662) ile Ma- bir sonucudur.
lebranchc'ın kitııbına yanıt niteliği tıışı­ Topluma yönelik eleştirilerin çağdaş
yan Ymi Dota vt ~ D~si ÜZ!rİ"t toplumda kabul göıen özgürlük, eşitlik,
Felsej ve Tll11fJbilimttl Dİİfİİll•Wtr (Reflex- toplunisal adalet, teknolojik ilerleme gibi
ions philosophiques et thCologiqucs sur değerler ve ülkülcrc dayanması gerekti-
le nouveau systeme de la natuıe et de la ğini savunsa da Aron bu kavramlann
gcice, 1685) sayılabilir. kı:ndilerinin de aynca birer tartışma ko-
nusu olduğunu belirtmekten geri dur-
Aron, Raymond (1905-1983) il. Dün- maz. Aron ToP.Jekii11 Sal'df (Lcs Guerres
ya Savaşı sonrası Fransız toplum felsefe- en chaine, 1951), Ulııslar AmrmJa Banı
sinin paradigmasını oluşturan Marxçı ku- /'il satla/ (Paix et guerre entrc les nations,
ram ile uygulanışını kıyasıya eleştirme­ 1962) ve SlllliJp Dii1iitı111ek, C!allıewitz.
sinden ötürü döneminin düşün çevre- (Pcnser la guerrc, Clauscwitz, 1976) gibi
sinden dışlanmış, acımasız saldırılarıı ma- çalışmalarında "savaş" görüngüsünü çe-
ruz kalmış Fransız düşünür. Aslında ken- şitli yönleriyle ele alır. Aron'un diğer ö-
dine özgü Marxçı bir düşünceyi benim- nemli yapıdan arasında Sımf MiktJJtlesi
semiş olan Aron, tarih felsefesine ilişkin (La Lutte de Classes, 1956) ile Toplumbi-
düşüncelerini sergilediği Tari/J Ftlseftsi11e limstl Dii/İİfltlllİll Emltri (Les Etııpcs de
a
Girif (Inttodııction la philosophie de la pcnsee sociologique, 1962) sayılabilir.
l'histoiıe, 1938) ile AyJmlamt Ajo1111 (L'
Opium des intcllcı:tucls, 1955) adlı ça- artzamanlı / eızamanlı (artsürcmli/
lışmalan baştıı olmak üzcıe, yapıtlanrun eşsüremli) [İng. iiadıroıtit/ !Jlldımıtir, Fr.
çoğunda Marxçılann tarih yasalanna i- iiadıroıtiıp11/ !J'ldım11iqm; Alın. Jiatlırottisdı
nancını clcştircrck soyut modellerin si- / !Jt1tlıro11irth]
Yapısala dilbilimin kurucu-
yasi olaylan açıklama ve estirmede ya- su Ferdinand de Saussure'ün Gını/ Dü-
rarlı araçlar olarak kullanılabileceğini yad- bilim Dmtm•nde (1916) iki ayn ara:şurma
sır. Aron'a göre "gerçek" tarihsel açık­ yaklaşımı ar.ısında yaptığı temelli aynm.
lama eyleyenlerin eylemlerinin anlaşılma­ Artzaınaıılı yaklaşım kökenlerin, gelişi­
sına dayanır. min, tarihin ve değişimin incelenmesin-
Aron ahlik felsefesine ilişkin düşün­ den meydana gelmektedir. Sözgelimi, bir
celerinde ise, yine klasik Marxçı öğretiyi kavramın kökeninin ya da belli bir türün
karşısına alarak, tarihin sahnesinde hep gelişiminin tarihte izlerinin sürülerek a-
yer almış sınıf çauşması, emek sömürüsü raşurılması özce artzamanlı bir yaklaşım­
türünden konulara odaklanarak onaya dır. Bu yüzden artzamanlı yaklaşım her
konan ahlik anlayışlannın "cnson" ahlak durumda bir tarih sunan, tarihsel bir a-
arzu felsefesi 116

kışı onaya seren bir tür film şeridi gibi- sinJemek adına ya da ussal amaçlar uğ­
dir. Başlıca amaa ·şeylerin zaman içinde runa bastırmakur. Geleneksel usçu dü-
nasıl değişim gösterdiklerini açıklıkla or- zeneklerin hemen tümü, arzunun diledi-
taya sermektir. Buna karşı eşzamanlı yak- ğince, alabildiğine özgür bir biçimde ak-
laşım, dilsel bir dizgenin zamana hiçbir masını engellemek için tasarlanmış gibi-
göndermede bıılunmaksızın hep belli bir dirler. Söz konusu düzenekler, arzuyu
durum içindeki halinin incelenmesinden dengede tutarak durağanlaştırmak için
meydana gelmektedir. Belli bir dizgenin arzuyu yoğun bir denetim alunda tutar-
anlık bir resmini sunan şipşak çekilmiş larken, arzunun bütün yaraucı gücünü,
bir fotoğrafı andırmaktadır. Sözgclimi, bütün üretkenliğini de yok etmektedirler.
belli bir anda eldeki sözcüğün öteki söz- İki düşünürün arzunun doğal akışına
cüklerden nasıl ayrıldığının bir kenara karşı işleyen modem düşünceye karşı çı­
not edilmesi eşzamanlı bir yaklaşıma ör- karlarken geliştirdikleri arzu felsefesi, bü-
nektir. Bu anlamda eşzamanlı yaklaşım yük ölçüde Nietzsche'nin "erk istenci"
temelde belli bir dizgenin bclli, bir anda (güç istenu) anlayışından esinlenmiştir.
her bir parçasının dizgeyle nasıl uyum Ddeuze ile Guattari'ye göre arzu, do-
içinde oldukları sorusu üstüne odaklan- ğası gereği yitirdiği nesneyi yeniden bufa-
maktadır. Dilin anlaşılması çabası bağla­ rak kendisini gerçekleştirmeye çalışan bir
mında eşzamanlı yaklaşımın önemi, Saus- eksiklik olmaktan çok, hep kişiyi yeni i-
sure'ün her göstergenin kendi eşzamanlı lişkiler, yepyeni başlangıçlar, bambaşka
dizgesi içerisinde kendisini tanımlayan deneyimler aramaya yönlendiren üretken
özgül ilişkileri dışında hiçbir özclliği ol- bir enerjidir. Bu anlamda arzu felsefesi
madığını vurgulamasında yatmaktadır. anlayışında arzunun hep bir eksiklik ola-
Yaptığı bu aynından hareketle Saussure, rak kavrandığı idealist, diyalektik, yok-
XIX. yüzyıl filolojisinin (betikbilim) düş­ sayıcı yorumlara karşı açık bir karşı çıkış
tüğü anzamanlı yaklaşım yanlışına karşı, söz konusudur. Bu nedenle Deleuze ile
araştırmalarda eşzamanlı boyuta ya da Guattari arzuyu edilgen bir konum ola-
eksene öncelik tanınması gerektiğini
sa- rak tasarlamak yerine, onu "dinamik bir
vunmaktadır. Çoğulannın gözünde yapı­ makine" biçiminde etkinliğin temel kay-
salalık anlayışı eşzamanlı bir yaklaşım nağı olarak temellendirmektedirler. Buna
üstüne kurıılmuş bir kuramdır. Aynca göre arzu, hem dışandaki nesnelerle hem
bkz. Saussure, Ferdinand de; yapısal­ de başka arzulayan makinelerle girdiği
cılık. ilişkilerde dünyayı ve dünyadaki şeylerin
gerçekliğini meydana getirir. Bir bütün
arzu felsefesi [İng. philoıopl!J of Jeıire-, Fr. olarak Deleuze ile Guattari'ııin arzu fd-
philosophie d11 diıir, Alm. philosophit deı sefesi çözümlemeleri, aile ortanu, eğitim
ll'llnsmes] Son dönem Çağdaş Fransız kurumlan, toplumsal yasalar ve gdenek
Felsefesi'nin en önemli düşünürlerinden görenekler yoluyla arzu yaşanusının nasıl
Deleuze ile Gııattari'nin modem düşün­ dört bir yandan kuşatıldığını açık bir bi-
ce tasarımlarının egemenliği karşısında çimde sergileyerek, arzuya yaraucılığını
ezilen, çeşitli baskı stratejileri yoluyla iğ­ yeniden kazandırmayı amaçlamaktadır.
diş edilen arzuyu yeniden ayağa kaldıra­ Arzunun, libidonun bilinçdışı kısmı tara-
rak olumlu yaraucı bir güç olarak öz- fından çok çeşitli ilişki örüntüleri aracılı­
gürlüğüne kavuşrıırmak amacıyla ortaya ğıyla sürekli yeniden üretildiği düşüncesi
atuklan bir dizi düşünceyi anlatan felsefe üstüne kurulan arzu felsefesi, arzuyu ta-
terimi. Bu düşünürlere göre, modem dün- hakküm alunda tutarak kendilerini yeni-
yanın en belirleyici özelliği, genel bir us- den üretmeyi başaran geleneksel yapı ve
sallaşurma süreci uyannca arzuyu hep us- kurumlara, arzuyu olumsuzlayan mo-
sal bilinç yaşanusının doğruluğunu ke- dem tasanın ve düşüncelere karşı bir sa-
117 Aster, Ernat von

vaş çağrısı gibidir. Ayrıca bkz. Dcleuze, kültesi'nde Hukuk Felsefesi derslerine
Gilles; Guattari, Felix. girdi. Tatil için gittiği İsveç'teki ölümüne ·
(1948) kadar görev yaptığı 12 yıl içinde,
Askalonlu Antiokhos (M.Ö. ykl 130- Alman hocalar arasında Türkiye'de en
68) Larissalı Philon 'un öğrencisi, Yeni uzun süre kalanlardan biri olarak, Walter
Akademia'nın son önemli temsilcisi olan Kranz 'ın da desteğiyle oldukça verimli ça-
ilkçağ Yunan filozofu. Antiokhos'la bir- lışmalar yapu.
likte, Arkesilaos'tan bu yana Akademia' Emst von Aster, 30 Aralık t 936 tari-
yı eline geçirmiş olan kuşkuculuk bir ya- hinde dekanlığa verdiği bir dilekçede,
na bırakılıp, Eski Akademia'run Platon- Genel Felsefe ve Bilgi Teorisi derslerinin
culuğuna geri dönülmüştür. Antiokhos Felsefe Tarilıi dersleri ile ayru elde top-
seçmeci bir felsefe tutumunu benimseye- lanmasını doğru bulduğunu bildirir; bu
rek Platon, Aristoteles ve Stoaa felsefe- nedenle de Felsefe Bölümü'nde duyulan
nin görüşlerini harmanlamış, bunlan uz- öğretim üyesi ihtiyacının karşılanabilme­
laşurmayı denemiştir. si için Almanya'dan Halle Üniversitesi
Orta Dönem Platonculuk'un kurucu- Klasik Filoloji profesörlerinden Walter
su da sayılan Antiokhos'un yapıtları eli- Kranz'ın getirilmesini önerir. Onun bu
mize ulaşmamışsa da düşünceleri Cicero' girişiminin arka planında bölümde oturt-
nun eliyle bize taşınmışur. Cicero onun mak istediği -R.eichenbach'a zıt- eğitim
bilgikuramını Afademfra'da; Stoaa ahlak çizgisi vardır. Aster'e göre felsefe tarilıi
eleştirisini De .ftnibııı IV'te; Aristotelesçi bilinmeden sistematik felsefe yapılamaz.
ahlak üzerine görüşlerini de De .ftnibııs Türkiye'de felsefe alanındaki ilk aka-
V'te özetlemiştir. Ayrıca bkz. Akade- demik periyodik girişimine önayak olan
mia; Yeni Akademia. da Aster'dir. Felteft Sentit1eri Dergiri bu gi-
rişimin başlangıadır. Bu derginin ilk ya-
Ast, Friedrich bkz. yorumbilgisi. zısında Aster, Felsefe Bölümü'nde veri-
len felsefe eğitiminin dayandığı felsefe
Aster, Emat von (1880, Berlin-1948, anlayışını, R.eichenbach'ın bilim felsefe-
Stockholm) Nominalizmi (adcılık) epis- sini temele alan yaklaşımına bir tepki
temolojiyle (bilgikuramı) temellendirmek olarak, felsefe tarilıini temele alan bir
isteyen ve "felsefe tarihi"nin bağımsız yaklaşımla savunur: Lojistiğe dayanan bi-
bir disiplin olarak Türkiye'de gelişmesin­ lim felsefesi ne kadar önemli bir disiplin
de rolü bulunan Alman felsefeci. olursa olsun felsefenin ve bilgi kuramı­
Prusyalı soylu bir aileden gelen Aster, nın en temel problemlerini konu almaz
Bcrlin'dc başlayan yükııeköğrenimini dıı­ ,.e çözümlemez. Felsefenin imkansızlığı­
ha sonra Münih'te felsefe eğitimiyle sür- ru ya da gereksizliğini ileri sürmek ve te-
dürdü. Münih Üniversitesi'nde doçent mellendirmeye çalışmak mümkün değil­
ve profesör oldu. 1920'de Giessen Üni- dir. Felsefe tarilıini dikkate almadan fel-
versitesi'ne geçti. t 933'te Naziler politik sefe problemlerini incelemenin asla im-
görüşlerinden dolayı görevine son verdi. kıinı yoktur. Felsefe problemlerinin bu
Bir süre İsveç'te yaşadı. 24 Ekim 1936 özelliği, bunların ebedi bir karakter taşı­
tarihinde İstanbul Üniversitesi Felsefe malarından doğmaktadır. Felsefe tarihi ö-
Bölümü'nde Felsefe Tarihi Kürsüsü'nde lünün değil canlının; halihazırın tarihidir.
göreve başladı. Reichenbach'ın 1938'de Bu bilimin tarih olabilmesi için felsefe
A.B.D.'ye gitmesi üzerine Felsefe Bö- tarilıinin bizzat "felsefe" olması gerek-
lümü başkanlığına getirildi. Burada Yu- mektedir.
nan Felsefesi Tarillİ, Çağdaş Felsefe Ta- Aster akademik periyodik girişimini
rihi, Felsefe Tarihi Semineri, Bilgi Teo- bundan alıı yıl sonra yeni bir solukla tek-
risi gibi dersler verdi. Aynca Hukuk Fa- rar başlaur. Felsefe Arkivi adlı bu derginin
asylum ignorantiae 118

ilk sayısındaki "Ônsöz'.de, artık yalnız genç akademisyenlerin felsefi eğitimleri­


felsefe tarihini değil felsefenin büıüıı ni yııbancı ülkelerde almış olmalanyfa a-
problem alanfarını kuşatarak aralarında çıklar. Aster Almanyıı'da iken Prin~Jmı
fark gözetmeyen ve herhangi bir felsefe der Erkemıtııislehre (Bilgi Öğretisinin İlke­
eğilimine hizmet etme gibi bir düşün­ ler~ adlı eserinde nominalizmi savunmuş
ceye kapılmayan bir yayın politikası izle- ve o dönemde Almanya'da etkili olan fe-
neceği belirtilir. nomenoloji akınuyfa çatışmıştı. Bu dü-
Emst von Aster, yayınlan, konfe- şüncelerini ömrünün sonuna kadar sür-
ransları ve özellikle de hoc-.ılığı ile İsr>ın­ dürmesi ve kendisinin İstanbul'a gelişin­
bul Üniversiıes; Felsefe Bölümü'nü ge- den bir yıl sonra bölüme giren Takiyettin
liştirmeye yönelik önemli hizmetlerde Mengüşoğlu'nun fenomenoloji eğilimi
bulunmuştur. Onun felsefe tarihinde iz- dikkate alınırsa, Peters'in görüşü dal1a iyi
lediği yöntem, ne filozofların görüşlerini anlaşılır.
ve eserlerini kendi yaşadıkları dönemin Bununla birlikte, Türkiye'de başta İs­
özelliklerine göre inceleyen "kültür ta- tanbul Üniversitesi olmak üzere tüm ü-
rihi" yaklaşımı, ne de filozofun kendi- niversitelerin felsefe bölümlerinde gerek
sinden hareket ederek eserlerini anlama- Felsefe Tarihi dersleri geleneğinin, ge-
ya yönelik "biyografi" yaklaşımıdır. O- rekse felsefe tarihini esas alan araşurma­
nun yöntemi, tarih içinde şekillenen fel- ların yerleşmesinde -Darülfünun döne-
sefi düşüncelerin kendilerine yönelen, mindeki çalışmalar unutulmaksızın- As-
bunların gelişme çizgisini izleyerek man- ıer'in rolü önemlidir. Her ne kadar Hil-
tık düzenini kavramayı temele alan bir mi Ziya Ülken onun etkisini Macit Gök-
yaklaşımdır. Daha önce Gmhichte der Neıı­ berk'le sınırhınuşsa da Ülken'in eserleri-
ereıı Erktmıtnistheorie (Yeni Bilgi Kuramı­ nin önemli bir kısnunın, hatta yetiştirdiği
nın Tarihi) adlı eserinde de ifade ettiği öğrencilerin çalışmalarının, fel~cfe tarihi
gibi felsefe tarihi, felsefenin bir disiplini ağırlıklı olduğu görülür.
olarak "felsefe üzerine bir felsefe yap- Eserleri: Pri11zjpcıı der Erke111ıt11islehre
mak"tır. Aster filozoftan ve onun dün- (1913), b11111a1111tl Ka11t (l 918), Gmhkhte
yasından ayrılan, her zaman ve mekanda der Antikeıı Pbilosophie (l 920), Gesdıichtr
karşılaşılan felsefi düşünceyi, felsefe ta- der Ne11er1:11 Erkemıt11istbeorie (1921), Eıiı­
rihi içinden çıkarma peşindedir. "Ob- fiihnmg in die Philosophie Desmrtes (1921),
jektiflik" (nesnellik) ve "açıklık" onun Rn11111 ıınd Zcit İn der Gesdıichte der Philo-
felsefe tarihinde en çok üzerinde durdu- sophie (1921 ), Ger&bidıte der Englirchen Philo-
ğu ilkelerdir. .rophie (l 927), Mmx mrd dit Gegemı,arl
Onun derslerini, konferanslarını, e- (1929), Ceschicbte der Philosophie (1932).
serlerini Türkçe'ye çeviren Macit Gök- Vie Pbilosopbie der Gegettwart (1935), FelıefC
berk, Aster'in kendi üzerinde tutum ve Tarihi Dm/eri 1: İlkrağ t'e Ortaçağ FelsefCsi
yöntem bakımından olurrılu etkileri ol- (çev. Macit Gökberk, 1943), H11kıık Fel-
duğunu belirtir. Gerçekten de Macit sefesi Dm/eri (çev. Orhan Münir Çağıl,
Gökberk'in FelseJC Tarihi (1961) adlı eseri 1944), Bilgi Teorisi ııe M.a11hk (çev. M.
Aster'in Felsefe Tarihi ders notlarının Gökberk, 1945). Aynca Belleten, FelseJC
yer yer çevirisi ve genişletilmiş biçimidir. Semineri Detgisi, İı, FelseJC Arkiıti ve Ülkii
Buna karşın Aster'in kendi felsefi gö- dergilerinde makaleleri ile İsıa11b11/ Ü11iver-
rüşleri doğrultusunda Felsefe Bölümü' .rittsi Kon.ftraıulan'nda konferans metinleri
nün genç akademisyenlerini yetiştirmede yayırnlannuştır.
hocalığı kadar başarılı olamadığı, bu ba-
kımd;ın etkisinin fazla derin olmadığı ile- asylum ignorantiae (Lat.) "Bilgisizliğe
ri sürülür. Aster'le 11 yıl birlikte çıılışan sığınmak" ya da "cehaletin dokunulmaz-
Wılhelm Peters, bu durumu bölümdeki lığı" anlamına gelen Latince deyim. Kişi-
119 aık (sevgi)

nin eleştirel düşünce yoksunluğunu giz- me tutumunıı karşılık gelmektedir. Öte


lemek, bilgisizliğinin üstünü örtmek a- yanda, deyişin ikinci sözcüğü "peyg.ım­
dına sığındığı her türden eleştirel soruş­ berler" ise bu son derece tehlikeli dü-
turmaya kapalı, karanlıkçı bir anlayışı ya şünsel konumun "sonuna dek götiirül-
da tutumu nitelemek için kullanılmıştır. mesinde" ne denli yetkinleşildiğinin öl-
çüsünü anlatmaktadır. Kuşkusuz aşınlı­
aqmmetron(Yun.) İlkçağ Yunan felse- ğın peygamberleri eğretilemeli deyişinin
fesinde, özellikle de "sayı"yı varlığın il- anlam uzamı bağlamında, bu dört filozo-
kesi sayan Pythagorasçılıkta, boyutça ya fun felsefeleri üstüne söylenecek pek çok
Ja büyüklük (111egetb~ bakınundan başka şey olsa da, Nietzsche'nin "varolan de-
bir şey ile karşılaştırılamaz, kıyaslanamaz ğer dizgelerinin maskelerini düşürdüğü
ya da ölçüştüriilemez olanı nitelemek i- soykütükleri"; Heidegger'in "balta girme-
çin kullanılan terim. miş ormanlarda patika-yollar açmaya yö-
nelik yan düşünsel yan şiirsel gezinim-
aııngerçeklik [İng. . byper-rrali!J; Fr. l!J leri"; Foucault'nun "düşünce tarihinde
Alın. qypemalittiij bkz. Baud-
per-realite; üstü önülenleri onaya çıkarmaya yönelik
rillard, Jean. yapuğı. kazıbilimleri"; Derrida'nın "fel-
sefe metinlerinin üstüne bina edildikleri
aımlığtn peygamberleri [İng. pmphets varsayımlan darmaJağan etmeye yönelik
of txlmlli!)')Çalışmalaruu uzun yıllardır yapısökümcü okumaları" geleneksel fel-
Virginia Üniversitesi'nde sürdüren, daha sefe düşünmesinin akış yatağını değiştir­
çok çözümleyici felsefe ile kıta felsefesi meye ilişkin aynı köklü isteğin değişik dı­
arasındaki uçurumu, uçurumun her iki şa vurumları olarak değerlendirilebilirler.
tarafına da gereken ilgiyi göstererek, an- Megill'in deyişle söylenecek olursa, aşın­
laşılır kılmaya yönelik dersler veren A- lığın peygamberleri, "Tanrı'nın öldürül-
merikalı felsefe ve tarih profesörü Allan düğü bir dünyada" geçmişten getirilen hiç-
Megill'in geliştirdiği felsefe eğretilemesi. bir düşünsel ya da yaşamsal değere bağ­
Eğretileme, hem kendi içinde birtakım lanılamayac-dğı.nın, düşünmeye bir başka
onak duyarlılıklan bulunan, çevreni "aşı­ "aşkın" dayanak bulunamayacağının ke-
rılık" tarafından çizilmiş bir düşünme o- sinlendiği bir farkındalık içerisinden,
lanağına, hem de her biri bu düşünme geçmişi kah kırarak, kah açarak, kah
olanağını değişik yönlerden başanyla iş­ kazarak, kah sökerek insanlığıı. yepyeni
leyerek aşınlık çevrenini çeşitli yönlerde bir gelecek gösteren olağanüstü derecede
geliştirmiş dön büyük filozofun (Nietz- esteti~ bir düşünme savunusu dillendir-
sche, Hcidcg,ger, Foucaıılt. Derrida) fCJ.- ınişlerdir. Aynca bkz. Nietzsche, Fri-
sefe yapmalarındaki aşınlıklaruı incdik.- edrich; Heidegger, Martin; Foucault,
lerine göndermede bulunmaktadır. Türk- Michel; Derrida, Jacques.
çe'ye de çevrilen, terimle aynı başlığı ta-
şıyan kitabında (Apnbjm P~0111berleri, qk (sevgi) [İng. low, Fr. 0111011r, Alın.
1998) Mcgil~ "aşırılığın peyg.ımberleri" liebr, Lat. aıNor, taritar, Yun. eror, pbilia,
deyişini, köklerini Nietzsche'nin düşün­ agape, es. t q/e, 11111habbe~ İlkçağ Yunan
celerinde bulan, geleneksel felsefedeki felsefesinden bu yana, taşıdığı sonsuz
düşünme kiplerine aylan gelecek özgül anlam zenginliğinden ötürü 6lozo0arca
bir düşünme yordamını nitelemek ama- hep baştacı edilen, yoğun çağnşıınlanyla
ayla kullanmaktadır. Buna göre, deyişin felsefece düşünmenin tarihinde yer eden
ilk sözcüğü "aşınlık", yerleşik düşünme ama tanımlanmaya pek de yanaşmayan
alışkan!ıkJan dışına çıkmayı, bu alışkan­ kutsannuş sözcüklerden biri; kimilerince
lıkların gözünde "sapkın" duruma d_üşe­ insanın olmazsa olmaz "değer"lerinden,
rek dışlanmayı göğüsleyebilen bir düşün- va7.geçilmez "erdem"lerinden biriyken ki-
aık (sevgi) 120

milerinceyse sakınılması gereken bir "tut- !una giden ve genelde "İslam gizemci-
ku" ya da sağaltılması gereken bir "has- liği" diye adlandırılan tasavvuf öğretisi,
talık". evrenin yaratılışını ke11z.-i mal'.ft ("gi7.li ha-
Aşk çoğunlukla birine ya da bir nes- zine'') hadisine dayandırır. Çoğu hadis
neye önüne geçilemez bir bağ(ım)lılık ve bilgininin haJls-i meı•zji' ("uydurma ha-
ona karşı tutkulu yaklaşma ya da adan- dis") diye gördükleri, buna karşı "tasav-
mışlık biçiminde ortaya çıkan güçlü bir vuf bilginleri" diyebileceğimiz mutasav-
duygulanım olarak değerlendirilmiştir. vıflann hep savunageldikleri bu h.1dise
Birtakım yaklaşımlara göre ise aşk hiç de göre, Allah evreni "gizli bir hazine iken
bu türden bir duygulanım değildir; olsa tanınmayı", yani "gizini açmayı" istediği
olsa birşeyin (fann'nın, Sevgili'nin, Ben' için ya da "güzelliğini doya doya seyret-
in vb.) iyiliğini istemedir. Başka görüşler meyi" arzuladığı için yaratmıştır. Bu ne-
ise yalın bir biçimde aşkın karşılıklı bir denledir ki tasavvuf anlayışına göre ev-
ilişki olduğunu ileri sürmüştür. Bu ayn renin yaratılış ya da varoluş nedeni "bil-
ayrı aşk tasanmlarının ötesinde bir de gi" ile "sevgi"dir; evreıi de temôi-i 111Hllak
ayn ayn aşk biçimleri bulunmaktadır: e- ('saltık güzellik'') olan Allah'ın güzellik-
rotik/ romantik/ platonik aşk, dost aşkı, lerini yansıtan bir aynadır. Dolayısıyla
evlat aşkı, yurt aşkı, doğa aşkı, Tann güzele Qşık olan insan da aslında Allah'a,
aşkı, insanlık aşkı... daha felsefece düşü­ evrende yansımasını bulan Allah 'ın saltık
nürsek bilgelik aşkı, hakikat aşkı, erdem güzelliğine aşık olmaktadır.
aşkı, güzel aşkı, iyi aşkı vb. Ü stündcn at- Buradan yola devam eden mutasav-
lanmaması gereken bir diğer konu da aşk vıflar ttfk-ımeçdz! C'geçici aşk'') ile ttfk-ı
ıınlayışının, aşkı kavrayışın, çağdan çağa, htıkiki ("gerçek aşk") arasında bir ayrıma
kültürden kültüre değişiklikler gösterme- giderler. "Gerçek aşk"a götürecek bir
sidir. köprü işlevi gören "geçici aşk", Allah'ın
Aşkın kendi her kişide başka biçim- güzelliklerinden yalnızca bir tanesine, bir
lerde ortaya çıktığından, her kişide etkisi güzele gönlünü kaptırmaktır. Mutasav-
ve düzeyi başka olduğundan ve en ö- vıflara göre, "geçici aşk"ta yaşantılanan
nemlisi her kişide kendiyle ilgili başk:ı tümüyle adanmışlık duygusu, kendini
başk:ı sorunlar yaratuğından tanımı ko- karşılıksız bırakış ya da kendi benini
laylıkla ve kesin bir biçimde verilemez. yoksayma ve sevgiliyi yüceltme deneyim-
Aşk, birçok felsefeci tarafından insan ya- leri "tevhid" (Allah 'ın birliğine inanma)
şamının zenginliği ve güç kaynağı olarak için bir önhazırlık niteliğindedir. Bu duy-
değerlendirilmiş olsa da aynı zamanda gunun olgunlaşıp evrilmesiyle kişi tek bir
erdemli bir yaşamın önünde engel olabi- güzelden tek tek güzellere, tek tek gü-
leceği de vurgulanmıştır. Batı felsefe ge- zellerden de güzelliğe, yani "gerçek aşk"
leneği içinde yetişmiş felsefeciler, bu ne- aşamasına geçer. Insanlık ile evrende
denle, aşkın kötü sonuçlarını ortadan kal- varlığa gelen, kendini bunlarda gösteren
dıracak, sağladığı güzelliği ve gücü koru- tek bir güzelliğe, saltık güzelliğe, yani
yacak yaklaşımlar ortaya koymayı dene- Allah'a, Allah aşkına ulaşır. İşte bu ne-
mişlerdir. denle, tasavvuf öğretisine göre İslam di-
İslam felsefesine bakıldığındaysa, aşk ni sözcüğün tam anlamıyla bir "aşk di-
üstüne felsefece düşünmede tasavvuf öğ­ ni"dir.
retisinin daha bir öne çıktığı, hatta felse- İlkçağ Yunan felsefesinde "aşk" kav-
fesini neredeyse tümüyle aşk anlayışına ramının izini sürmek için bkz. agape,
dayandırdığı görülmektedir. Allah'ın var- eros; philisr, Platoncu/platonik aşk.
lığını, birliğini, niteliğini vahJıı-i vikuJ Ayrıca bkz. amor fati; amoıu de soi/
Cvarlığın birliği"), yani yaratılanla yara- . amoıU"proprc, McTaggart, J. M. E.;
tanın bir oluşu öğretisiyle açıklama yo- cinsellik felsefesi.
121

atkın gösterilen [İng. tnzımrndmtal sigııj­ karşı "aşkın'" sozcugu gerek gündelik
jittf, Fr. tranumdtntal sig11ifiir, Alm. trans- dilde gerekse felsefede sayısız bağlamda
Z!ndmtaler signijikatJ Post-yapısalcı yazın­ kullanılır. Örneğin ortaçağ felsefesinde
da bir metinde göndermeyi ya da anlamı Tanrı'nın diinyayı yarattığında kendisini
sabitleyen dışsal, nesnel, dilden bağımsız aştığı söylenir. Tanrıcılar ya da daha doğ­
noktayı ya da kısmı göstermek için kul- ru bir deyişle tanrıtanırcılarsa aşkın teri-
lanılan "kötüleyici" terim. mini Tanrı'nın yamtılrnış dünyadan ba-
Varlığın anlama yetisiyle tüketileme- ğımsız ve onun ötesindeki varoluş kipini
yeceğine inanan Heidegger için \•arlık betimlemek için kullanırlar.
anlama yetisine önseldir ve onu aşar. Kant Salt Ak/111 Eleştirislnde aşkın ile
Dolayısıyla varlık bütün gösterenlerin "ıransendental"i C'aşkınsal') birbirinden
gösterdiği sonu!, aşlan bir gösterilendir. kesin bir biçimde ayırmaya ayn bir özen
Post-yapısalcı gelenekten gelen Derrida gösterir. Transendental, bilginin zorunlu
ise gösteren ile gösterilen arasında bire- koşullarıyla ilgilidir; transendental bilgi
bir bir ilişki olmadığını ileri sürerek aşkın de olanaklı bilginin sınırlannı aşmayıp
gösterileni yadsır. Anlamın yalnızca tek sorup soruşturan bilgidir. Bizi yanlış bir
bir göstergeye bağh olmadığından ötürü biçimde herhangi bir olası deneyimin ö-
bir gösterenler zinciri boyunca devindi- tesine taşıdıklan savlanan ilkeler ise "aş­
ğini ileri süren Derrida, bir sözcüğün kın" dır. Kant'a göre aşkın şeyin bilgisi
anlamı için sözlüğe baktığımızda bir gös- diye bir şey söz konusu olamaz. XIX.
tergenin başka bir göstergeye gönderdi- yüzyıl olguculan, Kant'la çeşitli neden-
ğini anımsatır. Gösterenler ile gösterilen- lerden dolayı anlaşamasalar da bu konu-
lerin yeni birleşimler içinde birbirlerin- da onunla hemfikirdirler. Olguculann bu
den koptuklarının ve yeniden biraraya konudaki görüşleri en iyi anlatımını Al-
geldiklerinin altını çizer. Bu süreç içeri- man fizyolog Emil Heinrich Ou Bois-
sinde gösterenler gösterilenler içinde kar- Reymond'un (1818-1896) "(11,11om11ms; ~-
şılıklı dönüşürler; başka bir deyişle, ken- 11ombinml' C'Bilrniyoruz; bilmeyeceğiz'":
disi gösteren olmayım sonu! bir gösteri- gerçekliğin nihai doğası hakkında daima
lene, yani aşkın gösterilene ulaşılamaz. cahil kalacağız) savsözünde bulur: bilim
görüngüyü yalnızca betimleyebilir; ger-
afkın(lık) [ing. /rfJllSnndeııt/ transnndnın; çek anlamda açıklayamaz. Spencer'ın "bi-
Fr. trm"nndant/ transnndana; Alm. trans- linemezlik kuramı" da bu konudaki bir
Z!ndmt/ tranSZ!"dtnz; es. t. miittd.1 En ge- başka örnektir. Bu bağlamdaki bilinemez-
nel anlamda bir şeyin ya da bir düzeyin cilik bilmenin algısal yollanndan başka
öt.esine geçme ya da ötesinde olma; bir yollarına sahip ol<luğıımu7u ''f' deneyi-
şeye "içkin" olmama. Yerleşik felsefe di- min ötesinde kalan şeyin bilinemez ol-
linde, en azından Kant'tan bu yana, ması gerekmediğini savunan felsefeciler
duyu deneyimlerinin konusu ya da nes- tarafından reddedilir.
nesi olan dünyanın dışında kalan; ola- Maddeciler ise deneyim dünyasının
naklı her türden deney ile bilginin sınır­ ötesinde "aşkın" bir şeyin olup olmadığı
larının ötesine taşan: "insan bilincini a- sorusuna XVIII. yüzyıldan beri olumsuz
şan." Aşkın terimi genellikle olası bir yanıt vermektedirler. Bu soruya diğer bir
deneyimin sınırlarının ötesinde olma an- olumsuz yanıt da XX. ıüzyılda felsefeye
lamında kullanılır. Buna göre bir konu ya dilsel bir yönelim veren felsefeciler tara-
da sorun, çözümü bütünüyle matematik fından verilmektedir. Bu fdsefccilerin us-
ya da mantığa ait değilse ya da hem duyu larnlaması genelde şöyledir: Dilde kullan-
deneyiminin hem de duyu deneyimine dığımız ifadelerin anlamlı olabilmeleri i-
yanıt verebilen bir kuramın uygun kulla- çin belirli koşullan yerine getirmeleri ge-
nım alanının ötesinde ise aşkındır. Buna rekir. Bu koşullar, örneğin Tann gibi, du-
aşkınsal ben 122

yu deneyimini aşan bazı şeylerin varol- yin ancak ona göre bir nesne olduğu salt
duğunu savlay-Arak yerine getirilemez. Aş­ bilinç, bütün anlamın temeli ve yapısıdır.
kın oldukları söylenen şeyler deneylerle Giovanni Gentile'ye göreyse aşkınsal ben,
sı:1mamadıklanndan anlamsızdırlar (yal- kişi düşüncesini dil aracılığıyla ifade etti-
nızca anlamı duyu deneyimine indirge- ğinde bilince gelen, varlığı salt eylem o-
nebilen ifadeler anlamlıdırlar); dolayısıyla lan ben'dir.
bunların doğru ya da yanlış oldukları da
söylenemez. Bu yaklaşımın en bilinen aşkınsal estetik [İng. lratısmıdmıal aes-
örneği Carnap, Schlick, Ayer gibi felse- thetitr, Fr. esthitiq11t tra11smıde11talr. Alm.
fecilerin öncülüğünü yapuğı manukçı ol- lmtıszµıdmıale iisthetik] Kant, estetik kav-
guculuktı.ır. Aşkınlık bağlamında manuk- mmına terimin XVIII. yüzyıl Almanyası'
çı olguculuğun karşıu olan görüş ise bi- ndaki kullanımıyla uyum içinde iki anlam
limsel araşurmaya açık maddi, elle tu- yükler: Apriori duyular bilimi ve beğeni
tulur bir dünya olan doğanın, yani dene- eleştirisi ya da sanat felsefesi. İlk kulla-
yim dünyasının kendi bütünlüğü içinde nım, A11 Us11tı Eleıtirin'nde Aşkınsal Es-
kendi kendini açıklayamadığı için aşkın tetik başlıklı bölümün konusudur. İkinci
olması gereken bir bağımlılık ilişkisi i- kullanım ise Yargıgiicii11ii11 Eleıtirin•nin ilk
çinde olduğunu varsaymamız gerektiğini bölümü olan Estetik Y argıgücünün E-
ileri sürer. leştirisi'nin konusudur. Kant'ın da belirt-
tiği gibi söz konusu iki kulhınım da
aşkınsal ben [İng. trans{f!nde11ıal I, tran- \Volffçu filozof A. G. Baumgarten'den
scendmtal ı:gıı;
Alm. tra11sze11de11talu ldı, kaynaklanmaktadır. Baumgarten Şiir Sa-
lrt11ıJZ!1ıdtntales
SelbstJ Varoluşu dünyaya ""'' ÜZ!riııe Deri11 Dii/iinı-rler (l 735) ile A-
ilişkin bilgimiz için zorunlu bir varsayım eıthetica (1750-1758) adlı yapıtlarında,
olarnk görülen ben ya da zihin. Aşkınsal Wolffun dizgesi içinde duyular alanı ile
ben'in, gerçekte varolan bireylerin zih- sanat alanında ortaya çıkan sorunlara ça-
niyle özdeş olmasa da ona içsel olduğu re bulmak için Eski Yunan dilinden *ais-
düşünülmektedir. thesis kavramını ödünç alır. \Volffun us-
Kant aşkınsal
ben (transz.mdmıaks leh) çuluğu duyular aracılığıyla edinilen bilgi-
tasarımını dünyaya ilişkin bilgimizin tu- leri ussal yetkinliğin bulanık algısına in-
tarhlığını açıklamak için kullanır. Kant'a dirgemiş ve saruıun felsefece ele alınışına
göre aşkınsal ben, duyumlan anlamanın olanak bırakmamıştır. İşte Baumgarten
kategorileriyle birleştirir. Fichte'ye gö- her iki sorunu da aynı anda çözmek ü-
reyse bütün felsefe ve gerçeklik aşkınsal zere duyulardan gelen bilginin ya da es-
bcn'le, ilk deneyim üzerine belli belirsİ7 tetik bilginin kendine özgü bir yiiı:eliği
süren bir düşünümde ancak keşfedilebi­ olduğunu, ussal bilgiye katkıda bulundu-
len ve kolay ele geçirilemese de ulaşıldı­ ğunu ve sanaun yetkinliğin algılanabilir
ğında epeyce etkin olan bu Kantçı ben' görüntülerini sağlayarak bu bilgiyi ör-
le, bilinçli ben'le birlikte başlar. Kendi neklediğini ileri sürer. Baumgartcn 'in, Yu-
alaruru yalnızca manuk kategorileri ve nanca terimi (aisthesis) yeniden canlandır­
bunlann gerekli kıldığı düzenleyici ilke- mak yoluyla olsa da, sanat ile duyular-
lerle sınırlayan bu bilinçli varlık, her şeyi dan gelen bilgiyi bir görmesinin eski za-
anlamak için kendisini sonsuzca genişle­ manlardan kalma bir örneği daha yoktur.
tir. Aşkınsal ben kavramının Husserl'in Kant, A11 Us1111 Eleıtirin'nin ilk baskı­
çalışmalarında da ayn bir yeri bulunmak- sında estetik kavramını, sanat felsefesini
tadır. Aşkınsal ben (transzmdeııtales Selbst) dışanda bırakarak, "duyarlık öğretisi" o-
ya da salt bilinç tekil zihinlerden farklı larak kullandı. Bu öğretinin büyük bö-
bir zihindir; varolmak bu bilincin nesnesi lümü, kavramlardan ve duyarlık konula-
olmaktır. Husserl'e göre, varolan her şc- ondan soyutlanıruş an duyarlık biçimle-
123 aşkınsal idealizm

riyle ilgilidir. Kant, neyin görülebileceği­ acının duyumsanmasıyla ilişkili bir ilkeye
ni belirleyen ve kavramlmn yargılarda boyun eğer.
uygulanmasının sınırlarını çizen bu tür- Sclı.iller ile Hegel'den Derrida ile Lyo-
den iki arı görü biçimi olduğunu savu- ıard'a kadar tüm Kant eleştiricileri este-
nur. Bunlardan ilki "dış" duyarlığın bi- tik deneyimi betimlemek için Kant'ın
çimi ya <la uzam, ikincisi "iç'' duyarlığın kullandığı yargı tablosunun yanıltıcı ol-
biçimi ya <la zamandır. duğu konusunda aynı düşüncededirler:
Aşkınsal Estctik'te, Kant duyarlık ko- Estetik yargı kuramsal felsefeden ödünç
nusundaki kendi görüşlerini Leibniz ile alınmış mantıksal bir çerçevenin içine
Wolfrunkinden ayınr. Duyarlık ile us a- sığdırılamaz.
rasındaki ilişkinin, duyarlığın nesnel us- XX. yüzyılda Kant'ın estetik üzerine
sal düzenin yalnızca bulanık hali olduğu­ görüşlerinin ele alınışı, söz konusu me-
nu düşünmekten çok daha kannaşık ol- tinlerin açık uçlu oluşunu vurgulayan ve
duğunu düşünür. Uzam ile zaman ne filozofun özgürlük ile zorunluluğu u-
nesnel ussal düzenin bulanık algılarıdır, yuşturmak için verdiği sözü tutamııyışını
ne de gözlemler sonucu edinilen dene- öne çıkaran, büyük ölçüde bağlamdan
yimlerin bir soyutlamasıdır. Uzam ile za- kopuk çalışmalar yoluyla olmuştur. Söz-
man içindeki algılann kendilerine özgü gelimi; Theodor Adorno özgürlükle zo-
k.-ıynaklan ve içerikleri vardır; uzam ile runluluğun uyuşmasının sanatla sınırlan­
zaman ne algılardan ne de anlama yeti- masının estetik ve siyasal sonuçlarına dik-
sinden türetilebilirlcr. Bunların, anlama kat çekerken, Hannah Arcndt estetik dö-
yetisinin kavramsal çerçevesiyle ilişkisi, u- nlişlü yargının iletişim gücünü vurgula-
zamsal/zamansal deneyimleri soyut kav- mıştır.

ramlarla uyuşturan yargıgücünün ilkele-


rini gerektirir. Bu yüzden herhangi bir aşkınsal felsefe [İng. trmmrı11le11ıal p!Jilo-
bilgi anlayışında estetik çok önemli bir sopo/, Fr. philosophiq11e transmıdeıııale; Alm.
öğe haline gelmektedir. tmıuzmdeıııal-philosophic] Kant'ın eleştirel
1787'de An Usun Eleştirislnin ikinci felsefesine, eleştiriciliğine verilen diğer
baskısı yayımlandığında, Kant'ın aşkınsal ad. Kant'ın ardından Fichte ve Schelling
estetik kavrnmını beğeni eleştirisini de gibi kimi idealist filozoflar ile birkaç Ye-
içine alacak biçimde genişlettiği görülür. ni K.1ntçı düşünürün felsefeleri de bu
Üç yıl sonra ilk bölümünde geçen "este- adla anılır olmuştur. Aynca bkz. aşkın­
tik" sözcüğü artık kesin biçimde "beğeni sal idealizm; eleştiricilik.
eleştirisi" demek olan Ymg{~İiı7111ii11 Hleş­
ıiıisi çıkar. Estetik, !>askın kuranıs.ı! yargı aıkınııaJ idealizm ~ng. lraıısmıdctıtııl i-
anlayışının bir parçası olmaktan çıkar; dealis111; Fr. idialüme rra11smıdeıııale; Alm.
bir başka yargı anlayışının "dönüşlü yar- rraıısz.eııdenıaler idealism11Sj Kant, Elea 0-
gı" biçimini örneklemeye başlar. Baskın kulu'ndan Berkeley'e kadar tüm gerçek
yargılama, kendi kavramlanna sahiptir; idealistlerin çıkış noktalarını, "'Duyu ve
uzam ve zamanda ortaya çıkan görü- deneyimler sonucu elde edilen bilgiler
nüşler çokluğuna düzgün biçimde uygu- basit bir sanıdan ibar.!ttir; ancak an an-
lanma zorluğuyla karşı karşıyadır yalnız­ lama yetisinde ve usun düşüncelerinde
ca. Öte yandan dönüşlü yargı, işte bu doğruluk vardır'' sözüyle açımlar. Ona
çokluk içerisinde kavramlarını bulma a- göre çağcıl idealizmi üç kümeye ayırabi­
rayışı içindedir. İlk eleştiride çözümlenen liriz: İlki Berkeley'iİ:ı önemli oranda tem-
bilme yetisinin kuramsal yargılarıyla ve i- sil ettiği dogmaa idealizm, ikincisi Des-
kinci eleştiride çözümlenen arzulama ye- carıes'ın öncüsü olduğu kuşkucu idea-
tisinin pratik yargıları arasında bir köprü lizm. Bu iki kümenin deneyci olmakla
göre\~ gören başlıca bir ilkeye, haz ve suçladığı üçüncü küme ise Kant'ın önce-
a§kınıal indirgeme 124

!eri aşkınsal/biçimsel idealizm, sonralan ten kaçınmaz. Benzer biçimde ben'in


ise eleştirel idealizm olarak adlandırdığı kendiliğinderı!iğinin doğurduğu anlama
kümedir. yetisinin an kavramları kendi başlarına
An Umn Elcştinslnde Kant, kendi varolmazlar, fakat şeylerin olanaklılığının
idealizminin deneyci idealizmin tersi sa- koşullarıdırlar. Hem görü biçimleri hem
yılması kaydıyla, yapıtlarını aşkınsal idea- de arılama yetisinin kavramları özneden
lizm olarak betimlemekten memnuniyet çıkarlar; bu nederı!e de bunlar "idealist"
duyduğunu bildirir. Geleı-rktt Bilim Olarak felsefenin konusu sayılabilirler. Ancak,
Ort'!Jfl Çtlr.abilertk Her Meta.fiziğe Pnılego­ her ikisinin de deneyimi düzerıleme yor-
mtndda da, An Umn Elqtirin•nin nasıl damları "nesnel" olar-dk geçerlidir.
yanlış arılaşıldığını
betimlerken bu duru- Kant'ın aşkınsal idealizmi, Fichte ile
mun aluru çizer. Kant'ın ilgili olduğu i- Schelling'in öncülüğünü yaptığı yeni bir
dealizm, dışımızda varolan nesnelerin idealist filozof kuşağının doğmasına yol
gerçekliğine karşı duyulan kuşkuyu ters- açmıştır. Bu fılozoflann idealizm arıla­
yüz eder. Kant'a göre Kartezyen kuşku­ yışlan, "ben'in" kendiliğinderı!iğini daha
cu idealizm yalnızca içsel deneyimden çok vurgulayıp, deneyci gerçekçilik ve
kuşku duyulamayacağını savunur; dış dün- .duyulan geri plana atarak Kant'ın savla-
yadaki nesnelerin varlığını kanıtlayamaz. nnı keskirı!eştirmiştir. Kant bu gelişme­
Öte yandan Berkeley'in dogmacı idea- yi, kendisinin Ar7 UıHn Eleştiri11•nde ele
lizminde uzam ve onun içindeki şeyl~r aldığı idealizm biçimlerine bir dönüş, bir
yalnızca imgelemde varolan kavramlara gerileme olarak görür. Bu nederıle de
dönüşür. Kant'ın tersyüz edişi, "Descar- hoşnutsuzluğunu Fichte'nin Bifiniıı Bi-
tes açısından kuşku duyulamayacak dertli limi adlı kitabı üzerine yazdığı 7 Ağustos
güvenilir içsel deneyimlerimiz bile ancak 1799 tarihli açık mektubunda dile getire-
dışsal bir deneyim varsayımıyla olanaklı­ rek bu yeni ide-ilizmi "sırf mantık" ol-
dır" savını kanıtlayan bir aşkınsal idea- makla suçlar; bu girişimi, boş bir çab-d
lizmden. oluşur. Bu yaklaşımı Pnıltgomr­ olduğu için daha önce hiç kimsenin
"a'da daha açık biçimde "Şeylerin yal- yapmadığı "mantıktan gerçek bir nesne
nızca arı arılama yetisinden ya da arı us- devşirmeye" uğraştığı için eleştirir. Ay-
tan gelen bilgisi büsbütün bir yanılsama­ nca bkz. Kant, Immanuel; idealizm.
dan başka bir şey değildir; yalnızca de-
neyimde doğruluk vardır" diyerek pe- aşkınsal indirgeme [İng. fratlmmdetıtal
kiştirir. mi11clio11", Fr. ridHdiotı trmıırtndttıla/e-, Alm.
Kant'ın "aşkınsal" ya da "eleştirel" i- tmtıSZ!tJdentale "dHlr.tiotı] bkz. özeyönclik
dealizmini savunduğu alan, görü biçim- indirgeme.
lerinden ve "ben'in" niteliklerinden olu-
şur. Aşkınsal idealizm açısından, dene- aşkınsal tümdengelim ~ng. trans.-eııdtn­
yim nesnelerinin kendi başlarına varol- tal dedııth"on; Fr. Jid11r1İ011 fratlsmıdetıtale,
madığı, deneyimle açığa çıktığı ve dene- Alın. lrat1SZ!tJdtntale dedHlr.tion] Immanuel
yim dışında varolrnadıklan baştan kabul Kant'ın An USHn Eleştirin, Pratik Umn
edilir. Dışsal görü uzamındaki nesneler Eleıtirisi ve Y argrgikiiniin Eleştirisi adlı ki-
ile "içsel görü zamanında kaları!ar bu gö- taplannda sırasıyla arılama yetisinin an
rü biçimleri olmaksızın ortaya konula- kavramlarını, an pratik usun ilkelerini ve
mazlar. Ancak, Kant "bu uzam ile zama- estetik beğeni yargılannı tanıtlamak için
nın tüm görünüşleri [aşkınsal gerçekçile- geliştirdiği yöntem. Tümdeııgelimi, şey­
rin öne süreceği üzere] kendi başlarına lerin doğruluklanııı, kendi doğrulukları
varolamazlar; burılar tasarımlardan başka apaçık ortada olan şeylerden kuşkuya yer
bir şey değildirler ve zihnimiz dışında bırakmaksızın kanıtlamak üzere izlenen
varlık gösteremezler'' uyarısını eklemek- yol olarak düşünen Descartes'ın tersine
125 aşkınsal yanılsama

Kant, tümdengelimi "geometrik" kullan- sı'nin ikinci baskısına yazdığı önsözde


maz. Kant'ın tümdengelimden anladığı Kant, Aşkınsal Tümdengelimin Analitiği'
daha çok hukuk alanındaki kullanımdan nin ikinci bölümündeki yetersizlikler ne-
esin!..nir. Buna göre hukuksal bir eylem- deniyle, bu bölümü yeniden yazdığını a-
de öncelikle doğrunun ne olduğu sorunu çıklar. Her iki baskıda geçen tümdenge-
(q11id j11ris) ile olgunun ne olduğu soru- limin ortak yönleri, deneyim sırasında
nunu (q11id Jıu:h) birbirinden ayırmak ge- k•ırşılaşılan görünüşlerin, upkı yalnızca
rekir. Her iki durumun doğruluklarının, görüyle sınırlı kaldıklarında uzam ve za-
hukuksal sürecin işletilerek adaletin sağ­ manın biçimsel koşullanna tabi olmaları
lanması için, gösterilmesi gerekir. İşte ilk gibi, tamalgırun zorunlu birliğinin koşul­
sorunun çözümünde izlenen yol tüm- lanna uymak zorunda olmalarıdır. Kate-
dengelim olarak adlandırılır. Kant'ın yu- gorilerin biçimlerine göre tüm görünüş­
kanda anılan üç kitabında geçen felsefe- lerin sentetik birliğini sağlayan ı:.ımalgı­
ce tümdengelim, anlama yetisinin arı kav- nın birliği, görünüşleri düzenler.
ramlannın, an pratik usun ilkelerinin ve An Umn Eleştirisi'nin 1781 tarihli ilk
estetik yargının yasallığının temellendiril- baskısında tamalgının birliği, tüm görü-
mesini gerektirir. nüşleri zamana ve içsel anlamın biçimsel
An Usun Eleştirin'nde Kant, katego- koşullarına bağlı sonlu bir öznenin sen-
rilerin tümdengelimini en üst düzeyde tetik etkinlikleriyle (kavrama, yeniden ü-
zorluk çıkaran bir iş, daha önce kimse- retme ve sentez) ifade edilir. Bu aşkınsal
nin girişmediği bir girişim olarak betim- tümdengelim yorumu, tamalgının birli-
ler. Bu evrede filozof, henüz hiçbir de- ğiyle ilişkisi içinde anlama yetisini kate-
neyimden elde edilemeyen nesneler ile gorileriyle ya da an apriori kipleriyle bir-
kategorilerin nasıl ilişki içine girdiğini likte kuran üretken imgelem üzerinde
göstermeye uğraşır. Kant, böylesi kav- durur. İkinci baskıdaki yorum ise tamal-
ra mlann yasallığını olanaklı kılacak bu gının birliğine yüklenen nitelikler yönün-
türden aşkınsal tümdengelimi, köklerini den aynlık gösterir. Tamalgının birliği
deneyimde arayan deneyci tümdengelim- aruk nesneldir; içsel anlamı belirleyen
den ayırır. Gelecekte Bilim Olarak Orlily11 bilincin öznel birliğinden ayndır. Ne var
ÇıkAbilecrle Her Metafr.dğt Prrılegomenıı ile ki, bu tümdengelimlerden hangisinin se-
An Umtı Eleştin'slnin ikinci baskısında çileceği, her ne kadar Heidegger'le bir-
kendi aşkınsal tümdengelim anlayışını likte kıta felsefesi geleneğinden olanlar
Locke ile Hume'un temsil ettiğini ileri ilk yorumu, Kartezyen Anglo-Amerikan
sürdüğü tümdengelim anlayışının karşı­ gelenekten gelenler ikinci yorumu daha
sına koyar. Locke ile Hume'un tümden- çok tercih etseler de, Kant araştırmalan
gelimlerinin "fizyolojik bir türetim" ol- açısından çok da önemli değildir.
duğunu, bu kavramlann yasallıklanyla il-
gilenmeden bu kavramlara salüp olup aşkınsal yanılsama ~ng. lrmm:etıdental
olmadığımızı sorguladıklanru öne sürer. iU11riotr, Fr. il/11rion lra11randentale;Alm.lratır­
Kant, aşkınsal tümdengelimi birkaç Z!lldtntaler rcheitıJ Kant'ın felsefesinde, u-
basamaktan geçerek uygular: İlkin, görü sun deneysel alan gibi uygulama erimle-
biçimlerinin, uzam ve zamanın yasallık­ rini aşan kategorilerini kııllanarak sınırla­
lan sağlanır. Nesneler bizlere yalnızca du- nnın ötesine geçme doğal eğiliminin, ru-
yarlığın an kavramlan ar-.ıcılığıyla görün- hun, istenç özgürlüğünün ve Tann'nın
düklerinden, uzam ve zaman, "nesnele- bilgisine, temellerine ulaşabileceğimiz ya-
rin görünüş olabilme olanaklannın apri- nılgısına yol açmasıyla oluşan yanılsama­
ori koşullanru içeren yasal arı görüler- lara verilen ad. Kant'ın görüşüne göre
dir. " tıpkı optik yanılsamalar gibi bu yanılsa­
l:'rrılepena'da ve An U.run Eleştiri· malar da doğal ve kaçınılmazdırlar; ama
atkınsalcılık 126

biz yine de bunlann yanıltıa olduklarını Waldo Emersen (1803-1882) ile 1-Ienry
kavrayabiliriz. Kant aşkınsal yanılsamala­ David Thoreau'nun (1817-1862) yaptığı
n Al'7 Unın Elqtirisi'nin "Aşkınsal Di- "seçmeci" bir düşünce hareketini adlan·
y.ılektik" adlı bölümünde ele almıştır. dmr. New England Aşkınsaleılığı diye de
11rulan bu hareketin öğretisi Platonculuk
aşkınsalcılık (İng. tranmmde11talisnr, Fr. ile Yeni Platonculuktan, Alman idealiz-
tra11smıde11talismr, Alm. transZ!11dentalism11s] mi ile romantizminden derin izler taşır.
Felsefede, en genel anlamıyla, hem du- Derinlerde yatan doğrulara ulaşılmasında
yulara dayalı deneyimden elde edilen sezginin us ile deneyime üstünlüğünü sa-
gerçeklikten hem de insan usuyla ulaşıla­ vunan, tinin saltık ilerleyişine inanan bu
bilir olduğu öngörülen gerçekliğin bilgi- hareket, yarı gizemci yan tümtanncı bir
sinden çok daha yüksek ve yüce bir ger- doğrultuda yol almıştır. Aynca bkz. me-
çeklik olduğunu öne süren öğreti. İnsa­ tafizik.
nın görünüşlerin ötesine geçen bilgiye u-
laşabileceğini ya da bu bilgiyi deneyimle- atarakhos (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
yebileceğini savunan görüş. sinde "dingin" anlamında kullanılan te-
Bu bağlamda neredeyse bütün aşkın­ rim. Ayrıca bkz. ataraksia.
sala öğretilerin tinsel alan ile maddesel
alan aynını üstüne bina edildikleri söyle- ataraksia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
nebilir. Nitekim aşkınsalcılığın en belir- sinde Stoacılık, Epikurosçuluk ve Kuş­
gin özelliği idealist eğilimli bir felsefe öğ­ kuculuk gibi belli başlı akımlar tarafın­
retisi olmasıdır. Yalnızca düşünsel sezgi dan baştacı edilen, sözcük anlamı gün-
yoluyla gerçek anlamda bilinebilir bir delik yaşamın gürültü patırtısından uzak
nitelik taşıyan "Saltık İyi"nin deneyötesi durmayı da içeren "durulma" ya da "sar-
varlığını kesinleyerek "aşkın" kavrayışını sılmazlık" olan terim: "ruh dinginliği".
bir felsefe öğretisi olarak ilk Platon ge- Stoacı felsefede doğayla uyum içinde
liştirmiştir. Daha sonralan ise tanrıbilim yaşamayla varılacak, bilgeliğin biricik a-
yönelimli ortaçağ filozoflan aşkınlık kav- macı, aşınlıklardan kaçınmayı, tutkular-
rairuru tanrısallığa uygulayarak, Tanrı'run dan arınmayı başarmış bir ruh dinginliği
deneyden elde edilmiş tasarımlar yoluyla dıirumuna, ataraksia'ya ulaşmaktır. Epi-
ne betimlenebilir ne de anlaşıla bilir ol- kurosçuluk için de ataraksia mutluluğun
duğu düşüncesi doğrultusunda "olum- temel direği; insanın yaşamında karga-
suzlamacı tanrıbilirn" yaklaşımını temel- şaya yer vermeyip onu acıdan uzak tuta-
lendirmişlerdir. Nitekim Tann'nın doğa­ aık, huzura erdirecek olan en yüce er-
nın dışında varolması anlamında aşkın demdir. Kuşkucular da ne konuda olursa
olması düşüncesi Hırisıiyanlık, Yahudilik olsun her türlü yargıda bulunmaktan ka-
ve Müslümanlık dinlerinin, özellikle de çınmayı ("epokhe) savunduklan için ata-
bu dirılerin ortodoks anlayışlarının en te- ra/uia'yı selamlamışlardır.
mel -ilkesidir. Modern fdscfcnin başla­
rındaki aşkınsalcılık yaklaşımı, bütün ger- ateizm bkz. tanntanımaz(cı)lık.
çekliğin tümüyle saltık tinin ya da isten-
cin dışavurumu olduğunu savunan XIX. athanasia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
yüzyılın egemen felsefe akımı "saltık ide- sinde "ölümsüzlük" anlamında kullanı­
alizm"in doğmasına da zemin hazırla­ lan terim. Aynca bkz. athanatos.
mıştır.

Kimileyin Kant'ın aşkınsal felsefesini athanatos (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-


nitelemek için de kullanılan "aşkınsala­ sinde "ölümsüz olan"; özellikle de ruhun
lık" terimi, aynca XIX. yüzyılda Ameri- bozulmazlığı ya da çütiimezliği bağla­
ka'da ortaya çıkan, öncülüğünü Ralph mında "ruhun ölümsüzlüğü" anlamında
127 Atman

kullanılan terim: ruhu olan doğal beden- beni, yani Atman'ı kabul etmelidir. Böyle
lerin yok edilemezliği. biri gerçek benin, gerçek varlığın özünü
Sonraları, özellikle Hırisıiyanlık öğre­ öğrenir. Kalbindeki bilisizlik düğümü çö-
tisinin gelişimiyle birlikte, ruhun ölüm- zülmüş, arzu ateşi sönmüş olan ölümlü
den sonra da "şu ya da bu şekilde" va- kişi ölümsüz olur.
rolduğu savunusuna; ruhun ölümsüzlü- Brahman'ın zihninin başaracağı en
ğüne, sonsuza dek yaşayacağına duyulan üst, en ıralayıa şey. Atman'ı biİinçli kişi­
inana savunan öğretiye atha11atiZ!" den- lik ile bedenin altında yatan bağımsız,
miştir. bozulmaz bir varlık olarak keşfetmektir.
Olağan olarak bilinen her şey, aynca ki-
atılı ok açmazı bkz. Zenon açmazları. şinin kendisine ilişkin dile getirişler, de-
ğişmeler alanına, zaman-uzam alanına a-
Atman (San.) İç benlik. Hint dininde ittir. Ne ki, Atman asla değişmez; tadı
canlıdaki, özellikle de İnsandaki ruh ya kokusu yoktur; o zaman-uzam dışıdır;
da "ben"dir; Brahman'ın benliğidir. U- göz eriminin dışındadır; ölçülemez; ne-
panişadlar'ı anlamak için Brahman'la bir- densellik dışıdır.
likte bilinmesi zorunlu olan iki kavram- Atmmı doğmamıştır; herhangi bir ne-
dan biridir. Bu iki kavram Hint felsefe- denin sonucu değildir. Ölmez, yok ol-
sinin üzerine kurulduğu iki temel direk- maz; beden yok olsa dahi Atman yok
tir. Atman Sanskritçe 'soluk' demeye ge- olmaz. Ebediyen her şeyin özünde olan
lir. bu ben, en küçük şeyden daha küçük; en
Atman tek bir varlıktır ama tıpkı tek büyük şeyden daha büyüktür. Hareket-
.bir varlık olan ateşin yaktığı ya da yine sizdir ama her şeyi hareket ettirir; devi-
tek bir varlık olan havanın içerisine gir- nimin içinde dahi sonsuzca devinims.iz-
diği her nesnenin şeklini alması gibi i- dir; yerinde durduğu halde çok uzaklara
çinde bulunduğu her nesnenin şeklini gider; şeklin iç.inde olduğu halde şekil­
alır. Atmat1'ın biçimi yoktur; biçimi ol- sizdir.
madığı için sının da yoktur; sırun olma- Atman uslamlamayla ulaşılan her tür-
yansa her yerdedir; her yerde varolan, lü bilginin ötesindedir. Alman'la Brah-
ebedi olan Tanrı'dır. Simgesi kutsal OM man'ın ayru varlık olduğu ancak bilge bir
hecesi olan Atman, Brahman'dır. Atınat1, kişi aracılığıyla öğrenilir.
Brahman'la ayru varlık olduğunu anladı­ Kişi, kötülüklerden arınamadığı,
duy-
ğında ölümsüzlüğün sırrına erer; böyle- gulanru denetleyemediği, zihnini huzura
likle de Tann'ya ulaşır. Bu bağlamda iki kavuşturamadığı, tefekkürle düşüncenin
kavram birbiri yerine kullarulır. derinliklerine dalamadığı sürece Annan'a
Hint düşüncesine göre insan doğası­ erişemez. Alman'a ulaşmak için yalnızca
nın birtakım öğeleri vardır. Atman, be- öğrenim yetmez.
denin *ıamıaraya ait öğeleri ile bireysel Katha Upanişatfda bu, bir araba ben-
bilinç ya da zihin (San. jiva) dışındaki zetmesiyle şöyle anlatılır:
öğesidir. Her bir insanda bir varlık daha "Beden bir araba, Atman bu arabanın
vardır: insarun ölümsüz asıl varlığı, yani içindeki yolcu gibidir. Us, arabarun sürü-
Atman. cüsü; zihin de dizginleridir.
Başka türlü söylenirse, insanda iki "Atlar kişinin duygulan; yollar da is-
ben vardır. Bunlardan biri kişilik olarak tenen amaçlardır... Aynmlar yapamayan,
tanımlanan, yüzeysel olan görüntü ben; zihnini denetleyemeyen kişinin duygula-
diğeri de varlığın özünde gizli olan ger- n, arabanın zapt edilemeyen huysuz atla-
çek ben, yani Atman'dır. İnsarun gerçek rına benzer. Ayrımlar yapabilen, zihnini
varlığı, gerçek kişiliği Atman'dır. Kişi denetleyebilen kişinin duygularıysa bir
kendi gerçek varlığı olarak bu gerçek sürücünün terbiyeli atları gibi dizginlere
atomcu ile atomcu olmayan ... 128

boyun eğer." Aynca bkz. Brahman; U- atomları birbirinden ayıran tek belirgin
panitadJar. fark, atomların büyüklükleri ile biçimle-
rinden kaynaklanır. Doğadaki çeşitlilik i-
atomcu ile atomcu olmayan toplum le değişkenlik, görülür şeylerin sonsuza
felsefeleri bkz toplum felsefesi. dek uzay-.ın çeşitliliği, onları meydana ge-
tiren atomların farklı farklı biçim ve
atomculuk ~ng. tllonıi.mr, Fr. atonıiınıe, boyda oluşlanyla, atomlann farklı farklı
Alm. atomi.<11111;, es. t fii~i.frrd!YJeJ İlkc;ağ şekillerde biraraya gelişleriyle açıklanabi­
Yunan felsefesi kaynaklı, maddenin a- lir. Çevremizde olup biten tüm gözle gö-
tom adı verilen bölünemez parçacıklar­ rülebilir değişmeler, devinim etkisiyle a-
dan oluştuğunu, evrenin de gözle görü- tomlann bileşimlerinde ortaya çıkan de-
lemeyen bu "temel parçacıklar'' dan mey- ğişmelerin sonucudur; ancak atomların
dana geldiğini savunan; doğadaki değiş­ birleşmeleri ya da aynlmalan sırasında,
kenlik ile çeşitliliğin açıklamasını bu a- atomlann kendileri bir değişikliğe uğra­
tomların devinimine dayandıran felsefe maz, yani içsel olarak değişmeyip aynı
öğretisi. kalırlar.
M.Ö. V. yüzyılda Leukippos ve De- Gerçekliği atomlar ile atomların de-
mokritos'la, yani Abderalı Filozoflar'la viniminden kalkarak açıklayan ilkçağ Yu-
başlayan ilkçağ Yunan atomculuğu, E- nan atomculuğunun başlıca fılozofu De-
lealı fılozoflann, özellikle de Parmenides mokritos'a göre, atomlann sertlik, şekil
ile Zenon'un ortaya koyduğu "değiş­ ve büyüklük olmak üzere üç temel nite-
me(zlik)" sorunlarına bir yanıt arama gi- liği vardır (biri11cil '1İtelikler'). Her atom
rişimi olarak ortaya çıkmıştır. Başka bir serttir; bir direnme gücüne sahiptir. Her
deyişle, Abderalıların atomculuğu, "o- atomun bir şekli (yuvarlak, kare, çıkıntılı,
luş"u yadsıyıp varlığın değişmez ya da oyuk vb.) ve bir büyüklüğü (gözle gö-
bölünmez bir "durağanlık" olduğunu sa- rülemeyecek kadar küçük atomlardan ki-
vunan Eleaa öğretinin, gerçekliğin özü- mi özel durumlarda gözle görülebilecek
nü değişmeyen varlıklarda bulan anlayı­ büyüklükte olanlara vanncaya dek) var-
şın üzerine bina edilmiştir. Lcukippos ile dır. Ayn ayrı büyüklük ve şekillerdeki
Demokritos'un geliştirdiği ilkçağ Yunan bütün bu atomlar, başlangıçtan beri, boş
atomculuğu, insanın "duyusal deneyim'' bir mekan içinde hareket etmekte, "boş­
inin verilerini Eleacılığın maddenin de- luk"ta devinmektedirler. Yine Demokri-
ğişmez olduğu savıyla bağdaştırma giri- tos'a göre atomlar ~nk, ses, sıcaklık, so-
şimi olarak da okunabilir. Lcukippos ile ğukluk gibi niteliklerden (jki11cil 11iıelikler')
Demokritos niteliksel değişmenin ola- yoksundurlar. Bu türden niteliklerin tü-
naksız ya da kavranılamaz olduğu konu- mü atomların duyu organlarımız üzerin-
sunda Parmenides'le hemfikirken, nice- deki etkilerinden, duyulanmızın üzerine
liksel değişmenin olanaksızlığı konusun- bıraktıklan izlerden meydana gelmekte-
da onunla aynı görüşü paylaşmazlar. İlk­ dir. Buna göre algıya nesnelerden akıp
çağ Yunan atomculuğu, matematiksel yayılarak öznelerin gözeneklerini doldu-
akılyürütmelerin ya da mantıksal uslam- ran parçacıklar r:'eidola) yol açmaktadır.
lamaların konusu olmasından ötürü ni- Sonuçta renk, salt gören bir göz için; ses,
celiksel değişmelerin olanaklı olduğunu ancak işiten bir kulak için; sıcaklık ya da
ve temellendirilebileceğini savunur. Yi- soğukluk da yalnızca dokunan bir el için
ne, bu görüşü destekler nitelikte, De- vardır. Bütün bu olgular duyulara bağlı­
mokritos da görünür biçimlerin nitelik- dırlar ya da duyu organlan olmadan dü-
sel çokluğunu kabul etmezken, salt nice- şünülemezler. Buna karşılık, sertlik, şekil
liksel değişikliklere dayalı bir çokluğu ve büyüklük, yani birincil nitelikler, duyu
onaylar. Sonuç olarak, Demokritos için organlarına hiçbir biçimde bağlı olmayıp
129 Augustinus

atomlann kendilerinde, kendi yapılarında tıkçıatomculuk. Aynca bkz. Abdera


mevcuttur. Birincil nitelikler, tıpkı atom- Okulu; Demokritos; Epikuros; Leu-
ların kendileri gibi, öncesiz sonrasızdır­ kippos; Lucretius; ilkçağ felsefesi.
lar; ne yaratılmış ya da oluşmuşlardır, ne
de yok olacaklardır. atomon (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
Evrenin belirli bir ereğe göre değil de sinde "parçalara ayrılamaz, bölünmez
mekanik (işleysel ya da düzenekse!) bir (atomos) madde" anlamında kullanılan te-
biçimde oluşmuş olduğunu kabul eden rim; özellikle de atomculuğun ilk savu-
ilkçağ Yunan atomculuğu ya da daha nuculan Leukippos ve Demokritos ile
doğru bir deyişle Demokritos'un atomcu Epikuros ve Lucretius'un gerçekliği o-
öğretisi, tam anlamıyla "maddeci" bir luşturan bölünemez biricik temel öğe di-
görüşü temsil eder. Parmenides'in "o- ye gördükleri "şey".
luş" üzerine; nesneler dünyasının olu-
şumu, "değişme" ve "nesnelerin çoklu- atykhema (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
ğu" üzerine ortaya attığı sorulara "erek- sinde, özellikle de Aristoteles 'te, "talihi
bilgisel" bir dünya görüşüyle yanıt ara- yolunda gitme" ya da "şanslı olma" an-
yan Anaksagoras'ın tam karşısında yer lamına gelen erı!Jkbia'ya karşıt olar-ak,
alan bu atomcu öğreti, doğaya mekanik "talihi yaver gitmeme" ya da "yazgısı iyi
bir zorunluluğun egemen olduğunu; yer- yazılmamış olma" anlamında kullanılan
yüzündeki bütün varlıkların, bütün bu terim: "talihsizlik" (tfys!Jkhia). Aynca bkz.
"oluş"un tek nedeninin zorunluluğa da- tykhe.
yalı bir düzenek ("atomlann devinim
alanı") olduğunu öne sürer. Her ne ka- Aufklirung (Alm.) Aydırılanma için Al-
dar Demokritos bütün bir felsefesiyle man felsefe geleneğinde kullanılan terim;
düzenekçi bir doğa biliminin temellerini xvnı. yüzyılın ikinci yarısında başlayıp
atmışsa da bu atomcu felsefenin etkisi Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde ayn ayrı
Aristote!es'in yetkesinin gölgesinde kal- yönelimler gösteren, usçuluk ile birlikte
mıştır. Bunun ana nedeni ise Aristote- anılan düşünsel yenilenme dönemine ve-
les 'in doğayı ele alışının, "o"nu kavrayı­ rilen ad. Aufoliin111gun en önemli niteliği
şının tam da Demokritos\m yüz çevir- geçmişten gelen bütün tasarım, önyargı,
diği iki temel kavrama; "erek" (tdoı) ile görüş, yetke ve bağlılıklardan kurtulup
"rastlantı" (!ykhe) kavramlanna bel bağ­ usa dayanarak dünyayı yeniden kavrayıp
lamış olmasıdır. Yine de Demokritos'un kurma ülküsüdür. Kant Aufolönmgu şu
ortaya koyduğu biçimiyle ilkçağ Yunan biçimde tanımlamaktadır: "Aydınlanma,
atomculuğu, önce Epikuros ile Romalı insanın kendi suçu ile içine düştüğü er-
ozan Lukretius'un düşünceleri [De &mm gin olmayış durumundan sıyrılmasıdır."
Natura (Evrenin Yapısı), M.Ô. ykl. 60) Kant'a göre insanın bu duruma düşmesi
üzerinde etkili olmuş, sonrasında da or- us yüzünden değil, tam tersine onu yete-
taçağda kimi İslam fılozoflannın ve rince kullanamamasından ötürü olmuş­
XVII. yüzyılda atomculuğu yenileyen Pi- tur. Aynca bkz. Aydınlanma (Çağı).
erre Gassendi, Boyle ve Sennen gibi dü-
şünürlerin eliyle yeniden gündeme gel- Augustinus, Aurelius (354-430) Hıris­
miştir. İlkçağ Yunan atomculuğunun tiyan düşüncesinin başlıca kaynakların­
Locke'un deneyci felsefesini ve Leibniz' dan biri olan, Roma Katolik Kilisesi'ne
in "monadlar"a dayalı metafiziğini de bağlı Yeni Platoncu tannbilimci ve kilise
etkilediği bilinmektedir. Bunun dışında, babasL Aziz Augustinus, Batı felsefesi ge-
çağdaş felsefede bambaşka bir bağlamda leneğinin en önemli gelişmelerinden biri
Russdl ile Wittgenstein tarafından geliş­ olarak görülen Eski Yunan felsefesiyle
tirilen atomculuk biçimi için bkz. man- Hıristiyan dininin kutsal öğretilerinin bir-
Augustinus 130

leştirilmesi aşamasında en çok pay sahibi dininde olduğu gibi maddeci bir ikicilik
olan düşünürlerden biridir. Augustinus anlayışından kaynaklanmayıp, türüm ku-
bunu yaparken yeteneklerini Hıristiyan mnu çerçevesinde, saluk bir birlikten baş­
kültürünün Eski Yunan-Roma kültürü layan ve daha aşağılara doğru aşama a-
karşısındaki üstünlüğünü göstermek için ş;ıma çeşitlenerek ve çoğalarak en aşağı­
kullannuş; daha çok Eski Yunan-Roma da duyularla algılanan yalıtık parçaaklar-
kültürünün Hıristiyan kültürüne aktarıl­ dan oluşan maddi nesnelerin ahınında
masına ve dönüştürülmesine çalışmıştır. sona eren büyük bir varlık sıradüzeni i-
Augustinus'un felsefi gelişiminde dö- çinde, tinci bir tekçilik anlayışıyla temel-
nüm noktası olan olay, onun klasik üni- lendirilmiştir. Nitekim Augustimıs Hıris­
versite eğitimini aldığı Karıaca'dan sonra tiyan inancından yola çıkarak bu saltık
gittiği Milano'da 384 yılında Yeni Pla- "bir''liği Tann olarak alıp yukarıdan aşa­
toncuların yazarlan belirsiz kitaplarıyla ğıya doğru sıralanan tüm diğer şeylerin
karşılaşmasıdır. Kartaca'da aldığı retorik enson kaynağı ve kökeni olarak -Bir'i
eğitiminin de etkisiyle felsefeye yönele- Varlık ve İyilik gibi niteliklerin ötesinde
rek usa daha çok öncelik verdiğini dü- ~ren Yeni Platoncuların aksine- Varlık,
şündüğü *Mani dinini benimseyen Au- iyilik ve Doğruluk kavramlarıyla özdeş­
gustinus, Milano'da bu Yeni Platoncu leştirdiği Tann 'yı gösterir. Doğal olarak
yapıtların da etkisiyle kesin olarak Hıris­ Augustinus'un düşüncesinde türüm ku-
tiyanlığa döner (386). Crmfeuionu111 ibri ranunın her varlığın kendi üstünde yer
treJea111'de (İtiraflar, 397-401) bu yapıt­ alan bir önceki varlıktan türediği biçi-
larla karşılaşmasının Kutsal Kitap gele- mindeki varsayınuna da yer yoktur. Tan-
neğini düşünsel olarak yeterli sayıp so- rı, buyruğuyla oluşmuş bu sonsuz sıra­
runlara kendi içinde çare bulabilen bir düzendeki her şeyin dayandığı Arşimet
içeriğe sahip diye görmesini olanaklı kıl­ noktasıdır. Ruh yüceltilir ve Tanrı'ya ya-
dığını belirtmektedir. Öte yandan Au- kın olarak görülür; madde ise bu vıırlık
gustinus 'un yapıtlarını salt Yeni Platoncu sıradüzeninin en altına, Tanrı'dan en u-
çerçevenin Hıristiyan öğretisine sorgu- zak yere konulur.
suz sualsiz uygulanı~ olarak görmek de Augustinus'un, bütün bu farklılıklara
yanlış olur. Augustinus, sözgelimi Yeni ve düşüncesinde zamanla meydana gelen
Akademia'nın kuşkuculuğunu çürütmeye değişmelere rağmen, Yeni Platoncu var-
çalıştığı Cof/lra a(adelllİcos (AkademiaWara lıkbilgisinde hiç değişmeyen vurgusu du-
Karşı, 386) gibi erken dönem çalışmala­ yulur (maddi) olanla düşünülür (tinsel)
nnda iki geleneğin birbiriyle bütünüyle olan arasındaki temel ayrım ve bu ikisi-
bağdaştığından emin olsa da Coııjessio- nin altlı üstlü sıralandığı sıradüzen üzeri-
11u111'u yazdığı sırada iki gelenek arasın­ nedir. Augustimıs özellikle ilk çalışmala­
daki önemli aynlıkların bilincindedir. Ni- rında duyulur olanla düşünülür olan ara-
tekim De avitate Det'yi (Tanrı Devleti Ü- sındaki karşıtlık üzerinde durarak, duyu-
zerine, 413-427) yazarken Platoncu ge- lur dünyada aradığınuz her şeyin aslında
lenek konusunda övücü şeyler söyleme- düşünülür dünyada olduğunu savunur.
sine rağmen vurgusu Roma Katolik Kili- Duyulur dünya geçici nesnelerin alanıy­
sesi'nin karşılaştığı sorunları çözmeye ye- ken düşünülür dünya kalıct gerçeklikleri
tecek içsel kaynağa sahip olduğu üzeri- içerir; duyulur dünya zamansallığın kötü
nedir. etkilerine açıkken düşünülür olanı zaman-
Augustinus Yeni Platonculann kitap- dışı öncesiz sonrasızlık tanımlar. Augus-
larında duyulur (maddi) olanla düşünülür tinus düşünülür dünyanın, arkadaşlık ve
(tinsel) olan arasında temel bir ayrımın aşkta aradığımız ama duyulur dünyaya
söz konusu olduğu bir varlıkbilgisiyle gömüldüğümüz sürece ulaşamayacağımız,
karşıla~. Ancak bu ayrım, örneğin Mani kendimizi tamamlamaya, "bir"liğe ulaş-
131 Augustinus

maya duyduğumuz arzunun tatmin edi- vıırlıkbilgisinde, doğal kötülükler miyop


lebileceği tek yer olduğunu söyler. Dü- maddeciliğimizin ve kendi çıkıırlanrruz
şüniilür alan, taşıdığı tanrısııllıkla, duyu- üzerinde yoğunlaşmarruzın sonucu olan
lar alanının geçici doğasının yol açtığı sınırlı bakış açısının ürünleri olarak gö-
kaygıya çare bulunabilecek tek yerdir. rülürler. Halbuki daha geniş bir bakış a-
Augustinus'un Yeni Platonculardan çısıyla, claha temel olan ancak genelde
yola çıkarak orcaya koyduğu bu tablo, i- görmezden gelinen bir bağlamda bakıl­
kici vurgulara sahip olmasına rağmen, dığında doğal kötülüklerin özünde kötü-
sergilediği "herşeyin birliği" düşüncesiyle lük bile olmadıkları söylenebilir. Doğru­
dönemin tanrıbilimcileri içi~ en ~etin so- dan insan eylemesinin sonuçları olan ah-
runlardan biri olan "Saluk iyi olan Tan- laki kötülüklere gelince, bunlar varlık sı­
n'ya rağmen dünyada kötülüğün varlığı" radüzeninde en aşağıda yer alan maddi
sonınuna iyi bir çözüm sunmaktadır. şeyleri daha yüksek şeylermiş gibi görüp
Augustinus başımıza bela olan kötülük onlara bağımlı hale gelen bir istencin ku-
sorununun görülür dünyada kısurılmış surlu üretinıleridir. Başka bir deyişle ah-
olmarruzdan çok daha incelikli bir algı ve laki kötülük de kendinden menkul olma-
istenç sorunu olduğunu; şeyleri maddi yıp yalnızca istencin Tann'dan yüz çe,>İ­
olarak görme alışkanlığııruzdan kaynak- rip "iyi" olarak gördüğü daha aşağı şey­
lanan bu sorunun aslında duyulur dün- lere bağlanmasından ibarettir. Augustimıs
yanın gerçek olanın küçük bir parçası böylelikle, Yeni Platonculuktan aldığı ö-
olduğunu fark edememe sorunu oldu- ğderi insan istencinin etkinliği düşünce­
ğunu öne sürer. Augustinus'a göre, du- siyle birleştirerek kötülük sorununu çö-
~ulur dünyayı ahlaka ilişkin bütün soru- zerken, hem Mani dininin yaptığı gibi
lara yanıt veren kendi kendine yeter bir kötülüğe maddi bir töz vermenin yanlış­
alan olarak görerek yalnızca duyular üze- lığını göstermiş hem de kötülüğün de
rine yoğunlaşmamız, duyulur dünyanın "iyilik" gibi Tanrı'dan kaynaklandığı yol-
yalnızca bir parçası olduğu daha büyük lu sapkın düşüncenin önünü alrruş olur.
birliği görmeyi başaramadığııruzdan, du- İnsan istencinin etkinliği düşüncesi
yular alanını bizim için istencimizin ge- Augustimıs'un sadece "kötülüğlin kayna-
çici, maddi şeylere bağlandığı, ahlaksal ğı" konusunda değil, "ilk günah" ve "tan-
açıdan tehlikeli bir alan haline getirir. rısal kayranın gerekliliği" gibi diğer so-
Ancak insan ruhunun temeldeki ussal runlu konularda da b-aşvurduğu bir çö-
doğası ve Yeni Platoncu ı•arlıkbilgisinin ziimcfür. Matta Platon ve Aristotcles' ten
ussal yapısı göz önüne alındığında yine kaynaklanan zihin fel~efesi kuramlarında
de umut vardır. İnsan ruhu duyulur dün- "istenç'' gibi bağımsız bir güce yer ol-
yada kısmen cisimleşmiş bir varlık olarak madığı göz önüne alınarak modern is-
kendi konumunu kavrayabilecek yete- ıem; kavramının Augustinus'tan kaynak-
neğe sahip olduğundan, bu ruh duyulur landığı sıklıkla dile getirilir. Augusıinus,
dünyayla ahlaki ilişkisini, onun gösterdiği De trinitate (Üçleme Üzerine, 400-416)
iyiliği değerlendirerek ve onu dikkatini adlı yapıunda "Kutsal Üçleme"ye daya-
daha üstündeki düşünülür olana yönelt- narak insan zihnini bellek, anlık ve istenç
mek için bir araç olarak görerek yeniden olarak üçe ayırrruş; tıpkı Hıristiyan öğre­
biçimlendirme yetisini taşımaktadır. İşte tisinde her üçü de Tanrı'nın -onu oluş­
Augustinus'un Yeni Platoncu smıdüzeni turan parçalan değil- bizzat kendisi ol-
kullanışı, görünüşleri altlarında yatan da- masına karşın Baba, Oğul ve Kutsal
ha temel bir bağlamda konumlandırma­ Ruh'un birbirinden ayrılması gibi bellek,
ya dayalı bu Helenistik mutçuluğunun anlık ve istencin de birbirinden ayrılması
merkezinde yer alır. gerektiğini savunmuştur. Ancak insan zih-
Augustinus'un arkasında durduğu bu ni "Kutsal Üçleme"deki gibi mükemmel
Augustinus 132

bir uyuma dayanmadığından bazen anlı­ temelini oluşturur.


ğın tersi yönde çalışan istenç "kötülüğün Augustinus'un mutçuluk anlayışında,
kaynağı" olabilmektedir. Augustinus, bu- "doğru yön"de hareket ederek bu dün-
na dayanarak kimi yerlerde "ilk günalun yada deneyimlediğimiz şeylerin ötesinde
nedeni" diye adlandırdığı istencin, kendi- bir "mutluluk arayışı" içine girmemizi
sininse nedensiz olduğunu söyler. De li- sağlayan temel dayanaklar, iyinin aran-
bero arbitrio'da (Özgür İstenç Ü zerine, ması, kötülükten uzak durulması gerek-
388-395) eğer kişinin istencine istencin tiginin farkındalığı ya da insan zihninin
kendisine dışsal olan bir şey neden ol- üstü.nde daha güvt:nilir bir gönderme
maktaysa "günah" diye bir şeyden söz e- noktasının varlığının farkındalığı gibi he-
dilemeyeceğinden hareketle aldığı klasik pimizin sahip olduğu bazı farkındalıklar­
retorik eğitimine yakışır bir tavırla "is- dır. Augustinus bu farkındalıkları, duyu-
tencin kendisi dışında ne nedeni olabilir lur dünyayla ilişkimizin bütün inançları­
ki?" diye sorar. Augustinus'un "ilk ne- mızı açıklamak için yeterli olduğuna iliş­
den", "nedeni olmayan neden" olarak İs­ kin anlayışı reddetmemiz ·ve us yoluyla
tenç ideası, onun istencin bizim gücü- bulduğumuz doğrulann oluşturduğu res-
müz dahilinde, tamamen bizim elimizde mi tamamlamak için "daha fazlasına" ih-
olduğu; dolayısıyla insanın "özgür istenç" tiyaç olduğuna inanmamız için bizi zor-
e sahip olduğu savıyla birleştirilmelidir. layan doğrular olarak görür. Tann'nın
Bu da onu tannbilimcilerin bir başka bü- kaynı.sının etkinliği de işte bu noktada
yük sorunu olan "özgür istenç" ile "Tan- ortaya çıkmaktadır. Augustinus bu "daha
n'nın kayrası" arasındaki ilişkiyi çözüm- fazlasına" ilişkin açıkla~yı, Tanrı'nın
leme işiyle karşı karşıya bırakır. De dıU1- bir biçimde bireyin zihnini aydınlatar>tk
btts animab11t rontra M.anichaeolda (Mani insanın bilmesinde etkin rol almasıyla
Dinine İnananlara Karşı İki Tin Üzerine, zihnin Tanrı'nın ona sunduğu salt düşü­
392-393) istenci ruhun zorlama altında nülür gerçeklikleri doğrudan kavrayabi-
olmayan bir hareketi olarak tanımlayan leceğini uslamlayan aydınlanış öğretisin­
ve istencin zorlamadan bağımsız oldu- de sunar. İlk bakışta zihni edilgen bir
ğunu savunan Augustinus, De .rpiriı11 ti aha konumuna indi.ı:gcdiği hissedilen bu
littera'da (Ruh Üzerine ve Mektup, 412) öğreti aslında aydınlanışı insan zihninin
Tann'nın kayrasının özgürlüğüne zarar bilişsel eylemlerinin tanrısal kayranın ö-
vermeksizin insanın istenci üzerinde na- zel eylemlerine indirgenmesi olarak gör-
sıl etkili olabildiği sorusunu ele alır. Au- mez. Augustinus'un Tann'nın Söz'ü o-
gustinus'un yanıtı özgür İstencin kayra a- lan İsa'yı "içimizdeki öğretmen" (ı11agirter
racılığıyla geçersiz kılınmadığı, tersine öz- iııterioı') olarak betimlediği De magistrrı' J>t-
gürce sevilen doğruluk aracılığıyla sağal­ ki (Öğretmen, 389) aydınlanış açıklama­
tıldığıdır. Augustinus'a göre sevgi (111110'} sında kullandığı benzetmeye göre, tıpkı
insanı eyleme yönelten ahlıiki itkidir. İn­ duyuların duyulur nesnelerle ilişkisinde
san istenci Tann'nın kayrası tarafından örneğin gözün görmek için ışığa ihtiyaç
doğru yönlendirildiğinde hiçbir zaman duyması gibi, zihnin düşünülür şeylerle
daha düşük bir değeri daha üstün bir de- olan ilişkisinde ihtiyaç duyduğu ışığı da
ğere yeğlemez. Bu durumda Tann'nın ona tannsal kayra sağlar. Aydınlanış, her
kayrasının insan istenci üzerindeki et- şeyden önce bilgimizin, inanan aksine
kinliği insanın "doğru yön"de harekete- anlama için şart olan ve deneysel olarak
den özgür istencinin güvencesi olmakta- tam da belirlenmemiş gözüken bu tiir
dır. Böylelikle, Tann'run kayrası aracılı­ bir zorunluluğa nasıl sahip olabilcliğini
ğıyla, daima daha iyinin peşinden giden açıklamaktadır. Augustinus'a göre inanç,
istenç Augustinus'un etik görüşünün mer- en güzel ifadesini yöntembilgiSinin te-
kezinde yer alan mutçuluk anlayışının da melini oluşturan *mıdo Hl intelligiam ('an-
133 aura (hile]

layabileyim diye inanıyorum') sav~özün­ ne aynı denemede Benjamin, taşıdığı ken-


de bulduğu üzere, anlamanın önkoşµlu­ dine özgü aımısı nedeniyle yakın arkadaşı
dur. Brecht'in devrimci epik tiyatrosunu gök·
Augustinus büyük Hıristiyan fılozof­ lere çıkartmaktadır. Benjamin'e göre, me-
lannın ilkidir ve çok uzun bir süre bo- kanikleşmiş yeniden üretim döneminde
yunca da -XIIJ. yüzyılda Thomas Aqui- ıumının yitirilmiş olması; sanat yapıtına
nas'a gdinene dek- Hıristiyan 12nnbilimi hiç de küçümsenemeyecek bir ödev yük-
için tek otorite olarak kalmıştır. Ortaçağ lemekte, başlı başına siyasal bir işlevi ye-
felsefesinin başlangıç noktası olarak ka- rine getirme olanağı tanımaktadır. İki dün-
bul edilen düşüncelerinin etkileri Des- ya savaşı arasındaki dönem boyunca
cartes ve özellikle Malebranche gibi filo- Frankfurt Okulu'nun etkin bir üyesi olan
zoflar aracılığıyla modem fdsefe döne- Benjamin, çağdaşlan Adomo ile Hork-
mini de katederek günümüze kadar ulaş­ heimer baş12 olmak üzere Frankfurt 0-
mıştır. Aynca bkz. ortaçağ felsefesi; e- kulu'nun önde gelen diğer üyelerine kar-
tik. f!, sanatın insanlann özgürleşimlerine kat-
kıda bulunabileceğini düşündüğiinden ö-
aura (hile] (Yun.) Postınodemizminön­ türü "sanaun yalnızca insanlan kapitalist
de gden habercileri arasında gösterilen kültür endüstrisinin birer tutsağı kılmaya
Alman düşünür Walttt Benjamin,.ın yaradığı" yollu düşüncenin aruk bir yana
(1892-1940) çağdaş kültür dünyasını kav- bırakılması gerektiğini öne sünnüştür. Sa-
mmak amacıyla sunduğu çözümlemeler- naun her durumda 12nnbilimsd, felsefi
de kilit değerde bir yer tutan felsefe teri- ve siyasal sonuçlan bulunduğunu savun-
mi. Çalışmalannın önemli bir bölümün- muş, yer yer gizemli, ironik, "gaipten
de, teknolojinin genelde gerçekliğe daha sesleniliyor" izlenimi uyandıran yazıla­
özddeyse sana12 bakışımızı değiştinnesi nnı, kabalacılıktan mesihçi Yahudiliğe,
olgusu üstüne yoğunlaşan Benjamin, me- Marxçılık12n varoluşçuluğa, oradan da
kanik yeniden üretimin bütün bir çağa gerçeküstücülüğe pek çok kayruıktan bes-
darngasıru vurmasına bağlı olamk sanatın leme uğraşı içinde olmuştur. Özellikle ya-
bütün sahiciliğini kaybettiğine yöndik zın alanına yönelik yapıtlarında, yapıtın
gend savını, kılı kırk yaran bir incdikle dıflndaki çerçevelerden getirilerek yapıta
sunduğu -"aum" çözümlemesi üstüne o- bdli kuramsal ilkderi dayatmaktan çok,
turtmuştur. Benjamin, özgün bir sanat her yapı12 kendi içindeki öncülleriyle
y.ıpmnın her yeniden üretimiyle birlikte yaklaşmaya dayalı "içkin eleştiriyi" etkin
"aum"sından hep bir şeyler daha yitirdi- bir biçimde uygulamaya çalışmıştır.
ğini ileri sünnesine karşın, pek çok dü- Benjamin'e göre, salücilik ya da za·
şünürün düşündüğünün tersine, bu du- man içerisinde aralıksız bulunuş, gelene-
rumu sanat yapınnı demokratikleştirip ğin süreklilik gösterdiğine yöndik son
politikleştirmeye olanak 12nımasından ö- derece temel bir. varsayım üstüne kııru­
türü olumsuz bulmak bir yana bütünüyle ludur. Daha baş12n sorgulamaksızın, el-
olumlu bir durum olarak değerlendirmek­ de' geçerli bir neden olmaksızın benim-
tedir. Nitekim Benjamin'in "Tekniğin 0- senen bu varsayım bütün sanat yapıdan
lanaklanyla Yeniden Üretilebildiği Çağda için de aynen geçerlidir. Nitekim, bir sa-
Sanat Yapın" (l 935) başlıklı denemesi, nat yapıu ait olduğu ·geleneğin içinde,
özerk sanat12 kitlesd sanamkiııden çok hem burada oluşu hem de burada olma-
daha büyük bir "eleştird güç" olduğunu Ylfl anlamında, gizemli "aura deneyimi"n-
düşünen Adomo'yu rahatsız edecek bi- de açığa çıkan bir göriingüdür. Sanat ya-
çimde, fotoğraf ile sinemayı geleneksel pıunın aımısı bu anlamda her bakımdan
sanatın aJmlSllla karşı estetiği "politizc" ait olduğu geleni:ğin bir sonucudur. Bu-
etmenin yollan olarak savunmaktadır. Yi- na göre, sanat yapıu aynı anda hem şim·
Aurelius, Marcus 134

diye ve bur-Jdaya ait olduğundan "bura- daha bir kaçınılmaz olmaktadır; (ıi) sanat
da olan"dır, hem de uzakta ve bir başka ancak eleştirel düşünmeye, bundan da
yerde olduğu için "burada olmayan" ola- önemlisi eleştire eleştire yaşamaya ola-
rak buradalaştınlmaktadır. Benjamin'in nak tanıyorsa "başanlı"dır; (ıii) çağdaş
belirttiği üzere, Eski Yunan'da yontul- kültür dünyası baskıcı ideolojilerin nasıl
muş bir V'=nüs heykeli Yunan geleneği yeniden üretilip yayıldıklannın en iyi gö-
bağlamında ululama nesnesi olarak bu" rülebileceği uzamdır; (iv) fonograf (ses-
lunurken, ortaçağ geleneği bağlamında yazar), film (özellikle sinematografı), fo-
keşişlerin gözünde herşeyi yapma yetisi toğraf gibi yeni medya teknolojileri, sa-
taşıyan Tann'nın idolü olarak bulun- natın "aura"sını bozdukları gibi, kitlesel
maktadır. Her iki dönem de heykeli belli kültürde sanata yeni roller, farklı deyiş­
bir aımm bulunan, yani burada olan ama ler, el değmemiş kullanım alanları ve o-
buradan uzak olan, burada olmasıyla an- lanakları sağlayarak, bütün öğeleriyle bir-
lamı tüketilemeyen birşey olarak dene- likte sanat yaratma sürecinin büyüsünü
yimlemektedir. O nedenle Benjamin için de bozmaktadırlar; (v) izleyici ya da din-
a11rtl'jı, bakanın şimdisinden bakılanın leyici, yaratım sürecinde yapıtın yaratıcı­
şimdisine uzanan bir ağ olarak değerlen­ sına eşlik ederek katılımcı konumuna
dirmek daha doğru bir yaklaşımdır. Ben- yükselmekte, onun etkin bir işbirlikçisi
jamin'in astra deneyimi ile Heidegger'in olarak kendisini kurmaktadır. Kısaca be-
"varlığın sesini duyma" deneyimi arasın­ lirtilen bu noktalardan da anlaşılacağı gi-
da son derece yakın bir benzerlik bulun- bi, Benjamin günümüzde klasik sanat
duğu üstünden atlanamayacak bir ger- t111rt1sı bakışını savunan pek çok eleştir­
çektir. mence yerden yere vurulan yeni sanat
Yalnızca sanat yapıtlarının değil aynı teknolojilerinin icat edilmelerin~ "özgür-
zamanda insanların da mtralanndan söz leştirimci" etkilerini öne çıkararak son
edilebi!eceğine özellikle dikkat çeken Ben- derece olumlu bir gelişme olarak karşı­
jamin, a11ranın üç temel değeri bulundu- lamaktadır. Benjamin'in sanatın gelenek-
ğunu, bunların da sırasıyla "özgülük", sel "aura"sına karşı işleyen bu tür tekno-
"teklik" /"biriciklik" ve "sahicilik" olduk- lojileri olumlayışı, kendisini açıkça XX.
lannı belirtmektedir. Benjamin, doğanın yüzyıl modemizminin egemen seçkinci
düzenine ait dağlar, ırmaklar, kuşlar gibi bakışıyla karşı karşıya getirmektedir. Ay-
doğa nesneleri ile gök gürültüsü, dep- nca bkz. hergünkü (gündelik) yaşa­
rem, fırtına gibi doğa olaylannın a11rası mın estetikleştirilmesi.
bir yanda, tarihin düzenine ait sanat ve
düşün yapıdan ile kişilik ya da kar-.ıktcr- . Aurclius, Marcus bkz. ilkçağ felsefesi.
!erin oluşturulması türünden insan ya-
pımı yaratılar öbür yanda olmak üzere, Austin, John (1790-1859) Hukuk ile
taşıdıklan a1tra bakımından aralannda bir ahlak arasındaki aynının altını koyuca
ayrıma gitmekle birlikte, bunların tümü- çizmeyi kendine ödev edinen, "buyruk-
nün de aslında aynı "auracıl düzen"in çu" hukuk kuramıyla tanınan yararcı İn­
farklı görünümleri olduklannı dile getir- giliz yasabilimci ve hukuk felsefecisi. Hu-
mektedir. Benjamin'in a11ra tasarımı doğ­ kukun doğasına "pozitif" yaklaşımında
rultusunda verdiği kapsamlı çözümleme- Jeremy Bentham'ın düşüncelerinden de-
lerden çıkan birkaç önemli sonucu şu rinden etkilenen Austin, ölümünün ar-
biçimde sıralamak olanaklıdır: (i) kültür dından Bentham'la birlikte döneminin
bir bütün olarak meta üretim endüstrisi- en önde gelen hukuk felsefecileri arasın­
ne dönüşmekte, buna bağlı olarak da da gösterilmiştir. Bugünden bakıldığında,
kültür ürünlerini "şeyleştirme" ya da bu Austin'in pozitif hukuk kuramına ilişkin
ürünlere şeyleştirerek bakma giderek açıklamalan XIX yüzyıl hukuk felsefesi-
135 Austin, J ohn Langshaw

nin en tutarlı ve en kabul gören açıkla­ ise siyasi toplumdaki egemenin· buyurdu-
malarıdır. ğu ödevlerdir.
John Austin yaşarken yayımladığı tek Tüm yaşamını hukuk kavramlarını çö-
yapıu Tht Provintt of JıtrispmJ11ıa Dettr- zümlemeye adayan, bu çözümleme et-
mineJ anJ Usu of tht Sı114J of Jnrispm- kinliğinin hukuk bilimi ile yasabilimin te-
ıitııtlta (Yasabilimin Alanının Belirlen- melinde yer alması gerektiğini düşünen
mesi ve Yasabilim Araştırmasının Yarar- Austin'in ölümünden sonra yayımlanan
lan, 1832) yararcı bit ahLik anlayışı ge- diğer kitabının adı ise Lettnm on the Phi-
liştirir; hukuk ile }rasal sistemi ve arala- losopby of PositWe Law'dıt (Pozitif Hukuk
nndaki ilişkileri çözümler~ huL.-uk ile ah- Felsefesi Üstüne Dersler, 1861). Austin
lak arasında sınırkoyma sorununa eğile­ bu kitabında ilk yapıtında değindiği tüm
ıı:k ikisi arasında olması gerektiğine i- hukuk kavramlannın ayrıntılı bir çözüm-
nandığı aynını belirginleştirmeye çalışır. lemesine girişmiştir. Austin'in ortaya koy-
Austin bu yapıunda "pozitif" bir yakla- duğu görüşler, :XX. yüzyıl hukuk fdsefe-
şımla varolan hukuk ile vıırolması gere- sinde eleştiri oklarına epey bir hedef ol-
ken hukuk arasında katı bir ayrıma gider. salar da (özellikle de görüşlerinin "siyasi
Yasayı egemenin isteğini bııyunnası ola- egemen"e fazla ağırlık tanımasıyla devlet
rak tanımlayan Austin, yasaları en genel tiranlığına yol açmaya meyilli oluşuna
anlamda ikiye ayırır. Tamı'mn insanlar yönelik eleştiriler) onun çözümleyici hu-
için koyduğu yasalar ile insanların insan- kuk bilimini, berrak bir yasabilimini te-
lar. için koyduğu yasalar. Her ne kadar mellendirmeye girişmesi her zaman için
Austin Tann'nın koyduğu yasaları "do- anılmaya değerdir.
ğal yasalar'' olarak görse de ,bunlara
"kutsal yasalar" demenin daha uygun o- Auatin, John Langshaw (1911-1960)
lacağını belirtir. Austin'e göte insanların 1950'1et ve 60'larda çok etkili olmuş
koydukları yasalar da kendi içinde ikiye gündelik dil felsefesinin en önemli tem-
ayrılırlar: siyasi egemenin koyduğu yasa- silcilerinden olup felsefe sorunlarına dil-
lar C'pozitif hukuk') ile diğer toplumsal bilimsd çözümlemelerle yaklaşılması ge-
güçlerin koydukları yasalar C'pozitif ah- rektiğini savunan İngiliz felsefeci. Tek-
lak"). Buyruklar, ödevler ve yükümlü- nik bir fdsefe dili uğruna gündelik dilin
lükler her iki tür yasada da bulunan or- açık ve anlaşılır aynmlannı belirsizleşti­
tak kavramlardır. Nitekim Austin egeme- ren felsefeciler, Austin'e göre, felsefe so-
nin buyurduğu eylemin aynı· zamanda runlannı çözmek yerine büsbütün kar-
hem bit buyruk hem de bit ödev oldu- maşıklaştırmakıııdırlar. Austin felsefede-
ğunu belirtir.· ki karmaşıklıkların çözülebileceğini ve
Yasabilimin a1aıunı katı pozitif bir bu sayede, eğer dilsel çözümlemeler dik-
anlayışla betimleyen Austin bu kez de katlice yapılıısa, felsefede ilerlemenin
Locke'u izleyerek üç tür ödev belirler: mümkün olduğunu savunmuştur. Austin
Yararcılık ilkesiyle ya da en büyük mut- aynca dilsel çözümlemelerde simgesel
luluk ilkesiyle uyum içinde olan din ö- mantık kullanılmasına, simgesel mantı­
devleri, Tanrı bizim mutluluğumuzu ar- ğın gündelik dile göre çok hantal yani
zuladığından Tann tarafından buyurulur- gündelik dilin kıvraklığından çok uzak
lar. Ahlak ödevleri Austin'in (vı: kuşku­ olması gerekçesiyle karşı ·çıkmıştır. Aus-
suz Bentham'ın) sözcük dağaıcığında bir tin'in ölümünden sonra yayımlanan ö-
topluma egemen olan ahLik kodhırı tara- nemli kitaplan şunlardır: Philt>sophkal Pa-
fından bilditilen ödevletdir. Bu i1<levler pm (Felsefe Yazılan, 1961);Sm11 anJ Sm-
toplum tarafından buyurulduklanndan sibilia (Duyum ve Duyumlananlar, 1%2
hem birer yükümlülük hc:m de biıı:r buy- -bu kitapta Ayet'in duyu verileri kura-
ruk olarak okunabilirler. Hukuk ödevleri mını eleştirmiştir); How to Do Things Mıh
autarkeia 136

Wonlr (Sözcüklerle Birşeylerin Nasıl Ya- durumumuzu kabul ettirmek için kullan-
pılacağına Dair, 1%2). Bu son kitapta dığımız ikna amaçlı tümceler olduğuna
Austin, söz edimleri kuramı olarak bili- dikkat çekmiştir.
nen ve ardılı John R. Searle tarafından Austin'e yakın olan felsefeciler onun
iyiden iyiye geliştirilen dil felsefesinin en açık seçik, sınanabilir sonuçlarla dizgeli
önemli kuramlarından birini ortaya at- bir" biçimde düşünmeye olan tutlrnsun-
mıştır. Dilin yalnızca yaıgı tümceleriyle dan ve çözümleme yeteneğinden -so-
işlemediğine, özellikle konuşma dilinde runları ustalıkla p-.ırçalayıp tekrar topar-
davranışla -edimle ya da eylemeyle- bir lamasından- söz açarlar. Bunların ya-
bütün olan söz vermek, rica etm~k, ye- nında yine Austin'in belirsizlikten, kapa-
min etmek, emir vermek, yalvarmak, so- Wıktan, eğretilemeli dil kullanımından,
ru sormak gibi çeşitli kullanımların oldu- retorikten ve vaı:lıkbilgisel hayallerden
ğuna dikkat çeken Austin gündelik dilin hep kaçındığından dem vurulur. Bazıları
farklı kullarumlannı söz edimleri başlığı Austin'in bakış açısının Wittgenstcin'ın
altında çözümlqip sınıflamışur. Austin durumuna benzer olarak felsefenin so-
bu yolla gündelik dili daha iyi anlayıp nunu getirdiği yorumunu yapmışur. Oy-
felsefedeki bularuklıklann kaynağını da- sa Austin'e göre savunduğu görüş her
ha iyi kavramayı amaçlamışttr. Ölümün- şeyin başlangıcıdır. Karşılaştığı sorunlara
den sonra yayımlanan ilk kitabı olan Ftl- sanki onlarla ilk kez karşılaşıyormuşça­
aft YatıJan'nda da yer alan "Other Minds" sına yaklaşan Austin'i, A: J. Ayer yalnız
("Başka Zihinler'', 1946) ve "I fs and başına koşmak istemeyen ama yine de
Cans" C'İseıer ve 'Yapabilme'ler", 1956) etrafındakileri ısırarak onunla koşamaz
gibi yazılar Austin'in kendi yöntemini uy- hale getiren bir köpeğe benzetmiştir.
guladığı önemli çalışmalanndandır. Bun- Gerçekten de Austin de upkı Wittgcns-
lardan birincisinde, bilginin olanaklılığı.­ tcin gibi felsefe konusunda her felsefe-
na dair felsefi sorunlarımw 'bilme' söz- cide rastlanmayan türden bir duyarlılığa
cüğünü kullanma biçimimizle ilişkilendi­ sahip ender felsefecilerdendir. Wittgens-
ren Austin'e göre, felsefede 'bilme' söz- tı:in'ın Austin'in başı çektiği gündelik dil
cüğünü öyle bir kullanırız ki sanki neye felsefecilerine benzetilmesinin Witı:gens­
bilme dediğimizin ya hiçbir ölçütü yok- tein'a karşı yapılmış bir haksızlık oldu-
tur ya da şimdiye kadar hiç kullanma- ğunu söyleyenler, belki de Wittgenstein'a
dığımız bir ölçütü var gibidir. Bu nokta- yapıldığını düşündükleri haksızlığın bir
da Austin'in sorduğu zor soru "Nasıl benzerini bu haksızlığı dile getirirken A-
olur da 'bilme' sözcüğünü bir ölçütü ol- ustin'e yapmaktadırlar. Aynca bkz. dil
maksızın ya da hiç karşılaşmadığımız bir felsefesi; gündelik dil felsefesi; dilci
ölçüt yardımıyla kullanabiliriz?" sorusu- felsefe; Searle, John R.; Wittgenstein,
dur. Sözü geçen ikinci yazıda ise, yani Ludwig; söz edimleri; düzsöz edimi;
"Ifs and Cans"te istenç özgürlüğü soru- edimsöz edimi; etkisöz edimi; edim-
nuna eğilen Austin en başta büyük so- sözgücü; edimseller;gözlemlcyicilcr.
ruyu sormaktansa -buradaki büyük soru
"Özgür müyüm?"dür- dikkatli bir şekil­ autarkeia (Yun.) Eski Yunanca'da "ken-
de ' ...-cbilirdim' ve 'Eğer X'i yapmayı di" anlamına gelen aNIO- öncki ile "yeterli
seçseydim ...-cbilirdim' türünde ifadele- olmak", "elvermek", "doyurmak" anla-
rin gündelik kullarumlannı incelemiş ve mındaki arka'n'den türetilmiş bu sözcük,
bu kullarumlan felsefedeki kullanımla kı­ ilkçağ Yunan felsefesinin ahlak öğretile­
yaslamışttr. Bu tür ifadelerin edimleri- rinde insanın erdemli bir yaşam sürebil-
mizi belirleyen gerek veya yeter şartlar mesi, mutluluğa erişebilmesi için gerekli
olmadıklarına, yalnızca benzer durumda olan kendi kendine yetmesi durumu;
olanlara öğüt vermek için ya da kendi "kendine yeterlik koşulu" aruamında kul-
137 Avenarius,Richard

larulımştır. dünya kavrayışı ortaya koymak olduğuna


A11tari.tia Aristoteles'te insan yaşamı­ inanan Avenarius'un deneyci-eleştiricili­
nın amacı olan mutluluğun (!e11daimo11ia) ği, herşeyden önce, felsefeyi bilimsel il-
öznitdiği., vazgeçilmez önlı:oşulu olarak kelerle temellendirmeye çalışan katı. kök-
anılır (NiltAmakhoı'a Enlıı. 1, 1097b). Te- tenci bir olguculuktur. Deneyimin, özel-
rim daha sonralan hem Stoacılarda hem likle de salt deneyimin betimsel ve genel
Peripatosçularda hem de Platoncu gelc- tanımlan üzerinde duran Avenarius, bil-
nekt.e (Plotinos, Dolıı.llz/11/ıı.lar 1, ·4,4) er- ginintümüyle ve her.koşulda "salt denc-
demli insanın bir niteliği olarak yerini a- yim"e dayandığını savunur. Ona göre,
!U. . her türlü bilimsellik savının geçerli ola-
bilmesi için öne sürülen bilginin bütü-
auta katlı baato (Yun.) İlkçağ Yunan nüyle duyu izlenimlerine indirgenebilme-
felsefesinde, özellikle de Aristoteles 'te, si gerekir. Deneyimi aşan metafizik sav-
başkasının yardımı olmaksızın, "kendi lar ise salt zihnin yaratimlan olduklann-
başına" anlamında kullanılan t.erim. dan yadsınmalı ve gözden ırak tutulmalı­
dır. Avenarius tözün ve nedenselliğin var-
autokinesis (Yun.) İlkçağ Yunan felse- lıkbilgisel geçerliliğini de reddeder. Bi-
fesinde, özellikle de Platon'da, ruhun bir limsel bir deneycilik oluşturmak için salt
işlevi olarak "özdevinim" anlarrunda kul- deneyimin biçiminin ve içeriğinin betim-
larİılan terim. Platon'a göre ruh f!p~lıı.m) sel bir tanımını veren Avenarius, öznc-
kendi kendini devindirebilecek, özünü nesne (zihin-beden) ikiliğinin, içsel-dışsal
harekete geçirebilecek bir güce sahip ol- deneyim ayrımının geıçekliği çarpıttığım
masından ötürü "ölümsüz"dür. düşünür. Metafiziğin geleneksel tüm ay-
runları gibi içsel ile dışsal ayrımını da
automaton (Yun.) İlkçağ Yunan felse- reddeden Avenarius, ben ile onu kuşatan
fesinde "kendiliğinden oluş ya da olma"; bileşenlerden oluşan t.ek bir salt deneyim
dıştan bir etki ya da belirlenme olmaksı­ dizgesinin söz konusu olduğunu, zihin
zın "kendi kendine belirme durumu" an- ile beden arasında aynm gibi gözüken
larrunda kullanılan terim. Önceden dü- şeyin de yalnızca t.ekil, doğal bir türün
şünülüp taşınılımş ya da amaçlı olarak öğeleri arasındaki farklı ilişkiler sorunun-
değil de bir anlamda rastlanu (1111to11111tos) dan kaynaklandığını savunur.
sonua.ı kendi kendine ortaya çıkan et- Lenin Mı:ıluyaliZfll "' Ampiriolıı.ritiriZf11
kinlik. Ayrıca bkz. tykbe. (Mat.erializmi empiriokritisizm, 1909) adlı
çalışmasında Avenarius'un Aleksander
Aftftariuı, Richard (1843-1896) Meta- Malinovski, Vladimir .Rudnev ve Niko-
fiziği sorgulayan eleştirileriyle öne çıkan lay Valentinov gibi düşünürler aracılı­
bir felsefe öğretisinin, "deneyci-eleştiri­ ğıyla sosyalist düşüncede etkin olan dc-
cilik" (ampiriokritisizm) diye bilinen b.il- neyci-eleştiriciliğini, içerdiğini düşündü­
gikuramının ya da bilgi felsefesinin çağ­ ğü idealizmden ve revizyonizme felsefi
daşı Eı:nst Mach'la birlikte kurucusu ola- dayanaklar sağlamasından ötürü eleştirip
rak anılan Alman· felsefeci. Avenarius en yıkmaya çalışmıştır.
önemli yapıtı olarak gösterilen Sait Dme- Düşünmede, özellikle de bilimsel dü-
yifllitı E/qtirin'nde (Kritik der reinen Er- şünmede "tutumluluk ilkesi"ni savunan,
fahnıng, 2 cilt, 1888-1890) Ernst Mach' deneyciliğin çağdaş bir yorumu olarak o-
ın olguculuğuna, David Hume ile Gcor- kunabilecek deneyci-eleştiriciliğiyle Vi-
ge Berkeley'in deneyciliğine dayanarak yana Çevresi düşünürlerini, özellikle de
kendi deneyci-eleştiriciliğini temellendir- bu okulun kurucusu Moritz Schlick'i et-
miştir. Felsefenin. ana ödevinin ya da iş­ kileyen Avenarius'un ~r önemli ya-
levinin salt deneyime dayalı doğal bir pıdan arasında SpimıZfl '11111 Tİİllll4tma/ığl-
Averroes 138

nın Biriııa Emsi ik İleinıi t'e Oplıııii Evre- !arı bulunan evrensel değerleri ön plana
leri Aranııdaki İlişkiler Ü!r!ri•1t (Über die çıkarır. Bu yönüyle Aydınlıınma hareketi,
beiden ersten Phasen des Spinozischen tüm insanların tüm zamanlarda temelde
Pantheismus und das Verhiiltniss des z- aynı doğada olduklarını, zaman içerisin-
weiten zur dıitten Phase, 1868), kısa ol- de ortaya çıkan farklılıklarınsa önemsiz
masına karşın oldukça çok okunan ve olduklarını savunduğundan tarihdışı bir
sık sık alıntılanan Diiııy1111111 En Az Eııtrji arılayış olarak görülebilir. Ancak, buna
Sarfedi/111tsi İlkesi11e Go·re Diişiiıliilmesi Ola- ~ırşın tarih yazıcılığınİn üzerindeki etkisi
rak Felsefe: Salı Deııryimi11 Eleşh"risi'tıc Ö11- kayda değerdir. Sözgelimi, "philosophie
Jgiş (Philosophic als Denken der Welt de l'histoire" (tarih felsefesi] deyişini
gemiiss dem Prinzip des kleinsten Kraft- yerleştiren Voltaire, Essai snr fes 1111tnrs et
masses: Prolegomena zu einer Kritik der f erpriı des ııatioııs adlı çalışmasında, tari-
reinen Erfahrung, 1876) ile İ11saıı111 Dii11- hin, insanın ussal kültür için verdiği ilerici
ya Kavrt!Jıp (Der menschiche Weltbeg- savaşımı olduğunu ileri sürdüğü standart
ıiff, 1891) sayılabilir. Aydırılanmacı görüşü ortaya koyar. Öte
yandan, Montesquieu ulus olmanın ya-
Averroes bkz. İbn Rüşd. salarını tarihsel ve doğal koşullara bağlı
olarak açıklamaya girişir.
Avicenna bkz. İbn Sina. Doğuşundan b-.ışlayarak ağır eleştiri­
lere maruz kalnuş olan Aydırılanma ha-
Aydınlanma (Çağı) ~ng. Enlighteıımeııt, reketi en çok da XVJII. yüzyıl sonlann-
Age ofEıılightmmeııt, Fr. Edairemeııı, Su"es da eleştiri almıştır. Ortaçağ fılozoflanrun
de Ltımieres; Alm. Aufeliinmg, Zeitalter der görüşlerinin yalnızca yetkeye dayandığı
Aujkliimııg, es. t. teııewiir ılevn] x\ru. yüz- savının, bu fılozoflann yapıtları okundu-
yılda ingiltere'de başlanuş, xvııı. yüz- ğundıı kolay kolay ayakta kalacak bir sav
yılda Fransa ile Almanya'da olgunluğa olmadığı görülür. Geleneksel inançlann
erişerek tüm Avrupa'da etkin olmuş dü- ve kurumların toptan yadsınması ise geÇ-
şünce hareketi. Bu hareketin egemen ol- ıniş kuşakların birikmiş bilgeliklerinin tek
duğu dönemeyse Aydınlanma Çağı ya da bir fılozofun düşüncelerinden çok daha
Akıl Çiığı denir. doğru olabileceğini dillendiren Edmund
Aydınlanma çoğunlukla "Karanlık Çağ" Burke'nin (dil konu.~undaysa sonraları J.
diye anılan onaçağla eş görülen usdışıhk L Austin'in) tepkjsini çeker. Bireyin tüm
ve baul inançlara yönelik eleştirel yakla- düşüncelerini eleştiri süzgecinden geçir-
şımıyla tanınır. Aydınlanma hareketi, in- mesi ve us dışında başka bir yetke unı­
sanın temel özelliğini, yalnızca düşünme­ maması gerektiği savıysa, kişinin kendi
sini sağlamakla kalmayıp onu doğru dav- güdük deneyimleri ile önünde duran bil-
ranmaya da götüren us sahibi oluşunda gi alanı arasındaki açıldık ya da boşluk
görür. İnsanların doğasını doğuştan iyi nedeniyle hüsrana uğrar. Aydırılanma ta-
sayan ve hukuk önünde, toplum yaşa­ sarısına yönelik eleştiriler en çok, kişiler
mında kadın-erkek herkesi eşit gören arasındaki ilişkilerde tüm saltık değer
Aydınlanmacı düşünürlere göre, inançlar kavramlanru kaldıran liberal felsefe si yü-
din adamlarının sözleriyle, kutsal kjtapla- zünden Adam Smith ile: insan eylemle-
rın yazdıklanyla ya da geleneklerle temel- rini gerçekten tetikleyen karmaşık güdü-
lenı:lirilemezler; inançlar ancak usun e- leri göz ardı ediyor görünen özerklik ve
leştirel süzgecinden geçirildikten sonra ahlaksal ödev arılayışından ötürü lmma-
benimsenebilirler. Ayrıca, Aydınlanmacı nuel Kant'a yapılnuştır. Özellikle Kant
yaklaşım, yerel önyargılan ya da göre- soyut usun ışığında yapılmış evrensel ya-
nekleri de bir kenara koyarak, herkeste salara bağlılığı, iyi olan yerine doğru o-
ve her yerde ortak olan, ussal dayanak- lanı yeğlemesi, farklılığa kayıtsız kalan
139 Aydınlanma (Çağı)

cvrendeşçi duruşu nedeniyle Aydınlan­ Almanya'da Aydınlanma'run anlamına


ma tasansının anlamsız öznelciliğinin, içi yönelik tartışmalar tanrıbilimci Johann
boş biçimciliğinin sözcüsü olarak görül- Friedrich Zöllner'in konuyla ilgili ·olarak
müştür. Sözgclimi, Hans-Georg Gada- yazdığı bir makalenin Aralık 1783'te
mer'in felsefece yorumbilgisi, Kant'ın Bcrlinische Monatsschrift'tc çıkmasıyla
dolayısıyla Aydınlanma'nın gerçek denc- başlar. Sorduğu "Aydınlanma Nedir?"
yündcn kopararak soyut biçimde ele al- sorusuna izleyen yıllarda kimileri başka
dığı "bireyin kendi farkındalığı" kavra- dergilerde yayımlanmış çeşitli yanıtlar
mını eleştirirken özünde Hegclci bir tu- gelir. Bunlardan, Rousscau'yu Almanca'
tum benimser. Öte yandan Kant'ın fel- ya ilk ÇC\--ircıılerden biri olan Moses
sefesinin eleştirel renginden yana olan Mendelssohn ile Immanuel Kant'ın ver-
Jürgcn Habcrmas ise, Aydınlanma'nın ge- diği yanıtlar oldukça önemlidir. Mendcl-
leneksel inançlan usun süzgecinden geçi- ssohn, toplumlan aşırı değişimin doğu­
rirken güttüğü özgürlükçü, durmakswn racağı tehlikelere karşı koruma kaygısı
geleneğin yetkesini sarsan ereklerini aynı taşıyanlann ileri sürdüğü itirazlan göğüs­
şiddette savunur. lemeye çalışarak, tehlikeli düşünceleri ya-
Aydınlanma'nın Avrupa düşünce ya- sa gücü kullanarak yasaklamanın değil de
şamındaki önemine ilişkin XIX. ve XX. bireyleri tek tek sorumlu kılarak uzak-
yüzyılda yapılmış tartışmaların konulan, laştırmanın daha iyi bir yol olduğunu sa-
özellikle Diderot ile d'Alembert'in En- vunur. Neden olabileceği zararlar nede-
91--lopiJit'si ile bağlantılı olarak l 7SO'ler niyle girişken bir bireyin yaratıcılığını de-
Fmnsası'nda ve usun sınırlan ile kullanı­ netim altında tutmak insanın ilerlemesi-
mının desteklenmesinin siyasal sonuçla- ne karşı yasa koymak demektir. Öte yan-
nnın tartışıldığı l 780'lcr Prusyası'nda za- dan bireyler için yararlı olabilecek birta-
ten belirlenmişti. Engdopldit'nin 1751 ta- kım düşünceler yurttaşlar için zararlı ola-
rihli ilk cildinin girişinde d'Alcmbert ile bilir. Berlinische Monatsschrift'in Aralık
Diderot çoğunlukla bir bütün olarak Ay- 1784 tarihli sayısında çıkan "'Aydınlan­
dınlanma 'nın manifestosu sayılan bir söy- ma Nedir?' Sorusuna Yanıt" adlı kısa ya-
lev ortaya koyarlar. Tek tek dahilerin ya- zısında Kant da birey ile yurttaş arasında
pıtlanndan kalkarak insan usunun başa­ benzer aynmı vurgular. Kant, bireylerin
nlannın farkına varan d'Alcmbcrt, ken- kemikleşmiş zayıflıklan ya da kendi an-
disinden önce gelenlere, Bacon, Descar- lama yetilerine güven duyacak kadar ce-
tcs, Lcibniz gibi XVII. yüzyılın felsefe ve sur olamayışlan yüzünden, kişisel alan-
bilim devlerine bol bol övgüler dizer. daki aydınlanmanın kamu alanındakin­
Ancak, kısmen dahi insanların dikkatle- dcn daha zor olduğunu ileri sürer. Bu
rini, başkalannın temel biliınlcri benim- nedenle, aydınlanmanın kişisel alandan
semelerinde olduğu gibi doğa bilimle- çok kamu alanında sağlanması zorunlu-
rine, özellikle de mekaniğe (düzcnekbi- luğu vardır; Aydınlanma'nın zaferi için
lim) vermeleri; kısmen de insan usunun her şeyden çok gereken öğc özgürlüktür.
ürünlerinin, içindeki yararlı bilgilerin o- Aydınlanma hareketinin bu kadar çok
kunduğunda önyargılann ortadan kaldı­ etkili olmasının bir nedeni de Avrupa'da
nlabileceği gerçek bir kütüphane oluştu­ tarihin daha önce kaydetmediği oranda
rabilecek bir düzeye gelmesinden ötürü yoğun bir düşünce alışverişinin gazctclc-
kendi çağının bilgi yolunda önceki çağ­ ı:in, dergilerin ve kitaplann dağıtımı yo-
lardan çok daha ileriye gittiğini öne sü- luyla gerçekleştirilmiş olmasıdır. Saraylar-
rer. Eneydopltlil, o halde, genci aydınlan­ da kral ve kraliçelere danışmanlık yapan
ma aracıdır; çünkü bulanık karmakarışık filozoflara, 61ozoflarla yazışan soyluların
bir dille değil halkın anlayacağı. bir dille eklenmesi Aydınlanmacı görüşleri toplu-
tüm okuıyazarlara ulaşır. mun üst katmanlanna taşır. Okuma yeti-
Ayer, Alfred Jules 140

sinin kitleselleşmesi ise uzmanlann gö- şü benimsemiştir. II. Dünya Savaşı sıra­
rüşlerini topluma aktarma olanağı sağlar; sında askeri istihbaratçı olarak görev ya-
böylelikle bu kimseler toplum içinde si- pan Ayer savaşın ardından Londra'daki
yasal bir varlık haline gelerek belli ölçü- University College'da Zihin ve Mantık
lerde iktidardan pay alırlar. Fdsefesi Profesörü oldu. Daha sonra
Aydınlanma'nın, insanın usdışı yönle- Oxford'daki New College'a Mantık Pro-
rini ve kültürler arası farklılıkları küçük fesörü olarak geçti. Bu tarihten itibaren
görüşü, Hegel gibi kimi düşünürlerin e- kamu önüne sıkça çıkan, radyo ve tele-
leştirisiyle yanıt bulur. Hegel, Aydın­ vizyon programlarına katılan Ayer, 1952'
lanma 'nın bireyci usçuluğunu birbirleriyle de İngiliz Akademisi'ne üye seçildi~
sıkı sıkıya kenetlenmiş kalıo bir toplulu- l 970'te kendisine "Sir" unvanı verildi.
ğun gereksinimleriyle uyuşturmaya çalı­ Gençlerin felsefeye kazandınlmasını ö-
şırken, Nietzsche eşitlik, ilerleme inancı zellikle arzulayan felsefecinin 1978'de e-
ve usun üstünlüğü de içinde olmak üzere mekli olmasından sonra da bu çabası
Aydınlanma hareketinin ideallerini geniş sürdü. Dört kez evlendi; 1977 ve 1984
ölçüde yadsır. tarihlerinde olmak üzere iki de fa yaşam
Aşağı yukarı başlangıç tarihi belli o- öyküsünü kaleme aldı.
lan Aydınlanma Çağı'nın, bitişi konu- Ayer felsefe bakımından kendisini Loc-
sunda aynı belirginlik görülmez. Pek tu- ke ve Hume'la başlayan Mili, Russell ve
tulan bir yoruma göre Aydınlanma'nın Moore'la süren İngiliz Deneyciliği'nin bir
bir sonucu olan, halk egemenliğini, ya- parçası olarak görür. Üretken bir yazar o-
salar önünde eşitliği ve özgürlüğü hayata lan Ayer bilim felsefesi ile zihin felsefesi
geçirmiş Fransız Devrimi'yle bu çağ ka- üzerine yazdığı pek çok makalenin yanı­
panır. 1940'1ı yıllarda Adorno ile Hork- sıra özellikle bilgikuramına katkıda bulun-
heimer ise Aydınlama'nın batıl inançlara, muştur. Aynca Hume, Russell, Moore,
dine ve fizikötesine karşı bir silah olarak Wittgenstein, Amerikan prııgmaoları Pe-
kullandığı usun ta kendisinin onun so- irce ile James üzerine de kitaplar yaz-
nunu hazırladığını savunurlar. Deneyci mıştır.

olsun usçu olsun Aydınlanmao filozotlar Ayer'i mantıkçı olguculann metafizik


belki de en iyi, kutsal doğruların evrensel kaqıtı öğretilerine çeken şey, en azından
sığlıklan olarak gördükleri şeye karşı yö- kısmen, onun F. H. Bradley ile McTag-
nelttikleri özgürlükçü itirazlan ortaklaşa gart'ın uzam, zaman ve maddenin ger-
biçimlendiren kuşkucular olarak betim- çekliğini yadsıyan görüşlerine, onların i-
lenebilir. Çağlannın etnik temizlikçileri- dealizmine karşı duyduğu tepkiydi. Ol-
ne karşı çıkan Aydınlanmacı fılozoAar, guculuk, Aycr'c bu türden savlan meta-
günümüzde insanlığa karşı işlenmiş suç- fizik saçmalıklar olarak mahkum edecek
lar olarak adlandırdığımız eylemlerin an- silahı sağlıyordu. Bu silahın adı, öner-
laşılmasına da katkıda bulunmuşlardır. meleri analitik olarak doğru (ya da yan-
Aynca bkz. modern felsefe; etik; An- lış) dolayısıyla a prion' olarak bilenenler
siklopedi/Ansiklopediciler. ve deneysel olarak doğrulanabilen ö-
nermeler olarak ikiye ayıran "doğrula­
Ayer, Alfred Jules (1910-1989) Man- macı anlam kuramı" dır. Bu kurama göre,
tıkçı o~culuğun önde gelen temsilcile- deney(im)le doğrulanamayan gdeneksel
rinden Ingiliz fdsefeci. Oxford'da eğitim metafizik görüşleri ifade etme iddiasın­
görmüş olan Ayer, daha lisans öğrenci­ daki önermderi ve sözcükleri belli bir
siyken felsefeye ilgi duymaya başlamıştır. biçimde kullanma kararlığını yansıtan üs-
Gilbert Ryle'ın onu Viyana'ya gitmesi i- tü örtülü analitik bildirimler felsefi ba-
çin yüreklendirmesi sonucunda (1932) kımdan önemsiz ya da anlamsız sayılır­
mantıkçı olguculukla tanışmış, bu görü- lar. Ayer'in ilk kitabı Langttage, Tmth and
141 Ayer, Alfred JuJea

Lolit (Dil, Doğruluk ve Manuk, 1936) yum içinde bulunabileceğini öne süren
işte bu doğrulamacı anlam ölçütünü ta- bağdaşırcılık görüşünü savunmakta bul-
nımlar ve doğurabileceği sonuçların çe- du. Bağdaşmazalığı savunanların düştü­
şitli felsefe tarttşmalanndaki izini sürer. ğü yanlışın, bir şeye yolaçıın davranışın
Kısmen kendine duyduğu güven ve sal- zorunluluğu içerdiğini düşünmeleri oldu-
dırgan biçemi kısmen de Tann'nın varlı­ ğunu ileri sürdü. Ayer'e göre nedensellik,
ğını tanıtlamaya yönelik savlann anlam- olaylann birbirleriyle bağlanu içinde ol-
sızlıklanyla ilgili ve etik bildiri.mlcrin çö- masından öte bir şey değildir; aralannda
zümlemesinin hiçbir bilişscl öneme sa- herhangi bir zorunluluk ilişkisi içermez-
hip olmaksızın yalnızca duygulanmızı i- ler.
fade ettiğine yönelik aynına savları yü- Ayer, il. Dünya Savafl yıllannda, fi-
zünden kitap "kötü" bir nam salmışur. zik nesneler üzerine söylenebilecek her
Bu savlann taruşmalı doğası gözönüne şeyin bir dizi duyu verileri önermelerine
alındığında, daha çok olgucu anlam öl- çevrilebileceğini savunan görüngücülüğü
çütünün, doğrulamacı ilkenin başanlı bir benimsedi. Ancak, savaştan sonra bu gö-
yorumu üzerine yaslanıldığı görülecektir. rüşü terlretti. Thı Cınlral Q11ulio111 of Phi-
L#ıg11agr, Tnttb anıl Lo§t büyük oranda lomplfy'de (Felsefenin Temel Sorunlan,
Ayerrın doğrulamaa anlam kuramının a- 1973) "karmaşık gerçekçilik" adım vere-
na hatlarını ortaya koyar. Bu kitapta fizik rek kaba gerçekçilikten ayırdığı bir görüş
nesnelerin varlığı gerçek ve olası duyu ortaya attL Ayer'e göre, fizik nesnelerin
verilerine bağlanır, başka zihinlerin wrlı­ algılanmasına dayanan yargılannuz, ge-
ğına ilişkin bildiri.mlcr, söz konusu zihin nellikle örtük biçimde yapılan ve çok da-
sahiplerinin davranışlannın doğrulanma­ ha güvenli bir taban üzerine oturan bir
sına dayandınlırlren, bir kimsenin kendi çıkanma bağlıdır.
zihninin varbğına yönelik bildirimler Ayer'in diğer önemli çalışmalan şun­
davranışçı bir gözle ele alınmaz. Ayer, lardır: görüngübilimi ele aldığı Thı Fo1111-
Ltmll"'#, Tnttb anıl Lolit adlı yapıunda · dalio111 of Empiriml Kmıw/edgı (Deneysel
mantığın ve matematiğin öncrmcleri ile Bilginin Temelleri, 1940); özgürlük ile
ahlak önermelerine ayn bir yer verir. belirlenimcilik, görüngücülük, yararcılık,
Mantık ve matematik doğrularının an- başkalannın zihni ve wrlıkbilgisi üzerine
lamsız sayılamayacağını söylerken, bunla- denemelerinden oluşan PbilosopbkaJ Et-
nn deneyle doğrulanabileceği düşünce­ ıtgı (Felsefece Denemeler, 1954); bilgiye
sine ise karşı çıkıır. Böyle zorunlu doğ­ ilişkin düşüncelerini dile getirdiği, aynca
rulann analitik doğrular sayılmasını ve kuşkuculuğa dair bir taruıımayı da içeren
doğruluklarının yalruzca belli birtakım Tbt Problem af Knon./etlgr (Bilgi Sorunu,
terimleri kullanma yöntemimizle sınır­ 1956); doğruluk, özel diller, doğa yasala-
landınlmasını savunur. n, kişi kavramı ve olasılık üzerine dene-
Ahlak yargılanyla ilgili olarak Ayer, melerinden oluşan Thı Con&fJJI ofa Pınarı
bunlann bilişsel bir önemden yoksun ol- anıl Oı!Rr Essl!Js (Kişi Kavramı ve Diğer
duklannı söyler. Davranışlanmızdan ya Denemeler, 1963); Amerikan pragmaa-
da yapıp etmclerimizden ahlaken sorum- lan Peirce, James ve Dewey'i ele alan
lu olup olmadığımız konusunda oldukça TIR Origirıı af PragmaliZ!" (Pragmacılığın
kafa yormuş Ayer açısından belirlenim- Kökenleri, 1968); çözümleyici felsefenin
ciliğin egemen olduğu bir evrende ahlaki kaynaklarım araşuran RRmU anıl Moorr:
sorumluluğun olamayacağı açıkur; çünkü Tha Ana!Jlica/ Heritega (Russcll ve Moo-
yapmaktan kendimizi alamadığımız, do- re: Çözümleyici Düşünce Kalıu, 1971);
layısıyla özgür olmadığımız, bir davranış­ Russcll'ın felsefesine bir giriş niteliğin­
tan sorumlu tuwlamayız. Aycr çözümü, deki Bırtranıl RR11e/I (1972); Hume'un fel-
özgürlük ile belirlenimciliğin birarada, u- sefesini açımladığı &1111 (1980); XX. yüz-
ayıklamacı maddecilik 142

yıl felsefesindeki başlıc-a gelişmeleri ele k.'lyda değerbir kur-amda yerlerinin ol-
aldığı Pmloıopl!J i11 Tıı•mtieıh Gt11ı111y (XX. madığını öne sürer. Bu bağlamda sözge-
Yüzyılda Felsefe, 1982) ile Wittgenstein'ı limi tanrıtarurnazcılarırı Tann 'ya yakla-
yorumladığı IFlttgeMei11 (1985). Ayer ay- şımları ayıklamacılıktan yana bir tavırdır.
nca özyaşamöyküsünü iki ayn ciltte ya- Günümüz felsefesinde ise ayıklama­
zıya dökmüştür: Part of My Life (Yaşa­ cılık daha çok zihin felsefesi ve bilim fel-
mımdan Bir Kesit, 1977) ile Morr of ı\1;ı sefesiyle anılır olmuştur. Zihin felsefe-
4fc (Yaşamımdan Birkaç Kesit. Daha, sinde gerekli öncülleri yerine getiren uy-
1984). gun bir kur-amın içinde inanç, arzu, niyet
ya da diğer bilinç durumları türünden
ayıklamacı maddecilik [İng. eliı11inatiı't zihinsel süreçlerin yer almaması gerekti-
materialiınr, Fr. 111aterialitı11e iimİlıaloirr, ğinin altı koyuca çizilir. Bilim felsefesin-
Alm. eli111i11ativer 111<11erialiS11111iJ İnsanda bi- de ise ayıklamacılık bilimsel araşurmarun
rer zihinsel görüngü olarak var olup da içinden dogmacı her tür inancı kazıyıp
dış dünyada karşılığı bulunmayan şeyle­ atmanın bir yöntemi olarak kullanılır.
rin, özellikle de tanrı ya da ruh kavramı
türünden maddi olmayan şeylerin dü- aykırı tekçilik ~ng. a110111a/011I 111011üm;
şünce dizgemizdcn çıkarulması gerekti- Fr. anoı11al 111011iıı11e Alm. attomaler 111011is-
ğini ileri süren maddeci anlayış; "inanç" 11111iJ bkz. Davidson, Donald.
içeren tüm zihinsel süreçlerin yadsınma­
sını ya da felsefeden ayıklanmasını savu- ayrım ilkesi (İng. dijferetıce priıı.iple-, Fr.
nan öğreti: "yadsımacı maddecilik". prindpe dt di.fferrmı; Alm. dijferetızpritızfp] A-
merikalı ahlak ve siyaset felsefecisi John
ayıklamacı tümevarım [İng. eliı11inative Rawls'un ortııya koyduğu "hakkaniyet (ya
i11d11ı1İon; Fr. i11d11ctio11 iliı11inaloirr, Alm. da hak-tanırlık) olarak adalet" kuranunın
elimitttlhl't ind11ktio11] Felsefede, özellikle sacayaklarından, üç temel adalet ilkesin-
de bilim felsefesinde, bilimde öne sürü- den biri. Rawls'un kuramında "ayrım il-
len bir varsayımın doğruluğunu, rakip kesi"ni bir adalet ilkesi kılan şey, adaletin
kuramların aynı konudaki savlarını yan- topluma ayrım gözetmeyen, tarafsız bir
lışlayarak ya da çürüterek pekiştirme iş­ gözle bakmayı temd alması gerektiği dü-
lemine verilen ad. Ayıklamacı tümeva- şüncesidir. Başka bir deyişle Rawis, ada-
rımı savunanlar, bu yöntemle olanaklı letin topluma, kendi beceri ve yetenek-
varsayımların içinden doğruya en yakın leri üzerine bilgiden yoksun olan ama
olanına ulaşılacağı savındadır. '',ıkılcı" davranacağı varsayılan kendi çı­
karı peşindeki insanların "cehalet perde-
ayıklamacılık fİng. elimi11ativiınr, Fr. ili- si" alunda seçim yaparak bir anlaşmaya
mi11ativit111e-, Alm. eli111inativit111111] Felsefe- vardıkları hayali bir "ilk konum"dan bak-
ce akılyürütmelerde, dış dünyada karşı­ mayı temel aldığını düşünmektedir. Raw-
lığı olmamasından öt.ürü işe yaramadığı ls'a göre, bu şekilde adil, tarafsız bir se-
düşünülen kimi varlık ya da kategori çim yapmaya zorlanan insanlar, salt ken-
türlerini dışarıda bırakmaktan yana olan dileri ola ki bir gün o gruba düşmesinler
anlayış; felsefece dilegeti.rmelerde kulla- diye toplumun en kötü durumdaki ke-
nılan dilin bu türden kategorilerden a- simlerinin refahını en üst düzeye çıkar­
rındırılması gerektiğini savunan görüş. m:ıya çalışacaklar, eşitsizlikleri yalnızca
Felsefe tarihinde birçok farklı ayık­ bu çerçevede, ancak yoksulların refahına
lamacı tutunıla karşılaşılır: Kimi düşü­ kıııkıda bulunduğu sürece benimsemeye
nürler ruhun ya da Tanrı'run varlığını y•ınaşacaklardır. Rawls, "ayrım ilkesi"nin,
yadsırken, kimileri de zamanın ya da y:ılruz ve yalnız az bulunur metaların ya
maddenin var olmadığını, bu nedenle de da kıt malların (güç, para, sağlık hizmet-
143 ayrım metafiziği

leri vb.) bölüşümündeki- eşitsizliklerin yunlarıyla, yeri geldiğinde de eğlenceli


toplumun en alt kesimlerinin kötü du- anlam sürçmeleri eşliğinde salt sonsuz
rumlarını iyileştirmeye, refahını artırma~ dil örgüsü içinde kalarak düşünmeyi sür-
ya hizmet etmesi halinde meşru görüle- dürmek anlamına gelmektedir. Fransız
bileceğini savunur. Toplumsal ve iktisadi yapısökümcü düşünür Derrida eliyle an-
kurumların yoksul insanların yaşam dü- lamın sonsuz bir erteleme süreci oldu-
zeyini yükseltmeye yönelik çalışması ge- ğuna parmak basmak amacıyla geliştiri­
rektiğinin altını koyuca çizen Rawls, bu- len terimin, fılozoflann düşüncelerinin
nu ayrım ilkesinin zorunlu önkoşulu ya- altında yatan temel varsayımların yapıla­
par. rının sökülerek temelsizliklerinin göste-
Rawls'un Bir Adaltt Kım1111lnda (A rilmesinin amaçlandığı yapısökümcü o-
Theory of Justice, 1971) temellendirme- kuma yönteminde kilit değerde bir öne-
ye giriştiği "olmazsa olmaz" diğer iki a- mi vardır. İki aşamadan oluşan yöntemin
dalet ilkesi, toplumun tüm üyeleri için ilk aşamasında, öncelikle metnin altında
talep edilen "eşit özgürlük ilkesi'' ile "fır­ yatan, metni metin yapan, çekip alındık­
sat eşitliği ilkesi"dir. Rawls "haktanırlık larında metnin kendiliğinden yıkılmasına
olarak adalet" kuramında oldukça önem- yol açacak tasarımlar saptanır. Daha son-
li bir yer tutan "cehalet perdesi" kavra- ra ikinci aşamada, saptanan bu ana ta-
mını bir eğretileme olarak kullanır. İn­ sanmlann metinde taşıdıkları anlamların
sanların biraraya gelmelerinin, toplum- dayandığı belli başlı arılamlandırma bi-
sallaşmalannın zeminini hazırlayan "bil- çimleri üzerine odaklanılarak söz konusu
gisizlik örtüsü" olarak cehalet perdesi, in- tasarımların ardında yatan varsayımların
sanların içinde bulunduğu varsayılan "ilk geçersizliği gösterilir. Bu yapılırken ço-
konum"u betimler. "İlk komım"da Raw- ğunluk metnin temel tasarımlarının, met-
ls'un sözleşmeci geleneğin kurucuları nin göndermede bulunduğu kavramlar
Locke ve Rousseau'nun toplum sözleş­ ya da kendilikler dışında başka şeylere de
mesi öğretilerinde 'doğal durum' ya da gönderimlerinin olduğu örnekleriyle gös-
'*doğa durumu' adıyla karşımıza çıkan terilir. Böylece metnin bütün bir anlam-
kavramdan türettiği soyut bir terimdir. landırma örgüsü söküldüğünden bir bü-
Sözleşmeciliği sürdürenlerin tümünde gö- tün olarak metnin kendisinin yapısı da
rüldüğü üzere, Rawls da "ilk konum"un sökülmüş olur. Söz konusu yöntemin ör-
tarihsel ya da fiili bir gerçeklik olmadı­ nek oluşturacak denli iyi bir biçimde uy-
ğını. yalnızca varsayımsal. öyle olduğu g-ı.ılandığı metinlerin başında, Husserl'in
varsayılan bir durumu nitelediğini belir- içzaman yaşantısının özünü kavramak
tir. Ayrıca bkz. Rawls, John; sözleş­ amacıyla yazdığı fehcfe metinleri gel-
mecilik; bölüştürücü adalet. mektedir. Husserl'in söz konusu metin-
lerine uyguladığı yapısökümcü okuma-
aynm metaiıziği ~ng. ıneınpl!Jsk:s of dif sında Derrida, öncelikle Husserl'in içza-
fmııtt; Fr. 111itnplfysiqı1t dıı diffem11ı·e, Alm. man yaşantısının özüne ulaşma amacını
metnpl!Jsik der dijfmııfJ Düşünülebilecek bütün bütün "özdeşlik" ile "bulunuş"
her şeyin, doğrudan düşünülen şeyin tasarımları üstüne nasıl yapılandırdığını
kendisine değil de eni sonu başka söz- ortaya serer. Daha sonra da metne temel
cüklere, metinlere, göstergelere ya da oluşturduğu düşünülen bu tasanmların
''an"lara gönderme yapağını anlatan fel- gerçekte ne denli temelsiz olduklarını,
sefe terimi. Kimileyin "ayrım oyunları metne dayanak olamayacak ölçüde içi
metafiziği" diye de adlandırılan ayrım boş anlamlandırmalar üstüne kurulduk-
metafiziği terimi, gerçek dünyaya açık ve lanru açıklıkla t.'lnıtlayarak, Husserl'in bü-
doğrudan bir metafizik gönderimde bu- tün bir metninin yapısını söker.
lunm.1ksızın yeri geldiğinde neşeli söz o- Felsefe tarihindeki çeşitli metinlere
ayrım metafiziği 144

yapısökümcü okuma yöntemiyle yakla- vunan düşünürler, önceliği her bakım­


şan Derrida, bu okumalarında "ayrım" dan özdeşliğe ya da ayııılığ-.ı tanımış olan
sözcüğünü, felsefe dilindeki yerleşik ko- Platoncu felsefeyi özdeşliğe dayalı Bau
numundan başka bir konuma taşıyarak, düşüncesinin en belirgin örneği olarak
gündelik dildeki yaygın anlamını başka­ görmektedir. Gerçekten de Platoncu us-
laştırarak dolaşıma sokmuştur. Y apısö­ lamlama çizgisi, bir yanda İdealar Dün-
kümcü metin okuma yordamının temel yası'nda varoJan "Formlar"ın hep ken-
bileşeni olarak sözcüğe yeni anlamını ka- dileriyle özdeş olduklarını, kendileriyle
zandırırken Derrida, Fransızca'daki diffe- hep aynı kaldıklarını varsayarken, öbür
rer eyleminin bir yanda "ayırmak" anla- yanda deneysel (görünür) dünyadaki şey­
mına gelirken öte yanda "ertelemek", lerin ancak bu enson gerçeklerden bütü-
"sonraya bırakmak", "geciktirmek" gibi nüyle "ayn" bir yapıda olduklanrun ta-
anlamlar taşıyor olmasından yola çık­ nıtlanmasıyla kavranabilir olduklannı ö-
maktadır. Nitekim Derrida'ya göre bir ne sürmektedir. Bu açıdan bakıldığında
yerde durmamızı sağlayacak aşkın bir Platoncu felsefe baştan beri özdeşlik ile
gösterilen olmadığı gibi, anlamı sağlama aynılık tasarımları uyannca her şeyin
alacak ussal anlamda bir "Arşimet Da- kendisiyle özdeş kaldığını, buna bağlı o-
yanağı" da olmadığından, anlam doğası larak da her şeyin varlığının başka her
gereği hep ertelenen bir şeydir. Kuşku­ şeyin varlığıyla ilintili olduğunu varsay-
suz sözcüğün çokanlamlı olmasının ya- mışur. Bu durum karşısında Nietzsche,
pısökümcü felsefeye sunduğu özel ola- Heidegger, Freud gibi düşünürlerden al-
nakların Derrida 'nın differa11te terimini dıkları esinle yakın dönem Fransız düşii­
geliştirmesinde oldukça etkili bir yeri ol- nürleri, kimileyin "özdeşlik metafiziği''
duğu söylenebilir. Ayrıca konuşma Fran- kimileyin de "bulunuş metafiziği" diye
sızcası'nda u-ancc" ile "-ence" sonekleri adlandırdıkları bir düşünme yapısının
arasında ses ya da söyleyiş bakımından karşısına çıkartukları ayrım metafiziğiyle
hiçbir ayrılığın olmayışının, Fransızca' yanlış temeller üstüne kurulduğunu dü-
nın konuşma dilinde gözükmeyen dijfi- şündükleri Bau metafiziğini çökertme uğ­
rence ile dijfirance sözcükleri arasındaki ay- raşı içindedirler. Aynm metafiziği post-
nmın kendisini yalnızca yazı dilinde gös- modem felsefe sözdağannda taşıdığı bu
teriyor oluşunun, Derrida'nın "söz-ege- anlamıyla geleneksel düşünme biçiminin
men" ile "yazı-egemen" arasında yaptığı egemenliğini kırmak amacıyla ortaya au-
temel aynmı pekiştirmesi bakımından da lan bir başka düşünme olanağının da
stratejik bir önemi vardır. kalkış noktasını oluşturmaktadır. Çağı­
Ô?.ellikle Derrina'run gelenek~el fel- mızın önde gelen Fransız düşünürlerinin
sefe metinlerine uyguladığı yapısökümcü de belirttiği
üzere, ayrım metafiziğine ge-
okuma yöntemi, modern çağın en temel çiş geleneksel felsefe yapma yordamının
tasarımlarına karşı tepki olarak ortaya çı­ sonunu ya da yerleşik düşünme alışkan­
kan "postmodern" felsefe duruşunda ay- lıklarının ölümünü muştulamaktadır.
nın metafiziği terimine kilit değerde bir Daha yakından bakılacak olursa, Der-
önem kazandırmışur. Günümüzde başta rida ayrım metafıziği terimini, Bau dü-
Derrida olmak üzere pek çok postmo- şüncesinin içine işlediğini, böylesine u-
dern düşünürün belirttiği gibi, Bau felse- zun bir düşünme geleneğine söküp au-
fesinin bütününe kök salmış metafizik lamazcasına kök saldığını düşündüğü
düşünce geleneğinin özyapısı daha baş­ "özdeşlik" ile "bulunuş" tasarımlarına
langıç aşamasındayken "özdeşlik" ya da karşı, Saussure'ün Ölümünden sonra ya-
"aynılık" tasarımları üstiine bina edil- yımlanan Gmel Dilbilim Derılen'nde sun-
miştir. Bu anlamda özdeşlik ya da aynılık duğu araştırmalarından çıkan sonuçların
metafiziğine karşı aynm metafiziğini sa- ışığı alunda geliştirmiştir. Derrida, terime
145 azalucı doğruluk kuramlan

bu yeni anlamııu kazandımkeıı, Saus- şına çıkma isteğinin doğal bir sonucu-
surc'ün verdiği "Dil sesler ya da yazılar­ dur. Bu nedenle Derıida, ayrım ile den-
dan oluşan anlamlandırma etlı:inliğinin mek istenenin ne bir sözcüğe, ne bir
olumlu içeriği değildir; en genel anlamda kavrama, ne de geleneksel anlamda bir
bir aynhklar dizges~ bir ayrılıklar yapısı­ varlığa karşılık gelmediğinin aluru özel-
dıı:" yollu genci dil tammının ne Saus- likle çizmektedir. Ancak bu noktada dik-
sure'ün keııdisi.nce ne de bir başka dü- kat cdilmcsi gereken, Dcrrida'ıun bildik
şünürce yeterince işlenmemiş olduğu ger- anlamda iki şey arasındaki benzemezlik
çeğinden yola çıkmaktadır. İşte bu yete- temelinde kurulan bir ayrımdan söz et-
rince üstünde durulmadığııu düşündüğü mediğidir. Çünkü böylesi bir ayrım anla-
tanım doğrultusunda Derrida, ayrım te- yışı zaten özdeşlik üstüne bina edilmiş
rimini söz konusu aynlıklann bir biçim- düşüncemizde içerilmektedir. Sözgclimi
de ortaya çıkmasına olanak tamyan dü- bu bağlamda bir başka önemli Fransız
şünsel devinmeyi anlatmak için kullan- düşünürü Dcleuze'ün, "aynm"ın birincil
maktadır. Bu bağlamda böyle bir devi- önemdeki terim olduğu bir dünyada, "öz-
nim hem zamansal hem de uzamsal an- deşlik" ya da "aynılık"ın ikincil önem-
lamda bir devinimdir. Derrida'ıun deyi- deki terim olarak yeniden kavramsallaş­
şiyle söylenecek olursa, aynın bir bi- urma gereğinin baş göstermesi bir yana,
çimde geleneksel felsefedeki bilincin aş­ özdeşlik ile aynm arasındaki ilişkinin de
kınlığının, kavramsallığın ya da dilsel yeni baştan düzenlenmesi gerekeceğini
anlamlılığın koşu~a gönderimde bu- dile gctimıcsi oldukça anlamlıdır. Delcu-
lunmaktadır. Bu açıdan bakıldığında ay- zc böyle bir düzenleme için kavraması
rımları ortaya çıkaran bir devinim, gele- son derece güç olan ''yinclcmc" kavra-
neksel felsefede olduğunun tersine dü- mııu önermektedir. Aynca bkz. bulunuı
şünmeyi ciddi bir iş olmaktan çıkaı:np mctaf"ıziği; Derrida, Jacques.
ona daha bir "oyun yaşantısı" niteliği
kazandırmaktadır. Özetle ayrım metafi- aynıık (heterojen) ~ng. hetenıgeneour,
ziği terimi, düşünmemize yer etmiş "öz- Fr. hftirııgine; Alm. heİenıgen; es. t. ugr-i
deşlik mantığı"ıun içerisine bir türlü yer- 111iiteçanilj Eski Yunanca'da "başka" ya da
leştirilemeyen, özdeşlik ilişkisi doğrultu­ "ayn" anlamına gelen hetenıı ile "cins",
sunda kavranması olanaklı olmayan son- "tüı'' ya da "soy" anlamındaki gttto/tan
suz anlam ufkunu göstermektedir. An- türetilmiş terim: hetmgeııa (''ayntürden").
lam zaman içinde evrilen, dönüşen, deği­ Kendisini oluşturan her bir öğcsi ya da
şip başkalaşan bir şey olduğu için, parçası ayıu özelliği taşımayan, ayrı ayrı
Derri<la'ıun deyişiyle son çözümlemerle ilzellikler sergileyen "bütün"ü nitelemek
sonsuza dek "enelenen", "geciktirilen", için kullanılan "ayrışık" terimi bağdaşık,
"sonraya bırakılan"dır. Bunun böyle ol- bir türden ya da türdeş olana karşıt bi-
masının altında yatan da işte bu ayrım il- çimde farklı tür ve cinsten olan, tek ya-
kesidir. Bir başka deyişle aslında ertele- pılı değil de çok yapılı olan, birbirine
nen, geciktirilen, sonraya bırakılan şey, benzemeyen nitelikleri bulunan iki ya da
yerleşik anlam kavrayışımıza gelmeyen, daha fazla şeyin birleşimini; bütün ha-
ortakgörünün anlam uzlaşımlanıu aşan, linde tek bir örnek yapısı olmadığı için
kııvramsallaşurılarak ya da izleksellcşti­ onu oluşturan birbirine benzemeyen paı:­
rilcrck ayıulık kategorisine indirgeneme- çalanyla birlikte düşünüleni anlaur. Ay-
yen bir ayrımdır. Bu bağlamda Dcrrida' nca bkz. türdq (homojen).
ya göre bütün kavramlar ilkece açıkla­
mayı ertelemek zorundadırlar; çünkü her azalucı doğruluk kuramlan bkz. doğ­
tür açıklama çabası dilin sınırlanıun dı- rulıık.
Bb
Babllik XIX. yüzyılın ortasına doğru ğiştirilebileceklerini savunurken, aynı za-
ortaya çıkan, önceleri İslami bir tarikat manda olağan duyu deneyimlerini veri-
iken sonradan siyasal bir oluşuma ve leri çerçevesinde tanımlayan yalın ger-
zamanla ayn bir dine dönüşen Babilik, çekçiliği de yadsıyarak bilimsel kavram-
kendini Bab (Şiilerin beklediği on ikinci ların ve düzerılemelerin varlıkbilgisel o-
ve son imama açılan "kapı") ilan eden ve luşumlanna önem vermez. Öte yandan bu
vahiy yoluyla yazdığını söylediği Bıymı tür bir gerçekçiliği reddetmenin idealiz-
başlıklı yapıunda görüşlerini dile getiren mi kabul etmek anlamına gelmediğini sa-
Mirza Ali Muhammed tarafından kurul- vunan Bachelard, yalın gerçekçilik yerine
muştur. Kendilerine "Ehl-i Beyan" da usun oluşturucu eyleminin önceden ve-
denilen Babilerin iran'da yürüttükleri si- rilmiş bir neı.neye yönelmiş olması ge-
yasal mücadele Şah'ın zor kullanmasıyla rektiğini kabul ederek, usun bilginin nes-
son bulmuş; Mirza Ali Muhammed tu- nelerinin oluşturulmasındaki etkin rolü-
tuklanırken önde gelen Babiler de İran'ı nü onaylayan "uygulamalı usçuluk"u des-
terk etmek zorunda kalmışlardır. Sonriıki teklemiştir. ·
dönemlerde Babiler gelenekçi sayılabile­ Usçu bilgikuramından yola koyulan
cek, sayıca da az olan Ezdiler ile kendini Bachelard bilimi sürekli büyüyen bir bil-
Men YNz/Jimhıtllab (''Allah'ın yeryüzün- gi yığını olarak değil, us ile deneyim ara-
deki zuhuru") ilan ederek daha büyük sındaki, bilimsel olguların zihnin keşifleri
bir din kurmaya yönelen Baha'.ullah'ı iz- denli yaratımları da haline geldikleri et-
leyen Bahailer olarak ikiye aynlmışlardır. kin bir diyalog olarak görür. Nitekim
1850 yılında idam edilen Babiliğin kuru- Bachelard Yetıi Bilimsel Tiıı (Le Nouvel
cusu Mirza Ali Muhammed, tutuklan- esprit scientifiqıie, 19'.~4) adlı çalışmasın­
masından kısa bir süre önce kendisiyle da Yeni Kantçı ve olgucu bilimsel bilgi-
birlikte yeni bir dönemin başladığını du- kuraınlannı, özellikle de birikimci bilim
yurmuş;· beklenen peygamber (İmam-ı anlayışını yadsıyıp, Nelson Goodman,
Mehdf) olduğunu savlayarak bütün hü- Thomas Kuhn ve Paul Feyerabend gibi
kümlerin yenilendiğini söylemiştir. Bu ba- günümüzün önemli bilim felsefecilerini
kımdan birçok İslami hükmün değiştiril­ . önceleyerek, bilimsel bir kuramın salt
diği Babiliğin yeni bir din olduğu kabul verilerle belirlenmediğini, onun aynı za-
edilir. Aynca bkz. Bahiiilik. manda yaratıcı bir girişim olduğunu öne
sürer. Bachelard'ın yenilikçi bilim felse-
Bachelard, Gaston (1884-1962) Tarih fesi anlayışının temelinde üç önemli kav-
yönelimli bilim felsefesinin temel.ini atan ram yatmaktadır: bilgikuramsal kopuş, bil-
Fransız felsefeci. Bachelard, görecelik ku- gikuramsal değer, bilgikuraınsal engel
ramı ile kuantum mekaniğinin klasik fi- Bachelard bilimin bilgikuramsal ko-
zikte yarattığı gelişmeleri izleyerek oluş­ puşlarla ya da kesik kesik, aralıklı olarak
turduğu bilim felsefesini, Descartes 'ın yaşanan değişimlerle geliştiğini ileri sü-
"bilginin ilk doğrulara dayanması gere- rer. Us ile deneyim arasındaki diyalogun
kir" yollu savını yadsıyan, yani Kartez- ya da diğer adıyla diyalektik usa vurmanın
yenci olmayan bir bilgikuramında temel- en açık örneklerini matematikte bulabi-
lendirmiştir. Bachelard bütün bilgi savla- leceğimizi belirten Bachelard'a göre, ör-
nrun gelecekteki olayların sonucunda de- neğin Eukleidesçi geometriden Euklei-
147 Bachelard, Gaston

desçi olmayan bir geometriye, sınırlı bir nin gözde düşünce akımları görüngübi-
dizgeden sınırsız olanına, belirli bir açı­ lim ile varoluşçulLtğa karşı önemli bir se-
dan kapalı olan bir çerçeveden daha açık çenek sunarak Fransız felsefesinin dü-
olanına geçiş kendilerine özgü birer di- şünce yatağının akış yönünün değişme­
yalektik hareket örneğidir. Diyalektik ge- sinde de önemli bir rol oynamıştır. Mic-
lişim, bilimi kavramsal yeniliklere, biliş­ hel Foucault'nun da açıklıkla belirttiği
sel alanlann yeniden düzenlenmesine ve gibi Bachelard'ın bilgikurarru, tarih ve
yeniden değerlendirilmesine zorlayarak bilim felsefesi alanlannda ortaya koy-
bilişsel kopuşlar yarattığından ötürü bil- dukları, hem Foucault'nun kendisinin
gikuramsal bir kopuş meydana getirir. hem de Louis Altlıusser'in çalışmalanru
Bachelard'a göre, sözgelimi günümüz u- anlamakta vazgeçilmez bir önem taşır.
zay kavramının, yaşadığı diyalektik geliş­ Öte yandan kimi eleştiriler de alan Bac-
meler nedeniyle, Eukleidesçi ve New- helard, Fransa'da postmodernistler tara-
toncu öncülleriyle artık mantıksal bir fından Kant'ın miras bıraktığı "eleştirel
bağlantısı bulunmamaktadır. Bilgilı:uram­ felsefe" nin yöntemlerine inancını koru-
sal kopuşun içerdiği kopukluk yalnızca duğu için, Marxçılar tarafından da insan-
mantıksal bağıntılann bozulması anlanu- cılığından ötürü yerilmiştir.
na gelmemekte, geçmişte bilgi olarak ka- Bachelard modem bilime ilişkin on
bul edilen şeylerin ve bunlar arasındaki iki, zaman ve bilinç üzerine iki ve şiirsel
iliş kilerin yeniden değerlendirilmesini de imgelem üzerine on yapıt yayımlamıştır.
zorunlu kılmaktadır. Geçmişteki tanıtla­ Büyük bir okuyucu kitlesine ulaşan bu
malara atfedilen bilgikuramsal değerler çalışmaların belli başlılan arasında bilgi-
zamanla değişir. Eski çıkarımlar bütü- kuramsal kopuşun ilk aynntılı açıklama­
nüyle terk edilmeseler de Eukleides'in sını bulabileceğimiz Göreliliğin Tiimevanm-
kanıtsavlarında olduğu üzere artık birer a Değeri (La valeur inductive de la relati-
cıınıtlama olarak da kabul edilemezler. vite, 1929); şiirsel imgelem kuramını ge-
Bilgikuramsal engeller ise "birbirine ko- liştirmeye başladığı ve ateşi bilgikuramsal
şut koyutlar zorunlu olarak doğrudur'' bir engel olarak tartıştığı Atqin Rnhfii-
türünden sorgulanmaya açık olmayan bir z!imkmesi (La Psychanalyse du feu, 1938);
kanıya katkıda bulunan öznel etmenler- bilimsel bilginin oluşturulmasında öznel
dir. Bilgikuramsal engeller bir kopuş mey- ile nesnel arasındaki ilişkiyi ele aldığı ve
dana geldikten ve bu kopuşun ilerlemeci bilgikuramsal engel kurarrunı geliştirdiği
bir hareket oluşturduğu kabul edildikten Bilimsel Tinin 01Nf11111N: Nesnel Bilginin Rnb-
sonra geriye dönük bir değerlendirmeyle çöz!imkmesine Bir Katkı (La formation de
belirlenebilirler. Diyalektik hareketi zor- l'esprit scientifıque: contribution a ııne
laştıran, düşüncenin ilerlemes;nin önü- psychanalyse ·de la connaissance objec-
nün kesilmesine katkıda bulunan bilgi- tive, 1938); diyalektik ve modem bilimin
kuramsal engeller, ilerlemenin olanaklı diyalektik gelişiminden ne anladığını en
olabilmesi için başa çıkılması gereken et- açık biçimde sunan H'!Yır Felsefesi: Yeni
menler olarak ortaya çıkarlar. Üstelik bu Bilim.re/ Zihin Felsefesi (La Philosophie du
etmenler işbaşındayken bile fark edile- non: essai d'une philosophie du nouvel
meyebilirler. Bilgikuramsal engellerin ze>- esprit scientifıque, 1940); Bachelard'ın i-
runlu olarak içinde oluştuklan disiplinin yice olgunlaşrruş bilim felsefesinin öz-
bilişsel temellerinde aranması gerekme- gürılüğünü ve verimliliğini sunan, idea-
mektedir; bu engeller düşüncenin biçim- lizme, Husserlci görüngübilim ile vare>-
lenişinde biz farkında olmaksızın da rol luşçuluğa yetkin eleştiriler getiren Uygu-
oynayabilirler. lamalı UsfUINk (Le rationalisme applique,
Gaston Bachelard bilim felsefesine 1949) ile UsfU MaJdealik (Le marerialis-
bulunduğu katkılann yanı s!Ia dönemi- me rationnel, 1953) sayılabilir. Bachelard'
Bacon, Francia 148

ın açtığı yoldan yürüyüp onun düşün­ sel bir pratiğe dayanan yeni bir tutum ve
celerini daha da ileriye taşıyan bir düşü­ yöntembilgisi olduğunu düşünür. Bilgiye
nür için bkz. Canguilhem, Georges. ulaşmanın amacı her şeyden önce insan-
lığın iyiliğidir. Bacan tasarladığı bu uy-
Bacon, Francis (1561-1626) Kimi fel- gulamalı bilimden doğmaSı gereken top-
sefe tarihçilerinin "modern felsefe"yi ço- lumsal düzeni, daha doğrusu varmayı
ğunluk yapıldığı üzere Descartes 'la değil umduğu toplum düzenini Y mi Atlaırtis
de kendisiyle başlattıkları, bilimsel de- adlı ütopyada betimlemiştir. Doğa bilim-
neycilik düşüncesinin öncülüğünü yap- lerinin yeniden düzenlenmesi üzerine pek
mış İngiliz filozof ve denemeci. Locke' çok deneme yazan Bacon'ın bu konu-
tan Hume'a, John Stuart Mill'den Bert- daki en önemli çalışması Yeni Otganon'
rand Russell'a uzanan İngiliz deneycili- dur. Adını Aristotelcs'in "mantık külli-
ğinin kurucusu olarak görülen Francis yatı"ndan C"Organoır) alan Yeni Orgaıroır
Bacon geniş bir yelpazeye yayılan ku- geleneksel bilimsel araştırma yöntemle-
ramsal ve yazınsal yapıtlar üretmiştir. rinden kopuşun ilk işaretlerini verir. Bu
Aslında Bacon bilimleri yeniden düzen- yapıt Bacon'ın bilimleri yeniden düzen-
lemek amaayla InstaHratio Magıra (Büyük leme girişiminin bir parçası olarak da gö-
Yenileme) adlı dev bir yapıt yazmayı ta- rülebilir. İki bölümden oluşan Yem Orga-
sarlamıştı. Bacon'ın bu tasansı bilimlerin 11oır'un birinci bölümü tümevarımlı yön-
yeniden bölümlendirilmesini, yeni bira- teme niçin gereksinim duyulduğunu te-
raştınna yöntemini, bilimsel gözlemlerin mellendirirken, ikinci bölüm bu yönte-
ve olgulann toplanmasını, yeni yöntemin min uygulamaları üzerinde yoğunlaşır.
örneklerini ve bu yöntemin uygulama- Bacan birinci bölümde kendi zamanında
sından doğacak olan yeni felsefenin ken- yaygın olarak kabul gören Aristotelesçi a
disini açıklamaktan oluşuyordu. Ne var prion' tümdengelimli yöntemi reddedip
ki Bacon bu dev çalışmanın yalnızca ki- insanın arılama yetisini gözlem ve de-
mi parçalannı tamamlayabilmiştir. (Her neyde temellendirmeye girişir. Bacon'ın
ne kadar Bacon bu adı taşıyan bir kitabı önerdiği seçenek açık bir biçimde a pos-
1620 yılında çıkarmışsa da yayımlanan teriori tümevarımlı yöntemdir. Bacan'a gö-
kitap tasarladığı dev yapıtın yalnızca bir re ilkin doğayı deneyler aracılığıyla göz-
taslağı niteliğindeydi.) Bu parçalardan lemleyip verileri toplamamız, ardından
biri olan Bilimlerin Sl!Jgtttlığt 11e Gtlifimi ne bildiğimizi çözümlememiz ve sonun-
(De dignitate et augmentis scientiarum, da da ulaştığımız en güvenilir doğrulara
1623) adlı çalışma İngilizce yazılmış ilk göre hareket etmemiz gerekir. Bacon do-
önemli felsefe yapıtı olan Öğrrırmm;ır İ­ ğaya ilişkin kestirimlerde bulunma ile do-
lerl9işlnin (The Advancement of Lcar- ğayı yorumlamayı birbirinden ayırır: Kes-
ning, 1605) gözden geçirilmiş bir uyar- tirimlere inanmak için çok az neden bu-
lamasıdır. Tamamlanamayan büyük ça- lunmaktadır; bunlar kolaylıkla ve aceley-
lışmanın diğer parçalan arasında Aristo- le vanlan genellemelerdir. Yorumlar ise
telcsçiliğin egemenliğinin sona erdirilme- şeylere nüfuz etmemizi, onlara yaklaş­
si gerektiğini savunan ı't1Iİ Otgatıoır (No- mamızı olanaklı kılan çeşitli verilere da-
vum Organum, 1620) ile kayda değer bir yanır. Yorumlar her zaman kolaylıkla ka-
ütopya örneği olan Yeni Atlaırtis (Nova bul edilmeseler de açıkçası doğayı açık­
Atlaıitis, 1627) bulunmaktadır. lamanın en güvenilir yöntemi olarak dü-
Bacon erken modern bilimin başarı­ şünülmelidirler. Bacon'a göre bu "yeni
larından doğan "yeni" deneyciliğin ön- mantık", bu yeni düşünme yolu Aristo-
cülüğünü yapmıştır. Yetkelere başvurul­ telesçi tasımın, örnekleri basit sıralamaya
masına ve dolayısıyla skolastisizme karşı dayanan tümdengelimli mantığın yerini
çıkan Bacan, insanlığa gerekenin bilim- alacaktır. Eski mantıkların, eski düşün-
149 Bacon, Francis

mc geleneklerinin hiçbiri de doğa yasala- gelme gibi eğilimleri içerir. İnsanlann do-
nnın gerçek bilgisini üretecek yetkinlikte ğayı insanmerkczci ya da insanbiçimci
değildir. Bacon yeni teknolojilerin keşfe­ bir gözle düşünmeye yatkın oluşlanyla
dilmesine götüren "deneysel denetim" yakından bağlantılı olan bu putlar, do-
ya da "denetimli deney" araalığıyla do- ğayı olduğu gibi görmemizi engeller; do-
ğayı egemenliğimiz altına alarak ona mü- ğanın amaçlar~la insanlığuı amaçlarını
dahale etmemiz gerektiğini düşünmekte­ birbirine kanştırmamıza yol açar. Adını
dir. Ancak doğaya egemen olmak için Platon'un '"•mağara benzctmcsi"ndcn a-
önce onu iyice tanımak, hangi nedensel lan "mağara pudan" (iJola rpentr) ise tek
yasalarla nasıl işlediğini iyice bir anlaroak tek bireylere özgü eğilimlerden oluşur.
gerekmektedir: "Bilmek, egemen olmak- Bireyler kişisel alışkanlıklarından ve do-
tır." Ne var ki nedensel yasalann bilgi- layısıyla önyargılanndan etkilenmeye yat-
sine ıılaşmanın önünde çok iyi bilinen kındırlar. Bireyler çevre, eğitim, toplum-
engeller bulunmaktadır: İnsan zihni bir- sal ilişkiler ve biraz da okumalarından
!Wam boş düşüncelerle, ıvır zıvır ku- edindikleri davranış kalıplanna dayanan
runtularla dolup taşmaktadır. Bacon do- kanılar oluşturmaya sonuna dek açıktır­
ğayı yorumlayarak açıklamaktan çok ona lar. Böyle olunca da her birey doğaya
ilişkin acele kestirimlerde bulunmamıza kendi küçük penceresinden baktığından
yol açan yanlış kanı ve önyargılarıı dayalı doğanın bütününü ıskalar. Baron'ın dile
düşünceleri "zihnin pudan" (iılols of tlıe çıkmazcasına yerleştiğinden ötürü zihnin
111it1tl) diye adlandım. İnsanoğlu doğayı pudanrun · en tehlikelisi olarak gördüğü
kendi gerçekliği içinde kavrayıp ona yö- "çarşı pudan" (iılola .fan), soyut ve an-
nelik doğru bilgilere ulaşmak istiyorsa, lamları muğlak sözcüklerin kullanımın­
ilk yapması gereken şey, insan zihnine dan kaynaklanır. Kimi sözcüklcr-enlamlı
yer etmiş bu "pudar"dan bir an önce olduklan düşünülse de- gerçek dünyada
kurtulmaktır. Bu "kuruntular"ın kökü ka- hiçbir karşılığı olmayan, varolmayan şey­
zınmadıkça "doğaya egemen olma" tasa- leri temsil edctken, kimi sözcükler de
nsı ya da ülküsü boş bir hayalden öteye gerçek, varolan şeyleri adlandırmalarına
geçemez. . karşın kafa katıftıracak ölçüde karmaka-
"Putlar kuramı" Bacon'ın insanın dil, Dfık tanımlanıp kullanılmaktadırlar. So-
gelenek ve imgelem tarafından yaratılan nuçta, bflirli bir düşünceyi aktarmak için
yapıntılara körü körüne bağlanmasının yanlış sözcük ya da sözcükler seçilirse,
zararlı ve yıkıcı etkilerini betimleyen Ymi sözdağan dayanaksız temciler üzerine ku-
n~llOll adlı yapıtında genci bir ideoloji Nlursa, ifade edilen düşünce de yanlış
kur-~nuna dönüştürülür. Bacon gerçek olmtıya yazgılı olur. "Zihnin putlıırı"nın
bilgiye ulaşma yolunda insan zihnine çe- sonuncusu "tiyatro putlan" (itlaf,,, lbealri)
şitli sorunlar çıkaran hatalı akılyürütmc­ ise eski öğretilere gönüllü kulluk etmek-
lcrin kaynağı olarak tanımlayıp gencide ten, sırf yıllarca bcnimscndiklerindcn ö-
yanlış varsayımlar, yanılsamalar, önyargı­ türü basmakalıp kııramlan olurlamaktan,
lar, yanlış kanılar ve eğilimlerden oluş­ her türden düşünsel yetkeye sorgusuz
tuğunu düşündüğü "zihnin putlan"nı sualsiz boyun eğmekten oluşan önyargı­
dört ayn öbeğe ayırır:
"Soy putlan" (iıJsla lar yumağıdır. Aslında tüm bu dogmalar
lrib11r) insanın doğasından kaynaklanan, yığınının sahip olduğu tek özcllik ustaişi
insan soyuna özgü doğal ama yanıltıcı sözel inşalar olmalarıdır. Oysa ki gerçek
zihinsel önyargılardır. Soy pudan duyu- bilgi edinme süreci sözcükleri ustalıkla
lııra dayalı algıya gözü kapalı güvenme, kullanmaya değil, doğa yasalannın keşfi­
aşın genellc(ştir)mc, hemen sonuca sıç­ ne dayaıur. Görüldüğü üzere, Bacon zih-
rama C'acelc genelleme yanılgısı'), görü- nin tüm pudanrun deneye dayanmayan
şümüzle çelişen kanıdan görmezlikten düşüncelerden kaynaklandığını, zihnin an-
Baoon, Francis 150

c.ı.k derinlerine işleyen kendi yarattığı put- biçimleri anlamak için bütün sıcak şeyler
lardan kurtı:ılduğunda doğa yasalarının de- incelenir ve hangi durumlarının ortak
neye dayanan bilgisini araştırmak için olduğu görülür. Yokluk çizelgesi, bulun-
kendisini özgür kılacağını öne sürer. Ba- mayış ya da olmayış tablosu benzer gö-
con'ın başlattığı çizgide, zihnin putları­ rünglüerin ortak olmayan durumlarının
nın yerle bir edilmesi tasarısı, Nietzsche' incelenmesini içerir. Nitekim sıcaklığı an-
nin P11ılarm Ala112knrmıbğt'nda · Sokrates lamak için öncelikle soğuk şeyler çizelge-
ve Kant'a yönelik eleştirilerinde; Marx sini incelememiz ve yoğunluk gibi sıcak­
ve diğer toplum eleştiricilerinin toplum- lığın oluşmasıyla ilişkisiz olan özellikle-
sal ve ekonomik yapıları gizemlerinden rini ayırt etmemiz gerekir. Derece çizel-
arındırma çabalarında; son çözümleme- gesi ya da ölçütler tablosu ise bir du-
de insanlara gerçekte varolmayan ama ruıµu değişen derecelerde içeren görün-
insanlar üzerinde gücü olan şeylere düş­ gülerin incelenmesini içerir. Bu görün-
künlüklerinden kunulmalarımı yardım et- güler her biri kendi içinde farklı derece-
mede felsefece önemini korumuştur. ler alabilen birden fazla durumu da ba-
Bacon Y mi Orgaqoılun ikinci bölü- rındırabilir. Örneğin sıcaklığı anlamanuz
münde yönteminin olguların toplanma- için farklı sıcaklıktaki şeyleri gözlemle-
sına yönelik bölümünü açıklamaya giri- memiz ve parçacıkların düzensiz hare-
şir. Bilindiği üzere Aristoteles bilimin ketlerindeki değişen )uzları gibi değişen
öncelikle bir görüngünün nedeninin keş­ derecelerde hangi durumların ortaya çık­
fedilmesini içerdiğini ileri sürer. Örneğin tığına dikkat etmemiz gerekir. Böylelikle,
sıcaklığın doğasını anlamak için sıcaklı­ bu üç aşamalı işlemden sonra, karşılaştı­
ğın nedenlerini bulmalıyızdır. Aristote- rılabilir bir örnekler çizelgesi oluşturamk
les'e göre bu süreç sıcaklığın dön nede- yoğurtluk gibi ilişkisiz özellikleri eler ve
ninin -bic;imsel, maddesel, etkin ve erek- parçaakların düzensiz hareketleri gibi te-
sel- belirlenmesini içerir. Bacon. Arisro- mel özellikleri tam olarak belirlerız. Ba-
teles 'in tümdengelimci tasımalığını red- con'a göre bu yöntem tümevarımın en
detse de bilimi nedenlerin ve özellikle de doğru biçimidir. Bacon her üç çizelge
biçimsel nedenlerin keşfedilmesi olarak için sınırsız sayıda örneği inceleyemeye-
gördüğünden bu noktada Aristoteles'i iz- ceğimizi kabul eder ve incelemeyi belirli
ler. Bacon'a göre bir şeyin biçimsel ne- bir noktada durdurarak örnekleri bütü-
denleri onun fiziksel nitelikleridir. Şeyler, nüyle ele almanuz gerektiğini belirtir.
bu nitelikleri nedeniyle varolduklan bi- Bacon'ın önerdiği tümevarım yöntemi
çimdedirler. Örneğin, sıcaklığın biçimi günümüzde kullanılan tümevarım yön-
C'form"u) parçaokJann düzensiz h;ıre­ temiylt' karşıl~ştınl<lığında epey bir so-
ketinden kaynakl11nır; sıcaklığın biçimini run . barındırsa da Bacon 'ın ortada bir
keşfederek sıcaklığın bilimsel doğasını "yöntem sorunu" olduğunu düşünüp bu-
ortaya çıkarırız. Baron bir şeyin biçimi- nu çözmeye uğraşması bile başlı b-aşına
nin bir dizi bilimsel yöntemin kuralları a- kayda değer bir çabadır -ki bu çaba aynı
raalığıyla onaya çıkarılabileceğini öne sü- zamanda "modem felsefe"nin doğumu­
rer. Bacon özgün tümevarıma yöntembil- nu da muştulamaktadır.
gisini varlık çizelgesi (ıab11/a praesmtiae), Bacon 'ın Dmemelet'i (Essays, l 597) i-
yokluk çizelgesi (tabula abmıtiae) ve dere- se ayrı bir önem taşımaktadır. Bilim için,
ce çizelgesinden (ıab11/a grad1111111) oluşan doğanın bilgisine uhışmak için tasarladığı
üç b-.ı.samaklı bir karşılaştırılabilir örnek- yöntemini gelişririrken insan ilişkilerini
ler çizelgesinde temellendirir. Varhk çi- de göz ardı etmeyen Bacon, Dmemeler'de
zelgesi benzer görüngülerin ve bu gö- insanın davranış ve ~üdülerini inceleyip
rüngülerin ortak durumlarının incelen- genellemelere varır. içerdiği dilin güzel-
mesini içerir. Sözgelimi, sıcaklığa ilişkin liğinden ve taşıdığı bilgelikten ötürü De-
151 Badarayana

nemeler her dönem okuyucu kitlelerini rer. Öte yandan Bacon Kutsal Kitabın
kendisine çekmiştir. Ayrıca bkz. mo- insan bilgisinin temeli olduğunu savlasa
dem fdsefe; yöntem. da bilgiye ulaşmada aklımızı da kullana-
bileceğimizi belirtmekten geri durmaz.
Bacan, Roger (1220-1292) Doğaya da- Akılyürütme sonucunda ulaşılan düşün­
ir öğrenilecek daha çok şey bulundu- celerin deneyle sınanıp kanıtlanmadıkça
ğunu öne sürerek deneysel bilimlere bü- varsayım olarak kalacaklarını eklemeyi
yük bir önem veren ilk skolastik ortaçağ de unutmaz. Kendi bilimsel çalışmaların­
felsefesi düşünürü; İngiliz bilimadamı ve da pek başarılı olamasa da Bacon yaşa­
Fransisken keşişi. Roger Bacon'ın felsefe dığı dönemde ısrarla deneyin önemi üze-
tarihindeki önemi yeni bir öğreti oluştur­ rinde durmasıyla modem bilimsel deney
masından çok döneminin kalıplaşmış yön- düşüncesini önceleyen birkaç düşünür­
temlerine ve öğretilerine getirdiği eleşti­ den biri olmuştur. Buna karşılık, Tanrı'
rilerden kaynaklanmaktadır. Yaşadığı ça- nın olağanüstü gücüne derinden inanan
ğa egemen olan dinsel öğretileri de kor- Bacon, deneyin yanı sıra Tanrı'nın biz
kusuzca eleştirdiğinden yaşamının bir insanlara bahşettiği, en uç örnekleri "es-
bölümünü hapishanelerde geçiren Bacon rime" ve "kendinden geçme" olan iç de-
tanrıbilim, felsefe ve bilim üzerine clü- neyin, b-~şka bir deyişle "kutsal aydınla­
şüncelerini S11m11k dia/emçrs (Diyalektiğin nış"ın da önemi üzerinde dur-arak aklın
Özeti, 1250), Opıu maiııs (Büyük Yapıt, bilgiye ancak Tanrı'nın araalığıyla ulaşa­
1267), Op11s min11s (Küçük Yapıt, 1267- bileceğinin aluru koyultarak çizmektedir.
68), Opus Terti11m (Üçüncü Yapıt, 1267- Bacon'a göre, ancak Tanrı aracılığıyla u-
68), Co111m11nia natıırali11111 (Doğa Felsefe- laşılan bilgi insanı "doğanın yarauası"
sinin Genel İlkeleri, 1268), Commımia nın bilgisine götürecektir.
matbematica (Matematik Biliminin Genel Öte yandan Roger Bacon DtJakletiii11
İlkeleri, 1268), Co11ıpendi11m sllldü pbilo- ôZ!ıi, Bi!Jiile Yapıı, Tmınbilim ôzrti gibi
sophine (Felsefe Özeti, 1271-72) ile Com- yapıtlarında dil felsefesine, özellikle de
pendi11m st11dii ıheologiae (fannbilim Özeti, göstergelerin doğasına ve sözcüklerin gös-
1292) adlı yapıtlarında ortaya koymuştur. terge olarak nasıl işlediklerine ilişkin öz.-
Bacon, Yeni Platonculuğun etkisi alun- gün düşünceler üreuniştir. Bacon doğa­
daki Aristotelesçi bir tutumu benimse- dan ve ruhtan doğan göstergeleri birbi-
diği ve uzun uzun felsefi taruşmalara rinden ayırdığı gibi "doğal anlamlandır­
girdiği bu yapıtlarında, en genelde, İb­ ma" ile anlamın bir ya da daha fazla bi-
ranice ve Yunanca yapıılann Kut.sal Ki- rey tamfından belirtik ya da örtük bir bi-
tabı anlamak için \ azgeçilme7. olduğunu;
0 çimde dayatılmasından kaynaklanan "uz-
geometri, gökbilirn ve yıldız falcılığını da laşın1a dayalı anlamlandırma"yı da birbi-
içeren matematiğin deneyle birlikte bü- rinden ayınr. Bacon sözcüklerin, uzlaş­
tün bilimlerin anahtarı olduğunu; tanrı­ maya dayalı olarak yalnızca "şimdi" de
bilime hizmet etmede önemli bir yeri ol- varolan şeyleri gösterdiklerinden ötürü,
cluğunu düşündüğü felsefenin, inanma- varolan ve varolmayan kendilikleri yal-
yanların dine döndürülmesine yardım e- nızca "çokanlamlı" olarak gösterdiklerini
derek bu yönde de tanrıbilime katkıda savunur.
bulunabileceğini savunur. Tüm bu uğraşlarının yanı sıra Bacon
Bütün felsefi ve bilimsel çabaların ayrıca kau ortaçağ eğitim sistemini yeni-
tanrıbilime hizmet ettikleri sürece değerli leştirme yönünde- yoğun çaba harcamış
olduklarını düşünen Roger Baron, bi- bir eğitim reformcusudur. Ayrıca bkz. or-
limlerin en soylusunun tanrıbilim oldu- taçağ felsefesi.
~>Unu ve felsefenin görevinin de bu soylu
bilime hizmet etmek olduğunu öne sü- Badarayana M.Ô. II. yüzyılda yaşadığı
Badarayana 152

düşünülen önemli bir Hint düşünürü. Badarayana soruyu yanıtlama ışıne


Yaşamı hakkında neredeyse hiçbir şey "madde neden" ile "etker neden" arası­
bilinmemc:ktedir. Brahma S111ra'run yazan na felsefece bir ayrım koymakla başlar.
diye bilinir; ama bu da, kitabın yazılış ta- Daha sonra da sıklıkla kull.-ınılan bir ben-
rihi de tartışmalıdır. Bu kitap Vedanta zetmeyle bunu şöyle açıklar: Toprak bir
felsefesinin özünü içerdiği için Vedanta çömleğin etker nedeni çömlekçinin ha-
· S11tra; Brahman'ın cisim bulması soru- reketidir; madde nedeni de biçim veril-
nunu irdelediği için Sariraleo S11tra (ıarirız memiş kildir. Badarayana 'ya göre Brah-
Sanskritçe 'beden' demeye gelir) diye de man evrenin yalnızca etker nedeni değil­
bilinir. Vedalar ile Upanişadlar'la birlikte dir, madde nedenidir de. Nasıl ki kilden
gelenekçi Hint felsefesinin temelini o- yapılmış her şey bir kil parçasıyla bilinir,
luşturan bu kitap Sankara, Ramanuja, Brahman da evren karşısında benzer du-
Madhva gibi önemli Hint felsefecilerini rumda bulunur.
de etkilemiştir. Brahman'ın evrenin etker nedeni ol-
V edantacı okulun kurucusu kabul e- duğu kadar madde nedeni de olduğu dü-
dilen Badarayana'nın bu kitapta dile ge- şüncesi, değişmenin, bozulur olmanın
tirdiği felsefe Veda geleneğinin şu dü- Brahman'a özgü bir nitelik olarak gö-
şünceleriyle başlar: Gerçc:klik gündelik rülmesi sonucunu doğurur gibidir. Bada-
yaşamın dünyası değildir; her şeyin ken- rayana bu güçlüğü neden ile sonucun
disinde ortaya çıkan *Brahman'dır, sonu! aynı şey olduğunu söyleyerek aşar. Ne-
gerçekliktir. Şeyler Brahman'dan doğ­ den ile sonucun aynı şey olduğunu söy-
muştur; doğanlar onun sayesinde yaşar­ lemekse, bunların özdeş olduğunu söy-
lar; ondan aynlırken içine girdikleri de lemek anlamına gelmez. Bir yanda kö-
odur. Brahman mükemmeldir çünkü do- pükler, kabarcıklar, dalgalar; öte yanda
yurulmamış arzuları yoktur; bu yüzden deniz. Birinciler ikinciyle, yani denizle
de hiçbir şeyi gereksinmez. Böyle söy- özdeş değildir ama birbirleriyle farklı da
lendikte ortaya önemli bir sorun çık­ değillerdir. Bunun gibi Brahman da ev-
maktadır: "Öyleyse Brahman evreni niye renden farksızdır.
yaratmıştır?" Zamarun sonunda evrenin yeniden
Badarayana bu soruyu yanıtlamaya, Brahman'a döneceği yollu düşünce ise
"Doğa mutluluktur; Brahman da mutlak yine bir soruna yol açar: Böyle olunca
olarak tektir" diyerek başlar. Böyle o- ınmıararun eksiklerince kirletilecektir. Ba-
lunca da mutluluk Bnıhman'ın bir nite- darayana'nın bu karşı çıkışa da bir yanıtı
liği değil kendisi olur. Br-~hman dile geti- vardır: Alundan yapılmış şeyler critildik-
rilemez mutluluktur. Bu mutluluğun taş­ IMincle nasıl yeniclen alun olurlarsa evren
ması evrene gidiştir. Yaratma Brahman de bu durumda belirli niteliklerini koru-
için eğlencedir (/ifa); ne ki, bundan Brah- yacaktır.
man'ın kaygısızca davrandığı gibi bir so- Brahman'ın evrenin nedeni olduğunu
nuç da çıkanlmamalıdır. tanıtlayan Badarayana, cisitrıleşmiş tek
Brahman mutlak, sonsuz, değişmez, tekler dünyasının, yani fizik dünyanın va-
mükemmeldir. Böyle olunca, bu nitelik- rolmasırun koşulu diye gördüğü uzayı ta-
leri taşıyan Brahman'ın nasıl olup da de- nıtlamaya girişir. Çünkü fizik nesnelerin
ğişken, mükemmel olmayan, zamana bağ­ ayırt edilmesi uzatrılanna bağlıdır. Bada-
lı insan yaşamıyla, *rmıııarayla ilişkisinin rayana'ya göre uzay Brahman'ın kendi-
kurulabileceği önemli bir sorun olarak sinden farklı olmayan bir sonucudur.
ortaya çıkar. Bu, Badarayana'run dile ge- Tek tek ruhların("'Atmt111) Brahman'la
tirdiği teklik-çokluk sorunudur: Evren ilişkisi konusunda ise Badarayana "ııın soy-
Brahman'ın bir özelliği ya da sonucu lediği, tek tek ruhların bir ateşe ait kı­
mudur, yoksa sayıca onunla bir midir? vılcımlar gibi Brahman'ın birer parçası
153 bağdaşmazcdık

olduklarıdır. olamayacağını öne süren bağdaşmazcıla­


Bu sorun kötülük sorunuyla da ilgili- ra karşı özgürlüğün nedensel belirlenim-
dir. Çünkü gerçeklik Brahınan'sa acı ile cilikle bağdaşabileceğini savunan bağda­
kötülük de Brahınan'da olması gereken şırcılar, özgürlüğün kaı'şısavının neden-
şeylerdir. Yani, tek tek ruhlar Brahman' sel belirlenimcilik değil zorlama ya da
la özdeş iseler, kötülük Brahınan'a ~k­ baskı olduğunu savunurlar. Bağdaşırcılığı
lenebilecektir. Buna Badarayana'nın ver- savunanlar arasında bir y,ında özgürlüğü
diği iki yanıt vardır: Birincileyin, kötülük özerklikle özdeşleştiren Stoacılar ve Spi-
bilgisizlikten doğar; acı ile kötülük, Brah- noza gibi usçu felsefeciler yer alırken,
man'ı bilemeyen, ruhsal bir körlük olan diğer yanda kendiliğindenlik özgürlüğü­
avitfya durumundaki tek ruhun içinde bu- nü savunan Hobbes, Locke ve Hume
lunduğu durumdur. İkincileyin, insan öz- gibi deneyci felsefeciler bulunur. Belir-
gür istemesinin yapıp ettikleriyle *k4r- lenmişlik düşüncesi ya da tasarımı altın­
111ayı geliştirir, acı çeker ya da ödül görür. da da özgürlüğün olanaklı olduğunu dü-
Böylelikle, eşitsizlikle zulüm ruhların e- şünen bağdaşırcılar kimileyin "ılımlı bc-
seri sayılan etkinlikler olduğu için Brah- lirlenimciler" diye de adlanduılır. Karşıtı
man'a yüklenemez. Yani, kötülük insa- için bkz. bağdaşmazcdık. Aynca bkz.
nın özgür istemesinin bir sonucudur. belirlenimcilik.
Badarayana'ya göre yaşamın ereği
"kurt.uluşa erme"dir. f:'molua). Buna da bağdaşmazcdık ~ng. incollljJatibilimı; Fr.
Brahman'ın bilgisine (vitfya) erişerek va- inrompatibilirme, Alm. inkollljJatibiliS11111s) Be-
nlabilir. Bu durumda da bilen ile bilinen lirlenimci bir dünyada özgür eylemin söz
aynı şey olur. Bilen Brahman'ı bilmez, konusu olamayacağı, nedensellik yasala-
Brahman olur. Kendisi ile kendisi olma- rının özgürlüğü engelleyeceği yollu ahlak
yanlar arasındaki bütün farklan aşar; za- felsefesi görüşü. Bağdaşmazcı febefeci-
man ile istemeden kurtulur. Bu da iç hu- ler her şeyin belirlenmiş olup olmadığı
zuru sağlar. Brahman'ın bilgisine erişil­ konusunda kendi aralarında ikiye ayrılır­
diğinde kamanın biriktirilmesi sona erer, lar: Katı belitlenimciliği savunan d'Hol-
yalnızca varlık sürecindeki karma etkili bach gibi XVIII. yüzyıl felsefecileri ile
olur. Bunlar bittiğinde Brahınan'la bir o- kimi çağdaş davranışçılar, yapıp etmele-
lunur; brahmana jivan11111/eta (yaşarken öz- rimiz çevresel ve kalıtımsal etkenler tara-
gür olan; 1110/uaya erişen) olunur. fından belirlendiğinden özgürlüğün bir
Moluaya erişmenin, brahmana jiva1111111/e- yanılgı olduğunu savunurlar. Katı belir-
ta olmanın aracı ise meditasyondur. Me- lenimcilerin bazıları daha da ileri giderek
ditasyon da ölüme dek sürdürülmelidir. insan için özgürlük. söz konusu olmadı­
Aynca bkz. Vedanta; Vedalar; Upani- ğından ahlaki sorumluluğun da varolma-
şadlar. dığını ileri sürerler. Bunların karşı ucun-
da yer alan memfızik özgürlükçülerse in-
Baden Okulu [İng. Baden Jçhool; Fr. E- sanların özgür ve ahlaki açıdan sorumlu
ı:ok
de Baden; Alm. Badi.lehe Schuk] bkz. varlıklar olduklarını; her şeyden önce geç-
Heidelberg Okulu. mişin geleceği tek ve değişmez bir bi-
çimde belirlemesinin söz konusu olma-
bağdaşırcılık ~ng. rollljJatibilisnr, Fr. <Vlll- dığını savunarak belirlenmişçiliğe karşı çı­
patibilis111e, Alm. leollljJatibilismus] Neden- karlar. Zamana ilişkin bu savlarının ka-
sellik yasalarına, bclirlenmişliğe tabi ol- nıtlanması doğrultusunda fizikteki son ge-
salar da insanlar pratikte özgür istence lişmeleri de arkasına alan ılımlı bağdaş­
sahiptirler ve eylemlerinden ahlaken so- mazcılığın yandaşları, sorumluluğu yük-
rumludurlar yollu ahlak felsefesi görüşü. lenilen seçimleri daha önceki koşullar ta-
Belirlenimci bir dünyada özgür eylemin rafından belirlenmemiş seçimler olarak
bağıntı yüklemi 154

betimler; buna karşı seçimlerin gelişigü­ Karagöz, Ef'Tf. Şehbal, Teııkit, Serbtsı gibi
zel belirlendiği ve kişinin kendisine ait gazete ve dergilerde yazılar yazmış; Hôle,
olmadığı iddiasını çürütmek için de eyle- Diişiiııi!Jor11111, Piyano, Felsefe Mtı711Uast, Ze-
yenin usu dahil olmak üzere çeşitli et- kıi, Yi1111iııci Anrda Zekıi, Yine O, rl-Mô-
kenlerin olasılıklan sınırladığını ve seçim- /11m, Çomk Dı!Jgns11 gibi çok sayıda dergi
leri zorunlu kılmaksızın etkilediğini iddia çıkarmıştır.
ederler. Karşıtı için bkz. bağda§ırcılık. Baha Tevfık'in felsefeye olan ilgisi,
Aynca bkz. belirlenimcilik. oldukça erken dönemde, İzmir İdadisi'
nde okuduğu yıllarda başlar. Bu dönem-
bağıntı yüklemi ~ng. relation predicate; de yazdığı fakat yayımlamadığı Bimz. Fel-
Fr. pridicat relatiomıef, Alm. rrlatiotısprae­ sefe eserinin adı bile onun felsefeye olan
dikat) bkz. yüklemler mantığı. ilgisini açıkça göstermektedir. Bu eserin-
de yer yer materyalist fikirler ileri süren
Baha Tevfik (1881, İzmir-1914, İstan­ Baha Tevfik'in felsefeye ve materyalizme
bul) Materyalizmi felsefi ateizme varacak olan eğilimi yükseköğrenimini yaptığı
ölçüde savunan il. Meşrutiyet dönemi Mülkiye Mektebi'nde daha da güçlenmiş
Osmanlı felsefecisi. olmalıdır. Kendisinden önce bazı Os-
İlk ve orta öğrenimini İzmir'de yap- manlı aydınlarında b-.ışlayan ve Beşir Fu-
tıktan sonra İstanbul'da Mülkiye Mek- at'ta önemli bir ivme kazanan dinin ye-
tebi'ni bitirdi (1907). Gazete ve dergi ya- rine bilimi geçirme şeklindeki zihniyet
~arlığına il. M~şrutiyet'in ilanından önce değişimi, Baha Tevfik'te doğrudan felse-
lzmir'de başlayan Baha Tevfik, 31 Mart fenin dinin yerine geçirilmesi çabası bi-
Olayı'ndan soma İstanbul'a gelerek daha çiminde yeni bir boyut k.ızandı. Felsefe
çok felsefe merkezli olmak üzere olduk- .MemtHan'nın kapağındaki "Din gayr-i ih-
ça yoğun bir yayın faaliyetine girişti. Ay- tiyari bir felsefe, felsefe ihtiyari bir din-
nı zamanda Rehber-i İttih:id-ı Osmani dir" C'Din irade dışı bir felsefe, felsefe
Mektebi'nde ölümüne kadar felsefe öğ­ kasıtlı bir dindir') ibaresi, bir taraftan
retmenliği yapu. Kendisinden önce Beşir Baha Tevfık'te ortaya çıkan bu yeni bo-
Fuat'ın yolunu açtığı pozitivist-materya- yu tu açıklarken, diğer taraftan da onun
list düşünce, il. Meşrutiyet'te Baha Tev- hem felsefe anlayışını hem de felsefeden
fik ile yeni bir açılım kazanarak daha da beklediği işlevi ifade etmektedir. Baha
netleşir. Öyle ki, Beşir Fuat'ta poziti\'ist Tevfik, Felsefe Mell'1111a.rı'nda Ali Kemfil'in
ve materyalist öğelerin tüm baskınlığına İlm-i Ahlak adlı eserini eleştirirken gele-
rağmen din karşıtı düşünce - en •lzından neğe karşı çıkar ve İslam hikmetinin üs-
islam dini bağlamında- açıkça ortaya çık­ tlinlli~ü görüşünü reddederek bunun ye-
mazken, Baha Tevfık'in materyalizmi rine, Islam düşüncesi felsefe adına kayda
bütünüyle felsefi bir ateizme varacak öl- değer bir şey ortaya koyamadığından,
çüde keskindir. Baha Tevfık'in felsefeye dikkatleri Batı felsefesine çevirmenin ge-
olan ilgisi ve faaliyetleri Beşir Fuat'a göre reğini vurgular. Onun bu görüşleri, as-
daha doğrudandır. l 910'da kurduğu "Te- lında felsefeyi xıx. yüzyıl Batı biliminde
ceddüd-i İlmi ve Felsefi Kütüphanesi" meydana gelen gelişmelere dayanan ev-
Türkiye'de felsefi düşünceyi uyandırma rimci materyalist yaklaşımla sınırlandır­
amacıyla doğrudan felsefe eserleri yayın­ ma anlayışından kaynaklanmaktadır. Dü-
layan ilk yayınevi olduğu gibi, yayınladığı şünceyi dahi beynin maddesel bir işlevi
Felsefe MeıY1111an (1913) da ilk felsefe der- olarak kabul eden biyolojik materyaliz-
gilerindendir. 1910 yılında kurulan Os- min ileri sürdüğü çerçevede psikolojiye
manlı Sosyalist Fırkası'nın kuruculann- dayanan ve metafiziği tamamen dışlayan
dan biri olan Baha Tevfik bu partinin bir bilimsel felsefe anlayışıyla, yalnız İs­
yayın organı olan İıtirale dergisinde ve lam felsefesini değil Batı felsefesini de,
155 Baha Tevfik

hatta "laf felsefesi" olarak nitelendirdiği J3aha Tevtik'in felsefi düşünceyi ve


Descartes, Leibniz ve Spinoza felsefele- dolayısıyla biyolojik materyalizmi yay-
rini de eleştirir. mak amacıyla giriştiği faaliyetlerden biri
Ludwig Büchner'in 1855'te yayınla­ de Felsefe Me'111uaslna ek olarak verdiği
nan ve 1904 yılına kadar birçok baskı ya- "Mektep Dersleri" formalandır. Bu for-
parak bütiin dünyayı etkileyen Kraft 1111d malarda halka ve özellikle ortaöğrctim
StqJ adlı eserinin tamamını ilk kez olarak öğrencilerine felsefeyi tanıtıcı bilgiler ve-
Ahmet Nebil ile birlikte JIWde ve Klıwet rir. M11bıasar Felsefe adıyla yayınlanan ese-
adıyla iiç cilt halinde Türkçe'ye çevirip ri. de pedagojik amaçlı bir ders kitabı ni-
yayınlayan Baha Tevfik, fikirlerinde Büc- teliğindedir. O aynı zamanda ülkemizin
hncr'in biyolojik materyalizminin etki- ilk lise felsefe öğretmenlerindendir ve bu
sinde kalmış; hatta yapılan eleştiriler kar- faaliyetlerinin il. Meşrutiyet döiıeminde
şısında "Madde ve Kııvı'l!fte çağdaş bilim- felsefe derslerinin lise ders müfredatına
lerle uyuşmayan hiçbir nokta yoktur" di- girmesinde etkisi büyüktür. O dönemde
yerek Büchner'i sonuna kadar savun- Baha Tevfik'in hummalı şekilde giriştiği
muştur. felsefeyi tanıtma ve felsefi dü~ünceyi
Eserlerindeki. \'e yazılarındaki temel toplumda ve aydınlar arasında yaygınlaş­
görüşlerinde Büchner ve Emcst Haec- tırma amacına yönelik ilgi çekici faali-
kel'in etkisinde kalarak biyolojik mater- yetlerinden birisi de Fekefe Mtmtuast'nda
yalizmi Beşir Fuat'a göre daha programlı "Felsefe Kamusu•· adıyla Türkçe'de ilk
ve şuurlu bir şekilde Türkiye 'ye getiren defa bir felsefe sÖ'..düğü hazırlamasıdır.
Baha Tevfik, tam anlamıyla bir metafizik Baha Tevfik, kısa fakat oldukça ve-
karşıtıdır. Öyle ki Felsefe Mecmıuıslnda ya- rimli hayatı boyunca -belli ve sınırlı bir
yınladığı "Felsefe-i Hazıra: Kant" başlık­ anlayışla da alsa- felsefenin Türkiye'de
lı dizi yazısında, nesnenin yerine insan tanınmasına ve yaygınlaşmasına yönelik
aklını merkeze alan devrimi yapmakla önemli hizmetlerde bulunmuştur. Onun
Kopernik'e benzetilen Kant'ın önemini materyalizm gibi dönemine göre çetin
çağdaş felsefe açısından vurgularken, ak- bir doktrini çekinmeden savunması ve
lın kategorileri halinde doğuştan gelen bu çerçevede gösterdiği cesur girişimler
fikirleri kabul ettiği ve ahlak üzerine bir felsefe açısından Türk düşünce tarihinde
Tanrı fikri kurmak istediği için Kant fel- önemli bir kilometre taşıdır. Ne ;.rar ki
sefesini bilime dayanmaması açısından fdsefenin XJX. yüzyılda Avrupa'da geli-
metafızik bularak eleştirir. Onun· Kant'a şen tek bir akımla sınırlandırılıp Batı'da
gctirdirJ. bu cleştiDlerinde Nietzsche'nin aynı yüzyılın sonlarında ortaya çıkan ma-
etkisi büyüktür. Yeni Ahkik'ta. gelenek- teryalizm kaı:şıtı görüşlere ya şuurlu ola-
sel/dinsel ahlak anlayışını eleştirerek bu rak ya da eksik bilgiden dolayı karşı o-
anlayışın iflas ettiğini, XX. yüzyılda ahla- lunması yönünden materyalizmin Türki-
kın insanlann davranışlannın kaynağı o- ye'ye bu şekilde gelişini Hilmi Ziya 0:-
lan fikir, hassasiyet, adet, içgüdü gibi ps.i- ken "mevsimsiz" bulur.
şik olayların iyi kullanılmasına dayanan Eserleri: Biraz Felsefe (yayınlanma­
"insani" ahlak olması gerektiğini savu- mış, t.y .), Frannz.ra İııikak L!Jgah (2 cilL,
nur. Fe/sefe-i Ferd adlı eserinde ise insan- 1323-1325/1907-1909), Tedkikılt: Tera-
lığın en son anarşizme varacağılıı ve an- am-i AbPal (1325/1909), Hassanjet Bahsi
cak anarşizmde bireyin özgür olacağını '" Yeni Abltl!t. (1910), Tem/Jiit-i İlmi ve
ileri sürer. Nietzschc'den derinden etki- Edebi (Ly.), Mebadi-i Felsefa Psikoloji: İb,,-i
lenmiş olan Baha Tevfik, bu görüşleriyle Ahvd/.i P.ııb (Ly.), Nietz.s&he: Htgah ve Fe/.
Meşrutiyet'in getirdiği özgürlük ortamın­ sefesi (Ly.), Karagöz. Salt1amesi (1913), Fel-
da anarşist nitelikteki immoralizmin (tö- sefe-i EJebtJat ı'tl Şair CeHs (1330/1914),
retanımazcılık) temsilciliğini yapmıştır. ltf11htasar Felsefe (1331/1915),Felsge-iFeni
Dahillik 156

(1332/1916). Çevirileri: Ba'ı ii Ba'de'/. nca bkz. Babtlik.


Mevt (folstoy' dan, 1325/1909), Vahdet-i
Mevı·ud: Bir Tabiat Alimiııin Dini (Emest Ba(k)htin, Mikhail Mikhailoviç (1895-
Haeckel'den, 1911), Madde ıoe Kıtwtt 1975) Yazın, dil, etik, yazarlık kurumu,
(Ludwig Büchner'den, 3 cilt, t.y.), Ftmi- karnaval, zaman gibi çok değişik izlekler
nİZ!'f: Alem-i Nisvan (O. Lacquare'den, üstüne yazıya aldığı düşünceleri yanında,
t.y.), Tarih-i Felsefe (Alfred Fouaillee' den, geliştirdiği killtür eleştirisi yaklaşınuyla
t.y.), Mantık (Robier'den, t.y.). da toplum bilimlerinin hemen bütün a-
lanlannda eleştiri etkinliğine yönelik yer-
Bahiilik İslanüyet'ten ayrılıp yeni bir leşik bakışın bütün bir çehresini değişti­
din haline gelen Babiliğin bir kolu olarak ren Rus felsefeci, yazın kuramcısı, top-
ortaya çıkan Bahailik gerçek adı Mirza lum ve killtür eleştiricisi. Bakhtin, bir
Hüseyin Ali El-M:ittndeciru olan Baha- yanda Dostoyevski'nin yapıtlan üzerin-
ullah rAllah'ın Nuru") tarafından ku- den giderek gcliştitdiği özgün roman ku-
rulmuştur. Babiliğin kurucusu Bab Mirza ranuyla, öbür yanda kendi adıyla birlikte
Ali Muhammcd'in öğrencisi olan Mirza ıırulan "söyleşim (diyalog) tasannu"yla
Hüseyin Ali'nin çeşitli konularda yazdığı günümüz çağdaş felsefesine damgasını
yüzün üstünde yapıu bulunmaktadır. Ba- vurmuştur. Söz konusu tasarınu en iyi
biliğin İran'da bozguna uğramasından biçimde anlamanın yolu hiç kuşkusuz
sonra Bağdat'ta tarikatı yeniden yapılan­ Bakhtin'in kendi yazılanna başvurmak­
dırmaya çalışarak Bahailiği bütün dinle- tan geçmektedir. Bu bağlamda söz ko-
rin birliğini ve insanların evrensel kar- nusu yazılar arasında dilsel, toplumsal ve
deşliğini savunan yaygın bir din yapmak ruhsal yaşam deneyimleri üstünde kesin
isteyen Mirza Hüseyin Ali, Bab'ın geli- çizgilerle belirleyici olduğu düşünülen
şini bildirdiği Tann'run kendisinde zuhur birtakım kültür pratikleri üstüne yazılnuş
edeceği kutsal ruh (Mnı Yu~imhullah) olanların kilit değerde bir önemi bulun-
olduğu savındadır. Bab Mirza Ali Mu- maktadır. Bakhtin Petrograd Üniversite-
hammcd'i Bahaullah'ın müjdecisi sayan si'nde "klasikler" ile "fıloloji" (betikbi-
Bahailer için üçüncü önemli kişi ise Ba- lim) eğitimi almıştır. Bu bağlamda özel-
haullah'ın en büyük oğlu, onun öğretile­ likle "karanlık" ilkçağ yazarlanna yönelik
rinin ekSiksiz uygulayıcısı ve yanılmaz yo- olağanüstü bilgi donarunu yapıtlarında
rumcusu Abdillbahıl'dır. İbadetten çok açıklıkla görillmektedir. Nitekim yaşamı­
toplumsal ahlak üzerine kurulmuş bir nın çok büyük bir bölümünde yazınsal
din olan Bahailiğin temel ilkesi iyilik ve bakımdan sürekli karanlık kuytulara kaç-
iyiliği isteme olmuştur. Bunun yanı sıra mayı kendisine düşünsel bir ilke edin-
azla yetinmeyi bilmek, barışçıl olmak miştir. Başlarda Yeni Kanttıbk'a büyük il-
önemli ilkelerindendir. Enson amaç ise gi duyan Bakhtin, ilerleyen yıllarla bir-
dünya banşıdır. Bu amaca ulaşmak için likte dönemin Marxçı olmayan en etkili
Bahailer kendilerine özgü bir yerel ör- eleştiri okulu RNs Bİ(İllldliği ile tanışarak,
gütlenme modeli ve evrensel bir karar bu okulun düşüncelerinden pek çok şey
alma düzeneği kurmuşlardır. Bahailiğin öğrenmiştir. Ama bununla birlikte baş­
Tann tasannu onlan önceleyen Babili- tan sona dilbilim yönelimli olan bu oku-
ğinkiyle koşuttur. Tann bilinemez ve in- lun, yaşamın olumsallığı ile bireyin ön-
sanın anlama yetisinin ötesindedir. Ne ceden kestirilemezliği karşısında bina-
var ki her varlık ona gereksinir ve dün- kım yasalara ulaşmak adına bilimci yol-
yada onun cisimleşmiş görünümleri var- dan yürümeye yönelik temel savunusunu
dır. Nebiler ve rcsfiller bunlardandır. Bu bütünüyle yadsımıştır. Bu dönemde etik,
ve buna benzer kabulleriyle Bahailerin yazarlık, ben'in ötekilerle ilişkisi üstüne
tümtanncılığa yaklaşuğı söylenebilir. Ay- kapsamlı bir çalışmayı tamamlayan Bak-
157 Ba(k)htin, Mikhail Mikhailoviç

htin, ayrıca en önemli yapıtları arasında yaptığı çalışmasıyla büyük bir esin kay-
gösterilen, tartışmasız bir "klasik" olarak nağı olmuştur. Bu noktada ilgi çekici o-
nitelenen Dostoyevski üzerine yazdığı lan, Voloşinov, Medvedev ve daha pek
Dortoyeııski'nin Poetilt.ası'nm Sorutılan'nı (P- çok düşünürün tersine Bakhtin'in, yaşa­
roblemı tvorçestva Dostoyevskoğo, 1929) dığı sürgün yıllan boyunca düşün~el or-
yayımlamıştır. Aynı yıl hem burjuva geç- tamdan uzak kalmasına, ayrıca da ço-
mişi hem de din ile Marxçı olmayan ğunlukla yalıtık bir yaşam biçimini be-
yaklaşımlara duyduğu yakın ilgi nedeniy- nimsemiş olmasına karşın Rus düşünsel
le, Sovyetler Birliği'nde komünist rejimin yaşamında unutulmadan kalmayı başaran
kuşkulu kişiler listesinin öteden beri en ender düşünürlerden biri olmasıdır. Ya-
başlarında yer aldığı için tutuklanmıştır. şamının son dönemlerinde dinsel ya da
Ağır yaşam koşulları altında çalışma kam- tannsal çağrışımlar olmaksızın kimileyin
pında tııtuklu kalmasının ölümüne yol a- yeryüzünün azizi olarak göklere çıkarılan
çacağı endişesiyle, cezası son anda altı Bakhtin, söyleşim (diyalog) tasanmı doğ­
yıllığına Kazakistan'a sürgüne yollanarak rultusunda kültürün temel sorunları üze-
hafifletilmiştir. Sürgün yıllan boyunca, rine denemeler yazmayı sürdürmüştür.
bir yandan kendisiyle hiç ilgisi olmadığı Bakhtin, yazın türlerini en genel an-
halde yaşamını sürdürebilmek için bir famda yaşanan belli bir deneyimin du-
çiftlikte ürün toplama işinden bir kitap- yumunun somut dışavı.ırumlanrun dile
çıda muhasebecilik yapmaya dek çok de- getirildiği örtük dünya görüşleri olarak
ğişik işlerde çalışırken, öbür yandan an- görmektedir. Özellikle felsefe sözdağa­
cak 1975 yılında yayımlanabilen dil ile nndan devşirdikleri birtakım kavram, iz-
roman üzerine düşüncelerini kağıda dök- lek ya da sorunlar çevresinde dolanarak
tüğü klasik denemelerini (Yazı11 ı•e Estetik örülmüş anlatılar onaya koyan romancı­
S orunlarr, Voprosı literatun i estetiki) yaz- lar-.ı şiddetle karşı çıkan Bakhtin, tarihte
mıştır. Bu dönemde aynca toplumsal bilinen en büyük yazınsal ya da düşünsel
normlann dizgeli parodi (gülünçleme) buluşların öncelikle roman yazarlarınca
yoluyla tersyüz edilmesi olarak betimle- yapıldığını, ancak bunların daha sonraları
diği "Şenlik/Karnaval" üstüne çalıştığı çoğunlukla da gerçek özlerinden çok
gibi, "Rabelais" başlıklı (Franroi.r Rabe/air şeyler yitirerek soyut felsefe diliyle yeni-
ve Riine.ran.r Diinemiııde Halk Kii/tiil'İİ", Tv- den dillendirilerek "kayıtlara geçtiğini"
orçestva Fransua Rable i narodnaya kul- ileri sürmektedir. Sözgelimi tam bu bağ­
tura srednevekovya Rönesansa, 1941) lamda Bakhtin, XIX. yüzyılın büyük ro-
Batı'da ilk ve en çok bilinen çalışmasının mancılarının daha filozoflar konunun a-
taslağını da çıkarmıştır. Bu ikinci çalış­ yırdına varıp üstüne düşünmeye koyul-
ması daha sonra doktora tezi olarak ka- mazdan çok daha önceleri "modem ta-
bul edilmesine karşın, "Rabelais"nin ba- rihsicilik tasanmı"nı keşfetmiş oldukla-
sımı 1965 yılına gelinene dek olanaklı ol- nnın aluru çizmektedir. Bakhtin bu bağ­
mamıştır. 1936 yılında Mordovya Devlet lamda felsefe ile yazın arasındaki ilişki
Öğretmen Okulu'nda profesör olarak üstüne önemli gördüğü bir noktaya dik-
göreve başlayan Bakhtin, henüz aradan kat çekerek, filozoflann öteden beri can-
uzun bir süre geçmemişken kitlesel top- la başla peşinde olduklan bilgeliğin an-
lum olaylarının yoğunlaştığı bu dönemde cak yazın yapıtlannın hem biçimlerinin
onalıkta çok görünmek istemeyişine hem de içeriklerinin derinlemesine araş­
bağlı olarak görevinden istifa etmiştir. il. tırılmasıyla edinilebilir olduğunu savun-
Dünya Savaşı sonrasında 1950 yılında maktadır. Ne var ki &akhtin tıpkı yaşam­
yeniden profesör olarak görev alan Bak- da olduğu gibi yazında içerimlenen bil-
htin, dönemin Moskovası'ndaki aydınlar geliğin de dizgeli bir bütünlüğe kavuştu­
arasında özellikle Dostoyevski üstüne rulmasının olanaklı olmadığını, ancak belli
Ba(k)htin, Mikhail Mikhailoviç 158

ölçülerde "yaklaşık" yönelimlerin k:ıv­ düş kırıklığından başka bir yere çıkması
mmsallaşurılabilir olduğunu dile getir- söz konusu değildir. Bakhtin'e göre, ger-
mektedir. Bakhtin'in anlayışına göre, söz çekçi romanlar hiçbir başka düşünce bi-
konusu sııurlı kavramsallaşunm felsefe- çiminin dile getiremeyeceği bir yetkin-
den çok yazın eleştirisinin başlıca öde- likte yaşamın sıradan arılaırunı yakalaya-
vidir. rak ortaya koydukları için en büyük ya-
Bakhtin'in değişik roman türleri ara- zın yapıtlarıdır.
sında en çok tuttuğu roman türü "ger- Bir yanda ohımsallığa öbür yanda öz-
çekçi roman"dır. Romanların her du- gürlüğe duyduğu sarsılmaz inançla Bakl1-
rumda Bau düşüncesinin dil duyumu- tin, genelde kültürel varlıkları, özeldeyse
nun, ruhbilimsel kaynaklanıun, zaman bireyi "sona erdirilemez" olarak görmek-
tasarıırunın, bundan da önemlisi etik yö- tedir. Bu açıdan bakıldığında, her insanın
nelim ve bağlarumlanrun en iyi görüle- yaşamın herhangi bir anında kendisin-
ceği yerler olduğunu düşünen Bakluin, den hiç beklenmeyecek şaşırtıcı eylem ve
nasıl ki şiir ile dramaya yaklaşırken uy- davranışlarda bulunabilecek olması, in-
gun kavramları kullanarak klasik şiirin saıun hiçbir durumda bütünüyle kavra-
gerçek değeri ölçülemiyorsa, aynı biçim- nabilir bir dizgeye indirgenip o dizgenin
de romanlara da birtakım romana özgü içine sıkışunlıp kapaulamayacağının en
değer kalıplarıyla yaklaşarak değer biç- belirgin kanıudır. Bu düşünce bağlamın­
meye çalışmanın son derece boş bir çaba da özellikle Dostoyevski'nin romarıları­
olduğunu belirterek, açıkça genelde ç:ığ­ nın içerimlerini açımlayan Bakhtin, yap-
daş yazın çalışmaları, daha özeldeyse ro- ağı derin çözümlemelerden hareketle in-
man çözümlemeleri üstünde çığır açıcı san olmanın en temel niteliğinin "kendi-
bir kınlma meydana getirmiştir. Bakhtin sine yönelik sona erdirme çabalarını bo-
bu düşüncesi doğnıltusunda özellikle şa çıkarma yetisi" olduğunu ileri sürmek-
"düş gücünden yoksun kavrayış" diye tedir. İnsan canlı olduğu sürece henüz
adlandırdığı kavrama biçiminin özü üs- sona ermemiş, henüz en son sözünü et-
tüne yoğunlaşarak, Bakhtin yorumcula- memiş olduğuna yönelik bir farkındalıkla
rının "düş gücünden yoksun şiir" adını yaşamaktadır. Bakhtin, etik bakımdan
verdikleri seçenek olabilecek bir şiir an- bir insana yapılabilecek en biiyük kötü-
layışı temellendirmiştir. Bu yeni şiir arıla­ lüğün, ona vakti gelince sona erdii için
yışı Bakhtin'in doğrudan yaşama nasıl tüketilip bir kenara bırakılan ikinci el bir
bakuğını yansıtuğı gibi, başta dil olmak insanmış gibi davranmak olduğunu söy-
üzere pek çok konudaki yaklaşımı üstü- lemektedir. Öte yanda ruhbilimsel ba-
ne son derece belirleyici bir konumdadır. kımdan ise hiçbir insanın ilkece kendi-
Düş gücünden yoksun olmaktalık ile siyle örtüşmesinin olanaklı olmadığını di-
Bakl1tin, hergünkü dünyanın olağan, bil- le getiren Dakl1tin, felsefenin ürılü "öz-
dik, şaşırtıcı olmayan olaylarıyla belli bir deşlik ilkesi"nin hiçbir durumda hiçbir
dizgeselliğe konu olmaksızın yaşayan in- insan tekine uygulanamayacak denli an-
saıun deneyimlerinin gündelik düzenini lamsız olduğunu savunmaktadır. Tam
arılamaktadır. Bu arılamda Bakhtin için tersine, gerek insan olmanın gerekse ya-
kültürde düzenin öncede11 görülerek ku- şaırun gerçek anlaırunın insan ile kendisi
rulması hiçbir durumda olanaklı olm:1dı­ ~rasındaki örtüştürülemezlikte yatağını i-
ğından kültür düzeni hep gerçekleştiril­ leri süren Bakhtin, bu temel gerçeğin dı­
mesi gereken bir ödev olarak önümüzde şında bir insan tasarlamanın istencinden
durmak zorundadır. Aynı biçimde her- bağımsız olarak o insanı belli sınırlar i-
günkü yaşaırun olumsallıklarınca kesinti- çinde tanımlayarak, öndeyileyerek, belli
ye uğraulan yapıtın enson anlamda ta- bir yere yerleştirerek bir madde yerine
mamlanıp bitirilmesine yönelik düşün koyınak anlamına geleceğinin alunı özel-
159 Ba(k)htin, Mikhail Mikhailoviç

tikle çizmektedir. Bu düşünceler ışığında etkileşimin değişmez parçası olamk dile


Bakhtin, bütün belirlenimci felsefelere, getirildiklerini, bir anlamda hem konuş­
şeylerin karmakarışıklığı ile zıımanın her macıya hem de dinleyiciye ait olduklarını
şeye gebe oluşunu göz ardı eden bütün bildirmektedir. Bir başk.ı açıdan söyle-
killtür kuramlarına, özellikle Marxçılılı:, necek olursa, "söyleme"ler yalnızca ken-
Göstt:tgc:bilim, Manukçı Olguculuk gibi dilerine karşılık verilen dilsel öğeler ol-
Batı kaynaklı düşünce okullarına bütü- mayıp aynı zamanda bir karşılık verme
nüyle karşı çıkmaktadır. Nitekim bu nok- beklentisini de oluşturmaktadırlar. Bakh-
tada Balı:htin yine Dostoyevski'nin ro- tin söylediklerinin en yalın örneğini, kar-
manlarından aldığı esinle sözünü sakın­ şılığın söylemeyi izlediği telgrafla yapılan
mamıştır. " ... henüz dünyada belli bir iletişim modelinde bulmaktadır. Bakhtin'
son bildiren hiçbir şey olmadığı gibi, in kı.ımıru yazın eleştiricilerince "oku-
dünyanın enson sözü de dünya üzerine yucu alımlama kuraıru" diye adlandınl­
enson söz de henüz söylenmiş değildir; maktadır. Bakhtin kilit değerde bir öne-
dünya açık uçlıı, bütünüyle de özgürdür, mi bulunan "söyleşim" (diyalog) terimini
herşey hala gelecekte yatıyor, hep de ge- iiç ayn anlamda kullanmaktadır: ~} bir
lecekte yatacak." doğruluğa ilişkin bir dünya göriişü ya da
Bakhtin, t 934-35 yıllarında yazdığı doğruluk duyumu olamk; (ıi) özel bir dil
"Romanda Söylem" ("Slovo v romane") kullanımı olarak; (iii) dilin kendisini ta-
ile 1952-53 yıllarında yazdığı "Konuşma nımlayan tanımlayıcı bir nitelik olarak.
Türlerinin Sorunları" ("Problemy reche- Dilin tanımlayıcı bir niteliği olarak alın­
vykh zhanrov'') başlıkh yazıfarı başta ol- dığında terim, bütün "söyleme"lerin söy-
malı: üzere değişik dönemlen:le yazdığı leşimli (diyalojik) bir nitelik taşıdıklarını
irili ufııklı pek çok yazısında, Saussure'ün &•fütermektedir. Bir başka deyişle bu, bü-
dilbilim kı.ıramlaıı ile ondan yola çıkarak tiin "söyleme"lerin seslendikleriyle oluş­
temellendirilmiş biçimcilik, yapısalcılık, t.ıırulduklarunlamına gelmektedir. Söyle-
göstcrgebilim gibi anlayışlara karşı yeni melerin "seslenilmişlik" niteliği üstüne
bir seçenek önermektedir. Bunun yanın­ kLıruluyor olmalanna yönelik Bakhtin'in
da, kağıt üzerinde ardılı Voloşinov'un bu saptamasına karşı, söyleşim ilişkileri,
gözükmelı:le birlikte birçokları tarafından en azından Saussurecü dilbilim açısından
Bakhtin'e atfedilen (ki bu hfila tartışmalı bakıldığında, üstdilsel bir nitelik sergile-
bir konudur) t 929 tarihini taşıyan Marx- mektedir.
phk ile Dil Feltefesi (Marxizm i fılosofiya Öte yanda Bakhtin, yazılannın önem-
jazyka) başlıkh yapıt, çoğunluk Chom- li bir bölümünde etiği ben'in görüııgübi­
skyci dil felsefesi geleneğine son derece limine yönelik çok dalta geniş bir b-dğ­
önemli bir katkı olarak değerlendiril­ lama yerleştirerek düşünmektedir. Bakh-
mektedir. Bakhtin'in dil anlayışının kal- tin'in görüngübilimsel uslamlamaları te-
kış noktasını, dilin en temel birimi ohımk melde usçu felsefenin soyutlamaları ile
gördüğü "söyleme" /"sözce" (Htteranll) önü alınamaz bir hızla yükselen çağdaş
konusu oluşturmaktadır. Buna göre, di- olguculuk akıırunın son derece sorunlu
lin gerçek işleyişinin anlaşılmasının ne bulduğu insan tasarımını hedef almakta-
sözcülı:lere ne de tümcelere odaklanarak dır. Bu bağhımda Bakhtin'in eleştirel dü-
başarılamayacağını ileri süren Bakhtin, şüncelerinin kavramsal yapısı, bir yanda
tümcelerin ya da sözcüklerin her durum- "Marburg Okulu"nun önde gelen düşü­
da yinelenebilir olduklarını, buna karşı nürleri Herman Colıen, Paul Natorp ve
"söyleme"lerinse ancak belli bir bağlam Nicolai Hartmann'ın düşüncelerine da-
içinde meydana geldiklerini savunmak- yanırken, öbür yanda ünlü Alman gö-
tadır. Bundan daha da önemlisi "söyle- rüngübilimcileri Max Scheler ile Hein-
me"lerin söyleşime dayalı (diyalojik:) bir rich Rickert'in felsefi tutumları ile yön-
Ba(k)htin, Mikhail Mikhailoviç 160

tembilgisel savunularından destek almak- söz konusudur. Nitekim dile yönelik gö-
tadır. Çoğu durumda Bakhtin'in bu iki rüşlerinde Bakhtin, kişinin bir dil edindi-
düşünce çevresinden kendi düşüncesine ğinde bir bilinç, bir yaşam görüşü, en
neleri katUğının izini sürmek olanaklı önemlisi de bir "ben" edindiğini, dolayı­
olmasa da, en azından "Aydınlanma Es- sıyla bütün öğeleriyle birfil.-te "ben'in ya-
tetiği" ile "Kantçılık" arasında temel bir pımı"nın özünde dilsel bir doğa sergile-
bağlantı kurmaya yönelik bir felsefe tasa- diğini ileri sürmektedir. Sanıldığının ter-
nsı içinde bulunduğu kuşkuya yer bırak­ sine ben duyumunun dile getirilmemiş
mayacak bir açıklıkta söylenebilir. Kant, değişik duygular, görüler, sezi ya da ön-
temelde estetik olanı "çıkargözetmezlik" sezilerle belirlenmediğini savunan Bakh-
le, yani temsilin kendisinden belli bir a- tin, kişinin kendini anlamasının ya da
maç ya da belli bir yarar gözetilmemesi kendi benini tanımasının her durumda
gerektiğiyle temellendirirken çok büyük söyleşime dayalı bir dilsellikle gerçekleş­
ölçüde estetik yaf]'} üstüne yoğunlaşmak­ tirildiğini bildirmektedir. Buna göre dili
tadır. Oysa Bakhtin Kant'ın estetik yar- bütünüyle söyleşimlerde gerçekleştirilen
gıya tanıdığı bu önceliğe karşı, özneler- dilsel etkileşimlerle öğrenınekte, aynı tür-
arası ilişki kipinin özneler arasında karşı­ den söyleşirnleri tek başınayken çoğun­
lıklı kurulmasına olanak tanıyacağını dü- lukla kısaltılmış biçimleriyle içimizde ya
şündüğü "estetik etkinlik" üstüne yo- · da kafamızda dillendirmekteyizdir. Bak-
ğunlaşmayı savunmaktadır. Nitekim Ba- htin bu bağlamda yaşamımızda önemli
khtin'in bu temel casansını gerçekleştir­ bir yer tutan insanların kendi iç konuş­
meye yönelik uğraşları kimileyin başka malarımızdaki söyleşimlerde sıklıkla ken-
başka biçimler altında olsa da hemen dilerine seslendiğimiz kişiler olduklarını
bütün yapıtlarında açık bir biçimde gö- belirterek, ben denilenin de son çözüm-
rülmektedir. lemede kendi içinde seslendiği kişilerle
Bakhtin, öteki insanları onların ken- girdiği söyleşimlerin toplamından öte bir
dilerini görmedikleri bir gözle gördüğü­ anlamı olmadığını ileri sürmektedir. Bak-
müz gerçeğinden yola çıkarak, kendi ba- htin'in dile yönelik anlayışının ruhbilim-
şımızın arkasını ya da dalıp gittiğimizde sel bakımdan da önemli içerimleri bu-
kendi yüzümüzün nasıl bir ifadesi bu- lunduğu açıktır. Nitekim bu noktada be-
lunduğunu da ötekilerin gördüğü gözle nin toplumsallaşması gereken bir şey ol-
göremediğimizi belirtmektedir. Bakhtin, duğunu savunan Freud'a, birtakım yeni
ben ile öteki arasındaki ilişki çerçevesin- iç söyleşim türleri ve ilişkileri ortaya ata-
de, kendi benimizi ötekilerden gördükle- rak karşı çıkan Bakhtin, benin zaten top-
rimizle, çoğunlukla da sanatsal yaratım­ lumsal olduğunu çünkü özünde dilsel söy-
ları aratmayacak bir beceriyle oluşturdu- leşimle yapılandığını ileri sürmektedir.
. ğumuzu dile getirerek, benin ötekilerden Bakhtin, d_üzenin her zaman için ger-
alınmışlığına bağlı bu anlamını tinsel bir çekleştirilmesi gereken bir ödev olduğu
armağan olarak değerlendirmektedir. E- gerçeğine bağlı olarak, kendi içinde bü-
tik bakımdan ötekinin duyduğu acıları tünlüklü bir dilin birlikli düzeninin verili
onunla bir duygudaşlık kurarak paylaş­ bir şey olmayıp özce kurulması gereken
manın yanlışlığına parmak basan Bakh- bir şey olduğunu savunmaktadır. Dil,
tin, böyle bir durumda etik bakımdan tıpkı kültürün geride kalan bölümleri gi-
doğru olanın öteki içerde yaşarken ken- bi, "merkezkaçlı güçler"in zorlamasıyla
dimizi dışarda tutarak ötekinin benin- dizgesel olmayan çeşitli biçimlerde par-
deki acılardan kurtulmasına olanak sağ­ çalanıp darmadağın edilmektedir. Kül-
lamak olduğunu yazmaktadır. "Ben''in o- tür, merkezkaççı güçlerin yol açtığı bu
luşumu bağlamında Bakhtin'e göre ben ciddi sorunun üstesinden gelmek adına,
ile dil arasında son derece yakın bir ilişki hiç değilse belli ölçülerde dilin birliğini
161 Ba(k)htin, Mikhail Mikhailoviç

ve bütünlüğünü koruyabilmek adına de- çok insan tarafından aynı anda yeterince
ğişik sözlükler ile dilbilgisi kitapları yaz- yinelenir olduğunda dilin de gelişme gös-
ma yoluna gitmektedir. Bu anlamda Bak- termesine olanak tanımaktadır. Bakhtin
htin'e göre hangi dil olursa olsun, ister bu düşünceleriyle, dili soyut ve dizgeli
Rusça ister Türkçe, bir dil önemli ölçü- bir yapı sergileyen birtakim ilkeler ara-
lerde dilsel olmayan dildışı basınçların cılığıyla gelişen, her durumda soyut bir
(toplumsal baskıların) bir uzantısıdır. Ne dizge olarak gören "Rus Biçimcileri"nin
var ki birlikli ya da bütünlüklü dil ülküsü görüşlerinde dizgesel olmayan önemli ge-
adına sözlükler ile dilbilgisi kitaplarında dikler açmıştır. Nitekim bu gediklerden
konulan dile karşı işlemeyi sürdüren baş­ en önemlisi, önde gelen iki Rus Biçim-
ka konuşma biçimleri de bulunmaktadır. cisi Roman Jakobson ile Yuri Tynianov'
Bakhtin, farklı konuşma biçimleriyle ko- un onaya atuklan, "bir dizgenin tarihi-
nuşanların başlarından geçen aynı dene- nin kendisi de bir dizgedir" düşünce­
yimleri farklı biçimlerde kavradıklarını sinde kendisini açığa vurmuştur.
belirterek, her mesleğin, her kuşağın, de- Bakhtin, hemen bütün yaşamı bo-
ğişik yerel ya da etnik grupların kendile- yunca, başlarda "kuramcılık" (theot'tfiım)
rine özgü ağızlan ile sözdağarlan oldu- diye adlandırdığı, daha sonraysa dil üze-
ğunu, birbirlerine bambaşka biçimlerde rine yaptığı çalışmaların ışığı altında dün-
seslendiklerini, biçemleri ile vurgulama- yanın temcide düzenli olduğu, deneyi-
lannın birbirlerinden kesin çizgilerle ayrı min de ilkece soyut terimlerle kavranabi-
olduğunu, dolayısıyla da her dil toplulu- lir olduğu düşüncesi üstüne kurulu "tck-
ğunun kendince düşünüp dünyayı kendi sözlülük" (mo110/ogism) diye tanımladığı tu-
diliyle gördüğünü dile getirmektedir. Ni- tumla savaş içinde olmuştur. Bu bağlam­
tekim bu anlamda dil her durumda tek da en başından beri Bakhtin, kuramların
bir dilden değil dillerden oluşmakta, Bak- ussal bilgi sunmak adına deneyimin bü-
htin'in deyişiyle bir hetenıgloısia'dan (raz- tün canlılığıru boğazlayarak, tüm dene·
norccie), yani aynşık konuşma ve söyle- yimleri kansız cansız olay kayıtlan haline
me dünyalarından meydana gelmektedir. getirdiklerini ileri sürmektedir. Sözgclimi
Bir dilin içinde yer alan bütün bu bir- usçuluk geleneğinin her durumda olayla-
birinden değişik "diller"i tanımlamaya o- rın ya da olay örgülerinin temel yasalarla
lanak tanıyacak tek bir ilke ya da daya- açıklanabilir olduğu yönündeki temel sa-
nak yoktur, çünkü bu dilleri birbirinden· vunusuna dikkat çeken Bakhtin, bu tür-
ayn kılan, hep belli bir toplumsal etkinlik den her yaklaşımın ister istemez olayla-
doğrultusunda sayısız biçimde dile geti- rın "olay olmaktalıklan" üstüne odaklan-
rilmeleri, farklı farklı deneyimlenen dün- mak durumunda olduğundan, olaylan an-
yaların kavramsallaşttrılmalan olmaları­ cak anlık kesitler olarak canlandırabildi­
dır. Bakhtin, bu açıdan bakıldığında bü- ğini, buna karşı olayların gelecekte konu
tün herkesin değişik yaşam çevrelerine olduklan sayısız olanağı ise bütünüyle
girip çıktığından ötürü tek bir dilin he- göz ardı ettiğini belirtmektedir. Bu du-
temgloısia'sına konu olduğunu, yani bir rum doğrudan dile uygulandığında, ku-
dilin içinde birden fazla dil bildiğini dü- ramcılık ya da teksözlülüğün soyut dil
şünmektedir. Bir başka deyişle, belli bir dizgesi olarak *langue ile tek tek konuşma
dil için geçerli olan belli bir deneyim ala- edimleri kurallannın yalnızca örneklen-
nına çoğunluk öt.eki dillerin deneyim t.u- me•i olarak *parrıle arasında yapılan Saus-
tumlanyla yaklaşmamız kaçınılmaz oldu- surecü ayrımın doğmasına neden olduğu
ğundan, dillerin hetemglouidsının kendi açıklıkla görülmektedir. Öte yanda in-
aralarında söyleşime girmelerinden daha sanlara uygulandığındaysa, insanların bü-
doğal bir şey yoktur. Bu durum insanın tün aynşıklıklanru tektipliliğe indirgediği,
deneyim duyumunu değiştirdiği gibi, pek ortaya konan belli bir nitelikler dizgesi
Bakhtin Çevresi 162

temelinde bütün insanları olmuş bitmiş nelde varoluşçu felsefenin "*sahicilik" an-
soyut kendilikler olarak sonlandırdığı gö- layışına, daha özeldeyse Sartre'ın "*kötü
rülmektedir. Nitekim Bakhtin'in etiğe inanç" ta~anmına yakın bir yerde dur-
yönelik genel duruşu da çok büyük öl- maktadır..
çüde insana olmuşbitmişlik bildiren bir
gözle yaklaşmaya karşı verilen mücade- Bakhtin Çevresi (İng. &khti11 Cin-fr.,.Sı'
lenin doğal bir ürünüdür. Bakhtin, etik hoo/ ofBakhlitr, Fr. Cmk de Bokhti11, Emle
bakımdan en önemli eylemlerin, önce- de Bakhtitı; Alm. Knir "Bakhti11, S dı11k t'IJll
den verili kategorilere dayalı olarak kesti- Bakhti11] Büyük Rus felsefeci Bakhtin'in
rilmesi olanaklı olamayan olgularca çev- temel düşüncelerinden yola çıkarak, bir
rili öndeyilcnemez eylemler olduğunu yanda Rus Devrimi'nin öbür yanda Sta-
savunmaktadır. Buna bağlı olarak, etik lin Rejimi'nin yol açtığı kültürel ve top-
seçimin özünü neyin oluşturduğu soru- lumsal sorunlan felsefece bir gözle İrde­
suna yönelen Bakhtin, belli bir etik ey- lemek amacıyla bir araya gelmiş önemli
lem için öne sürülen "yapmam gereki- Rus düşünürlerince oluşturulmuş yakın
yor" koşulsuz buyruğunun doğrudan dönem çağdaş Rus felsefesinin en ö-
doğruya "olayların olay olrnaktalıklan" nemli düşünce okulu. Bakhıin Çevresi'
düşüncesine dayandınldığından, eylem- nin düşünceleri en genel anlamda "kül-
lerin etik özlerinin bütünüyle ahlaksal us tür felsefesi" diye adlandınlabilir. Nite-
yürütme sürecinde yitirildiğini ileri sür- kim Bakhtin Çevresi'nin üyeleri, çalışma­
mektedir. Etik bu nedenle, genelleştiril­ lannın büyük bölümünde genelde top-
miş hiçbir insan, değer ya da eylem kate- lumsal yaşamda, daha özeldeyse sanat
gorisine gitmeden, her insanı kendi te- yapıtlarında karşılaşılan "anlamlandırma"
killiğiyle de almak, aynı biçimde her ey- başta olmak üzere değişik göstergebilim
leme de kendi özel bağlamı içinde yak- sonınlanyla ilgilenmişlerdir. Bu bağlamda
laşmak zorundadır. Bakhtin'in etiğe yö- Bakhtin çevresine bağlı düşünürlerin kal-
nelik bu yaklaşımının en iyi anlatımı "be- kış noktasını, Bakhtin'in kuşkuya yer bı­
nim tarafımdan başanlabilir olan bir şey rakmayacak bir açıklıkta tanıtladığı dilsel
bir başkası tarafından asla başarılabilir üretimin her durumda söyleşime dayalı
değildir" tümcesinde bulunmaktadır. En (diyalojik) bir doğası bulunduğuna yöne-
yüksek değer yine insanın kendisidir; do- lik temel düşünce oluşturmaktadır. Özel-
layısıyla insanın yerine getirmesi gereken likle değişik halk katmanlarında geçerli
birtakım ödevlere ya da eylemlere gön- olan söyleşim (diyalog) biçimlerine o-
dermelerde bulunarak çeşitli değer tc- daklanan Bakhtin Çevresi düşüı:ıürleri,
meUendirmeleri ne girişmek !Kln derece yönetici katmanın dilini söyleşim olana-
büyük bir etik yanılgıdır. Nitekim Sov- ğını baştan olumsuzlayan tek bir totaliter
yetler Birliği'ndeki komünist rejime karşı (tümcül) söylem biçimi olarak tanımlar­
Bakhtin, bütün sorumluluğu soyut bir ken, buna karşı alt tabakaların dillerinin
yetkeye bağla yan, kurallara mekanik bir söyleşimi gerçekleştiremeyecek denli ken-
biçimde uyulmasını zorla benimseten i- di iç konuşmalanna (monolog) kapan-
deolojik düşünme biçimini kıyasıya deş­ mak durumunda bırakıldıldan saptama-
tirmiştir. Kurallar ile ruhbilimsel düze- sında bulunmaktadır. Yine Bakhtin'in dü-
neklerin çoğu durumda insanlar için ya- şünsel çizgisinden yürüyerek başta ro-
şamı daha kolaylaştırdığına dikkat çeken man olmak üzere değişik yazın alanla-
Bakhtin, oysa bunun sorumluluk almak- rında yaptıldan çalışmalanyla dikkat çe-
tan kaçınılmasına yol açtığı, kişinin ken- ken bu düşünürler, tüm yazın türleri ara-
disini kandırmasına olanak tanıdığı için sında romanın ideologiekritik ('ideoloji e-
hiç de kabul edilebilir olmadığını düşün­ leştirisi") yapmaya en uygun alan oldu-
mektedir. Bu düşünceleriyle Bakhtin ge- ğunu ileri sürmektedirler. Özellikle Baulı
163 Bakunin, Mihail Aleksandıoviç

kaynaklarda daha çok "Bakhtin Okulu" reciyle evrildiğini, bu sürecinde son de-
diye anılan çevrenin en önemli üyeleri rece anlamlı oldıığunu ileri sürerken
arasında Matvei Isaviç Kagan (1889- doğru bir saptamada bulunuyor olması­
1937), Pavel Nikoleviç Medvedev (1891- na karşın, söz konusu yararımın yasala-
1938), Lev Vasilieviç Pumpianski (1891- rını bireysel ruhbilim yasalarıyla tanım­
1940), lvan lvanoviç Sollertinski (1902- larken, farklı gösterge dizgesi yapılarına
1944), Valentin Nikoleviç Voloşinov ad- konu olmalarına karşın sanatsal yaratım
ları daha bir öne çıkmaktadır. ile dilsel yararımı aynı kefeye koyarken
Bakhtin Çevresi'nin göstergebilime yö- bütünüyle yanlış yola sapmaktadır. Volo-
nelik düşüncelerinin en iyi anlatımını, şinov, yaptığı bu eleştirilerin sunduğu iç-
Voloşinov'un daha önce değişik yerlerde görüler doğrultusunda, değişmez bir dil-
yayımladığı bir dizi yazısını kitap haline sel göstergeler dizgesi tasarlamanın il-
getirdiği en önemli yapıtı Mtır>."fllt/e ile Dil kece daha baştan olanaksız olduğunu,
Fe/.refesı'nde bulmak olanaklıdır. Söz ko- bunun bilimsel bir soyutlama olmaktan
nusu kitapta Voloşinov Çağdaş Felsefe' daha öte bir değeri bulunmadığını ileri
nin iki egemen dil anlayışına karşılık gel- sürmektedir. Voloşinov'un gözünde dil-
diğini düşündüğü iki ayn dil tasarımını sel yaratım süreci konuşmacıların hem
dil ile ideoloji ilişkisi doğrultusunda çö- toplumsal_ hem de sözsel etkileşimlerine
zümlemektedir. Voloşinov, Saussure'ün yer etmiş olduğundan, dilsel yar-.ıtım sü-
ölümünden sonra yayımlan.-ın ders not- recinin yasalarının her durumda toplum-
larından hareketle çeşitli düşünürlerin el- sal yasalar olmalarının zorunlu olduğunu
birliğiyle temellendirilen dil anlayışını belirtmektedir. Nitekim Voloşinov, dil-
"soyut nesnelcilik" diye adlandırırken, sel ile sanatsal yaratıcılık her bakımdan
öte yanda Wilhelm von Humboldt'un örtüşmeseler bile, her türden yaratıcılığın
düşüncelerinden hareketle başta Croce . son çözümlemede kaçtrulmaz olarak hem
ile Vossler olmak üzere romantik idealist dil deneyimine hem de dilin yapısını do-
düşünürler tarafından geliştirilen dil an- yuma kavuştura,n ideolojik anlamlar ile
layışını ise "bireysel öznelcilik" diye ta- değerlere odaklanması gerektiğinin altını
nımlamaktadır. Bu iki akımın da usçuluk özellikle çizmektedir. Günümüzde pek
ile romantizm akımlarından türetildikle- çok yorumcu, özellikle Voloşinov'un bu
rini, dolayısıyla da ister istemez her iki düşüncelerinden yola çıkarak, "Bakhtin
akımda içerilen güçlü ve zayıf yanları ay- Çevresi"nin başta post-yapısalcılık ol-
nen yansıttıklanna dikkat çeken Voloşi­ mak üzere dilsel dönemeçten geçmiş fel-
rıov, soyut nesnelciliğin dilin dizgesel ile sefe anlayışlarınca dillendirilen eleştirile­
toplumsal niteliklerini özdeşleştirmekle, rin pek çoğunu öncelediği konusunda
toplumdaki dil kullanımlarının ana kay- görüş birliği içindedirler. Hatta kimi a-
nağı olarak "kendisiyle özdeş biçimler raştırmacılara göre, Bakhtin Çevresi'nin
dizgesi"ni görmekle büyük bir yanlışa esin kaynağı olan Bakhtin, çağdaş felse-
düştüğünü, buna bağlı olarak da dilin fenin gündemine pek çok bakımdan Der-
canlı gerçekliğini kullanımlarının tarihsel rida ile karşılaştırılabilir katkılarda bu-
bağlamından soyutladığını dile getirmek- lunmuştur.
tedir. Açıklıkla göri.ileceği üzere, Voloşi­
nov'un soyut nesnelcilik yönelimli dil bakışaçısıcılık bkz. perspektivizm.
anlayışına karşı getirdiği bu eleştiri, Bak-
hcin'in "kuramcılık" eleştirisinin doğal Bakunin, Mihail Aleksandroviç (l 8 l 4-
bir uzanrısıdır. Buna karşı Voloşinov'un 1876) XIX. yüzyıl anarşizm ruhunu ha-
bireysel öznelcilik diye adlandırdığı i- rekete geçiren devrimci Rus düşünür.
kinci yaklaşım, dilin özünde sürekli yeni Rusya kırsalında küçük "toprak sahibi"
olanaklara açık kesintisiz_ bir yaratım sü- bir ailenin çocuğu olarak düniaya gelen
Bakunin, Mihail Alcksandroviç 164

Mihail Bakunin, bir topçu okulunda as- nsızlıkla sonuçlanan bu ayaklanmanın ar-
keri eğitim aldıktan sonra Polonya sını­ dından bu kez tutuklanır. Bakunin Avus-
nnda görevlendirilir. Burada disiplin, ik- turya'daki çeşitli hapishanelerde bir süre
tidar ve yetkeye karşı derin bir nefret tutulduktan sonra Rusya'ya teslim edilir.
duygusu geliştiren Bakunin kendini oku- Burada önce ömürboyu hapis cezasına
maya adar. Ancak bir yıl kadar orduya çarptırılan Bakunin, Çar'a hitaben yazdı­
katlanabilen Bakunin izin almaksızın or- ğı etkileyici itirafnamenin yardımıyla bu
dudan aynlır ve uzun bir süre asker ka- ağır cezadan kurtulur; altı yıl hapis yat-
çağı olarak yaşamak zorunda kalır. Ax- tıktan sonra cezası hafifletilir ve Sibirya'
dından öğrenimini tamamlamak üzere ya gözetim altında yaşaması koşuluyla
gittiği Almanya'da Genç Hcgelcilere ka- sürgüne yollanır (185 7). Bakunin 1861
tılır. Daha sonra Fransa'ya geçer; Fransız yılında Sibirya'dan kaçarak epey zahmetli
sosyalizminden etkilenir, Alcxandr Her- bir yolculuğun ardından Londra'ya ulaşır
zen ve yandaşlarıyla tanışır. Yıne de bu ve kısa bir süre için de olsa yeniden Pa-
dönemde gerek sosyalist gerekse anarşist ris'e döner. Burada yaşamını derinden
öğretilerden etkilendiğini gösteren açık etkileyecek Marx, Lelewel, Sand ve en
bir kanıt bulmak oldukça güçtür. Ycni- önemlisi de Proudhon ile tanışır. Sonra-
den Alrnanya'ya giden Bakunin, burada dan Proudhon'un birçok görüşüne karşı
birkaç yıl kaldıktan sonra Rusya'ya döne- çıkacak olsa da onun için "Proudhon
ceği sıralarda sosyalist devrimci yazarlar hepimizin üstadıdır!" der. Bu dönemden
ve kitaplarla tanışır. Dönemin aydınla­ sonra Bakunin bir anarşist olarak öne
nndan ve Genç Hegelcilerin önde gelen çıkmaya başlar.
üyelerinden biri olan Axnold Ruge'yle Bakunin bu dönemde anarşist felse-
taruşıklığı.nın da etkisiyle ilk ve önemli fenin en etkili dilegetirilişlerinden birini
denemelerinden birini ("Alrnanya'da Ge- ortaya koyar, Marxçılığa yönelik en kes-
ricilik') takma adla Deilflme fahrbiicherde kin ve içgörülü eleştirileri geliştirir. Ba-
yayımlar. Bu dönemde hala üzerinde kun'in I. Entemasyonal'da sosyalizmin
Genç Hegelci etkiler görülen Bakunin ('proletarya diktatörlüğü"nün) baskıcı ve
anarşist öğretiyle henüz tam olarak ta- yetkeci yüzünü eleştirerek Marıı: ile yolla-
nışmamıştır; ne var ki, kendi anarşist öğ­ rını ayırması, Avrupa devrimci hareketi-
retisinde önemli bir yeri olacak isyancı nin bölünmesine yol açmıştır. Bakunin
ve devrimci yıkıcı öğeyi bu yazısında Marx ile yollarının ayrılmasına neden o-
bulmak olanaklıdır. Nitekim bu bildiri- lan anarşist öğretisinde, ister burjuvazi-
denemenin sonunda yer alan "Yıkma nin ister proletaryanın elinde olsun siyasi
dürtüsü ayru zamanda yaratıcı bir dürtü- iktidann doğ.ısı gereği baskıcı oldıığı.ımı
dür" tümcesi sonralan klasik anarşizmin iddia eder ve gerçek özgürlüğün ancak
en çok arulan savsözlerinden biri olmuş­ siyasi iktidarın ortadan kaldırılmasıyla o-
tur. Daha sonra Zürih'te tıpkı Proudhon lanaklı olabileceğini savunur. Siyasi ikti-
gibi kendini yetiştirmiş bir işçi olan Al- dar, iktidarın birkaç kişinin elinde top-
man komünist Wılhelm Weitling ile kar- lanması anlamına geldiği sürece ort.-ıdan
şılaşır, onun devrim sonrası toplum dü- kaldınlması gereken bir aygıttır: siyasi ik-
zenine ilişkin yorumlarından etkilenir. tidar varolduğu sürece daima yönetenler
Weitling ile giriştiği yeraltı çalışmaları so- ve yönetilenler, efendiler ve köleler, sö-
nucu tutuklanmaktan son anda kurtulan mürenler ve sömürülenler de varolaca-
Bakunin, birkaç yıl sonra (1849) arala- ğından ötürü, siyasi iktidar diye adlan-
nnda sonraları klasik müzik alanında e- dınlabilecek her şeyin hem ilke olarak
pey ünlenecek olan besteci Richard hem de uygulamada bütünüyle ortadan
Wagner'in de bulunduğu bir grupla D- kaldırılması zorunludur. Siyasi iktidarın
resden'deki ayaklanmayı başlatır ve başa- yerini, özgür birlikler federasyonları ara-
165 Barthes, Roland

cılığıyla insanların arasındaki ilişkileri


de- çıkan her doğum olanağını düşünmeksi­
ğiştirebilecekve iktidarı kitlelerin eline zin kabul etmemeli, en iyi doğumu seç-
teslim edecek olan toplumsal bir devrim mek için doğumu önleyebilmeli, "rahim-
almalıdır. Bakunin toplumsal devrimde, lerin ağzını kapamasını" bilmelidir.
yani bütün yerleşik kurumlann yıkılma­ Ölen kişi barr/6 dünyasında uyanır, o-
sında şiddetin kaçınılmaz olduğunu "yık­ rasını hisseder. Bardodaki görünmeyen be-
ma dürtüsü aynı zamanda yaratıcı bir den, ölümle bırakılan insan bedeninin
dürtüdür" deyişiyle dile getirir. Devrim bir tür benzeri gibidir. Baro'odaki beden-
ya da varolanın yıkımı özgür birlikler ve de, insanın sinir sistemi yerine bilinçli
işçi federasyonlan aracılığıyla kendiliğin­ ilke (hpho ju. yaşam akımı) ile ruhsal mer-
den gerçekleşecektir. Yıkımın ardından kezler vardır.
yaratıcı dürtünün üreteceği toplum, özel Üç ayn bart!o evresi vardır. i) Chilehai
mülkiyetin söz konusu olmadığı, üretim Baro'o (ölüm anı); iı) Chönyitl Baro'o (geçici
araçlarına ortaklaşa sahip olunan, katkı­ durum); iii) Sitlpa Baro'o Q>eniden beden-
ların ödüllendirildiği ortaklaşmacı ve mer- lenme).
kezden yönetilmeyen bir toplum olacak- Ban/o Thtiilol(fibet'in Ölüler Kitabı): Yu-
tır. karıda anlatılanların gerçekleşmesi için,
Anarşist öğretinin en yılmaz neferle- koşullara göre, üç ya da yedi kez ölüye,
rinden olan Bakunin'in yazınsal bakım­ ceset yoksa da ölen kişinin yattığı ya da
dan pek üretken olduğu söylenemez. Yi- sürekli oturduğu yere oturarak okunan
ne de Gos11darrtvennosti anarkhiia (Devlet kitap. Thödol'da yazılı olan üç ban/o yu-
ve Anarşi, 1873) adlı yapıtının anarşizm karıdaki sırayla okunur.
konusundaki temel çalışmalardan biri ol-
duğu belirtilmelidir. Sonsöz olarak, Ba- banş etiği bkz. uygulamalı etik
kunin bir kuram adamı olmaktan çok bir
eylem adamı olarak anarşizm tarihindeki Banhes, Roland (1915-1980) Dene-
yerini alnuştır. Aynca bkz. anarşizm. meden kültür eleştirisine, göstergebilim-
den yapısalcılığa çok geniş bir yelpaze-
banausia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe- deki araştırmalarıyla çağdaş yazın alanına
sinde, özellikle de Aristoteles'te, "ince- damgasını vurmuş Fransız düşünür. A-
lilcten yoksunluk"; görgüsüzce, kaba sa- raştırmalarının kültürün çok çeşitli alan-
ba davranma ya da özensizce, gelişigüzel lanna yoğunlaşmış olması nedeniyle,
yapılan iş: tek kelimeyle "kabasabalık". Barthes öyle tek bir başlık altında de-
ğerlendirilemeyecek denli çok yönlü bir
bardo (fib.) [San. antarabhava) "İki şey düşünürdür. Barthe's'ın dil ile kültür üze-
arasında" demeye gelen Tibetçe sözcük. rine eğilen ilk çalışmaları, özellilcle XX.
Özellikle Tibet Buddhacılığı'nda beden- yüzyılın ortalarında Fransız düşün yaşa­
lenişler arasında ruhun vücuttan aynlıp mında egemen bir konumda bulunan va-
yeniden doğmak için uyandığı duruma roluşçuluk ile Marxçılık akımlarının et"
verilen ad. kisi altında kalmıştır. Ancak bu noktadan
İstenen, yeniden dünyada yaşamak sonra çalışmalarının başlıca ilgisi giderek
değil, büyük bir acı kaynağı olan yeni- yazın eleştirisi alanında yapısalcılık ile
dendoğuş çemberinden ':'samsara) kurtul- yakından bağlantısı bulunan göstergebi-
malt, aydınlığa kaVuşmak, yani *Niroana' lime ("genel göstergeler kuramı'') c'.oğru
ya ermektir. Asıl amaç budur. Ne ki, var- kaymıştır. Nitekim olgunluk dönemini
lık *karoıası yüzünden yeni doğumlara yansıtan metnin doğası ile yetkesini çö-
sürüklenir. Bundan ötürü de iyi bir do- zümlemeye yönelik son yazılarında Bart-
ğum, iyi bir yaşam seçme sorunu ortaya hcs'ın yapısalcılık öğretisi yerine daha
çıkmaktadır. Bu yüzden vatlık, karşısına çok post-yapısalcılığın öncülleriyle çalış-
Barthes, Roland 166

tığı gözlenmektedir. Hemen bütün yazı­ ratma olanaklarıyla yüzleşmesi Barthes'a


lannda "gösterge'"yi gerçekliğin temsili göre yazı'nın belirsiz gerçekliğinin kesin-
ya da yansıulışı olarak temellendiren lemesi gibidir.
"doğala" dil anlayışına karşı çıkan Bart- Barthes ilerleyen yazılarıyla birlikte
hes, yazınsal, toplumsal, kültürel bütün giderek yerleşik yazı alışkanlıklarını orta-
pratikleri baştan aşağı belirleyen dilin di- dan kaldırmak _amacıyla çok daha kap-
namik bir etkinlik olduğu savını sonuna samlı bir dil görüşü geliştirme yolunu
dek ödün vermeden savunmuştur. seçmiştir. En genel anlamda bu görüşün
Barthes ilk olarak 1947 ~da yazın yapısalcı dilbilimin kurucusu İsviçreli dil-
eleştirisi üstüne çıkan Combat adlı dergi- bilimci Perdinand de Saussure'ün dil an-
de, dal1a sonra 1953'te yayımlayacağı ilk layışı üstüne kurulmuş olduğu söylenebi-
kitabı olan YaZfntn Sıfır Demrn'nin de lir. Bu anlamda Barthes, göstergeyi ger-
(Le Degre zero de l'cctriture) altyapısını çekliğin doğal bir resmi olarak anlayan
oluşturan bir dizi yazı yayımlamıştır. Ya- yazın ideolojisinin karşısına göstergenin
Z!'"" Sıfır Dman'nde, dilin bir "toplum- keyfiliğini çıkarmıştır. Barthes yazını gös-
sal nesne", bir "eyleme alanı" olması terge dizgeleri içinde herhangi biri olarak
temelinde yazarın okuyucuyla ilişkiye gördüğü için salt yazın alanıyla sınırlana­
geçtiğini ileri süren bir yazı kuramı geliş­ bilecek bir eleştiri değildir bu. Nitekim
tirerek bütün dikkatleri üstüne çekmiştir. gıdadan giyime, reklamcılıktan modaya
Bu yeni yazı tasarımı ilk bakışta burjuva değin bütün gösterge dizgeleri bu eleşti­
dünyasının sorgulanmaksızın benimseni- riden paylarına düşeni almaktadırlar. Bu
şi olması nedeniyle yazını ideolojik bir ana eleştiri ekseni doğrultusunda Bart-
}rapı olarak gören ortodoks yazın anlayı­ hes, eleştirilerini özellikle Çağdaş göster-
şının egemenliğini kırmaya çalışan varo- ge dizgelerinde dolaşan burjuva söylen-
luşçu yazar ve düşünür Sartre'ın konu- leri diye adlandırdığı, sanki doğallarmış
muna yaklaşmaktadır. Ancak yerİeşik ve gibi gösterilen nesneler ile olaylar üstüne
tutucu yazı anlayışına karşı yazann öz- yoğunlaştırmıştır. Sözgelirni Çağda/ Söylen-
gürlükçü olması gerektiğini dile getiren kr(Mythologies, 1957) adlı kitabında, bir
Sartre'ın tersine Barthes yazarın doğru­ magazin dergisinin kapağında yer alan bir
dan toplumsal değişim üstünde bir etkisi fotoğrafın temel bir burjuva söylenini
bulunamayacağını düşündüğü gibi, salt anlamlandırdığını açıklıkla göstermekte-
böyle bir değişime yol açmak adına yal- dir. Fotoğrafta siyahi bir asker, Fransa'nın
nızca topluma dönük yazmaması gerek- ırklar arasında bir ayrım gözetmeyecek
tiği sonucuna da varmaktadır. Buna gö- denli büyük bir imparatorluk olduğunu
re, yazar her şeyden önce yazı için, yaz- imleyecek bir biçimde kendinden hoşnut
ma eyleminin kendisi için yazmakla yü- Fransız bayrağını sallamaktadır. Barthes
kümlüdür. Tam bu noktada Barthes, ya- bu fotoğraftaki göstergenin kodunu Fran-
zarın iki yönüne birden göndermede bu- sız sömürgeciliğinin örtük bir savunusu
lunmak amacıyla özcllikle "yazı" (imtım) olarak çözmektedir. Gerek yazın çalış­
sözcüğünü kullanır. Yazı, tarihte kendi- malarında gerekse kültür ~eştirisinde
sini koruma yetisi taşıyan yazı'nın ham- Barthes'ın başlıca amacı her zaman için
maddesi dil, tarih ile topluma kayıtsız belli ideolojik işlevleri çaktırmadan, açık­
kalmayı becererek bir anlamda yazarın ça belli etmeden yerine getiren gösterge
kişisel katkısı ile biçemi arasında köprü dizgelerinin söylense! maskelerini düşür­
oluşturmaktadır. Bu nedenle yazı ne yal- mektir.
nızca tarihsel bir belgedir ne de salt kişi­ l 9601ann sonunda öteki Fransız ay-
sel bir yapıntı. Yazı'nın bu iki yönlü do- dınlarıyla birlikte kendisi ile göstergeler
ğası uyarınca yazarın yazdıklarında aynı bilimi olanağı arasına açıkça bir mesafe
anda hem toplumla hem de kişisel ya- koymaya başlayan Barthes, post-yapısal-
167 Bartheı, Roland

o metin tasarımına dayanarak yazıya dair tindir. Modern yazıcı verili ıııılamlarla
genel kanılar üzerine eleştirilerini sivri- çalışmak yeı:i.ne, geçici olıırak yazıımk
leştirmekle kalmamış, aynı zamanda bu arılıımla ilişkiye geçen, böylelikle de en-
eleştirileri kapsam bakımından da bir son gösterileni sürekli erteleyerek bir an-
hayli genişletmiştir. Sözgdimi Balzac'ın lamlar çokluğu yııratmaııın peşinde olan
bir öyküsünün eleştirel plc çözüm- kişidir. Barthes'a göre bu tür bir yazı a-
lenmesinden oluşan t 970 yılında yayım­ çıkça bir özgürleşim biçimidir; Tanrı'yı
ladığı S / Z baflıldı kitabında yapısalcılığın ve buyruklarını, usu, bilimi ya dıı yasa!Bn
metni aıılaşıhr kılmak içiıı vazgeçilmez hiçe sayan tannbilim karşıtı bir etkinlik-
gördüğü yazınsal kocllann yazın metnin- tir. Söz konusu yeni yazma biçeminde,
de ııasıl işledilderiııin araştırılmasının ge- · ister özyaşamöyküsel, ister tarihsel, ister-
reğini vurgulamaktadır. Bu derin konum se de biçimselci olsun geleneksel eleştiri
değişiminin en belirgin izlerini, daha da aıılayışlan toptan yoksayıhr. Yazı'nın öde-
önemlisi kuramsal temellerini Barthes 'ın vi dile getirilen anlamı ortaya çıkarnıak,
Ya~ann Ôliimii başlığıyla l968'de yayım­ metnin gizlerini aramak ya da metinde
ladığı metinde bulmak olanaklıdır. Bar- üstü örtülü olanın örtüsünü kaldırmak
thes burada ''yazar"ın modem bir beti değil, gerektiğinde metnin anlamını baş­
(figür), bireyin saygınlığını bütünüyle ka bağlamlara taşıyarak, metinde söyle-
keşfetmiş bir ürün olduğu gerçeğinin al- nenleri doğrudan ilintili olmadığı başka
tını koyuca çizmektedir. Barthes'a göre söylemlerde yeniden dillendirerek met-
yazar metnin babası ya da tek sahibi ola- nin anlamlanru alabildiğine çoğaltmaktır.
rak görülmekte, buna bağlı olarak da Modem "yazar"ın ödevi bu biçimde
metnin birliğini olanaklı kılan, metnin ııınımlandığıncla, "okuyucu"ya metnin
bütün okumalarının kendisine yöneldiği biı:liğini sağlamak gibi çok önemli bir
metnin en son gösterileni olarak değer­ ödev düşmektedir. Bu ödevi yerine ge-
lendirilmektedir. Bu egemen anlayışa kar- tirmesi kendisinden beklenen okuyucu,
şı Barthes, dilin açık bir iletişim aracı yazann tersine tarihsiz, yaşamöyküsüz,
olması nedeniyle yazılmış olanın yalnızca ruhbilimi olmayan bir konumda bulun-
yazarın yetkesine indirgenemeyeceğini be- duğundan kişisel değildir. Okuyucu, ya-
lirtmektedir. Bu bağlamda özellikle Joyce zılı metnin bıraktığı izleri tek bir alanda
ile Mallanne gibi birtakım yazarlann me- biraraya toplayan birisidir yalnızca. Bu
tinlerine göndermede bulunan Barthes, biçimde metni biraraya getirirken oku-
yazmanın son çözümlemede eylemde bu- yucu, metııe salt tüketilecek bir ürün gö-
lunan öznenin olduğu yere değil, dilin züyle yaldaşan birisi değildir ıırtık. Tam
bulunduğu yere ulaşması gerektiğini ileri tersine kendisinden beklenen etkin ve
sürmektedir. Yazar, bir yazı örneği ol- sürekli bir üretim etkinliği içinde olma-
maktan daha fazla bir şey olmadığı için, sıdır. Bir başka deyişle, metnin gerçek-
yazı da bütün köken ya da kaynak nok- leştirilmesinde ·yazar ile işbirliği yapan
talannı kırmak ya da yıkmak içiıı olandır. kişi konumuna yükselen okuyucu, metni
Böylelikle Barthcs bir aıılamda kendi ya- aıılamın kısıtlanndan kurtararak onu öz-
zarlığı ile yazılarını da şu söylediğiyle ay- gürlüğüne kavuşturma yetisi taşıyan tek
nı düşüncenin bir uzantısı kılmış olmak- kişidir.
tadır: "B~n diye yazıyor olmamdan daha t 970'li yıllar boyunca Barthcs, yazın
öte bir şey değilim ben." eleştirisinde normatif (düzgükoyucu) öl-
Yazarın ölümüyle birlikte, bambaşka çütler temellendirme arayışına ilişkin kuş­
türden bir yazma deneyimi içerisinde bu- kuculuğunu çeşitli biçimlerde dile getir-
lunan "yazıa"nınellerindekimodcm mc- meyi sürdürmüştür. t 973 tarihini taşıyan
rin, bundan böyle aıılıımlaııdırılmasının },!ehtİlt Haw (Le Plaisir du texte), ku-
çoğalmasınıı sıııır konulamayan bir me- r.ımsal balnmdan alttan alta ruhçözümle-
başkalannın iyiliği için eyleme 168

me çerçevesine girerek, okuma eylemini yayımlanan Barthes'ın, ilk kez Conınıımi·


metindeki anlam oyunlannın oynanması ttı/İ()tll
(1966, 8. sayı) dergisinde yayım­
yoluyla alınan bir haz ya da mutluluk lanan "Introduction a l'analyse structu-
(jouıisa11ı11) olarak betimlemektedir. Bu a- rale des recits" (Anlaıılann Yapısal Çö-
çıdan bakıldığında Barthes'a göre oku- zümlemesine Giriş) adlı metni ayrıca a-
ma, metnin erotik bedeniyle girilen cin- nılmaya değerdir. Barthes bu "yazı"sında
sel ilişkiden farkh değildir. Tıpkı ten gibi toplumbilim, ruhbilim, dilbilim ve gös-
önceden kestirilemeyen bir devingenliği tergebilim gibi çeşitli bilgi alanlarından
vardu okumanın, okuma yaşanusı aynı yola koyularak yazarın niyetini (yöncl-
boşalma gibi en üst noktaya çıkuktan tnişliğinı) ya da yapıtın yolladığı iletiyi
sonra düşüşe geçen bir haz yaşanusıdır. değil de anlaırun nasıl dile getirildiğini,
Okumaya böyle bir biçimde yaklaşmak anlaırun dillendiıiliş biçimini ve yapıtın
doğal olarak "bölük pörçük söylem" dü- oluşturduğu dizgeyi öne çıkaran yeni bir
şüncesinin desteklenmesine götüı:müştür anlatı çözümlemesini savunmuştur. Ay-
Barthes'L Nitekim biçemsel açıdan ba- nca bkz. göstergebilim; yapısalcılık;
kıldığında Barthes 'ın kendi yazılarının da post-yap11alcıhk; jouissance.
bile isteye bölük pörçük yazılmış yazı
parçaları olduklan açıkça görülmektedir. başkalannın iyiliği için eyleme [İng.
Kendi özyaşamöyküsünü &latıJ Barthts benefotntr, Fr. bitnjaisa11çe, Alın. 11JOhltiitig-
&lanJ Bartbtı'ı A11lal!Jor (Rolaııd Barthes keit; Lat. benefotnlia] Ahlikın temelinde iyi-
par Roland Barthes, 1975) başlığıyla ka- likseverlik ilkesinin yattığını; "kötü"nün
leme aldığı kitap, kendi içinde birliği ve karşısında "iyi"den yana çıkan, hiçbir
bütünlüğü olmayan metne klasik bir ör- karşılık beklemeksizin iyilik eden, iyiliğin
nek oluşturmaktadır. Hemen bütün yazı­ ardında yürüyen insanın "erdemli insan"
larında kendi özdeşliğini koruyan bir öz- olduğunu; insanın eylemlerinde kendi dı­
nenin sesiyle yazmak yerine üçüncü tekil şındakilerin iyiliğini de gözetmesi gerek-
kişinin sesinden yazan Barthes, Kafka ile tiğini vurgulamak için kullanılan terim.
temelleri aulan bir yazma gdeneğine yer- Ahlak felsefesinde yer alan başkaları­
leştirilebilir. nın iyiliği için eyleme düşüncesinin (!'öZ;
Bir trafik kazasında yaralanarak talih- ged/ile) kökleri ilkçağ Yunan felsefesine,
siz bir biçimde aramızdan ayrılan Bart- özellikle de Stoacılığa dek uzanır; bu dü-
hes'ın diğer yapıtlarından başlıcaları Sw şüncenin serpilmesi ise daha çok tektan-
P.ad11e (Racine Üzerine, 1963); La Tour olı dinlerin, özdlikle de Hıristiyanlığın
Et/fol (Eyfd Kulesi,1%4); Essilis trilitjuu yardımseverlik ilkesinin etkisiyle olmu~
(Eleşıird Denemeler, 1964); Elhlmtı fk tur.
siflliobıgie (Göstergcbilim İlkderi, 1%5);
Cri/iqlll ti JJirili (Eleştiri ve Gerçek, başkalannın iyiliğini isteme [İng. be11e-
1966); S,Jsfime ek la moJe (Moda Dizgesi, volençe-, Fr. binevokmmt, bit111'tillançr, Alın.
1967); L'Empin Ju signts (Göstergeler "'°"1111olkrr, Lat. benevolenlia] Ahlfilı: felsefe-
İmparatorluğu, 1970); Fmt,111111/s J'Nıt Jis- sinde, başkalarının iyiliğini yaşama ve ey-
mm:r tu11011t11ux (Bir Aşk Söyleminden leme ilkesi edinen özgeciliğin temel kav-
Parçalar, 1977); La Chtu11lm tlain (Ay- ramlarından biri; insanın mutluluğunun
dınlık Oda, 1980) ve ölümünden sonra başkasını sevmekten ya da başkalarının
yayımlanan, göstergcbilime ilişkin tüm mutluluğundan geçtiğini savunan anlayı­
yazılarını içeren VA11t111Nrr ıimio1tıU4uidir şın temel ilkesi.
(Göstcrgebilirnin Serüveni, 1985). Aynca İnsan doğasında özgeci eğilimlerin
Tel Qucl ve Lu Ltttm 11011V1lltı gibi döne- benci eğilimlere ağır basuğını öne süren
min Fransız düşün yaşamına yön veren bu "iyimser(cı)" görüşe göre, başkalan­
önde gelen dergilerinde pek çok yazısı nın iyiliğini isteme başlıca erdem olduğu
169 bafkalık

gibi adaletin de temelinde yer alır. Baş­ ginin gerek farkına varmanın bütünüyle
kalannın iyiliğini isteme erdemine ulaşa­ olanaklı olduğu öncülünden yola koyu-
mayan insan, ne adaletin ne de eşitlik il- lan kendilik bilgisi ile kendilik farkın­
kesinin varlığına inanabilir. dalığını sağlama almaya yönelik Hegelci
felsefe yapma biçimine yönelmelidir. Ço-
başkalık (İng. alterity; Fr. ahmıl; Alm. ğunluk sanıldığının tersine postmodem
anılerıhti4 İnsanın karakterinin belli yön- düşüncenin bu iki karşı çıkışı, zorunlu
lerinin üyesi olduğu
toplumun öteki in- olarak başkalığı sonuna dek savunmaz,
sanlarından farklılığı, değişikliği, ötekili- daha çok ben'in özdeşliği düşüncesini
ği. Ben'den bütünüyle ayn olan, benliğin kökten başkalık doğrultusunda kavra-
sınırlan dışında bulunan başka benleri, maktan yanadır. Çağdaş felsefede Battail-
nesneleri, özellikleri, ilişkileri anlatmak le'dan Derrida'ya, Deleuze'den Lyotard'
amacıyla kullanılan felsefe kavramL Le- a dek pek çok önemli düşünürün başka­
vinas felsefesinde düşünen ben'e ya da lık üstüne sundukları görüşlerin temelin-
özneye dayalı ikili karşıtlıkların ötesine de Levinas'ın çığıraçıçı çalışmaları yat-
uzanan ötekilik üstüne geliştirilmiş öz- maktadır. Kendine özgü bakışında Levi-
gün bakış açısı. nas, ötekinin başkalığının etik bakımdan
Özellikle X:X. yüzyıl felsefesinde ö- her türden "ben yansıtımlı düşünme"ye
nemli bir konuma gelen başkalık sorunu, önsel olduğunu ileri sürmektedir. Levi-
çoğunluk ya ben'in karşıtı bir konumda nas, Husserl ile Heidcgger'in düşünceleri
tasarlanarak ya da öznelliğin karşısına üstünde uzunca bir süre durduktan sonra,
yerleştirilerek kavranmaktadır. Başkası' sonunda başkalık görüngübiliminin ne
nın öncelikli bir felsefe sorunu haline Husserlci bilinç görüngübilimi doğrultu­
gelmesinde, Husserl'in "başkasının beni sunda ne de Heideggerci varoluş yorum-
sorunu" çerçevesinde sunduğu görüngü- bilgisi aracılığıyla yapılamayacağına karar
bilimsel çözümlemelerin katkısı büyük- vermiştir. Nitekim Levinas'ın "başkalık
tür. Ben'in öteki benler karşısındaki, ö- felsefesi"nin başlıca amacı, geleneksel
teki benlerin de ben karşısındaki felsefi varlık felsefelerinin ilı:ilikçi yapılarında,
değergesi varoluşçu felsefenin de değiş­ varlıkbilgisinden etiğe, arılamdan duyu-
mez soruşturma konulan arasında gel- ma, görüngüden "yüze", bilgiden yakla-
mektedir. Gerek görüngübilimci gerekse şıma, aynılıktan başkalığa, ben'den öteki'
varoluşçu felsefe bağlamında sorunun ye geçişin yaşanmasına olanak tanıyacak
özüne inildiğinde, en altta, benimizde derin kınlmalar meydana getirmektir. Le-
gövdelenen öznel yaşantılarımızın çev- vinas bu noktada fırsat buldukça, oldum
remizdeki başkalarına nasıl açılacağı ya olası Varlığın yüzünü göstermesinin yü-
da ben'e özgü durum, duygu ve tasarıla­ zü suyu hürmetine kişilere eğilen Hei-
nn dışımızdaki başkalarına nasıl iletilebi- dcggcr'e ağır eleştiriler yöneltmektedir.
leceği sorusunun yattığı görülmektedir. Sözgclimi, sürekli cesaretle "kaygı"yla
Dolaşımdaki başkalık görüşleri, mo- yüzleşen kendine yeter kahraman bir öz-
dem felsefeyi modem yapan en azından ne varsayan Heideggerci felsefe, ölümü
iki belirleyici özelliğe karşı çıktıklarında güçlü bir ben olabilmek için verili bir
postmodem olarak nitelendirilmektedir- varoluş olanağı olarak tasarlamaktadır.
ler. Kısaca söylenecek olursa ilk karşı çı­ Oysa Levinas, Heideggcrci ölüm tasarı­
kılması gereken, dolaysız bir biçimde mına karşı, saltık Öteki karşısında ezilen
kendisini bilebilir bir konumda görülen ben tarafından ölüm kaygısının hep bir
bir özne tasarımı temelinde şaşmaz ke- güçsüzlük deneyimi olarak yaşandığını sa-
sinlikte bilgiyi güvence altına alan daya- vunmaktadır. Daha açık bir deyişle, Le-
nak bulmaya yönelik Descartesçı arayış­ vinas'a göre asıl olan ben'in ölümü değil
tır. Karşı çıkışlardan ikincisiyse, gerek bil- başkası'nın ölümü olduğundan, hem Hei-
Baştak, Naci Fikret 170

deggerci şaira~ bir dille yazılmış ben çünkü tutuklu teriminin de açıklıkla bil-
öyküleri hem de geleneksel özne tasarı­ dirdiği üzere ben en başından beri baş­
ıru geliştirilen başkalık konumu karşısın­ kalık karşısında yaşanan yalınkat bir edil-
da bütün egemenliklerini yitirmiş olmak- genlik durumudur. Ayrıca bkz. Levinas,
tadırlar. Enunanuel; öteki(lik).
Yine Levinas'ın başkalık düşüncesi,
Lacan ile Kristeva 'nın çalışmaları başta Baştak, Naci Fikret bkz. Konya E-
olmak üzere çağdaş ruhçözümleme kU- nerjetizm Okulu.
raırunda, arzu diyalektiğinin "ben'in b-.ış­
kalığı" deneyimiyle çözümlenmesi bağ­ Bataille, Georges (1897-1962) Fdsefe
lamında önemli bir yer tuunal""tadır. Ni- yapıtları yanında, sanat tarihi inceleme-
tekim Levinas iki önemli yapıtından biri leri, yazın eleştirileri, felsefe içerikli ro-
olan Biitiinliile ile Sonmz/11/e'ta arzuyu, sal- man ve öyküleriyle de adından çok söz
tık anlamda başkalığa duyulan arzu diye ettiren çağdaş Fransız düşünür, yazar ve
tanımlamaktadır. Varolan bütün herşey denemeci. Bataille'ın düşüncesinin genel
kendisine arzu duymak için yetersiz ol- yapısına bakıldığında, düşünce gövdesi-
ckığundan, arzunun anlamı "b-.ışka'nın nin çoğunluk akademik felsefe geleneği
başkalığı"nda yatmaktadır. Bu noktada içinde kabul edilemez konular üstüne
Levinas'a göre, a11frlllnin (belli bir kişi kurulduğu gözlenmektedir. Bu konular i-
tekinin başkalığı) görüngübilimsd beti- çinde en çok dikkat çekenler arasında
mi, kuramsal yaklaşımlarla ya da çözüm- "kurban", "erotizm", "genel ekononµ"
lemderle anlaşılabilir bir konu değildir, diye adlandırdığı anlam çerçevesi doğ­
çünkü başkalık doğası gereği tanımlana­ rultusunda ortaya konan "gider'' türleri
bilir, yani belli bir aynılık yapısına otur- sayılabilir. Bataille'ın çok çeşitli kaynak-
tulııbilir bir izlek değildir. Biitiinliile ile hırdan beslenerek çalışmış olması düşün­
Sonsuz.lııle özndliği sonsuzluğun doruğu­ ce çizgisinin bir başka belirgin özelliği­
na ulaştığı yerde Başkalığın buyur edilişi dir. Bataille, kimileyin Hegel, Kant, Niet-
olarak, başkası'na gösterilen konuksever- zsche gibi fılozoflarla söyleşiye geçmiş,
lik olarak betimlemektedir. Bu bağlam­ kimileyin Dostoycvsk.i, Kafka, Sade gibi
da, yalnızca varlıklann bütünlüğü bütü- edebiyatçıların romanlanndan esinlenmiş,
nüyle başkasına bağlı olarak değil yüz kimileyin de felsefe, edebiyat, insanbilim,
görüngüsüne bağlı olarak da ayrımsan­ dinler tarihi gibi çok çeşitli alanlarda ü-
maktadır. Levinas'ın görüşünde, asla ay- rünler vermiş çok yönlü bir düşünürdür.
nılığa indirgenemeyecek olan başkalık (ne Bütün bu değişik çalışma konularına kar-
bilgikuranu alanındaki cogito'ya, ne de şın, Batııille'ın hemen bütün yaşamı bo-
varlıkbilgisi alanındaki "varlığın aynılığı" yunca değişmeden kalnuş ana düşünme
na), etiğin ilk felsefe olarak temdlendi- izlekleri "sanatın insan yaşamındaki ye-
ıilişine kaynaklıketmektedir. Buna karşı ri", "eskiçağdan modern döneme kurban
Levinas Ôzjin Ötesinde V arltletan da ôıe/ei etme kültürü", "özndliğin anlaşılmasın­
başlıklı ikinci büyük yapıtında, öznellik- da ölümün yeri" ve "bilginin sınırları"
ten artık konukseverlik olarak değil "tut- başlıklarıyla özetlenebilir. Adı düşünce
saklık" olarak söz eunektedir. Ben yal- çevrderinde çoğunluk gerçeküstücülük
nızca başkalık tarafından tutsak alınmak­ ile birlikte anılan Bataille'ın gerçeküstü-
la kalmayıp, bir tutsaklık hali olarak baş­ cülük ile ilişkisi günümüzde tartışmalı bir
kasının yerine geçerek tutuklu haldeki konudur. Nitekim azımsanamavacak sa-
başkasırun bütün sorumluluğunu yük- yıda bir araştırmacı öbeği, B;taille ile
lenmektedir. Kendi içinde açmaz oluştu­ gerçeküstücülük arasında kurulan ilişki­
ran bu sorumluluk, kendisini ortaya ko- nin fazlasıyla zorlama olduğunu savun-
yan bir ben özne olarak tasanmlanmaz, maktadır. Öte yandan ölümünden sonra
171 Bataille, Georgeı

ortaya çıkrruş bir sözcük olmasına karşı, şantılar gerekse kişinin kendi öznelliği­
günümüzde Bataille çoğunluk postmo- nin aşılmasıyla birlikte yaşanan derin acı
demizmin önde gelen düşünürlerinden yaşantısı dıı yaşanır olmaktan çıkacaktır.
biri olarak değerlendiplmektedir. Böyle bir yaşantıyı çoğunluk ölüm izle-
Bataille'ın çoğu yapıtı dizgeliliğc di- diğinden, bu türden bir aşkınlık üzerine
renen, kendi içinde bir bütünlüğü bulu• araştırmada bulunmak hem tehlikelidir
nan yorumlardan özellikle kaçınan me- hem de yinelenmesi son derece güçtür.
tinlerden oluşmaktadır. Nitekim Bataille, Nitekim söz konusu iç deneyin içerdiği
bütünlüklü olmayan bu yorumlannı "ay- tehlikeler Bataille'ı "Kutlu" ile ilişkiye
nşıklar" (~ diye adlandırmaita­ geçmenin başka yollannı aramaya götür-
dır. Söz konusu ayrışık metinler doğru­ müştür. Ancak değişmeden kalan tek bir
dan ötekiyle ilişkiye geçme amacıyla ya- şey varsa o da Bataille'ın ölüm kavramı­
zıldıklanndan, bir anlamda dil ile düşün­ na düşüncesinde verdiği önemli yerdir.
ce için zorunlu olan özde'1ildere indir- Bataille daha sonraki çalışmalannda
genmeye karşı dirençlidirler. Bataille'a gö- geliştirdiği genel ekonomi anlayışında
re, ayrışık olanı düşünmeye çalışmak de- "gider" görüngüsü üstüne• önemli bir
mek bütün olanaksızlığına kaqın dışa­ vurguda bulunmuştur. Ekonominin te-
nda olanı düşünmek, dolayısıyla da dü- mel kavramlan "artı değer" ile "gider"
şüncenin sınırlarının ötesine geçmenin üstüne yoğunlaşması, Bataille'ın siyasal
yolunu aramak demektir. Bu bağlamda ekonomi ile giderin ya da artı değerin bir
Bataille, bilimin sıruılanrun ötesine geçe- biÇimde dışavurumu olarak gördüğü iç
ni, gündelik dilin dışına çıkanı, ortakgö- deney, erotizm, din gibi konular arasında
rünün kavrayışını aşaıu, saatteki yerleşik bağlantı kurmasına olanak tanımıştır. Bu-
verili zamandan kurtulanı "Kutlu" diye rada Klltlu, bireysel deneyimlerden çok
adlandırmaktadır. Bununla birlikte, Mar- toplumsal pratiklerde açığa vurmaktadır
cel Mauss 'un etkisiyle geliştirdiği genel kendisini. Özellikle araçsal ussal açıkla­
ekonomi üzerine düşüncelerinde, birta- maıun sınırlanmn dışına çıkan toplllmsal
kım dizgesel ve yapısalcı öğeler içeriyor davranış üzerine yoğunlaşan Bataille, in-
olmaktan tam anlamıyla kaçınamadığı san yaşamında ussal tanımla(n)maya kar-
gözlenmektedir. şı direnmenin şöyle ya da böyle binlerce
Bataille'ınLaSomfllfathloloifRe_C'Tan­ yolu bulunduğunu ileri sürmüştür. Ener-
ntanımazlıkbilgisi Külliyatı") diye adlan- ji akışına ilişkin genel ekonomi kavramı,
dırdığı önemli metinlerinin pek çoğu yalıuzca ekonomik görüngülerin değil,
"Kutlu"yu gerek bireysel gerekse top- toplumsal, insanbilimsel, dirimbilimsel ve
lumsal düzeylerde incelemektedir. Batail- fiziksel pek çok görüııgünün de çözüm-
le, bireysel düzeyde C'iç deney') günde- lenmesinin önünü açmaktadır. Genel e-
lik yaşamdaki bireysellik anlayışımızı at- konominin ele alınması gereken temel
ma olanağını araştınr. Yaptığı araştırma­ sorunu "aşınlık" konusudur. Dünya ara-
ların hemen tümü tek bir amaca ya da lıksız bir güneş enerjisi alıcısıdır ve bu
belli bir bilgiye ulaşmak amacıyla tasar- enerjiyi bir biçimde kullanmak ya da da-
lanmış olmaktan çok, yaşantının kendi- ğıtmak zorundadır. Bu fazla enerjiyi kul-
sinin görüngübilimsel betimini sunma a- lanan toplumlar aradan çok geçmeden
macı gütmektedir. Nietzsche'ye gönder- üretimin tüketimden çok daha fazla ol-
mede bulunarak, yaşantılar ile duygula- duğu bir noktaya ulaşırlar. İşte bu aşı­
mmlann onlan deneyimleyen özneden nlığın ya da fazlalığın gider ile ilişkiye
(ince geldikleri gerçeğine parmak basar. geçtiği süreç, çoğunluk Kutlu'yu açığıı
Bu temel saptama uyarınca Bataille'a gö- vuracak bir biçimde meydana gelir: kur-
re, doğru yaşantı türleri seçildiği vakit ban etme ya da savaş aracılığıyla. Bu tür
gerek çok temel acılann yaşandığı ya- bir kurban anlayışı, Aztek toplumunda
Bıiunilik 172

olduğu gibi doğrudan sözlük anlamıyla gelinen dünya artık asla eski gündelik
anlaşılabildiği gibi, modem tüketim top- yaşamın dünyası değildir.
lumunda olduğu üzere eğretilemeli bir Felsefe tarihç"i.lerinin yoksayıcıhğın a-
anlam da kazanabilir. ma özellikle de Nictzschcci yoksayıcılı­
Bataille'ın belirttiği üzere kurban et- ğın mir-.ısçısı saydığı, edebiyat tarihçileri-
me ile savaş pratikleri Kutlu'ya yaşamını nin ise "lanetlenmiş yazar" diye etiketle-
yitirenleri yüceltme olanağı sunmaktadır. diği bu kendine özgü düşünürün belki
Kurban edilenler ya da savaşta şehit dü- de tek kaygısı vardı, o da "hayvansal ya-
şenler bu anlamda ebedi olarak ortadan şama saygı duyulması"; "gündelik yaşa­
kalkıyor değillerdir. Kutlu, şeyleri lı:ulla­ mın getirip götürdüklerine, hele hay hu-
nıin alanından çıkararak, onlan zaman i- yuna hiç aldırış etmeyen, çalışma denilen
le uzamın, zorunluluk ile nedensellik ala- o ne idüğü belirsiz şeye boyun eğmrycn
nının üstüne yükseltir. Bu süreçte, yal- hayvansal yaşama saygı." Ölüm ile cin-
nızca us ile gidimli düşünme alanlarının selliğin "doğru" anlamlandırılmasına bir
bıralalması değil bütünüyle yok edilme- çağn olarak da okunabilecek Bataille'ın
leri de söz konusudur. Ancak us alanının Yapıtı'nı oluşturan kitapların başlıcaları
yok edilmesi yalnızca belli bir süreliğine şunlardır. Hi.stoire de foeil (Gözün öy-
gerçekleşebildiğinden Bataille'ın gözün- küsü, l 928); L 'E.xplrit11« i11thittlre (Jç
de bu durum us üzerine konuşmayı da Deney, 1943); Le Coupable (Suçlu, 1944);
bir o kadar güçleştirmektedir. İnsanoğ­ SHr Nitız.s•ve (Nictzsche Üzerine, l 945);
lunun Kutlu'ya doğru yol alışı önü alına­ L4 Part Maı1tlitt (Lanetli Pay, 1949);
maz bir güçlükle kuşatılmıştır. Ama yine Las"111x; 011, la t1aissa11« Jı /'art (Lascaux
de Kutlu, aşkın'a yönelerek zorunluluk ya da Sanatın Doğuşu, 1955); Lı Ut1em-
alanından kendilerini kurtarma olan:ığını 1Htr ıt le mal (Edebiyat ve Kötülük,
tanımaktadır insanlara. Ne var ki böylesi 1957); Le Ble11 J11 del (Göğün Mavisi,
bir aşkın'a yönelişin zorunluluk alanını 1957); L'Emtinm (Erotizm, 1957); La
terk etmesi sonu ölümle sonuçlanacak Tbloriı J11 &Jigio11 (Din Kuramı, 1958) ve
bir sürece karşılık gelmektedir. Baıail­ Leı Larmeı J'Emı (Eros'un Gözyaşları,
le'ın bu son derece güç durum karşısında 1961).
önerdiği çözüm, kurban olma anlanna
bir sınır koyarak, aşkın'ın, zaman içeri- Biunilik İslam felsefesinde kutsal met-
sinde kalarak ölmeden kavranabilmesine nin görünen (zfilıin) anlamının yanında
ve yaşanabilmesine olanak tanıyacak bir bir de içrek (bıitıni) anlamı olduğunu sa-
konuma yükseltilmesini sağlamaktır. Bu- vunan İsmiili okul. Görünen anlamdan
nun ilk örneği şölendir, ikinci örnekııc ziyade bu içrek anlama ağırlık veren Ba-
pek çok katılanın ölümüyle son bulma- tınilik temcide bir yorumlama yöntemi
sına karşın yine de savaştır. Baıaille, aş­ olduğundan, "içrckçilik" de denilen bu
kınlık sorununa erotizme ilişkin yaptığı yöntemi benimseyen tüm düşünce Ve
araştumalarla da kapsamh bir açıklama inanç dizgeleri Batınilik diye anılır.
getirmeye çalışmıştır. Erotizm aynı anda Özellikle Şiiliğe bağh bir mezhep o-
hem somutlanmış yaşantının en yetkin lan İsmailiyye ve ona yakın olan eği­
biçimidir hem de Diyonizyak şölen gibi limler kutsal metnin yorumlanmasında
gerek bedcruıcl gerekse zamansal sınırlan kendilerine özgü bir yöntem geliştirmiş­
aşma yetisi taşımaktadır. Tıpkı şölen gibi lerdir. Bu yöntem simgesel ve alegorik
erotizm de saltık anlamda yeryüzünden bir okumaya ağırhk vermekte, kapalı
yok olup gitme çekincesi taşımakla bir- metni çözerek içindeki gizli anlamı or-
likte, genellikle yeryüzüne, gündelik dün- taya çıkarmayı amaçlamaktadır. Bu yön-
yaya geri dönüşe de olanak tanımaktadır. temi temel alan Batınilik görüşünün dört
Kuşkusuz bir kere bile olsa gidilip geri ana sacayağı vardır: Batın, te 'vil, has ve
173 Batuhan, Hüseyin

'amm, takiyye. Rittcr'in verdiği Ahlak derslerini çevir&.


Batın zahir ile, yani görünür olanla 1954-1957 yıllannda Almanya'da Heidel-
karşıt anlamlı kullanılmakta ve kutsal bcrg Üniversitesi'nde araşurmalar yaptı.
metnin görünen .anlamının, sözlük an- Burada yaptığı araştırmalar sonunda .ha-
lanunın ötesinde gizli bir anlanu olduğu zırladığı "Batı'da Tolerans Fikrinin Ge-
inanışına dayanmaktadır. Bu inanış Ku- lişmesi" adlı teziyle 1958 yıhnda doçent
ran'da yalnız simgesel bölümlerin değil oldu. Sembolik mantık alanında araştır­
her türden bölümün batın (içrek) bir malar yapmak üzere 1964'te İngiltere'ye
anlamı olduğunu savunur ve bunun or- gitti. 1%6 yılında ODTÜ'den aldıkları
taya çıkarılabileceğini düşünür. Te'vil ise teklif üzerine Tco Grünbcrgıe birlikte
bu gizli anlamın Qrtaya çıkarılmasında ODTÜ'ye ·geçti. ODTÜ'de seçmeli ola-
kullanılan yorumlama yöntemine verilen rak bilim felsefesi ve mantıkla ilgili
addır. Ne var ki bu yorumlama işi herkes dersler verdi; aynca Ankar-.ı Üniversitesi
tarafından yapılamaz; ancak seçilmiş a- DTCF Felsefe Bölümü'nde Felsefeye
zınlıkça yerine getirilir. İşte bu noktada Giriş ve Değerler Felsefesi derslerine ek
has ve 'amm aynmı ortaya çıkmaktadır. görevli olanık girdi. Kendi isteğiyle 1979
Has gizli olanı bilebilecek, görebilecek yılında emekli oldu.
ve yorumlayabilecek azınlıktır; 'amm ise Hüseyin Batuhan felsefi gelişimi ba-
yetersiz çoğunluktur. Has olan imamlar, kımından ilgi çekici bir kişidir. Yetiştiği
sadece görüneni bilen çoğunluğa ancak bölümün atmosferine bir ıiirlü uyum
gerektiği kadar bilgi veı:mdidir; bu ba- sağlayamayan, sürekli yeni arayışların pe-
kımdan batın olan gizli ve örtük olduğu şinde olan "akademik" bir kişiliğe sahip-
gibi gizli tutulması gerekendir de. Takiy- tir. Öğrenciliğinde özellikle Emst von
ye anlayışı da buna dayandınlınaktadır. Aster'in etkisinde kalan Bawhan, dokto-
Batın, yetkisiz ve yetersiz olanlara onla- m çalışmasının konusu olan varoluşçu­
nn inançlarını sarsmaması için aktarıl­ hıktan uzaklaşmış, doçentlik tezi olan
mamalı; zahir olanın aktanlması ve uy- "Batı'da Tolerans Fikrinin Gelişmesi"n­
gulanması bunlar için yeterli göriilmcli- den de tatmin olmanuştır. 1940'lı yıllar­
dir. da Russell 'ın Whitehead ile birlikte yaz-
Batınilik XII. yüzyıldan sonra etkinli- dığı Printipia Mıııhematica adlı eseri incele-
ğini daha çok Bektaşilik. gibi kimi tari- mişse de onun yeni mantık çalışmalarına
katlar içinde. sürdünnüş; XIX. yüzydda olan ilgisi, 1961 yılında Tco Grünbcrg'le
ortaya çıkan Babilik, Bahailik gibi yeni tanışması ve onun bölümde verdiği Sem-
dinsel akımlann doğuşunda da rol oy- bolik l\fanbk derslerini izlemesi ile baş­
namışbr. Karşıtı için bkz. Zihidlik. Ay- lar. Batuhan oldukça geç girdiğini dü-
nca bkz. içrek. şündüğü bu yeni yolda, yani analitik fel-
sefe ve modem mantık alanında, 1960'
Batuhan, Hüseyin (1921, Sürmene) · tan sonra yine de önemli çalışmalar yap-
ODTÜ'de sembolik mantık ve bilim fel- mıştır. Daha ODTÜ'ye geçmeden önce
sefesi çıı.lışmalanna yaptığı katk.darla bi- Felsefe Arh'ıw'nde bu yönde birkaç ma-
linen felsefecimiz. kale yayınlamış; ancak kendi felsefe anla-
İlk.okulu Sinop'ta, ortaokulu Kasta- yışı yönünde İstanbul Üniversitesi Fel-
monu Liscsi'nde, liseyi İzmir Lisesi'nde sefe Bölümü'nde mhat çalışma imkıinı
(1936-39) okudu. İstanbul Yük.sek Öğ­ bulamadığından Griinbcrg'le birlikte çok
retmen Okulu ve İstanbul Üniversitesi daha iyi çalışma şartlan vaat eden
Felsefe Bölümü'nü bitirdi (1943). 1948'de ODTÜ'ye geçmiştir. Amaçlan ODTÜ'
aynı· bölüme asistan olarak girdi. "Kier- de bir "Bilim Felsefesi ve Mantık Bö-
kcgııard'da İroni Kavranu" adlı teziyle lümü" kurmaktır. Ancak Batuhan bu a-
1953 yılında doktorasını tamamladı. J. macına ulaşamadan kendi isteğiyle e-
Baudrillard, Jean 174

mekli olur. eleştiriler yönelten Batuhan, Batı'daki ye-


Hüseyin Batuhan, ODTÜ'de Teo ni bilim felsefesi çalışmalannı izleyerek,
Grünberg'in modem mantık çalışmala­ felsefe tarihi ve bilim tarihi süzgecinden
nna önemli katkılarda bulundu. Onunla geçirilmiş felsefe ile bilimin birbirinden
birlikte yayımladığı Modern Ma111tk adlı ayırt edilmediği, deyim yerindeyse "spe-
eserin ilk bölümü olan "Semiotik" kıs­ külatif bir bilimsel felsefe" ihtiyacım dü-
rruru yazdı. Modmt Mantık Ust JIJ. S111if- şünüyor görünmektedir.
lar İtin Dtnmıt Ders Kitabı ile Modtnı Eserleri: Btıttdtı Toltmııs Fikrinin Ge-
Manttk ve Uygnlamalon adlı eserlere de Iİf!Ntsİ l (1959), Bi!Jiik Çınar (1965), l11tro-
katkıda bulundu. Grünberg'in Anloın d11,tioıı to Anafytk Philosopl[y (1967), Modtm
Kaı'T'amı Ü!(!rine Bir Dtntınt adlı 1970 yı­ Mantık (1970), Modmt Manttk Lise m.
lında yayınlanan doktora tezine yazdığı Smtjlar İfiıı Detıeınt Dm Kitabı (1970),
"Önsöz"de kendi felsefe anlayışını da Modmt Manttk ve Uyg11/amalan (1974), Lo-
"İnsan bilgisinin bugiinkii aşamasında, bi- l!,İ( and Symbolization (1977), Bilim ve Ş ar-
lim denen gerçek karşısında, fdsefeye ne kıtaıılık (1993), Bilim, Din ve Eğihm Üze-
gibi bir görev düşebilir?" sorusuyla or- ri11e Diişiinrtler (1998), Uğ11r Felstfa Ôğmıi­
taya koyar. Bu sorunun bir "meta-fdsc:- yor (1998). Çevirileri: İma11/a Akh11 Uygım­
fe" biçiminde, XIX. yüzyılın ikinci yan- lıığN Üzırine Komif!Na (Leibniz'den, 1946),
sından itibaren başlayan ve XX. yüzyılın İnsan (Amold Gehlen'den, 1954), Taribtt
başlannda Husserl, Russell ve Moore gi- Ge/İp1te ve Krizler (Erich Rothacker'den,
bi filozoflann eserlerinde yoğunlaşan bir 1954), Varoluş Felsrji:si Üz.erine Qoachim
"felsefe disiplini"nin ortaya çıkıp geliş­ Ritter'den, 1954). Makaleleri So!]oloji Der-
mesine kaynaklık ettiğini belirtir. Sonunda gin, Ftlseft Arkivi, Araşttnna, Y tııi Dergi,
Wittgenstein'ın Tra,tatns Logjm-Philosop- Cogito ve Ftlsrft-Logos gibi dergilerde ya-
/Ji,ns adlı "felsefe dünyasını birbirine ka- yımlanmıştır.
tan" ünlü eserinde meta-felsefenin ba-
ğımsız bir disiplin niteliğini kazandığını Baudrillard, Jean (1929) Modem dün-
vurgulayarak. bu yeni disiplinin ortaya yanın varolan durumuna yönelik verdiği
çıkışının nedenlerini açıklar. birbirinden ilginç betimleyici çözümle-
Batuhan, Witrgenstein'ın metafizik ile meleriyle, pek çok konuda toplum bilim-
bilirrun özce farklı uğraşlar olduğunu san- lerinin araştırma izlencelerinde önemli
masını ve dolayısıyla metafizik olarak kırılmaların meydana gelmesine yoi aç-
fdsefeyi "yasaya-aykın" bir uğraşı gibi rruş Fransız felsefeci ve toplumbilimci;
değerlendimıesini büyük bir yanılgı ola- postmodem yönelimleriyle dikkat çeken
rak görür. Bu görüşün aksine, bugün için toplum ve kültür eleştiricisi. Akademik
de felsefeye kavram analizlerinden öte kariyerinin çok büyük bir bölümünü Pa-
bir görev düştüğünü kabul eden Russell' ris Üniversitesi'ne bağlı tophımbilim bö-
ın görüşüne katılır. Bu görüşlerden hare- lümünde dersler vererek geçiren Baud-
ket eden Batuhan'ın amacı felsefe ile bi- rillard, ilk çalışmalarında daha çok Henri
lim arasında "uzlaştıncı" çalışmalar orta- Lefebvrc ile Herbert Marcuse geleneği­
ya koyabilmektir. Bu çerçevede değer­ nin uzantısı sayılabilecek Yeni Marxçı
lendirilebilecek bazı çalışmalanru DTCF bir konumu benimseyerek düşünmüş ol-
Amşltrma dergisinde yayımlar. masına karşın, çok geçmeden kendisine
Hüseyin Batuhan emekli olduktan özgü postmodern toplum ve kültür eleş­
sonra da bazı çalışmalar yapmış ve bun- tirisi biçemini geliştirip olgunlaştırarak,
lan yayımlarruştır. Geldiği noktada, gerek tek bir çerçeve içine -sıkıştırılamayacak
genci olarak bilim ile fdsefe arasındaki denli çok yönlü bir düşünme çizgisi doğ­
ilişkiler, gerekse Türkiye bağlamında bi- rultusunda yapıtlar vermeye koyulmuş­
lim ve felsefe etkinlikleri konusunda sert tur. Çoğu yerde toplumlann yaşamında
175 Baudrillard, Jean

dilin yaşamsal
önemi üzerine yoğunlaşan çalışmalarında Baudrillard, bir yandan
post-yapısalcı bir düşünür olarak nite- modem toplumların yaşamında medya-
lendirilen Baudrillard, giderek sanallaşan, run son derece büyük bir !uzla artan ö-
elektronikleşen, teknolojikleşen en son nemini ve etkisini açıklamaya çalışırken,
iletişim biçimlerinin insan toplumların- . öbür yandan gündelik yaşamda önüne
d>ıki yansımaları ile bunl.ınn gerçek de- geçilemez bir çılgınlığa dönüşen tüketim
ğerlerinin anfaşılması >ımacıyla geliştirdi­ etkinliğinin ohısı anlamlandırımları na yö-
ği yeni tasarım ve kavramlarla son dere- nelik bir çözümleme sunmaktadır. Bu iki
ce büyük yankılar uyandırmışur. Kimile- yapıunda da Marxçı kavram ile terimleri
yin kendisinden postmodem dünyarun bütün bütün bırakmadığl görl\len Baud-
peygamberi ya da tanrısal vicdaru olarak rillard'ın, Marxçı terimceye ek olarak çö-
söz edilen Baudrillard, Foıımıı/Jyıı U111ıt­ zümlemelerini yer yer göstergebilimsel
ınalt. (Oublier Foucault, 1977) ile Kiirfaz yer yer de ruhbilimsel terimlerle besledi-
Savaşı Hif Olmadı (La Guerre du Golfe ği gözlenmektedir.
n'a pas eu lieu, 1991) gibi yapıtlarından Baudrillard'a göre, modem dünyada-
da açıklıkla görüleceği üzere, baş göste- ki tüketim olgusunun tam olarak kavra-
ren yeni durum ve olaylara ilişkin olarak nabilmesi için öncelikle yapılması gere-
yazdığı polemik nitelikli yazılarla, Bau ken, tüketim etkinliğinin belli şablon ya
dünyasının düşünsel gündemini belirle- d:ı didıe açıklamalarla kestirip aulabilecek
yecek ölçüde yakın dönemin pek çok bir konu olmadığının adamakıllı ayırdına
kültürel taruşmasına damgasını vurmuş­ vaı:makur. Tüketim toplumu kültürü pek
tur. çok durumda yerleşik anlama alışkanlık­
Baudrillard'ın toplum ve kültür eleş­ larımızı kökünden sallayacak denli sıra­
tirilerinin kalkış noktasıru gerek Maıxçı dışı bir kavrayış tutumuna geçmeyi zo-
eleştirmenlerce gerekse de Frankfurt O- runlu kılmaktadır. Öyle ki çoğu kuram-
kulu kuramcılarınca öteden beri hep aşa­ cırun sandığırun tersine modem bireyin
ğılarup hafife alınmış olması nedeniyle tüketim pratikleri liberal siyaset söylem-
ı;ercken ilginin yeterınce ·gösterilmediği­ lerinin üretim sürecini açıklarken kullan-
ıı.i düşündüğ(\ ya da Marshall McLuhan dıkları kavramlarla, sundukları çözümle-
ı;ibi düşünürlerce taşıdığı olanakları gök- melerle kavranamayacak denli karmaşık
lere çıkartmak dışında kendisine yönelik bir süreçtir. Bu nedenle tüketim olgusu-
yetkin bir eleştirel duruşun geliştirileme­ na, kendi iç dillendirme mantığı doğrul­
diğini dile getirdiği popüler kültürün de- tusunda bir göstergeler dizgesi olarak
ğişik yönlerinin kuramsallaştırılması a- ~ündelik yaşam pratiklerinde nasıl işle­
m:ıçlı bir arayış oluşturmaktadır. Bu bağ­ dikleri üzerine sürekli yeni örnekolaylar
lamda Baudrillard, temelde kitle iletişim yoluyla yaklaşmak gerekmektedir. Nite-
>1raçları ile tüketim toplumunun yol aç- kim Baudrillard daha bu ilk yapıtlarında,
tığı sorunlara bildik yaklaşım yollarırun yepyeni bir toplumsal/kültürel durum ile
bütünüyle dışında bir gözle eğilen bir a- karşı karşıya olduğumuzu, bunun geç-
raştırma mantığı geliştirmiştir. Kimi eleş­ mişteki durumların hiçbirisine uzaktan
tiricilerince ciddiyetsiz bir "postmodern ya kından benzemediğini belirterek, bu
yıldız" olmakla suçlanmış olsa bile, Ba-. yeni durumu anlaşılır kılmak için çok be-
udrillard'ın bütün çalışmalarında baştan lirgin bir biçimde olmamakla birlikte belli
'ona ciddi, titiz, temelleri son derece ölçülerde post-yapısalcı yöntemi kullan-
'>ığlam bir dü~ünsel yaklaşımın varlığı maya başlarruşıır. Baudrillard'ın post-ya-
kendisini hemen belli etmektedir. Nes11e- pısalcı yaklaşıma başvurması bir bakıma
ler Dizgesi (La Sysreme des objets, 1968) kaçırulmazdır; çünkü düşünceleriyle bir
ile Tıiketıin Toplıım11 (La Societe de con- yanda liberal *homo ero110111iı:us m:ıntığıru
sommation, 1970) başlıklarıru taşıyan ilk çürütmeyi amaçlarken, öbür yanda da·
Baudrillard, Jean 176

Marxçı kuramda üretim üzerine yapılan biçimler alunda yapılandırdığını açıkla­


aşın vurgunun geçersizliğini taıııtlamayı maya çalışan Baudrillard, kodun tüketi-
amaçlaıİıaktadır. Her iki yaklaşımın da min özünü oluşturduğunu ileri sürerek,
tüketim olgusunun pek çok önemli yö- insanların gerçekte tüketim nesnelerini
nünü görüp değerlendirmeye engel oluş­ tüketmekten çok bunların ardına gizle-
turduğunu düşünen Baudrillard, tüketim nen imgeleri, idealleri, fantezileri, yani en
dünyasını tam anlamıyla kuramsallaşura­ genel anlamıyla özledikleri ama ulaşa­
bilmek için öncelikle kendi içinde özerk madıkları yaşam biçimlerini tükettiklerini
ve ussal olduğu düşünülen, mutluluğunu savunmaktadır. Somut tüketim ürünleri-
hep kendi kişisel yararları doğrultusunda nin gerisinde yatan, gerçekte somut bir
tasarlayarak yaşama geçirme yetisi taşıdı­ varlıkları olmayan bu tüketim kaynakla-
ğına sarsılmaz bir inanç duyulan birey rının hepsi de reklamlar aracılığıyla alla-
kurmacası üstüne bina edilmiş moder- nıp pullanarak elektronik medyadan su-
nist ben tasarımının yıkılması gerektiğini nulmaktadıdar. Baudrillard'a göre, orta-
öne sürmektedir. Aynı biçimde kapita- ya çıkan bu yeni tüketim tarzı toplumsal
lizme ve onun egemenlik yapılarına karşı yaşamın bütün yönleriyle başkalaşmasına
tanımı gereği direnmekle yükümlü olan yol açtığı gib~ eski burjuva toplumu kül-
sosyalist işçi sınıfı dayanışmacı ruhuna türünün temel dayanaklarını da baştan
dayalı anlayışın da bir an önce devrilmesi sona değiştirmektedir. Bu yeni toplumsal
gerekmektedir. Dolayısıyla Baudrillard'ın oluşum uyarınca bireyler aruk ya güçleri-
bu ilk tüketim toplumu kuramının en a- nin yettiğince kendi kendilerini oluştur­
zından ilci ayn anlamda post-yapısalcı bir maktadır ya da çoğunluk olduğu üzere
yaklaşım sergilediği söylenebilir. Bu an- reklamlara ve medyaya verdikleri tepki-
lamlardan ilkine göre birey özneyi hep lerde/ tepkilerle kendi kinilik ya da kim-
tarihsel olarak düşündüğü, hep belli bir liklerini belirlemektedirler. Dolayısıyla,
tarihsel bağlam içine yerleştirerek kurdu- böylesine alışılmadık bir durum karşısın­
ğu için post-yapısalcıdır. Öte yanda, i- da televizyon gösterilerinin bayağılıkla­
kincisine göreyse öznenin tarihsel olarak rına ya da tüketim çılgınlığının yol açuğı
kuruluşu sürecinde en belirleyici olanın sorunlara liberallerin ya da Marxçıların
dil olduğunu varsaydığı için de post-ya- öteden beri yapageldikleri üzere eski yer-
pısalcıdır. Baudrillard, bu iki temel post- leşik eleştiri yollarıyla karşı durmak ye-
yapısalcı yorumlama tutumunu "hergün- terli değildir. Oyunun bildik bütün ku-
kü yaşam alanı"na taşıyarak, toplumsalı ralları değiştiği için bu yeni oyunun ger-
anlama biçimimiz üzerinde açıkça dev- çeklerini tam aıılaıruyla kavrayabilmek
rimci değerde bir değişiklik meydana ge- ancak bütünüyle yeni bir yaklaşımın ge-
tirmiştir. liştirilmesiyle olacak bir şeydir. Sözge-
Baudrillard, l 970'li yılların ortalarına limi, büyük alışveriş merkezlerinde, ma-
gelindiğinde yazdığı GösteTgeıtİn Politik E- ğazalarda, radyolarda, televizyon reklam-
konomisinin Eleştirisine Katlet (Pour une larında yalnızca gelişmiş sanayi toplum-
critique de l'economie du signe, 1972), larının bakışları, dikkatleri, en önemlisi
Ürrtimin Aynası (Le Miroir de la produc- de imgeleri yapılıyor değildir. Aynı sü-
tion, 1973). Simgesel Dt!Jrıole11f ile Ôliim reçten gelişmemiş ülkelerin kitleleri ka-
(L'Echange symbolique et la mort, 1976) dar komünist ülkelerin halkları ile üçün-
başlıklı bir dizi yapıunda kesin biçimde cü dünya toplurnlan da paylarına düşeni
Marxçılık ile bütün bağlanııı koparmışur. fazlasıyla almaktadırlar. Kokuşmuş, çü-
Bu yapıtlarında genelde medya kültürü- rümüş, bozulmuş gibi kimi etik yöne-
nün daha özeldeyse reklam sektörünün limli etiketlerle toplumsal sorunları ne
bireyler üzerinde derin etkilere yol açan olduğu cam olarak belli olmayan bir etik
herhangi türden bir "kodu" nasıl ve ne alana havale etmek yerine, Baudrillard'ın
177 Baudrillard, Jcan

gözünde her türden toplum kuramı araş­ mek için günümüzde insanların giderek
tırmasının öncelikle yapması gereken, bu artan oranlarda vakitlerinin çok büyük
yeni anlamlandırma dünyasının nasıl iş­ bir bölümünü elektronik iletişim ortam-
lemekte olduğunu, en göz önünde bulu- larında geçirdiklerine (radyo frekansları
nandan kalkarak en ince ayrıntısına va- arasında o dalgadan bu dalgaya dolaşa­
rana dek nasıl açıklanacağını belirginleş­ r.ık, televizyon karşısında o kanaldan bu
tirmektir. Nitekim bu sorun temelinde kanala gezinerek, bilgisayar ekranı karşı­
reklamların yapısını çözümlemek ama- sında saatlerce oturarak, yüz yüze ko-
cıyhı göstergebilimsel olanaklardan ya- nuşmalarda geçirdikleri zamandan çok
rarlanan Baudrillard, reklamlar aracılığıy­ daha fazlasını telefon, elektronik posta,
la dilin nasıl yeniden yapılandırılıyor ol- faks yollama, "chat" yapmaya ayırarak)
duğunu tanıtlamaya çalışmıştır. Sözgc- dikkat çeken Baudrilhrd, elektronik rha-
lirni C«a-Cola reklamlan üstüne yoğunla­ kinelcrin aracılık ettiği simgesel değişim
şarak burada reklamı yapılanın yalnızca ya da alışveriş nedeniyle "sahici" yüz yü-
asitli bir içecek olmadığını, Co<a-Coh'nın ze ilişki dünyasının gitgide ortadan. kal-
salt bir içeceğe göndermekten çok genç- karak, bunun yerine "yüzlerarası" sanal
lik, cinsellik, eğlence imgelerine gönder- bir dünyanın geçtiğini bildirmektedir.
mede bulunan, çevreye bir yığın anlam- Baudrillard, bu yeni doğan sanal kültürü
landırma saçan bir gösterge olduğunu gerçeğin kendisinden daha gerçek anla-
söylemektedir. Nitekim 1978 yıhnda yaz- nunda "aşıngerçck" diye tanımlayarak,
,fığı Sessiz. ÇoğımlN/elar111 Gölgesinde ya da aşıngerçekliğin bizden yeni bir bakış, tu-
Topl11111sn/111 So1111 (A l'ombre des majori- tum ve duyarlık isteyen yeni kültürel il-
ıes silencieuses, ou la fın de la social) keler üstüne bina edildiği olgusuna par-
adlı bir başka kitabında Baudrillard, kit- mak basmaktadır. Bu yeni iletişim_ orta-
lelerin tepki vermeyecek derecede uyuş­ mında simgesel yapımlar, artık eskiden
muş olduklan gerçeğine parmak basar-.ık, olduğu üzere canlı bir konuşmaya ya da
eski devrim anlayışının artık yersizleşti­ yazılı gerçek bir metne göndermede bu-
ğini, bu nedenle günümüzde varolan tü- lumıyor değillerdir; daha çok tam da su-
ketim dizgesine karşı yeni bir direniş bi- numun kendisinin aynı anda hem gerçek
çimi geliştirilmesinin gereğine artık uya- hem de kopya olduğu bir "simülasyon-
nılması gerektiğini vurgulamaktadır. hır" dizgesine dönüşmesi söz konusu-
Baudrillard'ın çoğunluk olgunluk dö- dur. Sözgelirni bu anlamda Baudrillard'a
nemi olarak gösterilen 80'li ile 90'lı yıllar göre, televizyonda verilen haberler ken-
arasında yazdığı kitaplarda, hem bir bü- dilerinden beklendiği üzere dışarıda, ger-
tün olarak medyayı hem de medyada yer çek dünyada olan bir şeyi rapor ediyor
alan tek tek reklamlara ilişkin olarak su- ya da sunuyor değillerdir, burada haber
nulan çözümlemelerini geniş bir post- değeri taşıyan şey, çeşitli imgeler ve e-
modem kültür bağlamına yerleştirdiği lektronik olanaklarla haberlerde dillendi-
gözlenmektedir. Nitekim 1981 yılında rilen medyatik sunumun kendisidir. An-
yazdığı Si11111lakr11111/ar tJe Sit11ülaıyo11/ar (Si- laması son derece güç olan "aşıngerçek­
mulacres et simulations) ile 1991 yılında lik"in mantığı alabildiğine sanal bir kül-
yazımını tamamladığı Son l'amlsa111ası (L' türün oluşmasının başlıca nedenidir. Ni-
IUusion de la fin) başlıklı kitaplarında, tekim Baudrillard'ın son dönem çalış­
yeni tüketim kültürünün zorunlu bir so- malarında bu olağandışı kültürel oluşum­
nucu olarak gerçekliğin çok köklü bir bi- lara yönelik özenli betimlemelerinin ne
çimde değişime uğradığı, gerçeklik diye denli umut verici bir değerleri varsa, bu
bildiğimiz o eski şeyin yerinde bugün oluşumların doğurduğu sorunlardan ve
yeller estiği yönünde çok önemli bir sav sınırlamalardan nasıl kurtulunabileceğine
ortaya atmaktadır. Bu savını temellendir- dönük bir kötümserliğin sergileniyor ol-
Baudril~ard, Jean 178

ması da bir o denli umut kırıodır. Baudrillard, modem tüketim toplu-


Baudrillard'ın özellikle son dönem ça- munun şeffaflığının .bildik, alışıldık, ge-
lışmalannda çağcıl dünyaya ilişkin verdi- nelgcçer düşünme kategorileriyle anlatı­
ği hemen bütün çözümlemelerini temel . lamaz olduğunun ayırdında olduğundan,
olarak şu sava dayandırdığı gözlenmek- yapılabilecek en iyi şeyin, verilecek gün-
tedir: Dünyadaki hemen her şeyin, iyi ile cel örneklerle ayrımların ortadan kalk-
kötü karşıtlığından tutun da bugüne dek ması olgusunun ne menem bir şey oldu-
düşünmemizde konaklayan "cinsiyet", ğunu sezdirmek olduğunu düşünmekte­
"ekonomi", "siyaset" gibi en temel kav- dir: Bu durumu somutlamak için sözge-
ram öbeklerine dek, öteden beri dola- limi, kadın ile erkek arasındaki ayrımların
şımda olan anlamlarını artık dolaştırmı­ çok büyük ölçüde yitirilmiş olmasının,
yor olmaları, daha da önemlisi bundan ne erkek ne de kadın olan, geleneksel
böyle de dolaştıramayacak olmalarıdır. cinsiyet göstergelerinin boşa çıktığı şef­
Bu köktenci savını temellendirmek ama- faf bir cinsiyette, transseksüel Michael
oyla Baudrillard, birbirine karşıt durum- Jackson kimliğinde örneklendiğini belirt-
da olagalen kategorilerin boşa çıktığını mektedir. Baudrillard'a göre gerçekte cin-
tanıtlamak için "şeffaflık" gibi ele avuca siyet bile değildir bu kimlik, çünkü cinsi-
gelmeyen tuhaf bir tasarıma başvurmak­ yet. kavramı kavramsal belli bir seçiklik
tadır. Söz konusu tasarımı açımlamak a- varsayar. Dahası, Jackson hem beyaz ır­
macıyla Baudrillard, günümüzdeki hiçbir ka hem de siyah ırka meydan okuyarak,
kavram karşıtlığının bildik, alışıldık, ta- siyahlığını çözündürüp eriterek ne beyaz
nıdık kavram karşıtlığı olarak durmuyor ne de siyah olmayan alabildiğine şeffaf­
olduğu saptamasında bulunur. Sözgdimi laşmış bir ırkın ilkömeği olarak görün-
iyi ile kötü arasındaki kavram karşıtlığı mektedir. Kusursuz bir melezliğin, yani
bu iki kavramın birbirieri içinde eriyip şeffaf bir ırkın öncüsü Jackson şeffafuk
çözünmesiylc yitmiş, ne iyinin iyi olarak dünyasının ırklar sonrası yeni ari ırkıdır
ne de kötün~n kötü olarak durduğu bi- aynı zamanda. Baudrillard, özce "Aynı"
rer eriyik bırakmıştır geride. Nitekim ile "Ayn" arasındaki seçiklik üzerine ku-
Baudrillard'ın önemli çalışmaları arasın­ rulu bulunan hemen bütün düşünme ya-
da gösterilen kitaplarından birinin başlığı . pılarının devrilerek tepetaklak olduğunu,
da tam olarak bu durumu adlandırmak bir zamanlar birtakım yaşamsal ayrımlan
amacıyla atılmış gibidir: Kiitiiliif,iin Şejfqf dillendirmek adına kurulmuş bütün kar-
lığı (La Transparence du mal, 1990). şıtlıklar için de durumun aynı olduğunu
Baudrillard bu noktada iyilik olmayınca dile getirmektedir. Bu noktada Baudril-
"kötülüğün şeffaAığı"nın kendisini son- lard, kavmmlann kavram olmaklıklarını
suza dek yineleyeceğini; çünkü öteden güvence altına alan ayrımların yitirildiği
beri _şeylere, düşüncelere, eylemlere kar- bir dünyada, kavramların açıklığı üzerine
şılık gelen kavramlann özlerini ve de- hfila bir dolu savaşımın veriliyor olma-
ğerlerini terk ederek göndermelerinden, sını postmodem toplumların ironik bir
kökenlerinden, ereklerinden kurtulup bo- insanlık durumu olarak okumaktadır. Bu
şa çıktıkları için kendilerini sonsuzca yi- gereksinim Baudrillard'ın deyişiyle bir
nelemekten başka bir yazgıya konu ol- başka şeffaflık aşamasına taşıyacaktır bi-
malarının söz konusu olmadığını bildir- zi, yani kavramların seçikliğine dayalı o-
mektedir. Bu anlamda Baudrillard, sonu larak işleyen "seçik düşünce" yok oldu-
olmayan bir şeyin durmak için nedeni de ğunda, şeylerin de büsbütün ortadan kalk-
olmayacağını dile getirirken, kendisinden mayıp tam tersine bu durumu hiç umur-
pek çok şey öğrendiği Nietzsche'nin samadan işlemeyi sürdürecek olmalarına.
bengidönüş öğretisine duyduğu yakınlığı Baudrillard'ın sözleriyle: ilerleme düşün­
da açıkça belli etmektedir. cesi yok olmuşken ilerlemenin sürüyor
179 Baudrillard, Jean

olması; siyasette düşüncenin kendisi yok- her şey felsefidir ve hepsinden önemlisi
ken siyaset oyununun gizli bir umarsızlık de 1968 döneminin en başat sloganla-
içinde herkesin gözleri önünde sürüyor nndan birinde dile geldiği gibi: "Her şey
olması; kullanılabilir nükleer gücün bin- siyasaldır; arzu, bilinçdışı, önceleri siyasal
de biri dünyayı ortadan kaldırmaya ye- olmadığı düşünülen her şey, hatta siyasal
terliyken dünyanın hala var olmayı sür- olmayanın kendisi bile." Şeffaflık bu açı­
dürüyor olması bu tuhaf durumun yal- dan bakılınca kategorilerin olabildiğince
nızca birer değişkesidirler. genelleşerek bütün özgüllüklerini yitir- .
Baudrillard, gelinen bu durumun ne melerinin, bütün diğer kategorilerce e-
denli ciddi boyutlara vardığını daha açık milmeletinin doğal bir sonucudur. Her
kılmak amacıyla aynı şeffaflık mantığı­ şey cinsel olduğunda artık hiçbir şey cin-
nın, çeşitli kavramların beraberce bu- sel değildir; cinselliğin bütün anlamını
lunmasıyla varolah birtakım soy kavram yitirmiş olduğu anlamına gelir bu. Her
alanlanna dahi bulaşıp yayıldığını dile şey siyasal olunca siyaset sözcüğü an-
getirmektedir. Bütün soy kavram gökyu- lamsızlaşır. Her şey estetik olduğunda,
varları, sınırlan içinde dolaştırdıkları, do- güzel ya da çirkin diye bir şey kalmaz ge-
laşıma soktuktan kavramlarla aynı yazgı­ ride. Modem tüketim toplumlarında de-
yı paylaşmak zonındadır; yani onlar· da ğerlerin birbirlerine dolanıp kendi Üzer-
şeffaflık değergesine uçuşmuşlardır. Tıp­ lerine katlanarak şeffaf kendilikler olarak
kı kavramların seçildiğinin ortadan kay- dolaştıklarını söyleyen Baudrillard, bü-
bolması gibi toplumsal yaşam alanları da tün tikel kategorilere şeffaflık virüsü bu·
aralarındaki keskin sırurlann şeffaflaşma­ !aştığından böyle bir dünyada taşıyıcı ka-
sıyla, seçikliklerini seçemez olduğumuz tegorilere karşı savaş verecek, Arşimet
bir sanal anlamsallığa gömülmüşlerdir. noktası olabilecek virüse karşı bağışıklığı
Yine cinsellik eğretilemesinden yürüyen olan bir antivirüsün, yani şeffaf olmayan
Baudrillard, cinsel özgürleşme dönemiy- bir kategori aramanın boşuna olduğunu
le birlikte en az üremeye karşı olabildi- · savlamaktadır. Bağışıklık kaybı, bütün
ğince çok cinsel ilişkiye girmenin en ba- varlık kategorilerinin gerçekte yokken
şat cinsel yaşam ilkesi konumuna gelerek varmış gibi varolmalanna yol açmakta-
cinselliğin de içinin boşaldığını bildir- dır. Cinsellik artık yalnızca cinsellikte de-
mektedir. Cinselliğe ilişkin bu temel dü- ğildir, başka her yerdedir; medyada, sine-
şüncesini desteklemek için Baudrillard, mada, edebiyatta. Siyaset siyasette değil­
bedenin soykütüğünü çıkarırken şunları dir yalnızca, bütün alanlara saçmal<-tadır
~ykmektedir: "Vaktiyle beden ruhun eğ­ mikrobunu; dine, sanata, felsefeye, bili-·
rctilemesiydi; ardından cinselliğin eğre­ me, üniversiteye. Baudrillard durumu da-
tilemesi oldu; bugünse hiçbir şeyin eğre­ ha iyi canlandırmak amacıyla şöyle sor-
tilemesi değil." Daha. açıkça söylemek maktadır: "Çiçolini bugün İtalyan Par-
gerekirse, Baudrillard'ın gözünde mo- lamentosu 'nda milletvekili seçilebiliyorsa
dern tüketim toplumlannın yaşamında bu tam da transseksüel ile transpolitiğin
eskiden olduğunun tersine belli bir şeyin aynı yerde ironik birlikteliği demek değil
belli bir şeyi eğretilemesi yerine, her şe­ midir?" Böylece siyasal, medyatik, ileti-
yin her şeyi eğretilediği şeffaflık döne- şimse! bir kültür çorbası içinde her birey
mine geçilmiştir. Baudrillard bu söyledik- ancak belli belirsiz anımsayabildiği bir
leriyle bir gün gelip şeffaflığın da yitiril- insanlığın insanımsı kalıntısı haline gel-
miş olacağı, hiçbir şeyin hiçbir şeyi eğre­ mektedir.
ıilemeyeceği kaotik bir dünyanın . gel- Baudrillard açısından bakıldığında,
mekte oluşunu haber vermektedir. Nite- şeffaflık çağı her şeyi her şeye katmaktan
kim, kaos öncesinin şeffaflık dünyasında kendimizi alamadığımız, her şeyin her
her şey ekonomiktir, her şey cinseldir, şey olabildiği, herkesin her şeyi söyleye-
Baumgarten, Alexandeı Gotdieb 180

bildiği, herkesin her şeyi yapabildiği bir çekten silahlı soygun yapan halis çete ü-
çağın adıdır. İronik olam ise kimilerince yelerinden daha ağır bir cezaya çarpa-
yönetimde, siyasette, parti içi demokra- rılmasım andırmaktadır. Burada anadü-
side modem toplumun yükselen değeri şünce şudur: Gerçeklik ilkesinin çiğnen­
olarak hala daha çok şeffaflık isteniyor mesi gerçek saldırıdan çok daha ciddi bir
olmasıdır. Baudrillard'ın gözünde, böyle saldırıdır. Gerçekten kurtulunca gerçek-
bir dünyada zorunlu olarak hepimiz de ten daha gerçek, aşırıgerçek olur insan.
"transckonomik"izdir çünkü üretime da- Yeniden üretmeye, yeniden yaşamaya zo-
yalı gerçek t:İmnomi yerine sanal ekono- nınlu olduğumuz bütün düş ve ülküler
minin seyrine tutsağızdır; "transpolitik" yapmacık, yapmacık olduğu kadar da
izdir çünkü politik açıdan ayrımsız var- şeffaf görüntülerle sonsuz biçimde ço-
lıklanzdır; transseksüel olduğumuzu da g.ılırlar. Arak aranan şey güzellik, çirkin-
düşünürsek zihinsel açıdan siyasetin tra- lik ya da cinsellik değil, eni sonu rek-
vestileri olup çıkarız bir anda. Hangi a- lamda sorulan o taklitçe sorunun yamtı­
landa olursa olsun bir şeyi o şey olarak dır: "Sen hangi televizyonun görüntüsü-
kavramamız olanaklı değildir bundan sün?" Bu bir zamarıların "Düşünüyo­
böyle. Şeffaflık Çağı'run asıl özniteliğini rum, demek ki varım" varlık kanıtsavı­
oluşturan çağın bir simülasyon, düzme- nın yerine, "Görülüyorum, demek ki gö-
ce, yapay dünyalardan oluşan bir taklit- rüntüyüm" yapınıısırun geçmesi demek-
çeler (simN!ams) evreni olmasıdır. Bu tak- tir. Ne var ki Baudrillard'a göre, bun1da
litçe evrenindeki her şey insandan tutun dile getirilen ya da dile gelen şey, çağcıl
da bilgisayarlardaki virüslere değin sanal bir özseverlik tarzının gelişini muştula­
bir dünyanın varlıksılandır. Varlıksıdırlat yan bir "olma" yordamı değil; herkesin
çünkü hepsi de gerçekten varolmayan, kendi görünüşünün menajeri haline gel-
varoluyormuş gibi yapan; kaynağı, köke- diği bir dünyanın şeffaflığına uyanmış
ni, ilkömeği olmayan birer kopyadırlar. reklamcının düzmecesidir. içepatlayış;
Dahası, hep bir orijinali olduğu varsayı­ dışapatlayış; simülasyon; simulak-
lan, bir yerden aşırmaya, devşirmeye, a- rum.
lıntılamaya dayalı kopya tasarımı dahi baş­
kalaşmış, şeffaflaşıp tuhaflaşmıştı.r. Bu Baumgarten, Alexander Gottlieb
yüzden Baudrillard, taklitçe teriminin ke- (1714-1762) "Estetik" terimini felsefe
sinlikle taklit ya da kopya etmeye karşılık dilinde ilk kez dolaşıma sokan, estetiğin
gelmediğinin altım önemle çizmektedir. bir felsefe dalı olarak yerleşmesinin yo-
Taklitçcler Dünyası, tarihte yazılmış lunu açan Alman filozof. Aynı zamanda
olanaklı blitün senaryolar gerçek ya da l.ıir eğitimci olan Baumgarten'in mctafi·
sanal olarak defalarca oynandığından, bü- zik ve etik üzerine ders kitabı olarak yaz-
tün bu senaryoları yeniden oynamaktan dığı metinler [Met~.ai-a (Metafizik,
başka bir çıkar yol da olmadığından her 1739); Eıbim Philoıophita (Felsefi Etik,
şeyin "mış gibi" deneyimlendiği bir ya- 1740); lnitia Philoıophiae PrtUfiçae Prima
şama alamdır. Bütün toplum ütopyaları (Pratik Felsefeye Giriş, 1760)] Kant tara-
gerçekleştiğinden, sanki gerçekleşmerniş­ fından da ilgiyle karşılanmış, onun ders-
ler gibi yaşamayı sürdürmek gerekmek- lerinde de okutulmuştur.
tedir. Soru, olanaklı her şeyin gerçekleş­ Genel felsefe çizgisi bakımından
tiği bir dünyada insanın ne yapacağıdır? J<..'VII. yüzyıl usçuluğunun, özellikle de
Baudrillard'ın deyişiyle "aşırıgerçekleştir­ Leibniz 'in felsefesinin bir uza nası olan
mektir" yapılacak olan, çağın yeni ger- Baumganen, aynca "sıkı" bir Leibnizci
çeklik kipi de "aşıngerçeklik"tir bu an- olarak bilinen Christian Wolffun da öğ­
lamda. Aşıngerçcklik, ııpkı yalandan bir rencisidir. Baumgartcn bir· yandan adı
soygun yapan düzmece bir çetenin, ger- geçen fılozoflann doğruluğun ölçütünü
181 Baumgarten, Alexander Gottlieb

duyularda değil de düşünmede bulmala- bilgisi) kavramını da "açık ve seçik ola-


nna, doğru bilginin akla, zihne, düşün­ rak kavranılır şeylerin ötesinde bulunan
ceye dayandığını savunmalarına arka çı­ tasarımlar bütünü" diye tanımlar. De-
karken: öte yandan bu düşünürlerin "a- mek ki estetik açık ve seçik olmayan bir
çık ve seçilt olarak kavranan her şey bilginin, bulanık olan diıyu bilgisinin bi-
doğrudur" (Descartes) savsözünden yola limi olacaktır. Ussal olandan, marınksal
çıkarak bilgiyi salt kavramsal bilgiyle sı­ olandan gelen "açıklık ve seçiklik" este-
nulandınp duyusal ya da algısal bilgiyi tik bilginin ölçütü değil zihinsel (anhksal)
tümüyle yoksaymalanıu eleştirmiştir. Kuş­ bilginin ölçütüdür. O halde ussal, man-
kusuz Baumgarten'in gözünde de duyu- tıksal bilginin niteliklerinden yoksun o-
sal bilgi tümdengelimli çıkarımlarla var- lıın estetik bilginin durumu ne olacakar?
dığımız kavramsal bilgiyle boy ölçüşe­ Bu noktada Baumgarten, "estetik ile
mez: ancak yine de bu türden. bir bilgi- mantık arasında tam bir karşıolumun (op-
nin de felsefece temellendirilmesi, konu- positio) var. olduğunu" öne sürer. Daha
su ve sınulan belirlenmiş bir "bilim" da ileri gidip ar-.ılarında özce bir ayrım
olarak kurulması olanaklıdır. İşte Baum- bulunmadığını savlayarak estetiği mantı­
garten "tamamlanmamış" iki ciltlik baş­ ğın "küçük kız kardeşi" ilan eder. Baum-
yapıtı AtrtlHlktlda (Estetik, t 750-t 758) garten'e göre, manuksal bilginin yetkin-
bu işe soyunur. liği "doğruluk" C'düşüncenin gerçekle u-
Aslında Baumgarten çok daha önce- yuşması'') olarak belirlendiğinden, duyu-
leri, t 735 tarihli MrJitali811es PhiloropJıiçat sal (estetik) bilginin de -her ne kadar
Je Nomı11/lir illi Poe111a Perti11mtilmita (Ka- "fa/! bilgiyse de- bir bilgi olarak yetkin-
lıo Birkaç Şiir Üzerine Felsefi Düşün­ liği olmalıdır. Estetik bilginin -payına
celer) böyle bir bilimin olanağından söz düşen- yetkinliği de yine" bir anlamda
açmışsa da "duyusal bilginin bilimi" ola- doğruluktur ama doğruluk duyusal ya da
rak estetiğin taıumlanması Aesthetim'da estetik bilgi alanında artık "giizellik'' a-
gerçekleşmiştir. Baumgarten'e göre, bir dını alır. Demek ki güzellik (Jmkrihlfio)
yanda açık ve seçik düşüncelere dayalı duyusal bilginin yetkinliğidir. Güzellik ile
rogııiıio ratio11i.s (akıl bilgisi), öbür yanda doğruluk da "aynı" şey olduğundan, es-
karmaşık ve bulanık algılara dayalı çog11itio tetik de mantığın "küçük kız kardeşi" ol-
rwsitiıoa (duyu bilgisi) vardır. Birincisi bir muş olur. Başka bir deyişle, nasıl ki man-
tııoseologja mptriar (üstdüzey bilgikuramı) tığın ödevi zihin etkinliğini, y11/ean bilgi
olmk doğruluğunu ya da gerçekliğini yetisini araştırmaksa, estetiğin ödevi de
mant1k ile matematikte bulurken, ikincisi duyum etkinliğini, "fa/! biti yetisini in-
bir f!/IOSetıfagia mfarior (altdüzey bilgikura- celemektir. Aslında her ikisi de yetkin
mı) olarak yetkinliğini ·estetikte bulur. bilginin, hakikatin peşindedir; biri Jiifii·
Baumgarten'in kurmak istediği, duyusal 11iiliir bilginin, diğeri tl1!J111Hr bilginin yet-
bilginin ya da duyumlann bilimi olarak kinliğine ulaşmak ister: manak "doğru­
estetiğin konusunu ve amacım "duyusal luk" üzerine düşünüp onun neliğini a-
yetkinlik" oluşturur. Duyumlar yoluyla raştırırken, estetik de "güzellik" üzerine
elde edilen bilginin sorunlarııu konu edi- düşünüp onun neliğini soruşturur. Bu
nip "duyusabn yetkinliği" öğretisini or- anlamda manuk doğrunun/ doğruluğun
taya koyarken gerçekleştirmek istediği de bilimi olarak "dcğru üzerine düşünme
"güzel üzerine düşünme sanııu"dır (arr sanatı "yken, estetik de güzelin/ güzelliğin
p11krt ç0gjlmlJı). bilimi olarak "güzel Ü7.erİne düşünme sa-
Estetiği bir gııoseokJ!ia illjtrior (altdüzey natı"dır.
bilgikuranu); rtit11tia çog11itiot1ir se11sitivat Yaratıcı bir sanat anlayışını savunan
(duyusal bilginin bilimi) olarak adlandı­ Baumgarten'in sanat ve sanatçılar üzeri-
r.m Bııuıngarten, togııitio se11sitiııa (duyu ne de ilginç saptamalan vardır. "Sanat
Bayezid-i Bistami 182

doğaya öykünür" (!11i111erir kuramı) biçi- !eri tarafından aktarılagelen menkıbeler,


mindeki geleneksel anlayışa karşı çıkan kıssalar ve vecizeler ile tanınmıştır. Et-
Baumgarten'e göre, sanatçılar algıladık­ kilediği en önemli mutasavvıf ise Cü-
ları gerçekliğe duygu öğeleri ekleyerek, neyd-i Bağdadi olmuştur. İranlı düşünü­
yeni anlamlar yükleyerek doğayı değiş­ rün sözlerini yeğeni Ebu Musa İsa A-
tirmelidirler. Böylelikle evrende hüküm dem 'den öğrenen Cüneyd-i Bağdadi, bun-
süren yaratıa süreç sanatçılann kendi et- ları Arapça'ya çevirdiği ve açıkladığı bir
kinli~Jerinde ya da yapıtlarında da yansı­ şerh kaleme almıştır. Asıl adı Ebu Yezid
masıru bulacaktır. Tayfi'ır olan ancak tüm yaşamını İran şehri
Kimi felsefe tarihçileri, her ne kadar Bistam'da (Bestam) geçirdiği için bu adla
estetik konusu ondan çok önceleri iş­ anılan Bayezid-i Bistami'nin (Bestami de
lenmiş olsa da, Baumgarten'in sanat ve denir) yaşanu ve öğretisi ile ilgili başlıca
güzellik anlayışına yeni bir soluk getirdi- kaynak, Muhammed Sehleci'nin Kittibü'n-
ğini, daha da önemlisi estetiğin felsefe- Ntir fi !eeli111/it-i Eb11 Yezid Tqyftir başlıklı
nin öteki disiplinlerinden ayrılmasına ön- yapıtıdır. Bayezid-i Bistami'nin vahdet-i vii-
ayak olduğunu öne sürerek ona felsefe ı:tid ("varlığın birliği'') inanana dayalı öğ­
tarihinde hak ettiği yeri ayırmışlardır. retisi tanrısal ve insani bilincin aşkın bir
Birtakım yorumcular ise her ne kadar adı aşk ile birleşmesi üzerine kuruludur. Ay-
konmamış ya da başka türlü konmuş nca bkz. Cüneyd-i Bağdidi; ırahdet-i
olsa da estetiğin, güzelin biliminin, ilkçağ vücı1d
Yunan felsefesinden bu yana ele a-
lındığıru, Baumgarten'in estetik ile man- Bayle, Pierre (1647-1706) Felsefenin
tığı birleştirmeyi denemekle ya da bun- neliğine, özellikle de tanrıbilim ile ilişki­
lan aynı kefeye koymakla ve işin içine sine yönelik yıkıa ve sert eleştirileriyle
bilgikuramıru katmakla ani işi -sonraları tarunan Fransız "kuşkucu" filozof. Pier-
Kant'ın ayıklayacağı- bir arapsaçına dön- re Bayle'in en önemli yapıtı yergici ve
dürdüğünü savunarak onu layasıya eleş­ kuşkucu tutumunun anlatım ve içerik
tirmişlerdir. olarak en üst noktaya ulaştığı Tarihte/ Pe
Baumgarten'in estetik kuramı, eleş­ Eleştirrl Söz/ii!e'tür. (Dictionnaire histo-
tirmen ve yazın adamı Lessing ile "Ya- rique et critique, 1696). Bayle bu yapı.tın­
hudi Sokrates" diye anılan filozof Men- daki görüşleriyle ve kuşkucu düşünce ya-
delssohn'u derinden etkilemiş; Kant ile pısıyla Kartezyen dünya görüşünün so-
Hegel'in estetiğe bakışlarını da yönlen- runlarına ilişkin tartışmaların kaynağı ol-
dirmiştir. Baumgarten'in yukarıda adı ge- muş, Aydınlanma düşünürlerini etkile-
çen ünemli yapıtları dışında, çoğu ders miş ve öne sürdüğü uslamlamalar da
kitabı olarak tasarlanmış ve ölümünden Hume ile Voltaire gibi fılozoflar tarafın­
sonra yayımlanmış Atroasis Logica (Man- dan geleneksel tarınbilime yöneltilen e-
tık Dersleri, 1761), ]111 Nat11rae (Doğal leştirilerde kullarulnuştır. Bayle Tarihte! l'I'
Hukuk, 1763), Philoıophia Generalis (Ge- Eleştirel Sözliik.'te Eski Mısır ve Yunan
nel Felsefe, 1770) ve Praekaionet Thtologi- söylenbilgilerinin, onaçağın ve kendi dö-
cae (Tannbilim Üzerine Okuma Parçala- neminin din ve felsefe alanında öne çık­
n, 1773) adlı çalışmaları da bulunmakta- mış kişiliklerini her an işbaşında olan bir
dır. kuşkuculukla tarihsel açıdan ele alrruş;
yaşam öykülerini de anlattığı bu kişilerin
Bayezid-i Bistami (ö. 874) Yazılı bir düşüncelerine ilişkin yorumlan neredey-
yapıtı bulunmamakla beraber İslam fel- se kısa birer makale uzunluğunu bul-
sefesinde tasavvufun kurucularından ve muştur. Bugünden baktığımızda, bu yo-
en büyük mutasavvıflardan biri olarak rumlann her biri deneme sanatının "ku-
kabul edilen Bayezid-i Bistami, izleyici- sursuz" örneklerindendir. Bayle sözlü-
183 Beauvoir, Siınone de

ğün salt eğitici-öğretici ya da öğretisel bir ha çok edel:ıiyat alanında ürettiği yapıt­
ruha bürünmemesi için, sözlüğü öğreti­ larla tanınan, varoluşçu ve görüngübi-
selliği bozacak alıntılar, kısa öyküler, yo- limci geleneğe bağlı Fransız feminist ya-
rumlar ve uzun notlarla donatmıştır. Bay- zar ve felsefeci. Simone de Beauvoir, va-
le bu uzun yorumlan aracılığıyla kendi- roluşçu geleneğin kurucusu olarak gö-
sinden önceki tarihçilerin yanlışlarını dü- rülen Kierkegaard ile bu geleneğin önde
zdtmeye ve tarihi kayıtlan saptırmaksı­ gelen mirasçısı Same'ı izleyerek, insanı
zın olduğu gibi ortaya koymaya çalışmış­ kendi yaşamını oluşwrması ve ona an-
tır. Bayle'in düşünürler ve onlann dü- lam vermesi gereken "içsd" özden yok-
şünceleri üzerine yapuğı uzun soluklu sun bir varolan ya da varlık olarak ta-
soruşturmalar sonucunda ulaştığı sonuç, nımlar. Beauvoir bu insan tanımını, Sar-
her türden felsefi ve tanrıbilimsel kura- tre'ın insanı boş bir tutku yumağı olarak
ma ya da uslamlamaya dizgeli bir kuş­ değerlendiren görüşünü bütünüyle dö-
kuyla yaklaşılması gerektiğidir. nüştürdüğü Belim'zlikAh/ôh Ü:(!rine (Po-
Şeylerin varolduğuna ve Tann'nın bi- ur une morale de l'ambiguite, 1947) adlı
zi hiçbir zaman yanıltmadığına duyulan yapıunda ortaya koymuştur. Sartre\ı gö-
inancı akılla temellendirmenin boşunalı­ re, insan hem varlığın yokluğu (varlığın
ğını, inancın ancak "inan"la, yani inanç eksik oluşu) hem de gerçekleştirilmemiş
temelli düşünceyle, bilinmeyene bağlan­ arzular (doyurulmamış tutkular) tarafın­
mayla temellcndirilcbileceğini savunan dan tanımlanmaktadır. Varoluşun olum-
Bayle, bütün inançlann akıldışı ve dü- lu yanına işaret ederek. Sartre'ın görüşü­
şünsel olarak savunulmaz olduklarım gös- ne Heideggcrci "açığa vurma" kavramını
terdiğinden dinin altım oymaya çalışmak­ ekleyen Beauvoir'agöreyse, varlıktan yok-
la suçlanmasına karşın, amacının yalnızca sun insan varlığı yalnızca arzulamakla
dinin sadece ve sadece inan (ıman) te- kalmayıp onu açığ.ı da vurmak istemek-
melinde kabul edilebileceğini göstermek tedir. Beauvoir, düşünce çizgi.sinin en ba-
olduğunu belirtmiştir. Bayle, Hıristiyan şından beri, özgürlüğü insanın temel a-
olmayan, hatta tanrıtanımaza görüşler yırt edici özelliği olarak kabul eder. İn­
de dahil olmak üzere bütün görüşlere ve san bilincinin özgürlüğünü toplumsal ve
dinlere hoşgörülü olunmasını salık verir. siyasal bir gerçeklik olarak özgürlükten
Bayle'e göre yanlış bir dinsel wtuma ça- ayınr. Ahlik görüşünün merkezinde yer
kılıp kalmak tanntanımazlığa hiç de yeğ­ alan düşünce de özgürlüğün birey tara-
lenir bir durum değildir; üstelik tannta- fından oluşturulup yine kendisi tarafın­
rumazlar da toplumun ahlak bakımından dan hiç ödün vermeksizin savunulması­
dürüst üyderi olabileceklerinden onlara dır. Ôt.c yandan bu özgüdüğün olumlu
hoşgörülü davranmak gerekir. bir biçimde gerçekleştirilebilmesi için top-
Tıpkı Pascal gibi aklın her şeyin üste- lumun da koşulları olabildiğince kolay-
sinden gelebileceğine yöndik inanca de- laştırması gerekmektedir. Belirsizlik Ah-
rin bir kuşku duyan, aklın da dinin de lôh Ü~rine'de üstünde durulan bir başka
kendilerine özgü dogmaları olduğuna i- önemli konu da insanlar arasındaki kar-
nanan Bayle, gerek özgün "Sözlük"üyle şılıklı bağımlılıktır. Her bilincin ancak bir
gerekse dizgeli kuşkuculuğuyla kendin- başka bilinci "yıkarak" varolabileceğini sa-
<lcn sonraki pek çok düşünürü, özellikle vunan Beauvoir, ben-öteki ilişkisinin öz-
ıle Oidcrot ile d'A.lembcrt'in başını çck- ne-neııne ilişkiııi denli içinden çıkılama?.
ıiı'ti "Ansiklopediciler'" ile Shaft.csbury ve bir sorun olduğunu öne sürer. Beauvoir
Mandeville gibi ahlak lilozoflannı derin- bir diğer önemli çalışması olan İkittti Cillli·
den etkilemiştir. yeft.c (Le Deuxieme sexe, 3 cilt, 1949)
insanlar arasındaki karşılıklı bağunlılığı
Bea,ıvolr, Siınone de (1908-1986) Da- yine Heideggerci bir terim olan "'birlikte
beden 184

(var)olma'' kavramı aracılığıyla ele alıp sal ve tarihsel durumun sınırlan içerisin-
işler. de toplumun ürettiği cinsiyet olarak ta-
Beauvoir'un felsefesinin ahlikın yaru nımlar. Son çözümlemede Beauvoir ba-
sıra üzerinde durduğu diğer başlıca konu ğımlı bir toplumsal cinsiyet kimliği taşı­
"baskı"dır. Kayda değer bir ''baskı çö- malan ve egemen erkeğin bakış açısın­
zümlemesi" olarak da okunabilecek İkin­ dan Öteki olmalanndan ötürü, kadınla­
ci Cinsfyelte varoluşçu insanbilim ile etik, rın hemen her zaman iyi ya da kötü, az
Hegel ve Maıx'ın düşüncelerinin ışığı al- ya da çok "belirlenmiş" bir doğaya sa-
unda dönüştürülür. Bu y.ıpıtta bilinç ta- hipmişçesine tanımlandıklarını savunur.
rihin araolık ettiği bir şey olarak tanım­ Kadınlar açısından bu yazgıyı değiştir­
lanırken, toplumun insanları konumlan- menin tek yolu ise örgütlü mücadeleden
dırdığı savunulur. "Erkeklik" tasanmının ve boyun eğmemekten geçmektedir. Ay-
tarihsel bir düşünce olduğunun aluru çi- nca bkz. feminizm; feminist felsefe.
zen Beauvoir, Hegel'i, özellikle de Hegel
okumalarıyla tanınan Fransız düşünür beden [İng. botfy; Fr. totpr, Alm. leilr,
Alexandre Kojeve'yi izleyerek, insanlığın Yun. soma; Lat. roıp11.ıj Canlı varlıkların ci-
gelişim çizgisinin eşitsizliğin ve baskının simsel yapısı; insan v.ırlığının ya da öz-
başlamasına da yol açan "erkekler ara- nenin duyulara görünen somut yüzi.i; tek
sındaki bir tanınma mücadelesi" tarafın­ tek varlıkların ya da bir bütün olarak
dan belirlendiğini öne sürer. Hegelci e- varlığın duyulan, algılanan, dokunulan
fendi-köle diyalektiği ile üretim etkinli- somut biçimi; insan tinine ya da zihnine
ğini insanın ve toplumun gelişiminin a- karşıt bir konuma yerleştirilerek düşünü­
nahtan olarak gören Marxçı düşünceyi len fiziksel gerçeklik boyutu; Aristoteles
birleştiren Beauvoir, bu birleştirmenin metafiziğinde tini/ ruhu biçimleyen var-
sonucunda, yeniden üretimdeki işlevle­ lık formu; Descartesçı felsefede tinle/
rinden ya da fiziksel güçsüzlüklerinden ruhla birlikte insanın ya da canlı varlıkla­
ötürü "kabul edilme"nin, üretim etkinli- rın özsel bileşeni olarak tasarlanan ikinci
ğinin, dolayısıyla da "tarunma"nın temel töz. Batı dillerinde beden ile cisim ço-
diyalektiğinin dışında yer aldıkları için ğunluk aynı sözcükle karşıfandığından,
kadınların saltık Ötekiler olarak tarum- canlı bir varlığın bedensel gerçekliği ile
landıkları uslarnlamasına ulaşmıştır. Ka- cansız bir varlığın fıziksel gerçekliği aynı
dınlara erkeklerle olan tüm ilişkilerinde kavram altında düşünülmektedir.
asla özne haline gelemeyen bir nesne ro- Felsefe tarihinde ortaya konmuş pek
lü biçilmi,tir. Kadınların nesne olarak çok felsefe anlayışı, beden konusunu
görülmeleri özel mülkiyetin ve devletin hep zihnin karşısına yerleştirerek düşün­
gelişmesiyle birlikte ataerkil toplumda gi- müş, zihne yükle<likleri bütün olumlu
derek kurumsallaşmıştır. Kadını "Öteki" niteliklere karşı salt zihinsel olmadığın­
olarak tanımlaması Beauvoir'un felsefeye dan bedensel olanı çoğu durumda olum-
ve feminist kurama belki de en önemli suz niteliklerle birlikte anmışlardır. Ge-
katkısıdır. Bcauvoir varoluşçuluğun "öz leneksel olarak bede11 ik zjbin '!Jn1N1'nın
varoluşu öncelemez" ya da "varoluş öz- yapılmasına yol açan bu genel tutumda,
den önce gelir" yollu düşüncesini be- beden zihnin doğasını, yetilerini, işleyi­
nimseyerek doğuştan k:.ıdınlık düşünce­ şini bozan olarak tasarlandığından, değ­
~ini yadsır ve "kadın olarak doğulmaz; me bir felsefe çalışmasının yönelmesi
kadın olunur" savını temellendirmeye ça- beklenen sorun dağarcığının çok büyük
lışır. Dolayısıyla Beauvoir biyolojik cinsi- ölçüde dışına iteklenmiş ya da atılmıştır.
yet ile toplumun dayattığı toplumsal cin- Nitekim beden, daha Eski Yunan Fdse-
siyet k:.ıtegorileri arasında keskin bir ay- fesi'nden başlayarak, bu-dünyadaki ya-
rıma gider. Toplumsal cinsiyeti toplum- şam boyunca insan tinini (ruhunu) tut-
185 beden

sağı olarak kendi içinde taşıyan bir kafes her ikisi de sorunu beden gerçeğini bir
olarak görülmüştür. Buna bağlı olarak biçimde yoksay-.ırak çözme yoluna git-
fılozoflann çok biiyük bir bölümü, insan mişlerdir. Bu bağlamda ister zihinde çö-
tinini bedenden ya da bedensel olandan züştürülerek kavranıyor olsun ister mad-
ayırarak düşünmeye, bedeni hep zihinle denin uzantısı olarak tanımlansın, mad-
taban tabana zıt bir konuma yerleştire­ deci ya da idealist indirgemeci yaklaşım­
rek anlamaya ayn bir özen göstermişler­ ların hemen tamamı bütün yönleriyle be-
dir. Yine aynı biçimde ortaçıığ felsefesi- deni kavrama sürecinde büyük açmazlar-
ne bütünüyle egemen dinsel ya da tanrı­ la karşılaşmaktadırlar.
bilimscl yönelimli düşünüş, Tann'nın yü- Hiç kuşkusuz ortaçağ Hıristiyan tan-
ce değerleri karşısında insan bedenini obilimi ile idealist felsefe yaklaşunları baş­
kötülüklerin ana kaynağı olarak görmüş, ta olmak üzere bedene yönelik tarihe
bedensel istekleri öbür-dünyada vaad e- mal olmuş bu olumsuz b-.ıkışın gerisinde
dilen yaşama ulaşmak adına bu dünyada Platoncu felsefenin temel tasarunlan,
yerine getirilmesi gereken ödevlerin ö- varsayımlıuı ve öğretileri yatmaktadır.
nİindeki en büyük engel olarak değer­ Platon'un beden üstüne görüşlerinin derli
lendirmiştir. Sözgelimi, insanın ahlaksal toplu obir biçimde görülebileceği yerlerin
değerini bütünüyle tinsel yaşamının nite- başında, temelde hazzın doğasının tartı­
liğiyle tarttya çıkaran Hıristiyan düşün­ şıldığı Pbilebos söyleşimi gelmektedir. Söz
cesi, sürekli bedensel hazlann, özellikle konusu söyleşimde Platon, bir yanda tar-
de alçaltıa bulduğu cinsel hazlann pe- tışmanın ana çııtısını haz yaşantısının ö-
şinde koşan bir insanı günahkir olmakla zünde· bedene ait bir yaşantı mı yoksa
suçlamıştır. Bedenin felsefeden dışlanma­ tine ait bir yaşantı mı olduğu sorusu üs-
sına varan bu kötücül beden bakışının tüne kurarken, öbür yanda hazzın fizik-
en iyi görülebileceği yerler arasında Pytha- se!~ değil, gerçek bilgiye yakın olan
gomsp!tlt, Phloııaıllllt, iılealiZf1', Usf11IHlt, tinsellikle ilintili bir yaşanb olduğunu
Ot'ta(ağ S ltolastil& FJsıfen gelenekleri başı göstermeye çalışmaktadır. Bu bağlamda
çekmektedir. Buna karşı felsefe tarihinde Platon'un konuşturduğu Sokrates, doğru
bedene yönelik bu olumsuz yaklaşıma, bir haz yaşantısından ne anlaşılması ge-
başta Stoanült ile Spiııotaa!tlt olmak üze- rektiğini belirginleştirmek için öncelikle
re çeşidi felsefe öğretilerince kesin çiz- yapılması gerekenin, sırasıyla ''duyum"
gilerle karşı çıkıldığı. zihin ile beden ay- un, "bellek"in" ve "arzu"nun tek tek
rımının bütünüyle yadsındıjtı, zihin ile doğalannı kavramak olduğu belisleme-
bedenin birbirleriyle özdeşleştirecek denli sinde bulunarak hazzın doğ.ısını ı.aruş­
yakın bir ilişki içinde kavraruhklan Ja maya b-.ışlamaktaJır (Phiiebas, 38a-40).
görülmektedir. Bunun yanında felsefe ta- Buna göı:c haz, gerçek anlamda bir du-
rihinin iki büyük anlayışı Matldealilt ile yum biçimi olarak yalnızca bedende de-
iJealiZf1', genel duruşlıuı ile temel savu- neyimlenebilir bir şeydir. Her türden du-
nıılanna bağlı olarak, beden sorunu kar- yum için belli bir beden teki gerekiyor
şısında bütünüyle birbirleriyle karşıt sav- olsa da, yalnızca tine özgü bir etkinlik
lar ileri sürüyor olmalarına karşın, bu iki- içinde olmak duyuma yol açmaktadır.
sinin son çözümlemede aynı sonuca var- Tam bu nokta bedenin bütün bir felsefe
mış olmalan dikkate değerdir. Nitekim, tarihi boyunca dışlanmasına yol açıın
maddecilik tinsel kendiliklerin varlığını Platoncu düşünceyi görebilmek bakımın­
yadsıyarak zihni bütünüyle maddenin bir dan oldukça önemlidir: şu ya da budu-
işlevi ya da türetimi olarak ıcmcllcndirir­ yuma maruz kalmak dışında hiçbir işlevi
ken, buna karşı idealizm ise hem bedeni olmadığından, beden bütünüyle edilgen,
hem de bedensel öğeleri zihnin ya da bi- dirençsiz, adeta tepkisiz bir uzamdır. Bu-
lincin içerikleri olarak değerlendirirken, na karşı tin bedenin bilmediklerini bil-
beden 186

mek, yapamadıklarını yapmak gibi bir karşısı~a res txleıısa olarak nitelendirdiği
yetiyle donatılmış olduğundan, beden- bedensel/ cisimsel (uzam sal) tözü yerleş­
den bağımsız olarak tek başına bütün tirmiştir. Açıkça zihinsel olanı bedensel
duyumlan "etkin" bir yolla kurmaktadır. olandan ayrı olarak düşünmeleriyle ö-
Platoncu beden açıklaması, kesin çizgi- zünde "Descartesçı İkilik" üstüne kurul-
lerle birbirleriyle ilintisiz göriilen beden muş bütün öğretiler, Descanes'ın iki ayn
ile zihin ayrımı üstüne kurulmakta, bu töz olarak tasarladığı zihin ile beden ara-
ilintisizliğe bağlı olarak Platoncu çerçe- sındaki ilişkiyi açıklamada yaşadığı güç-
vede duyum, her koşulda bedende yer liiklerin hepsine konudurlar. Bu güçliik-
alan ama asla bedene indirgenemeyecek lerden kurtulmak amaayla önerilmiş, bii-
tinsel bir etkinlik olarak tasarlanmakta- tünüyle birbirine karşıt savlar ileri süren
dır. Platon'un gözünde tinden başka bir- iki konum bulunmaktadır. Bunlardan ilki
şey olmayan duyum, zihnin bedenin et- her durumda beden ile zihnin aralıksız
kilenimlerini kavranır kılmasıyla meyda- bir etkileşim içinde olduğunu, koparıla­
na gelmektedir (Philebos, 35d-37). Nite- mayacak bir içiçelikle birbirlerine bağlı
kim bir başka söyleşimde Platon, bede- oldukla~ını savunan *etkileşimdlik'tir. Et-
nin duyumun beşiği olmasına karşın, zi- kileşirncilikte bedende olan en ufak bir
hinsel anlamda duyuma hiçbir katkısı kıpırtının dahi zihinde bir karşılığının
olmadığını söylemektedir (Pbidoıı, 96b). bulunduğu, aynı biçimde zihinsel olan
Bu söylenenlerden de açıkça görüleceği her şeyin de bedensel bir etkisi ya da
üzere, Platon gerek duyum etkinliğini değergesinin söz konusu olduğu düşü­
gerekse tinin işleyişlerini bütünüyle be- nülmektedir. İkincisiyse, zihinsel olanla
denden bağımsız bir konumda düşün­ bedensel olanın birbirlerine hiçbir etkide
müş, böylelikle de tinsel yaşamın önün- bulunmaksızın .varolduklannı düşünen,
deki en büyük engel olarak gördüğü ti- dolayısıyla da zihin ile bedeni iki ayn a-
nin bedene bağımlılığını kırıp onu öz- lan olarak tasarlayan *koıııır11fttk'wr. Ko-
gürleştirmenin yolunu gösteren bir fel- şutçulukta, zihinde olanlar ile bedende
sefe kapısı aralamışur. Philebos'ta sunulan olanlar arasında ilkece nedensel bir ilişki
haz incelemesine göre, tini bedenden kurmanın olanaksız olduğu düşünüldü­
kurtarmanın tek yolu, hazzı fiziksel bir ğünden, etkileşirnciliğin yapUğı gibi zi-
etkilenim olarak yaşamaktan bütünüyle hinsel olanın bedensel karşılığını ya da
vazgeçerek, tinsel bir yükselişin devindi- bedensel olanın zihinsel dcğergesini a-
ricisi olarak algılamaya geçip zihin kay- raştıran her türden çabanın felsefi ba-
naklı haz arılarını olabildiğince çoğalt­ kımdan "kategorik yanlış" üstüne kurul-
maktan geçmektedir. duğu öne süriiliir.
Modern Felsefe'ye gelindiğindeyse fel- Daha önce söylenenlerden de anlaşı­
sefe tarihinin iki önemli okulundan ilki lacağı gibi, felsefe tarihinde beden üs-
"Kıta Usçuluğu" na bağlı düşünürlerin be- tüne yapılan çözümlemelerin önemli bir
den sorununu genellikle töz metafiziği bölümiinün, "bedensel duyumlar" diye
çerçevesinde ele aldıkları, buna karşı di- adlandırılan beden deneyimleri üstüne
ğer okul "İngiliz Deneyciliği"ne bağlı dü- yoğunlaşmak yoluyla gerçekleştirildiği gö-
şünürlerinse aynı soruna daha çok du- rülmektedir. Geniş anlamıyla bedensel
yum ya da algı başlığı alunda bilgikuram- duyum denince, gıdıklanma, kaşınma,
sal bir çerçevede çözüm aradıkları görül- karıncalanma gibi bedensel etkilenimler;
mektedir. Çoğu kaynakta bu dönemin aa, ağrı, haz gibi beden~el duygular;
kendisiyle başlatıldığı Descartes, kendin- yorgunluk, bitkinlik, güçlülük gibi be-
den önceki töz düşüncesi geleneğinde ö- densel izlenimlerin konu olduğu oldukça
nemli bir kırılma gerçekleştirerek, res .-o- geniş bir bedensel duyuş yelpazesi anla-
gitaı/S olarak adlandırdığı düşünen tözün şılmaktadır. Bu bağlamda pek çok fılo-
187 beden

zof, bedensel duyumların dış dünyanın kenara bırakılabilecek bir nesne değildir.
duyu organlan aracılığıyla elde edilen al- Bu yaklaşım çerçevesinde özellikle göriin·
gılarından kesin çizgilerle ayrı bir yerde giibilimde yürütülen çalışmalar, geçmişten
durduklarını diifündüklerinden, beden- gelen önyargılardan bağımsız olarak be-
sel duyumlan algılardan ayn kılanın bu deni kavramaya yönelik son derece de-
duyumlann duyulmakta olduğunun far- ğerli düşünceler ortaya koymaktadırlar.
kında.lığıyla birlikte oluşması olduğunu Kuşkusuz bu düşünsel çizgi doğrultu­
öne sürmektedirler. Ôte yanda, bu genel sunda insan bedeni üstüne yapılmış en
yaklaşıma karşıt bir görüş, her duyumun ayrıntılı çtılışma Merle11u-Ponty'nin A(gı-
kişinin kendi bedenine yönelik bir far- 11m Gorii11giibili111i (1 %2) adlı yapıtıdır.
kındalık kipine karşılık geldiğini ileri sür- Merleau-Ponıy'nin dışımızdaki şeyleri al-
mektedir. Söz konusu görüşte, duyumlar gılarken bedenin değergesi sorusu teme-
bütünüyle kişinin kendi bedeninin özel- linde geliştirdiği beden açıklamasının ay-
likleri ile durumlannı algılamasıyla özdeş n bir yeri bulunmaktadır. Merleau-Ponty
bir konumdadırlar. Ama her durum da söz konusu beden açıklamasında, fizyo-
bedensel duyumlar, doğa bilimlerince te- lojik bir kendilik olarak değerlendirilebi­
mellendirildiği biçimiyle maddi dünyanın lecek "nesne1 beden" ile asla fizyolojik
bir uzanası olarak görülen zihnin açık­ bir kendilik olarak düşünülemeyen, de-
lanması çabası önünde ciddi bir sorun o- neyimlediğim biçimiyle bedenime karşı­
larak durmaktadırlar. lık gelen "görüngüsel beden" arasında
Geçmiş felsefelerde "zihin ile beden bütün bir beden tasarımımızı değiştire­
ikiliği" sorunu çerçevesinde sunulan gö- <.-Ck denli önemli bir ayrım yapmaktadır.
rüşler dışında neredeyse bedene yönelik Bu bağlamda bedenin belli bir uzam ke-
kapsamlı bir felsefe yaklaşımı sunulma- sitinde yanyana gelmiş organların topla-
mış olması gerçeğine karşın, çağdaş fel- mı olmadığını düşünen Merleau-Ponty,
sefede beden konusunun alabildiğine yo- "bedenim beni dünyaya açan, dünyada
ğun bir ilgiye kaynaklık ettiği, beden bana belli bir durum aldırandır" tümce-
üstüne yapılan çalışmalarda patlama de- sinden de görülebileceği gibi insan bede-
recesinde bir araşın olduğu görülmekte- nini asla cisimsclliğc indirgenemeyecek
dir. Nitekim XX. yüzyıl felsefesinde, be- bir düzlemde yeniden yapılandırmakta­
densel süreçlerin işleyişi ile düşünsel sü- dır. Merleau-Ponty'nin açıklamasına gö-
reçlerin işleyişi arasında üstünden atla- re, bedenin algılayışı ya da beden yoluyla
namayacak bir bağlana olduğu düşün­ algılama kafanın içerisindeki bir bakış a-
cesi geniş ölçüde olurlanmaktadır. Yine çısından deneyimin salt edilgen bir yolla
bu bağlamda, dilci felsefelerden görün- alımlanmasına bağlı bir alıcı konumuııdıı
gübilimci felsefelere, post-yapısala felse- gerçekleşmez. Bedensel varoluş, varolu-
felerden yorumbilgici felsefelere çoğu e- şun olmazsa olmaz bileşeni olması ne-
leştirel üstfelsefe anlayışı, zihin ile beden deniyle, duyu organlan taşıyan, bu or-
arasında ne amaçla olursa olsun belli bir ganlar aracılığıyla dünyayı değişik biçim-
ayrım yapmanın felsefi bakımdan son lerde algılayan bir edilgenlik olarak tasar-
derece büyük yanlışlar doğurduğuna dik- lanamaz. Tersine, devinim ile uzam far-
knt çekmektedirler. Sözgelimi varoluşçu kındnlığının canlı bireşimcisi olarak hep
folscl'Cciler, kendisini en iyi davranışlarda etkin bir durumdadır. Bu anlamda kişi­
ııçığd vurduğunu düşündükleri bedeni, nin bedenini algılayışı, özne ile nesne ay-
bıı,k:ısıyln ya da başkasının beni'yle giri- nmı yaparak bunları birbirinden koparan
len ili~kinin temel belirleyeni olarak ye- "dönüşlü düşünme" geleneğine karşı ye·
niden tanımlamaktadırlar. Bu bağlamda, ni bir felsefe bakışıyla yaklaşmayı gerekli
bc:ılen zihnimizin dışında, dışımızdaki kılmaktadır.
dünyanın parçalan olarak açıklanıp bir Beden konusu üstüne yapılan çalış-
beğeni 188

malar, özellikle XX. yüzyılın ikinci yan- birisinin "bu çiçek güzel" diye savlaya-
sında ortaya konmuş post-yapısalc;ı pra- bilmesinin nedenini vermekle kalmayıp
tikler ile postmodem yazın ya da sanat "beğeni ölçütü" diye adlandırılan şeyin
ürünleriyle son derece değerli yeni açı­ deneysel temellerini de sağlar. Kant gü-
lımlar kazanmıştır. Kuşkusuz beden üs- zelliğin temelde beğeninin uygulanışı sı­
tüne yapılan çalışmaların doğasında mey- rasında deneyimlendiğini olurlasa da be-
dana gelen bu kırılmanın en temel ne- ğeninin uygun bir şekilde uygulanıp uy-
deni, öteden beri birtakım metafizik, etik gulanmadığını belirleyecek. herhangi bir
ve varlıkbilgisel varsayımlar doğrultusun­ deneysel sınamanın ya da ölçütün bu-
da anlaşılan bedenin, toplumsal, tarihsel lunduğunu kabul etmeye yanaşmaz. Kant
ve kültürel etmenlerin etkisiyle değişen bir yandan "beğeni yargısı" nın nesnel bir
bir kendilik olduğunun kuşkuya yer bı­ yargı olmadığının üzerinde dururken, bir
rakmayacak bir açıklıkta tanıtlanmış ol- yandan da "beğeni yargılan"nın insanın
mas1<lır. Bu bağlamda, post-yapısala fel- mantıksal ve nesnel yargılar diye adlan-
sefe çerçevesinin, bedeni nasıl temsil et- dırdığı yargılar da dahil olmak üzere her
tiğimize, bedeni nasıl kurduğumuza yö- türden yargıda bulunma yeteneğinin eş­
nelik getirdiği çözümlemelerle beden an- siz ve temel bir örneği olduğunu ileri ~ü­
layışımıza yönelik önemli katkıları bu- rer. Hume ise bir başka yerde, beğeniyi
lunmaktadır. Söz konusu çerçevenin ön- "sanat ve doğa nesnelerini oluşturan ö-
de gelen düşünürlerinden Foucault yap- ğeleri saptama yeteneği'" diye tanımla­
tığı kazıbilim çalışmalanyla, insan bede- maktadır.
ninin salt biyolojik olarak verili bir ken- Beğeni X.X. yüzyılın ortalarından baş­
dilik olmadığını, her durumda toplumsal layarak genellikle sanat ve doğa nesnele-
olarak kurulup yapılandığını açıklıkla gös- rinin belirli özel niteliklerini ayırt etme
termiştir. Foucault ayrıca bedene yönelik yeteneği olarak tanımlanmaya başlanmış­
yazdığı soykütüklerde, cinsellikten kapat- tır. Bir anlamda Kant ve Hume'un sa-
maya, disiplinden denetime değişik ikti- vundukları beğeni anlayışının bir almaşı­
dar pratikleriyle !>edenin nasıl yapıldığını, ğını oluşturan bu beğeni anlayışı, "este-
söylemlere işlemiş iktidar/bilgi rejimle- tik özellikler diye adlanclırılan güzellik,
rince bedensel deneyimlerin nasıl yeni- incelik, ölçülülük, orantı vb.nin değer­
den üretildiğini ortaya koymuştur. Ayn- lendirmeye alınan nesnelerde bulunan
ca bkz. Foucault, Michel. gerçek nesnel özellikler olsalar da ayın
edilebilmek için özel bir yeteneğe gerek-
beğeni (İng. tastr, Fr. uıil", Alm. ges'h- sinimleri vardır" yollu düşünceye dayalı­
1111Xle; Lat. gıtılNı] En genel anlamda "gii- dır.
zel'" ile "çirkin"i birbirinden ayırabilme Ahlakta karakter ne denli önemliyse,
yeteneği; estetik olanı tanıyabilme, "es- estetikte de beğeni o denli önemlidir. Ev-
tetik nesne"yi seçebilme yetisi. Belirli rensel bir beğeni ölçütünün söz konusu
sanat ve doğa nesnelerinden haz alma olup olamayacağı çok sık tartışılmış ve
yeteneği; sanat ve doğa nesnelerini oluş­ halen de tartışılan bir konudur. Sözge-
turan öğeleri saptama ya da bunların be- limi kimi çağrışımcı felsefeciler güzellik
lirli özel niteliklerini ayırt etme yetisi. kaynaklarının çok boyutlu doğasından
"Belirli sanat ve doğa nesnelerinden ötürü böyle bir ölçüt için herhangi bir
haz alma yeteneği" olarak beğeni tanım­ gerçek evrenselliğin söz konusu olama-
laması daha çok David Hume ile lmma- yacağını ileri sürerlerken, idealist düşü­
nuel Kant'ın yapıtlarında karşımıza çık­ nürler güzelliğin evrenselliğini savunarak
maktadır. Estetik deneyimlerin ve dü- evrensel bir ölçütün bulunduğunda ısrar
şüncelerin yerinin beğeni olduğunu öne etmektedirler. Aynca bkz. estetik; gü-
süren Hume'a göre, bu yetenek yalnızca zel-Iik. ·
189 belirlenimcilik (belirlenmişçilik)

Bekriftlik Yaşamöyküsü efsaneleştirile­ cin belirlenmiş olması." Aynca bkz. be-


rek alwırtla.n Hacı Bektaş Veli'nin dü- lirlenimcilik; belirlenmezcilik.
şünceleri etrafında tilmizi Balım Sultan
tarafından XV. yüzyılda kurulan derviş belirlenimcilik (belirlenmitçilik) (İng.
tarikatı. Hacı Belwış Veli, XIII. yüzyılda tletenJ1İ1timr,
Fr. Jitef711İllİnltr, Alm. Jetef'flli-
Anadolu'da yaygın olan Şü-Bittni inanç llİS111Hr, es. t. kabtueJ A ynm gözetmeksi-
çizgisinin bir temsilcisidir. Yüzyılın ilk zin dünyadaki tüm olaylann daha önce
yansında Horasan'dan Anadolu'ya göç gerçekleşmiş başka olayların sonucu ol-
eden Haa Bektaş, burada Türkinenlerin duğunu, söz konusu bu olayların zorla-
başlattığı dinsel-siyasal bit hareket olan masıyla yeni olayların oluştuğunu savu-
Babai Ayaklanması'na tanık olmu~r. A- nan görüş. Olaylar arasında nedensellik
yaklanmanın basttnlmasından sonra Ba- ilişkisi olduğunu savunan belirlenimci-
bailerin bir bölümünü çevresinde ,topla- likte gelecekte ortaya çıkacak olaylar, geç-
yarak düşüncelerini yaymaya başlar. Ger- mişte ortaya çıkmış olaylann kesinliği ve
çekte Türk derviş geleneği özniteliklerini değiştirilemezliği oranında kesin ve de-
iinlü mutasavvıf Ahmed Yesevi'den al- ğiştirilem1:2 olaylardır. Böylelikle, Wil-
mış; onun öğretilerinden etkilenmiştir. liam James'in "demirden evren" dediği
Bektaşilik ise Şamanlık gibi İslim öncesi büyük bir bütünlük sergileyen bu evren-
öğretilerle İslimi öğretileri birleştirme deki her '-ey olması gerektiği gibi olur;
becerisini g.österit. Bit yanıyla Şiiliğin bir başka türlü bir gelecek beklenemez. Be-
kolu olan ve On İki İmam öğretisini lirlenimciliğin felsefe açısından önemi,
sürdüren Bektaşilik, diğer yandan içinde insanların da evrenin her yerinde ve her
Hıristiyan öğcler de barındınr. Bektaşiler olayında varolduğu düşünülen bu düze-
şeriat, tarikat, marifet ve hakikat olmak nin bir parçası olup olmadığı noktasında
üzere dört kapı olduğuna; sırasıyla iba- düğümlenmektedir. İnsamn davranışlan­
det, niyaz, adak ve wslat inançlanna nın, kararlarının belirlenimci bir evrenin
uyanların bu dört kapıdan geçerek Tan- koşulları alttnda özgürce ortaya konma-
n 'ya kavuşacağına inanır. Bektişilik bir- sının beklenemeyeceğinden hareketle in-
leştirici yapısıyla Anadolu'nun her yerine san istencine ayrıcalıklı bit yer açma ça-
yayılmış; .zamanla Yeniçeri Ocağı içinde bası felsefe tarihi boyunca canlılığını ko-
hakim konuma gelmesiyle Osmanlı Dev- rumuştur.
leti'ndeki siyasi etkisi ve gücü de oldukça xvıı. yüzyıldan başlayarak filozoflar,
üst. düzeyde olmuştur. Aynca bkz. ta- belirlenimcilikle ilgili savlanru, zamanın
savvuf. · en iyi fizik kurarnlannı dayanak göstere-
rek giiçlendimıcye baslarlar. Bu çerçe-
bclidenim (İng. Jettr111İ1taJİIJır, Fr. dittr111i- vede Newtoncu fiziğin, özellikle onun
11tılio11; Alın. beılimmH1tg,faıtse1Zf111f;,
Lat. Je- yerçekimi anlayışının oynadığı rol kayda
ım11i11alio;es. t. ıa.Ji11] Bir şeyin, bir varlı­ değerdir. Newtoncu fizikte kuvvetin ve
ğın ya da bir kavramın doğasını açık hale kütlenin bilinmesi ivmenin hesaplanma-
getiren, bir şeyi her ne ise o yapan, sı­ sını, dolayısıyla hareketin nasıl oluştuğu­
nırlarını çizip belirleyen özellik; bir olgu nun açıklanmasını sağlar. Bir saat gibi u-
ya da görüngünün ancak diğer bir olgu kır ukır çıılışan böylesi bir evrende kıı­
y;ı da görüngüyle bağlantılı olarak ortaya ramların sonuçlannın öngörülmesi belir-
çıkması. Mantık yönünden bit kavramın lenimciliği güçlendirir. Laplace, Newton·
•ıımuılaştırı!mak üzere, genel nitelikleri- cu fiziğin belirlenimci olduğunu ileri sür-
11111 k;ıpsamının daraltılması. Ahlik fclse- mekle kalmaz; bclirlenimciliği ilkin ne-
lrıi bakımından bir davranışın, bir eyle- densellikle daha sonr-.1 öngörme kavram-
min ya <la olayın, çoğunlukla nedensellik lanyla tanımlamaya girişir. Sonuçta, ev-
bııgıylıı sınırlanması, saptanması: "isten- renin şu anki durumu geçmişin ürünü
belirlenmezcilik (belirlenmemişçilik) 190

olarak değerlendirilirken, geleceğin ev- Belirlenimciliğin tam karşıt kutbunu


renini ise bugünün belirlediği görüşü pe- oluşturan belirlenmezcilik, "belirlenim''
kişir. Ancak, XX. yüzyılda parçaok ve düşüncesinin anlaşılması araalığıyla daha
görelilik kuramlarının klasik fiziği yerin- iyi ortaya konabilir. En genelde belirle-
den etmesi belirlenimciliğin konumunu nimcilik evrendeki bütün olayların ve
önemli oranda etkiler.Newtoncu kuram- durumların daha önceki durumlar ve i-
ların ıersine eğitimli kamuoyu bu kuram- lişkiler tarafından belirlendiğini savunur:
ları hiçbir zaman bütünüyle sindireme- her olayın olmasını sağlayan, onu önce-
miş olsa da genellikle görelilik kuramırun leyen yeterli nedenleri vardır. Nedensel
belirlenimcilik yanlısı, parçacık kuramı­ açıklamanın düzenliliğini benimseyen be-·
nın ise belirlenmezcilik yanlısı .olduğu lirlenimciler, bir E olayının meydana ge-
düşünülür. lişinin C olayının meydana gelişinden çı­
Belirlenimcilik, olanaklı tek bir evren karsanabileccğini, her E olayı için onu
tarihi olduğunu ileri süren her türden önceleyen bir C olayının söz konusu ol-
metafizik öğretiyi adlandırmak için de duğunu öne sürerek temel bir görüş o-
kullanılır. Sözgelimi, her olayın nedeni luşturmuşlardır. Buna karşı belirlenmez-
olduğunu ileri sürerek tüm koşullar ve cilik görüşü, olayların kendilerinden ön-
tüm doğa yasaları bilindiğinde evrenin ce gelen olaylar ya da nedenler tarafın­
geleceği üzerine öngörüde bulunmak bi- dan belirlenmediğini savunur. Kimi fel-
limsel belirlenimciliktir. Buna ek olarak, sefeciler "belirlenmezcilik" terimini ge-
Tanrı'nın evrendeki her şeyi kusursuz lecekteki olayların ilkece kestirilemez ol-
bilgisiyle tasarladığını, her şeyin O'nun duğunu savunan görüşü nitelemek için
çizdiği yönde olduğunu öne süren tanrı­ kullanmaktadırlar.
bilimsel bdirlenimcilik ile mantıksal doğ­ Belirlenmezciliğin çok basit bir uyar-
ruların üzerine tarihsel düzenin zorunlu- lamasına göre, evrenin bir yerinde bir o-
luğunu oturtan mantıksal belirlenimcilik luşum belirlenimcilik savını çiğnediği sü-
anılabilir. İnsanın çabalarından ya da is- rece belirlenimciliğin yanlış olduğu doğ­
teklerinden bağımsız olarak her şeyi be- rudur. Belirlenmezciliğin daha güçlü bir
lirleyen güçler olduğunu savlayan yazgı­ uyarlaması ise dünyanın herhangi bir
alığı belirlenimciliğin bir türüymüş gibi zamandaki durumunun dünyanın daha
düşünenlere, belirlenimciliğin insanın ça- önceki ve sonraki durumundan bütü-
balamasını göz ardı etmediği vurgulana- nüyle bağımsız olduğunu ileri sürer. Bir-
rak karşı çıkılır. Ancak, insanın davra- birini izleyen olaylar hiçbir biçimde ne-
nışlarının birtakım etkenlerce önceden densel olarak bağlantılı değildir; yalnızca
belirlenmiş olduğu düşüncesi, belirlenim- birbirini izleyen olaylar söz konusudur, o
cilik ile özgür istenç çatışmasını. doğur­ kadar. Bclirlenmezciliğin bir başka uyar-
muştur. Ayrıca bkz. belirlenmezcilik. laması da uzay ve zamanda belirlenimci-
liği çiğneyen, onu yanlışlayan pek çok
belirlenmezcilik (bel~lenmemişçilik) olay olsa da bu olayların dünyanın daha
~ng. i11deıermi11u111; Fr. indeıermi11u111e; Alm. önceki durumlarından bütünüyle bağım­
i11deıe1111inü11111r, es. t. /a-icdln'11e] Dünyada sız olması gerekmediğini savunur. Bu gö-
olup bitenlerin daha önceden meydana rüş belirlenme ve belirlenmeme derece-
gelen, öncüleyici olaylar, birbirini doğu­ lerine izin verir. Sözgelimi dünyanın on
ran nede.nler tarafından belirlendiği us- dakika önceki durumu sizin tam yerinizi
lamlamasını yadsıyarak dünyada olup belirlemese de sizin belirli bir çevrede
bitenlerin birbirinden bağımsız olduğu­ olmanız için yeterli neden olabilir. Buna
nu, birbirini izleyen olaylar arasında ne- göre bir şey bir kişinin eylemini (örneğin
densel bir bağlantı bulunmadığını savu- ev~ yürüyerek gidip gitmeyeceğinı) genel
nan görüş. bir biçimde belirlese de bu durum o ey-
191 bellek

lemi yaparken kişinin seçeceği yolu (ör- bellek ~ng. memory; Fr. mimoire; Alm. ge·
neğin kişinin evine Güvenlik Caddesi'n- dikhtııi.r, Lat. mımoıia; es.t. Mftıı:a] Geç-
den mi yoksa Hoşdere Caddesi'nden mi mişte yaşananları gerçek somut varlıkları
yürümesi gerektiğinı) belirlemesini ge- olmadığı halde tasanmlan, imgeleri, gö-
rektirmez. Beliıleıunezciliğin bu ilginç u- rüntüleri yoluyla şimdiye çağırarak dü-
yarlaması davranışlarımızın hiçbir man- şüıuneyi sağlayan zihinsel işlev; dene-
tık ve anlam içermeyen kararsız davra- yimleri, duyumları, izlenimleri, algıları,
nışlar olduğunu savlıyor değildiı:. Yalnız­ kavrayışları yeniden canlandırmak üzere
ca evine yürümek için bir nedeni olan saklayarak tutma yetisi; geçmişi şimdiye
kişinin bir yolu diğerine yeğlerken ne iyi taşıma gücü; geçmişte tanık olunanların
bir nedeni ne de önceden belirlenimi ol- saldarup tutulduktan varsayılan zihinsel
mayabilir demektedir. yer; gerek bilginin gerekse kişisel özdeş­
Belirlenimcilik ve belirlenmezcilik ıar­ liğin ("ne olduğumuzun') oluşum süre-
ıışmasırun ahlak felsefesinde ayrı bir yeri cinin özsel bileşeni; anımsayan öznenin
bulunmaktadır: "Evren önceden belirlen- geçmişte algıladığı nesnelere, yaşadığı de-
miş bir dizge gibi hareket etmekteyse, · neyimlere, kavradığı gerçeklere ilişkin
iıısarun özgürce eylemde bulunması ola- bilgi halini almanuş görüsü; geçmişte ya-
naklı mıdır?"; "Eğer yapıp ettiğim her şanmış bilinç durumlarını şimdideki bi-
şey daha önceki olaylar tarafından belir- linç durumlarına taşımayı sağlayan far-
leniyorsa, eylemim nasıl benim özgür se- kındalık; zamanı kurduğu, zamanla giri-
çimim olabiliyor?''; "Şu andaki davranı­ len ilişkiyi belirlediği düşünülen iç zaman
şım ben doğmadan önceki şeyler tara- yaşantısı.

fımlan düzcnlcnmişse, eylemlerimi de- Bellek üzerine y-dpılan felsefe incele-


netlemekte özgür olduğum düşüncesinin melerine kabaca bir göz atıldığında, bir-
ke8inlikle bir tür yanılsama olması ge- birinden ayn iki tür belleğin varlığından
rekmez mi?'' ... Belirlenimcilik (belirlen- söz edildiği görülmektedir. Buna göre,
mişçilik) ile belirlenmezcilik (belirlenme- bellek yoluyla arumsayan kişinin anını­
ınişçilik) karşıtlığı ahlak felsefesi tari- samalan salt kendi zihinsel yaşantılarıyla
hinde bu türden sorular Ü7.erinden iş­ yani duygularıyla, duyumlanyla, bilinç du-
lenerek "özgür istenç'' tasannuna yöne- rumlanyla ilintiliyse "içebakışlı arumsa-
lik tartışmalara kaynaklık edegelmiştir. ma" ya da "içebakış belleği" diye adlan-
Ahlak felsefesinde bcliılenimci bir dün- dınlmaktadır. Öte yanda, anımsayan öz-
y-.ula özgür bir eylemin olamayacağını sa- nenin anımsamaları bütünüyle kişinin
vunan felsefeciler "bağdaşmazcılar'' ola- kendinden bağımsız olarak zihnin dışın­
r• k bilinmektedir. Ôte yanda özgür ey- daki olaylar, kişiler ya da nesneler üstüne
lemin varolduğunu savunup da bundan kuruluysa buna "algılı anımsama" ya da
ılünyarun belirlenemez olduğu sonucunu "algılayış belleği" denmektedir. Yine bel-
çıkımınlar "özgürlükçüler" olarak anıl­ lek incelemelerinde sıkça yapılan bir i-
makıayken, belirlenimciliği onaylayıp, öz- kinci ayrım ise, anımsamakta olunduğu­
KÜr eylemin yalnızca bir yanılgı olduğu nun bilinciyle kendisini gösteren "açık
~nmıc~ına varanlar "katı belirlenimciler" bellek" ile farkında oluıunaksızın anım­
ıliyc aıllandırılırlar. Buna karşı özgüı:lü­ sama sürecinin alttan alta işlediği "örtük
Aün belirlenimcilik altında da olanaklı ol- bellek" arasındadır. Bellek üzerine kafa
ıluğunu savunan "bağdaşırcılar" -kimile- yoran pek çok felsefeciye göre, açık bel-
yin "ılımlı bclirlcnimciler'' diye de anılır­ lek ussal bilinçiçi anımsama bellcğiyken,
lıır- da ayrı bir cepheyi oluşturur. Aynca buna karşı örtük bellek usdışı ya da bi-
bkz. belirlenimcilik. linçdışı arumsama belleğidir. Daha çok
ruhbilim yönelimli felsefe metinlerinde
belit bkz. ilksav. karşılaşılan bir başka aynın da "kısa sü-
bellek 192

reli bellek" (KSB) ile "uzun süreli bel- neler yaptığından konuşmakta, çocuklar
lek" (USB) ayrımıdır. Buna göre, KSB bir önceki gün nder yaptıklannı arka-
yaşanan bir deneyimin kendisi ile anım­ daşlanna coşkuyla anlatmaktadırlar. Ne
sanması arasındaki sürenin kısa oluşuna var ki bir felsefe terimi ya da sorunu ola-
bağlı olarak tanımlanırken, buna karşı mk bellek, anlığın işleyişi, bilginin elde
USB aynı sürenin uzun oluşuna bağlı o- edilmesi, deneyimin olanaklı kılınması
larak belirlenmektedir. Ancak bu nokta- bağlamında ancak baiılı kültürlere, onla-
da sürenin "kısalığı" ile "uzunluğu"nun nnda belli dönemlerine özgü bir konu
neye göre belirleneceği konusunda ya- başlığıdır. Nitekim Batı felsefesine dö-
pılmış araştırmalar arasında belli bir gö- nüldüğünde, Sokrates öncesi fılozoflar­
rüşbirliği bulunmadığı, bu alanda birbi- dan elimize kalan sınırlı sayıdaki frag-
rinden değişik pek çok ölçütlen~irmenin manda aynı Doğu uygarlıklarında olduğu
yapıldığı gözlenmektedir. gibi tek bir yerde olsun belleğin sözünün
Bugünün bakış açısıyla bakıldığında, edilmediği görülmektedir. Öyle ki Ho-
felsefe tarihinde bellek üstüne yapılmış meros'un şiirlerinde gövdelenen söylen-
yığınla çalışmanın iki ana bellek kuramı se! felsefenin egemenliği boyunca bellek
altında toplanarak ele alınabileceği gö- konusu, ne Homeros'un kendisince ne
rülmektedir: (i) "imgeci bellek kuramı"; dönemin filozoflarınca ne de bir başka­
Qi) "tasarımcı bellek kuramı". Çok genel sınca ele alınıp enine boyuna tartışılmış
bir deyişle bu iki kuram çerçevesinde ya- bir konu değildir.
pılan hemen bütün çalışmaların, iki te- Felsefe öncesi dönemlerde us belir-
mel soruya yanıt aradıkları söylenebilir. lenimli bilince karşı bir konumda bulu-
Bunlardan ilki, ''Bellek neden meydana nan arkaik: bilinç, şeyleri bambaşka bir
gelmektedir, belleğin özsel bileşenleri ne- yolla kavradığı gibi, ussal bilincin anla-
lerdir?" sorusu uyarınca belleğin varlık­ makta bir hayli güçlük çekeceği .türden
bilgisel temellerini araştırırken, buna kar- bir bellek tasarımı içermektedir. Arkaik
şı ikincisi "Belleğe dayalı olarak bir şeyi bilinç durumu açıkça, bir ilkeden bir
bilme süreci nasıl işlemektedir, bellek bil- başka ilkeye, bir başlangıç önermesinden
gisinin öteki bilgiler önünde değergesi bir sonuç önermesine varmak adına iş­
nedir?" sorusu doğrultusunda belleğin letilen gidimli düşünme kipine bütünüyle
bilgikuramsal temellerini soruşturmakta­ yabancıdır. Buna karşı söylenbilgisel a-
dır. Açıkça görüleceği üzere, her iki yak- çıklamaların betilerle bezeli dilince örü-
hışım da bütünüyle saltık:çı nesnel temel- len arkaik kavrayış biçiminde yapılan
ler bulma arayışıyla yola koyulmuş fel- açıklamalar, ortakgörüye dayalı düşünce­
sefe izlenc-eleridir. lere, ussal kavramalara, hergünkü dünya
Tarihe damgasını vurmuş eski büyük deneyimlerine bağlı olmaktan çok, do-
uygarlıklardan kalma metirılere dönüldü- ğaüstü güçlere, usdışı imgelere, tanrısal
ğünde, örneğin Çin ve Hint felsefeleri- öğelere başvurmak yoluyla somut kendi-
nin temel anlayışlarının görülebileceği iki liklere öykünmeye dayanmaktadır. Bu o-
yerleşik özlü bilgiler kitabında, "bellek", lağandışı bilinç durumunun bellek üs-
"anımsama" (rrmini.rana), "zihne geri ça- tünde son derece önemli içerimleri ol-
ğırma" (rr.TJ/fe,lion) gibi kavramlara bire- duğu kuşku götürmeyen bir gerçektir.
bir karşılık gelen tek bir sözcük olsun Arkaik bilinç belleğinin, özellikle bütü-
bulunmayışı oldukça ilginç bir durum o- nüyle başka bir ben tasarımıyla, alabildi-
larak karşımıza çıkmaktadır. Kuşkusuz ğine farklı bir zaman duyumuyla çalışı­
doğulu toplumhırda bellekle ilgili Avrupa yor olması nedeniyle, bir yandan kişinin
dillerindeki sözcüklerle aşağı yukarı eşle­ kendi "özel belleği"yle ilişkisi, öbür yan-
nebilecek sözcükler yok değildir. Bu an- dan "evrensel bellek"in işleyişi üzerin-
lamda doğulu bir kişi de bir süre önce deki içerimleri de düşünüldüğünde, bü-
193 bel.ek

tünüyle modem biı: zihnin kavrayış ala- yeryüzüne gelişle birlikte hepsinin yeni-
nının ötesinde olduğu üstünden atlana- den anımsanana dek unutulduklannı dile
mayacak bir gerçektir. Daha açık biı: de- getirmektedir. Plat.oncu bakış bu konuda
;işle, kişinin nasıl biı: bellek deneyimi ol- insanların geçmişteki yapıp· etmelerini
duğu bütünüyle hem kendisini hem de önemli bulan Homerosçu geleneği bü-
zamanı nasıl deneyimlaliğinden ayrıla­ tün bütün reddettiği gibi, temellerine yer
. mayacak bir konudur. O nedenle Sokra- etmiş eril bellek. tasanmından dolayı ço-
tes öncesi felsefede ne türden bir bellek cuklara temel bilgilerin kazandınlmasıyla
anlayışının geçerli olduğunu kavrayabil- yükümlü olmalarına karşın kadınlan da
mek için öncelikle yapılması gereken, bu dışlamaktadır.
dönemin zaman ile ben tasarunlarını a- Bellek konusunun, Platon'un bütün
çıklığa kavuşturmaktır. Sokrates öncesi bir felsefe dizgesi düşünüldüğünde, di-
dönemin fılozotlanrun arkaik zaman ta- ğerleri araıunda herhangi bir felsefe so-
sanmları için öncelikle vurgulanması ge- runu olarak incelenmediği, hemen bütün
rekense, aynı zincirin üç ayn halkası ola- felsefe açıklamalannda çok özel biı: yer
rak zamaıu "geçmiş", "şimdi", "gelecek" tuttuğu görülmektedir. Nitekim Platon
diye üç zaman kategorisine bölümleyen gerek felsefenin gerekse fılozofun baş­
çizgisel modem zaman tasarımından bü- lıca ödeVini insanlara unuttuktan bilgileri
tünüyle ayn olduğudur. yeniden anımsatma olarak tanımlarken,
Sokrates ö.ncesi felsefenin kapanışıyla bu taıunu felsefeciyi "ebe"ye felsefe yap-
birlikte, Platon'un Sokrates'"m ağzından mayı da "doğurtma"ya benzeterek te-
rdZlya aldığı söyleşirrılerde, Homerosçu mellendirmiştir. Temelde Sokratesçi di-
şürlerin doğrııluk/hakikat önünde son yalektik yöntem, eıkin bir anımsatma
<lerec tehlikeli görülmı;sine yönelik ola-. yöntemi olar:ık, yeryüzüne gelinmesiyle
nık ortaya konan düşünceler bağlamında unutulan idealar dünyasının gerçeklerini
ııecmişle ııirilen ilişkiye bağlı olarak bel- insanlara yeniden anımsatmak için belle-
lek konusu felsefenin gündemine gir- ğin çalıştınlması amacı üstüne kurulmuş­
nıişıir. Platon bundan bir adım daha ile- tur. Buradaki felsefi öykülemede Platon
riye giderek, Thtoitetos ile P/Jikbo.r söyle- açıkça "bilmek" ile "anımsamak" edim-
şimlerinde felsefe tarihinde bellek üstü- leri arasında yakın bir bağlantı olduğunu
ne yapılmış ilk gidimli, ussal, diyalektik so- ileri sürerek, bilme sürecinin aıumsama
ruşturmayı dillendirmiştir. Özellikle Pla- süreciyle özdeş olduğunu, dolayısıyla bel-
ıon'un Thtoitetoı başlıklı söyleşiminde bel- leğin en temel bilme yetisi olduğunu sa-
lek, daha önceki deneyimlerin insan ru- vunmuştur. Platon'un bilgiyi belleğin ö-
hunu ka7.ınması, dah:ı önce olmuş olanın teki yüzü, buna karşı belleği de bilginin
iz bırakması eğretilemesi doğrultusunda öteki yüzü olarak dillendirmesi, kuşku­
ılüşliniilmektedir. Platon'un duyu dene- suz felsefe tarihinde bellek konusuna du-
yinin yetersizlikleri olmaksızın bilginin a- yulan yoğun ilginin de ana nedenlerin-
nımsıınarak elde edildiğine yönelik açık- - den biridir. Gerçek bilgiye, şaşmaz ke-
bıması, felsefe tarihinin bilinen ilk bilgi sinlikte doğruya ulaşmak adına özünde
açıklaması olduğu denli, belleğe yönelik Platoncu· biı: izlenceyle bellek konusu
ilk felsefe kavrayışı olması bakımından üstüne eğilinmesi, felsefe tarihinde uzun
''" önemlidir. Bu çerçevede Platon'un bir süre boyunca geçerliliğini koruyan
konuşturduğu Sokrates en başından beri bilgikuramsal yönelimli bellek araştırma­
bilginin anımsama olduğunu savunmak- lan çerçevesinin yapdanmasına yol aç-
la<lır. Şimdide yaşanan duyumların bilgi mış~. Bu bağlamda Platon'un Phattlmı
ütttme yetisi taşımadıklannı ileri süren (274d-275c) söyleşiminde biı: Mısır söy-
Sokrates, bütün bilgilerin doğumdan ön- lenine atıfta bulunarak anlattığı bir öy-
<'.e insan ruhunda bulunduklarını, ancak künün, Platoncu bellek anlayışını daha
bellek 194

iyi kavramak bakınundan kilit değerde sında ruha tanınan önceliğin doğal bir
bir önemi bulunmaktadır. Dönemin Mı­ sonucudur. Nitekim Platon'un gözünde
sır kralı, insanlık için devrim değerinde "güçlü belleği var denince" bundan an-
"yazı" diye yeni birşey bulduğunu düşü­ laşılması gereken, bedene yönelik bir
nerek ödüllendirileceği inancıyla kendi- güçlülükten çok zihne ya da ruha yönelik
sine başvuran bilgini, bulduğu şeyin ya- bir güçlülük halidir.
rar getirmekten çok insanlık için büyük Ne var ki Platon'un öğrencisi Aris-
bir tehlike içerdiği düşüncesiyle cezalan- toteles, pek çok konuda olduğu üzere
dırmıştır. Rivayete göre.Kral, yazı'run in- bellek konusu bağlamında da ortaya at-
sanların belleklerini tcmbelleştireceğini, tığı sorularla, gerçekleştirdiği çözümle-
dolayısıyla da insanların belleklerini ça- melerle, sunduğu açıklamalarla tarihin bi-
lışunnaktan giderek vazgeçeceklerini ge- linen ilk di~geli bellek felsefesini kur-
rekçe göstererek, yazı denilen bu bellek muştur. Nitekim Platon'un tarihin ilk u-
uyuşturucusunun bir an önce yok edil- sa yatkın bellek açıklamasının hemen ar-
mesi emrini vermiştir. dından Aristotcles, De Memorin (Bellek
Platon, bütün bir felsefesi üzerinde Üstüne) başlıklı İncelemesinde doğrudan
bağlayıcı bir konumdaki bellek konusuna belleğin nasıl işlediğine yoğunlaşarak, et-
yönelik bu genel yaklaşımdan ayrı olarak, kileri modem felsefe dönemine dek sü-
Philebos söyleşiminde belleğin en temel recek bir bellek anlayışının temellerini
işlevlerinden birinin duyurnlan depola- atrnışur. Platon'un bellek açıklamasının
}".ı.rak korumak olduğunu savlamaktadır. ayrıntılı bir eleştirisi olarak da görülebi-
Savını temellendirmek amacıyla "bellek" lecek bu çözümlemesinde Aristotelcs, ol-
ile "zihne geri çağırma" (~'olltı:titm) ara- dukça karmaşık bir bellek anlayışı ortaya
sında bir ayrım yapan Platon, zihne geri koymakla birlikte, iki temel usla mlamada
çağırmanın bütünüyle bedenden bağını­ bulunmaktadır. Bunlardan ilki, belleğin
sız olduğunu, buna karşı belleğin bütü- her koşulda geçmiş deneyimlerle sınırlı
nüyle ruhun bedenle girdiği ilişkiden do- bir konu olduğunu ileri sürerken, ikincisi
ğan bir etkinlik olduğunu belirtmektedir Platon'un düşündüğünün tersine belle-
(PmkbOJ, 34b 6-8). Platon'un bu usavu- ğin zihinle ilgili olmayıp bütünüyle du)
rumuna göre, bellek duyumu düşünülür yum alanına özgü bir etkinlik biçimi ol-
bir konu kılarak aynı anda duyumu da duğunu savunmaktadır. Aristoteles ilk us-
olanakh kılmaktadır. Platoncu çözümle- lamlama bağlamında belleği geçmiş de-
menin bakış açısıyla, bellek duyumu ola- neyimler yoluyla tanımlarken, geleceğin
naklı kıldığı gibi. kavrama yetisine işle­ yalnızca kestirim ile beklentinin konusu
mesi için gereken zihinsel malzemeyi ya- olabileceğini, şimdinin ise <luyu algısı ile
ni imgeleri de sunmaktadır. Platon'un a- düşünmenin konus.u olduklaıını belirt-
çıkça belirttiği üzere, ruhun etkinliği bel- mektedir (De Memoria 1, 449b 10-13).
lek aracılığıyla duymanın kaçınılmaz bir Aristoteles açıkça bu noktada Platon'un
gereğiolduğundan, bellek "duyumun ko- karşısına tam anlamıyla gözleme dayalı
runması" olarak tantrnlanmaktadır (Phi- bir kanıtla çıkmaktadır: Platon'un söyle-
kbos, 34a l O). Bellek, olanaklı bütün be- diği gibi bellek zihnin bir işlevi olsaydı,
densel deneyimleri yorumlayarak, yalnız­ hayvanların hiçbir biçimde bellek taşımı­
ca şimdide bedenin yaşadığı duyumu de- yor olmaları gerekird~ oysa yakından ba-
ğil, hem geçmişte yaşadığı duyumları kıldığında hayvanlar, özellikle de eğitile­
hem de gelecekte yaşayacağı duyumları bilir türden olanları, belli ölçülerde bel-
olanaklı kıldığı için felsefi bakımdan be- lek taşımaktadırlar, dolayısıyla da Platon-
denden daha önce gelmektedir. Kuşku­ cu görüş bütünüyle yanlıştır (De Me11ıorio
suz Pl.aton'un bellek karşısındaki bu ge- 1, 450a 16-18). Aristotelesçi bellek yakla-
nel duruşu, her durumda bedenin karşı- şımında yalnızca geçmiş duyumlar belle-
195 bellek

ğin gerçek nesneleri arasında görülmek- rikalı ortaçağ fılozofu Augustinus, şim­
tedirler. Bellek, her durumda duyulur nes- dinin yalnızca şu andan oluşmadığını, i-
nelerce olanaklı kılınan duyumdan sonra çinde geçmişte kalmış anlarla gelecekte
gelmesi nedeniyle, geçmiş zaman duyu- olacak anların da içerimlendiğini bildir-
munu, dolayısıyla da geçmiş zamandan miştir. Peşpeşe birbirlerini izleyen anlar
belli bir süreliğine uzaklaşmışhk duyu- >1kışı olarak "çizgisel" ya da "birikimli"
munu gerekli kıldığından, Platon'un de- zaman tasanmırun geçirdiği köklü sar-
diği gibi belleğin duyumu olanaklı kılan sıntıya bağlı olarak, geçmiş gerçekliği salt
ruhsal bir yeti olarak görülmesine olanak anımsama yoluyla tanımlayan, geçmişi
yoktur. Bu noktada pek çok yorumcu- hep bellek yoluyla diı:iltilme gereksinimi
mın da dikkat çektiği gibi, Aristoteles, duyan ölü bir ceset olarak tasarlayan,
bütünüyle Platoncu clilin kavramlan ve buna karşın geleceği de günü gelince öle-
>1yrımlarını kullanmasına karşın onun var- cek bir ölü olarak gördüğünden geçmiş
dığı sonuçlara karşıt sonuçlar çıkarmıştır. olasılığı dışında göz önünde bulundur-
Yine sunduğu bellek çözümlemesin- mayan şimdiki zaman belleği resminin
de Aristotcles, bütün düşünme etkinlik- geçerliliği tartışmalı bir konuma düşmüş­
ler.inin imgeleri kullandığını, düşünce ta- tür.
r.ı fından kullanılan bütün imgelerinse Modem felsefe dönemine gelinme-
duyum eliyle sağlandığını öne sürmekte- siyle birlikte ortaya çıkan "ben" kavramı,
dir. Bir başka deyişle, uzamlı nesneler belleğin nasıl kavrandığı üzerinde son
(isıüne düşünmek zorunlu olarak imge- derece belirleyici olmuş, geçmişteki bel-
lt"rİ kullanmaktan, dolayısıyla da duyum- lek açıklamalarından büsbütün başka
lard:ın doğmaktadır. Buna karşı uzamsız bellek açıklamalannın doğması sonucunu
nesneler üstüne soyut düşünme, imgeleri doğurmuştur. Nitekim bu bağlamda "bm
yeri geldikçe kullandığından, duruma gö- kavramsız bellek"tcn "ben kavramlı bel-
re olumsal bir anlamda duyumdan doğ­ lek"e geçiş bellek anlayışımız üzerinde
ımıktadır. Buradaki canalıcı soru kısaca derin bir kınlma meydana getirmiştir.
~tiyle dile getirilebilir. "Bellek imgeleri Sözgelimi, bu bağlamda modem ben ta-
zonınlu olarak mı kullanmaktadır, yoksa sanmının kurucusu XVII. yüzyıl fılozofu
duyulur nesneler üstüne gerçekleştirilen Descartes, anlık düşünme sürecinde usu
soyuı düşünmede olduğu gibi olumsal belleğe dayandırmaktan özellikle kaçın­
cıl>1rnk mı kullanmaktadır?" Soruya yarut masına koşut biçimde, ünlü yöntembil-
ol:ır:ık Aristoteles şu açıklamayı vermek- gisel kuşkuculuğunu belleğe uygulama-
tc•lir. bellek, "zamanın algılanması"nı 7.o- yarak, bellek konusunu köklü sorgula-
nmlu kıldığlııdan zorunlu olarak <luyu- masının dışında tuuna gereği duymuştur.
hırln >1l~ılama yetisinin alanına aittir. Bu Yine bu aynı bağlamda geçmişe dönük
Mll'l"nınya bağlı olarak Aristoteles, belle- bütün anlamalann kişisel belleğe dayan-
•1in herhangi bir imge· gibi, olumsal ola- dınlmasırun Locke ile Hume tarafından
rıık ıllişlinme yetisine ait olduğunu da da sorgulanmadan öylece bırakıldığı, a-
iizrllikle belirtmektedir. Bellek zillİnie ma buna karşı her iki düşünürde de bel-
yıılnıl\c:ı olumsal anlamda bir ilişkiye gir- leğin geçerliliği için sunulan bütün ta-
ıliAimlen, hem kavrayışın hem de düşün­ nıtlamaların, kanıtlamaya çalıştıklarında
menin bütünüyle dışında bir konudur. zaten içerilmesi anlamında kanıtlanması
(~tr yıınd>1, Aristoteles'ten yaklaşık sekiz gerekeni kanıt olarak ileri sürdükleri (J>e-
ytizyıl sonrd, hem Platoncu bellek tasa- titio pnndpil) gözlenmektedir. Bu çerçe-
rınılıırıııın hem Aristotclesçi bellek felse- vede Locke ortakgörüyü yeterli bir kanıt
le•lııin hem de geçmişin nasıl kavrana- diye görürken, Hume son derece kuşku­
'~ııAı "urusunun derin bir çıkmaza sürük- cu sonuçlar ortaya koymuşmr. Kant, Hu-
lcnıliAi !(iirülmektedir. Nitekim Kuzey Af- me'un kuşkulu hale getirdiği bilgi form-
beUum ornnium contra omnes 196

tarının gerçekte her türden tutarlı dene- çıkışından önce insanların yaşamlarını
yimin koşullan olduğunu göstermeye ça- sürdürebilmek için birbirleriyle sürekli
lışmışur. Sözgelimi Kant'ın gözünde, belli savaş halinde olduklarını anlatmak için
bir sonlu zaman dilimi içinde bir şeyin kullandığı Latince deyim. "Herkesin her-
ne olduğuna yönelik farkındalığı sürdür- kese karşı savaşı" anlamına gelen bu söz,
mek, bu tür bir düşünülür deney koşu­ Devlet'in doğuşundan önce insan top-
ludur. Şeylerin düzenine zihnin verdiği luluğunun içinde bulunduğu "doğal du-
katkı üstüne yapılan bu vurgu, zihnin rum"u ya da "*doğa durumu"nu nitele-
dünyanın kendisini değil kendi tasarım m"k için kullanılmışur. Aynca bkz. Hob-
formlarını bilebileceği yolundaki yeni bir bes, Thomas.
idealizm anlayışının doğmasına yol aç-
mışur. Ortaya çıkan bu yeni idealizm kar- Ben ile Sen (ilişkisi) [İng. 1 0111/ Tho11, l-
şısında, Descartcs ile Hume tarafından Tho11 relationship; Fr. 111oi ti 111, relatio11s 111oi-
devinim kazandırılan kuşkucu deneycilik t11; Alm. leh ımd D11, Mı-D11-IJe~eh111ıg]
geleneği derin bir sarsıntı geçirmesine bkz. Buber, Martin.
karşın bir biçimde yıkılmadan ayakta dur-
mayı başarabilmiştir. Bu bağlamda kuş­ bencilik ~ng. rgoiwr, Fr. igois111e; Alm.
kuculuk geleneği, bilginin kaynaklarını egois11111s; es. t hodkm11/tk] Ahlak felsefe-
deneyimin öğeleri içersine yerleştirirken sinde kişinin tüm yapıp etmelerinde
açıkça deneyciliğ.;n izinden yürümekte- kendi benini ve çıkarını öne koyması ge-
dir. Öte yanda xıx. yüzyılın sonlarına rektiğini savunan; "başkalarının mutlu-
doğru, Frege, Brentano ve Meinong'dan luğunu gözetme", "toplumun refahı için
esinlenen Husserl'in, deneyciliğe karşı gö- eyleme" ya da "başkası için yaşama" tü-
rüngübilim adım verdiği kapsamlı bir se- ründen yaşam reçetelerini yadsıyıp tek
çenek geliştirdiği görülmektedir. Hus- doğru ve anlamlı yaşam reçetesinin "ben
serlci görüngübilimin temel amacı, bel- ya da kendi için yaşama" olduğunu öne
lek de içinde olmak üzere, önyargılardan şüren öğreti. En geniş anlamıyla, herke-
bağımsız dünyayı deneyimleme biçimle- sin kendi yararlarını ya da çıkarlarını gö-
rimizi araştırmaktır. Yaptığı sayısız ince- zeterek eylemde bulunması gerektiğini,
leme sonunda Huss.,rJ, toplumsal olarak doğal olanın da böyle yaşamak olduğunu
anlamlı bir dünyanın etkin bir parças! ileri süren ahlak felsefesi öğretisi. Ben'i
olan insan bedenini bilinç yaşantısının şu ya da bu biçimde merkeze ya da te-
merkezi olarak düşünme noktasına gel- mel" alan görüş; "iyi" nin kendi çıkarını
miştir. Bell"k çalışmalarının odağının zi- gözetmeye dayandığını savunan ahiak ku-
hinden bedene kayması gibi Platonculuk ramı; özgecilik karşıtı.
karşıtı bir sonuç doğuran bu yaklaşım, Bencilik terimi modem ahlak felsefe-
Heidegger, Sarue, Merleau-Ponty gibi sine yararcılıkla koşut biçimd" yapılandı­
düşünürlerce daha da ilerilere taşınmış­ rılmış bir tür ahlak kuramına etiket ola-
tır. Çözümleyici felsefe kanadındaysa rak sunulmuştur. Yararcılık kişinin her-
Wittgenstein, Ryle, Austin gibi düşünür­ kesi gözetmesi ve iyi ile kötü arasında en
lerce, zihin merkezli deneyciliğe karşı ö- üst dengeyi sağlaması gerektiğini savu-
zellikle "dilsel dönemeç" tasarımı doğ­ nurken, bencilik tam tersine herkesin
rultusunda yeni seçeneklerin yapılandı­ kendi iyiliğini olabildiğince yükseltmesi
nlarak geliştirildiği görülmektedir. gerektiğini öne sürer. Bencilik, upkı ya-
rarcılık gibi, yapılan her doğru şeyin be-
bcUum omnium concra ornnes (Lat) lirli bir iyi üreteceğini savunduğundan
xvıı. yüzyılda yaşayan ve daha çok siya- erekseldir. Ahlak kuramlarının bu bi-
set felsefesi üzerine yoğunlaşan İngiliz çimde sınıflandırılmasını, yararalık ile
düşünürü Hobbes'un, Devlet'in ortaya bencilik arasında yapılacak seçimi ahlak
197 bcngidönüı

felsefesinin temel sorunlarından biri ola- ve yardımsever davranış olasılığını kabul


rak gören Heruy Sidgwick'e (1838-1900) etse de bir seçim yapıldığında;· tanım ge-
borçluyuzdur. Sidgwick, Etiği,, Yö'1te111- reği eylemin kişinin yapmak istediği ey-
lm'nde (!'he Methods of Ethics, 1874) lem olacağını savunur. Eğer A yanan bir
bu sorunu iyinin hazla özdeş olduğu var- binaya bir çocuğu kurtarmak için girerse,
sayımıyla çerçeveler. Sidgwick bu kita- bu A çocuğu kurtarmak istediği için ol-
bında yararcılığı evrendeki haz miktanru malıdır. Bütün güdülenimleri eyleyenin
en çoğa çıkarma görüşünü nitelemek yapmak istediği şey olarak tanımlamak
için kullaıur ve üzerinde durulmaya de- oldukça sorunludur: mantıksal olarak bir
ğer tek bencilik biçiminin hazcı. bencilik totoloji (eşsöz; geneleme) olduğundan ö-
olduğunu savunur. Günümüzde çok az türü, güdülenimin kullanışlı ve betimle-
felsefeci haz ve iyi özdeşliğini kabul etti- yici bir tanımını vermek olanaksızdır.
ğinden ötürü, tartışmanın kavramlan de- Son çözümlemede, insanların güdüleri,
ğişmiştir. Gelinen noktada "bencilik" iyi eğilimleri ve yatkınlıkları hakkında bir
anlayışı ne olursa olsun kendi iyiliğini varsayım olan ruhbilimsel bencilik, "gü-
olabildiğince çoğaltmayı savunan her öğ­ dülenmiş olduğumuz şeyi yapmak için
reti için kullanılmaktadır. Bu öğreti, nor- güdüleniriz" demektedir. Benciliğin · bir
matif (düzgükoyucu) değergesine vurgu- diğer biçimi de ·benciliğin ancak ahLikça
da bulunmak için. çoğunluk etik betıdlik kabul edilebilir sonuçlar verdiğinde ah-
diye adlandırılmaktadır. Eıik bencilik öğ­ lakça kabul edilebilir ya da doğru oldu-
retisi, en genel anlamda, insanlann kendi ğunu savunan lt.o111/lll bendliktir. S~ge­
çıkarını düşünmesi gerektiği görüşüdür. limi çıkara bir davranış, eğer toplumun
Normatif (düzgüsel) değergede olan bir bütününün gelişmesini sağlıyorsa kabul
diğer bencilik görüşü ise kişinin kendi edilebilir ve övülebilirdir. Nitekim koşul­
çıkarlannı artırmasının daima aklın yo- lu bencilik kuramı ortak çıkara uygun ol-
luyla uyumlu olduğunu savunan 11ıpt betı­ mayı, kamusal iyiliği gözeten üstün bir
dlikıir. Usçu bencilik, katı uyarlamasın­ amacı göz önünde bulundurur.
da, kişinin yalnızca kendi çılı:annın pe- Her ne kadar benciliğin felsefe tari-
şinde koşmasının akıllıca oldıiğunu sav- hinde izi sürüldüğünde karşımıza ilkçağ
lamakla kalmayıp, bu ıµnacın peşinde Yunan fdsefesinin hazcılığı çıksa da ço-
koşmamanın da akıldışı olduğunu savu:- ğu fdsefe tarihçisi benciliği Hobbes 'un
nur. Daha bir yumuşak uyarlamasınday­ "ben sevgisi" öğretisiyle başlatır. Hob-
sa kişinin kendi çıkarlarının peşinde koş­ bes bu öğreıisinde insanın tüm yapıp et-
ması akılcı bir davranış olsa da, bunların melerinin "ben sevgisi" uyannca belir-
peşinde koşmamanın zorunlu olarak a- lendiğini, ahlaklı olma ya da ahlaklılık
kıldışı olmadığı durumlar da söz konu- dediğimiz şeyin de insanın kendini ko-
sudur. Diğer bir bencilik savunusu nıhbi­ ruma içgüdüsünün bir parçası olduğlınu
li1111e/ betıa'/ik insanın güdüleniminc -ilişkin dillendirmiştir. Aynca bkz. özgecilik.
gözle görülür verilerderi yola koyulur.
Insan ilişkilerinin bir açıklamasını, aslın­ bcngidönüı [İng. etmıal rrtımı, etmıal re-
da bütünüyle ben-merkezli ve ben-gü- atmtl&e', Fr. etmıal retour, Alm. ell/İge witder-
dümlü olduğuna inandıklan insan doğa­ klltıft, mge 1Piederluhr, es.t. dwr-i daim] Bü-
sının bir betimlemesini sunan ruhbilim- yük Alman filozofu Nietzsche'nin gerek
sel bencilik, insanların her zaman kendi evrenin gerek tarihin gerekse de zama-
çıkanna olduğuna inandığı şeyleri yaptı­ nın kendisinin döngülü bir doğası bu-
ğını, bunun bir olgu olduğunu ve insanın lunduğu düşüncesi temelinde, hem şu an
verili doğası gereği başka türlü davrana- olmakta olan her şeyin daha önce olmuş
mayacağını savunur. Ruhbilimscl benci- olduğunu, hem de şu an olmakıa olanla-
liğin daha az katı bir uyarlaması özgeci nn ilerde yine olacaklannı sawnan. me-
bengidönüş 198

ıafızik ya da varlıkbilgisi öğretisi. Nietz- gisel yüklerinden sıyırarak daha çok ev-
sche'nin Sokrates Öncesi Yunan Felse- renin şaşmaz tarihinin kendisini sürekli
fesi'nden esinlenerek Bi[yle B1!Jurd11 Zer- yinelemekte oluşu anlamında evrenbil-
tliiıt başlıklı kitabının kurmaca karakteri gisel bir çerçeveye yerleştirdiği görül-
Zerdüşt'ün ağzından dillendirdiği, herşe­ mektedir. Nitekim bu bağlamda geliştir­
yin geçip gittiğini, sonra yeniden geldi- diği bengidönüş açıklanıasının, döne-
ğini, varlık ya da yaşanı çarkırun bengisel minde geliştirilmiş evrenbilgisi kuramla-
anlamda aralıksız döndüğünü ileri süren nnd.ı içerimlencn döngülü zaman tasa-
felsefe söyleni. rımlarını da doğrulııdığını düşünmekte­
Bengidönüş öğretisi Eskiçağ Felsefe- dir.
si'nin iki büyük felsefe okulu Pythago- Nietzsche "Tann'nın ölümü" olayıyla
rasçılık ile Stoaalık anlayışlanrun temel resmetmeye çalıştığı genci insanlık duru-
görüşlerinden biri olmakla birlikte, öğ­ mundan kunulmak için benJ!idö11ii1 öğrttilİ­
reti günümüzdeki önemini büyük ölçüde ni geliştirmiştir. Buna göre, Tann'run öl-
Nietzsche'nin elinde "umut etme"ye düğünü duyurmak, bundan böyle insan-
pratik bir temel kazandırmak amacı doğ­ lann Tanrı diye aşkın bir vaı:lığa inana-
rultusunda yeniden anlamlandınlnuş ol- mayacaklannı, dolayısıyla da evrende tan-
masından almaktadır. Tarihin sonu gel- rısal bir doğruluk ya da tanrısal bir dü-
mez bir döngüler dizgesi olarak meyda- zenlilik bulunduğuna asla inanç besleye-
na geldiğini ileri süren bu öğreti, "Yal- meycceklerini duyurmaktır aynı zamanda.
ruzca anıa yalruzca yinelemekten mutlu- Nietzsche'nin bakış aç1S1Ddan, nesnel bir
luk duyacağın şeyleri yap" türünden etik doğruluk ya da düzenlilik düşüncesinin
bir meydan okuma olarak değerlendiril­ kaynağında, kaotik bir varoluşun ürkünç-
mesinden tutun da, ''Yaşamı yinelemeye lüğüne dayanamayan irısan doğasının ev-
değecek biçimde yaşa" türünden estetik rende bir amaç ya da anlam bulunduğu­
bir yaşam dürtüsü olarak değerlendiril­ na irıanma gereksinimi yatmaktadır. Ev-
mesine dek çok çeşitli biçimlerde yo- rende olan her şeyin sonsuza dek ken-
rumlanagelmiştir. Kuşkusuz bu denli dilerini yineleyeceği anlamına gelen ben-
farklı yorumların yapılabilmiş olmasının gidönüş öğretisi, her türden "düzenle-
başlıca _nedeni, Nietzsche'nin bengidö- me", "ilerleme,,, "anlanılandırma", "a-
nüş tasanmına yönelik verdiği açıklama­ maçlandırma" etkinliklerinin boşunalık­
ların kendi içlerinde pek çok açmazlar ya larını tarutlayarak, bu durumu yücegö-
da güçlükler barındırmasıdır. Sözgelimi, nilllülükle neşe içinde olurlayan bir ya-
kendisini sürekli yineleyen bir oluş süreci şam olanağının önkoşulu olarak temel-
içinde üstinsan olanağına ulaşmayı te- lendimıişıir. Bengidöniişlii bir evren an-
mellendirmenin nasıl olanaklı olacağı so- layışında Qstcr felsefi, ister bilimsel,
rusu bunlardan yalruzca birisidir. Öte isterse dinsel alanda olsun) insanın bü-
yanda, Nietzsche'nin açtığı yoldan yü- tün bir yaşam boyunca verdiği mücade-
rümesiyle tanınan önemli Fransız düşü­ leleri, gösterdiği çabalan anlamlandır­
nürü Gillcs Dclcuze, Nietzschcci bengi- maya yarayacak bir temel yoktur; adına
dönüş söyleninin Kant'ın koşulsuz buy- ilerleme denilen o paha biçilmez değerin
ruğunun "Sonsuza dek yinelenmesini is-. de modem insanlığın en büyük kandır­
temediğin hiçbir eylemde bulunma" bi- macası olmaktan öte bir değeri yoktur.
çiminde yorumlanması olduğunu savun- Nietzsche, bengidönüş anlayışına yöne-
maktadır. Bu bağlamda kendisini her şey­ lik uslamlamalarının çok büyük bir bö-
den önce bengidönüş öğreticisi olarak lümünü ölümünden sonra Erk İstena
tarumlayan Nietzsche'nin, özellikle sun- başlığıyla yayımlannuş defterlerinde ge-
duğu aynnulı çözümlemelerle bengidö- liştirmiş; yaşarken yayımladığı hiçbir ki-
nüş tıısartnunı metafızik ya da varlıkbil- tabında ne bengidönüş öğretisini ne de
199 Benjamin, Walter

yinelemeli evrenbilgisi yaklaşımını des- schc'nin bengidönüşün öykülendiği böy-


tekler nitelikte düşünceler geliştirmekle lesi bir eskiçağ söylc:nini, büyük ölçüde
özellikle ilgilenmemiştir. Sözgelimi, B&lt temelleri Platon ile Aristoteles felsefele-
Bl!JllrtlH Zmliiıt adlı yapıtırun en temel rinde atılmış "erekbilgisel" dünya tasa-
anlayışıru bengic:lönüş öğretisi olarak su- nmına karşı yeniden canlandırma gc:reği
nuyor olmakla birlikte, söz konusu öğ­ duyduğunu, özellikle de Hıristiyan tann-
reti ile evrenbilgisi arasında ilişki kurma biliminin öbür dünya temelli iyimser ev-
gereği duymamaktadır. Nitekim Earı Ho- ren tasanmına karşı seçenek olarak ge-
mo başlıklı yapıtında, bengidönüş öğreti­ liştirdiği yönünde görüş bildirmektedir-
sini bir evrenbilgisi olarak düşünmekten ler. Aynca bkz. Nietzache, Friedrich.
çok, ulaşılması ilkece olanaklı olanlann
kesinlenmesi için en yüksek dilegetirim Benjamin, Walter(1892-1940)XX. yüz-
olamk gördüğünü belirtmektedir. Nietz- yıl kültür felsefesinin en önde gelen dü-
sche'nin bütün düşüncesine egemen de- şünürlerinden Alman estetik ve yazın
rin kuşkuculuğu göz önünde bulundu- kuramcısı. "Der Begriff der Kunstkriıik
rulduğunda, beııgidönüşü evrensel ge- in der deuıschen Romantik" (Alman Ro-
çerliliği bulunan bir doğa yasası olarak mantizminde Sanat Eleştirisi Kavramı)
görmek yerine, yaşanun sonu gelmez bir adlı çalışmasıyla doktora derecesini alan
biçimde dönüp durduğunu bilerek eyle- Bcnjamin Prankfurt Üniversitesi'ne gir-
yen kişinin gerek tinsel gerek bedensel mek için t 925'te, artık bir klasik sayılan
sağlığının göstergesi olarak değerlendir­ Ursp,,,,,g Jts tkutıdım Tmlltrtpitlt'i (Alman
mek daha doğru bir yaldaşmı gibi gö- Tragedyasının Kökeni) bitirdi. Bu baf-
zükmektedir. Şm Bilim adlı yapıtında or- vurusunun başansız olması üzerine Bc:n-
ınya konduğu biçimiyle bengidönüş, Ni- jamin zaten pek de sıcak bakmadığı aka-
eızsche'nin Dionysosçu ülküsünü yaşa­ demik kariyer yapma düşüncesindeıi vaz-
ma geçirmek aınaayla tasarladığı bir kur- geçti. Bir süre gazetecilik yaptığı Berlin'
gunun değişmez bileşenidir. Bu anlamda de Bertolt Brecht, Emst Bloch, Theodor
Dionysosçu ülkü bengidönüşün olurlan- Adomo gibi sol kanat aydınlarla taııışu.
masına karşılık geldiğinden, bengisel dö- Bu adlarla yakınlık kurması, Berijamin'in
nüş farkındalığıyla yaşayan kişi, oluşun -yakın arkadaşı, Yahudi gizemciliğinin
vazgeçihnez varlığını da sonuna dek o- önde gelen adı Geıshom Scholem'in de
lurlayan bir kişi olarak, en yüksek erk etkisiyle- gençlik yıllaıında.n beri ilgi duy-
istencinin de göstergesidir. Nietzsche' duğu Yahudi gizemciliği ile Kabala'dan
nin bengidönüş anlayışında, bir kere ol- gitgide uzaklaşarak .Marxçılığa yönelme-
~ıın ıoeçimlerin, yapıp etmelerin, yöne- sinde oldukça etkili olmuştur. Benjamin
limlerin kesintisiz olarak yinelendikleri 1933 yılında yaklaşan felaketin farlanda
ı,rcrçcğinin kavranması, bunlann arılaın­ olarak Paris'e göç etti. Burada bir yan-
ları ile önemleri üzerinde çok daha titiz- dan dönemin gözde edebiyat dergileri i-
likle durulmalan sonucunu beraberinde çin eleştiri ve denemeler kalc:me alırken,
getirecektir. Buna bağlı olarak da. utık bir yandan da Adomo ile Horkheimer'in
~mişten getirilen yükler alunda ezil- çabalanyla Amerika'da yayımlapmaya de-
mek yerine, geleceğe dönülerek ileride vam eden "eleştirel kuram'ın sesi" Top-
ne: olunacağının sorumluluğunun kişinin IHmıal Af'llfhrmalar Dergisi'ni yazılanyla
kendi omuzlarında olduğu bilinciyle ey- destekledi.
leme geçilecektir. Böylesi bir durumda Benjamin, sanatın biçimci çözümle-
kitinin kendisini yaratması kaçınılmazdır melerini, tarihsel bir yakh ,..m oluştur­
çünkü kişinin kim olduğu seçtikleriyle, mak üzere toplumsal kuramlarla birleşti­
eylemlerinde gerçcklcştirdikleriyle belir- rir. Bilindiği üzere, dönemin estetik ku-
lenecektir. Birtalam yorumcular, Nietz- ramlannın gündemini, doğa bilimlerinin
Benjamin, Waltcr 200

erişebileceğinden çok daha: köklü ve ya- diye adlandırdığı, bilim savlarına ve de-
pıa bir evreni ancak sanaun ifade edebi- neysel bilgiye karşı kuşku duyan duruş­
leceğine inanan Nietzsche belirlemekte- tur. Melankolik sanatçı Tann'nın gerçek-
dir. Nictzsche'nin pek çok izleyicisi aynı liğine erişmenin umutsuz bir çaba oldu-
görüşü insan bilimleri için de savunmak- ğunu göstermek için alegoriler (yerine-
tadır. Bu yaklaşımlara, sanata tarih içinde ler) ve nükteler tasarlar. Barok trajik dra-
bir yeri uygun gören .Marxçılar karşı çık­ maları bu tavrın tipik bir örneğidir. Ne
ıruşur. Onlara göre bu tarih, siyasaldır ve var ki bu, öykünmeci gerçekliğin ya da
sanaun doğası, siyasal mücadelesi için simgeciliğin sorunlarına karşı aceleyle
seçtiği tarafı belirlerken tüketilmiştir. Bir verilmiş bir tepkidir. Zira, sanatçıların
başka deyişle, sanat kendi doğasını bile müdahaleci pragmacılık denebilecek ü-
kurmaktan uzaktır; sanat yalnızca siyasal çüncü bir seçenekleri daha vardır. Bu,
altyapının üstyapıdaki yansımasıdır. İşte sanatçıların, kendi etkinliklerini daha ge-
çağcıl (modern) estetik kurama egemen niş siyasal bir çerçeve içerisinde algılama
bu ilci kamp arasındaki Benjamin hem yetilerine bağlıdır. Benjamin'e göre sa-
kişisel yapısı hem de ilişkilerinin sonucu natçılar bunu yapabilirlerse, "tarihin açık
daha çok Marxçılara yakındır. gökyüzü alunda uyanacaklardır"; ancak
Benjamin'in tasansı, birtakım "geliş­ müdahaleci sanaun bu kesin doğası, ilk
meci" basit ölçütlere saplanıp kalmadan, dönem yapıtlarında bulanık kalmıştır.
özerk biçimde ekonomi politik ilkelere 1920'lerin sonlanndan başlayarak Ben-
uygun olarak betimlenebilecek çerçeve- jamin'in yapıtlarının, sanatın nasıl bir si-
lerle sanatın uğraşma biçemini açığa çı­ yasal kimlik varsaydığını ortaya koymak-
karma olarak görülebilir. Marxçılann sa- la ilgili olduğu görülür. Bu evrede önem-
natı yalnızca bir üstyapı görüngüsü ola- li olan, sanatın toplumun önüne nasıl çık­
rak ele alışını böylelikle bir kenara koyan tığı ve söz konusu toplumun çatışkıla­
Bcnjamin, bir anlamda Nietszche'nin me- nnca, gönüllü ya da gönülsüz, nasıl ö-
tafizik görüşlerine de yakınlaşıruş olur. zümsendiği konularıdır. Böylelikle de
Benjamin'in görüşleri iki evrede ele Benjamin'in gözünde teknoloji kuramı
ıılınabilir. "Gocthcs Wahlverwandtschaf- ve tarih kuraıru aıılayışlan daha bir ön
ten" ("Goethe'nin Seçmeci Yakınlıkla­ plana çıkar.
n", l 922) adlı yazısıyla başlayan ve Al- Benjamin'in sanat ve teknoloji üze-
maıı Tragtdyasımn Kiikeııi (l 928) adlı yapı­ rine en önemli denemesi, "Das Kunst-
tıyla doruğa ulaşan ilk evrede Benjamin, werk im Zeitalter seiner technischen Re-
sanatın pragmatik duruşları benimsediği produzierbarkeit"dır ("Tekniğin Olanak-
tarzların açığa çıkarılmasıyla uğraşır. Ken- larıyla Çoğalulabildiği/Yenidenüretilebil­
disinin sanata "simgeci" yaklaşım adını djği Çağda Sanat Yapıtı, 1935). İlkel top-
verdiği bu noktada, ister eleştirmenlerce lumsal koşullar alunda sanat, kutsallığın
isterse sanat yapıtlamun kendilerince sa- simgeselleştirilmesi gibi, temelde tören-
vunulmuş olsun, sanat gerçekliğin zo- sel bir işleve sahiptir; yüksek bir "kült"
runlu yapılarıyla doğaüstü bir ilişki i- (tapınç; tapılası şey) olarak değerlendiri­
çindedir. Sanat, (Gocthe'de olduğu gibi) lir. Ancak, halkın bunlara erişme olanağı
boş inançlarla dolu yazgıcılık içinde ya oldukça sınırlıdır. Oysa çağcıl dönemde
da (XVII. yüzyıl dramalarının kimile- yüksek kültür, sanat yapıtlannı müzeler-
rinde olduğu gibi) Tann'nın yaratma ye- de, konser salonlarında ve operalarda
tisinin anlaşılması için sanaun sığasına seçkinlere sunar. Kitle iletişim· araçları­
(kapasitesine) duyulan saf güvenle piya- nın katkısıyla, özünü yitirmeden çoğaltı­
saya ya da görücüye çıkar. labilen ama ereksiz kalan sanat artık
Bu görüşle taban tabana karşıtlık i- müdahaleye açık hale gelmiştir. Böylece
çindeki görüş, Benjarnin'in "melankoli" sanat, siyaset gibi geniş toplumsal dina-
201 Bentham, Jeremy

milclerle kaynaşmışur. özgürce yaratma yetisi taşıdıklarını, ikti-


Tarih kuramı, ·Benjamin'in son ürünü darın bütün dayatmalarına rağmen ilkece
olan "Über den Begriff der Geschichte'' kendi benlerini yine kendilerinin yapa-
nin ("Tarih Kavramı Üzerine", 1940 -ay- bilecekleri düşüncesini temellendirmek a-
nı yazı daha sonra ufak değişiklikler ya- macıyla geliştirdiği felsefe çözümlemesi.
pılarak "Geschichtsphilosophische The- Modem bireylerin ya kendi kendilerine
sen" /"Tarih Felsefesi Üzerine Savlar" a- ya da başkalarından aldıkları yardımlarla
dıyla da yayımlanıruşur) konusudur. Tıp­ "bilgelik'', "yaratıcılık", "ölümsüzlük",
kı estetik anlayışının ortodoks Marxçılık­ "mutluluk" gibi önemsedikleri birtakım
tan kopuşundan türemesine benzer bi- değerlere ulaşmak için kendilerini, be-
çimde, tarih görüşleri de "gelişme" dü- denlerini, yaşam dünyalannı, yapıp etme-
şüncesine beslediği inançtan yüz çevir- lerini, özetle bir bütün olarak dünya gö-
mesine dayanır. Tarihin gidişi kökten bi- rüşlerini dönüştürmelerine olanak tanı­
çimde bozulur: Kimliklerin ancak yili- yan pratikler bütünü.
tılmış ve olumsal mücadele eclimleri so- Foucault için modem iktidar "ben-
nucunda ortaya çık-tığı tarih sürekli bir (in) yapımı"yla yakından ilintili bir konu-
"olma durumu" (oluş) diye görülür. Tari- dur. Nitekim iktidar üstüne yaptığı ça-
hin "anlamı" kuramsal olarak kavran- lışmalarda, tartışmalı görünmesine karşın
maktan uzakur; bu anlam yalnızca kurta- son derece önemli bir uslarnlamada bu-
na anımsamalar doğurur. Bu açıdan, ta- lunmaktadır: iktidardan önce ya da ikti-
rihçinin görevi, günümüz çatışmalarına dara önsel bir özne yoktur; iktidar ilişki­
ışık tutacak özgürlük mücadelelerini an- leri dışında varolan özerk bir bilinç ya-
mak olacaktır. şantısından, tarihdışı aşkın bir kendiliğin
N a·zilerin iktidara geleceğinin iyiden varlığından söz edilemez. Gerçekten de
iyiye anlaşılmasıyla 1933'te gittiği Pa- kişilerin yapımı her durumda iktidarın
ris'ten, yaklaşık yedi yıl sonra yine Nazi- bakışı altında meydana gelmekte, kişiler
lerin b-dskısı sonucu Ispanya'ya kaçarken ·kendilerini birer özne haline getirerek
gerekli izni alamayışının verdiği umut- iktidarın huzuruna çıkmaktadırlar. Fou-
suzhıkla canına kıyan Walter Benjamin cmlt için iiZJle sözcüğünün iki ayrı anlamı
günümüzde de önemini geniş ölçüde ko- bwunmaktadır: (i) bir başkasının dene-
rumaktadır. Ölümünün ardından dene- timine bağımlı olma olarak özne; (u) bi-
melerinin çoğu kitaplaştırılan Benjamin' linç ya da kendilik bilgisi yoluyla kerıdi
in diğer önemli yapıtları arasında Ein- kimliğini oluşturma olarak özne. Bunla-
bnh'1stram (fek Yönlü Yol, 1928), Berlı~ rın her ikisi de normaUeştirmeye açık bi-
11rr Ki,,dheit 11m Neum;:fhnh11ndert (19001er- rer iktidar biçimidir. Foucault normalleş­
<lc Berlin Çocukluğu, 19 50) ve l/111111İna­ tirme sürecine dayalı olarak öznenin kav-
/İımen (Aydınlanışlar, 1961) sayılabilir. Ay- ramsallaştırılmasının üçkatlı bir yapı ser-
rıı:ıı bkz. Frankfun Okulu; hergünkü gilediğini belirtmektedir. Bu yapının ilk
~iindelik) yaşamın estetikleştirilme­ katında kimlik siyaseti, ikinci katında bu
ıl; ımra. kimlikle ilintili iktidar ile bilgi arasındaki
danışıklı dövüşlü ilişkiler, üçüncü katın­
bcn(lik) teknolojisi / ben(in) yapımı daysa öznenin kendisiyle birJ;k;e her ye-
11 ng. ego-technoloo, tedınoloo of self, Fr. tech- re götürdüğü, bilerek ya da bilmeyerek
nologie d'igo; Alm. egotedınologie] Çağdaş içselleştirdiği denetim biçimi bulunmak-
llrıınsız düşünürü Foucault'nun, modem tadır. Aynca bkz. Foucault, Michel;
ilctldArın kendi yurttaşları ya da tebaası i- Bakhtin, M. M.
çin yı&ptırdığı öznellik formalarına ~rşı
çılcırıılc, bireylerin kendilerine· biçilen bu Bentharn, Jeremy (ı 748-1832) Yararcı­
formılıırı giymeyi reddedip kendilerini lık öğretisi ve "en çok sayıda insana en
Bentham, Jercmy 202

yüksek düzeyde mutluluk" ilkesiyle tanı­ terimleriyle gerçek "hukuk" düşüncesini


nan İngiliz hukuk, ahlak, siyaset ve top- açıklığa kavuşturmak istemiştir.
lum felsefecisi. Daha dört yaşındayken Hukuku anlamak, haklar ve ödevler
Latince öğrenen Bentham on iki yaşın­ gibi şeyleri anlamayı da içerir. "Anlam:.ı"
dayken hukuk öğrenimi için babası tara- run "algılama"yla sağlandığı deneyci ge-
fından Oxford'a gönderilmiştir. Gclgcle- lenekte, "altın dağ" gibi doğrudan algıla­
lim Benıham, özellikle döneminin önde namayan karmaşık şeyler dcneyleyebildi-
gelen otoritelerinden gelenekçi William ğimiz basit bileşenlerine aynlarak (altın
Blackstone'un tutucu derslerinden son- ve dağ) .çözümlenebildiklerinden dolayı
ra, çok geçmeden bir hukuk uygulayıcısı anlaşılabilir hale gelirler. Buna karşın de-
olmak yerine hukukun ne olduğu üzeri- neycilerin çözümleme yöntemi Bentham'
ne yazmaya kanır vermiş ve yaşamını va- ın çözümlemeyi düşündüğü hak ya da
rolan hukuk ile toplum dizgelerini eleşti­ ödev gibi terimlerin çözümlenmesinde i-
rip düzeltmeye adamıştır. şe yaramamaktadır: Sonuç olarak bir şe­
Bentham daim.ı yararcılık öğretisi ve yin bir parçasını ya da bir boyutunu on-
"en çok sayıda insana en yüksek düzeyde dan soyutlayarak ele almanın karışıklığa
mutluluk" ilkesiyle birlikte anılsa da bu yol açması büyük bir olasılıktır. Bu du-
öğreti ve ilke onun varolan kurumların, rum Bcntham'ı "yeniden anlatım" (pa-
pratiklerin ve inançların yararWığının nes- mphrasis) diye adıandırdığı bütünüyle ye-
nel bir değcrlendirine ölçütü ile sınan­ ni ve özgün bir yönteme yöneltmiştir.
masını amaçlayan toplum eleştirisinin yal- Benıham'ın "anlam"ın temel birimi-
nızca başlangıç noktasını oluşturur. Ben- nin sözcük değil tümce olduğunu savu-
ıham açık sözlü bir hukuk reformcusu, n.'ln yeniden anlatım yöntemi, XX. yüz-
doğal hukuk, doğal haklar ve sözleşme­ yılda Russcll, Carnap, Quine gibi düşü­
cilik gibi yerleşik siyasal öğretilerin acı­ nürlerin geliştirdiği mantıksal çözümle-
masız bir elcştiricisidir. 1820'lerden iti- me yöntemlerinin öncüsüdür. Bentham'
baren yapıtlanyla saygı uyandırmaya baş­ ın bu yöntemle amaçladığı tümced,eki
layan Benıham'ın düşünceleri XIX. yüz- sorunlu sözcüğü başka sözcüklere çevir-
yıl boyunca yapılan kamu yönetimi re- mek değil, sözcüğün bir parçasını oluş­
formlarını da derinden etkilemiştir. turduğu tümceyi başka bir tümceye çe-
Bcccaria, Helvctius, Diderot, d'Alem- virmektir. Yeniden anlatım yöntemi Bcnt-
bcrt ve Voltaire gibi Aydınlanma filo- ham'ın "kurgusal kendilikler" diye adlan-
zoflannın yanı sıra Locke ve Hume'dan dırdığı hak, ödev, yükümlülük, ayrıcalık
da etkilenen Bcntham, yapıtlarında de- gibi terimleri, içinde yer aldıkları tümce-
neyci yaklaşımı kavramsal açıklığa ve ıüm­ leri içinde yer almedıklan tümcelere çe-
dengc1imli uslamlamaya dayalı bir usçu- virerek açık kılar. Kurgusal kendilikler
luk anlayışıyla birleştirmiştir. Bu bağlam­ başlarda kullanışlı gözükse de zan:ıan i-
da Bentham, usun gelenek karşısındaki çinde bunların gönderme yapukları şey­
önemi üzerinde duran ve terimlerin kul- ler bütünüyle unutulduğundan ya da
lanımında kesinliği savunan Lockc'u ken- gündem dışı kaldığından bu terimler bi-
disine örnek almıŞtır. Nitekim Bcnıham' rer önyargı olarak kalmaktadır. Bu yüz-
ın tüm felsefe tasarımı aslında bir açık­ den hukuku bu tür kurgusal kcndilikler-
lama tasarımıdır. Bentham neleri amaç- den olabildiğince uzak tutmaya çalışan
lamamız gerektiğini göstermek için de- Bcnıham, en azından bu tür terimlerin
ğerleri, insanların gerçekte neleri amaçla- kullanımından uzak duran açıklamalar ve
dığını göstermek içinse ruhbilimi açık­ temellendirmeler verilebileceğini düşün­
lamaya girişmiş; bunlara uygun yönetim, mektedir. Sözgelimi haklara ilişkin tüm-
hukuk ve ceza dizgeleri tasarlamak için celer Bentham tarafından ödevlere iliş­
de hem bir bütün olarak hem de temel kin tümceler aracılığıyla açıklanır. Bent-
203 Bentham, Jeremy

ham'a göre belirli bir hak başkalarına ö- görüşe göre haz ve acı nesnel duyumlar
devler yüklenerek birine sağlanan yarar- olup yoğuııluklan, süreleri, verimlilikleri
dır. Kuşkusuz ödevler de kurgusal ken- (gelecekteki daha başka haz olasılıkları a-
diliklerdir ama bunlar da cezalandırma çısından), saflıkları (hazza acının bulaş­
tehdidine ilişkin tümcelerle açıklanabilir­ maması açısından) ve büyüklükleri aracı­
ler. Cezalandınna ise Bentham'a göre acı lığıyla ölçülebilirler. Bu bir eylemin ya da
verme tehdididir. Böylelikle Bentham'ın durumun hem nesnel olarak belirlenme-
"gerçek kendilikler" dediği şeye; yani al- sine hem de başka eylem ya da durum-
gıyla doğrudan anlayabileceğimiz açık ve larla karşılaştırılmasına olanak tanımak­
y-.ılın düşüncelere ulaşmış oluruz. Bent-' tadır.
ham, acı ve hazzın anlamını öğrenmek Bentham'ın bu köktenci hazcılığına,
için bir hukukçuya gitmemizi gerektir- insanın doğal olarak çıkarlannı kollaya-
meyen sözcükler olduğunu söyler. Hatta cağı yollu ruhbilimsel benciliği eşlik et-
ona göre hukuk acı ve ha:ı: kavramları a- mektedir. Bentham kişinin çıkarlannın
racılığıyla hem hukukçulara hem de baş­ toplumsal çıkar yıı da diğer bütün insan-
kalarına açıklanabilir. ların çıkarları karşısında baskın olduğunu
Bentham'a göre ahlik ve hukuk bi- belirterek, insanların eylemlerinin ama-
limsel olarak tanımlanabilirse de böyle cı~ kendi mutlulukları olduğunu ve in-
bir tanımlamanın insan doğasına ilişkin sanın doğal bir yetisi olan usun bu ama-
bir açıklamaya gereksinimi vardır. Ona cın uşağı olarak düşünülmesi gerektiğini
göre doğanın ti:ı:ik yıısaları aracılığıyla a- sawnur. Bentham'ın insan tekini değer­
çıklanması gibi insan doğası da iki temel lerin kaynağı olarak alan insan doğasına
itki, "haz" ve "acı" aracılığıyla açıklana­ ilişkin bu açıklamasıyla ahlaki bir birey-
bilir. Bu görüş Bentham'ın "ruhbilimsel cilik de ortaya koyduğu söylenebilir.
hazalık'' kuramının temelini oluşturmak­ Nitekim Bcntham'ın ahlfilc felsefesi
tadır. İnsan doğasına ilişkin böyle bir çö- de onun "yararWık ilkı:si" ya da "en bü-
zümlemenin doğrudan kanıtlanmasının yük mutluluk ilkesi" diye adlandırdığı "en
söz konusu olmadığını bilse de Bentham çok sayıda insana en yüksek düzeyde
"doğanın insanı iki egemen efendinin, mutluluk" ilkesinin bir yansımasıdır. Ben-
haz ve acının yönetimi altına yerleştirdi­ tham yararlılık ilkesini bir eylemi ya da
ğini" savunur. Ona göre bir yandan doğ­ durumu genel mutluluğu arurması y:ı d:ı
runun ve yanlışın ölçütü, öte yandan ne- azaltmasına göre onaylayan ya da onay-
denler ve sonuçlar zinciri acı ve hazzın lamayan ilke olarak tanımlar ve en çok
krallığına tabidir. Acı ve haz bütün yap- sayıda kişi için en büyük mutluluğu ü-
uklanmızda, bütün söylediklerimizde ve retmeyen her türlü eylemin ahlaken yan-
bütün düşündüklerimizde bizi yönetmek- lış olduğunu söyler. Mutluluk ise hazzın
tedir; tabiliğimizden kurtulma yönündeki çokluğuna ve acının yokluğuna bağlı ola-
bütün çabalarımız da bu krallığın iyice a- rak hcsaplanabilirdir. Bu bağlamda Beri-
çığa çıkıp onaylanmasına hizmet etmek- tham'ın ahlik felsefesi insanın temel gü-
tedir. Sadece ne yapmamız gerektiğini düleyicileri haz ve acıdır yollu ruhbilim-
göstermekle kalmayıp ne yapacağımızı scl hazcılık görüşünü de yansıtmaktadır.
da doğrudan belirleyen haz ve acı eyle- Burada alu çizilmesi gereken önemli bir
me ilişkin açıklamaların yanı sıra kişi için nokta da mutluluk hesabı yapılırken her
"iyi"nin tanımlanmasında da temel oluş­ bir bireyin bir diğerine eşit olarak alın­
turmaktadır. Buna dayanarak Bcntham, masıdır.
her bireyde varolan acı ve haz tenıclinde Sonuç olarak Bentham için ruhbilim-
bir değer hesabı oluşturabileceğimi:ı:i öne sel hazcılık ve bencilik ile yararlılık ilkesi
sürer. "Haz hesabı" ya da "mutluluk he- arasında hiçbir uyumsuzluk söz konusu
sabı" f.fo6tijt MhlRı) olarak bilinen bu değildir. Öte yandan Bentham'in mutlu-
Bentham, Jeremy 204

luğu artırma amacı pratik bir amaçur ve bir insan-bir oy ve gizli oy verme hakkı
onun bu yönde bir Panama kanalı yapıl­ gibi önerilerle açıkça dile getirmiştir.
ması ya da bezelyelerin dondurularak Bentham'ın bu demokratik önerileri
kullanılması gibi birçok farklı önerisi de ahlak felsefesinin "en çok sayıda insana
olmuştur. Bentham'ın bu prdtik amaçlı en yüksek düzeyde mutluluk" ilkesi ve
önerilerinden en önemlisi ise "panopti- ruhbilimsel bencilik ~rüşleriyle de u-
kon" diye adlandırdığı hapishanedir. Ben- yumludur. Ruh bilimsel benciliğe göre her-
tham'ın dönemin hapishanelerinde yaşa­ kes kendi çıkarlarının peşinde koşmak­
nan karmaşayı sona erdirmek için tasar- taysa, bu demektir ki yönetimler ve yö-
ladığı bu hapishane modeli, merkezdeki neticiler de kendi çıkarlarının peşinde
gardiyanların onlara gözükmeden tutuk- koşabilirler. Dolayısıyla diktatörlere, kral-
luları göz alunda tuttuğu daire biçiminde lara ve oligarşilere güvenilmemclidir. Yö-
bir yapıdır. Bentham özel olarak işletil­ netimlerin gerçek amacı olan "en çok
mesi gerektiğini düşündüğü ve sözleş­ sayıda insana en yüksek düzeyde mutlu-
meli olarak kendisinin yönetmeyi planla- luk" ilkesi ancak yönetim en çok sayıda
dığı bu hapishane ile yalnızca tutukluları insanın elinde olduğunda güvende olabi-
güvenilir birer insan haline getirmeyi de- lir, Eğer halkın tamamı siyasal güçle do-
ğil zaman içerisinde para da kazanmayı na~sa, hepsi yalnızca kendi çıkarlanru
tasarlaıruşur. Ama bu tasarısı hapishane- izleyerek bu amaca hizmet etmiş olacak-
nin kurulacağı yerin çevresindeki arsa lardır.
sahipleri tarafından engellenince işin so- Bcntham'ın demokrasi ve yararcılık
nunda hem zaman hem de para kaybet- anlayışına bağlı olarak geliştirdiği özgür-
miştir. Panoptikon tasarımına kadar ö- lük anlayışı günümüzde "olumsuz öz-
nerilerin ve anlaşmaların hayata geçiril- gürlük" diye adlandırılan özgürlüğe kar-
mesi için aydın yönetimlere başvurma­ şılık gelmektedir. Özgürlüğü "engelleme-
nın yeıerli olacağına inanan Bentham, nin olmaması" olarak tanımlayan Bent-
bunun yeterli olmadığını fark ettiğinde ham, bireyin engellenmediği oranda öz-
demokrasiyi desteklemeye b-dŞlamışur. gür olduğunu söyler. Özgürlüğün doğal
Locke da dahil olmak üzere kendinden olduğunu ya da bireyin egemen olduğu "
önceki sayısız filozofun siyaset felsefesi- priori bir özgürlük alanının bulunduğunu
nin temelini oluşturan doğal hak, doğal yadsır. Bu özgürlük açıklamasıyla b-ağlan­
hukuk ve toplum sözleşmesi gibi kav- ulı olarak Bentham hukuku da olumsuz
ramları benimsememiş olan Bcntham, da- olarak tanımlar. Değer ölçütünü haz ve
ha önce de belirttiğimiz gibi, bu kav- acının sağhıdığı göz önüne alınırsa Ben-
ramları kurgusal kendilikler olarak adlan- tlrnm için özgürlük haz verdiği için İ)~y­
dınp bunların bir gerçekliğinin bulunma- ken, sınırlandınlması aa verdiğinden kö-
dığını savunuyordu. Bu tür kavramlar o tüdür. Devletin denetimi ne denli sınır­
dönemde devlete itaatin kaynağı ve meş­ lıysa birey o denli özgürdür. Öte yandan
ru devrimin koşullan nedir sorulanna Bentham iyi yönetimin temelini oluştu­
yanıt olarak sunulmaktaydL Bentham i- ran toplumsal düzen için hukukun zo-
taati anlaşmaya dayandıran bu tür dü- runlu olduğunu kabul eder. Toplumun
şünceleri eleştirerek yönetime itaatin te- ilerlemesinde hukukun oynayabileceği o-
mellendirilmesinin yarara, yani itaatin o- lumlu rolü kabul eden Bentham, huku-
lası zararının direnişin olası zararından kun kişilerin ekonomik ve kişisel gerek-
daha az olup olmayacağınınhesaplanma- sinimlerini karşıladığı ve koruduğu ölçü-
sına dayandığını savunmuştur. )3entham' de bireyin çıkarını yansıtuğını savunmuş­
ın bu karşı çıkışı yalnızca terim düze- tur. Bentham, kendinden önceki birçok
yinde kalmanuş hukuk dizgesinin ve yö- düşünürden farklı olarak hukukun doğal
netim dizgesinin değişmesi gerektiğini hukuktan doğmadığını, onun yalnızca e-
205 Bergson, Henri-Louis

gemenin istencının bir buyruğu ya da kavramını iyiden iyiye çözürnlediğinde


dışavurumu olduğunu.savunmuştur. Ni- terk edeceği Herbert Spencer'ın görüşle­
tekim bir yasa ahlak bakımından sorgu- rinin etkisi altında kaldı. Üslubunun gü-
lanabilir olsa da:, ahlaken kötü eylemler zelliği, görüşlerini eşine az rastlanır bir
buyursa da, rızaya dayanmasa da yine de dille sergilemesi sayesinde 1927'de No-
bir "yasa"dır. Öte yandan, daha önce de bel Edebiyat Ödülü'nli aldı. Büyüleyici
belirtildiği gibi, yasakoyucumın yas•ı diz- bir "'koferansçı" olarak da tarunan Ber-
gesini yalnızca kendi çıkarını gözeten gson'un özellikle 1900'lü yılların başında
insanları genel çıkara yönlendirecek bi- College de France'da verdiği konferans-
çimde düzenlemesi gerekir. lar aynca anılmaya değerdir. Bütün bun-
Bir filozoftan çok bir hukuk ve siya- ların ötesinde kaleme aldığı tüm yapıtlar
set eleştiricisi olarak görülmesi gereken uzun ve çetin, derinlemesine araştırma­
Bentham'ın çok sayıdaki yapıtları arasın­ larla dde edilmiş sağlam bilgilere dayan-
da Blackstone'un reform karşıtı gelenek- maktadır. Sözgelimi ruhbilim anlayışını
çi görüşlerini eleştirdiği yayımlanmış ilk ortaya koyduğu Madde ve Bellek adlı yapı­
yapıtı A Fragment on Govemmenl (Yöne- tını yazmadan önce Bergson, bellekle,
tim Ü zerine, 1776); hukuksal, ahlaki ve özellikle de sözyitimiyle (afazı) ilgili va-
toplumsal reformlara temel oluşturabile­ rolan bütün kaynakları incelemek için
cek ussal ilkeler oluşturmaya çalıştığı baş­ tam beş yılını vermiştir. Marcel Proust'
yapıtı sayılabilecek An lntroduaion to the un bir akrabası ile evlenen (1891) Berg-
Pn"ııdples ofMorals and Leislation (Ahlakın son, Wılliam James'le de sıkı dosttu ve
ve Yasamanın İlkelerine Giriş, 1789), par- bu dostluk ağırlıklı olarak mektuplaş­
larnerı:o reformuna ilişkin demokratik ö- mayla da olsa James'ın ölümüne (1910)
nerilerini içeren A Catecbism of Par/ia- dek sürmüştür. Bergson din değiştirecek
111cntary &farm (Parlamento Reformu İ­ kadar Katolikliğe kendini yakın hisset-
çin Bir Kılavuz, 1817) ve ancak ilk cildi- mesine karşın, baskıya maruz kalacağını
ni yayımlayabildiği Constit11tioııal Code (A" önceden gördüğü ve Yahudileri terket-
nayasa Hukuku, 1830) başta gelir. Aynca miş gibi. bir duruma düşmemek için
bkz. yararcılık; yararlılık ilkesi; hazcı­ "Yahudi" olarak kalmıştır. Nitekim ölü-
lık; haz hesabı; panoptikon. münden birkaç hafta önce, Vichy hü-
kümetinin kendine tanıdığı ayrıcalığı red-
Bcrdyaev, Nikolay Aleksandroviç bkz. dederek, şiddetli eklem romatizmasına
Rıı~/Sovyet felsefesi mğrnen gidip kuyrukta bekleyerek Ya-
hudi olarak adını kaydettirmiştir.
Bcrgson, Henri-Louis (1859-1941) XX. Bergson'un düşünsel evrimini kavra-
yüzyılın ilk yarasında gerek "yaşam felse- mak ya da felsefesinin nelerin üzerine
!Csi"nin kendine özgü en etkileyici tem- bina edildiğini anlamak açısından izlene-
silcilerinden biri olmasıyla, gerekse A.N. bilecek en iyi yol, onun felsefece duru-
Whitehcad'le birlikte "süreç felsefesi"nin şunun sacayaklarını oluşturan dört ana
iki uçbeyinden biri olmasıyla öne çıkmış yapıtına odaklanmaktan geçmektedir: bil-
Fransız filozof. gikuramını ortaya koyduğu Bi/inı:in Dokg-
S<'7.giye dayalı bilginin önemini vur-· ıız. Verileri Üstiine Deneme (1889); ruhbi-
111ıl11y•ın, süreci ve değişimi yani "oluş"u lim anlayışını serimlediği Madde ve BeHele:
hlc; rlılrn hırakmayan Bergson, Yahudi R11h-Betk11 İlişkiri Ortiine Deneme (1896);
lcökC'nli lıir ailenin çocuğu olarak dün- biyoloji (yaşambilirn) üzerine temellendi-
)'llYA ııelıli. Düncmin saygın bir okulu o- rilmiş metafiziğini açımladığı Y aratm Ev-
lıın YUkAc:k Üğrctmen Okulu'nda oku- nm (1907); ahlak ve din felsefesi üstüne
JuktAn mnrıı çeşitli liselerde öğretmenlik görüşlerini sunduğu Ablôk ile Dinin İki
yııptı. Hu yıllnrıln, daha sonra "zaman" Kı:Jnağt (1932).
Bergson,Henri-Louis 206

Bergson'a göre gerçeklik sürekli "o- çimde ifade edilemez, ancak imgelerle
luş'" halinde olan bir süreçtir. İnsan sü- sezdiıilebilir.
reç olar.ık gerçekliği, her ikisi de içgüdü- Son çözümlemede Beıgson için, bil-
nün evrimiyle ortaya çıkan zeka (anlak) menin birbirinden bütünüyle ayrı iki yo-
ve sezgi yetisiyle bilir. Evrim sürecinde lu bulunmaktadır: İlki, bilimde ve onun
hayaua kalma aracı olarak ortaya çıkan uzantısı teknolojide en ileri düzeyine ula-
uka bo1110 faber'in (alet yapan insanın), şan, zamansal ve uzamsal bağları içeri-
sezgi ise bomo sapinJlin (ustaşıyan insa- sinde her şeyi somut ve durağan gör-
nın) yetisidir. Bu iki yeti, iki ayrı bilgi tü- meye eğilimli olan, dahası buna yazgılı
rü ortaya koyar: Zeka, bilimsel bilgiyi; da olan, zekaya dayanan çözümleyici
sezgi ise felsefi-metafizik bilgiyi üretir. yoldur; ikincisiyse özdeşleyim ya da "iç-
Zeka gerçekliğe esas olarak pratik ya- ten duyma" yoluyla şeylerin özüne do-
rar ya da uygulama açısından yaklaşır. Ü- laysız, doğrudıı!) doğruya ulaşan, şeyleri
zerinde eylemde bulunabilmek için, sü- devingenliği içinde bütünlüklü kavrayan
rekli bir akış, oluş halindeki gerçekliği araasız sezgidir. Kuşkusuz ilk yol, in-
canlılığı ya da devingenliği içinde değil sanlığın şu yeryüzünde tutunmasını sağ­
de, donmuş, katı, ayrık nesneler olarak lar; bize çekip çevirebileceğimiz, zaman
kavrar; önceden düşündüğü eylemi ha- ve uzam olarak sınırları belli ayrı nesne-
zırlamak için onu çözümler. Zeka dün- ler, yönetilebilir birimler halinde bölün-
yayı katı nesnelerden oluşan, belirlenimci müş bir dünya sunar. Ancak zekaya (an-
nedensel yasalara göre işleyen cansız bir lak) dayalı bu yol "süre"yi ve sürenin an-
madde olarak betimler. Değişmeyi ve sü- cak sezgi ile kavranabilen kesintisiz akı­
reci de sinematografık olarak, birbirin- şını görmezden geldiği için şeylerin özsel
den kopuk, saatle ölçülebilir farklı anlar- gerçekliğine yaklaşamaz bile. Bu. bağlam­
da nesnelerin farklı durumları olarak be- da Bergson'un felsefeye ilişkin tüm ça-
timler. Böylelikle de ister istemez zamanı basının, bütün her şeyin ardında yatan
uzamla özdeşleştirmiş olan zeka (yani bi- gerçeklik diye gördüğii "siire"ye ilişkin
lim), gerçekliği ancak dışarıdan kavraya- sezgi(si)nin anlamı ve sonuçları üzerine
bilir. Kuşkusuz cansız madde dünyası yetkin bir sonışturm:ı olduğu söylenebi-
söz konusu olduğunda zekanın sağladığı lir.
bu bilgi, gerçekliğin maddi görünümünü Evrim konusundaysa Bergson, evri-
esasen doğru olıır.ık betimler ve başarılı mi bir "gerçek" olarak tanır tanımasına
uygulamaya da olanak tanır. ancak evrimin düzenekçi ve crekbilgisel
Gelgelelim maddi gerçeklikten öte yorumlarına tümüyle karşı çıkar. Ona
bir de biricik, anlara bölünemez, nitelik- göre bu yorumlar, evrimin yolunun ön-
sel, yoğun ve sürekli, dinamik, akış/ o- ceden belirlenmiş olduğunu varsayarlar
luş/ atılım halinde, saf "süre" olan yaşam -ki bu son derece sakıncalı bir varsa-
ve bilinç alanı vardır. İşte zeka bunu yımdır. Oysa ki evrim canlı, sürekli yeni
kavrayamaz, kavrasa bile çarpıtarak kav- biçimler yaratan "yaşam(a) atılımı"nın (i·
rar. Bu alan ancak ve ancak hayvanlarda laıı viıal) kendini açığa vuruşundan oluş­
da bulunan nesneleri özdeşieyirnle içeri- maktadır. Bu güç evrimi önceden belir-
den ve yanılmadan kavrama yetisinin in- lenmiş bir amaca doğru yöneltmese de
sanlardaki evrilmiş şekli olan "sezgi" ile yine de ileri gitmeye zorfar.
kavranabilir. Yalnızca insana özgü ve ö- Bergson, hiçbir biçimde saf biçimle-
zel bir çaba ile harekete geçirilebilen sez- riyle onaya çıkmasalar da (daha sonra
gi, felsefenin (metafiziğin) bilme yetisidir Popper tarafından tüm bir felsefe tari-
ve gerçekliği dolaysız olar:ık içeriden an- h.ine uyarlanacak olan) kapalı ve açık ol-
cak o kavrayabilir. Sezgi yoluyla e!de edi- . mak üzere iki tür ahlak ayırt eder. Kapalı
len bilgi ise açık, tam ve kesin bir bi- ahlak kişileri hesaba katmayan, toplu-
l07 Bergsonculuk

1111111 uy~uladığı baskıya sırtını


dayayan, lenmiştir.
"ıphııııun istediği eylemleri kendiliğin­ Bergson'un önemli eserlerinin hemen
drn, neredeyse içgüdüsel olarak yerine tamamı yıllar önce Türkçe'ye çevrilmiş­
ı·.ı·ııımeyc dayanan bir ahlak biçimidir. tir. Ancak buglin için bunların çoğunun
l•.. ıp.ılı ııhhlkın amacı toplumsal alışkan­ hem günümüz diline uyarlanmadıklann­
lıl,l.ırı korumak, grup bağlılığını pekiş­ dan (Giilme dışında) hem de baskıları tü-
ııııııl'k, bireysel ile toplumsalı bütünüyle kenmiş olmalarından ötürü yararlılıklan
ıı ıpluımın genel çıkarını gözeterek uz- su götürür. Zaman ve süre kavramını ge-
1.ı~ıımı:ıktır. Kapalı ahlakta bağıtlanma liştirdiği :ve aynı zamanda doktora çalış­
lıııııu•u bütün insanlık olmayıp yalnızca ması olan Essai S11r /es donnies immidiates de
11,ııııle yaşanılan toplum ya da topluluk la to11sden."e, (Şuurun Doğrudan Doğnıya
ıılı hığumfan ötürü, sürekli bu ahlakı çö- Verileri, 1889, Türkiye'de 1950'de ya-
ı,nımcye uğraşan (iç ve dış) düşmanların yımlanmıştır); zihin-beden sorunu üstü-
v.ırlığındnn dem vurulur ve bu hayali o- ne odaklandığı Malim et memoire: Essai
1.ırnl. yıırnulan düşmanlar bu ahlakın ken- sur la rekı/İIJn d11 rorps a l'esprit (Madde ve
ıli V'1mluşunu meşrulaştırmak için kulla- Bellek: Ruh-Beden İlişkisi Üstüne De-
ııılır. A1jzlerde ve kahramanlarda somut- neme, 1896); genel fikirlerini mizah ala-
1.ı~ıııış şekli görülen ve tüm yaşamı, in- nına uyguladığı LJ Rire: Essai sur la signi-
,,ııılığı kucaklama anlamında açık olan jitation d11 comiq11e (Gülme: Komiğin An-
.ılıhilı ise, kapalı ahlakın tersine kişiseldir, lamı Üzerine Deneme, 1900, Türkiye'de
l ıııı ıin insanlığı gözetir; baskıya değil iç- 1945'de yayımlanmıştır); "sezgi"den ne
"'I \'>tğnya dayanır; değişime açık, ilerle- anladığını ayrıntısıyla dillendirdiği ve ge-
ıı1t'l'İ ve yııratıcıdır; özglirlük duygusu rek metafizik gerekse bilgikuramsal gö-
\'('1'11". rüşlerini en yalın biçimiyle sunduğu, bu
ller~sım'un ortaya .koyduğu görüşler nedenle de Bergson 'un felsefesine giriş
ı liiıırnıinin sanatsal, edebi, toplumsal ve için en uygun kitap olarak görülen lntro-
-ıy;ısi h:ıreketlerini de derinden etkile- d11,'fio11 a la metapl?Jsiq11e (Metafiziğe Giriş,
ııııştir. Hatta, denilebilir ki "İki Savaş A- 1903, Türkiye'de 1998'de yayımlanmış­
ııı~ı" diincmde sözcüğün tam anlamıyla, tır); mekanik/ düzenekçi evrimcilik anla-
hrııım her alanda gerçek bir "Bergson- yışına karşı biyolojik evrimi canlı, sürekli
nıluk akımı modası" yaşanmıştır. Edebi- gelişen ve yeni biç\mler yaratan güç "ya-
yııt hı Marcel Proust ile George Bemard şam(a) atılırru"nın sonucu olarak yorum-
Sh.ıw; siyasette George Sorel; resimde layan ve en çok ün kazanmış kitabı L'e-
1:ıaudc Monet; müzikte Claude Dcbussy l'olution malritt (Yaratıcı Tekılm ül, 1907,
ve ı!'1ha pek çok alandaµ pek çok sanatçı Türkiye'de 1947'de yayımlanmıştır); L'e-
y;ı ılıı cllişünür Bergson'un düşüncelerin­ nergie spiritrıeUe (Zihin Kudreti, 1919,
ılcn şu ya da bu ölçüde esinlenmişlerdir. Türkiye'de 1958'de yayımlanmıştır); açık
Sıılı felsefe bağlamındaysa Bergson'un ve kapalı ahlak ve din kavramlarını or-
et kilcıliği filozoflar arasında William Ja- taya attığı Les deııx so11rres de la morale et de
ıııcs, Gcorge Santayana ve Alfred North la religion (Ahlak ile Dinin İki Kaynağı,
Whiıchcad adlan daha bir öne çıkmak­ 1932, Türkiye'de 1949'da yayımlanmış­
tııılır. Türkiye özelindeyse, olguculuktan tır). Aynca bkz. açık ahlak/kapalı ah-
ve ii:t.cllikle de onun "devletin tek felse- lak; yaşam(a) atılımı; Tunç, Mustafa
tc~i"ne dönüştürülmesinden rahatsızlık Şekip.
ıluyun pek çok Türk aydını Bergson'un
tllişlincclerine ilgi duymuştur. Türkiye'de Bergsonculuk ~ng. Bergso1JiS111; Fr. Berg-
ınııınmıısında özellikle l\Iustafiı Şekip sonis11ıe; Alm. Bergsonı!m11s] X.,"{, yüzyılın
Tunç etkili olmuştur. Ahmet Hamdi Tan- hemen başlarında Bergson'un etkisi al-
pınar da onun zaman anlayışından etki- tında kalan bir öbek düşünürün kurduğu
Berkeley, George 208

oldukça yaygınlık kazanmış Frans12 fel- H11111an Knowkdge (İnsan Bilgisinin İlke­
sefe okulu. leri Ü zerine Bir Soruşturma, 171 O) adlı
Döneminin Fransası'nda oldukça ses kitaplarıyla tanınan İrlandalı felsefeci. İn­
getirmiş olan bu okul, her ne kadar san Bilginnin İlkeleri ÜZ!rine'de Berkeley,
Bergson'un kendine özgü felsefesinin ta- dış, maddi dünyanın varolmadığını, ev-
şıdığı derinliğin yanına yaklaşamasa da, ler, ağaçlar, dağlar gibi "dışımızda" va-
onun sezgiciliğe dayalı dünya görüşünü rolduğundan hiç kuşkularunadığımız şey­
geliştirmeye çabalamıştır. Tıpkı Bergson' lerin hep "düşüncede" varolduğunu ileri
un kendisi gibi, bu okulun üyeleri de bir sürer. Yeni Bir Görme Kura111t'nda bu çar-
yandan "bilim ·eleştirisi" ile "bilimcilik pıcı iddiasının ilk temellerini atan Berke-
karşıtlığı"ndan, öte yandan da "pragma- ley, Hyltu ile Philonous Arannda Üç Konuş­
cılık"tan beslenmişlerdir. Yine Bergson' ma'da ikinci kez görüşlerini savunmaya
u aratmayacak hatta onu aşacak ölçüde girişir. Öteki yapıtları arasında De Mofll
felsefelerinin dirimselci ve usdışıcı öğeler (1721), Alciphron (1732) ve Siri; (1744)
banndırdıklan söylenebilir. Felsefe tari- sayılabilir.
hinde özgünlüklerinden çok köktencilik- Berkeley'in hiç kuşkusuz en çok et-
leriyle anılan bu felsefeciler, öte yanda, kisi altında kaldığı filozof John Locke'
Bergson'un çizgisinin biraz da olsa dışı­ tur. Özellikle Locke'un İn;anm Anlmna
na çıkarak, istenççiliğin altını daha bir Yetisi Üstiine Deneme'sini daha öğrenciy­
koyultarak çizmişlerdir. Gerek istencin ken derinlemesine incelemiştir. İnsan Bil-
anlak karşısındaki üstünlüğünü vurgula- gisinin İlkeleri ü zerine'ye yazdığı uzun
malarıyla, gerekse doğruluğun ya da ha- "Giriş"te Berkeley, Locke'un soyutlama
kikatin dirimsel bir değeri olduğunu dü- görüşünü eleştirerek soyut düşünceleri
şünmeleriyle bu felsefecilerin son çö- sınırlayabileceğimizi öne sürer. Locke'un
zümlemede istenççi-dirimbilimsel bir fel- "düşünceden" bağırns12 kendi başına
sefe kurmaya giriştikleri söylenebilir. nesnelerin var olduğu, birincil ve ikincil
Bergsonculuğun önde gelen adlan ara- nitelikler arasında bir ayrım olduğu gö-
sında ruhbilimci Maurice Pradines, ah- rüşlerini uygunsuz yapılmış soyutlamalar
lakçı Jean De Gaultier (1852-1942) ile olarak suçlar. Öte yandan, Berkeley tut-
köktenci bilimcilik karşıtlıklarıyla· en a- tuğu notlarda Locke'taıi büyük bir öv-
zından bu konuda Bergson'u çok geri- güyle söz ederek kendisinin ustası ve u-
lerde bırakan Maurice Blondel (1861- laşmak istediği felsefi.. hedefi olduğunu
1949) ve Edouard Le Roy (1870-1954) da kaydeder. Bu nedenle Berkeley'in, üç
sayılabilir. Aynca bkz. Bergson, Henri- büyük usçu fılozof olan Descartes, Spi-
Louis. noza, Leibniz'in karşısında Lockc'tan
sonra Hume'dan önce gelen üç büyük
Berkeley, George (1685-1753) Felsefe İngiliz deneyciden biri olarak sayılması
tarihinde gerek önde gelen "İngiliz De- anlaşılır hale gelmektedir. Berkeley'in
neycileri"nden biri olmasıyla, gerekse i- kendi görüşlerini biçimlendirirken aklın­
dealizme yaptığı katkılarla öne çıkan; ço- da hep Locke'un görüşlerinin olduğunu,
ğu felsefe tarihçisi tarafından "modern örneğin Locke'un İniamn Anlmna Yetili
idealizm"in kurucusu olarak gösterilen; Ü;tiine Deneme'si yazılmamış olduğu var-
oldukça genç yaşlarda yayımladığı An sayıldığında Berkeley'in başlıca yapıtları­
Em!J TowardI a New Theory of ViJion nın da bugünkü halleriyle ortaya çıkama­
(Yeni Bir Görme Kuramına Yönelik A- yacağını söylemek pek de yanlış olmaz.
raştırma, 1709), Three Dialoguu Betınen Ancak, Berkeley özellikle Kartezyen ge-
1-[ykı; and Philonous (Hyl.as ıle Philonous lenekten gelen Malebranche, Pierre Bay-
Arasında Üç Konuşma, 1713) ve özel- le gibi düşünürlerle 'de ilgilenmiş; her ne
likle A T reatise Conçerning the Principles of kadar madde-ruh ayrımını yapan Des-
209 Berkeley, George

cırte~'ın bu görüşüne karşı çıksa da ruh ancak 17lO'da Dublin'de basıldığında


konusundaki Kartezyen düşünceye bağlı pek de ilgi görmemiş olan İnıan Bilgiri11i11
k.ılmışur. Berkeley'in Malebranche ile o- İlkeleri Üz:en·ne Bir Sontşııın11a adlı yapıu,
hın ilişkisi ise daha önemlidir; çünkü John Locke ile Fransız Kart.ezyencilerin-
hem Malebranche'ı erken bir dönemde den Nicolas Malebranche'ın Berkeley ü-
ç;ılışmış hem de kendi felsefi duruşu ona zerindeki etkilerinin kolaylıkla izlenebil-
oldukça yakınlaşmışur. Bugünden bakıl­ diği yapıudıc. Berkeley bu yapıuna insan
' lığında; ruhsuz madde olamayacağını sa- bilgisinin nesnelerinin neler olduğunu a-
nırı:ın Berkeley'e, Malebrnnche zaten raşurmakla başlar. Bu bilgi nesnderinin
hunların varlığının tam olarak kanıtlana­ başında ışık, renk, koku, tat, ses, sertlik,
mayacağını söyleyerek kaulmış olur: Mad- yumuşaklık, soğukluk, devinim ve direnç
di nedenlerin olamayacağını, her şeyin gelir. Ymi Bir Görme K11ramlndaki görüş­
nedeninin yalnızca Tanrı olabileceğini i- lerini çağtışuran bir ağızla Berkeley, bu
lt·ri süren Malebranche'a, Berkeley yal- temel bilgi nesnelerinin birkaçının bir a-
nızca ruhun hareket edebileceğini söyle- rn ya gelerek "ideler topluluğu" ya da
yerek karşılık verir. Böylece, Berkeley kar- "duyulur şeyler" denilen karmaşık birim-
şı çıkmış olsa da kendi döneminde bile leri ortaya çıkardığını öne sürer. İşte
i\f:ılclmınche taraftan sayılacak kadar 0- Berkcley'in ünlü "e11e ut perdpl' ("'varol-
11;1 y:ıkın durmuştur. mak algılanmakur'') savı bu duyulur şey­
Berkeley, bilindiği üzere en çok, ilk lere uygulanır. Çağdaşlannm çoğu, algı­
(ı;ıkışta kabul edilemez görünen ruhun nın zihinden bağımsız olamayacağından
ıı·k töz olduğu, "duyguları" ya da "dü- ötürü, şeylerin özünde algının yatuğını
şiiııc:cleri" l.ıizde Tann'nın yaratuğı sa- kabul etmiş olsa da pek azı bu yaklaşımı
vıyloı adını duyurmuştur. Bu sav en iyim- metafizik bir ilke olarak benimsemiştir.
st·r yorumla "kuşkuculuk", ya da en kö- "Kendisi ruh olmayan bir şey varsa, o
ı iimscr yorumla "delilik" olarak görülc- halde o şey varolmak için algılanmalı­
lıilir. Bcrkeley de ilk tepkilerin bunlardan dır." Berkdey'in bu temel savına hep a-
l ıirisi olabileceğinin farkındadır. Berkeley' ğaç, kitap, masa gibi şeylerin algılanma­
iıı l.ıu konumunu, onun açısından apaçık salar da varoldukları söylenerek karşı çı­
ı ıl.ırı ve diğer filozoflarca da paylaşılan,. kılmışur. Berkeley ise bu itirazları, ister
lıiı;lıirinıizin "duygular" ya da "algılar­ algılansın ister algılanmasın her iki du-
d.ın" başka bir şeyin farkında olmadığı- rumda da düşünen bir zihne gereksinim
1111~. varsayımından hareket ettiğini gör- duyulduğunu söyleyerek kolaylıkla berta-
medikçe anlamlandıcamayız. rJ.f edecektir. Berkeley açısından dış
İlk ses getiren yapıu olmasının yanı dünyanın zihinden bağımsız olamayışı
'mı, yüz yıldan fazla bir süreyle "İnsan kuşku götürmez bir durumdur. Ne var
llılimi'rıiıı" kitabı olarak bilinen Ye11i Bir ki, bu durumdan maddi nesnelerin va-
C;,,,.,,,,, Kımı11111111 'fönelik Araştm11t1 adlı ça- roluşlarının zihne bağımlı olduklarından
lışm:ısınd:ı ses, sertlik, yumuşaklık gibi öte bir sonuç çıkmazken, Berkdey bir
niıdikler ile ışığın ve renklerin farkında adım daha atarak zihinsiz maddi nesne
ulrrnının ne demek olduğu konulannı ele anlayışlaıinın ya anlamsız ya da çelişkili
ııhııı Berkcley, bu yapıunda yöntembil- olduğunu ileri sürer.
gi~rl ıckl.ıcncilik olarak algılanabilecek Ocak 1713'te Berkeley maddeci gö-
lıir lı:ıkışl:ı birbirinden farklı, ayn ve ko- rüşlere karşı yeni bir savunma yapmak
ı1uk lıirıakım kaba verilerin nasıl olup da amacıyla Londra 'ya giderek aynı yılın
lıir ve aynı çok daha karmaşık bir birim mayıs ayında Hylar ile Phikıno111 Ararında
olııtıık algılandığı sorusunu çözümleme- Üç Kotıuşma adlı çalışmasını yayımladı.
ye ı;"lışmışur. Ancak, kitap İtııan Bilgisinin İlke/en· ÜZ!ri-
Günümüzde en önemli yapıu sayılan tılyi aratmayacak kadar başarısız oldu.
Berkeley, George 210

Hatta l 72S'te elde kalan nüshalarının ka- alındığı yedinci söyleşidir. Bu yapıtı
paklan değiştirilerek ikinci baskıynuş gi- l734'te Londra ve Dublin'de aynı anda
bi sauşa sunuldu. Bu yapıtında sağduyu­ basılan The Anafyst; or" Disroflm Addrrs-
ya (''ortakgörü") yaptığı vurgunun daha sed to an lnftdel Mathemalİ<İan (Çözümle-
yoğun olması dışında Berkdey'in savın­ yici ya da İnançsız Bir Matematikçiye
da önemli bir değişiklik göze çarpmaz. Söylev) izler. Berkeley bumda, bir yanda
Kitabın daha başlarında maddeciliği sa- Newton'un diferansiyel hesabını, öte
vunan Hylas ile Berkeley'in sözcülüğünü yanda Hıristiyan öğretisini yoksayarak
yapan Philonous sağduyuya uyduğu gö- ç-.ı.lışmalarıru sürdüren matematikçileri e-
rülen göriiJlerin doğru ve kuşku götür- leştirir. Berkeley aynı yıl Cloyne başpis­
mez olduğunda anlaşırlar. Böylelikle du- koposu olur. Bu dönemde yüzleştiği İr­
yularınuz aracılığıyla anında algılannuş landa'nın yoksulluğu onu derinden etki-
şeyler gerçek şeyler olur. ler. The Qııerİ!t (Sorgucu, l 735-1737)
İkinci kez çıkuğı Kıta Avrupası gezi- böylece ortaya çıka~. Berkeley bu çalış­
sinden döndükten sonra Berkeley, bilim masında, gerçek zenginliğin yaşanun ge-
felsefesi alanında kendisinin en önemli reksinimleri ve konforunun yeterince
yapıu sayılacak De Molll; si11e, De mobu karşılanması olarak tanımlandığını öne
prindpio et nalllra, et de 'aıua '01111111111i.-a- sürer. Kamu kurumlarının temel görevi-
Iİ0'1İs 111011111111 (Devinim Üstüne; ya da nin yurttaşlann dirlik ve düzen içinde
Devinimin Doğası, İlkesi ve Devinimle- mutlu olma~ıru sağlamak olduğunu dü-
rin İlişkilerinin Nedeni Üstüne) adlı ya- şünen Berkeley, uzun erimli bir eğitim
. pıtı l721'de yayımladı. Kari Popper'a programının yanı sıra tam istihdama yö-
göre Berkeley, bu yapıtta Newton'un sal- nelik toplumsal bir tasarım üzerinde de
uk uzam, zaman ve devinim kavramları­ durur. Kimi yorumcular, bu yönüyle o-
na karşı çıkarak bir görelilik kuranu or- nun, David Hume ile Adam Smith'e esin
taya koymuş, böylece Mach'ın ve Eins- kaynağı olduğunu savunurken kimileri
tein'ın öncüsü olduğunu gösterqıiştir. de onu Lord Keynes'in atası sayar. Sorg11-
l 752'de birkaç önemsiz değişiklikten ı:ılnun belki de en iyi bilinen bölümü
sonra yeniden basılacak olan bu yapıtta para kuramının anlauldığı yerlerdir. Şey­
Berkdey kuvvet ve çekim konularında lerin fiyatını ya da değerini arz-talep den-
önermeler ortaya koyar. gesiyle tanımlayan Berkeley, iktisada o-
Döneminin siyasal çalkanulan ve o- lan ilgisini yalnızca kuramla sınırlamaya­
laylan karşısında Eski Dünya'dan yılan rak iflah olmaz aylaklar için atölyeler
Berkeley Yeni Dünya'ya yelken açacak, kurmaya, yoksulları doyurmaya, hastaları
orada hem yerlileri Hıristiyanlığa kazan- iyileştirmeye çabalar. Hatta katran suyu-
dırmak hem de İsa'nın Krallığı'nı yeryü- nu her derde deva bir ilaç olarak ele al-
zünde kurmak amacıyla bir okul kurmak dığı son büyük yapıtı Siris: A Chain of
isteyecektir. Ancak, kendisine Avam Ka- Philosopbi'al Refkxions 0'1d lnq11iries Coııa:r­
marası'nın göndereceğini vaat ettiği para ning the Vif'f11es of Tar-uıater, attd dilltf'S other
gelmez, tasan başarısızlıkla sonuçlanır. .Sllbjem 'onne'1ed togeıher and arisi,,g One f
Ameıika'dayken Berkeley "özgür düşü­ rom A,,oıher (Siris: Felsefece Düşünme­
nürler"e ya da "yaradancılar"a karşı tipik ler, Katran Suyunun Yararları ve Birbi-
bir din ve Hıristiyanlık savunusu olan riyle İlişkili Çeşit Çeşit Konular Üstüne
Aldphron: or the Min11te Philosopher (Alcip- Araştırmalar) bu etkilerle yazılır.
hron: Küçük Filozof) adlı yapıunın en Berkdey, felsefe tarihinde en çok, İn­
azından büyük bir bölümünü kaleme a- ıa11 Bilgisinin İlkeleri ÜZ!f'İ11e ile Hylas ile
lır. Yedi söyleşiden oluşan bu yapıtın Philtmo11S Anmmla Üf Kon11f111dda ortaya
felsefe açısından en önemli söyleşisi, di- koyduğu metafızik görüşleriyle tanındı.
lin duygu uyandıran kullanımlarının ele Kuşkusuz metafiziği mahkfun eden türlü
211 BqYol

türlü savları arka arkaya sıralayarak or- yle birleşmiş


ve hep birlikte Erle.mnttıis
taya çıkmak ne kadar kolayalık sayılmış­ adlı dergiyi çıkartıp
bilimsel felsefe üze-.
sa, aynı biçimde John Stuart Mill'in öne rine çeşitli etkinlikler düzenlemişlerdir.
sürdüğü gibi Berkeley'i "en büyük fel- Ne var ki Almanya'da Nazilerin iktidara
sefe dehalanndan birisi" diye göstermek gelmesiyle Berlin Çevresi üyeİerinin ço-
de o denli abam olacaktır. Öte yandan ğu 'göç etmek zorunda kalmış, böylelikle
felsefe tarihinde Berkeleyrın, Locke ile· de topluluk dağılmıştır. Aynca bkz. Vi-
başlayan Hume ile devam eden yolda yana Çevresi; Reidıenbach, Hanı. ·
Kant'a ulaşmada önemli bir dönüm nok-
tası olduğu ortadadır. Berkdey'in, bir iki Bet Yol [İııg. Fr. Cİ"'J Voies;
p;,,, W9s;
yapıtı dışarda tutulduğunda, yapıtları bü- Alm. Fiiıif Möglithle.eitet1] Ortaçağ
felsefe-
yük oranda polemiklerle dolu giriş ki- sinin en önemli düşünürlerinden Tho-
taplarıdır. Görüşlerini olağanüstü zengin mas Aquinas'ın S11111111a Theologiae (I'anrı­
kaynaklarla besleyerek temellendirmiştir. bilim Tümyapıtı, 1266-1273) adlı yapı­
Onun hiç maddi olmayan, bütünüyle tında Tann'nın varlığını tanıtlamak için
Tann merkezli, içindeki insan ruhlarının öne sürdüğü beş savdan oluşan uslam-
doğrudan Tann'nın zihniyle söyleştiği ev- lamalar bütününe verilen ad. Aquinas in-
ren anlayışı, herşey bir kenara, parlak bir san aklının, yani felsefece usun sonuçtan
zekanın işidir. . nedene doğru akıl yürüterek· Tann'nın
Diğer bir anılması gereken yapıtı da varlığını tanıtlayabileceğini savunur. So-
ahlak ve siyaset felsefesinde ''yararcı" bir nuçtan nedene ya da ilinekten töze iler-
konumu savunduğu Passive Obttlimte (E- leyen bu tanıtlama biçimi, bir şeyin var-
dilgen Boyuneğiş, 1712) olan Berkeley, lığını o şey hakkında önceden bilgiye sa-
üniversiteye henüz pş oğlunun ya- hip olmaksızın ve de onu bize getiren
nında olmak için yerleştiği Oxford'ta sonucu ürettiğinden başka bir şey bil-
Hollywell Caddesi'ndeki bir pansiyonda meksizin öne sürmemize olanak tanır.
14 Ocak 1753'te öldü. Ayrıca bkz. de- Aquinas'ın Tanrı'nın varlığını tanıtlayan
neycilik; İngiliz Deneycileri; idea- uslamlamalan arasında en önemlisi ve en
Jizm; adcılık; modern felsefe; esse est bilineni olan Beş Yol uslamlaması, Tan-
percipi n'nın varlığını özel bir bilgi ya da dü-
şünme kipirie başvurmaksızın, akılyürüt­
Berlin Çevresi [İng. Bır!it1 Cirrle-, Fr. menin sıradan sürecini kullanarak tanıt­
Cmle Je Berlitr, Alm. Bırliıı Knit] 1920' lama çabası olarak olrunabilir.
!erin sonlanna doğru Hans Reichenbach' Auquinas'm Beş Yol uslamlamasının
ın çevresinde "bilimsel" felsefe yapmak sacayaklarını oluşuıran savlar sırasıyla
üzere toplanan bir grup felsefeci ve bi- şunlardır:
lim adamının oluşturduğu topluluk. Man- Bint1&i Sav (ille. DeııİtlJinı:i Uslamlaman):
tık ve matematik önermderinin fiziksel Hareket ya da devinim, ancak bir başka
dünyanın özünü betimlemediğini, yal- şey tarafından devinime geçirilmeyip ken-
nızca dilin temel yapısını ortaya koydu- diliğinden devinime geçen bir "ilk de-
ğunu savunan Berlin Çevresi'nin Reic- vindirici" varsa açıklanabilir. Kuşkusuz
henbach dışındaki önde gelen üyderi a- duyularımız dünyadaki başka başka şey­
rasında Kun Grelling. Cari Gustav Hem- lerin devinim halinde olduklannı bize a-
pel, David Hilben ve Richard von Mises çıkça göstermektedir. Ancak diğer yan-
adlan daha bir öne çıkmaktadır. Üyeleri dan, bir şey yalnızca onun üzerine bir
başta görelilik kuramı olmak üzere çağ­ kuvvet uygulandığında, başka bir deyişle
daş fizik ile olasılık kuramlarının çö- onda varolan gizilgüç başka bir şey tara-
zümlenmesinde etkin rol oynayan Berlin fından edimsel hale getirildiğinde devi-
Çevresi, daha sonralan Viyana Çevresi' nebilir. Bir şeyin kendi kendine devine-
BqYol 212

bilmesi olanaklı değildir çünkü o zaman y.t da değildir. Zonınluluklan için başka
ayru şeyin aynı anda hem gizilgüç du- şeye bağımlı olan zorunlu varlıklar son-
rumda hem de edimsel halde olması ge- suza dek geri götüriilemezler. Bundan do-
rekir ki bu da açıkça olanaksızdır. So- layı kendi kendis~n zorunluluğu olan,
nuçta devinim halindeki her şey her du- zorunluluğu için başka bir nedene ba-
rumda başka bir şey tarafından devinime ğımlı olmayan bir varlığın olması gerekir
geçirilmektedir. Bu devindiricilerin varlı­ ki bu da Tanrı'dır.
ğı sonsuza dek geriye götürülemeyece- DiirJii#cii Sav (fa1111 'nm varllğt111 tamtlt9a11
ğinden de bir "ilk devindirici"nin olması Yeth11lik Dereceleri U.rlamlama.tı): Dünya-
gerekir; eğer "ilk devindirici" yoksa ne d>ıki şeylerin değerlerinin mutlak bir öl-
başka bir devindiriciden ne de devinimin çüte göre sıradüzenli bir biçimde sırala­
kendisinden söz etmek olanaklıdır. Bu nışı en değerli, en yetkin olıın bir şeyin
durumda başka hiçbir şey tarafından de- varlığını gerektirir. Bazı şeyler diğerlerine
vinime geçirilmeyen bir "İlk Devindiri- göre daha iyi ya da daha kötü, daha yüce
ci"nin varolması zorunludur ki bu da yıı. da daha az yücedirler. Ama bir şeyin
Tanrı'dır. başka bir şeyden daha iyi ya da daha
İhl/t:i Sm• (fann't1111 varlıif111 tamtf,gan eı~ kötü olduğunu söyleyebilmek için ya da
m1bif#tl 11.tlamlama Jiyt Je bili#ett İlk Ne- şeyleri belli bir niteliği taşıyıp taşımadık­
den U.tlamlammı): Evrende hüküm süren larına göre derecelendirmek için karşı­
etkin nedenler zinciri bir "ilk neden"i zo- laştırılan özelliğin ya da şeyin en yüksek
runlu kılmaktadır. Doğadaki tüm şeyle­ derecesinin varolması gerekir. Bu bağ­
rin bir nedeni vardır; ancak hiçbir şey lamda en yüksek derecede olan bir şey,
kendisinin nedeni değildir. Hiçbir şey y-.ılnızca bir tane olan bir "en yüksek iyi"
kendisinin etkin nedeni ('1111.ta e.ffit:ie11.t) o- vardır. Thoınas Aquinas savının ikinci
lamaz çünkü her şeyin kendisini öncele- kısmında verili bir tür içinde en yüksek
yen bir etkin nedeni olması gerekir. Bu- derecede olanın diğer şeylerin nedeni ol-
na karşı birbirini izleyen etkin nedenler duğunu, dolayısıyla da diğer şeylerin var-
zincirinde bir ilk halkanın olması zornn- lıklarının, iyiliklerinin, diğer yetenekleri-
ludur çünkü etkin nedenlerin sonsuza nin ve özelliklerinin nedeni olan bir şe­
dek geriye götürülmesi olanaksızdır. E- }in var olduğunu, bunun da Tanrı oldu-
ğer ilk etkin neden yoksa, ne aradaki ne- ğunu ileri sürer.
denlerden ııı: de son nedenlerden söz &p11ci Sm• (fa#n'nı11 ıwrltğ1111 ta111ll<!Jtlll e-
açmak olanaklıdır. Bu uslamlamanın so- rekbi/yj.tel 11.tlanr/ama d_iye Je bili#m Diizett ik
nucu diğer şeylerin varolmasına neden Atlldf Uı/amlamaıı): Dünyada ofan biten
olsa da kendisinin varolmasına başka bir her şeyin, canlı cansız evrendeki tüm
şeyin neden olmadığı en az bir şeyin va- şeylerin amaçlı bir biçimde eylediği, bir
rolduğudur. Aquinas buradan da herke- ereğe doğru evrildiği açıktır. Böyle bir
sin Tanrı adını verdiği bir "nedensiz ne- amacın varoluşu da onu buyuran bir
den"in varolduğu, herkesin Tanrı diye varlığı zorunlu kılmaktadır. Bu düşünce
adlandırdığı bir "ilk neden"in varlığını evrendeki şeylerin yönetilme ve yönlen-
kabul etmemiz gerektiği sonucuna ulaşır. dirilme biçimine dayanmaktadır. Tho-
Üfii#di Sav (0/11111.tallık U.tlamlama.rt): Dün- mas Aqunias evrendeki şeylerin çoğu­
yada varolan şeylerin olumsal nitel.iği va- nun kendi başlarına bilme yetisinden, bir
roluşun farklı bir düzeyini, yani zorunlu amaç için eylemde bulunma yetisinden
bir varoluşa sahip olan bir şeyi gerektirir. yoksun olduklıı.nnı gö:r.lemler. Ancak bu
Çünkü ancak zorunlu bir varoluş, başka şeyler yine de en iyiye ulaşmak için da-
şeylerin ya da olumsal varlıkların nedeni ima aynı biçimde hareket etmektedirler.
olabilir. Her zorunlu olan şey de zorun- Bu gözlem şeylerin amaçlarına şans eseri
luluğu için başka bir şeye ya bağımlıdır değil, düzenlenip belirlenmiş bir prog-
213 Beşir Fuat

ram sonucu ulaştıklarını


ya da ulaşmaya yıllık kısa fakat verimli yazı hayatında Ce-
çabaladıklannı göstermekte ve aynca on- ritle-i Havôdilin başyazarlığını yapmış;
hırın amaçlarına "bilen" ve "zeki" bir Hfim' (1884) ve Giintı (1884) dergilerini
varlık tarafından yönlendirildiklerini an- çıkarmış; Terdiman-ı Hak;kat ve Saadet
latmaktadır. Öyleyse doğal şeyleri amaç- guetelerinde yazılar yayımlamıştır. Ah-
larına göre düzenleyen en yükseğinden met Mithat ve Muallim Naci ile edebi
"bilinçli" ve "zeki" bir varlığın varolması musahabeleri, Namık Kemal ve Mene-
gerekmektedir: Bu varlık da Tann'dır. menlizade Mehmet Tahir ile polemiğe
varan tartışmaları· olmuştur.
beşinci töz (İng. qınnteuena-, Fr. qmnı­ Beşir Fuat, Tanzimat aydınlarının çiz-
esmıce-,Alm. quinıessmz, Lat. IJHİlıla essen- gisinden büyük ölçüde aynlan ve Batı
/in) Aristoteles'in fiziğinde geleneksel felsefe alarnlannın ülkeye girmesinde ö-
*dört öğe'den; toprak, ateş, hava ve su- nemli rol oynayan ilgi çekici bir aydındır.
dan farklı olarak değişim ve bozulmaya Yeni Osmanhlar'ın rejim sorunları oda-
bağışık olan beşinci töz ya da öğe: aither ğındaki siyasi konular üzerinde yoğunla­
~'eter'). Simyacılar, evrenin dört öğenin şan fikirleri yerine gittikçe daha .fazla sık­
meydana getirdiği ayaltı evren dışında laşan kültürel temaslar yoluyla Batı'nın
kalan bölümünü oluşturan madde olarak kültürel cephesinin taklit, iktibas veya
"beşinci töz" kavramına tarih boyunca özümseme tarzlarıyla değerlendirilmesi
büyük ilgi gösternıiş; gerçek doğası tam devri olan il. Abdülhamit döneminde,
olarak bilinemediğinden ve varlığından XVIII. ve XIX. yüzyıllarda Batı'da yeni
emin olunamadığından insan için hep ortaya çıkan veya gelişen pozitivizm (ol-
gizemli kalan bu "madde"yi diğer mad- guculuk), materyalizm (maddecilik), na-
delerden damıtmaya çalışmışlardır. Ay- türalizm (doğalcılık) gibi akımları Os-
nca bkz. aither. manlı düşünce hayatına sokan önemli
bir öncüdür. Beşir Fuat'ın dünya görü-
Beşir Fuat (1852, İstanbul-1887, İstan­ şünün oluşumunda öğrenim gördüğü
bul) Batı felsefesinin, özellikle de poziti- Halep Cizvit Mektebi ve askeri okulların
vizm ile materyalizmin, bu topraklarda rolü büyüktür. Gerçekten de başta Tıb­
tanınmasına öncülük eden Osmanlı fel- bıye-i Şahane olmak üzere o yıllarda as-
~efecisi. keri okullarda maddeci görüşlerin ve bu
Fatih Rüştiyesi'nde ilköğrenimini yap- çerçevede fen bilimlerine ağırlık veren
tıktan ~onra bir süre Suriye'de Halep Ciz- Batılı eğitimin etkisi önemlidir. Pozitivist
vit Mektebi'nde okudu. Daha sonra İs­ ve materyalist özellikleri baskın olan bu
tanbul Askeri İdadisi'ni (1871) ve Mek- Jünya görüşü, tamamen felsefi >tnlamda
teb-i Harbiye'yi (1873) bitirdi. Harbiye'yi bir pozitivizm ve materyalizm olmayıp,
bitirince Sultan Abdiilaziz'in yaverliğine daha çok XIX. yüzyılın ikinci yansında
tayin edildi (1873-1876). 1876-1878 Os- Avrupa'da bütün düşünce ve bilim alan-
manlı-Sırp, 1877-1878 Osmanlı-Rus sa- larına nüfuz ederek yaygınlaşmış, maddi
vaşlarında ve Girit İsyanı'nın bastınlma­ ve gözlemlenebilir olaylara önem verme
sında görev aldı. l 884'te askerlikten is- şeklinde popülerleştirilmiş bir zihniyet
tifa ederek hayatını yoğun bir şekilde veya tutumu ifade eder. Beşir Fuat bu
yazmaya ve yayımcılığa verdi. Bir ara zihniyete, Harbiye'deki eğitimi yanında,
Darüşşafaka'da öğretmenlik yaptı. Haya- çeviri yapacak ve hatta yabancı dil öğre­
tına nasıl ve niçin son verdiğini açıklayan timiyle ilgili metot kitapları yazacak ka-
bir mektup bırakıp bileklerini keserek dar iyi bildiği üç Batı dilinden (Fransızca,
intihar etmiştir. İngilizce ve Almanca) okuduğu eserlerle
İlk yazılan 1883 sonlarında Etwôr-ı de sahip olmuştur. Nitekim Türk düşün­
ZekJ dergisinde çıkan Beşir Fuat, dört cesinin Emile Zola, Alphonse Daudet,
betim/leme/ler (kuramı) 214

Charles Dickens, Gustave Flaubert, Au- diği eser, gençleri bizim klasik Kelama-
guste Comte, Ludwig Büchner, Herbert ların zincirlerinden kurtararak daha geniş
Spencer, d'Alembert, De la Mettrie, ufuklar-a götürüyordu" diyerek Beşir Fu-
Chambers, Diderot, Claude Bemard, Ri- at'ın o günkü kuşaklar üzerindeki büyük
baut, Littre, J. S. Mili, H. G. Lewcs, etkisini belirtmektedir. Ancak bu etki,
Gabriel Tarde gibi Baulı edebiyatçılar ve pozitivizmin ve onun vurguladığı biçi-
filozoflarla ilk defa tanışmasında Beşir miyle bilimin; Comte'da da görüldüğü
Fuat'ın eserlerinin rolü önemlidir. gibi, kendisinden sonraki aydınların dü-
B.eşir Fuat önce Yunan filozoflarını şünce dünyasında yeni zincirler oluştur­
ı~ıııtmakla felsefeye başlar. 1883 yılında masına da yol açmış; Tanpınar'ın ifade-
l.ewes'ten "Fılozof, Herakleitos", "Sok- siyle bu görüşlerin "ilim mistiği'" derece-
rates'in Nutku'', "Anaksagoras" adlarıyla sinde bir metafizik olarak algılanması so-
küçük parçalar çevirir. Onun felsefi dü- nucunu doğurmuştur. Beşir Fuat'ın etki-
şüncelerinin oluşmasında pozitivizm ve sinde kaldığı diğer bir kişi de Fr-msız fiz-
materyalizm kadar realizm ve natüralizm yolojist Claude Bernard'dır. Fizyoloji ile
gibi edebi akımlann da etkisi büyüktür. ilgili Beıer adlı eserinde, madde için ge-
Bu bakımdan Fransız edebiyatında ro- çerli olan yasalann beden ve hayat için
mantizmi temsil eden Victor Hugo'yu de geçerli olduğunu, bedende "hayat
tııruttığı aynı adı taşıyan biyografik eseri, kuvveti" gibi metafizik nedenler arama-
Turk edebiyatının ilk eleştirel denemesi nın uygun olmadığını ileri sürerken, Bcr-
olduğu kadar natüralizmi Türkiye'ye ge- nard'ın Deııryse/Ttp İnalemesine Giriı ( 1865)
ıiren ilk eser olarak da önemlidir. adlı eserindeki pozitivist görüşlerinin et-
Beşir Fuat'ın natüralizmden poziti- kisindedir.
vizme ve materyalizme yönelişini göste- Beşir Fuat, fdsefi bir akım olarak po-
ren Voltaire (1304/1888) biyografisi ise zitivizmi Türkiye'ye ilk kez getiren, Türk
Türkiye'de Batılı bir düşünür hakkında aydınına tanıtan ve savunan kişi olarak
yazılan ilk eserdir. f/"frtor Hıtgo ile gele- Türk düşünce tarihindeki yerini almışur.
neksel Osmanlı edebiyaunın santimanta~ Eserleri: Viaor HHgo (1302/1886),
lizmini (duyguculuk) ve romantizmini Miftı:ih-ı Bedreka-i Usii11-1 Franseı11· I-11
yıkmaya çalışan Beşir Fuat, pozitif bilim (1302/1886), Beşer (1303/1887), Voltairr
ve düşüncenin savunusunu yapuğı Vol- (1304/1888), i11ıikad (1304/1888), ı"vlif
ıaire ile bir adım daha atarak, Doğu'nun tdJ>.ı Ustil-i Ta'lıi11 (1304/ 1888), Mekt11hiit
dini düşünce etrafında oluşan metafizik (1313/1897).
karakterdeki kelamının skolastik zihniye- Çevirileri: İki Bthek (Victor Bcrn.1fd-
ıini yıkıp yerine, C:omte'un yaptığı tarz- Eugene Granger'den, 1300/1884), Bi11·
da, meta fiziği dışlayan, yalnız gözlem ve b"fl Davet (K.F.Mor'dan, 1300/1884), Bi-
deneye dayanan pozitif bilimler üzerine rinci Kat Qames Cobb'dan, 1301/1885),
bir felsefe anlayışını getirmek ister. Btdreka-i Usihı-ı Franıevi (Emil Otto'dan,
Beşir Fuat. pozitivizmi Türkiye'ye ge- 1301/1885), Cinl!Jetin Tesiri (Emile Zola'
tirirken esasen Comte'un görüşlerinden dan, 1302/1886), Abnança M11allimi (E.
etkilenir. Bu etki, diğer felsefi sistemler- Otto'dan, 1303/1887), ilıgiliz..-e M11allimi
den yalnızca ismen söz ettiği halde, po- (E. Otto'dan, 1303/1887), U111/-i Ta'lıin
zitivizmi tanımlamasında ve materya- (E. Otto'dan, 1303/1887).
lizmle ilişkisini belirtmesinde açık olarak
görülür. Materyalizmi ülkeye sokarken betim/leme/ler (kuramı) [İng. ıbeory of
ise daha çok Büchner'in MaJde ve Klıwet Jmriptioır. Fr. tbiorie des description; Alm.
(l 855) adlı eserindeki kaba bilimci ma- theom der kenttZfidJnHngen, kcnnZ!id1111111gs-
teryalist görüşlerin etkisi altındadır. Hü- tbeorie, /Jesçhmb1111gıtheorie) Betim(leme)ler
seyin Cahit Yalçın, "Büchner'den çevir- Bertrand Russell'ın doğruluk değeri taşı-
215 betimleyicilik

yan bilgi nesnelerini doğruluk değeri ta- kaldırır: (A)ltın dağ vardır ancak ve an-
şımayanlardan ayırmak ve adlandırmak cak bir .'< vardır, o x altındır, dağdır ve
için tek başlık altında topladığı dilsel ifa- herhangi bir y hem altın hem de dağ ise
delerdir. Russell'a göre doğruluk değeri o y x ile bir ve aynı şeydir. Niceleme
taşımayan bilgi nesneleri hakkındaki bil- mantığı sembolleriyle yazarsak: (A)ltın
gimiz tanışıklık sayesinde edindiğimiz bir dağ vardır ancak ve ancak 3x (x alundır
bilgidir; Russell buna "tanışıklık yoluyla & x dağdır & 'Vy(1 altındır & y dağdır) --.
bilgi" (knoaıftdge l!J acq11ai11tance) der. Di- x=y). Bu ifade de hem alun hem de dağ
ğer yandan doğruluk değeri taşıyan bilgi olmayan bir şçy olmadığından yanlışur.
türü "betimleme yoluyla bilgi'"dir (k.110- Russell'a göre, tanışıklık yoluyla hak-
Jl'ledge l!J descripti011). Örneğin elmayı tanı­ larında bilgi edinilen şeylerin varlığı var-
şıklık yoluyla biliriz ama tanesi bin kilog- lıkbilgisel olarak sorunsuz iken, betim-
ram olan meyveyi eğer böyle bir meyve leme yoluyla haklarında bilgi edindiğimiz
varsa betimleme yoluyla biliriz. şeylerin varlığı sorunludur. İşte, Russell'
BetimQeme)le: kuramı ise gönderimi ın betimleme kuranunın amacı da hak-
olan ifadeleri gönderimi olmııyanlardan kında betimlemeler yoluyla bilgi edindi-
ayırabilmek için yine Russell tarafından ğimiz şeylere ilgili varlıkbilgisel sorunları
ortaya atılmış kurama karşılık gelmekte- ortadan kaldırmaktır.
dir. Betimler Kqranu'nın getirdiği çö-
züm felsefe tarihinde çokça işlenmiş, ör- betimleyici etik (İng. dermpti.11t eıhür, Fr.
neğin a/Jm dağ türünden, bildik örnekle- ithiq11e dermptiw, Alm. derkripti.11t eıhik]
rine benzemeyen, yeryüzünde varolmıı­ Ahlak felsefesinin, tek tek toplumların
yan bir şeyin gönderiminin olup olmadı­ ya da bir insan topluluğunun ahlaki e-
ğı epeyce tartışılmıştır. İngilizce'de be- ğilimlerini hiçbir yargıda bulunmaksızın
timlenen şeyin biricikliğini belirtmek için inceleyen; bir grubun ahlaki inançlarını,
betimin öneki gibi kullanılan "the" be- tutumlarını ve uygulamalarını yalnızca
tim edaunın yol açuğı sorun, gönderimi resmetmek için, yargılamak ya da sonuca
olmayan ifadelerin sanki gönderimi var- varmak adına değil de betimlemek için
nuş gibi kullanılmasıdır. Türkçe'deki "al- soruşturan dalına verilen ad. Aynca bkz.
tın dağ" sıfat tamlaması eğer tek bir şeye betimleyicilik
gönderimde bulunuyorsa, İngilizce çevi-
risi olan "golden mountain" ifadesinin betimleyici yöntembilgisi bkz. yön-
başına "the" betim edatı eklenir ve "the tembilgisi.
golden mountain" denir. Doğal olarak
İngilizce'de "thc golden mountain" den· betimleyicilik [İng. descriptiıi111r; Fr. drs·
diğinde, bu sanki varolan bir nesnenin ıTiptivis111r, Alm. deskriptiııis111Hij Ahlaki yar-
adıymış gibi kullanılır. İngilizce'de sorun gılann temd işlevinin insanlara yapılması
olan "tlıe" betim edatına Türkçe'de ya- ya da olması gereken şeyi bildirmek ol-
pay bir karşılık kullanırsak Russell'ın çö- duğunu savunan kuralkoyuculuğun kar-
zümü daha rahat anlaşılabilir. Örneğin şısında yer alan; ahlaki yargıların buyu-
baş harfi büyük ve paranteze alınnuş rucu ya da kuralkoyucu değil de yalnızca
"(A)ltın dağ" ifadesi İngilizce' deki "the "betimleyici" olduğunu, alılaki değer yar-
golden mountain" betiminin tam çevirisi gılarını dile getiren önermelerin de ancak
olsun. Bu durumda "altın dağ diye bir olgusal olduğunda "anlamlı" olacağını ö-
şey vardır'' dediğimizde bu apaçık yarılış ne süren etik öğretisi.
olacak, ama "(A)lun dağ vardır'' dediği­ İngiliz ahlak felsetecisi R. M. Hare'in,
mizde de sorun çıkacakur. Şimdi, Rus- sawnuculuğunu üstlendiği kuralkoyucu-
sell'ın bu sorunlu betimsel ifade için ö- luğun kuramsal temellerini atarken kendi
nerdiği mantıksal açılım sorunu ortadan görüşünün karşısına yerleştirdiği betim-
bhakti 216

lcyicilik, ahlak alanında "olması gereke- tikle Platon ve Aristoteles'in metafizikle-


ni" değil de "olanı" araştırmaktan yana rinde kullandıkları "biçim" kavramı, or-
bir tutum sergiler. Başka bir deyişle, be- taçağ felsefesinde de skolastikler aracılı­
timleyicilik insana ne yapması ya da nasıl ğıyla varlığını sürdürmüş, daha sonra
davranması gerektiğini söyleyen; insan. Kant'ın eleştirel felsefesi eliyle farklı bir
etkinliklerinin yönünü çizmek adına ku- anlam kazanarak günümüz felsefesine dek
rallar saptamanın peşine düşen bir ahlak ulaşmıştır.
felsefesi anlayışına karşıdır. Ahlak felse- İlk yetkin biçim kuramına bilginin
fesinin ödevi, insanlığın içine düştüğü ancak salt.•.k, değişmez bilgi nesneleri söz
"hastalığa" reçete yazmak değil, bu has- konusu C'lduğunda olanaklı olabileceğini
talığın nasıl oluştuğunu göstermek, ne- savunan Platon'da rastlamakta}1Z. Platon
den kaynaklandığını tanımlamaktır. Ay- ~eğişmez bilgi nesnelerinin Adalet, Gü-
nca bkz. kuralkoyuculuk. zellik, İyilik gibi İdealar ya da Biçimler
olduğunu savunur. Bir kavramın adı al-
bhakti (San.) İzlerine *Vedalar'da, özel- tında anılan bütün şeylerde ortak olan
likle de Varuna İlahisi'nde rastlanan, Tan- belli bir özün, şeyleri oldukları şey yapan
n karşısında doğal bir duruş olarak köklü özgül niteliklerin o şeylerden .bağımsız
bir tapınmayı anlatır kavram. olarak varolması gerektiğine inanan Pla-
ton'un sınırlanmış, belirlenmiş, diizen-
bırakılmıflık [İng. aba11do1111mıt, Fr. aban- lenmiş, değişmez olanın niteliği olarak
do""tment, Alm. m1assenhei4 Varoluşçu "biçim" kavramı üzerine inşa ettiği "İ­
felsefede, özellikle de Sartı:e gibi tanrıta­ dealar Kuramı" gerçekçi bir tümeller var-
nımaz varoluşçu düşünürlerde geçen, lıkbilgisi olarak nitelenebilir.
Tanrı'nın yokluğunda insanın dünyadaki Aristoteles de Platon gibi "biçim"i
durumunu, "tekbaşınalığını" vurgulamak bir şeyi anlaşılır kılan ve anlık tarafından
için kullanılan kavram: "terkedilmişlik". kavranabilir şey olarak düşünse de Pla-
Buna göre, Tarui'nın varolmadığı ya ton'un Biçimlerin şeylerden ayn, bağım­
da bizi yüz üstü bırakıp gittiği bir dün- sız bir varoluşa sahip olduklarına ilişkin
yada yaşamımıza anlam katacak, bize yol görüşünü reddeder. Aristotcles'e göre ba-
gösterecek her türlü nesnel değerden de ğımsız olarak varolanlar tözlerdir ve tan-
yoksun~dur. İnsan, yaşamı anlamlandır­ n gibi birkaç önemli istisnanın dışında
ma savaşımında "yalnız" kalmıştır; dün- tözlerin hepsi "madde" ve "biçim"in bir-
yanın içine sessizce bırakılıvcrmiştir. İn­ araya gelmesinden oluşur. Madde biçim-
sanın yaşamı boyunca tüm kararlannda, den, biçim de maddeden •ıyn olar:ık var-
doğruyu yanlıştan ayırma çabasındaki olamaz. Ancıık Aristotcles'e göre bu iliş­
tüm seçimlerinde yalnız olduğunu dile kide biçim (ya da biçimsel neden) mad-
getiren bu ''bırakılnuşlık duygusu", he- deyi varlığa getiren şey olarak belirleyici-
men her varoluşçu düşünürde önemli dir. Biçim etkinliktir; yetkinliktir; bir şe­
bir yer tutar. Aynca bkz. fırlatıJmışlık. }in yöneldiği içkin amaçtır. Örneğin ruh,
canlı bedenin biçimi olarak onu birarada
biçim (form) [İng. fon1r, Fr. farme-, Nm. tull!n, geliştiren, onu "varlık" yapan il-
farnr, Yun. tiJor, LaL jof7111r, es. t. .riim) kedir. Bu anlamda maddeye içkin olan
Yunanca *eidos teriminin karşılığı olarak, biçim o şeyin gelişimini açıklar. Aristo-
gizilgücün karşısında edirnselliği, eksikli- teles'e göre bir şey ancak tam anlamıyla
ğin karşısında yetkinliği, parça(lanmış)lı­ geliştiğinde bütün olarak anlaşılabilir bir
ğın karşısında bütünlüğü temsil eden şey: yapı haline gelir; bu yüzden bir şeyin ge-
varlığa temel özelliklerini kazandırarak lişimi o şeyin kendi içkin biçimini edim-
onun özünü belirleyen, "madde"ye kar- selleştirme çabası olarak görülebilir.
şıt ilke. İlkçağ Yunan felsefesinde özel- Öte yandan Immanuel Kant biçimi
217 biçimsel dil

deneyimin apriori boyutu olarak görmüş­ ran ki kendi eyleminin herhangi bir za-
tür. Kant'a göre deneyimin bilgisinde manda ve yerde herhangi bir kimse için
maddi olan duyu verilerinin yanı sıra bir de evrensel bir yasa düzeyine çıkarılma­
de a priori biçim söz konusudur. Duyu sını isteyebilesin" savsözünde bulan Im-
verileri ancak düşüncenin maddeye iliş­ manuel Kant'ın biçimci (ödev) etiğinde
tirdiği bu a priori ilkelerle kavranabilir ve matematik felsefesinde David Hil-
hale gelir. Kant'ın aşkınsal felsefesinde bert'in biçimci "program"ında ön pfona
zaman ve uzam kavramlan ile kategori- çıkmış; ruhbilimde ise Alman İdealizmi
ler, Platon ve Aristoteles'in onlara atfet- kendisini, temel olarak bütünün kendini
tiği varlıkbilgisel temelden yoksun bi- oluşturan parçalardan farklı özerk bir ya-
çimler olarak, bilgi ve deneyin insan du- pı olduğu düşüncesi üzerine kurulu Gcs-
yarlığı ile insan anlığındaki zorunlu ko- talt kuramıyla (Gesta/11/ıtom), "çağrışımcı
şullan olarak kavranır. Aynca bkz. bi- ruhbilim"e karşı ruhsal olaylann bir bü-
çimcilik; İdealar Kuramı; madde. tüne bağlı olup anlamların bu bütünden
alındığı yollu görüşü savunan "biçimci
biçimci etik [İng. eıhkal farmaliınr, Fr. ruhbilim" olarak ortaya koymuştur. Ya-
farmalisnıt lıhiq11e; Al m. eıhis•her farnıalis- zın alanında ise biçimcilik, yaklaşık 1915'
111mj Ahlak felsefesinde, bir eylemin ah- ten 1929'a kadar Rus yazınında etkinli-
lak açısından uygun ya da doğru olup ğini sürdürmüş olan, Roman Jakobson'
olmadığını belirleyen şeyin, o eylemin un öncülüğünü yaptığı, yazınsal metinle-
iı,.-erdiği öz ya da eylemin içeriği değil de rin çözümlenmesine ve eleştirilmesine
biçimi olduğunu öne süren öğreti; ahlaki yönelik özel bir yaklaşımın adıdır. Bu
bir ölçütün ya da yasanın, kural olarak yaklaşım içeriğe yönelik öznel yorumlar-
ortaya koyduğu şeyin geçerli olup olma- dan kaçınıp anlatım teknikleri, ses ile an-
masından bağımsız olduğunu savunan lain özellikleri arasındaki ilişkiler ve çe-
görüş. şitli yapısal ayırt edici özellikler üzerine
Bu bağlamda Kant'ın ahlak felsefesi- yoğunlaşır. Aynca bkz. biçim; biçimci
nin biçimci bir etik anlayışı olduğu kabul etik.
edilir. Sözgclimi Max Scheler, Kant'ın
biçimsel ahlak öğretisini ifornıafiıı ethile) biçimsel dil [İng. forma/ lang11age; Fr. lan-
karşısına alarak, görüngübilimi de arka- g11e fanneUt; Alm. fonnak ~a•he] Yorum-
sına alarak temellendirdiği içeriğe dayalı lanmamış bir göstergeler (örneğin bir
değerQer) öğretisini ortaya koymuştur. sözcükteki s, p, r harfleri gibi) dizgesi.
Mantık, matematik ya da matematiksel
biçimcilik (İ ııg. .fon11afimr, F r. .forma/isme; mantık gibi <lalhırda kullaıulaıı biçimsel
Alm. farmaliı11111r, es. t. ıek€2"e] En genel diller yalın simgeleriyle ve biçimleniş ku-
anlamda, herhangi bir düşünce alanında rallarıyla ayırt edilebilirler. Başka bir an-
biçimi, biçimleri ya da biçimsel öğcleri latımla biçimsel diller satrançta olduğu
vurgulayan ve onların arasındaki ilişkiler gibi kurallar aracılığıyla düzenlenip sıra­
üzerinde yoğunlaşmayı savunan görüş. lanabilen işaretler dizisidir. Biçimsel dil
Yerleşik felsefe dilindeyse varlığın neli- tasarlamanın bir nedeni de· -örneğin
ğini oluşturanın biçim olduğunu, ger- Türkçe, Almanca gibi- doğal dillerdeki
çekliğin ancak biçime odaklanarak kav- muğlaklıkları ortadan kaldırmaktır. Bi-
ranabileceğini, gerçekliğe ulaşmada özün çimı;el diller (yorumlanmamış işaretler
ya da içeriğin değil de biçimin belirleyici dizgesi) ile yapay dillerin (doğal olmayan
olduğunu öne süren öğreti. Hemen he- ama yorumlanmış biçimsel diller) bir-
men bütün düşünce alanlannda rastlaya- birleriyle karıştınlmaması gerekir.
bileceğimiz biçimcilik, özellikle, ahlak fel- Biçimsel dil standart birinci basamak
sefesinde en güzel ifadesini "ôyle dav- mantığında değişkenler, değişmezler,
bileşik idea 218

mantıksal eklemler, izerge ve bağıntılı felsefe) arasında bir uyuşmazlıktan; İngi­


simgeler, ayraçlı yazılış biçimleri, nite- lizce, Fransızca ve Almanca'daki kulla-
likler ile düzgün tamdeyimin oluşturul­ nım farklılıklarından doğan bir anlam
ması kurallarından meydana gelir. Kurt bulanıklığından ya da çokluğundan söz
Gödel birinci basamak kuranunın düz- açılabilir. Üstelik bu farklı kullanımlann
gün tamdeyiıni için doğal sayıları kullan- hiçbiri de -sözcüklerin Eski Yunanca'
mak üzere bir yöntem bulmuş ve bu daki köklerine döndüğümüzde- yanlış
yöntem ünlü eksiklilik kanıtsavına -bi- değildir.
rinci basamak mantığının tüm doğru ö- İngilizce konuşulan ülkelerde bu kar-
nermeleri birinci basamak mantık dizgesi maşıklığın üstesinden gelmek için iki ayrı
dahilinde kanıtlanabilir; başka bir de- yöntemin kullaruldığı gözlenmektedir: İl­
yişle, doğal sayılan kullanan her ilksavlı ki, "gnoseoloji"yi etkisiz tlema11 gibi göre-
kuramın doğru ama kanıtlanamayan bir rek, yani görmezden gelerek "epistemo-
önermesi vardır- temel sağlanuşttr. loji" ile "theory of knowledge"i bilgileıl­
ramlyla karşılayıp özdeşleştirme yönte-
bileşik idea (İng. compomıd (mmpltx) idea; r:nL Nitekim İngilizce yazılmış felsefe
Fr. idie mmposf, Alm. Zf1Sam111engesetz!e idee] söziüklerinin hemen hepsi "gnoseology"
bkz. Locke, John. niıı karşısına "epistemoloji"nin eşanlam­
lısı diye yazmakta, bazıları da bu t.anınun
bileşik önerme bkz. önerme. önüne "modası geçmiş" ya da "pek sık
kullanılmayan" sıfatını eklemektedir. Fel-
bileşim yanıltısı bkz. yanıltılı uslam- sefe tarihçilerinin yeğlediği bir çözüm o-
lama biçimleri. hm ikinci yöntem ise "epistemology'',
"gnoseology'' ve "theory of knowledge''
bilgelik bkz. sophia; ana erdemler. terimlerini bir potada eriterek "bilgi fel-
sefesi"yle (phi!Dsopl?J of knoıvltdge) karşı­
bilgi felsefesi bkz. bilgikuramı. lamaktan oluşmaktadır. (Görüleceği üze-
re, bizim bu sözlük için önerdiğimiz ya
bilgi öğretisi bkz. bilgikuramı. da yeğlediğimiz çözüm bu iki yöntemin
bir bireşimidir. Gerek bu zorunlu kök-
bilgibilim (epistemoloji) bkz. bilgiku- bilgisel açıklamayı her maddenin önüne
ramı. koymamak, gerekse madde içeriklerinde
yinelemeden kaçınmak için bu yol tercih
bilgikuramı (bilgi felsefesi) [İng. tpiste· edilmiştir. Aynca, söz konusu iiç terim
111ofno/ theory of k11owledge/gnoseology, Fr. için Türkçe'de kullanılan ya da önerilen
ipistimofngie/ thiorie de la tvflflaİssana/g110- sözcüklerin hemen hepsi bu maddede
siologie-, Alm. epinemologie/ erkennhtistheorie/ geçmektedir.)
gtıoseologie-, es. t mebhar-i ma'rifat/ ma'rifat Oysa ki Franstzca'da "epistemoloji"
nazatt.l>'en] [[Eski Yunanca'da "bilgi" ile ile "gnoseoloji" arasında açık bir aynma
"bilim" anlamlarına gelen tpisteme/gnnsis gidilmiştir. "Bilim felsefesi"ne yakın bir
sözcükleri ile "öğreti", "açıklama", "te- anlamda -hatta yer yer eşanlamlı- kulla-
mellendirme" gibi anlamlar taşıyan logos' nılan "epistemoloji", bilimlerin ortaya
tan türetilmiş felsefe terimleri: epistemo- koydukları felsefi sorunları irdeleyen, tek
loji (bilgibilim); gnoseoloji (bilginin bil- tek bu bilimlerin yöntemlerini, ilkelerini,
gisi); bilgikuramı ya da bilgi felsefesi. varsayımlarını ve sonuçlarını eleştirel bir
Özellikle "Epistemoloji" ile "Gnose- gözle soruşturan felsefe dalı olarak "bi-
oloji" terimlerine yüklenen anlamlar bağ­ lim kuranu"na karşılık gelmektedir. Bu-
lamında, Kıta felsefesi geleneği ile Ang- na karşı, "gnoseoloji" sözcüğü "theorie
losakson düşünce dünyası (çözümleyici de la connaissance"la birlikte tam anla-
219 bilgikur:mu (bilgi felııefesi)

mıyla "bilgikuramı"nı karşılamakta ve nesrie arasındaki ilişkinin neliğini irdele-


felsefe metinlerinde teknik bir terim ola- yen felsefe dalı.
rak yeğlenmektedir. "Bilginin kaynağı ya da kökeni ne-
Almanca'ya gelindiğindeyse, "bilgiku- dir?" sorusu bağlamında, verilen yanıtla­
ramı''nı tam olarak karşılayan sözcük ra bağlı olarak felsefe tarihinde çok te-
"erkenntnistheorie"dir. "Epistemoloji" i- mel iki ana felsefe anlayışı öne sürül-
se bilgi ya da bilim öğrctis.i anlamına müştür. Bunlardan ilki insan bilgisinin
gelmekle birlikte felsefe alanında olduk- tek kaynağının duyular yoluyla gerçek-
ça az kullanılan bir terimdir. Almanca'da leştirilen deneyimler olduğunu ileri süren
"bilgi öğtetis.i"ni karşılayan asıl sözcük Demyrilik anlayışıdır. Deneycilik anlayı­
"erkenntnislehre"dir, ancak "gnoseoloji" şının izleri felsefe tarihinde geriye doğru
terimi de "bilgi öğtetis.i" anlamında yay- sürüldüğünde "Stoacılık" ile "Epikuros-
gın bir biçimde kullanılmaktadır (sözge- çuluk"a dek uzandığı görülmekle birlik-
limi Baumgıırten ile Hartmann'ın felsefe te, bu anlayış en yetkin biçimiyle başını
metinlerinde). Almanlann "bilgi öğteti­ Locke, Berkeley ve Hume'un çektiği
si"ııden anladıldan, bilgi üzerine yüriitü- "İngiliz Deneyciliği"nde temellendiril-
len toplumbiliınsel ve ruhbilimsel soruş­ miştir. Bunun yanında David Hartley ve
tunnalan da kapsayan; her yönüyle bilgi Joseph Priestley tarafından ortaya aulan
eleştirisini, mantık ile bilgikurarnının yön- "Çağrışımcı Deneycilik" deneyciliğin bir
temlerinin eleştiri süzgecinden geçirilme- sonraki aşamasına karşılık gelirken, Vi-
sini de içine alan en geniş anlamında bil- yana Çevresi düşünürlerince geliştirilen
menin ya da bilginin bilgisidir. Bilginin "Mantıkçı Olguculuk" ya da "Manukçı
neliği üzerine düşünmenin tarihi İlkçağ Deneycilik" deneyciliğin en son biçimini
Yunan Felsefesi'ne uzanmakla birlikte, almış modern uzantısıdır. Yuie aynı fel-
ancak XIX yüzyıldan sonra dolaşıma gi- sefe sorusuna karşı verilen öteki yanıt
ren Almanca "erkenntnistheorie" sözcü- doğrultusunda temellendirilen yaklaşım
ğüyle birlikte "bilgikuramı" terimi felse- ise Urf11/11k diye anılmaktadır. Aynı de-
fede yerleşiklik kazanmış ve başka dil- neycilik gibi usçuluğun da felsefe tarihin-
lerde de kullanılır olmuştur. Aynca Al- de değişik biçimleri bulunmakla birlikte,
manca'da "erkenntnisproblem" (bilgiso- en genel anlamıyla usçuluk, bilginin kay-
runu), "etkenntnisgtund" (bilginedeni/ nağının deneyden bağımsız ya da deneye
bilgitemeli). "etkcnntnissoziologie" (bil- önsel bir ussallık alanı ya da soyut ve ge-
gi toplumbilimQ, "erkenntnispsycholo- nel kavramlar üzerine dayalı üst düzey
gie" (bilgi ruhbilimı) gibi bilginin neliğini bir duyum alanı olduğunu ileri sürmek-
k.uşııtan birçok sözcük de türetilmiştir.]] tedir. Usçuluk anlayışının en önemli sa-
İnsan usunun doğası, duyular ile al- vunuculan arasında Platon, Aristoteles,
gının yeri, gerçek bilgi ile bilgi sanılanı Augustinus, Descartes, Leibniz ve Spi-
neyin ayırdığı gibi konular doğrultusun­ noza gibi daha çok klasik dizgeci fılozof­
da bilginin doğasını, kaynağı ile köke- lat en ön sırada yer almaktadırlar.
nini, bilgi savlannın geçerlilikleri ile sı­ Yine "İnsanın kesin bilgiye ya da kuş­
nı.tlannı, bütün yönleri ve öğeleriyle bir- kuya yer bırakmayan bir açıklıkta doğru­
likte bilme süreci ile bilginin özünü so- ya ulaşması olanaklı mıdır?" sorusu bağ­
ruşturan; bilginin olanaklılığını, geçerli- lamında ise irili ufaklı pek çok anlayışın
liği ve doğruluğu ile koşullan ve türlerini arasında yine üç temel anlayışın felsefe
ele alıp inanç, kuşku, kesinlik gibi kav- tarihinde daha bir öne çıktığı göriilmek-
ı:ıımlarla ilişkisini tartışan; nelerin bilgi tedir. Bu anlayışlardan ilki usun doğruya
nesnesi olarak kabul edilebileceğini be- ulaşma yetisi taşımadığını ileri süren Kıiı·
lirlemeye çalışan; tüm yönleriyle bilginin h1t111Nk iken, ikinci yaklaşım insanın il-
değerini amştınp bilen özneyle bilinen kece doğruya ulaşmasının ancak belli ko-
bilgikuraını (bilgi felsefesi) 220

şutlar altında olanaklı olduğunu savunan <lir.


Dogmaalık anlayışıdır. Kuşkuculuğun a- Başka türlü söylendikte ya da özetk~
dından en çok söz ettiren savunucuları yecek olursak, bilginin sınırlarını tartışan,
arasında bir yanda İlkçağ Kuşkuculuğu' bilinebilir olanın alanını belirlemeye çalı­
nun en önemli sözcüleri Pyrrhon, Aene- şan birinin buna başlamadan önce sora-
sidemos ile Sextus Empiricus, öbür yan- bileceği, daha temel gibi görünen bir so-
da başta Gorgias ile Protagoras olmak ru şudur: Bilgi olanaklı mıdır? Bu soruya
üzere bütün Eski Yunan Sofistleri bu- olumsuz yanıt veren kuşkuculara göre,
lunmaktadır. Buna karşı kendi içinde de- bilginin olanağı sorunludur çünkü bilgiyi
ğişik biçimleri bulunan dogmacılık anla- bilgi olmayandan ayırdedebilmemiz için
yışı, Platon'la başlayıp Kant'a gelinene bizim elimizde bu ayrımı yapmamıza ya-
dek bir biçimde bilgi ile doğruluğa u- rayacak bir geçerli yöntem olmalıdır. Oy-
laşma ülküleri uyarınca düşünmüş, kuş- sa böyle bir yöntemin kendisinin bilgi
. kuculuğun temel öncüllerine şiddetle karşı olmayandan ayırdedilebilmesi için kendi
çıkmış hemen bütün filozofların kalkış geçerliliğini denetleyebilme gücü olmalı­
noktasını oluşturmaktadır. Öte yanda bu dır. Ama yöntemi kabul etmek için ken-
iki anlayış arasında üçüncü bir orta du- disine başvurursak temellendirmemiz
ruş Kant'ın felsefesinde kendisini göster- döngüsel olacaktır. O halde bilgiyi bilgi
mektedit. Eleştirialik ya da Eleşti~/ Felsefi olmayandan ayırdedebilecek bir yöntem
diye adlandırılan bu anlayışta, bilgi ya da bahsedildiği şekilde olamaz. Bu güçlü kuş­
doğruluk sorununun çözümü, insan usu- kucu temellendirmeye rağmen, felsefe ta-
nun ilkece neyi bilip neyi bilemeyeceği­ rihi bilgiye olanak tanıyacak bir kaynak
nin sınırlarının çizilmesine bağlı olarak arayışına sahne olmuştur. Çeşitli bilgiku-
sunulmaktadır:'Buna göre, bilgi her du- ramları bilgiyi algt temelinde, bellek teme-
rumda anlama yetisinin kategorilerinde linde, 11s temelinde, seztj. temelinde vb.
deneyden ·geıen duyu verilerinin işlen­ kurmaya çabalamıştır. Bilgikuramı ıari11i­
mesiyle olanaklıdır. Kant usçuluk ile de- nin tipik ayrımı Kıta Usr11/an (Descanes,
neycilik arasında gittiği bu bireşimle bir Spinoza, Leibniz) ile İııgiliz. Denryalen'nin
anlamda başta sorulan felsefe sorusunu (Locke, Berkeley, Hume) görüşleri ara-
geçersiz kılarak, kendinden sonraki pek sındaki ayrımdır. Dünya hakkındaki bil-
çok düşünür üzerinde son derece önemli gimizin salt ussal ve a priori olduğunu
etkilerde bulunması bir yana felsefe tari- savunan Kıta Usçulan'na karşı, İngiliz
hinin akış yönünü değiştirmiştir. Nite- Deneycileri bilgımizin salt deneysel ve a
kim Kant'ın Eleştirialik anlayışı bir yanda posıeriori olduğunu savunmuştur. Imma-
Ö'{!ıtkilik anlayışının öbür yanda Giiriiıı­ nucl Kant bu keskin görüş ayrılığını,
gikiiliik anlayışının doğmasına olanak ta- dünya hakkında hem ussal hem de de-
nımıştır. Fichte, Schelling, Schopenhau- neysel bilginin vazgeçilmez olduğunu
er, Hegel gibi Alman İdealisderince te- göstererek büyük ölçüde ortadan kaldır­
mellendirilen öznelcilik anlayışının uç bi- mıştır. Kant sonrası bilgilrnramları dünya
çimleri duyu izlenimleri ile onlarla bağ­ hakkındaki bilgimizin ne kadarının ussal
lantılı kategorilerin bütünüyle zihnin ne kadarının deneysel olduğu üzerine ya-
kendi temsilleri olduğunu ileri sürerek pılan birçok tartışma konusu b-.ırındınr.
bir anlamda dünyayı zihinsel bir şiir ola- Bilgikuramı tarihinin en önemli ge-
mk görürken, buna karşı manukçı olgu- lişmelerinden biri 1963 yılında Edmund
cu düşünürlerce sonuna dek taşınmış Gettier'in Platon'a atfedilen bilgi ranımı­
görüngücülük anlayışı bunun tam tersine nın yetersiz olduğunu ortaya koymasıdır.
bütün duyumlar ile izlenimleri dış dün- Amerikalı felsefeci Gettier iiç sayfalık
yanın varlığına bağlayarak zihni edilgen ''Temellendirilmiş Doğru İnanç Bilgi
bir alımlayıcı konumuna yerleştirmekte- midir?" ("Is Justified True Belief Know-
221 bilginin kazıbilimi

lcdge?", Ana!Jsit 23, s. ~21-123) başlıklı ortaya atılan kuramlar içselci ve dışsalcı
kısa yazısında Platon'un bilgiyi halt.lı nrıle­ olmak üzere ikiye ayrılır. İçsel haklı ne-
ııi vtribni//gmlr.plt11diri/111q/ le111tlleı1tlirilmif den gösterme bilen öznenin zihinsel du-
"doğru kanı" olarak tanımladığını belirtir. rumunu gözetir ve haklı neden göster-
Tanımı açarsak: Bir insan ''jl' olgusunu meyi bilenin inandığı şey için makul bir
biliyordur ancak ve ancak p olduğuna neden gösterebilme yetisine dayandırır.
inanıyorsa (yani p olduğu kaıusındaysa), Buna karşılık dışsal haklı neden gös-
p olduğu doğruysa ve p olduğuna dair terme bilen ile bilinen amsında keskin
haklı nedeni varsa. Gcttier Platon'un ta- bir ayrımı kabul eder ve aralarında ger-
nımına uyan ama bilgi olması kabul edi- çek anlamda varolan bir bağlanu arar.
lemez örneklerin varlığına işaret etmiştir. Dışsalcı kurama göre, bu bağlantının
Örnekse: Ali'nin pinokyo marka kırmızı Gettier sorununa çözüm olarak önerilen
bir bisikleti olduğunu bilen Ahmet, Ali'yi nedensel bilgikuramında olduğu gibi bi-
Ayşe'nin kırmızı pinokyosuna binerken zim dışımızda varolan bir şeye ait olması
gördüğünde "Ali kırmızı pinokyosuna gerekmektedir.
biniyor veya Ayşe evde annesine yardım
ediyor" önermesinin doğru olduğunu bilgilnıramıal idealizm bkz. idealizm.
söyleyecektir. Bu önermeye kısaca p di-
yelim. Ahmet p olduğunu biliyor diye- bilgikuramsal kopuf [İng. episte111olotfaal
meyiz, çünkü biliyoruz ki Ali'nin bindiği brrale-, Fr. tonptm lpillİllloloiqg, Alm. tpis·
bisiklet Ayşc'nin kırmızı pinokyosu. Öte ıemololiıther brom] bkz. Bachelard, Gas-
yandan Ayşc'nin o an evde annesine yar- ton; Canguilhem, Georgcs; Althusser,
dım ettiği doğru olsun. Bu durumda "p" Louis Piette; episteme.
önermesi doğru 9Jacaktır. Yani sonuç o-
larak Ahmet, p olduğuna inanmasına, bilgikııramsal yoksayıcılık bkz. yok-
bunun için haklı nedeni olmasına ve p' sayıcılık.
ııin gerçekten de doğru olmasına rağmen
Ali'nin p olduğunu bildiği söylenemez. bilginin kazıbilimi (İng. mrhtolog of
Ali yalnızca şans eseri p olduğunu tut- lr.no111ltdge; Fr. arrhiologie tin 1"'10İr, Alm. ar-
turmuştur ve bu bilgi sayılmaz. Bu tür ,-Jıiiololit ıles wisımı] Fransız felsefeci Mic-
örnekler üzerine Platon'un bilgi tanımını hel Foucault eliyle geliştirilmiş yan fel-
iyileştirmek için ntdmsel bilgiltım11111 deni- sefi yarı wihsel yönelimiyle dikkat çe-
len bir bilgikuramı ortaya atılmışur. Bu ken, insanlann ya da toplumların geç-
kurama göre Platon'un öngördüğü ko- mişten günümüze bırakuklannda hep
şullara ek olarak, bir düşüncenin bilgi ol- belli pmtik yamrlar dde etmek am:ıcıylA
·ması için haklı nedeninin bilenle bilinen yapılan düşünsel kazı çalışmalarıyla ger-
şey arasında ncdens.el bir. ilişkiye dayan- çekleştirilen araşarma tekniği. Ele alınan
ması gerekir. Örneğe göre, Ali'nin p için söylemin düzeninin enine boyuna ka-
haklı nedeninin Ayşe'nin evde annesine vuşturularak incelenmesi. Düşünsel ya-
yardım etmesiyle nedensel bir bağı ol- şamının başlarında yazdığı kitaplan birer
malıdır ki Ali p olduğunu biliyor diyelim. lr.af(Jbilim çalışması olarak niteleyen Fou-
Gcttier'in ortaya koyduğu zorluğun yüz- cault, yapısalcılığın kullandığı yöntemle-
yıllar boyunca farkcdilmemiş olması çok rin temel varsayımlarının tam tersine,
ilginçtir. Bu ilginç tarihi olgunun yarat- bilgiyi ya ela bilgiyle ilintili bütün kav-
tığı bir sonuç olarak bugün, özellikle çö- ramları hem bilinçten hem de belli bir
zümleyici felsefede bilginin halr.lı nttlen yapı düşüncesinden bağımsız olamk salt
§J"sle1711e (i11ıtif1talioır. temellendirme) kav- toplumsal ve dilsel düzeydeki pratikler
ramı ile ilişkisi üzerinde ·durulmaktadır. üstüne yoğunlaşacak biçimde tasarla-
Haklı neden göstermeyi açıklamak için mışur. Ne var ki kimilerinin gözünde
bilginin kazıbilimi 222

Foucault'nun bilginin kazıbilimi yönte- tam da bunların alunda yatan dilsel ya-
mi, başından sonuna dek yansız nesnel pıları gözden kaçıran yerleşik düşünce
bir konumdan, kendi deyişiyle yüzü bu- tarihi karşısında kazıbilim yönteminin
lunmayan bir kişi olarak konuşarak, de- üstünlüğünden yararlanarak varmıştır.
ğişimi açıklamaya yönelik nedensel ku- Bu anlamda söylemsel pratikleri olduk-
ramlardan uzak durmaya ayn bir özen ları biçimleriyle betimleyen kazıbilim ile
gösterdiği için özünde yapısalcı bir doğa söylemlerin gerisindeki iktidar ilişkilerini
sergilemektedir. Bu bağlamda Foucault' araşuran soybilimin (soykütük yöntemi)
nun "kazıbilim düzeyi" diye adlandırdığı birbirlerini besleyip destekledikleri açık­
düzey, doğrudan bir olayı, belli bir du- ur. Ancak bu noktada özellikle alu çizil-
rumu ya da olguyu olanaklı kılanın araş­ mesi gereken, soybilimin kesinlikle bilgi
uolmasına karşılık gelmektedir. yapılarını oluşturan söylem kurallarını or-
Foucault'nun en gelişkin biçimiyle taya çıkarmaya çalışan kazıbilimin yerini
kazıbilim yöntemini temellendirişi, belli alamayacak olmasıdır. Aralarındaki ay-
başlı düşünce dönemlerinin dil dizgele- rım soybilim tarafından gidilerek yapıla­
rini çözümlediği Lt.r Mots et /es dıom: 11ııe cak olursa, tarihsel ilerlemeyi, dolayısıyla
ardıialogit ıies srienm h11111ait1t1 (Sözcükler süreklilik düşüncesinin varlığını bütün
ile Şeyler: İnsan Bilimlerinin Kazıbilimi, bütün yadsıyan soybilim, kazıbilim ça-
1966) başlıklı kitabında bulunmaktadır. lışmalannın söylemlerin tarihine odakla-
Burada Foucault, "genel dilbilgisi", "do- narak ortaya çıkardıklarını toplumların
ğal tarih", "varsıllık çözümlemesi" gibi iktidar ilişkilerindeki pratik değişimlerle
klasik disiplinler bir yanda, felsefe, bi- ilişkilendirerek açıkladığı için kazıbilimin
yoloji, ekonomi gibi onlann yerine geçen bir adım öteye taşınmış hali gibidir. Da-
modern disiplinler öbür yanda olmak ü- ha açık bir deyişle, kazıbilim soybilimin
zere bütün bu disiplinlerin temelini o- değerlendirmesi için bulgu toplarken,
luşturan dil dizgelerini betimleme uğra­ soybilim kazıbilimin önüne çıkarıp koy-
şısı içindedir. Bu üç klasik disiplin ile di- duğu bu bulguları işleyip değerlendirerek
ğer üç modern disiplin arasında güçlü eleştirel bir yaklaşım geliştirmektedir.
yapısal bağlanular bulunduğunu, ama bir Foucault, ortaya önemli bilgiler koy-
bütün olarak alındığında klasik düşünme duktan savıyla dolaşımda bulanan belli
kipi ile modem· düşünme kipi arasında başlı "söylem pratikleri"ni ya da önemli
derin bir kıolmaıun söz konusu olduğu­ "söz edimleri"ni ileri sürdükleri "doğru­
nu ileri sürmektedir. Bu belirlemeden ha- luk"ları bakımından değil, tarihleri ya da
reketle Foucault, örneğin bir XIX. yüzyıl kökenleri bakımından çözümlemiş, doğ­
düşünürü Darwin gibi bir dirimbilimciye ruluk savlarının tarihini ortaya sermek
XVIII. yüzyıl doğa tarihçisi Lamarck'ın amacıyla bir "bilgi kazıbilimi" yapuğı sa-
ortaya koyduğu düşüncelerin süreklilik vunusunda bulunmuştur. İlerleyen yıllar­
gösteren bir gelişimi olarak bakılabile­ la birlikte kazıbilimlerini, hem Nietzschc'
ceği varsayımııu bütünüyle reddetmek- den aldığı soybilim yaklaşımıyla hem de
tedir. Foucault özellikle bu özgül konu Maı:x'ın ideoloji çözümlemelerinden ya-
bağlamında, Darwinci evrim tasanmııun rarlanarak olgurılaşurnuşur. Bilginin ge-
Lamarck'ta ya da herhangi başka bir li~mi sürecinin her durumda siyasal ikti-
klasik düşünürde olduğuna yönelik tek Jar düzeneklerinin gelişim süreciyle ay-
bir iz dahi bulunmadığı gerçeğine par- olmayacak denli iç içe geçmiş olduğunu
mak basmaktadır. Hiç kuşkusuz Fou- tanıtlamayı amaçlamıştlr. Ancak Manı:'ın
cault böylesine değerli sonuçlara, çoğu tersine, bulunacak temel bir doğruluk,
durumda belli kavramlara, belli sorun- keşfedilmeyi bekleyen derin bir yapı ol-
lara, belli düşünürlerin kuramlanna farklı duğu inancının kesin çizgilerle karşısında
yaklaşması nedeniyle, başka bir deyişle, yer almışur. Bu anlamda Foucault için
223 bilim etiif.

söylemi, toplumu, insan doğasını en iyi araştırmayla açılmaktadır. Bu bölümde


biçimde çözümlememize olanak tanıya­ yürütülen araştırmanın ilk sayfalarında
cak nesnel bir bakış açısının varlığından fiziksel bir hastalık olarak zihinsı:l hasta-
söz etmek olanaklı değildir. Öte yanda lık kavrayışına karşı geliştirilmiş etik yö-
Foucault modem çağda bilginin artışıyla nelimli bir eleştiriye yer verilmiştir. An-
dc;vletin birey üzerine daha güçlü bir ik- cak çok geçmeden araştırma modem up
tidar uygular konuma gelişinin yakından uygulamalarının alttnda yatan dilsel ve
ilintili olduğunu wrgulamışur. Sözgelimi kavramsal yapıların çözümlenmesine kay-
Hirl8in Jt la rtXtlflliıl'de (Cinselliğin Ta- mış ya da altbaşlıkta denildiği gibi "tıbbi
rihi, 1976-1984) ttp ile ruhsağalum bi- algılayışın kazıbilimi" haline gelmiştir.
limlerinin yükselişinin derin ve gizemli Aynca bkz. Foucault, Michel.
bir "cinsellik söylemi" yarattığına dikkat
çekerek, bu söylemin egemen bir açık­ bil(g)ieizliğin bilgisi (agnoioloji) ~ng.
lama dizgesi olarak benimsenir olduğunu, ng11oiologr, Fr. agqoioloiı; Alm. agqoiologiı]
en önemlisi de temı:l varsayımlarının her- Eski Yunanca'da "bilgisizlik'' anlamına
günkü dünya söylemi içerisine ("günde- gelen ng111ıia'dan türetilmiş terim. Felsefe-
lik konuşma dili"ne) bir daha silinme- nin bilgisizliği, bilgisizliğin niteliğini, ne-
mecesine işlediğini yazmaktadır. Fouca- denlerini ve koşullannı irdeleyen koluna
ult, buna bağh olarak !nsan öznelerinin verilen ad; bil(g)isizliğin tam olarak neye
kendi cinsclliklerine ilişkin ds:neyimleri- karşılık geldiğini soruşturan felsefe dalı.
nin, cinselliği nesnel anlamda açıklama
savıyla ortaya çıkan bu bilimsel söylem- bil(g)ieizlik png. agqosüı, igttoran«, Fr. '{g-
lerce biçimlendirilip denetim aluna alın­ 11osie, İgllOl'lllltr, Alm. llfllOIİI, 11111Vİ11111heit,
dığı gerçeğinin alunı koyuca çizmektedir. es. t . .ftkıla11-ı 111ariftı-i hiı.r!Je, ah8/eı] Eski
Bilgi araşurması önceden varolan "nes- Yunanca'da olumsuzluk bildiren /1 öneki
neler''i açıklamakla kalmaz; onlan nasıl ile "bilgi" anlamına gelen gt10sis'ten türe-
görülmelerini istiyorsa o biçimde yapı­ tilmiş terim: '{gnoia. Genel anlamıyla bir
landırarak yeni baştan yaraur da. Bundan şeyin ne olduğunu bilmeme, o şeyin bil-
da anlaşılacağı gibi Foucault, insan doğa­ gisinden yoksun olma durumu; bilgi
sına ilişkin her şeyi tüketici bir biçimde yokluğu.
açıklayacak bir kuram önermekten özel- Sokrates'ten bu yana fı:lsefı bir tutum
likle kaçınmaktan yanadır. Gerçekliğin olarak, felsefece düşünmede bir duruş
nesnel anlamda açıklamasını sunduğu sa- olarak, kişinin tüm bildiklerinden kuşku
vıyla ortaya aulan her türden "üstku- duymasını da içeren hiçbir şey bilmedi-
ram" a eleştirel bir uzaklıkta kalarak yak- ğini öne sürme tavn. Sokrates'in felsefe-
laşmaktadır. Foucault açısından ortaya deki yöntem anlayışının gövdesini oluş­
çıkanlmayı bekleyen enson sözü söyle- turan "bilgisizliğini kabul etme", gerçek
yen bir yanıt olamaz; bilgi ülküsü doğ­ bilgiye ulaşmanın tek çıkar yoludur.
rultusunda gerçekleştirilen bütün "söy- Zihin felsefesinde ise "bilisizlik" te-
lem pratikleri" de üzerine araştırma yap- ritni, kişinin duyu organlannda algılama
uklan nesnelerden bağımsız olmadıkla­ gücünü etkileyecek herhangi bir aksaklık
nndan, ilgili olduklan toplumsal ve siya- bulunmamasına karşın, anlama ya da
sal bağlam göz önünde tutularak anlaşıl­ kavrama yetisinin yetersiz oluşu, kişinin
malıdırlar. gördüğü şeyleri tanıyıp kavrama gücün-
Foucault'nun Naiııancr Je la di11İ411f: den yoksun oluşu, anlamlandırma edi-
"'" arrhiologiı tlıı rigarJ 111iJiml (Kliniğin minde ortaya çıkan yetersizlik olarak ta-
Doğuşu: Tıbbi Bakışın Bir Kazıbilimi, nımlanır.
1963) başlıklı çalışmasının ikinci ana bö-
lümü modem tıbbın köklerine ilişkin bir bilim etiif. bkz. uygulamalı etik.
bilim felsefesi 224

bilim felsefesi ~ng. philosopf?y of sıienı:e; başladığı saptamasında bulunurlar. XIX


Fr. philosophie de la scienı:e; Alrn. ıvimıudıa­ yüzyılda özellikle biyoloji ile fizik bi-
ftsphilosophie, philosophi• der ll'İ!!tll!(hafteıı] limlerinde yaşanan "uzmanlaşma"yı da
En genel anlamda, bir bütün olarak bi- bu saptamalarının temel kanıtı olarak
limin yapısını, doğasını, amaçlarını, kap- gösterirler. Ne var ki bugün bilim felse-
samını ve içeriğini araşuran; bir yandan fesinin çözüm aradığı sorunların pek
bilimin nasıl çalışuğını betimlerken, öbür çoğu çok daha önceleri ortaya konmuş­
yandan nasıl çalışması gerektiğine dair tur. Örneğin xvıı. yüzyılın deneyci ve
felsefece gerekçelendirilmiş öneriler geti- usçu düşünürleri bilimin yöntembilgisi
ren; tek tek bilim dallarının kendilerine üzerine günümüzde süren tartışmanın
özgü sınırlannı araştıran, birbirleriyle ilk temellerini atmışlar; "gerçekçi" ve
karşılıklı ilişkilerini belirginleştiren; bi- "karşı-gerçekçi" konumlar alarak yerçe-
limsd araştırmalann yanıt bulmaya çalış­ kimi yasasının gerçekliğine ilişkin ö-
tığı sorulan ve bu soruları yanıtlarken iz- nemli tartışmalar yürütmüşler; "tümeva-
lediği yöntemlerin geçerliliklerini sına­ rım sorunu"na ilişkin düşünsel yeterliği
yan; bilimsel araştırmanın gerisinde ya- tartışılmaz çözümlemeler getirmişlerdir.
tan ussallık mantığını eleştirel bir gözle Bugün kullandığımız anlamıyla bilim
inceleyen; bilimin kullandığı kavramları, felsefesinin ne zaman başladığı sorusu-
baştan varsaydığı sayıltılan çözümleyerek nun yanıt adresi olarak ise genellikle İs­
bunların felsefi öndayanaklanru açıklığa koç asıllı .İngiliz felsefecisi David Hu-
kavuşturan; bilimsel bilginin ölçütlerini, me'un "nedensellik eleştirisi'' gösterilir.
başka bilgilerden aynlan özelliklerini or- Hume, nedensellik ilişkisinin sanıldığı
taya koyan; bilimsel ile bilimsel olmayan gibi us yoluyla temellendirilebilir zo-
arasına sınır çekerek, gerçek bilim ile runlu bir ilişki olmadığını tanıtlamayı a-
sözde-bilim ya da yalancı bilim arasında­ maçlayan kapsamlı eleştirisinde, "neden-
ki ayrımları açığa çıkaran; bilimde deği­ sellik" diye adlandırdığımız ilişkinin te-
şimin, yeniliğin ya da ilerlemenin nasıl ve melde aynı olayların hep birarada mey-
hangi koşullar altında gerçekleştiğini çö- dana geldiğinin gözlenmesi sonucunda
zümleyen; bilimsel kuramlar ile varsa- edinilmiş ruhbilimsel temeli bulunan öz-
yımların doğruluklarının nasıl sınanaca­ nel bir alışkanlıktan öte bir şey olmadığı
ğını belirleyen; bilimsel etkinliğin doğa­ sonucuna varır. Varılan bu sonuçla bir-
sını ve değerini hütün yönleriyle dizgeli likte, özellikle doğa bilimlerini olanaklı
bir biçimde kavramaya çalışan; özellikle kılan "tümevarımlı usyürütme" sürecine
XX. yüzyılın ikinci yarısında üst düzey öteden beri duyulan sarsılmaz güven bü-
bir canlılık kazanmış felsefe dalı. yük hir yara almış, ayak bastığı sağl~m
Felsefe tarihine bakıldığında, ar:ıla­ zemini yitiren bilim önü alınmaz bir kuş­
nnda bugünkü anlamda bir kopukluğun kuya açılmıştır. Bilimsel etkinliğin meş­
söz konusu olmadığı "bilim" ile "fel- ruluğunu temellendirmeye karşılık gelen
sefe" arasındaki yakın ilişki bağlamında, sorunun çözümüne yönelik arayışlar gü~
yaptıkları katkılarla Aristoteles, Descar- nümüzde halen sürmektedir. ·Bilim fel-
tes ve Leibniz adlan öne çıkmaktadU'. sefesini başlatan soru diye de adlandırı­
Çoğu bilim felsefecisi, J..'VII. yüzyıl bi- lan bu temel konu, "tümevarım sorunu"
limsel devriminin mimarı Francis Ba- başlığıyla bilim felsefesinin sözdağarına
con'ı bugünkü anlamda ilk bilim felse- iyice yerleşmiştir.
fecisi konumuna yerleştirir. Kimi bilim Buna karşın bilim felsefesinin geç-
felsefesi tarihçileri, ayn bir araştırma a- mişine bakıldığında, yetkin bir felsefe
lanı olarak bilim felsefesinin felsefeden dalı olarak oldukça yakın tarihli bir fel-
XIX. yüzyılda A. Comte, W. Whewell sefe araştırma alanı olduğu görülür. Ö-
ve J. S. Mill'in çalışmalarıyla kopmaya zellikle Viyana Çevresi düşünürlerince
225 bilim felsefesi

kurulan "mantıkçı olgucu" öğretinin yük- nin.Jiiııte111bilgiıi diye adlandırılan ayrı bir
selişiyle birlikte, ayn bir felsefe dalı ola- kolu altında ele alınmaktadır. Bilim fel-
rak özerkliği felsefenin geniş kesimle- sefesinin omurgasıru oluşturan bu ana
rince tanınmıştır. Bundan daha da ö- kolda, bilimsel çalışmaların dünyaya iliş­
nemlisi, doğa bilimleri ile onlaan araş­ kin doğru bilgileri elde ederken kullan-
tırma mantığına olabildiğince yakın dur- dıkları yöntemler ile bu yöntemlerin te-
mayı felsefenin birincil ödevi sayan belli melinde yatan ana ilkeler üstüne yoğun­
felsefe çevrelerinde, günümüz felsefesi- laşılmaktadır. Bir başka deyişle söylene-
nin en verimli dalı, hatta kimileyin tek cek olursa, bilimsel bilginin ussal daya-
verimli dalı olduğu savunulmaktadır. Bi- naklarını !ioruşturmak amacıyla ortaya a-
liıİı felsefesi çözümleyici felsefe gelene- tılmış sorulardır bunlar. Bu bağlamda ya-
ğinde çoğunluk deneysel bilimler ya da nıt aranan temel sorulardan birkaçı şun­
doğa bilimleri üstüne yoğunlaşmayı ken- lardır: "Bilimsel yöntem bilgiye ulaşma­
disine ödev edinmiş bir felsefe dalı gibi nın olanaklı tek yolu mudur?", ''Bilimde
ele alınıyor olsa da XIX. yüzyıldan bu bilimsel geçerlilikleri tanınmış kuramla-
yana özellikle Alman düşünürlerin kıta rın olmazsa olmaz özellikleri nelerdir?",
felo;cfesi yönelimli çerçevelerinde ku- "Karut ile varsayım arasındaki ilişkinin
ramsal bilimler, tinsel bilimler ya da doğası nasıl kavranmalıdır?", "Gözlem
toplum bilimleri diye nitelenen bilim verilerine dayanarak bilimsel savlann 'sı­
dalları da bilim felsefesi araştırmalarının nanabilirlik'leri hangi ölçütler uyarınca
odağında yer almaktadır. Bu bağlamda ~lirlenmclidir?". Açıkça görüleceği üze-
bilim felsefesinden tam olarak ne an- re, bilimlerin yöntemlerine yönelen bir
laşılması gerektiği bütünüyle bilimden araşnrma dalı olarak bilim fel~efesi daha
ne anlaşıldığına bağlıdır. Sözgelimi salt çok geleneksel mantık ile bilgikuramına
deneysel bilimleri bilim diye gören bir karşılık gelmektedir. Bilim felsefesinin
felsefeciyle, tarihle bir biçimde ilgisi bu- yöntembilgisi konularına eğilen bölü-
lunan kaıo.ıbilim, insanbilim, dilbilim gibi münde daha çok "tümevarım•·, '"tüm-
alanlan da bilim olarak gören bir felse- dengelim", "varsayım", "doğrulama•·,
fecinin bilim felsefesi tasarımları birbi- "sınama'', "deney", "ölçüm", "bölüm·
rinden oldukça başka olacakur. leme" gibi terimlerin tanımlarının yapı­
Bilim felsefesinde yanıt aranan so- lıp açıklığa kavuşturulmalanyla uğraşılır.
ruları en genel anlamda üç ayn başlık Bilimin doğrudan kendisini ilgilendiren
altında toplamak olanaklıdır: (i) genelde sorunlardan "bilgikuramı" ya da "yön-
bilimin doğrudan kendisini ilgilendiren tcmbilgisi"nin dışında kalanlar ise daha
sorunlar; (ıi) ayrı bilim dallan arasındaki çok geleneksel felsefenin 111etafizjk ala-
ilişkileri ya da bütün bilimleri dizgeli bir nına karşılık gelmektedir. Bu bağlamda
biçimde bölümlemeyi konu edinen so- yanıt aranan sorular arasındaysa bilimsel
runlar; (ıii) tek tek bilim dallarının kar- yasalann doğası, gözlemlenemeyen şey­
şılaştığı kavramsal sorunlar. lere göndermeler yapan bilimsel kuram-
Felsefe tarihinde, Francis Bacan dı­ lann bilişsel içerikleri ve bilimsel açık­
şarıda tutulmak koşuluyla, bilim (elsefe- lamaların yapısına yönelik sorular en
sinin konu edindiği sorunlardan genelde önemlileri olarak öne çıkmaktadır. Bilim
doğrudan bilimi ilgilendirenler, araların­ felsefesinin bu bölümünde bu sorulara
da tam bir örtüşme olmamakla birlikte, dayalı olarak aynca bir yandan bilimsel
öteden beri hemen hep "bilgikuraıiu" kuramlarda yer alan temel kavramlar,
run kapsamı içinde düşünülmüş, soruş­ önkabuller, sayıltılar incelenirken, öbür
turulmuş ve çözülmeye çalışılmışnr. Gü- yandan bilimin dayandığı ussal, deneysel
nümüzde ise bilgikuranunın konu edin- ve pragmatik dayanaklar açıklığa kavuş­
diği sorunlar çoğunlukla bilim felsefesi- turulmaya çalışılmaktadır. Bilim felsefe-
bilim felsefesi 226

sinin bu boyutu, bilim adanunın baştan niyle, söz konusu buluşların etik bakım­
sorgulamaksızın doğruluğunu varsaya- dan geçerliliklerini sorgulamak amacıyla
rak kullandığı "neden", "nicelik'~, "za- geçmişte karşılaşılmayan birtakım yeni
man", "uzam", "bilimsel yasa" gibi en etik sorular da dile getirilmiştir: "Bilimin
temel kavramlan sorgulayarak, bilimin toplumla, özel sektörle, devletle ilişkileri
felsefi bakımdan eleştirisini vermeye ça- nasıldır, nasıl olmalıdır?", "İnsanın gen
lışmaktadır. Bumda bilimsel etkinliğin haritasını çıkartmak etik bakımdan doğ­
konumunu temellerinden sarsacak "dış ru mudur?", "İnsanın ırksal, kültürel,
dünyanın varlığı", "doğada bulunduğu toplumsal koşullarını ya da 'koşullan­
öngörülen düzen düşüncesi", "mutlak mışlığını' hiçe sayarak birtakım zeka
uzam ile mutlak zaman düşüncesinin o- testleri yoluyla düşünsel yetilerini ölç-
lanaklılığı" gibi konulann kuşkuculuğu mek ne ölçüde kabul edilebilirdir?'',
elden bırakmaksızın incelendiği de olur. ''Bilimin doğanın işleyiş düzenine ver-
Bilim felsefesinin bu alanı daha çok ula- diği zararların önü nasıl alınabilir?".
şılan bilimsel sonuçların anlamlan ile Nükleer silah yapımına olanak tanıyan
içeriklerinin açık kılınmasına yönelik ol- fiziğin belli altalanları, insan sağlığına ve
duğundan dil felsefesi ile metafiziğe ya- doğaya onanlmaz hasatlar veren mad-
kındır. Bilim felsefesinin Jilfelrefui vt mt- deler üreten kimya endüstrisi, insanın
ıajizjk ağırlıklı sorunlanndan en önemli- doğal yapısını bozmaya yönelik etkinlik-
leri şunlardır: ''Bilimsel kuramlar ger- lere yer veren biyoloji ile tıp bilimleri bu
çekliğin olduğu gibi yansıtılması mıdır, alanda yapılan etik tartışmaların en çok
yoksa şeylerin olduğu gibi betimlenmesi yoğunlaştığı bilim dallarıdır.
mi?", "Elektron, atom, yörünge, bilinç- Daha önce belirtildiği üzere, bilim
altı gibi birtalam kuramsal terimlerin so- felsefesinin çözüm aradığı ikinci sorun
mut bir varlıkları var mıdır, varsa kümesini ayn bilim dallan arasındaki i-
bunları nasıl açıklamak gerekir?", ''Bi- lişkileri ya da bütün bilimleri dizgeli bir
liınde kuramlar yalnızca deneye bağlı biçimde bölümlemeyi konu edinen so-
verilere dayalı olarak öndeyileme yap- runlar oluşturur. Söz konusu sorunlar-
maya yarayan birer araç mıdırlar, yoksa dan önemlice bir bölümü "bilimin bir-
göriingüler arasındaki ilişkilerin özünü liği" düşüncesi üstüne kurulmuş sonm-
açıklayan ussallığı taruşılmaz kesinlikler lardır: "Toplum bilimleri ya da tin bi-
mi?". Bilimsel etkinliğin doğrudan ken- limlerinin özce doğa bilimlerindekinden
disini ilgilendiren sorunlardan bilgikura- farklı bir araştırma mantıkları mı vardır,
nu ile metafizik alanlan dışında kalanları yoksa bütün bilim dallan için geçerli tek
çoğunluk etik sorunlar b~lığı altında in- bir bilimsel araştırma mantığı tasarla-
celenmektedir. Bunlardan büyükçe bir mak olanaklı mıdır?", "Ruhbilim ve in-
bölümü felsefe tarihinde öteden beri ge- sanbilim gibi farklı bilim dallarının yön-
nel anlamda bilme etkinliğine yöneltilen tem ya da yasaları arasında bir 'indirge-
"başsız sonsuz" (pemınialj felsefe sorun- me' ilişkisine gidilebilir mi?", ''Bilim dal-
lanndan oluşmaktadır: ''Bilimde bilim a- lannın ele aldıkları farklı görüngülere hep
damından beklenen ödev ve sorumlu- aynı temel yasalarla yaklaşılabilir mi?".
luklar nelerdir?", "Belli alanlarda bilim- Bilim felsefesinde bu iki genel çalış­
sel araşnrma yapmak etik açıdan doğru ma alanına ek olarak, çoğu durumda ol-
mudur?", ''Bilimsel bilginin geleneksel dukça üst düzey bir özel uzmanlık bilgi-
bilgi anlayışımız karşısındaki sorunlu yan- si gerektiren, yalnızca konunun uzman-
lan nelerdir?". Buna karşın, özellikle tek larına açık, çok daha teknik konulara
tek bilimlerde yapılan birtakım yeni bu- yanıt aramaya yönelik bir üçüncü soru
luşlann toplumsal bakımdan ağır sonuç- kümesi daha bulunmaktadır. Söz konu-
larının olduğunun düşünülmesi nede- su alanda araşurmalar, çoğunluk fizik,
bilim felsefesi

matematik, biyoloji gibi tek tek bilimle- soyut, alabildiğine de mantıksal bir çer-
rin karşılaşuğı sorunlann, bu sorunları çevede düşünülüyor olması bilim felse-
çözmek amacıyla izlenen yöntemlerin, fesine yöneltilen birçok eleştiriye kay-
araştırma sonucunda ulaşılan özgül so- naklık etmektedir. Bil' .n felsefecileri ya-
nuçların incelenip değerlendirilmesine pılan bu eleştirilere kı. rşı ancak böylesi-
yönelik olarak yürütülmektedir. Araştır­ ne teknik bir açıklaırd yordamıyla bi-
macılar başta fizik alanında olmak üzere limsel etkinlikte ötede-ı beri yapılagelen
matematik bilimlerinin birtakım özel "buluş bağlamı" ile "te nellendirme bağ­
teknikleriyle iş görürler. Ne var ki bilim- lamı" arasındaki ayrımı. ı ortaya konabi-
sel uslamlamalar, işin doğası gereği "o- leceğini ileri sürerek kendilerini savun-
lasıJık", "doğrulama", "açıklama•· gibi maktadır. Ayrıca bilim felsefesinin bu
binakım temel kavranılan kullanırken boyutu, bütün bilim dallarına ilişkin ge-
bu kavramlann konu . olduğu sorunlar nel bir soykütüğü çıkarmaya_ çalışması,
üstünde durmazlar. İşte bilim dilindeki bu amaçla· çeşitli bilim bölümlemelerine
kavramların sorunlarını açığa çıkartıp bu gitmesi, bilimin kültürle, dinle, sanatla,
sorunların ortadan kaldınlmasına yöne- etikle ilişkilerini araşurması bakımından
lik çalışmalar yapmak da bilim felsefesi- oldukça önemlidir. Yakın dönemde ol-
nin başlıca ödevlerindendir. Bunlar ara- gucu r'pozitivist'') bilim felsefesi yapma
sında uzam-zaman kuramlarının metafi- tutumuna karşı tepki olarak doğ.an ol-
zik varsayımları, istatistiksel fizikte ola- guculuk sancısı r·post-pozitivist'') bilim
sılığın ve olasıJık hesaplarının yeri, kuan- felsefesi anlayışında, bir bütün olarak
tum kuı-.ımında ölçmenin yorumlanma- bilim etkinliğine tarihsel, bağlamsal, ki-
sı, evrimsel biyolojide açıklama yapısı mileyin de toplumbilimsel yönleri öne
gibi araşurma konulan bulunmaktadır. çıkanlarak yaklaşılmaktadır. Olgucu bi-
Gelgelelim bilim felsefesinin bu alanın­ lim felsefesi daha çok İngilizce konuşu­
da çözüm aranan sorunlar, bilim dalla- lan ülkelerin çözümleyici felsefesinin tut-
nnın araştırın? konularının çokluğunu tuğu yolu izleyerek, bilim dilinde kulla-
aratmayacak derecede uzun bir liste o- nılan kavramların, terimlerin ve ifadele-
luşturmaktadır. En önemlisi de bilimde rin anlamlarını açımlayıp betimlemeyi
baş gösteren yeniliklerle, yapılan buluş­ temel ödevi olarak görür. Buna karşı ol-
larla listenin yeni baştan elden geçiril- guculuk sonrası bilim felsefesi, kıta fel-
mediği gün yok gibidir. Özellikle yakın sefesinın ana bileşeni eleştirel felsefe
cli)nemde bilim felııefesi listesine ekle- yaklaşımıyla gerek bilimdeki gerekse bi-
nen, daha bir öne çıkan sorunlar arasın­ lim felsefesindeki hemen bütün kav-
da şunlar bulunmaktadır: "görelilik ku- ramları, sorunları ve ıasanrnları yeniden
ı-.ımından sonra 'zaman' ile 'uzam' kav- kurmaya çalışmaktadır. Olgucu yönelim-
ramlarının kazandığı yeni anlamlar", li bilim felsefecileri arasında Ayer, Hem-
"kuantum mekaniğinden sonra 'neden- pel, Duhem, Carnap, Quine başı çeker-
sellik' ile 'belirlenmişlik' kavramlarının ken, olguculuk sonrası bilim felsefesinin
yeniden temellendirilmesi", "yapay zeka önde gelen düşünürleri olarak Koyrc,
ile düşünce arasındaki ilişkinin doğası". Popper, Kuhn, Feyerabend adlan sayı­
Günümüzde birtakım bilim felsefecileri, labilir. Olguculuk sonrası bilim felsefe-
bilim felsefesinin bu tek tek bilimlerin sinin kalkış noktasını, genelde olgucu
kendi iç sorunlarına yönelik kavramsal bilim anlayışının, daha özeldeyse olgucu ·
çözümlemelerle sınırlandırılmasından ya- temeller üstüne kurulmuş yerleşik bilim
na görüş bildirmektedirler. felsefesi anlayışının içerdiği sorunların
Bu açıdan bakıldığında XX. yüzyılda ortaya çıkarılarak bilimin daha doğru bir
bilim felsefesinin çözüm aradığı sorun- kavrayışına ulaşma isteği oluşturur. Bu
ların büyükçe bir bölümünün oldukça isteğe bağlı olarak olguculuk sonrası bi-
bilim felsefesi 228

lim felsefecileri, bilim tarihi bütün· ince- radigmaların birbirleriyle "karşılaştırıla­


likleriyle mercek aluna alınmadan bilimi maz" olduklarını öne sürerek, parııdig­
anlamaya çalışan bütün bilim felsefesi malar arasındaki ilişkinin gerçekliği daha
çalışmalarının başarısız olmaya mahkum iyi açıklama sorusu karşısında "ölçüştü­
olduğu saptamasında bulunurlar. Bu sap- rülemez" oldukları sonucuna varmakta-
tama uyarınca, bilim tarihinde yaptıkları dır. Bir paradigmanın bir başkasına göre
"ömekolay" çalışmaları doğrultusunda daha yeğlenir oluşLı, gündelik yaş.ımın
bir bütün olarak bilimsel etkinliğin do- sürdürümü için s•ığladığı pratik y•ırar­
ğasına yönelik açımlamalarda bulunur- larla ilgili bir konudur. Bir başka deyişle,
lar. Nitekim bilim tarihinde yaptıkları bir paradigmanın bir başka paradigmaya
ömekolay çalışmalarıyla özellikle Koyre, yeğlenmesi çoğunluk ussal bir açıklama­
Kuhn ve Feyerabend gibi bilim felsefe- sı olmayan, us yoluyla temellendirileme-
cileri bilim ile olgucu bilim felsefesinin yecek öznel nedenlerin başka bir biçim-
yanlış temeller üstüne bina edildiğini de de olabilirliğinden (arbitrariııess) kay-
doyurucu bir biçimde tanıtlaınışlar; en naklanmaktadır. Bilim felsefesinde ken-
genel anlamda olgucu bilim tasarımının disine sürekli çözüm aranan bir paradig-
ardında yatan birtakım temel sayıltıları manın bırakılıp bir başkasına geçilmesi
birdaha onanlmamacasına yıkmışlardır. sorununun, metafizik ya da bilgikuram-
· Bu sayıltılardan ilki bilimin birikimli sal bir konu olmayıp -bilim tarihindeki
(alfl1Hlative) bir etkinlik olduğu yönünde- örneklerden de görüleceği üzere- ço-
ki sarsılmaz inanca karşılık gelir. Bilim ğunluk pragmatik bir konu olduğunun
yapılan yeni buluşlarla, bulgulanan yeni gösterilmesiyle bilim felsefesi tarihinde
gerçeklerle, ortaya atılan yeni varsayım­ öncrnli bir kırılma gerçekleşmiştir. Mey-
larla ilerlemektedir. Tarihsel bakımdan dana gelen bu kırılma sonrasında, bilim-
daha yeni olan, eski olana göre gerçek- sel savların benimsenmesi konusunu hep
liği daha iyi açıklamaktadır. Bu anlamda, yapılageldiği üzere buluş ile temellendir-
örneğin tarihsel ba(cımdan daha yeni me bağlamları ayrımı üzerinden düşün­
olan "Newton Fiziği", gerçekliği "Aris- me çerçevesi oldukça sorunlu bir hale
toteles Fiziği"ne göre her bakımdan da- gelmiştir. Böylece, belli bir bilimsel ku-
ha iyi açıklayacaktır. Kuşkusuz bilimin ramın ya da varsayımın bilim çevrele-
bu temel sayıltısının ardyöresinde, Ay- rince benimsenmesi sürecinde, ortaya
dınlanma Tasansı'nca pompalanan "i- atıldığı "buluş bağlaınını"nın ancak söz
lerleme düşüncesi" yatmaktadır. Bu sa- konusu kuramın ya da varsayımın kanıt­
yıltıya karşı, özellikle Kuhn'un BililNıel lamasının verildiği "temellendirme bağ­
Deıri111/eri11 Yapm baŞJıklı çalışmasında laını"na lıakarak olanaklı olduğu yü-
bilimde ilerlemenin nasıl olduğunu a- nündeki sav da büyük ölçüde geçerlili-
çıklamak amaayla yaptığı "olağan bi- ğini yitirmiştir. Özellikle Kuhn'un başı
lim" ile "devrimci bilim" aynını, bilim- çektiği bu yeni bilim felsefesi dalgası,
sel ilerlemenin birikimli bir yapıda ol- bilimsel kuramların seçimi konusunu us-
mayıp tam tersine devrimci kesintilerle, sal, bilimsel ya da felsefi bir konu ol-
kökten kopmalarla kendisini gösteren maktan çıkartıp ancak toplumbilimsel
"paradigmatik" bir yapıda olduğunu a- bir araştırmaya konu olabilecek bir so-
çıklıkla sergilemiştir. Bu nedenle, mo- run olarak yeniden dile getirerek dikkat-
dern çağın bilim paradigması Newton leri seçkin, çoğunlukla da gücü elinde
fiziği, eskiçağın bilim paradigması Aris- tutan bilim adamlarından oluşan ege-
toteles fiziğine göre gerçekliği ne meta- men bilimsel toplulukların ya da ce-
fizik bakımdan, ne bilgikuramı bakımın­ maatlerin güce dayalı iç işleyiş mantığına
dan, ne de başka bir bakımdan daha iyi çevirmiştir. Bilim çevrelerinde kabul e-
açıklıyor değildir. Kuhn bu noktada pa- dilebilir gibi görünmeyen bu olağandışı
229 bilimcilik

düşünmenin içerimleri, bilimadamları­ yılıma) bir ussallıkbiçimi olduğunu sa-


nın belli bilimsel kuramların geçerlilikle- vunmaktadır. Batı'nın totaliter (bütün-
rini tarurlarkcn işlerine geldiğinde alabil- dil) bilim tasarımına karşı Feyerabcnd
diğine devrimci işlerine geldiğindeyse ne farklı kiiltürlerin bilim tasarımlarında ya-
denli tutucu olabildikleri gerçeğine o- tan inceliklere değinerek, Baulı anlamda
daklanarak, bilimsel etkinliğin son çö- bilimin tek yetke olmadığıru, öteki bilme
zümlemede sanıldığının tersine son de- etkinleri arasında ne daha üstün ne daha
rece öznel bir etkinlik olduğunu bröster- aşağı bir konuma yerleştirilemeyecek altı
mesi bakımından oldukça çarpıcıdır. üstü bir bilme etkinliği olduğunu öne
Bilim ·çevrelerinde son derece büyük sürmektedir. Ayrıca bkz. sömürgecilik
yankılar uyandıran Kuhn'un bu vargısı­ sonrası bilim felsefesi; teknoloji felse-
run en önemli sonucu, yerleşik bilim fesi; Bachelard, Gaston; Canguilhem,
anlayışırun bina edildiği bir ikinci sayılıı Georges; Koyre, Alexander; Popper,
olan bilimin "nesnel" bir bilme etkinliği Kari Reimund; Feyerabend, PaulKarl;
olduğuna duyulan inanca düşürdüğü kuş­ Kuhn, Thomas; Lakatos, Imre; araç-
ku gölgesidir. Bilimin nesnel olma savı, çılık; uzlaşımcılık.
özellikle Feyerabend tarafından kapsam-
lı bir biçimde sorgulanmış, bu savın ar- bilim kuramı bkz. bilgikuramı.
dında yatan dayanaklar eleştirel bir göz-
le tek tek ortaya serilmiştir. Feyerabend, bilimcilik ~ng. ıdenliım; Fr. ııienliJ1Jtr,
özellikle doğu ile uzak doğu kültürleri Alm. ~enti.r111111] Doğa bilimlerinin yön-
üzerine yapıığı karşılaştırmalı çözümle- temlerinin felsefe, insan bilimleri ve top-
melerden kalkarak, başka uygarlıklardan lum bilimleri de dahil olmak üzere bütün
ayrı olarak Batı biliminin kendine özgü araşıırma alanlarında geçerli olan tek
bir "ussallık" anlayışı olduğunu, kendi yetkin yöntem olduğunu öne süren; bu-
ussallığırun olanaklı tek nesnel bilme na bağlı olarak da her zaman için bilime
etkinliği olduğu sarusının da işte bu an- dayalı dünya görüşünün geçerliliğini sa-
layışın içinde içerimlendiğini yüksek ses- vunan düşüncelere verilen ortak ad. Bi-
le dile getirmiştir. Buna bağlı olarak up- limsel bilgi dışında hiçbir bilgi türünü
kı Kuhn gibi Feyerabend de farklı kül- geçerli görmeyen, dolayısıyla toplum bi-
türlerin msallık anlayışlarırun birbirle- limlerinin insan bilgisinin gerçek bir par-
riyle ölçüşılirülemez olduğunun altını ko- Ç>tsı olm.ısırun yolunun bilimsd yöntemi
yuca çizer. Sözgelimi, Baulı bilimadamı­ benimsemelerinden geçtiğini söyleyen bi-
nın "omurgalılar", "memeliler", "yır­ limciliğin ıemc:l savı, bilimin insanoğlu­
ucılar'' gibi başlıklar alunda yaptığı hay- nun kılgısal ya da kuramsal her türlü so-
van bölümlemesinin karşısına bir Çin rununu çözebilecek güçte olduğudur.
ansiklopedisinde "biraz önce buradan XIX. yüzyıl sonlarından başlayarak bü-
geçenler", "kuyruğu ince bir tüyle çizi- yük ölçüde önce olguculuğun, ardından
lerıler", "İmparator'un hayvanları" bi- da manukçı olguculuğun desteğiyle doğa
çiminde yapılmış bir bölümlemeyle çık­ bilimlerinde ardı ardına kazarulan başa­
mak elbette kabul edilir olmayacakıır. nlar sonucunda ortaya çıkan bilimciliğe
Bu nedenle Batılı ussallık kipinin Çin yönelik en temel eleştiri doğa bilimleri
tıbbında yatan ussallık anlayışıru usdışı ile insan ve toplum bilimlerinin nesnele-
olarak değerlendirmesinde şaşılacak bir rinin farklı olduğunu gözardı ettiği yö-
şey yoktur. Feyerabend bu noktadan ha- nündedir. Bilimcilik anlayışı için en ö-
reketle Batılı bilimin ardında yatan us- nemli sorunlar, doğa bilimlerindeki gibi
sallık mantığırun kendi ussallık anlayışıru yasaların toplum bilimleri için olanaklı o-
öteki ussallık anlayışları üzerinde tek e- lup olmadığı ve toplum bilimlerinin a-
gemen kılmaya çalışan emperyalist (ya- çıklamalanrun "değer''den bağımsız olup
bilimcilik kartıtlığı 230

olamayacağı konusundadır. Ayrıca .bkz. lamlı olup olmadığını belirlemede başvu­


olguculuk; teknoloji felsefesi; bilim rulacak tek ölçüt "doğrulama"dır. Buna
felsefesi. göre, bir tümcenin ya da önermenin an-
lamlı olması ilkece doğrulanabilir olma-
bilimcilik karşıtlığı [İng. anhıaetıtiım; sına bağlıdır. Bunun dışında deney yo-
Fr. anlirıienlİ!me-, Alnı. antiszjenli!11111ı] bkz. luyla doğrulanamayan bütün önermeler
kıta felsefesi. bilgi değeri olmayan anlamsız ifadelerdir.
Ancak bu noktada deneyle doğrulana­
bilimin birliği [İ ng. ııni~ of ıtiena; Fr. mavan matematik ile mantık önermeleri
11niıi de la ıaençe-, Alm. einheiı der 111iue11- içi~ durum farklıdır. Matematik ile man-
ıçhaft] bkz. bilimsel deneycilik. tıkta ortaya konan önermeler ya tanım­
ları gereği doğru olan "analitik önerme-
bilimsel araştınna programlarının yön- ler"dir ya da zaten doğru olan önermele-
tembilgisi ~ng. melhodology of ıdetılijiı· re- ri daha iyi anlamak için yararlı eşsöyle­
ıearı:h programmes) bkz. Lakatos, Imre. yişlerdir. Nitekim "bilimsel deneycilik"
deyi,.inde içerilen "deneycilik" terimin-
bilimsel davranışçılık bkz. davranış­ den anlaşılması gereken bütün bilgimizin
çılık. deneyle ya da gözlemle doğrulanabilir
olması, ilkece sınanmaya açık olmasıdır.
bilimsel deneycilik ~ng. ıaeıılifa empin·- Bu anlamda gerçekliğe ilişkin doğru bilgi
tİ!fll; Fr. empirimte ıtiet11i.fıq11e-, Alnı. lllİ.utn­ edinmenin olanaklı tek aracı bilimsel
ı•haftlidı emprids11111ı] XX. yüzyılda gele- yöntemdir. Bilimsel deneyci felsefeciler
neksel felsefeye karşı dizgeli bir başkal­ bu genel mantıkçı olgucu çerçeve içinde
dın olarak doğmuş; felsefeye yeni bir kalarak mantıksal, matematiksel, en ö-
yön çizme savını gerçekleştirmek adına nemlisi de deneysel bir yöntembilgisi ge-
savunduğu düşüncelerle büyük yankılar liştirerek bütün bilimleri tek bir çatı al-
uyanclınruş; "Mantıkçı Olguculuk" ya da tında temeJ!endirmcye çalışmaktadırlar.
"Mantıkçı Deneycilik" diye anılan felsefe Ancak fizik, yerbilim, ruhbilim gibi de-
akımıyla pek çok noktada ortak düşün­ neysel bilimlerin gerçekliğin bilgisini ara-
celeri savunmakla birlikte birtakım başka ma yetisi ve yükümlülüğü vardır. Buna
yönlerden ondan ayrılan felsefe akımı. karşı metafızikte ortaya konan pek çok
Temelleri "Viyana Çevresi" düşünür­ kavram ve tümcenin gerçek dünyada
lerince atılan mantıkçı deneyciliğin ana karşılıkları bulunmadığından doğrulana­
öğretileri büyük ölçüde bilimsel deneyci- maz olduklarını ileri süren bilimsel de-
liğin omurgasını oluştunnaktadır. Ne var neycilik, bir bilgi arayışı olarak meıafi:ı:i­
ki bilimsel deneycilik, hem soruşturma ğin bilimsel geçerliliğini tanımaz. Buna
biçiminin çok yönlülüğüyle hem de ken- karşın felsefeyi tümden yoksaymaz ama
di içinde birbirinden çok değişik eğilim­ sınırlarının olabildiğince açık bir biçimde
leri hep birlikte yansıtması nedeniyle çizilmesinin gereğine dikkat çeker. Fel-
mantıkçı deneyciliğe göre çok daha geniş sefe bundan böyle yeni bilgi savlarında
ölçekli bir düşünce çerçevesidir. Kökleri bulunmaktan vazgeçerek bütünüyle bi-
mantıkçı deneyciliğe uzanan bilimsel de- limlerde ortaya konan açıklamaları a?k-
neycilik, özellikle "dilci felsefe" ile "çö- lığa kavuşturma ödeviyle kendisini sınır­
zümleyici felsefe" yönelimli yaklaşımlar­ lamalıdır. Bir başka deyişle, bilimsel de-
dan beslenerek en çok anlam sorununun neyciliğe göre felsefecinin tek ödevi bi-
açıklığa kavuşturulması sorusu üstünde lim dilinin aydınlatılması bağlamında yap-
durmal..-ıadır. Soruya verilen temel yanıt tığı çözümlemelerle bilim adamına ışık
mantıkçı deneyciliğin verdiği yanıtla ay- nıtmak olmalıdır.
nıdır: Bir önermenin ya da tümcenin an- Çözümleyici akımın çağdaş biçimi o-
231 bilinç

!arak ortaya çıkan bilimsel deneyciliğin kendi içinde tutarlı genel bilim dizgesi-
en önemli temsilcileri olarak Dubislav, nin diline aittirler. Bilim diline ilişkin bu
Hclmer, Hempcl, Hcrzbcrg, Rcichen- önemli saptama doğrultusunda bilimsel
bach, Ayer, Boll, Nagcl,. Quine adlan deneycilik akımının savunucuları toplum
öne çıkmaktadır. Bilimsd deneyciliğin bilimleri de dahil olmak üzere tek tek bi-
önde gelen bu savunucuları, kendilerini lim dallarına özgü yasaların çıkarsanabi­
mantıkçı olguculuktan ayn tutmaya, ken- lcceği bütün bilim dallan için geçerli ge-
dilerini ayn bir akımın temsilcileri olarak nci bir bilimsel yasalar dizgesine ulaşma­
tanımlamaya baştan beri ayrı bir özen yı önlerine amaç olarak koymuşlardır.
göstermişlerdir. Bu özenlerinin başlıca Bu genel amaca ulaşılırken başvurulacak
nedeni, felsefe ile bilim alanları arasında yöntem, mantıkçı olgucuların da hep bir
baş gösteren yakınlaşmada kendilerini bi- ağızdan olurladıkları "dilsel çözümleme
liınden yana yerleştirme istekleridir. Akı­ yöntemi"dir. Karşılaşılan bütün felsefi
ırun üyeleri, mantıkçı olguculuk ya da sorunların ilkece dil sorunları olduğunu
mantıkçı deneycilik nitelemeleriyle savu- düşünen her iki akım da felsefenin bun-
nulan düşünsel konumun kuruluşunda dan sonraki ödevinin gerek felsefe dili-
bilimsel içerimlerden çok felsefi, hatta nin gerekse bilim dilinin heıİı tek tek
kendisinden özellikle uzak durulmaya Ça- kavramlarının hem de önermelerinin çö-
lışılan metafızik içerimlerin daha bir et- zümlenerek aydınlatılması, açıklığa ka-
kili olduğunu düşündüklerinden kendile- vuşturulması olduğunu ileri sürerler. Ne
rini bilimsel deneyci diye adlandırmayı var ki mantıkçı olgucular dilsel çözümle-
yeğlemektedirler. Nitekim bilimsel deney- me yöntemini daha çok dilin mantıksal
cilerin soruşturmalarına bakıldığında, boyutuna odaklanarak yürütürken, bi-
mantıkçı oigucuların tersine felsefeyi ö- limsel deneyciler dilin biyolojik, toplum-
ne bilimi arkaya alarak düşünmek yerine, sal, kültürel boyutlarını da göz önünde
felsefeyi arkaya bilimi öne alarak dü- bulundurmanın gereğine dikkat çekerek
şünmek gibi bir araştırma mantığı ya da daha kapsamlı bir dil çözümlemesi yap-
yaklaşımı sergiledikleri görülür. Bununla maktan yanadır. Nitekim bütün yönleriy-
birlikte, takınılan genel tutum ve ortaya le gündelik dilin çözümlenmesi gereğini
konan temel düşünceler bakımından man- daha yüksek sesle dile getirmesi bilimsel
tıkçı olguculuk ile bilimsel deneyciliğin deneycilik akımının kimileyin "gündelik
tam bir uyum içinde oldukları üstünden dil felsefesi" diye de anılması sonucunu
atlanamayacak bir gerçektir. doğurmuştur. Bununla birlikte, araların­
Akıının savunduğu temel düşüncele­ daki ayrılıklar ne olursa olsun bilimsel
re gelince, bunlardan en önemlisinin "bi- deneycilik ile mantıkçı deneycilik çoğun­
limin birliği'' düşüncesi olduğu söylene- luk birbiri yerine kullanılabilir ölçüde iç
bilir. Bilimsel deneyciler, bilimin birliği içe geçmiş anlayışlardır.
düşüncesini kendi düşünsel duruşlarının
olmazsa olmaz bir bileşeni olarak temel- bilimsel devrim [İng. stiettlifo nvolNtiotr,.
lendirirler; oysa mantıkçı olguculukıa Pr. rivolNtion stietttifapır, Alm. Dlirsmsçhaft-
söz konusu düşünce bu denli ön plana litht nvolNtion] bkz. Kuhn, Thomas.
çıkarılmaz. Bu olmazsa olmaz bileşen u-
yarınca, bilimsel deneycilik bilim dilinin bilinç [İng. ronscit>Nmesr,Fr. ron.rtietter,Alm..
tek bir dil yapısı içerdiğini, bu yapının da beıv#sstseitt; Lat. «msamtia', es. t. jNIİtj Ki-
mantıksal bir birliği olduğunu öne sürer. şinin kendisine, yaşantılarına, çevresine,
Bu anlamda, farklı bilim dallarında ilk öteki kişilere, bir bütün olarak içinde ya-
bakışta birbirinden son derece başkay­ şadığı dünyaya ilişkin farkındalığı, yaşa­
mış gibi görünen kimi kavram ve terim- nan deneyimlerden kendiliğinden doğan
ler aslında farklı farklı dil alanlarına değil kendinin ayırdında olma görüngüsü; öz-
bilinç 232

nenin duygularına, algılanna, bilgilerine !aysız izlenimin kendi üstüne dönmesiyle


ve kavrayışlanna bağlı olarak kendini edinilen bilincin nedenlerini, doğasını ve
anlama, tanıma ya da bilme yetisi; bilme anlaırunı soruşturmak yoluyla edinilen
edimi ile bilinen içerik arasındaki ilişkiyi bilinçse döttiiflii bilillf ya da dii1iiııii111.rel bi-
her ikisini de içerecek biçimde bir üst li11; diye taıumlanmaktadır. Bu bağlamda
düzeyde kurabilme becerisi; acı çekme, kişinin kendisiyle bilişsel bir ilişki içine
isteme, bekleme, düş kınklığına uğrama, girmediğ~ bilgikuramsal bir içeriği ol-
korkma gibi belli bir nesnesi bulunan maktan çok varlıkbilgisel bir karşılığı bu-
bütün "geçişli" yaşama edimlerini ola- lunan bilinç ise dii/ii11ii111.rel olm'!Jall bilinf
naklı kılan ana ilke; düşünen öznenin ya da dii1ii11ii111 ö11cesi bilinf diye adlandı­
kendi üstüne dönerek, kendisini kendi rılmaktadır. Felsefe metinlerinde sıklıkla
düşünceleriyle kavraması, kendisine bir geçen bir bilinç türü de doğrudan bilin-
başkası olarak dışardan bakması durumu; cin düzeyini belirtmek amacıyla kulla-
"içebakış" yoluyla zihnin kendi dene- nılmaktadır. Bu çerçevede kendiliğinden
yimlerinin gerçekliğini kavrama edimi; bilinç düzeyinin altında kalan, düşüklüğü
zihinsel yaşaırun geçmiş duyumları, algı­ ya da donukluğuyla neredeyse bitkilerde
lan, bilgileri bellekte tutma yeteneği; ki- ya da hayvanlarda görülen salt duyum
şinin kendi içinde yaşadıklanna ya da dı­ haline karşılık gelen bilinç önbilin; diye
şanda olup bit.enlere yönelik incelmiş adlandırılmaktadır. Yine sıklıkla yapılan
sezgisi, bütün yaşadıklanna ilişkin genel ayrımlardan biri de bilincin kapsam al.i.-
görüsü; üzüntü, sevinç, hüzün gibi tek ruru nitelemek amacıyla kullanılmaktadır.
t.ek yaşantı durumlarına ilişkin kendilik Nitekim belli bir alanda salt üstüne yo-
izlenimleri, şeylerin kişiye nasıl görün- ğunlaştığı şeyle yetinen, yoğunlaştığı şe­
düğüne yönelik görüngübilimsel yaşan­ yin dışında başka bir şeye yoğunlaşma­
tılar bütünü. Kant sonrası çağdaş felse- yan bilinç 1111"/t bilin; ya da dar bilint~ va-
fede bilinç konusu, İngilizce konuşulan rolan bütün her şeyi aralarındaki ilişkileri
ülkelerin felsefesinde "zihin felsefesi" de kapsayacak biçimde kavrama savın­
başlığı altında, buna karşı büyük ölçüde daki bilinçse .r1111mz. bilin; ya da geniı bili11;
Almanya'da köklenen kıta felsefesindey- diye anılmaktadır.
se "fılsefi ruhbilim" çatısı altına konarak Terimin büyük tartışmalara konu oldu-
incelenmektedir. ğu ruhçözümleme sözdağarındaysa, bas-
Bilinç terimini en iyi biçimde kavra- tınlıruş isteklerin, üstbilince çıkmamış
manın yollarından biri, çeşitli felsefe dürtülerin, açığa çıkmaıruş kompleksle-
bağlamlarında, farklı gerekçelerle yapıl­ rin (karmaşaların) oluşrurduğu bilinç du-
nuş değişik bilinç ayrımlan ile bölümle- rumu, kimileyin örtiilii bili11(, kimileyin 11/t-
meleri üstüne yoğunlaşmaktan geçmek- bili"f· kimileyin de bilinçaln olarak değer­
tedir. Buna göre, ben'in tek tek yaşadık­ lendirilmekt.edir. Varlığı ilk kez Schopen-
ları üstüne izlenimi ya da bütün yaşa­ hauer tarafından dile getirilen bu bilinç
dıkları üzerinden oluşan genel kavrayış türüne, Freud tarafından ruhçözümleme
koı::umu, yerine göre kimileyin öz.bili"f· kuraırunın kilit değerde önem taşıyan bir
kimileyin J.p,Jilik bili"a, kimileyin de öz: t.erirni olarak yeni bir kimlik kazandırıl­
"'' bili"f diye tanımlanırken, kişinin ken- ıruştır. Ruhçözürnleme kuramında, bilin-
disi dışındaki şeyler üzerine edindiği bi- cin bilinmesinde kullanılan yöntemler a-
linç ise "esne/ bilinç diye adlandırılmakta­ malığıyla altbilinç içeriğinin bilinmesi o-
dır. Yapılan bir başka aynına göreyse lanaklı olmadığı düşünüldüğünden, altbi-
yönelinen nesnenin dolaysız duyumun- lincin ancak çağnşımların, dil sürçmde-
dan hiçbir aracıya konu olmaksızın edi- rinin, düşlerin çözümlenip yorumlanma-
nilen dolaysız izlenim Aımdiliğinden bili"f. sıyla bilinebileceğine yönelik bambaşka
buna karşı dolaysız duyumun ya da do- bir yönt.embilgisinin işletilmesinin gereği
233 bilinç

savunulmaktadır. Bu arada çoğunluk yan- edinilmiş bir bilinç kipidir. Söz konusu
lış bir biçimde bilinçaltı terimiyle eşan­ bilinç, gerçek ile ı.,>erçek olmayan, ı.,>erçck
lamlı olarak kullanılan bilinçdışı ise bilinç ile gerçckdışı (ya da ı.,>erçcküstü) olan
alanının dışında kalanlara, bilinç yoluyla arasında ayrım yapmaya olanak tanıması
kavranması olanaklı olmayanlara gönder- bakımdan son derece önemlidir. Nite-
mede bulunmaktadır. Nitekim tam bu kim birçoklarına göre, arkaik toplumla-
noktada, iizellikle zihin felsefesi çalışma­ rın "doğa durumu"ndan kurtularak mo-
larında karşılaşılan temel bir ayrım da bi- dern toplumların uygarlık dünyalarına
linç içeriği ile. bilinç alanı arasındadır. geçebilmesini sağlayan da yine bu bi-
Buna göre, bilincine varılan şeyler, ya- linçtir. Bölümlemenin üçüncü ve son a-
şanalar, düşünceler bilinç içeriği olarak ta- şaması olasılık bilinci, varolanlardan ve
nımlanırken; bilince ilkece açık olan, bi- varolana yönelik bilinçten hareketle gele-
linç yoluyla kavranma olanağı taşıyan ceğe dönük kestirimlerde ya da iindeyi-
tinsel, düşünsel, yaşamsal bütün görün- lerde bulunabilmeyi sağlayan ve yine
güler bilinç alan_ı olarak nitelendirilmek- modern dünyada edinilmiş bir bilinç ki-
tedir. pidir. Modern öncesi toplumlarda yaşa­
Üzcllikle felsefe tarihinin nasıl okun- yan insanların, hep "şimdi"de yaşayan
ması gerektiği noktasında önemli kolay- insanlar olmaları nedeniyle geleceğin ba-
lıklar sağlayan bir başka bilinç bölümle- rındırdığı olasılıklara yönelik bu türden
mesi de "tarih bilinci", "gerçeklik bilin- bir bilinç taşımaları kendilerinden bekle-
ci", "olasılık bilinci" arasında yapılmak­ nemeyecek bir farkındalıkar. Nitekim bu
tadır. Bu bağlamda tarih bilinci, insanın bağlamda, pek çok çağdaş felsefe akımı­

son çiizümlemc;de tarihsel bir varlık ol- nın, özellikle de varoluşçuluğun, olasılık

duğunu bilmesiyle, her bakımdan varlı­ bilincinden hareketle, modern bireyin iiz-
ğını belirleyenin tarih olduğunun ayırdı­ gürlüğünü gelecekle ilgili beklentileri kar-

na varmasıyla edinilen bir bilinç aşama­ şısında önüne çıkan olanakları seçme-

sıdır. Tarihsel bilinç ya da tarih bilinci, siyle temellendirme yoluna gittiği göz-
ilki Sokrates iincesi, ikinci Sokrates son- lenmektedir. Bu noktada özellikle son dö-
rası, üçüncüsü ortaçağ olmak üzere kla- nemlerde kendisiyle sıkça karşılaşılan bir
sik felsefenin üç farklı dönemindeki "ar- bilinç tanımı daha bulunduğunu belirt-
kaik bilinç", "salak bilinç", "tanrısal bi- mekte yarar vardır. İlkin toplumbilimci
linç" diye anılan zamandışı bilinç tasa- Durkheim tarafından tanımlanan bu bi-
nmlarından arrı olarak, bütünüyle mo- linç ortak bilinç ya da ortaklaşa bilinç diye
dern diinemin bir ürünü, modern bire- adlandırılmaktadır. Bu bilinç türü, deği­
yin bilinç durumudur. Nitekim tarihsel- şik tanımlama çabalarıyla çeşitli yönlerde
lik diişüncesinin görece çok yeni olması sürekli geliştirilmiş olsa da Durkhcim'ın
nedeniyle, tarihsellik bilincinin kökleri kendi özgün tanımı şöyledir: "Belli bir
de çok çok iki yüzyıl geriye dek götürü- toplumun sıradan bireylerinde ortak o-
lebilmektedir. Tarihsellik bilincinin geç- lan inançlar, duygular, değerler yoluyla
mişte izini en iyi sürenlerin başında ge- kendine özgü bir yaşam biçimi oluşturan
len Mircea Eliade bu duruma şöyle bir dizge."
açıklama getirmektedir: "Son çözümle- Felsefe tarihi boyunca hemen bütün
mede yabanıl toplulukları da meydana filozoflar birincil değerde önemli bir ko-
gctircn belli belirsiz bir tarihsel sürecin nu saydıkları bilince yönelik son derece
işleyişidir ama onları modern toplumlar- değişik açıklamalar getirmişlerdir. Nite-
dan kesin çizgilerle ayıran tarih bilinçle- kim ilkçağ felsefesi döneminde, bilinç ta-
rinin olmayışıdır." Yapılan bölümlemede şıyıcısı öznenin kendi üzerinde, yapıp et-
yer alan ikinci aşama gerçeklik bilinci, meleri üzerinde kuşku götürmez bir e-
nesnel dünyanın varlığına yönelik olarak gemenlik kurma yetisi taşıdığı düşünül-
bilinç 234

mektedir. Sözgelimi, bu "bütüncül" bi- nımlamaktadır. Bilinç terimini bugünkü


linç ta.sanmının en güçlü savunuculann- anlamına çok yakın bir anlamda ilk kez
dan Aristoteles, ister düşünsel olsun is- kullanan Locke, "kişinin zihninden ge-
ter duygusal, bilinci insanın bütün etkin- çeni algılaması" olarak tanımladığı bilinci
liklerini kapsayacak denli çok geniş bir doğrudan bilinç edimlerinden türetmiş­
anlamda kullanmaktadır. Tin Üıtiilıt'de tir. Bu noktada Locke'un temel derdi,
(De Anlına) Aristoteles, günümüz felse- bilinci öznenin temeli yapmak, bilinç ol-
fesinde bilinci kavramaya çalışırken yanıt gusuna dayanarak "kiş.isel özdeşlik" ol-
aranan pek çok sorunun ilk biçimlerini gusunu temellendirmektir. Nitekim Loc-
ortaya koyar. Bu çerçevede, görüyor ol- ke kişisel özdeşlik temelli bilinç anla.yı­
manın farkındalığının bize "görüş" edi- şını kendi sözleriyle şu biçimde dile ge-
minin kendisinden mi yoksa görüşten tirmektedir: "İnsanı kendisine kendisi kı­
başka bir yerden mi geldiğini soran A- la.n da bu aynı bilinç değil midir ki za-
ristoteles, eğer görüyor olmaya ilişkin ten... kişisel özdeşliğin dayandığı bir şey
farkındalığımızı görüş dışında bir başka varsa o da bilinçtir... Zihnin ya da duyu-
yerden ediniyorsak, o vakit ya sonsuz bir ların etkinliklerinden doğan bilinç, öteki
kısırdöngüye düşeceğimizi ya da zorunlu bütün bilinç etkinliklerinin koşulu olma
olarak bir yerde durup görüşün bir bi- görevini yerine getiren 'öz-bilinç 'e dönüş­
çimde kendi kendisinin f~kında olduğu­ mektedir."
nu varsaymak durumunda kalacağımızı Bilinç konusu, Descartesçı felsefenin
söylemektedir (Titı Üıtiitıe, 425b). Aristo- "özne ile nesne aynmı"nın doğal bir so-
teles, bu iki seçenek arasından ikincisini nucu olarak, modern felsefe döneminde
daha uygun bulmakla birlikte, bir şeyin yapılan hemen bütün düşünsel tartışma­
farkında ya da bilincinde olmanın neliği lara damgasını vurmuştur. Descartes fel-
bağla.mında "farkındalık"ın ya da bilin- sefesinde bilinç, kendisi de içinde olmak
cin değcrgesi sorununun başhbaşına c- üzere hem ruhun özünü hem de düşün­
rekbilgisel bir yaklaşım çerçevesi içinde cenin kendisini oluşturması bir yana, va-
kalarak "neden araşumıası" yapmayı ge- rolan her şeyin de ana kaynağıdır. Bilinç,
rekli kıldığını bildirmektedir. Aristoteles bir başka modem filozof Leibniz'e gö-
aynca, bu sorunun "aynı nesneleri dü- reyse, tözün gerçek doğasını, tinin özü-
şüddüğü biçimde kendi kendisini de dü- nü kavramaya olanak tanıyan en yüksek
şünebilen zihin" tasarımında da başgös­ düşünsel sezgidir. İlk bakışta bilinç konu-
terdiğine dikkat çekmiştir (Tilı Üıtü11e, suna bir hayli kuşkuyla yaklaşması bek-
430a, 2). Aristoteles sonrası iki büyük lenen deneyciliğin kuruculanndan Hu-
felsefe okulundan biri ola.n Stoacılık da me'un gözündeyse bilinç, kenilimi:ı:ile
yine benzer bir kullanımla bilinci, insa- sezgisine ulaştığımız açık seçik olgular
nın kendi cininden gelen "dolaysız sezgi" çokluğunun toplamıdır.
yle özdeş görmektedir. Kant'ın eleştirel felsefesinde ise bi-
Felsefe tarihinde XVII. yüzyıldan ön- linç, ilkece hiçbir koşulda "kendinde şey­
ce "bilinç"e karşılık gelen özgül bir fel- ler alanı"nın bilgisini ya da kavrayışını
sefe teriminin olmadığı görülmektedir. sunma yetisi taşımayan, önsel bir forma
Kuşkusuz böyle bir terimin olmayışının karşılık gelen "iç duyum" olarak tanım­
gerisinde yatan, bilincin zihnin ya da du- lanmaktadır. Bu anlamda bütün tasanm-
yula.rın bir niteliği olmaktan çok, bütü- lar tek bir bilinçte bir araya geldiklerin-
nüyle eylemlerin bir özelliği olarak dü- den, bilinç olmadan hiçbir şeyin düşü­
şünülmüş olmasıdır. Nitekim Descartes nülmesi, görüp tanınması olanaklı değil­
bilinçten hep bilinç oluşum edimleri diye · dir. Bu durumu Kant kendi sözleriyle şu
söz ederken, Spinoza tinin kendi edimle- biçimde dile getirmektedir: "Bilincin bi-
rinin farkına vanşını "duyarlık" diye ta- çimsel birliği bütün bilgilerin nesnel ko-
235 bilinç

şuludur. Ona gerek duyuşum salt her- yim yargılanıun bir bilinç içerisinde tasa-
hangi bir nesneyi görünce taıumak için nmları birleştirip bütüııleşıirmekten öte
değildir; ama bununla birlikte hiçbir sez- bir karşılığı bulunmayan a priori ufku
gi bu koşul olmaksızın nesne durumuna çizdiğini, bu yüzden de uygulamalı ruh-
gelemez çünkü bu bileşim olmadıkça çe- bilimin temel konusu sonlu varhkların
şitlilik tek bir bilinçte toplanamayacak- deneysel bilinçten kesin çizgilerle aynl-
tır." Kant bilinci, genelde bütün bilme ması gerektiğini vuıgulamıştır. Öte yan-
etkirıliklcrinin evrensel koşulunu biçim- da, Kant'ın yaşadığı dönem boyunca en
lendiren "bende zaten bulunan bir tasa- azından .Alman felsefesinde son derece
nmın ııısanmı" olarak tanımlamaktadır. etkili bir konumda bulunan "Wolffçu
Bütün bilmeleri olanaklı lalan bilinç bu Okul", bilinç denilen insan yetisini her
anlamda ancak bilmelerin doğasıru ya da durumda bilincinde olma edimiyle özdeş
neliğini belirlemekten çok, biçimlerini ya görmüştür. Nitekim okulun önde gelen
da nasıl olanaldı olduklanıu açıklamaya düşünürlerinden Meissner, bu durumu
yönelik bir yaklaşım içinde ele alınabile­ daha da açarak bilinci "düşünmekte ol-
cek bir konudur. Böylelikle Kant kendi- duğumuzu kendisi aracılığıyla bildiğimiz
sini, bilmenin "koşulu" ya da "nasıl ola- edim" diye taıumlamıştır. Kant'ın hemen
naldı olduğu" deyişleriyle, öteden beri a- ardından gelen Kant sonrası felsefeciler
çıkça bilincin kes.in değcı:ges.ini belirleme kuşağııun da "öz-bilinç"i kendi felsefele-
arayışı içinde olmuş felsefe geleneğinin rinin "en yüksek ilkesi" konumuna taşı­
dışında eleştin:J bir felsefe konumuna ta- yarak kavramsallaştırdıklan görülmekte-
şımış olmaktadır. Kant bu noktada, bi- dir. Sözgclimi Schelling, bütün bilgiler i-
linci bilinç yapaıun, özbilince ya da kişi­ çinde bizim için en temel olan bilginin
sel özdeşliğe ilişkin gönderimlerde bu- hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak bir ke-
lunmaksızın, bütünüyle biçimsel nitelik- sinlikte kendimize ilişkin bilgi ya da
leri olduğu saptamasıyla yola koyulmak- "kendilik bilgisi" olduğunu öne sürmüş­
tadır. Nitekim bu bağlamda, Arı Unm tür.
E/qJirisı•nde, kendime ilişkin bilincimin Buna karşı Hegel, hem bilinç felsefe-
özdeşliğinin, değişik zamanlarda yalıuzca sinin içinden hem de dışından çalışmaya
düşüncelerimin, bunlann arasındaki tu- gayret göstererek, bir nesneyle ilişkisi o-
tarlılığın biçimsel koşulu olduğunu be- lan bilinç ile bir özneyle, bir başka öz.
lirterek, hiçbir bakımdan özneliğimin öz- bilinçle ilişkisi bulunan öz-bilinç arasın­
deşliği.yle bir ilintisi olmadığıru ileri sür- da bir aynma gitmiştir. Bu noktada Kant
müştür. Bu biçimsel kofulun bütünüyle ile Fichte'ye karşı bilinç ile özbilinç ara-
"kendiliğindenlik" ediminin bir ürünü ol- sındaki aynmı ıskaladıkl=ırı eleştirisini ge-
duğunu düşünen Kant, tasarımı ya da tirerek, bu iki düşünürün de ilkece hiçbir
düşünmeyi ortaya çıkaran, öteki bütün zaman bilinmesi olanaklı olmayan ama
tasarımlarla birlikte ortaya çıkma yetisi buna karşı öteki bütün öz-bilinçlere san-
taşıyan, kendisinde bütün bilincinde o- ki birer şeylermiş gibi yaklaşan bütünüy-
lunaıılann bir ve ayıu olduğu bu özbi- le egemen bir kendilik bilincinin koyut-
lincin kendisinin bir başka tasanm yo- lanması gibi istenmeyen bir duruma yol
luyla düşünülmesinin olanaksız olduğu­ açtıklanıu dile getirmiştir. Hegel, Tinin
nu savunmuştur. Bu edimin de son çö- Gô'riingiibilimlndc, gerek bilincin gerekse
zümlemede "tamalgı" ile özdef olduğu­ özbilincin nasıl ortaya çıktığııu, her za-
nu, dolayısıyla da deneyimin hem bu bi- man için bir başka özbilincin taıuması
çimsel koşulu hem de onunla birlikte o- araahğıyla keşfedilen özbilincin bütün gü-
lan ama kendisi olanaklı bir deneyim nes- cüyle verdiği tanınma mücadelesi ya da
nesi olmayan "öz-bilinç"in aşkınsal birli- arzusu doğrultusunda aynntılanyla orta-
ğini ürettiği sonucuna varmıştır. Dene- ya sermiştir. Öz-bilince ilişkin olarak ku-
bilinç 236

r:ımsal düzenlenimden ayn olarak He- bir düzleme, bilinçaltına taşıyarak çö-
gelci felsefe yoluyla gerçekleşen bu geli- zümlemiştir. Başyapm İ.rıenç ve T aJ"amn O-
şim, X..'C. yüzyılda bilinç felsefesi alanın­ larak Diil!Jdda sunduğu, istencin kaynak-
da yapılan pek çok çalışma üstünde ol- lannın bilinçaltında yattığına yönelik a-
dukça değerli açılımlar doğurmuş olması nıştırmalanyla Schopenhauer, bilinçaltı
bakımından önemlidir. diye bir şeyin varlığından ilk söz eden
Bilinç üzerine her biri değişik bağ­ olmakla kalmamış, geçmişte hep düşü­
lamda, değişik gerekçelerle ortaya kon- nüldüğünün tersine, bilinçaltına gitmek-
muş bütün bu bilinç konumlarından da sizin "bilincin bilinç olarak" anlaşılama­
arılaşılacağı üzere, modem felsefede bi- yacağı sonucuna varmıştır. Schopenhau-
linç tek tek durumfardan ya da yaşantı­ er'un bilincin bilinçdışılığı arılayışından
lardan hareketle oluşan bir parçalılıktan esirılenen Freud bu düşünceyi daha da
çok, bütün bir evreni kucaklayan tekpar- ilerilere taşıyarak bilincin çoğu durumda
ça bir bütünlüğün yaratıcı, etkin ve canlı eylemlerin ana dayanağı olamayacağını,
kavrayışı olarak saltık bir kaynağa ya da insanın pek çok davranışının kaynağında
tanrısal düzeyde bir aşkırılığa bağlan­ bilince çıkmamış bilinçaltı itki ve dürtü-
maktadır. Buna karşı çağdaş felsefede öz- lerin olduğunu ileri sürmüştür. Nitekim
ne ile nesne aynmının sorun haline geti- Freudcu ruhçözümleme yönteminin söz-
rilmesiyle birlikte, öznenin bilinç dolayı­ dağannda bilinç, "süperego"nun ~'üst­
mıyla kendi üstünde kurduğu egemenli- ben"in) vicdan ~'törel bilinç') gibi kimi
ğine dayalı yetkirılik kurgusu da son de- yörılerine ek olarak, büyük ölçüde "ego"
rece kuşkulu bir konuma düşmüştür. nun ("ben"in) düşiinme, tasarlama, algı­
Hiç kuşkusuz öznenin üzerinde bilinç lama gibi bilişsel süreçlerine karşılık gel-
kaynaklı böylesi bir güç kurıılmasırun il- mektedir. Bu arada yeri gelmişken, Fran-
kece olanaksız olduğunu en açık biçimde sızca'daki ço11srie11cr sözcüğünün yerine
gösterenlerin başında Nietzsche gelmek- göre "bilinç'', yerine göre de kişinin ken-
tedir. Nietzsche bilincin çoğu durumda di eylemlerini yargılama yetisine karşılık
gerçekleri görmek yerine bunlan işine gelen "vicdan" arılamında kullanıldığına
geldiği gibi yorumlayıp ıılgıladığına ya da da dikkat çekmek gerekir. Öte yanda ya-
bile isteye görmezden geldiğine yönelik kın dönemlerde yapılan çalışmalarda, bi-
saptamasıyla, bilince bütün bir felsefe ta- lincin kişiliği oluşturan bütün· edimlere
rihini darmadağın edecek derıli sert bir içkin olduğunun düşünülmesine bağlı o-
çekiç darbesi indirmiştir. Nietzsche'nin larak, bilinçli davranış ile bilinçdışı dav-
gözünde bütün bir tarih boyunca bilin- ranış arasında yapılan ayrımın bütünüyle
cin gerçekliğinin kavranması için bakıl­ ıerk c0ilcliği gözlenmektedir. Ayrıca yine
ması gereken biricik yer "erk istenci"nin bu yakın dönemlerde nörofizyoloji yö-
kendisini nasıl ve hangi kılıklar ya da nelimli bilişsel bilim kur:ımcılan, düş
maskeler altında açığa vurduğudur. Bu görme de dahil olmak üzere değişik bi-
bağlamda Nietzsche'nin ortaya koyduğu linç durumlarını bellek ile bilinç arasında
"bilinç soykütüğü"ne göre, başta "saltık­ koparılamayacak derıli içiçe geçmiş iliş­
lık'' olmak üzere kendisine bir yığın de- kiye yoğunlaşmak yoluyla açıklamaya ça-
ğerin atfedildiği, bütün bir felsefe tarihi lışmaktadırlar. Bilincin şaşmaz kesirılikte
boyunca kızılca kıyametin koparıldığı "bi- bilgi vereceğine ya da kavrayış sunacağı­
linçlenme" ülküsünün arkasında insanla- na yönelik geleneksel varsayım, post-ya-
rın hep daha güçlü olmayı istemelerin- pısalcı felsefeden büyük eleştiriler almış­
den daha öte bir şey yoktur. Nietzsche' ur. Sözgelimi, bu çerçevede Nictzsche'
nin önceli Schopenhauer, kör bir isten- den aldığı esinle düşünineye koyulan
cin tutsağı olarak tanımladığı insanın ken- Fransız felsefeci Bataille, hiçbir yanılgısı
di bilinciyle ilişkisini son derece başka olmadığıyla övünen bütün bilinç ifadele-
237 bilinemezcilik

rinin bulanık · bir bilincin sabuklamalan mın hım bütününde hem de sınıf bilinci
olmaktan öte bir değerleri olmadığını ö- açıklamasında bilinç konusu bütünüyle
ne sürmektedir. siyasal bir anlam kazanmışur. Bu bağ·
Felsefe tarihinde bilinç üstüne yapı­ lamda Lenin, Lukacs ve Adomo'nun ba-
lan çnlışmalann doğasında Husserl'in "ke- şını çektiği bir dizi Marxçı düşünür,
sin bir bilim" olarak temellerini atuğı gö- Marxçı çözümlemelerde geçen bilinç ıa­
rüngiibilimsel felsefe yöntemiyle derin sıırımını en ince aynntısına dek işleyerek
bir kırılma yaşanmıştır. Nitekim "bilinç oldukça ilerilere taşımışfardır. Marx ile
her zaman ve her durumda hep belli bir Engels'in de belirttiği üzere, geleneksel
şeyin bilincidir" sözüyle Husserl, bilincin felsefede sanıldığının tersine yaşamı be-
doğası gereği taşımak durumunda oldu- lirleyen bilinç değil, bilinci belirleyen ya-
ğu yii11e/111iflik niteliğine dikkat çekerek, şamın kendisi, yaşamın kendi akış den-
bilincine vanlan ile bilincine varan ara- geleridir. Bu bağlamda, Marıı:'ın "fılo1.of­
sındaki ilişkinin (klasik felsefenin diliyle lar şimdiye dek dünyayı yorumlamakla
"özne" ile "nesne" arasındaki ilişkinin) yetindiler, oysa şimdi asıl yapılması gere-
asla birinin diğerine indirgenmesi yoluyla ken dünyayı değiştirmektir'' yollu "1 l.
k.ıvmnamayacağı gerçeğini dile getirmiş Tez" olarak tarihe geçen ünlü sözü, doğ­
olmaktadır. Buna göre, kayıtsız koşulsuz rudan Marıı:çı bilinç tasarımının manifes-
yönelmişlik yoluyla kendisini açığa vumn tosu değerindedir. Bu Marıı:çı manifes-
bilinç, başta verili bir yeti olmayip ancak toda içerimlenen bilinç anlayışını yine
bakanın baktığına etkin biçimde yönel- ~aıx'ın kendi sözlerine başvurarak daha
mesiyle kurulan, yani inşa edilen bir kav- da belirginleştirmek olanaklıdır: "Bilinci
rayıştır. Bu yüzden Husserl'in gözünde yeniden düzenlemek gerekiyor demek,
her bilinç öyle ya da böyle yönelinen dünyayı bilinçli kılmak, dünyayı kendi
belli bir nesnenin bilinci olduğu gibi, her düşlerinden uyandınp kurtarmak demek-
yönelinen nesne de ona yönelen belli bir tir:'
bilincin nesnesidir. En azından yöntem- Son çözümlemede Marxçılıktan va-
bilgisi bakımından Hiısserl'in açtığı yol- roluşçuluğa, yorumbilgisinderı görüngü-
dan yürüyen bir başka önemli görüngü- bilime hemen bütün çağdaş ııkıml.ırda
bilimci Merleau-Ponty, &Jmitt Göriingii- bilinç -baştan verili, olmuş bitmiş bir
bililni başlıklı başyapıtında, şeyler ile bi- yetkinlik durumu olar.ık tasarlanageldiği
linç arasında kesin bir aynına gidilmesi geleneksel felsefenin tersine- kendisinde
gerektiğini şu sözleriyle temellendirmek- bütün bir geçmişi taşıyan, ileride ger-
ı.edir: "varolan her şey ya şey olarak var- çekleşecek bütün olanaktan içerimlemck
dır ya da biline; olarak, bunlanıı dışmda .ınlamındn hep geleceğe açılan, asla ya-
bir iiçiincii dunımun, bir orta noktanın şanan "an"la ve "buradalık"la sınırlana­
olması söz konusu bile edilemez." mayacağından zamanla değişen, dönüşen,
Öte yanda bütünüyle başka bir dü- başkalaşan, oluşa açık bir kategori olarak
şünsel iklim olan Marxçı gelenekte bi- bambaşka bir çerçeveye oturtularak de-
linç, nesnel dünyanın, yani içinde yaşanı­ ğerlendirilmektedir.
lan gerçek dünyanın bilinci olmakla bir-
likte, bundan çok daha önemlisi bu bi- bilinemezcilik [İng. agno.rtiGimr, Fr. ag·
lincin doğaüstü kaynaklardan değil de nostidsme; Alm. ag11ostizjs11111r, es. t. Jti.ed-
doğrudan dünyanın kendisinden edinil- t!»'e] Eski Yun.ınca'da "bilinemez o~n"
miş olması nedeniyle dünyayı dönüştür­ anlamına gelen n[!,110110/tan türetilmiş te-
mek gibi son derece önemli ve devrimci rim. Felsefede, en geniş anlamıyla, insan
bir gizilgücü olmasıdır. Nitekim bu çer- zihninin, insanın bilişsel gücünün saluk
çevede bilinç, öteki her şey bir yana, ön- olanın bilgisine ulaşamayacağını ileri sü-
celikle bir "sınıf bilinci"dir. Marxçı kura- ren öğreti; insan düşüncesinin ve onun
bilinircilik 238

sınırlıbilgisinin "gerçek varlığı" kavraya- deyişle biz insanfann yalnızca duyuları­


mayacağı düşüncesini kendine temel a- mız ve algılarımız tarafından
bize sunu-
lan felsefelere verilen ortıık ad. lan gerçeği bilebileceğimiz, den:yimi a-
Felsefedeki en bilinen anlamıyla, bili- şan konularda ise kesin bilgiye ulaşama­
nemezcilik, tanntanın:ılığın Tann'nın var yacağımız yollu görüşü devralan XIX.
olduğu, tanntanımazalığınsa Tann'nın yüzyıl bilinemezcileri arasında, isim ba-
var olmadığı şeklindeki· savlarına karşı bası T. H. Huxley dışında, Herbcrt S-
geliştirilen Tanrı'nın var olup olmadığını pcncer, Wılliam Hamilton, Leslie Step-
bilmenin olanaklı olmadığı savını savu- hen adlan sayılabilir. XX. yüzyıla gelin-
nan düşünce akımına karşılık gelir. Her diğinde ise dolaylı da olsa bilinemezciliğe
türden tannbilimscl öğretiye kuşkuyla destek veren iki felsefe akımından söz
yaklaşan felsefi bir duruş olarak biline- edilebilir: mantıkçı olguculuk ve doğalcı­
mezcilik, evrenin varoluşundan sorumlu lık. Ayrıca bkz. ignoramus-, ignorabi-
olan/ tutulan kutsal bir gerçekliğin belir- nıus.

lenmesinin insanın bilişscl gücünün sı­


nırlarını aştığı görüşündedir. Tann'yla il- bilinircilik [İng. g11osfirism; Fr. g11ostiıisme;
gili her türlü soruya verdiği yanıt açıktır: Alm. g11osfizjsm11r, es. t. itfa11İ.JYe] Ciddi fel-
"Ne biliyorum, ne bilmiyorum, ne de sefe araştırmalarından büyü ritücUerine
bilmenin olanaklı olduğunu düşünüyo- kadar uzanan çeşitli biçimleriyle, genel
olarak, Eski Yunanca'da "bilgi" anla-
Düşünce tarihinde çeşitli biçimler al- mında kullanılan gnosis sözcüğüyle karşı­
tında ortaya çıkan bilinemezciliğin kök- ladıklan geT'{f/e ya da ifre/e bilgiye, dünya-
leri ilkçağ Yunan felsefesine, özellikle de nın ve insan ruhunun kökenini ve kade-
bilgiyle '!Jfl'!J011 Sofistlere dek uzanır. Or- rini açıklamaya çalışan çeşitli söylenlerde
taçağ felsefesinde de *olıtms11z/amaa ta11- aktarılan gizemli bilgi ya da öğretileri ko-
r1bilim ile kendini gösteren bilinemezcili- ruyarak sezgi yoluyla, anlık bir "aydınla­
ğin bir terim olarak tarihi ise oldukça ye- nış"la ulaşılabileceğini savunan öğretiler
nidir (1869). İlk kez Yeni İngiliz felsefe- bütününe verilen ad: "gnostisizm". Bazı
sinin önde gelen düşünürü Thomas Hen- bilinirci akımların Yahudilik ya da *Mani
ry Huxley tarafından felsefe sözdağarına dini gibi Eski İran dinleriyle yakın bağ­
katılan bilinemezcilik, her türden metafi- lan olsa da "bilinircilik" günümüzde
zik düşüncenin ne kanıtlanabileceğini ne M.S. il. yüzyılda Ortodoks Hıristiyanlığa
de çürütülebileceğini, insanın bilgisine e- rakip olarak ortaya çıkmış; Hırisıiyanlık
rişemeyeceği Tanrı'nın varlığı ya da ö- öğrcrisi ile Helenistik dönemin çokıanrılı
lümsüzlük türünden fızikötesi knnularcla batım dinlerinin gizemci üğrctilerirıi h,ır­
yargıda bulunmaktan kaçınması gerekti- manlayan dinsel hareketlerin "ikici" öğ­
ğini öne süren, Huıtley'in kendisinin de retilerine gönderme yapmak için kuUa-
savunduğu öğretiyi nitelemek için kulla- nılmakt.1dır. Bilinirci hareket, içrekçiliğiy­
nılmıştır. le Ortodoks Hıristiyanlığın öfkesini üze-
Felsefe tarihinde, önceleri Tanrı'nın rine çekmesine karşın, ikiciliğinin ve "en
ya da doğaüstü tannsal bir varlığın var o- yüksek bilgi"nin ulaşılabilir olduğu yoU11
lup olmadığının kanıtlanmasının olanak- temel görüşünün verdiği metafizik çeki-
lılığına yoğunlaşan bilinemezcilik, mo- cilikle ortaçağ boyunca varlığını bir şe­
dem dönemde XIX. yüzyıldan itibaren kilde sürdürmüştür. Sonraki yüzyıllarda
büyük ölçüde Kant ve Hume'un felse- Hıristiyanlık öğretisi büyük ölçüde bili-
felerine yaslanarak kendini çok daha ge- nirciliğe karşı cephe alabilmek için ken-
niş bir felsefi konum olarak temellendir- disini geliştirmiş; tanrıbilim alanında diz-
meye girişmiştir. Hume'un deneyciliği ile geli düşünceler ortaya konulmuştur. Bu
Kant'ın aşkınsal idealizmini, bir başka anlamda 'Hıristiyanlık öğretisini ilk kez
239 biliş/bilitsel

dizgeli bir biçimde. ortaya koymuş olan etmiştir. Chomsky'nin dil bilgimizin zi-
Aziz Augustinus'un Hırisıiyan olmadan hinsel tıısarımlanna ilişkin görüşleri, re-
önce Mani dinine mensup olduğu bilgisi tina üzerindeki iki boyutlu görüntüler-
ilgi çekicidir. Karşıu için bkz. bilinemez- den üç boyutlu nesnelerin tasanmlannı
cilik. Aynca bkz. ikicilik. oluşturmak üzere görsel dizgenin izlediği
süreçler üzerine yapılmış araştırmalar bu
bilit/biliısel ~ng. nıgnitiotı/ nıgmli1111; Fr. başarılardan yalnızca ikisidir.
rog11itio11/ rognitif, Alm. lt.ognitio11/lt.ogıtilive] Büyük oranda bu başanlann sonu-
En genel anlamda -bütün bileşenleriyle cunda ruhbilimde davranışçılığın yerini
birlikte- biline edimini oluşturan süreç. bilişçi.lik alır. Aruk, insan davranışlarını
Geleneksel olarak algı kaynaklı deneyim- etki-tepkiye bağlı olarak açıklama yoluna
ler ile sızı, acı, kaşınu gibi öteki duygular gidilmeyecek; davranışlar düşünsel kap-.ı­
arasındaki aynmı vuı:gulayan düşünceleri sitelerin davranışı etkilemek üzere an-
ya da çıkarımlan betimleyen kavram. lamlı içerikle nedensel etkileri birleştiren
Kendileri düşünce olmadıklan halde dü- içsel zihinsel durumlar olduğu varsayıla­
şünmeye ya da uslamlamaya veıi sağla­ rak açıklanacakur. Bilişsel bilimin doğal­
dıklarından ötürü duygular, algılar ve du- cı bir zihin kuramı oluşturmak için bu
yumlar tümden biliş evrelerinden ayrılır. kadar büyük bir çaba harcamasının ne-
Günümüzde biliş, bilişscl ruhbilimcilerin deni, geniş bir alana yayılmış bilişsel du-
ve bilişsel bilimcilerin araştırdıklan tasa- rumlanmızın işte bu iki özelliğini (an-
nm alanındaki durumlar ya da süreçler lamlı içerik-nedensel etkiler) başarılı bir
olanık kavranmaktadır. Bunlara, dünya biçimde birleştiren yorumunu ortaya koy-
üzerine düşünmek, bir dili kullanmak, mak istemesidir. Bilişsel bilim bunu, zi-
bir davranışı yönlendirerek denetlemek hinsel süreçleri tıpkı bilgisayarların yap-
örnek olarak gösterilebilir. tıkları gibi hesaplamacı bir biçimde ele
Biliş k:uramlan; görmek, düşünmek alarak yapmayı düşünür. Bu hesaplamacı
ya da uslamlamak gibi bilinçli edimler- varsayıma çeşitli biçimleıde karşı çıkılır.
den niyetler, inançlar, arzular gibi kişiye Sözgelimi, kimi eleştiriciler, ruhbilimin
özgü durumlara, hatta görsel-dilsel sü- yasalannın hesaplamacı olduklarını kabul
reçlerin erken evrelerinde ortaya çıkan ederleı; ancak, bunların sözdizimsel, bi-
bilinçdışı durumlara dek uzanan geniş çimsel olmalarından ötürü, zihinsel du-
bir alanı kapsar. Bu nedenle, bilişsel ku- rumlar ve süreçler sözdizimsel olarak a-
ramların alanı, pek çok filozofun usun çıklaıidıklan sürece bilimsel olarak da 11-
gerçek alanı Hydıklan mantıksal tutum- çıklana bileceklcrini öne süreıler. Söııdi­
lar dünyasından daha geniştir. Us alanı­ zimsel zihin kur.ınu, bilişsel durumhırın
nın ötesinde yer alan bilişsel durumlar, içeriklerini feda ederken nedensel etkile-
ne düşünmemiz, neye inanmamız, ne rini korur.
yapmamız gerektiğini söyleyen ussallık Bilişsel kuramlar, biliş alanında farklı
kurallannca yönetilmezler. Tersine, ussal- yapılar ortaya koyacaktır; ancak bunların
lık kurallan, bilişsel ruhbilimin nedensel çoğu bir kişinin deneyimlerini ya da us-
yasalannca yönetilir. lamlamalannı ilgilendiren durumlar ile
Deneyim konusu olamayacaklanndan oldukça kişisel işlem dizgelerinin bilgi-
ötürü, us alanının ötesinde yer alan du- lendirici durumları arasında kaba bir ay-
rumların içeriklerinin tıısarlanamayacağı ~a giderler. İster bilince bağlı olarak
savunulmuştur. Ne var ki, deneyci ruh- yapılsın, isterse kavramsal ve kavramdışı
bilim, bilişsel alt-dizgelerimizin içerik du- içeriğe bağlı olarak yapılsın, bu aynm
rumlarına bağlı kalan genellemeler yapa- felsefeciler ile ruhbilimcilerin onaklaşa
rak pek çok zihinsel etkinliğimizin açık­ çalışabilecekleri bir alan olduğunu göste-
lanmasında kayda değer başarılar elde rir.
bilişçilik 240

bilişçilik ~ng. m!,'lilivisnr, Fr. ..og11iıivis111e, nin dünyaya ilişkin doğru ya da yanlış
Alm. ko[,'IİIİVİs11111s] Belli bir alanda ilkece değerleri alabilecek önermeler gibi gö-
bilinebilir olgular olduğunu savunan gö- riinseler de gerçekte bunlann önerme kı­
riiş. Sözgelimi ahl:ik felsefesinde biline- lığına girmiş boş ifadeler old ukla nru sa-
bilir ahlaksal olgular olduğunu öne sür- vunurlar. C. L Stcvenson'un adıyla bir-
mek bilişçilik görüşüne girer. Günümüz likte anılan duyguculuk göriişünce .. Ali i-
düşünürlerinden kimileri bu yaklaşım i- yi bir ins\lndır" gibi ifadeler, manuk ö-
çin "gerçekçilik" terimini kullanmayı yeğ­ nermelerinin taşıdığı türden bir doğruluk
leyerek bilişçilik kavramıru daha çok, ö- değeri taşımazlar. R. M. Hare'in kuralko-
nermelerin belli bir söylem alaru içinde yuculuğu bilişçilik karşıtlığına diğer bir
olgu durumlanru gösterdiğini söyleyen örnek olarak gösterilebilir. Hare'e göre
görüş için kullanırlar. Ruhbilim açısından "Yahın söylemek kötüdür" tümcesi yal-
bilişçilik, içsel, zihinsel öğeler ile bilgiiş­ ruzca insanlan yalan söylemekten caydır­
lem durumlarına ve evrelerine bağlı kala- mak için söylenir ve kolaylıkla "Yalan
rak davranışlann açıklanması gerektiğini söyleme!" buyurucu kipine döniiştiirüle­
savunur. Bu görüş, günümüz bilişsel ruh- bilir.
bilimine büyük oranda egemendir. Biliş­ Bilişçilik karşıtlığının en güçlü savu-
çilik zihin felsefesi açısından d<ı şöyle ele nusu ahlak önermelerindeki yüklcmlerin
alınır: Biliş, gerçek varlıkların simgeleri fizik dünyada karşılıklarını sorgulamakla
olan zihinsel durumlan işlerken ortaya yapılır. Bir kimsenin "iyi bir insan oluşu"
çıkar. Söz konusu zihinsel durumlar ço- aynı kimsenin, sözgelimi "kel oluşu" ka-
ğunlukla beynin ilgili sinirsel bölgesiyle dar somut, gözlemlenebilir bir durum
eşleştirilir. Bu eşleştirmeyi anlatmak için olmadığından ahlak önermelerinin doğ­
bilgisayarlann çalışma düzeneği örnek <ı­ ruluk değerleri yoktur. Ne var ki, bu ö-
lırur. nermelerin, "Yeşil rengini duyuyorum"
önermesinde olduğu gibi büsbütün an-
bilişçilik karşıtlığı ~ng. noıı-rogmıwunr, lamsız olduğu. da ileri süriilemez. Aynca
Fr. 11011..vgnilivisme; Alm. 11on-A:og11iıivis1111ıs] bkz. duyguculuk; kuralkoyuculuk.
Ahlak felsefesinde, özellikle de listetikte,
ahlaJcsal yargı bildiren önermelerin ne bilişsel anlam [İng. to[,'IİIİve me1111i11g, Fr.
doğru ne de yanlış olamayacağıru savu- seııs rog11ihj, Alm. A:ognilive simı] Kimi an-
nan görüş. Bu görüşü savunanlara göre lam kuramlannda, bir önermenin taşıdığı
bu türden ifadeler duygulann dışa vurul- bilginin doğruluğunu ya da yanlışJıWnı
duğu betimleyici dile getirişlerdir. Söz- betimlemek için kullanılan deyim. Bu
gelimi "Kapı kapalıdır'' önermesinin doğ bakımdan bilişscl anlam, süz konusu ö-
nıluk değeri kapının gerçekten kapalı o- nermenin içeriğini ya da bir başk:ı de-
lup olmadığıyla belirlenirken, "Köpeğini yişle kesin olarak bildirdiği şeyi, onun
bahçemden uzak nıt!" ifadesinin böyle biçiminden, önermeyi oluşturan sözcük-
bir yapısı yoktur. Her iki ifadeyle anlatıl­ lerin seçiminden bağımsız olarak tanım­
mak istenenler bellidir ve taraflar ona lar. Bilişsel anlam, önermeyi yanlışlayan/
göre davrarurlar. Oysa "Ali iyi bir insan- doğrulayan özelliklerden oluşması nede-
dır" ya da "Yalan söylemek kötüdür" niyle, sıklıkla önermenin doğruluk değeri
cinsinden ahlaksal yönü bulunan bildi- ile bir görülür.
rimlerin değerlendirilmesi söz konusu ol-
duğunda bilişçilik karşıtlan bunların doğ­ bilişsel bilim [İng. m!,'lilive sıienre; Fr.
ruluk değerlerinin manuk önermelerine stittıı:r ı:og11itif,
Alm. A:ognitionm,isse11sdıaji]
benzer biçimde bilinemeyeceğini savu- En genel anlamda düşüncenin ya da bi-
nurlar. lişin bilimi. Bilişsel bilim terimi genellikle
Manukçı olgucular, ahlak önermeleri- ruhbilim, dilbilim, insanbilim ve felsefe
241 bircilik (tekçilik)

alanlan arasında kalan, düşüncenin yapı­ nu üstlenmişlerdir. Ôte yandan Noam


sını, beynin iflcvini ve yapay zeka gibi Chomsky ise davranışçı dil varsayımlıın­
konulan ele alan disiplinlerarası araşın­ nı yadsıyarak, dilin kuralları olan bir zi-
malan nitelemek üzere kullanılır. Bu a- hinsel dilbilgisiyle · öğrenildiğini ileri sü-
landa, bilişscl süreçler bilgiişlcm mantı­ rer.
ğıyla değerlendirilir; böylc:liklc düşünce­ Bilişscl bilimin bulgularının felsefe a-
nin, en azından zihnin bilişscl bölümü- çısından önemini, bunlann bilgikuramı,
nün, bir çeşit bilgisayar gibi düşünülebi­ metafizik ve ahlak fdscfcsi alanlarındaki
leceği ileri sürülür. Ortodoks bilişscl bi- geleneksel sorunları anlamada kolaylıklar
lim, düşünce süreçlerini, Jcrry Fodor'un sağlamasında aramak geıı;kir.
"düşünce dili" savıyla aynı çizgide, bilgi-
işlcm kurallanyla uyum içindeki belli bir bilmesinlercilik bkz. karanlıkçılık.
içerik ve biçim aracılığıyla nesneleri yön-
lendiren süreçler olarak görür. bios (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde ö-
Kökleri 1950 ortalanna uzanan bilişsel lümün (th11t1aloi) tam karşısında duran,
bilimin kurumlaşması, Bilişsel Bilim Dcr- tüm canlılann varkalmak, varlıklarını sür-
ncği'nin kurulması ve Bilişsel Bilim Dcr- dürmek için uğraştıklan varlık alanı: "ya-
gisi'nin yayım hayatına aulmasıyla 1970' şam".
terde başlar. O tarihlerden günümüze Ku-
zey Amerika ve Avrupa'da yetmişi aşkın bircilik (tekçilik) [İng. 111011ism; Fr. 1110-
üniversitede bu alanla ilgili program ya 11iı111e; Alm. 111011is11111r, es. t. wıbJefiue] Fel-
da ders açılmıştır. Türkiye'de de Orta sefenin en temel sorulanndan ''Varlık bir
Doğu Teknik Üniversitesi Enformatik midir yoksa birden çok mudur?" soru-
Enstitüsü'ne bağlı lisansüstü düzeyde e- suna varolan her şeyin tek bir gerçeklik-
ğitim veren Bilişscl Bilim Programı bu- ten oluştuğu yanıtını veren; gerçekliğin
lunmaktadır. tek bir ilkeden türetilebileceğini ya da bu
İnsanın, zihnin nasıl çalıştığını anla- tek ilkeye indirgenebileceğini savunan;
ma çabası en azından Platon ve Aristo- birçok enson gerçeklik bulunduğunu
ıeles gibi ilkçağ Yunan filozoflarının düşünen "çokçuluk" ile iki tane enson
zamanından beri canlılığını koruyan bir gerçeklik ya da töz olduğunu savlayan
çabadır. Bu durum XIX. yüzyıla değin "ikicilik"e karşı tele bir taııe enson ger-
sürüp gitmiştir. Wılhelm Wundt'un zi- çeklik ~lduğu savunusundan ödün ver-
hinsel işlemleri açıklamak üzere yaptığı meyen; şeylerin çokluğunu saltık bir ger-
laboratuvar çalışmalan ruhbilimde de- çekliğin değişik biçimleri ya da yüzleri o-
neyci akımı güçlendirdi. Ne var ki, bu larak açıklayan felsefe anlayışı. Evreni
olumlu gidiş, davraruşçılığİn ağır baskı­ tek bir ilke ile açıklamaya koşullanmış
sıyla zihnin varlığını yadsımaya dek vara- idealizm ile maddecilik yandaşlannın fel-
cak bir dönüşüme uğrayacaktır. 1956'da sefi ikiciliğe karşı ileri sürdükleri bir ya-
özcllikle Kuzey Amcrika'daki düşünsel nıt olarak bircilik, gerçekliğin ya tin ya da
ortam önemli oranda değişir: George 1'-fil- ·madde olan tek bir tür tözden oluştuğu
ler, insanın düşünce kapasitesinin ço- görüşüne karşılık gelmektedir. Bu anla-
ğunlukla kısa vadeli bellek olarak adlan- mıyla bircilik, beden ve ruhun iki ayn
dınlabilccck bir bcllekle sınırlı olduğunu töz olduğu savınr. karşıt biçimde ikisinin
gösteren bir dizi çalışma ortaya koyar. tek ve bir olduğu s~·11na denk düşmek­
Bu sıralarda çok sayıda işlemi kısa sü- tedir. Bircilik ya da tek.ç:!ik deyişi genci-
rede yapan makineler olarak bilgisiyarlar de tek bir varlığın, "bit" tür varlığın ol-
pıyasaya çıkarken, John McCarthy, Mar- duğunu öngören; yalnızca tek bir şeyin
vin Minsky, Allen Newdl ve Herbert bulunduğunu, "çok"un ise bu "tek"in
Simon yapay zekıi alanının kuruculuğu- görünümleri ya da "bir"i yanlış kavrayı-
bireşim (sentez) 242

şıınızdan doğan bir yanılsama olduğunu ğunu öne sürerler. Hume, Mach, James
öne sürcıı felsefeleri tanımlamak için ve Russcll'ın çeşitli uyarlamalannı savun-
kullanılagelmiştir. Öte yanda ahlak felse- duklan yaımz. bini/ile ise ne zihinselin fi-
fesinde ise bircilik, gerçekte yalnızca tek ziksel ne de fizikselin zihinsel olduğunu
bir "iyi" olduğunu, diğer iyi olduğu dü- savunur. Yansız birciliğe göre hem zi-
şünülen şeylerin de bu "iyi"den türedi- hinsel hem de fiziksel tek bir tözün
ğini öne süren ahlak anlayışıruı karşılık C'nötr madde"nin) farklı düzenlemele-
gdmektedir. rinden oluşmaktadır -zihinsel ile fiziksel
Bircilik ya tekçilik terimi ilkin Chris- kendi başına ne fiziksel ne de zihinsel
tian Wolff (1679-17 54) tar.ıfından zihin. olan tek bir temel şeyin farklı görünüm-
beden ikiliği sorununa ilişkin yürütülen leridir. Son çözümlemede, zihnin ve be-
taruşmalarda yalnızca zihnin varlığını ka- denin aynı tür ama ne fiziksel ne de zi-
bul_ eden felsefeciler ile yalnızca madde- hinsel olan tek bir tözden oluştuğu gö-
nin varlığını kabul eden felsefecileri ta- . rüşü "yansız bircilik" diye adlandırılmış­
nımlamak için kullanılmıştır. Wolff'un ur. Görüngücülük de kimileyin yansız
. birciliğe özgüp olarak verdiği anlam za- bircilik altında sınıflandırılmaktadır. İde­
man içerisinde genişlemiş ve günümüzde alist birrilik her şeyin özde zihin olduğu­
terim kaç tane ya da ne çeşitlilikte oldu- nu öne süren klasik idealizmin bir uyar-
ğu fark etmeksizin bütün her şeyin za- lıımasıdır. İdealist birciler en temelde fi-
man, uzay ve nicelikte birleşik tek bir şe­ ziksel şeylerin gerçekte zihinsel olduğu­
ye indirgenebileceğini savunan her tür- nu, gerçekte tek bir tür şey bulunduğu­
den öğreti ve kuram için kullanılır hale nu, bunun da zihinsel olduğunu savu-
gelmiştir. Nitekim günümüzde başka baş­ nur. İdealist birciliğin önde gelen adları·
ka düşünce alanlannda ortaya konan çok Berkeley ile Hcgcl'dir. Berkeley yalnızca
farklı öğretiler de "bircilik" diye adlandı­ zihinlerin ya da tinlerin söz konusu ol-
nlabilmektedir. duğunu, maddi ya da elle tutulur gövde-
Parmenides'ten bu yana felsefelerini lerin zihinsel durumlar üzerine konuş­
tek bir ilkeyle temdlendirme çabası için- manın bir yolundan başka bir şey olma-
de olan bircilerin kaç tane tözün bulun- dığını öne sürerken, Hcgcl her şeyi Saltık
duğuna dair farklı görüşleri bulunmakta- Tın'de temellendirir. Varlıkbilgisel birci-
dır. Sözgclimi Spinoza gibi töz.sel birrilik lik ile kavramsal ikiciliği birleştiren ~hn
savunuculan her şeyin tek bir tözün par- birti/i/t; ise zihinsel ile fizikselin benzer
çası olduğunu öne sürerlerken (Spinoza, nesneleri ve olaylan tanımlamasının ya
sözcüğün tam anlamıyla bir "tümtanncı" da açıklamasının birbirine indirgenemez
olarak, yalnızca öncesiz ve sonrasız tan- farklı yollan olduğunu savunur. Bircilik
nsal bir tözün varolduğunu, bu tözün ya da tekçilik, felsefece bir öğreti olarak,
dışındaki her şeyin sonlu varlıklarıyla bi- ilk bakışta büyüleyici bir gerçeklik açık­
rer kip olarak onun içinde yer aldığını ö- laması sunmasıruı karşın, bu öğretinin
ne sürmüştür), Ö!(!Iİleli/eseJ bimlik savunu- varolan şeyler arasındaki ilişkilerin nasıl
culan ise, her ne kadar birçok farklı töz olanaklı olduğunu çözdüğüne yönelik sa-
olsa da, bunların hepsinin tek bir tür tö- vunusunun hiç de öyle sorunsuz olma-
zün öznitdikleri olduğunu savunurlar. yıp karşı çıkılabilir olduğu açıkur. Ayları
Y annz. bim'lik, idealist birtilik, maddeti bir- bircilik için bkz. Davidson, Donald.
çj/j/e ve ~/em birtilik diğer çeşitli bircilik- ·Aynca bkz. ikicilik; çokçuluk; ilkçağ
lerden yalnızca birkaçıdır. Geleneksel felsefesi ·
maddecilik her şeyin özünde maddi ya
da fızikşcl olduğunu savunan maddea bir- bireşim (sentez) bkz.. sav/karşısav/
alilt. in bir uyarlamasıdır. Maddeciler zi- bireşim Aynca karşıu için bkz. çözüm-
hinsel şeylerin de gerçekte fiziksel oldu- leme.
243 Btr6ni

bireycilik [İng. it1tliviJ11afimJ; Fr. it1JiviJ11a- ve açıklamanın temel birimi, toplumsal


li.rme-, Alın. ;,,J;viJuali.rmur, es. t. ferJôn!Jye] bütünlükler ise yalnızca zihinsel inşalar
Diğer kendiliklerle ilişkisinde bireyin ön- olarak ele alınır. Aynca bkz. bütüncü-
celiğini wrgulayan öğretiler bütününe lük; toplum bilimleri felsefesi.
göndermede bulunan terim. Özellikle öz-
gürlüğüne wrgu yaptığı "bircy"i kendi bireylefim ~ng. inJiııiJ11atiotr, Fr. it1Jivi-
başına bir amaç, bir "kendinde varlık", d11alion; Alm. int!Widllation; Lat. it1Jiııid11a­
her şeyin onun etrafında biçimlendiği tio] 1. metajzjlete bir türün (tümelin) bir
"en yüksek değer" olarak alan bireycilik, bireyde (tekilde) temsil edilir hale geldiği
çoğu zaman özgürlüğünü, özbilincini ve süreç; 2. bilgi/eurammJa bilen öznenin bir
benzer niteliklerini olanaklı kılan top- bireyi aynı türün öteki bireylerinden ayırt
lumsal ilişkiler ve normlar ağıyla birey etme süreci.
arasındaki bağlan koparmakla suçlanır.
Bireyciliğe karşı, bireylerin doğalarını bi- bireyoluf png. ontogmesi.r, ontol!'!); Fr.
çimlendiren dilsel, ahlaksal, toplumsal et- onmgitti.re-, Alm. ontogenr.re] Belli bir örgen-
kenlerden ayn anlaşılamayacağını; top- sel (organik) türün tekil bir üyesinin al-
lumsal güçlere, kurumlara ya da diğer bi- tında yer aldığı türden bağımsız olarak
reysel olmayan bütünlüklere göndermede oluşumu, biçimlenişi ve kendi türünden
bulunmayan toplumsal açıklamalann ek- olan öteki tekil örneklerden bağımsız ve
sik kalacaklarını savunan görüşler ise "bü- ayn olarak gelişimini sürdürmesi anla-
tüncülük"ün uyarlarnalandır. mında kullanılan terim.
Felsefede çoğunlukla yöntembilgisi çcr-
çevesinde,yiinlembilgi.rel bireyci/ile biçimin- birinci basamak küme bkz. küme;
de ele alınan bireycilik, özellikle toplum kümeler kuranu.
bilimleri felsefesinin konusudur. Bireyci
yöntembilgisi, bireylerin ayırt edici özel- birincil ve ikincil nitelikler ~ng. pri-
liklerinin toplumbilimsel açıklamalarda mmy anJ remndary qualitier, Fr. qualiti.r pri-
gözardı edilebileceğini, toplumsal düzen- maim el stronJaim; Alın. primiire 11t1J .rt-
liliklerin kendilerine ait ayn birer dizgeye leundiire q11alitiittt1] Deneyci İngiliz fılozof
sahip olduğunu ve bu dizgelerin eylemle- John Locke'un, XVII. yüzyıl doğa felse-
rini belirledikleri bireylerden bağımsız o- fecisi Robert Boyle'un çalışmalarından
larak işlediklerini savunan Auguste Com- yararlanarak, nesnenin zihinden bağım­
te, Emile Durkheim gibi toplumbilim- sız, özgül nitelikleri olarak kavranan a-
cilerin çalışmalarında izledikleri bütüncü ğırlık, biçim, moleküler yapı gibi "birin-
yönteme karşıt biçimde oluşturulmuştur. cil nitclikler"i ile bunlardan türediği var-
"Açıklayıa bireycilik" olarak da adlandı­ sayılan renk, koku, tat gibi "ikincil nitc-
nlan yöntembilgisel bireycilik, yöntembil- likler"i arasında Eski Yunan felsefesin-
gisel bütüncülüğün aksine, daha karma- den beri yapılagelen aynın üzerine kur-
şık ya da bütünü kapsayan durumlara i- duğu bilgikuramı için bkz. Locke, John.
lişkin yasalann daha az karmaşık ya da
tek tek durumlara ilişkin yasalann birleş­ birleşimli küme bkz. küme; kümeler
tirilmesiyle açıklanabileceğini savunur. Bu kuramı.
yöntem yalnızca bireylerin gtr{tle olup
onların bir parçası olduğu toplumsal bü- birlikte evetleme bkz. önerme eklem-
tünlüklerin ya da yapılann kendilerine ait leri mantığı.
ayrı bir gerçekliği bulunmadığı biçiminde
ortaya konulan varlıkbilgisi anlayışına da- Birdni [Ebu Reyhan Muhammed
yanmaktadır. Sözgelimi yöntembilgisel bi- İbn Ahmed EI-Btrilnt) (973-1051/
reycilikte "birey" toplumsal araşurmanın 1052) İslam dünyasında matematik ve
biyoetik 244

doğa bilimlerinin alun çağı olarak kabul bilginlerinden biri sayılmış ur. Eleştirel ba-
edilen bir dönemin önemli düşünürlerin­ kışı, hakikate olan bağlılığı ve önyargısız
den olan Birıini, fizik, matematik, coğ­ yaklaşımıyla dikkat çeken Biruni'nin bil-
rafya, yerbilim, gökbilim, tarih ve felsefe giye olan tutkusu şu sözünde açığa çık­
konulannda eşit düzeyde yetenekli çok maktadır: "Tann'nın her şeyi biliyor ol-
yönlü bir bilgindir. İbn Sina'nın da çağ­ ması cehaleti haklılandırmaz."
daşı olan BirCıni, hamisi Gazneli Mah-
mud'un bir seferi sırasında tüm Hindis- biyoetik [İng. bioethkr, Fr. bioethiq11e, Alm.
tan'ı gezip görme olanağı yakalanuş;böy­ bioethik] Alılak felsefesinin, up bilimi ve
ldikle Hint felsefesini, dinini, matematik biyolojide yaşanan gelişmeler ve bilimsel
ve coğrafya bilimlerini öğrenmiştir. Öte araşurmalar yoluyla elde edilen teknolo-
yandan Arap ve Yunan felsefelerini de jik ilerleme sonucunda ortaya çıkan ah-
çalışan Birıini tam bir düşünür, hatta bir Iaki sorunlarla uğraşan dalına verilen ad.
düşünce tarihçisi olmuştur. Uygulamalı etiğin bir kolu olarak bi-
1030'da kaleme aldığı Kanlinii'l-Meslidi yoetik, ister doğrudan ister dolaylı olsun,
başlıklı yapıunda gökbilim ve trigono- insanın ya da tüm canlıların geleceğini il-
mc: tri ile: güneş, ay ve gezegenlerin devi- gilendiren konularla uğraşan biyoloji ile
nimiyle ilgili birçok savı ele almış; Aris- yaşam bilimlerinden kaynaklanan ahlaki,
toteles ile Ptolemaios'un taruşmaya aç- toplumsal ve siyasal sorunları irdeler. Bi~
uğı dünyanın devinimi konusuna da e- yoctik, kamu yararını korumak adına,
ğilerek d~nyanın ekseni üzerinde d~ndü­ fizyolojik ihtiyaçlar karşısında insana öz-
ğü yönünde görüş bildirmiştir. Asarii'l- gü ldiltürel istekleri göz önüne alarak
Bak&e adlı yapıu ise eski çağ uygarlıkla­ ikisi arasında bir denge kurmaya çalışır.
nna ait tarihsel olayları özellikle iktisat Bu anlamda sözgelimi genetik mühen-
temelinde incelediği bir tarih ve zaman- disliğine, kötüye kullanılma ya da öngö-
bilim çalışmasıdır. Yüzü aşkın yapıu ara- rülemeyen sonuçlara yol açma olasılığı
sında Hindistan tarihi ve kültürü üzerine taşımasından dolayı, kuşkuyla yaklaşır.
yazdığı T ah/ei/eima li'l-Hind, trigonometri Biyoetik, temel ilgisi "insan yaşamı" olan
ve gökbilim üzerine bir kitap olan Kanii- up etiğinden, doğada var olan tüm orga-
'1ii'l-Mesudf, değerli taşlarla ilgili deneysel nizmaların yaşamını konu edinmesiyle
bir çalışma olan Kitôbii'l-Camt1hir, BirCıni' ayrılır. Aynca bkz. uygulamalı etik.
nin oldukça geniş bir ilgi alanı bulundu-
ğunun göstergeleridir. Platon ve Pytha- biyoloji felsefesi [İng. pbiloıophy of bio-
goras'ın felscfclcriyle Hint bilgeliği ve ta- logır;
Fr. philosophit de la biolo?)r, Alm. phi-
savvuf öğretisi arasında bağlar kurduğu /oıophie der biolo?)e] En genel anlam<la, bir
Tab/eilei 1110 li'l-Hind, Hint dinleri ve fel- bütün olarak biyolojinin doğasını, özü-
sefesi hakkında ilk elden yazılnuş bir nü, amaçlarını, kapsamını ve içeriğini a-
eser olarak döneminde eşsiz bir kaynak raştıran; canlı ve cansız varlıkların yapıla­
olmuştur. Ôzcllikle doğa felsefesine ve nna, doğalarına değgin biyoloji biliminin
tümevarıma eğilim gösterdiği yapıtların­ getirdiği açıklamaları aralarındaki ilişkileri
da Aristoteles felsefesine karşı da bir kavramak amacıyla felsefi bakımdan ir-
cephe alma söz konusudur. Bu konuda deleyen; biyolojide başvurulan kavramla-
Aristotelcs'in çizgisini izleyen İbn Sina nn, tasarımların, uslamlamaların varlık­
ile de yazışmalarında taruşuklan gözle- bilgisel ve yöntembilgisel yönleri üstüne
nir. yoğunlaşarak bunları çözümleyen; biyo-
BirUni yapıtları ve ortaya koyduğu bi- lojik araşurmanın yanıt aradığı soruları,
limsel çalışma yöntemiyle birçok başka bu sorular yanıtlanırken kullanılan yön-
düşünürü de etkilemiş; bu bakımdan or- temleri felsefi bir gözle sorgulayan; orga-
taçağın, hatta tüm zamanlann en büyük nik ve inorganik yaşamın kavranması a-
245 biyoloji felsefesi

dına biyoloji bilimince ortaya konan bü- tererek, biyoloji felsefesinin bir başka
tün açıklamalardan, başta felsefeye iliş­ alana indirgenemeyecek özel bir soruş­
kin içerimleri üstüne dizgeli bir biçimde turma alanı olduğunu ileri sürmektedir-
yoğunlaşarak, genel felsefe anlayışııruza ler. Bu felsefecilerce sıkça anılan biyo-
yönelik yararlar elde etmeye çalışan bilim loji felsefesinin üç temel özelliği, sırasıy­
felsefesinin özel bir kolu. la "işlev organizasyonu", "embriyo geli-
Biyoloji felsefesinin en önemli tartış­ şimi" ve "ayıklanmanın doğası"dır. Or-
ma konularından biri, biyoloji felsefesi- ganizmalar işlevsel bakımdan organize
nin varlığının özerk bir araştırma alanı olmuşlardır. Gelecekte meydana gelecek
olarak tanınıp tanınamayacağına yönelik değişiklikler karşısında organize olmuş­
olması nedeniyle, doğrudan kendi varh- luklarını koruyup sürdürebilme yetisi ta-
ğını tanıtlama sorunuyla ilintilidir. Bu şımaktadırlar. Organizmalar ayrıca ken-
t.'lrtışma bağlaırunda tutucu sayılabilecek di genetik yapılan ile yaşam çevreleri a-
dolaşımdaki yaygın bilim felsefesi anla- rasında son derece karışık ontogeııetik ge-
yışına göre, bilim felsefesinin bütünü i- lişmeler baş gösterdiğinde kendi varlık­
çin geçerli olan ana ilkeler biyoloji felse- larını sürdürmek adına bunların üstesin-
fesi için de geçerlidir. Bu nedenle bilim den gelebilme yetisiyle de donatılmışlar­
felsefesinin genel çerçevesini çizen te- dır. Bu açıdan bakıldığında, yal1112ca bi-
mel ilkelere ek olar.ık, biyoloji felsefesi yolojiye özgü, biyoloji biliminin sınırlan
için ayrıca yeni sorular ya da yeni ilkeler içinde kalan kavramlann olup olmadığı­
ortaya koyma arayışına girişmek hiç de nı araştırmak biyoloji felsefesinin önem-
gerekli değildir. Biyoloji felsefesi bu an- li bir araştırma izlencesini oluşturur. Bu
lamda, çok çok bilim felsefesinde varı­ izlence uyannca salt biyoloji için geçerli
lan sonuçların ömeklenmesinden, pe- mantıksal çözümleme ya da açıklama
kiştirilip kesinlenmesinden öteye geç- modellerinin olanağını temellendirmek
meyen bilim felsefesinin alt bir araştır­ biyoloji felsefesinin başlıca ödevi olarak
ma alanıdır. Sözgelimi Mendeki geneti- görülür.
ğin moleküler biyolojiye indiıgcnmesi, "Türler sorunu" bugün biyoloji fel-
termodinamiğin istatistiksel mekaniğe sefesinin üzerinde çok durduğu, yerle-
indirgenmesiyle özünde bir ve aynı iliş­ şiklik kazanıruş bir başka temel sorunu-
kiye dayanmaktadır. Bu anlamda bilim dur. Aristoteles'ten bu yana biyolojik
felsefesinin indirgeme ilişkisini çözüm- türler doğal türlerin belirleyici bir örneği
lerken elde ettiği sonuçlar biyoloji felse- olmuştur. Darwin öncesi hemen bütün
fesindeki indirgeme ilişkisinin anlaşılma­ düşünürler için türler aynı yerçekimi gi-
sı için aynen uygulanabilirdir. Söz konu- bi evrenin yapısının temel taşlarıdırlar.
su bilim felsefesi anlayışının en köktenci Bu anlamda türlerin başsız sonsuz, de-
biçimi, fizik ile kimya bilimlerinde ge- ğişmez, öteki doğal nesneler gibi birbir-
çerliliği tanınmış kavramların ve yasala- lerinden ayrık olduklan savunulmuştur
nn biyoloji bilimi için de bütünüyle ge- hep. Aristoteles'in düşündüğü gibi bir
çerli olduğunu düşündüğünden, biyoloji kere kaybolunca yeniden doğmaları ola-
biliminin ilkece fizik ile kimyaya indir- naklı olmadığı gib~ değişmeleri de ola-
genebilir olduğunu öne sürmektedir. naklı değildir. Yaprağın altına dönüşme­
Bu görüşün tam karşısında yer alan si olanaklı olsa bile, bu değişim karşısın­
birtakım felsefecilerse, biyoloji felsefesi- da yaprak ile altın değişmez öğeler ola-
nin asla bilim felsefesinin çatısı altında rak kalmayı sürdürürler. Buna karşın
toplanamayacak kendine özgü sorun ve Darwin'e bakılacak olursa türler sonsuz
özellikleri bulunduğunu, tersi düşünül­ değildirler. Doğarlar, yaşarlar ve ortadan
düğünde biyoloji diye ayn bir bilim da- kaybolurlar. Darwin ısrarla türlerin ör-
lııun olmaması gerektiğini gerekçe gös- neklerinin değil tersine kendilerinin ev-
biyolojizm 246

rime uğrayabilir olduklarını öne sürmüş­ olayına yalnızca ayıklanma sürecinin bir
tür. Türlerin aşama aşama evrilebiliyor ömeği olarak bakmakta, önemli olanın
olıru.ları yönündeki Darwin'in düşünce­ kanılanmızı temellendirmek değil, onla-
si, türler arasında öyle keskin sınırlar bu- nn nasıl oluştuklannı, kendilerinden na-
lunmadığını göstermesi bakımından ö- sıl yararlandığımızı açıklamak olduğunu
nemlidir. Özetle, türler evrilebilen şeyler savunmaktadır.
iseler, bu geleneksel tür özelliklerini ta- Aynı biçimde evrim.:i elik savunucula-
şımadıkları anlamına gelir. Günümüzde rı da birtakım etik ilkelerini yaşam sür-
bir yanda felsefeciler öbür yanda biyo- dürüm değerleri doğrultusunda temel-
loglar dünya görüşümüzdeki bu kökten lendirmeye çalışmaktadır. Bu genel a-
dc:bıişikliğin sonuçlan üstüne çalışmakta­ maç uyarınca, yaşam sürdürürnüne ola-
dırlar. Nitekim, biyoloji felsefecilerinin nak tanıyan, yaşamın yeniden üietimine
de yakın tarihli literatürde halen en çok katkıda bulunan her davranış iyi, bunun
uğraşııldan konuların başında "evrim ku- tersine bu amaçların gerçekleşmesine
ranu", daha özeldeyse "doğal ayıklan­ engel olan ya da güçlük çıkaran her şey
ma", "uyum", "türlerin yapısı" gibi ko- kötü olarak değerlendirilmektedir. Ev-
nular gelir. rimci etik anlayışına karşı yöneltilen en
Biyoloji felsefesinde yürütülen çalış­ önemli eleştiri, böylesi bir anlayışın "o-
maların biyoloji üzerinde giderek artan lan/ olması gereken" temel etik aynmını
oranda bir etkisi olması bir yana, biyo- ortadan kaldırıyor olması gerçeğine o-
loji felsefesi yapan kimi felsefeciler ge- daklanarak dillendirilmektedir. Nitekim
leneksel felsefe .sorunlannı da evrimci birçok etik dizgesi gerektiğinde ötekile-
bilgikuramı, evrimci etik, evrimci varlık­ rin iyiliği adına kişinin kendini kurban
bilgisi açılarından ele almaktadırlar. Bu etmesinin zorunlu olduğunu düşünür.
bağlamda wrima bilgileımımı, bilme yeti- Burada sözü edilen ötekiler biyolojik
sinin baş gösteren yeni durumlara, yeni anlamda kan bağııruz olanlar ile sınır­
gereksinimlere uyum sağlama yetisi doğ­ landırılacak olursa, evrimci etiğin savu-
rultusunda anlaşılabileceğini öne sür- nucularının geleneksel olarak erdemli
mektedir. Bu açıdan bakıldığında, gerek davranışlar bütünü olarak anlaşılan etik
kendi yaşam çevrelerine gerek öteki or- alanını temellendirmekte güçlük çeke-
ganizmaların yaşam çevrelerine ilişkin cekleri açıktır. Bu güçlük karşısında bi-
yanlış inançları olan organizmaların, da- yoloji felsefecileri tartışmalannı genel-
ha tam, daha kesin inançları olan orga- likle iki olanaklı durum üzerinden sür-
nizmalara göre kendilerini yeniden üret- dürmektedir: ya biyolojik evrim etik dav-
meleri çok daha güçtür. Kuşkusuz bu ranış için yeterli bir temellendirme suna-
durum, yalnızca bilme yetisi taşıyan in- mamaktadır ya da etik alanının bilgi
san organizması, dolayısıyla da insana kapsamı olabildiğince daraltılmalıdır.
özgü olay öı:güleri için geçerlidir. Ev-
rimci bilgikuraınına yöneltilen eleştiriler biyolojizm [İng. biologism; Fr. biologis111e,
arasında en dikkat çekici olanı, kimileyin Alm. biomgismur, es. t. h19af&atplık] Eski
yaşam çevrelerine ilişkin yanlış inançları Yunanca'da ''yaşam" anlaİnına gelen bios
olan insanların yaşadığımız dünyaya yö- ile "bilim" anlamı da olan mgoltan türe-
nelik daha gerçekçi yaşam görüşleri ol- tilmiş terim: ''yaşambilimcilik" ya da "di-
ması olgusunda yatmaktadır. Üstelik bu rim~ilimcilik". İnsan yaşamını kauksız
durum böylesi insanların yeni durumla- bir biçimde biyolojinin bakış açısından
ra uyum sağlama yetilerinin de yüksek yorumlayan, toplumsal ya da kültürel gö-
olduğuna tanıklık etmektedir. Yine ev- riingüleri biyolojik temele indiıgeyerek
rimci bilgikuramının aşın uç diye nitele- açıklayan kuramsal bir yaklaşım. Kökleri
nebilecek bir başka kolu, bilgi edinme Darwin'in evrim kuramı ile doğal <ıytk-
247 biyo(-teknik)-iktidar/biyo-siyaset

!anma ilkesine uzanan biyolojizmin ya da iktidarlan. basurmak, bunların önlerini


diğer adıyla biyolojik indirgemeciliğin kesmek, yaşama şanslarını ellerinden al-
XX. yüzyıla özgü biçimleri, "gerçeklik"i mak yerine; yaratılmalarına olanak tanı­
yalruzca organik yaşamın varlığı açısın­ yarak, taşıdıkları gizilgüçleri gerçekleştir­
dan biyolojik yasalarla açıklamaya girişir; melerine önayak olarak varolan bütün
organik yaşamın kavramlarıyla tüm diğer iktidarları geliştirip düzenliyor olduğun­
"gerçeklik" alanlarını okumaya soyunur. dan, baskıcı olmak bir yana yaraua ve
üretken bir konumdadır. Foucault, biyo-
biyo(-teknik)-iktidar/biyo-siyaset ~ng. iktidarın bu "olumlu nitcliği"ne karşı,
bio(-tethtık)-poılltf/ bio-politia; Fr. bio(-ttrom- modem refah devletlerinin yurttaşlarına
q11e)-poH110ir/ bio-poli~11r, Alm. bio(-ttdmik)- sunduğu "hayır" demesi giderek daha bir
111adıı/ bio-politik] Michel Foucault'nun ö- güçleşen b_!itün qlanalclara karşı, bizlere
zellikle son döneminde yazdığı kitaplar- yaşamın ötekilerin saygı duyup beğeniyle
da, ilrtidar kavramının geleneksel yorum- karşılayacaklan bir şeye dönüştürülerek,
larının artık günümüzdeki modern ikti- bir anlamda kişiye özel bir etik geliştir­
dar uygulamalarını tam olarak kavramaya mek yoluyla direnmeyi önermektedir.
yetmediği saptamasından hareketle te- Foucault günümüzde etik ve siyaset
mellendirdiği yeni iktidar tasarımı; bu ta- bakımından asıl tehlikeli olanın, en ö-
sanın için· sunduğu çözümleme. Buna nemli görüngüleri kategorize eden, dü-
göre, Batılı toplumların kendi gelişim ta- zene sokan, gerekli gördüğünde "nor-
rihlerinin doğal bir sonucu olarak yeni mallik" ile "sapkınlık" ya da "anormal-
bir iktidar türü geliştirmiş olduklarını i- lik" aynını uyarınca ortaya konmuş bir
leri süren Foucault, biyo-iktidarın yep- dizi bilimsel sav temeJ4ıde bireylerin ıs­
yeni bir denetleme dizgesine karşılık gel- lah edilmesi işlevini yerine getiren iktida-
diğini, bu yeni iktidarın geleneksel "oto- rın işleyişi olduğunu ileri sürmektedir.
rite", "tckyetke", "egemen" gibi kav- Söz konusu iktidar, bireylerin mutluluk-
ramlara başwraralc anlaşılamayacağını, larını sözümona güvence aluna almak
daha da önemlisi eleştirilemeyeceğini sa- amacıyla çok derin bir varlıkbilgisel dü-
vunmaktadır. Nitekim bu yeni iktidar yor- zeyde insanların hergünkü yaşamlarını
damı, eski iktidar tasanmları gibi baskıcı belirleyip düzenlemek amacıyla devlet e-
ya da şiddet yarılısı olmayıp tam tersine liyle üretilip yayıldığından her geçen gün
yaşamın güzelliklerini çoğaltarak yaşamı daha da genişlemektedir. Foucault biyo-
daha yaşanır hale getirdiği için olumlu ilrtidar adını verdiği bu modem toplum-
bir konumdadır. Eski iktidar anlayışla­ lardaki iktidar biçiminin, modem devle-
rında, iktidar, ister tek egemen konu- tin ikıidannı kullanarak bugün yapıp et-
mundaki diktatörlerin elinde olsun, ister tiklerinin nasılını ve niçinini ideolojiden
egemenliği beraber taşıyan oligarşik ege- de siyaset kuramından da çok daha kap-
men sıruflann elinde olsun, her durumda samlı bir biçimde açıkladığını düşündüğü
bir baskı öğesi olarak kavramsallaşurıl­ özgül bir "siyasal ussallık" (rairoıı d'ital)
malctadır. Bu bağlamda Foucault, kendi- olduğunu bildinnektedir. Buna ek olarak
sini bütünüyle yenileyen modern iktida- Foucault, modern yaşamın bütün yöne-
rın kavranmasında, iktidarın doğası ge- timinin "yasayı kendi özel yaşamına uy-
reği hep baskıcı olduğu düşüncesi üs- gula" biçimindeki buyruksu temel bir il-
tüne kurulmuş "hukuk" ile "ekonomi" ke üstüne yapılandığını ileri sürmektedir.
diye anılan iki açıklama çerçevesinin ar- Bu noktada önemli olan yasaların uygu-
uk kullanılamayacak hale geldikleri ger- lanıp uygulanmadığını denetlemekten
çeğine parmak basmaktadır. Foucault' çok, kişinin kendi kendisinin denetçisi ol-
nun temellendirdiği biyo-iktidar tasarı­ ma konumuna iteklenmesidir. Artık res-
mında, iktidar kendisine yönelen diğer mi devlet aygıurun açıktan tek bir alana
. Blanchot, Maurice 248

yönelik iktidar uygulamalarının yerini, ai- de tutarlı bir siyaset teknolojisi olarnk
lede, okulda, hastanede, özel ve tüzel ku- XVII. yüzyılda ortaya çıktığını dile getir-
rumlarda, kamuya açık her yere dağılmış mektedir. En genel anlamda biyo-iktid:ı­
çokyüzlü bir iktidar pratikleri demeti al- nn ya da biyo-siyasetin iki kutbu ya da
mıştır. Modern devlet bu yeni iktidar daha doğru bir belirlemeyle iki ayn bile-
uygulama mantığını yaşama geçirirken, şeni bulunmaktadır. Bunlardan ilki, doğ­
toplum bilimlerinde yapılan çalışmalarda rudan doğruya Hıristiyanlıktan gden gü-
kaydedilm ymilikleri yakından izlediği nah çıkarma ya da itiraf geleneğiyle bağ­
gibi, alanının uzmanı toplumbilimcilerle lantılı tür, ırk, nüfus, cinsel pratikler,
de dirsek temasına girmekten çekinme- toplumsal cinsiyet gibi insan varlıklarına
mektedir. Foucault'nun açıklıkla bildirdi- yönı;lik bilimsel kategorilerken, diğeri
ği üzere, biyo-iktidarın önemli sonuçla- "disipline sokucu iktidar" pratikleridir.
nndan biri, "normalleştirme" sürecine Bir başka açıdan söylenirse, Foucault i-
geçişi doğurmuş olmasıdır. çin biyo-iktidarın ilk aşamasında bir "be-
Bu noktada Foucault, tek egemenin dmbilgisi siyaseti" doğrultusunda çoğun­
iktidan ile modern devletin iktidarı ara- lukla insan bedenini denetlemek amacıy­
sında özsel bir aynlık bulunduğunu sa- la uygulanan disipline sokucu iktidar bu-
vunmaktadır. Astığı astık kestiği kestik lunurkm, biyo-iktidann ikinci aşamasın­
olan, iktidann tek bir yerde toplanıp tek da tek tek bireylerin değil de bir bütün
bir yerden uygulandığı geleneksel mo- olarak insan türünün bedeni üstüne yo-
narşik ya da oligarşik devletlerde, yasa ğunlaşmak söz konusudur. Aynca bkz.
her durumda "kan" demektir; uyulmadı­ Foucault, Michel; güç/iktidar; ikti-
ğında bedeli canla ya da kanla öden- dar-bilgi.
mektedir. Oysa modern devletlerde, ik-
tidar yaşarnlanrun bütün sorumluluğunu Blanchot, Maurice (1907) Yazılan fel-
üzerine aldığı için böyle bir bedel öde- sefe, edebiyat ya da edebiyat eleştirisi gi-
temez yurttaşlarına; yapabileceği daha bi gelmekse! yazı türlerinden tek biri
çok aralıksız yeni iktidar düzenlemeleri, içine yerleştirilemeyen, özellikle edebiyat
iktidarın sorunsuz olar-dk işlemesini sağ~ ile edebiyat dili üzerine geliştirdiği "ola-
!ayacak iyileştirici düzenekler geliştirmek­ ğandışı" düşünceleriyle XX. yüzyılın en
tir. Doğal olarak böyle bir iktidar, geç- derin, en önemli eleştirel denemelerini
mişin eli kanlı buyurganlannın görkemli kaleme almış Fransız düşünür. Maurice
iktidar uygulamalarının tersine, sinsice Blanchot, 1940'lardan beri Fransız felse-
hassas ölçümlerde bulunmak, kimseyi u- fesi ile edebiyatında çok ses getiren ya-
yandırmadan ince eleyip sıkı dokumak, zılarında geliştirdiği özgün postmodern
çaktırmadan her şeyi en face aynntısına söylemle Foucault'dan Lcvinas'a, Batail-
dek tasarlayıp tartmak zorundadır. O ne- le'dan Derrida'ya değin önde gelen çağ­
denle, nortnalleştirici bir toplum tasarısı daş Fransız düşünürleri üstiinde derin et-
yaşam üstüne konuşlanmış bir i/ııJitlar kilerde bulunmuştur. Blanchot'nun 1930
te/eJıolo/isirıin tarihsel bir sonucudur. Fou- ile 1940 yılları arasındaki önceki döne-
cault'ya göre, başta hastalıklara karşı ko- mini yansıtan ilk yazılan daha çok kültür,
ruyucu önlemlerin alınması, yeterli gıda toplum ve siyaset eleştirisi içerikli yazı­
ile suyun sağlanması, eğitimin iyileştiril­ lardır. Yaşanan il. Dünya Savaşı de-
mesi ve herkes için zorunlu hale getiril- neyiminin de etkisiyle yazılarının siyaset-
mesi gibi yollarla devlet aygıtının halkın le olan yakın bağı giderek kopmuş, bumı
biyolojik bakımdan mutluluğuyla daha bağlı olarak da Blanchot kendisini son-
yakından ilgilenir olması biyo-iktidar dö- raki yazılarında daha çok edebi yata ada-
nemine geçildiğinin en belirgin gösterge- mıştır. Bu ahında verdiği yapıtlar arasın­
sidir. Foucault, biyo-iktidann kendi için- da tür olarak deneme, roman, anlatı, e-
249 Blanchot, Mauricc

debiyat eleştirisi y:ızılan en çok göze yansıtmacı (rrpme.11/aJİt't) bir dil tasarımı­
çarpanlardır. 1970'li yıllarhı birlikte, ede- dır. Öte yanda özsel dil, bizim dünyar:ı
biyat ile fClsefe arasında öteden beri çizi- gerçek anlamda dokunmamıza, onunl,ı
len ya da olduğu öngörülen kesin sınırla­ sahici bir biçimde ilişkiye geçmemize o-
rın un ufak edildiği bir dizi "bôlük pör- lanak tanıyan şiirsel bir dildir. Bir edebi-
çük" yazı ortaya koymuştur. Nitekim yat yapıtında anlatılan öykünün bizi sar-
Blanchot'nun yazılarının geneline bakıl­ ması, o öykünün dile getirildiği dilin bizi
dığında göze ilk çarpan, geçmişi çok ge- sarmasından b-dşka bir şey değildir bu
rilere dayanan felsefe ile edebi yat arasın­ anlamda. Blanchot'nun 1955 yılında ya-
daki gerilimli ilişkiler ağının bir yerinden }1mladığı L 'Erpaer Utlimif'f (Yazınsal
delinerek çökertilmesine yönelik kesinti- Uzam) adlı yapıtında da belirttiği üzere,
siz arayıştır. Bu bağlamda Blanchot'ya "özsel dil kendisini konuşmaya bırakan,
yaklaşırken yanıtlanması gereken ilk soru kendisi olmaya çalışan, konuşmaya ara-
düşünürün yazılarının neden felsefeciler- olık eden an dildir." Özsel dil normalde
ce önemsenip okunması gerektiği soru- üstü örtülü kalan, her şey ortadan kalktı­
sudur. 1980'li yıllar boyunca Blanchot, ğında bile görünmeyen bir şeyleri ortaya
"ölüm", "hastalık" "toplum yaşamının serme yetisi taşıyan dildir. Yine aynı ya-
açmazları" gibi birtakım izlekler üstünde pıtta belirtildiği üzere, "varlığın özü var-
duran yazılarını yayımlamayı sürdürmüş­ lık ortadan kalktığında bile oradadır, ye-
tür. ter ki bir biçimde gizli kalmayı sürdürü-
Blanchot'nun özellikle olgunluk dö- yor olsun." Açıkça görüleceği gibi, Blan-
nemi diye arulan sonraki döneminde chot'nun gözünde şiirsel dilin her du-
verdiği yapıtlarda, tam olarak nasıl bir rumda varlıkbilgiscl bir önceliği vardır.
bağlamda ve ne amaçlarla göndermede Edebiyaan kurmaca yapıtlarında dil ken-
bulunduğu her zaman için açık olma- disini gösterdiğinde gerçek dünya orta-
makla birlikte, Nietzsche, Hegel, Hei- dan kaybolur. Burada ortadan kalkan,
degger, Levinas gibi önde gelen fılozof­ onakgörünün dünyası ya da gündelik di-
ların metinleri üstüne alışılmadık yorum- lin dünyasından b-dşka bir şey değildir
lar getirdiği gözlenmektedir. Bu yorum- aslında. Blanchot'ya göre şiir olsun çe-
ların önemli bir bölümü söz konusu fi- şitli yazın biçimleri olsun, özünde bunlar
lozofların felsefe yazısına getirdiği bi- varolan bütün sınırların dışına çıkma a-
çemsel yenilikler ile yazınsal katkılan a- rayışındaki "öteye geçme" eylemleridir.
çımlamayı amaçlamaktadır. Sözgelimi bu L'E111rrtim illji11i (Sonmz. Söyleşi, l'.155)
açımlamalanndan birine göre, Hölderlin başlıklı yapıtında Blanchot, öteye geç-
şürleri üstıine yaptığı okumasıyla Heideg- menin bütünüyle ulaşılmaz olanı imledi-
ger felsefeye ilk kez "yazınsal uzam"ın ğini bildirerek, ulaşılmaz olana ulaşmaya
kapılarını aralamıştır. Yazınsal uzamın kalkışmayı ötesine geçilemez olanın öte-
fdsefeye açılışı düşünme ile şiir arasın­ sine geçme çabasıyla bir tutmaktadır.
daki kavgayı yeniden alevlendirmekten Ancak ne olursa olsun, gerek öteye geç-
çok, felsefece düşünmenin tohumlarını me edimi olar-dk yazı gerekse de özsel di-
bir zamanlar kök saldığı ama uzunca bir lin dışavurumu olarak edebiyat, Blan-
süre nadasa bırakılmak durumunda kal- chot'ya göre, insanın sonlu oluşu gibi
dığı topraklara yeniden ekmek yönünde dehşet verici bir gerçeğin ışığı altında
olmalıdır. Bu amaç uyarınca Blanchot, meydana gelirler. Yazı ile ölüm arasında
özdlikle Mallarme'den destek alarak iki kurulan bu yakın ilişki ayıu zamanda
;tyrı tür dil ya da konuşma bulunduğu l'.148 tarihini taşıyan u Tri.t (Yük~ekten
saptamasında bulunarak yola koyıılur: de Yüksek) adlı yapıtının da ana konu-
"işlenmemiş" ya da "ham dil" ile "ol- sunu oluşturmaktadır. Romanın son tüm-
gun" ya da "özsel dil". Ham dil, yararcı, celerinde romanın baş kahramanı Henri
Blanchot, Maurice 250

Sorge tam ölmek üzereyken yana yakıla ol~un ya da olmasın edebiyat farkında
şöyle söylemektedir: "Şu an, tam şu anda olunmayan bir gerçeği keşfetmeye, bil-
ilk kez konuşuyorum." Bu tümcede par- mediğimiz bir şeyi bilmeye, yaşamadığı­
mak basılandan da anlaşılacağı üzere, mız bir deneyimi yaşamaya olanak tanı­
Blanchot için ölüm deneyimlerin en ö- mak gibi çok önemli bir yeti üstüne ku-
nemlisidir. Onunla karşı karşıya gdme- rulmuştur. Hemen bütün edebiyııt uğra­
siyle birlikte insan ölümlülük kategorisi- şılan bu anlamda, Blanchot'nun deyişiy­
ne geçmiş olmaktadır. Nitekim 'lazft1sal le, kişinin bildiğini dile getirmeyi değil de
Uzanlda ölüm, insana verili bir şey ol- kişinin bilmediğini deneyimlemeyi amaç
maktan çok tersine gerçekleştirilmesi ge- edinmdidirler kendilerine.
reken bir olanak olarak betimlenmekte- Blanchot'nun çalışmalanıun odaklan-
dir. Tam bu noktada Blanchot, birbirin- dığı ana konulardan birini de modern-
den ayn iki ölüm türü bulunduğu sap- leşme süreci oluşturmaktadır. Blanchot'
tamasında bulunur. Bunlardan ilki bilin- ya göre, modernliğin ideal toplum arayı­
cin yitirilişiyle kendisini gösteren insan şı, onun iyileşmez bir "hastalık" olarak
organizmasının biyolojik ölümüyken, i- adlandırdığı totaliter rejimler batağı~a
kincisi ölümümüzü tamamlamamıza bir saplanrıuştır. :XX. yüzyılın olmazsa ol-
türlü olanak taıumayan, kayboluşun bi- maz koşulu totaliterliğin bütün siyasal
linci olarak ölümdür. Bu ikinci ölüm tü- çehresi Nazi Almanyası ile Stalin Rusyası
rü, yani bilincin kayboluşu biçiminde ya- deneyimleriyle biçimlenmiş olmakla bir-
şanan ölüm, ozanların oluşturmaya, bu likte, yaşanan bu kötü deneyimlere kar-
ölüm biçimi aracılığıyla kendi ölümlülük- şın henüz sona ermiş değildir. Blanchot
lerini gerçekleştirmeye çalıştıkları ölüm- için totalitarizmin en büyük tehlikesi,
dür. Kayboluşun bilinci olarak ölümün bütün olumsuz hareketleri, bütün özgür
kavranması ya da yaşandıktan sonm a- eylemleri devletin sahipleniyor oluşu, bü-
ıumsanması olanaksız olduğundan bu ö- tün karşı çıkışlann da yine devlet meka-
lüm türü bir biçimde kendi içinde çeliş­ nizmalarınca öğütülüp özümseniyor ol-
kili bir durum içermektedir. Nitekim bu masıdır. Bu tehlikeli durumdan duyduğu
çelişki karşısında Kafka'ıun yapıtlarına deri.n korkuyu Blanchot L 'Emı11re dıı di-
dönen Blanchot, Kafka'nın yazınsal uza- sasm (Hasıalığm Yazısı, 1980) başlıklı ya-
nımda ölümün en başından beri olanak- pııında şöyle dile getirmektedir: "Mo-
sız olduğuna dikkat çekerek, Kafka'da dernlikte devlet totalitarizmi, tutuklula-
bildik anlamda bir ölüm olmadığını, do- rın kendi tutukevlerini kendilerinin yap-
layısıyla da "son" diye bir şey bulunma- tığı bir dünyaya yol açacaktır." Hastalık
dığı saptamasında bulunur. Bu saptama- karşısınJa toplum yaşamı Blaııchot'nun
dan hareketle de gerçek yazma eyleminin düşüncesinde kendisini iki ayrı biçimde
birinci tekil kişiden üçüncü tekil kişinin göstermektedir. t 930'lardaki ilk yazıla­
sesine doğru bir başkalaşım geçirmek rındaki görüşlerinin çok büyük bir bö-
yoluyla gerçeklik kazandığını ileri sürer. lümü, kendisinin içtenlikle bağlı bulun-
Nitekim Blanchot'ya göre, bize anlannın duğu aşırı uç Fransız solunun eylem an-
sesinin yansız olması gerektiğini öğreten layışıyla biçimlenmiştir. O zamanlar top-
Kafka'nın yapıtlanndalı:i üçüncü tekil ki- lumdan anlaşılan, ortak yaşam alanların­
şinin sesinden anlanlan öyl..-üler, bu an- da kök salışıyla bdirlcnen etnik köken ile
lamda anlamlı ölüme ulaşma yolunda so- yerel motiflerdi. Nazi faşizminin göster-
nu gdmeyen araşnrma öyküleridir. Bu diği gerçekler zamanla Blanchot'yu gele-
nedenle Blanchot bu tür sonsuz bir ö- neksel toplum anlayışım aşama aşama
lümle yüzleşmenin tek yolunun gidimli bır.ıkarak, "öteki" doğrultusunda düşün­
dilin sınırlarının dışına çıkmaktan geçti- meye götürdü. Bu bağlamda yakın arka-
ğini savunmaktadır. Yaıulsamaya dayalı daşı Emmanud Levinas'ın onun üzerin-
251 Bloch, Emst Simon

deki derin etkisi üstünden atlanamayacak. sonra Doğu Almanya'ya yerleşen ama
bir gerçektir. Özdeşlik. ile totaliterliğin buradaki yönetimle uyuşamayınca Batı
karşısavı olanık "öteki."den yola çıkan Almanya'ya geçen Bloch'un en önemli
bu yeni kavrayıfta Yahudi halkı farklı bir iki yapıtı ilk kitabı Geist dır UltljM (Ütop-
toplum anlayıfma kaynaklılr. eımelr.tedir. yanın Ruhu, 1918) ile üç ciltlik Dns
Blanchot'nun özellikle LA Co11111111,,llllti Prinzjp Hojfoı"1jtur (Umut İlkesi, 1954-
inavollVabk (İtiraf Edilemeyen Topluluk) 1959).
adlı yapıurıda bu anlayış, bütün durum- Çalışma yaşamı boyunca Bloch, ilk.-
larda arkadaşlığa. ark.adaşlık ilişkisindeki çağ felsefesinin "madde" kavramını, di-
başkalığa açık olma ek.seninde temellen- namik maddeci bir evren kuı::ımı elde
dirilmiştir. Böyle bir toplum örneği ne etmek için gündeminde tuttu. Ona göre
olUISa olsun ötekinin basttnlmadığı, öte- evrenin tözü olan madde hareketsiz de-
kinin kendi ötekiliğiyle ötekiliğini yaşa­ ğildir, insanda ve doğada maddenin ha-
masına olanak tanıyan bir toplumdur. reket etme ve gelişme yetisi vardır. Bu
İnsanlara ıı:kdaşlık ya da kanbağı gerekçe açıdan Bloch kendisini, doğal olana karşı
gösterileı-ek zorla dayatılan geleneksel toplumsal olanı öncelikli gören XX. yüz-
toplum anlayışlanna karşı manchot'nun yıl Marxçılığından ayırır. Bu ı::ıdikal mad-
toplumu üyelerinin belli bir seçim çevre- deciliği ilk kez ifade edenlerin "Aristo-
sinde özgür istençleriyle toplandıklan bir telesçi Sol" (özellikle İbn Sini ile İbn
toplumdur. Yaş, sınıf, ırk, cinsiyet gibi Rüşd) olduğunu düşünür. Evren çeşitli
aynmlar gözetmeyen Blanchot'nun bu olanaklara, yeniliklere, kesintilere, seçe-
toplum çözümlemesi, özellikle birtakım neklere izin verecek biçimde zengin ve
postmodem toplum kuramlarının kuru- açık uçludur. İnsan açısından bu açık­
luşuna esin kaynağı olmuştur. uçlululr. hem bir fırsat hem de özgürlüğü
kısıtlayıadır; çünkü seçme olanağı, sü-
Bloch, Emat Simon (lBBS-1977) XX. rekli olanık belirsizliğin getirdiği felaket-
yüzyılın en yenilikçi Marxçı felsefecile- lere uğı::ımaktadır. O nedenle, insan ya-
rinden biri olan Bloch, metafizik ve var- şamı deneyseldir.
lıkbilgisel kaygılannı bilinçli bir ütopya- Bloch. özgürlük ile zorunluluk. ilişki­
cılıkla birleştirmesi nedeniyle ana Marxçı sini çözümlemeye çalışarak bu Marxçı
düşünceden ayrılır. Bloch, felsefede kla- muammayı ortadan kaldırmaya uğraş­
sik temel kategori arayışlanna sıcak ba- mıştır. Öznelliğin ötesine geçmek.ten ti-
kar, ancak içinde değişen ve bitmemiş tizlikle kaçınan Bloch'a göre olanak, an-
bir süreç olarak gördüğü evreni banndı­ lamsızlık ve uygulanamazlık biçimlerine
ran kendi açık uçlu dizgesini önceki sabit bürünebilir; oyı;a us5af harrketler "ncıı­
ve kapalı dizgelerden ayınr. Dahası, ço- nel olarak gerçek olanaklar" biçimine,
ğu X:X. yüzyıl Batı Marxçılıklanndan varolan toplumsal eğilimlerde temelle-
farklıolarak Bloch'a özgü maddecilik in- nen olanaklaı::ı dönüşür. Büyük özlemler
san ile doğal olanın aytılmasına karşı çı­ böylelikle kendisinin "süreç deneyciliği"
kar. Ütopyacılığı onaylayışı, "yeni" mal- dediği olgucu olmayan bir deneycilikle
zemenin bilinçte belirmesine neden olan birleşir.
5Üreçleri merkezine alari bir bilgikuramı­ Bloch'un, madde içerisinde varolan
na yaslanır. dinamik gçrilimi kavramsallaştırıı:ken iz-
Almanya'run Ludwigshafen kentinde lediği temel yol, "değil" kategorisi etra-
<loğınuş olan Bloch. Münih ve \Vürz- fında bileşik kavı::ımlar oluşturmaktan
burg üniversitelerinde eğitim gördü. Da- geçer."Değil" kavramı, "S henüz P de-
ha çok serbest yazar ve eleştirmen olarak ğildir" mantık önermesinde olduğu gibi
çalışmış olan düşünür, Hitler Almanyası' gerçekliğin yokluğunu ve tamamlanma-
ndan kaçarak ABD'ye gitti. Savaştan mış boyutlarını, yani "henüz olmayan"ı,
Blondd, Maurice 252

kayda almak demektir. İnsan dünyasında topyacı arzuları gerçekleştirmenin etkili


"değil" bir gereksinim biçiminde vardır. bir aracı olabileceğini savunarak, "yalnız­
Yokluk, özellikle yiyeceğin yokluğu, bi- ca bir tanrıtanımaz iyi bir Hıristiyan; yal-
reyi doğa ve toplumla giderek daha kar- nızca bir Hıristiyan iyi bir tanrıtanımaz
maşık bir hal alan ilişkilere it.er. Bu ne- olabilir" savını ortaya atar.
denle insanlar "henüz" tamamlanmış de- Bloch'un XX. yüzyıl Marxçılığından
ğildirler; sürekli kendilerine duydukları ayrı düşmesinin bir nedeni de onun "do-
açlıkla insanların tamamlanışları ancak ğal özne" kavramıdır. İnsan doğal olan-
gelecekte olabilir. "Değil" kavramı t.'lrih- dan hepten kopanlamayacağmdan, Blo-
sel sürecin olumsuz görünüşü iken "u- ch insan ile doğa arasında gelecekte or-
mut" olumlu yönünü oluşturmaktadır. t.'lya çıkacak yaratıcı bir ilişki görür. Tıp­
Başyapıu sayılan Umut İlkeslnde Bloch, la insan gibi doğa da henüz tamamlan-
sıradan düşlerden en karmaşık mükem- mamıştır. Bu karmaşık evren anlayışı za-
mellik arayışlarına dek uzanan, insanın man ve uzamın klasik ayrımına karşı
tarih boyunca sergilediği umutlarından çıkmayı gerektirecektir. Böylece Bloch,
değişik örnekler verir. Öznel umudun Öklidçi (Eukleidesçı) olmayan ve uza-
etkin biçimde dünyayı geliştirmesini sağ­ mm yerini yerel değişkenlerin aldığı Ri-
layan nesnel umut, arka arkaya gelen emann geometrisine yalanlaşarak ne ev-
çağların her birinde varolan somut ola- rensel ne de çizgisel olan, bunların ye-
naklardır. Bloch'un "değil"i "henüz ol- rine değişen zaman ölçülerinin çoğullu­
mayan" olarak okuyuşu gerçekten de fel- ğunu içeren "bir tür 'Riemanncı' zaman"
sefe tarihinin en ilginç "okuma"larından anlayışını savunur.
biridir. Bloch'un çetrefılli bir dil kullandığı
Bloch, umudu dar bir alan ya da şerit yapıtları pek az bilinmektedir; çağdaşı
olarak görür. Alt yüzeyde Freud'un keş­ düşünürler ya da felsefe akımları üzerin-
fettiği unutulmuşların ve bastınlmışların de çok etkisi olduğu söylenemez. Ancak,
alemi olan "artık bilinçli olmayan" şeyler dinin ütopyacı boyutuna yönelik görüş­
vardır. ''Yeni'nin ruhbilimsel doğum yeri leri uzun zamandır tanrıbilimciler tata-
olan" üst yüzeyde ise yeni malzemeler fından ele alınmakta; edebiyat kuramcı­
bilince girer. İşte Bloch'un temel bilgiku- ları, ütopya ve bilimkurgu üzerine yap-
ramı kategorisini oluşturduğu ve harita- tıkları çalışmalarda Bloch'tıın yararlan-
sını çıkarmaya çalıştığı henüz keşfedil­ makta; toplum ve siyaset bilimcileri ise
memiş bölge bu üst yüzeyde kalan böl- onun ütopyacı sosy>ılizm görüşünü yara-
gedir. Yeni malzemenin üretimi kuluçka, tıcı bulmaktadır.
esinlenme ve açıklama evrelerinden geç- Bloch'un diğer önemli yapıtları ara-
tikten sonra bitmiş olur. sında Fmheiı 11nd Ordı111ng/Abriss der So-
Bloch en çok ütopyacılık konusun- zjol-Utopietr (Özgürlük ve Düzen/Top-
daki görüşleriyle sıradışı bir Marxçı olur. lumsal Ütopyaların Özeti, 1946), Aviceıı­
Yalnızca bir düş olmaktan öteye gideme- na 11nd die Aristotelische Linke (İbn Sina ve
yen, çağının gerçek eğilimlerini yakalaya- Aristotelesçi Sol, 1951), Philoıophis.-lıe
mayan soyut ütopyaları, nesnel· olanak- Gnm4fragen Z!'r Ontologit des Nıı<h-Nicht­
larda kökleşerek çağının yükselen güçleri Seins (Henüz Olmayan'ın Y.arlıkbilgisi
üzerinde temellenmiş somut. ütopyalar- Üstüne Temel Felsefi Sorunlar, 1961) ile
dan ayırır. Bloch'un onodoks olmayan son kitabı Experimm/11111 Muııdi (Dünya
Marxçı anlayışı kendisini, din konusun- Deneyimi, 1975) sayılabilir.
daki görüşlerini açıkladığı Atheis11111s in
Christenfl/111 (Hıristiyanlık İçinde Tannta- Blondel, Maurice bkz. eylem felsefesi.
nımazlık, 1968) adlı çalışmada da göste-
rir. Bu yapıtta Bloch, dinsel bilincin ü- . bodhi(f>an.) [Pal bo] Aydınlanma. Budd-
253 Boethius

hacılık'ta bilgelik (JJ"!ina) ile merhamet- tıkta ve doğa felsefesinde Aristotelcs 'in,
ten (kan111a) kaynaklanan tinsel durum. metafizik ve tanrıbilimde de Plaıon'un
izinden gidilerek Platoncu ve Aristote-
Bodhi (Bo) Ağacı Buddha'nın altında lesçi dizgelerin uyumlu bir biçimde bir-
*Nirvmta'ya, yani aydınlanmaya eriştlği a- leştirilebileceğini sawnan Yeni Platoncu
ğaç; kuramsal olarak da bu ağaon so- düşünceyi paylaşmaktaydı. Boethius bu
yundan gelen ağaç. düşüncenin etkisiyle çeşitli yorumlarıyla
birlikte Platon ile Aristoteles'in tüm ça-
bodhisattvs (San.) (Pal_. bodhidsaJta) Hem lışmalannı Yunanca'dan Latince'ye çevir-
kendi benliğinin hem de başkalanrun meyi tasarlaıruş ve Aristoteles 'in *Oııa-
kurtuluşu için kendisini aydınlanmaya 11011'uyla sınırlı kaldıysa da yaşaırunın bü-
(Nİrrlmıa'ya) varmaya adamış; başkalanna yük bir bölümünü bu tasansını gerçek-
aydınlanma arayışlannda yardıma olmak leştirmeye adamıştır. Ortaçağda hepsi ayrı
için aydınlanmaya ulaşmasını geciktirmiş birer başwru kaynağı olarak görülen çe-
kişi. Genellikle, Buddha olma yolundaki virileri arasında Aristoteles'ten Biriıı•i Çıi"·
herkesin boJhisaJlva olduğunu öğreten zjimltmtler, Topik,a, &tegoriler, Yomm Ü~­
Mahayana Buddhacılığı'nda kullanılan riııeve Sojisıltri11 Y111ıltı Çlkt.mmlan Ü~ııe
kavramlardan biridir. BoJhisathJa, *tlbar- ile Porphyrios'tan lsagog1 bulunmaktadır.
malann bile ötesine geçmiş biri diye ka- Yalnızca çevirilerle yetinmeyen Boethi-
bul edilir. Aynca bkz. Mahayana Budd- us'un çevirdiği metinler üzerine yazdığı
hacılığı; Nirvana. yorumlann belli başlılan arasında ise 111
lsagogm PD1pl!Jrii (()m11t111fa (Porphyrios'un
Boethius, Anicius Manlius Severinus Isagoge'si Üzerine Yorumlar) ve ln 0-
(480-525) Felsefe tarihinde Kilise Baba- arrınis Topiı"a (Cicero'nun Topika Uyar-
ları ile ortaçağın Skolastik düşünürleri a- laması Üzerine) ile Aristoteles'in Yorı11n
rasında yer alan, bu yüzden "en son Ro- Üz_entıt'si üstüne yazdığı iki yorum ve Kme-
malı" ya da "ilk Skolastik" gibi adlarla goriler üzerine yazdığı yorumlar sayılabi­
anılan fılozof-tannbilimci ve Aristoteles lir. Boethius'un İ/eıtıti Çözjimlemeler için
yorumcusu. Boethius, Aristoteles mantı­ yaptığı çeviri ile Topikıı üzerine kendi yo-
ğına ilişkin düşünceleri, Aristoteles çevi- rumuysa günümüze ulaşamamıştır. Ayn-
rileri ve yorumlanyla geç klasik ile erken ca Boethius Aristoıeles mantığı üzerine
ortaçağ dönemlerinin düşün hayatına ka- beş özgün yapıt kaleme alıruştır: De l!J·
lıcı katlalarda bulunmuş; özellikle xıı. ve pothelitis syllııismis (Koşullu Tasımlar Ü-
Xlll. yüzyıllarda ortııçağ Latin dünyasını zerine), De syllogismo mtegorim (Koşulsuz
<lerinclen etkileyen felııeli tannbilimiyle Tasımlar Üzerine), IıılroJndio mi syUogis-
felsef~ tarihinde önemli bir rol oynamış­ 11101 taltgori"'s (Koşulsuz Tasımlara Giriş),
tır. Öyle ki, ortaçağ feL~efesinin en par- De divisio111 (Bölümleme Üzerine) ve De
lak dönemlerinden birini yaşadığı XII. topim di.ffimıtiis (Konular Ayrınu Üzeri-
yüzyıl kimi kaynaklarda ''Boethius Çağı" ne). Başyapıtı De amsolaıioııe philosophiae
(Aeıa.r Boıılimta) diye adlandırılmakta; hat- (Felsefenin Awntusu Üstüne) ile tanrı­
ta bu yüzyılın tantıbilimcilerinin Boethi- bilim incelemelerinden oluşan Op111tNla
us'u İncil'den daha iyi bildikleri söylen- sa&rdya ise aşağıda değinilecektir.
mektedir. Boethius mantık çalışmalannda te-
Eski Yunan ile Roma felsefelerine melde Porphyrios'un Aristotdes'in man-
yüzyıUar içinde giderek azalan _ilgiyi ye- tığına giriş olarak yazdığı l111gDg1 adh ki-
niden uyandırmaya, özellikle de Aristo- tabının girişinde ortaya attığı sorular ü-
tcles'in mantığı ile metafiziğini yeniden zerinde durur: "Cinsler ve türler bir va-
aınlamlırmaya yönelik çalışmalanyla dik- roluşa sahip midirler yoksa yalnızca dü-
kat çeken Boethius, genel olarak, man- şüncemizde midirler? Eğer varlarsa mad-
Boethius 254

di midirler?" Boethius'un bu sorulara ya- bahsettiğimiz yöntemi kullanarak "kutsal


nıtı tümellerin duyularla algılanabilir töz- üçleme"ye ilişkin Hıristiyanlık öğretisini
ler olmadıklanndan ötürü kendi başla­ açıklar ve savunur. Bu savunu Aristote-
nna gerçekliklerinin olamayacağı yönün- les'in Kategoriltr'inin çeşitli türden yük-
dedir: Tümeller gerçekliğe karşılık gelen lemlerin Tann'ya uygulanabilirliği çerçe-
düşünsel yapılardır. Bu bağlamda Boet- vesinde ele alındığı tarihsel olarak etkili
hius, matematiğin zihinsel soyutlama ö- bir tartışmayı da içerir. Bu taruşmayı yü-
zelliğinin Peripatosçulann tümeller açık­ rütürken Boethius, Aristoteles'in on ka-
lamasını anlamada önemli olduğunu dü- tegorisinden biri olan "ilişki" kategorisi-
şünür: duyulur şeylerde bulunan madde- nin, bu kategoride yer alan yükleınlerin
leşmiş tikel biçimler, her ne kadar ger- nesnelere yüklenebilmek için her zaman
çekte maddeden ayn olarak varolmasalar varlıkbilgisel bir temel gercktirmedikle-
da, içkin olduklan maddeden ayn olarak rini öne sürerek, diğerlerinden ayrıldığını
düşünülebildiklerinde, tümel olarak ele savunmuş; bunun sonucunda ortaya or-
alınabilirler. Ama Boethius'un tümeller taçağ boyunca büyük ölçüde kabul gör-
açıklaması yer yer Aristoteles'in görüşü­ müş "gerçek ilişkiler" ile "gerçek olma-
ne oldukça yaklaşsa da Platoncu düşün­ yan ilişkiler" ayrımı çık:mışrır. Bu çalış-
celerden tümüyle uzaklaşmamıştır. Nite- . maların içinde tannbilirnden en uzak o-
kim Boethius hem Aristotelesçi doğal lanı Quomodo substaııtiae "en yüce iyi"den,
biçimleri hem de maddeden ayn varolan Tann'dan başlayan varlık sıradüzeninde
Platon'un Fomılar kuramındaki Biçim- "iyilik" kavramının izini süren Yeni Pla-
leri içeren ve oldukça gerçekçi bir tü- toncu bir incelemedir. De ftde catholica ise
meller görüşü ortaya koyan bir var- diğer dört incelemeden hem konusu
lıkbilgisi dizgeleştirmiştir. Bu dizgeleştir­ hem de konunun ele alınış tarzı açısın­
me hem ortaçağdaki tümeller tartışması­ dan ayrılır. İçinde diğer dört çalışmadaki
nın başlangıç noktasını hem de bu tar- diyalektik yönteme hiç rastlanmayan bu
tışmadaki önemli cephelerden birini o- çalışmanın Boethius'a ait olup olmadığı
luşturmuştur. konusu dahi tartışmalıdır.
Boethius'un tanrıbilirnsel yazılannın Boethius 'un en önemli fehefe çalış­
özgünlükleri . bugün bile büyük ölçüde ması, hapiste öliiınünü beklerken yazdığı
kabul görmektedir. Boethius diyalektik De ronsolatione philosophiae (Felsefenin A-
yasa!anyla yakından bağlantılı olan bu vuntusu Üstüne) adlı başyapıtıdır. Bu ya-
çalışmalarında mantığı ve metafiziği, ö- pıt IX. yüzyıldan XV. yüzyıla kadar en
zellikle de Aristoteles'in varlığın katego- çok okunan ve en sık alıntılanan kitap-
rilerine ve niteliklerine ilişkin öğretisini lardan biri olmuştur. Felsefesinin hemen
Hıı:istiyan tannbilimin konu aldığı so- her bölümünde iyi yaşam yolunda yerine
runların çözümlenmesinde kullanır. Bo- getirilmesi gereken etik ilkeler ile düşün­
ethius'un bu yöntemi daha sonraki yüz- sel yasalara ayn bir önem veren Boet-
yıllarda kendisinden sonraki tannbilirn- hius, büyük ölçüde Yeni Platoncu öğeler
ciler için bir paradigma haline gelmiştir. üzerine kurduğu De ronsolatione philosop-
Boethius'un Opuscula saıra adı verilen hiae'de, Tann sevgisiyle bilgeliğin peşin­
tannbilirnsel incelemeleri toplam beş ta- de koşmayı ıtıutluluğun gerçek kaynağı
nedir: (i) De tnnitate (Üçleme Üzerine); olarak betimlemektedir. Kitap hapisteki
(ıı) Utrum Pater et Filius (Baba ve Oğul Boethius ile Felsefe'nin kişileşmesi olan
Arasında); (iiı) Quomodo substaııtiae (Tö- ziyaretçi bir kadın arasında geçen bir di-
zün Neliğı); Qv) De .fide catholica (Katolik yalog biçimindedir. Boethius, antik felse-
İnancı Üzerine); (v) Conlra Eutl!Jchen et fenin değerli kalıtlannı biraraya getirdiği
Nrstorium (Eutykhes ve Nestorios'a Kar- bu çalışmasında en temelde yazgı, istenç
şı). Bunların üçünde Q, ii, v) yukanda özgürlüğü, mutluluk, erdem, kötülük, en
255 Bonaventura

yüce iyi f:'s1111111111111 bo1111111) gibi konulan bilgi insan bilgisinden oldukça farklıdır.
ele alır ve Tann'nın evrenle, insaniann Zamansal süreçteki olaylar Tann tarafın­
dünyasıyla ilişkileri üzerinde durur. Fel- dan bilinseler de aslında kutsal bilgi bir-
sefe, Boc:ıhius'un kaybettiklerinden ve birini izleyen geçmişi, şimdiyi ve geleceği
masum biri olarak gördüğü adaletsizlik- aşar. Kutsal bilme biçimi olarak ebedidir
lerden dert yanmasına karşıhk. ona kade- "e her şeyi eşzamanlı bir biçimde kapsar.
rin hediyeleri olan güç, zenginlik ve onu- Ebedilik ya da sonsuzluk yaşama sınırsız
run ikincil şeyler olduklannı; ancak bat- bir biçimde qzamanlı ve eksiksiz sahip
kalanna iyilik yapmak için kullanılırlarsa olmadır. Bu yüzden Tann'nın önceden
faydalı olacaklannı, diğer türlü bunlann bilgisine sahip olduğu olaylarla ilgili zo-
tinsel bilgelikle iliJkisi olmadığını hatır­ runluluk türü kesin değil koşulludur.
latır. Bilge insanın "kendisinden daha iyi Nasıl ki sizin birisinin yürüyor olduğunu
bir şey düşünülemeyen iyi"yle özdq o- bilmeniz onun oturma ya da yürüme ko-
lan iyinin, "en yüksek iyi"nin peşinden nusundaki özgür seçimini etkilemiyorsa,
koşması gerekir. İyiler merdiveninin ba- edimsel durumlann koşullu zorunluluğu
samaklan sonsuz sayıda olamayacağın­ da Tanrı bunlan bildiği için eylemin öz-
dan eksiksiz mutluluk olan "Saltık İyi"de gürlüğünü etkilemez.
son bulacaktır. Birey ya da tek tek iyiler Filozof ve tannbilimci kimliğinin ya-
parça parça değil tekil bir bütün olarak nında hem etkili bir devlet adamı hem
mutluluk verirler. Boethius Yeni Platon- de önemli bir bilgin olan Boetlıius, pek
cu bir anlayıfla bu ilkenin "Saltık İyi"nin çok felsefe tarihçisine göre Augustinus'
Saltık Bir olduğuna işaret ettiğini saw- un ölümünün üstünden geçen üç yüzyıl
nur; buradan da yaşayan her şeyin ev- boyunca Bau felsefesine kayda değer bir
rensel deneyimin parçalanmasını engel- katkıda bıılunmayı başarabilmiş tek dü-
lemeye ve birliği sağlayarak varolmaya şünürdür. Kutsal şeyiere saygısızlıkla suç-
çal!ftığını çıkarır. Her şey Tann 'ya yö- lanarak ölüme mahkılm edilmesine rağ­
nelmiştir ve evrende parçalanmanın güç- men ortaçağ insanının gözünde Boethius
leri, Tann'nın kayrasi tarafından denetim iyi bir Hıristiyan, bir inanç şehididir.
altında tutulmaktadır: "Benim Tanrı'yla Antik çağlardan fdsefe adına kalan ne
anlatmak istediğim, her şeyi bir arada tu- varsa toplamaya, derlemeye, kurtarmaya
tan şeydir." Tann'nın kendisi varlık· o- çabalayan Boc:thius, klasik felsefe yapıt­
landır ve kötülük varlığın eksildiği, bir lan üzerine yazdığı yorumlarla ortaçağ
hiçlik, varlık hiyerarfİsinde aşağıda olan- boyunca sürdürülmüş felsefe tartifmala-
hıra ait bir yoksunluktur. Boethius De nnın ana izleklerini oluşturan "kişi", "son-
,.,,ııso'4tione philosopbiat'nin sonlanna doğ­ suzluk", ·"enson mutluluk" gibi ka\'tam-
ru kayrayı tartışırken özgür istenç konu- lann da ilk tanımlayıası olmuştur.
sunu da ele alır. Boethius'un Felsefe'yle
diyalogundaki uslamlaması, eğer Tann bana lide(s) (Lat.) Hiçbir şekilde al-
olacak her şeyi biliyorsa ve olan her şe­ datma ya da kandırma niyeti taşımaksı­
yin olması bir zorunluluksa insanlann zın sergilenen içten, dürüst tuwm için
özgür istence sahip olmadıklan ve dav- kullanılan Latince deyiş; yapmacıklık:tan
ranışlanndan ötürü adil biçimde ödüllen- uzak "iyi niyet" ya da "iyi inanç". İşin
dirilemeyecekleri ya da cezalandınlama­ içine hile hurda katılmamış sahici, gerçek
yacaklan yolludur. Felsefe buna zorunlu- davranış biçimi.
luklar arasında ayrıma giderek yanıt ve-
rir: Her sabah güneşin doğması gibi do- Bonaventura, Giovanni di Fidanza
ğal olaylar kesin zorunluluklardır; ko- (1217-1274) Skolastik felsefenin önemli
Jullu zorunluluklarsa olaylar arasındaki düşünürlerinden İtalyan Fransisken tan-
ilişkilere dayanır. Felsefe'ye göre kutsal nbilimci ve Kilise Babası. Bonaventura'
Bonavencura 256

nın düşünsel tavn Augustinusçu olmakla gısııun kaynaklan arasında "kutsal ay-
birlikte Aristotcles ve Platon 'dan da izler dınlanış"ın, yani tanrısal ışığın yanı sıra
taşır; bir başka deyişle, tanrıbilime oldu- felsefe ışığının, yani doğal bilgi kaynakla-
ğu kadar felsefeye de yakındır. Öte yan- nnın da önemli bir yeri vardır. Bu yüz-
dan Bonaventura'nın bir diğer önemli den Bonaventura kimi tanrıbilimcilerin
özelliği de -tıpkı İslam felsefesindeki ta- inanç ile us arasındaki bağları koparmaya
savvuf geleneğinde olduğu gibi- son çö- yönelik girişimlerini.doğru bulmaz. Buna
zümlemede düşüncelerinde gizemci bir- karşın tıpkı Anselmus gibi Bonaventura
takım öğclerin ön plana çıkmasıdır. da felsefe yöntemlerinin ancak dinsel
Aziz Bonaventura'nın düşüncesinde­ inancın ışığıyla aydınlatılması koşuluyla
ki bu nitelik zenginliği ya da tüm çeşitli­ doğruluğa ulaşma yetisi taşıdıklannı dü-
likleri içinde banndırma çabası büyük öl- şünmektedir. Bu anlamda, sözgelimi Bq-
çüde yaşadığı dönemde içinde birçok hi- naventur.ı'ya göre Tann'nın varlığını ta-
zipleşmenin görüldüğü Fransisken tari- nıtlamaya yönelik bütün uslamlamalann
katının başkanlığını yapmış olmasından dinsel inanç üzerinden yürütülmeleri zo-
kaynaklanmaktadır. Fransiskenlerin ken- runludur. Sonuç olarak Bonaventura bil-
di içindeki ayrılıklan gidermeye, aşın uç- gikuramİnda bir yandan dış dünyaya iliş­
lan törpülemeye çalışan Bonaventura, ya- kin bilgimizin duyulara dayalı olup zih-
şamı boyunca felsefe ile tanrıqilim ara- nin varoluşa tabula rasa olarak geldiği
sındaki ilişki üzerine, usun ruhsal ve din- yollu Aristotelesçi düşünceyi savunur-
sel yaşamdaki rolü üzerine yazılar yaz- ken, diğer yandan evrensel kavramların
mış; Hıristiyan dünyasının dört bir ya- duyu imgelerinden elde edilişini ve dü-
nını dolaşarak vaazlar vermiştir. Aziz F- şünsel yargının kesinliğini açıklamak için
rancesco'nun yoksullukla ilgili kaıı gö- "kutsal aydınlanış"ın zorunlu olduğunu
rüşleri·temelinde kurulmuş olan Fransis- öne sürerek Augustinusçu tanrısal kayra
ken tarikatının üyeleri çileci bir Hırisıi­ anlayışına kucak açar.
yanca yaşam ülküsünü benimsemişlerdi. Zihttit1 Tat1nya Yokulıtğu Qtinerarium
Skolastik dönemin iki büyük tannbilim mentis ad deum, 1259) adlı diğer bir ün-
okulundan biri olan Fransisken tarikatı, lü yapıtında da açıkça ortaya koyduğu
geleneksel Augustinusçu tannbilim ile gibi Bonaventura'ya göre bu dünyanın
Yeni Platoncu felsefi öğeleri birleştirme­ kendisi Tann'ya ulaşmak için bir merdi-
ye çalışan tanrıbilim anlayışıyla, Aristo- vendir. İnsan, zihniyle yapacağı tinsel
teles'in usçu yaklaşımını Hıristiyan öğre­ yolculukta bu merdivenin her bir basa-
tisiyle birleştirerek tanrıbilime uygulama- mağında O'ndan bir iz bulacaktır. Bona-
ya ç"lışan, düşünsel temellerini biiyiik ventııra gizemci clüşiincenin ağırlıkta ol-
ölçüde Thomas Aquinas'ın attığı Domi- duğu bu çalışmasında, İslıim'daki tasav-
niken tarikatının karşısında yer almaktay- vuf öğretisini andırır bir biçimde, Tann'
dı. . ya ulaşan tinsel yolun bir merdivenin ba-
Bir skolastik olarak eğitimini Paris samakları gibi birbirini izleyen yedi ev-
Üniversitesi'nde sanat ve tannbilim üze- resi bulunduğunu söyler: zihnin Tann'
rine yapan Bonaventura, insan bilgisinin nın tüm yaratılmışlardaki, bir başka de-
temellerini ele aldığı Saıtatlımtı Taıtnbilimt yişle dış dünyadaki mükemmelliğinin iz-
GeriJiit1ii/ii ÜZfrlt1t (De Reductione Arti- lerini takip ederek başlattığı bu yolculuk,
um ad Theologiam) adlı tarihi belirsiz kişinin kendi iç dünyasına, içe dönerek,
yapıunda tüm bilgi türlerinin tannbilime içindeki sonsuz ruh üzerine derin düşün­
hizmet ettiğini göstermeye çalışır. Ona celere dalarak Tann'run sevgisiyle ken-
göre Tann'nın bilgisi tüm bilgi türlerine dinden geçtiği Tann'yla "bir olma" evre-
içkin olup doğanın her y~ sinmiş ol- siyle sona erer.
duğundan, insanın (rann'ya ilişkin) bil- Bu konuda İslam tasavvufundan kimi
257 baiütüm yanıluıı

öğcler aldığı açıkça görülen Bonaven- Iikleri bakımından kurulan ilişkinin "ben-
tura, Farıibi ile İbn Sina gibi Aristoce- zeşim" e (analoji) dayandığını sawnmuş­
lesçi İslam düşünürlerinin Yeni Platoncu tur.
öğelerle oluşturduklan türüm (st1Jliı') öğ­
retisinden de oldukça etkilenmiştir. An- Bookchin, Murray bkz. anaqizm.
cak onun yaratım sürecinin Tann'run
salt iyiliğinden kaynaklandığını öne sür- bot küme [İng. t111p!J uı, 11111/ sıt, Fr. m-
düğü metafizik kuramında, İslıim düşü­ u111bk viJr, Alm. km 111111v, es. t. boı •iİlll·
nürlerinin Tann'dan sonra gelen ikincil k] bkz. küme; kümeler kuramı.
~11aklann başlarda yer aldığı bir sıra­
düzen içinde varlıkların zorunlu olarak boult:Bis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesin-
sıralandıklan türüm öğretisine yer yok- de, özellikle de Aristoteles'in ahlak felse-
tur. O, Tann'nın yar-.ıtıcılığıru ön plana fesinde, ahlaki tercih tartışmasında geçen
alarak, İslıim düşünürlerinin türüm öğre­ "isteme"; "isteyerek yapma" anlamında­
tisini aşırıya kaçmış Aristotelesçi usçulu- ki terim. Aynca bkz. proairesis.
ğun kötü bir örneği olarak görür. Dün-
yayı öncesiz sonrasız, türümü zorunlu ve bouleusis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
sürekli bir süreç olarak gören Aristote- sinde, özellikle de Aristoteles 'in ahlak
lesçiliğe şiddetle karşı çıkar. Bonaventu- felsefesinde, ahlıiki terci!:. tartışmasında
ra'run metafizik anlayışını belirleyen "ör- geçen; "enine boyuna düşünme", "üze-
nekçilik'' öğretisi onun bu görüşlerinin rinde kafa yorma", "ölçüp tartma" an-
bir sonucudur. Tann'yı Platoncu İdealan lamlanna gelen terim. Aynca bkz. p1J11-
örnek neden olarak kullanan bir yaratıa airesis.
olarak gören Augustinusçu tannbilimin
metafizik hakikate Aristotelesçilerin us- bölilf türücü adalet (İııg. Jiıı..-ih111Jve )111-
çu felsefesinden daha fazla yaklaştığını ıür, Fr. jııılia Jirlrib111i111; Alm. tlir1ribııliı1t
ileri süren Bonaventuıa, kendi metafızi­ gırıdılif,Niı] Herkesin hakkına düşen payı
ğinde Platon'un bilgeliğiyle Aristoteles'in vermek adına adil dağıtım ilkesini savu-
bilimselliğini birleştirdiğini düşündüğü A- nan, toplumun yarattığı tüm kaynakların
ugustinus 'un tanrıbilimini geliştirmeye ça- haktanır bir şekilde paylaşunlması gerek-
lışır. Bu bağlamda ortaya koyduğu ör- tiğini öne süren adalet anlayışı. Bir top-
nekçilik, tüm yaratılnuşlann Tann'runzih- lumda hem haklann hem de yükümlü-
ninrleki İdealardan (ya da "ilkörnekler'' lüklerin "herkese hak ettiği ölçüde" dü-
elen) ıürediği öğreti.•idir. Bonaventura'nın şüncesine dayalı bir eşitlik anlayışıyla
XJ il. yüzyılın çokça tartışılan tanrıbilim ıoplumun üyelerine Jağıulmasııu ya Ja
sorulanna verdiği yaıutlann tümü bu öğ­ bölüştürülmesini öngören adalet öğretisi.
retinin bir uzantısıdır. Nitekim Bonaven- Bir toplumda toplumun sağladığı ge-
tura bu çerçevede Tann'nın zihnindeki nel yararlar (gelirden ya da refahtan pay
bu ilkörnekler sonsuz sayıda olduğundan alma,, fırsat eşitliği vb.) !tadar çekilen sı­
Tanrı'nın bilgisinin sınırsız olup tikdleri kıntılann da paylaşılması gerektiğinin al-
de kapsadığını; Tann'nın bu öncesiz son- tım çizen bu adalet anlayışı, John Rawls'
!'.ısız bilgisi kendisini de kapsadığından un başyapıu Bir AJaltı KıtrQllll'nda (A
tüm yaratılmışların zorunlu bir "taşma" Theory of Justice, 1971) "aynm ilkesi"
(fg~ ya da "türüm" (st1Jlit} süreci sonu- temelinde uzun uzadıya tartışılmıştır. Ay-
cunda değil Tann'nın kendi iradesiyle nca bkz. adalet; Rawls, John; aynın il-
onaya koyduğu bu bilme edimiyle yok- kesi.
tan var olduğunu; yaratılmış olan her şey
Tanrı'ıun zihninin tezahürleri olduğun­ bölütüm yanılusı bkz. yandtılı uslam-
dan Tann ile yaratuklan arasında nice- lama biçimleri.
Bradley, Francis Herben 258

Bradley, Francis Herben bkz. idea- nin zihinsel göstergesi olduğunu ve her
lizm; görünüf. ruhbilimsel deneyimin düşüncenin yö-
neldiği, "yönelirnsel nesne" diye de ad-
Brahman (San.) Sözcük anlıımı 'cinsi- landınlan bir nesne içerdiğini iddia eder:
yetsiz' demektir. Atmatlla birlikte Hint arzu söz konusu olduğunda bir ıry arzu
felsefesinin dayanağını oluşturan iki kav- ediliyor; düşünce söz konusu olduğunda
ramdan biridir. Sonul gerÇekliği dile ge- bir ıry düşünülüyor demektir. İçkin yö-
tirmek için kullanılır. Evrenin zemini ya nelmişlik kuramına göre bu bir m. yani
da varolanların tümünün kaynağı de- arzu edilen ya da düşünülen şey, ruhbi-
mektir. limsel bir deneyim olarak arzulama ya da.
Brahman görünmez, renksizdu-i göz düşünme deneyiminde doğrudan içeril-
ile kulağın eriminin dışındadır; eli ayağı mektcdir; başka bir deyişle, bu dene-
yoktur; soyu sopu yoktur; neredeyse bi- yimlere "içkin" dir. Brentano, bu durum
linemez, kavtanamazdır. Onu ancak var- fiziksel görüngüler için geçerli olmayıp
lığına inanan kişi bulur. İnanmayan kişi­ yalnızca zihinsel görüngüler için geçerli
nin cnu bulması olanaksızdır. Maddesel olduğundan, ruhbilimscl yönelmişliğin zi-
değildir; çok değildir. hinsel durumları fiziksel durumlardan a-
Pek çok Upanişad bilgini Brahman yır-.ın şey olduğunu öne sürer. Ona göre
ile Aımatt'ı aynı gerçekliği dile getirmek "görüngü" fiziksel nesnelerden ibaret ol-
için kullanır. At1111111 Brahman'ın kendisi- mayıp zihne verili olan fvJ.ere gönderme
dir; Brahman da her şey. Ayrıca bkz. Aı­ yapar. Yani Brentano'nun yaptığı aynm
man; Upaniıadlar; Badarayana. dünyada varolan kendilikler üzerine de-
ğil bilincin nesneleri üzerinedir. bu nes-
Brahmancılık [İng. Brahmaııisqr, Fr. neler arasında yönelmişlik gösterenleri
Bmhınattismr,Alm. Brahmattismus) Veda- zihinsel görüngü, göstermeyenleri fizik-
lar'a dayanan en eski Hint dini. Aynca sel görüngü olarak adlandırır. Bu yüzden
bkz. Brahman; Vedalar. de öğretisindeki ruhbilim kuramım "be-
timleyici ruhbilim" olarak adlandırır. Bu-
Brentano, Franz (1838-1917) Würz- na göre her bilinç yaşantısı bir nesneyi
burg ve Viyana ünivcrsitderinde arala- içerir; her bilinç yaşantısı "bir fdın bi-
nnda Edmund Husscrl ve Sigmund Fre- linci"dir; tüm bilinç "yönelimsd"dir.
ud'un da bulunduğu pek çok ünlü isme Brentano'nun deneyci ve olasılığa da-
ders vermiş olan Alman felsefeci ve ruh- yalı a poıımori bir bilim dalı olarak "ge-
bilimci. Felsefede Husserl'in kurduğu gö- netik ruhbilim" ile bazı yerlerde kendisi-
rüngübilimin temeli olarak kabul edilen nin de "görüngübilim" adıru verdiği, a
''yönelmişlik" (lntetttiottalitiifJ kuranuyla ön priori bir felsefi disiplin olan "betimleyici
plana çıkan Franz Brentano, ruhbilimde ruhbilim" arasında 1880'lerin sonuna doğ­
de ruhbilimscl görüngü ile fiziksel gö- ru yapmaya başladığı ayrım :XX. yüzyılın
rüngü arasında yönelmişlik temelinde görüngübilimscl düşünce hareketini doğ­
yaptığı aynından yola çıkan "betimleyici rudan etkilemiştir. Nitekim Husserl'in
ruhbilim" kuramıyla tanınır. düşüncelerine büyük değer verdiği 110-
Brentano'nun "yönelmişlik" kuramı cası Brentano'nun felsefesindeki boşluk­
Skolastik felsefenin "ereksel varoluş" ları doldurmak için oluşturmaya koyul-
kavramına dayanır. Brentano bu kavramı duğu görüngübilimin ana konusunu da
alarak "içkin yönelmişlik" biçiminde ye- "yönelmişlik" oluşturur. Başka bir de-
niden kavtamlaştırnuştır. Brentano, De- yişle, Husserl'in "kesin bir bilim" olarak
ttryıel BakıfApnttd1111 Rılhbilim (Psycholo- temellendirmeye çalıştığı görüngübilim a-
gie vom empirischen Standpunkt, 1874) dına ortaya koyduğu çabaların tümü yö-
adlı başyapınnda yönelmişliğin düşünce- nelmişlik düşüncesinin açıklığa kavuştu-
259 Bruno, Giordano

rulmasına yöneliktir. Husserl, hocasının doruklarda olduğu bir dönemde Aristo-


"Yönelmişliği bir şeyin bilinci olarak de- teles üzerine yazdığı monografilerle (tek-
neyimlenen yaşantılıı.nn kendine özgü- yazılarla) onun gerçeklik anlayışını gün-
lüğü yoluyla anlarız" tümcesinden yola deme getirmeye çalışmışur. Brentano fel-
çıkarak, bilincin yönelmişliğini bclli bir sefeyi, etkileri Husserl'in "kesin bir bilim
nesneye yönelmişlik olarak tanımlayan olarak" felsefe anlayışında açıkça görü-
Brentano'nun bu tanımının bilincin yö- lebileceği üzere, yöntemi doğa bilimleri-
nelmişliğinin tam olarak neden oluştuğu ninkiylc aynı olan "sağın" bir disiplin o-
sorusunu yanıtsız bırakllğını görüp bi- larak ele alır. Onun bu felsefe anlayışı
linci bir nesneye yönelten bilinç özcllik- başta ünlü öğrencileri olmak üzere özel-
lerinin neler olduğu konusunu aynntılı likle kıta felsefecilerine esin kaynağı ol-
bir biçimde çözümlemeye soyunur. Hus- muştur. Brcntano felsefe tarihini de dört
serl'in yönelmişlik anlayışına göre bilin- evreli döngüsel bir süreç olarak görür.
cin yönelmişliğini açıklamak için ortada Felsefe tarihi boyunca birbirini izleyen
mutlaka bir nesnenin olması gerekmez: bu dört evre sırasıyla şunlardır: (i) ku-
bilincin kendisinin kendisi için bir nes11e mmsal evre; (ıi) kılgısal (pratik) evre; (ıii)
görevi görmesi söz konusudur. Böylece kuşkucu evre; (iv) gizemci (mistik) evre.
Brentano'nun felsefesindeki nesnesi ol- Brentano, Solmıtes öncesi doğa felsefe-
mayan edimler sorunu ortadan kalkmak- sinden Alman idealistlerine kadar bu
tadır. çemberin (ılkçağ felsefesi, ortaçağ felse-
Brentano, temel ahlak felsefesi çalış­ fesi ve modem felsefe olmak üzere) üç
ması Doğru ile Yan/qtı İli{leitı Bilgimizjtı kez tamamlandığı ve sürecin yeniden ba-
Kökem·nde (Vom Ursprung sittlicher Er- şa döndüğü saptamasında bulunmuştur.
kenntnis, 1889) ise ahlak felsefesini da- Ortaçağın Skolastik felsefesinin Aris-
yandırdığı "değer kuramı"nı (Werttheorie) totelesçi öğretisinden
yola çıkarak oluş­
açımlar. Brcntano bir düşünce nesnesine turduğu zihinsel olanın yönelmişliği sa-
karşı her bir durumda tutumumuzun ya vıyla zihin felsefesinde düzenckçi (işley­
olumlu ya da olumsuz olacağını; düşün­ bilimci) olmayan kuramları günümüze
ce nesnesini onaylayabileceğimizi ya da dek etkilemeyi sürdüren Brcntano, dil
reddedcbilcceğiınizi; bu nesneyi sevebi- felsefesinde de düşüncelerimizin anlamı­
leceğimizi ya da ondan nefret edebilece- nın içsel bir dile göndermede bulunarak
ğimizi belirtir. Brentano'ya göre bir şeyin anlaşıldığını ve herhangi bir dilin de i-
özgül olarak iyi olduğunu söylemek onu fade etmek için kullanıldığı yönelimsel
bir erek olarak !levmenin doğru olacağını yörüngeye, yani düşüncelere göndermey-
söylemek; bir şeyin özgül olarak kötü ol- le anlaşılabileceğini savunan görüşüyle
duğunu söylemekse bir erek olarak on- etkili olmuştur. Buna karşın kendisi son-
dan nefret etmenin doğru olacağını söy- raki dönem felsefesinde (1905-1917) bü-
lemektir. Buna göre düşünsel tutumlar tünüyle başka bir yöne saparak "içkin
gibi duygusal tutumlar da "doğru" ya da yönelmişlik" kuramından uzaklaşmış;
"yanlış" olabilirler. Brentano upkı belirli varlıkbilgisinde yalnızca fiziksel ve zihin-
düşünsel tutumların doğruluğunu doğ­ sel f91erin varlığını kabul eden bir "şey­
rudan fark edebildiğimiz gibi belirli duy- cilik" anlayışına yönelmiştir. Aynca bkz.
gusal tutumlann doğruluğunu da anında yöndınitlik; görüngü; görüngübilim.
hissedebileceğimize inanır. Her bir du-
rumda doğruluk, düşünsel ya da duygu- -Bruno, Giordano (1548-1600) Düşün­
sal turum ile nesne arasındaki uygunluk celerinin Hıristiyanlığın Tann ve yardtılıŞ
ilişkisine dayanır. öğretileriyle uyuşmadığı iddiasıyla Roma
Brentano tarih felsefesiyle de ilgilen- Engizisyonu tarafından sapkınlıkla suç-
miş; Kant sonrası Alman İdealizminin lanıp yakılarak öldürülen İtalyan fılozof,
Buber, Martin 260

gökbilimci ve matematikçi. Giordano B- filozof ve din düşünürü; tannbilimci ve


runo, aynı zamanda ilk felsefe çalışması kutsal me.tin yorumcusu. Nazilerin ikti-
olan, diyalog biçiminde yazdığı Küllenme darı ele ı,>eçirmesine kadar, 1924 ile 1933
Çarşambası Akşam Yemtği'nde (La Cena yıllan arasında Frankfurt Üniversitesi'
de le ceneri, 1584; kitabın adı Büyük nde Yahudi Dini ve Etik dersleri vermiş­
Perhi7.'in ilk günü yenilen yemekten gel- tir. Aynı zamanda kültür ve eğitim alan-
mektedir) Aristoteles ve Ptolemaios'un larında eylemciliği savunan, ılımlı bir si-

cvren dizgclerioi eleştirip yermerkezli ev- yonizmden yana tavır ko)'an politik bir
renbilgisi anlayışlarını reddederek yerin lider olan Martin Bubcr 1938'de Filistin'
hareket ettiğini ve evrenin kendi dünya- e yerleşmiş ve Arap-Yahudi devletini sa-
mı7.a benzeyen sayısız dünyalardan oluş­ vunmuştur. Emekli olduğu 1951 yılına
tuğunu ileri sürmüştür. Bruno'nun Co- dek İbrani (Hebrew) Üniversitesi'nde
pcrnicus'un evren kuramını savunduğu toplum felsefesi profesörü olarak çalışan
bu kitabındaki temel savına göre, Tanrı Bubcr'in ilk çalışmalarında gizemcilik ol-
bu sonsuz evrenin her tarafında içsel bir dukça başat olsa da, daha sonraki çalış­
ruh gibi kuşaııığt her şeyin devindiricisi- malarında insanın Tanrı'yla ı,>izemli bir-

dir. Bruno daha sonraki çalışmalarında liği ilişkisinin nihai amaç olduğunu red-
da Aristotelesçi fiziği eleştirerek kendi dederek, kısa ama etkileyici çalışması Ben
cvrenbilgisini ortaya koymayı sürdürür. ile Sen'de (leh und Du, 1923) Tann'yla
Yine aynı )'11 yazdığı De Uı causa, principio e insanın birbirinden ayn varolduğunu te-

uno (Neden, İlke ve Bir Üzerine) ile De mel alan bir ilişki felsefesi geliştirmiştir.
l'infinito universo e mondi (Sonsuz Evren Buber'in genel felsefesi kimileyin "diya-
ve Dünyalar Üzerine) acllı diyaloglarda A- log (söyleşme) felsefesi", kimileyin de
ristoteles'in ikici fizik anlayışını tekçi dün- "ben ile sen felsefesi" olarak adlandırılır.
ya ı,rörüşüne indirgeyerek tözlerin temel- Buber'in düşüncesinin temel nokta-
sını iki tür ilişki oluşturur: 'Ben-Sen' vc
de bir olduğunu, "biçim" ile "madde"
nin Bir'de birleştiğini, Varlık'ın sonsuz 'Ben-O'. 'Ben-Sen' diyalogu filozofu ola-
birliğini savunur. Daha çok ahlak ağırlık­ rak tanınan Buber, Ben'in başkalarıyla
lı düşüncelerini dile ı,>etirdiği De gli heroici karşılaşma yoluyla ortaya çıktığını ve

furori'de (Kahramanca Çılgınlıklar Üze- Ben'in gerçek doğasının Başkası'yla iliş­


rine, 1585) maddenin ve insan ruhunun kisinin niteliğine dayandığını savunur.
"Dünya Ruhu"yla birliğini ileri sürmesi 'Ben-O' ilişkisinde insanlar şeyleri nes-
bir rlir aşın tümtanncılık olarak yorum- neler gibi ya da Kantçı terimlerle "bir a-
lanır. Ona giire Tarın evrendeki her şe­ maç için araç" olarak vaşannlarken,
yin türediği birleştirici tözdür. Bruno, Ro- 'Ben-Sen' ilişkisinde ise Başkası yaşano­
ma Engizisyonu karşısında düşüncelerini lanmaz, daha çok Başkası ve Ben karşı­
korkusuzca savunması ve bir nebze ol- lıklı birbirini olurlama ilişkisine ı,>İrcrlcr.
sun ödün vermemesiyle XIX. yüzyıl Av- Bu ilişki Başkası'yla kendiliğinden bir i-
rupası'nda düşünce özgürlüğünün ve mo- lişki ve "sonsuz Sen" olan Tann'yla iliş­
dern bilimin simgelerinden biri haline kidir. 'Ben-Sen' ilişkisinde bir bütünsel-
gelerek bu dönemde yürütülen özgürlük lik, açıklık, karşılıklılık ve derin bir kişisel
hareketlerinin esin kaynağı olmuş; başta ilgi yer alır. Ben, Sen'i karşılarken, onu
Schelling ve Jacobi olmak üzere Alman değerlendirilecek, incelenecek ya da kul-
idealistleri de onu tümtanncılığtyla öne lanılacak bir şey olarak değil, Ben'e bi-
çıkarmışlardır. reyselliği içinde yanıt veren eşsiz bir var-
lık olarak görür. Hiçbir düşünce dizı,resi,
Buber, Martin (1878-1965) Dinsel içe- hiçbir önyargı ve hiçbir düş, 'Ben ile
rikli varoluşçuluğun önde gelen adların­ Sen' arasına giremez. Tin, Ben'de değil,
dan Viyana doğumlu Alman Yahudisi 'Ben ile Sen' arasındadır; 'Scn'de dolaşan
261 Buddha

kan değil, soluduğum hava gibidir. Kişi, rinden ayrı olan Tanrı 'yla kullarının dur-
ancak bir 'Sen' olaİ:ak saygı duyduğu madan yenilenen bir karşılaşmasından
başkasına kendini bağlayabildiğinde bir doğmuştur.
'Ben' olur: '"Olmak' için Scn'e gerek- Buber'in başyapıtı Btıı ile Se11 dışın­
sinmem var." İnsan yaşamı ve insanlık, daki diğer önemli çalışmalan şunlardır:
ancak böylesi gerçek birlikteliklerde var- gizemci dönemini yansıtan Da11ill (Dani-
lık kazanır. Bir insanı tanımak, onun ö- el, l 923); Egitim Sis/rllJİ ÜZ!fi11e Ko1111111111
zelliklerini bilmekle değil, onunla karşı­ (Rede über das Erzieherische, l 926);
lıklı bir ilişki oluşturarak gerçekleşebilir: XII. ve XIII. yüzyılda gelişen ve yine gi-
"ilişki içinde varolma isteği". İnsan, baş­ zemci öğcler taşıyan Hasidiliği inceleyen
kasının varlığına tümüyle katılmaz, on- HMidilile YaZJlan (Chassidischen Bücher,
dan bir çıkar beklentisiyle ilişkiye ken- 1927); 0111111111 ve Dii'!J'I Cöriifii (Bildung
dinden bir şeyler eklemez ve nesnel bir und Weltanschauung, 1935); Te/eiller Ü·
gözlemci tutumuyla davranır ise, böyle Z!rİllt Soru (Die Frage an den Einzelnen,
bir durumda 'Ben-Sen' ilişkisi 'Ben-O' 1936); Ütopya Yollan (Netivot be-utopya,
ilişkisine. dönüşür. 'Ben-Sen' ilişkisinde 1947); İ11ta11 Soru1111 (Das Problem des
'Ben', Başkası 'nı birtakım çerçevelere Menschen, 1947); YaZJlar (Die Scluift,
sokmadan dinler. Gerçek dinlemeyi, öy- 1954-1962) ile Altı Gün Savaşı'nı taki-
lesine dinlemeden ayıran da budur. Bu- ben yazdığı ve savaş ile barış üzerine
ber, insanların soyut kurallara göre eyle- ahlaki konulan ele alan ve ölümünden
yen, soyutlannuş, özerk bireyler olduğu sonra yayımlanan Yedi11d Cii11 (Sihot lo-
görüşünü reddeder. Gerçeklik, bireyler hamin, 1967).
birbirleriyle karşılaşırken ve birbirlerini
değişime uğratırken ortaya çıkar. Bir Buddha Buddhacılığın kurucusu olarak
başka deyişle, gerçeklik diyaloga dayalı­ sonradan Buddha, yani "Aydınlanmış",
dır; "sahici söyleşme"den doğar. diye anılan Siddhartha Gautama. Yakla-
'Ben-O' ilişkisinde ise başkasına, top- şık olarak M.ô. 563-483 yıllan arasında
lumsal ya da ekonomik güçlerce yönlen- yaşamıştır. Şimdi Nepal'de kalan Lambi-
dirilen, kişiselliği olmayan bir nesne gibi ni'de doğmuştur. Sakyalardan olduğu i-
davranmak söz konusudur. Buber 'Ben- çin Sakyamuni adıyla da bilinir.
0' ilişkisinin kişi,lerarası alanda bile zo- Tarihsel bir kişilik olarak Buddha'nın
runlu olduğunu kabul etse de, onun mo- ne yaşamıyla ne de öğretisiyle (dhamıa)
dem yaşamdaki başatlığından derin bir ilgili güvenilir kaynaklar yoksa da yaşamı
keder duyar. Felsefe ve tannbilim çalış­ hakkında yaygın olarak kabul edilmiş
malarında, yiıircliğimiz 'Ben-Sen' ilişkisi pek çok efsane vardır. Annesi onu ova-
yetimizi bize yeniden kazandırmaya çalı­ lık bir yerde bir ağacın altında doğurur;
şır. yedi gün sonra da ölür. Prenstir; bir sa-
Buber, Tann'yı 'O' olmayan, sonu! rayda lüks içinde yaşar. Burada, babası
bir 'Sen' olarak betimler. Tanrı'ya çıka­ onun dünyadaki hastalık, yaşlılık, ölüm
nmla değil, kutsal varoluşun somut ger- gibi felalretlerle karşılaşmasını engelle-
çekliğine duyulan sahici bir istekle ulaşı­ meye çalışır. Çünkü oğlu dünyanın kö-
lır. Buber'in Taiın ile insan ilişkisine yö- tülükleriyle yüzyüze gelirse krallığını yö-
nelik bir tür tannbilimscl anarşizm ola- netmeyecek bir çilekeş, bir ermiş ola-
rak görülebilecek düşünceleri, Tanrı'nın caktır. On altısında evlendirilir; bir oğlu
bir dogma konusu olarak ele alınmama­ olur.
sı, kurallar buyuran ya da ibadet biçim- Ne ki, bir gün arabayla giderken yaşlı
leri emreden bir yasakoyucu olarak gö- birini görür; arabacıya bu adamın niye
rülmemesi gerektiğinin altını koyuca çi- digcr insanlara benzemediğini sorar. A-
zer. Buber'e göre, kutsal metinler birbi- rabacı bu kişinin yaşlı olduğunu söyler
Buddha 262

ama Gautama bu sözcüğün anlamını bil- ranmak olduğudur.


miyordur, yaşlılıkla ilgili deneyimi yok- Saraya döndüklerinde Gautama kafa-
wr. Arabaa, bu adamın yaşamının so- sını kazıup san elbise giyer; evinden, ka-
nuna geldiğini, çok geçmeden öleceğini nsından, oğlundan aynlıp ormana yerle-
anlatır. Gautama, arabacıya kendisinin şir; çilekeş olur. Çilekeşliğin en kau bi-
de yaşlanıp yaşlanmayacağını, birinin yaş­ çimlerini sürdürdüğü bir aln yıl geçirir.
lanmaktan kurtulup kurtulamayacağını J\macı acı çekmenin (dHhleha) nedenini
sorar. Yanıt Gautama'yı dehşet içinde bı­ bulup bundan kurtuluş yolunu göster-
rakacaktır. mektir. Ama sonunda ne aşın haz düş­
Bundan günler sonra bu kez hasta bir künlüğünün ne de aşırı çileciliğin acıyı
adamla karşılaşır. Adam çok acı çekmek- ortadan kaldıracağını anlar. Otuz beş ya-
tedir; ter içinde kaldığından bazen elbi- ·şında, yine acı çekme üzerine bir medi-
selerinin bir kısmını çıkarmakta, sonra tasyona daldığı sırada acırun nederılerini
yeniden giymektedir. Gautama arabacıya açıklar; Buddha -Aydınlanmış- olur. "İs­
yine, bu adamın ne yaptığım, niye diğer temesini yıkarak özgürlüğünü elde eder...
insanlara benzemediğini sorar. Arabacı, Nin>andya ulaşır".
adamın hasta olduğunu, bunun da yaşa­ Gautama, Buddha olduktan sonra
yacağı çok fazla ömrünün kalmadığı an- Ninıt1"a'ya katılmaya hazırdı; ne ki, o acı­
lamını taşıdığını söyler. Gautama kendi- nın nedenlerini öğretme yolunu seçti.
sinin de hasta olup olmayacağını; hasta- Pek çok gezisinde kendisine eşlik .eden
lığın erişemeyeceği biri olup olamayaca- beş adamına Bcnares'deki Geyikli Park'
ğını sorar. Yanıt onu bu konuda da derin ta ilk söylevlerini verdi. Sıkı çilecilik yan-
düşüncelere salacaktır. lısı bu adamlar, Gautama'nın uzun medi-
Yine bir gütı arabasıyla dolaşırken tasyonlardan önce yıkanıp yemek yeme-
renk renk elbiseleri içerisinde bir sürü sinin onun gerçek bir aydınlanmaya er-
insanın odun yığdığını görür. Arabacıya mesini engellediğini düşündüler. Dahası
yine, bu insanların niye rengircnk giyin- Gautama'nın bu tutumundan hoşnut de-
diklerini, bu odun yığınıyla ne yapacakla- ğillerdi.
nnı sorar. Arabacı da ''bm ölmüş olma- Ne ki, Gautama'nın bulduğu yeni
lı" diye yanıtlar. Gautama yine, kendisi- yaklaşım aşın haz düşkünlüğü, nefsin is-
nin de ölüp ölmeyeceğini, kendisine ölü- teklerine kapılıp kalmak ile aşın çile çe-
mün erişip erişemeyeceğini sorar. Yanıt kip nefsi cezalandırmak gibi iki dünyasal
herkesin öleceği, kimsenin bundan ka- aşırılık arasında orta olma· idi. Bu, Budd-
çamayacağıdu. ha'nın ölümüne dek öğretmeyi, açıkla­
Bundan günler sonra, gezerlerken mayı sürdüreceği Orta Yol'du.
yolda kafasın,ı kazıtmış, san elbise giymiş Buddha'nın bu aydınlanmasının içe-
bir münzevi kişi görür. Yıne sorar; ara- riğini, Buddhaalığın temel iletisi oluştu­
baa bu münzevinin dünyadan el etek rur. Bu ileti, Dört Yüce Hakikat ile Yüce
çekmiş biri olduğunu söyler. Gautama Sekizli Yol'dan ibarettir. Buddha vaazla-
bunun ne demeye geldiğini, münzevi ki- nnda bunlan anlatmıştır.
şiye yaklaşıp kafasını niye kazıttığını, el- Dört Yüce Hakikat onu Buddha ol-
bisesinin niye diğer insanların elbisesine ma yoluna iten yaşamındaki dört karşı­
benzemediğini sorar. Münzevinin yanıu, laşmaya denk düşer. Bu Dört Yüce Ha-
dünyadan el etek çektiğidir. Gautama bu- kikat şunlardu: 1- Acı vardır; 2- Aanın'
nun ne demeye geldiğini sorar. Yanıt, bu- bir sebebi (dHhlehasamHd<!Ja) arzudur (trs-
nun dinsel yaşam olduğu, banş dolu bir "a); 3- Acıya sebep olan şeyler dışarda
yaşam olduğu, iyi eylemek olduğu, hür- bırakılarak (dHhkhı1"inıdha) -Nirvmıa'ya u-
metlcir davranmak olduğu, zarar verme- laşılarak- acıdan kurtulunabilir; 4- Aa-
mek olduğu, tüm yarauklara şefkatle dav- nın sebeplerinden kurtulmanın yolu Yü-
263 , Buddha

cc Sekizli Yol'dan oluşan Orta Yol'u iz- İç organlar: Dış nesneler:


lemektir; yani Buddha'nın anlattığı "yol'' l.Göz 7. Görme
~iyi Nirv1111a'ya ulaştırır. 2.Kulak 8.Scs
Buddhaalığı kılgın bir felsefe olarak 3. Burun 9. Koklama
ıralayan yaşama biçiminin özeti olan 4.Dil 10. Tat
Ona Yol şu Yüce Sekizli Yol üzerine 5. Beden 1 1. Dokunma
kurulur: 1- Doğru görüş (Samma Ji11/ıı); 6. Zihin 12. Zihin nesnesi
2- Doğru çözüm (Samma sanleappa); 3- Bunlardan ilk beş organın her birinin
Doğru söz (Samma 111Ua); 4- Doğru eylem kendi nesnesi vardır. Ama zihin (1111111as)
(Samma /eammanta); 5- Doğru rızk (Sam- yalruz kendi nesnesiyle, yani zihin nes-
111a '!iiııa); 6- Doğru çaba (S11111111a "'!}ama); neleriyle ilgili değil, ilk beş organın nes-
7- Doğru düşünme (S1J111ma ıatı); 8- Doğ­ neleriyle de ilgilidir. III) Algı (ıamjna);
ru düşünce yoğunlaşması (Samma tamad- yukarıda belirtilen altı dış nesneyle ilgili-
bt). dir. iV) Güç, irade (s11111s/eara); altı nes-
Bunlardan üç tanesi, doğru söz, nenin istemesine tepkidir. V) Saf bilinç
doğru eylem, doğru rızk (yalruzca yaşa­ (vij11iJM); altı nesnenin ıralannı yakalar.
mak için, insanlara zarar vermeyecek iş­ Bilincin on iki temeline eklenen altı tür
ler yaparak, zarar verecek işler ile mes- bilinç vardır. Bunların tümüne de "öğe­
leklerden kaçınarak -örnekse içki, uyuş­ ler" (Jhatu) denir:
turucu, ateşli silahlar satmayarak; öldür- 13. Görsel bilinç
meyerek; fahişelik yapmayarak- kazanı­ ı 4. İşitsel bilinç
lan para) ahlaklı davraıuş ilkeleridir. 15. Koklamayla ilgili bilinç
Zihni terbiye etme ilkeleri doğru çaba, 16. Tatmayla ilgili bilinç
doğru düşünme, doğru düşünce yoğun­ 17. Dokunmayla ilgili bilinç
laşmasıdır. Bilgelik ilkcleriyse doğru gö- 18. Zihinsel bilinç
rüş ile doğru
çözümdür. Bunlar izlendi- Böylelikle. tüm yaşam alanı (Jharma) beş
ğinde bütünüyle en üst düzeni tamamla- birarada olma ularnının (skıınJha) ya da
yan bir yaşam sürülmüş olur. bilincin on iki temelinin ('!Yatana) ya da
Buddha'nın öğretisi, temel olarak, in- on sekiz öğcnin (JhalH) terimleriyle be-
sanın acıdan kurtarılmasına dayanır. Va- timlenebilir. Bunlar ilk kanonik kay-
roluşun ruhsal ile fıziksel olgulannın acı naklardaki üç tür sınıflamadır. En yaygın
olması anlamında her şey acıdır; bu ol- olanıysa ilkidir; diğer ikisi sonradan ek-
guların kendilerinde geliştiği varoluşların lenmiştir.
kendileri de acıdır. Bunun yanında Budd- Hint dinindeki yenidendoğuş öğretisi
hacı öğretide yenidendoğuş, Ninwna gibi her canlının bir ruhu olduğu, bu ruhlann
Hint dininden alınrnış kimi öğcler de başka b-.ışka türlerde birbiri ardına beden
görülür. bulduğu yollu bir inanca dayanır. Bir ru-
Buddhacı öğretiye göre kişide (ayrıca hun hangi türde beden bulacağı bir ön-
varolan her şeyde) beş olgu ulamı vardır. ceki yaşamıru nasıl yaşadığtna bağlıdır.
Bunlara birarada olma ulaınlan (skanJha) Bu karmadır. Katmarun gitgide iyileşme­
denir. Bu ulamlar şı,ınlardır: 1) Biçim ya siyle, manevi bir yaşam yaşayan beden-
da cisimsellik (ntpa); dön büyük öğeden lerde can bulmayla yenidendoğuş çem-
(toprak, hava, su, ateş) meydana gelmiş­ berinden, samsamdan kunulunur; nihayet
tir. il) His (vtJana); hoşlanma-hoşlanma­ Nirv1111riya ulaşılır.
ma, bu ikisinin olmama durumu. Hisler Buddha böyle bir /earma anlayışını
altı iç organın (!nılriJa), altı dış nesneyle yadsıyıp insanda bir sonraki yaşamın /ear-
(vit'!}a) ilişkisinin sonucudur. Bunların ması için belirleyici olan bir iradeyi (sams-
biraradalığı bilincin ('!Yatana) on iki teme- kara) kabul eder. Erdemli bir yaşam bu-
lini oluşturur: nu gerektirmektedir.
Buddhacılık 264

Ölümünden sonra Buddha'nın öğreti­ ki Geyikli Park'ta yakın dostu olan beş
si Theı:avada (ya da Hinayana) ile Maha- çileciye anlatıt. Bunlar Dört Yüce Haki-
yana olmak üzere ilci ana kola aynlmış; kat ile Yüce Sekizli Yol'un (bkz. Budd-
Buddhaalık ba~angıçta yalnızca Hindis- ha) anlatıldığı vaazlardır.
tan'da inanılan bir öğrctiyken, sonı:a ne- Buddhaalık Hindistan'da gelişmiş; en
redeyse bütün Doğu Asya'yı etkisi. altına parlak çağını da M.Ö. 270 yılında tahta
almıştıt. Aynca bkz. Buddhacılık; Ma- geçmiş olan İmparator Aşoka zamanın­
hayana Buddhacıiı41; TheravadaBudd- da yaşamıştır. Buddha'nın ölümünden
hacılıfı; Üç Mücevher; dhıum~ kıum~ sonı:a yapılan Buddhacı ilk konseyde
samsar~ Nirvana (Rajagraha, M.Ô. 483) Buddha'nın öğ­
retileri bir bütün oluşturacak biçimde to-
Buddhacılık ~ng. B11Jdbimr, Fr. Bo11JJ- parlanmaya çalışılmıştır. İkinci konseyde
hiımr, Alm. B11JJhiı11111.ij Dünyanın büyük (Vesali, M.Ö. 383) birtakım görüş ay-
dinlerinden en eskisidir. Buddhaolık, nlıklan Theravada (Hinayana), Mahaya-
Buddha'nın öğretisinin başka başka bi- na, Vajı:ayana gibi okullann ortaya çık­
çimlerde yorumlanmasıyla oluşturulmuş­ masına neden olmuştur. Bunlardan gö-
tur. Bir din olduğu kadar bir yaşama fel- riişleri en katı olan okul Theravada'dır.
sefesi de sunar. Acı çeken insana Nimı- Bu okul herkese açık değildir. Manastır
11a'ya, aydınlanmaya ulaşma yolunu açar. terbiyesiyle, medistasyonla Nirvandya an-
Buna göre kişi, aydınlanmaya aşırılıklar­ cak bazı insanların ulaşabileceği savın­
dan kaçıp Orta Yol'u izleyerek varabilir. dadır. Mahayanacılarsa sıkı manastır dü-
Buddhaolık bu yolu öğretecektir. Bu yo- zeni olmadan herkesin Nirva11a'ya ulaşa­
lu öğretme savındaki Buddhaalığa göre bileceğini kabul ederler; amaçlan bazı in-
dünya yaşamı canlılar için zahmetlerle sanlann değil her insanın aydınlanmaya
doludur; bu zahmetlerse acıya yol açar. varmasıdır. "Elmas Araç" demeye gelen
Dünya yaşamındaki asıl amaç da bu acı­ Vajrayana ise hem çok katı hem de ser-
dan kurtulmaktır. best kurallarla Nirvat1a'ya vardırmayı he-
Buddhaalığı oluşturan üç şey vardır: defleyen, yine de çok zor uygulamaları
Buddha, Jhamra, ıa11gha. Buddhacıların olan bir okuldur. Bu bölünmelerden sonra
kutsal saydığı bu şeylere "Üç Mücevher" üçüncü bir konsey (Patalipurta, M.Ö. 247)
de denir. daha toplanır.
Sözcük anlamı "Aydınlanmış" demek Bu okullardan Theravada ile Mahaya-
olan Buddha, özellikle Gautama Budd- na kendi içinde şu okullara aynlır: 1)
ha'nın, yani Buddhaalığın tarihsel olarak Theravada (Hinayana ya da Sthaviravada
kurucusu olan kişinin sanı olarak kulla- da denir): 1- Haimavatas; 2- Dharma-
nılır. Bununla birlikte, Buddhacılara gö- guptakas; 3- Mahishasakas-Vaibhashika;
re, Jha'111ayı keşfedip bildiren sınırsız 4- Kashyapitas; 5- Sautrantikas; 6- Vatsi-
Buddhalar dizisinden biridir de. putriyas (Bu okul içerisinde a- Dharmot-
Dharma, Buddha'nın keşfedip bildir- tariya, b- Bhadı:ayaniyas, C" Sammitiyas,
diği, "evrenin yasası"dır; Buddhacı öğre­ ç- Chanagankas gibi okullar vardır); 7-
tidir. Sarvastivadins (Bu okullardan en temel
Örgüt demeye gelen ıa11gha ise, aslın­ olanlan Mahishasakas~Vaibhashika ile
da, ı:ahipler, rahibeler ile sıı:adan insanla- Sautrantikas'tır). 11) Mahayana (Maha-
nn oluşturduğu Buddhacı topluluktur. sanghikas da denir): 1- Ekavyavaharikas;
Sonralan rahipler, ı:ahibelcr, bir de bun- 2- Lokottaravadins; 3- Kukkulikas; 4-
ların çömezlerinin düzeni demeye gel- Bahushrutiyas; 5- Prajnaptivadins; 6- Ca-
miştir (bugün de bu anlamda kullanılır). ittikas; 7- Aparashailas; 8- Uttarashailas;
Buddha sonradan öğretisinin temelini 9- Yogacara; 10- Madhyamika (Bu son
oluştuı:acak şeyleri Benares yakınlannda- iki okulun Mahayana'nın gelişmesine ol-
265 bulgulama

dukçıı. önemli katkısı olmuştur. Bu okul- tanhkla kapitalizmin ilişkisi bağlamında


lar Çin, Tibet, Japonya gibi ülkelerde de ortııya atuğı temel kavramlardan biri.
etkili olmuşlardır). Weber'in bu kitabındaki ana savı, Pro-
Bu okullar arasındaki temel aynm testan ahlakının tek başına modern ka-
Theravada Buddhacılığı ile Mahayana pitalizmin onaya çıkmasına yol açmasa
Buddhacılığı arasındaki -yukanda dile da bu sürecin zorunlu önkoşullarından
getirilen- temel ayrılığa dayanır. biri olduğu şeklinde özetlenebilir. Pro-
Hindistıın'da gelişen Buddhacılık M.S. testan ahlakı özveriye dayalı yoğun ça-
I. yüzyıldan idbaren Çin'de kabul görür lışmayı ve disiplini yüceltip zamanı iyi ve
olur. Burada gerek Taocu gerek Kon- akılcı kullanmanın geçer akçe olduğu bir
füçyüsçü birtakım öğeleri de içine alarak kültür yaratuğı için modern kapitalizmin
çeşitli biçimler oluşturur. Buddhacılık doğup gelişmesine önemli katkıda bu~
Çin'den Kore'ye; Kore'den de Japonya' lunmuştur. Başka bir deyişle, Weber'e
ya geçer. Buddhacılık daha Hindistıın'da göre, >..'VI. \'C XVII. yüzyıllarda Avrupa'
geliştiği sıralarda Güney Asya'da yayıl­ ya özgü çileci Protestanlığın yüce değer­
mış; Seylan (bugünkü Sri Lanka), Burma, lerinin akılcı yollarla yaşama geçirilme
Siyam (bugünkü Tayland), Laos, Kam- çabası, beraberinde insanlann "sıkı" ça-
boçya gibi ülkelerde kabul görmüştür. lışmayı önemsemesini getirmiştir. İnsan­
Buddhacılığın Tibet'te aldığı ad La- ların yoğun çalışmaya itilmesi, çalışma­
macılık'tır; T antracı özelliklerinden do- nın bir yükümlülük, "kutsal" bir ödev
fayı Tibet Buddhacılığı'na Tantracı Budd- biçimine büründürülüp akılcı yollarla dü-
hacılık da denir. Çin'de ise Zen Budd- zenlenmesi (ya da gerekçelendirilmesQ,
haalığı kurulur. Zen Buddhacılığı ile Tan- modem kapitalizmin ayına özelliği, o-
tracı Buddhacılık sonraları Japonya'ya da mın biricik ıtbolu y.ı da ruhudur. Pro-
taşınır. Aynca bkz. Mahayana Budd- testanlığın inananlanna yönelik, Tann'ya
hacılığı; Theıavacla Buddhacdığı; Zen karşı görevlerin gündelik yaşamın düze-
Buddhacılığı.; Çin felsefesi; Hint fel- ne sokulmasıyla yerine getirilmesi çağrısı;
sefesi; Japon felsefesi; Tibet felsefesi; Tann adına ya da birinin ~şverenin) emri
arhat; bodhlsattva; dbsrma; Nirvana. altında özenle ve bıkmaksızın çalışmayı
sahk yeren, dünyevi hazlar ile dünya ma-
budunmerkezcilik ~ng. ethııott11tris111", lından uzak durmayı öğütleyen "bu dün-
Fr. ethnoernlrimtr, Alm. etb110~111rimt11Jı ya çileciliği"nden başkası değildir. Aynca
Kişinin içinde yaşadığı toplumun değer bkz. Weber, Max.
yargılannı, düşünce kalıplannı keneriz a-
larak diğer toplumlan buna görr algıla­ bulantı (İng. 1111H1en·, Fr. 111111ıie; Alm. ıkef,
yıp yargılamasını dile getiren terim; kişi­ Yun. 111111ıia, 11a11tia (deniz hastalığı)) Va-
nin içinden çıktığı kültürün ona dayawğı · roluşçu felsefenin önde gelen düşünürü
yaşam tarzını diğer kültürleri değerlendi­ Sartre'ın "tekbenci umutsuzluğun" zir-
rirken merkeze koyması. Aynca bkz. vesindeki ünlü romanının adı da olan
kültürel görecilik. "bulantı", içine bırakıldığı dünyanın saç-
malığı karşısında sarsıntı, şaşkınlık, dk-
budünya çileciliti ~ng. ılıir--1d!J/M>r- sinti ve nefreti de içeren insanın verdiği
1Jty/i1111er 1110rld(!J) asertitimr, Fr. asdtir111etlıt karmakanşık tepkiyi; insanın yaşamda
monde, Alm. i1111mrtltlidn askm] Modern görüp· geçirdikçe artan "içburukluğu­
toplumbiliınin kurucularından sayılan Al- nun" son sınınna ulaşuğı "içikalkmışhğı"
man düşünür Max Weber' in Protestan dilegetirir. Ayrıca bkz. içdaralması; kö-
Ablôh 11t K4J>itali!(!llİ11 Rllbtt (Die Protes- tü niyet.
tantische Ethilt und der Geist des Ka-
pitalismus, 1905) adh kitabında, Protes- bulgulama ~ng. beuriıtiu, Fr. bellrİllİfJ11e-,
bulunuf metafiziği 266

Alm. hemisli/ıı] Eski Yunanca'da "keş­ !eneğinin karşısına kendi geliştirdiği ya-
fetme", "bulup çıkarma" anlamlarına ge- pısökümcü okuma yordamıyla dikilmek-
len helll'İslui11 sözcüğünden türetilmiş te- tedir. Buna göre Platon'dan Husserl'e
rim: "keşfetme sanau" (Lat. an iıwe11it11- değin hemen bütün filozoflar dolaysız,
tk). Bu bağlamda, deneme-yanılmaya da- doğrudan, hiçbir aracıya ya da dolayım­
yalı bir süreç içinde araştırmaya katılan lamaya konu olmaksızın varolan bir ke-
ve sorunun çözümüne katkıda bulunan sinlik alanı olduğunu baştan sorgulamak-
her türden öğeye b11lg11raf, bir araşumıayı sızın varsaymışlardır. Derrida, felsefe ta-
yönlendirmeye ya da başlatmaya yarayan, rihinde büyük filozoflarca yazılmış belli
doğruluğu ya da yanlışlığı araşunlmayan, başlı klasik felsefe metinlerini yapısö­
araştınnacyı yeni bilgiler bulgulamaya gö- kümcü okuma yordamıyla ele alırken,
türen geçici varsayıma lmlg11ral varr'!Y""; böyle bir kesinlik alanının daha varolup
öğretim sürecinde öğrencinin etkinliği­ olmadığını kesinlemeden, filozofların söz
nin artırılarak öğretilmek istenilen şeyin konusu alanın peşine düşme çabasının
öğrencinin kendisi tarafından bulunma- önü alınamaz, son derece tehlikeli bir
sını sağlamaya dayalı eğitbilim yöntemi- metaftzik istekten kaynaklandığını gös-
ne de b11/g11ralyöntem denir. termeye çalışır. Nitekim Derrida'nın he-
men bütün yapısökümcü okumalarının
bulunut metafıziği [İng. mttapf?yritr of ana hedefini, pek çok filozofun düşün­
preremr, Fr. 111iıapl?Jsiq11e J11 pnseıta; Alm. cesinin kaynağının ve kökeninin "bulu-
meıapl!Jıilıı der prörnız. (Derrida) / 111etap'1J- nuş" sayıltısında yattığını göstermek o-
ıilıı Jer am11ere11htit (Heidcgger)] Yakın dö- luşturmaktadır. Sözgelimi Husscrl'in fel-
nem Fransız düşüncesinin en etkili dü- sefece düşünme izlencesinde an bir an-
şünürlerinden Jacques Derrida'nın, bü- latım biçemi bulgulamak adına yürütülen
tün bir Batı felsefesinin düşünme gele- araştırma, aslında değme bir "bulunuş"
neğinin köküne dek işlediğini düşündü­ arayışına karşılık gelmektedir. Böylelikle
ğü en. temel, en sorunlu metaftzik var- Derrida, geleneksel felsefe yapma tarzı­
sayımlarından birini anlatmak amacıyla nın enson olanağı "bulunur'u tanımaya­
başvurduğu kilit önemi bulunan felsefe rak, şu ana gelinene değin filozoflarca
terimi. Bu anlamda "bulunuş metaftziği" tutulmuş yolun temellerini ve dayanakla-
deyişi, enson gerçeklik diye adlandırıla­ nru, yolun bugüne gelinene dek katedil-
nın kendi içinde değişmez ve bölünmez miş bölümünü yerinden oynatarak sö-
bir "birlik" oluşturduğu, bu enson ger- ker. Derrida "bulunuş" gibi yanıltılı bir
çekliğin birliği karşısında görünürdeki metafızik tasarımı olumsuzlamakla, fel-
aynlıklann gerçek anlamda birer ayrılık sefe metinlerinde izine rastladığı her yer-
olmadıklarının düşünüldüğü her türden de onu yoksaymakla, "bulunuş" düşün­
metafizik yönü ağır basan düşünceyi ta- cesinde içerimlenen "şimdi" diye nitele-
nımlamaktadır. "Bulunuş" sözcüğünün nebilecek belli bir tikel ana göndermede
özellikle Batıdillerindeki karşılıklarına bulunuyor olma varsayımının da yapısını
bakıldığında aynı anda hem "yer" hem sökmüş olmaktadır. "Bulunuş metafizi-
de "zaman" bildirdiği görülür. Bu ne- ği" bu afılamda o an deneyimlediğimiz
denle terim üzerine yürütülen tartışmala­ algısal dünyanın kendisine duyulan inanç-
nn odak noktasıru, terimin bir yanda tan kaynaklanmaktadır. "Bulunuş" önka-
"buradalık" bildiren bir "yer belirteci" bulüne karşı açtığı savaşla Derrida, ilk
olması, öbür yanda "şimdi"yi ya da "şu bakışta karşıt konumda gibi görünen pek
anı" bildiren bir "zaman kipi" olması o- çok felsefe konumunu, sözgelimi "man-
luşturmaktadır. tıkçı olguculuk" ile "görüngübilim" ara~
Derrida; "bulunuş metafiziği" diye sındaki ilişkide olduğu üzere, aynı temel
adlanc;lırdığı bütün bir Batı felsefesi gc- yanlış tasanmlamanın değişik yüzleri ola-
U7 Buridan,Jean

rak bulunuş metafiziği içlııe yerleştirmiş felsefesinde genci olarak ortaçağ adcıla­
olmaktadır. Özünde bulunuş metafiziği­ nnın birçoğu gibi tümellerin, zihnin bir-
nin maskesini düşürmeyi amaçlayan Der- çok şeyi şöyle ya da böyle kavrayabildiği
rida'nın bu yöntemi, felsefe tarihinin na- kavramlar olmalan dışında, gerçekte bu-
sıl okunabileceğine yönelik çok özgün lunmadığım savunmuş; varlıkbilgisindc i-
bir okuma yordamını dolaşıma sokuyor se yalıuzca tikel tözlerin ve niteliklerin
olması bakımından da aynca önemlidir. varhğını kabul etmiştir.
Derrida'nın bulunuş metafi2iği diye ad- Buridan'ın seçmeci öğclcr içeren ait-
landırdığı sorunsala karşı geliştirdiği ya- lik felsefesinde ortaya koyduğu kendine
pısökümcü konumun üstünde, Nietzsc- özgü istenç kuramı ise "Buridan'ın eşe­
he'nin bütün bir felsefe tarihinde hakika- ği" olarak. bilinen ilginç bir örneğe kay-
tin beşiği olarak değerlendirilen "içyaşan­ naklı\l eder. Aynı ölçüde çekici iki saman
tı" varsayımını yoksaymayı erek edinmiş b-.a.lyasının tam ortasında duran bir eşe­
sözdeyişlerinin önemli bir etkisi olduğu ğin iki balyadan birini seçemeyerek so-
gibi Wittgenstein'ın "özel dil uslamlama- nunda açlıktın öldüğü bu örnek sanıldığı
sı"mn olanaksızlığını tanıtlamak amacıy­ gibi Buridan tarafından kullanılmamış;
la yürüttüğü felsefece soruşturmalann da muhtemelen onun benzer ama daha ma-
derin izleri daha ilk bakışta duyumsan- kul örneklerle savunduğu istencin cylc-
maktadır. Aynca bkz. aynın metafıziği. me özgürlüğünün nasıl davranılması ge-
rektiği yönünde zorlayıa bir neden bu-
Buridan,Jean (1300-1358) Smlastik dö- lunmadığında seçimi erteleme yetisine
nemde yaşamış Aristotelesçi Fransız fi- dayandığını savunduğu istenç kuramım
lozof. Jean Buridan döneminin düşünür­ karikatürleştirmek isteyen clcştiricileri ta-
lerinden farklı olarak tannbilim yerine rafından uydurulmuştur. Buridan'a göre
mantık ve bugün doğa bilimleri diyebile- istenç, hiçbir zaman ''kötü" olanı seçme-
ceğimiz doğa felsefesi içinde yer alan ko- yecek olsa da, seçeneklerin hangisinin da-
nularla ilgilenmiştir. Buridan'ın mantık ha iyi olduğu konusunda şüpheli bir du-
üzerine en önemli çalışmaları İspanyol rum söz konusu olduğunda usun önüne
Pedro olarıık da bilinen Papa XXI. Jo- koyduğu iki seçenekten birini seçme işini
hannes'in kendisinden bir yüzyıl kadar crtclcmckte özgürdür. İstencin bu tutu-
önce yazdığı ve döneminde temel ders mu insanın bilgikuramsal açıdan oldukça
kitabı olarak okutıılan S1U11111111M LJıfimles fakir olduğu bu dünyada onun özgürlü-
adlı mantık çalışması üzerine yorumlar ğünün güvencesidir. Buridan'ın Nikomtl/e-
içeren bir manağa giriş kitıbı olan Dg.. /Joı'tı Elik üzerine yazdığı yorumunda yer
kir.Jile Ü!(!rinl ô~ılır (Summulae de dia- alan bu istenç kuramı, Dominikenlerin
lcctica), çıkarım biçimlerini ele aldığı So- Aristotelcs'in "istenç güçsüzlüğü" ("'11/e-
""flar Ü!(!ritıt İt1alt111t (fractııtus de Con- msüi) kavramından yola çıkan usçu ve
sequentiis) ile mantıksal önermelerin an- doğala etiğinden kaynaklanan, Thomas
lamlan ve doğruluklan üzerinde durduğu Aquinas'ın geliştirdiği. nesnesi anlık tara-
Yll111/11J111Galaidır (Sophismata). Bu çalış­ fından "iyi" olarak kavranan bir amaç
malarında kendine özgü bir önermeler olan istenç anlayışına dayalı atıll/eplt/okı
kuramı geliştirerek bu kuram temelinde Augustinus ile onu izleyen Duns Scotus
mantık çıkarunlaruu inceleyen Buridan, ve Ockharnlı Wılliam gibi Pransiskcnlc-
ortaçağ mantığına hikim olan terimci ge- rin istenci anlığın ve düşünmenin üze-
lenek çerçevesinde terimleri mantıkw rinde tutup "doğru" ile "iyi"yi de özgür
çözümlemenin temel birimleri olarak gör- bir güç olarak gördükleri istence bağla­
müştür. Tümcllcr konusunda Ockharnlı yan İsktı(fİliği arasında ortak bir zemin
Wılliam'ı izlcycn Buridaıı. bazı noktalar- oluşturma girişimi olarıık da okunabilir.
da onun adcılık anlayışından aynlsa da Sıkı bir Aristoteles yorumcusu olan
Buridan'ın eşeği 268

ve Aristoteles'in yapıtlarını İslam düşü­ rak Denis Diderot, Immanucl Kant ve


nütleri tar-.ıfından yapılan eklemelerden G. E. Lessing'in de dikkatini çeken bu
ve yorumlardan arındırmaya çalışan Bu- yapıtında Burke, Locke'un duyumcu ruh-
ridan'ın diğer önemli felsefe çalışmaları bilirni kuramı çerçevesinde deneyci bir
arasında Aristoteles'in Fizjle'i ÜZ!fİ11e Sa- yaklaşımla g(izd-lik ve yüce-lik kavram-
nılar (Quaestiones supcr octo physico- larını de almış; bunların bizde yarattık­
rum libros Aristotelis), Arisıoıeles'in Meın­ ları etkilerin deneysel kaynaklannı araştı­
.ftzjle 'i Ü !(!rİne Sanılar (Quaesıiones supcr nrken ortaya koyduğu, gücünü dinden
octo metaphysicorum libros Aristotclis), ve siyasetten alan korku temelli yücelik
Arisıoıekı'in Nileo111a/ehos'a Etik 'i Üztrine kuramının etkisi :XX. yüzyıl sonlarının
Sanılar (Quaestioıi.es super dccem libros post-modem tartışmalarına dek uzan-
cthicorum Aristotclis ad Nicomachum), mıştır.

Aristoıekı'in Polilika'n ÜZ!fİnt S onılar 1765 yılından itibaren etkin bir bi-
(Quaestiones supcr octo libros politico- çimde siyasetle ilgilenmeye başlayan Bur-
rum Aristotclis), Arisıoıeleı'in Göfftliizji Ü- ke, Avam Kamarası'na girdikten sonra
!(!rint'.ri Ürliine Sonıfnr (Quaestiones su- yazdığı Fmnıailalei Devrim ÜZ!fİnt Diişiit1-
per lil:iris quattuor De caelo et mundo), rrler (Reflections on the Revolution in
Ariıtoıekı'in Yonım Ü!(!rine'si Üıliitlt Sonı­ France, 1790) ve Yeni lf7higkrıJm Eıleilm
lar (Quaestiones longc supcr librum Pc- Çnğn (An Appeal from the New to the
rihernıencias), Arisıoıeleı'it1 Rııb Üztrine'si Old Whigs, 1791) gibi yapıtlarında dö-
Üıliine S onılar (Quaestiones in Aristotelis neminin temel siyasal tutumlarını serim-
De anirna) ile Arisıoıeles'in Kategorikr'i Ü- leyerek bunları tutucu bir baloş açısın­
!(!rİ11e Somlar (Quaestiones in Praedica- dan el~ştirmişıir. Burke'nin siyasal yazı­
menta) adlan sayılabilir. larına hakim olan felsefi tutum temelde
kuşkuculuktur. Burke, Aydınlanma 'nın si-
Buridan'ın eşeği bkz. Buridan, Jean. yasal usçuluğuna, Aydınlanmaalann si-
yasal alanda soyut usçu yapılara, ülkülere
Burke, Edmund (1729-1797) Çağdaş ve amaçlara ulaşılabileceğine dair besle-
tutuculuğun babası olarak anılan İngiliz dikleri umuda karşı derin bir güvensizlik
devlet adamı, siyaset felsefecisi ve estetik duymaktadır. Nitekim Franıa'dnki Doo111
kuramcısı. Edmund Burke'nin XVIII. ÜZ!rine Dii/İİ1Utkr adlı çalışmasında 1688
yüzyılın Aydınlanma ve Devrim düşün­ İngiliz Devrirni'ni onaylarken Aydınlan­
celerine karşı bir tepki olarak ortaya koy- macı Fransız Devrirni'ni mahkfun eder.
duğu görüşleri, ardından gelen Joseph de 1688'i başarısız bir devrim girişimi ola-
Maistre'ninkilerle (1753-1821) birlikte tu- rak yorumlayanlara karşı yanıtı ise bunun
tuculuğun siyaset felsefesinde kendisine olası bir devrimi önleyen, toplumsal de-
bir yer açmasında başrolü oynamıştır. vamlılık yönünde her şeyi göze almış ce-
İrlandalı bir dava vekilinin oğlu olan sur bir girişim olduğudur. Ona göre in-
ve hukuk öğrenimini yanda bırakarak san doğası kusursuz olmadığından gele-
yazmaya yönden Burke'nin İngiltere'de neklerin kılavuzluğuna ve yerleşik düzeni
kendine bir ün sağlaması, estetik kuram- koruyan güçlü bir yetkenin yönetimine
ları üzerine yazdığı eleştirel çalışması Yii- ihtiyaç vardır. Toplumsal yaşamın de-
a 11t GiiZfl Üıliine Diifiintelerimizj11 Kiikt- vamlılığı için gelenekler korunmalı, mül-
nine İli/kin Felre.ft Bir Araş11,.,,,a'yla (A kiyete saygı duygusu gelişıirilmeli, geç-
Philosophical Enquiry into the Origin of mişten gelen değerlere saygı gösterilme-
Our Ideas of the Sublime and Beautiful, lidir. Burke, bütün bunlara karşı büyük
1757) gerçekleşmiştir. İngiltere'de çok sa- bir tehdit olarak gördüğü ve tüm Avru-
yıda baskı yaptıktan sonra Fransızca ve pa'ya yayılmasından korktuğu devrim dal-
Almanca çevirileriyle ülke sınıtlannı aşa- gasına şiddetle karşı durur. Ona göre top-
269 Buder, Joseph

!umun yeniden kuruluşu devrim yoluyla Beş Vaaz, 1726) ve Tht Aııaiogy of&/~
gerçekleştirilebilecek bir "eylem" değil, i011, NatımJ aııd &waled, ıo the Co11ılitııtio11
kuşaklar boyu süren tarihsel bir "süreç" aııd Coıım of Natııtr. (Doğ.ıya ve Vahye
tir. Fraruıızların yönetimlerini yeni baş­ Dayanan Dinlerin Doğanın Yapısı ve
tan düzenlerken temel aldıktan usa, so- Seyriyle Benzeşimi, 1736) adlı klasik ya-
yut düşüncelere dayalı doğal hak, eşitlik pıdannda ahlaka insan doğasını göz ö-
ve özgürlük gibi a priori ilkelerin "filo- nüne alarak deneysel yoldan yaklaşmış;
zoflar"ın kuıamsal dogmacılığından kay- ahlakın temelde insan doğasını izleme
naklandığını öne süren Burke, imanın ve meselesi olduğunu göstermeye çalışmış­
insan yapısı kurumlann karmaşık ve çe- tır.

lişkilerle dolu doğasını bildiklerinden, İn­ 011 Beı Vaa{da bütün itkilerin haz ve
gilizlerin siyasetin (ya da daha genelde mutluluk arzusuna indirgenebileceği gö-
"insan"ın) sınırlı doğasını genişletip ku- rüşünü sawnan hazcı etik anlayışını red-
sursuz hale getirme amaayla ortaya atı­ deden Butler, insan doğasının çeşidi par-
lan bu tür kavıamlann birer yanılsama­ çalardan -özel tutkular, özsevgi, yardım­
dan ibaret olduğunu görebilecek kadar severlik, vicdan ya da düşünümsellik il-
görmüş geçirmiş olduklannı belirtir. kesi- oluştuğunu ve insan doğasını an-
Toplumsal ve siyasal sorunlann çö- lamak istiyorsak bu parçalan birbirleriyle
zümünde köktenciliği dışlayıp geleneği bağlantılı olarak, özellikle de düşünüm
ön plana alan bu tuwmuyla Burke, otur- ve vicdan yetkeleriyle bağlanıılı olarak
muş toplumsal doku parçalandığında top- düşiinmemiz gerektiğini savunur. Butler'
lumun geleceğine ilişkin hiçbir beklenti- ın insan doğası anlayışında bu parçalar
nin kalmayacağı üzerinde durarak, top- arasında hiyerarşik bir düzen söz konu-
lumsal kimliğin oluşumu ile toplumsal sudur. Bu hiyerarşik düzenin en tepesin-
yaşamın devamlılığında en büyük payın de özsevgi ve yardımseverliğin izlediği
geçmişten gelen uzlaşımlar-.ı ve yerleşik vicdan yer alırken, en altta özel tuckular
kurumlara (Kilise, mülkiyet, monarşi vb.) yer almaktadır.
ait olduğunun altını koyuca çizmektedir. Butler'a göre insan doğasında en bü-
Bunlar karşısında bireyin doğal haklanna yük yetke olan vicdan erdemin düzenle-
üstünlük atfeunenin bireyi toplumsal bağ­ yici ilkesi; bir wwm ya da davraruşı ah-
lanndan kopararak anarşiye yol açacağını laken onaylama ya da onaylamama yete-
savlayan Burke, gelenekleri doğal hak- neğidir. Vicdan bir eylem ya da durumu
lardan, duygulanımı ve du}•gusal bağlılık­ ahlaki açıdan oturup diişünmeye hazır­
lan ustan üstün tutar. Usa ve soyutlama- lanan insanın yol göstericisidir. Ôte yan-
ya karşı takındığı bu düşmanca tuwm dan Butler insanın özgür irade sahibi
yüzünden onun bir siyaset kuramcısı, olması nedeniyle vicdanını izleyip izle-
hatta bir felsefeci bile sayılamayacağını memekte, onun sesine kulak verip ver-
iddia edenler olsa da Burke'nin çalışma­ memekte özgür olduğunun da altını çi-
lan bugün siyaset felsefesinde tutucu si- zer. Ôzsevgi ise diğer arzulanınızın do-
yasal düşüncenin klasikleri arasında sa- yumuna bağlı olan kendi mutluluğumuz
yılmaktadır. Ayrıca bkz. tutuculuk; ge- için duyduğumuz arzudur. Düşünümsel
lenekçilik; siyaset felsefesi. ya da ussal bir ilke olan özsevgi bize tut-
kulan denetleme ölçütünü sağlar ve vic-
Buder, Joseph (1692-1752) Ahlak fel- danın yardımıyla tutkulan düzene sokar.
sefesine ve ödevbilgisel etiğin gelişimine Ama özsevgi bizim yegane dü~ünümsel
yaptığı önemli katkılarla tanınan İngiliz arzumuz değildir; yardımseverlik ilkesi
ıannbilimci ve Anglikan piskoposu. Jo- de düşünümsel bir arzudur. Yardımse­
seph Butler, Fiftee11 Smmms PrradltJ at the verlik başkalarının iyiliğinin, refahının
&Us Chapel (R.olls Şapeli'nde Verilen On düşünülmesidir. Her türden tutkuya ya
buyrukçuluk 270

da arzuya sahip olduğumuzu ve bunların olmayacağını savunan; dolayısıyla bir diz-


her birinin gerçek doğamızın parçası ol- genin açıklanmasında bütüne parçaların­
duğunu savunan Butler, bu tutkulardan dan daha büyük önem atfeden; parçaları­
kimilerinin benliğe saygılı ve kişiye ait na karşı "bütiin" ün önceliğim vurgula-
mutluluğa yönelimliyken, kimilerinin de yan her türden öğretiye verilen ad. Bu
başkalarına saygılı ve kamusal iyiye, re- görüşün yandaşları bütünün nitelikleri-
faha yönelimli gözüktüklerini belirtir. nin parçalarının nitelikleriyle tanımlana­
Butler benliğimize öncelik veren ve baş­ mayacağını düşündüklerinden, genelde,
kalannı göz ardı eden tutkuların özsevgi parçanın ait olduğu bütüne göndermede
ve yardımseverlikle özdeşleştirilemeye­ bulunmaksızın açıklanmasının ve yorum-
ceğini savunur. lanmasının olanaksız olduğunu ya da en
Butler'ın Kutsal Kitap'la doğa ara- azından böyle bir açıklamanın yetersiz o-
sındaki benzeşimi ortaya koymaya çalış­ lacağını savunurlar.
tığı diğer önemli yapıtı Doğt!Ja ve V abye Çoğunlukla yöntembilgisi çerçevesin-
Dqyanan Dinlerin Doğanm Yapm ve Srynjle de,yiintembilgisel biiliinıiiliik biçiminde ele
Benz.eşimı•nin birinci bölümü mucizenin alınan bütüncülük, felsefede özellikle top-
Hıristiyan kanıtlan ve peygamberlik üs- lum bilimleri fel~efesinin konusudur. Bu
tüne iken, ikinci bölümü Tann'nın varlı­ alanda birçok sorun yöntembilgisel bi-
ğını vahiy yerine doğadan yola çıkarak us reyciliğe karşı yönıembilgisel bütüncülük
yoluyla t.'lnıtlayan yaradancılara karşı bir sorununa indirgenmiştir. Bağdaştırıcı ya-
yanıt niteliğindedir. Vahye dayalı bir din salar ya da birarada olma yasalan aracılı­
görüşünü benimsemiş olan Butler, vah- ğıyla daha az karmaşık durumlara ilişkin
yin amacının doğal bilgiyi geçersiz kıl­ yasalardan daha karmaşık durumlara iliş­
mak değil onu desteklemek olduğunu kin yasaların çıkarsanamayacağını savu-
savunmuş; doğa, doğal bilgi ve vahyin nanlar "yöntembilgisel bütüncüler", bu
aynı kaynaktan çıkma olduğunu göster- türden çıkarsamaların yapılabileceğini sa-
meye çalışmıştır. Aynca bkz. kendini vunanlarsa "yöntembilgisel bireyciler'' di-
kandınna etiği ye adlandınlmaktadır. John St.uart Mili,
Max Weber, Joseph Schumpeter, Kari
buyrukçuluk bkz. ödevbilimcilik. Popper, Friedrich Hayck gibi yöntem-
bilgisel bireyciler bütün toplumsal olgu-
bütüncül yararcılık bkz. yararcılık. lann bireyle.cin eylemleri, inançtan ve ar-
zulan aracılığıyla bütünüyle açıklanabile­
bütüncülük [İng. holiım; Fr. bolismr, ceğini uslamlarken; Auguste Comte, E-
Alm. holismus) Genel olarak, lıir bütünün mile Durkheim, Kari Marx gibi yöntem-
parçalarının toplamından daha fazlasını bilgisel bütüncüler açıklamalannda bi-
ifade ettiğini düşünen; bir bütünün par- reysel eylemi ikincil konuma alarak top-
çalarına ve bu parçaların birbirleriyle iliş­ lumsal yapılana ya da bütünlüklerin be-
kilerine dair yapılan açıklamayla bütüne lirleyiciliği üzerinde dururlar. Aynca bkz.
ilişkin tam bir bilgi edinmenin mümkün bireycilik; toplum bilimleri felsefesi.
Cc
Carnbridge Platonculuğu/Cambrid­ hcrşcy "duyu"yla donatılmıştır ve bütün
ge Platonculan [İng. Gmıbtiı/gt Pkıto- gerçekliğin deneysel-zihinsel bir boyutu
11irts; Alm. C-btitlge Pkıtoni.rtttt) bkz. Pla- bulunmaktadır. Campanella bütün dün-
tonculuk. yanın Tann 'nın yarattığı yaşayan gerçek-
likten gelen bilinçli imgelerden oluştu­
Campanella, Tommaso (1568-1639) ğunu ve dünyanın bütün parçalan ile bö-
Daha çok ütopyaa yapıtı Giitte/ Ü/Jım' lümlerinin duyu algısıyla donatılmış ol-
yle C'Civitas Solis") tıınıruın, yaşamının duğunu savunur. Duyu bütün dünyayı
otuz yıla yakın bir bölümünü sırf düşün­ duyumsayan olağanüstü büyük bir canlı
celeri nedeniyle zindanlarda geçiren, ya- ya da organizma kılar.
zılannda Rönesans insancılığı ile Katolik Campanclla'nın tüm bir felsefesine
tannbilimini uzlaştırmayı den~ycn İtal­ bakılcbğında, sözcük dağ.ırcığındaki ya
yan fdozof. Tipik bir geç dönem Röne- da terim seçimindeki tutarsızbğın kurma-
sans doğa filozofu olarak Campanella, ya çalıştığı kavramsal ayrımlardaki açık
yayımlanmış ilk çalışması olan D11.J11""'8 seçikliği bulanıklaştırdığı görülmektedir.
Ta111llanllllf Fılstft'den (Philosophia scnsi- Bu bağlamda çok istemesine karşın, tıpkı
bus demonstıata, 1591) başlayarak, çok çağdaşlan gibi, Aristotelcsçi geleneğin
etkilendiği Bcmardino Telcsio'nun (1509 kavramsal dünyasından ve sözcük dağar­
-1588) doğayı kendi öz 'ilkeleriyle açıkla­ ağından kopmada bütünüyle başanlı ol~
ma çabasından da güç alarak, Aristote- duğu da söylenemez. Başka başka yapıt­
les'in madde ile biçimin tüm fiziksel ger- larında oldukça dağınık görüşler ileri sü-
çekliğin iki ilkesi olduğunu öne süren ren Campanclla'nın en derli toplu yapı­
özdekbiçimciliğini reddeder. Campanclla tının Mıtajizjlt. (Metafisica, 1638) olduğu
biçim tarafından edimsclleştirilen salt rahatlıkla söylenebilir. Campanella'nın fel-
güç olarak madde düşüncesini savunan sefesinin ana hatlannı belirginleştiren bu
ve biçimi bir nesnenin nit.cliği olarak gö- kitap üç bölüme aynlır: bilgikuramı (pritt-
ren (özellikle Thomas Aquinas'ın felse- tipia ıtittttli); metafizik (pritttipill. u1111tli);
fesinde gövdelenen) skolastik düşünceyi ahlak ve siyaset felsefesi (prittnpia opmıtt­
de yadsır. Ji).
Campanclla Biitiitt HeqgtkJ:i Dıg11 n Campanella bir başka yerde ise pratik
D".Jlll ;1e BiiJii ÜZ!fi111 (De sensu rcrum. felsefeyi üçe ayırır: etik, ekonomi ve si-
et magia/Of the Sense and Feeling in yaset. Etiğinde insanlara dışsal "en yük-
Ali Things and On Magic, 1620) adlı ya- sek iyi" tasanmı ile Aristotelcs'in "haki-
pıtında Telesio'riun tümduyucuhığundan kat üzerine derindüşünme insanlann en
(pansensism) derinden etkilenen kendine yüce amacıdır" yollu görüşünü yadsır.
özgü dencyciliğini seı:giler ve algılanan Bu düşüncelere karşı "kendini koruma"
dünyanın canlı ve bütün parçalanyla du- ya dayanan mutluluk ülküsünü ve insa-
yarlı olduğu görüşünü (tümruhçuluk/ nın bütün yapıp etmderinin bu koru-
pa11psJthis111) sawnur. Bu düşünce Cam- mayı güvence altına alabilen Tann doğ­
panella'nın doğalcılık ile doğal süreçleri rultusunda olması gerektiğini ileri sürer.
güdümlememizi olanaklı kılan büyüyü Campanella pratik felsefesinin üçün-
birleştirme girişiminin de merkezinde cü ayağı siyaseti en önemli çalışması Gii-
yer alır. Campanella'ya göre doğadaki tteı Ü/lt.esı'nde {La Gttıi del Sole, 1623)
Camus, Alben 272

ele' alır. Campanella'run Giitıtş O/kesi yoran ilk düşünür olarak anılmaya baş­
toplumsal eşitliğin sağlandığı, herkes için lanmıştır. Yapıtlarında dinsel gelenekle
bir işin bulunduğu, özel mülkiyetin söz giderek daha amansız bir savaşını içine
konusu olmadığı, yumaşhmn vatanse- giren dünyevileşme çağının deneyimleri-
verlik ve sorumluluk bilincine sah.ip ol- ni söylenbilgiselleştirerek, en azından ge-
duğu bir yerdir. Ütopya yazınının önde çici bir süreliğine çağdaş Avrupa'da esa-
gelen eserlerinden biri olıırak kabul edi- mesi okunmayan bengisel değerlerin yar-
len bu çalışmada, topluluk bir fılozof­ dımı olmaksızın yaşamaktan, en önemlisi
rahip tarafından astroloji ilkelerine göre de yaratmaktan başka bir çıkar yolu ol-
yönetilmektedir. Giinq Ôlluıi bir anlam- mayan insanın çaresizliğini dramatik bir
da Campanella'nın mutluluk dönemin.in dille öykülemektedir. Daha ilk baloşta Ca-
geleceğine yöncl.ik umudunun, binyılcılı­ mus'nün düşüncelerin.in yaşamı boyunca
ğının bir anlaUmıdır. Dönemin geçerli o- yaşadıklannca belirlendiği görülmekte-
lan Hıristiyan ekonomisi ile Campanella' dir. Cezayirli yoksul bir işçi ailesin.in oğlu
nın engellendiğini düşündüğü akılcı bir olarak, Müslümanların çoğunluğu oluş­
h\çiınde düzenlenmiş, geleceği beklenen turduğu toplumsal etnik bir kültürden
mutluluk dönemi ("komünist binyılcı e- koparak geldiği Fransa'da, tam bir dış­
konomi") karşılaştırılamazlarmış gibi gö- lanmış!µ<. sınırında Bau uygarlığıyla kar-
rünseler de, Campanella'nın Giineş Ôlke- şılaşmıştır. Fransız sömürgesi konumun-
Iİ ile diğer yazılarında savu!ldıığıı teok- daki bir ülkeden gelen bir kişi olarak
ratik Papalık monarşisi arasında bir bü- Fransa'da travmayı aratmayacak denli a-
tünlük bulunmaktadır: dünyevi ve ruhani ğır şeyler yaşamış olsa da, bir yanda kül-
olanın papaz-kral tarafından yönetilen ev- türel yaratılarının parlaklığına hayranlık
rensel bir monarşide birleştirilmesi. As- duyarken, öbür yanda insanlıkdışı uygu-
lında Campanella'nın biitün yazılarında lamalarına tiksintiyle bakıyor olması, Av-
işlediği temel düşünce, din.in biçimlendi- rupa uygarlığına yönelik ikircikli bir tu-
rici siyasetin.in zorunluluğu ile evrensel ıum içinde olduğunu göstermektedir. Ca-
monarşinin zorunluluğudur. Campanella, mus daha on yedi yaşındayken, giderek
bu düşüncelerinden de anlaşılacağı üze- artan sınıf duyarlılığına eklenen insanın
re, Papalık yönetimini tanrısal gücün yer- sonlu olduğuna yönelik farlondalığın da
yüzündeki en etkin ifadesi ve onun ger- etkisiyle ağır bir verem geçirerek son
çekleşmesi olarak görür. Monarşi, Cam- anda ölümden dönmüştür. Bu bağlamda
panella'ya göre yalnızca en yüce yönetim bir an önce düşüncelerini yazıya alarnk
biçimi değil, ayrıca mevcut imparator- ölmeden önce yapıtlarını ortaya koyma
luklar ve krallıkların üstünde duran ev- kaygısı en başından beri çalışmalarında
rensel, her şeyi kapsayan bir yönetimdir. son derece egemen bir konumdadır.
Ayrıca bkz. Ciıitas So/is. Camus, L'Eıranger (Yabancı, 1942),
La Peste (Veba, 1947), L'Ho111111e molti
Camus, Albert (1913-1960) Yan yazın­ (Başkaldıran İnsan, l 951), and La Chuıe
sal yan felsefi içerikleriyle dikkat çeken (Düşüş, l 956) başlıklı romanlarında can
kitaplarında, yaşadığı dönemin bir tür ~ıkınıısından yalnızlığa, ölüm korkusun-
ahlıiksal vicdanı ya da törel bilinci olarak dan yaşamın anlamsızlığına değişik va-
yazan Cezayir doğumlu Fransız varo- roluşçu izlekler doğrultusunda varoluşçu
luşçu düşünür, romancı, denemeci, ga- felsefenin prntik ~onuçlannı araştnmış­
zeteci, oyun yazarı. Cezayir'deki yoksul tır. Başkaldm111 İ111an'da dönemin tiranlık
bir işçi sınıfı çevresinde doğup büyüyen derecesine varan komünist anlayışına ge-
Camus, özellikle gazeteciliğe başladıktan tirdiği ağır eleştiriler, çok geçmeden Fran-
sonra, Fransız aydınlan arasında "Ceza- sız siyasal soluyla yakın ilişkisin.in çö-
yir Sorunu" üstüne bu denli yoğun kafa zülmesine yol açuğı gibi Sartre ile ilişki-
273 Camus, Albert

sinin de bütünüyle kopması sonucunu la birlikte, anlam isteğimizin asla doyu-


doğurmuştur. Buna karşı, faşizm ile Mc- ma kavuşmayan bir istek olarak kalacağı
Carthycilik üstüne yaptığı keskin eleşti­ gerçeğiyle yüzyüze kalmaktayızdır. İşte
rilerse sayılan az da olsa sağ yönelimli burası insan olmaktan ileri gelen duru-
düşünürler arasında oldukça değerli bu- mumuzun en temelinde uyumsuzluğun
lunmuştur. Camus, 1957 yılında döne- yattığını görebileceğimiz bir yerdir. Ca-
min insanının yaşadığı vicdan sorunla- mus'ye göre kişinin varoluşunun saçma-
nna düşürdüğü aydmhktan ötürü Nobcl hğına ilişkin farkındalığı bir düşlcınklığı
Edebiyat ödülü almış, bundan üç yıl farkındahğıyla birlikte giderek daha da
sonra da bir otomobil kazasında yaşamı­ derinleşmektedir. Böyle bir farkındalığa
nı yitirmiştir. karşı kişinin canına kıymaması için tek
Yazılannın önemli bir bölümünde, bir ncdcıı olsun gösterilebilir dcWJdir.
saçmalık yaşantısı ya da metafizik yoksa- ôyle ki saçmalık çağın en duyarlı konusu
}~cılık deneyimi üstüne eğilen Camus, bu olarak insanın yaşadığı gerçek durumu
deneyimin insana göstermesini istediği adamakıllı tanımlamaktadır. Camus'nün
etik başkaldınnın olanaklan ile açılımla­ anladığı biçimiyle saçma, biz ile yaşadık­
nnı belirginleştirmeye çalışmışar. Bu an- lanmıza, can sıkmtılanmız ile acılanmız­
lamda "insan denen varhğın uyumsuzlu- dan kaynaklanan adalet ile ussallık iste-
ğuna, dolayısıyla da varoluşun saçmalığı" ğimize bütünüyle "kayıtsız kalan dünya"
görüşüne yönelik sunduğu çözümleme- arasındaki ilişkiden doğmaktadır. Buna
lerin düşüncelerinde kilit değerde bir ö- göre, dünyayı bir uçtan öbür uca kuşatan
nemi bulunmaktadır. Söz konusu görüşü bu saçmalığa yaklaşırkcıı edinilmesi ge-
şöyle bir benzetme yaparak betimlemek reken ilk farkındahk, insanın kendisini
olanaklıdır: İnsanın çevresinde olan bi- içinde bulduğu saçmalık deneyiminin bir
tenleri görmesini sağlayan gözleri vardır. sonuç olmayıp başlangıç noktası olduğu­
Ancak görme ediminin gerçekleştirilme­ nun iyice görülmesinden geçmektedir.
si, yani birşeylerin görülebilmesi için gö- Camus'ye göre insan doğası gereği
rülcıı, ilkece görülebilen birşeylerin va-, yaşam çevresindeki her şeyin açık seçik
rolması gereklidir. Ne var ki dünyada va- olmasını ister, oysa ne hergünkü dene-
rolan herşey görme yetisinin görüş alanı yimlerinde karşılaştıklan, ne de küçük
dışında olduklan, gözden gizli kaJdıklan bir parçası olduğu evrenin kcııdisi böyle
için, ne gözleri ne de görme yetisi insanı bir açık seçikliğe karşılık vermektedir; u-
her şeyin açık seçik görülebildiği ayduıhk yumsuzun köklendiği yer de tam burası­
bir alana taşıma yctisindcıı yoksundudar. dır. Karşımızda anlamını bir türlü kavra-
Kişinin gerçekte hiç bitmeyecek bir ge- yamadığımız, içinde ne adına varoldu-
cenin karanlığında yaşamakta olduğunun ğumuzu bilemediğimiz bir evren bulun-
farkına varması, görme yetisinin asla bel- maktadır. Kesin doğrular diye bildikle-
li bir doyuma kavuşturulamayacağını an- rimiz, varoluşumuzu çepeçevre sınırla­
laması başlı başına "saçma" bir durum- yan duvarlar olmaktan öte bir değer ta-
dur. Camus'nün gözünde bu aynı saçma- şımamaktadır. Bu duvarların dışındaysa
lık durumu, insanoğlunun birlik, bütün- derin bir ürperti uyandıran kocaman bir
lük, anlam, doğruluk, adalet arayışına da boşluk, bir yere yerleştiremediğimiz bir
uygulanabilir bir durumdur. Açıkça va- usa aykırılıli boylu boyunca uzanmakta-
roluşumuzun anlamının ne olduğunu dır. Bütün bu saçmalıklara maruz kalarak
bilmek istediğimiz vakit, geleneksel din yaşayan insanoğlunun, kaçınılmaz yazgısı
inancının çökmesiyle, bir de bunun üs- ölümü bekliyor olması tam anlamıyla bir
tüne ondan boşalan yeri değişik metafi- ftyasko, metafizik bir rezalettir. Deneyin
zik biçimleri ile tarihselci siyasal ideolo- ötesini kavrama yetisi taşımayan, dene-
jilerin de dolduramayacağını anlamamız- yunlerinin derinliklerine ineceğim der-
Camus, Alben 274

ken yaşadığı başarısızlıklarla altüst olmuş getirilmektedir. Oysa bunlann karşıt ko-
insan, öylece eli kolu bağlı ölümünü bek- numlarda görülmeleri her ikisinin de ö-
lemektedir. Camus, vaktiyle yaşamın ya- lümü anlamına gelmektedir; yoksa kar-
şanmaya değer _bir anlamı olup olmadığı­ şıtlık ilişkisi gerek sağa gerekse solcu
nın sorulduğu bir dünyadan, ne denli an- ideologların ileri sürdüklerinin tersine,
lamsız yaşanırsa o denli daha iyi yaşana­ zorunlu olmadığı gibi övülesi bir durum
cağının farkında olunduğu bir dünya de- da değildir. Her türden başkaldırının an-
neyimine geçildiğini bildirmektedir. Mo- lamlı gelişim zemini, kimileyin açık açık
dem dünyada yaşamak demek uyumsuzu kimileyin de üstü ortük olarak değer iste-
yaşamak ve yaşatmak demektir. minde bulunan insan toplumlarıdır. Ca-
Camus'nün en önemli yapıdan ara- mus'nün bu geldiği yer, aynı zamanda
sında gösterilen 1942 yılında yayımladığı başta ölüm cezası olmak üzere sunduğu
L'Etrattger (Yabancı) başlıklı romanı o- "yasal katletme eleştirisi"nin de can alıcı
lanca sıradanlığıyla Cezayirli bir işçinin noktasını oluşturmaktadı~. Ne var ki bu
"metafizik uyanış"ını resmetmektedir. eleştiri son derece yanlış bir algılamayla
Yapıtta Camus, Pindarosçu yaşam buy- pasifist (edilgcnleşıiria) bir eleştiri oldu-
ruğunu yaşamın "saçmalık"a karşı verdi- ğu gerekçe gösterilerek ağır suçlamalara
ği nüktedan somut bir yanıt olarak göv- maruz kalmıştır. Kendini savunma hem
delendirmektedir: "Ey ruhum, ölümsüz bireysel hem de toplu olarak temellendi-
yaşamı isteme, olabildiğince olanaklar a- rilebilir bir görüngüdür, ama buna karşı
lanını tüketmeye bak." Camus 1945 yı­ nedeni her ne olursa olsun, mantıksal,
lında yayımladığı bir başka yazısında u- yasal, hukuksal, toplumsal, ahlaksal ge-
yumsuzluğun dört bir yanda kol gezdiği rekçeleri ne olursa olsun insanların katli
dünya karşısındaki düşünsel ve yaşamsal asla temellendirilebilir bir konu değildir.
duruşunu şu sözleriyle daha da belirgin- Nitekim Camus'ye göre, insan katli ev-
leştirmektedir: "Üzerinde durduğumuz renle kucak kucağa yaşayan insan toplu-
can sılontısı benim senin onun can sı­ luklarının varlık temelinin altını oyan,
kıntısı değil, bütün bir çağın yaşadığı sı­ kendi içinde tutarlı toplumsal değerler o-
kıntıdır". İnsanın karşısındaki evren saç- lanağını bütünüyle ortadan kaldıran bir
madır, usdışıdır, gelişigüzeldir; hiçbir sağ­ insanlık suçudur.
lam dayanağı olmadığı gibi, kişinin ölü- Öte yanda Le Mythe de Sişyphe (Sisy-
müyle birlikte sona ermektedir. Böylesi phos Söylcni, 1943) başlığını taşıyan de-
uyumsuz bir evrende bilim insanın yaşa­ nemesinde Camus, ancak ahlaksal sağ­
dığı derin anlamsızlık duygusuna çare o- lamlık ile toplumsal dayanışma yoluyla
lamaz; çünkü bilim yalnızca tek tek ol- hafifletilebileceğini düşündüğü derin an-
gulan sayabilir, bölük pörçük anlamlar lamsızlığa, insan yaşamının doğası gereği
sunabilir ama asla evreni bir bütün ola- saçmalığına bir başka pencere açarak yo-
rak kavramaya olanak tanıyan bir anlam ğunlaşmıştır. Bu duruma boyun eğmek
bildiremez. yerine, aynı Sisyphos'un yaşamında ör-
Camus'nün siyaset kuramı alanında neklendiği gibi, insarun kendisine bir an-
yazdığı en önemli yapıtı &şk4/Jıran İnsan lam yükleyene dek hiçbir anlam taşıma­
(1951), yıkılış sürecinde doğan ama he- yan varoluş durumunu özgür bir olurla-
nüz tam olarak olgunlaşmaıiıış, Hıristi­ ma yaşamıyla anlamlandırarak bu kısır­
yanlık sonrası dünyada kalmış birkaç u- döngüden çıkabileceğini öne sürmekte-
mut ışığından birini ortaya çıkarmaya, dir. Bu bağlamda, tannlarca hep yeniden
"başkaldıran düşünce"ye yol açan bir aşağıya yuvarlanacak bir kayayı dağın te-
düşünme biçimini tanımaya çalışmakta­ pesine sürekli çıkarma cezasına çarptırı­
dır. Camus'ye göre, başkaldırı ile devrim lan Sisyphos, büyük güç sarfettikten son-
çoğunluk yanlış bir biçimde karşı karşıya ra kayayı tam tepeye çıkarmışken kaya-
275 Camuı, Albeıt

nın başlangıçta olduğu yere yuvarlanma- lıem de toplumsal dayanışmanın anlam-


sıyla başlangıçtaki noktaya dönmektedir. sızlığa karşı başkaldırının ozscl bileşenle­
Kayayı her tepeye çıkarışında yeniden ri olduğunu savunma noktasına gelmiş­
aynı yazgıyla karşılaşan Sisyphos'un çarp- tir.
tırıldığı sonsuza dek yinelenen bir tür Tam bu bağlamda Camus, içinde ya-
müebbet cezayı Camus, umutsuzca, a- şadığımız uyumsuz dünyada uyumsuzluk
maçsızca, çaresizce birşeyleri başaraca­ oyununu oynamayı en iyi beceren dört
ğım diye çırpınıp duran modem insanlık tür oyuncu bulunduğunu belirtmektedir:
deneyiminin bir eğretilemesi olarak oku- Don Juan, aktör, fatih, sanatÇL Bu dört
maktadır. Buna karşı sapkın, üstelik de oyuncunun da uyumsuzlukla aydınlan­
kahraman olmayan Yabaııa'nın ana ka- mış kişiliklere karşılık geldiğini söyleyen
rakteri ne yaptığının çok bilincinde ol- Camus, bunlann aralanndaki ortak yö-
masa da yaşamın saçmalığını sonuna dek nün sonlan öne alatak yaşam~ farkında­
olurlamaktadır. Yabancı'nın a1ıa karak- hklannda, ömürleri boyunca bir dolu son-
teri, yaşama ya da kendisine dair hiçbir lar yaşamış olmalarında yattığını savun-
yargıda bulunmaksızın arkadaşlarını, ya- maktadır. Her dön kişilik de Camus'nün
kınlarını, komşularını kendinde en çok çok önemsediği üç niteliği kendilerinde
tiksinti uyandıran vıırhklar olarak kabul taşımaktadırlar: kafa tuana, özgürlük, çe-
eder, annesinin ölüİnü karşısında ya da şitlilik. Nitekim ister aşk yaşamında, ister
hiç tanımadığı bir adamı öldürürken kıh oyun yaşamında, ister fetih yaşamında,
dahi kıpırdamaz. Suçunun bedelini öder- ister yaratma yaşamında olsun hepsi de
ken, gönlünü ağırbaşlı bir biçimde evre- kalkıştıkları işlerin üstesinden bir biçim-
nin bütün yaşadıklarına kayıtsız kalışına de hakkıyla gelmeyi başarmaktadırlar.
sonuna dek açar. Bununla birlikte, ya- Yapıtlannda varolamayacaklarını kutla-
şıımıı karşı bu türden bir Stoacı olurlama yatak, yaşamın derin anlamsızlığını, ey-
içinde olması, Camus'nün son halini ver- lemlerin boşunalığını sonuna dek tüket-
diği bir düşünsel ileti olarak ahnmamalı­ meye çalışmaktadırlar. Yaşamın uyum-
dır. Nitekim Si.syphos, kendisine verilen suzluğunu görmüş olmalan bir anlamda
bu ağır ve alçaltıcı cezadan yüksünmek kendilerine bütün aşırılıklara dalma hak-
şöyle dursun, düşkınklığına düşmeye di- kını tanımaktadır. Ölümün kaçınılmazlı­
renerck başkaldınyor olmaktan ötürü ğı dışında sevinç ya da mutluluk ancak
memnun hatta mutludur bile. Ki.mi yo- insanın özgürlüğüyle yaşanır kılınacak bir
rumcular, Si{1/Jbos Sii.JWnin sattı arala- uyumsuzluktur. Dünyada insandan başka
nna serpilmiş metafizik başkaldınnın en anlam arayan bir vıırhk daha bulunmadı­
M>nunda kendisini cana kıymada ya da ğından, dünyada insandan başka anlam
komünist ile faşist devrimlerde olduğu olmadığını düşünen Camus, böyle bir
üzere insanlığın canına kıymada gerçek- dünyada yapılacak tek şeyin yaşamak ol-
leştirdiğini ileri sürmektedirler. Bunun al- duğunu söylemekte, mutluluğun hiçbir
tında yatan temel düşünce, dünyadaki şey beklemeksizin dünyayı, dünyada ya-
kötülükleri yok edebilmek için dünyayı şamayı sevmekle elde edilebilir olduğunu
bir an önce yok eanenin gerekli olduğu­ ileri sürmektedir.
dur. Nitekim Camus için, dünyayı bu so- Ni.etzsche'nin bildirdiği üzerc saçma·
na mahküm eden, sözümona devrimci. hk deneyiminin doğınasına kaynaklık e-
olduklan savıyla ortaya çıkan toplumsal den ''Tann'nın Ölümü" durumunun ya-
şiddet hareketlerinden başka birşey de- şandığı bir dünyada ahliksallık, daha da
Aildir. Ôzellikle son yazılarında Camus, önemlisi hangi ahlik nasıl olanaklıdır?
kendini evetlemeye yönelik bütün ey- Saçma, mo<lem insanı bütünüyle temel-
lemlerin kabul edilebilir olmadığıiıa dik- siz, yönsüz, değersiz bir konumla baş­
kat çekerek, hem ahlaksal sağlamlığın başa bıraktığında başkaldın, henüz yeni
Canguilhem, Georges 276

yeni yüzünü gö~tennekte olan düşkınk­ 1957) sayılabilir. Aynca bkz. varoluşçu­
hğının kabullenilmesine bütünüyle karşı luk; yoksayıcılık.
çıkmak olarak gövdelenmektedir. Baş­
kaldırı, acımasızca eziliyor olma duru- Canguilhem, Georges (1904) Gaston
muna bir son verilmesini isterken, bu Bachelard'ın açtığı yoldan ilerleyerek bi-
duruma yol açan koşullan dönüştürme­ lim tarihi çıkışlı bilim felsefesi geleneğine
nin, gerekiyorsa devrimle ortadan kaldır­ önemli katkılarda bulunan Fransız bilim
manın arayışı içindedir. Bu anlamda baş­ felsefecisi ve tarihçisi. Canguilhem'in ön-
kaldırı, insan varlığının ardı arkası kesil- cüsü Gaston Bachelard'ın görüşlerini yo-
meyen tannsalhk istemini sınamaktadır. rumladığı makaleleri de dahil olmak üze-
Ne var ki Camus'nün gözünde bu, sö- re en önemli yazılan Bilim Tarihi ve Felse·
mürücü, baskıcı, ezici kurumsal yapıların fesi incelemeleri (Erudes d'histoire et de
devrimci bir dönüşümü olmadan karşı­ philosophie des sciences/Srudies in His-
lığı olmayan bir istektir. Yine de böylesi tory and Philosophy of Science, 1983)
bir dönüşüm, kesintisiz başkaldırı ru- adlı derleme yapıtında yer almaktadır.
hunca, başkaldıran duygularca çekip çev- Di[,rer bir önemli yapıtı da 1965 yılında
rilemedikçe öncekinden daha düşkıncı, yayımlanan Yaşamın Kavranışı (fhe Un-
daha onurkıncı olmaktan i>teye geçeme- derstanding of Life) başlıklı çalışmasıdır.
yecektir. Camus tam bu noktada çoi'.,>ı.ı Canguilhem Bachelardcı bilim görü-
modem devrim hareketine yer etmiş to- şünü kendisine başlangıç noktası olarak
taliter yapılar üstüne odaklanarak, Batılı aldıysa da, çalışmalarının odağı Bache-
başkaldınlann tam göbeğinde pusuya lard'ınkinden farklıdır. Bachelard daha
yatmış bekleyen köküne dek geçmiş öz- çok fizik ve kimya gibi bilimlerin tarihle-
lemiyle yüklü mesihvari beklenti dürtüle- rinin felsefıleştirilmesi ya da felsefece
rine parmak basmaktadır. Daha ayrıntılı yorumlanması üzerine eğilirken, Canguil-
bakıldığında, Camus'nün komünizm ile hem biyoloji ve tıp bilimlerinin felsefi ta-
faşizm deneyimleri üstüne önemle eğil­ rihi üzerinde yo{,>ı.ırılaşır. Canguilhem'in
mesi, gendde insanlık durumuna kök en önemli yöntembilgisel katkısı kav-
salmış kötülüklere insanlık durumunu i- ramlar ile kuramlar arasında yaptığı ay-
yileştirme adına yaratılmış kötülükler ü- rımdır. XX. yüzyıl bilim felsefesine ege-
zerinden giderek yaklaşması gibi bir so- men olan görüşe göre, kavramlar an-
nuç doi'.,>ı.ırmuştur. Camus, söz konusu lamlarını görüngülerin kuramsal açıkla­
dürtülerde çoğunluk alttan alta Yahudi- nışlannda oynadıkları rollerinden alırlar:
Hıristiyan din anla}1şlannın ba;"llnsızlığa kavramlar kuramların işlevleridir. Sözge-
uğramış yukarıdan aşağı aşkınlıklannın limi Newtoncu ,.e Einsteincı kütle kaY·
yerine yeni bir aşkınlık ufkunun geçiril- ramlan, bütünüyle farklı fizik kuramla-
meye çalışıldığını belirtmektedir. rında yer aldıklarından ötürü kökten
Albert Camus'nün diğer önemli ya- farklı kavramlardır. Kavramın kurama ba-
pıdan arasında denemelerden oluşan ilk ğımlı kılınması, "görüngünün yorumlan-
kitabı L 'Envers et l'endroit (fersi ve Yüzü, ması görüngünün belirli bir kuramsal
1937); uyumsuzluk tiyatrosunun iki seç- çerçeve temelinde açıklanması sorunu-
kin örneği sayılan Le Malentendu \'ianlış­ dur" görüşünden kaynaklanmaktadır.
lık, 1944) ile Caligula (Caligula, 1944); Oysa ki Canguilhem'e göre, görüngüle-
öyküler toplamı L 'Exil et le ruyaume (Sür- rin yorumlanması ile kuramsal açıklanış­
gün ve Krallık, 1957); ölümünden sonra lan arasında önemli bir aynlık bulun-
yayımlanan romanı La mort heureuse maktadır. Canguilhem verili bir dizi kav-
(Mutlu Ölüm, 1970) ile Arthur Koestler' ramın görüngünün nasıl açıklanacaj:,>1na
le birlikte yazdığı Rejlectiom sur le peine ca· ilişkin soruların düzerılenmesine olanak
pitale (Ölüm Cezası Üzerine Düşünceler, tanıyan ön tanımlamalar sağladığını ileri
277 Canguilhem, Gcorges

sürer. Kuşkusuz farklı kuramlar ayrı ayn ikircikli hale geldiğini ileri sürer. Nitekim
kendi yollarından giderek bu soruları Canguilhı:m yaln12ca bir yaklaşımın ya
belirleyip birbirleriyle yanşaı;ı yanıtlar su- da düşüncenin diğerinden daha fazla bi-
narlar. Örneğin, Galileo Galilei Aristo- limsel olduğunun, yani mevcut deney
telesçi devinim kavrayışını bir yana bıra­ yöntemleriyle, bilim yordamlanyla daha
kıp yeni bir devinim anlayışı, düşen ci- fazla bütünleşmiş olduğunun söylenebi-
<ımlerin devinimi üzerine yeni bir kav- leceğini belirtir. Canguilhcm, öğrencileri
r:ımlaşurma ortaya koyar. Galileo'nun Althusser ile Foucault'yu da derinden
mlından, Descartes ve Newton da d~'İ­ etkileyen, bilim ile bilim olmayan arasın­
ııim tanımlarında ve devinimi açıklamak da köprü görevi gören "bilimsel ideolo-
için geliştirdikleri kuramlannda bu yeni ji" kavramını ileri sürer. Canguilhem'e
kavramlaştırmayı kullanırlar. Her ne ka- göre Herbcrt Spcncer'ın evrimci felsefe-
tlar temelde devinim kavramı aynı olsa sinin güzel bir örneğini oluşturduğu bi-
da, b-.ışvurulan açıklayıcı kuramlar olduk- limsel ideoloji, kendisini başanlı bir bi-
ça farklıdır. Canguilhem'e göre bu da limsel kurama göre biçimlendirmesi an-
l.ıize kavramlann "kuramsal çokdeğcrlili­ lamında bilimseldir. Ama diğer yandan
~i"ni, yani kavramların oldukça farklı çağdaş bilimin temcllendirebilcceğinin ö-
kur.ımlarda iş gı}sebildiğini göstermekte- tesinde iddialarda bulunduğu için de ide-
<lir. Nitekim Cıınguilhemrın kendine öz- olojiktir. İdeolojik düşünceler ya da yak-
ııü tarihsel çalışmaları da kavramlar tarihi lıışımlar bilimsel olarak temellendirilme-
uhırak okunmalıdır. miş iddialar içerirler. Bu iddialar bilimin
Canguilhem'in kuramlann yerine kav- gelişiminde birer engel olarak işlev gö-
r.ı mların tarihi üzerinde durmasının ö- rürler. Bilimsel ideolojiler bilgikuramsal
nemli içerimleri bulunmaktadır. Sözge- engellerin ikircikliğinin en iyi örnekleri-
linıi Canguilhem'e göre, bilgikuramsal dir. Öte yandan Canguilhem bilimsel i-
kopuşların kuramsal yeniliklerin değil de deolojilere olumlu bir görev de biçer: bi-
kavrnmsal yeniliklerin bir sonucu olanık limsel ideolojiler, birçok bilimsel ilerle-
yorumlanmaları gerekir. Başanlı kavram- menin gerçekleştiremediği katkıyı, düşün­
l:ışurmalar oldukça farklı kuramlarda ye- ~el gelişmenin temel bir boyutunu, ola-
ııitlcn ortaya çıkma eğiliminde oklukla- ğandışı deneyim boyutunu bütünüyle ol-
nrul:ın, bilgikuramsal kopuşlar, Canguil- masa da kısmen sağlayabilirler.
hcm'e göre Bachelard'ın ileri sürdüğün­ Canguilhem deliliğin tarihine ilişkin
den daha az sıklıkta ve çoğu durumda doktora tezini yönettiği Michcl Foucault'
.ı~hıı az köktenci bir biçimde gerçekleş­ nun çalışmalannı önemli ölçüde etkile-
ım:kıedir. Canguilhem'in kavramlara ön- miştir. Poucault Canguilhem'in bilim fel-
<:clik taıuması "bilgikuramsal engel" an- sefesinde ortaya awğı bilimin tarihsel
lııyışına kabul gören yaklaşımlardan daha ıiiteliğinin göz ardı edilmemesi ve bilgi-
farklı bir biçimde yaklaşılması zorunlu- kuramsal kopuşların önemi başta .olmak
lu~unu doğurmuştur. Canguilhem bilim- üzere çeşitli konulardaki temel savlarının
11rl çalışmanın aynı paıçasının formül- pek çoğunu kabul eder. Canguilhem Fou-
lcşıirildiği kuramsal bağlamda bir engel cault'yu özcllikle kavramların tarihine i-
olabileceği gibi kavramsal içeriğinde ya- lişkin görüşleriyle etkilemiştir. Foucault
raucı bir kopuş da olabileceğini ileri sü- bu yaklaşımı hem görüngübilimin aşırı
rer. Yine Canguilhem'e göre, "bilgiku- öznelciliğine bir alternatif hem de bilim
rıımsal engel" Bachelard'ın düşündüğün­ tarihindeki tek tek "büyük dahilerin" ö-
ılen çok daha ikircikli bir kavramdır. ne çıkarılmasını engellemenin bir yolu o-
Canguilhem bilgikuramsal kopuşlar larak görür. Foucault'nun Canguilhem'
ile bilgikııramsal engeller ikircikli hale den etkilenen Şgleri11 DiiZ!f'İ adlı çalış­
ııcl<liklcri ölçüde bilim kavramının da ması insan kavramının modern toplum
canlıc:ılık 278

bilimlerindeki tarihini sunmaktadır. Ay- Hans Rcichenbach ile birlikte yeni "bi-
nca "kavramlann tarihi" çözümlemesi limsel fclsefe"nin resmi yayın organı sa-
Foucault'nun ünlü bilginin kazıbilimi yılan Erken11tııis (1930-1940) dergisini ya-
yönteminin de temel bir bileşenidir. Ay- yımladı.
nca bkz. Bachelard, Gaston. Uluslararası üne kavuştuğu Der logisı'
he Aufbau Jtr Jf/elı (Dünyanın Manuksal
canlıcılık (İng. a11i111ism; Fr. t111111111111e, Yapısı, 1928) adlı çalışmasında Carnap
Alnı. a11imis11111s; es. t. eroô.bive] Latince bir tanımlar dizgesi kurmaya girişmiştir.
"soluk/ can", "yaşam ilkesi" ya da "rul1" Bu yapıunda son derecede biçimci bir
anlanuna gelen a11i111a'dan türetilmiş te- yaklaşım içindeki Camap, dünyanın man-
rim. Evrendeki her şeyin, bütün nesnele- uksal yapısının oluşumunu açıklamak i-
rin, doğadaki canlı cansız tüm varlıkların çin, belli bir deneyimin geçtiği zaman
içinde bir ruh bulunduğunu, bu ruhun parçaaklanna dağılnuş tanımlanamayan
(raıı'ın) nesneleri ve doğanın kendisini benzerlikler olduğunu varsayar. Bu nok-
yönettiğini öne süren görüş; maddeden tadan hareket eden düşünür tüm diğer
bağımsız bir ruhsal varlığın bulunduğuna kavramları ve nesneleri bir bilim dizgesi
ya da ruhun bedenden veya cisimden üzerine kuracakur. Benzerliğin anahtar
ayrı bir varlık olduğuna duyulan inanç. kavram olduğu dizgede, deneyimlerin
İlkin İngiliz insanbilimci E. B. Tylor birbirleriyle kuracağı ilişki "anımsanmış­
(183 7-1917) tarafından ilkel kültürlerin lık" niteliğiyle sağlanır. Mach ve Russell'
paylaştığı ortak bir inancı; ilkel topluluk- ın açık etkisi alundaki Camap'ın bu ya-
ların çevrelerindeki hemen her şeyin pıtında ulaşmaya çalışuğı hedef oldukça
canlı olduğuna ya da doğadaki tüm nes- bulanık kalmaktadır.
nelerin bir ruhu olduğuna duydukları i- Camap'ın 1930'lardaki en etkileyici
nancı dile getirmek için kullanılan ta11/m- uğraşı, matematiğin temellerini ve man-
bk terimi, bir yandan dinin geçirdiği ev- tığın neliğini taruşmak için oldukça uy-
rimin ilk aşamalarından birine karşılık gun bir araç olan üstdil konusundaki ça-
gelirken, bir yandan da tapıncakçılık (fe- lışmalarıdır. Gözlemin niteliği ve bilim-
tişizm) ile çoktanncılığın temellerini at- sel kuramların yorumlanışı konularında
nuşur. Aynca bkz. tincilik. etkili olan yeni bir pmgmacı ve uylaşımcı
bir bilgiküramı ortaya koyar. Söz konusu
canlıdoğum bkz. zoogoni çalışmaların ardında yatan itici güç, man-
ukçılar, biçimciler ve sczgicilerin mate-
Camap, Rudolf (1891-1970) Manuk ile matiğin temellerine ilişkin; klasikçiler ile
bilim felsefesi alanlarına, özellikle Je o- sczgicilerin de manuğın neliği üzerine
lasılık kuramına önemli katkılarda bu- yürüttükleri taruşmalardır. Manuksal bi-
lunmuş Alman asıllı Amerikalı felsefeci. çim hakkında konuşulamayacağını, yal-
1910-1914 yıllan arasında Jena ve Frci- nızca gösterilebileceğini savunuyor görü-
burg üniversitelerinde matematik, fizik nen Wittgenstein'ın aksine Camap, man-
v.e felsefe eğitimi gördü. Jena'da Gottlob tığın yapısının ya da biçiminin ifade e-
Frege'rıin derslerine katılan Camap, 1922' dilebileceği bir yol bulmaya uğraşır.
de uzam üzerine yazdığı Dtr &mm: Ein Tek bir doğru mantık olmadığına ina-
Beitrag z.11r Wi.rmu&haftsltJm (Uzanl: Bilim nan Camap'a göre çeşitli alternatifler her
Kuranuna Katkı) başlığını taşıyan dok- zaman tanıinlanabilir ve bunlardan biri
tora tezini verdi. 1926 'da Viyana Çevre- diğerinden daha doğru olduğu için değil,
si'nin kurucusu Moritz Schlick, Camap'ı daha kullanışlı, daha basit, daha güçlü
Viyana'ya davet etti. Böylelikle mantıkçı olduğu için tercih edilir. Bu sav, düşünü­
olguculuk ya da yeni olguculuk adı ve- rün Logirche Synta" J11r Sprache (Dilin
rilen akım içindeki yerini aldı. Berlin'den Manuksal Sözdizimi, 1934) adlı çalışma-
279 Carvaka Okulu

sının ana konusudur. Carnap'a göre, tüm ğildir; her iki kuram da "olasılık" terimi-
felsefe sorunlannın, doğru çözümlendi- ni değerlendirmek için gereken matema-
ğinde aslında dil somnlan olduğu görü- tiksel yapıyı sergilemektedir. Carnap, o-
lecektir. Geleneksel felsefe etkinlikleri- lasılık kavramını bütün yönleriyle Lo§ml
nin kafa yorduğu sorunlar, deneysel Foımtflllitı111 of Probabilil.J (Olasılığın Man-
(ruhbiliınsel ve toplumbilimsel) sorunla- tıksal Temelleri, 1950) adlı yapıtında ele
nn dilin mantıksal yapısına ilişkin somn- alır. Camap'ın, hayattayken yayımlanan
lıırla karışımından ibarettir. Bu durum, son kitabı Philoıophiml Foı111Jalio111 of Pl?J·
ııraştırmalanrun deneysel olmadığını, dil- n'a: An 111/roJ11dio11 flJ ıhe Philosopf!y of
ılışı nesneler üzerine düşündüklerini sa- Sı:it11te (Fiziğin Felsefi Temelleri: Bilim
vunan metafizikçileri dışanda bırakırsak, Felsefesine Giriş, 1%6) adlı yapıu oldu.
hiç de kötü değildir. Deneysel bileşen Camap, bu yapıtında niccliksel kavram-
bilime bırakıldığında geriye yalnızca bi- lar, Ôklidçi (Eukleidesçı) olmayan geo-
lim dilinin manıığı kalacaktır. İşte bu da metri, görelilik, belidenimcilik ve bilim-
felsefedir. Camap, gözlem önermeleri- sel gerçekçilik gibi pek çok önemli ko-
nin dilbilgisel biçiminin, sözdizimsel ola.- nuyu ele almaktadır. Rudolf Camap, -en
mk belirlenebileceğini savunur. azından kendi ilgilendiği alanlarda- eşine
Cıırnap beş yıl kaldığı Viyana'dan ay- ender rastlanan bir düşünce açıklığı ve
rılarak 1931'de gittiği Prag'taki Alman felsefi başanyı arkasında bırakarak 1970'
Üniversitesi'ndeykcn de Viyana Çevresi' de Califomia'da öldü. Aynca bkz. man-
yle olan ilişkisini korudu. Nazizm'in yük- akçı olgucwuk.
selişinin etkisiyle 1935'te Chicago Üniver-
sitesi'ne, ABD'ye gitti. Bu göç, onun dü- ~ diem (Lat.) İlkin Latin edebiyatı­
şünce yaşamındaki bir değişiklikle, sözdi- nın ünlü ozanı Horııtius'un bir dizesinde
zim.~el sorunlardan anlambilgisel sorun- geçen (OJ'lar l, xı) "gününü gün et";
lara geçişiyle aynı tarihlere rastlamakta- "zamanın tadını çıkar" ya da "günü ya-
ılır. Bu değişikliğin ilk ürünü, Fomu/alionı kala" anlamındaki özdeyiş. Bu özdeyiş
ı!f LoJ!fr 0111/ Mathematia (Matematiğin ve haza felsefenin bir savunusu gibi gö-
Mantığın Temelleri, 1939) adlı yapıtı ol- zükse de aslında gelecek hakkında endi-
ılu. Bu çalışmayı, 111ıroıhldio11 to S1111a11hrı şelenmek yerine yaşanılan anın değerini
(Anlambilgisine Giriş, 1942) ve Fomıali­ vurgulamak için yapılan bir uyarıdır.
Z!''io11 of Logk (Mantığın Biçimselleştiril­ XIX. yüzyılın başlarında Byron'ın yapıt­
nıcsi, 1943) adlı kitaplar izledi. Mu11i11g a11J lannda sık sık geçen "giinü yakala" (m!(!
Nmısi!J (Anlam ve Zorunluluk, 1947) adlı ıhe tf'!J), deneyimdeki hazzı, yaşanmış­
yııpıtımlaysa Carnap, eski ad ilişkisi yön- lıkralri önemi gözden kaçırmamayı salık
teminin yerine yeni bir anlambilgisel iç- verir. Kimi Hıristiyan manzumelerindey-
lem-kaplam yöntemi ortaya koydu. se "günü anlamlı yaşa" anlamında kulla-
Camap yaşamının son otuz yılını ise nılan "''P' ffiem, insanlann bedenlerini
ılaha çok bir "mantıksal olasılık kuramı" uykuya hazırlamak yerine, ruhlarını ö-
.ıeliştinnekle geçirdi. Bu olasılık kuramı lüme hazırlamaları gerektiği konusunda
üzümle tümdengelimli ya da mantıksal örtük bir uyan banndınr.
usavurmanın genelleştirilmesiydi. Böyle-
si bir olasılık kuramının temel önerme- Carteıiuı Descartes'a Latin dünyasında
leri ya analitik ya da çelişiktlr. Öte yan- verilen ad. Descartesçılığın bir diğer adı
.lan, Camap'ın arkadaşlan Richard von olan Kartezyencilik bu addan türetilmiş­
Mises ile Hans Reichenbach'ın geliştir­ tir.
ıliği ve istatistiksel sıklığ'a dayalı bir baş­
ka olasılık kuramı daha vardır. Camap'a Carvaka Okulu Maddeci bir Hint fel-
gön: bu iki kuram birbirlerine rakip de- sefe okulu. Hint felsefesinde genelliklı:
Cassirer, Emst 280

ruhçuluğun etkin olduğu doğrud~ ama Carvakaalar bir olayın değişmez bir
Hindistan'da da Batı'da olduğu gibi et- nedeni olduğu yollu düşünceyi de kabul
kin, kapsamlı bir maddeci düşünce diz- etmezler. Y alruzca iki şeye ilişkin algı, bu
gesi vıırdır. Carvaka Okulu'nun temel iki şey arasında nedensel bir ilişki kur-
yapıtları günümüze ulaşamasa da Carva- mak için yeterli değildir. Görülen yalnız­
ka felsefesiyle ilgili pek çok yazı-çizi c-.ı. iki şeydir: ateş ile duman. Dolayısıyla
Hint dini, Buddhacılık, Cavnacılık me- ateşin dumanın nedeni olduğu nasıl söy-
tinlerinde yer almaktadır. c;rvaka felse- lenebilir?
fesi algıyı hakikati bilmenin tek aracı diye Bir olayın 'nedenrıni Carvakacılar
görür. Duyu algısıyla verilmiş olan her kendiliğinden ya da mstlantısal diye açık­
şey doğrudur. Algının ötesindeki şeyleri larlar. Bütün burılar, Tanrı adı verilen
de kuşkuyla ele almak gerekir. duyı.ıötcsi bir varlığın yaratması olamaz-
Çıkarım doğru bilginin araa olamaz. far. Evren şans eseri, maddenin temel
Çünkü çıkarımda her türlü algının öte- p-.ı.rçalarının rastfantıyhı bir araya gelmesi
sinde olan eYtensel bir ilişki vardır. Bu sonucu oluşmuştur. Bu kuramayadm1.w-
ilişkiye ilişkin algıysa yoktur. İnsan al- vada (rastlantısal neden) kuramı denir.
gıyla belirli bir 'A'yı bilir, belirli bir 'B'yi Carvaka felsefesi dört temel öğe ka-
bilir. Bu 'A'nın şu 'B'yle olan belirli bir bul eder: toprak, su, hava, ateş. Canlı ya
ilişkisini bilir. İmdi, bu tekil bilgiden da cansız, her varlık maddenin bu dört
"Bütün A'lar B1erle ilişkilidir" gibi bi- temel öğesi tarafından meydana getiril-
linmeyen, koşulsuz bir önermeye vanla- miştir.
bilir. Ne ki, böyle bir bilginin delili yok- Carvaka felsefesinin bu varlık ile bilgi
tur. görüşü, yeni bir inanç dizgesi ileri sür-
Ne ki, çıkarımı bütünüyle bir kenara melerine neden olur. İmdi, din bir çıka­
atmak da gündelik yaşamı zorlaştıracak­ nın nesnesi olan doğaüstü bir şeye daya-
tır. Bunun için kimi Carvakaalar, yalnız­ nıyorsa, çıkanın da doğru bilgi vermediği
ca görüngüye işaret etmesi koşuluyla, çı­ gerekçesiyle bir kenara bırakıldığına gö-
karımı bilginin bir aracı olariık kabul e- re, doğaüstü de bir kenara bırakılmalıdır.
derler. Dünyada meydana gelen olaylar, şeylerin
Bunlara göre çıkarımlar iki türlüdür. iç yapılarından kaynaklanan, kendiliğin­
Bir tür çıkarım geçmiş, diğer bir tür de den meydana gelen olaylardır. Dolayı­
gelecek hakkında çıkarımda bulunur. sıyla da doğaiistü bir yaratıcı, bir Tarın
Bunlardan ilki kabul edilir, ikincisiyse yoktur. Aslında tek bir Tanrı vardır, o da
kabul edilmez. Çünkü ikinci tür çıkarım dünyasal bir kraldır; devlet yöneticisidir.
henüz algılanmamış olan hakkınclaclır. C:trvaka felsefesi ne ruhun bedenden
Kılgısal amaçlar için olası bilgi yeter- ayn bir varlığı olduğunu, ne de insanın
lidir. Duman varsa, insan olasılıkla ateş haz ile acıdan kurtulduğu bir duruma
vardır sonucunu çıkarır. Bu sonuç kesin (moksa) erişebileceğini kabul eder. Bu
değildir. Yine de günlük yaşamında insa- dünyanın ötesinde ne cennet vardır ne
na yeter. de cehennem. Haz cennet, acı cehen-
Tanıklıklar da güvenilmezdir çünkü nemdir. Bunun için haz insanın tek a-
tanıklığın geçerli olup olmadığı yine çı­ macı olmalıdır. Haz, bu dünyada iyi,
karımla anlaşılabilir. Dahası uydurulmuş doğru olan tek şeydir. Ayrıca bkz. Hint
da olabilirler. Dolayısıyla da *Vedalar'da- felsefesi; moksa.
ki tanıklıklara güvenilemez. Carvaka fel-
sefesi, Vedalar'da söylenen her şeyi doğ­ Cassirer, Emst (1874-1945) XX. yüı:­
ru, sonu! diye kabul etmediği için 11astJ~ yılın ilk yansında etkili olmuş ve genel
ka, yani "ortodoks olmayan" düşünce felsefi duruşuyla idealizm akımının önde
geleneği içerisinde yer alır. gelen üyelerinden olan Cassirer en çok,
281 Cassirer, Emst

"simgesel biçim" adını verdiği kavrama !iği ya da anlamı yoktur; dizinin öğeleri­
yaslanan kültür felsefesiyle, çağdaş fel- nin de ancak dizi içindeyken işgJl ettik-
sefenin yükseldiği bir dönemde bilgi so- leri yere bağlı olarak bir anlamları vardır.
runları için yaptığı tarihsel araştırmala­ Cassirer'in bu görüşünün esin kaynağı
rıyla ve Rönesans ile Aydınlanma üzeri- Kant'ın "şema" kavramıdır. Kant'ın, ilk
ne yaptığı incelemeleriyle tanınır. Cassi- E/eştiri'sinin (An Unm Ekştirin) ilkele-
rer, Kant'ın us eleştirisini, insan diişün­ rinden birisi olarak soyut biçimde aynn-
cesinin, imgeleminin ve deneyiminin or- tı!anyla betimlediği şeyde Cassirer, insan
tak paydası olarak gördüğü "simge" kav- deneyiminin bir görüogüsü olarak "sim-
ramı araalığıyla giriştiği kültür eleştirisi­ ge'yi" bulur. Bö}iece us eleştirisi, kültür
ne dönüştürür. Söylenin, dinin, dilin, sa- eleştirisine dönüşür. İnsanın kültürel a-
natın, tarihin ve bilimin simgesel biçim- lanlarından her biri, duyumsadığı tikeUeri
lerini birbirinden ayıran Cassirer, insanı kendi bildiği biçimde simgesel bir sıraya
"simgeseUeştiren hayvan" olarak tanını­ sokabilir. Her kültür alanının kendi "iç-
lar. Tüm insan deneyimleri, simge diz- sel biçimi" vardır; kendi nesnesini, ne-
gelcrinden geçerek ortaya çıkar. Dil bu denselliğini, uzam, zaman \'C sayı algısını
dizgelerden yalnızca bir tanesidir; dinsel, kendi başına düzenler. Bir bütün olarak
sanatsal ve söylense! görüntüler (imge- insan kültürü ise bu biçimlerin uyumun-
ler) ile bilimin matematiksel yapısı ise dan öte bir şey değildir.
öteki simge dizgeleri arasında sayılabilir. Bilgi11i11 Giiriingibi51111"nde Cassirer, bi-
Yahudi kökenli olması nedeniyle 1933'te lincin gelişiminin temel işlevlerine denk
Almanya'yı terk etmek zorunda kalan gelen üç simgesel biçim ortaya koyar.
Cııssirer ilkin Oxford'a oradan isveç'e, Tüm bilgiler ve kültür "ifade görüngü-
İsveç'ten de ABD'ye geçti. Onu Avrupa' sü"nden kaynaklanır. İfade düzeyindey-
dan Amerika 'ya sürükleyen fırtınalı ya- ken nesne dolayımsız, anında duyumsa-
şamında Cassirer, hocası Yeni Kantçı nır. Simge ile simgelenen aynı gerçeklik
Hermann Cohen'in etkisinden sıynlarak düzeyindedir. Tanrının maskesini taşıyan
kendisine özgü bir kültür felsefesi ve dansçı tanrıdır. Söylense! görüntü (imge)
modem devlet eleştirisi geliştirmeyi bil- bu haliyle dilde saklı manuksal güçlere
miştir. yol verir; böylelikle "temsili işlev" ortaya
Felsefesinin başyapıtı sayılan Philosop- çıkar. Bu işlev, sağduyunun nesneler dün-
hie der symbolisrhen Forme11'i (Simgesel Bi- ı•asını, şeyler ile onları oluşturan özellik-
,;11tlrr Felsefesi: 1. Cilt Dif, il. Cilt Si!Jlensel lerinin ilişkilerini kurar. Bu düzeyde sim-
/)ii1iiım:; III. Cilc Bilginin Giiriiı(~iibi/imı) ge ile simgelenen artık farklı gerçeklik
1923-l 929 yıllan arımrı.ı.la çıkarmış olsa düzeylerindedir. Simgeler ş,.yJ,.ri gö~te­
ıhı Cassirer'in "simgesel biçim" kavramı. rir. Bunun ötesinde bilimsel ve kuramsal
l.ıundao on yıl önce onaya koyduğu bi- düşüncenin tüm arılığıyla "anlam işlevi"
lım felsefesi görüşlerine yaslanır. Cassi- uzanmaktadır. İşte bu aşamada simgenin
rcr'e göre modern bilimsel düşünce "iş­ "simgesel dizgeler" yaratma gücü ortaya
levsel kavramlar" üzerinde yükselir. Belli çıkar. Ancak burada simgeler, öteki sim-
hir tikel kümesinin benzerlikleriniiı ve ge düzenlerine geçişin bütünüyle somut
lıırklılıklarının karşılaştırılarak ortak bir yollarına işaret ederler. Bu durumun en
(t)iiı~el öğenin araştırıldığı Aristotelesçi an örneği, matematik ve matematiksel
k~vram oluşturma kuramının tersine, iş­ mmitıkur.
lt"Vsrl k:ıvram, bir dizi olarak düzenlen- Cassirer ani ölümü nedeniyle bitire-
miş tikellerce tanımlanmış bir ilkeyle ö- mediği Sim,f!!sel Bipm/er Fe/sefm"nin dör-
1.etlcnir. Töz anlayışından farklı olarak, düncü cildinde "simgesel biçimler meta-
bu bir ~rup tikel dizisi ilkesinin, sıraya fiziği" konusunu ele alır. Bu yapıtta, dü-
ınktııj');u ö~elerden bağımsız bir gerçek- şünür, bilincin ifade etme işlevinin nasıl
causa sui 282

ruhun en temel dışavurumu olduğunu, !eriyle oluşturulurlar. Böyle söylenler dev-


ruhun nasıl yaşamın dönüştürülmesi ol- let yaşamını biçimlendirir ve onun ussal
duğunu inceler. ilkelerinin yerine geçerler. Cassirer, bu-
Cassirer, herhangi bir kimsenin dü- nun yalnızca Nazizm durumunda doğru
şüncelerini, felsefenin tarihsel gelişimiyle olmakla sınırlı kalmayıp, modem devle-
ilişkilendirmeden mahkum etmekten ka- tin kendisi için de bir tehlike olduğunu
çınır. Yalnızca kendi özgün görüşlerinin ileri sürer. Ona göre, söylen temellen-
tarihsel kaynaklarını göstermekle kalma- dirme yapılarak anlaşılamaz, ama felsefe
yan Cassirer, ayrıca Leibniz, Desaırtes, bizi uyarabilir ve söylenleri anlamamıza
Kant ve Rousseau gibi düşünürler üze- yardım edebilir.
rine yaptığı araştırmalarıyla da bilinir. Cassirer, düşünce yaşamının sonla-
Düşünürün felsefe tarihini dizgeli biçim- rında genel kiiltür felsefesini ve söylen
de yorumlayışı iki grup kitapta yoğunla­ anlayışını özellikle siyasal söylen eleştiri­
şır. İlki dört ciltlik Das Erhnt11t1isprrıbltm sine ve devlet içindeki usdışı güçlerin in-
İli der Pbilosopbie ımd Wissmschaft der litlle· celenmesine uygulamıştır.
mı Zeit (Modem Çağda Bilim ve Felse-
fenin Bilgi Sorunu, 1906, 1907, 1920) causa sui (Lat.) Metafizikte, özellikle de
adlı yapıttır. İkinci grup yapıtlar ise lt1di- ortaçağ metafiziğiile modem metafizik-
vid1111m 11t1d Kosmos İli der Pbilosophie der te, "kendi kendisinin nedeni" anlamında
Rıt1aissa11ce
(Rönesans Felsefesinde Birey kullanılan Latince deyiş. Bu deyiş, varlık
ve Evren, 1927), Die Plato11ist:he &11ais- nedeni kendisi olan, varolmak için ken-
sa11ce in E nglaııd 11nd die Srb11/e Cam-"°" disinden başka hiçbir nedene gereksinim
bridge (İngiltere'deki Platoncu Rönesans duymayan, varoluşu olumsal değil de zo-
ve Cambı:idge Okulu, l 932) ve Dit Phi- runlu olan varlığı -özellikle de Tanrı'yı­
losophie der A11jldiin111g (Aydınlanma Fel- nitelcmek için kullanılır.
sefesi, l 932) adlı kitaplardan oluşmakta­ Ca11sa s11i, Spinoza'nın Elika'da (Bi-
dır. rinci Bölüm: Tanrı Üzerine) tanımladığı
Cassirer'in geleneksel anlamda bir si- ilk kavram; yapıtın açılış tümcesidir:
yaset felsefesi yoktur. Ancak, modern "Kendi kendisinin nedeni (ca11sa S111) ile
devlet eleştiri.~inden ve felsefeyle siyaset özü varoluşu gerekli kılanı, başka deyişle
ilişkisi hakkında kesin görüşlerinden söz varolmadıkça doğası kavranamayacak o-
edilebilir. Cassirer'e göre, felsefe siyasal lanı anlıyorum."
yaşamın olaylarına ne etki edebilir ne de
bunları çözüme kavuşturabilir; felsefenin Caynacılık [İng. fainisnr, Fr. failiisme-,
görevi, kendi düşünme ı;icünü kullana- Alm. Jnit1is11ms] Dinsel bir yanı olduğu
rak bizi bu olaylar hakkında bilgilendire- kadar bir fdsefe yam da olan Hint
rek vicdanımız olarak davranmaktır. Tbe düşünce dizgesi.
Mytb of the Sta1e'de (Devlet Söyleni, 1946) Cayna felsefesi gerçekliğin yapısının
ve bu dönemin öteki yapıtlarında (söz- ne olduğunu soruşturmakla işe başlar.
gelimi İnsan Üstiine Bir Dmeme) Cassirer, Bu okul, sonu! gerçekliğin yapısının ol-
Heidegger'in "*fırlatılmışlık" kavramını, dukça karmaşık olduğunu kabul eder.
felsefeyi görevini yapamayacağı bir ko- Dolayısıyla da bu gerçekliğin yapısının
numa iten bir insanlık durumunun kav- ne olduğu anlaşılmak isteniyorsa, değişik
ranışı olarak görerek eleştirir. Devkt S i!J· bakış açılarıyla ele alınmalıdır. Kimileyirı
/em'nde Cassirer, bütün kültür felsefesi- gerçekliğe, belirli bir amaçtan ötürü, tek
nin gücünü, modern siyasal söylenlerin bir bakışla da bakılabilir ama asıl olan
mantığını anlamak için seferber eder. pek çok bakış açısıyla bakmaktır. Ger-
Modern siyasal söylenler doğal değildir; çekliğin başka başka görünümlerini dı­
bunlar kitle iletişim teknolojilerinin ürün- şarda bırakıp tek bir yanını vurgulamak,
283 Cebriyye

öyküdeki, dokundukları yere göre filin çekleştirmeyi başarmış, kendini *learma-


neye benzediğini söyleyen körlere ben- nın tutsaklığından kurtarmış mükemmel
zemek demektir. Dolayısıyla sonu! ger- ruhun elde edeceği bilgidir. Gerçeklik
çekliğin yapısı kabul edilmeli, pek çok kadar da geniştir.
yandan bakılarak da bu karmaşıklığıyla Caynacılık, bilgi ile bilgi nesnesinin
betimlenmelidir. Bu felsefe tutumuna a- birbirinden ayn olduğunu kabul eder.
ııekatııa-vada adı verilir. Dış dünyadaki fizik nesneler bilgiden
Caynacılık gerçekliği, değişimdeki sü- ayrı olamk vardırlar; bilen zihin tamfın­
reklilik, çeşitlilikteki özdeşlik, çokluktaki dan yaratılmamışlardır. Bilginin nesnesi
birlik diye tanımlar. Dolayısıyla gerçeklik fizik bir olgu da olabilir. Burada da fizik
üçlü bir yapının biraradalığıdır: görünüş, olgular, bilme sürecinden bağımsız şey­
yokoluş, süreklilik. Evrendeki her şeyde ler olarak ele alınırlar. Düşünülür şeyler
bu üçlü yan vardır. Cayna felsefesine (çetmıa) ile düşünülür olmayan şeyler (are-
göre, bir bitkinin yetişmesi bu üçlü yanın ln11a) arasındaki aynm da temel bir ay-
iyi bir örneğidir. Şöyle ki, ağaç yaşamına rımdır. Bağımsız varlıkları olan, bilgiyle
bir tohum olarak başlar. Tohum, tohum değişmeyen bu dış nesneleri aydınlat­
olarak kalırsa değişmez, bozulur; bitki maksa bilincin (vfjna11a) işidir.
büyümek için gerekli canlılığını yitirir, Caynacılığın kurtuluşa erme (1110/esa)
sonra da ölür. Bitkide yetişme sırasında için söyledikleri diğer Hint felsefe diz-
altta duran bir 'kimlik' de olmak zorun- geleriyle benzerlik gösterir. Doğru inanç,
dadır. Bir cima ağacı gelişiminin orta- doğru bilgi, doğru davranış insanı kur-
sında erik ağacına dönüşmez. Bu altta tuluşa erdirecek şeylerdir. Doğru davra-
duran 'kimlik', büyüyen her organizma- nış için yerine getirilmesi gereken beş a-
nın önemli yanıdır. Bu olmadan dünya- dak vardır: 1) şiddete başvurulmayacak;
daki gelişme anlaşılamaz. "Bahçemizdeki 2) doğru biti olunacak; 3) hırsızlık ya-
ağacın elma mı olduğundan yoksa gece- pılmayacak; 4) şehvetten kaçınılacak; 5)
yarısı eriğe mi dönüşeceğinden emin o- hırstan sakınılacakur. Aynca bkz. Hint
lamayız." felsefesi; moksa.
Gerçeklikteki şeylerle ilgisinde Cayna
felsefesinin önemli bir kavramı daha Cebriyye İslam felsefesinde belirlenimci
vardır. Bu da töz (Jrarya) kavramıdır. bir dünya tasarımını savunan, insanın
Tiiz olmaklık, nitelikleri (g1111as) ile mo- özgür istencinin olmadığını, bütün ey-
ı lusları (paryayai) olmak diye tanımlan­ lemlerinin önceden Tanrı tarafından be-
llMkıadır. Dünyadaki her sahici tözün, lirlendiğini, buna bağlı olarak da insanın
ona özgü nitelikleri olmalıdır. Bu töz dc- edimlerinin yaratıcısının kendisi değil hiz-
(:işikliğe de uğrayabilmelidir. Nitelikler z:ıt Tann olduğunu öne süren yazgıcılık
ile moduslar tözden ayrılmaz şeylerdir. akımı. Buna göre hem iyilik hem de kö-
Niteliklerden ayn töz, tözden ayrı nitelik tülük Tann'dan gelmektedir. Savlan ba-
olamaz. Olsa da bu ancak zihinsel bir lrunından belirlenimci bir dünya tasarı­
soyutlama olur. mına karşı çıkarak yazgıcılığı yadsıyan
Caynacılığın bilgi görüşüne göre bil- Kaderiyye öğretisinin karşıu olan bu öğ­
.ıinin beş kaynağı vardır: 1- mali; 2- mıta; reti, bu yüzden kimi kaynaklarda "ce-
:ı- lll'lldhi; 4- IJllJJtah-paty'!]a; 5- leevala. beriyye" olarak da arulır. Adı Arapça abr
Hunlar sırasıyla, duyu algısıyla elde edi- (zor, zorlama) sözcüğünden türetilen
len bilgi; kutsal kitaplar aracılığıyla elde Cebriyye akımı, özellikle Mu'tezile oku-
edilen bilgi; geleceği görme yetisiyle elde lunca, daha çok Eş'ariye'ye yakışunlmış;
edilen bilgi; öteduyumla (telepatiyle) elde Eş'ari kelamcılarıysa ortaya atttkları Tan-
edilen bilgi; mükemmel, sonsuz bilgidir. n'ca yaraularun insan tarafından edinil-
Bu ~onuncusu, kendini tam olarak ger- mesi düşüncesine dayalı /t.ub öğretisinin
cehalet perdesi (bilgisizlik örtüsü) 284

Kaderiyye ve Cebriyye öğretileri arasında Konfü~-yüsçülüğün önemli felsefeci-


orta bir konuma karşılık geldiğini ileri lerinden Mensiyüs, eskilerin bu dı 'i arıla­
sürerek eleştirilerden kurtulmaya çalış­ yışını geliştirmiştir. Ch'iyi bireyselliğin,
mışlardır. Daha sonraki döneıı;ılerde in- kişiliğin kaynağı olarak gören Mensiyüs 'e
san edimleri üzerine yürütülen taruşma­ göre th'i, doğruluğun birikmesiyle ortaya
lann ışığında gerek lt.esb gerekse abr öğ­ çıkar. Bu yüzden dı 'i hep işletilmeli, sü-
retileri İslam düşünürlerince reddedil- rekli olarak aklın bir köşesinde tutulma-
miştir. Cebriyye'nin kitleleri sapurılmış lıdır. Yoksa dı'i bozulur. İnsan dı ';yi güç-
bir tevekkül anlayışıyla dolduranık özel- lendirecek bir biçimde yaşadığında uyu-
likle Emeviyye döneminde siyasal amaç- mu bulacakur. Yeni Konfüçyüsçülük a-
lara hizmet ettiği de gözden kaçırılma­ kımının Zihin Okuhı'ndan Chu 1-lsi ele
ması gereken bir gerçektir. Karşıu için ilkenin ya da usun maddeye olan üstün-
bkz. Kaderiyye. Aynca bkz. adalet il- Hiğünden söz ederken li ile dı'i kavramla-
kesi; yazgıcılık. nnı kullanır. Ayrıca bkz. li, Chu Hsi.

cehalet perdesi (bilgisizlik örtüsü) characteristica dominante (l.at.) Fel-


[İng. veil of Wıorana] bkz. ayrım ilkesi. sefede, özellikle de ortaçağ felsefesinde,
bir şeyi diğer ,ş~lerden ayıran "ayırıcı/
ceteris parib11s (Lat.) "Diğerleri sabit ayırt edici özellik''. Bir şeyi her ne ise o
olmak üzere'' ya da "diğer şartlarda bir şey yapan, onu ıralayan, o şeye ilişkin sı­
değişiklik olmaksızın" arılamında kulla- nıflamada göz önünde tutulan birincil,
nılan Latince terim. Geriye kalan diğer başat özelliği nitelemek için kullanılan
şeylerin sabit olduğu, öteki şaitların uy- Latince deyiş.
gun bir biçimde karşılandığı durumları
nitelemek için kullanılır. Sözgelimi bilim characteristica ııniversalis (Lat.) Bilgi-
felsefesinde bilimsel bir yasanın verili bir nin, özellikle de felsefi bilginin dile geti-
duruma uygulanması ttleris parib11s koşu­ rilmesi için Leibniz tarafından tasarlanan
lunu öngerektirir. Caeteris parib11s olarak evrensel dil; Leibniz 'in felsefeye genelgc-
da kullanılan deyiş, eti. par. diye kısaltılır. çer bir dil kazandırmak adına yaşama ge-
çirmeye uğraşuğı simgesel dil tasarısına
ch'an (Çin.) [San. Jlıyana; Pal. Jht111tı; Jap. verilen ad.
Zm] "Meditasyon" sözcüğünün Çince Dönemin akılcılığı savunan diğer fi-
karşılığı. Çin Buddhacılığı'nın önemli o- lozofhın ~bi Leibniz de felsefenin ma-
kullarından biri ohın Zen Buddhacılığı ıematiksel modele uygun bir yapıy:ı k>ı­
na bu adla anılır. Aynca bkz. dbyana; vuşturulması gerekliliğinden söz ediyor;
Çin fclsefesi; Zen Buddhacılığı. düşünürler kendi amlarında ortak bir dil;
harflere, simgelere ya da sayılanı dayalı
ch'i (Çin.) Konfüçyüsçülük'te yaşam gü- genelgeçer bir yazılı işaretler bütünü
cünü ya da maddesel gücü; tüm madde- (dıamderistka 1111iııersa5s) oluşturamazlarsa
sel varlıklann etker nedenini arılatan kav- tiim akılyürütmelerin boşuna bir çaba
r.ım. olarak kalacağını düşünüyordu.
Şeylerin ortaya çıkması maddesel güç Leibniz 'e göre ancak felsefe -kavram-
(çb'ı) ile ilkenin (5) biraradalığına bağlıdır. lanrun simgelerle gösterildiği, bu kav-
İnsan da bu ikisinin karışımıdır. Üstün ramlar arasındaki bağıntıların da aritme-
ıiJ'i yüreği insandaki yaşam soluğılnu o- tik ya da manuksal işlemlerle belirtildiği
luşturur. Evrenin de yoğunluğu değişen, bir tharaı:ltristka nnirersalis ile düşünürler
ağır kısmı yeri, hafif kısmı da göğü oluş­ birbirlerinin söylediklerini arılayıp öne
turan temel bir tözden, dı'iden ·oluştu­ sürülen savlann doğruluğunu tartabilc-
ğuna inarulır. ceklerdir. Böylelikle de akla dayalı her
285 Chomsky, A. Noam

türlü taruşma ince bir "hcsaplama''yla nıllarla tümceler istenildiği gibi düzenle-
çözüme kawşturulacaktır. nebilir- dilde yeni tümceler oluşturmııda­
Leibııiz'in tüm bu düşüncelerinin ar- ki ve ilk kez duyduğumuz tümceleri an-
dında doğruluk ya da hakikatin doğ.ısını lamadaki yanıucı yetkinliğimizi biçimsel
aydınlatacak evrensel bir bilim (sciı,,ıin 11- (matematiksel) olarak açıkllıma yolunu
niversnlis) kurma ülküsü yatar. l..eibniz'in açmışıır. Böylelikle, Chomsky sonlu bir
sti111tin 1n1it""alilinin iki sacayağı vardır: sö:ı•Jükten ve sonlu sayıda sözdizim ku-
Biricik amacı bilimsel olguları kaydet- rallanndan sonsuz zenginlikte bir dil ya-
mek için bir yöntem sağlamak olan tha- pısının kurulabileceğini göstermiştir. Do-
racttrislim 11mPmtJlis ile kaydedilen bu ol- ğaldu ki sonsuz sayıdaki tümceler ara-
gular üzerine çıkarımda bulunmamızı, a- sında çok acayip, bir insan için anlaşıl·
kılyürüımeınizi sağlayan rak11/11s ratiotilıa­ ması neredevse imkansız olan tümceler
tor. İşte bu sacayaklan kurulduğunda, olacaktır.. A~cak tümcelerin anlaşılırlığı
Leibniz'in evrensel bilim ülküsüyle bir- sözdizimin sınırlarını belirlemez. Bu da
likte felsefeye yaraşır gördüğü evrensel dili kıillanabilir olmakla dili edimsel ola-
ılil ülküsü de gerçekleşmiş olacaktır. rak k:ullanmak arasında bir fark olduğu­
nu ortaya koyar. Sözdizim kurallaruun
Chomsky, A. Noam (1928) Dilbilimde belirlediği olanaklı dil kullarurnlan, dilsel
X.X. yüzyılın ikinci yansına damgasını yetkinlik alanımıza girmelerine rağmen,
vuran Amerikalı dilbilimci; kurucularırı­ edimseİ olarak belki de hiç ortaya çık­
ılan olduğu üretici-dönüşümse! dilbilgisi mayacakur. Örneğin dünya yok olsa bile
anlayışıyla "dil"e gereken önemin veril-· hıili kullanılmamış bir sürü tümce olabi-
mesini sağlayan başlıca düşünürlerden lir. Bu noktada Chomsky'nin dil bilgi~­
biri. Dilbilimscl görüşlerini ilk olarak nin neden 11 priori olduğunu diişündüğü­
1955'te tamamladığı "Transformational nü anlayabiliriz. Chomsky'e göre dene-
Grammar'' C'Dönüşümsel Dilbilgisi") yime bağımlı olmadan varolan, Platoncu
başlıklı doktora tezinde ortaya koyan anlamda bir sözdizim yapısı vardır ve in-
Chomsky, Syt1lactir Slnlfllll'U (Sözdizim- sanlar bu yapıya uyan .dilleri -ki yeryü-
sel Yapılar, 1957) adlı kitabında ele aldığı zündeki tüm diller bu yapıya uygundur-
ılil kuramını Aspetts of ıhı Theory ofS.111tax kullanma yetkinliğine sahiptir. Bu sözdi-
(Sii7.dizim Kuramının Çeşitli Yönleri. zimscl yapı dünya üzerindeki dillerin en
l %ı;) adlı diğer bir kitabında geliştirmiş derindeki kökü gibidir. Chomsky'nin bir
ve felsefe ile dilbilim alanlarında çok et- tür Platonculuk olarak ele alınabilecek
kili olmuştur. Chomsky'nin xvıı. yüzyıl görüşleri daha sonrıı genetik bilimindeki
uM;u filuzoflannın görüşlerine benzeyen (kalıtımbilim) gelişmelerden etkilenilerek
<lilbilimsel kuramına göre dil doğuştan farklı biçimlerde ortaya konulmuştur.
ı:elen bir yetenek sayesinde öğrenilmek­ Şimdilerde, söz konusu derin sözdizim-
tedir. Bu anlamda dil bilgisi önsel (n pri- scl yapının insanın genetik (kalıtsal) ya-
on) bir bilgidir. Dilin kaynağına ilişkin pısında şifrelendiği görüşü üzerinde du-
"doğuştana" bir anlayışı benimseyen rulmaktadır. Chomsky'nin dil bilgi.si ku-
Chomsky'nin Sö~~111.rel Yapılar ve Siiz: ramı biçimsel (matematiksel) olarak çok
ıli~fm Kııra111ıt1111 Çt/İtli Yönleri adlı kitapla- iyi ·tasarlandığı için olsa gerek, gi.tıikçe
rını la kullandığı sözdizimsel dil tanımına yaygınlaşmakta olan bilişsel görüşler -ki
ıcürr. dil sonsuz sayıda tümceden oluşan bu görüşler Chomsky'nin usçu ya da an-
bır kiımedir. Chomsky'nin bir dildeki lıkçı görüşlerinin tersine deneyci bir çizgi
ıllmı:elcrın sayısının sonlu olamayacağını izler- karşısında gücünden fazla bir şey
liırkeımcııi -nihayetinde her dilde tekrar kaybetmemiştir. Chomsky'nin görüşleri­
•yıaı k11ıtlanmaksızın artlarda uygulana- nin kendi döneminin deneyci eğilimle­
bilen llilhilgisi kuralları vardır ve bu ku- rine -özcllikle de Bloomfıeld'ın davra-
ChuHsi 286

ruşçı yaklaşımına- sert bir darbe indirdi- !eneklerinin, yani Konfüçyüsçü iyilik öğ­
ği de not düşülmelidir. retisinin, Mensiyüs 'ün insancıllığının, yin
Dil felsefesinin dışında zihin felsefe- yaııg ile bununla ilişkili Beş Öğe öğretisi­
siyle de uğraşan Chomsky, öte yandan nin, Taocu, Buddhacı öğretilerin önemli
"yazar" ya da "düşünür" kimliğiyle top- öğelerini alarak dizgeli biçimde sunduğu
lumsal ve siyasal sorunlarla da yakından bir felsefe görüşü vardır. Yeni Konfüç-
ilgilenmiştir. Özellikle savaş sonrası dö- yüsçülük akımırun Zihin Okulu'ndan o-
nemde Amerikan yönetiminin gerek Vi- lan Chu Hsi, ilkenin ya da usun maddeye
etnam Savaşı'nda gerekse latin Ameri- olan üstünlüğünden söz eder. Açıklana­
ka'da yü~ttüğü politikalarda somutlaşan cak olan, varlıklann sonu! doğalarıdır.
yayılımcılığının en sıkı deştiricilerinden Bu açıklama Çin felsefesinin iki temel
biri olmuştur. Amerika'nın Afganistan'a kavramına, li ile eb'i kavrarnlanna daya-
saldırmasını, bu en son "güç gösterisi"ni nılarak yapılır. Sonu! gerçeklik bilir (ılke);
de bir yandan öldürüp bir yandan da gı­ li sonsuzdur, değişmezdir, saf iyiliktir.
da yardımı yapılması çelişkisine ya da Tek başınayken ayrırnlanmamış bir bü-
gülünçlüğüne dayanarak "en ufak bir tünlüktür. Tek tek oluşumlarda da evre-
gizleme gereği bile duyulmaksızın girişi­ nin temel cisimliği olan eb'i (maddesel
len bir reklam etkinliği" olarak nitelemiş­ güç) aracılığıyla gerçeklik kazanır. Yani li
tir. Chomsky'e göre, "eğer şüpheli terö- kendisini eb'i aracılığıyla gerçekleştirebi­
ristlere yataklık etmek bombardımanı lir. Dolayısıyla her tek oluşumda li görü-
gerektiren bir suç ise, o zaman ABD de nür olur. Oluşurken bütünleşen, bozu-
dahil dünyanın hemen hemen bütün ül- lurken de çözülen şey .1.ı'idir. Bu okulun
keleri derhal bombalanmalı" dır. temel kavramı olan Yüce Bitim de (T'ai-
Chomsky'nin diğer eserleri arasında th'ı) 5<len başka bir şey değildir.
Cartesian Ling11irıüs (Descartesçı Dilbilim, Chu Hsi, evrendeki değişim ile devi-
1966); The Sound Pattmı of English Ongi- nimiyse yi11 yang ile buna bağlı Beş Öğe
lizce'nin Ses Düzeni, 1968); LA11ll'age aııd öğretisine başvurarak açıklar. lln edilgin,
Mi11J (Dil ve Zihin, 1972); The Logiral S I· zayıf, olumsuz güçlere;yangsa etken, güç-
""'"rr of Linglliıtie Tbeory (Dilbilim Ku- lü, olumlu güçlere işaret eder. Etkinlik i-
ramının Mantıksal Yapısı, 1975); &jltç. le etkinsizliğin birbirini izlemesiyle de
Iİ011s on Lang11age (Dil Üstüne Düşünce­ Beş Ôğe -ağaç, metal, su, ateş, toprak-
ler, 1975); dil ve siyaset ilişkisinden üre- ortaya çıkar. Evrendeki her şey yin yan§.n
tici dilbilgisinin dallanna kadar pek çok çevrimidir. Bu değişimdir. Bunu olanaklı
konuyu işlediği Lanll'age and Rlıponsibilil.J kılan da Yüce Bitim'dir.
(Dil ve Sorumluluk, 1979); felsefe ve dil- Jmin (insancıllık; iyilikseverlik) nasıl
bilim alanlannda bazı denemelerinin yer işleneceği Yeni Konfüçyüsçülüğün temd
aldığı &iles and Reprrsmtalions, (Kurallar sorusu olmuştur. 1.Jnin insanda ortaya
ve Temsiller, 1980) ile Knowkdge of Lan- çıkması, insanın yapısını ortaya çıkarır.
l!'age (Dil Bilgisi, 1986) sayılabilir. Aynca Bundan ötürü de insaiıın yapısı asıl ola-
bkz. derin yapı; dil felsefesi rak iyidir, çünkü li saf iyiliktir. Öte yan-
dan kötü insanlar da vardır. Ama bunlar
Chu Hsi (1130-1200) Çin'deki Yeni da aslında kötü değildirler; amaçlanndan
Konfüçyüsçiilük akımının en önemli fi- sapmışlardır.
lozofudur. Çin'in Fukiun eyaletinde doğ­ Kötülük, maddesel varlığın yoğunlu­
muş; önemli bir kamu görevlisi olan ba- ğundan kaynaklanan bir dengesizliktir.
basının yanında eğitim görmüş; kendisi iyilik, varlıkları oluşturan öğelerin den-
de bir süre kamu görevlisi olarak çalış­ gede olmasından kaynaklanır. Doğru bil-
mıştır. gi bu kötülüğün üstesinden gelebilecek
Kendine gelesiye kadarki felsefe ge- bir güçtür. Varlıklar hakkındaki bilgi ki-
2117 Cicero

~inin nefsini denetlemesini kolaylaştınr. ccğini dile getirmeyi ya da söze dökmeyi


Hil~i.jeni olan kişinin; iyilik.~cver, insancıl başaran kişidir. Nitekim felsefenin pracik
•ılmı kişinin dünyanın karmaşıklığıyla baş amaçlannı daha bir etkin kılmaya gerek-
l'lnıcsinin amadır. Aynca blu. Konfüç- sinim duyduğunu öne süren Ciceto, re-
yiiıçiilük; eh'~ jen; lf, .yin yang. toriğin de felsefe tarafından sağlanan
nıhbilimscl, ahlaki ve mantıksal temel-
Clıııang Tzu bkz. Taoculuk. lendirme olmaksızın bir işe yaramayaca-
ğını sawnur.
C:iccro, Marcus Tullius (M.Ö. 106-43) Felsefenin bir dizi dogma değil, bir
Yunan Dünyası'nı Roma Dünyası'na ta· düşünme yöntemi olduğuna inanan Ci-
şıynn, Latince'nin yetkin bir felsefe dili cero, hocası Larissalı Philon'un ve onun
<ılmıısını sağlayan Romalı devlet adanu, bağlı olduğu Yeni Akademia'nın ılımlı
lıııkııkçu, bilgin ve filozof. Cicero'nun ö- yanılabilirciliğini benimsemiş ve Akade-
nc·mi bireysel felsefece uslamlamalann- mia'nın sorunlan her iki yönüyle de w-
ı lıın daha çok, Helenistik felsefenin baş­ tışma geleneğini sürdürmüştür. Dolayı­
lll-ıı okullanrun öğretilerini açıklaması ve sıyla dizgeli kuşkunun köktenci kuşku­
hunlan Latin dünyasına aktararak "La- culuğıı yol açmayacağına inanan Ciccro'
ıiıırc konuşulan dünyaya felsefeyi öğ­ nun kuşkuculuğunun temelinde, doğruya
rrı nıcsine" dayanmaktadır. Bu özelliğiyle giden en güvenilir yolun karşıt uslamla-
C:i<'cro Latin felsefe sözdağıırcığının ya- malann dikkatli bir biçimde değerlendi­
1;1 ıınsı ve kendi döneminin önde gelen rilmesinden geçtiği düşüncesi bulunmak-
h-lscfc okullannın (Akadcmia, Stoacılık tadır.
\'I' 1\pikurosçuluk) paha biçilmez kayna- Cicero A'mlımiça (M.Ô. 45) adlı yapı­
t':1<lır. Diişünceleri Ortaçağ düşüncesini, unda bilginin doğ.ısını, olanaklıbğını ve
rı ik ve hukuk, özellikle de doğal yasa ku- olasılığını taruşır; bilgi kesinliği gerek-
mınlnrını derinden etkilemiştir.
Erasmus tirse de, bu kesinliğin yaşamın yürütül-
vr ılij'.\er insancı düşünürler
onun eleşti­ mesi için zorunlu ve vazgeçilmez olma-
rı·I ruhunu, dünyevi bakış açısını ve tüm- dığını savunur. Ciccro 'ya göre bazı izle-
hırisıiyıınlıkçı -Hıristiyan birliğini savu- nimler diğerlerinden daha ikna edicidir-
nıın- lliişüncelerini geliştirmeye çalışnuş­ ler ve eylemlerimizi yönlendirirken peka-
lar<lır. la bunlara güvenebiliriz.
( :icero ilk felsefi çalışmalan Dı oralrıtr Ciccro siyaset felsefesi üzerine başlı­
(Konuşma Sanan Üzerine, M.Ö. 55), Dı ca çalışmalan Dı rrp11bl«a ile Dı ltgibtdta,
"f'Hhlka (Devlet Üzerine, M.Ö. 54-51) devleti koruma ödevinin bireyin tannlara
vr nr ltpjh11l111
(Yasalar Üzerine, M.Ô. karşı ödevlerinden sonra, ailesine karşı
!\Oıcrin sonlan) Roma Dcvleti'nin siyasi ödevlerinden ise önce geldiğini öne sü-
kunımlannı ve Uygulamalannı Yunan fi. rer. Ciccro akıl ve monarşinin elbirliğiyle
lov.oOAnnın öğretilerinin ışığı alunda çö- devleti yönetmesi gerektiğini savunur;
v.ümlcyip değerlendirir. Cicero Dı omtm' kralın aristokrasiyi temsil eden bir sena-
ele rcıori~n ve felsefenin kamu yaşa­ toyla birlikte yönettiği devlet biçimini en
nıınılaki önemi üzerinde durur ve bilge üstün yönetim anlayışı olarak görür. Ci-
yiineıici-fılozofu siyasi ilişkileri şiddetten cero monarşiyi yönetimin en saf biçimi
ılaha çok retorikle, söz sanatı yoluyla olarak görse de, monarşi, aristokrasi ve
ikna c:ımeyle yönlendiren kişi olarak be- demokrasinin kıvamını bulmuş bir karı­
ıimler. Cicero'ya göre ömek "konuşma­ şımını tercih eder. Cicero Dt lttib11lta
cı" ıarih ve yasa bilgisiyle manuksal akıl­ doğru bir devlet yöneciminin uyumu, an-
yürüımenin yöntemlerini, felsefece dü- cak devletin halla yasalara göre birarada
•ünme ile retorik (sözbilgisi) tekniklerini tuttuğunda götülebilen bir uyumu üreten
yetkin bir biçimde harmanlayıp söyleye- yönetim olduğunu söyler. Bir devlette
cins 288

yasalar doğruluğu, erdemi, haktanırlığı lius: Dostluk Üzerine, .M.Ö. 44) karşılıklı
y.msıtuğında, yani gerçek adaletin luz- yararın yanısıra dürüstlük ve bağlılığa
metinde olduğunda doğa ile içsd bir u- dayanan soylu bir "erkek erkeğe dost-
yum söz konusu olabilir. Cicero Stoacılı­ luk" ilişkisini över. Cicero De seneı111te'de
ğın derin etkisinde kalarak kaleme aldığı, (YaşWık Üzerine, M.Ö. 44) kamusal ya-
erdemli davranma ile amaca uygun ey- şamdan el ayak çektikten sonra nasıl ya-
lemenin etik alanındaki çatışmasıyla başa şanılması gerektiğini ele alır. Ayrıca De
çıkma girişimi olarak okunabilecek De amüilİa ile De senectııle, diğer diyalogların­
offi.1i'lte (Ödevler Üzerine, M.ô; 44) "in- dan daha az dizgeli olsalar da, Cicero'
sana yaraşır biçimde eyleme"nin doğayla nun felsefece içgörüye ve güzel konuş­
uyum içinde yaşamaktan geçtiğini anım­ maya dayanarak insana dair çok önemli
sa tir. Eğer kişi ruhunda doğayla uyumu sorunları açıklama yeteneğini örneklen-
yakalarsa adil ve erdemli olabilir. dirir.
Cicero tümü de diyalog biçiminde ya-
zılan birbiriyle bağlantılı yapıtları De divi- cins ~ng. genus; Fr. genre-, Alın. gatt11ng;
natione (Kehanet Üzerine, M.Ö. 44), De Yun. gmos; Lat. genus] Aynı ayırt edici ö-
Fato (Yazgı Üzerine, M.Ö. 44) ve De na- zellikleri paylaşıp da farklı alt sınıflara ya
ture deorum'da (Tanrıların Doğası Üze- da türlere aynlabilen şeylerin oluşturdu­
rine, M.ô. 45) tannbilim ve doğa felse- ğu sınıf; ortak özellikleri bulunan tek tek
fesine ilişkin Akademia'nın görüşleri ile varlıkların, yani türlerin oluşturduğu bir-
Epilrnrosçu ve Stoacı uslamlamaların i- lik ya da topluluk.
zini sürer. De diı>inatione'de Cicero "ön- Cins terimi sınıflandırma ya da bö-
ceden bilrne"ye ilişkin çeşitli savlan e- lümleme ilkelerinin doğadaki şeyler ara-
leştiri süzgecinden geçirir. Cicero bu ça- sındaki gerçek ilişkilere dayandığını dü-
lışmasında kehanetin hem açıklanabilir şünen Aristoteles kaynaklıdır. Aristoteles
olmadığını, hem de doğanın gözle görü- mantığında cins kimileyin çok daha ge-
lür düzenliliğiyle rutarlı olmadığını savu- niş ve kapsayıcı olan sınıfın, yani çeşit ya
nur. Cicero De nalllre deorum'da Akade- da tür diye adlandırılabilecek şeyin alt sı­
mia 'dan devraldıkları yöntemle tafinların nıfıdır. Aristotelesçi felsefede, ardından
varlığını tanıtlayan Epikurosçuluk ile Sto- da ortaçağ felsefesinde bir şeyin özü o-
acılığın tannbilirnden ne anladığını gözler nun tanımı tarafından verilirdi; tanım da
önüne serer. Cicero nedensellik ve be- şeyin ne tür olduğunu ve kendine özgü
lirlenimcilik konulan üzerinde duran De farklılığını belirtirdi. Bunun en bildik ör-
fato'da ise Epikurosçulan nedensiz "a- neği, insanın akıl# (kendine özgü farklı­
ıomsal sapmaları" savundukları için eleş­ lığı) /,;r hayıwn (en yakın tür) olarak ıa­
tirirken, Stoacıların yazgıyı evrensel ve nırnlanmasıdır. Ortaçağ mantıkçıları cin-
ebedi "nedensel bir ağ" olarak gören an- si çoğunlukla bir terimi göndermede bu-
layışlanrun da istemli eylemi ve ahlaki lunduğu şeyQer)in genel türünü belirte-
sorumluluğu engellediğini öne sürer. Di- rek tanımlamaya çalışırken kullanmışlar­
ğer bir önemli yapıtı Tıw:ulanae dirputa- dır. Aynca bkz. genos-, tür; tasım; A-
Iİones (Tusculum Tartışmaları, M.Ö 45) ristoteles.
ölüm, acı ve kötülük gibi konulan ahlak
ruhbilimi içerisinde tartışır. De .ftnibus bo- cinsel etik bkz. uygulamalı etik.
norum et malonim'da (En Yüksek İyi ve
Kötü Üzerine, M.Ô. 45) Cicero Epi- cinsellik felsefesi [İng. philosophy of sex-
kurosçu, Stoacı ve Aristotdesçi etik ku- uality; Fr. philosophie de la sex11a/iti', Alm.
ramlarını karşılaştırmalı bir biçimde işler. phi/osophie der sexualitii~ En genel an-
boı;tluğun doğası ve değeri üzerine bir lamda cinsellik görüngüsüne yönelttiği
diyalog olan Laelius, De amidtia'da (Lae- kavramsal, metafizik ve etik sanılar doğ-
289 cinsellik felsefesi

nıhusunda cinsel arzu, cinsel eylem, cin- sefenin köklendiği Eski Yunan'a dek ge-
sl'i hıızgibi tasarımları çözümleyerek ri gidiyor olmasına karşın, bir yaşam gö-
ıirıselliğin özünü, kapsamını, anlamuu, i- rüngüsü olarak cinselliğin doğal tarihi
~·ertliği sorunları enine boyuna araştıran hem Eski Yunan'dan çok daha gerilere
tdsefC alanı. Bir eylemi cinsel bir eylem gitmektedir hem de Eski YunanWarın
kı(;ının ne olduğunu ortaya koyan; bir anlatılarında dile getirilmiş öykülerden
duyguyu cinsel bir duygulanım yapanı, çok daha ilginç söylen ve olaylarla örü-
iiıeki duygulanım biçimlerinden ayrılan lüdür. Cinsellik felsefesi, yukarıda sırala­
yiirılerine odaklanarak inceleyen; bir yan- nan en temel araştırma sorularından da
ı hı erkek ile kadın cinsiyetleri arasındaki anlaşılacağı üzere, aralarındaki sınırlar
,:cleneksel ayrımın doğasını ve içerimle- her zaman için kesin çizgilerle çekilemi-
ri rıi değişik yönlerden irdelerken, öbür yor olmakla birlikte, cinsel yaşamın deği­
ymıchı eşcinsellik, lezbiyenlik, heterosek- şik biçimlerde konu olduğu "kavramsal",
süellik, transseksüellik, biseksüellik gibi "metafizik" ve "normatir' sorulara yanıt
çeşidi cinsel kimlikleri birbirleriyle olan amacıyla temellendirilmiş bir felsefe ala-
ilişkileri doğrultusunda karşılaşttrmalı o- nıdır. Metafizik yönelimli cinsellik felse-
l;ırnk çözümleyen; cinsel duygularumla- fesi ile normatif amaçlı yapılan cinsellik
ruı oluşumunda cinsel organların ne öl- felsefesinin tarihte izleri geriye doğru sü-
çülerde etkili olduğunu, cinsel organlar rüldüğünde, başta Platon ile Aristoteles
ılı~ıııılıı bedenin öteki bölümlerinin cin- olmak üzere Eski Yunan felsefesine dek
,..ı duygulanımlar lrnrşısındaki değergele­ uzandığı görülmektedir. Öte yanda, or-
rıııı açıkhğıı kavuşturan; cinsel etkinlik ile taçağın önemli filozofu Augustinus'un
ı ııısd hıız arasındaki ilişkiyi felseıi ba- ortaya koyduğu düşüncelerde cinsellik
1,ıııulıın kuran; bir başka kimsede cinsel felsefesine yaptığı katkılar, özellikle son-
c·ıkilt'llim ya da cinsel haz uyandırmak rnki dönem cinsellik felsefesi çalışmaları
.11lırrn Lıile isteye amaçİı yapılan eylemler üzerinde önemli açılımlara yol açmıştır.
ile isıcme<len bu tür etkilenimlere yol Felsefe tarihinde Platon'dan Kant'a dek
açımının etik bakımdan değerlerini sor- hemen bütün fılozoflar kötülüğün baş
,:ııLıy:ın; cinsel sapkınlıklar ile cinsel has- kaynağı olıırak gördükleri cinsellik konu-
ı.ılıkl.ırın kaynaklarını, yol açtıkları sorun suna yönelik olarak çoğunluk hep ahlak-
VL' sonuçlan araştıran; istenmeden girilen sal yargılarlıı son bulan anlayışlar sergi-
ı·iıısd ilişkinin, buna bağlı olarak da te- lemiştir. Cinselliğe bu denli kötü bir göz-
rnvüzün sınırlarını belirginleştirerek tanı­ le bakılmış olması gerçeği, Hıristiyanhk
nurıı y;ıpan; elle doytım, adet görme, por- başta olmak üzere bütün tekcannlı dinler
llO!!l'·llİ, erotiklik, flört, aşk, evlilik, bo- ile çoktannlı dinlerin kimileri için de ay-
şırrınuı, para karşılığı cinsel ilişkiye girme, nen geçerlidir. Platon'un PhaiJros Dfya-
lııımilc kalma, çocuk aldırma gibi cinsel- logu'nda aşka ilişkin temd kuramını or-
liğin konu olduğu bütün yaşam pratikle- taya koyarken cinsel haz üzerine söyle-
rini felsefece bir gözle soruşturan; Lıir dikleri, hem felsefe tarihinin cinsellik üs-
lıiil ün olarak cinselliğin insan yaşamın­ tüne yazılmış bilinen ilk felsefe metni
daki yerini, önemini ve değergesini te- olması bakımından, hem de Aquinas'tan
mellendirmeye çalışan; bilim felsefesi, Augustinus'a hemen bütün bir ortaçağ
sıın:ıı felsefesi ya da hukuk felsefesi gibi boyunca belirleyici olması bakımından
kendine özgü somhın, uslamlama yön- son derece önemlidir. Söz konusu diya-
ıcnılcri, en önemlisi de kavramsal bir logunda Platon, insanın önce belli bir in-
çerçevesı ile çatısı bulunan özerk felsefe san tekinde gördüğü güzelliğe kapılarak
ıhılı. aşkı yaşadığını. sonra bir üst aşk ıışama­
Cınsdlik üzerıne dizgeli, ussal ve gi- sına çıkarak bütün insanlardaki güzelliği.
ılimli bir biçimde düşünmenin tarihi fd- görerek bütün insanlara aşk duyduğunu,
cinsellik felsefesi 290

derken en üst aşk aşamasındaysa güzellik yük .günahlardan biri olduğunu ileri sür-
ideasının yeryüzündeki kopyalanyla ya mektedir. Yine ortaçağın en önemli dü-
da görüntüleriyle yetinmek yerine güzel şünürlerinden Thomas Aquinas Sıımmn
ideasının kendisine aşk duyarak dünyevi Theologiae adlı ünlü yapıtında, cinsel ey-
aşklar yaşamaktan kurtulduğunu anlat- lemin haz alma üstüne kurulu doğası ile
maktadır. Bu aşamalı Platoncu aşk tasa- cinsel eylemin üremeye dayalı temel a-
nmında, bütün cinsellik pratikleri ilkece macı arasında açık bir bağdaşmazlık bu-
cinsel haz kavramından türetildiğinden, lunduğunu gerekçe göstererek cinsel ey-
cinsel hazların peşinde koşma dürtüsü lemlerin ahlaksal bakımdan bütünüyle
insaıun bir zamanlar bulunduğu idealar yanlış olduklannı söylemektedir.
dünyasına geri dönebilmesinin önündeki Çok daha yakınlara gelindiğinde, cin-
en büyük engeldir. Bununla birlikte Eski selliğe yönelik bu olumsuz tutumun Spi-
Yunan'da bir hayli yaygınlıkla karşılaşılan noza'nın usçuluğunda başka bir açıdan
oğlancılık pratiği, Sokrates'in en başta yinelendiği görülmektedir. Felsefe tarihi-
Alkibiades olmak üzere güzel gençlere nin başyapıtlarından Eli/en'nın daha ko-
oldum olası ayn bir yakınlık duyuyor ol- lay anlaşılması amaayla yazmaya ·başla­
masında en somut biçimiyle kendisini a- dığı, ama bitirmeden bıraktığı Kavrt!JI/
çıklıkla göstermektedir. Ancak bu duru- Giiditıiin İyileş/irimi Ü Z!n'ııe başlıklı kısa
mun basit bir eşcinsel pratik olmaıun kitapta Spinoza, cinsel ilişki sonrası bo-
ötesinde oldukça derin felsefi içerimleri şalmayla birlikte usun yaşadığı donuklu-
bulunmaktadır: Nitekim Sokrates için ğa dikkat çekerek, boşalmayla son bulan
gerçek felsefe ancak mı/un etkinlikle ta- cinsel ilişkilerin kavrayış gücünün etkin-
şındığı ve duyulduğu bir kişiyle yapılan liğini edilgenleştirerek tinin gücünü a-
söyleşide gerçekleştirilebilecek bir etkin- zaltması nedeniyle kendisinden her du-
liktir. Bunun yanında Eski Yunan top- rumda kaçınılması gereken en büyük kö-
lumunda kadııun aşık olunmaya değer tülük "neşesizlik" durumuna yol açtıkla­
bir varlık olmadığının düşünülüyor ol- nnı yazar. "En Yüksek İyi"nin yolundan
masının da Sokrates'in aşk, dolayısıyla da yürümenin başkoşulunun hep etkin bir
cinsellik anlayışında etkili olduğu açıktır. zihinsel konumda kalabilmekten geçti-
Sonuç olarak hem Platoncu felsefede ğini düşünen Spinoza, cinselliğin sonlu
hem de Sokratesçi diyaloglarda, erkek ile bir haz üretiyor olduğu için sonlu bir
erkek ilişkisinin idea doğurtma ya da do- şeye duyulan isteğin de sonlu olmak zo-
ğurmayla son bulacağı, buna karşı erkek runda olduğunu, gerçek us sahibi kişinin
ile kadın arasındaki ilişkininse çocuk do- sonlu hazlarla uğraşmak yerine sonsuz
ğumundan ya da doğurtıımundan öte bir bir şeye cluycluğu istekle sonsuz hazza
karşılığı olmadığı düşünülmektedir. Pla- yönelen kişi olduğunun altını özellikle
toncu cinsellik yaklaşımının, bütün bir çizmektedir. Öte yanda, düşünceleriyle
ortaçağ boyunca özellikle Yeni Platoncu felsefede "Copernicus Devrimi"ni gu-
felsefe tasarımlarıyla alabildiğine dinsel- çekleştirdiği düşünülen büyük Alman fi-
leştirilerek, cinsel perhizin sonuna dek lozofu Kant da cinsellik için pek olumlu
savunulduğu çilecilik yönü ağır basan bir düşünceler beslememektedir. Cinsellik ü-
yaşam felsefesine dayanak oluşturduğu zerine kundu aşkın, kendisinden alına­
görülmektedir. Sözgelimi ortaçağın bü- cak cinsel haz adına sevilen kişiyi açıkça
yük düşünürü Augustinus, Platoncu ön- bir haz nesnesi durumuna düşürdüğünü
cüllerden yürüyerek. Tanrı 'run araruşııun söyleyen Kant, bu durumun tam anla-
bir başka bedene duyulan cinsel çekimle mıyla insan doğasının alçalması anlamına
uzaktan yakından bir bağlantısı olamaya- geldiğini savunmaktadır. Bunun yanında
cağını, Tanrı'ya duyulan aşkın bir insan Kant, cinselliğin her durumda karşıdaki­
tekine yönelmesinin işlenebilecek en bü- nin bir insan oJduğunun hiçe sayılmasına
291 cinsdlik fdsefesi

bağlı olarak salt cinsel haz arayışı olduğu rak tanımlanabilirlerken, belli durumlar-
düşüncesini kesinledikten soma, cinsel- daysa cinsel bölge olarak tanırnlanama­
liğe indirgenmiş bir yaşanun ahliksal ba- yacaklan gerçeğine parmak basmaktadır­
kımdan kabul edilebilir bir durum olma- lar. Buna göre, farklı bağlamlarda el sı­
dığı sonucuna varmaktadır. XIX. yüzyı­ kışma eylemi hem belli bir cinselliğin
lın bir başka önemli filozofu Schopen- yüklenebileceği cinsel bir eylem olarak
hauer, Aflurt ltfıtafar!J adlı kitabında cin- tanımlanabileceği gibi, cinsellikten bütü-
sel isteğin yöneldiği nesnenin güzelliği­ nüyle bağımsız salt gündelik bir selam~
nin doğgrıın insana kurduğu en büyük !aşma biçimi olarak da anlaşılabilecektir.
tuzaklardan biri. olduğuna dikkat çeke- Burada el sıkışmayı cinsel bir eylem ya-
rek, aşkın üreme istencinden öte bir an- pan doğrudan el sıkışan kişilerin o anki
lamı olmadığını, dolayısıyla da .adına aşk dıiygulanımlanyla örülü kendi iç yaşan­
denilenin gerçekte üreme yoluyla türün ıılarıdır. Yıne bu bağlamda verilen bir
sürdürümü için doğa tarafından insana başka örnekse, yerleşik ölçütler uyarınca .
yerleştirilmiş cinsel isteklerden başka bir değme bir cinsel organ olması gereken
şey olmadığını dile getirmektedir. Scho- vajinaya, jinekolog bir doktorun muaye-
penhauer bu temel görüşüyle, cinsellik ne amaçlı dokunuşunun cinsel eylem o-
felsefesi taruşmalannda genellikle doğal­ lariık tanımlanamayacağı, buna bağlı ola-
a cinsellik anlayışının da kurucusu ola- mk kimi ortamlarda özellikle de tıbbi bir
rak gösterilmektedir. ortamda vajinaya cinsel bölge olarak ba-
C..insellik felsefesinin öteden beri a- lalamayacağıdır. Bu durum erkeğin peni-
çıldığıı kavuşturmaya çalıştığı konulardan sinin sünnet edilirkenki durumu için de
biri, cinsel eylemin nasıl tanımlanabile­ aynen geçerlidir. Aynı sorun bağlamında
ceği sorusu üstüne kurulmuştur. C..insel- ortaya atılan, çoğunlukla da "ahlakçı cin-
lik felsefesi üstüne yazılıruş pek çok me- sel eylem anlayışı" adıyla anılan yakla-
tinde açıklıkla belirtildiği gibi, "cinsel ey- şıınlardan biri de, cinsel eylemlerin cin-
lem "in tam olarak tanımlanması yalnızca ı;ellik taşımaktalıklannı bir başka yere
kuramsal içerikli felsefeyi ilgilendirmeyip gitmeye gerek duymaksızın salt üreme ya
pr.ııik yaşamdaki eşcinsellik, tecavüz, ço- da doğurma etkinliği doğrultusunda te-
cuk aldırma gibi kimi cinsel eylemlerin mellendirmekten yanadir. Bu yaklaşım- ·
ıınlaşılma.'ı bakımından da son derece da, cinsel bölgeler biyolojik ya da ana-
önemli bir yer tutmaktadır. Cinsel eylem tomik yapılan gereği üreme etkinliğini
çok genel bir deyişle, bedenin cinsel böl- gerçcldeştiren organlar olarak görülür-
boeleriyle bir biçimde doğrudan ya da do- ken, bu organlann üremeyle son bulacak
laylı olarak ilişki.'i bulunan eylemler bü- bir biçimde işletilmesine karşılık gelen
ıünü olarak tanımlanabilir. Bu görüşe gö- eylemler de cinsel eylemler diye tanım­
re, cinsel eylem denilen eylem türü cinsel lanmaktadır. Kuşkusuz tutuculuğuyla ö-
böl~erden en az biriyle belli bir ilişki ne çıkan bu geleneksel yaklaşım, yalnızca
içinde olunup oluıunadığına bakılarak "heteroseksücl" temclli cinsel ilişkileri a-
ııınımlıınmaktadır. Yapılan bu çok kaba çıklamaya yönelik olarak geliştirilmiş ol-
dııscl eylem tanııruna karşı çoğu cinsel- duğundan, eşcinsellik, lezbiyenlik, trans-
lik ti:lscfecisi, tanımda sözü edilen cinsel seksücllik, biseksüellik gibi hiçbir du-
biil~ deyişi~ hiç de açık olmadığına rumda üremeyle ya da doğumla son bul-
.likkııt çekerek, gerek ıanınun kendisini mayan değişik cinsel ilişki biçimlerini a-
~oerckse üstüne kurulduğu cinsellik tasa- çıklamada yetersiz kalacak denli dar bir
rımını bütünüyle reddetmektedir. Bu an- yaklaşım sergilemektedir. Bunun yanında
ı~mdıı sözgelimi, yerleşik ölçütler uyann- salt öpüşerek, dokunarak ya da okşaya­
1:11 cinsel bölge olarak görülemeyecek el- rak, yani vajinanın içine tam olar.ık gir-
lcrııı, belli durumlarda cinsel bölge ola- meden gerçekleştirilen sevişmelerin taşı-
cinscllik felsefesi 292

dıklan cinselliği göz ardı ettiği gibi, geri "toplumsal belirlenmişçilik"tir. Kimile-
çekme yönteminden prezervatif kulla- )~n "özcülük karşıtlığı" diye de anılan bu
nımına dek değişik korunma yöntemleri anlayışın önde gelen savumıculan, cinsel
kullanarak vajinanın içine boşalmadan eylemlerin neliklerini enson anlamda ve-
gerçekleştirilen sevişme pratiklerindeki recek tarihüstü, kültüraşın, zamandışı
cinselliği de açıklayamamaktadır. Ayna., birtakım doğuştan gelme özler bulunma-
yine bu anlayışta elle doyum, cinsel fan- clığıru ileri sürerek, bu arkaik tasarımlar
teziler, kimi nesneler ya da eşyalar ile gi- doğrultusunda cinsel eylemleri tarumla-
rilen fetişist cinsel ilişki pratiklerinin de ma uğraşı içinde bulunan bütün çabala-
olduklan gibi açıklanmadan bırakılmaları rın sonuçsuz kalmaya mahkum oldukla-
söz konusudur. Kuşkusuz cinselliğe kar- nnı belirtmektedirler. Söz konusu yakla-
şı geliştirilmiş bu geleneksel anlayışın bu şımda, bedenin aynı bölgelerinde, aynı
denli çok konuyu açıklayamıyor olması­ organlarla gerçekleştirilen çeşitli eylemle-
nın başlıca nedenini, modern dönemde rin. kimi kültürlerde bütünüyle cinsellik
dolaşıma girmiş yeni cinsellik pratikleri bildirirken, kimi kültürlerdeyse cinsellik-
ile eskiden yaşanan tabular nedeniyle ye- le uzaktan yakından bir ilintileri bulun-
raluna inmek zorunda kalmış kimi cinsel madığına somut örnekler verilerek dik-
pratiklerin, adım adım, özellikle "cinsel kat çekilmektedir. Sözgelimi erkekler a-
de\•rim"i büyük ölçüde gerçekleştirmiş rasında yanak yanağa öpüşmek, Avrupa
füu toplumlarında yeryüzüne, hergünkü toplumlarında öpüşen kişiler anısında
dünyaya ya da gündelik yaşama çıkmayı cinsel ilişki olabileceğinedair ku~kuhır
başarmış olmalannda aramak gerekir. Bu doğururken, Türk toplumunda erkekler
bağlamda cinsel eylemleri cinsel kılanın arası yanak yanağd öpüşme içtenlikli bir
ne olduğunu açıklamak amacıyla gelişti­ selamlaşma olmaktan öte bir anlam ifade
rilen bir başka anlayış da cinsel eylemleri etmemektedir. Nitekim belli dokunmala-
neden oldukları cinsel haz doğrultusun­ nn ya da edimlerin cinsellik değergele­
da, yani alınan ya da verilen haz uyarınca rinin kaçınılmaz bir biçimde toplumdan
tanımlama eğilimindedir. Buna göre, her- topluma, çağdan çağ.ı, kültürden kültüre
hangi bir eylemin cinsel bir eylem olarak değişkenlik gösteriyor olması, toplumsal
görülebilmesi için o eylem yoluyla cinsel belirlenmişçilik anlayışırun gözünde cin-
haz veriliyor ya da alınıyor olması yeter- sel eylemlerin, dolayısıyla da cinselliğin
lidir. Eylemlerde içerilen cinselliği, salt evrensel ölçütler uyarınca belirlenmesi-
cinsel haz ölçütünü yerine getirip getir- nin olanaklı olmayışırun en temel göster-
mediklerine bakarak değerlendirmeyi sa- gesidir. Daha açık bir deyişle, cinsellik
vunan bu görüşe yöneltilen en önemli e- her zaman için tarihsel ve kültürel olarak
leştiri, aynı daha önceki anlayışlarda da yapılanan temel bir yaşam pratikleri ala-
olduğu üzere "karşıörnek" göstermek yo- mdır.· Bu temel gerçek karşısında cinsel-
luyla dillendirilmiştir. Bu noktada verilen lik üstüne düşünen bir felsefenin cinsel
karşıörnek, uzun yıllardır evli olan bir eylemler üzerinden giderek cinselliğe
çiftin herhangi bir haz almadan tekdü- yaklaşırken, her durumda toplum ege-
zeleşmiş bir biçimde otomatik olarak men cinsellik tanımlanna dayanarak iler-
gerçekleştirdikleri cinsel ilişkinin, çok kö- lemesi kendisinden kurtulamayacağı bir
tü bir cinsel ilişki olsa bile, hala cinsel bir zorunluluktur. XX. yüzyılda felsefede
ilişki olarak görülmek zorunda olduğu meydana gelen "dilsel dönemeç"in izdü-
gerçeğine dikkat çekmektedir. şümü çok geçmeden kendisini cinsellik
Bütün yaklaşımlar bir yana, cinsel ey- felsefesi alanında da göstermiştir. Yine
lemlerin hangi öncüller doğrultusunda bu bağlamda kimi araştırmacılar, sergile-
tarumlanacaklanna yönelik olarak gelişti­ dikleri genel yaklaşımlar bakımından
rilmiş en etkili anlayış hiç kuşkusuz toplumsal belirlenmişçiliği benimsemiş
293 Cioran, Emil Michel

olmakla birlikte, bir bütün olarak cinsel- sürdürmesi gibi çok temel bir siyasal a-
liğe baştan sona dilci bir bakış açısından mııca da hizmet ediyordur. Açıkça gö-
yakhışmanın ne gibi içerimleri ohıbilece­ riildüğü gibi, Atkinson cinselliğe yakla-
ğini soruştunnaktadırlar. Bu yaklaşım şımında türün sürdürümü olamk: bilinen
doğrultusunda cinselliği anlamaya çalı­ temel doğa yasasını siyasal düzenin sür-
şanlann en çok üstünde durduklan ko- dürümü olarak değerlendirmektedir.
nu, dilin cinsel eylemleri ne ölçülerde Ci11.rrlliğin Tarihi başlıklı çalışmasında
belirlediğidir. Bu noktada Kıicoly Maria Fransız post-yaptsalcı düşünür Michcl
Bcnkert'in daha 1869 yıhnda dile getirdi- Foucault ise eşcinscllikten evliliğe,
fahi-
ği "eşcinsdlik sözcüğü dolaşıma girmez- şelikten çokeşliliğe çeşitli cinsellik pra-
den önce eşcinsellik diye bir cinsel pratik tiklerinin soykütüklerini çıkararak tarihte
şöyle ya da böyle varolmuyordu" sözü izlerini sürmüş, şeyleri her durumda söz-
sıkça alıntılanarak, söz konusu sözde a- cükler kullanmak yoluyla y~ttığımız dü-
çığa vurulan temel gerçek bütün bir cin- şüncesinden hareketle cinselliğin tarihi-
sel eylemler alanına taşınarak genelleşti­ nin gerçekte cinsellik üzerine tarih bo-
rilmektedir. Günümüzün önemli cinsel- yunca kurulmuş söylemlerin toplamından
lik felsefecilerinden Adrienne Rich, bir başka bir şey olmadığına dikkat çekmiş­
adım daha ileri giderek hcteroseksüdli- tir. Buna göre çeşitli cinsellik söylemle-
gin dahi "insan yapımı" bir kurum oldu- rinde "anormal" ile "normal" cinsel dav-
ğuna pannak basarak, bu anlamda cinsel ranışlar olarak .belirlenen pek çok cinsel
pratiklerin hemen biitününün dilde oy- qlemin bilgisine iktidarın cinselliği de-
nanan oyunlann ürünleri olduklarını, bu- netim altında tutmak amacıyla başvur­
nun ötesinde cinsellik için evrensel bir duğunu, modem cinsellik söylemindeysc
tloğa aramanın boşuna olduğu sonucuna bu işlevi yerine getiren temel söylem bi-
varmaktadır. Bu bağlamda, başta Iriga- çiminin ruhbilim olduğunu . belirterek,
my, Cixous ve Kristeva olmak üzere ki- cinsellik felsefesi üzerine çok önemli
mi feminist felsefeciler, daha da aşın uç açılımlan olan bir kınlmanın oluşumuna
ıı;örüş benimseyerek Platon'dan bu yana öncülük etmiştir. Bu anlamda Foucault,
llaulı dillerin hep eril egemen diller ol- yerleşik cinsellik söylemlerinde hep vur-
Juklan saptamasından hareketle, hetcro- gulandığı gibi mastürbasyon saplantısı (o-
ıocksüelliğin özünde dişil olanı eril bir nanizm), röntgencilik ya da nemfomanya
cinsellik dünyasında tutup denetlemek (erkeğedoymazlık) gibi öteden beri sap-
aclına kadınlara dayatılmış eril bir konum kın olduğu düşünülmüş değişik cinsel ey-
olduğunu ileri sürmektedirler. Öte yanda lem biçimlerinin geıçek anlamda ubbi
Ti-<.irace Atkinson, cinsellik konusuna yardım gerektiren karakter bozuklukları
bütünüyle siyasal bir bakış açısından yak- ya da patolojileri olmadığını, bunların
laşmaıun gereğini temellendirirken açık­ her zaman için söylemin iktidar rejimle-
çıı başka bir düşünsel çizgiden yürü- rince yapılandırılmış denetleme amaçlı dü-
mektedir. Atkinson'a göre, cinsellik hep zenekler olarak görülmeleri gerektiğini sa-
belli bir siyasal düzenin içinde oluşturu­ vunmaktadır. Aynca bkz. Foucault, Mic-
lıııı bütünüyle siyasal bir kurumdur, bu hel; Cixauı, HCli:nc; Irigaray, Luce;
ıırıhıın.la da cinsel rejimler ile siyasal rc- Xristeva, Julia.
jımlc:r arasında son derece yakın bir iliŞki
5'i:1. konusudur. Bu açıdan bakıldığında, Cioran, Emil Michelt (1911-1995) Fel-
inıııınlar değişik cinsel ilifkilere girerler- sefece düşünmenin tarihinde "doğmuş
ken sanıldığı gibi doğalarından gelen dür- olmanın sakıncası"nı en iyi dillendiren,
tülerini doyuma kavuşturuyor olmaktan varoluşçu yoksayıalığın rakipsiz ve bir o
çok, asbnda nüfusun belli bir düzeyde kadar da acımasız savunucusu Rumen
kıılmasını sağlayarak devletin varlığını düşünür ve ahlakçı.
Cioran, Emil Michel 294

Fransızca kaleme aldığı ilk yapıu olan zehirlemesini, bizde yarattığı esrimeyi ya
Çiirii111enin Kitabt'nda (Precis de decom- d,ı sarhoşluğu yalnızca uğursuz ya7.gımı­
position, 1949) Cioran, pek çoğumuzun zın bir ürpertisi olarak değerlendirir. Her
yaşamlarımızı sorunsuz kılacağını öngör- yaşaııun doğum ile ölüm arasında vuku
düğümüz her şeyin üstünde bulunan bir bulan yararsız bir uyarıcı olduğunu dil-
kesinlik arayışıyla bu yaşanılan boş yere lendirerek yaşaııun anlamsızlığını
ve
geçirdiğimizi belirterek, yaşamın hiçbir boşluğunu bize tanıtlamaya çalışır.
Cio-
anlaııu olmadığını, dolayısıyla da bu tür ran sorgulayıa bir zihnin er ya da geç,
bir kesinlik alanına ulaşmanın söz konu- öyle ya da böyle insanı huzura çıkaracağı
su olmadığını üstüne basa basa haykır­ beklentisinin hiçbir temdi olmadığını
maktadır. Cioran'a göre yaşamın herhan- kesinleyip altını oyduktan sonra, ancak
gi bir anlamı olmadığını, hiçbir şeyin de sığ dünyalarda yanılsamalar içinde yaşa­
ona bir anlam katamayacağını bilmek ya yanların kendilerine aa vermeden yaşa­
da bu farkındalığa ulaşmak bir insanın yabilir olduldannın altını koyultarak çiz-
yaşaııu boyunca başına gelebilecek en mektedir.
anlamlı şeydir. Cioran uygarlıkların, fel- Cioran tam bir dizge düşmanıdır; diz-
sefelerin, dinlerin, kültürlerin tarihinde gecilik karşıtlığının en uç adlarından bi-
doğruluk adına ortaya çıkmış ne varsa, ridir. Aristoteles, Thomas Aquinas ve
hepsinin de bu kaçınılmaz gerçeğin üs- Hegel'i düşünce tarihinin gelmiş geçmiş
tünü örtmekten, dikkatimizi bu gerçek- en büyük zorbaları olarak ilan eder. Öte
ten b•ışka yönlere çekmekten başka bir yandan tıpkı kendi gibi özdeyişlerle, ke-
amaç gütmediklerine parmak basmakta- sik kesik "çekiçle felsefe yapan,. Lich-
dır. tenberg, Schopenhauer, Kierkegaard ve
Schopenhauer'a atfen Cioran, varolu- Nietzsche adlannı ve tüm "lanetlenmiş"
şumuzun "hasta", "utanç verici" ve "la- yazarları saygıyla anar. Çağımızın bu "u-
netlenmiş" olduğunun farkındalığından yumaz" adamı, "uykusuzluğun tannsı"
hiçbir zaman kurtulamayacağıııuzı, bu- umutsuzluk ile intihar düşüncesinden
nun bize verdiği "azap" duygusundan beslenen özgün bir metafızik kurmuştur
kaçamayacağımızı vurgular: "Hiçbir ko- kendisine.
şulda Nirvana yoktur." Bizim o araş­ Cioran'ın düşüncesinde "hınç" kav-
tırma ddisi, sorgulayıa zihinlerimiz bize ramının ayn bir yeri ve önemi vardır.
ne rahat verir ne de huzur; bu yaşamın Gerek felsefenin gerekse sanattn güdiile-
bize sunup sunabileceği tek şey, kokuş­ yicisinin, itici gücünün hınç olduğunu
muş bir yüzeysellik ile yanılsamalarla do- vurgular; bunların üstesinden hınçsız ge-
lu, elimize yüzümüze bulaştırmaya yaz- linemeyeceğini savunur. Cioran'ın kendi
gılı olduğumuz bir kaçış olanağıdır. hınandan en büyük payı ise Tann alır.
Camus'ye atfen Cioran, kendimize Koyu dindar bir aileden gelen Cioran'ın
boş yere işkence etmemizin anlamsızlı­ Tann'yla hesaplaşması yaşamının sonuna
ğını dile getirerek, hepimizin zaman yi- dek sürmüştür. Elindeki tüm olanaklara
tirmeksizin yaşamın saçmalığıyla en tu- karşın bizi böylesine yetersiz, eksik ve
tarlı ilişkiye geçme biçimi olan intiharla anlamsız yaratmasından ötürü Tann'ya
yüzleşmemiz gerektiğini savunmaktadır. olan kızgınlığı hiç dinmeyecektir. Üstelik
Yaşamlarımızın saçmalığıyla başa çıkma­ Tann tüm bunlar yetmiyormuş gibi ba-
nın biricik tutarlı yolu olarak intihar et- şımıza bir de hiçbir insanın kaçamayaca-
memiz aslında kaçınılmazdır. Oysa ki biz ğı "saltıklık arayışı"nı musa11at etmiştir.
aptalca bir biçimde bu saçmalığın üstünü Cioran işte tam da bu noktada sesini
örtmeyi yeğleriz: yadsıyarak, unutarak, ka- yükselterek insanın, özellikle de uygar
çarak, görmezden gelerek. .. insanın yazgısının düğümlenişinden söz
Sartre'a atfen Cioran, özgürlüğün bizi açar; insan yaşamının trajik boyutu da
295 CMtasSolis

buıada aralanu ve bir daha asla kapan- dığı. hemen her şeyin özünü banndıran
maz: 1t111J# yetersiz, eksik ve anlamdan Uİllllll~ DonıAıJ.mJa (Pe Culmile
yoksun olduğunu bilmesine lwşın ken- Dispeı:arii, 1934), FrarıstZca'ya çevrilme-
disine anlam katmak adına tam ve yetkin yen tek yapıtı A/Jamf"6 Kitabı (Cartca
olmaya çalışan bir ahmak, alttan alta kö- Amagirilor, 1936), GÖZJtlllan ,,, Azizler
tülük için yanıp tutuştuğunu duyumsa- (Lıcrimi si sfinti, 1937), Dii/iit1akrit1 Akı­
masına karşın kendisinin "iyilik" için ya- t:aleArat1bl/ (Amurgul Gandurilor, 1940)
ratıldığını, en azından "iyi"yc doğru yol ile Mağlfiplant1 Kitabı (Indreptar Patimus,
alması gerektiğini düşünen bir ileiyiizlii; 1944); Fransızca'da ise Hiizjifl Kg111/an/
hiçbir koşulda "özgüdük''e ulaşamaya­ B11nıül!. (Syllogismes de l'amertumc,
cağını bile bile -hemen her zaman altın­ 1952), V 1110ima Elfimi (Lı Tentation d'
da ezildiği ve ezilmeye yazgılı olduğu­ existcr, 1956), Tarih"' ÜIDJ!Ja (Histoitc
bir "saluk özgürlük"tür tutturmuş giden et Utopic, 1%0), z-Ja Dii/ii/ (La C-
bir /ll(hfr, olmıalttalığıoın ya da yaşamak­ hutc dans le tcmps, 1964), Kilii T"""
talığının biricik ereğinin "güçsüzlük is- (Mauvais DCmiurgc, 1969), Do/pll/ OJ.
tenci" olduğunu göremeyip kendisini a- manm Sahttt1111 (De l'inconvı:nicnt d'etre
yakta tutacağını sandığı "güç istcnci"ne nC, 1973), Gma Dİİ/İİfla ÜZ!'İfl' Bir Dı­
sanlan bir f"".nitdir· Nitekim filozofun """' (De Essai sur la peıısCc reactinnai-
yaşam karşısındaki umarsızlığını dillen- re, 1977), 1ıma (EcartClcınent, 1979),
dirdiği bir özdcyifinde de şöyle der: lUgraflbl!. Dl!Jlllll A/qlmlllllan (Exccrci-
"Dünyayla tutuştuğu kavgada filozof he- ccs D'Admiration, 1986) ile 1tirafoır 111 A-
men her zaman bir sıska, bit raşitiktir; fanız."6 (Aveux et Anathemes, 1987).
biyolojik bakımdan düşüklüğünü duyum- t Bu madde Cioıan'ın anısuıa "umutsu2hı.ğun ve
sadığı. ve bunun acısını çektiği ölçüde uykusuzluiwıdoruldaandaq yuılmıfllr. (s. e. u.)

mtlefir."
Cioran'a göre bir insanın ba'1fia ge- circulus vitiosus (Lıt.) Fclscfede, özel-
lebilecek en kötü şey "doğmuş olmak" likle de mantıkta, "kısırdöngü"yü, "dön-
tır; gerisiyse boştur. Bir kez doğduktan güsel akılyürütme"yi betimlemek için
sonra ölüme doğru yol alıyor olmamızın kullanılan Latince dcyif; çıkarsanacak so-
hiçbir öiıemi yoktur. İnsan doğduğu an- nucun öncüllcrde zaten içerildiği ya da
dan itibaren her şeyini yitirmiştir. Yaşa­ tanıtlanacak sonucun baştan doğru kabul
maksa sonucu belli olan bit savaşı sür- edildiği uslamlama biçimi Aynca bkz.
dürmekten, yenilgiye yngılı olduğumuz ~dtio principii
bir karmaşanın içinde bulunmaktan iba-
rettir. CivitsB Soli•~..at.) İtalyan düşünürTom­
Tann'ya karşı tüm serzenişlerine kar- maso Campanclla'nın ütopyacı yapıtı Gii-
şın Tann yine de onu ödiillcnditdi: Oo- "'I Ü/Mn'nin (Lı Citta del Sole, 1602)
rarı yaşamının sonlarına doğru "hasta- Latince olan özgün adı.
lıklann en güzeli" Alzheimer'e yakalandı Platon'un D111/efi. ve Thomas More'
ve içini kemiren her şeyi unuttu: Yaşamı un Ü~'sıyla aynı çizgide yer alan Gii-
boyunca peşinden koştuğu "güçsüzlük "'I Ü/Msi, Campanclla'nın günün birinde
istcnci"ne arak kavuşmuş gibiydi. gcrçcldcJCCCğiı düşündüğü, insanlann
İnsanlığın çürüyüşünün ve dünyanın bitarada yaşayarak mutluluğu paylaşacağı
kokuşmuşluğunun tarihçisi; yaşamda tu- filozofça bir devlet tasarısıdır. Campa-
tunacak dalı olmayanların, yersiz yurt- nclla'nın Güneş Ulkesi Hiiıt Okyanusu'
suzlann sözcüsü; XX. yüzyılın önde ge- ndaki Topraban adasında (Seylan) ku-
len "insandankaçan"ı / "insanscvmez"i / rulmuştur. Ülke halkalar halinde yedi
"tannkowcu"su Ooran'ın başlıca yapıt­ bölgeye ayrılmış ve her bir bölgeye bir
ları şunlardır: Rumencc'dc sonradan yaz- gezegenin adı verilmiştir. Bu topraklarda
Cixous, HClenc 2%

felsefe, bilim ve dine eşit ölçüde önem onlan birarada büyütür, eğitir ve iyi birer
verilmiş; toplum yaşamı buna göre dü- vatandaş olmaları için elinden geleni ya.-
zenlenmiştir. Ülkenin başında, aynı za- par. Kuşkusuz bu kadar ayrıntılı düzen-
manda !>aşrahiplik görevini de üstlenen lenmiş bir toplumsal yapıda aksaklıklara
ve Hoh denilen ülkenin en bilge kişisi, ya da kusurlu davranışlar>d yer bırakma­
bi!Jiilt. metaflzjkp vardır. Seçimle işbaşına mak için Güneş Ülkesi'nde katı bir ceza
gelen bu önder, koltuğunu bilgeliğinin hukuku da işbaşındadır. Aynca bkz. Cam-
gücüyle kazanmıştır. Ölmeden önce kol- panclla, Tommaso; ütopya(cılık ).
tuğunu bir başkasına bırakması için on-
dan daha yetkin birinin, daha bilge bir Cixous, Helene (1937) Dişil yazının en
filozofun yetişmiş olması gerekmektedir. ateşli savunucularından Cezayir asıllı F-
Hem siyasal hem dinsel erki elinde tu- ransız feminist şair, yazar ve felsefeci.
ran, böylelikle de bir yandan dünya işle­ Cixous kendisini öncelikle bir şair ve dü-
rini bir yandan da öbürdünya işlerini şünür olarak görme cğiliıniı:ıde olsa da,
düzenleyip yürüten Hoh'un kendi seçtiği gerek 1974'te Paris Vlll. Üniversitesi'n-
üç büyük yardımcısı vardır: "Güç Baka- de Fr.msa'run önde gelen birkaç Kadın
nı" diyebileceğimiz Po11 askerlik ve savaş Çalışmaları Merkezi'nden birini kurmuş
gibi güce dayalı işleri yönetir. "Akıl ya da olmasıyla, gerekse dünyanın dört bir ya-
Bilgelik Bakanı" diyebileceğimiz Sit1 bi- nından gelen öğrencilere ve katılımcılara
lim, din, eğitim ve sanat gibi bilgiye da- vermiş olduğu seminerlerle eylemci dü-
yalı işleri yönetir. Başlıca görevi kusur- şünür yönünü açıkça ortaya koyar.
suz bir nesil yetiştirmek adına uygun Cixous'un ister yazınsal ister felsefi
çiftleri seçmek ohın "Aşk ya da Sevgi olsun bütün çalışmaları metafiziksel ka-
Bakanı" diyebileceğimiz Alor ise sağlıklı palılığın ve bu kapalı oluşun getirdiği bas-
üreme için cinsel ilişkileri düzenler. kıcı kavramsal ve sözdizimsel yapının bi-
Güneş Ülkesi'nde devletin devamlılı­ rer eleştirisidir. Ele aldığı konuların çok
ğını sağlamak adına mal mülk ortaklığı çeşitli olmasının getirdiği yorumlar bol-
uygulanır: özel mülkiyet kaldınlrnıştır; her luğu ve yazılar çeşitliliği içerme, dışlama
şey devlete aittir. Bu ülkenin yurttaşları ve olumsuzlamaya dayanan bütünleştirici
hep birlikte üretip hep birlikte tüketirler. dizgeleri bozar. Nitekim Cixous'un çalış­
Campanella'ya göre herkesin tek bir a- malarında karşıtlıklara ve hiyerarşiye (sı­
maç için, topluma y.ı.rarlı olmak için ça- radüzene) dayalı ikici düşünme biçimle-
lıştığı; dayanışma bilincinin kişisel çıkar­ rini yıkma çabası ile bedene yönelik dişil
ları silip süpürdüğü bir devlette, üretimin yazı uygulamaLırına verilen önem hep
tamamı için her bir vatandaşın günde 4 ön plandadır. Oteki'nin ruhsal "titreşim­
saat çalışması yeterli olacaktır. Böylelikle lerine" ilişkin keskin algıları Cixous 'u
insanlar kendilerini istedikleri yönde ge- mükemmel bir okuyucu ve eleştirmen
liştirme im!cinı bulabilecek ve daha mut- kılmıştır. Cixous'a göre, "erkek" olarak
lu bir yaşam süreceklerdir. Buna karşın tanımlanan öznenin eleştirisi ruhçözüm-
Güneş Ülkesi'nde tembellik en büyük lernenin konusudur. Ancak Cixous ruh-
suçlardan biridir ve cinsel birleşmeden çözümlemeyi, ruhçözümsel "doğrular"ın
men edilmeyle cczalandınlır. Güneş Ül- açık uçlu, kişisel anlatılar adına reddedil-
kesi'nde aile kurumu da yoktur: yetkilile- diği yoğun bir yapısöküme uğratmıştır.
rin uygun gördüğü kadınlarla erkekler Cixous'un 1960'1arın sonlarındaki ve
evlenmeksiZin birbirleriyle birleşir. Do- 19701erin başlarındaki öncü yazılan, öz-
ğan çocuklar toplumun ortak çocuklan- neyi bundan böyle buyurgan ve özerk
dır; ana babalarının kim olduğunu bil- olarak değil de diğer metinsel ya da yaşa­
mezler. Devlet onların yetişmeleri için yan öznelerle ya da seslerle diyalog i-
gerekli ortamı yaratmakla yükümlüdür; çinde kavramamız gerektiğini bize yetkin
297 Cixous, Helene

bir biçimde gösterir. Bu özne kavrayışın­ oluşur. Nitekim, Cixous da bedenin asla
da, özne kendisini inşa eder ya da çeşitli kab-d bir verilen olmayıp daima kodlan-
metinler ile tarihin kesişim noktalarında mış olduğunu savunur; özcülüğün o yer-
et.kin bir şekilde "doğar" ve "yeniden siz suçlamalarını tek tek elinden alır.
doğar". Bu kavramlaşumıanın felsefi te- "Ben" birden fazladır, çünkü sürekli ö-
meli Hegel'in ve onun efendi-köle ilişki­ tekilerle diyalog içindedir ve kimlik dı­
sine dair açıklamasında örneklenen di- şardan dayatılır. Cixous hüküm süren kül-
yalektik akılyürütme geleneğinin eleştiri­ türel düzen tarafından dayatılan durağan
sidir. cinsel kimliklerin dengesini bozar. Cix-
Ci.xous, Catherine Clement ile ortak ous'a göre yazı düzeni, özellikle kültürel
çalışması Ytttidm Doğan K4d11l da (La Jeu- çarkın dayattığı durağan cinsel kimlikleri
ne Nee, 1975) toplumu doğa/kültür, ko- yeniden üretmek zorunda değildir. Bu
nuşma/yazı ve erkek/kadın gibi hiyerar- nedenle Cixous ikili-cinsiyeti somutlaştı­
şik olarak biçimlenmiş karşıtlıklar aracı­ ran, kadının çıkarlarını gözeten bir yazı
lığıyla düzenleyen simgesel pratikleri "ya- biçiminin üretilebileceğini savunur ve kül-
pısökümcü" bir okuma yordamıyla eleş­ türeli yeniden biçimlendiren yazma edi-
tirir. Tıpkı Derrida gibi karşıtlıklarda yer minin kadın için özel bir önemi oldu-
ahın terimlerden birinin daima diğerine ğuna inanır.
göre daha üstün tutulduğunu belirten Cixous'un dişil yazı girişiminde fel-
Ci.xous, bu karşıtlıkları erkek ile kadın sefe, ruhçözümlemeyle olduğu kadar in-
;ırasındaki karşıtlıklarla ilişkilendirir. Cix- sanbilirnle de kesişir. Bataille'ın Mauss'
ous bu diyalektik yapıların öznelliğin bi- un klasik makalesi "Armağan"a ("Essai
çimlenişi, dolayısıyla da cinsel ayrım üze- sur le don" /''The Gift'', 1925) ilişkin
rinde baskı kurduğunu göstermek için okuması, Cixous'u Batının muhafaza et-
Hegel'in efendi-köle ilişkisini kullanır. E- me ve biriktirme anlayışından çok farklı
fendi-köle ilişkisinde öznenin bir başkası mübadele biçimlerini uygulayan kiiltür-
tarafından tanınmaya gereksinimi vardır. leri araması için önayak olur. Bu da Cix-
Özne bu tanımayı bir gözdağı olarak de- ous'u suç ve borç duygularının nüfuz
neyimler; öteki baskı altına alınır. Kadın­ ettiği sınırlan koyuca çizilmi_ş erkek eko-
erkek ilişkisinde ise, kadın kimliğinin nomisi tarafından koşullandırılmamış al-
oluşumu ve farkedilişi bakımından gele- ma ve verme biçimlerini bulmaya yönel-
neksel olarak daima öteki diye temsil tir. Cixous kadınların, toplumdaki marji-
C'dildiğinden, bu kimliğe sürekli bir göz- nal statülerinden ötiirii, "armağan sana-
dağı verilmesi durumu yaşanır. Dolayı­ u"nı iğdiş edilme senaryoları tarafından
sıyla Cixous'a göre, cinsel ayrım, ayrın1 kuşatılan erkeklerden çok daha fazla icra
ile ötekiliğin bastınlma yoluyla hoş gö- ettiklerini ileri sürer. Eril vtrme dolaysız
rüldüğü bir iktidar yapısına kapatılmak­ bir geri dönüşün kesinliğine dayanır, bu-
tadır. na karşı dip/ vtrmt için Ci.xous hiç bir geri
Derrida "yazı" ve "kadın" terimleri- dönüşe konu olmaksızın enerji dağıtan
nin metafiziğindeki eşzaınanlı dışlama­ güneş ışınlan örneğini kullanır: Güneş
nın Cixous'un üretken ama tartışmalı daima almadan verir. Vermeye ilişkin bu
ifadesi "dişil yazı"yı (imtım .ftmiııine) ya- bambaşka ilişki dişil yazma pratiğinin
ratmasını olanaklı laldığını ileri sürer. ayırt edici bir özelliğidir. Cixous 'a göre
Hiç de özgün olmayan bir anlamda ka- dişil yazı durağan, değişmez kimlik u-
dın yazını olarak da okunan "dişil yazı" lamlarının güvenirliğini reddetmek, üste-
ırrirni başka düşünürlerce yer yer bilinç lik çoksesli ve değişik özneler yaratmak-
yükselcmek için de kullarulmışar. Oysa tan korkmamak anlanuna gelir. Dolayı­
l>erridacı anlamda yazı daima (bilinçsiz) sıyla "dişil yazı"nın kendisi içerik ve bi-
bir ~ahneyle ilişkilidir ve onun içinde çim düzeyinde verme sanatında örnek-
cogito ergo sum 298

!enir. Cixous'un metinleri "verme sana- kendimizin varolmadığını düşünemiyo­


u"nı bir anlam fazlalığı araalığıyla ör- ruz. Çünkü varız ki düşünüyoruz. Bizim
neklendirir. Bu anlam fazlalığında "dişil'" için, düşüncelerini bir sıra içinde yön-
sabit bir özniteliğe değil, dişilin başka sı­ lendiren ve yöneten biri için, vanlacak
fatlarla değiştirilebileceği diğer mübadele ilk doğru bu olsa gerektir" (l. Bölüm, 7.
biçimlerine geçiş adımını göstermeye hiz- İlke).
met eder. Aynca bkz. erdişilik. Descartes'ın metafıziğinin enine bo-
yuna serimlendiği 1641 tarihli ünlü yapıtı
cogito ergo sum (Lat.) Yeniçağ felsefe- ilk Felsefe Üstiine Derindiişiit1111ekt'de ise '1J·
sinin kurucusu sayılan Descartes'ın bü- gito t'lfJ JHlll doğrudan geçmez. Ancak
tün düşüncelerini üzerine inşa ettiği te- Descartes burada da kişinin kendi özvar-
mel önermesi; bütün bir felsefesini yön- lığının bilincine varmasının bilgiye giden
lendiren ilk ilkesi; bilgi dizgesinin baş­ yolda ilk b-.ısamak olması gerektiğinin al-
langıç noktası: "Düşünüyorum, demek tını çizer: "Kesin olan tek şey var. bir şe­
ki varım." _ yin doğruluğundan kuşku duymak. .. Kuş­
Descartes, bu tümceyi ilk kez Fran- ku duymak düşünmektir; öyleyse düşün­
sızca olarak kaleme aldığı 'l'öttte111 Üılİİ1Je mekte olduğum su götürmez. Düşün­
KonH/llltlnın (1637) dördüncü bölümün- mekse var olrnakur; öyleyse var oldu-
de kullannuştır: "Je pense, done je suis." ğum da su götürmez. İşte bilgim: Bm vıı·
Descartes her şeyin yanlış olduğunu, her nm. Şimdi bütün öteki bilgileri bu sağ­
şeyin doğruluğundan şüphe edilebilece- lam bilgi(m)den çıkarmalıyım."
ğini düşünmeyi denediği sırada bir şeyin İşte Descartes'ı yeniçağ felsefesinin
farkına vardığını belirtir. Bu şey, bunları kurucusu yapan da bu yöntemdir: Öz-
düşünen biri olarak kendisinin bi~ şey nenin kendi bilincine varıp kendi varolu·
olması gerekliliğidir. Descartes her şey­ şunu dolaysız bir biçimde kavramasını
den kuşkulanabilcceğini ama kuşku duy- dile getiren rogıio l'1fJ JHm, varlıktan değil
makta olduğundan kuşku duyamayac:ı­ de ben'den kalkan, özneden hareket eden
ğıru; kuşkulanan bir özneden, bçn'den yeni bir düşünme yolunun, modern fel-
kuşkuya düşemeyeceğini görür. Bundan sefenin çıkış noktası olmuştur. Aynca
böyle vardığı bu sonucu; "Düşünüyo­ bkz. Descanes, Rene.
rum, demek ki varım" hakikatini, aşın
kuşkucuların bile yadsıyamayacağı. ölçü- Cohen, Heımann (1842-1918) XX:.
de "açık ve seçik bir biçimde doğru ol- yüzyıl Yahudi düşüncesi üzerinde ö-
duğunu" düşünerek, uzun süredir ardına nemli etkileri olmuş, Yeni Kantçılığın
düştüğü felsefenin ilk ilkesi olarak ilan Marburg Okulu diye bilinen kolunun ku-
eder. Descartes uyguladığı bu yöntemle rucusu olan düşünür. 1865'te doktora de-
kuşkucuları kendi silahlarıyla (yöntemsel recesini alan Cohen, söylenbilgisi, fel-
kuşkuyla) alt ettiğini düşünmektedir. sefe, özellikle de etik ile estetik konula-
"Düşünüyorum, demek ki varım" rında çalışmalar yayımladı. Giderek daha
tümcesi, Dese artes 'ın Latince yazdığı çok Kant'ın görüşlerinin etkisinde kalan
Felsefenin 11/uleri (1644) adlı eserinde de düşünürün 1871 'de Kanlı Theorie Mr Er-
sık sık görünür. Bu kitapta mgito ergo JHlll Jahn1t1g (Karİt'ın Deneyim Kuraıru) adlı
felsefeyle adamakıllı uğraşacak herkesin kitabı basıldı; ardından Marburg Üniver-
yapacağı ilk ve en önemli keşif olarak sitcsi'nde doçent oldu. Daha sonra Kants
betimlenir: "Kendilerinden en ufak bir begriindHng der Ethik ttebıt ihmı AnwendHtt-
kuşku duyduğumuz her şeyi yanlış sa- gen at1J Reı:ht, Religiott 11t1d Gudıichte (Kant
yarken, ne Tanrı ne gök ne de yerin var Etiğinin Temellendirilmesi ile Hukuk,
olmadığını, bedenimizin de bulunmadı­ Din ve Tarih Alanlarına Uygulanması,
ğını kolaylıkla düşünüyoruz. Gelgelelim l 8 77) ve Das Prinzjp du lnfinıieıima/.
299 Cohen, Hermann

111tlh0Jı (Sonsuz Küçüklükler Yöntemi ınıştır.


Olguculuk ve maddecilik akımla­
İlkesi, 1883) yayımlandı. Cohen'in ol- nna karşı çıkan
Cohen ise, hem onun
gunluk dönemi çalışmalan [Felstft DiZf,t.rİ etik sonuçlanndan hem de bilimsel dü-
(1902-1912) genel başlığı altında topla- şüncenin gerçek temelinin onda olduğu­
nan iiç kitap: An Bilginiıı Milflhğl (l 902); na inanma.~ından ötürü idealizmi savun-
An f1ıe11ti11 Eli/) (l 904); A11 D1!JgtmN11 muştur.

Eııeıij (1912)), Kant'ın "üç cleştirisi"yle Mantıkla ilgili görüş!Crini System Jer
uyum içindedir, ancak Cohen buna ruh- PhiltMophie, Erster Ttil: Lotik tler rtİlıen Er-
bilim konusunu ele alan dördüncü bir e- kmnmis (Felsefe Dizges~ Birinci Kesim:
leştiri kitabı ekleme}ri hedefler. Böylelikle An Bilginin Mantığı, 1902) adlı çalışma­
de geniş ölçüde Platon, Descaru:s, Lei- sında ortaya koyan Cohen, aşkınsal fel-
bniz ve Kant çizgisini izleyen bir "eleşti­ sefeyi Kant'tan oldukça farklı bir biçim-
rel idealizm" kurmayı amaçlar. de kurar. Duyular ile duyulur olanın ve
1919 tarihli Die Rıigiım Jır Vtmmtji düşüncenin apriori biçimlerinden başla­
11111 Jm QNtHm Jtr JNJmJtmıı (Yahudiliğin mak yerine "basılı kitaplarda" bulunan
Kaynaklarından Doğan Akıl Dinı) adlı bilimden yola çıkan Cohen, bilgiyi ma-
çalışması geniş ölçüde Yahudi din felse- ırmatik ilkeler üzerine kurmak ister. O-
fesinin canlanışını başlatan yapıt olarak na göre bilgi deneyimin değil, saf düşün­
sayılır. Cohen'in Yahudilik felsefesi ay- cenin ürünüdür. Bilginin açığa çıkardığı
nlmazcasına onun genel felsefi duru- "varlık" bizim eğretilemeli olarak doğa­
şuyla bağlantılıdır. Ancak, mantık, etik, nın yasalan adını verdiğimiz matematik-
estetik, ruhbilim konulanna yoğıınlaşan sel soyutlamalarda verilidir yalnızca. Co-
eleştirel-idealist dizgesi içinde bir din fel- hcn'in manıık anlayışında kategori ve
sefesi banndınnaz. Öte yandan Proırs­ yargıya varma dizgesi, Kant'ın çabaları­
tan Marburg Okulu, genellikle Cohen'in nın aksine, açık uçludur.
Yahudi felsefesini, insanın varlığına yö- Kant'tan ayrıldığı bu nokta dışında Co-
nelik felsefi sorunlar karşısında ve insan hen dogmatik bir önyargı saydığı "ken-
kültürü içinde dinin rolünü belirlemesi dinde şey" kavramını da kullanmaktan
konusunda yetersiz görürken, Yahudi kaçınarak, bilen özneyi bir "kültürel bi-
düşüncesine daha varoluşçu bir biçimde linç birliği" sayar; her kültürün farklı yö-
yaklaşanlar ise Cohen'in kendine özgü nelimlerinin altında yatan birliği keşfet­
bir dizgeye bağlanmasını felsefi idealiz- mek ise bu düşünürün en önemli amaa-
min sınırlarından cesur bir kopuş olarak dır.
değerlendirirler. Cohen'in geıçekliği kavrarken izlediği
Cohen, Yahudilerin insanlık kültürü- maddecilik ve belirlenimcilik karşıtlığına
ne katlalannı, en genel anlamda tarihsel dayanan yöntemi en çok etik alanında
özgüllükleri etik evrensellikle birleştiren kendisini . gösterir. Etik görüşlerini de
bir dinin geliştirilmesi olarak saptar. Bu . İnantığa benzer biçimde oluşturan Co-
akıl dininin özünde Tann düşüncesi ile hen, insan varlığı üzerine bir öğreti say-
insan vulığırun birbirinden bağımsız o- dığı etiği, felsefesinin merkezine yerleşti­
luşları düşüncesi vardır. · rir. Etik, insan davranışının ürünleriyle
XIX yüzyılda benzeri görülmemiş ilgilenen tüm çalışma alanlan (özellikle de
bilimsel yeniliklerin etkisiyle Alman ide- insan bilimlen) için temel oluşturur. İn­
alizminin çöküşü hızlanmıştır. İnsan bey- san bilimlerinin temel bilimlere duyduk-
ninin işleyişine yönelik deneysel araştır­ lan korkuyla kanşık hayranlık, bu bilim-
malar, düşüncenin doğasını inceleyen lerin insanı çoğunlukla saf bir biyolojik
ıliişiinscl araştırmaların önünü kesmiş; varlık olarak değerlendinncsinc yol aç-
pek çok felsefe bölümünde geleneksel mıştır. Oysa ki insan bilimlerinin asıl ge-
felRefenin yerini deneysel ruhbilim al- reksinim duyduğıı "insan varlığı" etik bir
coincidentia oppositorınn 300

varlıkrır; etikse insan bilimlerinin pozitif felsefe sorunlarının bütününün olum-


mantığıdır. Aynca bkz. Marburg Oku- suzlanarak felsefenin soyut önermeler
lu; Yahudi felsefesi; Yeni Kantçılık. peşinde koşan bir disiplin olmaktan çı­
kanlması düşüncesine yönelmesine se-
coinciderıtüı oppositonım (Lat.) Rö- bep olmuştur. Nitekim Collinı.,rwood'un
nesans felsefesinin Alman düşünürü Ni- temel düşüncesine göre bir önermenin
colaus Cusanus'un (Kuesli Nikolaus) yanıtladığı öngörülen pratik soru ya da
"karştdann bağdaşımı" ya da "karşıdann sorunların ne olduj:,ıunu bilene dek, söz
birleşimi" anlamında kullandığı terim. konusu önennenin tam olarak ne anla-
Eriugena'nın (ykl. 810-877) "karşıda­ ma geldiğini bilmek olanaklı değildir. Bu
nn karşıtı" (oppositio oppositonım) olarak bağlamda dil kullanıcılarının yaşam bağ­
Tann düşüncesinden esinlenen Nicolaus lamı içindeki kanlı canlı etkinlikleri üze-
Cusanus (1401-1464) "bütün karşıdan rine odaklanan Collingwood'un düşünce
kendisinde birleştinniş olan bir varlık o- çizgisi, çok büyük ölçüde Wittgenstein'ın
larak Tann" (coincidentia oppositonım in sonraki döneminde ortaya koyduğu so-
deo) düşüncesini ortaya koymuş ve tek ruşturma mantığını andırmaktadır. Col-
tek sonlu belirlenimlerden oluşan insan lingwood, buna ek olarak, başkalarının
bilı.,risinin bu düşünceyi tam anlamıyla yorumlarında dile gelc:n davranışlann bir
kavrayamayacağını ileri sürmüştür. Ona genellemeler ağı içerisine yerleştirilerek
göre tüm karşıt(lık)lar "sonsuz olan"da anlaşılabilecek bilimsel bir pratik olma-
(Tann'da) bir bireşime vanp ortadan kal- yıp kişinin kendi düşüncelerini yeniden
karlar; tüm çelişkiler tanrısal varlığın do- düşünmesi için sunulmuş bir fırsat oldu-
ğasında bir potada eriyip çözünürler. ğunu belirtmektedir. işte bu başkasının
Aynca bkz. docta ignorantia. söyledikleriyle kendine bakabilme yetisi-
ni tarihsel düşünme ile bir ve aynı şer
Collingwood, Robin George (1889- olarak değerlendiren Collinı.,rwood'un W:i-
1943) Bir yanda Tarih Tasanmı (The Idea zünde tarihsel yaklaşımlarda eksikliği çe-
of History, 1946) başlıklı kitabında ge- kilen de böyle bir bakışbr. Bu noktada
liştirdiği özgün tarih anlayışıyla, öbür Wittgenstc:in ile bütünüyle aynı düşünen
yanda Doga Tasarımı (The idea ofNatu- Collingwood, hiçbir önermenin kendi
re, 1945) adlı kitabında geliştirdiği yeni başına salbk anlamda doğru ya da yanlış
bilimsel bakışla, gencide XX. yüzyıl dü- olmadığını, önermelere doğruluk değeri
şüncesinde, daha ö:r.eldeyse yakın dönem kazandıranın her durumda içinde kuUa-
tarih felsefesinde adından sıkça söz etti- nıldıklan düşünce dizgeleri olduj:,ıunu, bu
ren İngiliz düşünür. Yalnızca tarih ala- düşünce dizgelerinin de zamanla değişen
nına değil etik ile siyasete de derin ilgileri yaşam pratikleriyle birlikte değiştiklerini
bulanan Collingwood, özellikle sanat ta- savunmaktadır. Böylesi bir doğruluk ta-
rihi, din ve bilim üzerine geliştirmiş ol- sarımı uyarınca metafiııiğin ödevi, tarihin
duğu düşüncelerle büyük yankılar uyan- değişik dönemlerinde işlevlerini başanyla
dırmayı günümüzde de sürdürmektedir. yerine getirmiş yaşam çerçevelerini yeni-
Roma Dönemi Britanyası tarihi üzerine den kurmakbr.
yapbğı aynnblı araşttnnalar [örneğin Ro- Collingwood'a göre, "gerçekçi" dü-
ma Dönemi Britanyası 'nın Kazıbilimi (The şünürler bilgiyi değişmeden kalan, dura-
Archaeology of Roman Britain, 1930) ile ğan, hep olduğu gibi olan bir şey olarak
Roma Dönemi Britanyası 'IJI! lngiliz Yerle,im- anlamaktadır. Buna göre bilgi bir öner-
leri (Roman Britain and the English Sett- menin doğruluğunun doğrudan, hiçbir
lements, 1936)1 Collingwood'un felsefe- araaya konu olmaksızın kavranışıyla öz-
nin pratik sorunlar bağlamından koptu- deştir. Söz konusu gerçekçi bakış açısın­
ğunu gönnesine ve bu kopmaya yol açan da bilgiden anlaşılan zihnin olgu ile kar-
301 Collingwood, Robin Gcorge

ş.laştığında yaşadığı gizemli bir bütün- yönelik olarak geliştirdiği bu düşünceler


lüktür. Tarihin içinden çalışan bir tarihçi sonunda Collingwood'u metafizik ile ta-
olarak Collingwood özellikle edindiği de- rihi özdeşleştirmeye götürmüştür. Öyle
neyimlerin ışığı alunda, bilginin hiçbir ki metafizik en azından geçmişteki bü-
biçimde bu şekilde anlaşılamayacağını, bil- yük düşünürlerin görüşlerinin eleştirel
giye hep canlı, etkin, dinamik bir varsa- ı:,rözle tartışılması olarak anlaşılacak olur-
yımlar yumağı oluşturma ile bu varsa- sa, yanıt aranan belli başlı soruların nasıl
yımları sınama sürecinin sonucu olarak temellendirildiklerini keşfetmek bile tek
bakılması gerektiğini ileri sürmüştür. Bu başına bu savı kesinlemek için, yani or-
anhtmda Collingwood'a göre bilginin bir tad:t tarihsel bir sorun olduğunu tanıtla­
yarısını izlenen soruşturma yöntemi o- mak· için yeterlidir. Ne var ki Colling-
luştururken. öbür yansınıysa yanıt oluş­ wood'a göre, bu tarihsel sorunu çözme-
turma çabasıoluşturmaktadır. Burada dik- ye soyun:.ın her türden girişimin, önce
kat edilmesi gereken önemli nokta, bu i- sorunu yeniden carılandırması, sonra so-
ki parçalı bilgilenme görüşünün hiçbir runu tek başına, salt kendisiyle düşüne­
biçimde gerçekçiliğe karşı geliştirilmiş bilmeyi becermesi gerekir. Böyle bir an-
yeni bir idealizm temellendirmesi olma- layış, metne yaklaşan kişinin metinde söy-
dığıdır. Nitekim bu önemli noktanın ö- lenenleri sanki daha önce kendi dile ge-
zümsenmesinin Collingwood'un düşün­ tirmiş gibi sahiplenmesini, metinde söy-
celerinin doğru bir biçimde anlaşılması i- lenenlerin ne adına ve hangi amaçla söy-
çin vazgeçilmez bir değeri vardır. lenmiş olabileceklerinin izini sürmesini
Geliştirdiği bu öğretiyi tarihsel metinle- zorunlu kılmaktadır. Bu açıdan bakıldı­
rin yorumhtnna ödünsüz bir biçimde uy- ğında metafizik bir sorun tarihsel bir so-
gıılayan Collingwood, bir filozofun bir öğ­ runa götürüyorsa, aynı biçimde tarihsel
retiyle tam olarak ne demek istediğinin, bir sorunıın da eninde sonunda bir me-
o öğretiyle filozofun hangi soruyu yanıt­ tafizik soruna bağlanacağı açıktır. Sözge-
lamaya çalışuğını ya da soruyu nasıl sor- limi, tarihsel açıdan Platon'u anlayabil-
c.luğumı bilmeden anlaşılamayacağı sapta- mek, bütünüyle "Formlar Kurıımı"nın ya-
m,ısında bulunur. Bu saptamadan doğal nıt olduğu soruyu anlamaktan geçmek-
olar.ık çıkan, önermelerin birbirleriyle çe- tedir.
lişip çelişmedikleri konusu üzerine ger- Colliııgwood hemen bütün yapıtla­
çl'kten aynı sorunun yanıtı olup olma- rında "bilimsel ruhbilim" adıyla anılan
dıkları açıklığa kavuşturulmac.fan konu- yorumlama kuraırumı karşı çıkıruş; bi-
şuhımayacağıdır. Bu düşünceleriyle Col- limsel nıhbilimcilerin zihin yaşantılarına
lingwnod, sorundan çözüme doğru ~ü­ tıpkı c.loğa olayları gibi dışarıdan yaklaşı­
rütülen yerleşik araştırma manuğını ters- h1bilen olaylar olarak yaklaşmalarını, söz
yüz ederek çözümden soruna doğru a- konusu yaşantıları anlamak :ımaayla dur-
dım adım ilerleyen yeni bir araştırma madan yeni yasalar geliştirmelerini sü-
mantığı önermiştir. Söz konusu yaklaşım rekli olar.ık eleştirmiştir. Collingwood'a
ilkece, farklı yazarlann üzerinde çalıştık­ göre zihne bu doğalcı yolla yaklaşmak
hırı sorurıların kendilerine özgü düşünsel zihni zihin olmaktan çıkarmak demektir.
uzamını tam anlamıyla kavrayabilmek i- Bu yöntemin edilgen zillİn görüngüle-
çin tasarlanmıştır. Böylelikle filozofların rine uygulanmasına ilkece karşı çıkma­
ı,1ılışııkları bilgi alanına ilişkin olur olmaz yan Collingwood'un, iş etkin zihin gö-
eleştirilerde bıılunulınayacak, fılozoflarca rüngülerine, yani düşünce ile düşünen­
orıııy:ı atılan temel düşünceler kendi iç lere geldiğinde eleştirilerinin tonunu bir
mıırıııkları doğrultusunda yanlış anlama- hayli arurdığı gözlenmektedir. Söz konu-
lıırıı c.lüşmcksizin değerlendirilmiş olacak- su eleştirilerin can damarını insanın an-
tır. 11dscfe tarihinin doğru okunmasına hıma yetisinin açıklanmasındaki yöntem
Collingwood, Robin George 302

sorunu oluşturmaktadır. Her ne kadar 19301u yılların İngiliz felsefesi düşünü­


Collingwood kendi bilgikur.ımını özün- lecek olursa -özellikle de Russell ile
de bir tarih kuramı olarak görse de söz Moore'un "zihin-l)ladde ikiliği"ne yakla-
konusu kuram düşün çevrelerinde ço- şımları ile dönemin yoğun manukçı ol-
ğunluk bir "halk ruhbilimi" kuramı ola- gucu havası- Collingwood'un düşünsel
rak görüldüğünden pek önemsenmemiş­ ilgilerinin yaşadığı dönem için olağandı­
tir. Oysa Collingwood, salt uzak geçmiş­ şılığı daha bir çarpıcı hale gelmektedir.
le ilgili konularla ilgilenmediğini kuşkuya İlk dizgeli çalışması olan Spea1/11111 M.entiı
yer bırakmayacak bir açıklıkla belirtmek- (Zihnin Aynası, 1924), doğruyu keşfet­
tedir: "Nasıl ki tarihsel düşünceyle Ham- menin birbirinden ayn beş yolu olduğu
murabi'nin ya da Solon'un düşüncelerini düşüncesini temellendirmektedir. Bunlar
yeniden düşünüyor, yeniden bulguluyor- sırasıyla sanat, din, bilim, tarih ve felse-
sak, aynı biçimde bize bir mektup yazan fedir. Her ikisi de dile açıkça dökülmüş
bir arkadaşın düşüncelerini ya da karşı­ bilgiyi amaçlamayıp daha çok dünya ile
dan karşıya geçen bir yabancının kafa- ilişkimizi simgelerle anlatmayı amaçla-
sından geçenleri de öyle düşünüyonız, dıklarından, sanat ile din Collingwood'a
apkı on yıl önceki ya da beş dakika ön- göre en dipte bulunurlar. Bilim doğru­
ceki düşüncelerimizi şu an düşünüyor luğu amaçlar ancak kullandığı kategoriler
olmamız gibi." Collingwood'un düşün­ insan deneyimini kavramak için yeter-
me çerçevesinde kendilik bilgisine değ­ sizdir. Buna karşı tarih kendi içinde bir
gin oldukça önemli ve etkileyici bir açık­ h>ıyli sorunlu bir doğruluk arayışıdır;
lama söz konusudur. Bu bağlamda Col- çünkü tarihçiler bir anlamda kendi yaz-
lingwood'a göre kişinin kendi zihninden dıkları olayların izleyicisi konumunda ol-
geçenleri bilmesi ile bir başkasının zih- duklarından olaylan her zaman için çar-
ninden geçenleri bilmek arasında özce pıtarak öykülemeleri söz konusudur. So-
bir ayrım yoktur. Y aklaşırrunda kimileyin nuçta yalnızca felsefe ilkece bu bölük
Dilthey'ın anlama yöntemini aratmaya- pörçük bakış açılarını aşarak irısan dene-
c-ak denli kavraması güç düşüncelere yer yimini bütün yönleriyle anlama yetisi ta-
veren Collingwood, bu düşünceleriyle şımaktadır. Collingwood'un farklı bilgi
geç dönem yorumbilgisi tartışmalarına kipleri arasında kurduğu sıradüzen son-
da çok önemli katkılarda bulunmuştur. radan araşardığı "biçimler ölçeği"ne de
Collingwood'un çalışmalarında sürek- örnek oluşturmuştur. Bu ölçeğe göre, an-
li üstünde durduğu bir başka araştırma cak diyalektik bakımdan birbiriyle ilintili
konusu da bütün düşüncelerin saltık ön- kategoriler aracılığıyla ele alınan görüngii
kabullere olan bağımlılığıdır. Buna göre, en iyi biçimde k>ıvranabilmektedir. Col-
herhangi bir dönemde soruların tanım­ lingwood'un bu açıklamaları, her ne ka-
lanışları da onlara getirilen yanıtlar da dar önceleri kendisi kabtıl etmemiş olsa
geri planda çok büyük or.mda ·farkına da, çeşitli düşünürlerce idealizmin hep o
vanlmadan duran varsayımlar üstüne bi- bildik yankıları olarak değerlendirilmiştir.
na edilmişlerdir. Bu varsayımların kendi- Nitekim sonradan düşüncelerine yakıştı­
leri herhangi bir soruya verilecek yanıtla nlan idealizm nitelemesini bir ölçüde
dile getirilemezler; bu yüzden de doğru kendisi de haklı bularak, yapıtının çok
ya da yanlış diye nitelenemezler. Colling- büyük ölçüde tarihin doğasını yanlış an-
wood'un bu söyledikleri ister istemez lamış olduğunu açıklıkla itiraf etmiştir
Kuhn'un paradigma anlayışını çağnşar­ [Bir ÔrJnşam&leiisii (An Autobiography),
maktadır. Düşüncenin kaynakları ve onu 1939].
yapılandıran araçlar, belli bir tarihsel dö- Collingwood bütün yaşamı boyunca
nemde olağan araştırmayı olanaklı kılan kuramsal ilgilerini etik ile siyasal alandaki
bir çerçeve oluşturmaktadırlar. 1920'li ile ilgileriyle örtüştürmeye ayn bir özen gös-
303 Comte, Auguste

ıermiştir. Yar.ıralığa duyduğu derin düş­ Metltod, 1933), Metafizik Ü~ri11t Bir De-
manlık özellikle Ymi uıiathmı (fhe Ncw 11e111e (An Essay on Metaphysics, 1940)
Leviathan, 1942) ile S!Jtuet Felıefesi Üzr- ile Slllliltın İl/ukri (The Principles of Art,
ri11r Dt11t111eltr (Essays on the Philosophy 1938) sayılabilir.
of Politics, 1989) adlı kitaplannda çok
açık bir biçimde görülebilir. Doğru ya- Comte, Auguste (1798-1857) Toplum-
şam Collingwciod'a göre gelip geçici ar- bilimin isim babası, olguculuğun kurucu-
zuların ya da tutkuların sürekli olarak yi- su Fransız düşünür. Comte bütün ya-
nelenmesinden alınan doyum değildir. şamı boyunca Fransız Devrimi'nin ne-
Bunun yerine yapılması gereken, özgür den olduğu siyasi, toplumsal ve ahlaki
bir eyleyen olunduğu bilinciyle, varolu- sorunları çözmeye çalışmıştır. Comte bu
şun gerektirdiği ödevleri yerine getirecek uğraşısının ilk ürürılerinden olan Pla11 du
biçimde ussallığın sonuna dek deneyim- tmıwux ıdmtifique fltı:emıin:ı pour riorgt1t1i.rer
ll'nmcsidir. Ussallık ile özgürlük bilgi ile la ıoditl (foplumun Yeniden Diizen-
eşdeğerdir bu arılamda. Collingwood bu lenmesi İçin Gerekli Olan Bilimsel İş­
söyledikleriyle yalnızc-.ı Kant'a değil, Av- lemler Planı, 1822) adlı çalışmasında ile-
rupa "özgürleşim" geleneğinin önde ge- ride oluşturacağı olguculuğun "üç evre
len yazarlarından Giovanni Gentile ile y•1sası" ve "bilimlerin sınıflandırılması"
Guido de Ruggiero'nun etik konumları­ gibi temel kavramlarının ilk taslaklarını
na da bir hayli yakın durmaktadır. Nite- ortaya koyar. Comıe bu çabasını olgu-
kim bu iki özgürleşimci yazar için de öz- culuğunu tanıtmak ve Fransız Devrimi'
gürlük için yeter koşulların sağlanması nin yol açtığı sorurılara çözüm bulmak
ancak üyelerinin aynı özgürlüğü birbirle- amacıyla tasarladığı ansiklopedik bir ça-
rine tanıdığı, kurumların bu karşılıklı an- lışmayla desteklemeye koyulur. Comte
layışı çoğaltma amacına göre düzerılen­ bu ansiklopedi tasarısını modem sanayi
diği çok özel bir toplum modeliyle ola- toplumundaki siyasal ve toplumsal ör-
cak bir şeydir. Bu noktada upkı Bene- gütlenme için bir temel oluşturmayı a-
dctto Croce gibi liberalizmin dozu iyi maçlayan ve günümüzde yetkin, dizgeli
;ıyarlanmış bir aristokrasiyle doğru bir bir felsefe yapıunın nasıl olması gerekti-
siyasal alaşım oluşturacağını düşünen Col- ğine örnek gösterilen altı ciltlik Co11rı de
lingwciod, tasarlanabilecek her siyasal dü- philoıophit poiitive (Olgucu Felsefe Ders-
zende bir yanda yönetenler öbür yanda leri, 1830-1842) adlı çalışmasında ger-
yönetilerıler olmak üzere ilci ayn sınıfın çekleştirir. Bilimsel yöntemlerin siyaset,
olmak zorunda olduğlınu savunmakta- ekonomi, toplumsal davranış çalışmala­
ılır. [jberal bir toplumda yöneticilerin nnda kwlarulmasını ilk destekleyen dü-
yeri her zaman için yönetilerılerle doldu- şünür olan Comte'a göre, bilimsel yön-
nılac.ık, toplumun bütün katmarılarına temlerin uygulanması kaçınılmaz olamk
hu düzeni aksatmayacak uygun bir eği­ toplumsal iyileşmeye ve ilerlemeye yol
lim anlayışı verilecektir. Buna karşı yö- açacaktır. Comte'un olguculuğu herhan-
neticiler yönetilerılerin gözünde her za- gi bir konunun araştırılmasında ya da in-
man için kendilerine gıptayla bakılan bir celenmesinde doğrudan gözlemleneme-
konumda bulunduklarından, kendi yö- yen her şeyin göz ardı edildiği, deneye
neticilik konumlarını sağlama almak an- dayanmayan bilgi savlarının bir yana bı­
lamında aristokratik bir örgütlenme i- r.ıkıldığı bir yaklaşım olarak tanımlana­
çinde bulunacaklardlr. bilir.
Collingwciod'un diğer önemli yapıtla­ Comte, olguculuğun genel çerçevesi-
" arasında Di11 ve Felıefe (Religion and ni önce 1830 ile 1842 yılları ar.ısında ya-
Philosophy, 1916), Felıe.ft Yö11te111 Ü!(!rifle zımını tamamladığı Olgµ.-11 Felıeft Dm-
Hir Dt11t1fle (An Essay on Philosophical /en'nde, daha sonra da 1844'te yayımla-
conat11s 304

dığı Olg11.11 Ti" Üztri11e Koı111ş111akır (Dis- bu olguların altında yattığı düşünülen ya-
cours sur J'esprit positil) başlıklı çalış­ pı, düzen ve yasalarla ilgilenmektedir.
mada çizmiştir. İlk kitabın daha başında Comte, genel olgucu felsefe anlayışımı
C.omte şu sözlere yer vermektedir: "Ol- dayanarak yeni bir siyaset yaklaşımı da
gucu felsefenin gerçek doğası ile özel önermiştir. Bu yeni yaklaşımın en temel
yapısını açıklayabilmek için öncelikle ken- düşüncesi, toplumları olgucu anlayış doğ­
di içinde bir bütünlüğü olan insan dü- rultusunda yeniden düzenlemenin gere-
şüncesinin ilerleyişine bakmak gerekir; ğidir. Böyle bir ödevi yerine getirmenin
çünkü bir şeyi kavramanın en iyi yolu o- ilk koşulu da düşünürler ile sanatçıların
nu tarihiyle birlikte ele ı1lmaktır." Comte biramya geldiği tinsel bir ortam yarar-
insan düşüncesinin gelişiminin üç aşama­ maktan geçmektedir. Ayrıca Comte yine
dan geçerek gerçekleştiği saptamasında olgucu anlayışa dayanarak yeni bir dinin
bulunmuş; bu üç aşamanın açıklamasını kurulmasının gereğine dikkat çekerek
"Üç Durum Yasası'' adını verdiği bö- . yepyeni, bir o denli de aykırı, olguc:u bir
lümlemeli çözümlemeyle sunmuştur. Bu- elin tasarımı ileri sürmüştür. Hiçbir aşkın
na göre, tarih boyunca insanlık ilki taıın~ varlığı gerektirmeyen bu yeni dinde ken-
hilimscl dii11tm, ikincisi ınetajiz!k dii11eın, ü- disine tapılacak tek güç yine insanlığın
çüncüsü de olgımı diiııeın olmak üzere üç kendisi olacaktır. Comte'un etkilediği dü-
ana aşamadan geçmiştir. Tannbilimsel şünürlerin başında gelen John Stuart
dönemde in.<anoğlu bilmediği, bir türlü Mili Comteçu olguculuk anlayışından kal-
anlayamadığı olayları hep aşkın bir kay- karak yararcı ahlak görüşü ile liberal si-
nakla açıklama yoluna gitmiştir. Yine bu yaseti bir potada eriten yeni bir açılım
dönemde insanoğlu usundan çok imge- sunmuştur. Ne var ki :Mili, Comte'un
leminin sesini dinlemiş; ussal yolla te- pek çok görüşünü olurlamasıruı karşın,
mellendirilmiş açıklamalar yapmak yeri- gerçeklerle bağdaşmadığını düşündüğü,
ne eğretilemeler ile benzetilere dayalı dolayısıyla da olguculuk karşıu bir doğa
söylense! anlatım olanaklarına başvur­ içerdiğini düşündüğü olgucu din öneri-
muştur. İkinci evreye karşılık gelen me- sine pek sıcak bakmamıştır. Ayrıca bkz.
tafızik dönemde gerek söylenbilgisinin olguculuk.
tanrılarının varlığına gerekse de onların
özel yetilerine ve güçlenne duyulan inan- conatırs (Lat.J Sözcük anlamı insanın
an çökmesiyle birlikte değişik metafizik tüm gücünü kullanarak gösterdiği gayret
araştırma izlenceleriyle insan zihni saltığı olan mıwt11s, Spinoza'nın felsefeye lcı­
kavramaya çalışmıştır. Bu dönem boyun- zandırdığı anlamıyla "bir şeyin kendi
ca bir yığın metafizik uslamlama, metafi- varlığını korumak ve siirdürmek adına
zik kavmm ve metafi?ik sorun ortaya giriştiği rabtr, bu amaca vargücüyle yö-
atılmış ama ortaya konan sorunlar çö- nelmiş doğ-dl eğilim ya da etkin ilke"dir.
ziilemediği gibi ulaşılan bilgi anlamında Spinoza'nın vurguladığı biçimiyle bu
da ı.ek bir adım olsun ileriye gidileme- "çaba", her sonlu varlığın, her "canlı"nın
miştir. Üçüncü döneme gelindiğindeyse doğasında bulun.ın bir şeydir. Ancak
zorunlu saltığı amaçlayan metafizik ardş­ özellikle bu "çaba"nın bilincinde olan
tırma mantığı yerini biitünüyle, hem de insanoğlunda kendini koruma itkisine;
bir daha geri dönülemeyecek bir biçimde kendi varlığında sürmek için didinmeye
olumsalı, göreli olanı anlamaya yönelik bürünür. Bu anlamıyla da insanın zihin
olgucu bir bilimsel araşurma çerçevesine gücünün, bilincin istenç boyutunu oluş­
bırakrruştır. Usun bütünüyle imgelemin turur. Aynca bkz. Spinoza, Barııch.
üstesinden geldiğinin varsayıldığı bu son
dönemde insanoğlu artık deneye ııçık ol- conC11rs11s dei (Lat) Felsefede, özellikle
gularla, bu olgular arasındaki ilişkilerle, de felsefeye yaslanan ortaçağ tanrıbili-
305 CondiJlac, Etienne Bonnot de

miyle birlikte, ''Tanrı'run d,esteği"


ya da rin niteliklerini kavrayamayacağımızı be-
''Tann'nın eşlik etmesi" anlamında kul- lirterek zihnin bilgi ve yeteneklerinin da-
lanılan Latince deyiş. Bu deyiş, şeylerin ha çok dokunma duyusunun ürünü ol-
bir kez yaratıldıktan, v:ırlığa geldikten duğunu sawnur. Dış dünyayı kavrayışı­
sonra yok olmaksızın vadıklannı sür- mızın dokunma ve görme duyusunun
dürmeleri için gerekli olan Tann'run yar- gelişimiyle onaya çıkağını ve dokunma
dınunı adlandırmak için kullanılır. Buna duyusunun diğer duyuların hocası oldu-
göre Tann yalnızca yaratıığı şeylerin var- ğunu öne sürer. Duyumlamanın durağan
lığa gelmelerinin nedeni değildir; aynı za- bir mevcudiyet değil, dış dünyaya etkin
manda v:ırlıklanru idame ettirmelerinin bir katılım olduğunu gösteren Condillac
de nedenidir. Başka bit deyişle Tann yal- ilk dışsal algı görüngübilimini geliştir-
nıza. "yaratmaz"; koruyup kollar da. miştir. .
Condillac Diueler ÜZ!rine İnçıft111t (T-
Condillac, Etienne Bonnot de (171>- raitc! des systemcs, 1749) adlı y.1pıtında
1780) xvıı. yüzyıl usçuluğuna karşı du- ise XVII. yüzyılın Descanes, Leibniz ve
yumculuğu dizgeli bir felsefe öğretisi ha- Spinoza gibi büyük filozoflarının kur-
line getiren Fransız Aydınlanma filozo- dukları usçu düşünce dizgelerinin eleşti­
fu. Aynı zamanda önde gelen "•Ansik- rel bir çözümlemesini sunar. Condillac
lcıpediciler..den biri olan Condillac, Loc- bu felsefecilerin içine düştükleri yanılgı­
ke'un deneyci felsefesi ile Newton'un bi- nın dilin doğası ile işlevinden tutun da
limsel devrimini buluşturduğu en önemli en genel, en soyut terimlere vanncaya
yııpıtlarından biri olan İnran Bilgisinin Kfi- dek bütün her şeyin duyumlar aracılığıyla
luni ÜZ!fint Dtt1tmiyle (Essai sur l' origi- sağlanan malzemeden türetilmesi gerek-
ne des connaissances humaines,. 1746) tiğini anlayamamalanndan kaynaklandı­
felsefe tarihinin bclli başlı deneyci düşü­ ğını savunur. Condillac'a göre, bu felse-
nürlerinden biri olarak anılmaktadır. Con- fecilerin tümdcngclimci yöntemi büyük
Jillac bu çalışmasında geliştirdiği kura- ölçüde korunsa da, gelişen kavramlar
nunı daha sonraki çalışmalarında belirli dizgesinin duyu deneyiminden türeme-
iilçülerde değiştirmesine karşın, temcide yen hiçbir şeye izin vermemesini sağla­
bütün bilginin duyumlardan kaynaklandı­ ·mak için çıkarımlar zincirindeki her bir
ğını sawnmuştur. Condillac kendine öz- bağlantının dilsel bir incelemeden geçi-
gü kuramında Locke'un •tab11h r1U11'sını . rilmcsi gerekmektedir. Condillac'a göre:
benimsediyse de, duyu izlenimlerini çö- "felsefenin dili yalnızca birkaç yüzyıl ön-
zümleme ve karşılaşannada zihne yara- cesinden gelen anlamsız bir gürültüdür.
tıcı bir rol de atfeder. Condillac Locke' Bu gürültü uzadıkça felsefe bilimden da-
un "duyumlar sezgisel bilgi sağlar" yollu ha da uzaklaşmaktadır."
öğretisini sorguladığı D1!J11111hr ÜZ!fine Condillac'ın diğer önemli yapıdan a-
İ11•.,ft111t (Traitc dcs sensaıions, 1754) adlı nısında Leibniz'in monadlannı yeniden
yapıtında bütün bilgilerin biçim değiştir­ biçimlendirdiği Monatloloji (Monadologie,
miş birer duyum olduklarını ileri sürer; 1748), Tann'run varlığının bir tanıtlama­
I.ocke'un aksine düşünceyi duyuma ek sını da içeren Htgvanhr ÜZ!fint İnalt111t
bir bilgi kaynağı olarak görmez. Condil- (Traitc! des animaux, 1755), değerin e-
lııc bu çalışmasında dünyanın bilgisine meğe değil de yarara ya da faydaya da-
nasıl ulaştığımızın yaratıcı bir tanımını vC:. yandığı savını öne sürdüğü iktisat görü-
rirken mermer bir heykel ("hayali hey- şünün serimlendiği Görıli Kon11111hn Ba-
kel") örneğine başwrur. Condillac mer- h111111Jan Titm'lt ııe Deıtkt Yönelİlllİ
(Le
mer heykel aracılığıyla koku duyusundan Commerce et le Gouvcmcment consi-
başlayarak beş duyuyu ayn ayn çözümler dercs relaıivement l'un a l'autre, 1776),
ve dokunma duyusu olmaksızın nesnele- ölümünden sonra yayımlanan Manhlı.
conditio sine qua non 306

(La Logique, 1780) ile matematiği bir Condorcet'nin kuramına göre, insanlık
çözümleme modeli olarak ileri sürdüğü yabanlığın en alt basamaklarından yük-
Rak<ımlarm Dili (La Langue des calculs, selerek ı,,ıirdiği aydınlanma ve mutluluk
1798) sayılabilir. Aynca bkz. duyumcu- yolunda kusursuz bir yetkinliğe doğru i-
luk. lerlemektedir. Condorcet, insanlığın şim­
diye değin aldığı yolu dokuz aşamaya a-
conditio sine qua non (Lat.) Ortaçağ yırarak çözümler. Sunduğu taslaktaki in-
felsefesinden itibaren onsuz olunamaya- sanlığın gelişim çizgisi, toplumöncesi do-
cak denli önemli, vazgeçilemez koşul ya ğa durumundaki ilkel insanla b•ışlayıp
da "zorunlu koşul" anlamında kullanılan Descartes ve XVII. yüzyılın sonlarından
Latince deyiş. Bir şeyin yokluğunda baş­ 1. Fransız Cumhuriyeti' ne uzanan yılları
ka bir şeyin de olamayacağı ya da ortaya kapsayan dokuzuncu aşamayla gelişimi­
çıkamayacağı (A olmazsa B de olmaz); nin en üst noktasına ulaşır. Condorcet
belirli bir nedenin belirli bir sonucu do- insanlığın önünde artık yalnızca Fransız
ğurması için yerine bir başka şeyin ko- Devrimi'nin başarısının ardından gelecek
nulamayacağı, ancak ve ancak bu olmaz- olan onuncu aşamanın bulunduğunu be-
sa olmaz koşulun gerektiği durumlar için lirtir. Onuncu aşama toplumsal, siyasal
kullanılır. ve uluslararası eşitsizliklerin ortııdan kal-
dırılacağı ve siyasetin matematik teknik-
Condorcet, Marquis de (1743-1794) lerinin kullanılarak akılcı bir biçimde yö-
Genç yaşına karşın *Aıısiklopedı'ye ö- netileceği aşamadır. Condorcet insanın
nemli katkılarda bulunan ve toplumsal gelişiminde ya da insanlık tarihinin yol
kurumların matematik aracılığıyla çö- alışında iki etkene özel bir ilgi gösterir:
zümlenmesine öncülük eden Fransız Ay- toplumsal ilerlemenin ve düşünsel başa­
dınlanma düşünürü. "Ansiklopediciler" rının ana aracı olarak dilin gelişimi ile in-
in en genci olan Condorcet, aynı za- sanın geçmişteki yarılışlanndan ve köle-
manda bu düşünürler ar.ısında Fransız liğinden kurtuluşunu kolaylaştıran ilerle-
Devrimi'ne. tanık olan, hatta katılan tek meci aygıtlar olarak teknolojinin ve fizik
düşünürdür. Bir Aydınlanma düşünürü bilimlerinin gelişimi. Condorcet'nin ola-
olmasının yanı sıra etkin bir siyasetçi de sılık kuramı tarihinde önemli bir yeri bu-
olan Marquis de Condorcet ekonomik lunan Çoğ11,,/11/e Kararlarm111 Olasıbğma Çıi"­
özgürlük, dinsel hoşgörü, hukuk ile eği­ zjimlemt Yô '1femi11itt Uygulattması ÜZ!riııe Bir
0

tim reformu ve köleliğin kaldırılması için Dmeme (Essai sur l'application de l'anal-
çaba sarf etmiştir. İnsanlığın ilerleyece- yse a la probabilite des decisions ren-
ğine ve mükemmelli~ne derinden ina- ducs a la pluraliıc des voix, 17R'i) adlı
nan Condorcet bu inancını en önemli çalışması Fransız düşünürlerin toplum bi-
çalışması olan İnsan Zihninin İlerlemesi Ü- limlerini matematik aracılığıyla uygulama
Z!rine Tarihsel Bir Taslak'ta (Esquisse geleneklerinin ilk örneklerindendir. Bu il-
d'un tableau historique des progres de ginç yapıtın epey bir genişletilerek göz-
l'esprit humain, 1795) etkileyici bir ku- den geçirilmiş hali Olartble Hesabmm Öğe­
ramla temellendirmiştir. Verilerin deney- kri: Bl111/an11 Şa111 011111/antta, Çtkiliılm ve
sel gözlemine ve bu verilerin istatistiksel İ11sa11 Kararlantıa Üyg11!011111ası (Elements
çözümlemesine dayanan İnsan Zih11ini11 İ­ du calcul des probabilites et son app-
lerlemt1i Üzeri,,e Tarihsel Bir Tas/ak, tarih- lication aux jeux dı: hasard, a la loterie et
sel dönemlerin Hıristiyanlıktan arındınl­ aux jugements des hommes, 1805) gibi
mış bir zamandizinini kullanarak insanlı­ ilginç bir başlıkla yeniden yayımlanmış­
ğın başanlannın yörüngesinin izini sürer. tır.

insanlığın geleceğine yönelik yapılmış en


iyimser değerlendirmelerden biri olan consensus gentium (Lat.) "Evrensel
307 credo ut intelligam

nydaşım" ya da "genelgeçer kabul" an- söylemek, onun önsel olarak varolmayan


lamına gelen Latince deyiş. "Ulusların bir töz tarafından biçimlendirildiği an-
uzlaşısı" olarak da kullanılan tfJ11sens11s lamına gelmez; daha çok Tann'nın var-
.~uılİ/1111, öne sürülen bir savın ya da bir lığa getirdiği şeyler dışında dünyada her-
düşüncenin tloğruluğundan kuşku duy- hangi bir şey olmadığı anlamına gelir.
mayan insanların ezici çoğunluğu oluş­ Başka bir deyişle, Tanrı doğal evrendeki
turduğu durumları nitelemek için kulla- her şeyi özgür edimiyle varlığa bürün-
nılır. Kimi zaman da bir geleneğin ya da dürmüştür. Gelgelelim Kilise'nin Ploti-
Lıir inancın sağlamlığının kanıu olarak nos'tan etkilenen kimi ileri gelenleri, ör-
sunulur. neğin Nyssalı Gregorios -üstelik Kutsal
Kitap'ta da Tanrı'mn insanoğlu ile hay-
coşkunluk ~ng. e11th11.rias11r, Fr. e11tho11- vanları topraktan, yani önceden varolan
sia.rmrr, Alm. enth11siasm11s; es. t. ı•eçd] La- bir maddeden yarattığı yazdığı halde (Es·
tince'de "tanrıyla dolu olma" anlamına ki .Ahit, Tekvin, Bap 2: 7, 19)- m:atio tx
gelen entheoltan türetilmiş terim. İnsan ııihilo'yu Tanrı'dan çıkan bir *türüm ola-
ruhunun kendi dışına çıkıp ya da kendini rak kavmmıştır: Yaraulmış olan ne varsa,
aşıp daha "yüce" bir varlığ•ı ulaşmasın­ yokluktan değil, Tann'nın kendisinden
dıın ütürü içinde bulunduğu heyecanla çıkmıştır.
dolup taşma durumuna verilen ad; kişi­
nin hiçbir aracı olmaksızın salt gizemli crcdo quia absurdımı est (Lat.) La-
bir esrime ya da sezgisel bir ıışkınlık. yo- tince'nin bir felsefe dili olarak yerleşme­
luyla tanrısal hakikate erdiğini, gerçekli- sine yapuğı katkılarla tanınan Kilise Ba-
ğin kutsal özünü doğrudan kavrayarak bası Hıristiyan düşünür Tertullfanus'un
Tanrı'ya ulaştığını imlemek i>in kullanı­ "inanıyorum çünkü saçma'' ya da "saç-
lan terim. ma olduğu için inanıyorum" anlamına
Kökeni ilkçağ Yunan felsefesine, ö- gelen deyişi (Dt Canıt Christi, fı, v). Bu
zellikle de sanatsal yaratı için "coşkun­ söz inanan akla karşı önceliğini ya da
luk"u vazgeçilmez bir unsur olarak gö- üstünlüğünü yüceltmek adına sarfedil-
ren Phuon'a dek uzanan terim, Aydın­ mişcir.
lanma felsefesiyle birlikte "gidimli dü-
şiince"yi yok sayan, "ussallıktan uzak- crcdo quia impossibilc cst (Lat.) Ter-
hışma"yı çağrıştıran leötiilryid bir anlamda tullianus'un m:do q11ia abs11rd11m esi deyişi­
kullanılmıştır. Shaftesbury'nin Coşleım/11/ı nin vurgusunu pekişıirmek için kullan-
Ozerine Mek.Jıtp (1708) adlı eseri hariç, dığı "inanıyorum çünkü olanaksız" ya da
xvıı. ve }.."VJll. yüzyıllarda çoğu düşü­ "olanaksız oldu$tu için inanıyorum" an-
nür, özellikle de Locke ile Leibniz, yazı­ lamına gelen sözü. Bu söz, özellikle de
hırında şu ya da bu ölçüde coşkunluğu tannbilimde, dile getirilen önermenin o-
eleştirip yermiştir. Aynca bkz. esrime. lanaksızlığının bu önermeye inanmak i-
çin bir neden oluşturduğunu, bir tür gü-
cotumculuk bkz. romantizm. dülenim yarattığını savlar. Sonradan bu
deyiş "Tertullianus'un açmazı" ol:ırnk a-
Cousin, Victor bkz. seçmecilik. nılacaktır.

ı:rcatio c.'I: nihilo (Laı.) Bir şeyi "yoktan crcdo ut intdliganı (Lat.) Ortaçağ fel-
var cıme"; "hiçten yaratma" edimi için setesinin, özellikle de Augustinus ile An-
kullarulan Latince terim. Geleneksel Hı­ selmus'un tanrıbilimsel görüşlerinin te-
ıistiyan tanrıbilimine göre, Tanrı dün- melinde yer alan, "anlayayım diye inanı­
yayı, varolan her şeyi yoktan var etmiştir. yorum" anlamındaki deyiş. Bu sözün kö-
Ancak dünyanın yoktan var edildiğini keni Kutsal Kitap'tadır (Eski Ahit, İşaya,
Croce, Benedetto 308

Bap 7: 9): "Nisi ıTtdiıkritir, non i11ıelligeıil' insanın düşünceleri ile eylemlerinden doğ­
("Eğer inanmazsanız, anlamazsınız da'). muş dört arı kavram olduğunu dile geti-
Auguscinus bunu, "inanmak için anla, ren Croce, tinin ya da bilincin tarih ara-
anlamak için inan" biçiminde yorumlar. cılığıyla güzellik, doğruluk, yararlılık ve
Augustinus'a göre bu savsöz bir yaşama ahlak olarak aşama aşama kendini açtı­
düsturu haline getirildiğinde, Hıristiyan ğını, kimileyin yeniden yapılanamk kimi-
dünya görüşü, aklı gözden ırak tutma- leyin bütünüyle başkalaşarak gelişim gös-
yan, düşünceyi hiçe saymayan; akıl ile i- terdiğini öne sürerken açıkça Hegelci bir
nanan el ele yürüdüğü bir öğretiye ka- uslamlama çizgisinden yürümektedir. Hc-
vı.ışmuş olacakur. Ansclmus da bu de- gcl'den aldıklan yanında, Francesco de
yişi, Tanrı'nın varlığına ilişkin varlıkbil­ Sanctis'in 1870 ile 1871 yılları arasında
gisel uslamlamasının harcı yapar: "İnan­ yazımını tamamlayıp yayımlattığı La sıo­
mak için anlamaya çalışmıyorum, anla- ria dt.lltı le1terat11ra ittılim111 (İ ı.alyan Yazın
mak için inanıyorum. Çünkü inanmasam Tarihi) adlı yapıtının düşüncesi üzerinde
anlayabileceğimi de sanmıyorum." son derece etkili olduğunu açıklıkla söy-
lemekten çekinmeyen Croce, Giambat-
Croce, Benedetto (1866-1952) Özel- tista Vico'mın estetik üzerine düşünce­
likle estetik alanındaortaya koyduğu ki- lerinin de kendisi için bir başka önemli
şisel yaraucılığın anlatımı olarak sanatsal etkilenim kaynağı olduğunu belirtmiştir.
sezgi görüşüyle sanat ile felsefe çe~elc­ Croce'nin ortaya koyduğu düşüncele­
rinde büyük yankılar uyandırmayı ba- rin kuşkusuz en değerli olanları kendile-
şarmış İtalyan filozof. Söz konusu görü- rini estetik alanda göstermektedir. Bu
şünü temellendirirken bilişscl olmayan düşüncelerin büyük bir bölümü düşünü­
bir uslamlama doğrultusu izlemeye ayrı rün genel felsefe etkinliği ile yazın eleşti­
bir özen gösteren Croce, hemen bütün risi ar-.ısında mekik dokuyan düşünümle­
açıklamalarında Hegelci tarih tasarımına, rinin ürünleridir. Öte yandan Croce, mü-
bu tasarımda içerimlenen genci felsefe zik üzerine yazmayı çok değerli bir fel-
düşüncelerine içtenlikle bağlı kalmıştır. sefe çabası olarak görmediğini, mimari i-
Croce aynca bütün bir yaşamı boyunca le güzel sanatların öteki alanları üzerine
Hitler Almanyası'nda kök bulan faşist de ancak içinden geldikçe yazmayı yeğle­
hareketin yaptıklarına sert karşı çıkışlar­ diğini belirtmektedir. Bu durum karşısın­
da bulunmuştur. Bir bütün olarak bakıl­ da kimi yorumcular Croce'nin salt yazın
dığında dinin baskıcı yaptınmlanrun kar- ve şiir üstüne kunılu bir estetik anlayışı
şısına felsefesini insancı bir seçenek ola- geliştirmiş olmasırun, ortaya koyduğu gö-
rak öneren Croce, sonuna dek Hegelci riişlerin ~ağlamlığıru tartışılır J-,lclığını ileri
bir idealist olarak bütün insan etkinlikle- sürmektedir. Çoğu yerde yorumcular Cro-
rinin ya "Güzel"e ya "Doğruluk"a ya da ce'rıin geliştirdiği estetik öğretiyi ele al-
"İyi"ye yönelik olarak gerçekleştirildikle­ marun en iyi yolunun öğretinin temel-
rini savunmaktadır. Bu ülküler, Croce' lendiriliş tarihini dön ayn aşamaya aytra-
nin kimileyin tin kimileyin de bilinç diye rakincelemekten geçtiği konusunda ortak
adlandırdığı insan varlığının en temel bir düşünce sergilemektedirler.
dön ayrı yönüyle ilintilidirler. Bunlardan Buna göre l 900'lü yılların başlarına
ilk ikisi tinin kuramsal boyutuna, yani karşılık gelen ilk aşamada Crocc, en ge-
birbirlerinden aynlamayacak denli kenet- nel anlamda sanat etkinliğini sezgiyle öz-
lenmiş "sezgi" ile "mantık"a karşılık ge- deşleştirmekte, bir yanda "olgucu" ya da
lirken, öbür ikisiyse cinin pratik boyu- "deneyci" estetik görüşlerin yetersizlikle-
tuyla, yani "ekonomik" ve "etik" ilgi, is- rini göstermeye çalışırken, öbür yanda
tek ve yönelimleriyle ilgilidir. Bu dön estetik bağlamında sergilenen aşırı "arı­
bengisel ülkünün içeriklerinin bütünüyle lıkçı" ya da "usçu" tutumların yol açtığı
309 Croce, Benedetto

derin sorunlara dikkat çekmektedir. Ol- söz eden Croce'nin, daha sonra 1913 yı­
gucu ya da deneyci estetik görüşlere k:u- lında bitirdiği Bmimio Ji r.rlttim (Esteti-
şı duygulanımların ya da duygulann ger- ğin Özü) başlıklı yapıunda kuramına en
çek anlamda bir varoluşlan bulunduğu­ son biçimini verdiği görülmekİ.edir. Sa-
nu savunan Croce, duygulanım ile duy- natsal anlatJmın oluştuğunu düşündüğü
gular alanııun bilgiye açık olmadığını ileri yoğun duygulanımların ya da duygulann
sürmenin son derece büyük bir yanılgı lirik sezgisini daha da açık kılmaya çalı­
olduğunu düşünmektedir. Öte yanda, an- şan Croce, bu türden duygulanımların
lıkçı ya da usçu eğilimlere karşı manuk- deneyci felsefe diliyle dile getirilmeleri-
s;ıl bilgi ile sezgL~el bilgi arasında bir ay- nin olanaksızlığına dikkat çekerek, yapıl­
rıma giderek uslamlamada bulunan Cro- ması gerekeııjn bütünüyle imgeler üstü-
cc:, bunlardan ilkinin, yani manuksal bil- ne kurulu yeni bir dil oluşturmak olduğu
ginin kavramlar aracılığıyla edinildiğini, saptamasında bulunmaktadır. Croce, ben-
temelde şeyler arasındaki tümel ilişkilerle zer nedenlerle sanaun özünde yaşanan yo-
ilgili olduğunu, buna karşı ikinci tür bil- ğun duygulann kendiliğinden boşalulma­
ginin, yani sezgisel bilginin tek tek şeyle­ sı olduğunu düşünen romantik öğretilere
rin imgelerinden edinildiğini öne sürmek- de karşı çıkarak, sanaun kaba saba hay-
ıt•dir. Bu bağlamda Croce, ·doğruluğunu van varlığımızı dönüştüren tinsel bir et-
pek çok bakımdan benimsediği Hcrbart- kinlik olduğu gerçeğinin üstünden atlan-
~ı Kanı okumasına dayanaruk, deneyim- maması gerektiğini vurgulamaktadır. 811
ler ile: duyumlar dünyasını gerek dene- vurgusu doğrultusunda sezgi imgderi ile
yimlerimize: gerekse duyumlarımıza an- mantıksal düşünme kategorileri arasında
l:ım kazandıran, imgelemin en önemli iş­ yaptığı ayrımı daha da kesinleyen Croce,
ll·vlc:rinden birine karşılık gelen sezgi ye- bütün yaşamlannı sanata yapıntJ· kurallar
tisiyle düzene koyduğumuzu öne sürmek- koymakla geçiren klasik kuramaları son
tedir. Dolayısıyla Croce'ye göre, biçim i- derece sert bir dille eleştirmektedir. Cro-
le i1,-erik, sezgi ile anlarım bir ve aynı ce'ye göre estetiğin başlıca öde\'İ, sanaun
şcy<lirler, yani dile getirilmemiş bir şeyin hem felsefeden hem de pratik yaşamdan
sezgi yoluyla duyulması olanaksız oldu- hangi yönlerden aynldığını. hangi yön-
ı:undan dile getirilmeyen şey sezilmemiş lerdense onlarla örtüştüğünü açıklığa ka-
lı:ıliylc: yalınkat doğal bir olgu olarak kal- vuşturmakur. Tam bu noktada Hegel'in
111;1k durumundadır. Sezgisel bilginin tinin tarihte kendini nasıl açığa vurduğu­
ııı~ıııılml bakımdan karegorize edilmesi na ilişkin o ünlü temd savını kendi dü-
;mcak bundan sonra gelen bir işlemdir. şünsel konumuna uyarlayan Croce, tinin
Kur-amsııl yolla imgeleme etkinliğinin temelde karşıtlıklar yoluyla değil ayrık­
her ı ürden pratik ya da etik amaçlı insan lıklar yoluyla ilerlediğini belirterek:, sezgi-
etkinliğinden bütünüyle ayn olduğunun sel bilginin algının önünü açtJğını, dola-
nlı ını özellikle çizen Croce, gerçek sana- yısıyla da kavramsal düşüncelere dayalı
ıın ne: doğrulukla, ne yararlı olanla, ne de olarak yargılar verme yetisini daha bir
iyi ulanla bir ilintisi olmadığını öne sü- keskinleştirdiğini söylemektedir. Dahası
~rkcn büyük ölçüde Emile Zolıı'dan et- bu türden bir bilginin yeni bir yaşama
kilenerek ürün veren İtalyan Doğalcı 0- tutumu edinilmesini zorunlu kıldığına
kulu 'nun yazarlarına karşı düşünsel bir dikkat çeken Croce, sezgisd sanat bilgi-
kuııum geliştirmenin arayışı içindedir. sinin kaçınılmaz bir biçimde yaşam pra-
Crııce'nin estetiğinin ikinci aşaması tiğini etkilediğinin, en açık bir biçimde,
"'maun lirik doğasına yönelik olarak ge- tek tek yaşam etkinliklerinden çok bir
lıftirıli~i kurama karşılık gelmektedir. İl­ bütün olarak yaşam tutumunu değiştiri­
kin l IJ118 yılında yazdığı bir makalede bu yor olması gerçeğine bakılarak görülebi-
kıınımılnn yetkin olmayan bir biçimde leceğini i>ne sürmektedir.
Cudwonh, Ralph 310

Croce'nin geliştirdiği estetiğin üçün- re, lirikliğin yakalanamadığı hiçbir sanat


cü aşaması doğrudan sanaun "kozmik" girişimine gerçek sanat yapıtı olma de-
ya da "evrensel" bir karakterde olduğu sa- ğergesi kazanmış gözüyle bakıiamaz.
vı üstüne bina edilmiştir. Büyük ölçüde Estetik tarihinin uçbeylcrinden biri
"Il carattere eli totalita dell' espressione olarak anılan Croce'ııin diğer önemli ya-
artistica" C'Sanatsal Aıılaumın Bütünlü- pıtları arasında, en çok bilinen çalışması
ğü') başlıklı bir makalede temellendiri- Estrtira rome s&ieııZJI dell'espressio11t e lin.~11İJ­
len bu sav, Croce'nin genel estetik kura- ıim ge11trtık (Anlaumın Bilimi ve Genel
mının bilişsel yönünü tamamlaması bakı­ Dilbilim Olarak Estetik, 1902), İngilizce'
mından son derece önemli bir yer tut- ye çevirisini ünlü felsefeci R. G. Colling-
maktadır. Bu bağlamda Cmce, her gerçek wood'un yaptığı La jilosojia dt Gii111tb11t-
sanatsal temsilin kendisinin başlı başına ıista Vko (Giambattista Vico'nun Felse-
bir evren olduğunu ya da bireysel bir bi- fesi, 1911) ile faşizme karşı liber-.tl siyasal
çime bürünmüş evren olarak anlaşılması düzeni ône çıkardığı Etim e Politıi~l (Etik
gerektiğini öne sürmektedir. Ne var ki ve Siyaset, 1931) sayılabilir.
bu savı uyannca varolan bütün bilgileri
sanacsal sezgiye indirgiyor olması nede- Cudworth, Ralph (1617-1688) Cam-
niyle daha kendisi yaşamdayken estetik bridge Platonculan olarak bilinen düşü­
gizcmcisi olmakla }"d da her şeyi estetikle nürler öbeğinin önde gelen felsefecisi.
açıklayan bir değme indirgemeci olmakla 1-Jenri More ile birlikte Cambridge Pla-
eleştirilmiştir. Gelen bu eleştirilere karşı tonculuğu adı verilen Platoncııluk anla-
Croce söylediklerinden tek bir geri adım yışını temellendiren Cudworth, yaşamı
atmaksızın Goethe, Ariosto, Slrnkespea- boyunca yalnızca tek bir felsefi çalışma­
re, Comeille ve Dante gibi büyük sanat sını, Evre11i11 Gerçek Diifiiıuel Dizge.ri: Bi-
ustaları ile düşünürlerinden aldığı destek- ri11a Bô'lii111: T111mta111111az.(•1)lrğın Biitii11 Ma11-
lerle yanıt verme yoluna gitmiştir. Croce ırlr. w Felsefesi11i11 Çiiriitiilmesi ik 0/,111ak-
estetiğinin en son, muhtemelen de en ol- sız.lrğın111 Ta111/la11111asr (Ibe True lntellec-
gun aşaması 1936 yılında yazıya aldığı La tual System of the Universc: 111e First
poesia adlı yapıtta kendisini göstermekte- Part: \Vherein All the Rcason and Phi-
dir. Nitekim söz konusıı kitabındaki dü- losophy of Atheism is Confuted and iL<
şünceler için Croce, 1902 yılından beri lmpossibility Dcmonstrated, 1678) baş­
üzerine düşünmekte olduğu temel konu- lığıyla yayımlamıştır. Aslında Cudwonh
lara ilişkin görüşlerinin gerekli düzenle- bu çalışmasını üç bölümlük bir dizinin
meler yapılarak en son biçimlerini almış birinci bölümü olarak tasarladıvsa da, ta-
halleri olarak bakılabileceğinı söylemek- sannın Ôliimsiiz. ııe De/jp11ez. .4.JJJak Ü zr-
tedir. Kitabın, dolayısıyla da Croce este- ri11e Bir İıı<'eleme (A. Treatise Concerııing
tiğinin en son aşamasının en öne çıkan Etemal and Immutable Morality, 1731)
düşüncesi sanatta en genel anlamda dört ile Ö~iir İslellf ÜZ!rillt Bir Deııeme (A
ayrı anlatım biçimi olduğunu savunmak- Treatise of Freewill, 1838) adlarını taşı­
tadır: "dolaysız ya da duygulu anlatım", yan diğer iki bölümü ancak Cudworth'
"şiirsel anlatım", "düz ya da yalınkat. an- ün ölümiintlen çok sonra, o da geride bı­
laum", "retorik anlaum". Gerçek sanatın raktığı el yazmalarından yararlanılarak ba-
hiçbir yarar gözetmediği gibi ahlaksal ya sılabilmiştir. Esasında Cudworth bu son
da felsefi bir kaygı da gütmeyen sanat-ol- iki yapıtın adını başka türlü tasarlamıştı:
duğunu özellikle vurgulayan Croce, böy- "Ahlaki İyi ve Kötü Üzerine" (Of Moral
lesi bir sanat olanağına, aranan lirik bir Good and Evi!) ile "Özgürlük ve Zo-
anlatıma ancak bu dön anlatım yolun- runluluk Üzerine" (Of Llberty and Ne-
dan birini kullanmak yoluyla ulaşabilece­ cessity).
ğini söylemektedir. Nitekim Croce'ye gö- Daha çok bir tanrıbilimci ve ahlak fi-
311 Cüneyd-i Bağdadi

lozofu olarak görülen Cudworth'ün fd- Cüneyd-i Bağdadi [Ebu'l-Kasım İbn


sefesinin başlangıç noktası, bir anlamda Muhammed İbn El-Cüneyd) (ö. 909)
bütünüyle kusursuz, sonsuz güçlü, bilge İslam felsefesinin erken dönem muta-
ve iyi bir varlık olarak düşündüğü Tanrı' savvıflarından olan Cüneyd tüm yaşamı­
nın varlığına duyduğu derin inancıdır. nı Bağdat'ta geçirmiş; gençliğinde fıkıh
Eııre11i11 Gtrpek Dii1ii11sel Di:rpsi adlı çalış­ ve hadis eğitimi aldıktan sonra kendini
masının büyük bir bölümü Taruı'nın var- tasavvufa vermiştir. Tevhid ("Tann'nın
lığının evrensel uzlaşım ve tasanın us- birliği") öğretisiyle ilgili bilgileri dizgeli
lamlamalan aracılığıyla tarutlarunasına ay- bir hale getiren Bağdat Okulu'nun en
nlınışur. Düşünsel dizgesinin arkasında önde gelen adlarından biri olan Cüneyd'
yatan düşünce "kutsal anlama''dır. Zihin in İslam 'da gizemciliğin tcmd sorunsalı
bilge yaratıcısının damgasını taşıdığından olan insanın Tann'ya nasıl ulaşabileceği
dolayı anlaşılabilir olan dünyayı önceler. sorusuna verdiği yanıt "tasavvuf yolu"
İnsan zihninin bilgikuramsal kesinliğin olmuştur. Buna göre tevhid inancı, ke-
türediği Tann'run bilgeliğinden pay al- lamcıların (örneğin o dönemde Mu'tezi-
masından ötürü dünyayı bilmesi olanaklı le'nin) yaptığı gibi "Tanrı'nın birliği"ni a-
hale gelmektedir. Cudworth'ün felsefe- kıl yoluyla ispat etme çabasından ziyade,
sinin diğer bir temel öğesi de özgür is- O'nun :ışkın varlığıyla bütünleşmeyi ge-
tenç savunusudur. Cudworth istenç öz- rektirir. Cüneyd'in tasavvuftan anladığı,
gürlüğünün akıllı v:ırlıklann ayırt edici her şeyden vazgeçip Tanrı'yla "bir ol-
üzcUiği olduğunu savunur. Özgür istenç mak"tır. Özellikle üzerinde durduğu ko-
bulunmadığında ahlaki sonımluluk ola- nu ise insanın beşeri varlığından vazge-
naksızlaşır ve akıllı varlıklar rahatlıkla bi- çerek Tann'da yok olması anlamına ge-
rer makineye indirgenebilirler. Bir başka len fmiiji-lkıh düşüncesi olmuştur. Onun
deyişle, özgür İstençsiz anlamlı, sağlam ortaya koyduğu bu ft11ti C'yok olma') ta-
temeUere oturtulmuş bir ahlak dizgesi sarımı üç aşamalı bir süreçtir: Birinci
oluşturmak olanaksızdır. Cudworth'e gö- aşamada insan Tann'run mutlak iradesi
re özgür istenç birey varlığın eylemlerini karşısında kendi istencini yitirmekte, ki-
yöneten ruhun ana yönetici ilkesidir. Da- şisel istek ve arzularından arınmaktadır.
ha özeldeyse ruhun onu iyiye yönlendi- İkinci aşamaya gelindiğinde artık kişi ile
ren bir gücüdür. Doğal hukuk ve aluak Tanrı arasında hiçbir engel kalmamıştır.
Tann'nın iyiliği ve adaletinde temellen- Son aşamada ise inanmış kişi Tann sev-
dirilir. Erdem ve iyilik ilkeleri de insan- gisiyle kendinden geçer ve içinde yaşa­
ı.ırdıın bağımsız olaC'dk vardırlar. ı\.ynca dığı gerçekliği başka bir gözle görmeye
bkz. Platonculuk. başlar.
Tüm bu anlatılanlara karşın Cüneyd-i
cui bono? (I.at.) Felsefe sözdağarına Ci- Bağdadi hakikate erenler için şeriat hü-
cero'nun soktuğu, "Kimin yararına?"; kiimlerinin bir anlamı kalmadığı tarzın­
"Hangi amaçla?" ya da "Bu İşten kim, ne daki görüşleri reddederek tasavvufta da
kazanacak?" anlamındaki deyiş. Özellikle şeriatın temel olduğunu savunmuştur. O-
işlenen bir suçun ardından yapılan sor- nun el verdiği mutasavvıflardan en ta-
gulamada suçtan sorumlu tutulan kişiye nınmış olanı ise gerek yaşamı gerek ölü-
yöneltilen C11i ho110? sorusunun kökeni, müyle tarnşmalar yaratan Hallac-ı Man-
Roma hukukuna dayanır. sür'dur.
Çç
çağcıllık bkz. modernizm. çağnşımcılar, düşüncelerin, duyumların
ve imgelerin birbirlerini anımsatmasıyla
çağcıllık sonrası bkz. postmodemizm. zihinsel sürecin işlediğini, bunların ben-
zerlik, karşıtlık, bitişiklik ve ardışıklıktan
çağdaş felsefe [İng. mntemporary philo- oluşan "çağrışım yasalan"nca birbirlerini
sophy, Fr. philosophit mntemponıine; Alın. ge- çağnştırdıklaruu öne sürerler.
genwarts-philosophie, !{!İtgeniissisçhe philosop- Düşüncelerin birbirlerini anımsatarak
hieJ bkz. felsefe. birbirlerini izlemelerinin nedenlerini so-
ruşturup açıklamaya yönelik ilk dizgeli
çağn§ım [ İng. associatiotı; Fr. assoı:iation; çabaya Aristoteles'in Bellek ve Anımsama
Alın. asıozjatiorr,
es. t. teı/JIJ En yalın an- Üıliine (De memoria et reminiscentia) adlı
latımıyla, düşüncelerin birbirini çağırma­ yapıtında rastlanmaktadır. "Düşüncelerin
sı ya da çağrıştırması; bir düşüncenin
bir çağnşımı" (association ef itkas) terimi ise
başka düşünceyi kendiliğinden bilinç ala- ilk kez John Locke'un İnsanın Anlama
nına getirmesi; biz istesek de istemesek Yetisi ÜZ!fine Bir Deneme (An Essay Con-
de bir düşüncenin bir diğerini bilincimi- cerning Human Understanding, 1690)
ze taşıması, bize onu istemli ya da istem- başlıklı başyapıtında göze çarpmaktadır.
siz anımsatması. Bu çalışmanın yayımlanmasından yakla-
Aristotcles'ten bu yana kavramlar ile şık yanm yüzyıl sonra David Hume İnsan
tasarımlar arasındaki bağlantıların nasıl Doğası Üzerine Bir İııçe/eme (A Treatise of
kurulduğunu açıklayan yasalardan, "çağ­ Human Nature, 1739) adlı yapıtında,
nşım yasalan"ndan söz açılmaktadır. ben- çağnşımın neliğini, ne olup ne olmadı­
zerlik; karşıtlık;
yer ile zaman birliği (yer ğını enine boyuna tartışarak çağrışımalı­
bakımından bir arada bulunma: bitişik­ ğın ilk temellerini atmıştır. Hume'a göre,
lik/ zaman bakımından birbirini takip et- son çözümlemede çağrışım insan zihni-
me: ardışıklık). Ayrıca bkz. çağrışımcı­ nin temel kurucu düzeneği olarak gö-
lık. rülmelidir. Düşünce ile bilginin dayandı­
ğı ana ilkelerin, art arda yapılan sayısız
çağrışımcılık ~ng. asso&iationism; Fr. as- deney aracılığıyla ortaya çıkan "düşün­
ıociationnisme-, Alın. assoziationim111s-, es. t. celerin çağrışımı" tarafından oluşturul­
tqariikfıyeJ Düşüncenin işleyişinden bil- duğunu öne süren bir görüş olarak çağ­
ginin oluşumuna, belleğin çalışmasından nşımcılık, daha sonralan, David Hartley,
usun bütün ilkelerine varıncaya dek tüm James Mili, John Stuart Mili, Alexander
bir zihinsel yaşamın temelinde "çağn­ Bain ve Herbert Spencer tarafından ge-
şım"ın yattığını; bilincin "düşüncelerin liştirilmiştir. Sözgelimi David Hartley'in
çağnşımı"yla işlediğini savunan öğreti. kuramı doğrudan deneyim olmadığında
Çağnşımı bütün bir zihinsel yaşamın zihnin düşünceleri nasıl ürettiğini açıkla­
olmazsa olmaz ilkesi olarak gören bu maya yönelikken, evrimci çizgide yürü-
öğretinin kökleri Aristoteles'te bulunsa yen Herbert Spencer deneyci görüşle
da çağrışımalık daha çok İngiliz deney- doğuştancı öğretiyi harmanlayarak çağrı­
cilerinin ve ardıllarının zihin anlayışları­ şım düşüncesine ya da tasarımına evrim
nın merkezinde yer almaktadır. Locke' ve kalıtım kavraınlannı katmıştır. Ruhbi-
tan Hume'a, Hume'dan J. S. Mill'e tüm lim alanında ise çağnşım ile çağnşım ya-
313 çatıtkı

sahınnı tiim bir ruhbilimin odağına koy- telikscl çatışkı dünyanın kuruluşuna, ni-
maya, bütün ruhsal olayları da bu yolla teliğine ilişkin karşıt savlan gösterir. Sav:
açıklamaya soyunan çağrışımcılık, davnı­ "Tüm bileşik tözler yalın parçalardan o-
nışçılığın bilinç ve ruhsal olaylar üzerine luşur; hiçbir yerde yalınlıktan ya da yalın
daha gelişkin düşünceler ortaya koyma- şeylerin birliğinden başka bir şey yt>k-
sıyla önemini yitirmeye başlamışın. Ay- . tıır." Karşı sav: "Dünyada yalın parçalar-
nca bkı. Çağntım. dan oluşan hiçbir bileşik şey yoktur; hiç-
bir yerde yalınlık yoktur." Üçiincii ya da
çatl§kı [İng. flfllim»~ Pr. a11ti11omir, Alm. ilişkisel çatışkı, nedensellikle ilgilidir. Sav:
11111i11omir, Yun. t111ti110111İtr, es. t. lutİPl-i 11tl- "Doğa yasalarına uygun nedensellik, dün-
kizg11] Mantık dilinde bir önermenin ge- yadaki tüm varlıklıınn türetildiği tek yol
rek kendisinin gerekse değillcınesinin çc- değildir. Söz konusu varlıklan açıklamak
li~ önermeler iirctmcsi. Eski zamanlar- için özgürlükten gelen bir başka neden-
da kaqıt tcmcllcndirmelerin yan yana selliğe daha gereksinim vardır." Karşı­
konmasıyla yapılan bir tür söz sanatı. sav: "Özgürlük yoktur. Dünyada olan her
SözgeJimi, Quintilianus'un (35-95) l11111t- şey yalnızca doğa yasalarına uygun bi-
tio dt. oraloria adlı yapıtında uslamlamalar çimde olur." Dördüncü çatışkı ya da kip-
bu biçimde ortaya konur. Terim XVII. lik çauşkısı ise dünyada :wnınlu bir varlı­
yüzyıl hukukçuları arasında yasalarla uy- ğın olup olmadığıyla ilgilidir. Sav: "Dün-
gulamaları arasında çıkan uyumsuzlukları yanın parçası ya da onun bir nedeni ola-
anlatmak üzere yoğun biçimde dillendi- r.ık dünyaya ait kesin biçimde zorunlu
rilir. Çatışkı, felsefe açısından daha çok, bir varlık vardır." Knrşısav: "Diinyad,ı ya
Immanuel Kant'ın bir bütün olarak dün- ı.la dünya dışında dünyanın bir nedeni
ya üzerine görüşlerimizde ortaya \"lkardı­ t>larak hiçbir yerde kesin biçimde zorun-
ğı apaçık çelişkiler için kullanılır. Kant lu bir şey yokt.ur."
bu terimi, üç eleştiri kitabının diyalektik Kant, birbirleriyle çelişen bu temel-
bölümlerinde diyalektik savları çözüm- lendirmeleri birini diğerinden üstün gör-
lerken anar, böylesi çatışkılı temellendir- düğü için anmaz; daha çok bunların di-
melerin insan ıisunun yargı yetisinin uy- yalektik olduklannı göstermek ister. Kant,
gunsuz biçimde sınırlarının genişletilme­ uzam ve zamanla sınırlı deneyimlere yas-
sinin örnekleri olduklannı savlar. Kant, lanan bir "saluk tamlık" arayışının usu
çatışkıyı, uslamlama vıırsayımlannda sak- çatışkılara götürdüğünü öne sürerek bu
lı olabilecek tüm hatalan mutlaka ortaya durumun doğal ve kaçınılmaz olduğunu
çıkar-.ıcak kesin deneyler olarak ele alır. söyler. <.;auşkılar, bu çauşkıların usun
Evrenbilgisi görüşlerindeki kuramsal ça- kendi sııııdannı kavr-.u:ken düştüğü hata-
tışkıların Hume'uıi kuşkuculuğuyla bir- lar sonucunda ortaya çıktığının gösteril-
likte keşfedilmesinin, kendisini dogmatik mesiyle önemli oranda çözülür.
uykusundan uyandıran en önemli şoklar­ Kant'tan sonra çauşkılar, "sav-karşı­
dan biri olduğunu vurgular. sav-bireşim" biçiminde sloganlaşan şe­
An Us1111 Ekıtirin'nde Kant, dünya- matik "Marxçı" diyalektikle yeniden can-
nın yapısı hakkında her biri bir kategori- larur. Ne var ki, bu yaklaşım Hegel'in
ye denk gelen dört diyalektik çıkarımda Mili/ilk Biliım'nde (1816) geçen "çauşkı­
bulunur. İlki, dünyanın sinırlan ile ilgili lar, evrcnbilgisinden alınan dött özel nes-
olan niccliksel çatışkıdır: "Dünyanın hem neyle sınırlanamazlar; çatışkılar her tür-
zaman hem de uzam bakımından bir ba- den nesnede, her kavramda ve her dü-
şı vardır'' savına "Dünyanın boerek za- şüncede görülmektedir" sözünün farklı
man bakımından bir başlangıcı gerekse yorumlanmasırun eksikliklerini taşır. He-
uzam bakımından bir sınırı yoktur" kar- gel'in arzusu, Kant'ın evrenbilgisinden
şısavıyla karşılık verilir. İkinci ya da ni- aldığı çatışkılarla desteklediği dogmacılık
çelişiklik 314

karşıtlığını insan düşüncesinin tüm alan- gelecek kuşakların yaşayacağı koşulları


larına yaymaktır. Çatışkıların dogmacılık hesaba katarak, bitki ve hayvanların tür-
karşıtlığı için kı.ıllarulması Lukacs'ın Ta- sel çeşitliliği ile "hayvan hakları"ru koru-
rih ve Sımf Bi/iııci (1923) adlı yapıunda mayı kendine amaç edinir.
yeniden karşımıza çıkar. Lukacs, yapıtı­ Doğanın sınırsız biçimde sömüriil-
nın "Kentsoylu Düşüncenin Çatışkılan" mesini kıyasıya eleştirip aluaki açıdan
başlıklı bölümünde, insan etkinliğinin ü- yargılayan, doğayla uyum içinde yaşama­
rünleri üzerinde yoğunlaşırken aynı anda dan yana tavır koyan bu düşünce gele-
söz konusu etkinliği de dışlayan bilincin neği, Sokrates-öncesi filozoflardan bu
şeyleştirilmiş yapısına dikkat çeker. Lu- yana kendine epeyce yandaş toplamıştır.
kacs'tan sonra çatışkılı temellendirme bi- Aynca bkz. uygıı1am3ıı etik.
çimi "Batılı Marxçılarca", özellikle de T.
W. Adomo tarafından daha da gelişti­ çevrecilik ~rıg. enıiroıımeııtalism; Fr. envi-
rilmiştir. Ayrıca bkz. diyalektik; sav/ ronnementalisme; Alm. enviro11111e11taliS11111s]
karşısav /bireşim. Günümüz felsefesi bağlamında daha çok
"Yeşil" siyaset felsefesiyle örtüşen çev-
çelişiklik ~ng. t011tradiction; Fr. roııtradi,, recilik ilkin çevrenin insan üzerindeki
Iİlıtı; Alm. koııtradiktorische oppositio11] bkz. etkisini ya da çevrenin insan davranışını
koşıı1suz önermeler mantığı. belirlemedeki önemini vurgulayan bir
öğreti olarak boy göstermiştir. Bu anla-
çevirme [İng. inversion] bkz.· koşıı1suz ö- mıyla çevrecilik insanı dış koşulların ii-
nermeler mantığL riinü; doğal, toplumsal ve kültürel ko-
şulların toplamı olarak gören anlayışa
çevre etiği [İng. emirrmmeııtal ethiı:s; Fr. karşılık gelir.
ithiq11e nıvirrm11eme11ttJk; Alm. ıımnf//ethik] Buna karşılık :XX. yüzyılın son çeyre-
Ahlak felsefesinin çevre sorumluluğu­ ğinde iyiden iyiye kendini hissettiren çev-
nun ya da bilincinin ahlaki temellerini a- recilik ya da çevre felsefesi, doğayı ilikle-
raştıran dalına verilen ad. İnsanmerkezci rine kadar sömüren ya da onu istediği gi-
bakış açısının terk edilerek doğal çevreyi bi yoğurabileceğini sanan insanoğluna yö-
koruma adına yeni bir çevre etiğinin ge- neltilen bir "uyarı felsefesi"dir. 1950'1er-
liştirilmesi gerektiğine dikkat çeken, in- de uç veren Leopold'un "Toprak Eti-
san ile diğer tüm canlıların "ortak" var- ği"nden tutun da Naess'in 1970'lerde ge-
kalımlarını, "toplu" yaşamlanııı sürdüre- liştirdiği köktenci çevre etiği "Derin E-
bilmeleri için doğaya özgü erekselliğin koloji" ya da "ekosofı"ye kadar tüm
gözetilmesi gerektiğini savunan çevrebi- çevreci öğretiler, bilimsel ve tekııolojik
lim etiği. gelişmelerin arkasına sığınıp doğayı hiçe
Uygulamalı etiğin bir kolu olarak çev- sayan, doğanın da haklan olduğunu unu-
re etiği, insanın çevreye karşı sorumlu- tan insarılığa bu "yoksayış"ın onarılamaz
luğunun ahlaki açıdan temellendirilmesi sonuçlarını durmaksızın hatırlatır. Her
üzerine yoğunlaşır; bu sorumluluğun ne- ne kadar bugün varılan noktada insanın
reye kadar uzayıp gittiğini, neleri kapsa- kendi çıkarları uğruna kökünü kuruta-
dığını irdeler. Aluak felsefesinin yanıt a- mayacağı canlı türü hemen hemen yok
radığı "Nasıl yaşamalıyız?" temel soru- gibi olsa da insanın kendisinin de bir
suna insanın içinde yaşadığı tüm doğal canlı tiirü olduğu unutulmamalıdır. Ay-
koşullan dikkate alarak yaklaşan çevre e- nca bkz. çevre etiği; toprak etiği; De-
tiği, doğada içkin olarak bulunan amaç rin Ekoloji.
ve değerleri koruyup ayakta tutma zo-
runluluğunun altını koyuca çizer. Hen1 çevreiçincilik (İng. eroa1ıtrislır, Fr. itocen-
günüı~üz insanının koşullarını hem de ıri.rme, Alın. iikozrnttisı1111s] bkz. Derin E-
315 çifte hakikat (ikikadı doğruluk)

koloji. 2. Modus Tollens


p->q • --.q : . -ıp
çıkanın [ing. iefmn«; Fr. inftmıcr; Alm.
sthlHsr, es. t. isliıiltilj Verili önerme ya da 3. Koşullu Tasım
önermelerden sonuç çıkarma işlemi. Bir p->q, q-+r.'.p-+r
çıkarımda kendisine dayanılan önerme
ya da önermelere "öncül'', buna/bunlara 4. Aynk Tasım
dayanarak ortaya konan önermeye de pvq, -ıp:.q
"sonuç" denir. Çıkanmların doğru ya da
yanlış olmaları değil geçerli ya da geçer-
5. (Yapıcı) Olumlu İkilem
siz olmaları söz konusu olabilir. Dolayı­
(p->q) A (r-+s), pvr:.qvs
sıyla da denetlenecek olan, bir çıkarımın
geçerli olup olmadığıdır. Bir çıkarım, ön-
6. (Yıkıa) Olumsuz İkilem
cülleri ile sonucunun gücüne göre, bun-
lar arasındaki bağa göre geçerli olur. (p-+q) A (r-+s), --.q v-.s :. -ıpv-ır
Öncül ya da öncüllerle sonuç arasında
7. Yalınlaştırma
mantıksal bir bağ vardır. Her çıkarım
sonucunun doğru olduğunu tanıtlama pAq.'.p
savındadır. Bununsa gerçekleşmesinin i-
ki koşulu vardır: Birincisi, öncüllerin tü- 8. Tümel Evetleme
münün ya da bir kısmının doğnı olması pAq.'.pAq
gerekir. İkincisi, öncüllerin sonucu zo-
runlu kılması gerekir. Birinci koşul man- 9. Toplama
tıkçının işi değildir. Öncül niteliğindeki p:.pvq
önermelerin doğruluk değerini, çıkarım
hangi alanla ilgiliyse, o alandaki bilginler Ayrıca bkz. geçersiz kılıcı kiime.
saptar. Mantıkçının işi ikinci koşulun ye-
rine gelip gelmediğini araştırmaktır. Man- çıkmaz bk:z. aporia.
tıkçının aradığı, çıkarımın geçerli olup
olmadığıdır. Yani, öncülleri doğru diye çifte değilleme kuralı bk:z. önerme ek-
kabul ettiğimizde, sonucu da doğru ka- lemleri mantığı.
bul etmemizin zorunlu olup olmadığını
saptamaktır. Çıkarımın sonucu öncüller- çifte hakikat (ikikatlı doğruluk) [ing.
den zorunlu olarak çıkıyorsa o çıkarım ·ıloublttrutlr, Fr. ıJoub/e viritt, Alm. ıJoppelte
geçerli; öncülleri doğru sonucu yanlışsa n'<lhr6ti~ Felsefede yanlış olan bir şeyin
çıkarım geçersizdir. Böyle çıkarımlara dü- dinde do~u, dinde yanlış olan bir şeyin
pedüz geçersiz çıkanmlar da denir. Bir de felsefede doğru olabileceğini öne sü-
çıkarımda, öncüllerin tümü doğru olma- ren görüş; ruhun ölümsüzlüğü, dünyanın
yıp sonuç doğruysa çıkarım geçerli de o- öncesizliği sonrasızlığı, insanlığın yazgısı
labilir geçersiz de. Çıkarımların geçerli o- gibi konulan ilgilendiren sorulara farklı
lup olmadıklarını denetlemek için "ge- ama çatışmayan yanıtlar veren, biri felse-
çersiz kılıcı kü1I1C" oluşturulur. Sonuç o- fece öbürü tanrıbilimsel iki ayrı alan bu-
larak bu küme tutarlıysa çıkarım geçer- lunduğunu savunan öğreti.
siz; bu küme tutarsızsa çıkarım geçerli "Çifte hakikat" ya da "ikikatlı doğ­
olur. ruluk" öğretisi, kimileyin yanlış bir bi-
Çıkarım kuralları şunlardır: çimde Boethius'a atfedilse de, "hakikatin
çoksesli anlatımının sa\'Unucusu'' diye a-
1. Modus Ponens nılan İbn Rüşd'e (Averroes) aittir. Ancak
p->q, p:.q onun izinden yürüdüklerini savlayan İbn
çilecilik 316

Rüşdcülerin bu öğretiyi sulandırdıklan da yok saymakla, duyusal zevkleri küçüm-


bilinen bir gerçektir. İbn Rüşd ilki bilim- seyip hor görmekle elde edilebileceğini
se~ öbürü dinsel olmak üzere özünde ileri süren çileci ahlak anlayışlarından
aynı gerçekliğe gönderme yap'ın iki ayrı 'ıyrı. tutmak gerekir. Her ne kadar kimi
dizge bulunduğu yollu bir ayrıma gitmiş; çileci öğeler taşısa, belli çileci uygulama-
buna bağlı olarak da Aristoteles felsefesi ları barındırsa da Stoacılığı çilecilikle
ile vahye dayalı dinsel yaklaşım arasında­ özdeşleştirmek yerinde olmaz. İlkçağ
ki çatışkılan ortadan kaldırmaya yönelik Yunan felsefesinde çileciliğe en yakın
çözümlemeler surımuştur. Aynca bkz. duran felsefi hareket olarak Kynikler
İbn Rüşd; İbn Rüşdcfılük. Okulu'nu saymak çok daha yerindedir.
Bunun yanı sıra, Platon'dan tutun da
çilecilik (İng. ası'l!liı:i.rnr; Fr. ası:ihsmr, Alnı. Yeni Platonculuğun kurucusu Plotinos'a
askese, asketik; es. t. z/ihdfıye, z.iihdii takva] lmdar birçok fılozofta, gerek ahlaki ge-
Kişinin ahlak bakımından yetkinleşmesi­ rekse dinsel içerikli çileci öğelere rastla-
ni sağl.'11Tlanın yolunun bedensel hıızbıra nır; en azından bu düşünürlerin çoğu.
yüz çevirip düşünsel ya da tinsel hazlara "erdem eğitiıni"nin zorlu ve çetin bir
yönelmekten geçtiğini savunan öğreti; yoldan geçtiği ya da "gerçek bilgi"ye
dinsel ya da ahlaki, "yüksek" bir amaç ulaşmanın ilk adımının şu ya da bu
uğruna dünya nimetlerinden el etek çek- şekilde "çile çekmek" olduğu konusunda
meyi, dünya işlerinden uzak durmayı sa- hemfikirdirler.
vunan, ancak bu yolla ruhun içgüdülerin insanın varoluşunu anlamlı kılmak
ya ela insana özgü tutkuların üstesinden için önündeki tek seçeneğin "özveriyle
gelebileceğini öne süren görüş; insanın özünü eğitmek"; davranışlarını denetim
doğal isteklerini yenip tinsel benliğini altında tutarnk çeşitli zevklerden kendini
bulmak için, yaşama ve dünyaya ilişkin alıkoymak olduğunu vurgulayan çilecili-
"derin" bir içgörü edinmek adına ken- ğin varmak istediği yer, "gizemli bir
dini <tşmaya girişmesi. içgörü" ya da "düşünsel bir yetkinlik"
"Çilecilik" terimi, Eski Yunanca'da · durumudur. Bir yaşam öğretisi olarak çi-
"yoğun alıştırma", "sıkı eğitim" ya da lecilik, haz içine gömülmüş dünyadan
"çetin idman" anlamına gelen askesis kaçışa ya da kendi çıkarının peşinde
sözcüğünden türetilmiştir. Bunun yanın­ koşan insanlıktan uzak durmaya karşılık
da bu deyişin, erdeme ulaşma yolunda gelir; insan denilen varlık kendini "sil
kendini kutlu bir ereğe adayan kimsenin, baştan" yaratacaksa, yeğleyeceği yer,
çektiği acılara aldırmaksızın harcadığı "kutlu bir arırıma"nın, dahası "kutsan-
çabayı, "ulimpiyaılıır''da başarı kazan- mış bir vazgeçiş'"in ne anlama geldiğini
mak için didinen koşucuların yaptıkları bile bilmeyen "bu topraklar" olmasa ge-
yoğun çalışmalara benzeten Stoacı filo- rektir.
zoflardan alındığı da söylenmektedir. Çilecilik insanlık tarihinde çoğu kez
İlkçağ Yunan felsefesinde "ruh dingin- dinsel bir ahlak görünümü altında ortaya
liği"ni <:atarak.ria) erek edinen Stoacılık, çıkmıştır. Tanrı'ya ulaşmak için yürünen
içgüdüsel zevklerden elden geldiğince yolda bedensel isteklerden feragat et-
sıyrılmayı, çekilen acılar karşısında a- meyi, bile isteye acıya yönelmeyi ifade
yakta kalmayı öngören, istencin bedensel eden dinsel bir tutum olarak çilecilik ya
arsızlıklann üstesinden gelmekle yü- da çileci uygulamalar "kurtuluşu muştu­
kümlü olduğunu içeren bir ahlak öğretisi layan'' belli başlı dünya dinlerinin hemen
geliştirmişti. Kuşkusuz, insanın ancak bu hepsinde bulunur. Çilecilik dinsel bir
yolla "sarsılmaz bir ruha" kavuşacıığına çerçeve içinde ele alındığındıı, insanın
inanan Stoacılığı, erdem ile mutluluğun kendi özünü cezalandırma tavrına; insa-
yalnızca .ve yalnızca bedene dair ne varsa nın gün,ıhlarından acıyla annması tutu-
317 çilecilik

muruı karşılık gelir. Oruç tutmak, cinsel yüce bir hedefe ya da onların deyimiyle
perhiz, inzivaya çekilmek ve gönüllü "kutlu bir geıçekliğc'' varm.1k için bir
yoksulluk türünden insamn nefsini kö- araçtan ibarettir. Başka bir. deyişle, tin-
reltmek için uyguladığı temel çileci pra- selliğini, belleğini, benliğini ya da kimli-
tikle.r, Doğu dinlerinin çoğunda, özel- ğini ve geriye ne kaldıysa onu yitirmiş
likle de Caynacılık ve Buddhacılık ile insana, sözün özü insanı in.~an yapan her
Hint dininin kimi kollarında ve tektanrılı ne var ise bunları unutmuş olan insana
dinlerde, özellikle de Hıristiyanlığın ilk ''yeniden anımsatmaktan'', kim bilir bel-
dönemlerinde (tariki dii1!Jtr. "dünyayı bı­ ki de "yeniden kazandırmaktan" öte bir
mkrnışlar''), Museviliğin gizemci öğreti­ amacı olmayan çilecilik için "aa çek-
lerinde C'kabala') ve Müslümanlığın ta- mek" yaşam yolunda geçilmesi zorunlu
savvuf boyutunda \'ermişliğin önkoşulu bir köprüden başka bir şey değildir:
olarak çile çekmek"), görülebilir. Tanncı "Kafasını kuma gömen biz devekuşlarıru
ya da tektanncı dinlerde çileci uygula- acıdan gayrı ne -uyarabilir ki?" Bent-
maların nihai amaa tannsal olanla bü- ham'ın yanılgısı, çileciliği dünyevi mo-
tünleşmek, Tann'ya elden geldiğince ya- dernliğin, daha doğrusu Aydınlanma'run
kınlaşmak iken; tanncı olmayan ya da gözlükleriyle okıımasından kaynaklanır.
t.1nrısız dinlerde, özellikle de "evreni var Kuşkusuz Bentham'a kaqı yürütülen
l'den bir yaraucı ile yaraulan" düşünce­ yukarıdaki çilecilik savunusu ya da "çile-
sini yadsıyan Doğu dinlerinde, bu amaç ciliği iyimser okuma" girişimi de günü-
çeşidi anlamlara bürünmüştür: bu din- müz koşullannda kelimenin tam anla-
lerdeki çileci pratiklerin her birinin ge- ıruyla "çelimsiz" kalmaya yazgılıdır. İşte
rekçesi, bir dinsel gelenekten diğerine bu bağlamda, Nietzsche'nin "hayır di-
<lcğişir clurur. yen" bir felsefe olamk çileciliği eleş­
Gerek dinsel gerekse ahliki içerikli tirmesi, çok daha esaslı ve anlamlıdır.
olsun (ki hemen her zaman bu ikisi iç içe Aslında Nietzsche'nin felsefesi de ilk
ı,.>eçmiştir) çilecilik kimi felsefecilerce sık başlarda Schopenhauer'un çileci görüşle­
sık eleştirilegelmiştir. Kimileri bu türden rinden derinden etkilenmiştir. Ne var ki
dinsel öğretilerin önkabullcrinin düpe- Nietzsche son döneminde, özellikle de
düz yanlış ve savunulamaz olduğunu ö- 1880 sonrası kaleme aldığı yapıtlarında
ne sürerken, kimileri de çileci anlayışın (Şnı Bilim, .Bifllı B~urrlıt Zırrliiıt ve füı.ı
v;ırsaydığı insanların bilinçli bir şekilde Ho1110) "küçük şeyler öğretisi" rt1111orjah)
ııcıyı yeğlemelerinin olanaksız olduğunu, dediği düşünceye bel bağladı. Bundan
çileciliğin insanlıkiçin önerdiği bu "acı­ böyle "evet deme ayrıcalığına sahip bir
lar ve yoksunluklar ya,aıru"nın insanın filozof" olmak arzusuyla yanıp wtuştu­
özüne aykın olduğunu sa,'Unur. Sözgc- ğunu bizlere bildiriyordu: "Amor Jati:
limi yararcılığın kurucusu Jcrcmy Bent- Bundan böyle benim aşkım bu olsunl"
ham, AhMk 1111 Yas1J111an111 İlhlmttı Gİrif (Şm Bi6111, pasaj 276). Nietzsche hayau-
(An Inttoduction to the Principlcs of run bu son demlerinde, yaşamı yadsıyıp
Morals and Legislation, 1789) adlı yapı­ olumsuzlamak yerine onu kucaklayıp o-
unda, insanın doğası gereği acıdan kaçı­ naylamak istiyor; yaşamı kötülemek ye-
nıp hazzın ardına düştüğünü savunarak, rine onu haklı çıkarmak gerektiğini salık
ki,inin tutarlı ve sürekli bir biçimde veriyor; yaşaıru Dionysosça olumlama
çileciliAın gereklerini yerine getirmesinin -evet diyen bir felsefe- çağrısında bulu-
olnnaksı:ı: olduğunu belirtir. Gerçi Bent- nuyordu. Nietzsche'nin yaşarru bu şekil­
hıım'ın bu eleştirisinin gözden kaçırdığı de ymidıtı ohtfllflmlıtt ışığı alunda baloldı­
önemli bir nokta vardır: Çilecilik tılt. ğında, çilecilik yaşama istencinin önün-
baptı11 acıyı erek edinmez; acıyı aa aJ111a deki en büyük engellerden birini oluştu­
aranıp durmaz; çileciler için acı çekmek ruyordu; insanı güçsüz kılıyor, ulaşabile-
Çin felsefesi 318

ceği "küçük şeyler"i de elinden alıyordu. Çin'deki ilk felsefe metirıleri denebi-
Çileci dünya görüşü insandaki güçlülük lecek metinlerin görüldüğü tarih M.ô.
istencini kırıyor; "yaşama iştahı"nı kapa- VI. ile V. yüzyıllara kadar geri gider. Bu
uyordu. Nietzsche erk istencini "yaşam metinlerdeki ortak izlek, sonradan da
için" kullanmak varken, bu gücün "}~1- Çin felsefesinin temel özellikleri olarnk
şama karşı'' durarak tüketilmesinin an- uyum, bilgelik, atalara duyulan sevgi gibi
hımsızlığını vurguluyordu. Nietzsche ay- öğelerdir. Bu dönemin en önemli felse-
ncı1 çileci uygulamaların dini önderlerce fecisi Konfüçyüs'tür. Hem siyasal ba-
kötüye kullanıldığının, sadık müritlerinin kınldan oldukça karışık bir dönemde
üzerindeki egemenliklerini pekiştirmek hem de ahlak çöküntüsünün söz konusu
adına amaçlarından saptırıldığının da al- olduğu bir dönemde yaşayan Konfıiç­
unı koyuca çizmiştir. yüs, içinde yaşadığı toplumu yeniden dü-
Bunun dışında, kimi filozoflar da çi- zenleyip özlemi duyulan ahlak öğretile­
leciliğin zihin/beden ya da madde/ruh rini canlandırarak yeni bir toplum düzeni
ikiliğine dayanan savunulamaz bir ikici- onaya koyma çabasındadır. Bunun için
liği önvarsaydığını; Tanrı ile dünyayı, cin- insana! bir toplum felsefesi öğretisi dile
sel olan ile maddi olanı ayrı ayn gerçek- getirir. Asıl derdi ülküsel insanı yarat-
likler olarak okuyan, iler tutar yeri olma- makur. Çünkü böyle bir insan yaratıldı
yan bir metafiziğe saplandığını ileri sür- mı ülküsel bir toplum da yaraulabilecek-
müşlerdir. Oysa ki bu türden ayrımlara tir. Kişi önce kendi yaşamını huzurlu
gitmeyen, ikici olmayan çilecilik anlayış­ kılmalıdır; bunu başardı mı aile yaşamı
ları da mevcuttur. Ayrıca bkz. Kinikler huzurlu olacak; aile yaşamı huzurlu o-
Okulu; Nietzsche, Friedrich; budün- lunca da ulusun yaşamı huzurlu olacak-
ya çileciliği. ur. Konfiiçyüs'ten sonra Mensiyüs, H-
sun Tzu, Han Fei Tzu gibi felsefeciler
Çin felsefesi [İng. Chi11ese philosopo/, Fr. Konfüçyüs'ün düşüncelerini sürdürdü-
philosopbie Chi11oise; Alm. Chiııtsiscbe philo- ler. Konfıiçyüs ile ardılı felsefecilerin Çin
sophie] Çin felsefesinin en önemli özel- toplumundaki önemli etkilerinin göster-
liklerinden birisi yaşamdan kopmamış gelerindL'fl biri, 190 5 yılına dek devlet
olmasıdır. Bunun dayanaklarından biri görevlileri için yapılan sınavların sorula-
yine eski Çin düşüncesinde, evreni par- nnın Konfüçyüsçü düşüncelerin dile ge-
çalarının toplamı olarak değil de bir bü- tirildiği temel yapıtlara dair olmasıdır.
tün olarak kabul eden düşüncede bulu- Çin felsefesinin ikinci büyük geleneği
nabilir. Ülküsel durum da böyle kabul e- Taoculuk'tur. Bu geleneğin en büyük
dilen evrerıle uyum içerisinde yaşamak­ felsefecisi, yaşamı hakkında pek az şey
ur. Bundan ötürü, Çin felsefecilerinin bilinen Lao Tzu'dur. Yazdığı söylenen
hep kendi felsefelerine uygun yaşamaları kitap, Tao Tt Ching (Yol ile Gücü), yal-
beklenegelmiştir. Çin felsefesinin bir di- nızca Taoculuğun en önemli kitabı değil,
ğer özelliği de dinsel kimi öğelerden kop- Çin'in de en önemli felsefe metinlerin-
mamış olmasıdır. Konfıiçyüsçülük, Tao- den biridir. Taoculuk, Lao Tzu'nun ya-
culuk, Buddhacılık hem birer felsefe şadığı dönemdeki karışıklıklara felsefece
dizgesi hem de birer din halini almışlar; bir tepkidir. Savaşlara, sefalete, toplum-
felsefelerini kılgıya geçirmişlerdir. Bun- sal çöküntüye neden olan zenginlik, şan,
lar, Çin felsefesinde egemen olan üç ge- şeref gibi isteklere karşı çıkar. Bunun
leneksel görüştür. Egemenlikleri de XX. için yapılacak ilk şey TM ile doğanın
yüzyıla kadar sürmüştür. Ne ki, Mao uyum içerisinde olduğunu, bunların bir
Tse-tung'un Çin Halk Cumhuriyeti'ni birlik içerisinde olduğunu kabul etmek-
kurmasından sonra bu üç büyük gelenek tir. Birliği sağlamaksa belirli hedeflere
onadan kaldınlmaya çalışılmışur. ulaşmaya çalışarak değil, hareketsiz kalı-
319 çokçuluk (çoğulculuk)

narak, bir şey yapmayarak, arzuları-lurs­ çirkin-lik ~ng. ug/y·tıesr, Fr. laid-eur, Alm.
ları b~stırarak olur. İnsan doğanın yasa- hiisslkb·t] Estetiğin sözdağarında "güzel"
~ına boyun eğmeli, yani doğaya katılmalı, ofamı karşıtlık oluşturan temel kııvr.ım;
onunla bir olmalıdır. Böyle y•ıptığında güzellik duyumuzu örseleyen, göze ya da
istemeyi kırar; istemeyi kırdığında da hu- kulağa hoş gelmeyen, kendi iç bütünlü-
zura erer. Taoculuğun diğer önemli fel- ğünü kurnmamış olup yapısında tııı.ır·
sefecileri ise Yang Chu ile Chuang Tzu' sızlıklar bulunan, aynı zamanda içinde
dur. bulunduğu yapının da biçimini bozan ve
Çin'deki üçüncü büyük gelenek Budd- bu yapının içinde sırıtan şey ya da nite-
hacılık'tır. Buddhacılık Çin'de M.Ö. 60 lik. Etiğin sözcük dağarcığında ise "i-
yıllarında görülür olur. Birtakım çevirile- yi" /"kötü" karşıtlığında "kötü'' kavramı­
rin yapılması, aynca bu çevirilerde dile nın yerine, kimileyin uygunsuz ya da yer-
getirilen görüşlerin geleneksel Çin fel- siz da vraruşlan, kimileyin de yakışıksız ya
sefe kavramlarına uyarlanıp bunlarla dile da hoş olmayan söz ve tutumları nitele-
getirilir olmasından sonra Buddhacılık mek için kullanılmaktadır.
Çin'de yaygınlaşır. Çin'd~ Buddhacılığın Felsefe tarihine bakıldığında, estetik
Mahayana yorumu etkili olmuştur. Buna üzerine yürütülen soruşturmalarda he-
dayanılarak, asıl olarak gerçekliğin kııv­ men her zaman ağırlığın "güzel'' ile "gü-
ramlarla yapılan betimlemelerden bağım­ zellik" kavramlarına verildiği görülmek-
sız, mutlak olarak bölünmemiş bir birlik tedir. Giizel'in estetik değeri temsil etti-
olduğunu, dünyanın kavramlarla bölün- ğini, hatta kimi yerde estetik değerin ta
ıüye uğratıldığını, bunun da bir yanılgı kendisi olduğunu düşünen estetik ku-
olıluğunu, aydınlanmak isteyen insanın ramcılarına göre, "çirkin" ile "çirkinlik''
bu bölüntüleri ortadan kaldırması gerek- olsa olsa estetik dej!;ersizliği temsil ede-
tiğini söyleyen, Batı'da bilinen adıyla Zen bilir. Modernizme gelinene değin bu an-
((;in. Ch iın) Buddhacılığı ortaya konmuş­ layış böyle sürüp gitmiş, "çirkin" olan
r.ır. Hu okul sonradan Kuzey Zen Okulu her şey ya görmezden gelinmiş ya da
ile Güney ?..en Okulu olmak üzere ikiye ·estetik dışı sayılmıştır. Modernizmin fi-
ayrılmıştır. T'ien-T'ai, Hua-yen, Arı Ülke lizlenmesiyle birlikte "çirkin" ile "gü-
<)kulu Çin'deki diğer Buddhacı okullar- zel"in sanat alanında birarada soluk ala-
dır. bileceği anlaşılmış, "çirkin" ile "çirkin-
yüzyılın ilk yarısında, Batı kay-
X IX. lik''in değme birer estetik araştırma ko-
ıı:ıklıfelsefe kitapları çevrilip yayımla­ nusu olabileceği yollu düşünce kabul
nınca Çin kendi katı gelenekçi düşünce görmeye başlamıştır. Ayrıca bkz. güzel-
hıçimlerinden başka düşünce biçimleri- lik; estetik; modemizm.
nin de olduğunun farkına vardı. 1949 yı­
lındıı Mao Tse-tung'un yönetimi ele ge- çokanlamlılık yanıltısı bkz. yanıltılı
çirmesiyle de Çin'de Marxçı-Leninci dü- uslamlama biçimleri.
şiinceler etkin oldu. Aynca bkz. Kon-
fiiçyiiı; Konfüçyüsçülük; Lao Tzu; çokçuluk (çoğulculuk) ~ng. plııralism;
TılOCuhık; Buddhacılık; Mahayana Fr. pluralisme-, Alm. plııralismur, es. t. /us-
Dııddhacdığı; Zen Buddhacılığı; Arı ret!lJe] En genel anlamda, enson gerçek-
Ülke Okulu; T'ien-T'ai; Mao Tse- liğin tek bir ya da iki tane olmayıp birçok
ıııııg. enson gerçeklik olduğunu öne süren;
gerçekliğin şeyler çokluğundan, yani bir-
Çince Odaaı Uslamlaması [İng. Chine- birinden başka pek çok gerçeklik türün-
rr 1<00111 A~,11111e11t/ Chinest Roo111 Smıario; den oluştuğunu; evreni oluşturan varlık­
i\lnı. C.'hi11uisdJes-Zi111111er·SZ!11ario] bkz. ların sayısının birden çok ama çok daha
Scarle, John. fazla olduğunu, bu çokluğun da bir ya da
çokçuluk (çoğulculuk) 320

birkaç kategoriye indirgenerek kavrana- bir sınıfın tek başına egemen olmaması
mayacağını; şeyler çokluğunun tek bir için iktidarın olabildiğince çok toplum
kaynaktan gelmediğini, bir bütün olarak katmanına yayılması gerekmektedir. Si-
gerçekliği açıklamak için birden çok il- yasal çoğulculuk anlayışı, iktidar dinsel,
keye gitmenin zorunlu oldllbiunu savu- ekonomik sınıflara, meslek ve eğitim ku-
nan felsefe aolayışı. Bu tanımdao da ao- rumlarına, sivil toplum örgütlerine dağı­
laşılacağı üzere, çokçuluk en genel ao- tılmadıkça tek elden yönetimin yol açtığı
lamda "bircilik" (tekçilik) ile "ikicilik"e sakıncalardao kurtulmanın mümkün ol-
karşı bir başka seçenek olarak ortaya madığını belirtmektedir. Bunun yanında
atılmış bir felsefe anlayışıdır. Söz konusu çof,JUlculuk terimi kimileyin başka alan-
anlayışta, dünyayı oluşturan varlıkların larda kendisinden söz edilen olgunun ya
her biri kendi içinde bağımsız varlıklar da o olguya yaklaşırken sergilenen temel
oldukları gibi, bunlara saltık bir gerçekli- tutumun çof,JUlcu niteliğini anlatmak a-
f,>in değişik biçimleri ya da yüzleri olarak macıyla da kullanılmaktadır. Bu anlamda
da bakılamaz. sözgelimi çok partili siyasal yönetim bi-
Metafizikte çokçuluk terimi, varlığın çiminin kendisine olduğu gibi, bu tür bir
tek bir ilkeye ya da birbirine karşıt ko- çoğulcu yaklaşımı benimsemiş siyasal
numdaki iki ayn ilkeye indirgenmesinin öğretilerin bütününe birden de "siyasal
olaoaksız olduğu, bütün bir varlık alanı­ çoğulculuk" adı verilmektedir.
nın birbirine indirgenemez varlık ya da Çokçuluk düşüncesinin izleri tarihte
öğelerden meydaoa geldiği ilkesi üstüne geriye doğru sürülecek olursa, İlkçağ
kurulu öf,rretiye karşılık gelmektedir. Yön· Yunao felsefesinin aoa sorunlarından
tembilgisi alaoında çokçuluk olması iste- "bir ile çok sorunu"na ya da "çokluktaki
nen araştırma yaklaşımının genel doğa­ birlik" sorununa dek uzandığı görülür.
sını nitelendirmektedir. Buna göre, her Evreni oluşturan, başka bir şeye gereksi-
açıklama girişimi varolanların çokluf,ru- nim duymadan kendi başına varolan kaç
nu, aralarındaki farklılıkları göz önünde taoe tözün varolduğunu sorgulama ara-
bulundurmalı, en yalınkat kuram ya da yışına yön çizmesi bakımdan sorun başlı
varsayımlara tez elden sarılmamalıdır. başına önemli bir sorundur. Bu bağlam­
Ahlak felsefesinde çokçuluk, gerçekte yal- da, çokçuluğun ilk savunucularından
nızca tek bir iyi olduğunu öne süren Empedokles ile Anaksagoras gibi Sok-
"birci" ahlak anlayışına karşı geliştirilmiş rates öncesi dönemin önemli doğa fılo­
bir konumdur. Arkadaşlık, yardımsever­ zoflan yanında, Leukippos ile Demok-
lik, içtenlik gibi pek çok iyinin varlığını ritos gibi önde gelen Eskiçağ Atomculan
tanıyan etik çof,rulculuk, insanın tek bir da gerçekliğin varlıklar çokluğundan o-
iyinin izinden yürümek yerine, olabildi- luştuğunu düşünmüşlerdir. Felsefe tari-
ğince çok iyinin peşine düşmesini salık hinin bu ilk çokçu fılozoflan kendilerini
verip, aynı anda kendinde olabildiğince gerçekliğin bölünmez bir teklikten, bo-
çok iyiyi taşımasının gereğine dikkat çek- zulmayan ya da çözülmesi söz konusu
mektedir. Toplum felsefesinde çokçuluk ya olmayan başsız sonsuz bir bütünlukten
da çoğulculuk, azınlıkların ya da bir ta- oluştuğunu savunan Elea Okulu'nun (ö-
kım etnik toplulukların haklarının ço- zellikle de Parmenides'in) tam karşı u-
ğunluk olması nedeniyle daha güçlü olan cuna yerleştirmişlerdir. Buna bağlı olarak
grup karşısında korunması anlayışını yan- da çokçuluk genellikle felsefe tarihinde
sıtmaktadır. Çoğulculuk siyaset felsefesinde "birciliğe" karşı seçenek bir felsefe anla-
büyük ölçüde XX. yüzyılın başlarında yışı olarak tanımlanır olmuştur. Batı
İngiliz liberal düşünürlerince geliştirilen felsefesinin gelişim tarihinde çokçuluk
siyaset öğretisinin adıdır. Söz konusu öğ­ sırf birciliğin değil, gerçek anlamda
retiye göre, topluma devletin ya da belli yalnızca iki töz bulunduğunu, gerçekliğin
321 çoktanncılık

iki varolma kipinden oluştuğunu savu- töz metafiziğine dayalı çokçuluk anlayı­
nan "ikicilik"in de kıırşısına önemli bir şını büyük ölçüde sarsmıştır.
felsefe seçeneği olarak çtkmıştır. İlki u- Daha yakın dönemlere gelindiğinde
zamlı, düşünmeyen m ~'l<:t1111a, ikincisi u- çokçuluk salt varlıkbilgisel bir öğreti .ol-
zamsız, düşünen m rogita"! olmak üzere maktan çıkıp daha başka anlamlarda kul-
iki töz olduğunu savunan Descarres 'ın hınılır, daha başka bağlamlar içinde tar-
felsefesi ikicilik anlayışının en belirgin, tışılır olmuştur. Bunlardan en çok gt-ize
en remel örneğidir. Gelgelelim kimi fel- çupanı, dünyada rektiplilik yerine çeşit­
sefeciler bu noktada birciliğe karşı ge- liliği, teklik yerine çokluğu, aynılık yerine
liştirilen ikiciliğin de çokçuluk anlayışının ayrılığı savunan felsefe öğretisinde taşı­
içine kııtılmasından yanadır. dığı anlamdır. Bu anlamıyla çokçuluk gü-
Çokçuluk anlayışı felsefe tarihinde nümüz düşüncesinde metafızik sonrası
ilki maddeci rokflı/11k ikincisi ise ıi"d tYJk· bir dönemi muştulayan düşünsel bir ha-
f11l1tk olmak üzere genellikle iki ayn bi- reketin en önemli izleklerinden birisidir.
çimde kendisini gösrermekteJir. Bu iki Söz konusu düşünme çizgis~ geleneksel
temel çokçuluk biçiminden maddeci metafizik ile bilgikuramının yanıt aradığı
çokçuluk en iyi anlatımını bütün evrenin tözün doğası, ilinek türleri, doğanın bö-
fiziksel bakımdan birbirlerini andırmakla lümleri gibi sorulardan olabildiğince u-
birlikte geometrik bakımdan birbirinden zak durmaya çalışır. Bu düşünme çizgisi,
son derece farklı atomlardan oluştuğunu metafizik içerimleri ağtr basan böylesi
ileri süren Eskiçağ Atomculuğunda bul- bir soruşturma izlencesi yerine, toplum-
maktadır. Buna k.uşı tinsel çokçuluk an- sal pratiklerin, belli dil topluluklarında
layışının en iyi örneği olarak, atomların dolaşımda bulunan çeşitli söylem biçim-
yerine yalın, değişmeden kalan, birbirle- lerinin, insanlararası iletişim bağlamla­
rine kapalı tinsel varlıktan geçiren Leib- rında belirtik ya da örtük olarak dillendi-
niz'in Mo11adoft!ii adlı yapıtında ortaya rilen anlatıların ağır bastığı "*dilsel dö-
koyduğu "monad" tasarımı gösterilmek- nemeç" diye anılan tartışma çerçevesin-
tedir. Bu iki egemen anlayış yanında fel- de başköşeyi tutmaktadır. Çokçuluğun
sefe tarihinde irili ufaklı başka çokçuluk büründiiğü bu yeni anlam katmanının o-
anhıyışlanyla da k•trşılaşmak olanaklıdır. luşumunda hiç kuşkusuz Wittgenstein'ın
Bunlar arasında en önemli ikisi "töz sonraki dönem felsefesinde "oyun ku-
çokçuluğu" ile "süreç çokçuluğu'" anla- ramı," "dil oyunları", "yaşam biçimleri"
yışlarıdır. Töz çokçuluğu, evrenin birli- üstüne yapılan felsefece soruştumıalann
ğini ve bütünlüğünü koruyanın, evreni çok büyük etkileri bulunmaktadır. Aynca
kendi içinde uyumlu, tutarlı ve bütün- bkz. ilkçağ felsefesi; bircilik; ikicilik.
lüklü tutanın çok sayıdaki töz arasındaki
aşkın ilişkiler Örüntüsü olduğunu sa- ço~hı yüklem [İng. pofyadit pmlitaıe; Fr.
vunmaktadır.. Buna karşı X.X. yüzyılda pniditat pofyadiq11r, Alm. pofyadisdfu prae-
ortaya atılan süreç çokçuluğu anlayışı ise dika~ bkz. yüklemler mantığı.
evrenin birliği düşüncesine olduğu denli
evrenin tözlere dayalı varlığı düşünce­ çokluk açmazı bkz. Zenon açınazlan.
sine de bütünüyle karşı çıkarak, evreni
oluştumnın sonsuz sayıdaki eylem, olay, çoktanncılık [İng. po!Jıheimr, Fr. pofy-
olgu arasındaki ilişkiler ve bunlar ar•tsın­ thiwnr, Alm. po!Jıheü11111r, es. t. kemt·İ i/Jh
daki olanaklar olduğunu ileri sürmekte- mtJleğı) Tek bir tarın değil de birden çok
dir. Bu anlamda süreç çokçuluğu evreni tanrının varolduğumı öne süren din ya
geleceği önceden kestirilemeyecek, doğ­ da felsefe öğretisi. Çoktanncı dinler tan-
rult.usu ya da yönü önceden görülemeye- nlan ki;;iscl sıfatlarla yorumlamada tek-
cek bir akış düşüncesi ü'stüne kurmasıyla tanrıcılıkla uyuşsalar da bir tanrılar çok-
çözümleme 322

luğun.ı ya da bolluğunu kabul ederler. için uğraşmıştır. Öte yandan İngiliz fel-
Belirli bir anlamda tümtanrıaliğa daya- sefeciler, özellikle de deneyci olanları,
nan çoktanrıcılığın tannları insan niteli- düşünceyi ve deneyimi temel öğelerine
ğinde olup insanlardan ayrıldıklan tek ayrıştırmak eğilimindedirler. XX. yüzyı­
noktaysa ölümsüz oluşlarıdır. Aynca bkz. lın Russell, Moore ve Wittgenstein dahil
tektanncılık. olmak üzere pek çok önemli felsefecisi
"felsefece çözümleme"nin en uygun fel-
çözümleme ~ng. 111/afysis; Fr. 111/afyse; sefe yöntemi olduğunu savunurlar. Ne
Alm. aııafyse; Yun. anafysis; es. t. tah/f~ var ki çözümleyici felsefenin uygulayıcı­
Eski Yunanca'da "bileşik olanı aynştır­ ları ne tür şeylerin çö; iimlenmesi gerek-
ma" anlamına gelen 111/afysis sözcüğün­ tiği konusunda hem fikir değildirler. Söz-
den türetilmiş terim. En genel anlamda, gelimi Moore felsefesinde duyu verilerini
bir bütünün kendisini oluşturan parçala- bileşenlerine ayrıştırma işine ağırlık ve-
nruı ya da öğelerine aynştırılması; bir rirken, felsefeye "dilsel dönemeç" veril-
konuyu yalın bileşenlerine ayırarak açık­ mesinde düşünceleriyle başrolü oynanuş
lamak; bir sorunu parçalarına ayırarak Wıttgenstein bambaşka bir yoldan ilerle-
çözüme kavuşturmak. Bir bütünü adım miştir. Çözümleyici felsefeciler en genel-
adım ilerleyip parçalarına ayırarak ince- de kavramları ve önermeleri çözümle•
leme yöntemi; bir öğretiyi, bir kuraıru ya meye çalışırlar. Bu çözümleme kavram-
da bir kavramı açıklığa kavuşturmak için sal çözümlemedir. Kavramsal çözümle-
yalın bileşenlerine ayırma işlemi. Çö- meyi birbirini izleyen beş savın birleşimi
zümleme, "parçalannı birleştirerek bir olarak tanımlayabiliriz: 1- İçerik savı: Bir
bütünü anlamaya çalışmak" demeye ge- kavram kendine özgü, tekilleştirici yapı­
len bireşimin (synthe.ris) karşıtı olarak "bir ları ve bağıntıları olan, gerçek ve olası
bütünü parçalarına ayırarak anlamaya nesneler dizisine ya da diğer kavramlara
çalışmak" demektir. karşılık gelen uygulamaları bulunan ge-
Metafizik, mantık ve ahlfilı: dizgeleri nel bir içeriktir. 2- Dilsel sav: Bir kavram
oluşturmak (bireşim) ile önemli düşün­ özneye ilişkin bir ifadenin anlamıdır; bü-
celeri açıklığa kavuşturmak (çözümleme) tün bu türden sözcüklerin gündelik ko-
daima felsefecilerin belli başlı amaçlarını mışmada tümcelerin· oluşturulmasında
oluşturur. Kimileyin bireşim ile çözüm- kullanılan bağlamda anlamları vardır. 3-
leme, bir bııkış açısından bireşim olan Kipsel sav: Kavramsal içsel bağlantılar
başka bir bakış açısından çözümleme ol- ifade eden her doğru önerme zorunlu ve
duğundan ötürü, kesin bir şekilde bir- çözümleyicidir. 4- Bilgi savı: Tamamıyla
birlerinden ayırt edilemezler. Sözgelimi kavramsal bir çözümleme önemli ölçüde
Platon'un Dev/eli hem adil bir toplumun apriori bilgi üretir. Bu bilgi ya kavramsal
düşüncede oluşturulması olarak hem de içeriklerin tanımsal çözümlemesi yoluyla
adil bir toplum çözümlemesi olarak gö- doğrudan ya da aşkınsal uslamlamalarla
rülebilir. dolaylı olarak doğru bilinen çözümleyici
Çok uzun zamandan beri kıta felse- önermelerle ifade edilir. 5- Ü stfelsefece
fesi bireşime, Ada (İngiliz) felsefesi çö- sav: Bütün felsefi sorunlar ya da hatalar
zümlemeye yönelimlidir. Descartes'a gö- kavramların yanlış.anlaşılmalanndan kay-
re kavramların çözümlenmesi çözümle- naklanırlar ve uygun kavramsal çözümle-
me yoluyla elde edilen açık ve seçik dü- melerle düzeltilebilirler.
şüncelere dayanan bir bilgi dizgesi oluş­ Birtakım felsefeciler görevlerinin, da-
turmak için önhazırlıktır. Spinoza belirli hası felsefenin temel ödevinin çeşitli tür-
sayıdaki tanım ve ilksavdan geometrik den tümcelerin çözümlenmesi olduğunu
bir ta,,ıtlamayla çıkarsadığı bir dünya gö- düşünmektedirler. Bu çözümleme dilsel
rüşünü oluşturmak, onu dizgeleştirmek çözümlemedir. Dilsel çözümleme terimi
323 çözümleyici davranışçılık

İngilizce konuşulan dünyada çok yaygın Çözümleme kuralları şunlardır:


olan genel bir felsefe yöntemi için kulla-
nılmaktadır. Bu felsefeciler kendi arala- Tümel Evetleme
rında sözgelimi metafiziğe yakınlık uzak- pAq
lık derecelerine göre ayrılırlar. Bu felse-
fecilerin yöntemi, yaşayan dildeki söz- ~]
cüklerin, tümcelerin gerçek kullarumı ü-
zerinde odaklandığından ötürü kesinlikle Tümel Evetlemenin Değillemesi
dilsel de olsa kelimenin tam anlamıyla ..., (pAq)
çözümleme olarak adlandırılamaz. Bü-
tün dilsel çözümlemelerde ortak nokta, /\
-..p -..q
felsefi sorunun çözümüne yönelik ilk a-
dımın sorunu doğuran alandaki anahtar
Tikel Evetleme
sözcüklerin incelenmesi ve onların ger-
çekte nasıl kullaruldıklarırun belirlenmesi
pvq
olduğuna duyulan inançur. Ayrıca bkz.
p/\q
çözümleyici felsefe; dilsel çözümle-
nıe.
Tikel Evetlemenin Değillemesi
..., (pVq)
çözümleme açmazı bkz. çözümleyici
felsefe. -..p]
-..q
çözümleyici çizelge [İng. anafyıjç tab-
kmı, con.risİen') tree, lrtlth lree] Önerme ek- Koşul
lemleri mantığında önermelerin geçerli p-+q
ile tutarlı; çıkanmlann geçerli; önerme
kümelerinin tutarlı olup olmadıklarıru de- -..p
/\ q
netlemenin yollarından biri. Çözümleyici
çizelge oluşturulurken, her bir önerme Koşulun Değillemesi
ekleminin çözümleme kuralı uygulanarak -.(p-+q)
bileşik önermeler yalın birer önerme ha-
line getirilirler. Bu işlemler sırasında yol- _.!]
lar oluşur. Bu yollarda birbirini çelen dile
getirişler olduğunda (p ile 'P gibi) bu Karşılıklı Koşul
yollar kapanır. Bunlara "kapalı yol" de- p....q
nir. Birbirleriyle çelişmeyen dile getirişle­
rin olduğu yollar kapanmaz, açık kalıt; ~
bunlara da "açık yol" denir. Kapalı yol P] ...,PJ
yanlışlayıa yorum; açık yol da doğrula­
q -..q
yıcı yorumdur. Bunlara göre de, denet-
Karşılıklı Koşulun Değillemesi
lemenin sonucu olarak geçerliliğe ya da
tutarlılığa karar verilir.
..., (p....q)
Çözümleyici çizelge yalruzca önerme- ~
lerin doğrulayıcı yorumlanru gösterir.
1)olayısıyla da bir önermenin geçerliliği,
-!J . .,:]
yııııi bütün yorumlarının doğru olup ol-
nıııdıi'!;ı denetlenirken, yanlışlayıcı yorum Aynca bkz. önerme eklemleri manuğı.
olup olmadığıru görmek için söz konusu
iinermenin değillemesi alırur. çözi.imle}'.ici davranışçılık bkz. dav-
çözümleyici etik 324

ranıtçılık. zümlemek olma.~ gerektiğini, felsefe so-


runlannın da ancak dilsel çözümleme
çözümleyici etik [ing. ana!Jliç ethicr, Fr. yoluyla, dalıa genel anlamda kavramsal
ithiqne ana!Jtiqne-, Alm. ana!Jtirthe tthilt.; çözümleme yoluyla çözülebileceğini sa-
es.t. tahlili ahM!t.] Ahlak felsefesinin gö- vunan, özellikle Anglosakson düşünce
revinin ahlakla ilgili sorunlara bir çözüm evreninde çokça benimsenmiş felsefe
ya da yanıt sunmak değil de bu sorunla- anlayışı. Felsefe sorunlarına yaklaşım bi-
rın ne olduğunu çözümleyip açıklığa çimi ve onlara önerdiği çözümler bakı­
kavuşturmak olduğunu öne süren çö- mından kıta felsefesi diye bilinen gele-
zümleyici etik anlayışı, dil çözümlemele- nekten tümüyle farklı olan çözümleyici
rine dayalı felsefe yöntemini geliştirip felsefenin kullandığı yöntemler kısmen
felsefenin işlevini mantıksal dil çözüm- bilimsel yöntemleri andırır. Matematiğe,
lemelerine indirgeyen çözümleyici fel- mantığa ve bilimlere gereğinde başvuran
sefe geleneğinin ahlak alanındaki dışavu­ çözümleyici felsefenin en temel amacı
rumudur. herhangi bir dilsel anlam bulanıklığından
Ahliik felsefesi geleneksel olarak düz- arınmış şekilde felsefe yapmak ve felse-
gükoyucu (normatif) etik ve üstetik (me- fede varolan anlam bularuklıklannı orta-
ta-etik) diye ikiye ayrılır. Düzgükoyucu dan kaldırmaktır. Çözümleyici felsefede
etik bizim için neyin "iyi,. olduğuna ve ne söylenecekse açık seçik söylenmelidir.
nasıl eylememiz gerektiğine ilişkin yar- Ancak, felsefenin yozlaşması olarak yo-
gılarda bulunurken; çoğunlukla çözüm- rumlanabilecek denli basit akıl yürütme-
leyici etikle bir tutulan üstetik ise bu lerle de ilerlemeye çalışabilen çözümle-
türden yargılan anlamaya, bu yargıların yici felsefenin, yine felsefenin yozlaşması
arkasmda yatan ahlikın dilini çözümle- olarak yorumlanabilecek denli bula!llk
meye uğraşır. Düzgükoyucu etik, aitlik ifadeler ve eğretilemeler kullanan kıta
değerlerinin kendisine göre belirlendiği felsefesinden keskin şekilde ayrılması,
ölçütler saptayıp uyulması zorunlu ilke- felsefi temeli varsa bile daha çok hem
ler bildirdiğinden ötürü kuralkoyucudur; kıta felsefesi için hem de çözümleyici
başka bir deyişle, hangi ahlak ilkelerinin felsefe için özgül bazı kaygı ve gerekçe-
niçin kabul edilmesi gerektiği üzerine lere dayanır.
yoğunlaşır. Buna karşılık, çözümleyici e- İki fel•efeci arasındaki şu konuşma
tik insanın yürüdüğü yaşam yolunun sı­ dikkate değerdir:
nırlannı çizmekle, dahası. bu yolun insa- G: ÇO'z.ii111/rye111ediği111iz. bir şey dile ge-
na yaraşır bir şekilde nasıl yürüneceğiyle tirmeye değmez.
ilgilenmez; etiği "ahlak dilinin mantıksal S: Çözjil11/ryebildiffe111iz. bir şey clile ge-
incelenmesi" olarak konu edinir. Çö- tirmeye değmez.
zümleyici etik anlayışının başlıca amacı, Çözümlemeyi bir kavramın ya da ö-
ahlak dizgelerinin dile getirdiği akılyürüt­ nermenin, veya karmaşık yapıda her-
melerin ardında yatan dil ile düşüncenin hangi bir dilsel ifadenin parçalara ayrılıp,
işlevlerini kavramamıza katkıda bulun- anlamının daha açık ve daha seçik hale
maktır. getirilmesi olarak ele alalını. Çözümlene-
cek olan yapı A olsun. Çözümlemenin
çözümleyici felsefe [ing. ana!Jticalphilo- yeterli olması için, A'nın çözümlenmiş
soplff, Fr. philosophie ana!Jtiq11e; Alm. ana!J- hali olan "Aı,Aı,...,A.," açılımının A'ya
tisthe philosophiij 11. Dünya Savaşı'run mantıkça denk olması gerekir. Eğer A
hemen ardından İngiltere ile Amerika'da Aı,.42,. .. ,An'e mantıkça denk ise; yani A
iyiden iyiye yaygınlaşan (1945-1960), fel- .. Aı,A2,. .. ,.4n ise, bu A "'Aile mantıkça
sefenin ana uğraş alanının ya da biricik denktir. Sorun A ,. A'run hiçbir bilgi
konusunun dil ve dildeki kavramları çö- vermemesidir. Buradan çıkan sonuç, bir
325 çözümleyici Celacfe

çözümlemenin eninde sonunda ya yeter- bir kitap yazdı: Logisrh-Philosoplıisrhı Ab-


siz olacağı ya da hiçbir bilgi vermeye- hmııJ/ımg (1922); yaygın bilinen adıyla
ceğidir. Çözümleme açmazı olarak bili- Tratlatııı Logim-Plıi/osopbiatı. Kitabın ön-
nen bu çözümlemeye göre S haklı gözü- sözünde Witıgenstein'ın belirttiği üzere
küyor. Ama diğer yandan A kendi ba- Tradatm LopP/Jilosophimlun ana dü-
şına G'nin isteyeceği anlamda bir çö- şüncesi şöyle özetlenebilir: "Söylenebile-
zümleme değildir. Çünkü A'yı A diye cek ne varsa açıkça söylenebilir ve konu-
çözümlemek ona aslında hiç dokunma- şulamayan yerde susıılmahdır." Viyana
maktır. O halde G, A e A demektense Çevresi felsefecilerinin rahatsız olduklan
Aı,A2,... ,.4n'nin, görünenin aksine, bilgi- felsefe yapma biçimlerine kaişı sıkı sı­
lendirici olduğunu temellendirmeye yö- kıya sarıldıkları Wittgenstein'ın kitabı, o
nelecektir. dönem çözümleyici felsefenin ihtiyaa o-
"Çözümleme" sözcüğünden ne anla- lan bir varlıkbilgisi clcştirisini belki de
dığımıza bağlı olarak Aristoteles'in de- mümkün olan en dizgeli biçimde yapı­
tayh f61(ji111k111elet içeren yapıtlanna kadar yordu. Felsefenin görevini kuram üret-
uzandınlabilecek bir felsefe yapma biçi- mekten çok dil eleştirisi yapmak olarak
midir çözümleyici fclscfe. Ancak çö- gön:n Witrgcnstcin 'ın fikirlerini, Schlick
zümleyici felsefeden kasıt gencllilde :X:X. ile Camap'ın başını çelr.tiği Viyana Çev-
yüzyılın başında öncülüğünü Bertrand resi'nin (yCni olgucııluk; manukçı olgu-
Russcll, G:E. Moore ve Ludwig Witt- culuk) üyeleri scvmedildcri tür fclscfcyi
genstcin gibi Cambridge1i felsefecilerin çöpe aımıık, bilimleri bu scvmcdildcri
yaptığı, temel olarak dil ve düşünce ara- felsefenin bıılaşurdığı hastahldaıdan te-
sındaki yakın ilişkiden yola çıkarak fel- mizlemek için kullandılar. Tek bir çatı al-
sefe sorunlanna misti fÖl(jilllltmeler aracılı­ tında toplayabilccclderini düşündükleri
ğıyla yaklaşan felsefe akımıdır. "Çözüm- bilimlcr aracılığıyla dünya hakkında bili-
leyici felsefe" deyiminin ortaya çıkışında nebilecek tüm olgusal (deneysel) bilgiye
dilsel çözümleme ağırlıkta da olsa, bu ıılaşılabilcccğinc inandılar. Wittgenstcin'
deyim """1ramst,ı/ fil(ji111/t1111, llllJlltıhal pi- ın kendi ortaya koyduğu dizgede hatah
ziimkmı gibi yöntemlerle de yalan an- bıılduğu yanlan sonradan acımasızca e-
lamda kullanıhr. Çözwnlcyici felsefenin leştirmesiyle ve bu eleştirilerin en başta
öncüleri sayılan Russcll ve Moorc'un mantıkçı olgucııluğu hedef alması, çö-
temel kaygılan, kendi gençliklerinde ya- zümleyici felsefede yeni hareketlenme-
kınlık duyduldan ve o dönemler Bradley lere neden oldu. Önceleri Viyana Çev-
ve McTaggart gibi etkili felsefecilerin resi felsefecileri .etrafında dönen çözüm-
başını çektiği Yeni Hcgelci felsefenin leyici felsefe birkaç farklı koldan ilerle-
kullandığı ağır ve ağdah dilin sorunlan meye başladL Thomas Kuhn ve W. V.
çözmelr.ten çok işleri daha da kanştıraca­ Quinc gibi felsefecilerin de manukçı ol-
ğına yönelikti. Russell ve Moore'a göre gucııluğa, manukçı deneyciliğe ve az çok
fclscfcyi McTaggart'ın "Zaman gerçek bunlann devamı olan görüşlere yapukla-
değildir" türünden ifadeleri gibi garip ve n keskin eleştiriler sonrası bilimde var-
anlaşılmaz savlara sürüklemcriin anlamı hkbilgisel önkabııllcıden konulmanın öy-
yoktu. Russell'ın 111antılep atommlııle savı le sanıldığı gibi kolay olmadığı anlaşıldı.
dünyanın çözümlcncbilir mantıksal bir 1960'1ıırdan sonra çözümleyici ruh Rus-
yapısı olduğunu ve çözümlemenin ma- scll, Moorc ve Witrgcns- tein'lıı başlayıp,
tematiktckine benzer lıir açık seçiklikle Viyana Çevrcsi'rıde kökleşen kaıı biçi-
yapılabileceğini dile getiriyoıdu. Russell' minden uzaklaşa. Bugün çözümleyici fel-
ın öğrencisi olan Wittgcnstcin da genel sefenin en önemli temsilcileri arasında
olarak Russcll'lıı benzer kaygılar taşıyan Michacl Dummct, Donald Davidson,
ama birçok özel noktada ondan ayrılan Richaıd Rorty gibi isimler anılabilir. Çö-
çözümleyici felsefe 326

zümleyici felsefe ile kıta felsefesi arasın­ G. E.; Quine, W. V.; Pııtnam, Hilary;
daki derin görüş aynlıkları ve çözümleyi- Davidson, Donald; Austin, J. L.; Ry-
ci felsefenin "sıkı" bir eleştirisi için bkz. le, Gilben; Ayer, A. J.; bilimsel de-
kıta felsefesi. Ayrıca bkz. Russell, Ben- neycilik; mantıkçı olguculuk; man-
rand; Wittgenstein, Ludwig; Moore, tıkçı atomculuk.
Dd
d'Alembert, Jean Le Rond (1717- tan aldığı usçu yöntembilgisine bağlı ola-
1783) "Filozoflar" olarak anılan, Fransız rak metafizik ilkelerin doğa bilimleri a-
,\ ydınlanması'nda başı çekmiş· diişünür raşurmalan için uygun bir temel sağladı­
ve bilinıadamları topluluğunun s.ıygıde­ ğı yollu savlan da reddeder. Olaylar ara-
ğer bir üyesi, ayrıca Dcnis Diderot ile sındaki bağlantıyı ya da doğal nesneler i-
birlikte "Ansiklopediciler"in en önde ge- le insanların onları algılayışları arasındaki
len iki isminden biri olarak Jean Le Ro- ilişkiyi açıklama girişimlerinde kutsal mü-
nd d'Alembert'in bilimadarnı kimliği ü- dahalenin yeri bulunmadığını ileri sürer.
zerine kurduğu feh;efesinin en ayırt edici Bununla biİ:likte ideahınn doğuştan gel-
özelliği matematikser soyutlamaya daya- diklerine ilişkin Kartezyen öğretiyi de e-
nan açıklık ve kesinliğe olan bağlılığıdır. leştırerek Descartes'ın Cogito'sunun in-
Bir matematikçi olan d'Alembert, doğa­ san bilgisinin oluşumunda başlangıç nok-
nın özünde işleyişleri geometrinin ilkele- tası olarak herhangi bir değeri bulunma-
riyle ifade edilebilen yasalar tarafından dığını savunur. d'Alembert bu noktada,
içsel olarak düzenlendiğini öne sürer. Bü- eserlerinde Locke'un deneyci felsefosi ile
tün doğal görüngülerin, içinde yer aldik- Newton'un bilimsel devrimini biraraya
ları bilimsel alanı (fizik, kimya, gökbilim getiren bir başka Aydınlanmacı Fmns;z
\'b.) yöneten matematik ilkeleri aracılı­ filozofu Condillac'ı izleyerek, Locke'un
ğıyla açıklanabileceklerini ve bütün bi- bilgikurarnının ilkelerini benim,•!yip bü-
limsel alanların kapsamlı bir kuram içeri- tün bilgiııin oiguıardan elde edilebilece-
sinde mükemmel bir tutarlılık ve dizgeli ğini ve olguların bize onların gerçekliği­
bir düzenlilikle biraraya getirilebilecekle- ne ulaşabilmeyi umut edebileceğimiz ka-
rini savunur. Ona göre "insan bilgisi" dar yakın olduğunu savlar. Ne var ki, ol-
bütün düşünme ve araştırma kiplerini i- gular kendilerini deneyimimize içine gö-
çinde ban!J.dıran tek bir ussal yapıdan mülü oldukları daha büyük dizgeli bir
ibarettir. · yapının yalıtılmış p-.ırçaları olarak sun-
d'Alembert zamanının önde gelen bi- duklarından bu yapının açık ve seçik bir
lim otoritelerinin dikkatini çekmeyi ba- biçimde dile getirilebilmesi için us yoluy-
şardığı ilk yapıtı Devimbilim OZ!riııe Bir İıı­ la doğal olayların ve süreçlerin düzenlili-
akme'yi (I'raite de dynamique) 1743'te ğini gözler önüne seren matematiğin ve
yayımlamıştır. Bu çalışmasında Newton- özelikle de geometrinin ilkelerine başvu­
cu görüşü benimseyerek Descartes'ın dü- rulmalıdır. Bu anlamda doğanın düzenini
zenekçi fizik anlayışını reddetse de New- oluşturan olaylar ve süreçler altlarında
ton'un araştırmalarının ayırt edici özel- yatan ussal yapının gerçekliğini yansıar­
likleri olan deneysel gözlem ve veri top- lar.
lamaya karşı bilimsel kuramların oluştu­ d'Alembert, 1746'dan itibaren on iki
rulmasında katı bir Kartezyen usçuluğu yıl boyunca Denis Diderot'nun genel ya-
savunmayı sürdürmesi dikkat çekicidir, yın yönetmenliğini yaptığı En9ckıpidilnin
<l'Alembert'e göre bilimsel araştırmanın (1751-1765) hazırlanmasına yardıma ge-
dayandığı temel ilkelerin öncelikle man- nel yayın yönetmeni olarak büyük kat-
tık dilinde ifade edilmesi gerekir ve bu kıda bulunmuştur. 1751 yılında en çok
ifadeler deneyden bağımsız bir biçimde bilinen çalışması olan ve En9dopiJilnin
oluşturulabilirler. d'Alembert, Descartes' ilk cildinde "Ônsöz" olarak yayımlanan
dahaiyicilik 328

Ôn Dryı'yi (biscours pr~liminaire) yaz- duyduğu güçlü ve yol göst.erici bir ses-
mış ve katlarla bulunduğu mat.ematik ile t.en; onu ne yapmaması gerektiği konu-
fizikt.en müzik, felsefe ve dine kadar u- sunda uyaran, ancak ne yapması gerekti-
zanan çeşitli konularda bin beş yüzün ğini de kesinlikle söylemeyen tinsel bir
üzerinde maddeyle bütüncü! bir bakışla varlıktan söz eder. Sokrates'e göre, er-
kavradığı bilimin ve Aydınlanma'nın sav- demin yolunu aydırılatan bu varlık, bu
larını gerici siyasi ve dini otorit.elere karşı ses daimo11(irm)dur (Sokratu'in StıVtınmrıst,
savunmuştur. Aynca bkz. Ansiklopedi/ 21b, 33c; Kn'ton, 44a; Phaiıkm, 60e; Ph-
Ansiklopediciler; Aydınlanma; Dide- ıu'dnıı, 242b). Herakleitos da bu varlıkla­
roı, Denis. nn insanlara eşlik ettiğine, onlara göz
kulak olduğuna inanır. Platon, Sokrates
dahaiyicilik [İng. 1111/iorisnr, Fr. meliorfr111r, öncesi felsefenin daimoıı(ion) üzerine gö-
Alm. 111elioris11111iJ Latince'de "daha iyi'' rüşlerini Şölen'de uzun uzadıya tartışmrş­
anlamına gelen melior'dan türetilmiş ah- tır.

lak felsefesine özgü terim. Dünyanın "da-


ha iyi"ye doğru yol aldığına ve insanın darshana (San.) Felsefe demeye gelen
da bu iyileşmeye katla yapacak gücü Sanskritçe s.özcük. Sözcük arılamı 'görüş'
kendisinde taşıdığına duyulan inanç; dün- ya da 'anlayış 'ur. Hint felsefesinde her
yanın, içinde yaşayan insanların. çabasıyla düşünce okulu bir darsha11adır. Daha özel
daha iyi bir yer haline getirilebileceği dü~ kullarumı ise şeylerin yapısımn kavran-
şüncesi. ması, bir düşünce öbeğinin ussal, eleşti­
Hem kötümsercilik ile iyimserciliğe rel scrimlenmesidir.
hem de dahakötücülüğe (deteriorism) kar- Hint felsefesinde başlıca amaç yaşa­
şıt bir öğreti olarak dahaiyicilik, dünya- mın acılarını çözmek; acıya neden olan
run ne tümüyle iyi ne de tümüyle kötü koşulları araştırmak; acının nedenlerini
olduğunu öne sürer. Bu dünyada iyiliğin bulmak için insanın yapısı ile drş evrenin
kötülükten bir nebze de olsa daha fazla yapısını irdelemek diye görülür. Bu yolda
olduğunu düşündüğünden, insanlığın ve bulunanlar da düşünürlerin danha11tdan-
evrenin tıkanan yazgısının yine insanın nı, anlayışlannı ya da felsefelerini oluş­
eliyle açılacağını savlar. Süreç felsefesi- turmuştur.

nin kurucularından A. N. Whitelıead da-


haiyiciliğin en azından Tann'ya uygulan- Darnin, Charles Roben (1809-1882)
ması gerektiğini ileri sürmüştür. Geliştirdiği evrim kuramıyla modem bi-
yolojinin kurucusu sayılan; evrimin "do-
daimon(ion) Cfun.) İlkçağ Yunan felse- ğal ayıklanma'' yoluyla gcrçcklcşı.iğini ö-
fesinde insanın yazgısını etkileme gücü- ne süren, türlerin doğuşunu ve gelişimini
ne sahip olduğu düşünülen tinsel bir ''yaşama savaşı" ile açıklamayı savunan
varlık; bir tür tanrısal güç ya da insanüs- öğretisiyle tüm bir bilim ve düşünce ta-
tü, doğaüstü nit.elikleri bulunan, Tanrı' rihini derinden sarsan İngiliz doğabilim­
yla insan arasında bir yerde duran kav- ci.
ranılamaz ilahi güç. Darwin up ve dinbilimi öğrenimi gör-
Platon'un Şo'/en diyalogunda dai111011- dükt.en sonra, 1831-1836 yıllan arasında
(io11), insanlar il<' tanrılar arasında köprü ona doğayı yakından tanıma fırsau sağla­
kuran; insanlara tanrıların buyruklarını, yan bir araştırma gezisine katılır. Krali-
tanrılara insanların dileklerini ileten; böy- yet'e ait Beagle gemisiyle çıktığı bu beş
lelikle tannlarla insanlar arasındaki boş­ yıllık dünya gezisinden birçok gözlem ve
luğu dolduran yan-tanrısal varlıklar ola- doğadaki türlerin değişmez olmadığı dü-
rak resmedilir (202d-203a). Yıne, Platon' şüncesiyle döner. Bu gezide yapılan bi-
un kimi diyaloglarında Sokrates, içinde limsel gözlemler ve elde edilen veriler
329 Darwincilik

ancak 1845 yılında kısaca Beagk }'ol'11illğ11 1871 yılında yayımlanan İ11sa11m Tiifryi/i'
(Joumal of Researche.~ into th.e Geology dir (Tiıe Dcscent of Man and Sclcction
and Natura! History of the Countries in Rclation to Scx). Darwin'in bugün i-
Visited during the Voyage of H. M. S. çin de geçerliliğini koruyan, modem bi-
Beagle) diye anılan kitapta toplanmıştır. limdeki "canlı" modelinin temelini oluş­
Darwin evrim üzerine ömrünün sonuna turan evrim öğrcıisi, hem Tanrı'nın var-
dek savunacağı görüflerini, kesinıisiz ev- lığına ilişkin tannbilimscl uslamlamala-
rim zinciri düşüncesini, l859'da Tiirlnin nn, hem de bütün türlerin. bir kereye
Köhtıi (On the Origin of Specics by mahsus olmak üzere yaratıldığı düşünce­
mcans of Natura! Sclcc:ıion, or the Prc- sine yaslanan yaratımcılık. gibi akımların
servation of Favourcd Races in the St- altını oymuşrur. Aynca bkz. Darwinci·
ruggle for Life) adlı yapıtında ortaya ko- Jile.
yar. Her ne kadar türlerin evrimi üstüne
varsayımlar ve kuramlar ya da türlerin Darwincilik [İng. Dllftllİtlis,,;-, Fr. Danlİ-
dönüşüme ıığramalan düşüncesi bu ki- 11inllt; Alm. Dnnllİtlism11s; es. L Df111'1Ni»e,
tabın yayımlanmasından çok daha önce DanıiN 11"'tr"t1en] İngiliz doğııbilimci Dar-
dile getirildiyse de (sözgclimi Lamarck win'in doğal ayıklanmaya dayalı evrim
bu düşünceyi savunmuştu) Darwin bir düşüncesini temele alan yaklaşım; insan
yandan evrimciliğin bilimsel verilerinin da içinde olmak üzere canlılar dünyasın­
etkili bir bircşimini sunmasıyla, bir yan- daki tüm varlık türlerinin evriminin, do-
dan da "yaşama savaşı", "doğal ayıklan­ ğup gelişmesinin, yaşama savaşı ya da
ma" ve "çevreye uyum sağlama" türün- varkalım mücadelesine dayandığını öne
den bilimsel ilkelerden yola çıkmasıyla süren öğrcıi. Darwincilik Darwin'in do-
kendisinden önce ortaya konulanların ğanın C\'rimini açıklayan kuramına, ev-
çok ötesine geçıniftir. Darwin, canlının rimin doğal ayıklanma yoluyla gerçekleş­
yaşadığı orı.ama uyum sağlaması anlayı­ tiği biçimindeki kurama duyulan inancı
şına yeni bir boyut kazandınp evrimin ya da gösterilen bağlılığı da ifade eder.
düzeneğini açıklamaya girişir. Onun ken- Darwincilik insan türü de dahil ol-
disinden öncekileri aşmasının ardında, mak üzere türlerin kökenini evrimci gö-
evrim anlayışını kurgusal açıklamalardan rüşe dayandırır; evrimin iıici gücün ün a-
kurtarıp bilimsel bir açıklamaya kavuş­ yakta kalma mücadelesiyle ortaya çıkan
turmuş olması yatar. doğal ayıklanma olduğunu, doğadaki tür-
Darwin'le birlikte türlerin evrimi ar- lerin *yarahlllalı/ı!.'ın savladığı gibi yara-
tık ortama uyum sağlamayla değil de va- ulmadıklannı, doğal ctkcnlcrle, birbirle-
roltna savaşımının sonunda ayakta kal- rinden çıkarak oluşruklannı savunur.
mayla ya da ayıklanma kavramıyla açık­ 1920'li yıllardan itibaren, Darwin'in
lanır olmuştur. Darwin evrimin itici gü- evrimın düzeneğini açıklayan görüşleriy­
cü olariık gördüğü doğal ayıldanmanın le Mcndcl'in kalıtım düzeneği üzerine dü-
rastlantısal işlediğini ve türlerin basit şünccle.ı:ini matematiksel yöntemlerden
olandan gelişmiş olana dönüşmesinin o- yararlanarak birleştirmeye çalışan çabalar
lumsallık içerdiğini vuı:guluyord1L İşte bilim dünyasında boy göstenncye başlar.
bu saptamasıyla Darwin, yüzyıllardır sü- ı-;,,; Dani11ı:ililt.'in ortaya çıkışıyla sonuç-
regelen belli bir düzeni ve ereği olan lanan bu bireşime varma ltğraşı l 960'lı
bütünlüklü bir klasik doğa lllsanmıru ala- yıllara kadar sürer. Aslında Mende[ kalı­
şağı etmekteydi: Bundan böyle "canlılar tım üzerine çalışmalarını ilk kez 1865'te
dünyasına uyum ve ereklilik hakim de- yayımlamış; ancak hemen hiç ilgi görme-
ğildir; rastlantı ve olumsallık, zamansal-. miştir. Mendcl'in kalıum yasalarının ev-
!ıkla birleşmiştir." rim kuramındaki bir boşluğu doldurdu-
Darwin'in diğer bir önemli yapıtı ğu, türlerin özelliklerinin birbirlerine na- .
Darwincilik 330

sıl aktarıldığı sorununu çözdüğü ancak wincilikten yola çıkılarak, *karakterbilgisi


1920'li yıllarda anlaşılmıştır. ile kalıumbilimdc yaşanan gelişmeler de
Darwinciliğin ya da Darwin'in evrim göz önünde tutıılarak oluşturulmuş bir
kuramının toplumsal alana kaydırıJm,ı­ bireşim kuramıdır. Özellikle Anglosak-
sıyhı, özellikle de evrimci kuramını daha son akademi dünyasında kendine yer bu-
çok Lamarck'tan yola çıkarak geliştiren lan sosyobiyoloji, tüm hayvan ve insan
Herbert Spencer'ın etkisiyle, XIX. yüz- davranışlarının, son kertede, evrim tari-
yılın son çeyreğinde insan davranışlarını h.inde yaşanan •tyıklanma süreçleriyle şe­
doğanın acımasız yasalarına, doğal dün- killenmiş genetik (kalıtımsal) kodlamaya
yaya özgü yaşama savaşı modeline göre bağlı olduğu ilkesi üzerine kuruludur.
yorumlamanın ardına düşen toplnnual Sosyobiyoloji toplumsal görüngüleri do-
Darwi11cilile ortaya çıkmıştır. Toplumsal ğal ayıklanma süreçleriyle açıklamaya, in-
Darwincilik Darwin'in biyolojide yaptı­ sana özgü kültür ve toplum kuramım bi-
ğını toplumbilimde gerçekleştirmek üs- yolojiye indirgemeye çalışır. Bu yeni öğ­
tüne; "en güçlünün ayakta kalması" dü- retinin adını koyan Edward O. \XTılson,
şüncesinin toplum kuramına aktarılması S osyobtyoloji: Yeııi Bir Birrpm (Sociobio-
üzerine kuruludur. To?lumsal Darwinci- logy: The New Synthesis, 1975) adlı ça-
lik tüm bir insanlık tarihini ve toplumla- lışmasında sosyobiyolojinin temel işlevi­
rın tarihsel gelişimini açıklarken "en uy- ni "tiim toplumsal davranışların biyolo-
gun olanın hayatta kalması" ya da "ko- jik kökeninin dizgeli biçimde incelen-
şullara en iyi şekilde ayak uydumun var- mesi" olarak belirtir. Sosyobiyolojinin
kalması" düşüncesinin altıru koyuca çi- salt indirgemeci bir tut.um ile insana öz-
zer. Doğada yaşanan "doğal ayıklanma" gü tinsel değerleri yok sayması kı)"tsı~'''
ya benzer şekilde, toplumda da zayıfı eleştirilmiş; kuramsal yeterliliği ile başlı
ezen, güçsüzü toplumdan dışlayan top- başına saygın bir akademik disiplin olup
lumsal bir ayıklanmarun yaşandığını; do- olmadığı hep sorgulanagelmiştir.
ğada hüküm süren çetin varkalma müca- Toplumsal Darwinci hareketin en a-
delesinin toplumda güçlünün ayakta kal- şırıya kaçan dışaVtırumu ıoyant11111 (öje-
dığı bir yaşam kavgasına dönüştüğünü; nik) sözde-öğretisi olmuştur. S'!)lartlımı1-
insanların yaşamak ya da varkalmak adı­ kle (öjenizm) Darwin'in kuzeni Francis
na sürdürdüğü bu savaşımın toplumun Galton'un (1822-1911) çalışmaları sonu-
gelişmesine ya da insanlığın ilerlemesine cunda ortaya çıkan, ırkların sınıflandırıl­
hizmet ettiğini, dolayısıyla da elzem ol- ması düşüncesini ve "en yetenekli" olan-
duğumı savunur. lanrun gelişmesini desteklemek gerekti-
Toplumsal Darwinciliğin öğretilerinin ğini savunan sözde-bilimsel bir kuram-
serimlenmesinden ya da benimsenme- dır. Eski Yunanca'da "iyi" ·.ınlamına ge-
sinden güç alan birtakım kayda değer len e11- öneki ile "üretmek" anlamındaki
düşünce akımları doğduğu gibi, pek çok genlten (e11ge11e.r. iyidoğum; engeıır.ia: soylu-
ne id iiğü belirsiz sözde-öğreti ya da söz- luk) türetilen adıyla soyarıtımcılık (e11ge-
de-bilimsel kuram da peyda olmuştur. 11is111), insan türünün kalıtsal özelliklerini
Sözgelimi XIX. yüzyılda haşan kazanan iyileştirmeyi hedefler. Bir anasoy iyileş­
"ekonomik liberalizm", evrim kuramın­ rirmeciliği, insan türünün ıslahı ya da ırk
daki rekabet, mücadele ve ayakta kalma iyileştirmeciliği savunusu olarak soyarıu­
düşüncesinin toplumsal ve iktisadi alana mı (engenia), insanlığın genetik niteliğini
aktarılmasına dayanıyordu. yükseltmek amacıyla zonınht kısırlaştır­
1970'1i yıllardaortaya çıkan ve insan ma ya da nüfusun kalabalık alt gruplan-
davranışlanrun tümünü genetik (kalıtım­ run kapatılıp sosyal yardımların "en ye-
bilimseO bir temele indirgemeye çalışan tenekliler"e aktarılması türünden ipe sa-
tDJyobiyoloji ise Daıwincilik ile Yeni Dar- pa gelmez önerileri de içerir. Nitekim,
331 davranışçılık

bu düşünceleri kendi "üstün ırk" savını fnlJUİrİes into Truth and lnterpı-etation (Doğ­
doğrulamak ya da meşrulaştırmak için ruluk ve Yorum (:,,erine ı\raştırnıalar,
kullanan Hiılcr, "ansoy"u venidcn can- 1984) adlı eserlerinde ıopladığı yazıla­
landırmak adına tarihin bilebildiğimiz en rında dil ve zihin felsefesi alanlar.nda ol-
soysuz eylemini başlatıp işi "aşağı ırk"tan dukça ses getirmiş görüşlerine yer ver-
saydığı insanların a}'lklanmasına kadar mektedir.
giitürmüştür. Her ne kadar soyantımcılık Davidson ?.ihinsel olayların fiziksel
bazı hastalıklara neden olan "kötü gen- kökenleri olduğunu ancak }~ne de bunun
lcr"in orıaya çıkarılması ~·a da kalıtsal bizim zihinsel olaylardan bahsederken
hastalıklar baıındıran kimi SO)'ağaçlannı kullandığımız dilden bağımsız olduğunu
belirleme türünden "erdemli" amaçlar iine sürmüştür. Buradan yola çıkarak bir
taşıdığından dem vursa da, örneğin Ya- tür indirgemeci olmayan maddecilik ola-
imdi Soykınmı'nda olduW-t gibi, ideolojik rak da okunabilecek :\ ykın Tekçilik yıı
ya da siyasal bakımdan kötüye kullanıl­ da Sapaklı Tekçilik diye Türkçeleştirebi­
maya çok yatkın bir çalışma ya da dü- leceğimiz (Anomaloıts Monism) giirüşünü
şünce alanında yer alır. Bu noktada ide- ortaya atmıştır. Bu giirüşe göre, elbette
olojik çabalan salı bilimsel uğraşlardan her zihinsel olay bir fiziksel olayla öz-
avırı etmek çok güç olabilir. insanlık ta- deştir -Davidson evrende fiziksel olma-
rihi bize ırk ayrımı düşüncesinin ya da yan şeylerin varlığına inanmaz; yani bir
ırk kavramı üzerine kurulan iiğretilerin fizikselcidir- ancak bizim zihinsel olayla-
hiç de güvenilir olmadığını kanıtlamıştır. n kastetmek için kullandıp;ımız dit sapak-
XX. yüzvılın sonunda, insanlığın doruğa tan fiziksel olanın ilerlediği yoklan başka·
(!) çıktığı düşünülen bir çağda Bosna'da bir yola sapar ve onla ilerler, bu yüzden
rnşanılan soykırım, bunun son örneğidir. de kullandığımız bu farklı dil fiziksel \'C
Son uç olaraJ,, biyoloji alanındaki Dar- zihinsel olayların iizdeşliği ile doğrudan
winciler arasındakine benzer bir görüş ilişkilendirilemez.
birliği, toplumsal Darwinciler arasında Davidson dil felsefesinde ise Tarski'
hiçbir zaman var olmamış; toplumsal nin izinden gider ve ..anlam" kavramını
Darwincilik tutarlı bir di?.geyc ya da kav- doğruluk koşulları yardımıyla anlamamız
ramsal çerçeveye hiçbir zaman ulaşama­ ı-.terektiğini
savunur. Ona ı-.riire, bir cüm-
ınıştır.. Kuşkusuz, toplumsal Darwineili- lenin anlamını bilmek demek o cümlenin
j!,in en büyük yanılı-.'lsı to)Jlumsal evrimin hangi koşullarda doğru olduğunu bilmek
nercdcı·se hiç sorı-.rulanmaksızın "ilerle- demektir.
nıc"dc iizdcşlcştirilmesi olmuştur. ı\yn­ Davidson, .. olay" {MJf.'111) \'e "edim"
L;\ lıkz. Darwin, C. R.; evrim; evrimci- (acrion) bvramlanna çok iincm vermiş­
lik; değişinimcilik; dönüşümcülük; tir. Onun yazılan dil, zihin \'e ahlak fel-
Lamarckçılık. sefelerini birbirine vaklaştıran Edim va
da Eylem Felsefesi (Phil~sophy of Actio~)
Dasein (Alın.) bkz. Heidegger, Mar- alanında iinemli bir yere sahiptir.
tin; yorumbilgisi.
davranıfçı anlam kuramı bkz. anlam.
Davidson, Donald (1917) Makaleler
toplamı iki derleme kitap dışında tek bir davranışçılık llng. behaviorism; Fr. beha·
kitap olsun yazmamasına karşın, savaş viorisme; r\lm. behaviorismus] Felsefede,
sonrası (l 9SO'lerden sonra) felsefe diine- iizellikle de zihin felsefesinde, zihinsel gü-
minin en etkili olmuş çiizümleyici felse- riingüleri anlamada "davranış"ın esas ol-
fecilerinden biri. Amerikalı olan David- duğunu, zihinsel süreçlerin kavranmasın­
son Essays on Actions and Events (Edimler da davranışlanmı7.m ya da yapıp etmele-
ve Olaylar Üzerine Denemeler, 1980) ve rimizin temel alınması gcrektiı?;ini öne
davranışçıhk 332

süren görüş. "Davranışçılık" terimi bir (canhlann) dış etkilere karşı gösterdiği
yandan ruhbiliınde arkasında durulan tepkilerin toplamından ibaret olduğu dü-
yöntembilgisel bir görüşü, bilimsel bir şüncesine bel bağlayarak davranışlarımı­
araştırma izlencesini betimlerken, öte zın bilinç, ruh ve zihin gibi gizemli ya da
yandan felsefi bir öğretiye, zihin felsefe- metafizik kavramlara hiç başvurmaksızın
sinde zihinsel durumları bedenin davra- bilimsel olarak açıklanabileceği öğretisi­
nış eğilimleriyle açıklamaya yönelen fel- ne sıkı sıkıya sarılmıştır. Bilincin insan
~efece bir konuma karşılık gelir. Bundan davranışlarının anlaşılmasında belirleyici
yola çıkılarak, davranışçılık kimileyin nıfr. olduğunu yadsıyan bir yaklaşım olarak
bilimıel (bilimsel, yöntembilgisel) davra11ır­ ruhbilimsel davranışçılık, insanın kendisi
plık ile ftlıtfi (mantıkçı, çözümleyici) dav- üzerine aktaracağı şeyler belirsiz ve öz-
rantfplık olarak ikiye; kimileyin de 1111111- nel olabileceğinden ötürü lçebakışçı yön-
hkp (ya da çözümleyicı) davr11111fphk, me- teme güvenilemeyeceğinin, bu yolla elde
ttifizjk (ya da felsefi) dtlllf'anl{fllık, yöntem- edilen verilerin de nesnel ölçütler ya da
bilgiıel davranlfplık ve radikal ılavrantfphk bağımsız araçlarla sınanıp doğrulanama­
olmak üzere dörde bölümlenerek ele alı­ yacağının altını koyuca çiziyordu. Savla-
nıp incelenir. rını felsefi açıdan pragmacılık ile olgu-
Bir kuram olarak davranışçılık ilkin culuğa, özellikle de mantıkçı olguculuğa
XX. yüzyılın hemen başında, dönemin dayandıran davranışçılar, "gerçekten bi-
egemen ruhbiliın anlayışı içebakışçılığıı linebilecek" sırufına giren het şeyin du-
bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Bilinç yular araolığıyla gözlemlenen şeyler ol-
durumlarının incelenmesine yoğunlaşan, duğu önermesine bağlı kalarak ruhbili-
içyaşantıyı ruhbilirnin ana konusu olarak min gerçek konusunun, tek meşru ince-
gören içebakışçı öğretiye karşı, John B. leme alanının "gözlemlenebilir davranış­
Watson (1878-1958) ile ardılları ruhbi- lar" olduğunu ısrarla savunmuşlardır.
limi "doğa bilimleri" düzeyine çıkarmak, Son çözümlemede davranışçılık, ruhbili-
ona "nesnel" bir nitelik kazandırmak a- min bilincin, zihnin ya da içyaşantının
macıyla ruhbilirnin inceleme ya da araş­ bilimi olarak görülmesini öneren her tür-
tırma konusunun "gözlemlenebilir ve öl- den anlayışı yadsımış; ruhbilime içeba-
çülebilir davranış" olması gerektiğini öne kışçı yaklaşımın yerine "dışabakışçı" yak-
sürmüşlerdir. İlk davranışçı manifesto o- laşımı önererek onu "davranış(ın) bili-
lan Watson'un temel kitabı Davranırplık' mi" olarak ilan etmiştir. Bunu da yön-
ta (Behaviorism, 1913) zihin ve bilinç tembilgisel bakımdan ruhsal ya da zihin-
durumlarının ruhbiliınden neden dışlan­ sel olgular arasındaki ilişkiye değil de
ması gerektiği, ruhbilimin neden bilinç uyaranla tepki arıısındaki ilişkiye odak-
durumlannın incelenmesiyle değil de da\•- lanmakla, böylelikle de bilincin soyut ve-
ramşın nesnel gözlemlenmesiyle uğraş­ rileri yerine davranışın somut verilerini
ması gerektiği aynnıısıyla işlenmiştir. koymakla gerçekleştirdiğini düşünmüş­
Bir ruhbilim okulu olarak davranışçı­ tür. Kendisini ruhbiliıni "deneysel bir bi-
lığın yılmaz savunucusu Watson ile di- lim" yapmaya adayan davranışçılığa gö-
ğerlerinden [Ivan Pavlov (1849-1936), re, davranışlarımız, eylem ya da yöne-
Edward Thomdike (1874-1949), C. L limlerimiz zihinsel olgulara ya da içsel
Hull (1884-1952), E. C. Tolman (1886- ruhbilimsel süreçlere hiçbir göndermede
1959), E. R. Guthrie (1886-1959) ve B. bulunmaksı.zın tanımlanıp açıklanabilir;
F. Skinner (1904-1990)] oluşan nıhbilim­ "davraruş"ın kaynaklan içte (zihinde) de-
tel (ya da yöntembilgiıef, bilimse~ ılavratıl{p­ ğil; dışta
(çevrede) aranmalıdır.
lık, her şeyden önce, davranışın bireyin Ruhbiliınsel davranışçılığa yöneltilen
içyaşantısını belirlediği görüşüne ya da en sıkı eleştirilerden biri, kendini "top-
ruhsal yaşam denilen şeyin insanların lumsal davranışçı" diye adlandıran Geor-
333 davranıtçılık

ge 1-Ierbert Mead'den (1863-1931) gel- nun neye benzeyeceğini anlatan iV'alde11


miştir. Toplumsal olaylan bireyin davra- Two, bir "anlatı" ya da "öyküleme" sun-
ruşlarına dayaruırak açıklamak isteyen masının yanında bir "kuram" da bina e-
Mead, biraz da kendi "toplumsal davra- der.
ruşçı" öğretisini "ruhbilimsel davranışçı­ Davranışçılık, içeriğinde zihinsel te-
lık"tan ayrı tutmak kaygısıyla, ruhbilim- rimleri barındıran, zihinsel durumlarla il-
sel davranışçılığın öne sürdüğü kuranun gili deyişleri içeren önermelerin bedenin
insanların düşündükleri ya da duyumsa- davr.ıruş eğilimlerini bildiren önerme-
dıklan şeyleri değil de yalruz ve yalruz lerle eşanlamlı olduklarını, bu nedenle de
ya!'tıkları şeyleri açıklayabileceğini vur- bu türden önermelere çevrilip çözümle-
gulanuştır. Ona göre bu kuram açıkça nebileceğini, dönüştürülebileceğini, da-
insan davranışının deneyle ya da göz- hası dönüştürülmesi gerektiğini öne sü-
lemle kolayca belirlenemeyen yönlerini ren Camap, Hempel ve Ayer gibi man-
görmezlikten geliyordu. Mead'in altını tıkçı olguculann etkisiyle keskin bir fel-
çizmek istediği nokta, ruhbilimsel dav- sefi dönemece girmiş oldu. Kuşkusuz bu
ranışçılığın "bilimsel" olma adına uğraş­ dilegetiriş, yalnızca deneysel olarak sına­
tığı disipline adıru veren "ruhbilim"deki nabilir ya da doğrıılanabilir önermelerin
"ruh"a yüz çevirdiğidir. Tüm eleştirilere anlamlı olduğunu savunan mantıkçı ol-
karşın, ruhbilimsel davraruşçılık, artık te- gucuların "doğrulanabilirlik ilkesi" ne _da-
mel ortodoks çizgi olarak yerini her ne yanır. Onların gözünde bir önermenin
kadar "bilişsel ruhbilim"e bırakmış olsa anlamı onun doğrulanabilirlik yöntemin-
da, özellikle Slı:inner'ın etkisiyle klıramsal de aranmalıdır. Davranış ile zihinsel du-
ve klinik ruhbilime uzunca bir süre ege- rumlar arasında kavramsal bir bağ oldu-
men olmuştur. ğunu, zihinsel durumlar hakkında konuş­
Radikal daı'f'amşp/Jle'ın en önde gelen marun davraruş ve davraruş eğilimleri ü-
siması bellek, güdülenim, duygularum. zerine konuşmakla "neredeyse" aynı şey
yönelim ve algı türünden kavr.ımlann bi- olduğunu ileri süren 111a11ııletı (ya da r0-
le bilimsel ruhbilimin kapsanuna ~reme­ zi1111kyı.1) davramı11/ık, mantıkçı olıtUCU
y<·ceğinı savunan B. F. Slı:inner'<lır. Skin- lıarekeun kendisıru de ıçten içe kemıren
ncr'a göre (OH Behavioriım/Davranışçılık "doğrulanabilirlik ilkesi" sorunsalının git-
Üzerine, 1973) bilimsel ruhbilim yalruz gide daha da "sorunlu" hale gelmesiyle
ve yalruz fiziksel açıdan gözlemlenebilir birlikte gücünü yitirmiştir. Aslında man-
şeylerle uğraşmalıdır. Skinner <lavnınışçı­ tıkçı olguculuğun "fizikselcilik" ile "bili-
lığın tarihinde davranışçı ilkelerden ödün min birliği" savlanncla kendini açıkça ele
vermekAizin toplumsal ve siyasal bir dün- veren indirgemeci tulumu düşünüldü­
ya görüşü öneren tek kişi olmasıyla <la ğüııde, Javr.ınışçılığa bunca eğilmesinin
öne çıkmıştır. Walden Tıııo (1948) başlıklı altında yatan temel nedenin "ruhbilimin
ütopyacı romanında Skinner, davraruş bi- davraruşçı çözümleme aracılığıyla fiziğe
limine (yani davraruşçıfann ruhbilimi in- indirgenebilir olduğu" savını temellen-
diıgemek istedikleri şekle) dayalı bir top- dirme kaygısı olduğu anlaşılır.
luluğu betimler. Bu topluluğun üyeleri, Felsefece bir gözle bakıldığında ise
insan davraruşı konusunda da\Tanışçı bir <lavraruşçılığın en önemli türü, Gilbert
felsefeye iruınmaktadırlar. İşlemsel tek- _Ryle ve başyapıu Zihin Kawann'yla (fhe
niklerin denetimindeki (işlemsel şartlan­ Concept of the Mind, 1949) birlikte aru-
dırma ilkelerine dayalı) bir toplum resmi lan ftlreft (ya da mttqftzjle) davramşpble'tır.
çizdiği bu eserinde Skinner, kendi dav- Felsefenin zihni ele alışına bir karşı ko-
r.ınışçı toplum ütopyasının ana hatlarını yuş olarak adlandırılabilecek Ryle'ın fel-
ortaya koymuştur. Davranışçı ilkelere gü- sefi davr.ı.ruşçılığı, *maki11ede/ei ht!Jakıdog­
re tasarlanmış ideal bir insan toplumu- ması diye nitelendirdiği Kartezyen ikici-
de gustibus non disputandum 334

!iği eleştirmekle yola koyulur. Bu dogma- Felsefi davraruşçılık XX. yüzyılın i-


ya göre, herkese açık olarak gözlemlene- kinci yansında, özellikle de t 950'ler ile
bilir olaylar ayrılmaz bir biçimde fiziksel 1960'Jarda, Noam Chomsky, Charles
cisimlere bağlıdır; buna karşı özel/ öznel Taylor ve Hilary Putnam gibi felsefeci-
olaylar. başkalarıyla paylaşılmayan du- lerce çok sıla bir biçimde eleştirilmiştir.
rumlar da ayrılmaz bir biçimde tinsel dü-
şüncelere ya da zihne bağlıdır. Ryle'a gö- de gustibus non disputaridıını (Lat.)
reyse bu dogma "zihin" lrnvranunı hiç Beğeniyle ilgili konuların taruşmaya açık
de ait olmadığı bir yere, "özel/ öznel ol- şeyler olmadığıru vurgulayan Latince de-
ma'" kategorisine yerleştirmekle açık bir yim: "zevkler ve renkler taruşılmaz." (dt
biçimde "kategori yanlışı"na düşmekte­ gısıibNs el tv!oribNs 11011 esi dispııla11dı11n ola-
dir. Descartes 'ın zihin-beden ikiciliği ya rak da kullanılır.)
da köktenci ikiciliği bu noktada işe ya-
ramamaktadır. Zihinsel terimlerin özel/ De Man, Paul (1919-1983) Ortaya koy-
öznel tinsel durumlara göndermede bu- duğu düşüncelerle XX. yüzyılın ikinci
lunamayacağı, yalnızca insanların yapuk- yansında özellikle Amerikan yazın kura-
ları şeylere ya da bunları yapış biçimle- mı bağlamında büyük yankılar uyandıran
rine karşılık gelebileceği açıkur. Ryle, "a- Amerikalı felsefeci, yazın kuramcısı ve
cı" dışta tutulmak koşuluyla, tüm zihin- yazın eleştiricisi. Yazın yapıtlarırun ·izlek-
sel durumlarımızın davranışlarımız aracı­ sel, anlambilgisel ya da soybilgisel yönle-
lığıyla çözümlenebileceğini öne sürer ve rine yoğunlaşmak yerine onlara sürekli
zihinsel durumlarımızın öndeyilenebilir dilsel yönlerinin öne çıkarılarak yaklaşıl­
bir eyleme biçiminin daha ötesinde bir ması gerektiğini savunan De Man, yazın
şeyleri yansıttığı düşüncesini yadsır. Ryle' dilinin eğretilemeli dil özellikleri ile bun-
a göre zihinsel durumlar davranış eğilim­ ların felsefi içerimlerini gerekçe göstere-
lerimizin manuksal oluşturucularıdır; baş­ rek yazın yapıtlarındaki anlam görüngü-
k:ı bir deyişle bir kişinin zihinsel yönleri- sün(\n her durumda "kararverilemez" ol-
ni t>ınımhımak, o kişinin salıip olduğu duğu savıru ort:ıy:ı aırruşur. Felsefe me-
çeşitli davranış eğilimlerini bire bir ta- ıinlerine uyguladığı "retorik okuma" yor-
nımlamak, onları açığa çıkarmak demek- damı, yazın ile felsefe :ırasındaki gele-
tir. Son çözümlemede Ryle davranışçılığı neksel sırurları büyük ölçüde sarsma a-
Kartezyen "makinedeki hayalet söyleni" macı güttüğünden, adı çoğunluk Fran~ız
ne karşı direnebilecek en iyi düşünce sa- post-yapısalcılığıyla ya da yapısökümcü­
vunusu diye görerek, ona dört elle sarıl­ lüğiiyle birlikte anılanDe Man'ın, özelde
mışur. Derrida tarafından geliştirilen yapısö­
Zihinsel terimlerin ya da kavrnmlann kümcülükle genelde de post-yapısalcılık­
anlamı ya da anlambilgisi üzerine felsefe la ilk düşünsel teması Derrida üzerine
içinde bir kuram olarak alındığında, fel- yazdığı bir yazırun yayımlanmasıyla baş­
sefi davraruşçılığın izleri Wıttgenstein'ın lamıştır. İlerleyen yıllada birlikte De
"son dönem felsefesi"nde de (Pbi/tJsopbi- Man ile Derrida arasındaki yakın arka-
«ZI l11vestigatio11s/Felsefece Soruşturmalar, daşlık, sürekli birbirlerinin yazdıklarını
1953) sürülebilir. Wittgenstein bilgiku- değerlendirdikleri, birbirlerinin düşünsel
ramsal bir ölçüt olarak zihinsel terimle- serüvenlerini yakından izledikleri yazın­
rin uygulanabilirliğinin ancak ve ancak sal bir ilişkiye dönüşmüştür.
öznelerarası gözlemlenebilir davraıuşla o- Dil sorunlarına yönelttiği aralıksız ba-
lanaklı olduğunu, 7lhinsel terimlerin anla- kışla, ele aldığı metinlerden ürettiği ola-
mım özel/ öznel olanda, yalnızca içe ba- ğandışı yorumlarla, yerleşik kalıplan hiçe
kışla erişilebilecek içsel durumlarda ara- sayan okumalarıyla daha ilk bakışta De
marun boşunalığıru vurgulamıştır. Man'ın Derrida ile aynı düşünsel konu-
335 DeMan,Paul

mu paylaştığı açıkur. Nitekim yapısö­ karşısında yazın'ın yansıtmacılık ya da


klimcü okumalarında Derrida'run metin geçmiş özlemciliği gibi yanlış etkilenim-
okumalarında sıklıkla başvurduğu "ter- ler uyandırma olanaklarını belirginleşti r-
sine döndürme" ile "yeniden yazma" meye çalışmışur. De Man'ın yazın kura-
stratejilerini De Man 'ın da uyguladığı gö- rru ve felsefe çevrelerinde bir hayli ilgi
rülür. Anaık De Man'ın uygulamalarında uyandırmış olan "Zamansallık Retoriği"
temel amaç, anlanun belli anlamlar taşı­ (1969) başlıklı yazısı, özne ile kökeni ara-
yan dilsel araçlar ile sözoyunları üstün- sındaki zamansal uzaklığı bir benzeune-
deki önceliğinin kimileyin tersine dön- ce olarak okurken, dilsel ben ile deneysel
dürülerek, kimileyin de yeniden yazılarak ben arasındaki örtliş türülmesi olanaklı
"kararverilemezlik aru"na doğru taşın­ olmayan ayrıklığı bir ironi olarak oku-
masıdır. Bu açıdan bakıldığında De Man maktadır. Bu yazısıyla hemen hemen eş
için yapısöküm, geleneksel felsefe yakla- derecede ilgi uyandıran çeşitli yazılarını
şımlarına karşı salt bir felsefecinin me- topladığı Kô"rliik ile İçgörli (Blindness and
rinlere uygulayabileceği bir yöntem ol- Insight: Essays in the Rhetoric of Con-
maktan çok metinlerin kendisinin oku- temporary Criticism, 1971) başlıklı der-
yuculara uyguladığı bir yöntem , olduğu leme kitabında ise De Man, Husserl'den
savunusuyla Derrida'daki bağlamından Blanchot'ya, Nietzsche'den Derrida'ya,
çok büylik ölçüde ayrılmaktadır. Baudelaire'den MallarmC'ye Avrupalı bü·
De Man yazın kuramını felsefe me- yük "yazar"ların metinlerini ele alarak,
ıirıleri vamnda roman ve şiirlere ilişkin metnin "içgörüsü"nün ya da "kendini
yapuğı .çalışmalarıyla da geliştirmiştir. Bu bilme retoriği''nin her zaman için oku-
noktada De Man'ın özellikle kendisine yucuların metnin yapısını ve temel anla-
~-alışma konusu olarak belirlediği metin- umlarını yinelemekten öteye geçemeyen
lerin birtakım ortak özellikleri olması "körlüğü" önündeki üstünlüğünü tanıt­
dikkat çekicidir. Daha çok romantik ve lamaya çalışmaktadır. De Man bu yapı­
modem yazarların metinleri üstüne yo- unda aynca "yazınsal" kategorisini felse-
~unhışan De Man, özellikle metinlerin fe metinlerini de kapsamı altına alacak
rcıorik dillerindeki yeniliklerin izlerini biçimde genişleterek, fılozoflann felsefe
'Lircrck metnin görünürde ne anlama yazısının öznitdiğini yazın.~al yönelimli
l(t:kliğinden çok gerçek anfamda metnin yazıların özniteliğinden özenle ayn tut-
ııcyi başarmak amaoyla yazıldığını ortaya malarının alunda yatan gerekçeleri araş­
koymaya çalışmaktadır. Bu bağlamda De urmıştır. De Man, bu gerekçelerden her
Man'ın okumalannda özellikle yanıtla­ birinin, başlı başına bir ben'in retorik
maya çalışuğı soru, eldeki metnin anlama uzamda kuruluşunun yazınsal sonuçları
ı.arşı ne denli dirençli olduğu ile anlama olduğunu ileri sürmüştür. Okııma i'eritıe­
kıırşı metinde kurulan korunakların es- kri (Allegories of Reading: Figural Lan-
ıcıik ve retorik bakımdan ne oranda de- guage in Rousscau, Nietzsche, Rilke and
jl:erli olduklarıdır. t 950'ler ile 1960'lar a- Proust) başliğıru taşıyan De Man'ın 1979
rıısında daha çok Avrupa görüngübilim yılında yayımladığı bir başka yapıtı, reto-
ı..~lcncğinden ödünç alınmış "bilinç", rik/ikin anlamına, bu anlamı metnin yer-
"yönelmişlik", "zamansallık", "varlık" leşik sözllik anlamındaki anlamı ile eğre­
l(ihi sözcüklerden oluşan bir sözdağarıy­ tilemeli anlamı arasındaki "kararverile-
lıı y;ı~ı lar yazan De Man, bir yanda şiir mezlik" c dek genişleune amacıyla dikkat
dilinin dilsel olarak belirlenmiş koşulları çeker. Kitapta Yeats, Rilke, en çok da
orıııya koyma gücü ile bu koşulları im- Nietzsche'nin retoriklerinde başvurduk­
l(t'lt·mc gücü arasındaki ayrımı ve geri- ları metinsel betileri çözümleyerek yanlış
lımi incelerken, öbür yanda doğal nes- anlama ya da anlamama durumlarını or-
nrlcr ile "öteki"nin varlikbilgisel varlığı taya koymaya çalışan De Man'ın burada
de omnibus dubitand11m 336

özellik.le üstünde durduğu konu, "yazı­ 95-55) Epikurosçuluğun öğretisini yeni-


nın yazıldığı alan" diye adlandırdığı "di- den dillendirdiği didaktik/ öğretici felsefi
lin maddeselliği"nin anlamının, arılam­ yapıtının adıdır.
bilgisel olmayan bilişscllik dışı yörıleridir. Lucretius, Yunan ve Latin şiirine öz-
Bu noktada De Man bütün dilsel eylem- gii altı vurgulu dize ile kaleme aldığı De
lerin dilbilgisi doğrultusunda bir yerlere rmı11111at11ra'da Epikurosçuluğu edebi bir
yerleştirilemeyeceğini bildirerek, dili salt biçim alunda anlatmış; Roma halkı için
anlamlandırma işlevine indirgemenin an- bu felsefeyi Latince olarak neredeyse ye-
lamsızlığını yazın'ın büyük yapıtlarından, ni baştan yazmıştır. Y.apıa bugün de E-
yani içerden verdiği örneklerle tanıtlama­ pikurosçuluğu öğrenmek için başvurulan
ya çalışmıştır. De Man'ın anlamlandırma kaynakların başında gelir.
ilişkisinin dili tüketemeyeceği yolundaki
kalkış noktası, bu bağlamda kendisinin değer temelli öğreti ~ng. a."iarrhy, a'<i-
post-yapısalcı düşünce akınu içerisine yer- archisnr, Fr. axiarrhie, axiarchisme; Alm. a-
leştirilmesine de çok büyük ölçüde daya· xiarkhie, axiar/elıism11s] Eski Yunanca'da
nak olmuştur. "değer" anlamına gelen aksia ile "yöne-
Bütün düşünce yaşamı boyunca fel- ten, ilk ilke" anlamındaki arkhlden türe-
sefe, yazın ya da yazın eleştirisi gibi alan- tilmiş terim. Evrendeki doğal düzenin de-
lar arasındaki sınırlara kayıtsız kalarak ğerler tarafından yönetildiğini ya da bu
çalıştığı gözlenen De Man, yazıncı olsun, · doğal düzenin nedeninin ancak ve ancak
filozof olsun ya da şair olsun bütün ya- değerler aracılığıyla açıklanabileceğini ö-
pıtların yaratıcılarına birer yazar, yapıtla­ ne süren öğreti; gerçekliğin neliğinin sap-
rına da yazı olarak yaklaşmayı kendisine tanmasının "İyi" tütünden değerlerden
ödev edinmiştir. Son yazılarında De Man geçtiğini savunan görüş.
daha çok Batı felsefesinin ana düşünme Değeri öne koyan ya da önceliği de-
yolunda bina edilmiş çeşitli varsayım ve ğere veren anJ..amındaki akıtyarşi terimini
sayıltılara odaklanarak, fılozofların her ilk kez Değer ve Varobış (Value and Exis-
bakımdan daha iyi olduğunu düşündük­ tence, l 979) adlı kitabında, kendisi de bu
leri felsefeye özgü düşünce diliyle ne an- bağlamda bir kuram geliştim1eye çalışan
latılmak istendiğini betimlemeye koyul- John Leslie kullanıruşur. Ayrıca bkz. de-
muş; hemen bütün filozofların retorikle- ğerbilgisi.
rinde göze çarpan, bütün düşüncenin
kendisine geri götürülebileceği "temel'' değerbilgisi (değer öğretisi) [İng. a"i-
ya da "dayanak" varsayımının retorik ba- ology; Fr. a'\'İologk,
Alm. 11.~iologie; es. t. kry-
kımdan açılımlarıyla ilgilenmiştir. Aynca ımt 11ıızarfıyrsı]
Eski Yunanca'da "değer''
bkz. Derrida, Jacques. anlamına gelen aksia ile "öğreti'' anlamı­
na da gelen logolt:.1n türetilmiş terim:
de omnibus dııbitandHm (Lat.) Kar- "aksiyoloji". Değerler üzerine çalışan,
tezyen duşüncenin ya da Descartesçılığın değerin doğasını ve ne türden şeylerin
Skolastik düşüncenin dogmacı ve kurgu- kendi içinde "değer" taşıdığım inceleyen
cu felsefesine karşı çıkışının temel hare- felsefe dalına verilen ad; değerleri, özel-
ket nokt:tsı; Descartes'ın felsefesine kay- likle de "değerler alanı"nı önemseyen,
naklık eden ana ilke: "Her şeyden kuşku bu alanı değerleri bir sıradüzen içinde ele
duy!" alan etik, din ve estetiği de göz önünde
tutarak soruşturan, "değerQı) olma"nın
De rerwn natura (Lat.) "Şeylerin do- ölçütlerini belirlemeye yoğunlaşan öğre­
ğası üzerine" ya da "nesnelerin doğası ti: "değer kuramı".
gereği" anlamına gelen bu Latince deyiş, Değer öğretisi tek tek ahlaki ya da
Romalı şair Lucretius Carus'un (M.Ö. estetik değerlerden daha çok genel an-
337 değerlerin yeni batıan değcr!endirilmesi

lamda "değer"le ilgilenir. Değer kuram- Dewey ile Lewis 'in Amerikan okulu
cılan bir yandan değerlerin çokluğunu ve "öznelci" bir anlayışı savunw; değerlerin
çeşit çeşit oluşunu vurgularken, bir yan- göreli olduğunu, insanın ariuladığı şeyler
dan da değerlerle ilgili gerçekliğin farklı bağlamında "öznel çıkarlar" tarafından
l.ıiçimlerini uyarlama yoluna giderler. yaratıldığını öne sürer. Bu yüzden De-
Değerin doğası ya da özünün ne oldu- wey'e göre değerleri "kendisi için is ten en
ğuna ilişkin kuramsal bir açıklama sun- değerler" ile "araçsal değerler'' diye a-
~ıayı kendine görev edinen "değer öğre­ yırmanın hiçbir anlamı yoktur. Buna kar-
tisi'' değeri türlerine ayıru: kimi değerle­ şılık Avusturya-Alman okulu ile İngiliz
rin tek başına, yalnızca kendisi için iste- okulu temelde "nesnelci" ya da "ger-
nilir olduğunu, kimilerininse değ~rini çekçi" bir anlayıştan yanadırlar; değerle­
kendi içinde taşıyan bu değerlere u!ıış­ rin göreli olmayıp genelgeçer olduğu on-
maya kntkıda bulunan araçlar oldukhırı i- lar için su götürmez bir gerçektir. Çö-
çin istenilir olduğunu savlar. Başka bir zümleyici geleneğin ürünü ohın İngiliz
deyişle, amacını kendi içinde taşıyan de- okulunun değer öğretisiyle ilgili savları­
ğerler ile bu değerlere arabuluculuk eden nın hemen hepsi Moore'un Prindpia Et-
araçsal değerler söz konusudur. Bu iki hica'sında (1903) ortaya atılmıştır.
;ıyrı değerin ya da değerlerin adının kon- Çağdaş ahlılk felsefesinde tüm bu o-
ması, aynı zamanda değerin ölçütünün kulların dışında anılan "bağımsız değer
ne olacağı sorununu da çözürrıler. Söz- kuramcıları" da vardır. Bunlar arasında
gdimi hazcılık için kendisi adına arzu e- Platoncu iris Murdoch ve Yeni Kantçı
dilen şey veya değer "haz" ya da "acıdan John Rawls ile Robert Nozick öne çıkan
k:ıçınma''dır. Buna göre erişilen hazzın adlardır. Her ne kadar "değer kuramı",
.ı~lığı ya da çokluğu değerin ölçütü olıı­ üstetik bir kuşkuculuktan kaynaklanan
r.ı k görülür. değerlerin dünyadaki yerinin sorgulanır
Tarihsel açıdan bakıldığında, değer hale gelmesi olgusuyla birlikte, Anglo-
ldscfcsini kendine uğraş edinen, değer Amerikan çözürrıleyici felsefesinde artık
iiğreıisini bugünlere taşıyan üç ana gele- gözden düşmüşse de Kıta felsefesinde
ııt•kten söz edilebilir. Bu üç öbekten ilki, yeni yeni kıpırdanmalar görülmektedir.
"XIX. yüzyıl değer kuramcılıırı" diye de Özellikle de ister ahlaki ister estetik ol-
:ınılan, Franz Brentano, Alexius Mei- sun, her türden değerin dqğasını kurnm-
ııorıg, l\fax Scheler ve Nicolai Hanmann sal olarak açıklamanın peşine düşen tüm
ı~ılıi Avusturya ya da Almanya kökenli bir değer öğretisi geleneğini arkasına
ıd~decilerin başını çektiği, sırımı tüm alan "değer gerçekçiliği"nc yönelik ilgi
lıır ~üningübilim ~elene)i:ine dayanuş u- yeniden c.ınlannuştır. Değer gerçekçiliği,
1.ırı Avusturya-Alman okulu ya da birdi- değerleri doğruluğa giden yolda pratik
i~«r ;ıdıyla "değer görüngübilimcileri"dir. tutumların ya da kuramsal yargıların tek
İkincisi, tüm değerlere insanın ilgileri a- uygun nesnesi olarak görür.
çısırıdıın yaklaşmayı öneren, değerin a-
çıkhınmnsını insan çıkarlarına indirgeyen, değerlerin yeni başıan değerlendiril­
s:ıvumıculuğunu John Dewey ile C. 1. mesi ~ng. nı~ıluation/ transva/Jıahon of ali
l ~wis'in yaptığı Amerikan okuludw. Ü- ııalue.r, Fr. tranrvaloriration dl!! valeıır.r, Alm.
çiincü ve son öbekse Avusturya-Alman 11mwertung aUer wtrte] Alman fılozof Fried-
ı ıkulunun görüngübiliminden de etkilc- rich Nietzsche'nin, yeni varoluş değerleri
nt'n, iiııcülüğünü G. E. Moore, Hastings yaratabilmenin başkoşulu olarak gördü-
lt:ıshıhıll ve W. D. Ross gibi ayn görüş­ ğü, ancak varolan değerlerin bütün bü-
lrrdcrı felsefecilerin üstlendiği, çözürrıle­ tün yıkılmasıyla gerçekleştirilebileceğini
yıd (analitik) gelenekten beslenen İngiliz düşündüğü felsefe izlencesi. Kişinin güç-
okuludur. süzlüğünü, köle ruhunu, çileci yaşamın
değerlerin yeni baştan değerlendirilmesi 338

doğruluğuna duyduğu inancı, edilgen ya- tadır. Nitekim Nietzsche'nin "Tanrı öl-
şantıyı aralıksız pompalayan Hıristiyan dü" deyişinde en iyi anlatırrunı bulan bu
ahlakına karşı, kişinin kendisini olur- önü alınamaz süreç, insanlığın varoluş
lamasıru, genelde bir bütün olarak ya- karşısında belli amaçlardan ve değerler­
şarru, daha özeldeyse tek tek yaşadıkla­ den yoksun kalarak boşluğa doğru sü-
nnı sonuna dek evetlemesini savunan rüklenmekte oluşuna eşdeğerdir. Nietzs-
yaratıcı eylem ahlakının ön koşulu. Daha che, yaşanan bu değerlerin çürüyüp ko-
birebir bir çeviriyle "değerlerin toptan kuşması süreci karşısında son derece o-
de~erlendirilerek ötesine geçilmesi"nin; lağandışı bir yoksayıcılık açıklaması ge-
yerleşik toplumsal kurumlara, geleneksel tirmektedir. Bu bağlamda Nietzsche ün-
bakışlara, dinsel buyruklara karşıJcişinin lü yoksayıcılık duyurusunda, yoksayıcılığı
kendi değerlerini yaratması~n gereği üs- insanlık için en son fırsat olarak temel-
tüne bina edilmiş köklü felsefe duruşu. lendirerek, bu fırsatın en son fırsat ol-
İlkçağ Yunan Dünyası'ndan başlayarak duğunun bilinerek en iyi biçimde kul-
tarih içerisinde çeşitli biçimler ya da kı­ lanılmasına önemle dikkat çekmektedir.
lıklar altında bozulmuş, çürüyerek ko- Nietzsche değerler değer olmaktalıklan­
kuşmuş yaşam ilkeleri ile ahlak değerle­ nı bütün bütün yitirmişlerken hfila birta-
rini al aşağı etmenin her şeyden daha kım göksel, tanrısal, kutsal ya da kutlu
öncelikli ve gerekli olduğunu, böylesi bir ül.lı:ülere başvurarak yaşamayı sürdürme-
ödevin tek edimlik bir hamleyle gerçek- nin yaşanan yok.~ayıcılığı daha da ağır­
leştirilebilecek bir ödev olmaktan çok, laştırmaktan öte bir anlam taşımadığını,
birtakım olmazsa olmaz eylemler doğ­ bir anlamda böyle bir yoksayıcılıkla yaşa­
rultusunda aulacak birtakım adımlarla mayı sanki böyle bir şey hiç olmarruşça­
başlı başına geçilmesi gereken bir süreç- sına sürdürmenin yoksayıcılığın kendi-
ten oluştuğunu anlatan felsefe tasarımı. sinden daha da tehlikeli olduğunu bildir-
Nietzsche'nin genelde bir bütün olarak mektedir. Nietzsche'nin yoksayıcılık ger-
Modem Avrupa Kültürü'nün, daha özel- çeğini kavramaya yönelik olarak sundu-
deyse Modem Dünya'da yaşayan birey- ğu çözümlemeyi daha iyi anlamak bakı­
lerin düştüğü yoksayıcılık (nihilizm) du- mından şöyle bir benzetmeden yararla-
rumundan çıkmak için nelerin yapılması i:ıılabilir. Nasıl ki yıkık dökük bir binayı
gerektiğini, ne adına ve neden yapılması onarmaya çalışmak, binayı önce tümden
gerektiğini temellendirmek amacıyla ge- yıkıp sonra yeniden yapmaya koyıılmak­
liştirdiği felsefe ereği. tan çok daha güçse, Nietzsche'yc göre
1883 ile 1888 yıllan arasında yazıya ağır hasar almış değerleri onararak yok-
aldığı, ancak daha sonraları 1901 yılında sayıcılığı iyileştjrmeye çalışmak, yaşanan
Erk İstenci başlığıyla ölümünden sonra genel yoksayıcılık
durumunu daha da a-
yayımlanmış notlarında Nietzsche, Av- ğırlaştırmaktan başka bir sonuç verme-
rupa kültüründe "yoksayıcılığın ortaya yecektir. Buna bağlı olarak Nietzsche.
çıkışı"nı son derece tehlikeli, adeta baş­ yoksayıcılıktan kurtulmanın olanaklı tek
bdası bir salgın hastalık olarak nitele- yolunun yaşanan yoksayıcılığı sonuna
dikten sonra, kültürün dört bir köşesin­ dek götürmekten geçtiğini, yani varolan
de, hemen her yerde karşılaşmanın ola- bütün değer yapılarını baştan aşağı yık­
naklı olduğunu söylediği yoksayıcılığı çe- makla ancak olanaklı olduğunu savun-
şitli belirtileriyle birlikte enine boyuna maktadır. Bir başka deyişle, yoksayıcılı­
irdelemektedir. Nietzsche yaşanan yok- ğın sonuna dek nasıl götürüleceğinin ya-
sayıcılığın başlıca nedenini, Hıristiyanlı­ nıtı, doğrudan "değerlerin yeni baştan
ğın geçmişte taşıdığı özgün anlarru yitire- değerlendirilmesi" izlencesinin eksiksiz
re\c, Tanrı'ya duyulan inancın sahicilik. ve etkinlikle yaşama geçirilmesinde yat-
zemininin yıkılmış olmasına bağlamak- maktadır. Nietzsche, kendi içinde açmaz
J39 değiıim

ııluşturaoık bir biçimde, yoksayıcılığın sche'nin yeniden değerlc:ndirmc: bağla­


kcndi.'lini yoksayıcılığı onadan kaldırmak mında en çok yararlandığı araştırma yön-
:ımacıyla kullanmayı önerirken, bu işin temi, çeşitli yorumlama ile değerlendir­
:ılıından kalkılabilmesi için iki ayn "ben me: yordamlannın doğduğu koşullan a-
yordamı"nın varlığından söz c:tmc:ktedir. raştıran, söz konusu yordaıtİlann tarihte:
!\unlardan ilki sonuna dc:k götiirülmüş izlerini tam da nasıl uygulanıyor oldıık­
ki:itümsc:rıik olarak yaşanan etlilgm yo/eıa­ lan sorusu üzerine yoğunlaşarak süren
)'1•7J:lln konumuyken, buna karşı ikincisi "soykütüksel araşurma"dır. Ayrıca bkz.
yoksayıcılığın kendisinin araç olıırak kul- Nietzıche, Friedrich.
l:ınılıp kc:ndisindm kurtulmak amacıyla
t"aşanan tikin JO!utgla konumudur. Edil- değilleme eklemi ~ng. 11egatiw, Fr. 111-
~c:n yoksayıcılığın tarihteki m üst nokta- ,şı/imr,
Alm. 11tgati011] bkz. önerme ek-
sının Schopenhauer'un kötümserlik ya- lemleri manağı.
~ıınıısı üstüne: kurulu fc:lsc:fc:si olduğunu
hc:lirıcn Nic:tzschc:, dc:ğcrlc:rin ~ni baş­ değifim [İng. dkmge, Fr. ç/ıangt111enl', Alm.
rnn clc:ğerlc:ndirilmc:siylc: yoksayıcılığın so- vtrfİlltlmmg, 11111ılemn~ Yun. *meıabok; es. ı.
mın:ı dc:k taşınarak kendisini kc:ndiliğin­ ıtbeıltliil, tabawii~ Bir durumdan bir baş­
ı lcn çözüştürmc:siııin ancak etkin yoksa- kasına geçme:; varolanlann olduklarından
yıcılarca başarılabilc:cc:k bir ödc:v oldu- başka bir duruma geçmeleri. Değişim.­
ğunu öne sürmektedir. zaman ilişkisi ve: her ikisinin insanlarla
İnsan düşüncesinin hc:r durumda yo- olan ilişkisi felsefe tarihi boyunca önemli
rumsal bir doğası bulunduğunu vurgula- bir sorun kaynağı olagelmiştir. Sürekli
~~ın Nietzschc:, kendinden sonraki felse- değişen bir dünya karşısına hc:p aynı ka-
lccilcre insan yaşamına ilişkin halihazır­ lan bir başka dünyanın yc:rleşıirilmesi
ılııki bütün yorumlan düşünse:! bir so- hem Batı hem ~e Doğu felsc:felc:rinde
nımlııhıkla yeniden değerlendirme: çağn­ sıkça izlenen bir yol olmuştur: Nitekim
sın<la bulunmuştur. Dc:ğcrlc:rin yeni baş­ Parmenides'in felsefesi ve Elealı Zenon'
ı:ın dc:ğerlendirilmc:si düşüncesine: eşlik un geliştirdiği devinimi yadsıyan temel-
eden temel farkındahk, dolaşımdaki bü- lendirmeler değişmez, saluk dünyayı des-
ı ün değerler ile: değc:rlemc:lerin usa, aşkın tekleyen ilk görüşlerden birini örnekler.
metafizik bir kaynağa, metafizik bir da- Öte yandan Aristotc:lesrın *leilltsir (devi-
yanağa gönderimi olamayacağı yönünde- nim, değişim) ile *e11ugeia (etkinlik, ger-
ılir. Nietzsche, değerlerin yeni baştan de- çekleşme:) arRS1na koyduğu aynm, çağı­
,.:c:rlendirilmesi izlencesi kapsamında, din- auz felsefelerinden çoğunun benimseye-
ler ile töreler yoluyla edinilmiş, gelenek- ceği yııklaşımlann habercisi olmuştur.
ler ile: görenekler aracılığıyla yerleşiklik Her şeyi devindiren bir ilk devindiriciyc:
k:ızanmış değerlerin nasıl dc:ğcrlendirilc:­ duyulan gereksinim, şeylerin değiştikleri
l"cı.:ine, insarılann yaşadıldarı değerlerle halde aynı şey olarak kavranmasına yol
mısıl yüzleşecek.lerinc:, değer ile değer­ açar. Aquinolu Thomııs ise böylesi bit
k·flllirmenin doğasına, başvurulacak öl- değişim dizisinin sonsuza dek yinelene-
çütlerin değergelerine ilişkin geniş çö- mc:yc:cc:ğini öne sürerek bir ilk devindiri-
zümlemeler suıimuştur. Sorurılara dikkat cinin gerek.liliğini ortaya koyarak Aristo-
ı,.'Ckerek geçerli bütün değerlerin yeniden teles'e katılır.. Değişen, çürüyen dünya-
lk'ğcrlendirilmeye gereksinimleri olduğu­ nın, bengi, sağlam, kalıcı bir başka dün-
mı ileri sürmüştür. Çağdaşı Avrupalılann yarun yansunası olduğu düşüncesi, karşı­
c:ıik inanışlarının gerisinde yatanları baş­ lığınıXVIll. yüzyılda Immanuel Kant'ın
ııın sona yeniden değerlendirmenin ge- felsefesinde zamanın içsel anlamın biçi-
rewni kendisinden sonraki çağlara bir mi haline gelmc:siyle bulur. XIX. yüz-
lrlHcfe kalıtı olarak bırakmıştır. Nietz- yılda özellikle Francis Herbert Bradley'in
değişinimcilik 340

saltık idealizminde değişimin çelişkili ve J•ii'!Je] Evrimdeki en önemli etkenin "de-


sonuçta gerçekdışı olduğu görüşü varlı­ ğişinhn" (mutasyon) olduğuna inanan,
ğını korur. türlerin evrimini değişinimle açıklayan
X:X. yüzyıl düşünürlerinden Bertrand öğreti. Doğadaki (ya da toplumdaki) de-
Russdl gibi felsefeciler, bir şeyin, bir ğişmelerin evrilerek değil de birdenbire,
zaman diliminde doğru bir başka zaman ani sıçramalarla olduğunu; doğadaki can-
diliminde yanlış olmasını değişimin ta- Warın uygun koşullar oluştuğunda ani-
nımlanması için yeterli görmüşlerdir. P. den nitelik değiştirdiğini öne süren öğ­
T. Geach'in "Cambridge usulü değişim" reti. Aynca bkz. evrimcilik; Danvin-
dediği bu yorumda bir şeyin yoktan va- cilik; dönüşümcülük.
rolması da değişim sayılır. Değişimi yal-
nızca yer değişikliği olarak anlamak ise Dehriyye 'cDehriyyün]İslam felsefesin-
bir başka kavrayıştır. Bu durumda, tüm de zamanın ve maddenin öncesiz sonra-
değişimler boyunca aynı kalan bir şeyle­ sız olduğunu öne sürerek maddeden ayrı
rin olup olmadığı ı.emel sorununu göz ve bağımsız bir tözün varolamayacağını
önünde tutmak gerekmektedir. Buna ek savunan maddeci akım. "Dehriyye" adı
olarak, zaman konusunda uzmanlaşmış özelde İbn El-Ravendi'nin en önemli
felsefecilerden geçmişle gelecek ar-asında temsilcisi sayıldığı, :X. yüzyılda ortaya
ciddi bir fark olmadığını savlayanlar için- çıkmış bir felsefo akımını temsil etmekle
se "değişim'" gerçekten sorun olmakw- birlikte, İslam felsefesinde maddeci ve
dır. Bu konudaki bir başka sorun ise or- tanrıtanımazcı düşünce akımlarının genel
taya çıkan değişimler için ayn, varolan ve adı olarak da kullanılır. Hatta dünyanın·
özellikleri bulunan nesneler için ayrı u- öncesiz sonrasız olduğunu, bu yüzden
lamlara gerçekten gereksinim duyup duy- her şeyi yaratan bir Tanrı düşüncesine
madığımızla ilgilidir. yer olmadığını savlayan Dehriyye akımı­
John M. E. McTaggart zamanın ger- nın kökleri İslam öncesi Ghiliyye dev-
çekdışılığına yönelik ünlü uslamlamasını rine kadar uzanmaktadır. "Mutlak z•ı­
geliştirirken Russell'ın değişim tanımını man" anlamına gelen dehr kavramına da-
eleştirmeye girişir. McTaggart'ın ilk eleş­ yanan Dehriyye Okulu evrende olup bi-
tirisi, Russell'ın farklı önermderin doğ­ ten her şeyi dehr'e bağlamakta, dünyanın
ruluk değerlerindeki farklılıkları değişim dehr içinde başsız sonsuz bir devinim
saymasının değişimi tanımlamaya yetme- sonucu oluştuğunu düşünmekte, dünya-
diğini ileri sürerek aynı
önermenin doğ­ dakinden başka bir yaşama inanma-
ruluk değerindeki başkalaşımı gösterme makta, öbür dünyayı reddetmektedir.
üzerinde yoğunlaşır. Sözgelimi, Pazartesi Dehriyye Okulu'na ııöre duyulur dünya
sıcak, diğer günler soğuk olan bir soba dışında bir dünya bulunmadığından bü-
düşünelim. Sobanın Pazartesi sıcak, di- tün bilgimizin kaynağı olarak da bu
ğer günler soğuk olması olgusu değişme­ dünya görülmelidir. Başka türlü söylen-
den kalır. Tek gerçek değişim, sobanın dikte, ussal bilginin kaynağı sadece du-
şu anda sıcak oluşunun, daha sonra geç- yulardır. Dehriyye bir karşı inanç akımı
mişte kalmasıdır. Dolayısıyla, gerçek de- olarak İslam dünyasında sürekli dışlan­
ğişim, belli bir zamanın geçmesini gerek- dığından, bir felsefe akımı olarak gelişi­
tirir. Ayrıca bkz. Herakleitos; Parme- mini tamamlayamamıştır. Ayrıca bkz. Ra-
nides; Zenon (Elealı); Zenon açmaz- vendiyye.
ları; Elea Okulu; Aristoteles; Kant,
Immanuel; McTaggart,John M. E. deizm bkz. yaradancılık.

değişinimcilik ~ng. 111Nttl1İorıifnr, Fr. 11111- Deleuze, Gilles (1925-1995) Düşünce­


ıafionif111e; Alm. mNlatiorıfrmNr, es. t. ıagt!J- leriyle döneminin pek çok büyük düşü-
341 Deleuze, GiDes

nurune öncülük etmekle kalmayıp fel- tur. Dolayısıyla köksap bir model olmak
sefe tarihindeki önemli filozofların dü- yerine, karşılaşmaların önünü açan, fel-
şüncelerine getirdiği açımlamalarla felsefe sefeyi bir lıaritabilgisine dönüştüren bir
tarihinin yeniden· yazılmasının gereğini uçuş hattıdır daha çok.
başarıyla gösteren Fransız felsefeci. De- Deleuze'e göre, felsefe tarihinde ken-
leuze ortaya attığı savlarla felsefe tari- di ilgisini çeken filozofların hemen tü-
hindeki kendine özgü yerini almış olsa münün ortak bir özelliği bulunmaktadır:
da düşüncelerinde "ilk ilkeler" ile başla­ hepsi de belli ölçülerde felsefe tarihin-
mak yerine felsefe tarihine onalarda bir den kaçmıştır. Bunun da ötesinde arala-
yerlerden katılmanın doğruluğunun sa- nnda yok denecek kadar az bir düşünsel
vunulduğu gözlenmektedir. Yöntembil- ilişki söz konusudur. Dcleuze'ün en çok
gisi bakımıodan bu savununun oldukça ilgisini çekmiş olan filozofların başında
sağlam felsefi temelleri vardır. Felsefe ta- Stoacılar, Hume, Bergson, Nietzsche,
rihine ortada bir yerden başlayarak De- Leibniz ve en çok da Spinoza gelmekte-
leuze, ayrım felsefesini başlatabilmenin, dir. Bu filozofların arasındaki benzerlik,
durağan bir varlık tasarımına dayanma- aralarında gerçekte ne olup bittiğini or-
yan bir felsefe düşünüşüne olanak tanı­ taya açıklıkla serecek özel bir teknikle
yabilmenin önündeki en büyük engel yaratılmak zorundadır. Nitekim Deleuze'
olarak gördüğü "özne-nesne" ilişkilerini ün felsefe tarihi üzerine yazdığı yazılara
devirmeyi amaçlamaktadır. Ayrım felse- bakıldığında, bunların tümünün de felse-
fesinden Deleuze'ün anladığı, gösteren fe tarihi yapmal"tan çok yaratmak, "fel-
ile gösterilen ilişkisine saplanıp kalma- sefece bir yerbilgisi" oluşturmak amacı
rruş, tam anlamıyla bir "olay" felsefesi- doğrultusunda kaleme alındıklan daha
dir. Anlatım biçimlerinden ayrılamayan ilk bakışta anlaşılmaktadır. Bu teknikte
bir güçler almaşığından oluşan bir içeri- tek başına hiçbir filozofun düşüncesinin
ğin biçimidir bu. Felsefe serüveninin he- model olarak alınmasına izin yoktur. De-
men bütün aşamalarında Deleuze, or- leuze bunu gerçekleştirmek için felsefe
~ansız bir bedene, uzamsız ve zamansız metinlerinin gerisindeki ilk ilkeleri ara-
bir süreye benzettiği, sürekli oluşlardan m~k yerine, felsefe tarihine yaklaşırken
oluşan ama kavramların kavrayamayaca- olduğu gibi her özgül felsefeye de orta-
ğı yepyeni bir düşünme olanağını temel- sından yaklaşmıştır.
lendirmeye çalışmıştır. Bu radikal felsefe Deleuze'ün en önemli felsefe tarillİ
izlencesinin en açık biçimiyle Guattari ile yaratımlarından biri kendisinin "düşma.n
birlikte geliştirdikleri "köksap" (rhi~me) üzerine yazılmış bir kitap" diye nitelen-
k;ıvrnmınd:ı dile geldiği söylenebilir. Kök· dirdiği Ka11t'm Elqı;n/ f'rlsifcsı'dir (La
sap, bir özneye ya da nesneye ~abitlene­ Philosophie critique de Kant, 1963). Kant
bilen, ama buna karşın hiçbir birliği ve ilk bakışta ussallığın '"•arkitektonik"ini te-
blitünlüğü olmayan bir çokluktur. Sabit mellendirmek için yetileri uyum içinde
bir düzem ya da türdeşliği olmamasına biraraya getirme düşüncesiyle hareket et-
karşın, köksapın herhangi bir noktası mesine karşın, Deleuze'e göre odaklanıl­
herhangi bir başka noktasıyla bağlantılı ması gereken asıl konu Kant'ın yetilerin
olabilir, daha doğrusu olmak zorundadır. birbirinden ayrılmasını nasıl olanaklı hale
Şu ya da bu noktasından kırılabilir ya da getirdiğidir. Buna göre Kant, yetiler ara-
kopabilir, ancak eski bağlantılar yeniden sında bir uyum sağlamak bir yana, im-
sap verecek, ayrıca yeni bağlantılar da gelem ile us arasındaki, anlama ile iç du-
ortaya çıkacaktır. Bu anlamda köksapın yum arasındaki sonu gelmez. kavgayı da-
bıığlantılarının hep bir haritası olmasına ha da şiddetlendiren bir fel~efe yapılan­
karşı yapısal ya da belli bir kökene bağlı dırmıştır. Ne var ki bu kavgaya içkin u-
hir oluşumu, oluşturulma mantığı yok- yumsuzluğun en önemli, en şaşırtıcı so-
Deleuze, Gilles 342

nucu ortaya bir uyum çıkarıyor olması­ çerken oluşu, aynmı ister. Bir güç kendi
dır. Bundan böyle yetiler artık zaman- erkini çoğaltabildiğince çoğalttığında, o-
daki peşpeşe gelişleriyle ya da uzamdaki nun istenci taşıdığı erkin dışavurumudur;
bitişiklikleriyle belirlenebilir olarak görü- buna bağlı olarak isterken de ayrım ile
lemezler. Kuşkusuz böyle bir Kant oku- rastlanuyla olanı olurlamış olur. Hume,
ması yapabilmesinde, Deleuze'ün Hume' Nietzsche, Stoacılar, özellikle de Spino-
un felsefesine duydu~ düşünsel yakınlı­ za 'dan aldığı esinle Deleuze, "olumsuzla-
ğın büyük bir eıkisi vardır. Burada söz ma eleştirisinde gizli duran bir bağlantı"
konusu olan Hume, "duyulur idealar"/ diye adlandırdığı şeyi ortaya çikarmışur;
"düşünülür idealar" karşıtlığıyla deneyci- neşenin işlenmesi, nefret edilen içerisi,
liği temellendiren Hume değil, "Aile B" güçler ile onların ilişkilerinin dışardalığı,
arasındaki dışsal ve değişken ilişkinin ye- gücün duyurulması. Bu keşfe yol göste-
rine "A, B'dir" biçimindeki içsel ve özsel ren temel çizgi derin ve kendi içinde tu-
ilişkiyi geçiren Hume'dur. Bu türden bir tarlı bir "karşı Hegelcilik" anlayışıdır.
felsefe hamlesi "olmak" eyleminin altını Deleuzc'ün Berg.so11ı11/11k (Bergsonismc,
oyarak, daha da önemlisi onun yerine 1966) adlı yapıtında bu "k,1rşı Hegeki-
"ile, ile, ile, ... " biçiminde anlatıhtbilecek lik", Hegel'in birlik ile çokluk kavramla-
bir oluş dizisini yerleştirerek felsefi yer- nnın belirsizliğine ve genelliğine karşı
bilgisinin gerçekleştirilmesine olanak ta- Bergson 'un yaptığı eleştiri doğrultusun­
nımaktadır. Eşderecede önemli olmakla da ortaya serilirken, Nietzşç/Je ile Fılse.fe
birlikte, "ile"nin "dır"ın yerine geçirilişi, (Nietzsche et la philosophie, 1962) adlı
tek tek parçalarıru aşan kapalı birliklerin yapıtındaysa "Sen kötüsün; demek ki
tam tersine dizgelerin, birliklerin Ve bü- ben iyiyim" mantığı üzerine kurulu de-
tünlüklerin uçlannın açık olmasını sağla­ ğerler, içeriye dönük bir gücü çoğaltan
maktadır. Filozoflar genellikle çok bü- eylem yerine dışanya dönük egemenlik
yük ölçüde birlik kavramı ile başlayıp kurmayı amaçlayan bir güç anlayışını sa-
sonra onun karşıtı olarak çokluk kavra- vunan köle ahlakına Nietzsche'nin getir-
mını türettiklerinden, çokluğu aynı ol- diği eleştiriler doğrultusunda inceltilmek-
duğu gibi, nasılsa öyle, kapalı bir birlik tcdir. "öte yanda Deleuze'ün sürekli üze-
tasarlamaksızın düşünmek için Ddeuze rinde durduğu Stoacı filozoflara göre,
uzam yerine zaman doğrultusunda dü" bedenler ile olaylar olmak üzere iki te-
şünmeyi öğrenmemiz gerektiğini vurgu- mel varlık alanı bulunmaktadır. Bedenler
lamaktadır. Bir başka açıdan bakıldığın­ derinde olan varlıklardır, gerçektirler, u-
da, bu açikçası Deleuze'ün Bergson'un zam ile zamanda, hep şimdide varolur-
felsefeye en büyük katkısı olarak nitelen- lar. Huna karşı maddi varlıklan bulun-
dirdiği şeydir. Buna göre, madde dünya- mayan eylemler, bedenlerin yüzeyindeki
sında (aynı biçimde sinemııda da) hare- idealan ilgilendiren olaylardır. Bedenle-
ket imgesi bellek süresinin gevşeyip ge- rin en derinlerindeki kanşımlar maddi
nişlemesinden, yani zaman imgesinden varlıkları bulunmayan olaylann nedenleri
doğmaktadır. yani anlamlandır, tıpkı yeşillenmek ya da
Deleuze, . Bergson'dan önce Nietzs- zehirlenmek gibi. Bu bir halden bir baş­
che'de, belleğin "aynı olanın olma"sı de- ka hale geçişi anlatan oluşlar bedensel
ğil de "oluş ile aynının dönüşü" oldu- karışımlann sonuçlandır; o nedenle de
ğunu görmüştür. Hume'un izinden yü- . bedenlere indirgenemezler. Deleuze'ün
rüyen Ddeuze, Nietzsche'yi de tam an- bu noktada geliştirdiği oluş manuğı ö-
lamıyla destekleyecek biçimde, bütün be- nermeler mantığının temellerini oyar;
denlerin güçler arasındaki çok çeşitli iliş­ çünkü hiçbir nitelik "dır" yoluyla öz-
kilerden oluştuğunu ileri sürer. Bu an- neyle ilintilendirilebilecek bir özellik de-
lamda "erk istenci" güçler ile ilişkiye ge- ğildir. Nitekim her eylem sonsuz bir oluş
343 Deleuze, Gilles

içerisindedir. birbiriyle bağdaşan ilişkilere, oradan da


Deleuze derslerinden ayrı oJarak dü- "etkin ol" diyen Spinozacı etik buyruğa
şüncelerini çok önemsediği Spinoza üs- doğru adımlayan bir yerbilgisinin yara-
tüne iki· ayrı kitap yaznuştır. FılseftJe D1- tılması öngörüsüne dayalıdır.
/lllllımmmlRI:: SpillOZJI [Exprrsriollism i" Phi- Deleuze'ün 196\1 yılında deneyimli
losop1!Y= Spi"oZJI/ SpiıtoZJI ti le problimt dt /' bir ruhçözümlemeci, ayrıca da etkin bir
txprrs.rion (Spinoza ve Anlatım Sorunu), siyasal eylemci oJan F~lix Guattari ile ta-
1968) başlığım taşıyan ilki doktora tezi- nışması düşünsel gelişim çizgisinin ö-
nin bir bölümünün yeniden yazımıdır. nemli uğraklanndan birine karşılık: gelir.
Spi"OZ!f: Pmlilt. Ft/seft (Spinoza: Pracıical Ü retken bir işbirliği sonucunda ikisi bir-
Philosophy, 1970) başlıklı ikincisi ise Spi- likte, bomba etkisi yaratan "Kapitalizm
noz.ı üzerine sonraki düşüncelerinin ay- ve Şizofreni" genel tasansı altında bir
nntılı bir resmi gibidiı:. Deleuze'ün fel- dizi aşırı uç felsefe kitapları yazmışlardır:
sefi yerbilgisi kurma tasarısında Spinoza' "KojlfA: Mi11ör Bir YllZ!"a Doğru (Kafka:
nın öteden beri ayrı bir yeri olmuştur. pour une lit:tCrature mineure, 1975), Kar-
Bunun en temel nedeni, filozoflar içeri- şı OedipHS (L'Anti-Oedipe, 1972), Köletap
sinde bir tek Spinoza'nın gerçek anlam- (Rhizome, 1976), Bi11 Yi!}'kı (Mille Platea-
da bedenin ne olduğunu, bedendeki ux, 1980), Ftlsr.ft Neılir? (Qu'est-ce que la
duygulanımlar ile etkilenimlerin ne gibi Philosophie?, 1991). Bu işbirliğine giri-
içerimleri bulunduğunu, bir bütün olardk şirlerken bir yerde toplanma zeminlerini
etik ve pratik bir düş"ünme konusu yap- şöyle temellendirmişlerdir: "Her birimiz
tığı bedenin düşünme, varolma ve eyle- de ayrı bir kişi olduğumuz için karşılaş­
me gücümüzü nasıl antıracağıru sorun manın yerbilgisinin deneyimleneceği bir
edinmiş olmasıdır. Deleuze'ün verdiği a- topluluk çoktan oluşmuş durumda: Ar-
çıklamaya göre, bu sorunun temel yamu tık her ikimiz de kendimiz değiliz; yar-
bedenin hem öteki bedenlerden etkilen- dımlaşacak, birbirimizden esin alacak,
me hem de onlan etkileme yeteneğinde kendimizi çoğaltacağız." Ruhçözümle-
aranmalıdır. Birbiriyle bağdaşan beden- meci öğretiye karşı arzunun itici ve yıkıcı
ler birbirlerinin eyleme gücünü çoğaltır­ gücünü savunan Kıırşı OtılipHs, bir yanda
ken, birbiriyle bağdaşmayan bedenler ya Odip'e ya da devlete duyduklan inancı
içlerinden birinin ya da: ikisinin birden açıkça itiraf edenleri güdüleyen sürü iç-
eyleme gücünü azaltmaktadır. Eyleme gü- güdüsü ya da arzusunun, öbür yanda
cündeki düşme insanlar için gerçek bir devlet faşizmi ile içimizde taşıdığımız fa-
durumdur, bu nedenle söz konusu in- şizm arasındaki ilişkinin tanıdanma~ını
sanlık durumunun yaşandığının en temel amaçlamaktadır. Bu nedenle bu kitap
göstergesi "üzüntü" kendisine kıırşı sa- ruhçözümleme putuna kıırşı çok da fazla
v-.ışılması gereken bir duygudur. Pratik uslamlamada bulunmaz. Deleuze ile Gu-
ya da etik düzeyde, Spinoza ile uyum i- attari, daha çok Wıllhelm Reich tarafın­
çindeki Deleuze iki uçlu bir yaklaşım ö- dan ortaya aulan "Nasıl oluyor da kitle-
nermektedir: önce üzüntü veren tuıkula­ lerin kendi bastırılışlannı istemeleri sağ­
n değersiz kılmak, sonra da bedenin han- lanıyor?" sorusu üstünde dururlar. "0
gi ilişkilerinin birbiriyle bağdaşır, hangi kötü, demek ki ben iyiyim" yargısının
ilişkilerinin birbiriyle bağdaşmaz olduğu­ verildiği her yerde; "kaçış hatları" ya da
nu belirlemek amacıyla bedenin parçaları "yurtsuzlaşunlmış arzu akışları" diye ad-
arasındaki ilişkiler dizgesinin bir çö- landırdıklan devlete, aileye ya da top-
zümlemesini ortaya koymak. Üzüntüyü lumsal ve dinsel kurumlara bağlanıldığı
silmek amaayla tasarlanan bu yaklaşım, her yerde faşizmin başgösterdiği sapta-
salt neşeli edilgen etkilenimlerden yaşa­ masında bulunurlar. İlk durumda görü-
nan neşenin nedeni ya da kaynağı olan len sorun, Nietzschc'nin "etkin yoksayı-
Deleuze, Gilles 344

alık" ile son bulacağım söylediği temel duğu savına dayanarak, Deleuze ile Gu-
değederin varlığı sorunudur. İkinci du- attari töz ile biçim arasında yapılan eski
rumda görülen sorunsa, bir yandan bir ikiliğin yerine ilki içerik ikincisi anlatım
araya toplaşma diye bilinen çokluğun o- olmak üzere iki töz/biçim karmaşığı buc
luşumuna olanak tanırken, öbür yanda lunduğunu söylemektedir. Bu iki güç top-
bu toplaşmalar arasındaki .karşılaşmala­ laşması birbirinden ayrılamazdır. Anlatı­
rın yolunu kesen, bağlantıların sınırlan­ mın biçimi (ışlevlerin düzeni ya da dü-
masına ya da koparılmasına yönelik ola- zenlenişi) ile içeriğin biçimi (özelliklerin
rak işleyen karşıt ikiliklerle düşünme üs- düzeni ya da düzenlenişı) arasında bir
tüne yapılandırılmış kurumlar ve sıradü­ ayrım, örneğin bir göçebe savaş makine-
zcrılerin varlığı sorunudur. si (anlatımın biçimı) ile gezici metalbilim
Ddeuze ile Guattari'nin ortaklaşa yaz- (ıçeriğin biçimi) arasındaki karşılaşmad>t
dıkları bir öteki kitap Bin Y19/a, aynı an- olduğu gibi, ancak çözümlemeye sağladı­
da pek çok ayrı düzlemde düşünebilmeyi ğı kolaylıktan ötürü yapılabilecektir. Bu-
başarmak amacıyla tasarlanmıştır. "Kök- nun dışında böyle bir ayrım yapmanın
sap" diye adlandtrdıklan açık uçlu bütü- oİ.-ınağı yoktur. Buna ek olarak araların­
nün gövdelendirilmesine çalışan kitabın daki karşılaşma · ,,c :ı.orunlu olarak ne de
her bir bölümü ya da "yayla"sı birbirin- temelde dilbilimsd bir karşılaşmadır; çün-
den bağımsız bir biçimde okunabilir; bu- kü dilbilim pek çok göstergebilim için-
nun yanında anılan tarihlerin belli bir den yalnızca biri olduğu gibı en önemlisi
düzeni ve özel bir ·anlamı olmamakla de değildir.
birlikte her "yayla"nın sonuna bir tarih Dilin rolü ile felsefenin ödevi konu-
notu düşülmüştür. Freud'un kurtadam ları Deleuze ile Guattari'nin yine birlikle
çözümlemesinin tarihi, Yahudi tapınağı­ yazdıkları Fehefa Neılir? başlıklı kitabın da
nın yıkılış tarihi, vampirlerin tarihi bun- ana konusunu oluşturmaktadır. Kitap,
lardan yalnızca birkaçıdır. Söz konusu Guattari'nin 1992 yılında ölümü nede-
tarihler ya da olaylar, kimi dilsel kimi dil- niyle birlikte yazdıkları son kitap olnmsı
sd olmayan çeşitli gösterge dizgdcrinde bakımından da aytıca önemlidir. Bu ça-
yerlerini bulurlar. Ama asla yaşamın b(i- lışmada, Stoaalığın beden ile olaylara yak-
tün yörılerinin dile indirgendiğ~ buyur- laştrru alttan alta kendini duyumıakt;ıdır.
gan gösteren-gösterilen dilbiliın zincirin- Delcuze ile Guattari, sanıldığı gibi bili-
de kendilerini göstermezler. Nitekim De- min değil fdsefenin temel ödevinin kav-
leuze ile Guattari'ye göre, Suassure'ün ram yaratımı olduğunu, felsefenin birin-
dilbilimi bile gösterileni (kavram) sözcük cil ödevinin varlıklar ile şeylerden olay-
ya da ses imgesi ile sabit bir ilişki içinde ları söküp alarak bir "içkinlik düzlemi'",
olmaktan kurtarırken, bunu gösterilerıler bir tutarlılık düzlemi yaratmak olduğunu
arasındaki ilişkilerin her zaman için gös- savlamaktadırlar. Felsefe bu anlamda,. bi-
terilenin değerini (anlaırunı) belirlediğini limin yaptığı üzere, dışsal bir gönderme
düşünerek salt göstereni yüceltme yoluy- düzlemi ya da aşkın bir doğruluk düz-
la yapmıştır. Buna karşı Ddeuze ile Gu- lemi aramak değildir. Bedenler ile olaylar
attari, arılam olaylan gerçekten bedenle- arasındaki ayrım oldukça önemlidir bu-
rin etkileriysder, o zaman bedenler ile rada; çünkü fdsefe kavramları birbiriyle
dilsel dizgeler arasında bütünüyle başka tutarlı olaylann içkin değişkilerinden ku-
bir ilişkinin kurulmasının zorunlu oldu- rulurken, bilimsel işlevler cisimlerdeki ka-
ğunu savunurlar. Nietzsche'nin öne sür- nşımlarn ya· da bağlamhtra odaklanırlar.
düğü gibi, bir şeyin o şeyi etkileyen güç- Bu yüzden felsefe kavramları filozof ol-
lerin sayısı kadar çok anlamı bulunduğu, mayan bir arkadaş ya da bir kekeme gibi
aynca her gücün de onu etkileyen başka hep kavramsal bir kişi tarafından dil-
güçlerden oluşan bir güç karmaşığı ol- lendirilirken, öte yanda bilimsel işlevler
345 deney

belli bir bakış açısına ya da bağlama Deı11io11'!f'S sonrnki Platoncu felsefe i-


yerleşmiş bir bilimsel gözlemci tarafın­ çin de önemli roller üstlenmeyi sürdür-
dan dillendirilirler. müştür. Örneğin Plotinos'ta "evrenin ru-
Deleuze felsefe tarihine, toplumsal hu" anlamında kulfonılmıştır (Dolelız/ııle·
ve siyasal felsefeye duyduğu derin ilgi ya- /ar, il, 3,18). Bilinircilerin ikici etiklerin-
runda, yazın ile sanat alanlan üzerine de de ise dt111io11rgos kusurlu olanı, eksikliği,
pek çok çalışma yapmışur. Sinema üzeri- kötülüğü yaratan; gerçek tanrının, en
ne iki ayn kitabı; Sade, Kalka, Proust ü- yüksek t.annnın altında yer alan bir başka
zerine kitapları; müzikten resime, roman- t.anrıya karşılık gelir.
rlan öyküye ı<-Anatın ''C yazın'ın d~şik a-
lanlan üstüne yazılmış birçok makalesi Demokritos (M.Ô. ykl. 460-370) Leu-
bulunmaktadır. Ancak bütün bu çalışma­ kippos ile birlikte atomculuk öğretisini
lara egemen olan remel arayış felsefi yer- kurnn "Abderalı Fılozoflar"dan biri ola-
bilgisinin oluşturulmasına yönelik "göçe- rak anılan ilkçağ Yunan fılozotiı. Leu-
be düşünce"lerdir. Deleuze'ün yukanda kippos'un tilmizi olan Demokritos'un
anılanlar dışındaki diğer önemli yapıtları evrenbilgisi kuramının iki ana öğesi "a-
arasında Dt11tytili/e ı-e ÔZf1tllik (Empiris- tomlar" ve "boşluk"tur. Buna göre son-
me et subjectivite, 1953), ."!Jnm ile Yi11e- suz sayıdaki atom sınırsız boşlukta önce-
k111e (Difference et repetition, 1968), A11- siz \'e sonrasız bir devinim içindedir.
/11111m Mmıttğt (Logique du sens, 1969), "Oluş" ise atomların bu devinimlerinin
Si11e111a 1: İ111gt-De1Ji11i111 (Cinema 1: L'ima- "zorunlu" bir sonucudur. Tamamen ön-
ge-mouvemenı, 1983), Siııema il: İ111ge­ cesiz ve sonrasız olan atomların öznite-
Za111a11 (Cinema IJ: L'image-temps, 1985) liklerinden kaynaklanan ve -kendinden
ile Fo111"1111ll (1986) sayıiabilir. Aynca bkz. öncekilerin devindirici ya da düzenleyici
arzu felsefesi; yurtsuzlaştırma; ağaç­ bir ilke arayışına karşı- belirli bir amaca
biçimli düşünce; dikey düşünce. yönelik bilinçli bir nedene (ıelos) ya d:ı
"rastlantı"ya (!ylehe) yer bırakmayan bu
dcmiourgos (Yun.) Köken olarak "za- düzenekçi doğabilim kuramı bağlamında
naatkar", "usta işçi" ya da "işinin eri" Demokritos eliyle sağlam temellere otur-
anlamına gelen demioıırgos, Platon \ın ev- tulan maddeci-atomcu öğreti, Epikuros
renbilgisini serimlediği Ilı11cıios diyalo- ve Lucretius aracılığıyla Gassendi ve Ba-
gunda fiziksel ya da maddi dünyaya bi- .con'a ulaşmış; böylelikle de modern do-
çim \•eren düzenleyici tanrı ya da tanrısal -~a biliminin doğuşuna kackıda bulun-
güçtür. muştur. Kari Marx da doktornsını De-
Ancak demiomgos görülür dünyayı yok- mokriLos özelinde bu maddeci-atomcu
tan var eden yaratıcı bir tanrı değil, söz- öğreti üzerine yapmıştır. Demokritos'un
cüğün kökeninden de anlaşılacağı üzere, dizgeli bir biçimde ortaya koyduğu ilk-
daha önceden var olan bir ereğe göre bu çağ Yunan atomculuğunun temel varsa-
dünyayı çekip çeviren, onu kuran, oluş­ yımları için bkz. atomculuk. Aynca bkz.
turan tanrısal bir güçtür. Dt111io11rgos hazır ilkçağ felsefesi; Abdera Okulu; Leu-
bulduğu hammaddeyi; değişmez, yetkin, kippos.
mutlak biçimler olan İdeaları -özellikle
de Platon'un en üstün tuttuğu "İyi İdea­ .deney ~ng. t.'-periı11eııt, Fr. ı~-.:pirimeııla·
sı" ru- örnek alarak işlemiştir. Platon Ti- lion; Alm. experimmt, Lat. e.-pcnentia, es. t.
111aiolun sonunda duyulur ya da görülür ıetrfb) Bilimsel etkinliğin bir tiirii olarak
ılünyayı İdealar Dünyası'na öykünerek deneyin, A'Vll. yüzyıl bilimsel devrimine
kuran deıniomgolu "İyi İdeası"yla özdeş­ değin belirgin bir ağırlığı olmasa da bu
lc•şıirmiş; oluşturduğu evreni de "olabi- tarihten başlayarak kuramların seçilme-
IC'ceğinin en iyisi" diye nitelemiştir. sinde ya da desteklenmesinde önemli bir
deney 346

ağırlığı olmuştur. Teleskop, mikroskop terimler ancak deneysel olaylar eşliğinde


gibi aygıtların bulunmasına, deneylik Qa- anlamlı sayılırlar. Bilimin bu olgucu yo-
boratuvar) çalışmalanm benimsemiş aka- rumuna en belirgin biçimde Thomas
demik kurumların eklenmesiyle birlikte Kıılın 1962'de Thr Stn"111rr of Sdenti/it
deney, bilimlerin vazgeçemeyeceği bir Rll'fılııtions (Bilimsel Devrimlerin Yapısı)
yord.ıma dönüşür. Sözgelimi, Galileo Ga- adlı yapıtıyhı karşı koyar. Kuhn, yalnızca
lilei'nin Arşimet ilkelerini doğrulamak ü- bilimsel deneylerin değil, tüm deneyim-
zere yaptığı deneyler, Aristoteles gibi bir lerimizin de ağır biçimde kuramsal bilgi-
yetkeye karşı çıkılmasıru sağlar. İlk kez nin damgasını taşıdığım savunur. Kuhn'
Francis Bacon eliyle çeşitli deneyler sı­ un bu savı, gözlemin kuram yüklü oluşu
mflandırılarak, kuramlar arasında doğru diye bilinir. Sonuçta, ne basit deneyimler
seçimi olanaklı kılan "temel deney" kav- ne de (temel deneyler de içinde olmak
ramı ortaya atılmış olmasına karşın, o üzere) deneyler, kuram seçiminde yansız
zamandan bu yana deneysel tekniklerin bir çıkış noktası olabilirler. Kuhn 'un de-
çözümlemesine yönelik pek az araştırma ney çözümlemesi, nıhbilimsel etkenlerin
yapılmıştır. Deneyin bilgikuramı açısın­ algıyı ne kadar çok etkilediğini ortaya
dan konumuyla ilgili sorunlar ise deneyin koymast bakımından önemlidir.
doğası üzerine yürütülen tartışmalar için- Felsefe araştırmalarında deneye b-.ı­
de kaybolarak deneyin deneycilerin teke- ğımsız bir alan gözüyle bakma anlayışı
linde görülmesine neden olur. Oysa, bi- ilk kez lan Hacking'in 1983'teki çalış­
limsel araştırmalarında deneye sıkı sıkıya malarıyla başlar. Hacking felsefecilere,
bağlı kalırken, felsefece çalışmalarında aygıtlar yapar.ık çalıştırıın, hesap yapan,
tümdengelime ya da doğuştan gelen dü- ölçümlerde bulunan, deneylikteki canlı­
şüncelere ağırlık veren Descartes gibi ları yönlendiren ve onlara ortam yaratan
düşünürler de az değildir. etkinlikler üzerinde yoğunlaşmayı önerir.
Bilimin tarihini, felsefesini· ele alan Hacking'e göre tüm bunlar, kuramanın
yapıtlarda deneye ayrı bir yer verilmiş dünyasından ve geleneksel olarak felse-
olsa da James Clerk Maxwell, Albert fede baskın olmuş kuramsal sorunlardan
Einstein gibi kimi büyük bilim adamları farklı bir deney kültürünün parçasıdır.
bilim hakkında ortaya koydukları görüş­ Günümüz deney felsefesi, belli soru-
lerinde (Maxwcll'in ünlü bir deneyci ola- ları ve sorunları olan büyük bir bilimsel
rak bilinmesine ve Einstein'ın görelilik kültürün parçası olarak deneysel etkinli-
kuramının gelişiminde düşünce deneyi- ğin varlığım tanır. Bu konudaki çalışma­
nin oynadığı rolün önemini vurgulama- lar iki kümede toplanmaktadtr. İlk kü-
sına karşın) kurama daha baskın bir gö · meye girenler daha çok deneyin deney-
rev vermeyi sürdürürler. liklerde nasıl yapıldığını, kuramsal çalış­
Deneyin felsefece çözümlenişi, onun malardan nasıl ayoldığım vurgulayan ça-
kuramla girdiği ilişkinin basite indirgen- lışmalardır. İkinci kümedekiler ise dene-
miş biçimde ortaya konmasından öte bir yin, bilimsel gerçeklik ve kuram doğru­
şey değildir. XX. yüzyıl felsefe ikliminin lama açısından sonuçlaonı göz önünde
temel akımlarından birisi olan olguculu- tutarak onun bilgikuramsal olarak nite-
ğun ya da mantıkçı deneyciliğin, bilimin lenmesiyle ilgilidirler. Bu ikinci kümenin
temel direği saydığı gözleme biçtiği gö- uğraşı alam düşünüldüğünde, deney üze-
rev karşısında doyurucu bir deney çö- rine yürütülen tartışmaların bir çeşit "de-
zümlemesi yapmamış olması şaşırtıcıdır. ney kummı" doğurmaya yönelik olduğu­
Olgucıılar için belli bir terimin anlamı nu, gerçek bir deney felsefesinin ve bili-
onun doğrulanma yöntemiyle özdeştir. min tarumının yapılmasında belirleyici
Tüm bilimin deneysel kavramlara bağlı olduğunu teslim etmek gerekmektedir.
olarak anlaşılması nedeniyle, kuramsal Aynca bkz. deneyim; deneycilik.
347 deneycilik

deneyci-elettiricilik [İng. t111pmo-mh- ğının deney olduğunu öne süren bilgi


ıirnr, Fr. eı11pirio-ıriliris111e; Alm. e111piriok.ri- öğretisi. Deneycilerin deneyimden anla-
tizjS111111] Alman felsefeci Richard Avena- dığı genellikle duyu organlan aracılığıyla
rius'un (1843-1896) ortaya attığı doğa­ gerçekleştirilen deneyimdir. Gizemci de-
bilim kuramı; aşın duyumcu bilgikuramı neyim, estetik deneyim vb. deneycinin
ya da bilgi felsefesi. Genellikle Avustur- başvurmayı tercih etmeyeceği bilgi edin-
yalı fizikçi ve felsefeci Emst Mach me yol.landır. Deneyci düşüncenin en
(1836-1919) adıyla birlikte arulır. Avena- belirgin özelliği deneyime önsel (a prion)
rius iki ciltlik başyapıtı Kritile der reintn bilgiyi yadsımasıdır. Deneyci görüş insan
Etfahmng'da (An Deneyimin Eleştirisi, zihninin deneyimden yararlanmadan sa-
1888-90) bu kuramını ayrıntısıyla serim- lıip olduğu düşünülen kavr-.ı.mların varlı­
ler. Bu kuıamda, duyulardan gelen dene- ğını reddeder. Deneyciliğin savunucula-
yimle doğrudan ya da dolaylı olaıak ta- nna göre deneyimden bağımsız gibi gö-
nıtlıınmayan tüm bilimsel ltiıvıamlar göz rünen her kavram deneyimle edinilen
ardı edilir. Felsefe tarihi açısından de- başka kavramlara indirgenebilir. Felsefe
neyci-eleştiriciliğin Alman idealizmi ile tarihi boyunca bütün zorunlu doğruların
İngiliz deneyciliğini buluşturduğu söyle- önsel yani a priori olduğu kabul edile-
nebilir. Buna ek olarak, Lcnin'in Mmlıle­ gelmiştir. A priori önermelerin varlığın­
ı:ilile "' Denga Eltıtirialile'te (1909), Ber- dan hoşlanmayan denc:ycilere göre her
keleyci idealizmin bir türü olduğunu ileri zorunlu doğru aslında tanım gereği doğ­
sürerek eleştirdiği deneyci-eleştiriciliğin . rudur, yani uzlaşıma bağlıdır. Bir başka
kendine özgü bir görüngüci.\lük olduğu deyişle her zorunlu doğru analitiktir. Bu-
da ~öylenebilir. Aynca bkz. Avenarius, mın sonucu olarak a priori önermelerin
Richard; Mach, Ernst. hepsi aruıli tik olacağından -diğer yandan
usçu filozoflara gön: rentetile apriori ö-
deneyci etik [İng. ttbical empirkisnr, Fr. nermeler de vardır- a priori önermeler
empiris111t itbiq11e; Alm. tthisdıtr e111piris11111Jlı aruk deneyci görüşleıc t.ers düşmez.
Ahlak felsefesinde, tüm diğer bilgiler gi- Böylelikle, deneyciler deneyimden ba-
bi ahlak üzerine bilgimizin de deneyim- ğımsız gibi görünen matematik, mantık
den kaynaklandığını, ahlak kurallannın gibi bilimlerin doğru önermelerinin dün-
ya da ilkelerinin belirlenmesi için elimiz- ya hakkında bilgi vermeyen önermeler
deki biricik ölçütün yaşadığımız dene- olduğunu savunmuşlardır. Felsefe tari-
}~mler, görüp geçirdiklerimizden süziilen .lıine bakıldığında, bilgiyi deneyimle edi-
"gerçeklikler" olduğunu savunan öğreti. nilen bilgiye indirgemeye eğilimli birçok
Ahlak felsefesinde usçu etik anlayışının fılu:ı:oflaıı (sü:ı:gclimi ilkin Francis Bacon)
karşısında saf tutan deneyci etik, ahlak söz açılabilir, ancak deneyciliği dizgeli
kural.lan denilen bütünün özünü oluştu­ bir şekilde ortaya koyan düşünür John
ıan ah.lakla ilgili değerlerin doğuştan de- Locke'tur. Locke en başta Descartes'ın
ğil de sonıadan deneyim yoluyla kazanıl­ "doğuştan gelen düşünceler" (LaL it/ear
dığının altını çizer. innatae) göriişüne karşı çıkmış ve zihnin
herhangi bir deneyime girmeden önce
deneycilik ~ng. tmpiriasnr, Fr. e111piris111e; r
boş bir kağıt gibi olduğunu ltlb11/a f'tlla)
Alın.
tntpiriS11111s; es. t. ibtibtitiIJt, teJtf9] \'e deneyimle doldurulduğunu ileri sür-
Eski Yunanca'da "deney", "deneyim", müştiir. Locke'tan sonıa George Bcrke-
"duyu verisi" gibi anlamlar taşıyan empt- ley ve David Hume da deneyci bilgi-
niıldan türetilmiş felsefe terimi. Felsefe- kuramını savunmuşlardır. XIX. yüzyılda
deki en genel an.lamıyla tüm bilgınin John Stuart Mili, kendinden önceki de-
kayn.-ıgının deneyim olduğunu söyleyen neycilerin cesaret edemediği bir şekilde
bilgikuramı; insan bilgisinin tek kayna- matematiks~ ve hatta mantıksal bilginin
deneyim 348

bile tümevarımla ve deneyimle elde edi- ne tümevanm yapmak gerekir.


len bilgi türleri olduğunu öne sürmüştür. İnsan bilgisinin tek kaynağının duyu-
Deneyci görüşler Viyana Çevresi felsefe- l:ır yoluyla gerçekleştirilen deneyimler
cilerince de çok tutulmuş ve benimsen- olduğunu öne süren deneycilik, felsefe-
miştir. Ancak 19501erden sonra W. V. nin en temel sorularından "Bilginin kay-
Quinc'ın "Two Dogmas of Empiricism'' nağı yıı da kökeni nedir?" sorusu bağla­
C'Deneyciliğin İki Dogması'', 1951) baş­ mında verilen yanıtlara bağlı olarak fel-
lıklı yazısında deneyciliğin önka bullerine sefe tarihinde usçuluk ile uzantıları do-
getirdiği. eleştiri ve Noam Chornsky'nin ğuştancılık ve önselciliğc karşıt bir ko-
Aspec/s of ıhe Theory of Sy11tax (Sözdizimi numda yol almıştır. Deneı'Cilik anlayışı­
Kımımınm Çeşitli Yönleri, 1965) adlı nın izleri felsefe tarihinde geriye doğru
kitabında dil bilgisinin apriori temellerini sürüldüğünde "Stoacılık" ile "Epikuros-
ortaya koyması ile deneycilik çok kan çuluk"a dek uzandığı görülmekle birlik-
kaybetmiştir. Felsefe tarihi boyunca de- te, bu anlayış en yetkin biçimiyle başını
neyciliğe yapılmış olan eleştiriler temelde Locke, Berkeley ve Hume'ım çektiği
iki koldan ilerler. İlk eleştiri apriori bilgi- "İngiliz Deneyciliği"nde temellendiril-
nin varlığını öne sürer. "Mantık ve ma- miştir. Bunun yanında David Hartley ve
tematik bilgisinin deneyle onanmaya ih- Joseph Priestley tarafından ortaya aulan
tiyacı yoktur" itirazı deneyciler için üste- "Çağnşımcı Deneycilik" deneyciliğin bir
sinden gelmeyi tam olarak hiç becere- sonraki aşamasına karşılık gelirken, Vi-
medikleri bir zorluğu dile getirir. XX. yana Çevresi düşünürlerince geliştirilen
yüzyılda mantıkçı deneyciliğin bu itiraza "Mantıkçı Olguculuk" ya da "Mantıkçı
verdiği yanıt -Hume'un yanıtının aynısı­ Deneycilik" deneyciliğin en son biçimini
dır- mantık ve matematik önermelerinin alınış modern uzantısıdır. Ayrıca bkz. İn­
analitik önermeler olduğu ve bu yüzden giliz Deneycileri; Locke, John; Berke-
de dünya hakkında zaten bilgi verme- ley, George; Hume, David; Mili,). S.;
9ikleri biçiminde özetlenebilir. Bu görüş, bilimsel deneycilik; tümevarım; man-
Quine'ın "Deneyciliğin İ,ki Dogması" tıkçı olguculuk; duyumculuk; metafi-
adlı makalesinde analitik ve sentetik ö- zik; modern felsefe.
nermeler ayrımına yaptığı itirazla olduk-
ça yıpranmıştır. Deneyciliğe yapılan ikin- deneyim ~ng. experie11ce; Fr. expirit11ff,
ci eleştiri ise deneyciliğe içerden saldırır. Alm. erfahrııng-, Yun. empeiria; Lat. experi-
Deneycilik, bu ikinci eleştiriye göre, bil- t11t11tum; es. t. tem'be] Duyu organlan ara-
gisinin deneyimden geldiğini iddia ettiği, cılığıyla dışarıdan, duygular yoluyla içeri-
örneğin "ideal koşullarda tüm cisimler den dclt- t"clilen bilgilere deneyim denir.
aynı hızla düşer" türü bilimsel önerme- Yetişkin bir kimse, hem başkalarının var-
11".rde bile bazı deneyim dışı ilkelere ve dığı sonuçlarla ikinci elden hem de kendi
kur.tlhıra başvurduğumuzu gözden kaçır­ yaşadıklanndan edindiği birikimle birinci
maktadır. Öncelikle "ideal koşullar" de- elden deneyim kazanır. Belli bir zaman-
nilen koşulların bilgisinin ne tür bir de- da edinilmiş tek bir izlenim deneyim sa-
neyimle elde edildiği belli değildir. İkin­ yılmaz; deneyimin geçmişte yaşanmış an-
cisi, deneyimlenen sonlu örnekten bütün cak haHi ilgili kimsenin belleğinde canlı
cisimler için bir sonuç çıkarmak tümcva- kalmış bir dizi olay olması ve bunların
nm ilkesine başvurmadan mümkün de- gerçek bir durumla ilişkili olması bekle-
ğildir. Tümevarım ilkesinin deneyimle te- nir. Deneyim, genellikle içsel ve dışsal ol-
mellendirilebileceği de savunulamaz, çün- mak üzere iki kümede toplanarak ele alı­
kü bu "tümevarım her zaman işe yarar" nır. İçsel deneyim, söz konusu kimsenin
gibi bir öncül gerektirir ve tümevarımın kendi zihinsel olaylarıyla ilgilidir; dışsal
hep işe yaradığını söyleyebilmek için yi- deneyim ise o kimsenin bilincinden ayrı
349 Denkel, Arda

düşünülür. Ancak, bu ayrım çoğunlukla son'un yönetiminde "İletişim ve Anlam"


kafa karıştıncıdır; çünkü estetik dene- başlıklı doktorasını tamamladıJ..-tıın sonra
yimler gibi kimi deneyimler aynı anda iki Türkiye'ye döndü ve Boğaziçi Üniversi-
kümenin de içine düşebilir. Gündelik ya- tesi'nde dil felsefesi, edim felsefesi, bilgi-
şamda bir kim.~enin bir nesneyi görme- kuramı, felsefe tarihi üzerine dersler ver-
si/ deneyimlemesi o nesnenin gerçekte di. Felsefesinin olgunluk dönemierinde
varolduğumı varsayarken, felsefede de- daha çok varlıkbilgisel so.rıınlara eğilen
neyim yalıuzca bir olay ile bir kişi ara- Arda Denkel, Oijert mul ProptrtJ (Nesne
sındaki ilişkiyi gösterir. ve Özellik, 1996) adlı kitabıyla yurt· dı­
Felsefe tarihinde deneyim çoğunlukla şında da konusunda en önemli felsefe-
güvenilir bir bilgi kaynağı sayılmamıştır. ciler arasına girmeyi başarmıştır. Denkel
Sözgelimi, Platon, algılarımızın güvenil- dil felsefesinde benimsediği görüşlerin
me71iğinden hareket ederek deneyimle- bir uzantısı olarak varlıkbilgisinde de A-
rimizin bizleri yanıltabileceğini vurgula- ristotelesçi -daha doğrusu Lockeçu- ti-
ıniştır. Öte yandan çağcıl felsefe akımla­ kelciliği savundu. Tümeller sorununu ti-
nndan "doğrudan" gerçekçiliğe bağlı dü- keller (tekillikler) arasındaki benzerlikler
şünürler, "nesneler tam olarak bize gö- araalığıyla çözmeye çalışan Denkel'e gö-
ründükleri gibidir" düşüncesini savun- re, ilimcilerin gerçek anlamda varolmala-
duklarından deneyim bilgisine güvenir- nndan bahsetmektense bunların tikeller
. ler. Deneyciler, deneyimi biitünüyle zi- arasınd·aki benzerlikleri kullanarak oluş­
hinsel· diye nitelerlerken renk, koku, tat, turduğumuz kavramlar olduğunu kabul
ses gibi ikincil nitelikler söz konusu ol- etmek yerinde olur. Denkel'in felsefede-
duğunda bireysel yorumun başladığını ki başarısını, bilgikuramsal açıdan be-
vurgularlar. Usçıılar ise gelişkin deneyi- nimsediği bir tiir deneycilik anlayışı ile
min, karşın11z<la duı:an şeylerin yomm- varlıkbilgisel açıdan savunduğu tikelci-
lanmasından çok, aprimi olarak ustan gerçekçi görüşü özgün bir yorumla, çö-
geldiğini savunurlar; onlara göre dene- zümleyici felsefe kalıunı da arkasına ala-
yim ancak mantık aracılığıyla anlaşılabi­ rak, birleşıirme çabasında aramak gere-
lir. Günümiiz felsefelerinin biçimlenme- kir.
sinde önemli bir yeri olan lmmanuel 1985 ile 1989 yıllarında iki kez Wis-
Kant ise deneyimi, fizik dünyada varo- consin Üniversitesi'nde konuk öğretim
lanlar ile us ürünü ilkelerin bireşimi ola- üyeliği yapan, Avrupa Çözümleyici Fel-
rak tanımlayarak orta bir yol çizmiştir. sefe K~ırumu'nun (ESAP) yönetim ku-
rulunda yer alan, Philomphelr Ittde.'<'e (Fel-
Denkel, Arda (1949-2000) Türkiye'de sefeciler Dizini) girmeyi başarmış birkaç
de felsefe adına birşeyler yapılabilece­ Türk felsefecisinden biri olan, TÜBA
ğini, özgün düşünceler üretilebileceğini (Türkiye Bilimler Akademisi) üyesi olan
gerek bizlere gerekse yabancılara somut tek felsefeci konumundaki Arda Denkel
olarak gösteren; "çözümleyici varlıkbil­ yaşamı boyunca çözümleyici felsefenin
gisi" üzerine düşünceleri oldukça ses ge- bu topraklarda da boy göstermesi için
tirmiş olan önde gelen çözümleyici felse- uğraşmıştır.
fecilerimiZden. Denkel ODTÜ Mimarlık Türkiye'nin en üretken felsefecilerin-
Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bö- den olan Denkel'in diğer önemli yapıt­
lümü'nde okuduktan sonra Oxford Üni- ları şunlardır: A11la1111a: Anlalllla ve An-
versitesi'nde felsefe doktorasına başladı. lama (1981); Biftjni11 Temelleri (1984); An-
( lxford'da ünlü felsefeci Peter Strawson' /aJ11111 Kökenleri (1984); Neme ve Doğa.fi
un öğrencisi olan Denkel, doktora öğre~ (1986); Anlam ve Nedensel/ile (1996); Rea·
nimi süresince daha çok dil felsefesi ve i- fi~ Otıd Meanit1g (Gerçeklik ve Anlam,
leıişim üzerine yoğunlaştı. Denkel Straw- 1995); The NalHral Baclegrou11d of Mea11i11g
denkleştirici adalet 350

(Anlamın Doğal Arkaplanı, l 999). Bun- yucu ilkelerle harmanlayan Derin Eko-
ların yaıunda, Arda Denkel'in yurtiçi ve loji'nin felsefece özüne ek.oıoji :ub verilir.
yurtdışı dergilerde yayımlanmış çok sa- Eski Yunanca 'da "yaşaıulan yer" ve "bil-
yıda makalesi bulunmaktadır. Yurtdışın­ gelik" anlamlarını taşıyan sözcüklerden
da yayımlananlar Miıul, Pbiloıophi,alQ1111r- türetilmiş ekosofi, insanın yaşadığı yerle
ıer!J ve Philosophiml Papm gibi seçkin der- uyum içinde olmasının koşullarını ar.ıştı­
gilerde yer almıştır. nr. Ekosofi doğ.ıyla uyum içinde yaşa­
manın bilgeliğine ulaşma çabasıdır.
denkleştirici adalet ~ng. m111ın11tatiıv: j11s- Derin Ekoloji'nin düşünce bazındaki
tier, Fr. i11stia m1111111ıtalivr, Alm. kom11111- öncüsü, kendine özgü bir ftvmçina1ik ya-
ıatı"vt g,;.,,,iJıigluiı] İnsan yaşamındaki iliş­ ratmayı deneyen Aldo Leopold'dur. Le-
kilerin sonsuz çeşitliliği ve karmaşıklığı opold özgün çevreiçinciliğini "Topr.ık
düşünüldüğünde, bir toplumun bireyleri Etiği" (1949) adlı etkileyici yazısında se-
arasındaki ilişkilerin adil olmasının yolu- rimlemiştir. Burada şimdiye değin ken-
nun belirli bir eşitlik anlayışını gözet- dilerini "toprağın efendisi" olarak gören
mekten ya da belirli bir dengeyi koru- insanların, bundan böyle toprağa bağımlı
maktan geçtiğini savunan adalet anlayışı. yaşayan canlılar topluluğunun birer üyesi
İnsanlar arasındaki her türlü alışveri­ olduklarını kabul etmeleri gerektiğini sa-
şe ya da değiştokuşa, özellikle de mal ve vunan Leopold, özellikle türleri değerle­
hizmetin karşılıklı değiştirilmesine odak- rine göre sınıflandırıp çoğu türün değe­
lanan bu adalet görüşü, neredeyse ma- rini yok sayan insaniçinci, ekonomik te-
tematiksel bir eşitliğe dayanmasından ö- melli yaklaşımları yerden yere vurur. Ay-
türü "mübadele adaleti" diye de anılır. · nca bkz. Naess, Ame.
Denkleştirici adalet anlayışı, ister verilen
bir hizmetin karşılığının ödenmesi, İster derin yapı [İng. deep ıtnlı"lıırr; Fr. ıtnıı·tım
işlenen bir suçun bedelinin ödenmesi, profondr, Alm. liejrnrırok.t11rj Genellikle
isterse de verilen zararın telafi edilmesi sözdizimsel, anlam bilgisel ve sesbilgisel
konusunda olsun, "kısasa kısas" tutumu- birimlerden oluştuğu düşünülen üretici-
nu benimseyen "katı" bir eşitlikçilikten dönuşümsel dilbilgisinde bir tümcenin
yanadır. Bu adalet anlayışı, insanlar ara- anlambilgisel yorumunu belirleyen (altta
sındaki eşitsizliğin kaynağını anlamamak- yatan) soyut yapı. Bu kavram Noam
la, güçlüyle güçsüzü bir tutmakla eleşti­ Chomsky'nin [Sy11/açJiç S IT7lı1Hres (Sözdi-
rilmiştir. Ayrıca bkz. adalet. zimsd Yapılar, 1957) ile Aspeds of ıhe
Thtory of Synta>: (Sözdizim Kuramının
deontoloji bkz. ödevbilgisi. Çeşitli Yönleri, l 965) başlıklı yapıtların­
da geliştirdiğıl evrensel bir sözdizimin
Derin Ekoloji ~ng. Deep Erolog, F.r. varlığını savunduğu dilbilimsel kuramı­
Pmfandı Etologiç, Alm. Titftnökolotfa] Fel- nın ortaya koyduğu bir aynına dayanır.
sefi temellerini Norveçli felsefeci Ame Bu aynına göre dilin bir iç yönü bir de
Naess'in attığı (l 973), insanın kendisini dış yönü vardır. Bir tümceyi bir düşün­
gerçekleştirmesinin yolunun doğayla öz- ceyi nasıl dile getirdiğinden yola çıkarak
deşleşmekten geçtiğini savunan öğreti; da ele alabiliriz (buna tümcenin anlam-
felsefece bir özle yoğrularak onaya çık­ bilgisel yorumu denir); fiziksel biçimin-
mış en radikal çevreci hareket: "kökten- den yola çıkarak da... (buna da tümcenin
ci" çevre etiği. sesbilgisel yorumu denir). Buna göre içte
Derin Ekoloji'nin temel savı, tüm olan ve anlambilgisel yorumu belirleyen
canlıların yaşamak ve büyümek için aynı derin yapının üstünde bir de sesbilgisel
ölçüde hak sahibi olduklan düşüncesidir. yorumu belirleyen yüzey yapı bulunur.
Uygulamayla ilgili önerilerini kural ko- Chomsky'e göre, bir doğal dilde bulunan
351 Derıida, Jacqucs

sonlu sayıda kuralla dilbilgisine uygun durumda bırakmaktadır.


sonsuz sayıda tümce kurulabilmesini sağ­ Derrida'ya göre r.ıpısöküm bir okuma
layan üret.ici-dönüşümsel dilbilgisinin te- tekniği olmaktan çok "bütünüyle öteki"
melinde bu derin yapı ile yüzey yapının olana yaklaşmanın, dolayısıyla da bııştan
birbirinden ayn olması düşüncesi yat- olanaksız bir deneyimi ortaya çıkarma­
maktadır. Aynca bkz. Chomsky, No- nın bir yoludur. Bir bütün olarak Der-
am rida 'nın düşünsel konumu, bu anlamda
felsefece düşünmenin metafizik dilinin
Derıida, Jacques (1930) Geliştirdiği eleştirisi yoluyla düzenli olarak yinelenen
"yapısökümcü" okuma yöntemiyle yep- dogmacı varsayımlardan kurtanlmasının
yeni bir düşünme olanağının laıpılannı amaçlandı:ğı Hcgel sonrası son derece ü-
aralayan, post-yapısalcı felsefe çerçeve- retken açılımlara konu fel~fe çerçeve-
sinin kuruluşunda çok önemli bir yeri sine yerleştirilebilir. Kuşkusuz metafizik-
bulunan Cezayir doğumlu Fransız felse- sel dogmacılıktan laıçınma arayışı, izleri
feci. Derrida'nın hemen bütün metinle- Kant'ın eleştirel felsefesi ile İngiliz De-
rinde kendisini gösteren egemen düşün­ neyciliği'ne, hatta belli bakımlardan Des-
ce, Bau fefaefesi geleneğinin yapısöküm­ cartcs'a dek sürülebilir olması nedeniyle
cü bakış açısından sonuna dek sorgulan- yeni bir şey· değildir. Ancak metafizikııcl
masıdır. Bu anlamda ilk İJ olarak Bau dogmacılığı eleştirmek ile metafizik dilini
felsefesini köküne dek sarmış olduğunu eleştirmek bir ve aynı şey değildir. Hegel
düşündüğü b#IN11111 111ttajiz!Jj varsayımı­ sonrası felsefe dönemiyle birlikte dili
nın yapısının sökülmesine yönelen Der- sorgulamak Batı fılozoflan için sürekli
rida,. söz konusu varsayım aracılığıyla üzerinde durulan bir izlek konumuna
kendisiyle özdeş dolaysız bir yaşanu a- gelmiştir. Sorun bu biçimde konduğun­
lanı olarak doğruluk yaşanbsının değeri­ da, Dcrrida ilk bakışta pragmacı ve
nin kesinlendiği, buna bağlı olarak da mantıkçı olgucu düşünce hareketleriyle
konuşmaya geleneksel olarak yazı önün- yakın bir yere yerleştirilebilir gibi gö-
de hep varlıkbilgisel bir öncelik ve üs- rünse de Derrida'run febefece ilgilerinin
tünlük tanındığı saptamasında bulunur. geliştiği çerçevenin Kıta yönelimli olması
Konuşma ile yazı arasındaki aynmın an- böyle bir girişime pek olanak tanımaya­
cak öteki'nin şiddet kullanılarak dışlan­ cakbr.
ması yoluyla yapılabileceğini ileri süren İlk ynzılannda Derrida, kendi içinde
Derrida, öteki'ne şiddet uygulanmasına tutarlı bir anJamlandırmıı çabası olan
nlamık tanımayacak yepyeni bir dil anla- Husserlci görüngübilim izlencesinc de-
)1ŞI geliştirme amAcınıfaıiır. Hu yeni ıiilin rinden bağlıdır. Buna laırşı, Husserl'in
en belirgin özelliği., ayrımın özdeşliğe in- teksesli dil ülküsünü yeniden canlandır­
dirgenemiyor oluşuna bağlı olarak farklı dığını gerekçe göstererek, görüngübilim
bir etik ve siyasal sorumluluk anlayışını yönteminin son çözümlemede doğrulu­
savunuyor oluşudur. Derrida'run yazıla­ ğun bulunuş olarak değerlendirilmesi sa-
nnda ele alınan felsefe sorunlarını tam yıltısından, yani bildik geleneksel metafi-
olarak kavrayabilmek için, öncelikle zikten kurtulamadığı eleştirisinde bulu-
Kant, Hcgel, Marx, Nictzsche, Husserl, nur. Belli ölçülerde, aşağı yukan aynı te-
Hcidegger, Lcvinas, Sausssure ve daha meller üzerinde Heidegger de Husserl'i
birçok filozofun düşünceleriyle tanışık eleştirmiştir. Dcrrida, Husscrl'e yönelt-
olmak zorunl·udur. Böyle bir tanışıklığın tiği eleştirileri, buna bağlı olarak da or-
olmayışı, çoğunluk· olduğu üzere, Derri- . taya atnğı savlan pek çok bakımdan o-
da'yı anlamaya çalışan okurlan Derrida' lurlamakla birlikte Heidegger'in vardığı
nın metinlerindeki felsefe devinimlerini kimi sonuçlara katılmamaktadır. Nitekim
izleyemediklerinden ötürü çok güç bir yazılarında sık sık yeniden döndüğü,
Derrida, Jacques 352

Heidegger'in felsefenin sonuna gelinen una yol açacağı umudunu dile getirdiği
bir dönemde düşünmenin ödevini ta- yerler, Derrida'nın kuşkuyla yaklaşılması
nımlama ekseni doğrultusundaki girişi­ gerektiğini düşündüğü özel yapısöküm
mine karşı can alıcı önemi bulunan bir- alarılandır. Nitekim Derrida için Heideg-
takım sorular ortaya atar. Sonmki döne- ger'in umduğunun ya da varsaydığının
mine karşılık gelen yazılarında Heideg- tersine, düşüncenin haşlayabileceği ya da
ger, dilin insana ııit bir şey olmadığını, yeniden oraya geri dönebileceği bir baş­
ıersine in~anın dile aiı bir şey olduğunu hıngıç nokta~ı ya da konumu yoktur. Böyle
öne surer; bu anlamda insan dili değil dil hir başlangıca duyulan yersiz "nostalji'"
insanı konuşuyordur. Bir başka açıdan ya d·a yitirilmiş geçmişe duyulan özlem
söylenecek olursa, Heidegger'e göre ge- değme bir bulunuş meL1fiziği öme~>1dir.
leneksel olarak savunulanın tam tersine Derrida için Bau metafiziği tarihi e-
düşüncenin dili belirlemesinden çok di- ninde sonunda doğruluğun gerçek para-
lin düşünceyi belirlemesi söz konusudur. digması olarak kendiliğin bulunuşunu o-
Heidegger'in bu saptamalarının ışığı al- lurlayan bir dizi girişimden oluşmaktadır.
tında Derrida, yapısökümün ödevini ay- Bu geleneğin tam göbeğinde, kendi bu-
dınlığa kavuşturabileceği bir zemin blıl­ lunuşunu kendisine ancak dil yoluyla
muş gibidir. Nitekim Derrida'nın kul- gösterebilen bir varlık olarak "insan" ta-
landığı "yapısöküm" terimi (diconslni<li- nımı yer almaktadır. Varlıklar arasında
011) doğrudan doğruya Heidegger'in Var- insana tanınan bu özel yere inanç, Der-
lık ile Zaman'da (1927) kullandığı Alman- rida 'ya göre asla temellendirilebilecek bir
ca destn1ktiot1 teriminin Fransızca'ya çevi- şey değildir. Hiçbir düşünce, "Düşünü­
risidir. Heidegger'in temel savına göre, yornm" düşüncesi bile, kendisini kendi-
"Varlığın Ufku" olarak zamanı doğru bir sine dolaysız bir biçimde sunamaz. Der-
hiçimde düşünme ödevi, metafizik kav- rida'nın bu temel çıkışı, neden dil iz-
ramların tarihinin, özellikle de Aristote- leğini bırakıp yazı izleğiyle düşünmeye
les, Descartes ve Kant'taki zaman tasa- yöneldiğini de açıklamaktadır. Kendiliğin
nmlarının destmktion'u ile olanaklıdır an- bwunuşunun değerini tam olarak kesin-
cak. Buna karşı Heidegger destruktio11'u lemek için, Bau fılozoflan geleneksel o-
asla "geriye tek bir iz kalmayacak biçim- larak düşüncenin dile ne ölçüde bağımlı
de ortadan kaldırmak'' olarak anlamaz. olduğu sorusunu göz ardı etmişlerdir.
Nitekim metafizik tarihi, bir yapının ye- Ne var ki bu temel gerçek öyle kolaylıkla
rinden oynaulamayacak denli sağlam bir hasır altı edilebilecek gibi değildir Der-
biçimde yerleşmesinden (daha sonra gu- rida 'ya göre: Platon'dan Rousseau'ya, o-
tell, ya da "çatı", diye adlandırır Heide~­ radan ıla Hegel'e gelinene eleğin hemen
ger bunu) meydana gelmektedir. Bu an- bütün filozoflar, düşüncenin kendiliğin­
lamda destmktiotı Heideggerci arılamıyla den kendisine açık seçik olduğu bir ideal
düşünceye yerleşen her türden yapının dil ile bu teksesli ve özgün "düşünce
gevşetilip zayıflaulmasıdır daha çok. Der- dili"ııin kendisine çevrilebileceği bir i-
rida, Heidegger'in terimi bu özel anlam- kincil dil arasında bir aynma gitmişlerdir.
da kullanışını geliştirdiği yöntemin adı Buna göre, konuşma dilindeki sözcükler
yapacak denli önemli görmesine karşın, hiçbir aracıya konu olmaksızın doğrudan
yine de Heidegger'in dtstTuktiotı arılayışı­ düşüncenin anlatımıdırlar; çünkü orılar
nın da son çözümlemede bulunuş meta- yabızca konuşulduklannda vardırlar, da-
fiziğinin izlerini taşıdığının açıkç~ görül- hası söylendiklerinde konuşanın içinde
düğünü belirtmektedir. Özellikle Heideg- duyulahilmektedirler. Buna karşı yazı di-
ger'iıi varlıkların Varlığı'nın sözünü dile lindeki sözcükler, orıları dile getiren ko-
getireceğini öngördüğü sahici şiir dilinin nuşmacı ortadan kaybolduğunda dahi iş­
metafizik tarihinin bütünüyle destn1kJioıı' levlerini yerine gctirebildiklerimlen, dü-
353 Derıida, Jacqueı

şünceye dışsaldırlar. Konuşma bu anlam- Öte yandı n, yazı yine de ötekiliği sim-
da doğrudan doğruya düşüncenin göv- geleyen ttmel beti olarak işlevini yerine
ddenmesiyken, yazı yalnızca konuşma­ getirmeyi sürdürmektedir. Derıida'ya gö-
nın ikincil bir göstergesidir. Derrida'nın re bu nedenle, Heidegger'in ileri sürdüğü
gözünde filozofların bu temd yaklaşımı, gibi, düşünmenin ödevinin "dili dil ola-
kendiliğin bulunuşunu sağlama almak rak dile taşımak ya da dile getirmek" ol-
adına anlamlandırmanın maddiliğirıi u- masa oldukça anlaşılır bir.şeydir. Nitekim
nutmak gibi çok önemli bir yanlış do- bu bağlamda Heideggerci bir düşünce
ğurmuştur. Bu hiç de dayanıklı olmayan çizgisi izleyen yapısökümün temel ödevi
uslamlama çausı alunda, Bau filozofları de "yazıyı yazı olarak yazıya taşımak ya
kendi "sesçil" yazılaanın abecesinin sı:;s­ da getirmektir". Burada dikkat edilmesi
çil olmayan Avrupa dışı dillere göre fel- gereken nokta, bulunuş metafiziğinin ya-
sefi bakımdan daha üstünlüklü bir ko- pısını sökmek için öncelikle düşüncenin
numda bulunduğunu varsayar olmuşlar­ kendisini yazı olarak açığa wrmasının
dır. Ne var ki sesçil yazıyı sesçil kılanın gereğidir. O nedenle yapısökümcü söz-
ne olduğu, sesçil olmayan yazıyı sesçil dağannda "yazı" kavramı kesinlikle salt
yazıdan neyin ayırıhğı öyle hiç de ko- arı düşüncelerin kayda alınması demek
layca yanıtlanabilir bir soru değildir. Da- değildir. Nitekim Derıida bu noktanın
ha da önemlisi, Derrida'nın söylediği gi- ne denli ·önemli olduğunu vurgulamak
bi, salt düşüncenin anlatımı ya da dışa­ için "arke-yazı" kavramı diye yeni bir
vurumu olacak ideal saluklıkta bir dil ta- yazı anlayışı betimleme yoluna gitmiştir.
sarlamak olanaksızdır. Bir başka deyişle, Buna göre, *'ark/n'siz (yani "kökensiz')
Deı:ı:ida'ya göre "konuşma" ile "yazı" a- bir düşüncenin özniteliğini Jijfit'dll.-e ("a-
rasında geçmişte sıkça yapıldığı gibi kes- yıram') oluşturmaktadır. Dijfirn11rr en ge-
kin bir aynma gitmenin sağlam bir te- nel anlamda, her şeye "ilk" olan ya da
meli yoktur. her şeyin "merkez''inde duran düşünü­
Bu s-aptamadan hareketle Derrida, lebilecek her türden terimi adlandırma­
bulunuş metafiziğinin "söz-egemen" ya nın olanaksızlığını .ıdlandırmakt-.ıdır. .Mc-
da "ses-egemen'' temellerinin yapısökü­ tatizik olmayan, metafizikten başka bir
münc yönelmektedir. Konuşmanın yazı düşünce olanağının önünü açmak için,
üzerindeki sıradüzensel üstünlüğü ken- vazının, kendinde bulunan bir "anlam"
disini Bau metafiziğinin üstüne kuruldu- Ya da "doğruluk''u dile getirme amacı
ğu sayısız sıradüzenli karşıtlıklarda gös- güdüşüyle tanımlanan metafizik dilinin
termektedir. Derıida 'nın bu karşıt ikilik- bütün metafizik içerimlerinden tümüyle
lere ilişkin olarak yapmak istediği, kimi kurtarılması zorunludur. Bu sonuca ulaş­
yorumcularının belirttiği üzere, karşıtlık­ mak için. Dcrıida, bir dizi değişik yazma
ta yer alan terimlerin yerlerini değiştire­ stratejisi geliştirmiştir. Bu stt-.ıtejilerden
rek aralannda kurtılu bulunan öncelik/ biri, kendi içinde bütünlüklü tek bir ki-
sonralık ya da üstünlük/ ıliçakhk değer­ tap olarak okunm.ıya izin vermeyecek
lemelerini tersyüz etmek değildir yalnız­ biçimde aynı metinde sonsuz sayıda me-
ca. Burada amaçlanan Bau düşüncesinin tin· üretmektir. Nitekim Derrida Glns
üstüne kurulduğu bu temel karşıtlıkların (Matem Çanı, 1974) adlı yapıunı, bu bi-
m.ınuğının yapısını bütünüyle sökerek çimde parçalara ayırarak, bir anlamda
bir daha kuUanılamaz hale getirmektir. parçalayarak yazınışur. Kitabın ana yapı­
Demek ki Derıida'nın açıklamasına gö- sı, ilk sütunda Hegel'in aypı (giz, örtü)
re, konuşma/yazı ayrımının savunula- anlayışıyla ilişkili çeşitli konulann ince-
nı-.ız oluşu yazı kavramını da en az ko- lendiği, ilk sütunun tam yanına yerleşti­
nuşma kadar kendisine kuşkuyla yakla- ıilen ikindsindeyse Genet'nin yazılarında
şılması gereken bir kavram kılmaktadır. düzenli olarak karşılaşılan bir giz türü o-
Derrida, Jacques 354

larak Jean Genet'nin imzasının çok yön- değerlendirilebilir. Bu tür bir Herakleitos
lü bir incelemesinin yapıldığı iki ayn sü- okuması, Derrida'nın açıkça yapısöküm­
tundan oluşmaktadır. G/m üzerine söy- cü yönlerini Heidegger'in göz ardı etti-
lenebilecek bir dolu şey olmakla birlikte, ğini düşündüğü Nie12sche'nin yazıların­
bunlardan ola ki en önemlisi, kitabın da da bulunabilir. Heidegger'e göre, Ni-
Sartre'ın Aziz Genel adlı incelemesinde etzsche'nin metinleri tek bir anda tek bir
yan Hegelci bir gözle Genet'nin yazıla­ düşünürün tekil düşüncelerini yansıt­
nru özetlemiş olmasından duyulan ra- maktadır. Derrida, Heidegger'in bu sa-
hat•ızlıkla Genet'nin yazılarım kurtar- vına Nietzsclıe'nin yazma biçeminin de-
mak adına uygulanmış bir yapısöküm ğişik yönlerine dikkat çekerek karşı çıkar.
örneği olarak okunabilcccğidir. Derrida' Buna göre, Nietzsche belli bir anlamı ya
run sıkça başvurduğu bir başka yapı­ da doğruyu dile getirmek yerine, yazıla­
söküm stratejisi de geleneksel gösterge rında daha çok alışıldık geleneksel yo-
kavramını özellikle sorunsallaştırmak a- rumlama kaynaklarını baştan boşa çıka­
macıyla tasarlanmış Jiffira"a gibi birta- ran metinsel sorunsalları gündeme getir-
kım metinsel imler üretmektir. Bu imler miştir. Derrida bu düşüncesini Mah11111z:
yalnızca birer yeni sözcük geliştirme ara- /ar: Nietzş.-he'11i11 Biçeı11/eri adlı çalışmasın­
yışına karşılık gelmezler, çünkü bunlar da, Nietzsche'nin metinlerinde yer yer
ne sözcüktürler ne de gösterge (örneğin geçen "Şemsiyemi unutmuşum" tümce-
Jijfemııa, Fransızca'da "aynın" anlaınina sinin yorumlama bakımından üzerine
gelen J!Jforfııcr sözcüğünden bozmadır); "karar verilemez" oluşuna parmak basa-
bunlar daha çok anlaşılırlığ:ı karşı kendi rak tanıtlamaktadır. Burada gösterilmeye
dirençlerine ya da korunaklarına dikkat çalışılan, bırakın metnin tek bir anlamı
çeken, anlamları tam anlamıyla belirlene- olmasını, metinde karşılaşılan herhangi
meyen yapısökümcü ifadelerdir. bir "şey"in dahi bir özdeşliği olmadığı­
Difflraıı.-e'ın "Varlık" türünden her- dır. Bu düşünce uyarınca Derrida, Nietz-
hangi bir şey üzerine enson sözün söy- sche'nin metinleri demek yerine "Nietz-
lenemezliğini açığa vuruyor olması, kimi sclıe'nin imzalan" demeyi daha uygun
yapısöküm yorumcularınca "olumsuzla- · bulmaktadır. Bunun yanında Derrida, Ni-
macı ıannbilim" biçiminde yorumlanm•ı­ etzsche'nin biçemlerini çoğaltmanın doğ­
sı sonucunu doğurmuştur. Derrida ardla- ruluğunu savunmakla birlikte, Nietzsclıe'
nnda görünen yakınlığın kaçınılmaz ol- nin birtakım anlam hareketlerine ilişkin
duğunu, ama bu ikisini, yani yapısöküm belli çekinceler koymaktan da geri kal-
ile olumsuzlamacı tanrıbilimi eşitlemenin maz. Sözgelimi Derrida'ya göre "kadın"
bulunuş metafiziğinin kendinden geçiıici sözciiğii Nietz~dıe'de "doğnı olmayan"
yaşantısını yeniden kesinlemek anlamına ın eğretilemesi olarak geçmektedir hep.
geleceğini bildirmektedir. Bunun yerine Bu yüzden, Nietzsche'nin metinlerinde
Derrida, bütün deneyimlerin gelecekte "kadın" sözcüğünün geçtiği yerler Derri-
neler olacağını bilen bir peygamberlik da için yapısöküme alınması gereken ö-
konumuna indirgemeksizin "şimdi ile bu- zel yerlerdir. Ayrıca Nietzsche'de karşıla­
rada bulunma"yı kesintiye uğratan, ya- şılan anlam hareketlerinin yol açtığı şid­
pısı sökülemez mesihvari bir söz verme dete de dikkat çeken Derrida, aşınlığın
ile yapılandınldığını ileri sürmüştür. Belki mantığını şeyleştirmeden aşırı uç ko-
de bu noktada, Herakleitos'un oluşu ke- numların taşıdığı yıkıcı gizilgücii patlata-
sinleyişi ile Dcrrida'run söz verme yaşan­ cak bir stratejinin aıayışı içindedir.
tısına değgin açıklaması aynı düzlemde Bu açıdan bakıldığında yapısöküm si-
düşünülürse, Herakleitos'un "oluş'' anla- yasal olan üzerine düşünmenin bir yolu
. yışı Derrida'run Jijferaııaı1a demek istedi- olarak da değerlendirilebilir. Nitekim da-
ğine en yakın düşünsel konum olarak ha ilk yazılarından başlayarak Derrida'
355 Descanes, Rene

' nın adalet ile şiddet arasındaki ilişkiyle dijfirrn•? (Yazı ve Aynın, 1967); La Voi.~:
ilgilendiği üstünden atlanamayacak bir rı le pbi110111i11t (Ses ve Görüngü, 1967);
olgudur. Özellikle Heidegger'in 1926 ta- De la Grammatologit (Yazıbilime Dair,
rihli "Anaksimandros Fragmanı" adlı ya- 1967); Marges de la pbilosopbie (Felsefenin
zısından yola çıkan Derrida, Levinas ile Kıyıları, 1972); La Disıilllİnation (Yayı­
kimi başka düşünürlerin de görüşlerin­ lım/Saçılma, 1972); Posiho111 (Konumlar,
den beslenerek hiçbir biçimde şiddet i- 1972); Gltıs (Matem Çanı, 1974); L'.4r-
çermeyen bir adalet anlayışı tasarlamanın dıiologie d11 fritl()/e (Sıradan Şeylerin Kazı­
olanaklı olup olmadığı sorusu üzerinde bilimi, 1976); Lt Viriıi en pei11ı11rr (Re-
durmuştur. Son yıllarda yapısökiimün ne simde Doğruluk, 1978); Lı Carte poııale
gibi siyasal içerimleri bulunabileceğine de Soırale a Frr11d et a11-delti (Sokrates'ten
ilişkin sıcak bir tartışma başlamış ol- Freud ile Ötesine Kartpostallar, 1980);
makla birlikte, henüz bu konuda tam Sp11rı: Nietz!dıe '.r S !Jles (Mahmuzlar: Niet-
olarak kesin bir yanıt verilebilmiş değil­ zsche'nin Biçemleri, 1981, ikidilli basım);
dir. Buna karşı başta Habermas ile Ga- Pıychi (Psykhe, 1987); De l'E.rpriı (Tın Ü-
damer olmak üzere birtakım çağdaş fel- zerine, 1989); Limited lnt. (Limitet A.Ş.,
sefeciler, belirsizliğin sürekli olurlanma- 1990) ve L'.411/rr Cap (Ötekinin Kulağı,
sından öte bir anlam taşımadığını gerek- 1991). Derrida aynca Husserl'in Geo111eı­
çe göstererek, yapısökürnün ilkece siya- rini11 Köluni adlı yapıtını ka psarnlı bir su-
sııl yargılar verme yetisi olmadığını ileri nuş yazısıyla birlikte Franstzca'ya çevir-
sürmektetlirler. Bu düşünürler siyasetin miştir (1962). Aynca bkz. yapısöküm;
ideal bir uzlaşım olanağı üstüne kurul- yapısökümcü okuma; ayrım metafi-
duğunu belirterek, Derrida'nın böyle bir ziği; bulunut metafiziği; yazıbilim; aş­
uzlaşımdan yana olmayan bir felsefe tav- kın gösterilen; differance, eklenti; i-
n içinde olmasını siyaset dışı bir tutum kili karşıtlık(lar); kapanış; saçılma; üs-
olarak değerlendirmişler; bu anlamda tünü çizme; arkadaşlık siyasetij söz-
ıam da yapısökümün kendisinin bir şid­ merkezcilik; sesmerkezcilik; post-ya-
det uygulayım felsefesi olduğu sonucuna pılsalcı felsefe; aşırılığın peygamber-
varmışlardır. Kendisine yöneltilen bu e- leri.
leş tiriler, Derrida'nın doğrudan etik ve
siyasal sorunlara yönelerek yapısöküm Descanes, Rene (1596-1650) Sıklıkla
yönteminin kıı psamını genişletmesi gibi modem felsefenin babası olarak nitelen-
somut bir sonuç doğurmuştur. Bu yöne- dirilen Fransız filozof. Çağının skolastik
limle, oldukça geniş bir geleneksel siya- felsefe geleneğine sırt çevirerek felsefeyi
'ct felsefesi metinleri yelpazesine yo- temellerinden başlayarak yeniden kur-
ğunlaşmışur. Bunlar arasında Aristoteles maya çalışu. Skolastik felsefenin Aristo-
ile Montcsquieu'nün arkadaşlık lizerine telesçi yaklaşımını yadsıyamk yeni bir
yazıları, Marx'ın meta fetişizmi görüşü, araşurma yöntemi, yeni bir metafizik,
Kant'ın uluslararası siyaset için verdiği yeni bir düzenekçi fizik ve biyoloji,
açıklamalar en önemlileri olarak başı bunlara bağlı olarak da etiğin temellerini
çekmektedir. Derrida'run bütün bu me- oluştuı-.ı.cak yeni bir ruhbilim kurm~ya
tinlere yaklaşımını belirleyen temel ilgi, girişti. Descartes aynı zamanda geometri
sununa dek götürülmüş yapısökümcü bir ve cebiri birleştiren çağdaş analitik geo-
sorumluluk anlayışının geliştirilmesidir. metrinin kurucularındandır.
Hiç kuşkusuz bu izleğin geliştirilişinde Descartes 1596'da Touraine'de doğ­
l..evinas'ın düşünsel konumuna karşı duy- du. 1606 y.ı. da 1607 yılında Cizvitlerin
duğu yakınlık açıklıkla görülmektedir. yönetimindeki Kraliyet La Flcche Koleji'
Derrida'nın b<tşlıc<t yapıdan zaman- ne başladı. Aristotclesçi skolastik yakla-
dizinsel olarak şunlardır: L 'E.mı11rr eı la şım ve yeni insancılık anlayışıyla işlenen
Descanes, Rene 356

dil ve edebiyat konularının birarada ve- ne'le yakınlık kurdu. Paris 'te tanıştığı
rildiği bu okulun öğretim programında Kardinal Berule'ün yöntemini geliştir­
ağırlık Aristotelesçi mantık, metafizik, fi- mesi için yüreklendirmesi üzerine çalış­
zik ve etikteydi. 1614'te bu okuldan me- maları için uygun bir ortam bulacağım
zun olan Descartes daha sonra Poitiers düşündüğü Hollanda'yıı gitti. 1629-1633
:)niversitesi'nde hukuk öğrenimine baş­ yıllan arasında yaptığı çalışmalar sonun-
ladı ve 1616'da buradan hukuk lisansı al- da elinde yöntem, metafizik, fizik ve bi-
dı. Bu okullardan aldığı eğitime olan gü- yoloji konularını kapsayan ve bütünlüğe
vensizliğini Yö11tem ÜZ!fi11e Koı111ş11111'nın 1. yaklaşmış bir yapıt olan Le Mo11dr (Dün-
Bölümü'nde anlatan Descartes öğreni­ ya) vardı. Ancak 1633'te G.ılileo G,ılilei'
mine devam etmeyip askeri mühendis o- nin Copernicusçu yaklaşımının Kilise'
larak orduya katıldı ve Avrupa'da dolaş­ nin sert tepkisiyle karşılaştığını öğrenin­
maya başladı. Gezileri sırasında 1618'de ce, Copernicusçu öğeler içeren Dihıyn'yı
onu modem bilimin konularıyla, Gas- yayımlamaktan vazgeçti. 1634 ile 1636
sendi tarafından yeniden canlandırılan a- yıllan arasında daha önceki çalışmaların­
tomculukla, matematik ile fiziği birleş­ dan derlediği üç denemeyi (Ltı Giomilrie,
tirme girişimleriyle tanıştıran Isaac Be- Ler Mitiorr ve Ltı Dioptrit:pıe (kırılma ko-
eckman'la karşılaştı. Bu konular Descar- nusunu işleyen ışıkbilgisi dalıD ve burıla­
tes'ın yaşamı boyunc.ı çözüm arayacağı m giriş olarak da Disro11rs de la mithode po-
sorunları içeriyordu. Sonradan Descartes ıır bien roNdHirt sa rnisoır et çherdJer la viriti
elimizdeki ilk çalışması olan Conıpellfli11m dt111S /es srie11<-elı (Us1111 Doğnı Yönetimi ır
11111siçae'i (Müziğin Özeti, 1618) Beeck- Bilimlerde Gerreklik Ar'!Jtfl İp11 "Yii11te111
man'a adamıştır. Bu yapıt o dönemlerde ÜZ!f'İ11e Kon11ş111d') yayımladı. Descartes
matematiksel gökbilim (asttonomı) ve bu çalışmalarda önceki araştırmalarırun
geometrik ışıkbilgisi (optik) gibi ma tema- bazı çarpıcı sonuçlarını ortaya koysa da
tikle bağlantılı bir alan sayılan müzik ku- biliminin tartışma yaratacak temel öğele­
r.ımına ilişkin bir çalışmadır. rini gizliyordu. Yii11tem ÜZ!fi11e Ko1111111111
Descanes 1619'da gördüğü üç düşün ve De11t111ekrin gördüğü ilgi onu Mrdit11-
yaşanu boyunca izleyeceği yolu belirledi- ıio11es de prima pmlorophin'yı (İlk Felsefe Ü-
ğini düşündü; bundan böyle matematik zerine Derindüşünmeler) yayımlamak i-
ve felsefe alanında çalışacaktı. 1620'yi iz- çin cesaretlendirdi. 1641 vılında basıl:ın
leyen yıllarda ışıkbilgisi ve matematik ü- yapıt Hobbes, Gassendi, Amauld ve ya-
zerine çalışmalar yaptı. Işıkbilgisi alanın­ zışmalarda aracı olan Mersenne gibi Av-
da Willebrod Snel'den bağımsız olarak mpa'nın seçkin düşünce adamlanndan
"kırılma yasası"ru buldu. Maremaıikt<" g<"len eleştirilerden yıtpılan bir seçmeyi
cebirin geometri problemlerine, geomet- ve Descartes'ın bu eleştirilere verdiği ya-
rinin de cebir problemlerine uygulana- rutları da içeriyordu. Bu kitabı Dii1ıy11'da
bileceğini gösterdi. Bu döneme ait en ortaya koyulan fiziğin serimlendiği Priıı­
kapsamlı felsefe yapıtı yöntem üzerine cipiaphiloropbiae (felsefenin İlkeleri, 1644)
düşüncelerini geliştirmeye başladığı an- izledi. İlk Felıejt ÜZ!fi11e Dtrindiişii11mekr
cak tamamlanmamış bir kitap olarak bı­ ile Felıejmin İlkeleri 1647'de Fransızca o-
raktığı Zihflin Yiinelimi İp11 Knralltırdır larak yayımlandı. (Yapıtlarını Latince'den
(R.egulae ad directionem ingenii, 1629- Fransızca'ya filozofun kendisi çevirme-
1630). Avrupa'da dolaşıp duran Descar- miş, ancak çevirileri gözden geçirmiştir.
tes, 1625'ıen 1629'a kadar Paris'te yaşa­ Metirıler arasındaki kimi önemli değişik­
dı. Burada, ilerideki çalışmalannda yazış­ liklerin onun elinden çıktığı sanılmakta­
maları aracılığıyla Avrupa'daki tüm dü- dır.) Descarıes felsefesi ve bilimi 1630'
şünce akımlarıyla iletişim kurmasını sağ­ Janrı sonuna doğru Hollanda üniversite-
layacak ve hamisi olacak Marin Mersen- lerinde yandaşlar buldu. Ancak Descar-
357 I>escartes,~enc

ıes'ın Arist.oteles karşıu görüşleri eleşıj­ ayırarak, dinsel öğretiler konusunda her
rilerı: ve suçlamalara da hedef oldu. Des- zaman Kilise'nin tek yetke olduğunu
cartes 1640'larda biyoloji ile ahl~k ve söylemiştir.
ahlak ruhbilimi üzerine çalışmalar yapu. Felsefesinin temel amacı olduğunu
Bll son iki konuyla ilgili düşünceleri söylediğimiz "yöntem" Descartes'ın ilk
1643'te yazışmaya başladığı Bohemya felsefe çalışması olan Zih11i11 Yii11ıti111i İ(İH
Prensesi Elisabeth'e yazdığı mektuplarda KNml!tırda ana konlldur; ilk basılan ki-
ve yaşarken yayımlanan son kitabı ola·n tabı olan }'ö11ır.m Üz.eritıe Koı111şma'da da
l..es Passioııs ıit /'ômr'da (finin Tutkuları, öne çıkan konu yine yöntemdir. Yö11te111
1649) yer almaktadır. 1644, 1647 ve ÔZ!fi11e Ko1111ıma'nın ikinci bölümünde
l648'de Paris'e yaptığı kısa ziyaretler dı­ Descartes yöntemin dört kuralını verir:
şında Descartes l649'a kadar Hollanda' (i) doğruluğunun apaçık bilgisine sahip
da yaşamış; İsveç Kraliçesi Christina'nın olunmayan hiçbir şeyi doğru olarak ka-
daveti üzerine gittiği St.ockholm'de has- bul etmemek, acele sonuçlardan ve ön-
talanarak 11 Şubat 1650'de burada öl- yargılardan kaçınmak; (u) sorunları ola-
müştür. bildiğince çok parçaya bölmek; (üı) en
Descartes'ın felsefesinin özünü o- karmaşık soruna, düşüncelerini yalından,
luşwran Aristotelesçi skolastik doğa fel- en kolay bilinebilecek nesnelerden başla­
sefesine karşı wıumu, cismin madde .yıp sıralı bir biçimde ilerleterek yaklaş­
(özdek) ve biçimden oluştuğu görüşüne mak; (iv) çözüm ıırayışı sürecinde sürekli
karşı çıkışında belirginleşir. Atomculuğu olarak gözden geçirmelerle hiçbir şeyi at-
benimsememiş olsa da bu felsefenin dü- lamamış olduğunu sağlama almak. Des-
zenekçi yaklaşımına katılmış, cisimlerin cartes Zibııitl Yô"ttelimi İp11 K11mllm'ın !>.
belirgin özelliklerinin onlan oluşturan kü- Kural'ında da yönteminin, karmaşık ö-
çük parçacıklann boyut, şekil ve devi- nermeleri adım adım daha yalın öner-
nimlerinden kaynaklandığını sawnmuş­ melere indirgedikten sonra en yahn ö-
tur. Descartes'ın amacı bütün bilimleri nermenin sezgisinden başlamak ve in-
karşılıklı olarak birbirine bağlayan ve on- dirgemedeki adımlan bu kez ters yönde
lan birleştiren bir yöntem kurmaktır. FıJ. izleyerek bütünün bilgisine ulaşmak ol-
sefmiıı İlletkrı•rıin Fransızca baskısına ha- duğunu söyler. Descartesçı yöntem sez-
zırladığı Ônsöz'de Descartes felsefeyi giye ve tümevıınma dayanmaktadır: Sez-
bir ağaca benzetir: bu ağacın kökleri me- gi en yalın parçanın, karmaşık bir soru-
rnfr7.ik, gövdesi fizik, bu gövdeye bağla­ nun olanaklı en yahn parçasının bilgisini,
nan dallar dıı üç ana dııla; up, düzenek- tümevanm ise bu bilgiden başlayarak
bilim (mekanik) vı: ahlaka indirgenebile- bütünün bilgi~ini verecektir. Bütün ııtaf­
cek tüm diğer bilimlerdir. Skolastik dü- urma boyunca tüm işlemler sağlama yo-
şünce söylenenler ile metinleri yetkeler luyla gözden geçirilecektir. Bu yöntemde
olıırak kabul ederken, Descartes bu yak- sezgi bilginin temeli olıırak kabul edil-
laşıma karşı çıkar ve bilginin başkalannın mektedir. Descartes'ın bütün çalışmala­
ne düşündüğünü araştırarak değil apaçık nnda bu yaklaşımı görebiliriz.
sezgilerle, kesin çıkanmlada elde edile- Descartes'ın adı sıklıkla kuşkuculukla
bileceğini sawnur. Descartes 'ın bilgi an- birlikte anılsa da bu onun kuşkucu değil,
layışının özü, 'ben'in (ego) bilginin teme- tam tersine kuşkuculuk karşıtı olmasın­
li olarak seçilmesidir: bu onun Cogito dandır, o gerçek, kesin bilgiye ulaşmanın
t1slamlamasında "Düşünüyorum, demek olanaklı olduğunu sawnur. Kesinlik ola-
ki vanm" deyişiyle en açık biçimde dile naklıysa da ona ancak kuşkudan geçerek
getirilmiştir. Descartes 'ben'i bilgide ger- vanlabilir. Son çözümlemede Descartes'
çek yetke olarak tanımış olsa da, tannbi- ın kuşkuculuğu "yöntemsel kuşkuculuk"
lim ve felsefenin ıılanlannı birbirinden tur. İlk Fılstft ÔZ!rittt Dm,,,Jiişihılllıkı'ın
Descanes, Rene 358

Birinci Derindüşünrnesi'nde Descartes, nimde kavrasam zorunlu olarak doğru­


bilimde kesinliği bulmak için doğru ola- dur". Descartes İlk Felsefe Ü~rİ'le Derin-
rak kabul edilegelen her şeyi temelden dii1iim11elct' den daha önce yazdığı 'i011trm
yıkarak yeni bir yapı kurmak gerekliliğini ÜZ!f'İnt Kon11ıma'da ve daha sonra yazdığı
kavradığını söyler. Temel inançlar yılal­ Felstfaıi11 İ/keleri'ndeyse bu deyişi daha iyi
dtğında tüm yapı çökecek; kuşkuya da- tıınınan biçimiyle 'ego to!Jto, ergo s11nl; 'dü-
yanacak olan şey de yeni ve güvenilir bir şünüyorum, demek ki ''arım' biçiminde
yapı kurmak için temel olacaktır. Des- sunmuştur. Cogito uslamlamasının bir ıa­
cartes, yıkım amacıyla kuşkucu uslamla- sımsal çıkarım olup olmadığı konusunda
malara başvurur: Bunlardan ilki duyula- Descartes 'ın ifadeleri çelişkilidir. Descar-
nn, kimi zaman doğru bilgi vermedikle- tes için Cogito uslamlamasının önemi o-
rine göre, güvenilir sayılamayacaklarını; nun hem kuşkuya bir son vermesi hem
ikincisi (Platon'un Theaitetos diyaloguna. de bilgide bir temel işlevi görmesindedir.
kadar geri götürülebilecek ünlü 'düş us- Sonuç olarak Descartes'a göre, doğru
lamlaması'), duyulara dayanarak uyku ile yönteme ulaşmak için uygun sıralı dü-
uyanıklık arasında ayrım yapılamayaca­ şünmede temel duyunun varolduklannı
ğını söyler. Ancak 'düş uslamlaması' yine bildirdiği cisimlerden değil de düş ünce-
de duyulara bağlı olmayan bazı genel den, zihinden yola koyulmak zorunlu-
doğruluklan, örneğin matematik doğru­ dur. Başka türlü söylendiğinde, Dcscar-
luklarını etkilemeyecektir. Descartes son tes için temel duyunun varolduğunu bil-
olarak 'aldatıa Tarın uslarnlaması'nı işin dirdiği şey, "cisimler" değil "düşünce"
içine katar. Tanrı sınırsız güçlü olduğuna ya da "zihin"dir. Descartes ayrıca zihin
göre, beni apaçık olduklarını düşündü­ bilgisini temele alarak nesnelerin bilgisi-
ğüm inançlarımda bile yanılacak bir var- ne duyularla ya da imgelemle ulaşılama­
lık olarak yaratmış olabilir. Örneğin yacağını, bu bilginin ancak anlama yeti- .
2+3=5 önermesinde bile yanılıyor olabi- siyle elde edilebileceğini savunur. Burada
lirim. Tarın yoksa; varlığım yazgıya, rast- temel genel olarak 'zihin' değil, 'benim
lantıya ya da olaylar zincirine bağlı olarak zihnim'dir. Böylece Descartes gdeneğe
ortaya çıkmışsa; varlığımı orıaya çıkaran ve tarihe baŞ'•urmaksızın 'düşünen ben'
şey eksik, Tanrı gibi eksiksiz olmayan bir in bilgisinden yola çıkarak tüm felse fcyi
şey olacak ve bu da kendimi eksik, her yeniden kurmak istemektedir.
zaman aldaulan bir varlık olarak gör- Öte yandan Descartes fdsefesinde
mem için yeterli bir gerekçe olacaktır. Tanrı'nın varlığının gösterilmesi ussal a-
Descartes Birinci Derindüşünrne'yi biti- raştırmanın sağlama alınması için vazge-
rirken aldatıcı Tann yerine son derece çilmezdir. Descartes Tanrı 'nın varlığını
güçlü 'kötü bir cin' varsayacağını, bu tanıtlamak için üç temel uslamlama kul-
varlığın kendisini sürekli aldatmak için lanır. İlk Felsefe OZ!rine Dtrindii1iim11eler'
tüm gücünü kullandığını düşüneceğini deki sırayı izlersek bunlardan ilki neden-
söyler. Kiitii ıin vıırsayımırun ayn bir us- selliğe dayanan uslamlamadır: Descartes
lamlama olup olmadığı ve bu değişikliğin zilıninde bulduğu idealardan ancak biri-
nedeni ise tartışma konusudur. nin nedeninin kendisi olamayacağını, bu-
Descartes, kuşkucu uslarnlamalarla nun da Tarın ideası olduğunu söyler.
başladığı felsefesinde aslında kesinliği a- Tanrı ideası sonsuz, kusursuzdur; o hal-
nyor; tüm yapıyı kaldıracak bir dayanak, de bu ideanın nedeni ancak kendisi böy-
bir 'Arkhimedes noktası' bulmaya çalışı­ le kusursuz olan bir varlık olabilir. Yine
yordu. İkinci Derindüşünrne'de bu nok- Üçüncü Derindüşünrne'de verilen bir
tayı bulduğunu söyler: "Ne zaman 'dü- başka tanıtlama da 'evrenbilgisel uslam-
şünüyorum, varım' ('ego 'ogilo, ego mm) lama' adıyla bilinenidir: Descartes h~r
deyişini öne sürsem, onu ne zaman zih- zaman varolmuş olamayacağını, yaratı!-
359 Descartes, Rene

rruş olduğunu kabul eder. Kendisini ne- tanıtlanmasıyla olanaklıdır. Oysa Tanrı'
yin yaratmış olabileceğini sorar ve yanıt nın varlığı ancak Cogito uslamlamasıyla
arar. "Kendim olamam" der, "çünkü bu dde edilebilecek olan bilgiyle, yani 'açık
denli güçlü olsaydım kendimi kusursuz ve seçik' algıların doğru bilgi verdiği bi-
yaratırdım. Üstelik varlığımı sürdürme lindiğinde, lasacası usun güvenilir oldu-
gücüm de yoktur. Düşünen varlığı yara- ğu bilindiğinde tanıtlanabileccktir. Dcs-
!Afl anam ile babam ya da olaylar zinciri cartes bu açığı fark eden çağdaşlarına
de olamaz. O halde varlığımın nedeni. -özellikle de Antoine Amalild'ya- verdi-
zihnimde ideasını bulduğum Tann'dan ği yanıtta, Tanrı 'run bilgisinin güvence-
başka bir şey olamaz." Dcscartcs Beşinci sinin ancak uzun çıkanmlar için gerekti-
Dcrindüşünmc'de de varlıkbilgisd tanıt­ ğini, kendiliğinden apaçık ilkdcr için, ör-
lamanın bir örneğini verir. Bir üçgenin iç neğin Cogito uslamlaması için bu güven-
açılanrun toplamının iki dik açıya eşit ceye gerek olmadığını söyler. Bu yanıtın
olması nasıl üçgenin özünden aynlama- doyurucu olup olmadığı, Dcscartes'ın fel-
yacaksa, varolma da Tann'nın özünden sefesini döngüsellikten kurtanp kurtara-
ayrılamaz. mayacağı ise kuşku götürür.
Tann'nın varlığı Descartcs'ın fdsefe Dcscartes felsefesinin en iyi bilinen
dizgesinde bilgikurarru açısından vazge- başka bir yönüyse onun zihin ve beden
çilmezdir. Öte yandan Descartes Tann' arasında yaptığı kesin ayrımdır. Bu ayrım
nın evrene ilk devinimi verdiğini. devi- ilk kez Descartes taraftndan ortaya kon-
nim yasalanru koyduğunu ve matema- mamış olsa da onun tarafından derinleş­
tikteki doğruluklan tcmdlcndirdiğini de tirilmiş, bcfuginleşticlmiştir.
düşünür. Dcscartes Üçüncü Derindüşün­ Dcscartes Altıncı Derindüşünmc'de
me'de Tann'nın varlığını tanıtladıktan şöyle us yürütür: "Düşünen bir şey, u-
sonra, aldatma bir kusur olduğuna göre, zamsız bir şey olduğuma ilişkin, düşü­
kusursuz vıırlığın aldatıcı olamayacağını nen şeyin uzamlı cisim ya da bedenden
söyler. Ancak iyi bir Tanrı yine de doğ­ ayrı bir şey olduğuna ve ondan bağımsız
ruluğun tek güvencesi midir? Descartes olarak varolabilcccğinc ilişkin açık ve se-
bu noktada insanın Tann'ya en çok ben- çik bir ideam var. Açık ve seçik olarak
zeyen tarafının onun "özgür istenci" ol- algıladığım her şeyi T ann böyle yaratabi-
duğunu söyler. İstencin doğru kullanıl­ lir. O halde zihin, düşünen şey, uzamlı
ması bilginin koşuludur. İstenç anlığırrun şeyden ayn bir şey, özü düşünce olan bir
yani anlama yetimin sınırlarını zorladı­ şeydir."
ğında, beni bilemeyeceğim şeylere yö- Descartes zihni ve bedeni varlıkları
ndttiğinde yanılgıya düşer ya da günah birbirlerine bağlı olmayan tözler olar:ak
işlerim. Oysa Tanrı beni, anlığımın ay- tarumlar. Bedenin ya da cisimsel tözün
dınlatttğı şeyi, doğruyu gösteren sezgimi onu nitdeyen başat yüklemi uzamlılık,
ya da 'açık ve seçik' algımı istencimle iz- zihnin.kiyse düşüncedir. Tözlcrin kipleri
leyebileceğim biçimde yar:atmışur. İsten­ vardır. İdealar, istemeler, tutkular zihnin
cim özgür olduğuna göre onu doğru kul- kipleri; biçim, boyut, dcvinimse uzarnlı
lanmak dirndedir. Doğruluğu 'açık ve cismin kipleridir.
seçik' algılayamadığımda yargıdan kaçı­ Beden ve zihin birbirlerinden ayn o-
nırsam istencirni doğru kullanmış olu- larak varolabilen tözlerdir, ancak bu
rum. dünyada birlikte varolurlar. Dcscartes'a
Descartes'ın usu sağlama alma çaba- göre insanda bu iki töz birbirlerine sıla
sında bir döngüsellik olduğu savunulabi- sıkıya bağlıdırlar; bir bütün oluşrururlar.
lir ve savunulmuştur da. Dcscartes'ın Doğa bedenim aracılığıyla bana Cbenim
fdsefesinde usun yargılanrun güvence zihnime'? açlık, susuzluk gibi duygula-
altına alınması ancak Tann'nın varlığının rumlıı.rla bu bütünün nasıl doğru yönetil-
Descanes, Rene 360

mesi gerektiğini öğretir.


Birbirlerinden bölümlerinde geliştirir. Descartes 'ın fizi-
S11ltı.kbir biçimde ayrılan tözlerin, zihin ğinin temelinde cisimsel tözün özünün
ve bedenin birbirleriyle nasıl etkileştikle­ uzam olduğu savı yatar. Descartes sko-
ri Descartes felsefesinin zayıf noktala- lastik felsefenin niteliklere dayalı doğa
nndan biri olarak görülmüştür. Descar- görüşünü yadsır. Aristotelesçi-Skolastik
tes'2 göre zihin bedene tek bir yerde, doğa felsefesinin çözümlemeleri tlimüylc
beynin iki lopu arasında bulunan koza- niteliklere (ıslak-kuru, sıcak-soğuk vb.)
laksı bezde bağlanmaktadır. Kozalaksı dayalıdır. Oysa Descarıes bu niteliklerin
bezi devindirebilen zihin bu yolla bedeni y.ılruzca zihinde olduklannı, özdeğin
istemli bir biçimde yönlendirir. (maddenin) kendisinde olmadıklannı sa-
Descartes 'ın ahlak felsefesine gelindi- vunur. Descartes'ın yaklaşımında cisim-
ğindeyse, onun ahlak konusunu ağırlıklı lerin gerçek özellikleri niceldir. Cisimler
olarak tartıştığı metinlerin Bohemya P- geometrik nesnelerin gerçek olanlarıdır.
rensesi Elisabctl:. ile yazışınalanndan ve Öte yandan Descartes atomculuğa kar-
Tinin TutleH/an (1649) adlı kitabından o- şıdır: boşluk yoktur, evrenin her yeri do-
luştuğu görülmektedir. Descartes ahlak ludur, evren ple111111ldur. Yine de cisimler
alanında temel olarak tutkuların nasıl or- arasında . gözlenen farkların onları oluş­
taya çıktıklannı ve buna bağlı olarak na- turan küçük parçaların boyut, biçim ve
sıl denetim altında tutulabileceklerini çö- devinimlerine bağlı olduğunu düşünür.
zümlemeye çalışır. Tutkular ona göre Bölünemez cisimcikler, atomlar olamaz;
duygular ve imgelemle aynı öbekteclir, çünkü uzam doğ:ısı gereği sonsuza dek
yani zihnin dışandan edindiği algılardır. bölünebilir. Evrende devinimin ana bi-
Bu düzenekçi incelemenin ardında ahla- çimi çembcrscldir. Descartes Coperni-
ki bir yaklaşım da sezilir: tutkuların han- cusçu matematiksel gökbilim kuramını
gi dlizeneğe göre ortaya çıktıklarını araş­ "değme ilkesi" üzerine kurulan düzenek-
tırmaktaki ana amaç, onlann nasıl de- bilimsel (mekanik) bir yapıya kavuştur­
nedenebileceklerinin bilgisini edinmektir. maya çalışır. Gök cisimleri burgaçlara ka-
Tutkular üzerinde doğrudan denetimi- pılmış yoğunlaşmış özdek (madde) par-
miz olmasa da ne olduklarını ve nasıl or- çalarıdır. Güneş sistemi evrendeki bur-
taya çıktıklanru öğrendikten sonra onları gaçsı oluşumlardan yalnızca biridir. Des-
dolaylı olarak denetim altına alabiliriz. cartes ışığın iletimini de "değme ilkesi"
Böylece yol açabilecekleri kötülükleri ön- ne göre açıklar.
lemek ve onlardan neşe türetmenin be- Descartes fizikte erekbilgisini ya da
cerisini kazanmak olanaklıdır. Son çö- erekselliği y.ıdsır. Doğayı incelerken Tan-
zümlemede, her ne kadar bir ahlak diz- n'nın ya da doğanın şeyleri yaratırken ne
gesi oluşturmanın felsefenin en önemli amaç güttüğü sorusuna yanıt aramak
amaçlanndan biri olduğuna değinse de doğru değildir. Kendimizi böyle bir bilgi
ya da ahlak bilimini "bilgi ağaa" nın ay- edinebilecek varlıklar olarak göremeyiz.
nlmaz bir paıçası olarak görse de Des- Descarıes fiziğinin önemli bir özelliği
cartes'ın dört başı mamur, dizgeli bir ah- de gerçek anlamda matematiğe dayan-
lak felsefesi öğretisi yoktur. Kuşkusuz mamasıdır. Descartes çağdaşı Ga!ileo Ga-
bu eksiklikte ani ölümünün de payı bü- lilei gibi ya da ardılları Leibniz ile New-
yüktür. ron gibi fizikte matematik kullanmamış­
Bugün daha çok Descartes'ın metafi- tır. Kuşkusuz yine de zamanının büyük
ziği ilgi odağındadır, oysa çağdaşları onu matematikçilerinden biridir. Geometri adlı
bir metafizikçi olduğu kadar bir fizikçi yapıtında geometrik problemlerin cebir,
olarak da tanırlardı. Descartes fiziğini da- cebir problemlerinin de geometri yön-
ha· çok yayımlamaktan vazgeçtiği Diinya' temleriyle çözülebileceğini göstermiştir.
da ve Felsefenin İlkelm'nin il., 111. ve iV. Bu yaklaşımın temelinde "doğru" dedi-
361 Deııcanesçılık

ğimiz uzunlukların ya da parçaların sa- hiçbiri özgün bir görüş geliştirememiş


yılarolarak görülmesi yatar. Her ne ka- olsa da, kimileri Descartesçı metafİ2ik
dar analitik geometriyle onun matematik dizgeyi koruma altına almış, kimileri de
yöntemi arasında önemli bir yakınlık ol- çeşitli çabalanyla dönemin düşünce ya-
sa da analitik geometrinin tek başına şamına renk katmıştır. Bu kişiler arasın­
Descartes tarafından kurulmuş olduğu da Descartes'la ilgili ne var ne yoksa
söylenemez. (mektuplar, yazışmıılar, yazılar vb.) top-
Descartes'ın diğer yanyapıtları arasın­ layıp yayımlayan Claude Clerseliet; Des-
da ı,,. Trtıiti de l'homtNt (İnsan Üstüne So- canes'ın fizyolojisini yorumlama uğraşı
ruşturma, 1644) ile öliimünden sonra ya- içindeki Lcıuis de La Forgc; Descartesçı
yımlanan Leı LethTı de Rmi Deırartts (Re- felsefeyi ato!l"culukla harmanlamayı de-
ne Descartes'ın Mektupları/ Ahlak Üze- neyen Gerauld de Cordemoy ve Descar-
rine Mektuplar, üç cilt, 1657) daha bir ö- tesçı fizik ile zihin-beden ikiliği sorunu-
ne çıkmaktadır. Ayrıca bkz. Dcscanes- nu irdeleyen Jacques Rohaulı adları daha
çıhk; modern felsefe; usçuluk; cogito bir öne çıkmaktadır. Bunun dışında pek
ergo sum; zihin-beden ikiliği sorunu; çok farklı ülkeden başka başka felsefe-
yöntem ciler de (örneğin Johannes de Raey, Jo-
hannes Clauberg vb.) · Descartesçılığın
Descanesçalık [İng. Camsiamsnr, Fr. savunuculıığunu üstlenmişlerdir.
Cartisianimtr, Alm. Carltsitlltİ1111ui) Rene Hiç kuşku yok ki Descartes'ın felse-
Descartes'ın Latince adının Renatius fesine eleştirel bir gözle yaklaşıp özgün
Cartesius olması nedeniyle "Kartezye- düşünceler ortaya koyabilen düşünürler
nizm" ya da "Kartezyen felsefe" diye de felsefece düşünmenin tarihinde çok da-
bilinen, en genel anlamda Descartes'ın ha önemli bir yer tutarlar. Zamandizinsel
felsefe ve bilim alanında ortaya koyduğu olarak bakddığında, adı öne çıkan ilk fi-
çığır açıcı düşüncelerin izinden gidenle- lozof, Descartes 'ın zihin ve beden ikiliği
rin oluşturduğu felsefe geleneği. Yazıl­ sorununu felsefesine başlan~ç noktası
mış metinleri, özellikle de Aristoteles'in- olarak alan Nicolas Mıılebranche'tır. Ma-
kileri, birer yetke olarak kabul eden sko- lebranclıe ile ardından Amold Gculincx
lastik felsefe anlayışım yıkarak yerine zihin-beden ikiliği sorununu çözme yö-
~>eni hir ıırııştırma yöntemi, yeni bir me- ntinde bu iki töz arasında ancak Tanrı
tafizik, yeni bir düzenekçi fizik ile biyo- ııraalığıyla bağ kurulabileceğini öne sür-
loji, yeni bir ruhbilim öneren ve tüm dükleri "*arancdencilik" öğretisini geliş­
bunların ötesinde ünlü "Cogito uslamla- tirdiler. Bu iki filozof ayrıca Descartes'ın
ınıısı"yhı "bcn"c ya da "kendi"ye, yani geleneğin yetkesini tanımamasından, a-
"özne"ye felsefede hak ettiği yeri açarak çık ve seçik düşiincclere ulaşma arzu-
"modem felsefe"nin kuruculuğunu üst- sundan ve duyuların yanıltıcılığından ka-
lenen Descartes'ın ardından gidenlerin çınmasından derinden etkilenmişlerdir.
sürdürdüğü felsefe öğretisi. Cambridge Platonculuğıımin önde gelen
Öngörülebileceği üzere, en sadık, do- savunuculanndan Henry More da Des-
layısıyla hiç de "eleştirel" olmayan Des- cartes'ın genel felsefece duruşunu mad-
cartesçılar daha çok Fransa'dan çıkmış­ decilik eleştirisinde işleyerek kullanmış­
tır. İlk Descartesçılar diye de bilinen bu tır. İlk yayımlanan kitabı Descartes 'ın
felsefeciler ile bilimadamlan Descartes'ın Felıeft11i11 illee~ıi başlıklı yapıtt üzerine bir
felsefe dizgesini tümüyle "doğru" kabul yorum olan Spinoza da tümtanncılığıru
etmişler, bu dizgeyi anlatıp açıklamaya, kurarken Descartes 'ın öğretilerinden ge-
tutarlılığını tarutlayıp yaymaya çalışmış­ niş ölçüde yararlanmıştır. Spinoza'nın
lardır. Yine beklenebileceği üzere, bu metafizik sözcük dağarcığı. da neredeyse
düşünürler öbeğinde yer alan adlann tümüyle Descartes'tan ödünç alınmış gi-
determinizm 362

bidir. Bunun dışında, yaşaınlannı Des- deus e.y machina (Lat.) Düğümlenmiş
cartes'ın kurduğu felsefe dizgesine rakip bir sorunu ya da konuyu çözmek adına
- bir felsefe dizgesi oluşturmaya adamış işin içine Tann'nın ya da doğaüstü bir
filozoflardan da söz açılabilir. Hobbcs figürün gereksiz yere sokulmasını nitele-
"modem felsefenin kurucusu" unvanı­ mek için eleştire! bir anlamda kullanılan
nın Descartes'a verileceğini sezmişçesine terim: "makineyle indirilen tann" ya da
hemen her konuda hep onu öncelediğini "makineden tann".
savunmuş, gerek maddeciliğinin gerekse Kimi Antik Yunan oyunlarında, olay
duyumculıığunun ana hatlarını oluştu­ örgiisünün düğümlendiği bir sırada, tüm
rurken hep Descartes'ı göz önünde tut- güçlüklerin üstesinden gelebilecek bir
muştur. Yine Pascal, Leibniz, Locke, kurtarıcı, bir "tanrı•· ortaya çıkıverir, tan-
Berkeley ve Newton gibi felsefenin ya n rolündeki oyuncu da sahneye mekanik
da bilimin köşebaşlannı tutan düşünürler bir aygıtla yukarıdan indirilirdi. İşte teri-
yapıtlarını oluştururlarken Descartes'ın min kökeni Antik Yunan tiyatrosunda
düşüncelerini -ister olumlu isterse olum- kuUarulan bu aygıttan, bir tür düzenek-
suz anlamda olsun- y.ınlarından bir an ten gelir: theoı ek mekhaııes.
olsun eksik etmemişlerdir. Felsefedeki genel kullanımında ise de-
XX. yüzyıldaysa gerek görüngübilim ııı ex ma.-hi11a, ileri sürülen savı destekle-
gerekse varoluşçuluk Descartes'ın cogito mek adına, karşılaşılan bir sorunu, bir
kavramı ya da tasarımından çok şeyler güçlüğü yenmek için konu dışına çıkmak
almışlardır. Özellikle Albcrt Camus ken- pahasına da olsa başvurulan yapay çö-
di "başkaldırı fdsefesi"ni temellendirir- zümlere sığınma durumunu betimler.
ken "aıgito uslamlaması"nı değiştirip "baş­
kaldırıyorum, demek ki vanm" savsö- deus sivr: natura (Lat.) Yaratmış olan
zünden yola koyulmuştur. Yine ünlü dil- ile yaratılmış olan arasında aynma gitme-
bilimci düşünür Noam Chomsky, dil fel- yen, Tanrı ile Doğa'nın özdeşliğini savu-
sefesinde "doğuştanalık" öğretisini Des- nan Spinoza'nın tümtanncılığının öziinü
cartes'ı da arkasına alarak sağlam temel- oluşturan deyiş: "tann ya da doğa".
lere oturtmuştur.
Son çözümlemede, XVIJ. yüzyılın deuterai ousiai (ousia deutera) (Yun.)
sonlanna gelindiğinde Descartesçı felse- İlkçağ Yunan felsefesinde, özellikle de
fe gücünden çok şey yitirmişse de (New- Aristoteles'te, "ikincil töz" ya da "ikincil
ton Descartcs'ın bilim adına yazdığı he- öz'." anlamında kullanılan terim. Birinci
men her şeyi çürütmüş; felsefesinin aç- dereceden tözleri "şu'" değil de "bu" ya-
mazlan daha bir su yüzüne çıkmışur) pan ikinci dereceden (t)özler.
Descartcsçılığın tümüyle usa dayalı bir
felsefe ile bilim dizgesi kurma savı gü- devimselcilik (dinamizm) ~ng. l[ytta-
cünden hiçbir şey yitirmemiştir. Descar- mimr, Fr. 4J11ami1111r, Alm. 4J11tlf11İt111Hr, es.
tes'ın XVII. yüzyıl usçuluğunun temelin- t. kHvııôllizye~ Felsefedeki en genci anla-
de yer alan "evrensel matematik" ya da mıyla doğadaki tüm nesnelerin, tüm gö-
"gcnclgcçcr bilim" tasansı, matbtıit ımi­ rüngülerin güç ya da enerjinin birer dı­
versalis ülküsü, mantık ile matematiğe da- şavurumu olduğunu öne süren gerçeklik
yalı yetkin bir felsefenin kurulabileceğine anlayışı; doğal nesnelerin türdeş madde
yönelik inancı bugünlere taşımıştır. Ay- taneciklerinin biraraya gelişleriyle mey-
nca bkz. modern felsefe; Malebran- dana geldiklerini, kendileri dışındaki bir
che, Nicolas; Geulincx, Amold; Az- kaynakça devindirildiklerini öne süren
nauld, Antoine. düzenekçiliğe (mekanikçilik) karşı, doğal
nesnc:lerde güç ya da enerjiden kaynak-
determinizm bkz. belirlenimcilik. lanan bir özgi.icün varoldıığunu, böyle-
363 devlet felsefesi

likle de doğrudan doğruya maddenin mokrasi", "güçler aynlığı" gibi belli başlı
kendisinin devimsel olduğunu, madde- devlet felsefesi terimlerinin anlamlarını
nin devinime geçmek için dışandan bir açımlayan; devlet yönetimi sürecinde ve-
itme gücüne gereksinimi olmadığını sa- rilen kararların felsefi bakımdan değerle­
vunan öğreti. · rini ve geçerliliklerini denetleyen; devlet
Çoğu yerde "modem felsefe"nin ku- hukukunu insan haklan ve yükümlülük-
rucusu olarak geçen Descartes'ın düze- leri doğrultusunda kuramsal ve kavram-
nckçiliğinin başsorgucusu Leibniz, doğal sal bakımlardan irdeleyen; kişilerin gerek
nesneler için uzamın yalnızca yüzeysel birbirleriyle gerek devletle girdikleri iliş­
bir görünüş olduğu, yer kaplama yükle- kilerin nasıl düzenleneceğine, bu ilişki­
minin doğal nesnelerin varlığını kavra- lerde başgösteren sorun ve anlaşmazlık­
mak için yetmeyeceği düşüncesinden ha- ların nasıl en adaletli bir biçimde gideri-
reketle, nesnelerin özgül, uzamsız, mad- leceğine yönelik öneriler getiren; adaletli
dc~el olmayan güç birimleri olarak gö- bir devlet yönetiminin nasıl olması ge-
rülmesi gerektiği düşüncesini onaya at- rektiğini ortaya koymaya çalışan; devle-
mıştır. tin insan yaşamı bağlamında yerini ve ö-
Devimselcilik görüşünün felsefe tari- devlerini bütün yönleriyle dizgeli bir bi-
hindeki izleri geriye doğru sürüldüğünde çimde ele alan felsefe öğretileri bütünü.
karşımıza yine formun maddeye içkin ol- Daha özel anlamlanyla, Çeşitli ideal dev-
duğunu öne süren; başka bir deyişle ci- let düzeni önerilerine yoğunlaşarak dev-
simlerin ya da nesnelerin, kendilerinde letin yapısını ve değerini felsefeye özgü
iÇkin özgül bir cisim ya da nesne olmak- yöntemlerle soruşturan; günümüzde va-
talık ilkesi olarak "form" ile belirlenme- rolan ya da geçmişte varolmuş devlet bi-
mişlik ve uzamın ana kaynağı kendisi be- çimlerini, siyasal dizgeleri, yönetim dü-
lirlenmemiş bir öğe olarak "madde"den zenlerini bölümleyen, aralanndaki temel
oluştuğunu savunan ilkçağ Yunan felse- ilişkileri hem örtüştükleri hem de aynl-
fesinin gözdesi Aristoteles'in kendine dıklan noktalar bakımından belirginleşti­
özgü devimselcilik anlayışı çıkmaktadır. ren; devletlerin oluşum sürecinde çeşitli
Aynca bkz. dirimselcilik; düzenekçi- felsefe akımlanrun etkilerini açıklığa ka-
lik. Vıışturan; devlet adamında aranması ge-
reken nitelikleri ve sonımluluklan araştı­
devinmeyen devindirici [İng. nn11101'f.d rm; çeşitli siyasal ütopyalarda içerimle-
mo/Jff", Fr. 1110/mr i111111obile; Alm. 111ıbmıtJ!.ftr nen devlet tasarımlarının özelliklerini ve
/mı~rıj bkz. Aristoteles. gerçekleşme olanaklarını değerlendiren;
birey ile devlet ya da siyasal yetke ara-
devirme [İng. rontrapositiotr, Fr. rontrapo- sındaki ilişkiyi siyasal yaşamın temel ko-
.tilioır. Alm. kontrapo.rihon] bkz. koşulsuz nulan özgürlükler ve sorumluluklar açı­
önermeler manttğı. sından çözümleyen; devletin insan yaşa­
mındaki yerini ve önemini, başta genel
devlet felsefesi [İng. philorophy of staır, felsefe anlayışımıza ilişkin içerimleri ol-
Fr. philosophie de l'itat, Alm. statphilosophie] mak üzere bütün yönleriyle dizgeli bir
En genel anlamda bir bütün olarak dev- biçimde ele alan değişik felsefe soruştur­
letin özünü, doğuşunu, anlamıru, amaç- maları düzlemi. Temelleri iki büyük Eski
larını, kapsamını ve içeriğini inceleyen; Yunan filozofu Platon ile Aristoteles ta-
devlet aygıtının kökenlerini ve dayanak- rafından atılan devlet felsefesi, yerine göre
larını felsefi bakımdan temellendirmeye kimileyin siyaset felsefesinin önemli bir
çalışan felsefe dalı. Devletin temel ilkele- kolu olarak, kimileyin de toplum fdsefe-
ri ile görevlerini, değişik devlet yönetimi si başlığı altına konan bir sorun başlığı
biçimlerini soruşturan; "hükümet", "de- olarak incelenmektedir.
devlet felsefesi 364

Adına devlet felsefesi denilen özgiil daha geniş ölçekli siyasal topluluklara ge-
soruşturma dalının Baıı uygarlığında, "po- çilmesine bağlı olarak, devletlerin üstüne
litika" sözcüğünün de kökence kendisin- kuruldukları yapıların ana bileşerıleri de
den geldiği Eski Yunan polili (kentdev- tarıışılmaya başlanmışur. Ulaşılabilir ola-
let) üzerine düşünülmeye başlanmasıyla nın ötesinde olmak anlamını içeren "ide-
başlayan siyaset felsefesiyle yola koyul- al" kavramının tanımlanmasına yönelik
duğu söylenebilir. Bu çerçevede siyaset. olarak temellendirilen Platoncu devlet
felsefesi, dolayısıyla da devlet felsefesi felsefesi, tarihteki değişik düşüniirlerin
daha işin en başında temel araştırma ko- çeşitli katkılarıyla zaman içinde aşama
nularını, dönemin kenıdevletinde en iyi aşama, ideal siyasetin içerdiği gerçekçi
yönetimin, bundan da önemlisi en iyi ya- olanaklarla birlikte yürürlükte olan var-
şamın nasıl sağlanacağı sorusundan yola sayımların araşıırılmasına yönelik olarak
çıkarak belirlemişlerdir. Eski Yumın'ın yeni baştan yapılancbrıldığı Kantçı devlet
ilk büyük dizgeci filozofu Platon 'un, ki- felsefesi yönünde köklü bir değişim ge-
mi söyleşimlerini devlet felsefesini ilgi- çirmiştir. Bu bakış açısıyla bakıldığında,
lendiren konulara ayırmış olmasına kar- yaklaşık M.Ö. 330'lu yıllarda Politik.11 baş­
şın, yaklaşık M.Ö. 380 ile 367 yılları ara- lığıyla kaleme aldığı yapıııyla devlet felse-
sında yazıya aldığı Devlet başlıklı kitabı, fesine dizgeli bir yapı kazandıran Platon'
alana yaptığı önemli katkılarından ötürü dan çok onun öğrencisi Aristoteles'tir.
bu alanda en çok tanınan, en çok oku- Bu arılamda Aristoteles, hocası Platon'a
nan, kendisine en çok göndermede bu- öykünmek adına gereksiz yinelemelerde
lunulan çalışmadır. Devlet yönetme sana- bulunmak yerine, hem olduklan biçimle-
ıının inceliklerine ilişkin sunduğıı pratik riyle hem de olması gerektiği biçimleriyle
öneriler bir yana, özellikle yönetim ile yönetimlerin dayandığı ilkeleri ortaya koy-
toplumsal düzen bağlamında devlet fel- muş, burıların geçerliliklerini pratikteki
sefesinin özellikle yanıt araması gereken tek tek gerçek olaylara uygulayarak ta-
soruları dillendirmesi, burılara getirdiği nıtlarnıştır. Bu iki filozof yalnızca biçem
yanıtları her durumda metafizik, bilgiku- bakımından değil, "ideal bir devletin do-
ramsal, etik ilkelerle temellendirme ara- ğası nedir; yapısını ne oluşturmaktadır?"
yışı içinde olması, pek çok kuramanın türünden çok temel bir soruya verdikleri
Dtf'itfi tarihin bilinen ilk devlet felsefesi yanıtlar bağlamında da birbirlerinden ke-
metni olarak görmesine yol ;ıçmışur. Hiç sin çiz~ilerle aynlmaktadırlar. Platon n,.,._
kuşkusuz Platon'un ortaya atUğı sorular kfte, her yurttaşın kendi farklı becerileri
kadar bu sorulara getirdiği yanıtların "e- ile güçleri doğrultusunda görev aldığı,
ğitim felsefesi" (ahlaksal eğitim ile biliş­ her sınıfın kendisine en uygun diışen ış­
sel eğitim) üzerine de son derece önemli leri yerine getirdiği sınıf yapılı dokusuyla
içerimleri bulunmaktadır. Nitekim Pla- ancak tek bir ideal devlet biçiminin ola-
ton'un savunduğu gibi, doğru dürüst bir bileceğini savunmuştur. Buna karşı Aris-
eğitim düzeni olmadıkça, devlet felsefe- toteles Poli#/ea'da, değişik devlet biçimle-
sinin istenen amaçlara ulaşması olanaklı rine de farklı devlet yapılanmalarına da
olmadığı gibi, ideal toplumun kurulup çok daha büyük bir hoşgörüyle b-akarak,
korunması ülküsü de boş bir hayal ol- her birinin kendi içinde belli üstürılük­
maktml öteye geçemeyecektir. leri, kendince haklı gerekçeleri bulunan
Platon'dan başlayarak ilerleyen yüz- üç ayn yönetme yetkesine de aynı uzak-
yıllarla birlikte, devlet felsefesinin temel lıkta durmaktadır: (i) mo"a'fİ", (u) oliga11ile
sorulannın, Eski Yunan'ın kentdevleti arisıo/erasf, (ili) mt'!}atal demokrasi. Aristo-
ölçeğindeki "yüz-yüze toplumlar"ın yö- teles'in bu üç yönetim biçimine taraf tut-
netimi konusu üstüne odaklanmaları da maksızın salt felsefi bir gözle yaklaşma­
son bulmuştur. Özellikle ulus devlet gibi sına karşı, Platon'un devleti çok net bir
devlet felsefesi

biçimde "filozof kral"ın yönetimi dışın­ hiçbir güç bulunmaması nedeniyle, neyin
da kalan bir başka olanağa id~l devlet iyi neyin kötü olduğuna hep kendi çı­
anlamında yaşama şansı tanımamaktadır. karları uyarınca kar.ır vermek durumun-
Devlet febefesinin tarihine daha ge- dadır. Ancak bu temelsiz özgürlük orta-
nel bir ılüzlemde, en temel uğraklarına mı bir yenlen sonrıı ister istemez insan-
odaklanarak bakıldığında, çok genel bir lanıı çılrnrlarının uzlaştırılamayııcıık bir
deyişle clr.vletin doğ.ısının dört ana bi- biçimde ç.ıtışnmsına yol açacak, dohıyı­
çimde tasarlandığı görülmektedir. Bun- "Uyla ,ıa herkesin herkesle bitmesi asla
lardan ilki, devletin doğlll bir organizma ~öz konusu olmayan bir savaş yaşamım
olarak görülmesine kaqılık gelmektedir. gibi insanlık için tam anlamıyla yıkıcı bir
Söz konusu yaklaşımın en iyi görülebile- ortamın oluşmasına kaynaklık edecektir.
ceği yer Platon'un 011,a11İZf1111J.7 tlttı/eı a11/a- İşte bu herke~in herkesle sürekli bir sa-
_Ylfldır. Nitekim Platon, devletin bütü- vaş içinde bulunduğu doğa durumundan
nüyle insan organizmasıyla eşdeğer bir kurtulmak için, pek çok Aydınlanma dii-
yapısı bulunduğunu düşünmüş, insan or- şünürünün gözünde, insanların toplum-
ganizmasımn "us'·, "tint• ve 0 iştah'.tan
sal bir 5Özleşme yoluyla birarayıı gelme-
oluşan üç katlı varlığınınaynen devlet leri usa en yatkın olan davranıştır. Böy-
org.ıni:ı:masında da bulunduğunu ileri sür- lelikle insanlar, adına roplum sözleşmesi
müştür. Platoncu yaklaşımda, devletin do- denilen, geniş bir uzlaşıyla varılmış an-
ğasını kavramak için insanın doğasına, laşmayıı bağlı olamk, ortak istençlc.rini
insanın doğasını kavramak için de dev- temsil edecek bir gücü, kendileri için hem
letin doğasına gitmenin zorunlu olduğu hakem hem de yönetici olarak belirlemiş
diişünüliir. Tarihe mal olmuş ikinci dev- olmaktııdırlar. Bu söylenenlerden de an-
let anlayışı, devletin belli hizmetleri ver- laşılacağı Ü7.ere, Hobbes, Locke ve Ro-
mek amacıyla kurulmuş bir kurumlar usseau'nun anlayışlannda devlet, doğal
dizgesi olarak tasarlandığı /en111111sal dtt•leı bir temeli olmayan bütünüyle insan elin-
mı~ıjidır.. Bu anlayışın temelleri, devle• den çıkma yapıntı bir düzenektir. Bu bağ­
tin vıırlık nedeninin yurttaşlarının mut- lamda devletten yerine getirmesi bekle-
luluğa ulaşmaları için gereken ahlaksal nen temel işlev, yurttaşlarını yıın tntmak-
gelişimi ve olgunluğu sağlamak olarak sızın birbirlerine karşı koruması,· amla-
belirlendiği Aristotelesçi devlet modelin- nndaki anlaşmazlıkları gidererek yaşanan
de atılnuştır. Aristoteles'e göre, hiçbir ve yaşanacak bütün çıı tışkıları ortadan
devler yönetimi uygulamalanndan ba- kaldırmasıdır. Yine sözleşmeci anlayışta,
ğımsız olarak iyi ya da kötü değildir; devletten beklenen en ıız bunun kadar
de\'leti iyi }'il ıfa kötii kıl~n hiitiiniiylı• iirıt'mli bir başka temel işlev <le insanla-
yurttaşlarına sağladığı mutluluğun ölçü- rın kendilerinde bulunan gizilgüçleri so-
südür. Üçüncü devlet anlayışı, önde ge- nuna dek gerçekleştirmelerine olanak
len temsilcileri arasında Hobbes, Locke sağlayan bir yaşam düzenini kurup ko-
ve Rousseau'nun bulunduğu, topl11111sal rumasıdır. Daha yakın dönemlere gelin-
sözleım«i tkvltt a11~qldır. Bu anlayışın çı­ diğinde, günümiizdeki ulus devletlerin
kış noktasını, "doğa durumu"nda bulun- kuruluşu üzerinde oldukça önemli etki-
mak insan için asla yeğlenir birşey olma- lerde bulunan bir diğer devlet anlayışı
dığından, doğa durumunun istenmeyen Hcgel tar.ıfından geliştirilen 111odem deı•let
koşullarından bir daha dönmemecesine an~ıp'dır. Söz konusu Hegelci yakla-
kunulmak için ortak istencin oludadığı ;ıımda devlet, kendi bünyesinde belli ye-
bir devlete gereksinim olduğu düşüncesi tiler, yetenekler ve amaçlar taşıyan, bun-
oluşturmaktadır. Nitekim doğa durumun- lardan daha da önemlisi başlı başına ken-
da saltık bir özgürlük içinde yaşayan in- disine özgü bir istenci bulunan insanvari
sanoğlu, kendisini bir biçimde sınırlayan bir gövdeye benzetilerek kavrıtmsallaştı-
devlet felsefesi 366

nlmaktadır. Bu benzetiden yola çıkan He- muştur. Nitekim başgösteren bu yeni du-
gel, saltıkbilincin, dünya tininin, tanrı­ rumun farkına varan Machiavelli, Bodin,
sallığın gövdelencliği en üst düzey yet- Hobbes gibi modem filozoflar, daha
kinlikte bir birey olarak tasarlamaktııdır A'Vl. yüzyıldan b-aşlayarak modern dev-
devleti. Hegcl'in anlayışında en mükem- leti anlama ya yönelik son derece değerli
mel haline Prusya İmparatorluğu'nda u- düşünceler geliştirmişlerdir. Bu çerçeve-
laştığı düşünülen devlet, kendi içinde u- de modern devlet, insanbilimciler, top-
lus tini, din, hukuk, bilim, sanat, sanayi lumbilimciler, siyaset kuramcıları ve ta-
gibi değişik alanlara aynlarak incelen- rihçiler tarafından kimileyin bütünüyle
miştir. Bütün bu devlet anlayışlarına kök- örtüşen, kimileyin yakın benzerlikler, ki-
ten karşı çıkışıyla bilinen bir başka devlet mileyin de derin farklılıklar gösteren bi-
tasarımı da MarxıY devlet a11k}yıp'du. Marx- çimlerde tanımlanagelmiştir. Değişik a-
çı çözümlemeye göre, tarihteki bütün lanlardan, değişik bakışlarla,· değişik ge-
devletler, dolayısıyla da devlet anlayışları, rekçelerle yapılan modern devlet tanım­
gücü kendinde toplayanların çıkarlarına larıyla, devlet felsefecilerince ortaya atı­
hizmet edecek siyasetler üreten, hec du- lan siyasal bir örgütlenmenin devlet ol-
rumda egemen sınıfın yararına işleyen ması için yerine getirmesi gereken ko-
birer yönetim aygıtıdu. Nitekim söz ko- şullar arasında birtııkım ortaklıklar belir-
nusu anlayışta, devlet her durumda "e- lemek olanaklıdır. Bu bağlamda devlet
zilenler" ile "ezenler" olmak üzere iki olmanın olmazsa olmaz koşullarını çok
ana toplumsal sınıfa aynlrnış yerleşik bir genel bir değerlendirmeyle şu biçimde
siyasal yapının si1rmesine yönelik bir iş­ başlıklamak olanaklıdır: (i) üyeleri bir-
levi yerine getirmektedir. Buna göre, dev- birleriyle toplumsal bakımdan ilişki i-
let sınıf savaşımına engel olan, toplumsal çinde bulunan, kendini yeniden liretebi-
mücadelenin önünü tıkayan, üretim a- len bir nlifüsun varlığı; (ıı) sınırlan çizil-
raçlarını elinde tutanların emekçileri sö- miş, egemenliği öteki devleti.erce tanın­
mürmesini olurlayıp bu süreci daha da mış bir toprak parçasının varlığı; (ıii) yö-
kolaylaştuacak yollar ve araçlar sunan netimde toplumsal ya da siyasal karma-
çarpık bir düzenin belkemiğidir. Dolayı­ şalara meydan vermeyen tek bir hükü-
sıyla bu sömürü dlizenine son vererek mecin bulunması; Qv) hukuksal, yönetsel
gerçek adaletin sağlanacağı sosyalist top- ve askeri organlarca sonuna dek destek-
luma geçmek için, burjuva sınıfının ege- lenen bir anayasasının olması; (v) hükü-
menliğine dayalı varolan kapitafüt dev- met eden yönetimin kendi iç hukuku ge-
letin yıkılması, onun yerine emekçi hal- reğince belli yasalar koyma yetkisi bu-
lan egemenliğine dayalı sosyalist devletin lunması, konulmuş yasaların konulduğu
kurulması olmazsa olmaz bir koşuldur. biçimleriyle işleyebilmesini sağlayacak gü-
Devlet denince· kimileyin geniş an- cü elinde bulundurması; (vı) sınulan i-
lamda her türden bağımsız siyasal ör- çindeki kendisine yönelik iç tehdidere
gütlenme, kimileyin de daha dar bir an- karşı olduğu kadar sınırlan dışından ken-
lamda "modem devlet'', "Tanrı devleti", disine yönelen dış tehditlere karşı da ken-
"ulus devlet'', "kapitalist devlet' ....gibi belli dini korumaya yönelik bir eylem plarıı
türden bir siyasal devlet örgütlenmesi an- olması; (viı) varlığını koruyup sürdürme-
Jaşılmaktadu. Devlet felsefesinin, siyaset ye, eylemlerini kabul ettirmeye yönelik
felsefesi ile toplum felsefesinden bütü- yetkeli, sağlam bir,yönetim biçimi bulun-
nüyle koparak başlı başına ayrı bir fel- ması; (viii) gerek uluslararası yasalar ge-
sefe dalı olarak kendi özerkliğini kaza- rekse uluslararası siyaset hukuku gere-
nışı, Avrupa'da siyasal kurumların geçir- ğince öteki devletlerce tanınmış, her ba-
diği köklü değişimlere bağlı olarak mo- lomdan bağımsız egemen bir ulus devlet
dern devletin ortaya çıkışıyla birlikte ol- olması. Modern dünyada devlet olmak i-
367 devlet felsefesi

çin şart koşulan "nüfus", "topnık par- kullanımı yoluyla gerçekleştirilmektedir.


çası", "yasal hükümet'', "bağımsızlık" gi- Bununla birlikte, düşünce tarihinin ö-
bi olmazsa olmaıı koşullar ilk bakışta zo- nemli devlet kuramcılarından Thomas
runlu olarak temellendirilseler de, bu ko- More oldukça tamşmaya açık bir soru
şullan yerine getirmenin . ölçüsünün ne ortaya atmıştır: "Yoksa devlet salt zen-
oldu!'.,>u çoğunlukla belirsiz bir konu ol- ginlerin kendi gizli emellerini yaşama ge-
du!'.,>undan değişik devlet felsefecileri ara- çirmek için uydurduk.lan bir tezı,ıııhtan
sında derin anlaşmazlıklar bulunmakta- daha ötesi değil midir?" Bu bağlamda
dır. Nitekim bu bağlamda pek çok dev- tıruırtizm, devletin toplumu düzenlerken
let felsefecisi, hiçbir devletin aynı anda zorunlu ya da arzulanır türden hiçbir iş­
bütün bu koşullan yetkin bir biçimde levi bulunmadığından hareketle her tür-
sağlamasının ~lanaklı olmadığı gerçeğine den gücün "tek" bir merke7.de toplan-
parmak basmaktadırlar. O nedenle, mo- ması esasına dayalı yürürlükteki bütün
dem devleti oluşturduğu öngörülen te- devlet anlayışlarına kesinlikle karşı çık­
mel varsayımlar kadar, özellikle modem maktadır. Buna karşı öteki pek çok dev-
dC\·letin doğru biçimde işleyişine ilişkin let kuramının "teklik" üzerinden giderek
olarak da pek çok tartışma yürütülmek- devleti temellendirdikleri görülmektedir.
tedir. Bu gerçek karşısında üstünde sıkça Sözgelimi Hobbes, devletin "herkesin
durulan sorunlar arasında, etkin bir hü- herkesle savaş içinde bulunduf,>u" doga
kümetin kendi kararlarını nasıl en iyi uy- durumu'ndan insanlığı çekip çıkartttğını,
gulayacağı, kendi içinde çelişkiye olanak insanlığın yeniden bu duruma düşmesi­
tanımayan tutarlı bir hukuk dizgesinin nin önüne geçtiğini, devletin varlığının
nasıl olacağı, kendine yönelen tehditlere bu anlamda yurttaşlar arasında yapılan
karşı devletin hangi araçlara başvuracağı bir ıophım söz/eJmesi uyarınca insanların
başı çekmektedir. Bunun dışında, önü kendi yararlan ile çıkarlarını güvence al-
alınamaz bir biçimde yükselen ekonomik ana almak amacıyla devlete bağlanmala­
ve siyasal küreselleşme ile ahlaksal ev- nyla meşrulaştırıldığını ileri sürmektedir.
rendeşçilik gibi değişen dünya koşulla­ !-lobbes'un devlet görüşünün altında. kar-
nnn bağlı olarak modem devletin yerle- şılıklı korunma gereksinimi doğrultusun­
şik de!'.,reri sorunlu hale gelebildiği gibi, da dof,ıııl olarak insanların gönüUü bira-
geleceği de son derece büyük bir belir- raya gelerek kurumlaşmaları düşüncesi
si:di!'.,re konu olabilmektedir. yatmaktadır. Öte yanda, demokrasi kura-
Devletin doğasına yönelik değişik ku- mına g(ire, burada sözü edilen biraraya
ramlar arasında bc:lki de en yalınkat o- hıelerek yaşamayı kurumsallaştırma siire-
lanı, de\•leti hir ya da hirkac kişiden olu- cinin. ancak seçimlerde toplumun üyele-
şan bir azınlığın istenci doğrultusunda rinin kendi ar.ıulannı belli etmelerine
ço!'.,runluğun egemenlik altında tutulması baf,rh olarak meşru bir biçimde yönetil-
olarak tanımlamaktadır. Ancak böylesiı:ie mesi olanaklıdır. Nitekim demokrasiyle
düzayak bir tanım dahi bireylerin kişiye yönetilen toplumlarda kararların. varolan
iizel eylemleri ile devletin yurttaşları ola- toplumsal düzeni sürdürmekle sınırlı ka-
rnk kamuya açık eylemleri arasında bir lacak biçimde alındık.lan görülmektedir.
aynının yapılmasını 7.<>runlu kılmaktadır. Ne var ki devletin varlığını tehlikeye dü-
Yapılan bu ayrımın kamusal yaşamı dü- şürmeye açık olması nedeniyle, bu du-
zenlemeye yiinelik ikinci kanadında yer ruma yönelik derin tarnşmalann olduf,ru
alan yapıp etmelerin uygunlu!'.,>u, huku- da bilinen bir gerçektir. Nitekim tutucu·
kun b'Crektirdiği düzenlemelere, yasa ve luk anlayışında, devletin refahını temin
yasaklara uyulup uyulmadığının denetlen- etme, hatta eldeki refahın eşit dağılımı
mesi bir yanda, ülkenin toprak bütünlü- dahi, yeri geldiğinde dı.-vletin bekası a-
ğünün korunması öbür yanda hep "ı,ıüç" dına bütünüyle göz ardı edilmek duru-
devlet felsefesi 368

mundadır. Tersi durumda boy göstere- devletin ulusal birliği ile bütünlüğü ö-
cek olan, kendi temellerini oyan bir de- nünde çok büyük bir tehlike oluşturdu­
mokratikleşme süreci asla kabul edilebi- ğundan bunlann vakit gcçirmeksiziı;ı alt
lir bir durum değildir. Her durumda dev- edilmeleri zorunludur. Ancak bu nokta-
letin status quo'sunu korumaya yönelik bu da, hem devletin iç tehditlere karşı ken-
kqnum alışın, aynı zamanda "totaliter dev- dini korumak amacıyla kullanması gere-
let" yapısının oluşumuna kaynaklık et- ken kendi öz haklarının neler olduğu hem
mesi bakımından da aynca değerlendi­ de "ayrılıkçı hareket" nitelemesinin ne
rilmesi gerekmektedir. Öyle ki devleti ya- türden eylem biçimleri için kullanılabile­
şanacak olası kargaşalara karşı koruma- ceği son derece büyük bir belirsizlik taşı­
nın en güvenli yolu, kamusal yamrlann maktadır. Ama buna karşı, baş gösteren
sağlanarak adaletin toplumun bütün ke- "dış tehditler" karşısında devletin "iç teh-
simlerine eşit biçimde dağıulabilmesin­ ditlci'le karşılaştınlclığında taşıdığı haklar,
den geçmektedir. Bu noktadan yola çı­ ödevler ve sorumlulukların çok daha be-
k.an ıo!JaliZfll, devletin başlıca ödevini, lirgin oldukları söylenebilir.
gerektiğinde kökten değiştirmeye yönelik Geçtiğimiz birkaç yüzyıl boyunca dü-
r.ıdikııl toplum siyasetlerinin meşru gö- şünürlerin özellikle üstünde durduklan
rülmesi ile ayrım gözetmeksizin bütün devlet felsefesi sorunlarının, çok büyük
herkes için iyi ve mutlu bir yaşamın ya- ölçüde siyasal yaşam ile devlet kunımla­
mulması olamk belirlemiştir. Yukanda nnın işleyişi üstüne yoğunlaştıktan gö-
sır.ı.lanan hemen bütün devlet kuramları, rülmektedir. Devlet yönetimi .ı!.ınında
her koşulda bireylerin isteklerini doyuma bu tür soruhlan çözmek amacıyla "Ye-
kavuşturma düşüncesini öne alarak dev- nileniş" (Reform) ile "Yenidendoğuş"
lete yaklaşmaktadırlar. Ne var ki, özel- (Rönesans) dönemlerinde yazılmış belli
likle kimi toplulukfuluk (cemaatçilik) bi- başlı metinlerde ortaya konan çığır açıcı
çimlerinde, devletin kendisi düşünülebi­ düşüncelerin, günümüzde devlet felsefe-
Jccek her türden ussal seçimin baş ko- sinin klasikleşmiş başvuru kaynakları ko-
şuludur. Bu yaklaşımın en uç biçimifaP.rı numuna yükselmiş olmalan hiç de şaşır­
Jwkı ankgtp'nda, devlet her yerdedir, her tıcı değildir. Bu dönem boyunca devlet
yerde de olmalıdır; onun dışında insani felsefesi bağlamında ortaya atılan yeni so-
ya da tinsel hiçbir değerin varolması söz runların, bunlara önerilen çözümlerin en
konusu bile değildir. Fap'zJn bu anlamda, iyi biçimde görülebileceği kayna~ metin-
devletin ancak üstün nitelikleriyle öne lerin anısında şunlar bulunmaktadır: TI10-
çıkan, ahlak önünde tek söz sahibi ko- mas Hobbes, Lniathmı (1651); Jean-Jac-
mımundaki bir siyasal önderin yapıp et- ques Rousscau, Toplum Sözfelmesi (1762);
meleriyle kayıtsız koşulsuz meşrulaştırı­ Wılliam Godwin, S!Jasa/Aılaleıe İlişkin S o-
labileceğini savunmaktadır. Yıne bu aynı TNflNt?lkl (1793); G. f'. W. Hegel, Hukllk
bağlamda, devleti biraraya gelerek ·ku- Felsefesi (1830);J. S. Mili, ôwir/iik Üstii11e
rumsallaşma yapısı olamk gören devlet (1859); T. H. Grcen, S!Jasal llikii111/iilii-
. kuramlan ile kimi milliyetçilik anlayışları, ğii11 İl/uleri Üstii11e Dersler (1895); Fried-
harıgi türden topmk bütünlüğü anlayışı­ rich Hayek, Ôzgiirliik A119asası (1960);
nın devleti devlet yaptığı konusunda John Rawls, Adalet Kılramı (1972); Ro-
farklı görüşler ileri sürmektedirler. Örne- bert Nozick, A11arş~ Dtvlet vt Ütol!Ja
ğin bunlardan ilk gruba giren kuramlar, (197 4). Bütün bu düşünürlerce farklı
altyapısı sağlam bir biçimde oluşturul­ yöntemler kullanılamk değişik bakış açı­
muş ayrılıkçı· hareketlere daha bir sıcak larıyla çözüm aranan devlet felsefesi so-
bakarlarken, ikinci grupta yer alan milli- runları, en azından derli toplu bir kavra-
yetçi yaklaşımlara göre, şöyle ya da böyle yış edinmek adına üç ayrı başlık altında
ayrılıkçı yapılanmalar içinde bulunmak toplanabilirler.
369 devlet felsefesi

Bunlardan ilki, pek çok felsefecinin dınlatma" olarak görülecek olursa, kav-
belirttiğine bakılacak olursa en önemlisi, ramsal sorunlann ne denli önemli bir yer
devlet felsefesinin konu olduğu "kav- kapladığı kuşku götüm1eyen bir gerçek
ramsal sorunlar"dır. Devletin 1. kitabını haline gelmektedir. Yakın geçmişte kimi
"toplum nedir?" somsuyla başlatan Pla- felsefeciler daha da ileri giderek genelde
ton, PolilikA'nın 3. kitabını "devlet nedir?" siyaset felsefesinin, daha özeldeyse dev-
sorusuyla açan Aristoteles, bu anlamda let felsefesinin ilkece bütün sorunlarının
devletin anlaşılmasında hep birincil de- salt kavramsal çözümleme yoluyla çözü-
ğerde yanıtlanması gereken kavramsal so- me kavuşturulabileceklerini düşünmek­
rulardan yola koyuhnuşlardır. Kavramsal tedirler. Bu yaltlaşımın en seçkin örnek-
sornrılar açısından yaklaşıldığında, çeşitli leri arasında, T. D. Weldon'uiı S!Ja.ıet
devlet felsefelerini birbirlerinden ayırt SöZflağan (1953), Anthony Quinton'un
etmenin en iyi yollarından biri, kilit de- Sfyaıtl Felsefesi (1967) ile Felix E. Oppen-
ğerdeki birtakım temel kavramlardan ne heim'ın Sfyaıtl Kavra!Jtlan: Bir Yeniden Ya-
arıladıklarına, bu kavramlara kuramlann- pılanJm11a adlı yapıtları başı çekmektedir.
da az ya da çok yüklenen değerlere, biçi- Bir bakı:na kendi bastığı dalı kesiyor ola-
len rollere bakmaktan geçmektedir. Ni- rak nitelenebilecek bu yaklaşım, temelde
tekim söz konusu kavramlar çoğurılukla XX. yüzyılın ortalarından başlayarak yük-
iki işlevi birden yerine getirmektedirler; selişe geçen, bütün felsefe sorunlannın
hem genci felsefe soruşturmasının ana son çözümlemede kavramsal sorunlar
konulan olmalan anlamında bütün öteki olduğunu ödün vermeksizin savunan ya-
araşurmalara yol açmaktadırlar, hem de n olgucu yarı dilci felsefe dalgasının do-
devlet felsefesinin yapıtaşlarını oluştur­ ğal bir uzanusıdır. Kavramsal sorurılar,
malan arılamında devlet felsefesi araşur­ upkı genel felsefe sorurılarının özünü o-
malarınıolanaklı ve sürekli kılmaktadırlar. luşturmalan gibi, devlet felsefesi için de
Aluna bütün felsefecilerin imza atuğı ke- her bakıntdan can alıo bir önem taşı­
sin bir kavramlar listesi olmamakla bir- maktadırlar. Ne var ki, devletin kendisi
likte, hemen bütün devlet felsefeleri bir bütünüyle pratikle ilgili bir konu oldu-
biçimde şu sıralanan kavramları açıklığa ğundan, kendisini ilgilendiren felsefe so-
kavuşturmak durumundadırlar: "top- runlannın da ister istemez bu kaçınılmaz
lum", "hukuk", "düzen", "şiddet", "dev- gerçeği bir biçimde yansıtması zorurılu­
rim'·, "güç/iktidar", "yetke'', "egemen- dur. O nedenle devlet felsefesi alanında
lik''. özerklik", "uzlaşım", "suç ve ec-
0
içerimlenen kavramsal sorunlara, hatta
za", "toplumsal sınıf", "mülkiyet", "ada- siyaset kavramlanna ilişkin sorunlara yö-
let'', uözgürlük", "refah", "mutluluk'', nelik sunulacak çözümler öyle ya da
"haklar'', "kişisel sorumluluklar/ ortak böyle bu temel gerçeğin gereklerini ye-
yükümlülükler", "kamusal çıkar", "ortak rine getirmek durumundadır.
yarar". Sıralanan bu kavramlann çeşitlilik Yukarda çizilen önkoşul, doğrudan
ve karmaşıklıkları, aralarındaki örtük ya devlet felsefesinin "normatif/düzgüsel
da açık karşılıklı bağlanular, devlet felse- sorurılar" diye başlıklanan ikinci bir so-
fesinin sorunlarının etikten toplum felse- run kategorisine götürmektedir. Buna
fesine, siyaset felsefesinden eğitim felse- göre felsefecilerden beklenen, birtakınt
fosine değişik felsefe alarılarındaki so- normatif sorurılara yönelik bağlayıo il-
rurılarla koparılamayacak denli içıce geç- keler geliştirmeleri, geliştirdikleri bu il-
miş olduklarını, kimileyin örtüştüklerini, keleri felsefi temellendirme yoluyla sa-
kimileyin bir noktadan sonra kesiştikle­ vunmalarıdır. Devlet felsefesinde en çok
rini, kimileyin de birbiı.ne teğet geçtikle- çözüm aranan normatif sorunlann pek
rini göstermektedir. Bu bağlamda, devlet çoğunun "Devletin sağlam bir biçimde
felsefesinin temel ödevlerinden biri "ay- kurulup en iyi biçimde yönetilmesi için
devlet felsefesi 370

öncelikle benimsenmesi gereken ilkeJer biçimleri) gibi belli başlı devlet felsefeleri
neler olmalıdır?" biçiminde dile getirile- ya da ideolojileri bu ve bunun gibi soru-
bileeek bir "kök soru"ya geri taşınmasl lara verdikleri yanıtlarla yapılanmışlardır.
olanaklıdır. Devlet felsefesinin sözdağ.ı­ Kaldı ki devlet felsefesinin başlıca öde-
nnda sırurlan kesin çizgilerle belirlenmiş vinin, bir devlet biçimini bir başkası ö-
bir normatif sorunlar listesi olmamakla nünde temellendirip savunmak olduğu
birlikte, kimi sorunlar öylesine kilit ko- düşünüldüğünde, normatif sorulara ve-
numdadırlar ki kendilerine yüzyıllar bo- rilen yararların bu ödevin başarıyla ye-
yunca hep yeniden yeniden çözüm aran- rine getirilmesinde -son derece önemli
ıruş olması boşuna değildir. Bütün za- bir yeri olduğu açıktır. Ancak felsefecile-
manlar için geçerliliğini korumayı ba- rin devlet felsefesinin normatif sorunla-
şarmış bu tür soru(n)lardan kimileri şun­ nnı nasıl çözmek zorunda olduktan gibi
lardır: "Devletin dengesini güvence altı­ üst düzey bir normatif sorunun _öyle hiç
na almaya dönük koşullan oluşturmada de kolay bir yanıtı olmadığı da üstünden
hukukun rolü ve kapsamı nedir?"; "Dev- atlanamayacak bir gerçektir.
letin siyasal yetkesi ile bireysel özerklik Kavramsal ve normatif sorunlara ek
hangi noktalarda nasıl uzlaştınlabilir?"; olarak devlet felsefesinde çözüm aranan
"Toplumsal yararlar (etkililik) ile adalet bir üçüncü sorun kategorisi, devlet üs-
dağıtımı (eşitlik) arasındaki çatışkırun çö- tüne dizgeli biçimde düşünme sürecine
zümünde devletin uygulaması gereken si- bir yerinden eklemlenen "deneysel so-
yasetler nelerdir?"; "Yurttaşların devlete runlar"dır. Bu bağlamda önemli tartış­
karşı yerine getirmesi gereken yükümlü- malara kaynaklık eden, değişik biçim-
lükler ile devletin yurttaşlanna karşı taşı­ lerde seslendirilen belli başlı soru(n)lar
dığı sorumluluklar neler olmalıdır; yurt- şunlardır: "Devlet toplumsal adaleti her-
taşların yükümlülükleri ile devletin so- kese ve her kesime eşit ve dengeli da-
runıluluklan nereden ve nasıl doğmakta­ ğıtmak için belirlenmiş ilkeleri uygula-
dır; bunlara uyulmadığı takdirde ne tür- maya sokarken, devlet kurumlarının ö-
den yaptınm!ar uygulanmalıdır?''; "Dev- devleri, yerine getirmeleri gereken pra-
letin koyduğu yasalar dışında, bireyletin tiJcler nelerdir?"; "Devletin ileri gelenle-
uyması gereken koşullar ile taşıdıkları rinin kendi çıkartan kamunun genel ya-
haklar neler olmalıdır?''; "Konulan ya- rarına nasıl işe koşulabilir?''; "Hüküme-
salar çiğnendiğinde, devlet yetkesine di- tin yönetme yetisini etkisiz hale getir-
rcnildiğinde ya da doğrudan karşı çıkıl­ meksizin, hükümetin yapıp ettiklerinin
dığında ne tür cezalar uygulanmalıdır?"; etkin bir yolla denetlenmesi için başvu­
"Anayasal demokrasilerde sivil toplum rulması gereken anayasal denetim düze-
örgütlerinin gerçek rolleri ne olmalıdır, nekleri nelerdir?"; "l'ırsat eşitliği özgür-
özgürlük alanlarının sınırlan nasıl çizil- lük eşitsizliğini de beraberinde getirmek
melidir?"; "Düşünme, düşündüğünü ifa- zorunda mıdır, bu durumun önüne nasıl
de etme, mülkiyet, serbest dolaşım, ya- geçilebilir?"; "Suç işlenmesinin önüne
şam gibi kişilerin en temel hak ve öz- geçmek ya da caydırıcı olmak için "ha-
gürlükleri nasıl güvence altına alınmalı­ pis" ya da "bedensel", "parasal" gibi ce-
dır?" vb. Kuşkusuz genelde hangi nor- zalandırma yollarından hangisini uygu-
matif ilkelerin seçildiği. bu ilkeJerin nasıl lamak gerekir?" Kapitalist serbest piyasa
temellendirildikleri bütünüyle devlet eliy- ekonomisine geçilmesi özgürlükçü siya-
le gerçekleştirilen pratiklerde, izlenen dev- sal ı;>ratiklerin zorunlu koşulu mudur?
let siyasetlerinde kendisini göstermekte- vb. ilkece deneysel gözlemlere dayana-
dir. Nitekim "anarşizm", "faşizm", "sos- rak yanıtlanabilecek bütün bu ve bunun
yalizm", "komünizm", "liberalizm" C'söz- gibi sanılar dillendirilirken, devlet felse-
leşmeci", "yararcı" ya da "özgürlükçü" fesi ile siyaset felsefesi, siyaset kuramı ile
371 devlet felsefesi

siyasetbilim, toplum felsefesi ile ahlak Je11 İ11al111tn E/itsizftle, (1992). Bunlar gibi
felsefesi araSllldaki yerleşik ayrımlar or- daha onlarcası sıralanııbilecck yapıtlarda,
tadan kalkmak durumundadır. Bütün kla- felsefecilerin dikkatlerini daha çok be-
sik devlet felsefeleri kimi deneysel soru- lirleyici konumda olduklannı düşündük­
lara yönelik olarıı.k bünyelerinde değişik leri siyasal, toplumsal ve ekonomik pra-
görüşler ya da içgörüler bulunduruyor tikler ile kurumlar üstüne çevirdikleri,
olmalarına karşın (sözgelimi bu durum buna karşı birtakım ilkeler ile ülkülere
Aristoıdes için daha bir geçerliyken, dayandınlmış çözümleyici ya da gidimli
Pl?-ton için ancak tek tük durumlarda uslamlamalardansa özellikle uzak durduk-
söz konusudur), günümüzde pek çok ları açıkça görülmekıcdir. Kimi felsefe-
felsefeci bir sorunun ancak deneysel ve- cilerin gözünde, devlet felsefesi içinde
riler, dizgeli gözlemler, hergünkü pra- başgösteren bu eğilim "uygıılamalı dev-
tiklere yönelik araştırmalar ışığı alımda let felsefesi" ya da "uygulamalı siyaset
çözüme kavuşturulabilir okluğunu dü- felsefesi" diye adlandırılmaktadır.
şündüğünden, deneysel sorulann birer Öte yandan devlet felsefesi alanında
felsefe sorunu olarak görülmekten çok çoğunluk es geçilen birtakım aynmlann
betimlemeye ya da öndcyilemeye dayalı da etkin bir biçimde belirginleşıirilmeye
açıklama modellerinde ele alınmalann­ çalışıldığı gözlenmektedir. Bu çerçevede
dan yanadır. O nedenle, deneysel soru- yürütülen araştırmalardan biri, devlet ile
larla, bunlara getirilen yanıtlarla pratikte hükümetin kesinlikle bir ve aynı şey ol-
devlet yönetimine belli somut yararlar madığını göstermeye dönüktür. Buna gö-
sağlanması amaçlandığından, felsefenin re, hükümet devletin yönetsel organıdır,
bu soruların yanıtlanması sürecine çoğu her koşulda hükümeıi olduğu devletin a-
durumda ya çok az katkıda bulunduğu dına yönetimdedir; neleri yapıp neleri
ya da hiçbir katkısının olmadığı söylene- yapamayacağı, nasıl bir yönetim çizgisi
bilir. Nitekim felsefe tarihinde Platon' izleyeceği devletin ap.ayasasınca belli kı­
dan Hobbes'a oradan da Rawls'a geli- sıtlamalar ile yükümlülükler uyannca ön-
nene dek çok büyük ölçüde kavramsal ceden belirlenmiştir. Öyle ki, hükümet-
.ve normatif soru(n)larla ilgilenilmiş ol- ler değişse de, \ınayasalar kısmen ya da
ması, uygulamalarda karşılaşılan pratik bütünüyle değiştirilse de devlet kalıcıdır,
sorunlann göz ardı edilmesi gibi olum- hatta devlet hükümetlerin ve yasalann
suz bir sonuç doğurmuştur. Bu olum- değişimi aracılığıyla varlığını sürdürmek-
suzluğun farkına varan pek çok düşünür tedir. Yine bu bağlamda belirginleştlril­
özellikle XVIII. yüzyıldan başlayarak bi- mcyc çalışılan bir başka ayrım da devle-
rinci elden siyasal yargılar venncye, va- tin kendi sınırlan içinde yaşayan halkın­
rolan siyasal devlet yapılarını içerden de- Jan ya Ja toplumundan ayn olmadığına
ğerlendirmeye, varolan düzeni değiştir­ yöneliktir. Buna göre, devlet toplumun
meye dönük "iyileştirmeci" ya da "dev- siyasal görünümüne karşılık gelen bir
rimci" önerilerde bulunma arayışı içinde kurum olarak, toplumu oluşturan dinden
olmuşlardır. Bu arayışlann en önemlile- ekonomiye, sanattan spora, aileden oku-
rinden kimileri şunlardır: Thomas Paine, la onlarca kurumdan yalnızca birisidir.
İ11sa11 Haklan (1791-92); Kari Marx ile Fri- Ancak bu noktada devletlerin öteki top-
edrich Engels, Komiim"st Mamfuto (1848): lumsal kurumlara tanıdıkları özgürlükle-
J. S. Mili, "fV:ulımn Bo.J11nJ11r11/e Altına Alın­ tin ölçüleri bağlamında birbirlerinden ay-
man (1862); Georges SoıeJ, Şitltkt Üıtiint nldıklan da göz ardı edilemez. Nitekim
Dİİ(İİll&eler (1906); R. H. Tawney, Eptlile bu ayrılık temelinde kantann bir ucunda
(1931); F. A. Hayck Top9 Bağlı Kök/iğe totaliter devletler bıılunurken, öbür ucun-
Gükiı Yo4 (1944); Jean-Paııl Sartrc, S'!J" da liberal demokratik devletler bıılun­
/emm Üılihle (1968); Amartya Sen, Yeni- maktadır. Çoğu yerde devletin bir ıılus,
devlet felsefesi 372

her ulusun da bir devlet olduğu düşü­ sömürgeleştirme gibi bir iki pratiğe daha
nülüyor olsa da devletleri uluslarla ör- başka bir gözle bakmalan gibi bir sonuç
tüştürmenin, çoğu devletin birden çok doğurmuştur. Öte yanda, "Yenileniş"ten
ulusun bir arada yaşadığı toplumlar ol- bu yana liberal demokrasilerin en azın­
duğu düşünüldüğünde, ancak tek tür du- dan Avrupa kıtasında büyük bir uy~­
nırnlarda geçerli olduğu, dolayısıyla da lama alanı bulmasıyla, eşitlik ile eşitsizlik
ulus olmanın devlet olmanın zorunlu bir karşıtlığı, geleneksel tutuculuk ile ilerle-
koşulu olmadığı açıklık kazanmaktadır. meci değişim ya da devrimci özgürleşim
Devlet fdsefesinin tarihinden de a- arasındaki çatışma, ortak karar alma ile
çıklıkla görüldüğü üzere, devlet üstüne merkezi iktidar ya da bireysel özerklik ile
düşünmeye çalışan bir düşünürü meşgul toplumsal dayanışma arasındaki ilişki gi-
eden sorunlann önemli bir bölümü, dü- bi konular sözü geçen dönem boyunca
şünürün yaşadıği dönemin önemli gün- yaşanan siyasal tartışmalan ve mücade-
cel olaylarınca belirlenmektedir. Zaman leleri belirledikleri gibi, günümüzde ya-
içerisinde maddi yaşam koşullannın de- pılan devlet felsefesinin bütünü üzerinde
ğişmesine bağlı olarak temd araştırma de belirleyici tartışma konuları haline
konulannın değişmesi olgusu, öteki fel- gelmişlerdir. Sanayi Devrimi, işliklerde
sefe dallanyla karşılaşıınldığında devlet yoğunlaşan emeğin sömürülmesi, XlX.
felsefesinde çok daha ciddi bir sorun 'o- yüzyıl emperyalizmi devlet felsefesinin
lıışturmaktadır. Sözgelimi, Eskiçağ filo- gündemine yeni sorun öbeklerinin gir-
zofları geniş oranda aileden ya da kabile mesine yol açtığı gibi, insan ilişkilerinin
toplumlanndan devletin nasıl meydana kavranılmasında, devlet ile birey arasın­
gddiği süreci üstüne kafa yorarlarken, daki etkileşimlerin yeniden tasarlanma-
günümüzde çağdaş devlet felsefecileri sında yeni yaklaşımların gereğini doğur­
oldukça karmaşık bir kültürel ve tarihsel muştur. Modernleşen dünyada kendisini
insanbilim alanını açıklamaktan yakayı iyiden iyiye hissettiren kimi sorunlar (in-
kurtardıklan için derin bir oh çeker gö- sanlığın başbelası ırkçılık, cinsiyetçilik,
rünmektedirler. Yine aynı biçimde, geç hızlı nüfus artışı, dünyanın kaynaklarının
dönem ortaçağ ile erken dönem modern dengesiz dağılımı ve dağıtımı, teknolo-
felsefeciler çoğunluk kilise ile devlet ku- jikleşmeyle doğal çevreye verilen zararlar
rumu, dinsel ile dindışı dünya arasındaki vb.), özellikle de bu sorunlar karşısında
yetke bölüşümü üstüne yoğunlaşırlarken, hükümetlerden yapması beklenenler bağ­
özellikle gdişmiş Baıı toplurnlannda ya- lamında düşünüldüğünde, devlet fdsefe-
şayan yakın dönem felsefecilerin düşün­ sinin çağdaş gündeminde kendilerine: ö-
sel enerjilerinin önemli bir bölümünü bu nemli yerler bulmuşlardır.
tür sorunlara ayırmadiklan gözlenmekte- Şu ana dek belirtilenlerden, devletin
dir. Bununla birlikte bu durumun, dün- verili olduğu tarihsellik bağlamına dayalı
yada tcmeldenci laikliğe karşı köktenci olarak yapılan devlet felsefesinin hiçbir
dinsel hareketlerin dünya ölçeğinde yük- durumda değişmeyen, zamandan bağım~
selişe geçmiş olmalan düşünüldüğünde, stz evrensel doğrular üstüne kurulma-
devlet felsefesinin bu eski gündemine dığı, çoğunlukla dönemlerin dinsel, eko-
bir daha asla geri dönülmeyeceği anla- nomik, siyasal ve kültürel kuşatanlarınca
mına gdmediği de açıktır. Yüzyıllar önce belirlenen varsayımlar üstüne temellen-
Avrupalılann Afrikalı, Hintli, Amerikalı, dirildiği görülmektedir. Nitekim bu bağ­
Asyalı yerli halklan keşfetmderi, ülkele- lamda, tarihteki ilk devletler bütünüyle
rini fethederek sömürgeleştirmeleri, fel- erkek egemen devletler olduklarından,
sefecilerin mülkiyet, özgürlük, insan hak- bu dönemde yaşayan filozofların da dü-
ları gibi konular doğrultusunda özellikle şüncelerinde devletin yurttaşları olarak
yerli halklan köleleştirme ile topraklarını hep erkekleri temele koydukları gözlen-
373 devlet felsefesi

melitedir. Daha genel bir açıdan bakıldı­ ödevinin ya da amacının ne olduğu, daha
ğında, önceki dönemlerin kuramalarının açık bir söyleyişle devlet aygıtından yeri-
"birey''den ne anlaşıldığının "devlet"ıen ne getirmesi beklenen sorumluluklarının
ne anlaşılacağı üzerinde kesin çizgilerle neler olduğudur. Kuramsal düzeyde bu
belirleyici olduğu öncülünden yola ko-: soruya verilen yanıtlar arasında keskin
yularak düşündükleri söylenebilir. Bu du- aynlıklar bulunmaktadır. Sözgelimi, No-
ruma bağlı olarak çağdaş devlet felsefe- zick gibi kimi felsefeciler eline büyük
sinde kuramcıların, dayandıkları temelle- güçler ve yetkiler verilecek olursa, öz-
rin salt belli bir dönem için geçerli ol- gürlük ile mülkiyet başta olmak üzere bi-
maları anlanunda gelip geçici değerler reylerin haklarının büyük darbeler alabi-
olup olmadıklarına yönelik ayn bir özen leceğini gerekçe göstererek devlete ola-
gösteriyor olmaları dikkat çekicidir. Dev- bildiğince sınırlı bir görev alanı belirle-
let felsefesinin kaygan bir zemin üstünde mekten yanadırlar. Buna karşı başını Raw-
yapıldığına yönelik giderek arıan farkın­ ls'un çektiği kimi felsefeciler de bireyle-·
dalık uyannca, çözümleyici gelenekte ye- rin temel hak ve özgürlüklerini diledikle-
tişmiş bir felsefecinin kııa felsefesi gele- rince yaşayabilmeleri için, toplumsal ada-
neğinde yetişmiş bir felsefeciyle karşılaş­ let gibi varılmak istenen olumlu sonuçi"l-
tınldığında hem siyasal bir kurum olarak 1.".t ulaşmak adına devletin yetki alanının
devletin kendisine karşı hem de devlet- olabildiğince genişletilmesinin gereği üs-
ten başarması istenenler bağlamında çok tünde durmaktadırlar. Tersi durumda,
daha kuşkucu bir tutum sergilemesi söz devletin güçlendirilmesini savunan bu
konusudur. Yıne aynı durumun doğal bir felsefecilere göre, devlet biçimsel, boş,
uzantısı olarak, Doğulu bir meslektaşına olmasa da olur bir yapınu olmaktan ö-
oranla Batılı bir devlet felsefecisinin bir teye geçemeyecektir. Yıne bu aynı sorun
yanda dinin siyasetteki yerine ilişkin ola- l>ağlamında yararcılar, devletin yurttaşla­
rak, öbür yanda bireyin doğasının devle- rının maddi çıkarlarını korumak gibi a-
tin doğası üzerinde belirleyiciliği komı­ raçsal bir ödevi bulunduğunun alunı çi-
sunda çok daha keskin varsayımlarda zerlerken, buna karşı devletçilerse yurt-
bulunduğu daha ilk bakışta göze çarpan taşların kamusal erdemi ancak devlet et-
bir ayrılıktır. kinliklerine kaulmak yoluyla edinebile-
Devlet, çağdaş siyaset felsefesinde de cekleri düşüncesine dayanarak, devletin
kilit değerde önemi bulunan bir kavram- her durumda doğası gereği iyi roller üs-
dır. Bu durumu ömeklemek gerekirse, tüne kurulu olduğunu savunmaktadırlar.
çeşitli toplumsal adalet kuramaları orta- Devletin rolünün ister daralulması ge-
ya koyduklan arılayışlarda, toplumsal a- rektiği savunulsun isterse genişletilmesi
daletin sağlanmasında doğrudan devlet- gerektiği, her iki düşünceyi savunan fel-
lerce yerine getirilmesi gereken ilke ya da sefecilerin de günümüzde devletin işleyi­
ilkelerin neler olduğunu araştırmaktadır­ ~nden büyük rahatsızlık duydukları açık­
lar. Yine bu alandaki geleneksel pek çok ur. Yaşanan savaşlar nedeniyle sık sık ke-
soruya verilen yanıtın özünde devletten sintiye uğrayan "dünya devletler sistemi"
ne anlaşıldığına dayalı olduğu görülmek- ni de aynı biçimde yetersiz bulan çoğu
tedir. Sözgelimi, ahlaklı olmak adına dev- felsefecinin, devletten yerine getirmesi
letin koyduğu yasalaı::a uyıılınası gerekip beklenen temel işlevlerin tarih boyunca
gerekmediği, özgürlüğün devlet tarafın­ yerine getirilmemiş olmasına dayanaı::ak,
dan kısıtlanması mı yoksa çoğaltılıp ko- söz konusu işlevleri başka araçlarla ger-
runması mı gerektiği bunlardan yalnızca çekleştirme arayışına girdikleri görülmek-
ikisidir. XX. yüzyıl devlet felsefesi tar- tedir. Bu arayış çerçevesinde, kimi felse-
tışmalarında sıklıkla üstünde durulan ö- feciler anarşist yönleriyle dikkat çeken a-
nemli bir soru, devletin gerçek anlamda ı::açları öne çıkarırlarken, kimileri de belli
Dewey,John 374

halk örgütlenmelerini desteklemek yo- nan dünya devleti düşüncesi, özellikle


luyla sivil inisiyatifi daha etkin bir bi- küreselleşen dünya süreci ile Avrupa Bir-
çimde devreye sokmanın peşindedirler. liği'nin genişleme süreci göz önünde bu-
Buna karşı devlet kuramcılarının önemli lundurulduğunda getçekleşmesi hiç de
bir bölümü, özellikle modem koşullar dü- olanaksız olmayan bir tasan olarak de-
şünüldüğünde, devletin her bakımdan a- ğerlendirilebilir. Nitekim bu bağlamda şu
narşiye. karşı tercih edilir bir konumda anki ulus devlet merkezli siyasal yapının
olduğunu tanıtlamaya çalışmaktadırlar. sorunlarının içinden çıkılmaz bir hal al-
Bu bağlamda, devleti yıkmaya yönelik dıkları, üstelik bunların ancak dünya dev-
her türden anarşist önerinin birtakım ö- letine geçilmesiyle ortadan kalkacakları i-
nemli toplumsal yaşam sorunlarını göz- leri sürülmektedir. En basitinden söyle-
ardı ettiğine, özellikle karmaşık toplum- necek olursa, dünya devleti kurulunca u-
larda merkezi bir otorite olmaksızın an- lus devletler arasında yaşanan anlaşmaz­
cak devletin sağlayabileceği temel yarar- lıklar ile savaşların varlık zemini ortadan
lan gözden çıkarmak gibi istenmeyen so- kalkacaknr. Bunun yanında, kendi yurt-
nuçlar doğurabileceğinı: parmak basıl­ taşlarının çıkarlarını ve refahlarını ancak
maktadır. Devletin yapıp etmeleri kendi öteki devletlerin yurttaşlarını sömürmek
sınırlan içinde baskıcılık, teror, eşitsi?Jik, pahasına gözeten devletlerin kayboluşuy­
toplumsal ve ekonomik adaletsizlik gibi la, tek bir dünya devletinde bölgelerarası
belli türden sakıncalar ya da istenmeyen eşitsizliklerin giderilmesi daha kolay ola-
sonuçlar içeriyor olsa da önemli olan caktır. Daha açık söylemek gerekirse, bu
devleti bütünüyle ortadan kaldırmak de- öneriyi savunan felsefecilere göre, dev-
i,>il bu sakıncaları ya da istenmeyen so- letlerin kendi inisiyatiflerine bırakılama­
nuçlan devlet manağı içinde (örneğin li- yacak denli önemli bir konu olan adalet
beral devlet anlayışlarında görüldüğü ü- ancak uluslarötesi bir ölçekte ulaşılabile­
zere) en aza indirgemenin, buna karşı da cek insanlığın en temel ülküsüdür. Ayn-
devletin olumlu yönlerini en üst düzeye ca bkz. siyaset felsefesi; toplum felse-
çıkarmanın yollarını aramaknr. fesi; anarşizm.
Devlete karşı önerilen anarşist olma-
yan bir başka seçenek de devlet olma- Dewey, John (1859-1952) Pragrnacılı­
masına karşın devletin bütün niteliklerini ğın bir uyarlaması olan araççılığı gelişti­
taşıyıp yükümlülüklerini yerine getirecek, ren, ABD'de "ilerlemecilik" olarak bili-
kendisine denk bir ikinci örgütlenmeyi nen eğitim felsefesi öğretisini ortaya ko-
daha bütünüyle gereksiz kılacak çoku- yan, toplumsal ve siyasal konularda eleş­
luslu evrendeşçi bir örgütlenmedir. Ulus tirileriyle tanınan ve deneyimciliğin (expe-
devlet modelinin yerine önerilen böyle rimentalism) en önde gelen savunucula-
bir örgütlenmenin nüfusu bütün bir in- rından biri olan Amerikalı filozof.
sanlık olarak gösterilirken, üzerine ku- Vermont'a bağlı Burlington'da doğan
rulduf,1\1 toprak parçasının sınırlanysa bü- Dewey burada çeşitli devlet. okullarında
tün bir dünya olarak çizilmektedir. Ge- öğrenim gördükten sonra İskoç ortakgö-
rek hukuk gerekse güç bakımından öteki rü gerçekçiliğinin etkisinin açık biçimde
bütün siyasal örgütlenmelerin üzerinde görüldüğü Vermont Üniversitesi'ni bitir-
görülen bu dünya devletinin kurulmasıy­ di (1879). Doktorasını Yeni Hegelci gö-
la, egemenliklerinin ortadan kalkmasına rüşlerle ilk kez tanıştığı Johns Hopkins
bağlı olarak ulus devletlerin de silinip git- Üniversitesi'nde yaptı (1884). Minnesota
mesiyle birlikte ulus devletler düzeninde (1888-1889), Michigan (1884-1888, 1889-
yaşanan pek çok olumsuzluğun da kökü 1894), "Dewey Okulu" ya da "Labora-
kazınmış olacaknr. XVIII. yüzyıldan iti- tuvar Okul" olarak bilenen deneysel Ü-
baren ciddi biçimde tarnşılmaya başla- niversite İlkokulu'nu kurduğu Chicago
375 Dewey,John

(1894-1904) ve Columbia üniversitele- rimci biyolojisinden açıkça etkilendiği


rinde (bu son üniversitede l 904'den e- görülen bu düşüncelerinin ardından De-
mekli olduğu 1930'a kadar ve emeklili- wcy, seyirci/izleyici bilgikuramıru toptan
ğinden sonra olmak üzere toplam 47 yıl) reddeder. Ona göre, ge!İ:neksel bilgiku-
ders verdi. Dewcy, ayrıca, Moskova du- 111mlan özne ile nesneyi (bilen/bilinen)
ruşmalarında Troçki'ye yöneltilen suçla- ayırmış, ikisi arasındaki ilişkileri gizemli
malar karşısında Troçki'nin savunmasını bir hale getirmiştir. Doğanın bir parçası
dinlemek üzere 1938'de Mcxico'ya giden olan insanın başlıca amacı, doğal ve top-
komisyonun başkanlığını yapb. Russell'ı, lumsal çevreye uyum sağlamaktır. Dene-
önu Ncw York Kolcji'nden atmaya çalı­ yim bu çerçevede gerçekleşir ve orga-
şan muhafazakarlara karşı savundu. A- nizmanın çevresiyle arasındaki işlemler,
merikan Üniversite Profesörleri Derne- alışverişlerdir. Dewcy'e göre bilgi, olgu-
ği'nin kurucuları arasında yer aldı. 1938' lann edilgen bir biçimde gözlenmesi ve
de Amerikan Felsefe Derneği'nin ömür kaydedilmesi değil, çevremizle etkileşi­
boyu onursal başkanlığına getirildi. N11111 mimizi daha uyumlu hale getirmede bize
RtjJ11h/ir \'e Nnıio11 gibi liberal eğilimli sü- yol göst.erecek kavramların oluşturulma­
reli yayınlarda popüler yazılar yazdı. sı için yapıa bir etkinliktir. Düşünme ve
Dcwey için felsefe, bütün pragmaa- düşünme sonucu ortaya çıkan kavramsal
lar için olduğu gibi, gündelik hayattan çerçeveler (bilgı) de uyum sürecinde or-
kopuk, pratik hayatın sorunlarını oldu- taya çıkan sorunsal durumlann çözümü
ğundan daha da karmaşık ve anlaşılmaz için organizmanın verdiği bir tepki ve
hale getiren düşünsel bir uğraşı değil, çözüm için bir araçtır. İşte Dcwey'in a-
pmtik, insanlann sorunlanrun çözümüne mççılığımn özü de bumda yatmaktadır.
yardımcı bir uğraş olmalıdır. Dewey'e gö- Dewey'e göre bilimsel düşüncenin
re, örneğin, "bilgi olanaklı mıdır?" türün- olmazsa olmazı "araştırma", çevreye alı­
den sorularla uğraşmak boşunadır. Felse- şılmış tarzda verilen tepkilerin ihtiyaç ve
fi soruşturma çeşitli insan etkinliklerinin arzulann karşılanmasında yetersiz kaldığı
somnlanndan hareket etmeli ve onlara sorunsal durumun fark edilmesi ile baş­
çözüm getiren düşünceler ortaya koyma- lar. Doğal olarak sorunsal durumlar da
lıdır. 'Bu bakımdan, Dcwcy'in felsefece insanın çevreye alışılmış tarzda verdiği
duruşunun kökleri Bacon'a uzanan bir tepkilerin ihtiyaç ve arzulann karşılan­
felsefe ve bilgi anlayışı çizgisinde yol al- masında yetersiz kaldığı durumlardır. A-
dığı söylenebilir. raştımtanın ikinci aşaması, durumun ta-
Dcwey, geleneksel felsefedeki amaç- nımlanmasıdır. Üçüncü aşamaysa, sorun-
araç, ruh-beden, bireysel-toplumsal, dü- sal duruma önsavh çözümler olanık dü-
şünce-eylem, organizma-çevre, insan-do- şüncelerin, varsayımların, kuramlann ge-
ğa, dünyevi-dinsel, olgu-değer gibi karşıt liştirildiği derinlemesine yürütülen dü-
ikiliklere dayalı her türden ikiciliğe karşı şünme aşamasıdır. Son aşamada ise ge-
çıkar. Ona göre bu iki(ci.)likler, farklı top- liştirilen bu çözümler (varsayımlar, ku-
lumsal sistemlerin ve kültürlerin kalıntı­ mmlar vb.) test edilip sınamadan geçiri-
larıdır ve felsefe adına yararlı olmak şöy­ lir. Bu bağlamda Dcwey için bilimsel dü-
le dursun işleri daha da karmaşıkl&ştır­ şünme ve amştırma, sağduyunun (ortak-
makıadırlar. görünün) gelişmiş, iyiden iyiye işlenmiş
Dcwey'e göre insan biyolojik evrimin biçiminden başka bir şey değildir.
bir ürünüdür ve doğanın bir parçasıdır. Dcwey'e göre, doğruluk, seyirci/izle-
Doğa ise sürekli oluşum halinde olan or- yici bilgikummında -bilen özne ile bili-
ganik bir bütündür. Onda kökten ko- nen nesne aynmına dayalı tüm bilgiku-
pukluklara ve ikiliklere yer yoktur. Ev- mmlannda- savunulduğu üzere, inanç-
rimcilikten, daha doğrusu dönemin ev- larla olgular amsında bir uygunluk, ör-
Dewey,John 376

tüşme ya da karşılıklı olma ilişkisi değil, sal zeka" bazen de "bir yaşam biçimi
tüm pragmacılarda olduğu üzere, pra- olarak demokrasi" adını verir. Bir yaşam
tikte başarılı olandır: "Doğruluk işgören tarzı olarak demokrasinin bütün insan
ya da doyum sağlayan şeydir." Eğer araş­ topluluklan için bir norm olabileceğini
urma sürecinde geliştirilen çözüm öne- söyler. Dewey'e göre, demokratik yaşarI'
rileri sorunsal durumu gidermekte başa­ kişilere saygıyı içerir ve bu "saygı" her-
nlı olursa, o araştırmanın vardığı sonuç- kesin "iyinin inşası"na kao.lma hakkı ol-
lar doğru diye kabul edilebilir. Dewey'e duğunu, bireylerin birbirlerine açık ol-
göre, kesinlik diye bir şey yoktur. Ona maları, özgür ve dürüst iletişimde bulun-
göre insan yanılabilir; pragmacılığın tüm maları gerektiğini ifade eder.
savunucuları gibi Dewey de yanılabilirci­ Dewey'e göre ahlakın amacı, insanın
liği elden bırakmaz. Son çözümlemede, iyi bir yaşam sürebilmesi için önüne çı­
Dewey için bilimdeki doğrular ile inanç- kan engelleri nasıl aşacağını ona göster-
lara ilişkin doğrular arasında insan yaşa­ mektir. Kuşkusuz ahlaksal sorunlar so-
mını ilgilendirmesi bakımından bir fark mut durumlarda onaya çıkarlar ve çö-
yoktur. Gerek bilimsel kuramlar gerekse zümleri de yine, yukarda sözü edilen a-
inanca dayalı tasarımlar olsun, bunların raşurma yönteminde yatmaktadır. De-
insan yaşamına en ufak bir katkıda bu- wey ahlik yaşamının deneyimlenmesinin
lunmaksızın kendi başlarına doğruluk bil- felaketlerle olduğu denli sayısız mutlu-
dirdiklerini öne sürmeleri, genelde prag- luklarla da dolu olduğunu düşünür. Sıra­
macılık özeldeyse Dewey için hiçbir an- dan yaşamlarda olup bitenler birbirine
lam taşımamaktadır. Uygulama bağlamın­ benzer bağlanımlar, tutkular ve korkular
da insan yaşamında pratik olarak hiçbir çevresinde döner. Dewey bu noktada fel-
olumlu değişikliğe yol açmıyorsa, şu ya sefenin üstüne düşen görevin insanlara
da bu kuramın ya da tasarımın doğru ol- tüm yapıp etmelerinde, bütün eylemle-
masının hiçbir önemi yoktur. rinde yardımcı olabilecek seçenekler ve
Dewey'in bilgikuramı, manuk ve ruh- yöntemler sunmak olduğuna inanır. Bu,
bilim üzerine katkıları yanında toplum felsefenin iru;anın kendini gerçekleştirme
felsefesi, ahlak felsefesi ve özellikle eği­ ve özgürleştimie tasarısına yol göster-
tim felsefesi alanlarında da özgün katkı­ mesinin en iyi yoludur. İnsanı yaşam yo-
ları olmuş; estetik ve din üzerine de üs- lunda zora sokan her duruma insanın
tünden atlanamayacak görüşler ortaya kendisini gerçekleştirme yolunda önüne
koymuştur. Dewey'in felsefesinin ana çıkan birer fırsat· olarak da bakılabilir.
kavramı "deneyim"dir ve tüm bu sözko- Her durumun kendine özgü sallanulı de-
nusu alanlardaki görüşleri de bu ana kav- ğerleri çok daha kapsamlı bütünlüklerde
ram çerçevesinde geliştirilen düşünceler­ açıklığa kavuşturulabilir ve türlü türlü
den oluşmaktadır. engeller ile tehditlere karşı daha bir gü-
Dewey'e göre ideal toplum, bütün bi- venli kılınabilir. Dewe'y bu yol yordama
reyler için en üst düzey gelişmeye olanak ya da yönteme "iyinin inşası" adını verir.
veren toplumdur. Dewey, bu toplumun Kişi daha önceden sunulmuş doğru dav-
demokratik toplum olduğunu ileri sürer. ranış kalıplarına uymak yerine özgün e-
Ona göre toplumsal sorunlara büyük ba- ğilimlerini ayın etmek ve organizma ile
şarı hedefleriyle yönelmemiz, toplumsal çevrenin enerjisini kendi yararına doruk
davranışımızı da bu davranışın gerçekte noktasına taşımak için yeni bir durum
neye yol açacağını iyice hesaplayarak ve C'davranış sanau") inşa etmelidir. Unut-
alternatiflerinin neler sunduğunu göz ö- mamalıdır ki ahlak alanında da genel il-
nüne alarak yeniden ve yeniden değer­ keler yoktur.
lendirmemiz gerekir. Dewey bu türden Dewey'e göre eğitim ise geleceğe dö-
düşünmeye ve eylemeye bazen "toplum- nüktür; gelecekse belirsizdir. Bu nedenle
377 Dewey,John

eğitimin amaa, öğrenciye yalnızca bilgi nrnlannın yadsıııışı gibi izlekler, son za-
aktarmak değil, öğrenciye gelecekte or- manlarda Quine, Putnam ve r.orty gibi
taya çıkabilecek yeni durumları değerlen­ genelde pragmacı yönelimleri de olan fi-
dimıeye ve başgösteren sorunların üste- lozoflar eliyle yeniden su iistüne çıkarıl­
sinden gelmek için stratejiler oluşturma­ dıklarıl'\dan Dewey'in düşünceleri de ye-
fd yardımcı olacak alışkıınlıklan kazan- niden gözde bir konuma yükselmiştir.
dırrnıık, özellikle de ondaki eleştirel dü- Dewey Cumhuriyetin ilk yıllannda e-
şünme yetisini geliştirmektir. Okul deni- ğitimin yeniden düzenlenmesi konusun-
len kurumda, işbirliği ve birarada yaşama da danışmanlık yapmak üzere Türkiye'ye
ruhu gibi demokratik alışkanlıkları ka- de gelmiş (9 Haziran-18 Eylül 1924) ve
zandırmalıdır. Tüm bunlan gerçekleşti­ iki rapor yazmıştır. Tüi:k eğitimini özel-
rirlcen de, çocuğun ilgi alanlan dikkate likle Mı..stafa Necati'rıin Milli Eğitim
alınmalı ve eğitim bunlann üzerine ku- Bakanlığı zamanında etkilemiştir. O yıl­
rulmalıdır. Okul toplumsal yaşamın bir larda Etiıim vt Demokraılsi çevrilmiş ve
uzantısı olarak görülmeli ve küçük bir Türkiye'de öğretmen okullanndan me-
topluluk gibi örgütlenmelidir; başka bir zun olan öğretmenlere bakanlık tarafın­
deyişle okı.ıl yaşamını toplumsal yaşamla dan hediye edilmiştir. Dcwey, 1924-1925
bir tutmalı ve okulu çalışmanın, öğren­ yıllannda Türkiye ile ilgili makaleler de
menin ve sorunlann altından kalkmanın yazmıştır: "Secularizing a TI1cocracy"
gerçek anlamını kazandığı i~evscl küçük C'Dinerkinin Laikleştirilmesi'); "Angora,
bir toplum durumuna getirmelidir. Bu the New" C'Yeni Ankara'); "Foreign
noktada öğretmene düşen görevse ken- Schools in Turkey" C'Türlciye'de Yaban-
dini bir "üst" olarak ·görüp altındaki öğ-. cı Okullar'); ''The Turkish Tragedy"
rcncilerine emirler yağdırmak değil, tam C'Türk Trajedisi''); "1'he Problem of
tersine kendisini de öğrencileriyle birlik- Turkcy'' (''Türkiye Sorunu').
te çalışan -ve öğrenen- biri olarak gö- Dewey'in başlıca çalışmalan arasında
rüp onlann her yönüyle gelişmesi için Prydıolo,g (Psikoloji, 1887); Tbe Sçbool anıl
yol göstermektir. Son çözümlemede, Dc- SodttJ, (Okul ve Toplum/Mektep ve Ce-
wcy kendi döneminin aşın biçimsel ve miyet, Türkiye'de l 930'da yayımlanmış­
katı eğitim anlayışı ile pratiklerine tü- ur); Etbi."s (Etik, J. H. Tufts ile birlikte,
müyle karşı çıkmış; koyu bir disipline . l 908); Moral Prinaples it1 Eıl11"1liot1 (Eği­
dayalı eğitim anlayışı yerine, bilgi arayışı timde Ahlak İlkeleri/Terbiyede Ahlak
yolunda öğrencinin kendi deneyimlerini Prensipleri, J. H. Tufts ile birlikte, 1909,
değerlendirip işlediği, bireysel ilginin ve Türkiye'de 1934'te yayımlanmışur); Jçh-
~banın öne çıktığı bir eğitim anlayışını uols ef T1111ıonvıı•, (Ymnın Okulları/Yarı­
savunmuştur. nın Mektepleri, 1915, Türkiye'de 1938'
Dewey aynca ruhbilime de önemli de yayımlanmıştır); Dema&ra!J mııl Eıl11m­
katkılarda bulunmuş ve ..Ruhbilimde lwt1, (Demokrasi ve Eğitim,1916, Tür-
Tepke Yayı Kavramı" C'The Reflex Arr: kiye'de l 926'da yayımlanmış ur); Reıvt1s·
Concept in Psychology') adlı yazısıyla ll7ldİIJ11 İti Philosopl?J (Felsefede Yeniden
işle\'Sel ruhbilimin temcllerini atmıştır. İnşa, 1920); Hnman Natıtrr anıl Cot1Jnçt
Çözümleyici felsefe geleneğinin A- (İnsan Doğası ve Davranışı, 1922); Ex-
merika'ya uzanıp egemen felsefe anlayışı ptrima anıl Na111rr (Deneyim ve Doğa,
haline gelmesiyle unutulur gibi olan De- 1925); The P11b/iç anıl Itt hobltnıs (Kamu
wcy'in görüşleri uzun yıllar sadece eğitim ve Sorunları, 1927); Tht Qnestfar Certaitı{J
alanında etkisini sürdürmüştür. Ancak (Kesinlik Arayışı, 1929); Pbi/osopl?J anıl
Dcwcy'in felsefesindeki bütüncülük, te- Ovili!{flti'on (Felsefe ve Uygarlık, 1932); A
meldencilik karşıtlığı, bağlamcılık, işlev­ Co111111on Faitb (Ortak Bir İnanç, 1934);
selcilik, bilim-felsefe ile kuram-pratik ay- Aıt as Experiena (Deneyim Olarak Sanat,
dharma 378

1934); Ubtralism and Sanal Adio11 (Libe- duyu organı (göz, kulak, burun, dil, be-
rdlizm ve Toplumsal Eylem, 1935); Ex- den, zihin) ile bunlara karşılık gelen altı
perima and Ed11cation, (Deneyim ve Eği­ duyu nesnesiyle (görme, ses, koklama,
tim/Tecrübe ve Eğitim, 1938, Türkiye' tat, dokunma, zihin nesnesi) birlikte
de 1966'da yayımlanmıştır); Loti.-: Tbt bunların sayısı on ikidir.
Theory of Inq11iry (Mantık: Araştırma Ku- Dhatu ("öğeler') bilincin on iki teme-
ramı, 1938); Frudom and Cuhıırr (Özgür- line eklenen altı tür bilince işaret eder
lük ve Kültür, 1939, Türkiye'<le 1962, (görsel bilinç, işitsel bilinç, koklamayla
1964 ve 1988'de yayımlanmıştır); Prob- ilgili bilinç, tatmayla ilgili bilinç, dokun-
kms of Mm (İnsanlığın Sorunları, 1946) mayla ilgili bilinç, zihinsel bilinç).
sayılabilir. Bunlara Türkçe'de yayımlan­ Böylelikle tüm varlık alanı (dharma)
mış iki çeviri daha eklenebilir: Tiirk!Je Ma- beş birarada olma ulamının (skandha) ya
arifi Halekntda 'Rapor, 1924, 1934, 1939, da bilincin on iki temelinin ('!)atana) ya
1952; küçük broşür halinde How We da on sekiz öğenin (dhattı) terimleriyle
Thitık'den (Nasıl Düşünüyoruz?, 1910) betimlenebilir. Bunlar ilk kanonik kay-
bir bölümün çevirisi, Diipinanin T erh!Jui, naklardaki üç tür sınıflamadır. En yaygın
1952. Aynca bkz. pragmacılık; araççı­ olanıysa ilkidir; diğer ikisi sonradan ek-
lık. lenmiştir.
Nesnel sınıflamada ise dharmalar beşe
dharma (San.) [Pal. dham111a] Hint di- ayrılır: i) mpa (madde); ii) atla (bilinç); iii)
ninde erdem, erdemlilik, evrenin yasası atasika (zihin durumlan ile özelliklen);
demeye gelen kavram. Dharma olmasa iv) ,ifıa-vipr'!)t1kta-ı0111skara (ne zihinsel
evren dağılır: Y asa'nın karşıtı kaostur (ad- ne maddesel olan ama her ikisinde de
ha'111a). Buddhacılık'ta da dharma, Budd- ortak olan güçler); v) Manıskrta (koşul­
ha'nın keşfedip bildirdiği, "evrenin yasa- suz).
sı" dır; Buddhaa öğretidir. Kişi ancak Madde (mpa) içine girilemezdir, sert-
dharmayı kavrayarak aydınlanmaya (*Nir- tir. Beş duyu organı ile beş duyu verisini
11t111dya) erişebilir. Buddhacılığa göre aynı içerir. Madde ya birincildir (bh11ta) ya da
zamanda varlığın özünü oluşturan dhar- ikincil (bhatıtika). Birincil olanlar yer, su,
111alar yalın (prthag) olduklarında sonul- ateş, hava olmak üzere dört tanedir.
durlar. Ağaç, taş, insan gibi tek tek şeyler Bunlar nitelikleriyle bilinirler: katılık, yaş­
varlığın bu sonul öğelerinin birer küme- lık, ısı, devinim. Bunların birleştirme, a-
sidir; biraradalığıdır (skandha). yırma, çoğaltma gibi işlevleri vardır.
SatVMIİ11ada adlı bir kitapta toplam 75 Altı duyu orgaruna bağlı olarak altı
dharma olduğu yazılıdır. Bunlardan 72 ta- bilinçten (ıitta, vij11a11a) söz edilir ama
nesi koşula bağlı görüngüler (sanukrta); 3 Theravadacılar 89, Yogacaracılar da 7
tanesi de koşula bağlı olmayan, varlığı tür bilincin olduğunu söyler.
yalnızca usla kabul edilen tözlerdir. Cetasika (zihin durumları ile özellik-
Öznel sınıflamada dharmalar skandha, len) 36 tanedir. İyi (kmala) durumlarla
'!)atana, dbabı olmak üzere üçe aynlır. birlikte olan 10 tane genel özellik; 6 te-
Skandba ("öbekler") kişide (aynca va- mel tutku (klesas); 2 tane kötü (akuıala)
~lan her şeyde) bulunan beş birarada zihinsel özellik; 10 tane ikincil tutku (11-
olma ulamına karşılık gelir. Bu ulaınlar pakksa); 8 tane de orta öğe vardır.
şunlardır. i) mpa (maddesel, cisimsel ö- Citta-l!iprayııkta-samskara doğmak, ya-
ğeler); iı) vedana (his); iiı) samjna (algı, şam sürmek, çöküş, ölüm gibi 14 işleve
kavrayış); iv) samskara (güç, irade); v) vij- işaret eder.
nana (saf bilinç). Sonuncu öğe olan Mamıkrta ise dün-
Ayatana bilinç ile bilincin öğelerinin yasal süreçlerin dinamiğiyle ilgilidir. Ay-
ortaya çıktığı "kapı" demeye gelir. Altı nca bkz. adharma; Buddha; Hint fel-
379 dia/elctilce

selesi; Theravada Buddhacılığı; Üç algılanabilecek biçimde kendini dışlaş­


Mücevher. tırması ya da dillendirmesi.

dhyana (San.) [Pal. Jhanai Çin. Cb't.m; dııavurumculuk [İng. exprtssionisnr, Fr.
Jap. Zm] Sanskritçe meditasyon demeye eJı:prtı.rionismr,
Alm. exprts.rionirm111] 1. (sa-
gelir. Upastll1a sözcüğüyle de anlatılan nat) XIX. yüzyılın sonları ile XX. yüzyı­
meditasyon için çoğunlukla kullanılan lın başlarında Avrupa'da "güzel sanat-
kııvnımdır. Ne ki, Bıı.tı'da genellikle Ja- lar"da boy gösteren; izlenimcilik ve do-
ponca adıyla, yani Zen diye bilinir. Bu ğalcılığın karşıtı olan; olayların, varlıkla­
kavram, zihinsel yoğunlaşmayı amaçla- nn, gerçekte oWuklan gibi değil de sa-
yan Buddhaa meditasyon tekniklerini, natçının iç dünyasına göre betimlenmesi,
bir de bu teknikler sonucu ulaşılan du- sanatçının duygularını yansıtması anlayı·
rumu anlatır. *l'oga tekniklerine benzer şına dayanan modem sanat akımı. 2. fes·
tl/oana (meditasyon) teknikleri kullanıla­ itlik) Dışavurumcu sanat kuramında sa-
rak ya da zihnin etkinliklerini denetle- natçııun yaratma sürecinin özünde, dış
mek için zihinsel yoğunlaşmaya varıla­ dünyaya ya da görünüşlere odaklanmak
rak, aşama aşama tüm bağımlılıklardan yerine, yaşamın iç gerçeğine, ruhsal ya da
kurı.ıılmak amaçlaıur. tinsel yaşantılara yönelmenin yattığını;
"sanat" denilen şeyin nesnel doğıının
dı§apadayıı [İng. txplo.riotr, Fr. explosion; yansıtılması olarak düşünüldüğünde "gü-
Alm. explo.rion] Son dönem Fransız post- dük" kalacağını; sanatın, sanatçının duy-
modern felsefesinin önde gelen düşünü­ gıılarııun ya da duygulaıumının bir dışa­
rü Baudrillard'ın postmodern dönemin vurumu olarak okunması gerektiğini sa-
belirleyici özniteliği "içe göçme"/"içcgö- vunan anlayış. 3. (elik) Ahlak felsefesin-
çüş" sürecinin tam karşısına yerleştirdiği, de daha çok "duygucııluk" diye adlandı­
postmodem öncesi modem dönemi an- nlmasına karşın, kimi zaman değer yar·
lamada kilit bir değeri bulunan toplum- gılannın yalnızca duygulann dışavurum­
sal görüngü. Buna göre modem çağda lanndan ibaret olduğunu öne süren öğ·
"dışan padama" /"dışapatlayış" sürecinin retiyi nitelemek için kullanılan terim.
en iyi görülebileceği yeder anısında, tek-
nolojikleştiği yetmiyormuş gibi giderek dı§rak [İng. tJı.'Olerir, Fr. Lwıiriq11t; Alm.
daha da bir dijitalleşen bilimin önü alı­ e.wteri.rdı; Lat. exoıerimr, es. t. barid] "İç·
namaz yükselişi; güzel sanatlardaki ya- rek" karşıtı olarak kökeni ilkçağ Yunan
pıtlardan makineleşmeyle geçilen seri ü- felsefe okullarına, özellikle de Aristote-
retime dek bütün her şeyin metalaşması; les'in Lykeion'una dek uzaruu:ı; dışa açık
çokuluslu şirketlerin küreselleşme yuttur- olan, yalıuzca belli bir insan topluluğuna,
macası altında dünyayı sömürgeleştirmc­ belli bir okulun ya da grubun üyelerine
leri; ulaşım, dolaşım,
üretim, yayım, da- değil de tüm kamuya açık olan, belli bir.
ğıtım ağlarının
padama derecesinde bü- azınlığın ya da seçilmiş kişilerin emrine
tün dünyayı sarması olgulan başı çek- değil de halkın yararına sunulan bilgi ya
mektedir. Aynca bkz. Baudrillard, Je- da öğretileri nitelemek için kullanılan te-
an; içegöçüf. rim.

dışavuruni [İng. expm.rio,,., Fr. exprts.rioıı; diairesis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
Alm. aımlnt...C]
Ruhsal olayların, içsel ya- sinde, özellikle de Platon ile Aristote-
şantılann belirli simge, gösteıge ya da les 'te, "ayırma" ya da "bölümleme" an·
anlaıımlarla dışa verilmesi; insan ruhu- lamıırda kullanılan terim.
nun "iç gerçeği"nin betimleme yoluyla
dışa yansıtılması; insan tininin dışarıdan dia/ektike (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
dianoia 380

sinde, özellikle de Platon'da, felsefece te, "ayrım" ya da "özgül ayrım'' anla-


düşünmenin bilgisine götüren yol; felse- nunda kullanılan terim: "ayıncı özellik".
fece düşünmenin mantığa dayalı en yük-
sek yöntemi: *diyalektik. diathesis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
Sokrates için dialekıike, soru sorma ve sinde, özellikle de Aristoteles 'te, alışkan­
yanıtlama yordamına yaslanan, karşıtlık­ lıktan kaynaklanan "yatkınlık" ya da "w-
lar içinde yol alan bir karşılıklı konuşma tum" anlamında kullanılan terim. Dia-
ve düşünme (ya da tartışma) yöntemi o- thesir ruhun çok daha kalıa ya da sürekli
larak, bizi "doğru"ya ulaştıracak kavram- bir durumu olan *heksis'le ("huy') karşıt­
ların, özellikle de ahlaki kavramların, ke- lık oluşturur.
sin tanımlarına varabileceğimiz bir us-
lamlama ya da akılyürütme yöntemi ola- diatia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde,
rak işlev görür. Platon ise diakktiklye özellikle de Aristoteles 'te, insanın içinde
varlıkbilgisel bir anlam yükler: "İdeaların bulunduğu koşullan ya da yaşadığı orta-
bilgisine götüren yol". Buna karşılık Aris- mı ifade etmek için kullanılan terim: "ya-
toteles, Platon'un terime yüklediği bu şanan çevre".
"ağır" ödevi yadsıyarak, diakkıike'yi bir
"tanıtlama yolu" olarak mantık alanına dictum de omni et de nııUo (Lat.) bkz.
geri çeker. Ayrıca bkz. tasım tasım.

dianoia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe- didaska/ia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
sinde en genel anlanuyla "düşünme e- sinde paideia ile birlikte "eğitim" için kul-
dimi ya da yetisi"; aklın duyulardan ba- lanılan diğer terim.
ğımsız olarak anlama, kavrama yetisi:
"düşünü". Diderot, Denis (1713-1784) Usçu fel-
Platoncu çizgide dianoia, *doksa (kanı; sefeye ve insan bilgisinin ilerlemesine du-
sanı) ile *noesis (sezgisel bilgi) arasında yulan inanca dayalı olarak bütün sanat ve
yer alan; düşünceye, akılyürütmeye dayalı bilim dallarının temel ilke ve uygulama-
bilme türüne karşılık gelir (Devkı, 5 tod- larını biraraya getirmeyi hedefleyen An-
51 le). Aristoteles'te ise kavramlar ara- siklopedlnin genel yayın yönetmeni ve
sında karşılaştırmalar yapma, onları ayır­ Aydınlanma'nın önde gelen düşünürle­
ma ve birleştirme türünden çok daha rinden Fransız oyun ve roman yazan,
genel bir düşünsel etkinliği ifade e.ler. sanat ve yazın eleştirmeni. Diderot dö-
Aristoteles 'te dianoi11 sezgisel bilginin kar- neminin diğer ünlü simaları arasından
şısında yer alan giJinıli, tasımsal akılyü­ dinsel ve siyasal otoritelere karşı sergile-
rütmeye karşılık gelir (İkittı:i Cözji111/e11ıeler diği ödünsüz düşünsel tavrıyla sıyrılsa da
II, lOOb). Aristoteles di1111oia'yı alt türlere Montesquieu, Voltaire, Rousseaıı gibi çağ­
de ayırnuştır: *episteme, salt kendisi için daşlannın aksine bütünlüklü bir öğreti ü-
ulaşılmak istenen bilgi; *tekh11e, bir şey zerine irışa edilmiş bir felsefe anlayışı ge-
üretmek için kullanılan, uygulanan bilgi; liştirememiştir.
*phronesis, nasıl davranacağımıza, eyleme- İlk önemli yapıtı Felteftn Diifiinnkt'de
mize yol gösteren bilgidir (İkinci Çiiz!im- (Pensees philosophiques, 1746) büyük öl-
kıneler I, 89b). Terim Stoacılıkta ise *hege- çüde bir yıl önce A11 Inq11iry Co11rernitıg
ınonikoıt -ruhun yönlendirme, yol göster- Virt11e or Meni (Erdem ya da Fazilet Üze-
me yetisi- ile aynı anlamda kullanılmış­ rine Bir İnceleme, 1699) adlı yapıunın
tır. bir çevirisini yayımladığı Shaftesbury'den
esinlenerek Hıristiyanlığa karşı yaradancı
diaphora (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe- bir felsefeyi savunan Diderot'nun felsefi
sinde, özellikle de Platon ile Aristoteles' bakışı radikal yaradancılıktan radikal tan-
381 didifim

ntanımazcılığa doğru bir evrim gösterir. yola çıkarak Ansiklopetli için yazdığı "Ön-
Diderot yöntem açısından Descartcs ve söz"le (DisaJ11rs priliminnirr, 1751) birlikte
Leibniz gibi usçu filozoflardan çok Ba- Aydınlanma'nın genel bir manifestosı1 ni-
ron ile Lockc gibi deneyci fılozoflara teliğintle okunabilir. Diderot'nun "An-
yaklaştığı maddeci felsefesini geliştirir­ siklopedi" (Enf!Clopltlie, on dktionnairr mi-
ken, maddeci felsefenin hareketin, ya- somıl ıks ı.itt1ttı, ıJu artı et Ju mltitrs,
şamın ve zihnin kökenlerini açıklayama­ 1751-1765) ve yukarıda anılan diğer ya-
yacağı yollu klasik eleştiriyi hareket, ya- pıdan dışındaki önemli felsefi ve bilim-
şam ve zihni oluştumn gizilgüçlcrin sel çalışmaları arasında, dilin işlevini in-
maddenin bütün parçacıklarının temel ö- celediği ve estetiği ele aldığı Sllğlr rt Di/.
zellikleri olduğunu, bu yüzden maddi ol- sizler Üz.erine Melt.INp (Lettre sur les sour-
mayan doğaüstii bir eyleyeni varsaymayn ds et mucts, 1751), XVIII. yüzyıl felsefe
gerek olmadığını ileri sürerek yanıtlar. ııraştırmalarının yöntemine yön veren
Madde ne tekbiçimli bir şey ne de bir Doğanm l'onımlanı11a.rı Ü~rine Dii/iitıtrler
bütiin değildir; parçaaklara afıılabilen öz- (Pensees sur l'interpretation de la nature,
ce farklı öğelerden oluşur. Bu anlamda 1754), maddeci felsefesini diyalektik bir
maddenin hüaeli yapısına ilişkin ilk mo- biçimde sunduğu d:41embtrt ile DiıJmıt A·
dem kuramın Diderot'ya ait olduğu söy- rnsında Konnıma (L'Entrcticn cntrc d'A-
lenebilir. Diderot, Darwinrın evrim ku- lembcrt et Didcrot, 1830) ve 1769'da ya-
ramını da önceleyen dirimselci-maddeci zılmasına karşın ancak 1830'da bu yapı­
evren anlayışının temel öğclerini, duyu tına ·ek olarak basılan aynı bağlamdaki
izlenimlerine bağımlılığı wı:gulayan ve ıJ'Alembert'in Ri!Ja11 (Le Reve de d'Alem-
içerdiği radikal (özellikle tanrıtanımaza) bcrt) sayılabilir. 1762-1774 yıllan arasın­
düşüncelerden dolayı üç ay hapis yatma- da yazdığı ancak ölümünden sonm ya-
sına yol açan Gömtltrin Yan:ınna Körler yımlanan P.ıımeaıı'nnn 1'tğeni (Le Neveu
Hak/unda Me/r.hljı (Lettre sur !es aveugles de Rameau) adlı özyaşamöyküsel izler ta-
a l'usage de ceux qui voient, 1749) adlı şıyan romanı da Hegel, Gocthe ve Marx
çalışmasında ortaya koymuştur. gibi düşünürler tarafından XVIII. yüzyıl
Siyaset felsefesine ilişkin görüşlerini Aydınlanması'nın en iyi işlendiği yapıt o-
derli toplu ve aynnulı bir biçimde yazıya larak nitelenmiştir. Aynca bkz. Ansiklo-
dökmese de Diderot'nun hamisi Rus Ça- pedi/Ansiklopediciler; Aydınlanma;
riçesi II. Yekaterina'nın daveti üzerine d'Alembcrt, Jean Le Rond; yaradan-
1773'te yaptığı Rusya gezisine dek aydın eılık; modern felsefe.
despotizminin toplumsaJ bozuklukfan or-
tadan kaldıracajiına ve: erdemli bir dcs- didi9im ~ng. tristiC", Pr. iristiqııe, Alm. t-
potizmcle çok önem verdiği bireysel öz- rislilr:, Yun. eristilıtr, es. L miiı4gabt) Eski
gürlüklerin korunabileceğine imınmaktay­ Yunanca'da "kavga", "çekişme", "tartış­
ken bu gezi sırasında aydın despotizmi ma" anlarnlanna gelen eris sözcüğiinden
düşüncesini terk ederek son yıllannda türetilmiş olan bu terim, doğruyu bul-
güçler aynlığına ya da dengesine ve yü- mak adına karşıtlıklar içinde ilerleyen
rütme gücünün sürekli denetlenmesine gerçek tartışma sanatına gönderme y-.1-
dayanan demokratik bir yönetim biçimi- pan "diyalektik" teriminin aksine, tartış­
ni savunduğu bilinmektedir. ma sırasında çeşitli mantık oyunlarıyla
Diderot bir "us sözlüğü" (ıJittionmıirr karşısındakinin savını ne pahasına olursa
misot11ıe) olarak tasarladığı AnsiAılopetllde olsun ~açmaya indirgeyerek çürütmeye
diğer yazarlara oranla oldukça f..zla sa- dayalı taruşma yöntemine verilen addır.
yıda madde kotarmıştır. Özellikle yazdığı İlkin geç dönem sofistlcrinin kullandığı
"ansiklopedi" maddesi, d'Alembcrt'in o- didişİnl sanatını bir yöntem olarak geliş­
nun 1750'de yayımladığı Pnı.ptdttlundan tirenler, "DidişimcilCE'' olarak da bilinen
di~~is 382

' Megara Okulu'ndan bir grup filozoftur. başka bir açıdan yaklaşılacak olursa, bu
Aynca bkz. Mcgara Okulu; tasım. terim kültürel altbilinç olarak, bütün bir
kültürün büyük ölçüde zihinsel olandan
diegesis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesin- başka türlü oluşu yüzünden zihnin dışına
de özellikle Platon'dan itibaren "anlatım gönderdiği, zihne gelişini sürekli gecikti-
sanatı" için kullanılan terim; oynama, rerek zihindışına yolladığı bir şeyi imle-
canlandırma ya da temsil etmenin (111İl11e­ mektedir. Ancak Derrida'nın gözünde: dif
m) karşısına yerleştirilen, bir "anlatıcı" flra11n, çoğunlukla kendisini unuttuğu­
nın üstlendiği öykülemek uğraşı; olup bi- muz, kimileyin yaşamın bilinçdışı yönleri
tenleri sırasıyla aktarmak. olarak düşündüğümüz, yeni anlama an-
ları içinde kendilerini örerek yeni anla-
di/Terance (Fr.) Yapısökümcülüğün ku- yışlara uiaŞtığımız y-.ıratıcılığın kaynağıdır.
rucusu Derrida'nın Fransızca'da iki ayn Derrida'nın deyişiyle, di.ffirtJ11tr, zihnin dı­
anlamı bulunan d!ffmreyleminden ad tü- şıruı gönderilen olması anlamında zihin-
retmek yoluyla geliştirdiği felsefe: terimi. den "ayn'', enson anlamda zihinde: ya-
Bu bağlamda bir yanda "ayn olmak" kalanmasıru sonraya bırakmak anlamın­
anlamına gelirken, öbür yanda "ertele- daysa "ertelenmiş"tir. Terim, bir yanda
me", "geciktirme", "sonraya bırakma" anlamın sözcükler ağı içerisinde ayrımlar
gibi anlamlar taşıyan dij/ir{/!ltr sözcüğü, ya da ayrılıklar yoluyla belirlendiğini sa-
günümüz Fransızcası'ndaki di1Jirı11n söz- wnan Saussure'ün düşüncesine omuz
cüğünden farklı yazılıyor olmasına karşın verirken, öbür yanda dildışı dünyaya iliş­
(birinde "a" ile yazılırken berikinde "e" kin her türden dayanağın, kesinliğin, sağ­
ile y.ızılmaktadır), her iki sözcüğün de lamlığın, göndermenin, önceliğin sürekli
konuşma dilindeki okunuşları aynıdır. crıclenmesi gereğine wrguda bulunmak-
Kuşkusuz Derrida'nın aynı anda iki ayrı tadır. Bu bağlamda bütün gönderiler dün-
anlam taşıyan bir sözcükten yeni bir yada gönderdiklerini varsaydıkları şeylere
sözcük türetme yoluna gitmesinin ar- değil de, öteki metinlere, öteki metinler-
dında, hiçbir sözcüğün anlamının kesin dekigönderilere göndermektedir. Bir baş­
sınırlarla belirlenemeyeceği, bu türden ka deyişle, anlamlandırma sürecinde söz-
her çabaya karşı dilin kendi özgül koru- cükler karşılık gddikleri şeylercc değil,
nakları yardımıyla bir biçimde direniyor şeylere karşılık gelen sözüklerce belir-
olduğu gerçeği yatmaktadır. Bu noktada lenmektedir. O nedenle anlam sürekli de-
diff'm11a ile dijfirtllln arasındaki konuşma ğişen, ayrımlar nedeniyle hep ertelenen
dilinde bulunmayan bir ayrımın yazı di- bir görüngüdür.
linde ortaya çıkması, Derrida'run yazırun Bu bağlamda, Saussure'ün gösterge
konuşmaya öykünmediği, konuşma dili- kuramında açıklıkla gösterildiği üzere,
ni kopyalamaya çalışmadığı yollu genci hiçbir dilsel öğenin olumsal bir anlamı
düşüncesini de destekliyor olması bakı­ yoktur; dilsel öğderin anlamı öteki dilsel
mından aynca önemlidir. Derrida, pek öğder karşıstnda taşıdıkları "ayrılıklar"
çok felsefecinin anlamakta büyük bir yoluyla meydana gelmektedir. Dolayısıy~
güçlük çektiği terimi, açık seçik bir dille la, anlamın bulunuşu ya da bütünlüğü
açıklamaktan özellikle kaçınmaktadır. Ta- sonsuz bir dizilim içerisinde bir göster-
nım düzeyinde anlamını vermek nere- geden bir başka göstergeye "c:rıclen­
deyse olanaksız olmasına karşın, Der- mek''tcdir. Sözgelimi sözlükte "bataklık"
rida'nın değişik bağlamlardaki kullanınu­ sözcüğünün anlamına bakıldığında, söz-
na bakıldığında,
dijJirtJ11n r'ayıram'1 an- lüğün bataklık maddesinin bataklığın an-
lamamızın gölgesi olarak, bildiğimiz ama lamını açıklamak için başka sözcüklere
unuttuğumuz, o nedenle de anımsama­ başvurduğunu, bu sözcüklerin de başka
mız gereken bir izi andırmaktadır. Daha sözcüklere başvurduğunu, böylelikle de
383 differance

tek bir sözcüğün öteki sözcüklere gön- değişkenliğini, oynaklığını, belli sınırlar
dermek yoluyla ucu bucağı belli olmayan altına kapatılamazlığıruözellikle vurgula-
sonsuz bir gönderme ağının oluştuğunu maktadır. Derrida'nın dij/irantt terimi,
gönnckteyizdir. O nedenle Jiflimnre, belli hem ayn sözcüklerin anlamlannı meyda-
bir sözcüğün içindeki ya da dış.ıııdaki ö- na getiren anlamlandırmalan arasındaki
teki sözcüklerin izi olarak ortaya çıktı­ aynmı, ·hem aym sözcüğün ayn anlamla-
ğından, göstergeler ile kavranılan (göste- nndaki ayrımı, hem de bir sözcüğün (bir
rilenlen) belirsizleştirmek y<iluyla ancak aynının) bir başka sözcüğe (bir başka ay-
anlamlandırmayı olanakh kılan özdeş ol- nma) göndermesiyle zorunlu olarak olu-
mama durumunun altında yatan temel şan aynmı kapsayarak anlamın anlamının
ilke olarak kavranabilir. Buna göre, tliffi- ertelenmesi düşüncesi üstüne kurulmuş­
rana özdeşliğe karşı bir anlam taşı.yan Jif tur. Derrida, iki şey arasındaki ayrımın
Jitrna sözcüğünden çok daha öte bir şey­ bu iki şeyin kendilerinde bıılunmadığım
dir, çünkü Denida'run kullanımında dijfi- düşündüğünden, aynmın hiçbir zaman
ranıı terimi, Batı felsefesinin düşünme "şimdi ve burada" olmadığını savunmak-
dilinin bütün varsayımlarının üstüne bi- tadır. Ayru biçimde, bir göstergenin gös-
na edildikleri yapının dışında kalanlan terge olmakıalığı göstergenin kendisinde
anlatmaktadır. Di.ffemnır, ikili karşıtlıkla­ bıılunmaktan çok göstergenin gösterge
nn sürckli ötesine geçerek özdeşlik felse- olmasının koşuludur. Derrida bu durum
fesine karşı direnmektedir. Dalıa açık bir karşısında, göstergenin ötekisini iz.
diye
deyişle, kavramlar dilin sınırlannın dış.ına betimlemekte, şimdide yaşanan şu arun
çıkmaya çalıştığı.ndan ötürü kişilerin ya- ister istemez geçmiş ile geleceğin izlerini
ranna açıklamayı ertelerken, şeylerin ya- taşımak zorunda olduğu için asla bütü-
ranna da anlamlaruu sonraya bırakmak­ nüyle şimdide bulunmadığım bildirmek-
tadır. Ancak burada özellikle parmak ba- tedir. Yıne bu noktada Hcideggcr'den
sılması gereken önmıli nokta, yapısö­ esinlenen Derrida, "bıılaruklık" sözcü-
kümcülüğün geleneksel felsefe varsayım­ ğünün, bulunuş mantığım çiğnemeye baş·
larını, sıradüzenli us yapılarıru, dilin ikili ladığı anda bile bıılunuş mantığını gerek-
karşıtlık!anru alaşağı etmekle sınırlana­ tirdiğini, dolayısıyla da izin bulunuşu ya
mayacak olmasıdır. Nitekim yapısöküm­ da bulunmayıpımn, izin bıılanıklığına de-
cülük için asıl önmıli olan, metinler i- ğil bütünüyle oyuncıılluğuna seslenilmesi
çinde geçen "tin", "doğa", "konuşma" gereken, kendi içinde beden ile ruh so-
gibi felsefi bakımdan önceliği bulunan runlanm banndıran bir durum olduğunu
kavramlann, karşıdannın metin içinde yazmaktadır.
oluşturduktan altmetinleı:ce, gölge me- Bir başka önemli ç'lğdaş Fransız fel-
tirıleı:ce, öteki metinlerce sorunsallaştırı­ sefecisi Deleuze, Di.Jftımt" et rrpililİl»I
lıyor olabileceklerine yönelik farlı:ındalık­ (Aynın ile Yineleme, l 968) başlıkh ça-
tır. Yapısökümcü okumarun temel stra- lışmasında daha farklı bir aynm tasanrnı
tejisi, metnin egemen yorumunu ya da sunmaktadır. Bütün tasarımcı felsefe dü-
anlamıru iki katlı bir okuma yordamıyla şünmelerinin er ya da geç özdeşlik ilkesi-
boşa çıkanp yer-sizleştimıektir. Di.fferana ne dayandıklarıru düşünen Deleuze, her
ayru metne iki ayn bakma biçimiyle yak- özdeşlik felsefesinin de ister istemez öz-
laşmayı, aynı metni iki ayn metin olarak deşlik yaranna aynmın yadsıruşı.ru amaç-
okumayı, aynı anda bu iki metni hem layan bir olumsuzlama felsefesine dö-
birlikte hem de ayn ayn olarak görebil- nüştüğünü ileri sürmektedir. Deleuze'e
meyi olanakh hale getirmektedir. görc, kendisiyle özdeş kalan bir ben'i ko-
Derrida, dijfirançı terimini değişmez rumak adına aynmın nasıl olumsuzlan-
bir kavram olarak değerlendirmekten ö- ması gerektiğinin en iyi görülebileceği
zellikle kaçınarak, bulduğu her fusatta yer Hegdci felsefe dizgesidir. Bu sapta-
differend 384

maya bağlı olarak, yazılarında sürekli ola- dinmek nedir bilmeyen uzlaşmaz düşün­
rak ayrınun içerdiği olumluluk öğesi üs- sel çatışmayı anlatmaktadır_ Arılaşmazlı­
tünde duran Deleuze, Guattari ile bir- ğa düşen tarafların karşılarındakinden
likte yazdığı L 'Anti-Oedipt (Karşı Oedi- başka bir dil oyunu oynamak ya da farklı
o•Js, 1977) başlıklı kitapta, arzuyu fallus bir söylem içinde konuşmak yönündeki
yokluğu arılanunda iğdiş edilme izleği ısrarcı tutumları, kişinin kendi ve kendisi
doğrultusunda kavrayan ruhçözümleme- gibi olanların şikayetlerini ya da rahatsız­
ye karşı çıktığı gibi, arzuyu hep yokluk ya lıklarını bir türlü seslendirip dillendire-
da olumsuzluk terimleriyle birlikte dü- miyor olması gibi istenmeyen bir sonuca
şünen her türden arzu anlayışının da te- yol açmaktadır. Lyotard, di.ffmmf terimi
mellerini oymaya çalışmaktadır. Öte yan- başlığı altında, mantıksal açmazlardan
da, lrigaray, Cixous, Kristeva gibi gü- pratik kapışmalara her durumda bir bağ­
nümüzün önde gelen Fr-ansız feminist daştırılamazlığın söz konusu olduğu son
düşünürleri, "ayrım siyaseti" başlığında derece aynşık bir karşıtlaşmalar ya da an-
göriildüğü üzere, "ayrım" terimini cinsel laşmazlıklar çokluğunu düşünmektedir.
ayrım teriminin kısaltılmış biçimi olarak Sözgelimi, arılatı diliyle konuşan bir kişi­
kullanmaktadırlar. Bunurıla birlikte çoğu ye karşı şiir diliyle konuşan kişinin du-
feminist ya da postmodem düşünür, te- rumu; imgelemle bezeli kurmaca bir söy-
rimin bu kısaltılmış haliyle kullanımına lemle konuşan kişiye karşı ortakgörünün
bütün bütün karşı çıkarak, bunun yerine gerçekçi diliyle yaklaşan kişinin durumu;
bu terimin Batı düşüncesinde ayrımın yi- sevgiyle seslenen bir kişiye nefretle kar-
tip gitme pahasına "özdeşlik"in hep öne şılık veren kişinin durumu; egemen gö-
çıkanldığı yollu görüşün siyasal altyapı­ rüşlere aykın söylemler geliştirmesi ne-
sını oluşturduğu düşüncesiyle hareket et- deniyle yerleşik bakışın gözünde kabul
mektedirler. Buna göre, birtakım cinsel, edilemeyecek tutum ve davranışlar için-
ırk.~al, kültürel ayrımları görmeyi bir tür- de bulunan siyasal partinin susturularak
lü becerememek, toplumsal baskının kay- aşın uçlara itelenmesi Lyotard'ın differrnd
nağında yatan yarılışlarla dolu bir ''bulu- diye adlandırdığının en belirgin örnekle-
nuş metafiziği"nden ötürüdür. Bu anla- ridir; Aynca bkz. Lyotard, Jean-Fran-
nuyla ayrım düşüncesi, bu tür ayrımlara çois; post-yapısalcı felsefe.
haklan olan dikkati ve saygıyı gösterme-
ye yönelik yeni bir siyaset olanağında ki- dikaion (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesin-
lit değerde bir önem taşımaktadır. Aynca de, özellikle de Aristoteles 'te, "hak" ya
bkz. Derrida,] acques; yapısöküm; ay- da "haktanırlık" arılamında kullanılan te-
rım metafiziği; post-yapısalcı felsefe; rim. Ayrıca di/eaion rpaııortboti/coıı Aristo-
postmodem felsefe. teles'te "düzeltici adalet'', dileaio11 oilcot10-
ınilcot1 ise "aile hukuku" arılamlarında
differend (Fr.) Postmodem düşüncenin kullanılır; di/eaioınıı terimi "haklı eylem''i,
önemli kur-amalarından Lyotard'ın, bir- y-.ıkın a rılamlısı dikaiopmgiıı ise "adil ey-
birleriyle hiçbir biçimde bağdaşunlama­ lem''i dile getirir. Ayrıca bkz. dike (di-
yan "dil oyurıları" arasındaki çarpışma­ kaiosyne).
nın çoğurıluk zayıf olanın sustıırulmasıy­
la son bulduğu gerçeğine parmak bas- dike (dikaiosyne) (Yun.) İlkçağ Yunan
mak amaayla geliştirdiği postmodem felsefesinde "hak"; "adalet" ya da "doğ­
felsefe terimi Buna göre differrnd, belli ruluk" arılamında kullanılan terim.
bir görüşbirliğine varılması daha baştan Çoğu Yunan etik terimi gibi, dilee'nin
olanaksız olan bir durumda, her iki taraf de belli başlı felsefe sorurılanndan biri
için de ussal ya da kabul edilebilir bir çö- olmazdan önce uzun ve karmaşık bir ta-
zümün aranmasına bağlı olarak yaşanan, rihi vardır. Önceleri işlenen günahın ce-
385 dil felsefesi

zasıru çekmek anlamındaki Jikt, Home- mak üzere mantıksallığa sıkı sıkıya bağlı
ros'tan bu yana toplum tarafından ko- olması, özne/nesne, dil/dünya, kuram/
nulmuş sırurlann dı'-'na çıkılması halinde deney türünden kavramsal aynmlar üs-
ödenmesi gereken bedel diye görülmüş­ tüne kurulu olarak işlemesi, özerk bir
tür. Aristokıatik sınıf bilincinin çöküşüy­ ben'i ya da kendini yine kendisi bilen
le birlikte ılikt toplumun tüm kabnanla- özgür bir özne alanı varsayması, düşün­
nna yayılmış; herkes için istenen bir ni- cenin ya -da dilin dış gerçekliği birebir ta-
tcliğe bürünmüştür. Böylece ıliJılrıi.n sı­ sarlama yetisi taşıdığı inancı başta gel-
nırlan yazılı yasalarla (ıwmoi) çizilmiş; on- mektedir. Deleuze ile Guattari, dikey dü-
dan türetilen tli/eaiosyt1t terimi de "doğ­ şünce geleneğinin Plato:ı ile başladığını,
ruluk"; "adalet" anlamında kullarulagel- Aristoteles ile geliştiğini, modem felse-
ıniştir. Bundan böyle, ahlaklı bir insanın fedeyse Descartes, Kant ve Hegcl'de do-
vazgeçilmez niteliği "adaletli olmalr.''tan ruğuna ulaşuğını ileri sürmektedirler. Ki-
(ıli/UJioı), yazılı ya da yazılı olmayan yasa- mileyin "özdeşlik felsefesi" diye de ad-
ların sınırlarını gözetmekten geçmekte- landırdıklan bu düşünce geleneğinin kar-
dir. '-'sına, felsefe tarihinde Stoacılarla temel-
Felsefi bağlamda ıli/elrıin ilk kullanı­ leri atılan, Spinoza ile geliştirilen, Nietz-
mı, Anaksimandros'un günümüze kadar sche'de ise doruğuna ulaşan kimileyin
ulaşan bir fragmanında geçer. Platon'un "göçebe düşünce", kimileyin "aynm fel-
Dl'l../e/inde ıli/UJiosy11e bir erdem ola mk, sefesi", kimileyin de "yatay düşünce" a-
çok daha geniş ölçekli bir biçimde, polis dını venlikleri bir başka düşünme ola-
ya da kentdevleti bağlamında da tartışılır. nağını yerleştirmektedirler. Dikey düşün­
Platon'a göre, 6lozofkrallar başta olmak cenin ötekisi olarak da değerlendirilen
üzere, toplumun tümünün adil olması yatay düşünce, bütünlüklü düşünme ye-
gereki.:. Böylelikle adalet enleminin iç- rine bölük pörçük düşünmeyi, kar,ıı çı­
selleştiği bir toplum düzenine vanlacak- kılmaz sağlamlıkta savlar yerine savsözlü
tır (Devlıı, 369a; 433e; 443b). Stoacılar değinileri, usa dayalı temellendirmeleıc
için de Jiluıiosyt11 dört ana erdemden biri- karşı usdı'-1 öğeleri öne çıkaran bir dü-
dir. Aynca bkz. ana erdemler; adalet. şiinme tutumudur. Aynca bkz. ağaçbi­
çimli dütünce.
dikey dütünce [İng. ııertiaıl llıo11ghı; Fr.
jJtllıei mtita/r,
Alm. lltl'lik4/er geıkılfkt] Bir- dil felsefesi [İng. phi/oSJıp~ of /mtgllllgt".
likte yazdıklan yapıtlarla adlanndan çok Fr. philDıophiı ıl11 lmtgage; Alm. sprothphilo-
r.öz ettiren çağdaş Fransız düşünürleri sophil) En genel anlamda, bir bütün ola-
Guattari ile Deleuze'ün, bütün bir Rab rak dilin kökenini, yapısını, özünü ve do-
Felsefesi'ne kök saldığını öngöroükleri ğasını, kapsamını ve içeriğini inceleyen;
düşünme kipinin özniteliğini anlatmak a- farklı diller arasındaki köken ve yapı ba-
macıyla geliştirdikleri anlamsal doğur­ kımından ortak özellikleri araşnran; bi-
ganlığı yüksek felsefe benzetmesi. De- lim dili, şiir dili, matematik dili, bilgisayar
leuze ile Guattari'nin dikey düşünce ta- dili, beden dili diye adlandırılan değişik
sanmlannın ardında, Batı felsefesi dü- söyleme olanaklarını çözümleyen; anla-
şüncesini hem "yukandan aşağıya" hem mın, anlamlı ifade ile anlamsız ifadeyi
de "aşağıdan yukanya" sımdüzenli bir birbirinden ayıranın ne(ler) olduğunu or-
biçimde bina edilmiş ağaçbiçimli bir dü- taya koyan; dildeki anlamın nasıl oluştu­
şünce yapısı olarak görmeleri yatmakta- ğunu, anlamlann dilde nasıl dolaştığını,
dır. Dikey düşüncenin en belirgin özel- nasıl iletildiklerini, nasıl anlaşıldılr.lanııı
likleri arasıµda, birlikli, bütünlüklü, tu- betimleyen; kavramlar ile kavramsallaş­
tarlı olmayı hep en ön planda tuunası, tırmalar, sözcükler ile nesneler, tümceler
özdeşlik ile nedensellik yasalan başta ol- ile olgu ya da olgu bağlamlan arasındaki
dil felsefesi 386

ilişkiye odaklanarak dil ile gerçeklik ara- olarak bağımsızlığını kazanması bir yana
sındaki ilişkinin nasıl kurulduğunu açık­ öteki felsefe dalları için de belirleyici bir
layan; dil yoluyla iletişimin nasıl ve hangi konuma yükselmesi, özellilde Wittgens-
koşullar alunda olanaklı olduğunu özel- tein'ın "önceki dönem" ile "sonraki dö-
lilde dilin simgeselliğine yoğunlaşarak be- nem" felsefelerinde sergilenen *dilrel dö-
timleyen; dilin sözdizimi, pragmatik (e- nemer aşamasıyla gerçekleşmiştir.
dimbilim / kullarumbilim), anlambilim, Çağdaş dil felsefesinin belki de üze-
göstergebilim, retorik gibi dil görüngü- rinde en çok durduğu konu, "anlam"
sünün kavranmasında belirleyici konum- görüngüsünü bütün yönleriyle açıklaya­
da bulunan boyutlannı araşuran; dilin cak genel bir kuranun oluşturulması, en
insan yaşanundaki yerini ve önemini, azından kendi içinde tutarlı bir anlam
başta genel felsefe anlayışımıza ilişkin çözümlemesine varma arayışıdır. Bu ara-
içerimleri olmak üzere, bütün yönleriyle yış doğrultusunda felsefecilerin en genel
dizgeli bir biçimde ele alan felsefe dalı. anlamda üç ayrı tutum sergilCdikleri söy-
Dil felsefesi ilk bakışta X:X. yüzyılda lenebilir. Bunlardan ilki, dildeki tek tek
ortaya çıkmış oldukça yeni bir felsefe da- bütün anlam birimlerinin dünyadaki şey­
lıynuş gibi görünmekle ' birlikte, henüz lere karşılık geldiğini, dildeki her sözcü-
felsefe dallan arasında bugünkü anlamda ğün bir şeye, her tümceninse belli bir ol-
bir bölünmenin söz konusu olmadığı gu bağlamına gönderme yaptığını savu-
Platon ile Aristoteles'e dek uzanan "ge- nan fiindergea anlam görüşüdür. Wittgen-
leneksel felsefe"nin hemen bütün filo- stein'ın Tra&ta/Hs Logiro·Phi/Qsopbims adlı
zofları, dili felsefi araşttrmanın es geçile- başyapıunda ortaya koyduğu "*resim ku-
mez, değme bir konusu olarak görmüş­ ranu"nın doruk noktasını oluşturduğu
lerdir. Nitekim dil üstüne düşünüşün ta- bu görüş doğrultusunda düşünmeyi sür-
rihi başta manuk tarihi olmak üzere bir dürmüş felsefeciler arasında B. Russell,
bütün olarak felsefe tarihinden ayrıla­ R. Carnap, W. Quine ile öğrencisi D.
maz. Bu temel gerçeğin en önemli kanın, Davidson'un adları öne çıkmaktadır. Söz
geleneksel felsefe yapma tarzında bilgi, konusu düşünürler, kimileyin "olgucu"
doğruluk, anlam, us gibi en önemli fel- felsefenin geçerliliğini kesirıleme kaygı­
sefe kategorileri üzerine düşünmek ile sıyla, Wittgenstein'ın anlam için söyle-
bu kategorileri dil yoluyla ifade etmek diklerinden çok önemli noktalarda ayn-
arasında bir aynına gidilmemiş olması­ lan bir düşünce çizgisi izlemişlerdir. Bu
dır. Bu yüzden günümüzde çoğunluk dil düşünce çizgisinin en ayırt edici özelliği,
felsefesi başlığı altında yanıt aranan so- olguculuğun da temel sorunu, bir öner-
rulann önemli bir bölümü geçmişte me- meyi arılamlı kılan koşullann saptanma-
tafızik, bilgikuranu, varlıkbilgisi gibi te- sıdır. Kendilerine Wittgenstein'ın arılam
mel felsefe dallan alunda ele alınnuşlar­ ile doğruluk arasında kurduğu ilişkiyi te-
dır. Bundan da anlaşılacağı üzere, felsefe mel alan düşünürler, bir önermeyi an-
tarihinde dil ile zihin ya da dünya ile dil lamlı kılarun önermenin ilkece doğrula­
arasındaki ilişkinin doğasına dair ortaya nabilir olması olduğunu savlayarak, an-
bir öğreti koymanuş felsefe okulu ya da lam sorununun gerçekte bir doğruluk
filozof yok gibidir. Bu tarihsel gerçeğe sorunu olduğu sonucuna varmışlardır.
karşın, günümüzdeki anlamıyla bağımsız Varılan sonucun en önemli içerimi, ana-
bir araştırma alanı olarak dil felsefesinin litik ile sentetik önermeler bir yanda,
temellerinin Haınann, Herder ve von normatif değerbiçici öbür yanda olmak
Humboldt tarafından XIX. yüzyılın ilk üzere, olgucu felsefenin çıkış noktalann-
yarısında auldığı dil felsefecileri arasında dan birini oluşturan olgu önermeleri ile
genellikle kabul edilen bir görüştür. An- değer yargısı bildiren önermeler arasın­
cak dil felsefesinin özerk bir felsefe dalı daki '.lynnu sağlama alnuş olmasıdır.
387 dil felsefesi

Göndergeci anlam görüşü özünde "Ola- genstcin'ın sonraki dönem felsefesinde


nın olduğunu, olmayanın olmadığım söy- gerçekle,tirdiği anl:ım sonınunu kullanım
icmek doğnı; olarun olmadığım, olın.1ya­ içerisinde "çözüştürme"si, dil felsefesin-
run olduğunu söylemekse yanlıştır" sil- de önrmli bir kınlma aşamasına karşılık
züylc ilk kez Aristoteles tarafından dile gelmektedir. Anlam sorununa y:ıklaşım ·
E,~tirilen "uygunluk kuramı" diye biline- yordanunda baş gösteren bu kınlm:ıyla
gelen doğruluk kuramının anlam görün- birlik~. dil felsefesi çalışmalarında öte-
giısüne bir uyarlamasıdır. İkinci a."'llam den beri egemen bir konumda bulunan
kuranu. anlamlann insanlann zihiıılerin­ anlam sonımına yönelik yerleşik soruş­
cleki ::ıısarımlardan, imgelerden ya da bir- mrma kalıplan eski yerleriııi ve dcğcrlr­
takım Lıaşka ruhbilimsel görüngülerden rini yitimıiş; biJylelikle de dil felsefesi
oluştuğunu öne süren tasart111a-lljhinret.i için yeni bir soruşturma ufku açılmıştır.
anlam görüşüdür. Bu görüşün en çok di- Anlam sonınlan yerine daha çok dilsel
le getirildiği alı.ımların başında genel çer- kullanım sorunlanrun ele alındığı bu so-
ÇC\'e.si Locke tarafından çizilen İngiliz ruşturma çerçevesinin en önemli kav-
Deneyciliği gelmektedir. Deneyciliğin ö- nınu, "söyle:nek" ile "eylemek" ar-dsında
7ti:ıde bir anlam kuramı sunma çabasın­ geleneksel olarak yapılan ayrınu çözüş­
dan claha çok, bütün her şeyi açıklama türmcyi amaçlayan, aslında bu iki edimin
•avında olan metafizik bir dizge olması bir ve aynı şey olduğunu gösterme dü-
nedeniyle bu dizgede doğal yolla türeti- şüncesi üstüne bina edilmiş ""söz edim
len anfam açıklamasının deneyim olgu- Qer)i"clir.
sunun doğasını kavrama amacıyla temel- İçerisinde çeşitli dil felsefesi :ıraşıır­
lendirildiği görülmektedir. Bu durumun malannın beraberce yürütüldüğü bu yeni
en r~mcl kanıtı, gerek Locke'un gerekse dil felsefesi çerçevesi kimileyin "Witt-
Hume'un "idealar" ile "izlenimler" ara- genstcin wnrası dil felsefesi" diye, ki-
sırıdJ yaptıkları aynına bakılarak görüle- mileyin de "dilsel dönemeç" diye adlan-
bilir. Üçüncü anlam kuraınıysa, özellikle dınlm:ıkıadır. Bu yeni dönemde yapılan
Wittgcnstein'ın sonraki dönemini yansı­ dil feltefesinin en belirgin özelliği, dil
tan Felseftcı SonıflN'71ıalm'da ortaya ko- ti:lsefcsiııin artık öbür felsefe dallan ara-
nan, kimileyin "oyun kuranu" adıyla da sında bu alana Ö?.gü birtakım özel so-
anılan kııllaııtma anlam öğretisidir. Bu öğ­ ru(n)ların yanıtlanmaya çalışıldığı bir dal
retinin savunduğu temel düşünceler, olmayıp bütün felsefe soruşturmaları i-
"dilsel <lönemeç"ten geçerek dil üstüne çin belirleyici içerimleri bulunan genel
düşünmeyi sürdüren J. L Austin, P. F. bir felsefe <luruşu olar-.tk değerlendiril­
Strawson, _J. Searlc. G. Ryle gihi W'itt- mesidir. Dil felııefcsinde baş gösteren bu
gcıısıein'ın izinden yürüyen dil felsefe- kırılmarun ana nedenlerinden biri, hiç
cilerinin çalışmalanyla oldukça verimli kuşkusuz Heidegger'in Dasein'a, yani in-
bir biçimde işlenmiştir. Anlam öğretileri sanın yeryüzünde olmaktalığına yönelik
arasında günümüzde geçerliliği en çok \'erdiği çözünılemeler ofarak gösterilebi-
>:trunan bıı anlayış>ı göre, anlam görün- lir. Bu çözümlemelerin en temel iletisi,
gü~ü belli bir dil topluluğu içinde, belli Heidegger'in "Oil varlığın evidir" tüm-
bir yaşam biçımi çerçevesinde topiumsal cesiyle özetlenebilir. Dil ile varlık arasın­
uzlaşı yoluyla belirlenmiş birtakım kural- da Hcideggercc kurulan bu içiçelik.ilişki­
lar uyarınca oynanan bir dil oyunu ola- si, felsefenin bundan böyle kurgusal me-
rak temellendirilmektedir. Bu anlamda tafi7jk yaparak Varlık soruşturması ya-
bir şeyin anlanunı öğrenmek demek, o pamayacağını yüksek sesle dile getirmeyi
şeyin belli bir bağlamda n.'ISıl kullaruldı­ amaçlar. Bunun yerine Heidegger'in ö-
ğını öğrenmek, yani o şeyi uygun biçim- nerisi insan olarak düny:ıdaki deneyimle-
de kullanabiliyor olmak demektir. Witt- rimizin dilsel betimleme yöntemiyle kav-
dil oyunu 388

ranmasına yönelik kesintisiz bir dil so- kemiğini oluşturan "anahtar'' kavram.
ruştumıalan sürecini başlatmaktır. Nit~ Dilin zamansşın ve değişmez bir çerçeve
kim Heidegger'in felsefesine getirdiği a- olarak sunulmasından insan yaşamında
çımlamalardan ötürü "Heideggcr'i köy- gerçekleşen değişimlere: göreli ve değiş­
den kente indirme" payesi verilen Gada- ken bir dil tasanrnına kayan Wittgens-
mer, "Anlaşılabilecek biricik wrlık. dil- tein, sözcüklerin yalnızca nesneleri ad-
dir'' diyerek geleneksel felsefenin başsız landırdığı ve tümcelerin olgulara karşılık
sonsuz,. bengisel, saltık Varlık tasarımını geldiği görüşünün yetersizliğine: bağlı o-
dil içerisinde alaşağı etmiştir. Kuşkusuz larak "dil oyunu tasarısı"nı ortaya atmış­
bu sonuç yine Wittgcnstein'ın "Dilimin tır. Dili kullanma ile oyun oynama ara-
sıruı:lan dünyamın sınırlandır" tümcesin- sında oldukça eğitici bulduğu bir ben-
de içerimlenen bir sonuçtur. Bu yeni fel- zerlik geliştiren Wittgcnstein, bu ben-
sefece duruşun en önemli etkisi, kıta fel- zerliği doğal diJJerin nasıl birbirlerine
sefesi ile çözümleyici felsefe arasındaki benzemediklerini ve doğal dili yöneten
dengenin kıta felsefesinden yana, özellik- kuraUarın kesin ve katı dizgeler olmadı­
le de "yorumsaınacı", "varoluşçu", "gö- ğını göstermek için kuUanır.
rüngübilimsel" dil felsefesinin soruştur­ Bir "dil oyunu" dilin basit, ilkel bir
ma çc:rçc:veleri lehine bozulmuş olması­ biçimidir. Bir örneği, inşaatçılann yalnız­
dır. ca dört sözcüğe -kalıp, sütun, levha ve
Dil felsefesi araştırmalannda öne çı­ kiriş- dayanan basit bir dili nasıl geliştir­
kan bir başka ana doğnıltu başını Chom- dikleri Fe/sefeer S omıtıtmıaJarın başında
sky'nin çektiği "sözdizimci yaklaşım"dır. bulunabilir. Wittgen.~tein bu örnekleri
Bu yaklaşıma göre, kullanımcı anlam öğ­ dilimizdeki farklılıklara dikkat çekmek
retisi de, dilin temel amacının bildirişim için kuUanır. Sözgelimi inşaatçıların dil
olduğıınu savunan dilbilim kaynaklı bü- oyununda belirli şeylerin yerine geçen
tün görüşler de dil görüngüsünü açıkla­ sözcükler bizim dilimizde aynı şeylerin
mada yetersiz kalmaktadırlar. Chomsky yerine geçmemektedir. Wittgenstein bu
bu eksikliği gidermek için öncelikİe in- örnekleri dilin çeşitliliğini göstemıek için
sanın doğası gereği "sözdizimci" bir var- de kuUanır: dilsel uygulamalar sonsuz de-
lık olduğu gerçeğine parmak basar. Buna ğişik biçimde gelişirler.
bağlı olarak da dilin insan kavrayışına il- Wittgenstein'ın Felsefa« Somıt11'1llllkıl
kece açık bir özü varsa bunun sözdizi- da benimsediği yeni anlayışa göre, bir
minde gizli olarak bulunduğunu ileri sü- sözcüğün ne anlama geldiğinin bilinmesi
rer. Dilin özünün dilin sözdizimi oldu- o sözcüğün hangi koşullar a.lttnda nasıl
ğunu savunan bu yaklaşımın aşırı uçları kullanılacağının bilinmesidir. Wittgen~­
dil felsefesinin araştırma alanını sözdizi- tein her biri ayn ayn yaşam biçimlerine
miyle sınırlamaktan yanadır. Aynca bkz. karşılık gelen bu koşullan "dil oyunları"
SauBSure, Ferdinand de; Wittgens- olarak adlandırmaktadır. Her dil oyunu-
tein, Ludwig; Heidegger, Martin; Ga- nun kendi ·iç kuraUan bulunmakta, bu
damer, Hana.-Georg; Habermaı, Jür- kurallar çerçevesinde "anlam" kurulmak-
gen; Apel, Karl-Otto; Auıtin, John tadır. Başka türlü söylendikte, bir şey an-
Langahaw; Searle,John; Chomsky, A. cak ait olduğu dil oyunu bağlamında yar-
Noam; Bakhtin, M. M.; anlam. gılanmalı ve anlamlandırılmalıdır. Witt-
gc:nstcin'a göre, felsefe tarihine mal ol-
dil oyunu ~ng. lmıgı11,ıge-game-, Fr. jt tl11 muş birçok sorun bir dil oyununa ait di-
longage-, Alm. spradıspiel J Wittgenstein 'ın legetirmenin başka bir dil oyununun ku-
son dönem felsefesinde, Philosophital In- rallarına bağlı kalınarak yargılanmasın­
111sligtttionlta (Felsefece Soruştumıalar, dan kaynaklanmaktadır.
1953) ortaya konulan dil anlayışının bel- Her ne kadar "erken" ve "geç" Witt-
389 dilegetirilebilirlik ilkesi

genstcin felsefeleri arasında keskin ayrı­ tür. Wittgenstcin'ın felsefe sorunlarına


lıklar bulunsa da ikisi arasında ortaklıklar birer hastalık. gibi bakması birçok felse-
da bulururuılrtadır. Bunlardan biri Witt- feciyi oldukça rahatsız etmiştir. Ancak
gcnstcin'ın her iki dönemde de felsefe- Wiıtgenstcin'ın dilin gündelik kullanımı­
ııin geleneksel soruıılannın dilin işleyişi.­ na sıkça başvurarak onu adeta felsefe so-
ııin yanlış anlaşılmasından kaynaklandı­ runlannın kaynağını anlamada bir rehber
ğıruı inanması ise bir ·diğeri de felsefcııin gibi kullanmasıJ. L. Austin, Gilbcrt Ryle
ödeviııin kuram ya da dizge kurmak ye- ve on1an takip eden bir grup Oxford1u
rine tarıışmalann kaynağı olan sorunları felsefeciyi oldukça cezbetmiştir. Bu, dilci
çözündürmek olduğuna inancıdır. İşte felsefcııin ana daman olarak sayılabile­
dil oyunu tasarısı da bütün felsefece so- cek *gii11JıliJı Jj/ftlsefasinin bir dönem çö-
runların kaynağı olan dilsel yanlışların . zümleyici felsefede çok etkili olmasına
çözündürülmcsine yönelik. bir soruştur­ önayak olmuştur. Bugün dilci felsefe, et-
manın ürünüdür. Aynca bkz. Wittgens- kili olduğu döneme göre çok daha az sa-
tcin, Ludwig; dil felsefesi. yıda felsefecinin ilgisini çekmektedir. Ay-
nca bkz. çözümleyici felsefe; dil fel-
dilci felsefe (İng. /itıgtlislit philosopo/. Fr. sefesi; Wittgenstein, Ludwig; Auıtin,
philosophie /;,,gllİs/iqNr, Alm. spmdlphilosoJr J. L; Searle, John; Ryle, Gilbert.
lıiıı] Konuşulan dilde yer alan sözcüklerin
günlük kullanımlan ile bu sözcüklerin dilegetirilebilirlik ilkesi (İng. prinaplt of
arasındaki mantıksal ilişkileri çözümleye- expnssibili~ Fr. jlrinti? tl'exprİlltabi/jli',AJm.
rek "felsefe sorunlanna çözüm gerirmeye J1ritr.efp tkr 1111sôtiitkbtırAW!j John R. Searle'
uğraşan felsefe yöntemi. Kullandığı yön- de, K gibi konuşan biriııin X gibi bir şeyi
temin dilsel çözümleme ·olması nedeııiy­ anlatmak istediği her durumda, bu X'i
le birçok bağlamda çözümleyici felsefe eksiksiz bir biçimde anlatan A gibi bir
ile aynı anlama gelen, Oxford felsefesi a- anlatım bulmanın olanaklı olduğunu söy-
dıyla da anılan, bir dönem özellikle Bri- leyen ilke.
tanya'da çok etkili olmuş bir felsefe yap- Bir iletişim orııı.mında, konuşan din-
ma biçimi. Çözümleyici felsefeııin öner- leyenc,gencllikle, söylediğinden daha faz-
diği kavramsal çözümlcmeııin dilci felse- lasını anlatmaya çalışır. Sözgclişi 'Okula
fede Wittgcnstcin'ın ağırlıklı olarak dile gidecek misin?' sorusu karşısında 'Evet'
ve dilin kullanımına eğilmesiyle salt dilsel diyen kişinin anlatmak istediği, oht"1 itk-
bir çözümlemeye dönüşmesi çözümle- Rğidir. Aynı şekilde, örneğin 'Geleceğim'
yici ve dilci felsefeler arasındaki ince çiz- diyerek, 'Gclcccğimc söz veririm' dedi-
giyi beliılcycbilir. Dilci felsefeııin temel ğimizde anlatmak istediğimiz şeyi anlıır­
savı geleneksel felsefeııin sorunlannın maya çalışabiliriz. Elbette, pek iyi bilme-
uydurma sorunlar olduğu ve dilin doğa­ diğimiz bir dili konuşurken, gerekli söz-
sını yanlış anlamaktan kaynaklandığıdır. cükleri bilmediğimiz; ya. da konuştuğu­
Bu uyduruk sorunlar dilci felsefeye göre muz dilde anlatmak istediğimizi dile ge-
çözülemez ama çözündürülcbilir. Bu da tirmemizi sağlayacak sözcükler ya da dil-
dil konusundaki. kafa kanşıklığının ne sel araçlar olmadığı için, istesek bile an-
gibi dil kullanımlarında ortaya çıktığının latmak istediğimizi eksiksiz olarak dile
felsefecilere gösterilmesiyle mümkündür. getircmeyebiliriz. Ancak her iki durumda
Wittgcnstein, önerdiği fclscfe yapma bi- da, anlatmak istediklerimizi eksiksiz ola-
çiminin bir tür sağaltım olduğunu, bu rak dile getirebilecek bir duruma gel-
şekliyle ruhsal çözümlemeyi andırdığını memiz ilkece olanaklıdır. İlkece, pek iyi
ve fclscfe sorularınıiı yarattJğı zihinsel bilmediğimiz o dile ilişkin bilgimizi ta-
kramplardan ancak böyle bir sağıı.ltım sa- mamlayabiliriz. Konuşmakta olduğumuz
yesinde kurtulabileceğimizi ileri sürmüş- dil anlatmak istediklerimizi eksiksiz bir
dillendinne edimi 390

biçimde dile getirmemizi sağlayacak ka- ıophit 1111d philoıophiuht Kritik, 100: 25-50).
dar zengin değilse, en azından ilkece, o adlı yazısını leırılma 110/elan olarak kabul
dili zenginleştirme olanağı vardır. Dille- ettiği, felsefede -özellikle dünyayı ve dü-
rin söz dağarları, dizimsel olanakları sı­ şünceyi anlamada- dilin merkeze alın­
nırlıdır ama onları bu bakımlardan zen- maya başlandığı dönüm noktası. Witt-
ginleştirmenin ilkece hiçbir sının yoktur. gcnstein'ın kitabının düşüncenin sınırla­
Ancak bu ilke, dinleyen kişi üzerinde rının dilin sınırlan olduğunu ilan etmesi-
yaratmak istediğimiz her etkiyi, örneğin nin Frege'nin "bağlam ilkesi"ne oranla
istediğimiz yazınsal ya da şiirsel etkileri, çok daha güçlü bir sav içermesi asıl dö-
duyguh.rıımları, inançları vb. yaratacak nüşün Wittgenstein'la başladığını tanıtlar
bir anlatım ya da anlatım biçimi bulma- niteliktedir. Aynca bkz. dil felsefesi;
nın, yoksa uydurmanın olanaklı olduğu­ dilci felsefe; Wittgenstein, Ludwig;
nu söylemez. Konıişarun dinleyen üze- Frege, Gottlob:
rinde yaratmak istediği etkiler, ona an-
latmaya çalışuklarıyla karıştınlmamalıdır. Dilthey, Wilhelrn (1833-1911) Gerek
Aynca, bu ilke, söylenen her şeyin karşı yorumbilgisine gerekse insan bilimleri-
tarafça anlaşılacağını da söylemez. Çün- nin yöntembilgisinc önemli katkılarıyla
kü bunu ileri sürmek, aslında, mantıkça tanınan Alman fılozof. İnsanı değişken­
olanaksız dillerin var ola bileceğini kabul liği ve devingenliğiyle ele alıp tarihsel
etmek olur. olumsallığını gözeterek kavrayan kendi-
ne özgü bir yaşam felsefesi ortaya koy-
dillendinne edimi ~ng. phati& ad; Fr. masının yarusıra, yazın incelemelerine ve
tide phalİIJur,
Alrn. phaıisrhtr aA:~ bkz. dUnyagörüşü (Weltmısroa1111t1m kuramına
düzsöz edimi. da katkı yapmış olan Dilthey'ın başlıca
tasarısı, Kant'ın Salt Alel111 Elqtirislnde
dilsel çözümleme ~ng. li1111'İllİr ana!Jıir, doğa bilimleri için yaptığına benzer bi-
Fr. a11a!Jse li1111'iıtiq11r, Alm. spr"':hana!Jıe] çimde, insan bilimleri için zorunlu gör-
Dilin felsefede yarattığı anlam karışıklık­ düğü tarihsel bilginin koşııllannı belirle-
larını ve bularuklıklarını gidermek için mektir. Başka bir deyişle, Dilthey tüm
başvurulan, daha çok çözümleyici felse- bir yapıtıyla "Tarihsel Aklın Eleştirisi"ni
fecilerce kııllarulan bir yöntem. Dilsel yazıya dökmeye çalışmıştır denebilir.
çözümleme bir mantıkçı atomcu için Dilthey, Reform Kilisesi'ne bağlı bir
mantıkça kusurlu olan dilsel ifadeleri ku- ilahiyatçının oğlu olarak dünyaya geldi.
sursuz olan mantık dilini kııllanarak a- Hcidelbefg'de tannbilirn, Berlin'de daha
yıklama işiyken, bir gündelik dil felsefe- çok tarih ve felsefe çalıştı. Berlin'de bir
cisi için karanlık ve ağdalı ifadelerdeki yandan felsefeci Trendelenburg'un bir
anlama zorluklannı gündelik dilin berrak yandan da tarihçi Ranke'nin derslerine
kullanınu ışığında aydınlatma işidir. Ay- katıldı: l 866'da Basel Ü niversitesi'nde
nca bkz. çözümleme; çözümleyici fel- profesörlüğe atandı; daha sonra sırasıyla
sefe; mantıkçı atomculuk; gündelik 1868'de Kici, 1871 'de Breslau üniversi-
dil felsefesl telerine geçti. 1882'de Bedin Üniversite-
si'nde daha önce Hegel'in ders verdiği
dilsel dönemeç ~ng. li1111'İJIİ& hmr, Fr. kürsüye atandı ve 1905'e kadar burada
lounıa11t ingllİllİlplr, Alrn. lingllİllİuht a'tll- çalıştı.
Jt) Kimilerinin Ludwig Wittgcnstcin 'ın Dilthey'ınyorumbilgisi konusundaki
Trarlallls Logiro-Philoıophimlunu (1922) ki- düşünceleri yorumbilgisi tarihinin en ö-
milerinin de Gottlob Frege'nin "Über nemli uğraklarından birini oluşturur. Dil-
Sinn und Bedcitung" C'Anlam ve Gön- they tannbilim yönelimli· bir yorumbil-
derim Üzerine", 1892, Ztitırorift far Philo- gisini izlemek yerine, "toplum ya da tin
391 Dilthey, Wilhelm

bilimlerinin doğ:ı bilimlerinden hangi ba- şamın örgütlü ve anlamlı hale gelme sü-
lamlardan ayrıldıkları" sorusuna yanıt a- recini kendi yaşantısından bilmesini, ya-
ramış ve en önemli katkısı da tin bilimle- şamı içeriden anlamasını olanaklı kılar.
rinin ya da insan bilimlerinin (GeiJleS111İJ­ Hiç kuşku yok ki her filozof, gerek
sn11Çhaffm) yöntembilgisi alanında olmuş­ kendini gerekse genel olarak yaşamı dii-
tur. Ruhbilim, insanbilim, tarih, ekono- zcnlemek ve anlamlandırmak için kate-
mi, filoloji (örübilim), yazın incelemesi, goriler kullanır. Dilthcy'ın yaşamı anla-
karşılaştınnalı din, hukuk gibi tin bilim- mak için zorunlu gördüğü kategoriler,
lerinin ortak konusu insan, insanın yap- Kant'ın fiziksel gerçekliği algılamak için
tıklan ve yaratılandır. Dilthey'ın tin bi- zorunlu gördüğü kategorilere benzer.
limlerinin yöntcmbilgisine ilişkin görüş­ Fakat ona göre yaşam kategorileri apriori
leri onun yaşam fclscfcsi ile yakından değil, deneyimden yapılmiş gencllemclcr,
bağlantılıdır. olaylan bir tür ilişki olarak yorumlama
Dilthcy'a göre yaşam sadece biyolojik tarzlandır. Bu kategoriler bizzat yaşamın
bir olgu değil, insanların umutlanyla, doğasında vardır. Dilthey bunlar arasın­
korkulanyla, düşünceleriyle, eylemleriyle, da "içsel-dışsal", "giiç",' "bütün-parça",
k:urumlarıylıı, yasalarıyla, dinleriyle, sa- "araç-amaç", "gelişme", "değer", "an-
natlarıyla, edebiyatıyla, bilimiyle, felsefe- lam" kategorilerini sayar. Ona göre, sim-
siyle yaşanan insan yaşamıdır. Bu neden- gcselleştirmcnin temelinde yatan "içsel-
le, felsefenin asıl konusu bu anlamda in- dışsal" (zihinsel içerikler-fiziksel dışavu­
san yaşamı olmalıdır. Dilthey yaşamın rumlar) kategorisi ya da ilkesiyle, örneğin
dışında ve ötesinde duran, yaşamın gö- gözlenebilir bir jesti bir ruhbilimscl ya-
rüngüsü olduğu düşünülen Kant'ın ken- şantının dışavurumu olarak deneyimle-
dinde-şeyleri ya da Platon'un idealan gi- riz. Fizik dünyayı anlamada nedensellik
bi aşkın varlıklan yadsır. Ona göre ya- ilkesinin gördüğü işi yaşam dünyasında
şam sonu! gerçekliktir; onun ötesine gi- gören "giiç" kategorisi aracılığıyla hem
demeyiz. Kişisel deneyimin dışında, dü- kendimizin diğer nesne ve insanlar üze-
şünüp kurgulayarak bulunabilecek mut- rindeki etkilerini, hem de onların bizim
lak bir başlangıç noktası da yoktur. Ya- üzerimizdeki etkilerini deneyimleriz. Şim­
şamla ilgili bütün yorumlar, değerlendir­ diyi deneyimlememizi sağlayan "değer",
meler ve ilkeler belirli bir yerde ve za- geleceği öngörmemizi sağlayan "amaç"
manda yaşayan öznelere görecedir.Dene- ve geçmişi geri getirmemizi sağlayan
yimlenen yaşam duyumlar ve izlenimler- "anlam" kategorilerinin Dilthey'ın şema­
le sınırh, dar kafalı bir biçimde algılanan sında özel bir önemi vardır. Dilthcy'a
yaşam değil, bütün zenginliği ve çeşitli­ göre, bu kategorileri ya da düzenleyici il-
liği içinde yaşamdır. Müzik ve şiir din- keleri giindclik yaşamda kullandığımızın
leme, dinsel huşu, yurtseverlik coşkusu, genellikle bilincinde değilizdir. Oysa ki
estetik doyum da birer "yaşantı''dır (Er- bu kategorileri kullanarak yaşamı bilinçli
lebniJ). ve planlı olarak düzenler, yorumlanz.
Dilthey'a göre, yaşam birbirinden ko- Dinler, söylcnler, atasözleri, sanat ve e-
puk bir olgular yığını değildir. O her yer- debiyat yapıdan böyle yorumlardır. Ah-
de örgütlenmiş, yorumlanmış, dolayısıyla lak ve hukuk ilkeleri bizim değerlendir­
anlamlı olarak karşımıza çıkar. Filozof, melerimizin ve amaçlarımızın bclirtlk di-
insanların kendi dünyalarına vermiş ol- legetirilişleridir.
duklan anlarnlardan yola çıkmalıdır. Kuş­ Konusu insan, insanın eylemleri ve
kusuz filozofun kendisi de yaşamın bir yaratılan olan tin bilimleri için, Kant'ın
parçasıdır ve onun dışına çıkamaz. Fakat doğ:ı bilimleri için Salt Aklıt1 Ekşlirisı'
filozofun bu durumu bir eksiklik değil, nde yaptığına benzer biçimde bir tarihsel
tersine bir zenginliktir; bu durumu ya- aklın eleştirisini yazmak Dilthey'ın başlı-
Dilthey, Wilhelm 392

cıı amacı olmuştur. Dilthey'a göre, doğa görüııgU!erden geçmişte meydana gelmiş
bilimleri ile tin bilimlerinin ayrıldığı nok- olaylara dek insan yaşamında ilkece anla-
talardan ilki, birincisinin dış dünyaya iliş­ maya açık anlamlı ne varsa toplum bi-
kin dışsal deneyimle ilgilenmesi, buna limsel anlamanın konusu olduğu sapta-
karşı ikincisinin içsel deneyime dayan- masında bulunmaktadır.
masıdır (Kuşkusuz, dışsal deneyimin ko- Dilthey'ın bilgikuramında, insanların
nusu olan bir nesne -örneğin bir hey- yaşanu anlamlı olarak deneyimlediğ~ bu
kel- hakkında içsel deneyim de olanaklı­ :mlanu dışavurma eğiliminde olduğu ve
dır. Dışsal deneyim heykelin fiziksel ö- bu ifade biçiminin anlaşılabileceği varsa-
zellikleri, içsel deneyim heykel karşısında yılır. Anlama, yaşanun gövdelenmesinin,
gösterdiğimiz tepki hakkındadır. Yaşa­ insan deneyiminin ve etkinliklerinin dış­
nan deneyim bunlann her ikisini de içe- sal ifadelerinin / anlatımlarının / dışavu­
rir). ikinci belirgin fark, doğa bilimleri rumlarının yorumlanmasıdır. Başka .bir
doğayı açıklamayı -dışsal deneyimin ayn deyişle, anlama sözcük ya da mimik ara-
ayn zihinsel temsillerini varsayıma dayalı cılığıyla verilen herhangi bir ifadede a-
genellemeler araalığıyla birbirine bağla­ çığa vurulan fikir, duygu, niyet, amaç
mayı- amaçlarken, tin bilimleri yaşamın gibi bir zihin içeriğinin kavranmasıdır.
yaşanan deneyimde verilen tipik yapıla­ Bu bağlamda Dithey'a göre iki tür an-
nnı açık bir biçimde birleştirmeyi hedef- lama bulunmaktadır: Bunlardan ilki, bir
ler. Doğa bilimleri gittikçe daha kapsam- söz, bir eylem ya da bir korkunun dışa­
lı genellemeler ortaya koymaya çalışır. vurumu bir yüz anlatımı gibi en yalın an-
Buna karşı tin bilimleri ise hem bireysel latımların anlaşılmasıdır. Anlatımın ken-
olanı hem de evrensel olanı anlamaya e- disi ile anlatım deneyiminin kendisi ara-
şit ölçüde önem verir, çünkü bireyleri- sında kesirıliK!e bir ayrılık söz konusu
çinde yaşadıkları toplumsal ve kültürel olmadığından, bu ilk anlama türünde an-
dizgelerin arakesitinde yer alır. lama hiçbir çıkanma ya da dolayıma ge-
Dilthey'a göre, yaşam dünyası hem rek duyulmadan dolaysız ve doğrudan
genel yasalar formüle etmeye çalışan bir biçimde gerçekleşmektedir. Bu tür
dizgeli çalışmaların, hem de tekil olayla- bir anlama "Ben ile Sen için ortak olan'"
nn zamansal olarak art arda gelişiyle il- bir aracıyı, yani anlattın ile anlamanın
gilenen tarihin konusu olabilir. Bütün tin gerçekleştiği "nesnel bir tin"i, ortaklaşa
bilimleri yorumlayıadır ve karşılıklı ola- bir dil ile kültürü daha baştan varsay-
rak biıbirine bağlıdır. Tin (ya da insan) maktadır. Öte yanda ikinci anlama tü-
bilimleri konusunu incelerken her türlü ründe, ya~anun belli bir yönü ya da bü-
yöntemi (gözlem, sınıflama, istatistik, yük bir sanat yapıtı gibi hep alabildiğine
tümdengelim, tümevanm vb.) kullanabi- karmaşık bütünlere yönelmiş "daha üst
lir. Fakat, bu bilimleri doğa bilimlerin- anlama biçimleri" bulunmaktadır. Bir bü-
den ayrı kılan başlıca özellik, "anlama" tünün belli bir parçasının taşıdığı anlam
yöntemini kullanmasıdır. Anlama işinde (Bede11ı1111!) temel anlama yoluyla kavra-
tarih ve dizgeli bilimler birbirine yardım­ ruıken, buna karşı parçalarının düzenli
a olur. Son çözümlemede, doğa bilim- bir biçimde birlikteliğinden kaynaklanan
leri açıklama yapmaya (Er/eliimı) çalışır­ bütünün anlamı (Sinıı) daha yüksek bir
ken, toplum bilimlerinin özünde anlama anlama etkinliğiyle kavranabilmektedir.
(Vmtehm) doğrultusunda yapılandıklan­ Dilthey bu noktada, temel anlama yo-
nı öne süren Dilthey, toplum bilimleri- luyla kavrama çabasının başarısızlığa uğ­
nin anlamaya ;:alıştığı şeylerin yalnız ya- ramasının, yüksek. düzey anlamaya ge-
zılı ya da sözlü metinlerle sınırlandınla­ çilmesi için çoğu durumda özendirici,
mayacağını, mimiklerden eylemlere, sa- hatta kışkıruo bir değer taşıdığını be-
nat yapıtlarından kurumlara, toplumsal lirtmektedir. Sözgelimi, bir kişinin eyle-
393 Dilthey, Wilhelm

mini doğrudan, hiçbir düşünüm ya da altında kendimi yüksek düzey bir anla-
çıkarım etkinliğine gitmeden anlayamı­ mayla kavramaya başlamam, aslında ken-
yorsam, eylemini anlayamadığım kişinin di bireyselliğim ile beni ötekilerden ayrı
kültürünü ya da bir bütün olarak yaşa­ kılanın ne olduğu üzerine düşünmeye
mını araştırmak durumundayımdır. Aynı doğru yöneldiğimi göstermektedir. 1890'
biçimde, kitabın belli bir tümcesinin tam !arda ruhbilimi toplum bilimlerinin te-
olarak ne anlama geldiğini sökemiyor- meli olarak görmeye başlayan Dilthey'ın,
sam, yapmam gereken bütün bir kitabı ilerleyen yıllarla birlikte ı:uhbilimin ye-
yeni baştan okuyup yorumlamaktır. Pek rine bütünüyle yorumbilgisini geçirerek
çok durumda karşılaşıldığı üzere genel- düşündüğü gözlenmektedir. Bu bağlam­
likle temel anlama başarısız olmaya yaz- da toplum bilimlerinin gerçek anlamda
gılıdır, çünkü sözü eden kişi yani metnin araştırması gerekenin ne tin ne bireyin
yazan ya .da anlamaya konu eylemler ile ruhbilimsel yaşantısı ne de kişiye özel
yüz anlatımlan öylesine olağandışıdırlar dünyalar olduğunu söyleyerek, asıl yo-
ki, bunlann nesnel tinin olağan ölçütleri- ğunlaşılması gereken alanın "herkesçe
nin kullanılmasıyla ortakgörü doğrultu­ paylaşılan ortak kültür dünyası" olduğu­
sunda anlaşılmaları olanaksızdır. Dilthey, nun altını özellikle çizmektedir. Örneğin,
böyle bir durumda kalınmasının, yazarın bir oyunun anlamının yazannın ruhsal
söylediğini ya da bir kişinin yaptığını yaşantısından bütünüyle bağımsız oldu-
anlamanın doğrudan o kişilerin bireysel- ğunu savunan Dilthey, bir yapıt her ne
liklerine giderek anlamayı zorunlu kıldı­ kadar haz, aa, beğeni gibi binakım kişi­
ğını söylemektedir. Dolayısıyla yüksek dü- sel duygulara yer veriyor gibi görünse de,
zey anlama, yalnızca gündelik yaşamın o- bu yaşantıların yazarın öznel yaşantıları
lağan anlam çerçevesine otunulabilen ge- olmaktan çok "idcalize edilmiş bir ki-
nel bir anlama yaklaşımından değil, ço- şi"nin ağzından dillendirilmiş bütün in-
ğunluk bireylerin dünyalarının kimi ola- sanların yaşadıkları olduğunu ileri sür-
ğandışılıklan ile inceliklerinin de anlaşıl­ mektedir. Dolayısıyla, ruhbilimsel yaşan­
masından geçmektedir. Dilthey, bu söy- tı, bu kişinin kendi yaşantısı dahi olsa,
lediklerinin kişinin kendisini anlaması i- ancak dışavurumlarıyla yani dile dökül-
çin de aynen geçerli olduğunu dile ge- müş anlatımlarının yorumlanmasıyla bi-
tirmektedir. Örneğin, temel anlama ara- linebilirdir. Dilthey tam bu noktada "İn­
cılığıyla acıktığımı, kıskandığımı ya da acı san kendisini içgözlemle değil ancak ta-
çektiğimi doğrudan anlayabilirim, oysa rih içinde, geçmişiyle bilebilir" demekte-
"yüksek'' anlamayla kendime, yaşamıma, dir. Tarihin yorumlanması ise asla tek bir
geçmişime ilişkin daha önce anlamadı­ reçeteye indirgenemeyecek derecede çok
ğımdan farkına varamamış olduğum yeni yönlü bir araştırmayı gerektirdiği gibi, ta-
anlamalara, yeni anlamlara, yeni farkın­ rihin yorumlanmış olması da tek. başına
dalıklara varabilirim. Dilthey'ın söylediği insan doğasını anlamak için yeterli değil­
gibi, kendimi anlamaya çalışırken temel dir. Anlamanın tarihselliği çeşitli insan o-
anlamanın yetersiz kalışı kendime yüksek lanaklarını ortaya sererken, çok çok şim­
anlama düzeyinden bakmama olanak ta- dinin kısıtlamalarından kurtulup özgür-
nımaktadır. Sözgelimi, "Nasıl böyle bir- leşmeye olanak .tanımaktadır. Dilthey'ın
şeyi kıskanabilirim?", "Bunu nasıl oldu savunduğu ijzere, yoı:umbilgisi her du-
da yaptım?'', "Neden aa çekiyorum o rumda tarihsel yönelimli bir araştırma o-
zaman?" gibi sorular temel anlamanın larak, insan yaşamına ilişkin farkındalığı­
yetersiz kaldığı durumlarda, kişinin yük- mızı hep belli bir tarihsel ardalandan ya
sek anlamaya geçmesini olanaklı kılan ti- da bağlamdan kendi içinde tutarlı bir bi~
pik kendini anlamaya geçiş amaçlı soru- çimde türetmek durumundadır.
lardır. Dilthey'a göre, bu soruların ışığı Öte yanda Dilthey'a göre, insanlarda
din felııefesi 394

bir gerçeklik tablosunun anlamldık ve masına karşın Mutlak bilgiye ıılaşamaz.


değer duygusuyla ve de eylem ilkeleriyle Dilthey'm zamansalhk kavramını çö-
birleştirilmiş olduğu kapsayıa bir yorum, zümlemesi, Heideggcr'i ve kuşağını etki-
bir dünyagörüşü (Wıllanırbİutllfl/J ya da lemiştir. Doğa bilirrıleri ile toplum bilim-
felsefe oluşturma eğilimi vardır. Bir dün- leri arasında yaptığı aynrrılar bugün için
yagörüşü dünya hakkında bildiklerimizi, gerçek birer ölçüt haline gelmiştir. Top-
dünyayı duygusal olarak değerlendirme lum bilirrılerinin yöntembilgisiyle ilgili
tarzlannuzı ve ona istemli olarak nasıl tartışmalar günümüzde hali Dilthey'm
tepki verdiğimizi özet halinde veren ge- kavrarrılan ile yapılmaktadır. Yine, Dilt-
nel bir bakışaçısı oluşturur. Di1nyagörüş­ hey'ın "anlama" kavranu Weber'in yön-
leri de, daha sınırh yorurrılar gibi öznel tembilgisinin temeli olmuş ve çağdaş
ve göreli olmakla birlikte, yaşamın bir toplumbilim kurarlıını .oldukça etkilemiş­
parçasıdır ve tek yanh olsalar bile yaşa­ tir.
mın gerçek birer boyutududar. İnsan va- Dilthey'm eserleri yirmi cilt olarak
roluşunun somut sonııl anlanu edebiyat- basılnuştıı: Gtı11111111ıllt SdJriflttl (roplu E-
ta. sanatta, dinde ve felsefede en tam serler, 1914-1990). Başlıca eserleri ara-
anlatımını, en yetkin ifadesini bıılur. Ya- sında Ei11/ti1111ıg in tliı Gm/uJllİ/mııdıafkıt
şamın genel anlamını kavramayı amaçla- (fin Bilirrılerine Giriş, 1883); Itiem iibtr
yan fılozof, bu dünyagörüşlerini de in- ,;,,, budnibmtlt 1mJ Z!'ıliıJmıtlt Psyrholoeı
celemelidir. Kendisi de yaşamın bir par- (Betimsel ve Çözümleyici Ruhbilim Üs-
çası olan filozofun, arılamın deneyimlen- tüne Düşünceler, 1894); E11trtth11ıtg ıJer
diği ve iletildiği zihin süreçlerine 8'ina Hm11111111tilc (Yorumbilgisinin Doğuşu,
olması, anlaamın geçtiği somut bağlamın 1900); Dır Anjbdll Jır gırdJidıtlkhm Well
-örneğin, bir sözcük için onun geçtiği ;,, tkıt Gtİl/uJllİ/1111nhaf1tt1 (fin Bilirrılerin­
tümcenin ya da metnin, bir eylem için de Taıihsel Dünyanın Kuruluşu, 1910);
ona yol açan koşuUarın- bilgisine ve ço- Dit T.JPlll Jır Wılfllllsrba1mg 1111J ibrr A111-
ğu anlatımın doğasııu belirleyen toplum- bilılml1, ;,, tkıt fllftapl!Jtiıdıt11 S.Jsfr111111 (Dün-
sal ve kültürel dizgelerin -örneğin, dilin- yagörüşü Türleri ve Bunlann Metafizik
bilgisine sahip olması anlamayı olanaklı Dizgclerdeki Gelişimi, 1911); Wıllanırha-
kılar. 111111g 1111J A11afl11 tltı MmsdJm 11it P.l11llİl­
Dilthey, dünyagörüşlerini her biri de ıana (Rönesans'tan Bugüne Dünyagörö-
gerçekliğin bakışaçısına dayah birer yo- şü ve İnsanın Çözümlenmesi, 1913) sa-
rumu olan üç türe ayım: doğalcıhk; öz- yılabilir. Aynca Dilthey, Schleiermacher
gürlük idealizmi; nesnel idealizm. Do- üzerine bir yaşamöyküsü; Rönesans, Ay-
ğalcıhk, örneğin Demokritos ve Hobbes' dınlanma ve Hegel üstüne de denemeler
da olduğu gibi, bilişsel yetilerimizi wr- yaznuştır. Diltheya bir çizgide yürüyen
gıılar; her şeyi algılanabilen ya da açık bir bizden bir yorumbilgici için bkz. Oz-
biçimde bilinebilen "şey"e indirger ve lem, Doğan.
çokçu bir yapıdadır. Özgürlük idealizmi,
Plııton ve Kant'ta olduğu gibi, istcrrıli a- din felseleai (İng. philosoP'!J of "fitio11;
maçlarımızı vurgular; istencin indirgene- Fr. pbilosophit Jt la "litfa11; Alm. "lif,ions·
mezliği konusunda ısrar eder ve ikici bir philosop/Jit; ea. t. falstji-i ~) En genel
yapıdadır. Nesnel idealizm, Herakleitos, anlamda, dinin doğaSını, özünü, amaçla-
I.aboiz ve Hegcl'de olduğu gibi, değerli nnı, kapsamım ve içeriğini araştıran; il-
olduğu duyumsanan şeyleri vurgular; kelerinin kaynağını, dayandığı temelleri,
gcrçeldiği uyurrılu bir değeıler kümesinin verdiği etik iletileri gerekçeleriyle birlikte
cisirrıleşmesi olarak görür ve bircidir. inceleyen; dinsel inanış deneyiminin de-
Dilthey'a göre, bu dünyagörüşlerinin ğerini, geçerliliğini, öteki deneyim türle-
hiçbiri de her şeyi açıklama savında ol- rinden farklarını felsefi açıdan irdeleyen;
395 din felsefesi

dinsel inanan ana öğderi olan varoluş, dır. Tanrıbilim de tıpkı din fdsefesi gibi
zorunluluk, yazgı, yaratma, vahiy, dogma Tanrı'nın varlığını, Tann'nın evrenle, ev-
(ınak), boşinan, günah, suç ile ceza, ada- rendeki varlıklarla ilişkisini aydınlatmaya
let, iyi ile kötü gibi inanç kavramlanrun çalışmasına karşın, bunu yaparken doğ­
anlamlarını açımlayan; çeşitli dinlerin rudan dinsel inanca dayanmaya, dinsel i-
kendilerine özgü Tanrı tasanmlan yanın­ nanan sınırlan içinde kalarak bunu yap-
da "ruhun ölümsüzlüğü", "öbür dünya", maya ayn bir özen gösterir. Sözgelimi
"cennet ile cehennem" gibi ana öğretile­ tannbilim, tarıntanımazlara karşı Tarın'
rini felsefi bir gözle çözümleyen, değer­ nın varlığını kanıtlamaya çalışırken, Kut-
lendiren, birbiriyle ilintilendiren; özellik- sal Kitap'ta söylenenlere, peygamberin
le tannbilim alanında Tann'nın varlığını iletilerine; din bilginlerinin Kutsal Kitap
tanıtlamak ya da çürütmek amacıyla or- yorumlarına uymamazlık edemez. Bu
taya atılmış uslamlamalan irdeleyen; din- yüzden tannbilim ne denli kaçınmaya ça-
lerin dünya yaşamına ilişkin koydukları lışırsa çalışsın dinin konu olduğu inakla-
yaptırımları, kısıtlamaları ve kuralları top- nn pek çoğunu kendi bünyesinde taşı­
lum, devlet, hukuk, siyaset alanlarındaki madan edemez. Nitekim tanrıbilimin baş­
izdüşümlerine yoğunlaşarak tartışan; din lıca amaa, din olgusu ile dinin en temel
ile bilim arasındaki ayrımı belirginleşti­ öğretilerini temelle-ndinnek yoluyla, bir
ren, din ile felsefe arasındaki ilişkiyi ör- yandan inananların inançlarını sağlam­
tüştükleri ya da ayrıldıkları noktalar doğ­ laştırmayı gözetirken bir yandan da i-
rultusunda açıklığa kavuşturan; fdsefe nançsızları inanca çekmektir. Bir başka
üzerindeki içerimleri başta olmak üzere deyişle tannbilim gerek dini gerekse din-
din olgusunu bütün yönleriyle dizgeli bir sel inançları hep olurlamaya çalıştığın­
biçimde ele alan felsefe dalı. dan, dinsel yargıları asla sorgulamaya kal-
Din felsefesi, pek çok din düşünürü kışmaz. Oysa din felsefesi kendi içinde
ile din felsefecisinin üzerinde anlaştığı ü- özerk bir felsefe alanı olarak ussal eleşti­
zere, en az felsefenin kendisi kadar, hat- riyi asla elden bıra kınadığı gibi, gerekti-
ta ondan bile eski bir düşünme alanıdır. ğinde dinin en temel in?Jclannı bile kuş­
Bu uzun tarihe bakınca, XX. yüzyıla ge- kucu eleştiri süzgecinden geçirmekte bir
linene değin Batı felsefesi tarihinin ö- an bile duraksamaz. Din felsefesi, dinin
zünde Yahudilik, Hıristiyanlık, Müslü- temel ilke ve inançlarını eleştird bir tu-
manlık gibi tektannlı dinler başta olmak tumla ussal çözümlemeden geçirirken ne
üzere, Hint dini, Buddhaalık, Taoculuk dini güçlendirmek gibi bir derdi vardır
gibi çeşitli din geleneklerinin öğretilerini, ne de dini zayıflatmak gibi bir derdi.
dünya görüşlerini, insan tasanmlannı a- Saltık bir varlık olarak Tarın'nın var-
çıklama uğraşına sıkı sıkıya kenetlendiği lığı konusunun din felsefesi için can alıcı
görülmektedir. Daha açık söylenecek o- bir önemi vardır. Nitekim bütün bir or-
lursa, dinsel araştırma ile felsefi araş­ taçağ boyunca filozoflar, Tarın'nın varlı­
tırma birbirleriyle öylesine iç içe geç- ğını tanıtlamaya yönelik büyük bir arayış
mişlerdir ki aralarında çok keskin ay- içinde olmuşlardll. Tarırı'nın varlığını us
rımlara gitmek son derece güçtür. Dinsel yoluyla tanıtlamak amaayla geliştirilen
araştırma ile bu yakın bağına karşın, us- uslamlarnalardan felsefi bakımdan üçü-
sal bir felsefe dalı olarak din felsefesini, nün ötekiler arasında ayn bir önemi var-
inanç ile iman boyutlarının oldukça öne dır.. Felsefe tarihinde bilinen adlarıyla bu
çıktığı bir öğreti olarak dinden ayn tut- uslarnlamalar şunlardır: (i) "varlıkbilgisel
mak gerekir. Bu bağlamda din felsefesi, uslamlama"; (ıi) "evrenbilgisel uslamla-
kendisine doğrudan din ile Tanrı konu- ma"; (ıiı) "düzen uslamlaması". Varlık­
larını ussal bir yolla kavramayı amaç e- bilgisti uılamiama Tanrı kavramının Tanrı'
dinmiş tannbilim ile de kanştınlmamalı- nın varlığını kanıtlamak. için bir başka
dinamizm 396

şeye gerek duymadan tek başına yeterli sinin ancak eğretilemeli bir dil, eğretile­
olduğu düşüncesi üzerine temellendirilir. melere dayalı bir kavrayış oluşturmak
Buna göre Tanrı kavramı kendi içinde bakımından bir değeri olduğu, birer eğ­
zorunlu olarak varolma yüklemini içer- retileme olmanın ötesinde bu gibi terim-
mektedir. Evmıbilgistl 111/a111/a111a "her şe­ lerin kendilerine en son (nillai) bir anlam
yin bir nedeni vardıı" düşüncesi uya- yüklemenin son derece büyük yanlışlar
rınca kurulan nedensellik ilişkisi zinciri- doğuracağı görüşünde yatar. Aynca bkz.
nin sonsuza dek geri götürülmesinin ola- tannbilim; İslim felsefesi; Yahudi
naksız olduğu düşüncesi üzerine temel-· felsefesi; Hint felsefesi; BuddhaciJık;
lendirilir. Buna göre nedensellik zinciri- Taoctduk; Brahmancılık; Mani dini;
nin bir yerde durdurulması için, kendi- Zerdüftçülük.
sine bir başka şeyin neden olmadığı,
kendi kendisinin nedeni olan, her şeyin dinamizm bkz. devimselcilik.
kendisinden çıkuğı bir "ilk neden" ol-
ması zorunludur. DiiZ!fl uslamlaması ev- Ding an sich (Alm.) Bilen, kavrayan bir
rende kurulu bulunduğu düşünülen eş­ özneden bağımsız olarak yalnızca kendi
siz, eksiksiz, yetkin düzen düşüncesi ü- için, kendinde varolan şey, "kendinde
zerine temellendirilir. Buna göre evrende şey" anlamında kullarulan bu terim gö-
böylesine yetkin bir düzen varsa, bu dü- rünüşten bağımsız, asıl, gerçek varlığa
zen ancak yetkin bir düzen vericinin karşılık gelmektedir. Felsefe diline Kant'
elinden çıkmışur. Tanrı'run varlığını ta- ın armağanı olan terimin kökenleri Kant
nıtlamaya yönelik bu uslamlamalar din felsefesindeki görünümlerin alunda ger-
felsefesi tarihinde ötekilere oranla en çek bir varlığın bulunduğu tasarımına
çok ses getirenleri olmakla birlikte, özel- dayanmaktadır. Bu bakımdan aşkın, bili-
likle xvııı. yüzyıldan başlayarak pek nemeyen, özneden bağımsız, görüngü-
çok düşünürün gözünde taşıdıklan ilk nün tersi olan varlık biçimidir. Aynca
etkiyi ve değeri yitirmişlerdir. bkz. kendinde şey; noumenon.
Tann'run varlığı sorunuyla doğrudan
ilintili olan din felsefesinin bir başka ana dingincilik (sekincilik) ~ng. qHielism;
sorunu da din ile dinsel inanca kaynaklık Fr. qılittis111r, Alm. qHietimt11r, es. t. 111ez.heb-
eden Tanrı'nın herhangi bir niteleç ("sı­ i siikü11] İnsanın arzu. ve isteklerinden
fat") yoluyla nitelenip nitelenemeyeceği annarak tam bir -ruh dinginliği içinde
sorusudur. "Her şeyi bilmeye yetili", kendini Tanrı'nın mutlak iradesine bı­
"her şeyi yaratmaya yetili", "saluk an- rakması anlayışı. Tann'ya ulaşabilmenin
lamda iyi" gibi birtakım niteleçlerle Tan- yolunu bu dünyayla ilgili her şeyi bırak­
n'nın kendisi kavmnabilir mi? Bu soru makta ve kendi içine dönerek dinginlijte
bağlamında önemli bir düşünsel konum ulaşmakta gören bu anlayışa göre, dün-
olamk karşımıza çıkan "*olumsuzlamacı yevi işlerle ilgilenmek insanı sürekli bir
tannbilim", Tanrı'nın kavranmasının an- eylem içinde olmaya zorlayarak onun
cak ve ancak bildik terimlerle Tann'yı Tanrı'dan uzaklaşmasına yol açacakur.
kavrama arayışını bırakmakla olanaklı ol- Eyletnsizlikse insanın ruhun kaynağında­
duğunu savunmaktadır. Bir başka deyişle, ki tanrısal ilkeye geri dönmesini sağlaya­
Tann'nın ne olduğunu söylemeye çalış­ cakur. Dingincilik, çoğunlukla XVII. yüz-
mak yerine, Tann'nın ne olmadığını be- yılda yaşamış Katolik rahip Molinos'un
timlemeye çalışmanın Tann'yı kavrama- öğretisine göndetme yapmakla birlikte,
nın olanaklı tek yolu olduğu dile getiril- ıasavvuf öğretisi içinde "sekincilik" adıy­
mektedir. Tann'ya us yoluyla yaklaşmaya la İslam felsefesinde de yerini almışur.
yönelik ortaya konan önemli bir öneri de
Taan'nın bildik terimlerle betimlenme- Diogenes [Sinoplu] (M.Ô. ykl. 412/
397 Diogenes [Sinoplu J

403-324/320) İlk.çağ Yunan felsefesinde insanın gereksinimlerini en aza indirdiği,


Sokraıesçi okullardan Kinikler Okulu' yalın ve doğal olanı öne çıkardığı bir ya-
nun Antisthenes ile birlikte en önemli şam biçimidir. Diogenes tüm insanlığı
iiyesi; Kinik dünya görüşü ile çileci ya- "yalınlık ile doğallık", "&zgiirlük", "ken-
şam felsefesinin kendisinde gövdelendiği di kendiyle yetinme", "hiçbir şeyden u-
düşünülen Eski Yunan filozofu. tanmama ve s&zünü sakınmama" türün-
Sinoplu Diogcnes, hem öğretisi hem den ilkelere dayalı bir yaşam uğraşına
de yaşam tarzı (ki onda bunları birbirin- çağırmış; insanlara "insanı insan yapan
den ayırmak olanaksızdır) düşünüldü­ değerleri silikleştiren" toplumun sıkıcı,
ğünde, ana hatlarını ilkin Antisıhenes'in kolay ve "uygitsinci" yaşam yolunda yü-
çizdiği felsefi öğretinin (Kinizm) somut- rümemelerini salık vermiştir.
laşmış ilkömeği; en uç biçimde yaşama Toplum yaşamındaki bütün putlan
geçirilmiş halidir. Diogenes'in ortaya koy- yıkmaya soyunmuş bir düşünür olarak
duğu felsefe/yaşam "insanoğlunun ge- Diogenes, hiç kuşku yok ki ırk tek kişi­
rek doğa gerek uygarlıkla olan ilişkisinin leri önemsemeyen, "bireyüstü" tüm ku-
kökten biçimde yeniden değerlendiril­ nımlar.ı karşıdır. Diogenes'c gön: insa-
mesi", sil baştan yeniden ele alınması o- nın mutluluğuna kendi gücünün dışında
larak okunabilir. Her ne kadar, insan ya- hiçbir şey etkide bulunmamalıdır. Bu
şamının biricik ereğini tek başına "mut- nedenle de insanı kendi biçtikleri elbi-
luluk" üretebilecek "erdem"de bulan, seye sığdırmaya, onu hizaya sokmaya
kendi kendiyle yetinme f:1111tarkeia) anla- yeltenen tüm kurumsal yapılara ayak di-
mında hiçbir şeye gereksinme duymama- renmeli, gelenekçiliğin sürüp gitmesini
yı &zgür bir yaşamın odağına yerleştiren sağlayan bu kurumlara yüz çevtilmclidir.
Kinikler Okulu'nun ya da kurucusu An- •Evrendeşçilik C'dünya yurttaşlığı") dü-
tisthenes'in izini sürse de Diogenes an- şüncesinin de ilk savunucularından olan
cak katı bir öz-disiplinle, çileci bir eği­ Diogenes'in gözünde ne devletin ne top-
timle (arlıuis) başarılabileceğini düşün­ lumun ne dinin ne de ailenin zerre kadar
düğü "bireyin özgürlüğü"nü ve "kendine değeri yoknır. Bilge kişi, bilgelik yolunda
yeterlilik"i yeniden tanunlamıştır. Ona yürüme uğraşı veren insan için "erdemli
göre insan bir yandan toplumun ya da olmak ya da olmamak" dışında hiçbir öl-
kültüriin dayattığı kuraUara ayak direyip çütün, hiçbir dışsal durumun önemi yok-
getirdiği (dışsal) kısıtlamalarla yasaklar- tur: "Bilge, kölelik içinde bile &zgürlü-
dan kurtulmaya çalışırken, öte yandan da ğünü yaşar.ın/bilen, yaşayabilen insan-
ıutkulann, duygulıınn ya da korkuların dır.'"
yol açtığı (içsel) huzur.mzluğnn kökiinii Platon'un "Çılgın Sokraıcs" diye bah-
kazımalıdır. Kişioğlunun yürümesi gere- settiği Diogenes üzerine doğruluğu kuş­
ken "doğru" yaşam ynlu, kokuşmuş top- ku götürür sayısız anekdot ve öykü anla-
lumun varsaydığı sıradüzenleri, uzlaşım­ tılır. Atina sokaklannda gündüz vakti e-
sal değerleri yok sayarak doğayla uyum linde fenerle dolaşıp doğru dürüst bir
ıçinde yaşamaktan geçer. "adam" arayan: her mevsim yalınayak
Diogenes insan ruhunu hiçe sayarak dolaşıp yaşamını bir fıçıda sürdüren: ai-
oluşnırulmuş, "uygarlık" değerlerini baz lece Sinop'tan sürülmelerine yol açan
alan "insan" anlayışlanru yadsımış: "do- kıılpazanlık işinde babasının suç ortağı
ğ.ı"nın toplumsal uzlaşımlarla ayakta ka- olmakla övünüp "paranın üzerini kazı­
labilen insan yapısı kültür ve uygarlıktan mak" işini üzerine alan; kendisine bir
üstün olduğunu savunmuştur. Toplumun dileği olup olmadığını soran Büyük İs­
dayattığı yaşam biçimleri, gelenek ve gö- kender'e "Gölge etme, başka ihsan iste-
reneklerin insan doğasına aykın yerleşik mez" diyen; devinimi yadsıyan Elealı Ze-
kumUan karşısında Diogenes'in önerisi, non'un bir dersinde karşısav olarak aya-
Diogenca Lacrtios 398

ğa kalkıp yürüyen hep aynı kişidir: "Si- haksızlık olacakur. Her filozofun yaşamı
noplu Diogencs". (bios) ile öğretisi
('4f!Js) arasında içsel bir
Her ne kadar Diogenes'in hiçbir ya- bağ, bir ilişki olduğunu, dahası olması
pıu gÜnümüze ulaşmamışsa da, Diogc- gerektiğini savunan bir düşünce iklimin-
ncs Lacrtios ve diğer kaynaklara dayanı­ den, Esiri Yunan kültüründen, yaşamöy­
larak, felsefesini yansıtan çeşitli diyalog küsü ile öğretiyi harmanlayan bir felsefe
ve oyunlar, tragedyalar yazdığı sanılmak­ tarihi çıkması doğal bir sonuçtur.
ta; Deıı/eı adlı bir yapıu bulunduğu öne Diogenes Laertios'un on kitaba ayır­
sürülmektedir. Tüm değerleri yoksayan dığı Tan1111111Ş Fi!IJzojlann YOfaınlan, Öğre­
bir ahlaktanımazcı olarak adı çıkmışsa da tileri ve Deyişleri ÜZ!fine adlı yapıtın ele al-
Diogcnes'in felsefece önemi doğayla ba- dığı. filozoflar,okullar ve akımlar şunlar­
nşık bir yaşama sanan olarak ahlak anla- dır: [Kitap I] Thales de dahil ilk bilgeler,
yışım temellendirmeye girişmiş olmasın­ yedi eski bilge; (Kitap il) Milet ya da
da yatar. Ayrıca bkz. Kinikler Okulu; İyonya Okulu (Anaksimandros, Anaksi-
çilecilik. menes, Anaksagoras), Sokrates ile Sok-
rate~çi okullar; [Kil~p 111] PLıwn; [Kitap
Diogenes Lacrtios [Laertcli Dioge- IV] Platon'un Akademia'daki ardılları;
nes J (M.S. ykl. 11. yüzyılın sonu ile III. (Kitap V] Aristoteles ile onun Lykeion'
yüzyılın başı) İlkçağ Yunan felsefesinin daki ardılları; [Kitap VIJ Antisthenes,
tarihini aktarıp soykütüğünü çıkaran Ta- Diogenes (Sinoplu) ve diğer Kinik filo-
t/ttlflllf Fi'4zojların YOfamlan, Öğretileri '" zoflar; [Kitap VIIJ Kıbrıslı Zcnon ile
Deyişleri ÜZ!fine (Peri bion dogmaton kai Stoacı filozoflar; (Kitap VIIIJ Pythago-
apophthegmaton ton en philosophia eu- ras, Pythagorasçılar ve Empedokles; [Ki-
dokimesanton) başlıklı yapıuyla bilinen tap IX] Herakleitos, Elealılardan Parm~
Eski Yunanlı yazar, yaşamöykücü ve fel- nidcs, atomculardan Demokritos vd. (bu
sefe tarihçisi bölümün özelliği diğer bölümlerde atlan-
M.S. 111 yüzyıla dek Yunan felsefesi- mış filozofların kimilerini dağınık bir bi-
nin önde gelen fılozoflarırun yaşamlannı çimde banndırmasıdır); [Kitap X] Epi-
ve yapıtlarını serimleyen Diogencs Lacr- kuros ve öğretisi.
tios'un kendi yaşamı ve öğretisi üzerine · Diogenes Laertios'un yapıunın güve-
dimizde hemen hiçbir bilgi yoktur. Yal- nilirliği ve kaynaklarının niteliği kimi dü-
nızca hiçbir felsefe okulunun üyesi ol- şünürler ile Antik Fdsefe taril1yazımıyla
madığı ve yapıanın X. Kitap'ını tümüyle uğraşanların kimileri tarnfınclan tart.ışına
ayırdığı Epikuros 'un öğretisine yakınlık konusu edilmişse de bazı ilkçağ Yunan
duyduğu söylenmektedir. Diogenes La- filozofları üzerine bizi oldukça bilgilen-
ertios'u felsefe tarihi açısından önemli diren tek kaynak olduğu unutulmamalı­
lalan, yapıunın birçoğu günümüze ula- dır. Çeşitli kaynaklardan aktarılan bir ç~
şamamış olan ilkçağ Yunan filozoflarının şit derleme olduğu, yer yer de konunun
metinleri hakkında bilgiler içeriyor dışına çıkuğı yadsınamazsa da bu eserin
olmasıdır. Her ne kadar ağırlığı yaşam­ bizim için paha biçilmez bilgi kınntıları
öykülerine vermiş olsa da bu yapıt filo- içerdiği de bir o kadar gerçektir.
zofları okullara ve akımlara göre ayırıp
zarnandizinsel olarak tanıttığı için kayda dirimbilimcilik bkz. biyolojizm.
değerdir. Yer yer önemsiz ayrıntılara ve
dedikodulara kaymışsa da kimi filozofla- dirimselcilik [İng. ıiıalisnr, Fr. viıalisme-,
rın öğretilerinin yetkin özetlerini de ba- Alm. vita/İ!111Hs; es. t. h'!J'afbıe] En gend
rındırmaktadır. Kuşkusuz Diogenes La- anlamda, canlı organizmaların salt fizik-
ertios'tan "modern" anlamda bir felsefe sel ya da kimyasal terimlere dayanarak
tarihi yazmasını beklemek en hafifinden kavranamayacağını; yaşam görüngüsc-
399 dirimselcilik

nün salt özdeksel terimlere dayanarak !es tarafından, bir hayvanın yaşamının,
bütünüyle açıklanamayac:a#ını; canlı or- ercksellik ya da sonu! neden ilkesi uya-
ganizmalarda kendilerini cansız organiz- rınca, organizmanın biçirribilgiscl gelişi­
malardan ayıran özdeksel olmayan yara- mini belirleyen *pykht'sinden oluştuğu
ııcı bir gücün ya da güçlerin bulundu- savıyla atıldığı söylenebilir. Bu anlamda
ğunu; canWarın vıırbğını kavramanın an- Aristotelcs, bütün doğa olaylarını madde
cak bu canlılara özgü, kendileri de canlı biçimi taşıyan bir *t11Jtld.JNia'nın varlı­
olan birtakım öğclcre başvurmak yoluyla ğıyla açıklanuşar. Aristotdes'in dışındaki
olanaklı olduğunu sa\1\lfian felsefe anla- birtakım dirimselcilere göre bu organiz-
yışı. Dirimselciliğc göre, canlılann canlı malara can veren öğeler organizma orta-
olarak varlıklarını süı:dürmclerini sağla­ dan kalktığında bile vıırlıklarını sürdiir-
yan öyle özellikler vardır ki bunlann fi- mektedirler. Spinoza'nın Eti/ea'da ortaya
ziksel ya da kimyasal terimler yoluyla koyduğu "tümtanncı" felsefe, kimi fel-
tıım olarak anlaştlmalan olanaksızdır. Bu- sefe tarihçilerine göre dirimselciliğin en
rada var olduğu öngörülen özellik, öğc önemli örneklerinden birine karşılık gel-
}"d da ilke, "tin" türünden metafizik bir mektedir. Gerçekten de Spinoza bütün
kendiliğin varlığı olabileceği gibi biyolo- canlıları canlı kılan ortak özelliği onların
jik organizmalann kendi karmaşık iç iş­ varlıklannı sürdürme istenciyle açıkla­
leyişlerinde içkin olarıık bulunan özel or- nuştır. Spinoza'nın *ı:olllll11S dediği bu te-
ganik ilişki ya da ilkelerin varlığı da o- mel istenç yitirildiğinde canlı, canlı ol-
labilmektedir. Nitekim dirimselci öğreti, maktan çıkarak canlı olmama haline, ya-
}"Aşanu anlamanın doğa bilimlerinde baş­ ni ölüm durumuna geçmektedir. XIX.
vurulandan büsbütün başka bir açıklama yüzyılın sonu ile XX. yüzyılın başında
ilkesine dayanmaktan geçtiğini öne süre- biyoloji biliminde baş gösteren önemli
rek, kendisini diizcnekçi (mekanikçi) do- ilerlemelerle birlikte, biyolog felsefeci
ğa anlayışına karşıt bir konuma yerleş­ Dricsch, Reinke, Becher, Uexküll ve
ı.irmektedir. Dirimselcilik, canlı doğa ile Bergson başta olmak üzere kimileyin
c:ıın,ız doğa, organik varlıklar ile orgımik kendilerine yeni tliri111.rekil" de denen ıli­
olmayan varlıklar arasında saltık: anlamda rimselciler, bütün canlı organizmalar için
kesin bir aynlık bulunduğunu savlamak- belirleyici olan büyüme, üreme, yeniden
tııdır. Canlılann eylemleri canlılaı:da bu- üretim gibi etkinliklerin fiziksel-kimyasal
lunduğu öngörülen gücün, yaşam ilkesi- süreçle~ doğrultusunda açıklanabilir ol-
nin ya da kaynağının dışavurumlarıdır. duğunu ileri süren "düzenek Öğretisi"ne
Kmrli,ini en iyi canlı varlıklann etkinlik- karşı çıkmışlardır. Bu yeni dirimselcilik
l«"rimle gö~temiği !IÖylenen bu özgül ya- anlayışı, yaşam olaylannın ne düzenek.~el
şıım gücü fiziksel bir güç olmadığı gibi ne de nedensel yasalarla açıklanamaya­
bir biçimde duyularca algılanması ola- cağını savunurken, yaşam sürecinin ken-
ıuıklı olan bir güç de değildir. Buna karşı di içinde özerk olduğu, hep belli bir tasa-
ılirimselciliğin tersine canWar ile cansız­ nya, hep belli bir ereğe doğru ilerleme
lıır ıırasında gerçek anlamda bir ayrım çabasında görünenin kendine özgü bir
olmadığını, canlı varlıkların da aynı can- yasası bulundlığu gerçeğini kanıt olarak
sız varlıklar gibi fiziksel ve kimyasal te- göstermişlerdir. Driesch'e göre canlı or-
rimlerle açıklanabileceğini düşünen dü- ganizmaların bu çok önemli etkinlikle-
zenekçilik, dirimselciliği canlıların gerçek rini olanaklı kılan, organik süreçlerin akı­
doğasını neyin oluştuı:duğu sorusu bağ­ şı üzerinde denetimi bulunan özerk, zi-
lıınunda fazlasıyla metafizik önkabullerin hinvari, uzamsal olmayan varlıklar olarak
etkisi altında kalmakla eleştirmektedir. göı:düğü mıtüiııtia'lardır. Bcrgson ise
Felsefe tarihine bakıldığında dirim- söz konusu etkinliği *iltm llil4I, "yaşama
selci öğretinin ilk temellerinin Aristotc- itkisi ya da aalımı" diye adlandırarak ona
Dissoi logoi 400

felsefesinde kilit önemde bir değer yük- ge/bilgisiz, deli/ akıllı gibi kavramların
lemiştir. görece oluşu vurgulanırken, bir yandan
Newtoncu dünya tasarunında içerim- da bilgelik ile erdemin öğretilebilirlik o-
lenen düzeneksel-nedensel dünya görü- lanağı taruşılıp yadsınır.
şünün bilimsel başarıları da arkasına ala-
rak egemen konuma gelişiyle birlikte, di- diyalektik/ diyalektik yöntem [İng. düı­
rimselcilik gözden düşerek bütün öne- kchts/ dialectic meıhod-, Fr. diakctiq11e/ mitho-
mini yitirmiştir. Daha yakın tarihlerde de diakctique-, Alm. düıkktik/ dialektische
bilimde, güdümbilimde, özellikle de mo- methode; Yun. dialtktike/ diakktike tekh11t]
leküler güdümbilimde kaydedilen aşama­ İlkçağ Yunan felsefesinden bu yana us-
larla birlikte dirimselciliğin kesin bir bi- lamlama, usavurma ve taruşma sanau; u-
çimde çürütülmüş olduğu düşünülmekte­ sı.ı doğru, tı.ıtarlı ve yöntemli bir biçimde
dir. Buna bağlı olarak eski canlılığını yi- 1 kull:mma, söyleşmeyi doğru bir şekilde
tiren dirimselcilik günümüzde geniş çev- yürütme yöntemi; herhangi bir konuda
relerce kabul gören bir anlayış olmaktan doğruya ya da doğrulara (hakikate ya da
çıkmışur. Bilimde meydana gelen bu i- bilgiye) ulaşmak için karşıtlıklardan geçip
lerlemeler ışığında gerek felsefeciler ge- bunları aşarak akılyürütme biçimi. He-
rekse biyologlar dirimselciliğin deneyci gel'le birlikte, düşünce ile varlığın sav-
bilimin gerek duyduğu açıklama ilkele- karşısav-bireşim (tez-antitez-sentez) aşa­
rini sağlayamadığı görüşünde birleşmek­ malarından geçerek gelişmesi; Marx'la
tedirler. Ancak felsefe açısından bakıldı­ birlikteyse bu "gelişme"nin yasası ile so-
ğında, bu öğretinin gerçek değerinden ruşturulma yöntemi.
bir şeyler yitirdiğini söylemek oldukça Yunanca "söyleşmek", "taruşmak"
güçtür. Ayrıa bkz. devimselcilik; düze- anlamına gelen diyalektik özellikle Pla-
nekçilik. ton'un diyaloglarında (diyalektiği bir yön-
tem olarak ilk keşfeden Sokrates eliyle)
Dissoi logoi (Yun.) İlkçağ Yunan felse- kullanılmış, sağduyu kaynaklı dünyaya i-
fesinde, özellikle de Sofistlerin "alun lişkin bilgileri rnizin, deneyimlerimizin bir-
çağ"ında (M.Ô. ykl. IV. yüzyıl), bütün biri ardınca sorulan sorularla irdelenerek
bilgilerin görece olduğunu, göreciliğin her temel ilkeleri, gizli kalmış gerçekleri a-
alana, her kavrama sızdığını tanıtlamak çığa çıkarma yöntemi olarnk karşımıza
amacıyla "anonim" olarak yaraulmış "iki çıkmışur. Platon'un ilk diyaloglannda da-
uçlu uslamlamalar"dan oluşan derlemeye ha çok yalnızca yanlış kanıların yok e-
verilen ad. dilmesinin arzulandığı bir diyalektik türü
Yargıda bulunmaktan kaçınmayı ya rılnn Srıkrntesçi y~ d~ olum~m:Q:ımarı)
da "yargıyı askıya alma"yı c•epokhe) düs- diyalektikle karşılaşılırken, sonraki asıl
tur edinen dönemin "kuşkucu" düşünür­ Platoncu diyalektikte duyular üstü ger-
gezerleri, her konu üzerinde birbirinden çekliğin. ideaların bilgisine ulaşuran yo-
tümüyle farklı iki yönde akıl yürütülebi- lun keşfedilmesi hedeflenir.
leceğini, her savın en az kendisi kadar Elealı Zenon'u "diyalektiğin mucidi"
güçlü bir karşıunın bulunabileceğini, doğ­ olarak selamlayan Aristoteles, varsayım­
ruluk iddiası taşıyan her bilginin aslında ları desteklemek ya da onlara karşı çık­
göreli olup sınırlı bir gerçeklik/geçerlilik mak için çıkarımlar bulma kılavuzu sa-
taşıdığını öne sürmüşlerdir. yılabilecek Topika (Başlıklar) adlı yapı­
Toplam dokuz bölümden oluşan ve tında diyalektiği ilk kez sağlam bir ze-
günümüze Sextus Empiricus eliyle ula- mine oturtur. Aristoteles bu kitabının a-
şan Dissoi logoz'de C'İki yönlü akılyürüt­ lıştırma, taruşma ve felsefe bilimleri ol-
meler") bir yandan iyi/kötü, güzel/ çir- mak üzere Üç bakımdan yararlı olduğunu
kin, doğru/yanlış, adil/adil olmayan, bil- söyler. Bu arada, yalnızca sanılarla yapı-
401 diyalektik maddecilik

lan uslamlama sayılan diyalektiğin karşı­ (1878) ile Doğaıım D!Jaltlıılij (1875-1882,
sına Anafyli/ea prrıtem'da (Birinci Çözüm- 1927) adlı yapıtlandır.
lemeler) geliştirdiği bir tanıtlama kuramı Tarihsel maddecilik görüşüyle birlikte
olarak pek çok temel ilkesini belirlediği Maıxçı felsefenin belkemiğini oluşturan
klasik manbğı C'tasım"ı) koyar. Ne var diyalektik maddeciliğe göre bütün felse-
ki, Stoalı mantıkçılar ile ortaçağ düşü­ felerin temel sorunu şudur: "Madde mi
nürlerinin metinlerinde diyalektik sıklıkla yoksa bilinç mi ilkin varolmuştur?" Bu
mantıkla eşaıılamlı olarak kullanılır. öncelik sorunu şu biçimde de ortaya
xvııı. yüzyılda lmmanuel Kant, di- konmuştur: Maddenin mi kaynağı bilinç-
yalektiği, bilimin ilkelerinin çelişkili yön- tir yoksa bilincin mi kaynağı maddedir?
leri bulunduğunu gösteren çıkanmlarda Maddecilik maddenin önceliğini, idea-
anarken, XIX. yüzyılda G. W. F. Hegel lizm ise bilincin önceliğini ısrarla savu-
diy:ılekıiğe, onun bir tür uslamlama yön- nur. Maddenin doğaiistii bir güç tar.ıfın­
temi olmasından öte, bambaşka bir an- dan yaratıldığını ileri süren tanrıcılık, ide-
lam yükler. Hegd'e göre tüm mantık ve alizmin başlıca biçimi olar.ık görülür. Ki-
dünya tarihi, içsel çelişkileri aşarken çö- milC"yin bu durum, maddi dünyanın yal-
zülmesi gereken yeni çelişkiler doğuran nızca tekil zihinler için· varolduğunu öne
diyalektik bir yol izler. Hegel'i izleyen ve süren öznel idealizmi, nesnel idealizm-
diyalektiği ekonomi bilimine uygulayan den ayırmak için dillendirilir. Gerçi bu i-
Kari Maıx ile Fricdrich Engds ise bu di- ki türden idealizm, bilinci ayru biçimde
yalektik anlayışına maddi bir zemin öne- maddenin kaynağı yapıyor görünmeseler
rerek diyalektik maddecilik adı verilen de maddeciliğin maddeyi bilincin kayna-
anlayışa yol açarlar. Ayrıcı bkz. dialek.- ğı olarak görmesi çok daha bulanıktır.
tike; sav/karıısav/bireıim; tasım; e- Günümüz biliminin bulgulannın idea-
Jenkhoç, doğurtma (yöntemi); Sokra- lizm karşısında maddeciliği desteklediği­
tesçi yöntem; Sokratesçi ironi; Sok- nin sıklıkla savunulmasından ötürü di-
ratcs; Platon; Aristoteles; Herakleitos; yalektik maddeciler, zihiıi üzerine yapıl­
Zcnon [Elealı); Zenon açmazları; di- mış bilimsel araştırmalardan ortaya çıkan
yalektik maddecilik; tarihsel madde- sonuçları kabul etmeye hazırdırlar. Ne
cilik; Hegel, G. W. F.; Marx, Kari; var ki, maddeciler, madde ile düşünce a-
Engds, Friedrich. rasında somut bir ilişkinin varlığında ıs­
rarcıdırlar. Düşünceler, maddenin görün-
diyalektik maddecilik [İng. Jia/tçJi'8/ma- tüleri, o~n yansımalandır; bilinç dün-
ımnlirnr, Fr. matirinlirlllt ~lir, Alm. yası, düşünce biçimlerine aktanlmış mad-
clıiıle/r.lis•·htr materialism111j Sovyctler Birliği di dünyadır. Demek oluyor ki, düşünce­
başta olmak üzere doğu bloğu ülkeleri- ler birbirleriyle somut bağlantılan bulu-
nin Maıxçı felsefeye vermiş oldukları nan belirli, somut biçimlerde ortaya çı­
resmi ad. "Diyalektik maddecilik" teri- karlar.
mini bu anlamda ne Manı: ne de Engds Maddenin bilinçten önce gelişi bilgi-
kullanmıştır. Ancak, · Engels, kendi gö- kuramı açısından da ele; alınabilir. Bu du-
rüşlerini Hegel'in ve Alman idealist ge- rumda idealistler, dış dünyaya ilişkin bil-
leneğinin idealist diyalektiğiyle karşılaştı­ giler konusunda kuşkucu olmakla suçla-
rırken; Maı:xçılığın diyalektik bakış açısı­ rurlarken, maddeciler ise temel bilimler
nın öteki XIX. yüzyıl maddecilerinin me- araalığıyla maddi dünyanın bilinebilece-
kanik ve metııfızi!t duruşlanndan aynldı­ ğini öne sürerler. Bu yaklaşım çoğu kez
ğı noktalan gösterirken "maddeci diya- bilitııleıin, hem (bilim adamlannın dış
lektik" deyişini kullanır. Diyalektik mad- dünyayla etkileşim için yaptığı) deneyle-
decilik öğretilerinin kaynağı Engels'in rin hem de teknolojik olanaklann yardı­
yapıtları, özellikle de onun A111i-Diibrittg mıyla eriştiği başanlarla desteklenir. Pra-
dizge 402

tik, doğruluğun biricik ölçütü olarak ta- kir. Aynca bkz. felsefe dizgesi.
nınır; pratik değerden yoksun kuşkular
ya da sorular ise .göz ardı edilir. İdea­ doct:ı ignor:ınti:ı (Lat.) Ortaçağ felsefe-
lizm-maddecilik karşıtlığı felsefenin te- sinde insanın Tanrı 'ya ilişkin bilgisini;
mel sonınlanndan birisi sayılırsa, metafi- sonlu ve eksilt bir varlık olarak insanın,
zilc-diyalektik karşıtlığını da temel yön- sonsuz ve yetkin bir varlık olarak Tanrı'
tem sorunu saymak doğru olacaktır. "Me- yı ancak sınırlı bir şekilde bilebileceğini
tafızilc" yöntem, elektromanyetik alan ku- vurgulamak için kullanılan Latince deyiş:
mru gibi XIX. yüzyıl keşiflerinin gözden bilgisizliğini bilmek; bilgince bilgisizlik;
düşürdüğü erken dönem modern bilimin "bilmeme bilgisi".
mekanik programıyla özdeşleştirilir. An- Ortaçağ felsefesinde Tanrı'nın kav-
cak, Engels'ten beri diyalektik maddeci- ranılamaz oluşunu niteleyen docta ignoran-
lik, Alman idealizminin ortaya koyduğu tia, aynı zamanda Nicolaus Cusanus'un
erken dönem modern bilimi eleştirerek (1401-1464) en tanınmış yapıtının da a-
biçimciliğe ve indirgemeciliğe karşı du- dıdır: Dt Doda lgnorantia (Bilgince Bilgi-
ran, organik görüngülerin karşılıklı iliş­ sizlilt Üzerine, 1440). Cusanus bu kitapta
kilerini vurgulayan bir "doğa felsefesini" insan bilgisinin, düşüncenin sınırlı oldu-
savunur. ğuna; kutsal olanın kavranılamazlığına,
Günümüzde başta Sovyet deneyimi- ulaşılamazlığına dikkat çekmek için do,1a
nin başansızlığı gibi birtakım siyasal o- iuıorantia terimini "insanın bilgisizliğini
layların doğurduğu olumsuz havaya kar- anlaması, öğrenmesi" anlamında kullan-
şın, diyalektik maddeciliğin ana hedefi ve ıruştır.

temel ilkeleri; bilimsel kuramlar ile dinsel "Bilgince bilgisizlik" olarak doçfa igno·
söylenler arasında temel bir karşıtlık ol- rantitlnınkökleri, Sokrates'in ürılü "Bil-
duğunu düşiinegelcn, XVII. ve XVIII. diğim bir şey varsa o da hiçbir şey bil-
yüzyıl'ın mekaniğe dayalı (düzenekçı) gö- mediğimdir" sözüne dek uzanır.
rüşlerinin yanlışlarına şiddetle karşı çıkan
ve sürekli aydınlanmış bir dünya görü- Dogen Kigen (1200-1253) Zen Budd-
şüne temel olacak bilimsel bir metafizik hacılığı'nın Soto Okulu'nun, yani Şoto
arayışında olan ilerici, bilimsel düşüncey­ Zen'in (Çin. Ts'ao-tmıt) Japonya'daki ku-
le büyük oranda uyum içinde kalabilmeyi rucusu olan Japon felsefeci. Bu okul, ay-
başarmıştır. Aynca bkz. maddecilik; ta- dınlanmaya Oap. satrın) ulaşmak için za-
rihsel maddecilik; Marxçılık; Marx, Z!" (oturarak meditasyon) uygulamaları­
Kari; Engels, Pricdrich; Lenin, V. İ. nın önemini vuıgular.
Dogen Kigen Japonya'nın önemli,
dizge ~ııg. !Jileflt; Fr. !J.rtlmr, Alm. !J.r- zengin ailelerinden biri olan Minamoto
tenr, Yun. !J.rlemtr, es. t. 111an-tfi111t] Belirli ailesindendir. On iki yaşında evden kaçıp
bir amaç için bir araya getirilip düzenlen- bir Tendai manastınna sığınır. Ôğtctme­
miş, aralarında yapılaşmış ya da kalıp­ ni Myozen'le birlilttc Çin'e gider. Orada
laşmış ilişkiler bulunan bir grup öğcden Zen ustası Ts'ao-t'ung Ju-chiııg'le tanı­
oluşan birlik; kendi içinde kapalı, düzenli şır. Bu ustanın görüşleri Dogen'i etkiler.
ve kurulu bir bütün; belirli bir felsefenin Ju-ching birtakım *koanlan uygular ama
ya da dinsel, siyasal, ahlaksal dünya gö- asıl olarak Zen tcmrininin zaZ!" olduğu­
rüşünün düşünsel içeriği olarak kabul e- nu vurgular. Aydınlanma yolunda insana
dilen, tutarlı bir bütün oluşturan düşün­ gereken tek şey, düşüncelerini yoğun­
celer, ilkeler, öğretiler ve yasalar toplamı. laştırıp oturmaktır. Dogen böyle bir za-
Bir dizgeyi tanımlamak için sınırlarını a- zen oturumunda aydınlanmaya ulaşır.
yırt etmek, amaçlarını bilmek ve kullan- 1227 yılında Japonya'ya döner. Bundan
dığı soyutlama düzeyini belirlemek gere- sonra Japonya'da Soto Zen'i yaymak için
403 . dogma (inak)

uğraşır. 1236'da ilk Soto Zen manastırını denle usun ikiliği ortadan kalkar; deney
kurar. dünyasının yanıltıcı bağlılıklan yıkılır:
Dogcn'in yapmak istediği aydınlan­ Buddhalık ortaya çıkar. Dogcn, aydın­
maya ulaşmak isteyen insanlara yardımcı lanmaya ul:ışan kişinin dinginliğe erece-
olmaktır. Aydınianmaysa olduğu gibi ol- ğini söyler. Böyle biri için SIVllSllTtl ile sam- ·
manın doğrudan kavranmasıdır. Olduğu mranın acı veren yanlan kaybolacak; hiç-
gibi olma da ikicisiz bir gerçeklik kavra- bir arzusu, tutkusu kalmayacaktır. Ne ki,
yışına dayanır. Bu da asıl olarak Zen bu kişi, bu dünyada da yaşamını sürdür-
Buddhacılığı ile onun dayandığı Maha- mek zorunda olacağı için kavramsal ay-
yana Buddhacılığı'nın görüşlerini temele nmları yine de kullanmak zorundadır.
almak demektir. Burada ikicisizlik. kav- Ama artık bu ayrımların birer yanılgı ol-
ramlann söz konusu olmadığı farklılaş­ duğunun da bilincindedir. Aynca bkz.
mamış bir birliktir. Her tür kavramsal Japon felsefesi; Zen Buddhacılığı;
düşünme, olduğu gibi olmanın yapısına samıatıı; satorf, zazen.
aykırıdır; buna yaklaşmayı engeller. İn­
san kavramsal düşünmeyle, zaman ile dogma (inak) ~ng. tlogma; Fr. tlogmr,
uzamın söz. konusu olduğu duyu dünya- Alm. tlogı11a; Yun. tlog111a; es. l ıınssJ Bir
sını, yani nedensel ilişkilerin dünyasını felsefe dizgesirıce ya da bir felsefe oku-
dile getirebilir; ne ki, bu tümüyle bir ya- lunca sorgulanmaksızın benimsenip "a-
nılsamadır. Bu yüzden olduğu gibi ol- paçık doğru" diye öne süriilen öğreti;
manın doğrudan yaşanabilmesi için kav- her türden eleştiri ya da tartışmaya ka-
ramsal düşünmenin kınlması gerekmek- palı, doğruluğu sınanmaksızın olduğu gi-
tedir. Bu, gerçekliği onaya çıkarmanın bi benimsenen, "büyük" bir düşünürün
yoludur. Olduğu gibi olma ile zamanın yetkesine ya da dinsel yetkeye dayanıla­
özdeş olduğu, zamanın oluş olduğu aık/ sığınılarak kabul edilip "değişmez"
(çünkü birlik ile zaman aynı şeydir) gö- olduğu varsayılan ilke ya da ilkeler bü-
rülecektir. tünü. Dinbiliriısel ya da ııınnbilimsel bir
Dünyayı kavramlarla bölümlere ayır­ çerçevede, herhangi bir dinin "su götür-
mak yanılsama olduğu için benlik ile ev- mez birer gerçek", "mutlak hakikat" di-
ren arasında bir bölümleme yapılabile­ ye öne sürdüğü ve bu dine "inanan''ların
ceği. düşüncesi de yanlıştır. Bundan kur- da hiçbir eleştiri süzgecinden geçirmek-
tulmak gerekir. Çünkü gerçeklik tektir; sizin körü körüne inandıkları ilkeler ya
benlik de evrenin tümüdür. Olduğu gibi da önermeler bütünü.
olma ya da Buddhalık birdir, bölüne- Gerek felsefe ya da din gerekse diğer
mezdir. Dolayısıyla da her yerde herkes- alanlarda olsun, belirli bir konuda öne
te vardır. Bundan dolayı da herkes ay- sürülen görüşün, dile getirilen düşünce­
dınlanmaya ulaşabilir; Buddha, yani "Ay- nin sorgulanamaz bir "gerçeklik" ya da
dınlanmış" olabilir. · tartışılamaz bir "hakikat"miş gibi onaya
Dogcn'e göre, aydınlanmaya ulaşıı;ıak konması "eleştirel düşünce"yle bağdaş­
için kavramsal düşünmenin kınlması, maz; olsa olsa kemikleşmiş önyargılara
"us yokluğu" gerekir. Bu da ancak asıl yaslanan tutucu, bağnaz bir tutumun dı­
Zen temrini olan ~e gerçekleşı.itile­ şavurumu olarak alınır. Merakla, anlama
bilir. Dil kavramsal yapılan banndırdığı çabasıyla başlayıp, sürekli sorgulamayla
için, insan konuşmanın peşinde koşmak­ belirginleşen bir "arayış" olarak "felse-
tan vazgeçmeli, "ışığı tersine çevirmeli" fece düşünme"nin tutacağı yol, kendisi-
dir. Bu, dikkati (ışığı) dış dünyaya, duyu- ne sunulanı olduğu gibi benimsemeyle,
lur dünyaya değil de içkin Buddhalığa, sorgusuz sualsiz baş eğmeyle belirginle-
olduğu gibi olmaya yöneltmeyi anlatır şen bir "kabullenme" olaıiık "dogmacı
bir Zen deyimidir. Buna ulaşıldığında be- düşünce"nin yoluna ırak düşer.
dogmacılık (inakçılık) 404

dogmacılık (inakçılık) ~ng. dog111atit111; felsefi tutum ya da her metafizik dogma-


Fr. dogm11tit111e, Alrn. dog111atis1111u; es.t. 11as- cılığa saplanıp kalmış demektir.
sfuıe] En ufak bir "kuşku kırıntısı"na ya Bilimsel bilgiye yüz çeviren, deneye
da "eleştiri öğesi"ne yer vermeksizin, dayanan kanıtları hiçe sayıp önermelerini
somut koşulları, zaman ile mekanın öz- önyargılarla kuşaulmış inanç öğretilerine
gül koşullannı göz önüne almaksızın, dayandıran dogmacı düşünce ya da
ileri sürülen öğreti, ilke ve düşünceleri dogmatik düşünme biçimi, bir yanıyla da
doğru diye olduğu gibi kabul eden ve yaşamın sürüp giden akışını anlama ya
bunlardan katı bir yöntemle önermeler da anlamlandırma uğraşısı demek olan
türeten felsefe anlayışı; sorgulanmaksı­ felsefenin yeşermek için gereksindiği öz-
zın, eleştirinin süzgecinden geçirilmeden gür düşünce ortamını zedeler. İnsanın
onaylanan, mantıksal açıdan savunulabi- anlam arayışını ister istemez sonlandıran,
lir olmamasına karşın dogmalara indir- onu sorgulamaktan, eleştirel düşünceden
genmiş düşünce ya da inanç dizgelerine uzaklaştıran bir tutum ya da eğilim ola-
bel bağlama tutumu; bilgikuramsal açı­ rak dogmacılığın varmaya yazgılı olduğu
dan kuşkuculuk, bilinemezcilik, olgucu- yer, hoşgörüsüzlük ile bağnazlıktan bes-
luk ve Kant'ın eleştiriciliğine (Kritizjs111ıu) lenen "düşünce zorbalığı" dır.
karşıt biçimde İnsan aklının ya da dü-
şüncesinin mutlak varlığı, mutlak haki- doğa ~ng. nature-,. Fr. 11aturr, Alm. 11a111r,
kati, tanrının, evrenin ve ruhun özü tü~ Lat. 11aı11ra; Yun. pf!JM, es. t. tabkı4 Ge-
ründen metafizik konulan kavrayabile- rek gündelik dildeki kullanımda her yere
ceğini, insan zihninin bu gibi konularda sızmışlığıyla, gerek çokanlarnlılığın sınır­
sağlam ve kesin bilgiler edinebileceğini larını zorlayan geniş anlam yelpazesiyle,
öne süren görüş. gerekse felsefedeki hemen her öğretide
Descartcs'tan Wolff'a değin tüm bir başka başka anlamlar yüklenip farklı
felsefeyi "dogmacı" diye nitelendiren farklı tanımlanmasıyla düşünce tarihinin
Kant, kendi "eleştirici" felsefesini hem en çetrefil terimlerinden biri olan "do-
dogmacılığın hem de kuşkuculuğun kı\r­ ğa", felsefedeki en genci anlamıyla mad-
şısına bir alternatif olarak koyduğunu di- di dünyanın bütününe; insan bilincinin
le getirir. İnsan bilgisinin sınırları üze- dışında yani bilinçten bağımsız olarak
rine, akıl ve bilginin olanaklarının sap- varolan, sürekli bir devinim ile değişim
tanması üzerine yoğunlaşan Kant'ın fel- içinde bulunan, ürettiği sonsuz görün-
sefesinde dogmacılık, "salt aklın kendi güler ile bitimsiz görünüşler yelpazesiyle
gücünü eleştirmeksizin tuttuğu yol''a insanı çepeçevre kuşaıan evrene karşılık
denk düşer. Kant'a göre, dogmacılık gelmektedir. Gerek felsefece düşünme­
"gerçek bilgiye sahip olduğunu ya da nin gerekse bilimsel düşüncenin onu an-
ona ulaştığını öne sürüp de bu savının lamaya Çalışmakla doğduğu göz önüne
dayandığı yöntem ve· ilkelerin eleştirel alındığında "doğa"nın kapsayıcılığı ya da
bir sorgulamasını yap(a)mayan bir bakış heybetli anlam (ya da anlamlandırılma)
açısı"ndan ibarettir. Şu ya da bu yetke çerçevesi daha iyi anlaşılacaktır.
tarafından benimsenen ilkeleri kanıt a- Bilimsel ilerleme ve dünyayı kavrayı­
ramaksızın "doğru" sayan; ortaya atılan şımızdaki değişmelerle anlamı ve içeriği
düşünce ve savlan deney ile gözleme de değişen "doğıı" terimi, kimileyin tek
başvurmaksızın "bilgi" diye onaylayan; tek türlerin özniteliklerini, türün üyeleri-
her zaman ve her yerde geçerli "mutlak nin tümünde ortak ohın özü, kimile}~n
bilgiler"in var olduğunu öne süren 've de bir bütün olarak dünyayı tanımlamak
tüm bunlardan yola çıkarak evrenin bili- için kullanılmaktadır. Bu bağlamda "do-
nebileceğine, evrende olan bitenin açık­ ğa"nın çeşitli anlamlarını iki sınıfa indir-
lanabileceğine inanan her anlayış, her geyerek ele almak yararlı olabilir: tek tek
405 doğa durumu (doğal durum)

(tekil) varlıklann doğası ile genel olarak karşıt olarak, insan zekasının kurgulann-
doğa. dan ya da uydurmalanndan değil, fiziksel
Tek bir varlık için düşünüldiiğünde, nedenlerden ya da nedensellik yasaların­
özellikle de bu varlığın oluşturucu öğe­ dan kaynaklanır. İşte bu doğa tanımı do-
leri ile etkinlikleri çok boyutlu ve karma- ğa tarihi, doğa felsefesi, en genelde de
şık ise, doğa terimi bu türden bir "tek"in doğa bilimlerinin kullandığı anlamıyla
tanımlanıp diğerlerinden ayırt edilmesini "doğa"ya göndermede bulunur. Bu doğa
sağlayan özgün ya da sonradan edinilmiş tasanmının içine doğaüstü şeyle, tann-
özniıcli.klerin toplamı için kullanılır. Do- lar, görünmeyen yaratıklar gibi sonradan
layısıyla bir insanın doğasının; başka bir üretilmiş yapay şeyler girmemekle bera-
insandan daha uzun, daha güçlü, daha ber sözü edilen şeylerin de kendilerine
zeki ya da d11.ha toplumsal olması olduğu özgü birer doğası olduğu söylcnebill~.
söylenebilir. Kuşkusuz bu kullanımda do- Aynca bkz. doğa felsefesi. ·
ğanın bu anlamı tümüyle yüzeyseldir; fd-
sefe sözdağıırcığında ve hatta günddik doğa durumu (doğal durum) (İng. rla·
dilde bile doğa daha derin ve temel bir te ef 11atım, 11a111ra/ rtatr, Fr. itat Je natmr,
şeye göndermede bulunıır. Oysa ki yuka- Alm. 11a1Ncy11ta11tf, Lat. rtahlr 1U11tmı.6.ıj
nda sıralanan özellikler bir insanın do- Uygarlaşmamış düzeyde yaşayan belli bir
ğası değil, olsa olsa doğasının dışavu­ toplumsal öbeğin ya da eğitilmemiş bir
nımlandır. Kökbilgisine inildiğinde de insanın yalınkAt varoluş durumu; insan-
"doğa" dış güçler tanıtindan eklenen ya ların toplum kurmazdan önce yaşadıklan
da sonradan c;dinilmiş olan değil, do- varsayılan yaşam bağlamı. Doğa durumu
ğumla gelen işlenmemiş ve mgün olanı Rousseau'nun gözünde in5Alllann banş
gösterir. Ancak yine de doğal olanı ya- içinde özgürce )'llşadıklan bir durumken,
pıntı olanla ya da daha sonradan ekle- Hobbes'a göre herkesin herkesle savaş­
neııle ayıran çizgi her zaman çok kesin tığı bir durumu anlatmaktadır.
biçimde çizilemez. Öte yandan doğal o- Doğa durumu kavramı, "toplum söz-
ları uzl:ışımsal olanla da karşıtlık içinde- leşmesi" kuramcılannca insanların hiikü-
dir. Bu k:ırşıtlık, insanın gelişmemiş ya metlerc önsel dummlanru ya da hiikü-
da ııygarlaşmamış olduğu düşünülen do- metler yokkcnki durumlannı . anlaunak
ğal durumu ile insanlarıiı haklarını ortak amacıyla kullanılmaktadır. "Toplum söz-
bir yetkenin eline teslim etme konusun- leşmesi" savunuculan, söz konusu doğal
da anlaştJklan toplum smleşmesinin so- durumda ·ya da doğa durumunda olma-
nucunda varılan toplumsal durum ara- dığını düşündükleri temel etmenleri or-
sındaki karşıtlık üzerinde duran Hobbes taya sererken, siyasal açıdan örgütlenmiş
ile Rou,seau'nun kuramlannda çok açık­ bir toplumun yararlarını açıklığa kawş­
tır. turmayı, hükümetin yetkesini tanımanın
Öte yandan dünyanın bir bütün ola- ussal açıdan geçerliliğini tanıtlamayı ta-
r.ık ele alındığı durumda ise doğadan sarlamışlardır. Bu çerçevede, birtakım ek-
belli yasalar çerçevesinde işleyen, şaşmaz sikliklere konu olduğu düşünülen doğa
bir düzeni olan ve bizim dışımızda va- durumunun bu sorununu giderecek ola-
rolan her şeyi anlamak gerekmektedir. naklı tek çözümün hükümet kurumu ol-
Nitekim doğa sık sık somut şeylerin ve duğu savunulmuştur. Dolayısıyla bireyle-
oıılann evrende hüküm süren yasalannın rin kendilerini bu doğa durumundan çe-
bütünü olarak kabul edilir. Doğa zaman kip çıkararak, kendilerinin de aza gös-
ile uzayda yer alan ve zorunlu· yasalarca terdilderi belli türden bir siyasal yetke bi-
yönerilen maddi dünyaya göndermede çimini benimsemeleri özünde ussal bir
bulunur, dolayısıyla da zihinsel dünyayı seçimdir. Bununla birlikte, toplum söz-
dışlar. Doğa yapıtları, sanat yapıtlarına leşmesi kuramcılan kendi aralnnnda han-
doğa felsefesi 406

gi türden bir hükümetin en iyi yönetimi lirleyecek belli türden bir yargı makamı­
sağlayacağı konusunda derin ayrılıklar nın yokluğu; (ıii) hukukun güçlendirilip
göstermektedirler. Aı:-.ılanndaki bu anlaş­ pekiştirilmesi için yeterli bir güç isteğinin
mazlığın büyük ölçüde "doğa durumu" olmayışı. Bu bağlamda Locke, sivil hü-
ndan ne anladıklan noktasında başgös­ kümetin doğa durumunun eksikliklerini
terdiği söylenebilir. Sözgelimi Hobbes, ortadan kaldtrmak için gereken en uygun
doğa durumunu "doğru", "yanlış", "a- yönetim biçimi olduğunu kabul etmekle
dil", "adil olmayan" tasanmlannın kesin- birlikte, kişilerin egemenliğine dayalı mo-
likle bulunmadığı, herkesin kendi yaşamı­ narşinin içerdiği sorunlara pamiak bas-
nı korumak adına dilediği herşeyi yap-a- uktan soıira, her koşulda çoğunluğun i-
bilme yönünde özgürlük ve haklan ol- radesinin gövdelenmesine olanak tanı­
duğu yasasız bir eylem alanı ya da eyle- yan bir siyasal yetkenin daha doğru bir
me durumu olarak betimlemektedir. Böy- hükümet modeli olacağı sonucuna var-
le bir durumun gerçekte bir savaş duru- mıştır. Aynca bkz. Hobbes, Thomas;
mu olarak görülebileceğini söyleyen Locke,John; Rousseau,J ean-Jacques;
Hobbes, bu koşullar altında yaşayan in- beUum omnium contra omneS", homo
sanın ister istemez savaşçd, kaba, kısa homini lupus.
ömürlü ve yoksul olacağını yazmaktadır.
Doğa durumu çözümlemesi doğrultu­ doğa felsefesi ~ng. philosophy of nat11rr,
sunda Hobbes, böylesine dehşet verici Fr. philosophie dr la 11atı11r, Alm. philosophie
bir durumdan bizi bir daha hiç düşme­ der flalıır, ıldt11rphilo.rophie; es. t. tabiat ftlre-
mek üzere koruyacak olan tek siyasal .fe!!) En genel anlamda bir bütün olarak
yetke biçiminin, sınırsız bir güçle dona- doğanın özünü, kaynağını, doğuşunu, var-
tılıp yetkilendirilmiş saluk monarşi olma- oluşunu, kapsamını ve içeriğini araştıran;
sı gerektiği sonucuna varmaktadır. Bu doğanın bölümlerini, yasalannı, ilkelerini
türden bir hükümranlığın yaptıklarından açıklığa kavuşturan; çeşitli doğa tasanm-
ötürü asla adaletsiz olarak görülemeye- lanna yoğunlaşarak doğanın yapısını fel-
cek denli geniş bir güç olmasının zo- sefeye özgü yöntemlerle temellendiren;
runlu olduğunu, her istediğini yapabil- doğayı doğa olarak, olduğu gibi bütün
mesi anlamında koşulsuz ve bozulmaz yönleriyle dizgeli bir biçimde soruşturan
olması gerektiğini özellikle vurgulamıştır. geleneksel felsefe dalı. Daha özgül an-
Buna karşı bir başka sözleşmeci Loclce, lamlarıyla, doğanın dayanaklarını, doğa­
siyaset öncesi bir durum olarak nitelen- daki temel ilişkiler ile süreçleri açıklığa
dirdiği doğa durumunun, insa112 herke- kavuşturan; "doğa yasası", "canlı-cansız
sin eşit ve özgür olduğunu, hiç kimsenin varlık'","enerji", "madde'" gibi belli başlı
hiç kimsenin canına, malı112, özgürlüğü­ doğa felsefesi terimlerinin anlarnlannı a-
ne zarar vermemesi gerektiğini öğreten, çımlayan; doğanın açıklanması sürecinde
herkesin uymakla yükümlü bulunduğu verilen uslamlamaların felsefi .bakımdan
bir doğa yasası olduğunu ileri sürmüştür. değerlerini ve geçerliliklerini sorgulayan;
Bu savına bağlı olarak Locke, doğa du- değişik doğa· felsefeleri arasındaki ilişki­
rumunun kendi içinde belli güçlükleri ve leri kuramsal ve kavramsal bakımlardan
sıkıntıları bulunduğunu dile getirmeye de irdeleyen; bir doğa varlığı olarak insanın
özellikle dikkat etmiştir. Söz konusu güç- doğayla girdiği çeşitli ilişkilerin nasıl dü-
lükleri çok genel olarak üç ayn başlık al- zenleneceğine, bu ilişkilerde başgösteren
tında toplamak olanaklıdır: (i) doğa yasa- soruıılann nasıl en iyi bir biçimde gide-
sının yetkeci bir biçimde yorumlanma- rileceğine yönelik öneriler getiren; doğa
sına olanak tanıyan yerleşik ya da bildik yaşamıyla toplum yaşamı arasındaki iliş­
bir hukukun olmayışı; (ıı) hukukun çiğ- kinin nasıl olması gerektiğini temellen-
. nenmesinin nasıl cezalandınlacağını be- dirmeye çalışan; doğanın anlaşılmasında
407 dota felsefesi

çeşitlifelsefe alamlanrun etkilerini açık­ daklanıyor olmasıdır. Tek tek bilimlerin


lığa kavuşturan; doğanın insan yaşamı ortaya koyduğu bulgulara dayanarak do-
bağlamındaki yerini, önemini ve değer­ ğa üzerine kapsamlı bir anlayış sunmak
gesini sorgulayan; kendi içinde alabildi- arayışındaki bilimsel doğa felsefesi ger-
ğine değişik anlayışlar, büyük bir çeşitli­ çekte, "uzay", "zaman", "doğa yuası"
liğe konu sorunlar, son derece farkh tar- gibi doğa bilimlerinde kilit değeri bulu-
tışmalar banndıran özgül felsefe düz- nan kavramlann ya da varsayımların te-
lemi; bir biçimde doğayla ya da doğanın mellerini sorgulayan bir bilim felsefesi
belli bir paıçası üstüne gdif tirilmiş fel- konumudur. Yine bir başka bağlamda do-
sefe öğretileri bütünü. ğa felsefesi denince, belli bir kuramsal
Eski Yunan Felsefesi'nin başlangıan­ çerçeve içinde bir gerçeklik alanı olarak
dan Yeniçağ Bilimi'nin doğuşuna dek doğanın dizgeli bir biçimde araştırılması
geçen yaklaşık iki bin yıl boyuna. aşağı anlaşılmaktadır. _Terimi bu anlamıyla kul-
yukan doğa bilimleri ile aynı anlamda lananlar, ilki "fizik felsefesi" ikincisi "bi-
kullanılan doğa felsefesi terimi, ilkçağ fel- yoloji felsefesi" olmak üzere doğa fel-
sefesinin Helen döneminde "doğaya do- sefesini kendi içinde ikiye ayırmaktadır­
ğa olarak" yaklaşan, salt doğa üstüne ya- lar. Doğa felsefesi alanında tarih boyun-
pılan özgül araştımııı olarak anlaşılması­ a. yapılmış çahşmıılardan da görüleceği
na karşın, ortaçağ felsefesinde anlam da- üzere, kaçınılmaz olarak insanlığın dünya
ralmasına uğrayarak yalnızca doğaya yö- görüşüyle, alllıiksal yaşamıyla, toplumsal
nelik açıkl11111alann yapıldığı metafiziğin varlığıyla ilgili birtakım sonuçlar çıkarıl­
bir altkolunu karşılar olmuştur. Bu bağ­ dığı için, doğa felsefesi salt kuramsal bir
l11111da söZgelimi modern bilimin önemli disiplin olmayıp pratik bağlamda cİa son
adlanndan Newton dahi kendi düzenek- derece önemli içerimleô olan bir araş­
çi evren tasarımını "doğa felsefesinin tırma düzlemidir. Daha açık söylemek
matematik ilkeleri" olarak adlandırınayı gerekirse, insanın doğasına, doğal çevre-
uygun görmüştür. Metafizikte, özellikle sine, doğal yafamına ilitkin olarak doğa
de Alman idealizminde, doğanın bilgi- felsefesinin sunduğu kavrayışlann, öyle
sine ulaşmak amacıyla felsefi bakımdan ya da böyle insanların tutumlan, davra-
yapılan doğa incelemesine karşılık gelen ruşlan, yaşamlan için belirleyici olacak-
doğa felsefesi, modem bilimsel felsefe ları üstünden atlanamayacıı.k bir gerçek-
aolayışında doğanın kendisi üzerine değil tir. Bu anilllllda doğa felsefesinde yapılan
de doğa bilimleri üzerine yapılan "bilim- araştırmaların metafizikten etiğe, varlık­
selleştirilmiş" felsefeye göndermede bu- bilgisinden siyaset fdsefesine felsefenin
lunmaktadır. Bu yeni anlamıyla doğa fel- hemen bütün alanlannda yapılan çalış­
sefesi, bir yanda tek tek doğa bilimle- malar için bağlayıcılıkları olduğu söyle-
rinde yapılan araştırmalara dayanarak do- nebilir.
ğa üzerine kapsamlı bir tasanma var- Doğaya ilişkin görüşlerin tarihi üç
maya çalışırken, öbür yanda "uZlllll", "za- aşağı beş yukarı felsefenin kendi tarihiyle
man", "deney", "nedensellik", "bilimsel örtüşmektedir. Dizgeli bir felsefe düfÜ-
yasa" gibi belli başlı bilimsel kavramları, nüşünün olduğu her yerde, bu düşünüş
ilişkileri, tasarımları, temelleri ya da var- metafizik kaqıtı olduğunu açık seçik be-
sayımlan çözümleyerek doğa bilimlerini lirten bir konuma karşılık gelse bile, or-
açıklığa kavuşturmanın peşindedir. Bu taya doğaya ilişkin birtakım görüşler atı­
noktada özellikle altı çizilmesi gereken lıyor olması nedeniyle her bir felsefe dü-
bir nokta, doğa felsefesiyle sıkça kanştı­ şünüşünün belli bir doğa tasanmı içeri-
nlan "bilimsel doğa felsefesi"nin doğm­ yor olmaktan kaçınması neredeyse ola-
dan doğa üstüne yapılan bir felsefe ça- naksızdır. Buna göre, felsefenin Eski Yu-
lışması olmayıp doğa bilimleri üstüne o- nan'daki doğumuna geri gidildiğinde, her-
dota felsefesi 408

şey bir yana felsefenin önccliklc bir doğa felsefesinin öyle pek de belirleyici olma-
felsefesi olarak ortaya çıktığı, buna bağlı dığını düşündüğünden, felsefenin doğru­
olarak da ilk filozoflann "doğa filozofla- dan yaşamı ilgilendiren etik, toplum fel-
' n" olarak anıldığı görülmcktcdiı:. Tarihin sefesi, devlet felsefesi, yaşam felsefesi gi-
bilinen ilk fılozofları SokrateS öncesi İ­ bi pmtile fa/sefa kollarını öne çıkarmıştır.
yonyah doğa bilginleri "Doğa nedir?" di- Buna bağlı olarak, hocalarının yolundan
ye sorduklannda, sorunun dünyanın ya- yürüyen Sokrates'in öğrencilerinin önem-
pıldığı temel tözün ya da tözlerin ne ol- li bir bölümü, doğrudan doğa felsefesini
duğunu yanıt olarak istediğini vaı:say­ ilgilendiren konular üstüne felsefe yap-
maktayddar. Kuşkusuz *tırkht tasanrnı u- makta pek istekli davranmamı,ıardır. Öy-
yarınca verilen yanıtlar arasında usa en le ki Sokrates~n en önemli öğrencisi Pla-
yatkın olanlarından birisi, dünyanın ya- ton'a gelindiğinde, doğa bilgisi olanağı­
pıtaşının "belirsiz" ve "sınırsız" olması nın ya da şeylerin doğalan olanağının,
gerektiğini, dolayısıyla da "su", "hava", bütünüyle şeylerin pay alma ilişkisi teme-
"toprak", "ateş" türünden doğal öğclerlc linde kendilerine öykündüğü "Porrnlar''ın
açıklanamayacağını savunan Anaksiman- kavranabilirliğine dayandınlması söz ko-
dms'un *apıiro11 tasarımıdır. Bütün usa nusudur. Açıkça görüle bileceği üzere, Pla-
yatkınlığına karşın Anaksimandros'un bu ton'un doğa felsefesiyle bütün ilgisi me-
yanıu, lljıeimılun belirsiz ve sınırsız ol- tafızik gerckçeler ya da kaygılar nedc-
masından ötürü açıklama gücünün çok niyledir. Bu bağlamda, ilerleyen yüzyıl­
fazla olmayışı nedeniyle oldukça ciddi larda yapılan doğa felsefesi çalışmalarına
bir sorun oluşturmaktaydı. Nitekim bu büyük esinler veren Platon'un Tilllaios
yanıttan çok daha doyurucu bir açık­ söylcşiminde anlatılan yaraulış (türeyiş)
lama, doğanın neden yapıldığı sorusunu öyküsü, Tanrı ile Formlar'ı birbirlerin-
sonnak yerine doğanın yapısını neyin o- den ayn olarak resmetmekte, değişen do-
luşturduğunu araştırmaya yönelen Pyt- ğanın, yani uzaysal-zamansal dünvanın,
hagoras tarafından verilmiştir. Yapıdan bcngisel olduklarından değişmede'n ka-
bütünüyle geometrik biçimi anlayan Pyt- lan Formlar Dünyası'nın model alınma­
hagoras, dünyanın yapıta,ıannı kavraya- sıyla yaratıldığını öne sürmektedir. Pla-
bilmek için bütün yapılması gerekenin toncu doğa felsefesi, Formlar Dünyası'
matematik bakımdan betimlenebilir bi- y1a karşılaşurıldığında duyulara görünen
çimleri ortaya çıkarmak olduğunu dile dünyanın öncmli noktalarda çok büyük
gctinniştir. Pythagora~'ın yapı yönelimli ek~ikliklrr içerdiğine bağlı olarak, İde,ıJar
bu açıklama biçimi aynı zamanda doğal Dünyası'run kopyası bu görünüşler dün-
nesnelerin temelinde yatan geometrik ya- yasını zamanın ve değişimin varlığı ne-
pı uyarınca birbirleriyle nasıl ilişki içinde deniyle gelip geçiçi bir · yetkinsizlik du-
olduklannı araşurmanın önünü açmış ol- rumu olarak tasarlamaktadır. Bununla bir-
ması nedeniyle doğa felsefesi tarihi i- likte, Platon felsefesinde görünüşler dün-
çinde önemli bir aşamaya karşılık gcl- yası yine de "kutsal" bir yaratıcılığın ü-
mektcdiı:. rünü olarak değerlendirilmektedir. Ken-
Sokrates'ten başlayarak büyük ölçüde di iyiliği içinde Tanrı varolabilccck hiçbir
Yunan yarımadasına taşınan felsefe, İ­ şeyi göz göre göre varolmaktan alıkoy­
yonya'daki yan duyumcu yan doğala mayacağı için doğa "doğurganlılı:''ın ana-
söylcnsel öğclcrinden bütünüyle sıynla­ yurdudur. Platon'un bu belirlemesi açık­
rak kesin bir usçuluk zeminine oturtul- ça doğ.mm büyük bir varlık zinciri ya da
muştur. Nitekim bu bağlamda S":Jkratcs, merdiveni olarak tasarlandığı doğa felse-
kendinden önceki doğa filozoflarının ön- fesi anlayışlarının da ilkörncğidir.
gördüğünün tersine, insanın nasıl yaşa­ Ôte yanda bir başka büyük Yunan
ması gerektiği sorusu karşısında doğa filozofu Aristotelcs, doğa felsefesinin a-
409 doğa felsefesi

sıl temellerini araştırma düzlemini göz- zoflarırun felsefelerine dayandırdıkları gö-


lem ile deneye dayandırarak atmıştır. Bu- rülmekte<lir. Buna göre, Epikurosçuluk
mı görmek için, tek başına gökbilimden genelde "İlkçağ Atomcuları"run, daha ö-
fiziğe, kimyadan hayvanbilime, madenbi- zeldeyse Demokritos'un atomcu düze-
limden bitkibilime doğa felsefesinin çe- nekse! doğa tasarımından yola koyulur-
şitli alanlarında yazılmış kitaplarının lis- ken, Stoacılık'ınsa Platoncu felsefenin e-
tesine, bu yapıtlarda geliştirilen değişik gemenliğiyle üstü iyiden iyiye örtülen
kuramlara şöyle bir bakmak bile yeterli- Herakleitos 'un oluşu olurlayan devimsel
dir. Nitekim Aristoteles, ister "ayaltı ev- evren yaklaşımım yeniden canlandırma
reni"ne isterse "ayüstü evreni"ne ait ol- arayışı içinde olduğu söylenebilir.
surılar, hemen bütün doğa felsefesi ku- Ortaçağ felsefesine dönüldüğünde, ö-
r:ımlanru, "yakın gözlemler", "canlı de- zellikle Platonculuk, Aristotelesçilik ve
neyler", "gerçek örnekler" üstüne temel- Hıristiyan metafiziğinin bir kanşırru ola-
lendirmiştir. Buna karşı doğa felsefesinin rak varlığını sürdüren felsefe geleneği,
dallarına yönelik sunduğu ayrıntılı bö- doğayı "bilimsel" açıdan anlamaya çalış­
lümlemeyi yaparken İse temel esin kay- mayı bütün bütün bırakarak yüzünü bü-
nağını, felsefeyi tek tek bilimler üstüne tünüyle doğanın varlığırun "tannbilim-
kurulu "genel bilim" yapma düşüncesi o- sel" bakımdan temellendirilmesi sorunu-
luşturmaktadır. Aristoteles'in doğa felse- na dönmüştür. Bu bağlamda tanrıbilim
fesine yaptığı yığınla katkı bir yana, "De- yönelimli pek çok Hıristiyan filozofu,
vinmeyen Devindirici" tasarımı hem tek Tann'nın bir başka şeyden türetilemeyen
tek doğal nesnelere hem de bir bütün o- yaratıcılığı ile doğarun Tanrı'nın yaratıcı­
larak doğaya sonu! ya da "erekbilgisel" lığına duyduğu bağıçılılık arasında yapı­
bir neden yükleyerek, bir anlamda bütün lan çok temel bir ayrım doğrultusunda
her şeye kendi güçleri orarunda tanmal düşünmeye ayrı bir özen göstermiştir.
etkinliğe olabildiğince yetkin bir biçimde Sözgelimi, Augustinus doğa felsefesini
öykünme itkisi kazandırmaktadır. Buna "nedenini bir başka şeyden almayan,
göre, kendilerine en uygun düşen biçim- bütün nedenlerin nedeni olan ilk neden''
leri sonuna dek gerçekleştirmek için önü (etkin nedenler ile tinsel varoluşun hü-
alınamaz bir istek duyan bütün tekil küm sürdüğü Tanrı'nın dünyası) ile "hem
formlar, bu isteklerini enson anlamda kendisi neden olan hem de kendisinin
doyuma kavuşturdukları vakit kendi do- bir nedeni olabilen öteki nedenler" (edil-
ğalarıru da gerçekleştirmiş olmaktadırlar. gen sonuçlar ile cismani varoluşun hü-
Aristoteles, usun ışığıru izleyen ama de- küm sürdüğü doğarun dünyası) ayrımı
neyleri ve gözlemleri asla elden bırakma­ üstiine yapılandırmış, değişmeden kalan
yan genel düşünce çizgisi uyarınca, bü- Doğa'yı Yaratıo olarak görmüştür (Tann
tün doğa felsefesini fiziğe indirgemeye Devleti, Kitap 5). Yine bir başka önemli
çalışıruştır. Aristotelesçi doğa felsefesi- ortaçağ fılozofu Thomas Aquinas, Tanrı
nin "Aristoteles fiziği" üstüne yapılan­ diye adlandırılabilecek 11atHm nat111ranı (ya-
mış olmakla birlikte, temelinde biyoloji- ratan doğa) ile 11atım1 ıtalllrala (yaratılan
deki büyüme tasarımıyla kurulan yakın i- doğa) terimleri arasından çok benzer bir
lişkinin bulunduğu da üstünden atlana- ayrıma giderek düşünmüştür (S11111111a the-
mayacak bir gerçektir. Buna karşı, Roma ologiae, Ila-Ilae). Bununla birlikte, yeni-
ıliincminde yapılan "Helenistik Felsefe" çağa girilmesiyle doğa bilimlerinin önü
nin iki büyük okulu Epiumı(lllH!e ile .Sto- alınamaz bir yükselişe geçişinin hemen
a11lıle'ın doğa felsefesi alanında, Platoncu öncesinde, Giordano Bruno, Francis Ba-
ya da Aristotelesçi geleneğe eklemlen- con, Tommaso Camp.mella, Bernardino
mek yerine, kendi çıkış noktalarım bü- Telesio gibi düşünürlerin doğayı salt do-
yük ölçüde Sokrates öncesi doğa fılo- ğa olarak, olabildiğince Tanrı'nın varlı-
doğa felsefesi 410

ğıru işin içine katmaksızın düşünme ça- !anlarında ürettiği çeşitli bilimsel yazılar
bası içinde olduklan da gözardı edile- ya da bunların yorumlarının açıkça çalı­
mez. Kendi çağlan için yenilikçi halta şılması önerisinde bulunulmakı.ıdır. Yö-
yer yer devrimci olarak nitelenebilecek nergenin yazıcıları sanatçıların fızyoloji,
bu düşünürler, kendi içinde kapalı bir gökbilim, hayvanbilirn, bitkibilim gibi
dizge olarak tasarladıkları doğaya yönelik doğa felsefesinin belli başlı alanlanyla
düşünceleriyle, modern bilimin varlıkbil­ belli düzeyde bir tanışıklık kurmalarını
gisd temellerini atuklan gibi tek tek do- sanatsal yaratımda ustalaşmanın önemli
ğa bilimlerinin yöntembilgilerinin oluşu­ bir koşulu olarak değerlendirmektedir.
muna da haun sayılır katkılarda bulun- Yine bu bağlamda, doğa felsefesi alanın­
muşlardır. Özellikle Francis Bacon, bil- da yazılmış klasik bir metin olarak görü-
ginin her koşulda kaynağını doğadan al- len Aristotdes'in Fizik başlıklı kitabının,
ması, hep doğaya giderek temellendiril- o dönemin bakışıyla, doğayı doğru bir
mesi gereğini vurgulayarak, kendinden gözle görebilmeye yönelik önemli ola-
sonraki doğ.ı felsefesi çahşmalan üstün- naklar sunduğu düşünülmekteydi. Öte
de çığıraçıa bir işlevi yerine getirmiştir. yandan, Albertus Magnus ile Roger Ba-
Bacon'ın kendisine sıkça göndermede bu- con'ın, doğa bilimlerini felsefe ile bağ­
lunulan şu sözleri yarattığı kınlmanın bü- lanulandırmanın zorunluluğuna yönelik
yüklüğünü kavrayabilmek açi.sından ol- düşüncelerinin de ayrı bir değerleri söz
dukça değerlidir: "Doğanın hem hizmet- konusudur. Bu açıdan bakıldığında, çoğu
karı hem de yorumcusu olan insanoğlu, yerde "karanlık" olarak nitelenen orıaça­
doğanın düzeninin sınırlannı deneyle ve ğın genel düşünsel ikliminin, bilimsel do-
düşünmeyle kavradığı oranda eylemde bu- ğa felsefesinin değerini en azından belli
lunabilir, bilgi edinebilir... doğaya ege- noktalarda olurlamaya yönelik etkinlik-
men olmanın baş koşulu önce ona bo- lere ev sahipliği yaptığı üstünden atlana-
yun eğmekten geçmektedir." mayacak bir gerçektir.
Ortaçağın başlarından itibaren, bilim- Doğa felsefesi bağlamında felsefe ta-
sel kültür eğitiminin en iyi biçimde alın­ rilunde en başından beri süregelen Pla-
masının, felsefeye de altyapı hazırlığı ola- toncu ile Aristotelesçi gelenekler (Pytha-
rak görülen dilbilgisi, retorik ve diyalek- gorasçı-Platoncu okulun matematik sa-
rikten oluşan lriviNm (Üçleme) ile arit- vunusu ile Aristotelesçi-Stoacı okulun fi-
metik, geometri, gökbilim ve müzikten zik yönelimli yaklaşımı) arasındaki uzlaş­
oluşan qNadriviNm (Dörtleme) alanlannda maz çatışma, daha da bir keskinleşmiş,
yetkinleşmekten geçtiği düşünülmekte­ sonunda matematiğin galip gelmesiyle
dir. XJII. yüzyıla gelindiğinde,Skolastik birlikte modem bilinun doğuşu sürecine
düşünürlerin Aristotdesçi etkileri yoğun büyük bir ivme kazandırmışur. Nitekim
bir biçimde alımlarnalarıyla birlikte, doğa matematiğin zaferini son derece etkili bir
bilimleri felsefenin kendi izlencesinde i- biçimde ilan eden Kepler'e göre, doğa
yiden iyiye gövdelenmeye başlamışur. Bu her durumda niceliksel bir alan olarak
durumun en açık ifadesi, l 9 Mart 1255 görülmek durumundadır: "doğanın dili
tarihinde Paris Güzel Sanatlar Fakültesi' matematiğin dilidir". Bu niceliksel doğa
nce yazıya alınan yeni eğitim yönergesi- tasarımı dünyanın dinsel bakışla kavran-
dir. Söz konusu yönergede, "Havabilgi- ması açısından da bir sorun oluşturma­
si"ııin l. Kitabı, "Ayüstü ile Ayaltı Ev- maktadır, çünkü doğanın temelinde ya-
renleri" üstüne yazılmış denemeler, "Oluş tan matematik yapı son çözümlemede
ve Yokoluş", "Duyular ile Duyumlar", Tann'nın zihnince konulduğu gibi ko-
"Uyku ile Uyanıklık", "Bellek", "Bitki- runmaktadır da. Belli bir açıdan bakıldı­
ler", "Hayvanlar" başta olmak üzere A- ğında, fiziksel doğa bilimi karşısında ma-
ristoteles'in doğa felsefesinin değişik a- tematiksel doğa biliminin egemenliğini
411 doğa felsefesi

kurmuş olması alabildiğine çeşitli görün- zülmesi olanaksız görünen düşünce ile
güleri belli yasalar altında toplayabilme uzam arasındaki ikiliği, öznitelikler düz-
olanağı sunmuş olsa da, bir başka açıdan lemine taşıyarak bu büyük sorundan
yaklaşıldığında, özellikle insanın doğayla kurtulma yoluna gitmiştir. Yine bu aynı
ilişkisi bağlamında Descartes 'ınkiler gibi bağlamda Lcibniz, ortaya attığı "çokçu
birtakım sorunlu ikiliklerin yerleşiklik ka- metafizik" kökenli doğa felsefesinde,
zanmasına da yol açmıştır. Yine nicclik- "monad"ların maddesel ile zihinsel gö-
sel bakımdan kesin ölçümlere yanıt ve- rünümleri arasındaki ilişkiyi bütünüyle
ren deneyimler dışında kalan belli dene- usa yatkın olmayan bir noktaya iteleye-
yimlerin, bilişsel olarak kesin bir değer rek sorundan kurtulmayı denemiştir. Ber-
taşımalarına karşın artık nesnel anlamda keley'in doğa açıklaması, maddesel töz
gerçek sayılmamaları bir başka önemli tasarımının köklü bir eleştiriden geçirile-
sorun olarak modem doğa felsefesinin rek yadsınmasından yola koyulmaktadır.
gündemine girmiştir. Nitekim bu bağ­ Bcrkeley'e göre, şeylerin bütünlüğü ola-
lamda ölçülebilir niteliklerin "birincil ni- rak tanrısal zihin de içinde olmak üzere
telikler", buna karşı ölçülebilir olmayan- varolan bütün duyular, doğadaki bütün
ların "ikincil nitelikler" olarak anılmaları deneyimlerimiz, bir başka yere gitmeksi-
yalnızca doğa felsefesi bakımından değil, zin salt zihinle, zihnin idealarıyla açıkla­
metafizik ile varlıkbilgisi açısından da bü- nabilir. Alman idealizminin büyük filo-
yük tartışmalara kaynaklık etmiştir. Böy- zoflanndan Hegel'e göreyse, doğanın
lesine önemli bir sorun karşısında "mad- kendisine doğru evrildiği erek ya da son
decilik", insanın algısal, ahlaksal, imge- nokta "Saltık Tin"in kendini gerçekleş­
lemsel yönleriyle bütün yaşamını madde tirmesidir. Buna göre, doğanın bütün ge-
ile devinim terimleri doğrultusunda do- lişim tarihi bu sürecin gerçekleşmesi sü-
ğayla yeniden birleştirmeye çalışmış olsa recinin doğal bir tarihi olarak kavranmak
da, Hobbes gibi filozoflar bu türden gi- zorundadır. Bu süreç içindeki tüm zo-
rişimlerin ancak arkası yazılı çeki arat- runlu geçişler -bir aşamadan bir başka a-
mayacak denli birer vaat olmaktan öte şamaya, yaşama dışsallığıyla durağan mad-
bir değerleri olmadığını belirtmişlerdir. deden, yaşama, bilince, tinin içselliğine
Öte yanda, yalnızca maddeye dayanan yönelik geçişler- zamansal olmaktan çok
bütün bir cismani doğa boyunca zihnin mantıksal olma nitelikleriyle öne çıkmak­
dünyasına farklı bir varlıkbilgisi değer­ tadtrlar.
!!esi tanıyan Descartes, bu ikilikle her ne Çoğu yerde, tartışmasız, felsefede "Co-
k.ıılar zihnin zihinsel olmayana indirgen- pernicus Dcvrimi'"ni yaptığı düşünülen
mesinin önüne geçerek gerçekliği yok- K~nt'ın fel~efesinde, üstünde sıklıkla du-
olmaktan bütünüyle korumuş da olsa, rulan yaratıcılık konusunun bütünüyle in-
bu iki katlı doğanın nasıl olup da tek bir san varlığına doğru kayması söz konusu-
doğa olarak kavranacağı, zihinsel süreçle dur. Kant bu bağlamda, her türden doğa
maddesel sürecin nasıl olup da örtüştü­ deneyiminin kendisinden kaçınılamaya­
rüleceğine yönelik içinden çıkılmaz bir cak birtalom koşullan bulunduğunu, an-
sorunu durduk yere doğa felsefesinin lamının da başlı başına doğa yasalarının
gündemine sokmuştur. Buna karşı mo- kaynağında aranması gerektiğini. ileri sür-
dern felsefenin diğer iki büyük filozofu müştür (An Urım Elqtinsi, A 127). Kant,
Spinoza ile Leibniz"ın doğa felsefeleri, derieyimin zihnimizce edilgen. bir yolla
hu sorunu ortadan kaldırabilmek ama- alımlanmadığtnı, anlayışımızın özsd bile-
cıyla büyük çabalar harcamak durumun- şeni kategoriler aracılığıyla belirlendiğini,
da kalmışlardır. Bu noktada Spinoza, tüm- hatta üretildiğini ileri sürmektedir. Kendi
tanrıcı bir felsefe konumunu f:'de11r .rive bilincimizin birliğine karşılık gelen rmte-
"11111ra) benimseyerek, töz düzeyinde çö- tik tamalglnın, yani algıladığımızı algılı-
doğa fe]sefesi 412

yor olmanın, felsefenin en üst doruğu o- mış olmaktadır. Kant'ın kuramı, fizikte
larak gerçek bilgide bireştirmek üzere du- bir araştırma izlencesi olarak dinamik bir
yu izlenimlerimizden sorumlu olduğunu doğa anlayışını temellendirdiği gibi, yeni
belirtmektedir. Buna göre, her felsefe ça- bir ışık altında değişik bilim anlayışlarına,
bası bilgiyi olanaklı kılan zihnin aşkınsal örneğin manyetizma ile elektromanyetik
koşullarım araştırmakla işe başlamak du- alanlarına da katkılarda bulunmuştur. Ö-
rumundadır. Şeylerin toplamı olmak an- te yanda Yargtgikii11ii11 Eleştirislnde Kant,
lamında doğal dünya, Kant'ın bakışında doğanın erekbilgisel yapısıyla ilintili te-
verili bir bütün olmadığı gibi, bir bilgi rimler doğrultusunda düşünmeye çalış­
nesnesi de değildir. Örneğin, doğanın son- mıştır. Buna göre, doğanın ilk elden ü-
lu mu yoksa sonsuz mu olduğunu gös- rünleri organizmalar, mekanik bir dizge-
termeye çalışan düşünceler birer "fahfkı yi açıklarken başvurulan nedensel ilişki­
durumu oluşturduklanndan doğa hakkın­ ler doğrultusunda bütünüyle açıklana­
da bilgi sağlamaları ilkece olanaklı değil­ mazlar çünkü organizmalarda yalnızca
dir. Bu bağlamdı. çok genel bir deyişle parçalar bütünü belirliyor değildir; daha
Kant'ın doğa felsefesinin gelişimine üç çok organizmaya bir bütün olarak yön
ayn kaynak aracılığıyla üç katlı bir etkide veren temel amaç organizmanın parçala-
bulunduğu söylenebilir: Q) fiziksel güç- rım belirliyordur. O nedenle, hem tek tek
leri maddenin tanımlayıcı özellikleri ola- organizmaları hem de bir bütün olarak ·
rak aldığı 1786 tarihini taşıyan Metap~sİ!­ doğayı anlamaya çalışırken, hem orga-
dıe Aııfattgsgriittdt der Namrwissmsdıaft (Do- nizmaların hem de doğanın belli bir a-
ğabiliminin Meta fizik TemellerO başlıklı macı yerine getiriyor olduğunun, her i-
yapıtı aracılığıyla; (ıı) doğadaki amaç kav- kisinin de eylemlerinin neden ve sonuç-
ramına eğildiği, sonunda da birinci eleş­ larının kendi kendisini düzenleyen bir
tirisinin aşkınsal idealizmi ışığında temel- yapısının bulunduğunun ayırdında olmak
lendirdiği, 1790 yılında yazdığı üçüncü e- gerekmektedir. Bununla birlikte, Kant an-
leştirisi Kritik der Urttils/eraft (Yargıgü­ cak özgür eylemle ilişkileri bağlamında
cünün Eleştirisi) aracılığıyla; (ıiı) 1781 ile şeylerin amaçlanndan söz edilebileceğini
1787 tarihleri arasında yazdığı birinci e- vurgulayarak, üstelik bir de düşünen bir
leştirisi Kritik der reitttll V tn111t1jf da (Arı varlık olmadığı göz önünde bulundurul-
Usun Eleştirisi) sunduğu felsefe bölüm- duğunda, doğaya belli amaçlar yüklen-
lemeleri ve çözümlemeleri aracılığıyla. mesinin yalnızca eğretilemeli ve açıkla­
Doğabilimittitt Metafizik Temellen•nde Kant, malı bir anlamda kullanıldığının farkında
bütün bilimsel araştırmalarca sorgulan- olmanın gereğine de dikkat çekmektedir.
makm:ın rlaha baştan varsayılan madde Nitekim Kant'a göı:c, organik uuğayı kav-
kavramının ardında yatanları açık kılma­ myışımız işin doğası gereği öznel olmak
ya çalışmıştır. Newton'un görüşlerinin zorundadır; mekanik nedenselliğe dayalı
de etkisiyle, maddenin birbiriyle sürekli açıklamaların nesnel geçerliliğe ulaşması
bir çarpışma içinde bulunan birbirine ilkece olanaksızdır. Daha sonralan 11atrır­
karşıt "çekim" ile "itim" güçlerinden mey- philosupbie, bu Kantçı sınırlandırmayı alt
dana geldiğini öne sürmektedir. Madde, ederek, doğaya nesnel ve amaçlı bir yapı
uzamı itim gücüyle doldurmakta, bunun kazandırarak yaklaşmış, buna bağlı ola-
sonucu ortaya çıkan dağılma çekim gü- rak da doğayı özerk, hatta belirlenmemiş
cüyle karşılanarak belli ölçülerde sınır­ bir dizge olarak görme noktasına gdmiş­
lanmaktadır. Böylece Kant, birbirine ~r­ tir.
şıt bu iki etkin gücü temel alarak, önce XVII. yüzyıla gelindiğinde, felsefe ile
atom tasarımı ile boşluk ya da boş uzam doğa bilimleri arasındaki ilişki sorunu-
düşüncesinden kurtulmuş olmakta, son- nun yepyeni bir aşamaya girdiği görül-
ra da dinamik bir madde anlayışına ulaş- mektedir. Nitekim bu dönemle birlikte,
413 doğa felsefesi

modem bilimin olanca bir ivmeyle bi- olanakstz oluşudur. Sözgelimi ortaçağda
çimleneceği, insanın bilme yetisinin so- insanlar şarabın açık bırakıldığında sir-
nuna dek taşınacağı, varlığını günümüze keye dönüştüğünü biliyorlardı, fakat bu
dek sürdüren bilimsel yürüyüş de başla­ sürecin gerisinde yatanlar ancak modern
mışttr. Modem bilim çerçevesinde doğa kimyanın karışık formülleri aracılığıyla
felsefesinden anlaşılan ile ortaç:ığdaki do- gün yüzüne çıliartılmışttr. Albcrtus Mag-
ğa felsefesi tasarımının en azından üç ö- nus ile Roger Bacon, dönemlerinde ge-
nemli noktada birbirlerinden aynldıkları çerli bütün bilgilere sahip olma ülküsünü
söylenebilir: (i) tek tek bilimlerin çoğal­ ı.,rerçckleştirdiklerinden ötürü kendileriyle
ması; (ii) her birinin birbirinden bağım­ haklı bir övünç duyarlarken, modem bi-
sız değerlerini tanıtlamaları; (iiı) ortakla- limadamı için bu ülkü alabildiğine çoğ~­
şanın bilgisi ile bilimsel bilgi arasındaki lan bilgi dalları ile giderek artan uzman-
mesafenin gitgide -kopma derecesinde- t.ışma nedeniyle tatlı bir gülümsemeyle
açı.lması. Bu bağlamda sözgelimi ortaçağ karşılanabilecek gerçekleşmesi olanaksız
doğa felsefesinde gökbilim ile astroloji, bir ülküdür. Bilimsel bilginin işletilerek
kimya ile siınya, fizik ile tanrıbilim yakın olduğundan daha ilerilere taşındığı bili-
bir ilişki içindeyken, modem doğa felse- min her altkolu, sıradan halk kesimleri-
fesinde doğa bilimleri doğaüstü, düşlem­ nin ortakgörüsü ile bilimsel bilginin uz-
scl ve usdışı öğelerle bezeli bütün bağla­ manlaşmayı zorunlu kılan teknikliği ara-
nm biter ikişer kopannışur. Bu anlamda sında kapaulması olanakstz hale gelen
modern bilim bir uçtan öbür uca tarana- bir uçurum oluşması gibi oldukça tehli-
cak olursa, fiziksel dünyanın sürekli yeni keli bir sonuç doğunnuştur. Açıkçası bun-
bakış açı.lanndan ele alındığı, bu değişik lardan ikincisi, yani bilimsel bilgi, baş­
bakış açılarının her birinin başlı başına langıç noktası olarak ortakgörüye açık
yeni bir bilim alanı konumuna karşılık bilgiden yola koyulmuş olmasına karşın
geldiği açıklıkla görülecektir. Burada altt -doğd bilimlerinin vardığı sonuçlarla,
önemle çizilmesi gereken bir diğer nok- geliştirdiği öğretilerle günümüzde geldiği
ta, modem doğa bilimlerinin, karşılıklı nokra.da yalnızca sokaktaki insana değil
olarak birbirleri arasındaki sınırlan ta- felsefeciler de içinde olmak üzere gerekli
nımlamak yoluyla öteki alanlar karşısında donanımı almamış kişilere bütünüyle ka-
kendi özerkliklerini kazanmış olmaları­ palı kalmasıyla- bilimin değcı:gcsini sor-
dır. Eskiçağ ile ortaçağda büyük ölçüde gulamaya götürecek denli derin bir tar-
lizik ile metafiziğe hazırlık olarak görü- ttşmanın başgöstennesinc kaynaklık et-
len ço~u doğa felsefesi araşamıası, bu miştir.
arkaik alanlardan ayrı olarak kendi özerk Doğa fclsefesı, özellikle XIX. yüzyıl
değerlerini karutlamalanyla birlikte felse- Alman Romantizmı bağlıımında başlıl.ıa­
feye hizmet etmek olarak nitelenebilecek şına modem bilimin eleştirisini vermeye
geleneksel ödevlerini bütünüyle terk et- yönelik bir uğraşa karşılık gelmektedir.
mişlerdir. Gerçekten de bu modem araş­ "Eleştirel Doğa Felsefesi"nin ya da Na-
ttrma alanlarının her birinde kaydedilen INtphilosophilnin en önemli düşünürleri
hızlı· gelişme, genci doğa bilgisi anlayışı­ arasında Schelling, Fichte ve Goethe ba-
ıruzda birden çok devrimin meydana şı çekmektedirler. Modem doğa bilimle-
.:etmesine yol açmışttr. Modem doğa fel- rinin insan yaşamının göz ardı ettikleri
sefesi çerçevesinin bilgiye yönelik belir- bölümlerine ayn bir dikkatle eğilen bu
leyici düşüncelerinin başında, eldeki göz- düşünürler, doğayı. cansız bir maddesel
lem ar.ıçlan yeterince iyi olmadığında ya süreç olarak ele alan düzenekçi doğa ta-
da kullanılan tümcvartm yöntemleri sı­ sanmına kesin bir dille karşı çıkmışlar,
nırlı kaldığında pratikte doğaya yönelik şiirselliğini öne çıkarmak yoluyla doğa­
temel bilgilerin bulgulanmasımn ilkece nın insan deneyimindeki anlamsal varlı-
doğa felsefesi 414

ğını gözler önüne sermeye çalışmışlardır. alan "öteki" erekbilgisel metafizik doğa
Romantik öğeleriyle dikkat çeken bu do- felsefesi kuramlarına, özellikle XX. yüz-
ğa felsefesinde, doğadaki bütün görün- yılın ikinci yansında değişik maddecilik
gülerin görünürdeki gerçekliklerinin ge- anlayışl:m ile metafizik karşıtlığıyla tanı­
, risinde keşfedilmeyi bekleyen özgül birer nan "mantıkçı olguculuk" ya da "deney-
anlamlan olduğu düşünülür. Doğadaki ci olguculuk"tan ağır eleştiriler yöneltil-
bütün olayların ve süreçlerin insana ara- miştir.
lıksız gönderdikleri iletiler ancak ger- Daha XVIII. ile XIX. yüzyıllarda fel-
çekten istenildiğinde, bu iletileri almaya sefe ile bilimin birbirlerinden bütünüyle
uygun bir yaşama tutumuna geçildiğinde uzaklaşarak kopma noktasına gelmesi,
farkedilebileceklerclir. Nitekim bu akı­ gerek doğabilimcilerce gerek felsefeciler-
mın önde gelen savunucuları, doğanın ce çoğunlukla taban tabana zıt biçimler-
gerçek anlamının modem bilimin var- de değerlendirilmiştir. Doğabilimciler bu
saydığı gibi gözlem ve deney yoluyla de- noktada, felsefenin bütünüyle yararsız
ğil ancak düşünsel bir "sezgilenim" yo- boş bir etkinlik olduğunu, insanlığın yüz-
luyla edinilebileceğini ileri sürmektedir- yıllar boyunca boştan yere vakit yitir-
ler. ôyle ki doğanın bütün öğeleri, ister mesinin ana nedeninin de felsefecilerin
canlı olsun isterse cansız, son çözümle- "doğa felsefesi" adı altında bütünüyle bi-
mede kendilerini yaşantıda açığa vurduk- limdışı bir uğraş içine gömiilmelerinde a-
lanndan, yaşamla doğrudan bir ilintisi ranması gerektiğini belirtmişlerdir. Oysa
bulunan kendiliklerdir. Bu temel savu- ki sayılan her geçen gün daha da artan,
nulanyla romantik yönelimi ağır basan keneli sınırları içinde giderek daha bir
bu doğa felsefesi konumu, bilimin hiçbir yetkinleşen tek tek doğa bilimleri, gün
koşulda kavrayamayacağı gerçekleri için- gelecek bilinebilirlik alanını bütünüyle
de taşıyan doğanın gizlerini açığa çıkar­ tüketecekler, dolayısıyla da doğa felsefesi
ma arayışındadır. Kuşkusuz yaklaşımın ol- gibi bir metafizik kurmacaya yapılacak
gunlaşmasında, bir yanda dönemin göz- bir iş bıralanayacaklardır. Felsefecilere
de akımı *Lebenıphilosophie'nin, öbür yan- dönüldüğündeyse felsefenin durduğu
da tinbilimleri ile yorumbilgisi ahınlann­ yerden bu durumun bambaşka bir bi-
da doğa bilimlerine ilişkin yapılan eleşti­ çimde algılanması söz konusudur. Buna
rel açımlamalann etkisi büyüktür. Bu bağ­ göre, felsefenin temelde çil yavrusu gibi
lamda, özellikle Bergson, Alexander, W- çoğalan bilimsel kavramların hiçbirine
hitehead gibi düşünürlerce ilerleyen dö- gereksinimi yoktur; bunların çoğu felsefi
nemlerde siirtf ft/seftsi üstüne temellendi- bakımdan ya açıkça yanlış tasarımlardır
rilen do~ felsefeleri, ortaya atıldıkları ya da bugünden yarına değişebilir nite-
dönemde biyolojinin, özellikle de evrim- likteki gelgeç sanılardır. Nitekim hem
ci kuramın önlenemez bir yükseliş içinde tek tek bilimlerin hem de genel olarak
olmasından da anlaşılacağı üzere, insan bilimsel anlayışın felsefeden kopmasını
varoluşuna ilişkin yeni bir tarihsel bilince bütünüyle olumlu bir gelişme olarak ni-
karşılık gelen baştan sona tllrinui-organiz: teleyen Christian Wolff, bunun da yeterli
nıaa yapılarıyla dikkat çekmektedirler. Ni- olmadığını, bilimsel araştırmanın felsefe
tekim bu bağlamda Samuel Alexander, kültüründen bütünüyle çıkanlmasının ge-
evrim sürecini niteliksel bakımdan "ye- reğini savunmaktadır. Buna karşı, özel-
ni" olanın aralıksız ortaya çıkışı olarak likle XX. yüzyılda, kimi felsefeciler de
görmüştür. Tann, buna göre, başlangıçta bugün geçmişte bırakıldığı açıklıkla gö-
bulunan bir yaratıcı konumunda değildir rülen doğa bilimleri ile doğa felsefesi a-
artık, doğayla birlikte kendisi de yenile- r.ısındaki yakın ilişkiye, günümüzde daha
nerek başkalaşmaktadır. Kendisine belli önce hiç olmadığı denli gereksinim du-
bir yaşam enerjisi ya da gücünü dayanak yulduğuna dikkat çekmektedirler. Nite-
415 doğacılık

kim bu felsefecilere göre, temel misyonu tikle "Düzenekçilik", "Evrimcilik" ve


y-.ılruzca belli o!gulam değil bilgiye konu "Dönüşümcülük" üstüne yaptıkları tar-
bütün görüngüler alanına uygulanabilir tışmalarda belli türden felsefi bir madde
türden tümel ve sonu! nedenler yoluyla anlayışı geliştirirlerken, kendilerini bir an-
doğanın düzenini açıklamak olan doğa da doğa felsefesi yapar bir durumda bul-
felsefesinin doğa bilimleri için vazgeçil- duklan da söylenebilir. Bununla birlikte,
mez bir değeri bulunmaktadır. Bu du- doğa felsefesi ile doğa bilimleri arasın­
rum bir benzetmeyle betimlenecek o- daki ilişkinin asla koparılmaması gerekti-
lursa, doğa felsefesi büyük bir kentin ge- ğine yönelik bu savunuya karşı ciddi e-
nel görünümünü edinebileceğimiz; ken- leştirilerin getirildiği de üstünden atlana-
tin planını, ana caddelerini, sokaklarını, mayacak bir gerçektir. Aynca bkz. Na-
kavşaklarını seçebileceğimiz; bunların bi- turplıilosophie.
çimlerini, yedeşimlerini, birbirlerine göre
konumlarını açıklıkJa görebileceğimiz ala- doğacılık ~ng. 1iat11riJ11r, Fr. 11at11ris111r,
bildiğine yüksek bir kule gibidir. Kule; Alm. 11afllriı11111r, es. t. ıab '11tlut] Gündelik
kentin cadde ve sokaklarında yürürken, dildeki genel anlamıyla doğayı, doğaya a-
müzelerini, kütüphanelerini, tarihi yerle- it olanlan kutsayacak ölçüde yüceltme
rini gezerken, sözün özü kentin içindey- eğilimi; varoluşun anlamını beslenme, ü-
ken edinemeyeceğimiz bir üstbakış sun- reme, doğum, ölüm gibi doğal süreçlet!e
maktadır. Bu benzetmeden de anlaşıla­ açıklama arayışındaki felsefe anlayışı; her
cağı gibi, doğa felsefesi -tek tek doğa bi- şeyin ölçüsünü doğada bulan, yaşamın
limlerinin belli ayrıntılarına odaklanarak tek gerçek yol göstericisinin doğa oldu-
:ıraştırdığı- doğal dünyayı bir bütün ola- ğunu, doğanın kendiliğinden varolduğu­
rak açıklamaya çalışıyorsa, kuleye ka~ılık nu, dolayısıyla
da doğayı aşan ya da do-
gelen doğa felsefesinin genel görüşünün ğanın dışında bir yaratıcı neden olama-
devrilmesi kadar doğa bilimlerinin alt a- yacağını savunan, bir biçimde doğanın
lanlarında özelleşmiş tek tek bakışların varlığını yadsıyan bütün öğretilere karşı
içinde kaybolmak da bir o denli tehlikeli- çıkan felsefe öğretisi. Bunlann yanısıra,
dir. Görece yakın dönemde, Pasteur'ün dinlerin doğuşunda ay, güneş, ateş, gök-
çalışmaları başta olmak üzere, bilimsel gürültüsü türünden doğal nesneler ile
ııraşurmaların "bireşimci bir madde" ta- doğal olayların insanlaştınlmasının yattı­
sarımı doğrultusunda yeniden yapılan­ ğını ileri süren tarih görüşü; toplumsal
malarına bağlı olarak, felsefecilerce çok kurumların yeniden yapılandırılmasında,
claha önceleri sergilenen bu farkındalık yaşama yeni bir yön çizilmesinde, düşün­
ıhınımuna yavaş yavaş da olsa bilima- meye yeni bir gelecek belirlemede bütü-
damlannın da geldiği görülmektedir. Söz- nüyle doğaya, doğal olana geri dönmeyi
gelimi Leipzig Üniversitesi'nde kimya savunan toplumbilim öğretisi.
profesörü olan F. W. Ostwald'ın, doğa Doğacılık, doğada bulunan her şeyin
felsefesi ile doğa bilimlerini ortak bir "doğa deneyi" diye adlandırdığı görü-
toprak parçasında buluşturmak amacıyla nüşlerde bulunduğunu düşünmesi nede-
yazılmış yazılar yayımlayan Annalen der niyle, her türden doğaüstücü yaklaşıma
Naturphilosophie (Doğa Felsefesi Yıl­ karşı tepki olarak geliştirilmiş bir felsefe
lığı) başlıklı deıgide her ilci alanı barış­ konumudur. Doğayı ortaya koyan deney,
tırmaya yönelik son derece etkili maka- buna karşı deneyi olanaklı kılansa doğa­
leler yazmasının çığır açıcı bir etkisi ol- nın deneye açık gerçekliğidir. Doğacılık
muştur. Yine bu aynı bağlamda, bilimin bu anlamda belli bir insan teki dışında
değişik dallannda ya da altdallarında a- tümel bir zihnin varlığını tanımadığı gibi,
raştırmalannı sürdüren pek çok bilima- belli bir doğa alanına ait olmayan bütün
damının, çok da farkında olmadan, özel- değer tasarımlarının geçerliliğini de bü-
doğal din 416

tünüyle yadsımaktadır. Bu genel savunu- ğacılık ilkesi felsefede bir birlik tasarla-
ya bağlı olarak, erekbilgisel doğa anlayı­ yabilmenin baş koşuluyken, sıradan Ro-
şının ileri sürdüğü "bütün doğa tek bir malı yurttaş içinse doğadaki sayısız tanrı­
erek doğrultusunda varolrnaktadır" yollu sal öğeyi açıklayabilmenin, gütıdelik ya-
sava da kesin çizgilerle karşı çıkmaktadır. şam pratiklerindeki kutsallığı belli bir
Buna göre, doğanın bir bütün olarak tek kaynağa bağlayabilmenin olmazsa olmaz
bir ereği gerçekleştirmek adına varoldu- dayanağıdır. Öte yanda tümtanncılık, ö-
j:,ıunu söylemek, araşnnlması ilkece ola- zellikle modem biçin1lerinde, açıkça do-
naksız doğaüstü bir varlığı yoktan yere f,>acılık anlayışı üstüne bina edilmiş bir
tasarlamakla eşdeğerdir. Nitekim doğaq­ felsefe düşüncesidir. Spinoza'run "töz"ü-
lık, doğadaki bütün varlıklar ile bütün nün, Fichte'nin "bireşim"inin, Schelling'
doğal süreçler için bağlayıcı tek bir erek in "özdeşlik"inin, Hegel'in "salnk"ının
aramak yerine, değişik varlıklar ile süreç- altında kendi görüşlerince doğacılık an-
lerin kendilerini gerçekleştirmelerine yö- layışı yatmaktadır. Gerek Hegel'in dof,>a
nelik alabildiğine geniş bir erek çokluğu felsefesinde gerek Yeni Hegelcilik'te do-
olduğu bilinciyle hareket edilmesi gerek- ğacılık, insanın birliği ile tanrısal bilinci-
tiğini savunmaktadır. Tam bu noktada do- nin tinsel ya da metafizik biçimini mey-
ğacılık, bütünüyle yanlış temeller üstüne danagetirmektedir. Bununla birlikte, ide-
kurulduğunu düşündüğü iki öğretiden ka- alist doğacılık yaklaşımı Romantik Oku-
çınmaya ayn bir özen göstermektedir. lun önde gelen yazarları Goethe, Shelley,
Bunlardan ilki, başta insan eylemleri ol- Wordsworth ve Çoleridge'in yazılarında
mak üzere doğadaki bütün etkinliklerin açıklıkla görülebilmektedir. Doğacılığın i-
düzenekçi bir yolla belirlenmiş oldukla- dealist biçimi en üst anlanrnıru aşkınsal­
rını, dolayısıyla da doğanın kendinde bir cılık anlayışında bulmaktadır. Bir başka
özgürlük aramanın yersiz bir çaba oldu- bağlamda doğacılık, doğaya tapınma an-
ğunu ileri süren maddeci öğretidir. İkin­ lamında bir dfrı anlayışı olarak yorun11an-
cisi de, ereklerin geleceğin şimdi üzerin- maktadır. Buna göre, dini olmayan "do-
deki etkilerine kaynaklık ettiği düşünce­ ğacılık" anlayışından bütünüyle aynlan
sine dayalı olarak, özgürlüğü doğaüstü ya dins!:'I doğacılık, en azından tektannlı din-
da doğadışı bir aşkın kaynakla açıklayan lerin Tanrı tasarımlarıyla yaklaşıldığında
idealizm öğretisidir. açıkça tanrıtanımaz bir felsefe dizgesidir.
Kuşkusuz doğacılık anlayışının felse- Doğacılık bu yorumun gözünde Tanrı'
fe tarihinde ilk görüldüğü yer, doğadaki run dünyada baf,rımsız varlığı düşünce­
bütün varlıkların bir carıları olduğunu sine, insan ruhunun ölümsüzlüj:,rü öğreti­
ileri süren Sokrates öncesi fılozofların sine, ahlaksal düzenin insan eliyle dej:,ril
"canlıcılık" anlayışıdır. Doğa felsefesi dö- Tanrı tarafından konulduğu savına bütü-
nemi diye de anılan bu çerçevede canlı nüyle karşı çıkmaktadır. Yine aynı çerçe-
doğanın felsefi birliği olarak kavranan vede, bir din anlayışı olarak doğacılığın
doğacılık, eskiçağ evrenbilgilerinde do- tarih içinde üç ana aşamadan geçerek gü-
ğadaki şeyler çokluğu ortasındaki insan nümüze geldiği düşünülmektedir: (i) bu-
zihninin doğayı onunla birliğe ulaşarak dunbilimsel doğacılık; (ii) metafizik do-
kavrama çabasını sergilemektedir. Bu ay- ğacılık; (ili) bilimsel doğacılık. Aynca
nı bağlamda Stoacı tanrı tasarımında do- bkz. doğalcılık.
j'.,>anın dünyanın ruhu ya da canı olarak
temellendirilmesinde içeririuenen dofr-ı­ doğal din ~ng. natura/ religion; Fr. religion
cılık, açıkça yine insan kavrayışının bir- naturelle, Alm. natürliche religionJ Tanrısal
liğe susamışlığının, dinsel duygulanımla­ vahiy düşüncesini içeren, vahiyle ulaşıla­
raJ:ıir kaynak arayışının ürünüdür. Stoacı cak bir "hakikat"e bel bağlayan tanrıcılı­
dönemin Romalı düşünürlerine göre do- ğın tersine, hiçbir aracı olmaksızın, yal-
417 doğal hukuk (kuramı)

nızca "akıl" yoluyla kavranabilecek yalın düşünürü Rousseau, bireyin doğal hakla-
bir tann inancını savunan yaradancılığın rını savunan doğal hak öğretisini, top-
öne sürdüğü din anlayışı. İlkin xvıı. yüz- lumsal birliği sağlama ı,rcreğini ı,>iizetcrck
yılın ikinci yarısında kullanılmaya başla­ ·~toplum sözleşmesi" düşüncesiyle bir bi-
nan "doğal din" deyişi, tann ve ödevle- çimde uzlaştırmaya çalışmıştır. Kıta Av-
rimiz hakkındaki hakikatlerin hiçbir ara- rupası'nda yapılan onca tartışmaya kar-
cıya (sözgelimi ruhban sınıfı) gerek du- şın, bütün zamanlann en önemli doğal
yulmaksızın "doğal düşünme"yle buluna- hak değerlendirmesi Kuzey Amerika ko-
hilcceği düşüncesine karşılık gelmekte- lonilerinden ı,relmiştir. Nitekim Thomas
dir. İnsanlıb>a yaraşır "ı.,rerçek din" olarak Jefferson, Samucl Adams, Thomas Pai-
giiriilen doğal din, insanın çevresinin be- ne gibi düşünürler doğal haklar kuramını
lirlediği dinsel inanç ile yapıp etmelerden yapılacak olası bir devrimin en ı.,ıüçlü
aynlan, insanın doğasından kaynaklanan meşrulaştırımı olarak yeniden yapılandır­
din biçiminde yorumlanmıştır. Aynca mışlardır. Günümüzde klasik doğal hak
bkz. yaradancıhk. metinleri arasında en önemlileri olarak
şunlar gösterilmektedir: İngiliz Yunıaşlık
doğal hak(lar) [İng. natura/ right(s); Fr. Hakları Bildirgesi (1689), Amerikan Bağım·
droits naturels; A:lm. naturm:ht, natürliche su.lık Bildirgesi (1776), Haklar Bildirgesi
rechıe] Siyaset felsefesinde bireyin top- diye de bilinen "Amerika Birleşik Dev-
luma .katılmakla kazandığı, hiçbir devle- letleri Anayasası"nın elden ı.,rcçirilmiş ilk
rin tanımamazlık edemeyeceği birtakım 10 yasası (1791), Framız Yuntaşlık ve in·
temel hak ve özgürlükleri anlatan terim. san Haklan Bildirgesi (1789), Birleşmiş Mil·
Modem doğal hak tasarımının gerisinde letler/nsanHakl4nEwensel Bildirgesi (1948).
Eskiçağ ile Ortaçağ felsefelerinde temel-
leri atılan, doğanın ya da Tann'nın yara- doğal hukuk (kuramı) [İng. natura/ law
ıılan olan insanların, yaşamlarını doğa ya (theory); Fr. droit naturel; Alm. naturrecht]
da Tanrı eliyle konulmuş kurallar ile ya- İnsanın kendi koyduğu, bulduğu ya da
salar doğrultusunda geçirmelerini, top- yarattığı hakları içeren "pozitif hukuk"
lumlarını buna göre örı.,>iitlemelerini ileri tan ayn tutulan; insanın insan olmasın­
sliren "*doğal hukuk" öğretisi yatmakta- dan getirdiği, insanın doğasından kay-
dır. Bu bağlamda, özellikle XVII. yüz- naklandığı öngürülen doğal haklardan
yılda bireyciliğin önü alınamaz bir iv- oluşan "doğal hukuk" dizgesini temel-
llll')'le yükselişe ı,reçınesine bağlı olarak lendiren kuram ya da öğretiler bütünü.
orıny>1 çıkan doğal hak ()ğretisinde, do- Doğal hukukun bütün insanlarda ortak
ı~mın hirinci sınıf varlıkları olmaları ne- hir hukuk dizgesi olduğuna yi>nclik inan-
deniyle insanların hiçkimse ya da hiçbir cın kökleri Eski Yunan'a kadar gider.
toplumsal kurum tarafından çiğneneme­ Doğal hukuk kuramı, ahlaksal ve hukuk-
)·ccck doğadan aldıkları birtakım haklan sal düzenin insanların ya da evrenin do-
•ılduğu düşünülmc.-ye başlanmıştır. Çoğu­ ğasından türetilebileceğini hatta bunlann
l:ınnın güzünde doğal hak öğretisinin en evrene içkin olduğunu savunur. Bu ı.,>ii­
ıri anlatımı İngiliz filozofu I..ocke'un ya- rüşün izleri Stoacılar ve ı\risıotcles'c,
zılarında bulunmaktadır. Locke, bütün Platon'un ahlak kuramından Augustinus,
insanların doğaları gereği hem ussal hem Thomas Aquinas ve Suarez'e, Grotius'
de iyi olduklarını, buna dayalı olarak da un hukuk kuramından da Rousscau, l .oc-
daha ilk toplumlardan başlayarak "inanç ke ve Kant'a kadar birçok filozofun fel-
iizgürlüğü", "devlete karşı isteklerini yük- sefelerinde görülebilir.
. sek dille söyleme", "mülkiyet hakkı" gibi Doğal hukuk kuramına ı,>iire, uzlaşım
en temel insanlık haklannı elde ettikle- ve gelenekten bağımsız, toplumdan top-
rini yazmaktadır. Öte yanda Aydınlanma luma değişmeyen doğadan kaynaklanan
doğal tannbilim 418

bir hukuk düzeni vardır. Doğal hukuk sana özgü doğal niteliklerle açıklama tu-
kuramı en temelde insan ilişkilerini yö- tumuna verilen ad. Ahliksal düşünceyi
netmek için insanlar tarafından yapılma­ "doğal dünya"ya yerleştirmeye çalışan
yan ama akıl tarafından ayırt edilebilen doğalcı etik, ahlakın kavram ve terimle-
ilkelerin bulunduğunu ve bu ilkelerin bü- rinin doğa bilimlerinin kavram ve te-
tün insan yapımı yasaların yargılanabile­ rimlerince belirlenmiş olduğunu öne sü-
ceği doğal bir hukuk oluşturduğunu sa- rer. İnsanı yalnızca "doğal bir varlık" o-
vunur. Bu hukuk insanlann koyduğu ya- larak kabul eden doğalcı etik, bir eylemin
salann üzerinde, kimileyin tannsal gücün ahliki açıdan iyi ve doğru olmasının ön-
yansıması olarak görülen nesnel ilkeler- koşulunun o eylemin doğal yaşama yarar
den oluşur ve ancak "aklın ışığı"yla doğ­ sağlaması olduğunu vurgular. Ahlakı do-
ru bir biçimde kavranabilir. Doğal hu- ğal yaşamın, içgüdülerin insanoğlu üze-
kuk kuramı içinde iki ayn izlekten yola rindeki etkisinden hareket ederek kav-
çıkan iki ayn görüş bulunmaktadır. Bi- ramayı deneyen doğalcı etik, bir eylemin
rinci görüşe göre, doğa yasalan özel tür- doğruluğuna ya da yanlışlığına karar ver-
den bir varlığa ait amaçlan ifade etmek- mek için elimizdeki en geçerli ölçü tün, o
tedir. Bu amaçlar doğanın düzenliliğini eylemin doğada hüküm süren yasalan a-
sağlamaktadır; insanlann uzlaşımlan, koy- yakta tutan "uyum"a katkıda bulunup bu-
dukları yasalar ve eylemleri de ancak bun- lunmaması olduğunun altını çizer. Sağ­
larla uyumlu oldukları sürece "iyi" ve duyulu bir yargıda bulunmak için en ö-
"doğru"durlar. Bu görüş dinsel doğal hu- nemli ölçüt, doğanın ruhuna aykın dav-
kuk kuramına da kaynaklık etmiştir. Pla- ranmamaktır.
ton'un ideacı doğal hukuk kuramına da- Ahlaksal değerlerin dünya ile insanın
yanan dinsel doğal hukuk kuramı, varo- doğasına ilişkin olgulardan türetilebile-
lan bütün yasalann tannsal bilgeliğe da- cekleri düşüncesi üstüne kurulu bir fel-
yanması gerektiğinden ötürü bu yasaların sefe kuramı ya da iyilik, doğruluk, erdem
tannsal usa uygun olarak koyulması ge- türünden belli başlı ahlaksal değerlerin
rektiğini savunur. İkinci yaklaşım ise her- kendi kullarumlaiını temellendiren kimi
kesçe uyulması gereken kuralların öte- doğal nitelikler ~oğrultusunda tanımla­
sinde herkesin konulan kurallar önünde- nabileceklerini savunan bir ahlak felse-
ki eşitliğine vurgu yapar. Bu eşitlik ise fesi öğretisi olarak doğalcı etik anlayışı,
herkesin doğa tarafından yönetildiği ve en azından birtakım önemli değerlerin
bu bağlamda özgür olduğu biçiminde insan organizmasının doğasından ya da
anlaşılır. Bu doğal hukuk kuramına göre, insanın yeryüzündeki doğal durumundan
bir eylem herkesin doğuştan sahip ol- kaynaklandığı düşüncesi üstüne bina e-
duğu bireysel alana ve elde ettiği haklara dilmiş bir etik görüşüdür. Buna göre, el-
saygılıysa doğru, değilse yanlıştır. Aynca deki bir etik kuramı, ahlaksal yargılann
bkz. hukuk felsefesi; Grotius, Hugo. anlamlannın ahlaksal olmayan olgu ö-
nermeleriyle aynı olduğunu ileri sürüyor-
doğal tannbilim bkz. tbeologitt 1111111- sa açıkça doğalcı bir etik kuramıdır. Ör-
raliı; Duns Scotus. neğin yeme içme, güvenlik, ruhsal ya-
kınlık, kendini gerçekleştirme, bilgiye u-
doğalcı etik [İng. ethical naturalism; Fr. laşma gibi en temel insan gereksinimle-
natura/isme ethique; Alm. ethischer natura· rinin ahlak değerleri üzerinde belirleyici
lismus) Her şeyi doğaya, doğal olana in- bir rol oynaclıklannı ileri süren bir yakla-
dirgemeye çalışan doğalcılığın ahlik fel- şım özünde doğalcı bir yaklaşımdır. Öte
sefesinde izlediği yola; ahlaka özgü özel- yanda XX. yüzyılın önde gelen çözümle-
likleri doğaya özgü özelliklerle temellen- yici ahlik felsefecilerinden G. E. Moore
dirme girişimine; ahlikı doğayla ya da in- Principia Etica başlıklı yapıtında doğalcı
419 doğalcılık

etik görüşünü ayrıntılı bir biçimde eleş­ gelir. Bilgilenme sürecinde geçilen evre-
tirdikten sonra, ahlaksal değerlerin doğal lerin betimlenmesi, bilginin gerekçelen-
olmayan bir iyilik görüşü temelinde ta- dirilmesini zorunlu kılar. "Nasıl biliyo-
nımlanmaları gerektiği gerçeğine parmak ruz?'' sorusuna verilen yanıtın geçerli bir
basmaktadır. Hem ahlak felsefesinde hem yanıt olabilmesi için doğala bir yaklaşım
de siyaset felsefesinde, ahlak yargılanrun içine girilir. Aynı yöntem ahlak önerme-
doğru biçimde verilmeleri koşuluyla be- lerinin doğrulanması için de kullanılmak­
timleyici ve nesnel olduklan düşünül­ tadır. Ahlik kurallarının bizlere ataları­
mektedir. Böylelikle de ahlak felsefesinin mızdan kalmış bir dizi ilkeden öte anla-
temel terimlerinin yerine betimleyici te- mı olabilmesi için bunların nesnel biçim-
rimlerin geçebileceği öne sürülmektedir. de temellendirilmesi gereklidir. İşte tam
Örneğin bu bağlamda yararcılık anlayışı, da bu noktada doğada "olandan" top-
"iyi" teriminin yerine "duygu taşıyan tüm lumda "olması gerekene" geçiş sorunu
varlıklar için aaya karşı hazzın olabildi- yaşanmaktadır. XIX. yüzyılın son çeyre-
ğince çoğaltılmasını" geçirmektedir. Yi- ğinden itibaren doğalalığa, özellikle ruh-
ne buna göre, varoluşçuluk bireyciliğin bilimcilik olarak da anılan bilgibilimsel
öne çıktığı bir insanalık türü olarak dü- doğalalığa ka~-ı şiddetli bir tepki göste-
şünülebilecekken, bencilik anlayışını red- rilir. Sözgeliıni, George Edward Moore'
dedişiyle öteki insanalık türlerinden ay- un ahlik önermelerinin doğal sayılması­
nlmaktadır. Aynca bkz. doğalcdık; do- na karşı çıkarak bu durumu "doğala ya-
ğalcılık yanılgısı. nılgı" olarak adlandırması böyle bir tep-
kidir. Moore'a göre iyi değeri başta ol-
doğalcılık (İng. naturalism; Fr. natura/is. mak üzere tüm değerler kendilerine öz-
me; Alm. naturalismus; es. t. tabtiyye) En gü bir varlık sınıfı oluştururlar, bunların
genel anlamda her şeyin doğal olduğunu, bilgisi deneyden gelmez.
doğadan geldiğini, dolayısıyla bunların a- Ne var ki, bilginin neliğine yönelik a-
raştırılmasında, açıklanmasında doğa ya- raştırmalar ve tartışmalar son bulmaz.
salarının kural olduğu bilimlerin kullanıl­ XX. yüzyıl düşünürlerinden Willard Van
masını savunan görüş. Felsefece düşün­ Orman Quine'ın ünlü bir makalesinden
menin tarihinde doğalalık daha çok etik, esinlenen "doğallaştırılmış bilgikuraını"
bilgikuramı ve metafizik alanlarında ge- akımı güçlenir. Bu akımın savunucula-
çen tartışmalarda kendini gösterir. Do- rından keskin olanlar, bilginin gcrekçe-
ğalcı etik, ahlak alanında doğal olmayan lendirilmesini bir kenara koyarak yalnız­
nitelikleri yadsırken, ahlakın özel uslam- ca çözümleme yapmakla yetinirler. Bu a-
lama yöntemlerini içeren kendine özgü şın uçtakilere karşılık daha ılımlı tutum
bir alan olduğuna da karşı çıkar. Metafi- takınanlardan söz edilebilir. Bunlara gö-
zik alanındaki doğalalık eğilimleri, mad- re, insan düşüncesinin biçimlendiği bağ­
deciliğe yakın bir duruş içinde, doğal dün- lamın yoksanamayacağından hareketle,
yanın insanların ya da Tann'nın etkisin- herhangi bir bilimsel kuramın tarihi ile
den ve soyut evrensel kavramlardan a- söz konusu kuramın gerekçelendirilmesi
rın(dınl)mış biçimde tekparça bir alan arasında bağ kurulur. Böylece tarih gibi
olduğu ya da olması konusunda üsteler. doğal olmayan bir etkenin devreye so-
Metafizik doğalalık için önemli olan tek kulmasıyla doğala yaklaşım yumuşatılır.
şey, dünyanın doğa araştırması denebile- Estetik alanında
ise doğalcılık, belirli
cek, çeşitli bilimlerin oluşturduğu birle- bir kuramı göstermekten çok, özellikle
şik bir araştırma izlencesi tarafından sı­ XIX. yüzyılda egemen olmuş bir sanat
nanabilecek bir birlik oluşturmasıdır. hareketiyle, gerçekçilikle ilişkili bir yakla-
Ancak, doğalcılığın asıl gücü, onun şımı niteler. Buna göre sanat ya da yazın,
bilgikuramı alanındaki uygulamalarından dünyayı olduğu gibi, değiştirmeden ta-
doğalcılık yanılgısı 420

sarlamalı, dikkatleri genellikle gözden ka- le de tanımlanamaz, özdeşleştirilemez.


çan noktalara çekmelidir. Bu anlamda do- Bu nedenle William Frankena, Moore'
ğalcılık kuşkusuz soyut sanatla çelişir. un, aslında, "doğalcılık yanılgısı" ile "me-
Aynca bkz. doğalcı etik; doğalcılık ya- tafizik yanılgısı"nı içeren "tanımalık ya-
nılgısı; olan/ oİması gereken ayrımı; rulgısı"ndan söz ettiğini ileri sürer.
doğacılık; Moore, George Edward. XX. yüzyılın ikinci yansında, Moore'
un olgu-değer ayırımı ile Hume'un ol-
doğalcılık yanılgısı !İng. naturalisticfal· guları dile getiren '-clır'lı . önermelerden
lacy, Alın. naturalistischer fehlschluP) (1) G. gereklilikleri dile getiren '-meli'li yargı­
E. Moore'a göre, olgu değil bir değer o- lara varmanın güçlüklerine dikkat çek-
lan İyi'yi doğal bir özellikle özdeşleştir­ mesinden yola çıkan Ayer, Stevenson ve
me yanlışı. (2) XX. yüzyılın ikinci yan- Hare gibi etik kuramcıları, 'iyi'nin npkı
sında, A. J. Ayer, C. L. Stevenson ve R. öteki etik terimler gibi dilde özel bir bi-
M. Hare gibi etik kuramalanna göre, çimde kullanıldığını belirtirler. İyi, A yer
dünyanın nasıl olduğunu dile getiren ol- ile Stevenson'a göre duygulan, tutumları
gusal bildirimlerden, onun nasıl alınası dile getirir; Hare'e göreyse özel bir tür
gerektiğini dile getiren değerlendirici yar- buyruğun kabul edildiğini gösterir. On-
gıların çıkarsanabileceğini ve bunun ge- larıı göre, dilin bu özel kullanımını, be-
çerli bir çıkarım olacağını ileri sürme timsel kullanınuyla kanşnrmamak gere-
yanlışı. 'Doğalcı yanılgı' da denir. kir. İlkinde dünyanın nasıl olması gerek-
Moore, Principia Eıhica'da, etik davra• tiği (değerler), ikincisinde ise nasıl oldu-
nışı, türlerin biyolojik evrimine koşut o- ğu (olgular) dile getirilir. Dilin bu iki
larak giderek karmaşıklaşan toplumsal kullanımı ar.ısında mantıksal bir uçurum
davranışın daha gelişmiş biçimi olarak vardır. Dolayısıyla, olguları dile getiren
gören evrimci etik kuramlarını hedef alır betimleyici önermelerden, değerleri dile
ve bu tür kuramları Herbert Spencer'in getiren değerlendirici yargıların mannk-
The Data ofEıhics'ini temele alarak eleşti­ sal olarak çıkarsanabileceğini ileri süren
rir. Ona göre, her şeyden önce, 'iyi' te- doğalcılar yanılmaktadır. Bu bir "doğal­
rimi, apkı 'san' terimi gibi, artık başka cılık yanılgısı"clır. Araya de{,>erlendirici
herhangi bir şeye indirgenemez yalın bir bir öncül eklenmeden böyle bir mannk-
terimdir. Dolayısıyla 'iyi', "haz" ya da sal çıkarsama yapılamaz. Aynca bkz. do-
"oldukça gelişmiş davranış" gibi özellik- ğalcılık yanılgısı yanılgısı.
ler temele alınarak tanımlanamaz, başka
bir deyişle de bu özelliklerle özdeşleşti­ doğalcılık yanılgısı yanılgısı fi ng. na-
rilemez. Çünkü, 'iyi' hangi özellik temele turalistic fallacy fallacyJ Searle'e göre, XX.
alınarak tanımlanırsa tanımlansın, 'iyi' yüzyılda dilci felsefenin, yapılan dilsel
hangi özellikle özdeşleştirilirse özdeşleş­ çözümlemelerin gerisinde genel bir dil
tirilsin her zaman "Peki o özellik iyi felsefesi olmamasından kaynaklanan, bir-
. mi?" diye sorulabilir. Moore Principia Et· biriyle bağlantılı üç yanılgısından biri: be-
hica'da bu düşüncelerden yola çıkarak timleyici bildirimlerden, araya değerlen­
Spencer'i iki temel noktada eleştirir: O, dirici bir önerme sokmadan değerlendi­
en başta 'daha gelişmiş' gibi olgusal bir rici bir yargının mannksal olarak çıkar­
terimi, 'daha üstün', 'daha iyi' gibi etik sanamayacağını ileri sürme yanlışı. Öteki
terimlerle aynı biçimde kullanmakta; son- ikisi: söz edimi yanılgısı ile kesinleme ya-
ra haz ile iyinin aynı türden şeyler oldu- nılgısıdır. ·
ğunu sanmaktadır. Oysa, Moore'a göre, J. R. Searle, J. O. Urmson'un değer­
iyiyi olgusal herhangi bir şeyle karıştır­ lendirici bir terim olarak aldığı 'geçerlilik'
mak bir "doğalcılık yanılgısı"dır. Ancak terimiyle ilgili çözümlemesinden yola çı­
Moore'a göre, "iyi" metafizik bir nitelik- kar ve betimleyici bildirimlerden değer-
421 doğnılamacılık

lendirici bildirimler elde etmenin olanak- ğil, aslında değerlendirici bir terim oldu-
sızlığını ortaya koymak için verilen bir- ğu yollu olası bir itira?.a karşılık, 'X ge-
takım örneklerin, bütünüyle, betimleyici çerli bir tümdengelimli çıkarımdır' biçi-
bildirimlerden değerlendirici bildirimle- mindeki değerlendirici bildirimi sıkı ge-
rin elde edilebildiği örnekler olduğunu rektirecek daha başka birçok betimleme
b>iistererek "doğalcılık yanılgısı"ndan söz yapılabileceğini de ekler: Örneğin, 'Ön-
edenlerin aslında bir yanılgı içerisinde cüller,. sonuç için mantıkça yeterlidir',
olduğunu ileri sürer. 'Sonuç, mantıksal olarak öncüllerden çı­
Urmson'a göre, bir çıkanını geçerli o- kar'; 'Öncülleri e\'etleyip sonucu değille­
larak nitelemek, onun bir modus ponens mek rutarlı değildir'. Aynca bkz. doğal­
oldui'.,ıunu söylerken olduğu gibi, onu cılık yanılgısı.
mantık bakımından sınıflandırmak değil­
dir yalnızca; aynca ona bir değer biçmek, doğrudan yararcılık [İng. direct utilita·
onıı onay vermektir de. Dolayısıyla, bir rianismJ bkz. yararcılık.
çıkanının geçerli olduğunu söyleyen de-
ğerlendirici bildirimleri, bir betimleyici doğrulama [İng. wrification; Fr. vbifica·
önerme dizisinin sıkı gerektirdiği; ya da tion; Alm. verifıkation] Bir önermenin ol-
böyle bir değerlendirici bildirimin an- gularla ka~'llaşanlarak sınaıiması; doğru­
lamca böyle bir betimleyici bildirim dizi- luğunun deneye ve gözleme dayalı kanıt­
sine eşit olduğu söylenemez. Değerlen­ larla ortaya konması. Mantıkçı olgucula-
dirici bir terim olduğu için, 'geçerli'nin, nn felsefe açısından en önemli ve öne
bütünüyle betimleyici terimlerle bir ta- çıkan rutumu, önermelerin anlamlannın
nımı yapılamaz; aynı şekilde, hiçbir be- doğrulama yöntemiyle belirlenebileceği
timleyici bildirim de, 'Bu geçerli bir çıka­ düşüncesine dayalı "doğrulamacılık"tır.
nındır' biçiminde bir bildirimi sıkı gerek- Doğrulamacılık rutumu ise en somut an-
tiremez. latımını ''bir önerme ancak deney ve
Searle'e göre, Urmson tümdengelimli gözlem yoluyla ya da mantıksal akılyü­
çıkanmlarla ilgili olarak iki ayn sav ileri rütme ile doğrulanabiliyorsa anlamlı ve
sürmektedir: Birincisi, 'geçerli tümden- doğru kabul edilmeli; tersi durumda an-
gelimli çıkanın' teriminin betimleyici te- lamsız ve yanlış sayılmalıdır'' tümcesinde
rimlerle bir tanımı yapılamayacağı; ikin- bulan doğrulanabilir/ile ilkesi üzerinden ha-
cisi ise tümdengelimle ilgili hiçbir betim- reket etmektedir. Karşıtı için bkz. yan-
lemenin, bir çıkarımın geçerli bir tüm- hflama. Aynca bkz. doğrularnacılık;
dengelimli çıkanın olduğu bildirimini sı­ doğrulanabilirlik ilkesi.
kı gerektiremeyeceğidir. Tanımlamanın,
mantıksal bir eşdeğerliğin, başka bir de- doğrulamacılık [İng. verificationism; Fr.
yişle, bir gerekli ve yeterli koşullar kü- vbi[ıationisme,Alm. veriflkaiionism] Man-
mesinin mantıkça ortaya konmasından tıkÇı olguculann savunduklan, bir öner-
başka bir şey olmadığını belirten Searle, menin anlamının doğrulama yöntemiyle
Urmson'un iki savını "çürüten" iki ör- belirlenebileceğini öne süren felsefece ru-
nek verir: tum ya da konum. Özünde "doğrulana­
(1) X geçerli bir tümdengelimli çıka­ bilirlik ilkesi"ne dayanan doğrulamacılı­
nın = dk. X bir tümdengelimli çıkarım ğtn en temel savı, bir önermenin ancak
ve X'in öncülleri X'in sonucunu sıkı ge- doğrulanması için bir yöntem söz konu-
rektirir. suysa anlamlı olabileceğidir: bir önerme-
(2) X, öncülleri sonucu sıkı gerekti- nin anlamını, hangi koşullar altında doğ­
ren bir tümdengelimli çıkanındır. ru ya da yanlış olduğunu biliyorsak bile-
Searle, bütün bunlardan sonra, 'sıkı biliriz. Buna göre ne doğrulanabilen ne
gerektirme'nin betimleyici bir terim de- de yanlışlanabilen önermeler anlamsız-
doğrulanabilirlik ilkesi 422

dırlar. Bu tutum manukçı olguculann tan- gözleme dayalı sentetik tı posteriori öner-
nbilim ile metafiziğe iwlı çıkışlarının da meleri içerir. Bu iki sınıftaki önermelerin
dayanak noktasını oluşturur. Doğrula­ doğruluklannın belirlenmesi, gözlem te-
macılığa göre, tannbilim ile metafiziğin rimleri ile kurıım terimleri arasındaki ay-
dünyanın yaraalışı, gerçekliğin doğası, nma dayalı olarak farklı yöntemler ge-
Tann'nın varlığı gibi konular üzerine ö- rektirir. Apriori olan analitik önermele-
ne sürdükleri önermeler duyular aracılı­ rin doğruluklan dilsel biçimlerine ve i-
ğıyla doğrulanamaz (ya da yanhflanamaz) çerdikleri manaksal terimlerin anlamla-
olduklanndan doğru ya da yanlıf olma- nna dayanırken ıentetilı • poıttriori öner-
nın da ötc:sinde kesinlikle anlamsızdırlar. mderin doğruluklan ise ancak deney ve
Bumdan da anlaşılabileceği üzere, doğru­ gözlem aracılığıyla sınanabilir. Sentetik
lamaalık bir önermenin doğruluğunu ya bir önermenin anlamh, yani doğru ya da
da yanJı,Jığuu taıudamanın deney ve göz- yanlış olabilmesi için önermenin doğru­
lemden geçtiğini savunmaktadır. Kupa luk değerinin duyu deneyimi araalığıyla
için bkz. yanbflamaalık. Aynca bkz. doğrudan ya da dolayh olarak belirlen-
doğrulama; dopulanabilirlik ilkesi mesinin olanaklı olması gerekir. Bu yüz-
den sentetik " primi önermelerin bir doğ­
cloğruJanabilid ilkesi [İng. princifM of ruluk değerinin olması, bunların bir an-
'fJerijiAbiJiıy Fr. prindpt de Wrifoibiliıi; Alm. lam taşıması söz konusu bile edilemez.
~) En genelde önermele- Karşıa için bkz. yanlqlanabilirlik ilke-
rin sınanmasında yöntem olarıık "doğ­ ııi. Aynca bkz. mantıkçı olguculuk;
rulama"yı kabul etme koşulu; mantıkçı dopulama; dopulamaalık; t1 prioril
olgucuların tüm önermelere uyguladık­ ti poımiori.
lan, bir önermenin ancak doğrulanması
için bir yöntem söz konusuysa anlamlı dopuluk (hakikat) (İng. tnllh; Fr. Wr;.
kabul edilebileceği ilkesi. Bu ilkeye göre ti; Alm. ~) Yaygın bir kanıya göre,
doğruluklaıının sınanabilmesi için böyle felsefe doğruluğu ya da· hakikati arama
bir yöntemin uygulanamadığı önermeler çabasıdır. Doğruluğun felsefeı;ilerin ilgi-
doğru ya da yanlış olarıık değerlendiri­ sini çekmesinin nedeni onun inançların,
lemeyeceğinden "anlamsız"dırlar. Man- düşüncelerin, kuramların, öğretilerin, ö-
tıkçı olgucuların bu ilkeyle yapmak iste- nermelerin ve varlığın bir niteliği olarak
dikleri, metafizik ya da etik söylemleri düşünülmesidir. Felsefeciler tek tek doğ­
"doğruluk''la (başka bir deyişle, "haki- rulan değil "doğruluk"u, yani doğruluk
kat''le) kurduklanru varsaydıklan ilişkiler­ niteliğinin doğasını araştırırlar. Nitekim
den tamamıyla soyutlayıp onlann ortaya felsefe için önemli olan neyin doğru ol·
ataklan sorunlann aslında ~ birer so- duğu değil, doğruluğun ne olduğudur.
run olmadığını; öne sürdükleri önerme- Felsefede doğruluk nedir sorusuna i-
lerin de anlamsız olduğunu tanıdamaktır. ki ayn açıdan, bilgikurıımsal ve varlıkbil­
Onlarıı göre bir önerme ancak deney ve gisel açıİardan yaklaşılır. Bilgikurıımsal
gözlem yoluyla ya da manaksal aktlyü- yaklaşıma göre doğruluk bilgi etkinliği­
rütme ile doğrulanabiliyorsa anlamlı ka- nin temel kavrıımlarından biridir: bilgiyi
bul edilmeli; tersi durumc:İa anlamsız sa- inanç gibi bilgi olmayan önerme biçimle-
yılmalıdır. rinden ayının doğrulanabilmesi ya da
"Doğrulama ilkesi" olarak da bilinen yanhflanabilmesidir. Nitekim bilgikurıı­
doğrulanabilirlik ilkesi, bürün bilişsd, an- mında doğruluk önermelerin, kurıımların
lamlı önermelerin iki geniş sınıfa aynldı­ ve benzerlerinin bir niteliğidir ve varlı­
ğını varsayar: Birinci sınıf manaksal akıl­ ğını varolana ilişkin bir bildirimde bulu-
yürütıneye dayab """1iıilt " primi önerme- nan özneye borçludur. Varlığa ilişkin
leri; ikinci sınıf ise bilimsel deneye ve doğruluk, btt başka deyişle varlıksal doğ-
423 doğruluk (hakikat)

nıluk üzerinde duran varhkbilgisel yak- tlofrıılulc leımurılan ilk olarak bilim dilinin
laşım ise "hakikat'' diye de adlandınlan yalnızca maddi, fiziksel şeylere gönder-
varlıksal doğruluğu varlığın kendi özüne mede bulunması ve bütün temel yük-
ya da ideasına uygun düşmesi
olarak ta- lemlerinin fiziksel olması gerektiğini sa-
nımlar ve bu doğruluğun varlığını varlı­ vunan manııkçı olgucular tarafından ge-
ğın kendisine boı:çlu olduğunu sawnuc. liştiıilmişdr. Ottu Neurath'ın (1882-1945)
Varlıksal doğruluk Heideggcr, Jaspers yj.- "radikal fizikselcilik" anlayışını temellen-
bi kimi varolllfÇUlar tarafından tartıfll­ dirdiği bilgikucamında bir örneğini or-
mış olsa da günümüz felsefesinde ege- taya koyduğu bu kuramlar, bu biçimde
men olan görüt. varhkbilgisel yaklaşımı fiziksel olank ifade edilen önenneleıin
dışlayarak, doğruluğu yalnızca bilgiku- "gerçeklik"le değil ancak kendileri gıbi
ramsal anlamıyla, Yani
önermelerin, ku- önermelerle karfllaşıırılarak doğrulana­
ramlann bir niteliği olarak ele alma yö- bilir olduğunu sawnmaktadır. Bu gö-
nündedir. rüşler İngiliz idealist filozof F. H. Brad·
Felsefede doğruluğun bir uygunluk ley'in (1846-1924) izinden giderek salıık
mu, tuwhhk mı, uylafım mı, yoksa ifler- idealizm çerçevesinde bir doğruluk ku·
lik mi olduğu tartıf1lmış ve bu tartıpma­ ramı oluşturan Amerikah felsefeci Brand
lar sonucunda doğruluğun doğası üzeri- Blanshard (1892-1966) tarafuıdan daha
ne çeşidi kuramlar ileri süriihnüştür. da geliştirilmiştir. Blanshard'ın zihnin ö·
Doğruluk tartışmalarının odağında yer tesinde başka bir gerçekliğin bulunma-
alan bu kuramların başında uygunluk dığı savına dayandırdığı tutarlılık doğru­
di:>ğruluk kuıamlan (~ theorit!s luk kuramına göre bir önermenin doğru­
oftnllh), tuwhhk doğruluk kuramlan c~ luğu parçası olduğu dizgenin diğer ö-
herma theorit!s of ırwıh), pragmaa doğruluk nermeleriyle tuwlıhğına bağlıdır; başka
kuramlan (progrrwtic theorit!s o/truth) ve a- bir deyişle, doğruluk "doğrulanabilirlik"
zaltıa doğruluk kuramlan (~U­ le özdeş olup, bir önermenin doğrulana­
ries oftrNth) gelmektedir. bilir olması için de birbiriyle tutarlı bir
En eski ve en bilinen doğruluk ku- önermeler bütününün parçası olması ge-
ramlan olan wygımlulc dofndıdı lnınımlım· rekir.
nm ilk örneklerini gönnek için felsefe ta- Bir önermenin doğruluğunu yol açtı­
rihinde Platon ve Aristoteles'e kadar geri ğı sonuçlaıın "arzulanırlık" derecesine
gidilebilir. Tüm diğer doğruluk kuramla- göre değerlendiren prtıgm«ı tlofrıJMk lnı·
nna kaynaklık eden bu kuramlar, "uy- rtım'4n temelde ''uylaşıma" ve "aıaççı"
gunluk" adının çağrıştırdığı biçimde, doğ­ kuramlar olmalt üzere ikiye aynlır. İlk o-
ruluğun olgularla ve gerçeklikle örtüftü- larak C. S. Peiıce'ın (1839-1914) ortaya
ğü yollu genel kanıya dayanmaktadır. attlğt "uylafUna" pngmacı doğruluk ku·
Buna. göre bir önermenin doğruluğu, o- nrnına göre bir önermenin doğru sayıla­
nun dış dünyada gerçekleşmiş belirli bir bilmesi için onu yeterli bir biçimde de-
duruma uygun düfmesine bağlıdır. Te- neyimlemif istisnasız herkes tarafından
melde önerme ile önermenin yöneldiği "doğru" kabul edilmesi gerekir. Yine A-
nesne arasındaki uygunluk ilişkisine da- merikalı pragmacı felsefeciler William Ja-
yanan uygunluk doğruluk kuramlarının mes (1842-1910) ile John Dewey'in
modem anlamdaki kuruculan arasında (1859-1952) geliştirdiği "aıaççı" pngrna-
ise Benrand Russell (1872-1970), J. L a doğruluk kuramına göreyse bir öner-
Austin (1911-1960) ve "anlambilgisel me iş görüyorsa, söz konusu sorunlara
doğruluk kucamı"yla Alfıed Tarski'nin çözüm sunuyorsa, kısacası başanh bir bi-
(1902-1983) isimleri dikkat çeker. çimde işlerlik kazanmışsa doğrudur. Prag-
Uygunluk kuramlarına yapılan eleşti­ maa doğruluk kuramlan pratikte hiçbir
rilerin sonucunda ortaya çıkan tllt41hlıA: değişikliğe yol açmayan düşüncelerin ken-
doğruluk (hakikat) rejimi 424

di başlarına doğru olmalarının hiçbir an- (iii) doğru değerlere kestirmeden en sağ­
lam ifade etmediğini ileri sürerek doğ­ lıklı biçimde ulaşmak amacıyla önceki
ruluğun ölçütü olarak olgulara uygunluk deneyimler ışığında belirlenmiş teknikler
yerine uzun vadede yarar getiren· arzula- ile işleyişler, (iv) toplumdaki kurumlar ile
nır sonuçlan koymuşlardır. kuruluşların tutacakları "doğru" yolunda
En ünlüsü F. P. Ramsey (1903-1930), uygulayacakları kuralların sıralandığı tÜ·
A.]. Ayer (1910-1989), P. F. Strawson zük; (v) yanlış
uygulamalara kesilecek ce-
(1919) gibi dil felsefecileri tarafından sa- zaların, doğru uygulamalara verilecek ö-
vunulan "*fazlalık (taşınlık) doğruluk ku- düllerin dökümü; (vi) topluma hem doğ­
ramı" olan azaltıcı doğruluk kuramları ise rulan söylemekle hem de yanlışları gös-
bir dil sorunu olarak düşündükleri doğ­ termekle yükümlü kişilere verilen yetki·
ruluğun diğer dil sorunlarından ayn ola- lendirme belgesi bulunmaktadır. Foucaulı
rak felsefi bir sorun olarak ele alınması­ bu bağlamda söylemlerin bilgi savlarını
nın hiçbir gereği bulunmadığını savunur- değerlendirmenin en iyi yolunun üstüne
lar. Bu kuramların dilsel-çözümsel yakla- bina edildikleri doğruluk rejimlerini göz
şımına göre "doğrudur" yüklemi bulun- önünde bulundurmaktan geçtiği sapta-
duğu tümceye yeni bir anlam katmayıp masında bulunarak, gerek tarihte yaptığı
yalnızca bir genelleme işlevi gördüğün­ bilgi kazılarında gerekse bilgi savlarının
den, bu işlev de dilsel çözümlemelerle soykütüğünü çıkarırken odağa hep doğ­
rahatlıkla ortaya konabileceğinden, "doğ­ ruluk rejimi tasarımını koymuştur. Fou-
ruluk"un açıklanması için felsefi bir a- cault, ele aldığı söylemlerin doğruluk re-
raştırmaya girilmesi anlamsızdır. Son çö- jimlerine yönelik olarak sunduğu çözüm-
zümlemede azaltıcılığın temel savı "doğ­ lemeler sonucunda, doğruluğun hiçbir
ruluk" diye bir şeyin olmadığı ve bu yüz- durumda iktidardan bağımsız olamaya-
den de doğruluğun neliğini araştıracak cağını, iktidar ilişkileri dışında bir doğ­
doğruluk kuramlarına ihtiyaç olmadığı ruluk tasarlanamayacağını kuşkuya yer
yönündedir. bırakmayacak bir kesinlikte göstermiştir.
Yine bu aynı bağlamda Foucault, bilgi-
doğruluk (hakikat) reıımı ~ng. truth nin üretilip dağıtıldığı gelişmiş modern
regime, regime of truth; Fr. rfgime du vbitf, Batı toplumlarının özünde bir iktidar ev-
Alın. ordnung der wahrheit, wahmeitregime] reni olduklarına, doğruluğun bilimsel söy-
XX. yüzyılın önemli Fransız düşünürle­ lemlerde dillendirilip kendisini üreten a-
rinden Michel Foucaulfnun, bütün top- kademik kurumların tekeline bırakıldığı
lumların kendilerine özgü bir doğruluk gerçeğine parmak basmaktadır. Dolayı­
anlayışları bulunduğunu, bu anlayışla u- sıyla iktidarı bilgikuramsal bir yapının
yum içinde yerleşiklik kazanmış bir dizi doğruluk rejimi olarak betimleyen rou-
söylemsel pratiği olduğunu anlatmak a- cault, üniversite, ordu, medya gibi ege-
macıyla geliştirdiği felsefe terimi. Buna men konumdaki belli başlı kurumların
göre, toplumlar zaman içersinde belli bir ürettikleri doğruluk söylemlerinde dillen-
sorgulamaya rutmaksızın, hiçbir eleştiri dirdikleri doğruluk rejimleriyle, nelerin
süzgecinden geçirmeksizin daha baştan yapılıp nelerin yapılmayacağına toplum
"doğru" saydıkları belli söylem türlerini adına karar verdiklerini öne sürmektedir.
geliştirip dolaşıma sokmuşlardır. Top- O nedenle doğruluk rejimlerini üretme
lumların kendilerine özgü doğruluk re- konumunda bulunan bu kurumların, ik-
jimleri uyarınca geliştirdikleri söylemler- tidarın ana dağıtıcısı devlet aygıtınca e-
de, (i) doğrulan yanlışlardan ayırt etmede konomik ve siyasal bakımİardan sürekli
yardımcı olacak düzenekler, (ii) doğruya desteklenmelerinde şaşılacak bir şey yok-
ulaşma yolunda atılacak adımlar ile geçi- rur. Böylece, modern devlet, kendisi adı­
lecek a;iamalann örneklendiği yönergeler; na doğruları belirleyen kurumlarının yar-
425 doğuştancılık

dımıyla, toplum önünde iktidarını daha kendisinin insan bedeni yerine insanın
da bir pekiştirmekle kalmayıp hem aşağı­ ruhunu doğurtması olduğunu söyler.
dan yukarıya toplumun bütün katmanla- Sokrates'in "doğurtma" üzerine dü-
rına sınırsız bir biçimde yaymakta hem şünceleri başöğrencisi Platon'un anamne·
de karşılaştığı sorunlar karşısında kendi- sis (*anımsama) öğretisini de derinden et-
sini onararak yetkinleşmektedir. Fouca- kilemiştir. Aynca bkz. Sokratesçi yön-
ult, her doğruluk rejiminin çok geçme- tem.
den kendisine uygun bir iktidar rejimini
de yarattığını belirterek, iktidar rejimine doğuştan gelen dii§ünceler !İng. innate
dayanmayan bir doğruluk rejiminin içe- ideas; fr. idks innies; Alın. eingebormel
riksiz, biçimsiz olacağını, en önemlisi de angeborme ideen; Lat. iJeae innatae] bkz.
iktidarın hiçbir biçimde izin vermeyeceği doğuştancılık; Locke, John.
bir denetimsizlikle başbaşa kalacağını yaz-
maktadır. Aynca bkz. Foucault, Mic- doğuştancılık ~ng. innatism, natWism; Fr.
hel. inniisme, natWisme; Alın. angeborenheitsthese,
nativismu;, es. t. fitriyye, vehbiyye] İnsan bil-
doğurtma (yöntemi) ~ng. maieutia; Fr. gisinin yalnızca deneyime dayalı oldu-
maieutique, Alın. maieutik; es. t. isti/at, sa- ğunu, insanın her şeyi sonradan öğren­
nat·ı tevlit) Eski Yunanca'da "ebelik" ya diğini savlayan deneyciliğe karşı doğuş­
da "doğurtma sanatı" anlamına gelen tan birtakım tasarım/ düşünce (idea), i-
maieutilee tekhne'den türetilmiş terim. İlk­ nanç ve hatta bilgi ile donatıldığımızı
çağ Yunan filozofu Sokrates'in karşısın­ savlayan öğreti; insan zihninde dene-
daki kişiye art arda sorular sorma yoluyla y(im)le kazanılan bilgilerden önce birta-
"doğruyu buldurma" ya da "doğruyu dü- kım doğuştan gelen bilgilerin bulundu-
şündürme"; insan zihninde gizil olarak ğunu savunan anlayış. Her ne kadar de-
var olup da henüz su yüzüne çıkmamış neyci öğretinin yanlışlığına inansalar da
olduğunu düşündüğü bilgileri onu "sor- doğuştancılar da nelerin doğuştan oldu-
ı,>ulayarak" ortaya çıkarma yöntemine ver- ğu konusunda birbirlerinden ayrılmakta­
diği ad. dırlar. Sözgelimi, Leibniz yalnız matema·
Sokrates'in öğretim anlayışı, öğretme­ tik ile mantık için doğuştancılığı savu-
nin öğrenciye yalnızca bilgi aktardığı her nurken, Platon bütün gerçek bilginin do-
türden öğretimbilgisi yöntemine kuşkuyla ğuştan olduğunu temellendirmeye çalış­
yaklaşır. Sokrates'in "öğretim"den anla- mıştır. Doğuştancılann birleştiği konu i-
dığı, öğrencide zaten var olan cevheri se bilgimiz ile deneyim arasındaki boşlu­
gün ışığına çıkarmaktan ibarettir. Öğ­ ğun yalnızca deney yoluyla doldurulama-
retmene düşen görevse öğrenciye "felse- yacağıdır. Bilgiye ulaşmak için deneyim-
fece düşünme yqllan"nı gösterip ona a- lerin bir araya getirilip öbeklenmesinin
kılyürütme ya da uslamlama yetisini aşı­ yetmeyeceği, bunun için kendimizden,
lamaktır. Bu nedenle de öğretimde, bilgi doğuştan bulunan bir şeyin daha sürece
aktarımına dayalı "didaktik" bir yönteme katılması gerektiği söylenmiştir.
değil de söyleşiye ya da tartışmaya dayalı Doğuştancılığın en erken örneği, dil-
"diyalektik" bir yönteme başvurulmalı­ lendirildiği
ilk yer Sokrates'in bir köleye
dır. doğuştan bildiklerini anımsattığı Platon'
Platon, Sokrates'in "doğurtma yönte- un Menon diyalogudur. Daha sonra XVll.
mi"ne 7beaitetos (149a-151d; 184b; 210b- yüzyılda benzer bir doğuştancılık anlayışı
d) diyalogunda açıklık getirir: Sokrates Descartes ile Leibniz tarafından savu-
söyleşinin kıvamını bulduğu yerde tıpkı nulmuştur. Descartes ve Leibniz'e göre
ebe olan annesi gibi kendisinin de "do- matematiğin zorunlu doğrulan deneyim-
ğurtma sanatı"nı icra ettiğini; tek farkın den bağımsız olarak kanıtlanabilir ve bu-
doksa 426

nun olanağı da apriori bilgi (önselciliğe) işlenmiş; nesneleri duyular yoluyla algı­
ve doğuştancılığa dayanmaktadır. Bu iki lanan tek tek varlıklar olan doksa karşı­
usçu düşünürün en sıkı eleştiricisi, insan sında, nesneleri İdealar olup bizi tümelin
zihninin sonradan deneyimle kazanılan bilgisine ulaştıran episteme her zaman üs-
bilgiyle işlendiğini savunan deneyciliğin tün tutulmuştur (Devlet, 476e-480a; Thea·
öncüsü Locke olmuştur. Locke, öncelik- iıetos, 187c-200d). Aristoteles de benzer
le Descartes'ın doğuştan sahip olduğu­ bir tutumla doksa'yı "başka türlü de ola-
muz kavramlar, "doğuştan gelen düşün­ bilecek" kesin olmayan bilme türü diye
celer" (ideae innatae} görüşüne karşı çıka­ tanımlar (Metafizik, 1039b). Aristoteles
rak zihnin ilk başta "boş bir kağıt" {*ta· başka bir yerde de doksa'nın olumsallık

bula rasa} gibi olduğunu öne sürmüştür. hakkında,episteme'nin ise zorunluluk hak-

Dil felsefesine gelindiğindeyse, çağ­ kında konuştuğunu; ses verdiğini söyler


daş dilbilimde Noam Chomsky dilin do- (ikinci Çözümlemeler 1, 88b-89b).
ğuştanlığını; dil bilgisinin doğuştan geldi-
ğini savunmuştur. Chomsky'ye göre bir doksografi ~ng. dm:ograpby; Fr. doxograp-
dili kullanan kimsenin içsel bir kurallar bie, Alm. doxographie, Yun. doksographoeia)
bütünü olmalıdır ki söylenenleri anlaya- İlkçağ Yunan filozoflarının düşüncele­
bilsin ve yanıt versin. Çağdaş dilbilirnin rini derleyip toparlama, belli başlı felsefe
en önemli buluşu, bir doğal dili yöneten sorunları ile konularına göre düzenleyip
dilbilgisi kurallarının oldukça karmaşık biraraya getirme etkinliğine verilen ad:
olduğu ve o dilin kullanımının incelen- "öğreti dedeme".
mesinin ya da o dili dilbilgisi kitabından Eski Yunanca'da "kanı", "düşünce"
çalışmanın ya da o dilin dilbilgisi kitabını anlamına gelen *doksa ile "yazmak" an-
yazmanın bu kuralları ortaya çıkarama­ lamındaki graphein'den türetilmiş dokso-
yacağı olmuştur. İşte Chomsky bütün bu grafi ("öğreti derleme") ve doksograf
kuralların doğuştanlığını ileri sürmüştür. ("öğreti derleyici") terimleri, Herman Di-
Chomsky'nin bu görüşü tümevarım so- els'ın Doxographi Graeci (1879) başlıklı ya-
rununa bir çözüm olarak geliştirildiğin­ pıtının İngilizce'ye çevrilmesiyle felsefe-
den yapılan eleştiriler de bu soruna de- de, özellikle de felsefe tarihi metinlerin-
ğinmiş, bu sorun odaklı olmuştur. Söz- de, yaygın bir biçimde kullanılmaya baş­
gelimi, Putnam, Chomsky'nin yaptığı bu lanmıştır. Diels bu kitaba yazdığı uzun
"sıçı:ama"nın tümevarım ilkeleri bütü- girişte, bu filozofların düşüncelerinin ta-
nüyle ortaya çıkarılmadan yapılamayaca­ rihini yazma işlemine, kendisinin yeni-
ğını söylemiştir. Aynca bkz. Locke,John; den kurduğu biçimiyle doksografi adını
deneycilik; önselcilik; anımsama; ma- verir. Bu yeniden kurma, bundan böyle
ğara benzetmesi; Chomsky, Noam. Antik felsefenin tarihyazımının vazgeçil-
mez bir parçası olacaktır. Doksografi,
doksa (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde hem biz okurlar için ilkçağ Yunan felse-
"gerçek bilgi" anlamında kullanılan *gno- fesi üzerine bilgilenmek açısından hem
sis ya da *episteme'ye karşıtlık oluşturan; de sonraki düşünürlere ve yazarlara, baş­
"sanı", "kanı" ya da "inanca dayalı bil- kalarının aktardıkları yerine doğrudan bi-
gi"ye karşılık gelen terim. rincil kaynaklara eğilme fırsatı tanıması
Gerçek bilgi (episteme) ile daha aşağı bakımından çok önemlidir. Doksografi-
düzeyde, duyulara dayalı, değişken bilgi nin bilinen ilk örneği, Diogenes Laertios'
türü (doksa) arasındaki bilgikuramsal ay- un Tanınmış Filozoflann Yaşam/an, ôgreıi­
nının kökleri Sokrates öncesi felsefede leri ve Deyişleri Üzerine (Peri bion dogma-
Ksenophanes ve Parmenides'e kadar gi- ton kai apophthegmaton ton en philo-
der. Sonralan Platon ile Platoncu gele- sophia eudokimesanton, M.S. ykl. 200)
nekte bu bilgikuramsal aynın incelikle adlı yapıtıdır. Her ne kadar ağırlığı yaşa-
427 Doıtoyevski, Fyodor Mihailoviç

möykülerine verse de bu kitap fılozoflan cılann soruşturulmasında kendini iyice a-


okullara ve akımlara göre ayınp zamandi: çığa vurmaktadır. Dostoyevski, yalnızca
zinsel olarak tanıttığı için kayda değerdir. karakterlerinin ya da anlatıcılarının ağ­
zından dillendirdiği varoluşa ilişkin tan-
dolaylı yararcılık [İng. inJirect utiliıaria· nbilimsel, ahlıiksal, felsefi düşüncelerle
nism) bkz. yararcılık. değil, insanoğlunun tinsel derinliklerine
tuttuğu ışıkla da büyük bir ilgi uyandır­
dolaysız çıkarım yasaları [İng. imme- maktadır. Bu baAlamda özellikle pek çok
düıte infemıce /avıs] bkz. koşulsuz önu- görünümüyle birlikte usdışı yaşantılar ile
meler manblt. usdışı davranış biçimlerine ilişkin sundu-
ğu aynntıh betimlemelerin yalnızca ruh-
dostluk [İng. friendship-, Fr. amitii; Alm. bilim ya da davranış bilimleri alanlan
fmmdschafi; LaL amicitiıı] bkz. zrkadafhk üstünde değil etikten metafiziğe, siyaset
siyaseti; pbilüz. felsefesinden varbkbilgisine felsefenin de-
ğişik dallan üstünde de olağanüstü de-
Dostoyevski, Fyodor Mihailoviç ğerli içerimleri bulunmaktadır. Düşünce­
(1821-1881) Dünya edebiyatının gelmiş leri büyük yankılar uyandıran ruhbilimci
geçmiş en büyük romancıları arasında bir yazar olarak Dostoyevski, eğer ruh-
gösterilen, özı,ıün kunnacalan, izleksel bu- bilimciliktcn insan davranışlarını yönlen-
luş lan, canlı roman karakterleriyle XX. dirdiği varsayılan birtakım yasa ve ilke-
yüzyıl edebiyatı ile düşüncesinde derin lcrc dayanarak eylemlerin öndeyilenmesi
izler bırakan Rus düşünür ve romana. anlaşılıyorsa, kendisinin asla bir ruhbi-
Yapıtlannda dillendirdiği temel varoluş limci olarak değerlendirilmemesi gerek-
sorunlarıyla, bu sorunlara karşı sunduğu tiğini üstüne basarak söyle!Ilİştİr. Tarih-
metafizik içerimli açımlamalanyla, ede- sel sürecin birtakım yasalara gidilerek
biyat yoluyla nasıl felsefe yapılacağını açıklanamayacağını, dolayısıyla da ilerle-
göstermesiyle, modem olsun çağdaş ol- meyi ya da buna benzer her türden iler-
sun değişik felsefe akımları ile filozoftan lemeci düşünceyi güvence altına almaya
üstünde önemli etkilerde bulunmuş ya- çalışan bütün kuramsal uğraşların kesin
şam filozofu. Değişik bağlamlarda ro- bir dille yadsınması gerektiğini savun-
manları üstüne son derece değerli felsefi muştur. Tannbilim alanında Hıristiyanlı­
yorumlar yapılan Dostoyevski, başta va- ğın gerçek özünü "özgür seçim"· tasan-
roluşçular olmak üzere, geride bıraktı­ ırurun oluşturduğunu ısrarla dile getir-
ğımız yüzyılın yaşam felsefesi düşünce­ miş. açık ya da örtük yollarla birtakım
sinin genci çerçevesi~ çizmiştir. Dosto- "mucizeler", "gizemler", "yetkeler" öne-
ycvski'nin hemen bütün rumanlan daha ren her türden dinsel yaklaşımın gerçek-
ilk bakışta özyaşamöyküsel öğeleriyle dik- te birer ''uyuşturma yolu" olmaları nede-
kat çekseler de, son çözümlemede bütün niyle Hıristiyanlığa aykın düştüklerini sa-
insanlığı ve bütün bir çağı kuşatan derin vunmuştur. Öykülerinde, Rusya'nın mo-
yaşam felsefesi sorunları üstüne yazıl­ dernleşme sürecinde Büyük Petru'nun
mışlardır. Bu bağlamda "seçme özgürlü- yaptıklannı · büyük bir hayranlıkla anan
ğü", "sosyalizm,., "tani'ıtanımazhk", "iyi Dostoyevski, batılılaşma yanlısı, dönemin
ile kötü", "mutluluk" izlekleri yaşamı Rus yenilikçilerine açıktan destek ver-
boyunca yazann kendilerinden asla vaz- miştir. Bu çerçevede büyük Rus düşü­
ı.,rt.-çmediği temel konulardır. Yazılannda nürleri Aleksandr Herzen ile Vissarion
Tann'ya gösterilen saplantı derecesinde- Belinski'den derinden etkilenen Dosto-
ki düşünsel yönelim, yarattığı karakterle- yevski, büyük sanat yapıtlannın temel
rin salt insan olmaklıklzrından getirdikle- toplumsal konulara yönelmeleri koşuluy­
ri aşağılık özelliklerinden duydukları san- la ve de kendi bakış açılarının yettiği ka-
Dostoyevski, Fyodor Mihailoviç 428

darıyla insanın i\zbrürleşme serü\'enİne nın oğlu olarak Moskova'da dünyaya ge-
katkıda bulunması gerektiğini savunmuş­ len Dostoyevski'nin hemen bütün ya-
tur. pıdan için geçerli olan can alıcı izlek "in-
Günümüzde Dosto)'evski'nin roman- san özgürlüğü"dür. Dostoyevski'ye ı.,..C>re,
larının, Niet7.sche, Heideggcr, Sartrc gibi insanların yaşadığı pek çok sorunun al-
felsefecilerin düşünceleri bir yanda, Tho- tında yatan, bu yüzden de ivedilikle çö-
mas Mann, Albert Camus, Franz Kafim zülmesi ı.,ıc:rcken temel sorun, woboıia'nın
gibi romancıların yapıtları öbür )"•ında, (özgürlük) ne olduğunu bilmemeleri de-
pek çok çağdaş görüşü ya da konumu ğil, eksiksiz, hiçbir kuşatan olmaksızın,
/incelediğine yiinelik geniş bir oybirliği saltık anlamda olduğu ~bi sağın bir öz-
süz konusudur. Nitekim çoğu yerde gürlük istiyor olmalarıdır. Bunun tam an-
Kic:rkegaard ile birlikti: varoluşçuluğun lamıyla bozuk bir Ö?.gürlük tasarımının
kurucularından biri olarak görülen Dos- sonucu olduğunu düşünen Dostoyevski,
toyevski'nin yazılan Ban'da yapılan "a- minicik bir özgürsüzlük durumuna dahi
lıntılanma listesi"nin en başlannda yer tahammülleri olmayan, her bakımdan
almaktadır. Yapıdan, kimileyin doğrudan bütün her şeyde özgürlük isteyen insan-
kimileyin Bakhtin'in aracılığıyla 7.ihin ile ların ilzgiirlük isteklerini, doyuma ka-
dilin yeniden düşünülmesi bağlamında vuşması ilkece asla olanaklı olmayan, öy-
önemli açılımlar doğurduğu gibi, ütop- le ya da böyle sağaltılması gereken bir
yacılık ile sosyalizmin reddedilişine iliş­ varoluş yanılsaması olarak değerlendir­
kin sunduğu çözümlemeler de XX. yüz- mektedir. Hiç de şaşırtıcı olmayan bir bi-
yıl sİ)'l!Set felsefesinin tarnşmalan ile ku- çimde, Dostoyevski'nin yapıtlarındaki de-
ramlannın değişmez konulannı oluştur­ ğişik karakterlerin her biri, yoksa)ıcılık
maktadır. Giirece yakın bir diinemde, sorununa doyunıcu bir yanıt arayan, bu
Dostoyevski'nin yapıtlarının yalnızca i- arayışlarında ilzgürlüğün sınırlarını sına­
çerik bakımından değil ortaya koyduğu yan kişiliklerdir. Bu noktada Dostoyevs-
yenilikçi yazınsal biçemlerin felsefi değe­ ki'nin yapıtlarında sıklıkla karşılaşılan yok-
rinin keşfedilmesine de bağlı olarak, <>- sarıcılık sorunsalının üç ayn felsefi bakış
zellikle "yazarlık", "sorumluluk", "yapı­ açısından irdelendikleri söylenebilir: (i) e-
tın 7.amanı" gibi kavramlar doğrultusun­ tik açıdan -Budünya ile öbürdünya para-
da "post-yapısalcı", ·~yorum bilgici" ve digmalarının köklü bir çatışkı içeren de-
"göstergebilimci" çerçevelerde de "Dos- ğerleri arasında hangisi seçilecektir? Do-
toyevski Yazısı" kilit bir konuma yüksel- yum bulmayan arzulardan el etek mi çe-
miştir. Bu arada, düşünürün önemli bir kilecektir, yoksa doyuma kavuştıırulmn­
etkisi de, muhtemelen yapılan yanlış o- lan için gereken ne varsa yapılacak mı­
kumalar yoluyla çarpıtmalı alımlanışı ne- dır? (ii) wrlıkbilgısel açıdan -Zamandan
deniyle, Freud ile Freudculuk üstüne ol- bağımsız cnson gerçekliğin ne olduğuna
muştur. Dostoyevski'nin yapıdan Ban nasıl karar verilebilir? Değişim içindeki
felsefesinde ne denli büyük yankılar u- maddeyi mi kabul edeceğiz, yoksa Hıris­
yandırmışsa, bunların "Rus Felsefesi" tiyanlığın "Kutsal Üçleme"sine mi baş­
üstüne etkileri de o denli derin olmuştur. vuracağız? (iii) bilgik1'7amsal açuJan - Ya-
Nitekim romanlan Scrgey Bulgııkov ile şanan yetke bunalımı karşısında kime ya
Nikolay Berdyaev başta olmak üzere da neye güveneceğiz? Duyularımızın siiy-
dönemin Rusyası'ndaki dinsel yönelimli lediklerine mi uyacağız, yoksa vahyin bu-
düşünürlere, Lev Şestov gibi varoluşçu­ yurduklanna mı kulak vereceğiz?
lara, Mikhail Bakhtin'in başını çektiği bir En ba~ından beri yaşadığı dönemin
dizi )'azın, estetik ve etik kuramcısına siyasal ve toplumsal sorunlarıyla içli dışlı
büyük bir esin kaynağı olmuştur. olan Dostoyevski, yalnızca döneminin
Askeri bir doktor ile bir tüccar kı7.ı- güncel sorunlanna giisterdiği tepkilerle
429 Dostoyevski, Fyodor Mihailoviç

değil, gaipten sesleniliyor izlenimi uyan- fım; ama felsefeye olan sevgim çok güç-
dıran geleceğe dönük siyasal, toplumsal lü. En azından kökbilgisel anlamıyla ba-
ve ahlaksal öngörüleriyle de XX. yüzyılın kıldığında, felsefenin başkoşulu felsefeyi
peygamberlerinden biri olarak kutlulanır sevmek değil midir ki zaten." Dosto-
olmuştur. Bu bağlamda dönemin günde- yevski'nin felsefeciliği tartışması bağla­
minde yer tutan hemen bütün düşünce mında, dinsel yönelimli etkili bir varı,ı­
okullarının, Dostoyevski'nin eleştirilerin­ luşçu düşünür olan Nikolay Berdyaev
den paylarına düşeni fazlasıyla aldıkları (1874-1948), Dostoyevski'nin tartışma­
görülmektedir. Bu son derece keskin e- sız en büyük Rus metafizikçisi olduğunu
leştirel yaklaşım çerçevesinde Dostoye- dile getirmektedir. Diğer yandan, İngili~­
vski, ussal özçıkarlarımızı doyuma ka- ce'nin konuşulduğu dünyada kıtalı filo-
vuşturma arayışındaki liberal girişimler­ zoflar üstüne yaptığı araştırmalarla tanı­
den sosyalist ütopyalara, bir biçimde nan Walter Kaufmann, Dostoyevski'yi
toplumsal ilerlemeyi en temel değer ola- hazırladığı varoluşçu düşüiıürler derme-
rak göklere çıkartan bütün çağdaş akım­ cesinin (Dostoyevski'den Sartre'a Vam-
lara bir roman yazarından beklenebile- luşçub.ık, 1956) içine dahil ederek, '.'Dos-
ceğinin çok ötesinde ağır darbeler indir- toyevski'yi değme bir varoluşçu olarak
miştir. Aynca söz konusu eleştirilere da- görmemek için hiçbir neden bulamıyo­
ha bir yakından bakıldığında, Darwin- rum, üstüne üstlük Yeraltından Notlar'ın
cilere, davranışbilimcilere, ("iyi ile güzel" ilk bölümünü varoluşçuluk için yazılmış
kültü üstüne yapılandınlmış Schillerci sa- en iyi uvertür (açımhk; açılış müziği) ola-
.nat anlayışı özelinde) Batılı sanat felsefe- rak görüyorum" demektedir. Yeraltından
cilerine, Marxçılara, kapitalistlere ilişkin Notlar'ı (1864) 1887 tarihli Almanca çe-
tümceler arasına gizlenmiş son derece virisinden okuyan Nietzsche ise ·bütün
değerli yorumlar bulunmaktadır. yaşamı boyunca ruhbilime dair kendisine
Dostoyevski'nin onlarca yapıtından birşeyler öğreten tek kişinin Dostoyevski
tek tek her biri, olağanüstü birer "açık olduğunu içtenlikle dile getirmiştir. Dos-
yapıt" olma özelliği taşıdıklarından, ya- toyevski ile felsefe ilişkisi belki de en gü-
pıtlarının çok değişik okumalarının ya- zel anlatımını Berdyaev'in şu sözlerinde
pılması, yapitlarına alabildiğine değişik bulmaktadır. "Dostoyevski felsefeden çok
noktalardan yaklaşılması olaıiaklıdır. Bu az şey öğrenmiştir, ama buna karşı felse-
maddenin yazımında olabildiğince "Filo- feye çok şeyler öğretmiştir." .
:wf olarak Dostoyevski"nin felsefe ile Birtakım felsefi düşünceleri roman
haglantısı kurulmaya çalışılmıştır. Bu gi- yoluyla dile getirmek özünde Rusya'daki
rişimi destekle~·en türden metinsel veri- genel yazın anlayışına özgü bir yöntem
lerin bulunduğu da üstünden atlanama- olmakla birlikte, Hıristiyanlığa ya da me-
yacak bir gerçektir. Sözgelimi Dostoye- tafiziğe dönük içgörüleri romanın yapı­
vski bir yerde, insanlann tinsel besle- sında dillendirip işleme geleneğinin te-
nimleri için gereksinimini duyduklan gı­ melleri çok büyük ölçüde Dostoyevski
dayı .çoğunluk votka, tütün, uyuşturucu tarafından atılmıştır. Dost<;>yevski ile baş­
~ibi maddelerde aradıklarını, oysa kendi layan bu geleneğin modern uzantısı, Bo-
ıinsd açlığının bir tek kitaplarla doyum ris Pasternak'ın filme de çekilen Dr. fi·
hulduğunu belirtmektedir. Bu noktada ııago başlıklı romanıdır. Dostoyevski'nin
Dostoyevski için felsefenin her zaman yapıtlanna bakıldığında, felsefe ile roma-
ayrı bir değeri bulunduğu yine kendi nın kaynaştırılarak tek bir _bütün haline
sii:derine başvurulduğunda açıkça gö- getirilmesinin, ilki doğrudan ikincisi do-
rülmektedir. Felsefeye duyduğu bu son laylı olmak üzere, temelde iki ayn yolu
derece yoğun ilgiyi Dostoyevski şu söz- bulunduğu gözlenmektedir. Sözgelimi,
leriyle betimlemektedir: "Felsefede zayı- Karamazof Kardq/er'in belli bölümleri ile
Dostoyevski, Fyodor Mihailoviç 430

Yeraltındarı Notlar'da öykülenen uzun iç- Bu noktada, çocuklukta yaşanan örse-


konuşma, Dostoyevski'nin karakterleri- lenmeler, alınan yaşamsal kararlar, belli
ne açık seçik bir biçimde söylettiği meta- eylemlerin gerçekleştirilmesinde karakter-
fizik, etik ve sosyopolitik düşünceler i- lerin yaşam çevrelerindeki değişik kuşa­
çermektedir. Buna karşı felsefi düşünce­ tanları bağlamında sunulan betimlemeler
lerin ortaya dolaylı yolla konulması ço- hep bu çağnıun değişik dışavurumlandır.
ğunlukla karakterlerin yazgılarının serim- Nasıl ki Dostoyevski'nin karakterleri ken-
lcnmesi araalığıyla gerçekleştirilmekte­ di yaşamlarında hep bir ahlaksal gizemle
dir. Bu noktada Dostoyevski'nin karak- karşılaşıyorsa, bu karakterlerle yapıtta kar-
terlerinin her birinin belli inançlar doğ­ şılaşan kişi de "sanki gerçekten varlar"
rultusunda eyleyen kişiler olduklarına dik- türünden gizemli bir dumu yaşamakta­
kat çekmekte yarar var. Sözgelimi, Suç ve dır. Bütün bu karakterler kurmaca birer
Ceza'nın başkarakteri Raskolnikov, bir . yapıntı olsalar da, her biri gerçek dün-
tür Nietzscheci "üstinsan"a duyduğu i- yada yaşayan insanların "ilkörneği" ola-
nancını sınamak amacıyla yola koyul- cak denli başarıyla seçilip çizilerek tek
makta, "yaşanan an"ı taraya vurarak, sırf tek her birine "can" kazandırılmıştır. Bu
kuralları çiğneme cesareti olup olmadı­ karakterlerin her birinde okuyucu gerçek
ğını görmek için insan öldürme eylemine yaşamdaki ahlaksal karşılaşmaların aynı­
başvurmaktadır. Nitekim başkahramanı­ larını bulduğundan, bir anda kendi de-
mız Raskolnikov, suçunun cezasını öde- ğerlerini soq,>ulamak gibi bir ödevle baş­
mek için gönderildiği Sibirya'daki hapis- başa bırakılmış bulur kendini. O neden-
hane yolunda üzerine düşen görevi hak- le, bir başka büyük Rus romancısı Tols-
kıyla yerine getirmiş olmanın verdiği hu- toy'un, derin yaşam sorulan karşısında
zurla dolu olarak resmedilmektedir. Dos- okuyucularına yanıtlar önermediğini !,rC-
toyevski'nin tek tek bütün karakterleri, rekçe göstererek, Dostoyevski'yi "ger-
tıpkı gerçek yaşamda hergün karşılaştığı­ çek" bir roman sanatçısı olarak adlan-
mız karakterler gibi, gerçek iç yüzlerini dırmamış olması hiç de şaşırtıcı değildir.
anlamanın neredeyse olanaksız olduğu Nitekim Dostoyevski, yapıtlarında oku-
birer muammadır. Berdyaev bu duruma yucularına cebelleşmeleri için felsefeye
ilişkin olarak, her Dostoyevski karakte- yakışır bir tutumla yalnızca sorular bı­
rinin çözülecek bir bulmaca olduğunu rakmıştır, bu yüzden yapıtlarında geçen
belirtip Dostoyevski romanında daha il- her karakter başlı başına bir soru işare­
ginç olan bulmacaların ahlaksal bakım­ tine göndermektedir.
dan hep "daha iyi" karakterlere (örneğin Dostoyevski, Marx ile Niet;ısche'yle
Budala'nın Mişkin'i ya da Alyoşa Kam- karşılaştırıldığında son derece keskin ay-
mazof) karşılık geldikleri saptamasında rılıklar sergiliyor olsa da, üstüne bastıkla­
bulunmaktadır. Gerçekten de Dostoye- rı toprağın pek çok bakımdan ortaklıklar
vski'nin karakterleri arasında en ilginç o- taşıdığı da üstünden atlanamayacak bir
lanları; gelgitleriyle, kafa karışıklıklarıyla, gerçektir. Bu noktada öncelikle belirtil-
çalkantılı yaşamlarıyla öne çıkanlar; ka- mesi gereken, xıx. yüzyılın düşünsel ik-
rakter sağlamlıkları sürekli sallantı göste- liminin, "varlık zinciri"ne yönelik güven-
ren, kendileriyle sürekli çelişip çatışan, li düşüncelerin verildiği, evrenin ussal o-
yaptıklarını neden yaptıklarına sürekli ka- larak tasarlandığı "Aydınlanma Usçulu-
fa yomnlardır. Dostoyevski'nin kalemin- ğu"ndan, hiçbir şeyin güvenli olmadığı
den çıkan karakterlerin sürekli olarak ken- bilinçdışına, ruhbilimscl derinliklere gö-
dileriyle girdikleri iç hesaplaşmalar, oku- zü kapalı ama tutkuyla yapılan bir "sıçra­
ru birbiriyle bu denli çelişkili eylemlerin yış" olarak resmedilebilir olmasıdır. Bu
ayıu insan tekinde nasıl olup da biraraya resim çerçevesinde Dostoyevski, Scho-
gelebildikleri üstüne düşünmeye çağırır. penhauer, Nietzsche, Freud ve Marx
431 Dostoyevski, Fyodor Mihailoviç

başta olmak üzere XIX. yüzyılın öteki derinden etkilemiş kimi olaylara bakmak
Alman filozoflarıyla birlikte böylesine ö- gerekmektedir.
nemli bir bilinç değişikliğinin onlara gö- Dostoyevski'ye göre, yaşama bakıldı­
re daha uzakta yaşayan başmimarlann­ ğında açık seçik görülen bir şey varsa o
dan biridir. Bu bilinç kırılmasının teme- da insanlığın en güçlü varlık zincirlerinin
linde, bilinçdışı denilenin keşfedilmesi ya ahlaksal alaşımdan yapılmış olmasıdır.
da kimilerinin dediği gibi icat edilmesi Böylesine güçlü bir boyunduruk karşı­
yatmaktadır. Kendi içlerinde çelişik, tam sında yapılacak tek şey, toplumsal yeni-
olarak bilinmeyen birtakım dürtülerin as- den örgütlenme düzmecelerini bir kena-
lında insanların, hatta ulusların yazgıları ra bırakıp, tinsel yeniden doğuş yoluyla
üstünde ne denli belirleyici olduktan kişinin kendine dönerek kendi ahlak zin-
kuşkusuz kolay kolay sindirilemeyecek cirlerini kırmaya çalışmasıdır. Dosroye-
hir keşiftir. Bu keşfin daha bir sindirilir vski'nin bu görüşleri, yaşadığı dönemde-
kılınmasında Dostoyevski'nin yapıtları­ ki kimi düşünürlerce "etkin bir devrim-
nın hiç kuşkusuz çok büyük bir değeri ci" olmak yerine, "edilgen bir gerici" o-
bulunmaktadır. Ancak bu bağlamda Dos- larak suçlanmasının da başlıca nedenidir.
toycvski, aralarında açıkça düşünsel kan- Nitekim Dostoyevski neredeyse bütün
bağı bulunan çağdaşlarım dahi öylesine yaşami boyunca ne tutucu gelenekçiler
sert bir dille eleştirmiştir ki bu eleştirinin arasında (örneğin, Optina Manasttn ra-
çıkardığı gökgürültüsünün yankılan he- hipleri ile rahibelerinin, Karamazof Kar-
ııciz tam anlamıyla ortadan kalkmış de- defler romanım okuduktan sonra, bunu
ı~ildir. Sözgelimi Marx'a karşı, şiddet yan- yazan kişinin gerçekten iyinin yanında
lısı devrimlere lanet yağdırmış, öte yanda mı yoksa kötünün sözcüsü mü olduğuna
iıısanlıj!;ın tinini "üstinsan" kandırmaca­ günlerce karar verememiş oldukları sıkça
sıyla zehirlediğini düşündüğü Nietzsche' sözü edilen bir rivayettir) ne de ilerleme-
l'l' demediğini bırakmamıştır. Buna bağlı ci devrimciler arasında kendisine bir yer
olarak, ister J. S. Mili gibi liberal kanai:- bulamamıştır. Romanlarında karakterleri
ıan olsun, ister Darwinciler gibi bilimci aracılığıyla işlediği yersiz yurtsuzluk öy-
kanattan olsun, ister Katolik Kilisesi gibi külerinin sahiciliğinde bu durumun ö-
ı urucu dinerkçi kanattan olsun, isterse nemli bir payı bulunduğu kuşku götür-
lldinski gibi sosyalist kanattan olsun, ya- meyen bir gerçektir.
şadıftt dönemin toplumımu ussallaşnrma, Dostoyevski'nin yaşadığı dönemde Rus
ivilcştirme, geliştirme savunusuyla ortaya ayclınlannın, tam olarak neye karşılık gel-
çıkan bütün "ilerlemecilik" okullarına so- diği açıkça belli olmayan "halk"ı saplan-
ııun;ı dek karşı çıkmıştır. Böylesine çok tıya varan ölçülerde "romantize" ettikleri
n·pheli bir karşı çıkış çerçevesinde Dos- görülmektedir. Toplumsal ölçeğin ken-
1< •yevski, insanbilimden toplumbilime, dilerinden düşük ya da yüksek derecele-
rııhbilimden budunbilime belli başlı "in- rinde yaşayan insanlarla. diledikleri gibi
san bilimlerine" getirdiği eleştirilerde, ge- özgürce iletişime geçemediklerinden ola-
rıddc post-yapısalcılığın, daha özeldeyse cak,. çoğu Rus yazan toplumsal sıradü­
l'oucault'nun çok daha sonra varacağı zen yapısının kendilerine yakın bulduk-
düşünsel konumu öncelemeyi başarmış­ ları bölümüne "aidiyet" duymayı isteme-
ıır. Dostoyevski'nin bu noktaya nasıl gel- lerine bağlı olarak ya aristokrasiyi (Ler-
ılif\iııi görebilmek için, öteki pek çok ko- manıov gibi) ya kitleleri (Tolstoy gibi)
nuda olduğu gibi, öncelikle asla iyimser romantize etmişlerdir. Ne var ki bu iç-
senaryolara ya da insanlığı zincirlerinden tenlik yoksunluğu, yapıtlarını gerçek an-
kurtarmayı vaat eden toplumu ussallaş­ lamda halk kesimleriyle paylaşabilmele­
tırma izlencelerine bel bağlanmamasını rinin önüne geçtiği ·gibi, kitlelerin yapıcı
iincrdiğini görmek, yaşarken kendisini ya da devrimci bir siyasal yöne doğru
Dostoyevski, Fyodor Mihailoviç 432

yönlendirilmelerine ilişkin bütün arzula- leştiren her türden değer dizgesine derin
nnın da bütünüyle boşa çıkmasına yol bir kuşkuyla yaklaşmış; Eski Yun·anWann
açmışur. Dönemin Rus aydınlannın bu karşısında durarak enson anlamda ger-
anlamda, günümüzde "liberal suç" diye çekliğin kesinlikle logos temelli olmadığını
adlandırılan bir suçu açıkça işledikleri savunmuştur. Nitekim bu bağlamda Ye·
söylenebilir. İşte Dostoyevski'nin diğer raltından Notlar, usmerkezci bir varlıkbil­
Rus yazarlan karşısındaki büyüklüğü de gisine karşı yazılmış gelmiş geçmiş en
bu suçu işlememiş olmasında; yazıların­ güçlü dile getirişlerden birini ortaya koy-
da açığa vurduğu içtenliğinden tek bir muştur. Dostoyevski, bütün yaşamı bo-
konuda olsun ödün vermeyerek, hiçbir yunca buyurgan düşünce okullarının yan-
halk katmanını romantize etmeyerek, lış yolda olduklarını çünkü dayandık.lan
halktan insanlan aynen yaşadık.lan bi- ahlak felsefesinin yanlış olduğunu, ahlak
çimleriyle karakterlerinde verebilmiş ol- felsefelerinin ise dayandıkları varlıkbilgi­
masında aranmalıdır. sinden ötürü yanlış olduklannı sonuna
Dostoyevski, Roma Katolik Kilisesi' dek savunmuştur: ..İnsan ussal bir hay-
nin karşısında daha üstün olduğuna i- van değildir."
nandığı Rus Ortodoks Kilisesi'nin çağın Dostoyevski, uluslararası düzeyde bir
gittikçe daha bir içinden çıkılmaz hal a- tanınırlık konumuna yükselişini, çok bü-
lan yoksayıcılık sorununa çözüm olabile- yük ölçüde, ·yazdığı felsefi içerikli dört
ceğine inanmaktadır. Son derece Önem- ayrı oylumlu romana borçludur: Prestup·
sediği bu sorunu Dostoy~ski, lvan Ka- leniye i nakazaniye (Suç ve Ceza, 1866),
ramazofun ağzından şu ünlü sözlerle Idiot (Budala, 1868-1869), Besi (Ecinniler,
özlü bir biçimde dile dökmüştür: "Tanrı 1871-1872), Bratya Karamazovi (Karama-
ölmüşse eğer, herşeye izin vardır." Tıpkı zof Kardeşler, 1879-1880). Bu yapıtları
Nietzsche gibi, Dostoyevski de ortaça- yanında Zapüki iz podpolya \'{eraltından
ğın güvenlik içindeki dünyasının çöktü- Notlar, 1864) başlıklı kısa romanının en
ğünü, onunla birlikte Hıristiyan etiğinin az bu romanları kadar, hatta kimi felsefi
de yerle bir olduğunu düşünmektedir. bakımlardan onlardan daha önemli oldu~
Bu çerçevede, böylesine önemli bir ola- ğu sıkça yinelenen bir düşüncedir. Dos-
yın gerçekleşmesiyle yapılacak en anlamlı toyevski düzyazılarıyla da, yaşadığı dii-
şeyin hiçbir utanç duymaksızın bu olayın nemde gazetelerde ya da dergilerde yaz-
u7.anulannı araşnrmak olduğu konusun- dıklarıyla da kendisinden sıkça söz ettir-
da Nietzsche'nin yanında olsa da, hangi miştir. Nitekim yazarın, yararcı estetik an-
söylenbilgisi altında olursa olsun bilim layışının eleştirisini sunduğu "Bay D-bov
öncesi bir dünya görüşü çağına dönmek ve Sanat Sorunu" (1861 ); "Batı Batı De-
için aruk çok geç olduğunu savunurken dikleri: Yaz İzlenimleri Üzerine Kış Not-
Nietzsche'den bütünüyle aynlmaktadır. ları" (1863) ile "Çevre" (1873) başlıklı
Dostoyevski'ye göre insan ırkının yeni- makaleleri pek çok yerde klasikler arasın­
den eski yurduna dönmesi dünyanın gel- da anılmaktadır. Özgünlüğü yanında çok
diği bu noktada aruk olanaksızdır. Öyle sayıda yapıt ortaya koymuş olmasıyla da
ki, Nietzsche'nin yapuğı gibi, okuyucuyu dikkat çeken yazarın diğer önemli yapıt­
kendi kendisinin Tanrısı olmakla olma- ları şunlardır: Öteki (1846), İnsancıklar
mak arasında bir seçim yapmaya zorla- (1846), Ev Sahibesi (1847), Beyaz Geceler
mak, açıkça saynlığa davetiye çıkarmakla (1848). Yufka Yürekli (1848), Netoçka
eşdeğerdir. Dostoyevski, ussallığın öteki Nezvanova (1849), Amcanın Rüyası (1859),
yaşamsal ya da tinsel yetiler üstünde yö- Stepançikovo Kiiyü (1859), Ölüler Evinden
netici bir konumda görülmesinin en ba- Hatıralar (1861), Ezilenler (1861), Kumar·
şından beri şiddetle karşısında olduğun­ baz (1866), Ebedi Koca (1870), Bobok
dan, usu ya da ussal düşünceyi ülküsel- (1873), Bir Yazann Güncesi (1873-1881).
433 Duhem, Pierre Maurice Marie

Delikanlı(Hl75), Uysal Kız (1876). Ayrıca miyle "maddi bir neden olarak" arkhe ya
bkz. Rus felsefesi; Rus yoksayıcılığı; da töz arayışlarında ortaya koydukları
varolu§çuluk; Bakhtin M. M.; Tols- diirt öğc, Enıpcdokles eliyle bir öğretiye
toy, L. N. dönüşerek yüzyıllar boyunca fiziksel dün-
yanın açıklanışına egemen olmuştur. Do-
döngüsel akılyürütme bkz. circulus fJİ· ğu felsefesinde de doğadaki değişim ile
tiosus; petitio principii. dc\'inim benzer bir biçimde *yin yanga
bağlı Beş Üğe (ağaç, metal, su, ateş, top-
dönütümcülük (İng. transfonnism; Fr. rak) öğretisine başvurularak açıklanmış­
transfonnisme, Alm. rransformismus, trans· nr. Aynca bkz. arkbe; beıinci töz; Mi-
formationstheorie-, es. t. istih.iiiyye] Var olan let Okulu; Empedokles.
canlı türlerinin değişmez olmadığını, ya-
lın biçimlerden karmaşık biçimlere doğru dravya (San.) Töz. Aynca bkz. Cayna·
evrim yoluyla ı.,rclişcrek ortaya çıktığını, cılık.
canlı varlıkların bulunduklan ortama a-
yak uydurarak değiştiklerinı öne süren dubito ergo sum (Lat.) Patristik felse-
iiğreti. Yaşayan türlerin çevrenin etkisi fenin en önemli düşünürü Augustinus'
altında adım adım ya da yavaş yavaş dö- un Akademia Kuşkuculuğu'na )'Önelttiği
nüşüme uğradığını savunan evrim <iğre­ ek-ştirileri içeren ve ilk yapıtlarından biri
tisi. ı\)'nca bkz. evrimcilik; deği§inim­ olan Contra Academicos'ta ı.,oeçen, "Kuşku
cilik; Darwincilik; Lamarckçıhk. duyuyorum, demek ki vanm" anlamına
gelen deyiş.
dört neden öğretisi flng. doctrine of the Kuşkusuz D(."Scartes'ın *cogito ergo sum'
four causes; Fr. doctrine des quatres causes; umı <inceleyen Augustinus'un bu ünlü
ı\lm. lehre von den vier ursachen] bkz. A- sözü, "bilgi dizgesinin başlangıç nokta-
ristoteles. sı"nı ya da "bilginin ussal kuruluşunun
temel taşı"nı vuq.,JUlamaya yönelik dc:ğil,
dört öğe (İng. four elements; Fr. quatres e. Tann'nın öncesiz sonrasız varlığını ta-
lements; Alm. dic vicr elementej Eski Yunan nıtlamaya yôneliktir. Aynca bkz. fallar
tilozoflannın fiziksel evrenin temel bile- ergosum.
şenleri olarak düşündükleri dfüt kendi-
lik: hava (*aer), ateş (*pyr), su ve toprak. Duhem, Pierre Maurice Marie (1861-
Hu iiğclerden her birinin \ki niteliği bu- 1916) XX. yüzyılın ilk yıllarında ortaya
lunmaktadır: hava sıcak ve nemli, ateş korcluğu düşüncelerle tanınan Katolik
sıcak ,.e kuru, su soğuk \'e nemli, ropnık Fransız bilim tarihçisi \'e bilim fdsefe-
soğuk ve kurudur. Ortak niteliklere sa- cisi. Fi7jk bilimlerin çansını birleştiren ii-
hip iiğeler birbirlerine diinüşebilir; bir- ~ rıİarak ı.,rcnclleştirilmiş bir termodina-
birleriyle bütünleşebilirler. Sözı.,rclimi Sto- mik izlence iineren, Ortaçağ ve Riinc:-
:ıcılığtn •pneuma öğretisinde her ikisi de sans bilim tarihçiliğinde bir üncü sayılan
sıcaklık niteliği taşıyan hava ile ateş bir- Duhem, ortaçağda yapılan bilimler ile
leşerek "yaşam soluji;u" olan pneumayı modem çağın ilk evrelerinde yapılan bi-
meydana ı.,rctirirken, her ikisi de soğukluk limler arasıhda bir süreklilik olduğunu
niteliğini barındıran su ile toprak da bu- ileri sürmüştür. Düzenekçi açıklama bi-
na bir dayanak oluşturur. Akış öğretisiyle çimlerine karşı oluşu ve tekil dcnc.;rsel
bilinen Herakleitos da aynı biçimde ev- önermelerin tam bir yalıtılmışlık içinde
rendeki sürekli "'oluş"u bu dfüt iiğc ara- değil, öteki yardımcı varsayımların ve
sındaki dönüşümlere bağlamışnr. İlk ola- kuramsal dayanakların }'ardımıyla birlikte
rak Sokrates <incesi doı'!;a felsefesi dö- sınandığı bütüncü bir bilimsel kuram an-
nemi fılozotlannın, Aristoteles'in deyi- layışı geliştirmiş olmasından ötürü Du-
Duhem, Pierre Maurice Marie 434

hem, zamanın etkili bilim felsefecilerin- H. von Helmholtz'un etkisi altında kalan
den birisi olmuştur. ı'-:Cole Normale Su- Duhcm'in bu alandaki katkılarına iirnek
pcrieurc'da (Yüksek Öğretmen Okulu) olarak Duhem-Marı.,rules ve Gibbs-Du-
eğitim ı,rörmüş olan Duhem daha üçün- hcm denklemleri sayılabilir.
cü sınıf öğrencisiyken "termodinamik gi- Ortaçağ ve Rönesans bilim tarihçiliği
zilgüç" konulu bir doktora tezi sunmuş­ alanında Duhem adı, erken dönem mo-
tur. Bu girişiminin başarısız olmasının dern bilimlerin yeniliklerinin çoğunun
ardından irkilimle (indüklemeylc) oluşan köklerinin ortaçağda olduğunu ileri sü-
manyetizma konulu bif fizik tezi yazarak ren savla birlikte anılır. Buna ı.,riire Wil-
1888'de doktora derecesini almıştır. Du- liam Whewell gibi bilim tarihçilerinin ö-
hcm'in Katolik inançlarına inatçı ve tu- ne sürdüğü gibi bilim skolastik, karanlık
tucu biçimde bağlı oluşuna, dönemin et- çağlardan devrimci bir kopuş değildir;
kili ve Kilise'ye mesafeli Berthelot gibi tam tersine bunların içinde filizlenerek
bilim adamlarına karşı olmasının da ek- arkasından yeşerir. Duhem, l 'evolution ıJe
lenmesi, onun Paris'te akademik kariyer la mlcanique (Mekaniğin Evrimi, 1903)
yapmasını önlemiştir. adlı }'llpıtına dek, Ortaçağın, Antik <;ağ
Termodinamik ile fizik, bilim felse- ile Riinesans arasında kalmış verimsiz,
fesi ile bilim tarihi alanlarına yaptığı kat- karanlık bir dönem olduğuna yiinelik
kıların büyüklüğü güz önünde tutuldu- yayı,>ın inanca ba~ıydı. Ancak, Origines de
ğunda çok az düşünür Duhem'in eriştiği lastatique(Statiğin Kaynakları, 1905-1906)
ustalığa ve çokyönlülüğe yaklaşabilir. Ya- adlı yapıtını hazırlarken karşılaştığı zen-
pıtlarını içiçe geçmiş üç kümede topla- gin ortaçağ kaynaklan onun bu yaygın
mak yerinde olur: 1880'1erin ortalarından kanıdan kuşkulanmasına yol açtı.
1900'e dek ortaya koyduğu yapıtların rer Bilim felsefesi anlayışı bir tür ''uzla-
aldığı ve ana konusu termodinamik ile şımcıhk" olan Duhem'e ı,röre, fizik ku-
fizik olan birinci dönem; 1892'den baş­ ramı bir açıklama türü değildir. Fizik ku-
layarak yöntembilgisi sorunlarını ele al- ramı, olabildiğince basit, tam ve doğru
dığı ve ancak 1906'da bunlardan bir kıs­ olarak bir dizi deneysel yasayı temsil et-
mını La 'lblorie physique, son objet et sa st· meyi amaçlayan az sayıdaki ilkeden türe-
ructure (Fizik Kuramı: Amacı ve Yapısı) tilen bir matematik iinermeler dizgesidir.
başlığı altında toplayarak kitaplaştırdığı Dahası, bütünüyle mantıksal bir bakış
ikinci dönem; 1890'1ann ortalarından iti- açısından söylemek gerekirse, her zaman
baren özellikle itıu:ks sur Uonard de Vinci deneysel yasaları eşit ölçüde temsil ede-
(Leıınardo da Vinci İncelemeleri, 1906- bilecek birden fazla, farklı fı7jk kuram-
13) ile le systeme du mond~ histoire des doc· ları olacaktır. Bilimsel yöntem çiizüm-
trines cosmologiques, de Platon a Copemicus lendiğinde, onun bir açıklama sunmak-
(Dünya Sistemi; Platon'dan Copernicus'a tan çok bir "inanç edimi" olarak, bizleri
Evrenbilgisi Öğretileri Tarihi, 1913-17; belli bir kuramsal temsil düzeninin do-
Duhem bu yapın 12 cilt olarak tasarla- ğadaki gerçek bir düzene denk geldiğine
mış, ancak 5 cildini yaşamına sığdırabil­ inandırmaya çalıştığı ı,ıiirülür. Deneysel
miştir) adlı yapıtlarının başı çektiği bilim bilimlerin doğa hakkındaki en derin doğ­
tarihi konulu üçüncü dönem. rulan belirlemedeki açık yetersizliklerini
Duhem'in fiziğe yaptığı en büyük sergilerken Duhem, böylelikle metafizik
katkı, termodinamik ve fiziksel kimya a- alanda kalan doğru hakkında söz sahibi
lanlarında olmuştur. Onun bütün bilim- olması için tannbilime yer açmayı amaç-
sel izlencesine, genelleştirilmiş bir ter- lamaktadır. Ancak, olı,rucu ve bilimci eği­
modinamiğin, fizik kuramının birleştirici limleri ağır basan çağdaşları, onun bilim
şeması olabileceği inancı damgasını vur- felsefesinin daha çok metafizik karşıtı e-
muştur. Önemli ölçüde J. W. Gibbs ile ğilimine değer verir.
435 Duns Scotus, Johannes

Duhem'in bilim felsefesi, Henri Poin- bilim alanlarında önemli katkılarda bu-
carC'nin uzlaşımcıhğından önemli i\lçüde lunan Duns Scotus ortaçağ felsefesinde
:ıynlmaktadır. Duhem, bilim içindeki uz- bir eşi daha bulunmayan oldukça teknik
l:ışımlan Poincare gibi, aslında kılık de- ve ayrıntılı bir metafizik di7.gesi kurmuş­
ğiştirmiş tanımlar olan ve deneysel ola- tur. Felsefesinde metafiziğe büyük değer
rak doğrulanabilen varsayımlardan farklı veren Scoıus'a göre metafizik bir "ger-
"apaçık varsayımlar" olarak görmez. Du- çek kuramsal bilim"dir. Bu tanıma göre
hcm'in bütüncülüğü, bilimsel bir kuramı metafizik, kavramlar yerine şeyleri ele al-
oh.ışturan önermelerin tümünün de, yeni dığından ötürü "gerçek", bir şey yapma-
kanıtlar bulundukça gözden ı.,oeçirmelere nın yol göstericisi olarak değil sırf ken-
açık ve bilgikuramı düzeyinde bir ilke disi için peşine düşüldüğünden iitürü
olmaktan çok, bilimadamlan topluluğu­ "kuramsal" ve kendiliğinden apaçık ilke-
nun ilgili bilimsel kuramın farklı bölüm- lerden tümdengelimli olarak bunları izle-
lerine karşı besledikleri inançlarının ko- yen sonuçlara ilerlediğinden iitürü "bi-
nusu olduğunu dile getirir. lim"dir. Gerçek kuramsal bilimlerin bir-
Duhem ile Poincare'nin uzlaşımcılık birlerinden araştırma konularıyla ayrıl­
anla~1şlanndaki bu farklılık, daha sonra dıklarını düşünen Scotus, bu bağlamda
XX. yüzyıl bilim felsefesinde rastlanacak metafiziğin a}1rt edici araştırma konusu-
çeşitli uzlaşımcılık anlayışlarında da ken- nun ne olduğunu belirlemeye ayn bir ii-
disini gösterecektir. Örneğin, Moritz Sc- nem vermiştir. Ulaştığı sonuç, tıpkı bu
hlick ile Hans Reichenbach, Poincare'ye yüzden metafiziği · felsefenin en üstün
yakın dururken; Otto Neurath, Albert dalı olarak gören Thomas A,ıuinas gibi,
F.instein ve W. V. O. Quine, Duhem'in metafiziğin "varlık olarak varlık"la (ens
hütüncülüğünü benimsemişlerdir. Aynca inquantum ens) ilgilendiği, yani metafizik-
bb. bilim felsefesi; uzlaşımcıhk. çilerin varlığı olduğu gibi, yalnızca varlık
olarak araştırdıklandır.
Duns Scotus, Johannes (1266-1308) Varlığın varlık olarak araştırılması her
Skolastik felsefenin en önemli düşünür­ şeyden önce "bir-lik", "iyi-lik", "doğru­
lerinden biri olan ortaçağın önde gelen luk" gibi "aşkınlıklar"ın araştırılmasını i-
Fransisken tannbilimcisi. Adından da çerir çünkü bunlar sonlu ve sonsuz ola-
anlaşılabileceği üzere İskoç asıllı olan rak yapılan temel varlık ayrımını ve A-
Duns Scotus, kendisinden sonra ı.,relcn ristoteles'in sonlu varlıklar için on kate-
ve yine İngiliz kökenli bir Pransisken o- goriyle yaptığı daha ileri ayrımı aşarak
lan (>ek hamlı William ile birlikte, "tek- varolan her şeye eksiksiz biçimde ylikle-
:ınlamlıhk", "Tann'nın varlığının tanır­ nehilen, varlığın varlıkla birlikte varolan,
lnnması", "istenç Ö7.gürlüğü", "tanrısal her varlığa uyı.,run nitelikleridir; aynca
kayra ve aydınlanış" gibi birçok önemli "varlık-lık"ın, varlık olmaktalığın kendisi
konuda öne sürdüğü çarpıcı görüşlerle de bir "aşkınlık"tır. Bundan başka Sco-
Dominiken tannbilimci Thomas Aqui- tus varlıkla birlikte varolan sayısı7. karşıt­
nas'ın kendisinden önceki Skolastik fel- lıklar tanımlar ve böylece bu karşıılıklan
sefeye damgasını vuran tannbilimsel gö- da -örneğin sonlu/ sonsuz ya da zorun-
rüşlerinin büyük bir kısmını reddederek lu/ olumsal gibi- "aşkınlıklar" arasına ka-
sadece xuı. yüzyılı kapatıp xıv. yüzyılı tar. Son olarak Scotus'un hiçbir sınırla­
açmakla kalmamış; modern dönemlere, ma öngörmediklerinden ötürü "salt yet-
Riinesans ve Reforma kadar uzanan yeni kinlikler" (perfectiones simpliciter) adını ver-
hir vol açmıştır. diği ve "tekanlamlı" olarak alınmaları kay-
İncelikle dokunmuş karmaşık yapı­ dıyla Tann'yı nitelemek için kullanılabi­
sıyladikkat çeken düşünce tarzıyla felse- leceklerini düşündüğü nitelikler de varlı­
feye metafizik, bilgikuramı, etik ve tanrı- ğın varlıkla birlikte varolan, her varlığa uy-
Duns Scotus, Johannes 436

gun niteliklerinden olmamalarına rağmen ve doğrudan nesnesi de Augustinusçu


-nitekim Tanrı ve Sokrates bilge olsalar tanrıbilimin iddia ettiği gibi Tanrı değil
da kesinlikle bir varlık olmalarına karşın "varlık"ıır. Scotus bu konuda, ı.,rclcnekscl
solucanlar "bilge-lik"le nitclenemczler- benzeşim anla)1şını çürütmek için Tho-
sonlu ve sonsuz olarak yapılan temel mas Aquinas'ın bütün .kavramlarımızın
varlık ayrımını aştıklarından iitürü birer yaratılmışlardan kaynaklandığı yollu (ken-
"aşkınlık" olarak alınırlar. Bu durum "aş­ disinin de kabul ettiği) ı\ ristotclesçi gi>-
kınlıklar"ı sadece beş varlık kipiyle (şey­ rüşündcn hareket ederek bu durumda
lik; tek-lik; birşey-lik; iyi-lik; doğru-luk) Tanrı için kullandığımız kavramların da
sınırlayan A<ıuinas metafiziğiyle tam bir doğrudan bunlardan kaynaklanması ge-
karşıtlık oluşturmaktadır. rektiğini, bunun bir benzerlik ilişkisi o-
Ancak Scotus'un kendine özgü felse- lamayacağını, aksi takdirde, ulaşabilece­
fesinin kendinden önceki Skolastik öğ­ ğimiz tek kaynak olarak doğrudan yara-
retiyle karşıtlıkları bununla sınırlı değil­ tılmışlardan elde ettiğimiz kavramları kul-
dir. Scotus, metafizikte kullandığı yön- lanmazsak, hiçbir kavramı kullanamaya-
tembilgisiyle varlık kavramının ve diğer cağımızı ve Tanrı hakkında hiçbir bi-
aşkınlıklann yalnızca tiize ve ilineklere çimde konuşamayacağımızı ileri sürer.
<leğil Tann'ya ve yarattıklarına uygulanı­ Scotus son çiizümlemede tekanlamlılığın
şında da "tekanlamlı" olduğunu savunan yaratılanlardan Tann'nın bilgisine ya da
ilk Skolastik filozoftur. Bu konuda Aris- ilincklerden tiizün bilgisine gitmeyi ola-
totclcsçi gelenek varlığın aynı anda hem naklı kıldığından zorunlu olduğu sonu·
tözün hem de ilineklcrin niteliği olama- cuna ulaşır.
yacağı; hem yaratana hem de raranlan- Daha önce de belirtildiği gibi, Scotus
lara aynı anda uyı,>ulanamayacağı yönün- için doğal tannbilim, kabaca, Tanrı'nın
deydi. Aquinas'ın doğrudan Aristoıeles'e varlığını hiçbir biçimde vahye dayanma-
dayanan ve Xlll. yüz~'lla damhrasını vu- }'an uslamlamalarla ka,•rnma ve kanıt­
ran geleneksel Skolastik düşüncesi de lama çabasıdır. Scotus'un Tann'nın var-
varlığın ne tekanlamlı ne de çokanlamlı lığını tanıtlayan uslamlaması bütün Sko-
olmasıyla değil "benzeşim" (analoji) yo- lastik dönemin en güzü pek olanıdır ve
luyla Tann'nın niteliği olduğu yolluydu. doğal tannbilimc yapılan,.sn seçkin kat-
Tckanlamlı nitelemenin Tann'nın yarat- kılardan biri olarak kabul edilmektedir.
tıkları karşısındaki aşkınlığını çiğnediği, Karmaşık bir yapıya sahip uslamlamanın
çokanlamlılığın ise Tann'nın doğal ola- sayısı epeyce fazla olan alt uslamlamala-
rak bilinmesini olanaksız kıldığı kabul rının da önemli sonuçlan bulunmaktadır.
cılilmckıeydi. Buna karşı hir orta yol ola- Scotus'a b>iirc "sonsuz luk" ka,·ramı, bir
rak varlığın Tann'ya benzeşim yoluyla varlık olarak Tann'nın doğal olarak eri-
yüklendiğinin söylenmesi, onun Tann'ya şilebilir en yüksek düzeydeki nitcleyicisi-
temel bir anlamda, yaratılmışlara ise bu- dir. Buna bağlı olarak Scotus Tann'nın
nunla ilişkili ama türetilmiş bir anlamda varlığını tanıtlayan tam bir uslamlamanın
atfedildiği anlamına geliyordu. Scotus ise bir varlığın gerçekten sonsuz olabilece-
"varlık" kavramının Tanrı ve yaratoklan ğinin kanıtlanmasını da doğrudan içer-
için ortak olması gerektiğini; tekanlamlı mesi gerektiğini savunur. Başka bir de-
varlık kavramının doğal tannbilimin ye- yişle, ı\quinas'ın "*beş yol"un ikincisin-
gane amacı olan insanın Tanrı'nın varlı­ de yaptığı gibi ilk etkin nedenin varlığı­
ğını ve doğasını kutsal vahye başvur­ nın kanıtlanması, Scotus için tek başına
maksızın doğal olarak kavrayabilmesi yo- Tann'nın varlığının tanıtlanması için ye-
lunda şart olduğunu savunmuştur. Ona terli değildir; böyle bir kanıtlama yalnız­
güre insan zihni sınırlı yapısına rağmen ca bir "ilk adım" olabilir. Nitekim Aqui-
doğası gereği tüm varlığın bilgisine açıktır nas ile onu izleyen diğer Skolastik düşü-
437 Duna Scotus, Johannes

nürlerin iince Tanrı'nın varlığını ortaya tümellcrle ilgilendiğinden düşünsel iste-


koyup daha sonra sonsuzluğu ona atfe- me özgürdür. Tümeller tanımı gereği sa-
dilen kutsal bir nitelik olarak çıkarsama­ yısız tikel içerdiğinden düşünsel isteme
larına karşı Scotus sonsuzluğun kanıt­ bir nesneler çeşitliliğine sahiptir. Siizge-
lanmasının Tann'nın varlığının tanıtlan­ limi "iyi-lik"i ele alalım: Düşünsel isteme
ması için mannksal olarak zorunlu oldu- şu ya da bu iyiyi değil, ı..-enelde iyiliği he-
ğunu iine sürer. Sonuç olarak Scotus'un def alır. Bu tümel iyilik birçok farklı tikel
giderek daha kannaşık hale ı.,ıclen tanıt­ içerdiğinden ötürü de düşünsel isteme-
laması iki bölüme ayrılan üç büyük temel nin birçok farklı seçeneği vardır.
adım içerir: İlk adım bir ilk etkin nede- Ama Scotus, Aquinas'ın bu görüşüne
nin, enscın nedenin ve en yetkin varlığın karşı, salt düşünsel istemenin ahlaksal a-
bulunduğunun; ikinci adım bu üçünün çıdan ihtiyaç duyulan özgürlüğü ı;:üvence
eşsiz bir dcıji;ada biraraya ı-,rcldiklerinin; altına almaya yeterli olmadığını savunur.
üçüncü adım bu doğanın gerçekten son- Scotus ile Aquinas arasındaki temel fark-
suz oldu~nun temellendirilmesidir. İlk lılık da bu düşünceden kaynaklanır: 11.-
iki adım Tann'yı nedensellik ve yetkinli- quinas düşünsel istemenin farklı seçe-
ğin ı-,riireli · iizclliklerinc ı-,riire temellendi- neklere sahip olduğunu ileri sürerken
ren birinci biilümü biçimlendirirken, Tan- bunu belirli bir zaman dilimi için düşü­
n'yı gerçek sonsuzluğun mutlak r.iıcliği­ nüyor gibidir: Şimdi anlık X'i iyi olarak
ne göre temellendiren üçüncü adım i- sunduğundan X'i istiyorum ama daha
kinci bülümü oluşturur. sonra anlık Y'yi iyi olarak sunar ve ben
Scotus iincclikle metafıziğinden dola- de Y'yi isterim. Gelı-,ıclelim Scotus üz-
~1 bilinse de ahlak felsefesinin iinemi ve gürlüğü seçim anında çeşidi seçeneklere
fügünlüğü de giderek kabul ı-,riirmekte­ sahip olma olarak düşünür. Şimdi X'i is-
dir. Scoıus'un etik kuramı yenilikçi, hatta tiyorsam da daha sonra Y'yi isteyebilirim
köktenci bir kuram olarak nitelenebilir. demek yeterli değildir. X'i istedi~inıiz
Siizgcliıni Şcotus, doğal hukukun bütü- anda a)•nı zamanda Y'yi de isteyebilece-
nüı•Ie bağla~1cı olmadığını, basiretin (sağ­ ğimizi siiylememiz; "X'i istiyorum ama
ı.,riirünün) ahlaki erdemle zonınlu olarak Y'yi de isteyebilirdim" diyebilmemiz ge-
bağlantılı olmadığını ve istencin anlığın rekir. Bu ı•üzden Aquinas'ın uslamlaması
her yönüyle doğru bir ahlaki yaq,'lSının düşünsel istemenin en ı.,ıiiçlü anlamda
aksine davranabileceğini savunarak Xl il. iizı..ıiir olduğunu giistermez. Dolayısıyla
yüzyılın temel etik giirüşlerinden ayrılır. Scotus olabildiğince doğru türden iiz-
~cııtus'un bu ve buna benzer düşünce­ gürlükle ilgilenmeye çalışırken A<ıuinas
kri, onun <"tik kuramımı )-iinı:·len clikkat- hununla pek oralı olmamışnr dcnilchilir.
lcrin büyük bir b<ilümünün odağını o- Bu noktada Scotus çok iyi bilinen is-
luşturan kannaşık "istenç" kavramlaş­ tencin iki düşkünlüğü öğretisini orta)'ll
tırmasından doğmaktadır. Scotus bilinçli atar. Bu iki düşkünlük istençteki iki te-
bir biçimde iizgürlük anlayışını Alıuinas' mel eğilimdir: istencin )'llrarlı olana düş­
ınkinc kiırşı bir alternatif olarak ileri sü- künlüğü (4/feı:tio commodı) ve istencin ada-
rer. t\quinas'a ı-,rörc iizgürlük, istenç salt lete olan düşkünlüğü (a.ffecıio iustitiae). Sco-
duyu istemesinden çok düşünsel isteme- tus affectio commodi'yi düşünsel istemeyle
ye denk ı..ıckliği için ortaya çıkmaktadır. özdeşleştirir. Bu son derece iinemlidir
Diişünscl istemenin nesnesi anlık ıara­ çünkü Aquinas düşünsel isteme!)i istenç-
tindan sunulanlarken, duyusal istemenin le aynı şe)' gibi ı.,riirürken Scotus bu şe­
nesnesi duyular tarafından sunulanlardır. kilde istemeyi istencin bir parçası kıl­
Duyular istemeye yalnızca tikelleri sun- maktadır: ona ı..riire düşünsel isteme is-
duklarından duyusal isteme özgür değil­ tençteki iki temel eğilimden yalnızca bi-
dir. Buna karşılık anlık tikellerle değil ridir. Düşünsel isteme mutluluğu amaç-
Duns Scotus, Johannes 438

lar ve kuşkusuz mutluluk ahlaki ruh ha- ı,ıöre Tann'nın bize emretmiş ya da ya-
limizde kimi roller oynar. Ne var ki is- saklamış olduğu eylemleri buyurması ve
tenç özı,rür olacak ise düşünsel isteme- yasaklaması Tann'oın insanı belirli bir
den daha fazlasını içermelidir. Bu daha doğayla yaratmış olmasından kaynaklan-
fazla şey kuşkusuz affectio iustitiae'dir. A- mamakı11dır. Tann'nın buyurduğu eylem-
ma ajfe"tio iustiıiae'nin ne olduğunu ler mutluluğumuz için zorunlu değildir.
Aquinas ile Scotus'u daha ileri bir ve yasakladığı eylemler de ilin ki mutlu-
noktada karşılaşarmaksızın bütünüyle luğumuzu tiirpülemezler. Öyleyse, ahlaki
anlayamayız. yasa insanın mutluluğuna ilişkin düşün­
Aquinas'a göre ahlakın normlan in- celer tarafından belirlenmeyip sadece
sanın mutluluğuyla ilişkileri bağlamında Tann'nın istencini yansıttığından, istenç
tanımlanır. İyiliği (yani mutluluğu) iste- yalnızca düşünsel isteme olsaydı -yani
me yönünde doğal bir eğilimimiz vardır yalnızca mutluluğu amaçlasaydı- ahlaki
\'e ahlakın içeriğini belirleyen de bu iyi- yasaya göre seçimde bulunamazdık. Do-
liktir. Bıışka bir deyişle Aristoteles gibi la}1sırla Scotus mutluluğa ilişkin düşün­
Aquimıs da mutQuluk)çu bir etik kura- celeri affectio commodi'yc indirgerk~n. ah-
mını ~avunur: ahlıiklı yaşamın amacı mut- laki olanları diğer eğilim 4fectio iustitiae'ye
luluktur. Bu nedenle Aquinas istenci mut- bağlar.
luluğu kendine amaç edinen düşünsel is- Bilgikuramı alanında ise Scotus, tart-
temeyle bir tutar. Bütün seçimlerimiz en- nsal kayra anla}1şına dayalı ı\uı.,'l.lstinus­
son amacımız olan mutluluğu hedeflc- çu "aydınlanış"ı yıkmasıyla ve sezgisel
diklerinde iyidirler. Dolayısıyla Aquinas biliş ile soyutlayıcı biliş arasında yaptığı
istenci insanın "iyi-lik" kavramına göre aynmla öne çıkar. Scotus, bilgikuramın­
seçimde bulunma yetem.-ği, rani düşün­ da ortaçağ felsefesinin hayvanlar arasın­
sel isteme olarak tanımlar. da yalnızca insanın iki farklı türden biliş
Buna karşı Scotus, istencin salt dü- gücüne -duyumlar ve anlık- sahip oldu-
şünsel isteme olduğunu yadsırken, bize ğu yollu klasik Aristotelesçi görüşünü
aslında mutçu etiğin temelinde bir şeyle­ benimsemiştir. Duyular fiziksel organla-
rin yanlış olduğunu göstermek istemek- ra sahiptir; anlık ise maddi değildir. Bu
tedir. Ona göre ahlaklılık bütünüyle in- yüzden anlığın duyusal bilgiden yararla-
sanın iyi olmasıyla bağlantılı bir şey de- nabilmesi için duyular taratindan maddi
ğildir. Scotus'un en temel sa\'ı seçme öz- imgeler biçiminde sağlanan ham malze-
gürlüğüne dayalı bir özgürlük olmaksızın meyi alarak onlan bir şekilde anlama için
ahlaklılıı~ın söz konusu edilemeyeceğidir. uygun nesneler haline getirmesi gerekir.
r\quinas'ın nıutçu etik anlaıışında ise hıı "Soyutlama" olarak bilinen hu süreçte an
tür bir özgürlüğe yer olmadığından ötü- lık tümelleri gömülü olduklan maddi ti-
rü bu anlayış tümüyle reddedilmelidir. kelden çekip çıkanr; duyu deneyiminden
Buna karşılık denilebilir ki tıpkı Aqui- türeyen "imgcler"i alarak onları "anlaşı­
nas'ın istenç anlayışının mutçu ahlak an- labilir türler"e ÇC\'irir. Başka bir deyişle,
la)ışına uyması için ısmarlama dikilmesi soyutla}1CI biliş tümeli, örneklendirmeye
gibi Scotus'un istenç anla}ışı da mutçuluk ı,rereksinimi olmayan türden bir tümeli
karşıtı ahlak anlayışına uyması için ıs­ içerir: yani soyutlayıcı biliş bize yalnızca
marlama dikilmiştir. Scotus'un karşı çıkı­ bir köpeğin ne olduğunu söyler; köpek
şı yalnızca düşünsel istemede gerçek öz- türünün herhangi bir üyesi hakkında bil-
gürlüğün ·olamayacağını düşünmesinden gi vermez. Aksine şeylerin \'arolduğu an-
değil, belki bundan da fazla, ahlaki daki, o anki bilgisi olan sezgisel biliş şey­
normların insan doğası ve insanın mut- lerin gerçekliğine ilişkin bilgi üretir. Sco-
luluğuyla yakından bağlantılı olduğunu tus'a göre sezgisel biliş gerçekten varol-
yadsımasından kaynaklanmaktadır. Ona duğu ve bilişscl eylemin nedenini sundu-
439 duygucwuk; duygucu etik kuramı

ğu sürece anlaşılabilir nesnenin dojtru- sefesi; Aquinas, Thomas; Augustinus;


dan bir kavrayışına sahiptir. Scotus'un istenççilik.
sezgisel bilişe )riiklediği bu felsefi kulla-
nım olumsal i>nermelerin kesinliğini des- durağan din/devingen din (İng. sıatic
teklemek içindir. Sözgelimi Scotus, sez- rrligi.onldyn4nıic rrligion; Fr. rrligion statique/
gisel biliş aracılığıı•la kendi eylemlerimiz religion dynamique-, Alm. statische religionl
konusunda zorunlu, kendiliğinden apa- dynamische religion 1 bkz. açık ahlik/ka-
çıt.: ünermeler konusunda olduğumuz palı ahlik.
denli emin olabileceğimizi öne sürer. Bir
başka deyişle Scotus, insan anlığının, duyarlık fİ ng. sensibüity; Fr. sensibilite;
kutsal bir yardım olmaksızın, kendi do- Alm. sensibilitat, sinnlichkeit) Fclsefodc, ii-
Wıl güçlerini kullanarak doğruya ilişkin ır.ellikle de Kanı estetiğinde, uzamsal/ za-
kesin bilgiye erişebileecgini savunur. Do- mansal deneyimlerden görüler sağlayan
layısıyla hem kesin bilgi olasılığını yadsı­ "duyusal algılama yetisi". Estetiği apriori
yan kuşkuculuğa hem de kesinliğe erişe­ bir duyular bilimi olarak alan Kanı' ın
bilmek için kutsal aydınlanışa gereksini- aşkınsal estetiğine hrörc insan bilgisini
mimiz olduğunu vuq.,rulayan anlayışa karşı oluşturan iki temel yetiden biri olan
çıkar. "duyarlık" (Sinnlichkeit), "anlık"a ("anla-
Oxford ve daha sonra Paris'te tanrı­ ma yetisi"; Verstand) karşı "alırlık"la (Re-
bilim eğitimi aldığı bilinen ve çalışmaları zeptivitat) cşanlamlı olarak kullanılmıştır.
arasında Porphyrios'un /sagoge'si ile Aris- Terimin bu anlamda ilk kullanıcısı ise
totcles'in Yorum ÜzeriM'si, Sofistlerin Yan· felsefeye kendi eliyle soktuğu "estetik"
lış Çıkarımları Ozerine'si, Kategorikr'i ve anlayışını bu kavram üzerine oturtan A.
Metafızik'i ü;r.crinc yazılmış sorulardan o- G. Baumganen'dir. Aynca bkz. alırlık;
luşan ''küçük mantık çalışmaları" (parva qkınsal estetik.
logicalia) da bulunan Skolastik felsefenin
bu iinemli düşünürünün ıanrıbilim ça- duyguculuk; duygucu etik kuramı
lışmaları arasında o dönemlerde ranrıbi­ (İng. emotivism, emotive (emoıivist) theory of
lim eğitiminde zorunlu ders kitabı olarak ethics; Fr. bnotivisme, thiorie bnotive d'ithi·
okutulan Petrus Lombardus'un Sententia· que-, Alm. emotivismus, emotivistischeethikl
rum'u (Hükümler) üzerine yazdığı yorum- Ahlak felsefesinde mantıkçı olguculukla
lar başta gelir. Oxford ve Paris'ıe Hii· birlikte anılan, tüm değer yarı,11lannın, ö-
kümler üzerine verdiği derslerin metinle- zellikle de ahlaki yargıların olguları sun-
rinden oluşan bu rorumlar, Oxford'da makran çok duyı..'ll ya da duygulanımları
\•crdi~i derslerden yola çıkılar.ık oluştu· ifade ettiğini savunan iiğrcti; etik ve es-
rulmuş Lectura oxoniensis, Paris'te verdiği tetik yarb11ların bilışscl, olhrusal ve de sı­
derslerde öğrencilerinin tucıuğu notlar- nanabilir olmadığını, (izünde yalnızca
dan yola çıkan Reponatio parisiensis ile bu duygulan, tutumları ya da ycğk'lllclcri di-
ders notlarından (ö1.elliklc ilkinden) yola le getirdiğini, bu nedenle de -bir ünerme
çıkarak kendisinin yayıma hazırladığı Or· olarak- dojtru ya da yanlış olamayacağını
dinatio olmak üzere, en az üç ranedir. öne süren g(irüş.
Bunlara ek olarak Collationes ve Quaesıio­ İlkin, Uppsala Okulu'nun kurucu ü-
nes Quodlibetales adında ıannbilimsel tar- yesi ve ahlıiki bilişçilik karşıtlığının baş­
ıışmalan ele aldığı iki derleme yapın var- lancısı Axcl Hahrerström ("Ahlaki Dü-
dır. Son olarak geç dönem çalışmaları a- şüncelerin Doğruluğu Üzerine", 1911) i-
rnsındn iki incelemesi, usralık )'llpıtı De le 1920'lerde C. K. Ogden ve 1. A. Ric-
primo principio (İlk İlke Üzerine) ile ona hards (Tbe Meaning of Meaning, Anlamın
aiı olup olmadığı ıarnşmalı olan 71Jeore- Anlamı, 1923) gibi düşünürlerce dolaylı
mata sayılabilir. Aynca bkz. ortaçağ fel- olarak önerilse de duyguculuğun fclse-
duyguculuk; duygucu etik kuramı 440

fcde dolaşıma girmesi, iince A. J. ı\ yer'in çimde temellendirmeye girişir. Geliştir­


Dil, Doğruluk ve Mantık (l .anguagc, Truth diği "duyı.,rusal anlam" ve "ikna. edici ta-
and Logic, 1936), ardından da C. L. Stc- nımlama" kuramlarıyla Stcvenson, dilin
venson'un Etik ve Dil (Ethics and Lan- olı.,rulan ortaya koymaya ve nedenleri bil-
ıı;uage, 1944) adlı yapıtlannın ya)1mlan- dirmeye yarayan bilişscl kullmiımları ile.:
ması yoluyla ı.,>crçekleşmiştir. Ahlaki de- tutumları ifade etmeye ve bir etki bırak­
~r yargılannın, "konuşmacı"nın ya da maya yarayan bilişscl olmayan kullanım­
"değer biçici"nin bir eylem, bir kişi ya da ları arasında keskin bir ayrıma gider.
bir durum üzerine kişisel ya da öznel Etiğin dilini dilin bfüşscl olmayım kulla-
duygulannın dile getirilmesi, "değer bi- nımı olarak ı,ıCirmesiyle sonuçlanan bu
çilen nesneye" insandan insana değişen ayrım, Stevenson'a bir yandan etik te-
bir yaklıışım tarzı olduğunu ileri süren rimlerinin anlamını ve etiğin işlevini bu-
duyguculuk, her şeyden önce, ahlaki bi- na göre temellendirme olanağı tanırken,
lişçilik karşıtlığının bir biçimi olarak bir bir yandan da "etik" ile "bilim" arasın­
üstctik kuramıdır. Bu yiinüyle de "ahlaki daki alışverişin adının konması ya da bi-
bilgi" denilen bilı.,ri türünün, olgulara da- limle ilişkisi bağlamında etiğin apayrı ko-
yalı bilimsel bilgiden ya da sağlam iincül- numunun belirlenmesi olanağını verir.
lerc dayalı mantıksal bilgiden kesinlikle Her üstctik kuramında olduğu iizerc,
ayrı tutulması ı.,<erektiğini; dahası bu tür- Stevenson'un ahlak öğretisi de "iyi/kö-
den bir bilginin olanaklılığının tartışma tii" ya da "doğru/yanlış" türünden "ikili
götürür olduğunu vurgular. Duyı.,rucu de- karşıtlıklar"ın belirsizliği ya da kırılganlığı
ğer kuramını savunanlara güre, ne ahlaki üzerine oturtulmuştur. Yine, nasıl ki öz-
olgular, ne ahlaki bilgi, ne de bilgi içeren nelcilik için bir şeyin iyi ya da kötü oldu-
ahlaki iinermeler olanaklıdır; ahlılki dile- ğunu ileri sürmek "onu seviyorum" ya
ıı;etirişleri oluşturan tüm tümce \•e öner- da "onu sevmiyorum" demekse, duvgu-
meler, "siizün sahibi"nin kendi arzula- culuk için de bir şeyin doğru ya da yanlış
rını, yeğlemelerini, duygulannı, beğenile­ olduğunu dile getirmek "onu onaylı~-o­
rini, başka bir deyişle "dünya görüşü"nü rum ve bunu senden de bekliyorum" \'a
va da ı•aşama bakış tarzını karşısındakine da "ona karşı)1m ve senden de onu kı­
~şılaın'a:. onu ikna ederek yanına çekme namam istiyorum" demeye gelir. Sözgc-
girişimi olarak okunmalıdır. Duygucu- limi "şu ya da bu şekilde, eşitsizlik kötü
luğu inceden inceye işlemiş olan duyı.,ru­ bir şeydir" dediğimizde, eşitsizli~ karşı
culuğun en donanımlı savunucusu Ste- takındığımız olumsuz tavrı dillendirir.kcn,
ı·enson'un ı•urgusu da ahlaki akılyiirüt­ bir yandan da bu tutumumuzun karşı­
mclcrdcki bu "ikna etme" iiğesine yiine- mızdaki kişi ya ela kişiler tarafından da
liktir. paylaşılmasını bekleriz. Başka bir deyişle
Amerikalı felsefeci Charles Leslie ahlaki önermeler ya da dileı,<etirişlcr -ko-
Stevenson (1908-1979), 1944'te yayım­ nuşmacının tutumunu ifade etmenin ya-
ladığı Etik ve Difin yanı sıra bir makale- nında- karşımızdaki kişinin üzerinde bir
ler toplamı olan Olgular ve Değerler: Etik etki yaratmak ya da ona çağrıda bulun-
Çözümleme Üzerine Çalışmalar (I'acts and mak üzere söze dökülürler. "() iyidir'' de-
Valucs: Studies in Ethical Analysis, 1963) mek, "Hadi hep birlikte onu onaylaya-
adlı yapıtında da etiğin dil ya da dilin lım" demenin bir başka yoludur. Stcven-
kullanımıyla ilişkisi üzerinde yoğunlaşır. son'un ı.,riinümüzde "duyı.,ruculuk" denil-
Stevenson temel kitabı Etik ve Dil'de diğinde akla gelen ilk isim olmasının ne-
çok iinccleri H ume'un şöyle bir değinip deni de burada yatar: İnsanoğlunun dili
geçtiği, XX. yüzrılda da mantıkçı olgu- hangi amaçlarla kullandığını derinleme-
culann ana hatlarıyla kabaca serimlediği sine soruşturan Stevenson, ahlaki yargı­
duyı.,rucu etik iiğretisini ayrıntılı bir bi- ların sadece tutumları yansıtmakla kal-
441 duyumculuk

ma}1p, bu tutumları başkasına aşılamaya bilen gfüiingülerin dünyası ile yalnızca


ya dn dayaımaya, tüm tutumları biçim- kavrayış, düşünme }'oluyla ulaşılabilen i-
lcndirm(.')'C soyunduğunu savunur. deaların dünyası arasında ilk kez Platon
Stevenscm'a 1,ıiire "betimsel anlam" tarafından yapılan, ortaçağda Yeni Phı­
bildiren bilimsel söylemin işl~·i bilgi ak- ıoncu bir Hıristiyan tannbilimi anlayışı
tarmak iken, "duygusal anlam" bildiren ortaya koyan Augustinus tarafından sür-
etik s6ylemin işlevi karşısındakini etkile- dürülen ve modern felsefede Kant eliyle
yip ikna etmek ya da başkalarının yaşama kükleşen bu ayrım için bkır.. görüngüler
karşı ''duruş"lannı, dünya bıörüşlerini de- dünyası; noımumon.
ğiştirmektir. Ahl:ik felsefesine düşen gö-
rev de "sii7.ün gücü"nü arkasına alan bu duyum (İng. sensation; Fr. sensation; Alm.
etik siiylemi didik didik ederek çiizüm- emp/indung; es. t. ihsas! Dünya~ı duyular a-
lemektir. racılığıyla kavrayabilmemizi sağlayan bir
Durnuculuğa yöneltilen eleştirilerin tür deneyim ya da izlenim: "duyu algısı".
odağıhda, onun ahlaki değer yargılarını Algılan oluşturan yalın ve: doğrudan uya-
kişinin duyumsayış tar7.ına ya da dünya nmlar olan duyumlar, öznenin kavram-
ı.,ıiirüşüne göre temellendirme konusun- sal ya da düşü~sel niteliklerinden baAım­
da diretmesi yer alır. Başka türlü söylen- sızdırlar. Sii:r.ı.,>climi, l .ocke "Daha iince
dikte, ahlaki değerlerin bireyden bireye du~·ularda bulunmayan hiçbir şey zihin-
dej'tiştiğini savunan her öznelci kuram de yoktur" derken; Kant ..duyum" kav-
,ıı;ibi duyguculuğun da bizi 1,ıötüreceği ye- ramını nesnelerin bilinçli iiznede yarat-
rin "giirecilik"ten ibaret olduğu belirtilir. tığı değişikliklere ı,ıi>ndermc:de bulunmak
t\ync:ı kimi eleştiriler de elinde hiçbir için kullanır. J:'.>üşüncclerdcn ve algılar­
.. nesnel ölçüt" bulunmamasına karşın dan farklı olarak içerikten yoksun olan
duyguculuğun nasıl olup da "ahlaki akıl­ duyumlar, gidimli düşüncenin ya da is-
rürütmeler"le bir öğretiyi ya da inancı tencin yargılarının etkin olmadığı bir dü-
başkalarına aşılama amacı ı,tiiden "pro- zeyde oluştuklarından, 7.ihinscl \•arolu-
paı,'llnda"yı birbirinden ayırdığı konu- şun en ilkel düı-.eyini temsil ederler. Du-
sunda yoğunlaşır. Sonuç olarak duyı,>u­ yumcular biitün bilişsel durumların bir-
culuk karşıdan ussallığı ve sağlam usa- leşim ya da çağrışım yoluyla duyumlar-
\'Urmayı ahl:ik felsefesinin dışına süren. dan türetildiklerini; duyumlara ilişkin bil-
duyguculuğu ahlaki sciylemin bilişsel gimizin tüm bilgimizin temeli olduğunu;
yönlerini bulup ortaya çıkarmakta başa­ dünyaya ilişkin tüm önermelerimizin hiç-
rısızlıklıı suçlarlar. bir kayba uğramaksızın duyumlara ilişkin
iinennclcre iııdirı..>enc:bileceklcrini ileri sü-
duygudaşlık !İng. sympathy; Fr. sympat- rerler. Ancak ı,rcçtığimi:r. yü:r.ı•ılda felsefe-
hie-, Alm. sympathie-, es. t. tecazıib] Alıl:ik cilerin çoğu duyum kavramının kapsamı­
felsefelerine temel olarak aldıkları "duv- nın giderek genişlemesinden huzursu:r.
ı.,>udaşlık"a yükledikleri anlamlar için bk.z. olduklarından iiznel, değiştirilemez, in-
Hume, David; Smith, Adam; Scheler, dirgenemez. doğrulanamaz ya da yanlış­
Max Ferdinand. · lanamaz bir içeriğe sahip. "duyu verisi"
terimini kullanmayı tercih etmiştir. Ay-
duyu verisi bkz. duyum. nca bkz. aistbesis; duyumculuk.

duyulur dünya/düşünülür dünya !İng. duyumculuk (İng. sensationalism/sensua-


sensible worldlintelligible world; Fr. monde lism; Fr. sensaıionalisme/sensualisme; Alm.
sensiblelınonde intelligible; Alm. sinnmoeltl sensationalismus/sensualismus; es. t. ihtistisiy-
verstandeswelt; Lat. mundus sensibilislmundus 'Yf!, ihsc:isiyyel En ı,ıenel anlamda, bütün bil-
intelligibüisj Duyu deneyimleriyle ulaşıla- ginin deneyden ı.,>cldiğini, bütün bilinç i-
duyumculuk 442

çcriklerinin duyumlardan türediğini, dün- süreçlerin duyumlara ı.,reri ı.,rötürülerek a-


ya ile ilgili bütün önermelerin anlamla- çıklanması gereğini kendisine: ilke edin-
rından hiçbir şey kaybetmeksizin du- miş indirgemeci bir yaklaşıma karşılık
yumlarla ilgili önermelere indirgcnc:bile- gelmektedir.
ccğini ileri süren; duyumlarımızın düşün­ Duyumculukta, dış dünya ile insan
celerimiz ile inançlarımızın tek kaynağı arasında kurulu bulunan tc:mcl ilişki, il-
ve dayanağı olduğunu, bilme eyleminin kece dış uyaranlardan alınan duyumlar
bütün iiğcleriyle birlikte duyu deneyimi- yoluyla işlemektedir. Bu anlamda insanın
ne: indirı..renmc:si ı..rerektiğini savunan de- soyutlama ı.,rücü ile imı.,ıdemc: yetisinin
neyci felsefe anlayışı. Olanaklı bütün bil- olası katkılarını hiçbir biçimde iinemsc:-
ginin hem gerekli hem de yeterli koşulu meyc:n duyumculuk, her türlü zihin et-
olarak duyumların ı..ıürüldüğü duyumcu- kinliğinin duyumların düzenlenmesine a-
luğa, en soyut türden bilgilerin dahi du- racı olmak dışında bir değeri bulunma-
yumlardan elde edildiği düşüncesi ege- dığını savunur. Nitekim duyumculuğa ı..>ii­
mendir. Olı..tu bilgisinin doğrudan algılar­ re, .düşüncenin kendisi de son çiizümlc-
dan ı.,>eldiği varsayımı uyarınca, yalnızca mede bir duyumdur. Aynı biçimde bilgi
duyumların ya da duyu izlenimlerinin al- de dışarıdan bize ulaşanların t.-dilı.,renlik
gıya açık olduğunu öne süren duyum- içerisinde alımlanmasıyla özdeştir. İnsan
culuk, bilginin yalnızca dış deneyden zihnini bütün öğclcriylc birlikte duyum-
geldiğini olurlarken, iç deneı~n ya da iç lara dayandırarak zihin yaşantılarını bü-
duyumun varlığını bütünüyle yadsımak­ tünüyle cdilı..ren bir konuma yerleştir­
tadır. Çoğunluk Emst Mach ile özdeş­ mekle duyumculuk, bütün zihin yaşantı­
leştirilen duyumculuk anla)'IŞı, bir yanda larını kendi içinde birliği bulunan du-
duyumların, duyum yapılarının dünyanın yumlara indirı,remeye çalışan, bunu ya-
biricik gerçek yapıtaşlan olduğunu ileri parken de duyumla gelen verileri çağrı­
sürerken, öbür yanda duyumlarla ilgili şun yasaları doğrultusunda açıklayan ruh-
öğclerin kavrayabileceğimiz bir varlıkbil­ bilimdeki "*çağrışımcılık" öğretisine ol-
gisi için tek veri kaynağını oluştunlukla­ dukça yaklaşmaktadır. Aynca gerçekliği
rını savunmaktadır. Bu anlamda duyum- açıklama savında bulunan bir iiğreti ola-
culuğa güre ilkece bilinebilir ne varsa bu rak bakıldığında, duyumculuk duy"uları­
bilgilere duyum deneyimlerini çözümle- mıza ı.,ıürünenler dışında hiçbir şeyin \'ar-
mek yoluyla ulaşılabilecektir. Bu temel lığını tanımayan "*giirünı,rücülük" ile bü-
düşüncenin ışJ"1 altında bakıldığında, du- yük i>lçüde aynı düşünmektedir.
y~ımculuğun iinccliği hep deneyimlere ya Felsefe tarihine di>nüldüğündc, "Scık­
da algılara vc:rc:n felsefedeki deneycilik ratesçi ( >kullar"ın en iincmlilcrindcn
anhı)'lşının sonuna dek götürülmüş uç "Kircne Okulu" ile bu okulun ı,ıürüşleri­
bir biçimi oldu~ söylenebilir. Bu de- ni dizgeli bir biçimde daha ilerilere taşı­
denle duyumculuk kimi felsefe çevrele- ı·an "Epikurosçuluk" duyumculuı..>un es-
rinde "köktenci deneycilik" diye de anıl­ kiçağdaki en önemli savunucuları ara-
maktadır. Aynca duyumculuk ahlak felse- sında sa)1labilir. Bununla birlikte felsefi:
fesi alanında yaşamın enson anlamını ve tarihinde XVII (. )'ÜZ)'lla ı.,>elinene değin
ereğini duyumlarda, duyumlardan alınan bugün kullanıldığı anlamda bir duyum-
hazlarda bulan bütün öğretilerin ortak a- culuktan söz etmek pek olanaklı değildir.
dıdır. Estetik alanına ı..relindiğindeyse, ya- Bu durumun en temel nedeni, bu dii-
şamın enson anlamı olarak güzelden du- neme dek duyı..>u ile duyumun kesin sı­
yulan hazzı gösteren duyumculuk, gfüıel­ nırlarla birbirlerinden ayrılmamış oluşu­
lik duyumunun güzeli_n özünü oluştur­ dur. Bu ayrıma göre duyumda dış uyar.ın
duğu düşüncesindedir. Üte yanda ruhbi· egemen konumda)'ken duyguda bir iç
lim alanında duyumculuk, bütün ruhsal sunum söz konusudur. Ümeğin dışarı-
443 duyumsayışçıhk

daki soğuk havayı duyumsarken buna beklerin ilkinde Baron d'Holbach, Hcl-
karşı içimizdeki acıyı hissederiz. Başka vetius ve Feuerbach yer alırken, ikinci
bir dc:ı•işle duyum dışarıdaki nesnelerden öbek Berkeley, Hume ve Mach adların­
ı,rclen bir etkiyle ilintili bir durumken, dan oluşmaktadır. Bu bağlamda duyum-
duyj.,'\l doğrudan ben'in kendi etkinliğiyle culuk, duyumlar dışarıdaki nesnel bir
ilı<ili bir duruma karşılık gelmektedir. Bu gerçekliğin izlenimleri olarak gürüldük-
ana aynnı doğrultusunda duyumculuk leri vakit "maddecilik'1e, temelinde tam
dizı.,rcli bir biçimde: ilk kez xvııı. yüzyıl olarak neyin olduğunun bilinmediği zi-
Fransız filozofu Condillac tarafından te- hin yaşanalan olarak gc'\rüldüklerindeyse
mellendirilmiştir. Duyum ile dun.,'ll ara- çok büyük <>lçüde "iizncl idt.-alizm"le iir-
sındaki ayrılık bağlamında Condillac, bü- tüşmektedir. Bu düşünürlerin yanında
tün düşünsel yetilere, duyarlığa, en ii- 1-lobbes'un duyumculuk anlayışının ı,rcli­
nemlisi de istence varlık kazandıranın şiminde aı·n bir yeri vanlır. 1-lobbes, bil-
duyum olduğunu ileri sürmüştür. Con- ginin kaynağının yalnızca duyumlar ol-
dillac'ın dile ı,rctirdiği düşünceyi daha a- duğunu, dünyayı açıklama amacıyla dile
çık kılmak amacıyla şöyle bir örnek ve- getirilen bütün tümcelerin, ilkece du-
rilebilir: Duyumsama yetisi taşımayan bir yumlararası ilişkilerle ilintili tümcelere bii-
yontuya duyumsama yetisi kazandırılıp lünerck çfü:ümlenebileceğini, bilgi savla-
bir tutam karabiber koklatılacak olursa, rının salt duyumlara gidilerek doğrula­
yontunun bütün bilgisi bu bir tutam ka- nabileceğini söylemekle bilgikuramı ala-
rabiberden aldığı kokuyla sınırlı kalacak- nında modem duyumculuğun ilk remel-
tır. lerini atmıştır.
Yeniçağ felsefesinde duyumculuk an-
layışı özellikle l..ocke ile Condillac tara- dµyumsamazlık bkz. apatheia.
fından kapsamlı bir biçimde yeniden ku-
rulmuştur. Nitekim du)•umculuk en iyi duyıımsayışçılık [İng. sentimentalism; Fr.
:ınlatımını Locke'un "Daha Cince duyu- sentimentalisme; Alm. sentimentalismus; es. t.
larda bulunmayan hiçbir şey zihinde ihtisıisiyye, ahWı·ı ihtisıisiyyel En genci an-
yoktur" siiziinde bulur. Son çözümleme- lamda, felsefe tarihinde hep yapılanın
de duyumculuk için dU)'umlar mantıksal tersine, etiğin ilk felsefe (prote phüosophia)
olarak nesnelerden önce ı,rclirler, yani c>larak "duyhrudaşlık", "sevgi", ''<izlem"
onlara "ünscl"dirler. Nesneler bu yüz- gibi birtakım insan duyumsayışlan Ü7.c-
den ancak duyumlara odaklanarak ·ÇÖ- rine temellendirilmesi ı.,rcrcktiğini savu-
ziimlenehilirler, ancak duyumlardan kal- nan felsefe giirüşü. Bu en ı.,rcnel :ınlamıy­
k:ırak kurulabilirler. Bunun tersi yönde la bakıldııtında duyumsayışçılık etiği, ah-
düşünmeye çalışmak olanaksızdır. Bu laklı davranmayı çoğunluk usun buyruğu
anlamda bilimin çeşitli dallan arasında ya da usun do~I dışavurumu olarak hrii-
araştırma konularının içeriği bakımından ren, en üst yetke olarak usa başvurmayı
ı..,rcrçek
bir ayrılık yoktur; çünkü tek tek felsefenin başlıca iidcvi olarak değerlen­
bilimlerin ele aldıkları olgular şiiyle ya da diren, buna karşı duyumsayışları iilçü-
böyle hep ı,rözlemlenebilir duyumlar ara- süzlüğün, boyunduruk altına girmiş ol-
sındaki ilişkilerdir. manın, duygulara tutsak düşmüş olma-
[..ocke ile Condillac dışında başka pek nın en temel belirtileri olarak giirerek
çok fı107.0fun görüşlerinde de duyumcu- bunlan bir biçimde felsefeden uzak tut-
luk değişen oranlarda yer etmiştir. Du- mak gerektiğini savunan Platon'dan mo-
yumculuğu düşüncelerinde bir biçimde dem çağın usçu filozoflarına dek bütün
olurlayan düşünürler ı..,rcnellikle "maddeci hrelenekscl etik anlayışlarına repki olarak
duyumcular" ile "idealist duyumcular" doğmuştur. Duyumsayışçılık ahlak iiğrc­
diye iki ayn i\bcğc ayrılmaktadır. Bu il- tisi alanında iizellikle Shaftesbury, Hut-
düşün betimleyici/yasa koyucu yöntemler 444

cheson ve 1-lume adlarıyla birlikte anıl­ de örneklemenin ve tümdengelimin ge-


maktadır. Duyguları, duyumsayışları ah- çerli kullanımının sınırlarını belirleyen
laki yaşamın ölçütü sayan bir öğreti ola- mantık ilkelerine verilen ad. Düşünce
rak duyumsayışçıhk, insanın eylemlerin- yasaları geleneksel olarak üç mantıksal il-
de ahlak bakımından aslolanın vicdan ke olarak tasarlanmıştır. Üı:deşlik ilkesi
rahatlığı ya da "'tiirel bilinç"ten ödün (principium identitatis) adı verilen ilk ilkeye
vermeme olduğunu öne sürmüştür. ı.,>iire bir şey ne ise odur ve başka bir şe~·
değildir. İkinci ilke ise bir şeyin aynı an-
düşün betimleyici/yasa koyucu yön- da biri iitekiyle çelişik iki niteliği birden
temler ling. idiographic methodlruımoıheıic taşıyamayacağını bildirmektedir ve bu
method; Fr. methode idiographique/methodeno- nedenle çelişmezlik ilkesi (principium con-
moıhetique, Alın. idiographischesverfahrnılno­ ıradicıionis) adını almaktadır. Son ilke ise
moıhetische meıhode] Heidelbcrg Yeni Kant- üçüncü durumun olanaksızlığı ("üçüncü-
çılanndan Wilhelm Windelband'ın (1848- nün olamazlığı ilkesi" /principium exclusi
1915) insan bilimleri ile doğa bilimlerinin tertiı) ilkesidir. Bu ilkeye giire de bir şey
yiintcmleri arasında yapnğı ayrım; ilkin bir niteliğin hem olumlusunu hem olum-
Windelband'ın ortaya koyduğu, doğa bi- suzunu aynı anda taşıyamaz, başka bir
limleri gibi genelleştirme eğilimi taşıyan deyişle ya o niteliği ya da o niteliğin o-
yasa koyucu bilimler {idiographische wissen- lumsuzunu taşıyabilir.
schaft) ile insan bilimleri --iizellikle tarih- Üte yandan düşünce yasaları kesin-
gibi tekilleştirme eğilimindeki düşün be- likle insanlann nasıl düşündüklerini söy-
timleyici bilimler {nomoıheıische wissenschaft) leyen betimleyici yasalar değil, insanlara
arasındaki ayrım. İnsan bilimlerinin doğa nasıl düşünmeleri ve akıl yürütmeleri ge-
bilimlerine kimi yönleriyle benzemeleri- rektiğini söyle)'Cn buyurucu yasalardır.
ne karşın, kendine özgü yiintemlerinin Bu yasalar kimileyin yanlış anlaşılmış ve
bulunduğunu ı.,>iisterme}~ amaçlayan Win- yorumlanmıştır: Özdeşlik ilkesi, siizgcli-
dclband'a güre, düşün betimleyici yön- mi, bir durağanlığa işaret etme7. ve hiçbir
tem "tarih"te olduğu gibi tekil olgu me- şeyin değişmediğini varsayma7.. Çelişmez­
seleleriyle ya da yinelenmeyen tek tek lik ilkesi ele bir şeyin ancak bir niteliği ol-
şeylerle ilgilenir. Yasa koyucu yiintemse duğunu söylemez. Eskiden bu düşünce
en genci anlamda genel yasalar formüle yasalarının öteki mantık ilkelerinden da-
etmekle ilgilenir. Bir başka deyişle, belir- ha temel olduğuna yaygın bir biçimde
siz ya belirli aralıklarla tekrar edebilen o- inanılmış olsa da bugün modern mantık­
laylar ya da süreçler bir yasaya uygun iş­ çıların güzünde iincmlcrini yitirmişlerdir.
lediklerinden. bunlara ilişkin genci yasa- Her ne kadar ilk iki ı·asa hakkında ii.
ları keşfetmeye çalışan bilimler de yasa nemli bir tartışma bulunmasa da, ınan­
koyucu ya da yasa bulgulayıcıdır. · Eko- nkçılara göre bu yasaları iizel diye kabul
nomi gibi disiplinlerin ne oranda yasa etmek için gerekçeler sii7. konusu değil­
koyucu ne oranda düşün betimleyici ol- dir. Tümdengelimli akılyürütmcyi en sıkı
dukları tartışmalıdır. Yine de bu aynının biçimde savunan mantıkçılar bile bu va-
araştırmanın nesnesine değil de araşnr­ salara başka yasalar ekleme ı.,rcreksinimi
ımının amacına ilişkin bir a}•rım olduğu­ duymaktadırlar (Sözgclimi, her yargının
mı, dola}1sıyla aynı alanın her iki yiin- yeterli bir nedene dayanması gerektiğini
teme de İ7.İn verebileceğine dikkat edil- bildiren "yeter neden ilkesi" ya da prin-
melidir. cipium rationis sufficientis). Hatta tümden-
ı.,rclim konusunda daha esnek bir tunun
düşünce yasaları !İng. laws of ıhought; benimseyen mannkçılar bu üç yasanın
l'r. lois de l'esprit; Alm. denkgaetzel Geçerli alternatif temellerden türetilerek "kuram-
uslamlamanın, doğru tlüşünmenin, yerin- lar" olarak sunulabileceğini kabul etmek-
445 düzenekçilik (mekanikçilik)

tedirler. Nitekim bu üç temel }'llSa)'a ek lannda şöyle ya da b<iyle bir bağıntı bu-
olarak felsefe tarihinde başka yasalar da lunan iki sözcükten birinin ötekinin ye-
düşünce vıısası olarak ileri sürülmüş va rine kullanılması mantığı uyarınc:ı işle­
da. clüşün~e ynsası kabııl edilmiştir. Sii~­ mektedir. Siizgelimi "Bütün şişeyi içti"
ı.,ıclimi, Aristoteles'e atfedilen *dictum de tümcesinde "şişe" sözcüğü şişenin için-
omni et nul/o r·~·a hep ya da hiç') yasası )'a deki içecek yerine düzdeğişıneccli bir
da Üklid'in (Eukleides) "iiı-.deşlerin de- anlamda kullanılmıştır. Aristoteles Reto·
ı"tiştirilebilirliği yasası" )'a da Leibniz'in rik adlı yapıtında verdiği 1..-ğrctileme bô-
"özdeşlerin ayrılmazlığı yasası" bunlar a- lümlemesinde, düzdeğişmeceyi anlaması
ra.~ında sayılabilir. ve anlaşılması en kolay eğretileme türü
diye betimlemektedir. Yerleşik felsefi:
düşüncelerin çağnıımı Iİng. associaıion dilinde de düzdcğişmece aşağı yukan bu
of ideas; Fr. association des idies; Alın. ideen· genci anlamıyla ele alınmakla birlikte, ö-
assoziation, getiankenassoziation] bkz. çağn· 7.cllikle dil felsefesinde daha çok eğreti­
şım; çağrışımcılık. leme surunu başlığı ahında doğrudan ken-
disine odaklaşılmadan soruşturulınakta­
düşünceyehefekküre dalma Iİng. con· dır. Üte yanda modern edebiyat eleştiri­
templaıion; Fr. contemplaıion; ı\lm. kontemp- sinde dü7.değişmecc terimi çok daha ı,ıc­
lation; 1.at. contemp/,ıtiol
En ı,ıı:nel anlam- nel bir anlamda kullanılmakta, tüm 1..-ğ­
da, ı.,rörülıncyc değer olanı
giirmek adına, rctileme türlerinin yapılmasını ve anla-
ı.,riirüncnin ardındaki gerçekliğe ya da şılmasını olanaklı kılan bütün bir bitiş­
ı.,rizc ermek adına, derin ve sessiz düşün­ tirme sürecini adlandırmaktadır. Bu an-
me edimini anlatan terim. Yerleşik fel- lamda düzdeğişmecc iki şey arasında bi-
sefe dilinde terim, gidimli düşünce ya da tiştirme ilişkisi temelinde kurulurken, eğ­
m:ınııksnl akılyiirütmeyle karşıtlık oluştu­ retileme iki ya da daha fazla şey :ırasında
ran, kişinin dış dünyayı yoksayıp kendi kurulan benzerlik uyarınca rapılır. Ay-
özüne, iç dünyasına yönelmesiyle ulaşa­ nca bkz. eğretileme.
cağı varsayılan zihin durumunu nitele-
mek için kullanılır. Taıırıbilimdeysc te- düzenekçilik (mekanikçilik) [lng. mec.··
rim, tinsel ve aş kın ş1..')'lcr üzerine düşün­ hanism; Fr. mloınisme-, Abn. m«hanismus;
ceye dalmaya; Tann'nın varlığının ya da es. t. mihanikiY,ye) Canlı olmayan cisimle-
mevcudiyetinin farkındalığına düşüncey­ rin varoluş biçimlerini, ii7.clliklcrini \'e
le varmaya; O'nu düşünc1..-ylc den1..-yim- gürünümlcrini varolan bütün ı.,rerçeklerin
lcme ya da yaşantılamaya karşılık gelir. ilkiirneği olarak lk"ğcrlendircn raşam gi>-
riişü; tinsel ya da tinsel nlm:ıyıın hiiriin
düşünüyorum. demek ki vanm bkz. olaylan her koşulda düzenekçi nedensel
cogito ergo sum. ilişkileri model alarak açıklayan fclsefo
yaklaşımı; yaşayan bütün v:ırlıklann te-
düzdetifmece !İng. metonymy; Fr. mito- mcide birer makine olduklarını, bu ne-
nymie; Alm. metonymiel Eski Yunan di- denle bir makinenin konu olduğu süreç
linde "ad dej!;iştirme" ya da "yeniden \'e yasaların ilkece bütün canlılar için de
adlandırma" anlamına gelen metonumia aynen geçerli okluğunu ileri süren meta-
siizcü~ünden türetilmiş felsefe terimi. fizik öğretisi; tinsel ya da fiziksel bütün
1:.ıı genci anlamda, ejl;retilemede olduğu ı,rörüngülerin maddesel yasalarla açıkla­
gihi açık bir benzetme ilişkisi kurmadan nabileceğini, oluşun ya da bozuluşun
'"mıcıın neden, içerenin içerilen, bütü- h1..-p fiziksel değişimlere bakarak açıklığa
ııiiıı ı•arça, genelin özel, somutun soyut kavuşturulabileceğini üne süren folsefc
)'l'rin,· kullanılması~•la rapılan en yalın­ okulu; bütün organizmalann maddi diz-
kııı lll'!iİşmece türü. Düzdcğişmecc, ara- geler olması anlamında birer makine ol-
düzenekçilik (mekanikçilik) 446

duklan savunusu temelinde, çoğunlukla başını çektiği bir dizi düşünsel konum
canlı ile cansız doğa aynını yapmayan, tarafından aşın indirgemeci, basitleştir­
organik dizgelerin doğasına ilişkin olarak meci olduğu yönünde düzenekçiliğe ı.,re­
ortaya atılmış felsefe kuramı. Fiziksel, tirilen eleştiriler büyük tarnşmalara yol
kimyasal, ruhsal, toplumsal bütün olayla- açmış, halen de açmaya devam etmekte-
n düzenekçi yasalarla çözümleyen, bir dir.
yerden sonra geleneksel maddeciliğin do- Düzenekçiliğin felsefe tarihinde izleri
ğal bir uzantısı olarak görülebilecek fel- geriye doğru sürüldüğünde, "İlkçağ Yu-
sefe akımı. Üte yanda düzenekçilik, fi- nan Atomculuğu"na dek uzandığı gii-
zikte evrendeki bütün olayların uzam ile rülmektedir. Bu bağlamda Demokritos'
zamandaki devinilerle açıklanmasını sa- un kendi özgül atomculuk yaklaşımında
vunan bir görüşe gönderirken, biyolojide temellendirdiği doğa ı•a da evren tasa-
canlı varlıklar ile organik olaylan düze- rımı aynı zamanda tarihin bilinen ilk dü-
nek yasalarına güre açıklamaya dayalı zenekçilik anla~şıdır. Modem felscfoye
yaklaşıma karşılık gelmektedir. dönüldüğünde Descartes, insan dışında
Özünde Descartesçı felsefenin ikici kalan bütün hayvanların birer makine
anlaı~şından doğan düzenekçilik, insan olduklarını, buna karşı insanların fiziksel
davranışları başta olmak üzere bütün bi- olmadığını düşündüğü zihinleri olması
yolojik süreçleri, klasik fizik ile kimyanın nedeniyle makine olmadıklarını ileri sür-
çerçevesi içinde "kalarak açıklamanın ara- müştür. Descartes'ın hayvanların makine
yışı içindedir. Bu bağlamda, evrendeki olduklanna yönelik ı.,-örüşü daha sonra
bütün görüngülerin ensıın anlamda belli La Mettrie tarafından aynntılandınlarak
bir ereğe, tinsel bir güce, salak bir usa ya daha da ilerilere taşınmışnr. Nitekim gü-
da tanrısal bir düzene başvurmaksızın da nümüzde zihin felsefesi alanında savu-
açıklanma olanağı taşıdıkları 6ncülünden nulan değişik diizenekçilik anla~şlan üç
yola çıkmaktadır. Düzenekçiliğin gözün- aşağı beş yukan Descartes ile Le Met-
de, verili bir dizge içindeki bütün işle­ trie'nin temellendirdikleri düzenekçilik
)'işlerin ancak dizı.,renin kendi bütünlüğü anlayışından yola koyulmaktadırlar. Bir
içinde bir anlamlan olduğu, belli bir bü- başka önemli modern felsefeci Leibniz,
tünün içindeki ii~lerin karşılıklı etkile- ne algının ne de algıya dayalı olanlann
şimlerinin de aynı biçimde o bütüne düzenekçi terimlerle açıklanamayacağını
iizgü etkiler doğuracağı kendisinden ka- öne sürerek, bütün bir modem felsefeye
çınılamayacak bir gerçek olarak görül- damı.,>asını vuran ilk büyük düzenekçilik
mektedir. Düzenekçilik, parça ile bütün cleş~risini sunmuştur. Bilim alanına dö-
ilişkisinin neliği sorusu temelinde, varlık· nüldüğünde, Ycniçağ biliminin doğuşu-
bilgisel bakımdan bütünün asla parçalar- . nu hazırlayan Newton fiziğinin özünde
dan önce gelmediğini, kendi öğeleri üze- "düzenekçi maddeci" bir evren tasarımı
rinde bütünün hiçbir bakımdan belirle- üstüne kurulduğu gözlenmektedir. XX.
yici bir etkisi bulunmadığını, buna bağlı yüzyılda Newton fiziğine yer etmiş bi-
olarak da her türden bütünün son çö- limsel düzenekçilik pek çok felsefe ko-
:tümlemede parçalarının toplamından ö- numundan sayısız eleştiriye maruz kal-
te bir anlamı olmadığını savunması ne- mış olmakla birlikte, bunlar arasında
deniyle bütüncülüğe karşı bir felsefe ko- Whitehead'in Bilim ile Modern Dünya'da
numudur. Canlı orı.,>anizmalann fiziksel organizmacı evren tasarımı temelinde ge-
ya da kimyasal terimlerle açıklanamaya­ liştirdiği süreç felsefesinin, gerek diize-
caklannı, her koşulda kendi kendini be- nekçi maddeciliğe yönelik son derece
lirleyen gizemli bir ilke ya da özel bir ya- değerli eleştiriler sunması gerekse düze-
şam gücünün varlığı uyarınca açıklanma­ nekçiliğin felsefi ve metafizik bakımdan
ları gerektiğini ileri s~ren dirimselcilerin taşıdığı güçlüklere yönelik oldukça ii-
447 dvaita

nemli içgiirülcr taşıması bakımından ayn turınaktadır. Ayrıca bkz. dirimselcilik;


bir de~ri bulunmaktadır. devimselcilik.
Yakın dönemde bilgisayar prohrrıım­
lannın tasarımı ile yapımına büyük kat- düzgü/düzgükoyucu bkz. norm/nor-
kıları bulunan matematiksel mantık dü- matif.
şüncesi, düzenckçiliğin yeniden tanım­
lanmasına yönelik ~çlü bir zemin sağ­ düzgükoyucu (normatif) etik bkz. çö-
lamıştır. Sözgelimi ~nümü7.de büyük zümleyici etik.
yankılar uyandıran "Church-Turing sa-
vı", her türden düzenekli sürecin ''Tu- düzgükoyucu (normatif) yöntembil-
ring makinesi" diye bilinen soyut bir diz- gisi bkz. yöntembilgisi.
h'C aracılığıyla ya da böylesi bir dizhrenin
eşleniğiyle, örneğin bir bilgisayar prog- düzsöz edimi (İng. locutionary act; Fr.
ramı yardımıyla, modellenebileceği dü- ~te locutoire; Afm. lokutionarer akt) John L.
şüncesini ortaya atmaktadır. Bu bağlam­ Austin'de, bir şeye h>Öndermede bulunup
da düzenekçilik, insanların bütün işlevle­ o şeyle ilgili bir şey anlatmaya çalışarak
rinin bilgisayar programlarında örnekle- belli bir dilde bir tümce sözcelemek.
nebilcceği düşüncesiyle karşımıza çık­ Örneğin 'Mehmet geldi' diyerek Mehmet'
maktadır. Kuşkusuz düzenekçiliğin bu in geldiğini haber veren kişi, Mehmet'e
çağdaş biçiminin altında yatan temel· dü- göndermede bulunup onun geldiğini an-
şünce, insan denen varlığın son derece latmaya çalışır.
kannaşık bir yapısının bulunduğu, bu Austin, belli bir edimsöz hrücüyle bir
kannaşık yapının da değişik bakış açıla­ tümce siizcclemenin (haber vermek a-
rından değişik açıklama ya da betimleme macıyla 'Mehmet geldi' demenin) karşı­
düzeylerinde düşünmeye olanak tanıdığı sına koyduğu düzsiiz edimini üç katma-
)'iinündcdir. Bütünüyle fiziksel dizgeler na ayınr: seslendirme edimi, dillendirme
olduğumuz varsayıldığında, açıkça tane- edimi ve anlamlandırma edimi. Seslendir·
ciklerin kümclenişiyle oluştuğumuz da me edimi, birtakım sesler çıkarma edimi-
rnrsayılmak durumundadır. Bu tanecik- dir: 'Mehmet hreldi' diyen kişi 'm', 'e', 'h',
lerin atomlar içinde, atomlannsa mole- 'm', 'e', 't', 'g', 'c', 'I', 'd', 'i' seslerini çıka­
küller içinde orwınize olduklarına yiine- rır. Dillendirme edimi, belli bir dilin siiz
lik bilimsel bulguya bağlı olarak, mole- varlığı içinde yer alan belli sözcükleri
küllerin organlarımız ile bedenimizin ii- belli bir tonlama ve o dilin dilbilgisinc
ıcki hiilür:ılerini meydana getirdikleri dü- uyhrun bir biçimde üretme edimidir: 'Meh-
şiınülnıcktcdir. Bu açıdan Lakıklığında met geldi' diyen kişi, Türkçenin sözvar
nasıl ki bedenimizin işle)'İşi belli bir lığı içinde yer alan 'Mehmet' ve 'hrel' siiz-
açıklama düzeyinde bilgisayar program- cükleriyle geçmiş zaman eki '-di'yi, Türk-
larının işleyişine model oluşturuyorsa, çenin böyle bir durumda gerektirdiği
bilgisayar proh>ramlarının da aynı biçim- tonlamayla ve Türkçenin dizimbilgisine
de bedenin öteki bütün açıklama düzey- uygun bir biçimde arka arkaya sıralar.
lerinde model olarak alınabileceği kuşku Anlamlandırma edimine gelince, bu belli
giitürmez. Nitekim son dönemlerde ya- bir dilin sözvarlığında yer alan iiğcleri bir
pay zek:i üstüne ppılan bütün çalışmala­ şeye göndermede bulunup bir şey anlat-
rııı temel esin kaynağını, bilgisayar prog- maya çalışarak sözccleme edimidir. Belli
rnınl:ırının temel verilerinin insanların i- bir iletişim ortamında 'Mehmet geldi' di-
ıı:ınçları, arzulan ve duygularını iimekle- yen kişi Mehmet'c göndermede bulunup
ychilcceği yollu çağa ayak uydurmuş, onun hreldiğini anlatmaya çalışır.
ama son çözümlemede özünde düzenek-
~·ilik bulunan bir düşünce çizgisi oluş- dvaita (San.) İkicilik. *Brabman ile dün-
dyas 448

ya arasında, tek tek benler ile evren anı­ kullanılan terim.


sında ayrım olduji;ı.ınu söyleyen Vedanta- Sokrates iinccsi felsefenin Anaksi-
cı ikicilik öğretisine verilen ad. Vcdantacı mandros, Anaksimenes ve Anaksagorns
Vaisnava Okulları'ndan biri de bu adla, gibi tilozoflan dynamis'i evrenin kendile-
Dvaita Okulu diye anılır. Bu okulun en rinden oluştuğuna inandıkları ıiizlcrin
önemli düşünürü Madhva'dır. (hava, su, toprak, ateş) sıcak ya da soğuk
Bu öğreti, gerçekliğin, dünyanın Brah- türünden niteliklerini, öğelerin temel ayı­
man'ın dünyası olması anlamında bir ol- rıcı ı.,ıüçlerini betimlemek için kullandılar.
duğunu kabul eder ama fizik evren ile fi- Platon bu kavramı onlardan iidünç alıp
zik evreni oluşturan tek tek varlıkların kendi Formlar Kuramı'na uyguladı. J\ris-
Brahman'ın görünüşleri olmadığını ileri totcles de bu sözcüğü iiğelerin kükenini
sürer. Karşın için bkz. ad'Oaita. Aynca açıklamak için aynı anlamda kullandı.
bkz. Vedanta; Madhva. Ancak, çok daha önemlisi, t\ristoteles
Metafızikıc dynamis'e "*gizilgüçQük)" an-
dyas (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde lamını kazandırıp "*edimsd(iik)"in (ener·
ancak "bir" (monas) ya da "tek"ten türe- geia) karşısına koydu (Metafizik, Ntap
yen; ancak "bir" ile birlikte var olan "i- IX, özellikle 1045b-I050a). Böylelikle de
ki" ya da "çift" anlamında kullanılan te- dynam-is bu farklı anlamıyla felsefe tari-
rim. hinde yerleşik bir kavram olarak rerını
aldı. Karşıtı için bkz. energeia.
dynamis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
sinde "potansiyel"; "saklı ı.,ıüç" ya da dynasteia (Yun.) İlk çağ Yunan felsefe-
"gizilgüç"; ı.,ıüç olarak varolup da edim sinde, özellikle de Aristotcles'ıe, "ege-
olarak varolmayan ama varolabilecek o- menlik" ya da "hakimiyet" anlamında
lan; olanak durumunda olan anlamında kullanılan terim.
Ee
edebiyat felsefesi jİng. philosopby of /ite· mek gerekirse, kendisine bugünkü an-
rature; Fr. philosophi.e de la litterature; Alm. lamda ilk edebiyat kuramı çabası ı-:iizüyle
pbilo.•opbi.e der literatıı1 En genci anlamda, bakılan Aristoteles'in Poetika'sının, bir
bir bütün olarak edebiyatın özünü, do- bakıma Aristotclcs'in diinemin Yunan o-
ğasını, amaçlarını, kapsamını ve içeriğini zanlannca verilen ürünlerde açığa çıkan
araştıran; edebiyat yapıtlarının felsefi ba- etkinliği felsefe dizgesine eklemleme ara-
kımdan kimileyin açıkça kimikyinse üstü yışının bir sonucu olduğu söylenebilir.
iirtük bir biçimde bildirdikleri tasarımları Bu nedenle edebiyat-felsefe yakınlaşması
inceleyen; yapıt, roman karakteri, yapıan bağlamında Nietzschc, Schopenhaucr,
zamıını, imgelem, esin, öyküleme yollan Kierkegaard, 1-lcidegı.,ıcr, Sartre, Caımıs
ı.,~bi edebiyat söyleminde yer alan temel ı,~bi onca iinemli düşünürün felsefede
konuları fcls.efi bir gözle açımlayan; ro- edebiyata yer açmaya çalışması oldukça
mantizm,gerçeküstücülük, dışavurumcu­ anlaşılırdır. Hatta başta XIX. yüzyıl ı\1-
luk ı-:ibi çeşidi sanat akımlarının edebi- man romantikleri olmak üzere kimi filo-
vııttaki karşılıklarının izini sürerek siiz ko- zoflar edebiyatı felsefenin bclkcmiği ko-
nusu akımların edebiyat söyleminde nasıl numuna yerleştirmişlerdir. Bu durum
kullanıldıklarını ortaya çıkıırıın; felsefe ile özellikle günümüzün Fransız kaynaklı
edebiyat arasındaki ilişkiyi soruşturıın; e- postınoderıı ve post-yapısalcı düşünce
debiyat etkinliğinin doğasını başta felse- çerçevesinde, edebiyat ile felsefe arasın­
feye ilişkin içerimleri olmak üzere bütün da olduğu varsayılan geleneksel sının çii-
yiinkriylc dizgeli bir biçimde ele alan züştürnıcyi amaçlayan reni yazma ola-
felsefe dalı. nakları arayışıyla doruğa ulaşmıştır. Bu a-
İlk bakışta oldukça y'akın uğraşlar o- ra)1şın iindc gelen mimarlarından Derri-
larak ı-:iirünmelcrine karşın, edebiyat ku- da, felsefe söylemini egemen tek siiylcm
raım ile edebiyat felsefesi arasında gö:< olarak h•iirmenin yanlışlığına dikkat çeke-
ardı edilemeyecek derecede iincmli bir rek, tıpkı edebiyat yapıtlarında olduğu
:ırrılık siiz konusudur. Edebiyat kuram- gibi felsefe metinlerine de hanndırdrklan
cıl:ırı çoğunluk edebiyat yapıtlarını ince- siiyleıne olanakları bakımından yaklaş­
lcverck edebiyat eleştirisi yap>ırlar, daha mak gerektiğini ileri sürmektedir.
çok edebiyatın iç sorunları üstüne edebi- Buna karşın "edebiyat felsefesi" sii-
rnrın içinde kalarak düşünürler. Buna zü, edebiyat ile felsefe arasına sınır çek-
karşılık edebiyat felsefecileri bir yandan menin gereği düşüncesinden hareketle
cdebiyaan kavramsal \'e felsefi temelle- bir ikinci anlamda daha kullanılmaktadır.
rini belirlemeye. çalıwken, iibür yandan Bu kullanımın savunucuları "felsefe ile
bir bütün olarak edebiyat uğraşısını fcl- edebiyat" ilişkisine, bu iki uğraşın özce
. seti: bağlamına oturtmaya çalışırlar. Öyle birbirlerinden başka olmaları nedeniyle
ki siizgclimi Platon 'un Diyalaglar'ında şiir birbirlerinden iizerk oldukları düşünce­
üzerine siiylenen hemen bütün düşün­ sini çiğnemeden yaklaşmak gerektiğinin
t-ckr, filozofun mcratizik, etik, bilı-:iku­ altını çizmektedirler. Bu bakış açısına
r:ımı, varlıkbilgisi ve siyaset alanlarındaki göre, edebiyat felsefesinin başlıca iidcvi,
dü~üncelerinin ya doğal sonuçlarıdır ya bir yandan fdsefcyi edebiyattan, iite yan-
d:ı tutarlı bir yolla siiz konusu düşünce­ dan da edebiyatı felsefeden ayıran temel
lerden türetilmiştir. Bir başka iirııek ver- iizelliklcri belirginleştirmeye çalışmak; her
edebiyat felsefesi 450

bir alanın kendine özgü sınırlarını iyice Edebiyat felsefesinin bir üçüncü an-
belirlemek olmalıdır. Bu kanaldan çalı­ lamı ise özellikle "edebiyat içindeki felse-
şan edebiyat felsefecileri edebiyat ile fel- fe" deyişiyle karşımıza çıkmaktadır. Bu·
sefeyi kimileyin konu içeriklerine (felsefe anlamı öne çıkararak edebiyat felsefesi
nesnel yapılarla edebiyat öznel yapılarla yapanlara göre edebiyat felsefesi uğraşı­
ilgilenir); kimileyin izledikleri yöntemlere sının başlıca ödevi edebiyat metinlerinde
(felsefe usun yolundan yürüyen bir et- felsefi bakımdan önemi olan düşüncele­
kinlikken, edebiyat esin, imgelem ve us- rin, tasanmlann ve ifadelerin bulı,>ulan­
dışından beslenerek ilerler); kimileyin de masıdır. Bu temel ödev uyarınca edebi-
doğurdukları etki ve sonuçlara (felsefe yat felsefecisinden beklenen, edebiyat
bilgi üretmeyi amaçlarken, edebiyat duy- metinlerinin felsefi içeriklerinin saptan-
gusal doyum ve keyif üretmeye yönel- ması, incelenmesi, değerlendirilmesi, en
miştir) yoğunlaşarak ayırmaktadır. Oysa sonunda da bu içeriğin felsefenin ilgili
ki edebiyat ile felsefenin kendine özgü alanıyla bağlantısının kurularak felsefe
amaç ve yöntemleri olan bütünüyle ayn anlayışımıza ne gibi katkılan ve içerimle-
etkinlikler olduğu düşüncesini savunan- ri olabileceğinin ortaya konmasıdır. Söz-
lara karşı yöneltilen eleştiriler, bu sınırla­ gelimi Dostoyevski'nin Karamazov Kar-
rın hiç de öyle kolay çizilemeyeceğini sa- deşler romanında özgür istenç, insanın
vunmaktadır. Edebiyat ile felsefenin ko- Tana karşısındaki konumu, özgür seçim
nu alarılan başka olsa bile aynı etkilere olanağı gibi konular üstüne serimlenen
yol açabilecekleri, izledikleri yöntemler düşünceler bir edebiyat felsefecisi için
ayn olsa bile aynı konuyu değişik açılar­ aranıp da J:ıulunamayacak bir inceleme
dan işleyebilecekleri bu eleştirilerin üze- alanıdır. Genellikle edebiyat felsefecileri
rinde ısrarla durduğu noktalardır. Daha bu çalışma yordamıyla edebiyat felsefesi
da açmak gerekirse, bu bakış açısına gö- yapmayı pek yeğlememiş olmakla bir-
re, felsefe de edebiyat· da anlama yetimizi likte, bu çizgiden hareketle yapılan ça-
geliştirirler; ilki dünyaya, olgulara yönelik lışmaların edebiyat felsefesinde yapılmış
anlayışımızı genişletirken, ikincisi duygu- en özgün, en önemli çalışmalar olması
larımıza yönelik anlayışımızı geliştirir. A- dikkat çekicidir. Bunlara birkaç örnek
ma her ikisi de sonuçta insanın anlama vermek gerekirse, Santayana'nın Lucre-
yetisinin iyileştirilmesine yönelik temel tius, Dante ve Goethe'yi ele aldığı 1910
itkinin sonucudur. Sözgelimi ortaçağın ö- tarihli çalışması Tlıree Philosophical Poets
nemli düşünürü Thomas Aquinas, felse- (Üç Felsefe Şairi) ile Starıley Cavell'ın
fe ile edebiyatın aynı konularla uğraştı­ 1989 tarihli Emerson, Thoreau ve Mart-
ğını, biri kıyas temelinde us yürüterek ha Nussbaum üstüne yazılarını topladığı
doğruya ulaşmaya çabalarken, öbürünün Love's Knowledge (Aşk'ın Bilgisi) sayılabi­
eğretilemeli dil yoluyla esinlendirici duy- lir. Bunun yanında Heidegger'in Alman
gulan uyandırarak doğruyu aradığını söy- şairleri Hölderlin ile Georg Trakl'ın şiir­
lemektedir. Daha yakın dönemden bir leri üzerinden kendi düşüncelerini geliş­
başka düşünür Heidegger'e göreyse filo- tirmiş olması, daha da önemlisi bu dü-
zof varhğın anlamını araştırırken, buna şün.me biçimini felsefenin bundan son-
karşı şair kutsal öğeyi en iyi biçimde dile raki ödevi olarak görmesi ayrıca anılma­
getirmenin peşindedir. Ama ne olursa ya değerdir.
olsun her ikisi de bunu yapabilmek için Ne var ki konuya bu biçimde yak-
en derin düşünce düzeylerine inmek zo- laşmak, edebiyatı felsefeyle aynı konulan
rundadır. Sartre içinse felsefe edebiyatsız farklı biçimde ele alan bir düşünsel uğraş
yapamayan bir uğraştır çünkü her ikisi olarak onun altına yerleştirmek anlamına
de sonuçta varoluşçu insan siyasetinin gelecektir. Nitekim felsefe uslamlama yo-
hizmetinde iş görmektedirler. luyla ele aldığı konuyu işlerken, edebiyat
451 edin•Jeller (edimsel sözceleın)

şiirsel, dramatik, öyküleyici anlatım ola- eden olgunun ya da gerçeğin kurmaca ya


naklarına yaslıınmaktadır. Bu düşünsel da yapıntı üzerindeki egemenliğini ala-
konumun en belirgin örneği, Hegel'in şağı. ermeyi amaçlamaktadırlar. Özellikle
Tinj,ı Giirihl,giibi/imi adlı yapıtındaki, fel- postmodem yazarların yazılarında karşı­
sefi diyalektiğin kavramsal kipinde bütü- laşılan kunnaca yoluyla öykünme olgusu,
nüyle ve eksiksizce dile getirilebilen bir gerçekte olanları yansıtma tasanmının al-
doğruluğun sanatta ancak taslak düze- ııru oymanın en önemli yolu olarak gö-
yinde sezdirmekle yetinilerek sunulabile- rüldüğünden, bir anlamda edebiyat felse-
ceği düşüncesidir. Felsefenin edebiyat ü- fesinin günümüzdeki son uğrağına k.1rşı­
zerindeki kayıtsız şartsız üstünlüğü anla- lık gelmektedir. Edebiyatın bu anlamda,
mına gelen bu Hcgelci yaklaşımın taşı­ olağan folsefe yapma biçiminde karşıla­
dığı sınırlar, birtakım düşünürlerin ede- şılan çeşitli bilgikuramsal, metafWk, yön-
biyat ile felsefe arasında yeni bir ilişki ta- tcmbilgisel sorunlara düşmeden felsefe
sarlamalarının, dolayısıyla da edebiyat fel- yapa bilme olaiiiigı. tanıdığı savunulmak-
sefesi için yeni bir izlence ortaya koyma- tadır. Günümüzde felsefecilerin kurmaca
larının önünü açmıştır. Bu arayış uyarın­ ifadelerin doğruluk değerlerine kuşkuyla
ca, sözgeliıni Kierkegaard'ın felsefe yazı­ yaklaşma alışkanlığının ancak bu yeni
sına getirdiği biçimsel yeniliklere Hegclci edebiyat felsefesi tutumuyla giderilebile-
felsefenin yayılımcılığıııa karşı verdiği sa- ceğine duyulan inanç giderek artmaklll-
vaşın bir uzantısı gözüyle bakılabilir. dır. Ayrıca bkz. Bakhtin, M. M.; Ban-
XX. yüzyılda ise özellikle post-yapısalcı hes, Roland; Bataille, Georges; Blan-
ve postmodem diye anılan kimi düşü­ chot, Maurice; Camus, Alben; De
nürler, felsefenin en üst:Ün, en eksiksiz, Man, Paul; Dortoyevski, F. M.; Lich-
buna karşılık edebiyaan en değersiz, en . tenberg, G. C.; IA:urdoch, iris; Rand,
kusurlu söylem olduğunu düşünmenin Ayn; Tolstoy, L. N.; Unamuno, Mi-
son derece ciddi bir yanlış olduğunu sık­ guel de; met'n; metinsellik.
ça vurgulamıştır. Bütün edebiyat metin-
leri gibi felsetc me~erinin de edebi bir edilgen yokııayıctlık bkz. yoksayıctlık.
biçimi vardır; içerikleri başvurdukları söy-
leme yollarıyla yine kendi içlerinden be- edimbilim ;.i.ng. pmgt11a/İa', Fr. prau11ııtı~
lirlenmiştir. Felsefede ne denli edebiyata fJNt', Alm. pragma1ik) Gencide dilbilimin,
yer varsa, edebiyatta da o denli felsefeye daha özeldeyse göstcrgebilimin konuş­
yer vardır. Bu nedenle edebiyat felsefeci- macı ile göstergeleri arasındaki ilişkiyi,
!llnin içiçe geçmiş felsefe yapılarını ede- konuşmacının göstcrgcleri nasıl kullan-
biyat yapılarından ayırrmı olanağı yoktur. dığını ele alan dalı. İnsanlann gö~ıerge­
Neyin edebiyat neyin felsefe olduğu bun- leri kuJJanma biçimini soruşturan edim-
dan böyle.üzerinde "karar verilemez" bir bilim ya da diğer adıyla "kullaııı,ınbilim",
konudur. . göstergelerin konuşmacılarla, dinleyiciler-
Özellikle felsefe dilinde başat konum- le ve toplumsal bağlamlarla ilişkili olarak
da bulunan "yansıtma" biçiminiı;ı taşıdığı çözümlenmesi üzerine yoğunla~. Ayrı­
sorunlar nedeniyle, bu koldan çalışan ca bkz. iletitim felsefesi.
düşünürler bu yerleşik yansıtma ilişİı:isini
ve taşıdığı. yanlış varsayımları larrnak a- edimselcilik bkz. etkincilik.
macıyla yazılarında eğretilemeli, kurmaca
ve yapıntı söyleyişler gibi edebiyatın bir- cdimseller (edimsel sözcelem) (İng.
takım yansıtma yollarına sıkça başvur­ petformativtı, perfarl/IOIWe 11/ltmnır, Fr. itton-
maktadırlar. Böylelikle pek. çok kavram t:İa/İon petf0f'1llatiflt', Alm. petfamtalivt iiıım-
ikiliklerinin yam sıra kavramların arasin- 17111&] John L. Austin'e göre, doğru ya da
daki sıradüzen ·ilişkilerine de kaynaklık yanlış olan gözlemleyici sözcelemlere
edimsel(Jik) 452

karşılılı:, yerinde (başarılı) ya da yersiz .da kişilerce ad vermeye davet edilmiş ise
(başansız) olan sözcclernlcr. vb. yerinde bir sözcelem olur. Austin ay-
Austin, anlam sorunu çözülmeye ça- rıntılı bir biçimde belirlemeye çalıştığı bu
lışılırken iki önemli yanlışa düşüldüğü koşullara "yerindelik koşulları" (/eliti!]
görüşündedir. İlk yanlış, soruıia sözcük- amditioııi) der. Aynca bkz. sözcelcm;
lerin anlamı sorunu olarak bakmak; ikin- göıı:lcmleyiciJer (gözlemleyici sözce-
cisi ise valruzca bildirim tümcelerini dik- lem).
kate al~aktır. Oysa Austin'c göre anlam
t.1şıya n yalnızca tümcclerdir; tümceler ise cdimsel(lik) ~ng. nrhıalüy; Fr. ıı.111elitf,
}"dlııızca dünyaya ilişkin birtakım göz- Alm. akı11alitiit, Yun. eıı~ia] Aristotele~
lemlerimizi dile getirdiğimiz sözcclcrnlcr telsefcsinde olaylar ve olgular alanına ait
değildir. Öyle olduğunu ileri sürmek, o- bir terim olan "edimscllik'', bir şeyin
na göre, dilin temel işlevinin dünyayı be- başka şeyleri meydana getirebildiği ya da
timlemek olduğu, bir şey söyleyen her- başka şcylctce meydana getirilebildiği bir
kesin neredeyse her durumda bir bildi- varoluş kipi olarak tıirurnlanır. Aristotele~
rimde bulunduğu gibi yanlış bir anlayışın için edimscllik (111"1/itt) bir biçimi olana,
sonucudur. Oysa, dış görünümü bakı­ gizilgüçlük (tf111amii) ise bir biçim sahibi
mından birer bildl.rim gibi görünen, ama olma yetiııi taşıyana karşılık gelir. Eski
doğru ya da yanlış olduğundan söz ede- Yunan felsefesinde yııkın anlamlı olarak
meyeceğimiz sözcclcmler de vardır. Söz- kullanılan iki terimden *tııtele/ehia tam bir
gclişi, nikah masasında gelin ya da da- gerçekleşme durumu olıı.rak "tamamlan-
madın sözcclediği "Evet, kabul ediyo- ma· olarak gcrçeklik"e gönderme yapar-
rum"; gemiyi denize indirme töreninde ken, t11etgeitı kendini gerçekleştirme ~ürc­
sözcclencn ''Bu gemiye 'Quccn Elizabc- - cine, "etkinlik olarak gerçcklik"e gönder-
th' adını veriyorum" vb. böyledir. Bun- mede bulunmak için kullanılır. Husscrl'
ları sözccleycn kişi, bir bildirimde bu- in felsefesinde ise edimsellik olanaklılığa
lunmaz; ilkinde bir evlilik bağına girer, karşıt olarak zamanda ve uzayda varol-
ikincisinde ise gemiye ad verir. Belirtik ma olarak tanımlanır. Karşıu için bkz.
(expli.-if) biçimlerinde "Yarın geleceğime gizilgüç(liik). Ayrıca bkıl. encrgeia.
söz veririm" gibi geniş zaman birinci te-
kil kişi bildiri kipinde karşımıza çıkan bu edimsöz edimi ~ng. illtırnli~nary art: Fr.
tür sözcclemlcr, dünyaya iliŞkin betim- arte illorntoin-, Alın. illoknlionörer okt] Belli
lemelerde bulunduğumuz gözlemleyici bir iletişim oruımında bir tümce sözce-
(«mıtati11t) sözcclemlerdcn farklı olarak lerken yerine getirdiğimiz bildirmek, söz
doğru ya da yanlış değil, ancak ve ancak vermek, emretmek, teşekkiir etmek, acl
isabetli (happy) ya da isabetsiz (ımhap»), vermek gibi edimler. Söz edimleri kura-
yerinde (fei&ita~ ya da yersiz (1'11.faliatoni) mına göre, öteki söz edimlerini kendisi-
olabilirler. Daha· açık bir deyişle, belirli nin bir işlevi olarak açıklayabileceğimiz
iletişim ortarnlannda bunları sözcclcyen temel söz edimi. Bu nedenle, 'söz edimi'
kişilerin doğru ya da yanlış bir şey söyle- sık sık "cdimsöz edimi" anlamında da
diğinden değil, yerinde ya da yersiz bir kullanılır.
şey söylediğinden söz edilebilir. ilk kez John L Austin tarafından or-
Austin, cdimscllcrin ancak ve ancak taya atılan söz edimleri kuramını işleyip
belli koşullarda yerinde sözcclemler ola- geliştiren John R. Searle'e göre, belli bir
bileceğini ileri sürer. Örneğin, "Bu ge- iletişim ortamında bir tümce sözcelcyip
miye 'Queen Elizabeth' adını veriyo- belli bir edimsöz ediminde bulunan kişi,
rum" sözcelemi, eğer, söz konusu gemi- bir sözceleme edimiyle bir önerme edi-
Rin zaten bir adı yoksa, gemiye ad veren minde de bulunmuş olur. Ancak belli bir
kişi ad verme törenini düzenleyen kişi ya dilde bir tümce üretmek her zaman bir
,453 cdimaöz gücü

cdimsöz ediminde bulunmak sayılmaz. başlık altında toplar: ·"karar-belirticiler"


Örneğin 'Bu yoğumu sarmısaldasak da (llfnlidi111Jı, "kullanım-beliniciler" (e.Ymi·
mı saklasak, sarmısaldamasak da mı sak- tİl/fS), "yükleyiciler" (rommirıiı'flı), "davr:ı­
lasak?' tekerlemesini söyleyen kişinin ye- ruş-belirticiler" (bthabitil'ls) ve "serimlcyi·
rine getirdiği bir edimsöz edimi yoktur; ciler" (txpositiıru). "Karar-belirticiler" tah-
yani o bu tümceyi söylerken soru soru- minlerimizi, kanılanmızı, yargılanmızı vb.
yor değildir. Buna klUJl her öncmıe edi- belirttiğimiz edimler; "kullanım-belirtici­
mi mutlaka bir edimsöz ediminin parçası lcr'' bir hakkımızı, bir yetkimizi vb. kul-
olarak yerine getirilir. Çoğu zaman, 'Meh- lanırken yerine getirdiğimiz edimlerdir.
met geldi' sözccleminde olduğu gibi, ''Yüldcyicilcr'', söz vermek gibi, konuşıın
üretilen tümcenin yüzey yapısında, kişiye bir şey yapma sorumluluğu yükler.
yerine getirdiğimiz cdimsöz edimini "Davraruş-belirticiler'' tutumlarımızla ve
belirten bir edimsöz fiili olmaz. toplumsal davı:anışlanmızla ilgilidir. "Se-
Dolayısıyla, bu tür sözcclemlen:le ortada rimlc.-yiciler" sözcclcmlerimizin karşılıklı
önerme edimine karşılık gelen anlatım konuşma içindeki yerini sergiler. Austin'
dışında başka hiçbir anlatımın olmaması in yaptığı sınıflandıimayı sorunlu bulan
bizi şaşırtmamalıdır. Mehmet'e gönder- Scarle ise bütün öteki edimsöz edimleri-
mede bulunup onun geldiğini anlatmaya nin birtakım· *eıiıruöz giidi elde etme iş­
ç:dışan (önerme ediminde bulunan) kişi­ lcmlcriylc kendilerinden türetildiği beş
nin bu amaçla sözcclcdiği 'Mehmet geldi' temel edimsöz edimi saptar: (1) "Kesin-
tümcesinin derin yapısında mutlaka, lcyicilcr'' (1111millfs) konuşan kişiyi dile
'Haberin olsun' gibi. onun bu tümceyi getirdiği önermenin doğru olduğu konu-
sözcclcrkcn yerine gctiıdiği edimsöz sunda değişik dcrccclen:le sorumlu kılan
edimine karşılık gclcn bir anlatım bu- tahminde bulunmak, ileri sünnek, iddia
lunmaktadır. etmek, yemin etmek gibi edimlerdir. (2)
Edimsöz edimleri, tıpkı oyun kuralla- "Yönelticiler" (Jirıdiııei) konuşan kişinin
n gibi, önceden var olan birtakım ilişki­ dinleyene bir şey yaptırmaya çalıştığı ı:i.ca
leri düzenleyen düzenleyici kurallardan etmek, emretmek gibi edimleri içerir. (3)
farklı olarak önceden var olmayan birta- "Yükleyiciler" (ro111mirıivu), Austin'in be-
kım ili,kiler yaratıp düzenleyen oluşturu­ lirttiği gibi, konuşaru gelecekte bir şey
cu kurallara dayalı davraruşlardır. Nasıl yapmakla yükümlü kılar. Örneğin, söz
belli koşullar altında belli birtakım dav- vermek, tehdit etmek, gü\•ence vermek
ı:aruşlarda bulunmak futbol, santranç vb. böyledir. (4) "Dışawmcular" (e.-..prrui111ı),
oynamak sayılırsa, belli koşullar altında konuşan kişinin, dile getirdigi ~
belli birtakım tümceleri sözcclcmck de ilgili duygulamu dışavuran teşekkür et-
belli birtakım cdiınsÖ'L edimlerinde bu- mek, başsağlığı dilemek gibi cdimlcn:len
lunmak sayılır. Bu nedenle, bir edimsöz oluşur. (5) ''Bildirgeler'' (Jıdmrtiotli) ise
edimi ancak ve ancak bu koşullar geçerli istifa etmek, işten kovmak, mahkum et·
olduğunda "başarılı ve kıısursuz" (111eızss­ ınc1t gibi ilgili tümce sözcclcoir sözcc-
.fal anJ t1ot1-Jtjn111) ya da "yerinde'' (fa6d- lenmcz dünyada bir değişildik yaratan
tolli) sayılabilir. Sözgclişi, ertesi gün gel- edimlerdir. Aynı konuda başka sıruflan·
me niyeti olmayan; ertesi gün gclmcsi- dınnalar da vardır. Ayru::a bkz. söz e-
nin, Dinleyenin, bizzat Konuşanın yap- dimleri.
masını yeğlediği bir ŞC'/ olduğunu bilme-
yen ya da varsaymayan vb. biıinin 'Söz, cdimaöz gücü ~ng. illoaıtİt1114~ }Orrr, Fr.
yann gclcccğim' derken yerine getirdiği JorrıillMttoirr, Alın. iUohltiotlİİn Mıfl) Ko-
cdimsöz edimi "başarılı ve kusursuz" ya nuşanın, belli bir iletişim ortamında Din-
da "yerinde" sayılamaz. leyene bir şey anlaımaya çalışırlo:n söz-
Austin, e~öz edimlerini beş ana cclediği tümcenin cdimsöz değeri. Söz-
efendi ahlikı/köle ahlikı 454

celenen tümcenin derin ya da yüzey ya- yişle, "efendi ahlakı" demeye gelen Her-
pısında, onun cdimsöz gücünü gösteren mı111oral'ı oluşturan öğeler arasında "hep
bir edimsöz fiili vardır. Sözgelişi, 'Söz, daha güçlü olma isteği", "kendini bütün
y.ınn geleceğim' sözcdcmindc yüzey ya- olanaklanyla sonuna dek geı:çekleştirme
pıdaki 'söz', onun söz verme gücünde istenci", "tinsel zenginliğin ayırdında ol-
bir sözcclem olduğunu; 'Mehmet geldi' ma", "savaşma ile mücadele tutkusu"
sözcelcmindeyse derin yapıdaki 'haberin gibi her durumda kişinin tekliği üstüne
olsun', onun haber verme gücünde bir kurulu karakter özellikleri bulunurken;
sözcelem olduğunu gösterir. Bir sözcelc- bu ahlakın tam karşısında yer alan "köle
min edimsöz değerini, gerçekleştirilmeye ahlakı" demeye gelen S lelaııtm11oral ise
çalışılan edimsöz ediminin başarı ya da "duygudaşlık", "yardımseverlik'', "dost-
ycrinddik koşullan belirler. Ayrıca bkz. luk", "sıcakkanlılık" gibi hep ötekilerin
edimsöz edimi. işin içinde bulunduğu niteliklerle birlikte
anılmışur.
efendi ahlikı/köle ahlikı ~ng. master Nietzsche'nin gözünde, efendi ahla-
momlil.J/ ıkM moraf#T, Fr. moralt ılt it 111ai- kının gövdelendiği bütün soylu kişilikler,
trr/ moralt ılt l'eıdave-, Alm. htmttmoml/ kayıtsız koşulsuz hemen bütün dene-
ıkkıllfnfltora/j Nietzsche'nin felsefesinde yimlere açık olunmasıyla, buna bağlı ola-
kilit değcı:de önemi bulunan, iki tür ah- ı:ak da yaşamın sürekli yinelenerek ola.~ı
lak tasarımı, daha doğrusu iki ayn türden bütün eylemlerin olurlanmasına yönelik
ahlak yaşanusı arasında yapılan felsefe olarak verilen bir "Evet" yaruunın utku-
aynmı. suyla biçimlenirler. Buna karşı, köle ah-
Ayrımın bir yanında bulunan efendi lakı taşıyan kişiler, yaşamlarının en ba-
ahlakı, özünde soyluluk, güçlülük ve gü- şından beri kendileri dışında bulunanın,
zellik gibi olumlu nitelikler bildiren "iyi- kendilerinden başka olanın, kendilerin-
lik" ile sıradanlık, güçsüzlük. çirkinlik den olmayanın verilen "Hayıı" yarutı ile
gibi olumsuz nitdikler bildiren "kötü- her ne pahasına olursa olsun olumsuz-
lük" arasında yaşanan çatışmayı ifade et- landığı bir insan doğası taşımaktadırlar.
mektedir. Öte yanda aynmın öbür ya- Yine Nietzsche'nin deyişiyle, efendi ah-
nında bulunan köle ahhik.ı ise kutsallık, lakı doğrudan etkin bir yaraucılığın beşi­
tinsellik. yoksulluk, arkadaşlık gibi birta- ğiyken, köle ahlfilı:ı edilgen bir alımlayıa­
kmı onurlandına özelliklerce biçimlenen l.ıktan ibarettir. O nedenle, Nietzsche'nin
"iyilik" ile tanrısızlık, fiziksellik, varsıllık, üstinsana ulaşma ereğinin gerçekleştiril­
düşmanhk gibi özelliklerin belirleyici ol- mesinde izlenmesi gereken ''bütün de-
duğu "kötülük" arasında geçen amansız ğerlerin yeni bastan değerlendirilmesi"
çauşmaya gönderme yapmaktadır. Buna izlencesi tartışmasız efendi ahlakı taşıyı­
göre, efmdiltr her koşulda açık scçiklikle- alan için yapılandırılmıştır. Değerlerin
riyle, özgüvenleriyle, içi dışı bir oluşla­ yeni baştan değerlendirilmesi bağlamın­
rıyla. dışarıya açık oluşlarıyla ya da dışa­ da Yahudi girişimini tarihin ilk köle is-
rıdan kendilerine yönelen tehditlere karşı yaru olarak okuyan Nietzsche, köle ahlıi­
saldınya geçmeye hazırlıklı olu,Iarlanyla lı:ına dayalı söz konusu isyanın özellikle
dikkat çekerlerken; kfileltr bunun tam Hııistiyanlık, demokrasi ve sosyalizm gi-
tersine içe kaparuklıklanyla, güvensizlik- bi öteki köle isyanlarının doğuşuna ze-
leriyle, kararsızlıklanyla, ne idüğü belir- min hazırladığım sawnmaktadır. Yazıla­
sizlik uyandıracak ölçüde bulanıklıkla­ nnın hemen her yerinde efendi ahlakını
nyla, dışanya, dışardan kendilerine yö- kutlayarak göklere çıkaran, köle ahlakını
. nelenlere karııı hep savunmada kalışlarıy­ ise aşağılayarak yerin dibine bauran Ni-
la ya da savunmaya geçmeye meyilli o- etzsche'nin ta kendisi olmakla birlikte,
luşlarıyla nitelenmektediı:ler. Bir başka de- onun kimileyin köle ahlfilı:ında karşılaştı-
455 eğitim fclıefeıi

ğı derinlikler ile efendi ahlakında gör- egoizm bkz. bencilik.


diiğü sığlıklara değindiği de üstünden at-
lanmaması gereken bir gerçektir. Ama cjitici-öptici felsefe [İııg. ıtlifying phi-
her durumda Nietzsche'nin başlıca ama- msoM1J bkz. Rorty, Richard.
a, modem değerler dizgesinin temelini
oyarak devirmek, düzgük:oyucu (norma- ctitim felecfcsi (İng. philosoplo of ltl11ta·
tit) bütün değer yapılaruun egemen ko- liotr, Fr. phit.sophil tk fitlllmlior, Alm. phi-
nwndaki kişi ya da gnıplann kendi im- msophie tkr ır.eftlı1111&] En genci anlamda,
geleri olduğu gizinin maskesini düşür­ bir bütün olarak eğitimin doğasııu, ö-
mektir. Yaşamın temelinde güçlü olma zünü, amaçlannı, kapsamını ve içeriğini
isteği yatıyorsa, buı:juvıı demokrasilerinin araştıran; gerek öğretici gerek öğrenici
en yüce değerleri olarak göklere çıkartı­ Açısından ideal bir eğitim ortamı için ge-
lan eşitlik, toplumsal bımş, bireysel hak- reken eğitim içi ya da eğitim dışı koşulla­
lar ile özgürlükler, toplumsal adalet gibi nn neler olduğunu ortaya koyan; "Sok-
tasıınmlar daha baştan koca birer yalan ratesçi eğitim"dcn "vııroluşÇu eğitim"e
üstüncyapılandırılmışlar demektir. Nietz- değin eğitim sürecinde kullanılan belli
sche, aynm gözetmeksizin, hem Hıristi­ başlı yöntemleri irdelcyeıı; eğitbilimde (pı­
yan ahlıikınclaki değerlerin hem de mo- '9.ft) yanıt aranan sorulımn kendilerini
dem demokrasilere yer etmiş anlayışların olduğu denli, bu sorulara gctiı:ilcn yanıt­
bütün bütün sahtekarca tasarlanmış kan- lan da sorgıılayan; öğrenme ile öğretme
dırmacalardan öte bir değerleri olmadı­ eylemlerini çözümleyerek eğitimin hangi
ğını dile getirmiştir. Acuna, pişmanhk, amaçlara ulaşmakla yükümlü olduğunu
sevecenlik gibi çoğunluk olumlu olduğu ·bclirginlcştiren; eğitimin ilkece olanaklı
söylenen duygulan, efendi ahlakı sahibi olup olmadığım, olanaklıysa hangi koşu!­
güçlü insanı yolundan eden, onlan köle lar altında olanaklı olduğunu açıldığa ka-
ahlıikı taşıyan yığınların güçsüz insanları vuşturan; eğitimin yararları ile zararlarını,
konumuna düşüren küçültücü birer tu- getirileri ile götürülerini soruşturan; eği­
zak, düpedüz bir ikiyüzlülük olarak de- timin belli bir ideolojinin sesi olmaktan
ğerlendirmiştir. Hıristiyanlığın köle ahla- nasıl kurtarılabileceği üstüne düşünen;
kına bütünüyle başkaldıran Nietzschc, eğitim sürecinde öğreticinin öğtencilcrc
bunun yerine yerleşik dcğerlcı:i yıkabilen, salt bilgi dışında hangi yeti ve becerileri
yerlerine yenilerini koyabilen, değer ya- kazandırmakla yükümlü olduğunu soruş­
ratına yetisinin gövdclcndiği efendi ahla- turan; eğitim sürecini bütün yönleriyle
kını önermiştir. Ayrıca bkz. Nietzsche, dizgeli bir biçimde ıınlıı.maya, bu sürecin
Friedrich. olabildiğince iyileştirilmesine yöndik kat-
kıda bulunmaya çalışan felsefe dalı.
efendi-köle diyalcktili [İng. 111arıer-rlm't Eğitim f'clscfesi ilk bakışta XX. yüz-
Jitı/eçliç, Fr. 1114itrr-mlmle dilllıdiq111; Alm. yıla özgü bir felsefe dalı gibi görünmekle
1ıı,.,_1en,dıı..Jialtlelile] Hcgel'in, Tİ11İtr GD"riin- birlikte, Sokratesçi eğitimden tutun da
giibüi111,.nde (1807) tanımlayıp açımladığı, varoluşçu eğitime değin eğitim konusu
oldukça öncrnli ahlıiki ve siyasi içerme- üstüne düşünmeyi filozoflar tarihin hiç-
leri bulunan bu görüşü için bkz. Kojeve, bir döneminde ihmal etınemişlerdir. Bu
Alexandcr. anlamda eğitim felsefesi, bilgi.kuramı ile
etik başta olmak üzcıc, metafizik, man-
qrkrateia (Yun.) İlkçıığ Yunan fdsefe- tık, estetik gibi gdenckse.I fdscfe dalla-
sinde, özcllikle de Aristotcles'te, "istenç nndıı. yürütülen soruşturma izleneeleriyle
güçlülüğü" ya da "kendine egemen ol- gerek sorun edindiği konıılar bakımın­
ma" anlamında kullanılan terim. Karşın dan gerekse ortaya konan temel amaçlar
için bkz. akru/a. bakımından örtüşmektedir. Öte yandan
eğitim folsefesi 456

t.'ğitirn felsefesi en genel anlamda eğitimi ca eğitimde istenen başarıyı göstereme-


ilgilendiren konulara felsefece düşünme yen kişilerin toplum düzeninde ancak en
yöntemlerinin uygulanması olarak düşü­ düşük düzeydeki işleri görmelerine izin
nülecek olursa, eğitim tarihi ile felsefe vardır. Bu açıdan bakıldığında usçuluğu
tarihi arasında doğrud>tn bir koşutluk kendisine temel ölçüt alan Platoncu dev-
bulunduğu tartışma götürmezdir. let anlayışı, eğitim düzeylerine bakarak,
Eğitim üzerine felsefece düşünmenin yani İdeaların bilgisini taşıma oranlarını
tarihi, erdemin öğretilebilir olup olmadı­ göz önünde bulunduramk toplumdaki de-
ğı sorusu bağlamında belli konu ve so- ğişik katmanları birbirinden ayırmanın
runların taruşıldığı Platon'un Meno11 Di- gereği üstüne kuıulmuştur. Bu biçimde,
yalogu'na dek geri götürülebilir. Platon birbirinden ayrılmış bu katmanlan dü-
"Sokr~tesçi Diyalektik Yöntem"in sun- zenleyip aralarında işbölümü yapm•ık gi-
duğu düşünsel olanaklarla, "Erdem ne- bi önemli bir ödevi yerine getirme ay-
dir?'", "Bilgi ile öğretme arasındaki ilişki rıcalığını da eğitime tanımıştır.
nedir?'', "Bir kimseye bir şey öğretmek Platoncu eğitim felsefesi anlayışından
olanaklı mıdır, olanaklıysa nasıl olanaklı­ sonra felsefe tarihinde karşılaşılan bir i-
dır?" gibi sodar üzerinden yaptığı sor- kinci dikkate değer eğitim felsefesi anla-
gulamalarla eğitim felsefesinin ilk temel- yışı özellikle ortaçağda en üst noktasına
lerini atmışnr. Nitekim Sokrates'in temel ulaşan S/t,o/,utik eğitim ftlseftıi'dir. Bu fel-
görüşlerinden hareketle türetilen Solera- sefe, en iyi anlatımını ortaçağın öntle ge-
ltıp eğitim ftlsefeıi tarihte bilinen kendi len düşünürlerinden Thomas Aquinas'ın
içinde tutarlı ilk eğitim felsefesi anlayışı­ öteden beri birbiriyle çatışkı içinde ol-
dır. Söz konusu anlayış, Platon'un genel duğu düşünülen "us" ile "inanç"ı uzlaş­
metafizik dizgesinin de belkemiğini oluş­ tırmayı amaçlayan eğitim anlayışında bu-
tur,ın "İdealar Kuramı" üstüne bina edil- lur. Us ile inancın yerleşik karulann ter-
miştir. Buna göre eğitim sürecinde eği­ sine birbiriyle bağdaşan insan yetileri ol-
timci ya da öğretmenin temel amacı öğ­ duğunu savunan Thomas Aquinas, usun
renciye "görünüş · dünyası"run aidatta inancın ışığı altında işletilmesiyle erde-
göriinüşleriyle yetinmemesi gerektiğini me, kusursuzluğa, enson iyiye ulaşmayı
nedenleriyle göstererek ."gerçek dünya" sağlayacak bir eğitim temellendirme uğ­
nın bilzi:erine ulaşma yolunda ona yol raşı içindedir. Buna göre, insan olmaktan
göstern.ekıir. Burada sözü edilen yol gös- ileri gelen bütün eksiklikler ancak usun
tericilik doğrudan Sokrates'in bütün bir süzgecinden geçirilmiş inanç yoluyla or-
yaşamı boyunca uygulamaktan bir an ol- tadan kaldırılabilir. Kişinin Tanrı yolun-
sun vazgeçmediği, kişiye zaten bildiği a- da kendi baj!ımsızlı)l;ını kazanmasının ilk
mn unuttuğu bilgileri soru-yanıt diya- koşulu, kişiye kendi yolunu bulmasına
lektiğiyle anımsatma sürecinden oluşan olanak tanıyacak, kendi geleceğini yine
-Sokrates 'in kendi deyişiyle- "ebelik sa- kendisinin belirlemesine yönelik bir bi-
natı "na (*doğurtma) karşılık gelmektedir. linçlilik kazandıracak bir eğitimdir. Böyle
Söz konusu eğitim felsefesi anlayışı, Pla- bir eğitim, Tanrı yolunda ilerlemenin ö-
ton'un toplum ile devlet düzenine ilişkin nünde engel oluşturan şeylerden sıyrıl­
düşüncelerinde kendisini en etkili biçim- ması için kişiye zihinsel bir özdisiplin e-
de duyumsatmaktadır. Toplumu sıradü­ dindirmeyi amaçlamaktadır.
zenli bir biçimde tasarlayan· Platoncu Daha· yakın çağlara gelindiğinde,
devlet anlayışında, toplumu yönetme yet- xvıı. yüzyılda "İngiliz Deneyciliği"nin
kisi İdeaların bilgisine en yakın olmaları kurucularından Locke'un dillendirdiği,
nedeniyle eğitim bakımından en başarılı kendisine ilk modern eğitim felsefesi an-
kişiler olarak düşünülen fılozoflam ve- layışı olarak da bakılan elmeya eğitim falıe­
rilmiştir. Ayru sıradüzenli anlayış uyarın- ftıi ile karşılaşılır. Deneyci felsefenin do-
457 eğitim felsefesi

ğa1 bir sonucu olarak deneyci eğitim fel- nelik bir eğitiminolanaktan üstiine dü-
sefesi eğitim sütecinde soyut, dünyada şünmektir. Buna göre, insanların eğiti­
karşılığı olmayan, ne idüğü belirsiz birta- minde göz önünde bulundurulması gc·
kım metafizik kurgulamalarla uğraşmak reken biricik konu, insanın insan olroak-
yerine, toplum yapısuun biçimlendirili- talığından ötürü taşıdığı doğal dürtülerin
şinde çok önemli bir yer tutan eğitim ussallık yoluyla iğdiş edilmesinin önüne
gibi bir konunun somut deneyler ile her- nasıl geçilebileceğidir.
kese açık algılar üstüne bina edilmesi ge- Bu noktada Marxçı felsefede içcrim-
rektiğini savunur. Kimi felsefeciler, Loc- lenen eğitim anlayışı, geçmişte ortaya ko-
ke'un böyle bir eğitim anlayışı isteğinin nan geleneksel eğitim anlayışlarına karşı
ardında yatanın, genelde dönemin yük- önemli bir seçenek oluşturur. Marxp ej·
selen burjuva sınıfının yaşam biçiminin ıi111 ftlnfui'ni öteki eğitim felsefelerinden
gereklerini, daha özeldeyse İngilizlerin e- ayıran en belirgin özellik, insanın eğitil­
ğitimli beyefendi ideallerini karşılayacak mesi süreci üzerine düşünürken birincil
bir eğitim istemi olduğunu öne sütmek- değerde göıctilmcsi gerekenin "toplum-
tedir. Eğitimi dünyaya indirmeye çalışan sallık" olduğu düşüncesidir. Nitekim her
Locke'un yeryüzü-egemen eğitim anlayı­ türden bireysel özgürlüğün eninde so-
şı. bir anlamda kendisine bu anlayışın en nunda toplumsal yetkeyle yüzleşmesi ge-
gelişkin biçimi olarak bakılabilecek Ay- rektiğini savunan Marxçı anlayış, eğitimli
dınlanma Tasansı'nın eğitim anlayışına insan ülkü.~ünün burjuva dünya görü-
geçiş aşaması olması bakımından aynca şündeki sorumsuz bireye karşılık gelme-
önemlidir. Aydınlanma döneminin temel diğinin altını çizdikten sonra, kapitaliz-
idealleri en iyi anlatımını XVIII. yüzyılda min yol açtığı "yabancılaşma"yı ortadan
"Ansiklopediciler"de bulur. "Ussallık'' i- kaldıracak bir özgür insan yaratımını
le "nesnellik"in en üst değerler olarak sağlamayı eğitimin başlıca amacı olarak
göklere çıkartılması, hem bilimi hem de görür.
bilimsel usu yaşamın tüm alanlannda e- Özellikle XX. yüzyılda kendisiniiyi·
gemen kılma isteği, bu yeni dönemin en den iyiye duyumsatan, daha çok yeni kıta
belirgin özellikleridir. Bu us-egemen dün- Amerika 'nın felsefesini yansıtan "prag·
ya görüşü, doğal olarak us~emen bir macılık'', diğer pek çok konuda olduğu
eğitimi amaçlayan bir eğitim anlayışını gibi savunduğu eğitim anlayışıyla da eği­
savunmaktadır. AyJm""1111aa p .folsefi- tim felsefesi tartışmalarında önemli bir
si'nin savunduğu ussallık ile nesnellikte- aşama olarak değerlendirilmektedir. Ku-
melli eğitim, bir bakıma Raumlik tfaim ruculan Wılliam James ile John Dewcy
felseftsi'nin kendisine tepki olarak doğma­ olan pmg111- tfiti11t ftlstfesi'nin kalkış nok-
sına zemin hazırlamıştır. Söz konusu an- ıasını, onlann gözunde cğittm ıle felsefe
layış, özellikle Rousseau tarafından dile alanlannın özünde bir ve aynı şey olma-
getirilmiştir. Rousseau, ussallık ile nes- lan gerçeği oluşturur. Buna göre eğiti·
nelliğin bu denli öne çıkarılmasının in- min temel amaa bireyi geleiıek ve göre-
sanlann yaşamlarında son derece ciddi neklerin sunduğu hazır bilgilerle yetin-
yaralar açtığına dikkat çekerek, Roman- meyi bırakıp kendi özgüt düşünme yeti-
tik felsefe akımının yaşantıyı temel alan, siyle kendi bilgisini yine kendisinin bul-
sezgileri, duyguları, insan öznelliğini hep masına yönlendirmektir. Bu anlamda e-
ön planda tutan yaklaşımını eğitim ala- ğitimden beklenen gerçek yaşamda kar-
nına taşıma uğraşı vermiştir. Bu uğıaşın şılaşılan sorunlar önünde bireye bu so-
başlıca amacı, kendisini özellikle bilimsel runlann altından kalkmasına olanak ta·
ilerleme ülküsünde açığa vuran uyg.ır­ nıyacak bir "sorun çözme yetisi" kazan-
laşma sütecinin getirdiği olumsuzluklar- dımıaktır. Böyle bir yetinin edinilmesi-
dan insanlan olabildiğince korumaya yö- nin ilk 1to,uıu toplumsal deneyimler üze.
eğretileme 458

rine düşiinebilmeyetisinin kazandırılma­ dır. Tek başına


karar verme yetisi, kendi
sına karşılık geldiğiiçin felsefenin eğitim değerlerini kendi başına yaratma bece-
sürecindeki yeri ve değeri tartışılmazdır. risi, sorumluluk almaktan korkmama gi-
Yine XX. yüzyılın önde gelen eğitim bi birtakım olumlu varoluş özelliklerinin
anlayışlanndan biri de ruhbilimde önem- edindirilmesine yönelik bir eğitimin ya-
li bir yer edinen "davranışçılık" akımın­ şama geçirilmesidir hedeflenen. Eğitim­
dan türetilen davranıfft eğitim felıtfesi'dir. ciden beklenense insan varoluşuna ona-
Davranışçı eğitim felsefesi konumu, eği­ rılması son derece güç büyük zararlar
timin amacının geçmişin eğitim anlayış­ vereceklerinden ötürü öğrenciye bunun
lannda olduğu üzere özgür, kendine ye- dışındaki tüm arayışlara karşı kesintisiz
ter, kendisi için kendi başına kararlar bir savaş içinde olmaya yönelik bir far-
alabilecek bir birey yaratmak olduğu yö- kındalık kazandırmaktır. Eğitim üstüne
nündeki temel kabule şiddetle karşı çıka­ düşünen kimi felsefeciler, yaşamı olum-
rak, önceden belirlenmiş toplumsal a- layan bir yaşam felsefesi kazandırmayı
maçlara ulaşmada en etkili insanı yarat- temele alması nedeniyle, varoluşçu eği­
mak adına eğitim işini bütün yönleriyle timi Nietzsche, Kierkegaard, Heidegger
yeni baştan tasarlamanın gereğine dikkat gibi düşünürlerin felsefeleriyle özdeşleş-
çeker. Açıkça görüleceği üzere, davranış­ . tirmekte, "eğitim felsefesi" diye ayrıca
çı eğitim izlencesi bütün insan davranı­ bir konu başlığı açmanın da gereksiz ol-
şının ilkece bilimsel, nesnel, ussal bir duğunu düşünmektedirler.
yolla çözümlenip önceden konmuş top- Y ukanda belli başlılan sayılan eğitim
lumsal amaçlara doğru yönlendirilebilir felsefesi konumlarından da görüleceği
olduğu kabulüne dayanmaktadır. İstenen üzere, felsefe ile eğitim arasında son de-
toplumsal amaçlara en küçük bir sapma- rece yakın bir ilişki söz konusudur. He-
ya meydan vermeden ulaşmanın olanaklı men her felsefe akımının, okulunun, öğ­
olduğu düşüncesi, eğitim felsefecileri a- retisinin ya açıkça savunduğu ya da iistü
rasında çok büyük karşı çıkışların baş örtük bir biçimde öngördüğü bir eğitim
göstermesine yol açmıştır. Öyle ki ruhbi- felsefesi vardır. Aynca bkz. Quintilia-
lim kaynaklı davranışçı öğretinin felsefe- nus; Dewey, John.
ce bir geçerliliğinin olmadığının söylen-
mesine dek vardınlmıştır bu karşı çıkış­ eğretileme ~ng. metapbor, Fr. mitaphorr,
lar. Söz konusu anlayış, seçkin birtakım Alm. metaphor, es. t istiare] Eski Yunan
davranışçı bilim adamları öbcğince adeta dilinde "i;itc" anlamındaki meta sözcü-
laboratuvar ortanunda programlanmış bir ğüyle bir yerden bir başka yere taşıma,
insan yaratma tasansı olarak görüldü- bir alandan başka bir alana götürme, bir
ğünden ağır eleştiriler almıştır. Nitekim şeyi başka bir şeye aktarma gibi anlam-
aradan çok geçmeden davranışçı eğitim lara gelen phoro.r sözcüğünün birleştiril­
felsefesine karşı olarak felsefe kaynaklı mesiyle oluşturulmuş metapherein sözcü-
varolrııfll eğitim falstferi, insana eğitimle yi- ğünden türetilmiş felsefe terimi: "meta-
tirdiği itiban yine eğitim yoluyla kazan- for".
dırmak amacıyla gündemi bir biçimde En genel anlamda bir sözcüğü sözlük
davranışçı eğitim anlayışının aleyhine de- anlamı dışında bir anlamla kullanmaya
ğiştirmeyi başarmıştır. Temel savları ba- karşılık gelen eğretileme terimi, edebi-
kımından varoluşçu felsefenin savundu- yatta, özellikle de şiir dilinde başvurulan
ğu insan tasanmına bağlı kalan söz ko- bütün söz sanatlarının ortak adıdır. Eğ­
nusu eğitim anlayışı, insanın nesnellik ya retileme, ortak anlambirimcikler kapsa-
da bilimsellik kisvesi altında birtakım dıklanndan aralannda eşdeğerlik ilişkisi
yöntemlerle sınıflandırılıp kategorize e- kurulan anlamlı öğelerden birinin öbürü
dilemeyeceği gerçeğine yoğurılaşmakta- yerine kullanılmasına olanak tanımakta-
459 eğretileme

dır. Sözgelimi "üzüntünün kaynağı" der~ sanın zihnini kanşuran eğretilemelerin


ken, "kaynak" sözcüğü sözlük anlamı dı­ doğruluğun önündeki en önemli engel-
şırula "neden" ya da "köken" sözcükleri lerden biri olduğu, çok çok süsleme a-
yerine eğretilemeli bir anlamda kullanıl­ maçlı, bilineni daha güzel dile getirmeye
maktadır. Öte yanda yerleşik felsefe di- yönelik estetik bir işlevi yerine getir-
linde eğretileme, anlamı belli bir gerçek- mekten öte bir değeri olmadığı önyargı­
lik katmanından alarak bir başka gerçek- sıyla açıklanabilir. Kuşkusuz Platon'uıı
lik katmanına çoğunluk benzerlik ilişkisi eğretileme konusu üzerine düşünceleri­
temelinde taşıma yoluyla yeni bir anlam nin biçimlenişinde, dil ile doğruluk ara-
üretırick için yapılan dilsel anlambilgisi sında yansıtma ilişkisi temelinde olduğu
işlemini anlatmaktadır. öngörülen aynklığın büyük rolü vardır.
Felsefe tarihine dönüldüğünde, bü- Platoncu önyaıgılara karşı Aristoteles
tün söz sanatlanru yansıtan eğretileme felsefe tarihinin eğretileme konusunu
teriminin büyük ölçüde kötücül anlam- dizgeli biçimde ele alan ilk düşünürüdür.
da kullanıldığı gözlenmektedir. Nitekim Aristotclcs, Platon 'un tam tersine, birm-
hemen tüm filozoflar yapıtlarında son lam kötücül nitelcçlerle etiketleyerek fel-
derece ba~nlı eğretilemelere yer vermiş sefenin dışına göndermek yerine, eğreti­
olmalarına karşın, Platon'dan Locke'a lemeyi değme bir felsefe sorunu yapamk
gelinene değin eğretilemelerin felsefe Reıorik ve Poelika adlı yapıtlannda eni.ne
söyleminden uzak tutulması yönünde boyuna incelemiştir. "Eğretileme yapmak
dizgeli bir tutum söz konusudur. Bu ge- kadar yapılmış eğretilemeyi anlamak da
nel tutumun izleri Sokrates'in Sofistler bir deha göstergesidir" tümcesiyle eğre­
ile girdiği tartışmalara dek sürülebilir. tileme konusunun üstünden atlanamaya-
Bu anlamda felsefe ile retorik arasında cak denli önemli bir konu olduğuna dik-
Platon'un yaptığı temel aynın, pek çok kat çekmiştir. Aristoteles hemen tüm fel-
balamdan eğretilemenin retorik alanın i- sefe araşurmalannda kendini gösteren
çine yerleştirilerek doğası gereği hep bölümleme ustalığını eğretileme sorunu-
doğruyu araması gereken felsefe düşün­ nu işlerken de en etkili biçimde uygula-
cesinden dışlanması sonucunu doğur­ mış; tarihin bilinen ilk eğretileme türleri-
muştur. Kuşkusuz Platon'un eğretileme­ ne ilişkin ayrınulı bir dizelge çıkarmıştır.
ye olan temel düşmanlığının gerisinde, Ne var ki Platoncu felsefenin eğretileme
idealara öykünen, kopyalarla yetinen sa- sorununa yönelik önyargılanrun gölgesi
natla eğretilemeyi bir görmesi yatmak- alunda kalan Aristotelcs 'in eğretileme
tadır. Bununla birlikte Platon, ancak İ­ çözümlemesi XX. yüzyıla gelinene değin
dealarla tanışıklığı bulunan fılozoflann büyük ölçüde göz ardı edilmiştir. Çağdaş
eğretilemeleri kullanma yetisi taşıdıkla­ felsefe dönemine gelindiğinde ise eğre­
nru savunmuştur. Sofistler gibi salt karşı tileme sorununun gündemin en önemli
tarafı ikna amaa güden retorik bir stra- sorunlanndan biri konumuna yükseldiği
teji olarak eğretilemeye başvurmamak gözlenmektedir. Özellikle yorumbilgisi,
koşuluyla, eğretilemelerin "*doğunma" post-yapısalcılık, postınodcrnizm gibi
ya da "ebelik" sanauru icra eden filozo- "*dilsel dönemeç" sonrası felsefe anla-
fun en güçlü silahlarından biri olduğunu yışlan eğretileme sorununa bir açıklık ge-
da açıklıkla belirtmiştir. Bu şekilde doğ­ tirilmediği sürece anlam sorununa bir
ruyu arama yolunda cğretilemelere araç- çözüm bulmanın olanaksız olduğunu ile-
sal bir değer biçmesine karşın, Platon ri sürmektedirler. Bu bağlamda eğretile­
felsefe tarihinin büyük bir bölümüne e- menin yalnızca bir söz sanatı olarak gö-
gemen ·olan eğretileme düşmanlığırun rülemeyeceğini düşünen pek çok fdse-
baş miman olmaktan kurtulamamıştır. feci, bütün dilin eğretileme olduğu yollu
Bu düşmanlığın en temel savunusu, in- oldukça radikal bir sav çevresinde top-
Ehrimen 460

!anmaktadırlar. Eğretileme sorunu ile yo- rıcı özellik türünden birçok anlamda kul-
rumlama sorununun bir ve özdeş oldu- lanılan eidoı, ilkçağ Yunan felsefesinin en
ğunu ileri süren yorumbilgisi, bütün eğ­ çetrefil terimlerinden biri olmuştur. Te-
retilemeleri iki ayrı küme altında topla- rimin ilk kullanımı Homeros'a ait olup,
maktadır. Buna göre dil ilki "ölü eğreti­ görünüş, biçim, cismin olağan hali anla-
lemeler", ikincisi "canlı eğretilemeler" mında, bir şeyin nasıl göriindüğüyle ilgi-
olmak üzere iki tür eğretilemeden mey- lidir. Sokrates öncesi felsefenin önde ge-
dana gelmektedir. Ölü eğretilemeler diye lenleri de bu anlamı korumuştur. Platon'
adlandırılanlar dilin yerleşik anlam da- da ise eidos, görünüşlerin ötesinde ilkör-
ğarcığına belli bir anlamla girmeyi ba- nek olarak duran; genel ve değişmez o-
şarmış eğretilemelerdir. "Masanın baca- lan Formlar ya da İdeaları niteler. Aynca
ğı", "çekmecenin gözü", "ayakkabı" söz- bkz. biçim (form); idea.
cükleri zamanla eğretileme canlılıklarinı
yitirerek ölmüş eğretilemelerdir. Buna eikon (eikasia) (Yun.) İlkçağ Yunan
karşı özellikle felsefe metinlerinde ka~şı­ felsefesinde "görüntü", "yansıma", "im-
hı,~ılan canlı eğretilemeler hiçbir zaman ge" arılamında kullanılan terim. Platon'
ölmeyecek, anlamca hep yeniden yorum- un çizgi benzetınesindc (Devlet, 509e)
lanmaya çalışılacak eğretilemelerdir. "İn­ bilmenin en aşağı düzeyine, sadece gö-
san insanın kurdudur", "Dil varlığın evi- rüntüleri ve yansımaları algılama duru-
dir", "Hakikat oyun oynayan çocuğa muna karşılık gelir. Ayrıca Platon'un ma-
benzer" türünden felsefe eğretilemeleri ğara benzetmesinde (Devkt, 514-518) yal-
belli bir anlama kapatılarak öldürüleme- nızca şeylerin kopyalarının gölgelerini gö-
yeceklerinden doğalan gereği yorumlama rebilen, karanlıkta kaybolmuş mahkum-
sorununun beşiğidirler. Ayrıca bkz. düz- ların durumunu da niteler. Aynca bkz.
deği~mece. mağara benzetmesi.

Ehrimen Zerdüştçülükte kötülüğün kay- einai (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde,


nağı olan Kötü.Ruh. Ayrıca bkz. Abura özellikle de Aristotdes'te, "olmak" ya da
Mazda; Zerdüftçülük. "varolmak" anlamında kullanılan terim.

eidetik bkz. özeyönelik. Einfıihlung (Alm.) Bir şeyi kavramak ya


da bir başkasının düşenceleri ile duygu-
eidola (eidolon) (Yun.) İlkçağ Yunan lanımlarını anlamak için o şey ya da kişi
felsefesinde, aıomculann algı anlayışın­ ile duyumdaşlık ya da duygudaşlık kurma
da, algılanan fiziksel nesnelerden yayılan, durumuna verilen ad. Kökleri Herder'de
algılayanın duyu organlarını uyaran, böy- bulunabilecek olan terim özellikle Visc-
lelikle de dış dünya üzerine bilgimizin her ve Llpps tarafından estetikte önemli
temelini oluşruran algı ve duyumlara yol bir yere konulmuş, sanat yapıtı ile "gü-
açan imgelere verilen genel ad. Demok- zel"in kavranmasında başat bir rol üst-
ritos ile Epikuros tarafından ortaya ko- lenmiştir. Yalnızca sanat yapıtının değil
nan atomcu doğa öğretisinin temelini o- başka öznelerin de kavranmasında bilgi
luşturan akışkanlar kuramında, algılamay­ edinme yordamı olarak ele alınan Einftih-
la sonuçlanan sürecin ilk ayağını eidola, bmg, benzeşim kurma yolu ile başkaları­
nesnelerden akıp yayılarak öznelerin gö- nın düşünce ve davranışlarının arılam­
zeneklerini dolduran parçacıklar oluştu­ landırılmasına aracılık eden bir tür du-
rur. Aynca bkz. akıtkanlar kuramı. yumdaş ya da duygudaş olma halidir.
Ayrıca bkz. özdeşJeyim.
eidos (Yun.) Platon'a gelinceye dek, gö-
rünüş, oluştlirucu doğa,tür, kavram, ayı- eironeia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesin-
461 eklenti

de biriyle ya da bir şeyle inceden inceye olan"ın (yııni her şeyin)"bir olan"dan
alay etme anlamında kullanılan terim: çıkması ya da doğması. Aynca bkz. tü-
"alaysılaına" (ironı) ya da "tersineleme" rüm; perilampsis.
Qstihza; saraka). ·
Sokmtcs'in kendisinin ne bildiğine eklemler mantığı bkz. önerme eklem-
dair ser verip sır vermeyeıek, hiçbir şey leri mantığı.
bilmediğini öne sürerek, bir şey bildiği
savında olan karşısındakine hiç de bir eklenti [İng. 111ppkmı111", Fr. snppli1111111",
şey bilmediğini gösterme; bilgisizliğini Alm. ıırpple111e114 Derrid9.'nın yapısöküm­
tanıtlama (yıı da "yüzüne vurma") yön- cü düşünce sürecinin işleyişinin daha ko-
temi. Aynca bkz. e/enkhos. lay k.ıvranabilmesi amacıyla geliştirdiği
post-yapısalcı felsefe terimi. Günümüz
Ekberiyye Mutasavvıflat arasında "Şey­ Fransızcası'nda nıppleir sözcüğü, "ekle-
hü'l-Ekber" olarak anılan Muhyiddin İb­ mek" ya da "ek yapmak", "doldurmak",
nü'l-Arabi'ye bağlı tasavvuf okulu. Ab- "tamamlamak" anl9.mlarına geldiği gibi,
dülkadir-i Geylani tarafından kurulan "yerine geçmek", "yerini almak", "yerini
Kadiriyye tarikaunın bir koludur. Bir tür tutmak", "yer değiştirmek" gibi anlamlar
tümtanncılığı savunan bu okula göre, da taşımakıadır. Derrida bu sözlük an-
evrendeki varhklann her biri Tanrı'nın lamlarının ışığı altında snpplime11ı terimiy-
görünümleri olduğundan insan onların le, bir yandan dildeki her sözcüğün aynı
bilgisine, dolayısıyla Tann'nın bilgisine, anda öteki sözcüklerin hem yerine geçe-
ancak ve ancak kendi içine döneıek ula- bildiğinin hem de onlara eklenebildiğinin
şabilir. Bu görüş İbnü'l-Arabi'nin felse- alunı çizerken, öbür yand9.n konuşma ile
fesinin temelini oluşturan vahtlıı-i vikiitl yazı arasındaki oynak dengeye, aralann-
t'varlığın birliği'') anlayışından kaynak- Jak:i sürekli değişen ilişkilerin varlığın9.
lanmaktadır. Ayrıca bkz. İbnü'l-Arabt, parmak basmaktadır. Buna göre eklenti,
Muhyiddin; vııhdet-i vücıid. hiçbir biçimde ek yapılması olanaklı ol-
mayan, ekleme çıkartma gereksinimi duy-
t:kei (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde, mayan, son halini alnuş bir bütün olarak
özellikle de Platon'da, görünürün ardın­ daha önceclen her yönüyle tamamlanmış
daki yaşanu, "öte dünya"yı ("düşünülür birşeye yapılan bir eklemeyi, eklenen bir
dünya'') nitelemek için kullanılan terim: kesimi anlatmaktadır. Ancak Derrida'nın
"ötcde(ki)" ya da "orada(ki)''. gözünde eklenti yalnızca belli bir ilişki
kipi, özellikle de karşıtlık ilişkisi temelin-
ckhcin (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde de ~rçelrleşmemektedir. Niırkim snppll-
"iyelik" ya da "sahip olma" ·anlamında 111e11t düşüncesi daha ~niş bir düzlemde,
kullanılan terim. Aristoteles 'in on kate- terimlerin hep kendi karşıdan yoluyla
gorisinden 0'kategorin) biri olan bu terim tanımlandıklannı ileri süren yapıs9.lcılığın
aynı zamanda Aristoteles'in kategorileri- temel savunularından "karşıt ikilikler"
ni dörde indirgeyen Stoacılığın kategori- görüşüne yönelik yapısöküdi eleştirinin
lerinden de biridir. doğal bir uzantısına karşılık gelmektedir.
Derrida bu bağlamda !11pplimeııt düşün­
eklampsis (Yun.) Platon'ıın metafiziği­ cesini, dilde bulu09.n hiçbir ikili karşıtlı­
nin oı:taçağa taşınmasında büyük pay sa- ğın terimlerinden birinin öteki üzerinde
hibi olan Plotinos'un, yaratılış sürecini; öncelikli bir konumda olmadığını, son
"Bir"in (I'ann'nın) yaratma sürecini açık­ çözümlemede gerçek anlamda varolanın
larken kullandığı eğretileme: "ileriye doğ­ yalnızca. aynmlar olduğunu vurgulamak
ru ışık saçma". Yeni Platonculuğun te- amacıyla kullanmakt:ıdır. Dile yönelik bu
mel ilkesi olarak "çok"un "bir"den, "çok temel s.1ptamayla bakıldığında, "konuş-
eko-feminizm 462

ma", "doğa'', "doğruluk" gibi kavramla- yani temel yapıtın gensıne konulmuş
rın karşıtları karşısında öteden beri var- süslemeyi anlatan pamgo11 terimi, buna
sayıldığının tersine hiçbir değer öncelik- çok benzer bir biçimde çalışmaktadır.
lerinin olmadığı üstünden atlanamayacak Eklenti, yapıtın genel bağlamına yapıtın
bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. zemini olarak bakıldığında yapıtın par-
Bunlar son çözümlemede bclli izlerin çası olarak görünürken, buna karşı yapı­
"eklentileri", "yer değiştirimleri" ya da tın kendisine zemin olarak bakıldığında
"ertelenimleri"dirler. Yoksa yapısalcıla­ yapıtın genel bağlamının bir parçası ola-
nn bellirttiği gibi, usmcrkczci bir dü- rak görülmektedir. Ayrıca bkz. Derrida,
şünce çerçevesinin değişmez sağlam da- Jacques.
yanaklan değil
Bu noktayı daha açık kılmak adına eko-feminizm [İng. emfe111i11i.mr, Fr. t•efe-
Derrida, Y11!(!bili111e Dair (196 7) başlıklı mi11is111e; Alm. ökoft111i11i1111Hs] İnsanoğlu­
kitabında şöyle yazmaktadır: "Eklentinin nun doğayı harap etmesini, doğal dün-
tuhaf özü özselliğinin bulunmayışıdır: yaya saygısızca davranmasını Batı kültü-
her zaman yer almayabilir. Dahası, söz- rünün her yerine sızmış olan ataerkilliğin
lük anlamıyla, asla yer almış değildir; asla bir uzantısı olarak gören; erkekiçinciliğin
şimdi ve burada bulunuyor değildir. Bu- hem "kadın''ı hem "doğa"yı yok sayarak
lunmuş olsaydı, olduğunu olmazdı: ek- "dişil kültür"ün soyunu tüketme çaba-
lentinin doğası ötekinin yerini almak, o- sında olduğunu öne süren feminist gö-
nun yerini korumaktır." Derrida'nın yine rüş.
aynı kitapta yaptığı Rousseau okuması, İnsanoğlunun doğaya üstünlük kur-
doğrudan doğruya Rousseau'nun tartış­ ma uğraşı ile erkeğin kadına
hükmetme
tığı "doğa/kültür" karşıtlığı bağlamında, çabası arasında derin bir yakınlık oldu-
eklenti sözcüğünün belirsizliği üstüne ğuna dikkat çeken eko-feminizm, çev-
dayanmaktadır. Bu bağlamda Rousseau' reyi korumak adına verilen mücadelenin
nun bütün bir metni boyunca metne yer özünde "ötcki"ne egemen olma peşin­
etmiş eklenti işleyişlerinin izini süren deki "erkek buyrukçuluğu"ııa karşı yü-
Dcrrida, eklentinin karar verilemez bir ri1tüldüğünü, bu nedenle de feminist içe-
kavram olarak ortaya çıkışının temel ne- rikli olduğunu ileri sürer. Aynca bkz. er-
denleri üstünde durmaktadır. Burada kekiçincilik; feminizm.
Derrida, kültürün doğaya eklenti olma-
dığını ama buna karşı doğanın daha ekoloji etiği bkz. uygulamalı etik.
baştan eklentilenmiş bir kendilik olduğu
gerç~ üstüne yo*unlaşarak, doğa ile ekolojik anarşizm bkz. amırıizm.
kültür karşıtlığını yapısöküme uğratma­
nın arayışı içindedir. Buradaki temel dü- ekonomi felsefesi [İng. philosopl[J of rço-
şünce kısaca şöyle özetlenebilir: "doğa" 110111i.r, Ft. philomphit du .t'"""'ecrmDlllİ·
terimi varolabilmek için karşıtı "kültür'' q11er, Alm. philosophie der ıvirtuh11ftsııisse11sr­
terimine gereksinim duyduğundan, daha hafl] En genel anlamda, bit bütün olarak
en başında eklenti oradadır. Burada söz ekonominin doğasını, özünü, amaçlarını,
konusu olan, eklentinin zorunlu olarak k.'lpsamını ve içeriğini araştıran; ekonomi
hep daha sonra geliyor olması değil, ön- biliminin yararlandığı tasarunlan, uğmş­
celiği varsayılan doğa teriminin tam da uğı sorunları, ulaştığı sonuçları felsefi a-
kendisinin bir eklenti olmasıdır. Daha a- çıdan irdeleyen; ekonomi kuramlarının
çık bir deyişle söylenecek olursa, eklenti- karşılaştığı yöntembilgisel sorunların çö-
leme süreci hem erteleme, hem de ayrı zümlerini araştıran; ekonomik süreçlerin
olma olarak *Jijfirmıa'ın bir görünümü- anlaşılmasında yapılan genellemelerin, be-
dür. Bu bağlamda Derrida'nın eıııoıı'un, lirlenen yasaların, sorgulanmaksızın baş-
463 ekonomi felsefesi

tan benimsenen önkabullerin geçerlilik- lim olarak temellendirme sorunu karşı­


lerini sorgulayan; ekonomik varsayımla­ sında son dönemde baş gc;steren yeni bir
nn ekonomik süreçlere başvurarak nasıl görüşe göre ise ekonomi üstüne çalış­
sınanacaklarını açıklayan; ekonominin malarda karşılaşılan ussal seçim tasarı­
"mikroekonomi'', "makroekonomi", "C- mının altında yatan varsayımlann hem
konometri" gibi altalanlannın birbirleriy- zararsız olduğu hem de herhangi bir bi-
le olan bağlantılarını inceleyen; "Yeni lim dalında yapılan idealleştirmeler denli
Klasik", "Kurumsala", "Marxçı" gibi e- kaçınılmaz olduklan savunulmaktadır.
konomi kuramlarını birbirleriyle karşıla~ İktisatçılar olsun, siyaset felsefecileri
tırarak, aralarında bir seçime nasıl gidile- olsun çalışmalannın önemli bir bölümü-
ceğine ilişkin ölçütler koyan; ekonomi- nü az bulunur mallann adil, eşit, hakça
nin felsefe ile ilişkisini kurup temı:llen­ dağıtımını sağlayacak ilkeleri araştırmaya
dirmeye çalışırken başta felsefeye ilişkin ayırmıştır. Bu nedenle Yeni Klasik eko-
içerimleri üstüne yoğunlaşarak ekonomi nomi kuramı ahilik felsefesinde "yararcı-·
biliminin doğasını bütün yönleriyle diz- lık'' adıyla anılan felsefe akımıyla ortak
geli bir biçimde ele alan felsefe dalı. bir tarihi paylaşmaktııdır. Çağdaş refah
Tarihsel açıdan bakıldığında, ekono- kuramcıları, en iyi ekonomik ve siyasal
mi felsefesinin başlıca ilgi odağını "eko- düzenlemelerin yaran, refahı ve geçim
nomik insan" ~homo «Ot10111İa11) tasanrnı­ düzeyini çoğaltıp eşit bir biçimde dağıt­
nın altında yatan varsayımlann deneysel ması gerekliliğinden yola çıkarak yararcı
anlamda yeterliliği konusu oluşturur. Bu ekonomi reçetelerinin sınırlanna yönelik
tasarım, kısaca bütün insanlımn yararla- olarak ar-&şurmalarını sürdürmektedir.
nn aşama aşama sıralandığı geçici bir ya- Bir yandan da yararcılığın temel ilkele-
ı:ar ölçeği yıı da yarar tercih düzenine sa- rine seçenek olarak ortaya konan reçe-
hip olduğunu, insanların her zaman için. telerin sınırlan araştınlmaktadır. Bütün
önlerindeki olanaklar içinden yamrlannı bunlar gösteriyor ki ekonominin en a-
ya da tercihlerini yükselteni seçtiklerini zından siyaset felsefesi ile ahlıik felsefesi
varsaymaktadır. Ne var ki insanların ger- çerçevesinc!e felsefeyle ortak ilgileri bu-
çek davranı'1an bu varsayılnlan çürüt- lunmaktadır. Ne var ki gerek felsefedeki
müş olduğundan ötürü, söz konusu var- yararcılığın gerekse ekonomideki yarar-
sayımların insanların ekonomik davra- alığın, yararların gerçek anlamda ne öl-
nışlarını önceleyen birtakım nedensel ya- çülebilir olduklan ne de kişiler arasında
salar oluşturduğu savını savunmak son karşılaştınlabilir olduklan yönünde yapı­
dc:rc:cc: güçtür. Buna karşın, "seçenek ar- lan eleştirilerle büyük ölçüde. önü kesil-
ıırma )•& da tercih yükseltme davranışı" miştir. Yine ite refah knramcılan eşitliği,
varsayımı XX. yüzyıl ekonomi çalışmala­ adaleti, hakça paylaşımı sağlayacak ilke-
nnın kaçınılmaz bir biçimde başvurduk­ lere yönelik arayışlannı sürdürmektedir-
hırı bir varsayım olarak görülmektedir. ler. Bu arayışlarında da bir yarar dağılı­
Hütiin bunlar ekonomi kuramının gerek mının olabildiğince insana eşit ve adil
ııı,.ıklama gücü yüksek ölçütler ortaya dağıtılıp dağıtılmadığını, bütün insanlua
koyması gerekse doğa bilimlerinde ol- ulaşıp ulaşmadığını ölçmek iÇin kişiler-a­
ı luğu türden kanıtlar sunması savının al- rası karşılaştınlabilirlik ölçütüne gerek
ıını oymaktadır. Nitekim iktisatçılar ve olmadığını düşünmektedirler. Refah ikti-
folsefecilerce yapılan pek çok çalışmanın, satçılan yararalık akımı dışında felsefe-
ussal seçim kuramının varsayımlarındaki nin kimi başka düşüncelerinden de bes-
yanlışlar ile deneysel bir bilim olma sa- lenmektedirler. Bu bağlamda özellikle
\•ııula bulunan ekonominin bilgi sunma Kantçı, toplumsal sözleşmeci, toplumcu
değergesinin sorgulanmasına adanmış ol- seçenekler araştırma izlencelerinde şu ya
ılıı~ gözlenmektedir. Ekonomiyi bir bi- da bu biçimlerde yer almaktadır. Siyaset
ekosofi 464

felsefesi ekonomi kuramının refah eko- Elea Okulu (Elealılar; Eleactlık) [İng.
nomisi kolumla baş gösteren yenilikler- Blrmir SdJOol, Eleatits, Eleatisur, Fr. Emle
den yararlanırken, buna lmrşılık refah Eliatiq11e, Eli<ıtis111e, Alm. Eknlisdıe SılJ11k,
ekonomisi de ahlak felsefesindeki son Eleate11, EknİiSlltus] Güney İtalya'daki Es-
dönem tartışmalanndan yararlanmakta- ki Yunan şehri Elea'da M.Ô. V. yüzyılda
dır. Refah ekonomisinde özellikle piya- Parmenides tarafından kurulduğu kabul
saların etkinliği üzerine ortaya aulah teo- edilen "Soknıtes öncesi" felsefe okulu.
remler (kanıtsavlar) felsefecilerin serbest Kimi felsefe tarihçileri "varlık"ı felsefe-
piyasa ekonomisinin ahlaksal konumunu nin temel kavramlanndan biri haline ge-
soruşturmalanna yol açmaktadır. Ancak tiren bu okulun kurucusu olarak Platon
son birkaç on yılda ekonomi disiplininin ve Aristoteles gibi kaynaklara dayanarak
giderek artan oranda matematiksel bir Parmenides'in hocası Ksenophanes'i de
dille, sayısal verilerle iş görür bir hale gösterir. Parmenides'in bölünemez ve
gelmiş olması, ekonomi felsefesi yapan- değiştirilemez tek bir gerçeklik olduğu
ların ekonomide yapılan tartışmalardan yönündeki ''Varlığın Bir'liği" savına da-
uzaklaşmalan gibi tehlikeli bir sonuca yanan okulun temel öğretisinde yalnızca
yol açmaktadır. Aynca bkz. Sınith, A- düşünceyle kavranabilen bu saltık Var-
dam; Marx, Kari; Engels, Friedrich; lık'ın ve niteliklerinin dışında kalanlar;
Hayek, Friedrich August von. "çokluk", "değişim", "oluş", yanılsama
olarak görülerek yadsınır. Bu kavramla-
ekosofi ~ng. e"rJSopkJ] bkz. Derin Eko- nn doğalan gereği kendi içlerinde çeliş­
loji. kili olduklarını göstererek, evreni bir bü-
tün olarak içindeki görüngülerle birlikte
ekpyrosis (Yun.) İlk.çağ Yunan felsefe- açıklamak için uygun olmadıklannı ta-
sinde, öncelikle Herakleitos 'a atfedilen, nıtlamaya çalıştığı bir dizi uslamlamadan
Stoacı evrenbilgisi kuramında da geçen, oluşan açmazlanyla tanınan Zenon, Par-
dünyanın "ateş" tarafından aşama aşama menides'ten sonra okulun en önemli
yok edileceği öğretisini vurgulayan terim: temsilcisidir. Okulun diğer önemli izle-
"tansık ya da bitimsiz ateş". yicisi ise Melissos'tur. Melissos ile Zc-
non oluş ile çokluğu olanaklı kılan ku-
eksousia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe- ramlara karşı Parmenides'in yolundan
sinde, özellikle de Aristoteles'te, "erk" yürüyerek yeni karşı çıkışlar geliştirmiş­
ya da "iktidar'' anlamında kullanılan te- lerdir. Elea Okulu'nun "metafizikçi" dü-
rim. şünürleri, "ilk filozoflar" olarak bilinen
Ye kendilerini çevreleyen c\'reni açıkla­
ekstasis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe- vabilrnek için maddi bir töz, bir ""nrkhe
sinde *esrime ya da "gizemli birlik" an- ;trayışı içine giren İ yonya Fizikçileri'nin
lamında kullanılan terim: "tannsal coşku karşısına "idealist", "tinselci" bir arayışla
ya da kendinden geçme". çıkıruşlardır. Bu aynı zamanda çokluk/
birlik, görülür dünya/ duyulur dünya, de-
El-Birühi bkz. Biruni. ğişirlik/ değişmezlik, devinim/ durağanlık,
varlık/varlık olmayan... gibi birbirine
El-Flrabi bkz. Fiirabt. karşll uçların savunulduğu yüzyıllarca
sürecek olan felsefi tartışmanın da baş­
El-Gazili bkz. Gazili. langıcıdır. Elealılar ortaya koydukları us-
lamlamalarla ielsefı düşünüşte ı•eni bir
El-Kindi bkz. Kindi. çığır açmış; kendilerinden sonra gelen fi-
lozoflar "oluşun yadsınması" sonımıyla
Ban vitalbkz. yaşam(a) atılımı. yüzleşmeden düşünemez olmuşlardır. P-
465 clettirel usçuluk

laton ile Aristotelcs'e gelinene dek İlkçağ dış dünyaya ilişkin bilgimizin her zaman
Yunan Fclsefesi'ne egemen olan Eleacı­ uözne", "düşi.inme ya da algı", "nesne'·
lığın uslamlama yönteminin gerek man- üçlüsünün biraradalığını gerektirdiğini
tığına gerekse felsefi öndayanaklarıruı ö- savlar. Eleştirel gerçekçilikte zihin dün-
nemli sayılabilecek bir karşı. çıkış ohna- yayı ancak algı ve düşünmenin aracılı­
rnıştır. Aynca bkz. ilkçağ felsefesi; K- ğıyla bilebilir; bütün sorunsa bu aracı­
senophanes; Parmenides; Zenon (E- larla bize sundukları IP'f'kler arasındaki
lealı]. ilişkinin açıklanmasında yatmaktadır.
1916 yılında R. W. Sellars (1880-1973),
c/enkhos (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe- Bertrand Russell ile G. E. Moore gibi
sinde "ince eleyip sık dokumak'·; "çap- düşünürlerin savundukları Yeni Gerçek-
raz sorgulama"; "çürütme" a.nlaınlannda çilik anlayışına bir tepki olarak Critkal
kullanılan terim. Platon'un ilk diyalogla- RuJimı adıyla bir kitap yayımlamış; 1920
nnda Sokrates'in bir şey bildiğini öne sü- yılında bir grt.1p felsefecinin bu kitabın
ren karşısındaki tartışmacıya, konuşma yeni basımına katkıda bulunmasıyla akı­
sırasında kendi söyledikleriyle çelişkiye mın manifestosu sayılan Es.rl!JS i11 Criliça/
düşmesini sağlayarak, bilgisizliğini tanıt­ &alis111: A Coopemlive Sıut!J of ıhe Problt111
lama yöntemi. of K110111lttlge (Eleştirel
Gerçekçilik Yazı­
Sokrates'in ek11k/ıos yöntemi, kaı:şısın­ lan: Bilgi Sorunu Üzerine Ortak Bir Ça-
dakinin uslamlamalannı çürütmeye d•ı­ lışma) adlı yapıt onaya çıkmıştır. Eleşti­
yanmasına karşın tümüyle olumsuz bir rel gerçekçiliğin bu yapıta katkı yap-.ın
yöntem değildir. Kişinin bilgisizliğinin ya önde gelen üyeleri arasında George San-
da bildiğini sandığı şeyin doğru bilgi ol- ı.ıyana (1863-1952) ve A. O. Lovcjoy'un
madığının farkına varması, onu daha (1873-1962) adları sayılabilir. Aynca bkz.
fazla araşurmaya, sorgulamaya yöneltir. Yeni Gerçekçilik.
Bu yöntemin en rahatsız edici yanı ise
Sokrates 'in düşüncelerini kendine sakla- elettirel idealizm [İng. mlicai idenlimı;
yıp hiçbir şey ileri sürmemesi ve devamlı Fr. idia/is111r mliqne; Alm. /erilis,her idealis-
karşısındakini köşeye sıkıştumasıdır. A- mmj bkz. atkınıal idealizm.
ristoteles Sofistlerin yanlış çıkarımları ü-
7.erine yazdığı yapıta S opbislİ&İ Efe11_ç/Jj adı­ Elettirel Kuram png. Criıiml Theory, Fr.
nı vererek, bu çürütme yöntemine sıcak Thiorie CrİIİIJtıt', Alm. Krilisdıe Tbeorie)
bakmadığını göstermiştir. Aynca bkz. .(g- Frankfurt Okulu'yla birlikte anılan, Marx-
noratio elenchi çılığın bir yorumu olan Eleştirel Kuram
için bkz. Frankfun Okulu.
eleştirel felsefe bkz. eleştiricilik.
elettirel usçuluk [İng. mliml ra1io11ali.r111;
cleştirel gerçekçilik ~ng. m"'41 rralimı; Fr. ratiorıali.rme mlique; Alm. krilisçher rali-
Fr. ri111isntt mlitpır, Alm. /eritirdıer realis- 011aG.r11111s] Kari Popper'in (1902- 1994)
m11s) Dış dünyaya ilişkin bilgimiz konu- kendi felsefe duruşunu, felsefece bakışı­
sunda Yeni Gcrçekçilik'e karşı eleştirel nı nitelemek için kullandığı deyim. Pop-
bir tutum alan, XIX. yüzyıl sonlarından per'in usçuluğu seçişinde, deneycilikten
l 9401ara değin etkili olmuş felsefe akı­ çok usdışıcılığa karşı durmak istemesi te-
nu. İngiltere'de Cambridge'tcn Dawes mel etkendir. Bu görüşe göre bilgi arayı­
Hicks'in, ABD'de ise R. W. Sellars'ın sa- şında ilerleme sağlamak olanaklıdır; bu
vunuculuğunu yaptığı bu akımın sundu- olanaksa cesur varsayımlar ve savlar be-
ğu bilgikuramı görüşü idealizmi yadsır; nimseyip bunları ağır sınamalara tabi tu-
buna karşı Yeni Gerçekçilerin doğrudan, tarak gerçekleştirilebilir. Poppcr'in eleşti­
yalın gerçekçiliğini de bir tar.ıfa koyarak rel usçuluğu (ve dolayısıyla yanlışlamaa-
eleştiricilik 466

lığı),bilimsel bilgiye ulaşmada doğrula­ geçersiz kılarak, kendinden sonraki pek


ma yöntemine bel bağlayan olgucL1luğun çok düşünür üzerinde son derece önemli
dogmacı usçuluğuna karşı bir tepki ola- etkilerde bulunması bir yana felsefe tari-
rak ortaya konmuştur. hinin akışı yönünü değiştirmiştir. Nite-
Kimi felsefe tarihçileri XVIII. yüzyıl kim Kant'ın felsefede "Copernicus Dev-
usçuluğuna ya da Kıta Usçulan'na (Des- ıimi"ni gerçekleştirdiği düşüncesinin ard-
cartes, Spinoza, Leibniz) karşı Kant'ın yöresinde bu saptama yatmaktadır. Ay-
ortaya koyduğu biçimiyle usçuluğu da nca bkz. aşkınsal idealizm; aşkınsal
"eleştirel usçuluk" diye adlandınlmışlar­ felsefe; Kant, lmmanuel.
dır. Aynca bkz. usçuluk; yanlışlamacı­
lık; Popper, Kari Reimund. · deutheria (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
sinde, özellikle de Aristoteles'te, "öz-
eleştiricilik [İng. mtid!l1r, Fr. mtınsme; gürlük" ya da "bağımsızlık" anlamında
Alm. kn·li~mur, es. t. inti/eadfıye] Sözlük kullanılan terim.
anlamıyla, bir konunun, bir düşüncenin
ya da bir kimsenin eylemlerinin çözüm- Elis-Eretria Okulu [İng. Sfhool of Elis-
lenerek benzerleriyle ya da ideal olanla Eretria, Elian and Erelrian Sfhoolr, Fr. Eco-
karşılaştınlmasına "eleştiri"; bu yolu yön- k d'Elil-Eritrie, Dorlrine d'Ew et d'Eritrie;
tem olarak benimsemeye de "eleştirici­ Alm. Sdıule von Ew-Eretria) İlkçağ Yunan
lik" denir. Felsefe açısından eleştiricilik felsefesinde, Sokrates'in ölümünün (M.
büyük oranda Immanuel Kant'ın öncü- ô. 399) hemen ardından öğrencisi Elisli
lüğünü yaptığı felsefece duruşun etkisiy- Phaidon tarafından kurulan, sonralan ise
le belirlenmiştir. Kant, An Usun Eleşti­ Phaidon'un tilmizi Menedemos'un doğ­
risi, Pratik Akim Eleştiri.si ve Y argıgikiiniin duğu yer olan Eretria'ya taşınan Sokra-
Eleştiri.si olmak üzere yazdığı -her biri tesçi okul.
birer başyapıt olan- üç ayn kitapta insa- Elis-Eretria Okulu'nun temsilcilerin-
nın usunun sınırlarını ve insanın bilgile- den günümüze hiçbir yapıt ulaşmadığın­
rinin olanaklılığını irdelemiştir. Bu eleşti­ dan, bu okul üzerine bilgimiz daha çok
rel yöntemiyle dogmacılıktan ve kuşku­ Diogenes Laertios ile Gcero'nun aktar-
culuktan ırak bir yere "konuşlanan" Kant, dıklarına dayanıyor da olsa, Sokrates 'in
yerleşik tüm değerleri ve kurumlan eleş­ izinden giden tüm okullar gibi, onun da
tiri süzgecinden geçiren ve yalnızca ken- ahlak felsefesini başköşeye yerleştirdi­
di usundan güç alan Aydınlanmaa bire- ğine, ahlfilda felsefeyi özdeşleştirdiğine
yin oluşumuna büyük katkıda bulunmuş­ kuşku yoktur. Platon'un bildirdiğine gö-
tur. re (Platon Diyaloglar'ından birine Phai-
Eleştiricilik ya da kimileyin "eleştirel don adını vermiştir) Elisli Phaidon Sok-
felsefe" diye adlandırılan Kant'ın felsefe rates'in en çok tuttuğu öğrencilerinden
anlayışında bilgi ya da doğruluk sorunu- biriymiş. Phaidon'un bazı Sokratesçi di-
nun çözümü, insan usunun ilkece neyi yalogların yazan olduğu öne sürülmüşse
bilip neyi bilemeyeceğinin sınırJannın çi- de bunlardan yalnızca Zopl!Jroı ile Simon'
zilmesine bağlı olarak sunulmaktadır. Bu- un onun yapıtları olduğuna kesin gözüy-
na göre, bilgi her durumda anlama yetisi- le bakılmaktadır. Her iki diyalog da ah-
nin kategorilerinde deneyden gelen duyu J.filda ilgili konulan işler; özellikle de Si-
verilerinin işlenmesiyle olanaklıdır. Kant 1non'da Phaidon çeşitli erdem anlayışları
usçuluk ile deneycilik arasında gittiği bu ile bunların hazla ilişkilerini, hazza bakış
bireşimle bir anlamda temel felsefe so- açılarını konu edinir: kimi hazlann ya da
runlarından birini rinsamn kesin bilgiye belirli zevklerin erdemle uyum içinde ol-
ya da kuşkuya yer bırakmayan bir açık­ duğunu, bu türden hazların erdemli bir
lıkta doğruya ulaşması olanaklı mıdır?) yaşam sürme ülküsüne leke düşürmeye-
467 Empcdokles

ceğini savunur. Phaidon'un felsefesi, da- mahkıim edilmek konusunda Sokrates'le


ha çok Sokrntcs'in soylu yaşamından alı­ aynı yazgıyı p-aylaşmamışolsa da, Menc-
nacak dersleri aktarmak ve insan yaşa­ dcmos da devlete düşmanlık suçıından
mında felsefenin yerini, yeniden biçim- adil olmayan bir biçimde hüküm giyerek
lendirme gücünü wrgulamak üzerine yurdu Eretria'dan sürgün edilmiş ve da-
kurulmuştur: "İnsanoğlu dış koşullara al- ha sonra gittiği yerde canına kıymıştır.
dınnaksızın tinsel özgürlüğünü yalnızca Aynca bkz. Megara Okulu; Sokratesçi
fclscfcyle kurtarabilir." Okullar.
Elis-Eretria Okulu'nun ilk dönemi-
nin Phaidon'dan sonraki en önemli tem- misli P.yrrhon bkz. Pyrrhonculuk.
silcisi, hakkında pek fazla bilgi sahibi
olniadığımız FJisli Plestanos'tur. Kimi Empedokles (M.ô. ykl. 495-435) Aris-
kinik özellikler taşımakla birlikte, Ank- toteles'in ıctoriğin yaratıcısı olarak se-
hipylos ile Moskhos da okulun FJis dö- lamladığı E.~ki Yunanlı filozof, hatip,
neminin üyeleri arasında gösterilir. An- ozan, devlet adamı ve hekim. Sokrates
cak hiç kuşku yok ki Phaidon'un felsefe öncesi doğa fclscfcsi döneminin son 6-
mirasını tam anlamıyla devralan fılozof, lozoflanndan biri olan Empcdokles, dö-
okulun yeni döneminin kurucusu Erct- neminde "insanüstü" bir kişilik olarak
rialı Mencdemos'tur. Mcnedcmos, nere- (kendisinin bir "tanrı" olduğunu iddia
deyse kendini Sokrntes'in yerine koyup, ediyordu) oldukça büyük saygı görmiiş;
Platon, Ksenokratcs, Kirencli Paraebatcs ölümünün ardından Etna Dağı kraterine
ve Mcgaralı Aleksinos ile Acskhines 'i atladığına dair bir efsane bile türemiştir.
Sokrntes'i yeterince anlamamakla eleştir­ Ayetler biçiminde yazdığı şiirlerinden
miştir. Sokrntcs'in sa\'llnuculuğuna so- Ptri p~ıeoı (Doğa Üzerine) ve IVıtbamtol
yunıın Mencdemos, özellikle Sokratesçi nin (Arınmalar) ba7.ı bölümleri günümü-
okullardan Mcgara Okulu'yla uğraşmış; ze kadar ulaşmıştır. Bu şiirlerinde, özel-
onlann ne pahasına olursa olsun birta- likle de Dola Ü~ı'de ana hatlanm bul-
kım dil cambazlıklarıyla karşısındakini alt duğumuz felsefesinde Empcdokles, Par-
etme çabalarını bir "tartışma sanab" diye mcnidcs'i izleyerek "lıerşcyin birliği" il-
yutturma girişimlerini kıyasıya eleştirmiş­ kesine sıkı sıkıya bağlanmış; doğadaki
tir. Mencdcmos'a göre, Megarahlann ge- her şeyin *dört öğe olarak bilinen toprak,
liştirdikleri eristik yöntem, ya da "didi- su, hava ve ateşin çeşitli oranlardaki bile-
şimcilik", Sokratcs'in ruhuna kesinlikle şimlerinden oluştuğunu öne sürmüştür.
aykırıydı. Gerçi Sokratcs de karşısında­ Empcdokles'e göre bu oranlan belirleyip
kinin ağzından laf almalı. için kimi dil doğaya biçim veren güçlerse pbilin C'sev-
oyunlarına başvuruyordu; ancak bunu gi'') ile ntihJltur C'nefrct''). Tıpkı evren-
hakikati yoksaymak için değil de "ha- de sürcgiden "oluş" ve "dcngc"yi karşıt­
kikatin ardına düşmek" adına yapıyordu. lıkların çatışmasıyla açıklayan Heraldei-
Ahlak fclscfcsinde Mencdemos, ayn tos gibi Empcdoklcs de cvrcnbilgisini bu
ayn adlarla adlandınlsa da tek bir erde- iki kavramın ya da gücün birbirleriyle sü-
min olduğunu savunuyordu. Euklcides' ıckli bir çatışma içinde olması olgıısuna
in "İyinin Birliği" düşüncesini destekle- dayandırmıştır. Buna göre neiWun, yani
yip iyi ile erdemi özdeşleştiren Menedc- "nefıct'.'in yıkıcı etkisinin karşısında dcn-
mos, insana yıiraşır erdemli bir yaşamın gclcyici bir güç olarak oluşturucu ve ya-
yolunun "felsefece düşünmekten, felsefi pıcı bir ilke olan philia, yani "sevgi" va,r-
bir eğitim almaktan geçtiğinin altını ko- dır. Bu biçimde ortaya koyduğu cvrcn-
yuca çizmiştir. Menedemos'un sonu da bilgisini, Pythagom'tan aldığı "ruh gö-
saygıda kusur etmediği Sokrates'in hazin çü" öğretisini de kullanarak, Annmalm'
sonunu andırır. Her ne kadar ölüme da kendine özgü bir tannbilim kuramıyla
enıpeiria 468

birleştirenEmpedokles, özellikle "dört sefesinde Aristoteles tarafından bir ola-


öğe" savıyla Aristoteles ve sonraki filo- nağı gerçekleştirme bağlamında gizilgüç
zoflar üzerinde oldukça etkili olmuştur. olanı gerçek olana dönüştüren güç ola-
Aynca bkz. ilkçağ felsefesi; Parmeni- rak kullanılmışur. Salt edim olarak eıırr­
des; Herakleitos. geia, gizilgüçten, yani potansiyel durum-
dan tümüyle sıynlmış; kendini gerçek-
empciria (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe- leştirmeye adım atmış olan varlıktır.
sinde, özellikle de Aristoteles'te, "dene- Terimin kökenine inildiğinde, Aristo-
yim" ya da "yaşana'' anlamında kullanı­ teles'in nıergtia'yı "işlev", "işleyiş" ya da
lan terim. "iş" anlamına gelen *erxoıı'dan türettiğini
görürüz. Erxon bir şeyin doğal olarak
empirizm bkz. deneycilik. kendisine uygun işlevi görmesi; kendi-
sinde saklı bulunan gizilgüce (tfynamis),
en büyük mutluluk ilkesi bkz. yarar- sahip olduğu yetiye göre iş görmesidir.
lılık
ilkesi Eski Yunanca'da "içinde" anlamına ge-
len m- önekiyle türetilmiş en-ergeia böyle-
en yüksek iyi bkz. summum bonum. ce Aristotdes'te işleyen, işlev gören var-
lığa karşılık gelir ve en kısa yoldan da
enantios (enantia) (Yun) İlkçağ Yu- *telos (erek) kavramıyla ilişkilendirilir. İş­
nan felsefesinde, ilkin Anaksimandros'ta lt.-v bir amaç olduğundan, bir nesnenin
geçen, "karşıt" ya da "zıt" anlamında işlevi de onun telolll ya da ereği oldu-
kullanılan terim. Aynca enanliotes sözcü- ğundan, enerxeia aynı zamanda tamam-
ğii "karşıtlık" için kullanılırken, tHantiosis lanma durumundaki varlık olan enttkk-
de "karşı(t) olma" anlamına gelir. htia ile de kesin bir şekilde bağlanalıdır
(Metajiz!lt., I049b-1050a). Zaten bu iki
cnargeia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe- terim Aristoteles'te özdeş olmasalar da
sinde özellikle Epikurosçuluktan itibaren çok yakın anlamlarda kullanılırlar. Eııer­
"açıklık", "belirginlik" ya da "duruluk" .?.ffn etkinlik olarak gerçeklik ya da etkin-
anlamında kullanılan terim: "kendinden liğin gerçekleşmesi iken, enttlck/ıcia ı..1-
açıklık" ya da "apaçıklık". mamlanma olarak gerçeklik ya da ger-
çekliğin tamamlanmasıdır. Karşıtı için
endeklıomenos (Yun.) İlkçağ Yunan bkz. cJ.vnamis. Aynca bkz. entelekheia.
felsefesinde, özellikle de Aristoteles'te,
"olumsal" anlamında kullanılan terim; Engelı, Friedrich (1820-1895) Kendi-
ne zorunlu ne de olanaksız olan, olması sini Marx'ın "küçük ortağı'• saysa da adı
kadar olmaması da olası olan. Kari Marx'ın adıyla birlil..-ıe anılmadan
geçilemeyecek denli önemli, Lenin'in de-
· endokson (endoksa) (Yun.) İlkçağ Yu- yişiyle, "Marx'ın ölümünden sonra uygar
nan felsefesinde, özellikle de Aristote- dünyadaki proletaryanın en iyi öğretme­
les'te, ortak, kabul görmüş, itibar edilen ni ve düşünürü" olan sosyalist kuramcı
düşünceler; "genel kanı" anlaırunda kul- ve eylemci. Ailesinin baslasıyla, eğitimini
lanılan terim. Aristoteles endoltıdyı her- tamamlayamadan iş dünyasına girmek zo-
kese, çoğunluğa ya da insan aklına doğ­ runda kalan Engels yine de felsefeyle i-
ruya yakın gibi gözüken önermeler diye lişkisini koparmayarak, o dönemde gö-
tanımlamıştır (Başlıklar 1, 1OOa-b). rüşleri Alman üniversitelerinde yaygın o-
lan Hegel'in etkisi altına girer. Hegel'in
energeia (Yun.) Etkinlik, edim, edimsel- öğretilerini devrimci bulan Engels, He-
lik, gcrçcklc~me gibi anlamlara karşılık gclci felsefenin ilerlemeci özünden hare-
gelen bu terim, ilk kez ilkçağ Yunan fel- ketle, tıpkı doğadaki değişimler gibi, top-
469 Engels, Friedrich

!umun önündeki engellerin kaldınlarak kavranabileceğini savunur. Serbest tica-


toplumsal değişimlerin sağlanabileceğine-, ret ve rekabet kavramlarına Hegelci de-
yani devrimlerin yapılabileceğine inan- ğillemeler 11ygulayarak, iktisadi bunalı­
maktadır. mın kaçınılmaz olarak derinleşeceğini,
llzun yıllar Marx'ın yapıtlarının fe-lse- sorunun çüzümününse sınıf çatışması si-
fece yorumlanması için, savunulması için yaseti ile komünizm öğretilerinde oldu-
hemen hemen biricik yol olarak görülen ğunu ileri sürer. Dit Lıge d" arbtitmdnı
yapıtları arasında Anti-Diihring: Hm E11- K/as;e in Englmtd (İngiltere'de İşçi Sınıfı­
gen Diihrings Unnı•iilZf11ıg titr Wissensdmft nın Durumu, 1845) adlı yapıtındaysa
(Anti-Dühring: Bay Eugen Dühringrın çağdaş sanayide sömürüyii ve proletar-
Bilimi Başaşağı E.dişi, 1878), SodaliS111t 11- yanın yoksulluğunu birinci elden tanıklı­
ıopiq11t et ;oda/itme ıı:itntifiq11e (Ütopyacı ğa dayalı olarak gözler önüne serer.
Sosyalizm ile Bilimsd Sosyalizm, t 880), 1844'te Almanya'ya dönd(iğünde si-
TJ1dsig Fmerba&h mu/ der At1{gat1g der kla.r- yasal çizgisini K.ırl llfarx iıe ortaklaşa
.ri.rdmı de11/fche11 Philosuphit (Ludwig Feu- ya7.dığı kitaphırla siirdürür: Die heifiJ!,t
erb-Jch ve Klasik Alman Felsefesinin So- Fa111ilie (Kutsal AJe, 1845), Die ılc11Uı-hı:
mı, 1888) sayılabilir. Dtr Urspnmg der Fa- ldeologie (Aıman İdeolojisi, 1845), Mmıi­
milie, des Privateigent11111s 1111d det Staaıu (Ai- fuı der ko1111111111ifti;cheıı Pdftei (Komünist
lenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kö- Parti Manifestosu, 1848).
keni, 1884) ile ölümünden sonra yayım­ Felsefe açısından EngeL~'in katlcm-
lanan Dialeklik der Nahlr (Doğanın Di- nın, Marx'ın ağır etkisi yüzünden her ne
yalektiği, 1925) aynca anılmaya değer iki kadar tam bir belirginlik olmasa da, "ta-
önemli yapıtıdır. rihin maddeci kavranışı" ve "diyalektiğin
Gençlik yıllarında teknolojiye ve bi- yasaları'' kavramları olduğu sôylenelıilir.
lime duyduğu ilginin zamanın sanayi iş­ Marx'ın varsayımlarının madde-zihin iki-
çi.lerinin yaşam koşullarını araştırma ça- liğini içerdiğini, Marx'ın yapıtl:ırınınHe-
basıyla birleşmesi sonucunda, kısa za- gelci önermeler dizgesinin bir parçası ol-
manda önce komünizme yönelmesini sağ­ duğunu, Marx'ı ve onıin başarılarını an-
layan Moses Hess'le (1842), ardından da lamak icin Hegcl'in diyalektik kavramın­
çeşiıli dergilerde yayımlanan yazılarıyla dan türetilen bir yônıembilgisi gerektif,~­
dikkatini çektiği Kari Marx'la (1844) ta- ni vurgulayan kişi Erıgels'ıir.
nışır. Babasının işini yürütmek için gittiği Engels'in "bilimsel sosyalizm" görü-
İngiltere'deyken (1842-1844), sosyalizm şü, Alman felsefesi içindeki sosyalist \•e
ya da komiinizm (o zamanlar bu ikisi komünist hareketin düşünsel kanadının
aralannıfaki fark gôzetilmeden kullanılı­ oluşumunda aslan payına sahiptir. En-
yordu) kavramlarına özel dikkat sarfede- gels yaşamı boyunca maddi, toplumsal
rek toplumsal sorunlar ve sınıf çatışması ve kavramsal dünyalara yayılışını felse-
siy:ıseti üzerine hem Almanca hem de fece bir dizgeden kavrayabildiğimi7.i dii-
İngilizce yazılar yazan Engels, üretim şiindüğii doğrular ile ilerici siyaset dün-
kaynaklarının ortak mülkiyetine dayalı, e- yasını birleştirmeyi tasarlamıştır. Ona gö-
şiılikçi, paraya dayalı olmayan, toplumsal re bu doğrular arasında Marx'ın "artı-de··
bölüşümün demokratik biçimde karar a- ğer" kavramı da vardır. Marx'ın tanıttığı
lacak kurumlarla bütünleştiği bir sistem bu kavram ve diğerleri Engels'c göre
önerir. "Umrisse zu einer Kritik der Na- devrimci siyas:ıl taktiğin kilit öğekridir.
tionaWkonoınie" ("Ulusal İktisadın E- Ancak, Engels'in kendisinin felsefece
leştirisinin Anahatları", 1844) adlı Marx' düşüncelerden siyasal eyleme geçişin
ın da ilgisini çeken bir yazısında tarih yollarını bilen bir uzman olduğunu süy-
boyunca ussallığın gelişiminin hem ikti- lemck pek kofay değildir. Aynca felsefe-
sadi kuramda hem de iktisadi eylemde si, felsefece sa\'1.ınulabilir ya da si~·asal
enkrateia 470

bakımdan yararlı bir özne kavranu oluş­ ens a se (Lat.) Ortaçağ felsefesinde va-
turmaktan da uzaktır. rolmak için kendinden başka hiçbir şeye
1970'lere dek Marx'ın düşüncelerini gereksinim duymayan, kendi kendisinin
ve değerini anlamada en etkili yol En- nedeni olan, varoluşu zorunlu olan var-
gels'in çizdiği çerçeve idi. Bu çerçeve En- lığa, yani Tann'ya verilen ad: "kendinden
gels'in felsefe anlayışı ve bu felsefenin varlık'".
Hegel'in dizgeli, kuşaucı ide-.tl.izmiyle do- "Kendinden varlık'" (mJ o se) olarak
ruğa çıkışıyla büyük oranda ilişki içinde- Tanrı tasarlanabilecek en büyük varlıkur.
dir. Engels, Hegel'in görüşlerini, zama- "Kendinden varlık" düşüncesi Skolastik
nın fizik ve doğa bilimleriyle örtüşen bir öğretinin hemen tamanunda, özellikle de
maddecilikle Marx'ın yeniden biçimlen- Ansclrmıs'un Monologiı1111 ve ProslogiHm'u
dirdiğini savunur. Marx'ın kapitalist top- ile Duns Scotus'un kimi .yapıtlarında,
lum çözümlemesinin ve aru-değer kav- önemli bir yer tutar. Karşıtı için bkz. ens
ramın.o kaynaklan, Hegel'in maddeci ta- ab alio.
rih anlayışına uzanır. Engels'e göre, işte
bu düşünsel köklerin birleşmesi, dünya ens ab a/io (Lat.) Ortaçağ felsefesinde
sosyalist/komünist hareketlerinin kuram- varolmak için kendinden başka bir şeye
larını biçimlendiren, eylemlerini besleyen muhtaç olan, kendi kendisinin nedeni
bilimsel sosyalizmin çekirdeğini oluştu­ değil de başka bir şeyin nedensel etkinli-
rur. Bunun yaşama geçirilmesi, çağdaş ğinin ürünü olan, başka bir deyişle va-
sanayi üretiminin zorunlu olarak yol aç- roluşu zorunlu olmayıp "olumsal" olan
tığı yoksulluğun ortadan kalkması de- varlığa verilen ad. Karşıtı için bkz. ens 11
mektir. sc.
Y aşanu boyunca felsefe alanında ne
w.manlaşmayı ne de meslek sahibi ol- ens Parmenideum (Lat.) Ortaçağ Sko-
mayı planlaqıamış olan Engels, bu ko- lastik felsefesinde, Sokrates öncesi doğa
nuda kendi kendisini yetiştirmiştir. Ya- filozoflarının önde gelenlerinden Panne-
pıtları, Kari Marx'ın düşüncelerini özel- nides'in öncesiz sonrasız, değişmez Var-
likle felsefece bir yordamla kavramaya lık'ına verilen ad.
götüren yetkin bir bağlam oluşturduğu
için, Marx.:ılığın ve Marxçı felsefenin cns perfectissimum (Lat.) Ortaçağ fel-
temel metirılerindcn sayılır. Aynca bkz. sefesinden başlayaraközellikle Descar-
Marx, Kari; Marxçıhk; diyalektik mad- ıes, Baumgarıen ve Wolffun felsefele-
decilik. rinde geçen ve Tanrı'yı nitelemek ic;in
kullanılan "en yetkin varlık" ya da "en
cnkrateia bkz. akruia. kusursuz varlık" anlamındaki Latince
deyiş.
ennoia(i) (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
sinde, özellikle de Stoaa bilgikuramında, ens rııtionis (Lat.) Ortaçağ felsefesinde
zihindışı ya da somut bir gerçekliğe sa- varoluşu akıl y:ı. da düşünceye bağımlı
hip olmayan, salt zihinde varolan ve ö- olan, yalnızca zihin tarafından tasarlanan
nemli bir doğruluk ölçütü olarak iş gö- varlığı nitelemek için kullanılan "alı:ıldan
ren "kavram(lar)". varlık" ya da "akılda oluşturulan varlık"
anlamındaki Latince deyiş.
ens (Lat.) Ortaçağ felsefesinde, ister töz İnsan zihninin bir ürünü olarak ens
isterse ilinek olsun, terimin en genel an- mlionis, "gerçek varlık"la (eııs mJt) kar-
lanuyla "varlık" için kullanılan Latince şıtlık oluşturur: Doğruluğun temel daya-
sözcük; biltün varlıkları, varolarıları içine nağı olan gerçek varlıklar düşlinceden
alan en genel kavram. bağımsız olarak varolurlar. Oysa ki ms
471 epieikeia

ratmniı dışsal gerçeklikte temellendiril- Entelekheia Leibniz tarafından da tek-


meyen, olsa olsa bu gerçekliği kendine nik bir terim olarak; monadlanla bulu-
örnek alanlann kurguladığı bir varlık.ur. nan yetkinlik, yeterlilik bağlamında her
monaddaki işlenmemiş, ilk(el) etkin güç
ens realissimum (Lat.) Onaçağ felsefe- anlamında kullanılmışur. Aynca diıirn­
sinde Skolastik felsefecilerin Tann'yı ni- sclci filozof Hans Driesch de bu Aris-
telemek için kimi zaman kullandıkları totelesçi terimi, biyoloji görüşünü açık­
"en gerçek varlık" anlamındaki Latince larken, organik süreçleri denetimi altında
deyiş. Yine Skolastik düşüncede Tann'yı tutan tözsel varlık, canlılık ilke si ya da
betimlemek için "gerçek varlık" anla- yaşamın temeli anlamında kullanmışur.
mında tnı reale deyişi de kullanılmıştır.
Aynca Kant da Tanrı'nın varoldu- cnthousiumos (Yun.) İlkçağ Yunan
ğuna dair. sunulan kanıtları tartışırken, felsefesinde, özellikle de coşkun(cu)luk-
Tann'nın varlığına ilişkin varlık.bilimsel ıa, "tanrısal iyelik" anlamında kullanılan
u~lamlamanın enı rrafiui11111111 kavramıyla terim: "Tann'yla dolu olma" ya da "ru-
b,ışlayıp yine bu kavram altında sonlan- hun kendini aşıp O'na yükselmesi". Ay-
dığını dile getirir (Salı Aklın Ekşliriıi, 2. nca bkz. çoşkunluk.
Kitap, 3. Bölüm). Kant'ın felsefesinde
"tüm gerçekliklerin dayanağı, temeli, top- eo ipso (Lat.) Bir şeyin başka bir şeyi
lamı" olan enı rraliui11111111, aynı zamanda dolaylı olarak belirttiğini ya da bir sonu-
tüm yetkinlik özniteliklerinin mutlak ta- cun bir dizi öncülden mantıksal ve zo-
şıyıası olan "en gerçek varlık" Tann'yı runlu olar-dk çıktığını vurgulamak için
da niteler. kullanılan, "tam da bu yüzden" anlamına
gelen Latince deyiş. Bu deyişin çok yakın
entelekheia (Yun.) [İng. entekchy; Fr. anlamlısı için bkz. ipso facto.
enti!Mıit;
Alm. enttkım~ Eski Yunanca'da
"içinde" anlamına gelen tn- öneki, "e- cpagoge (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
rek" anlamındaki teloı ve "iyelik" bildiren sinde "tümevarım". Özellikle Ari.~totcles
e/ehei11'den türetilmiş sözcük. Sözcük an- mantığında, tasım araalığıyla uslamlama-
lamı "amaanı kendinde taşıyan" olan te- ya karşıt olarak geliştirilen tpagoge'yi Aris-
rim, Aristoteles tarafından tamamlanma toteles en genci hatlatıyla şöyle tanımlar.
ya da yetkinlik durumu; gizilgüce (,!'dyna- " ... tikellerden tümele, bilinenden bilin-
miı) karşıt olarak taınamlarunış olanın ni- meyene götüren, tümelin bilgisine eriş­
teliği, etkinliği anlamında kullanılmıştır. memizi sağlayan yol gösterici yöntem''
Güç olarak varolup da edim olarak (Başlı/e/m Vlll, 156a). Aristoteles epogoge
varolmayan ama varolabilccek olan, bu yonteminin, duyulam dayalı ve tüm in-
olanağı içinde barındıran varlık formuna sanlığa açık bir yöntem olduğundan, tn-
*q)'lımniı; henüz tamamlanmamış ama ol- sımsal yönteme göre daha ikna edici ve
makta olan, kendini gerçekleştirme yo- kullanışlı olduğunu savunmuştur. Aynca
lunda yürüyen edime ise *energeia adını bkz. tasım.
veren Aristotelcs için enteklthtia, bu sü-
recin son aşamasına; kendini gerçeklcş­ epideksiotcs (Yun.) İlkçağ Yunan felse-
timıiş, yetkinliğe ulaşmış edime; mad- fesinde, özellikle de Aristotelcs'tc, "neyi,
deye biçim veren, olanağı gerçekliğe ta- ı:İe zaman, nasıl yapacağını bilme" ya da
şıyan öze karşılık gelir. Aristoteles ruhu, "yerli yerinde eyleme" anlamında kulla-
gizilgüç olarak yaşamı içinde taşıyan or- nılan terim: "yol yordam bilme"; "adabu
ganik bir cismin ya da gövdenin ilk tn· erkan".
telekhria'sı diye tanımlar (&h ÜZ!f'İne II,
412a). epieikeia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
Epiktetos 472

sinde, özellikle de Aristotcles'tc, "adalete lığın temel savunulannı


(en genel anlam-
uygun düşme" ya da "hak ve hukuka uy- da "doğaya uygun yaşama"yı) sıradan in-
gunluk'' anlamlarında kullanılan terim: sanların yaşam düsturn haline getirmeye
"doğruluk". ç-Alışmıştır. Aynca bkz. StoacıJık; ilkçağ
felsefesi.
Epiktetos (M.S. ykl. 55-135).Seneca ve
.Marcus Aurclius ile birlikte "lmparator- Epikuros (M.Ô. 341-270) Epikurosçu-
luk Dönemi Stoacılığı" ya da "Roma Juk adı verilen felsefi öğretinin kurucusu
Stoası" olarak bilinen son dönem Stoa- olan ilkçağ Yunan filozofu. Epikuros
cılığın en önemli isimleri arasında sayılan ölmeden önce ardında 300 ciltlik dev bir
ahlakçı filozof. Bir köle olarak doğan ve külliyat bırakmasına karşın burılann bir-
asıl adı bilinmediği için "edinilmiş" an- kaçı dışında diğerleri elimize ulaşmadı­
lamına gelen bu Eski Yunanca sözcükle ğından onun hakkında bildiklerimiz da-
anılan Epiktetos, Stoacılığı efendisinin ha çok Diogenes Laertios'a ve Romalı
izniyle katıldığı Musonius Rufus'un ders- şair Lucretius Canıs'un (M.Ö. 95-55) E-
leriyle öğrenmiştir. Azat edilmesinin ar- pikurosçuluğun öğretisini Latince'de ye-
dından Roma'da dersler vermeye başla­ niden dillendirdiği *Dt rrmm 11aı11ra (Şey­
yan, İmparator Domitianus'un Stoacıla­ lerin Doğası Üsıüne) adlı eserine dayan-
nn muhalifleriyle olan yakınlığından te- maktadır. Demokritos'un izleyicilerinden
dirginlik duyup tüm fılozofları Roma' . olduğu sanılan Nausiphanes'tcn öğren­
dan sürmesiyle de Nikopolis'tc kendi o- diği doğadaki değişkenliği ve çeşitliliği
kulunu kuran EpiJ.."tetos'un öğretisi, öğ­ açıklamaya yönelik ''.ıtomculuk" kura-
rencisi Arrhionos 'un kaleme aldığı ya- mını tamamen farklı bir boyutta etik a-
pıtlar aracılığıyla günümüze ulaşmışur. ğırlıklı felsefesine uyarlayan Epikuros,
Sekiz kitaptan oluştuğu sanılan, buna hazzı temele alan ve amacı en yüce er-
karşın ancak dört kitabı elimizde olan dem olarak gördüğü "ruh dinginliği"nc
Diatribai (Söylevler) Epiktetos'un ders f.:'atnraksia) ulaşmak ohm ahlak öğretisiy­
notlarından, E11kheiridio11 (Elkitabı) ise le tanınır. Hazların sınıflandınlmasına
yine ona ait özlüsözlerden derlenmiştir. dayalı bu öğretide belli hazların belli öl-
Ilu yapıtlar, özellikle de E11/eheiridio11, çüler içinde kalınarak alınması esastır. E-
başta Marcus Aurclius olmak üzere dö- pikuros varlıkbilgisi alanında ise Tanrı'
nemin ahlakçı fılozoflannı ve ilk Hıristi­ run evrene müdahalesirıi reddeden varlık
yan düşünürleri derinden etkilemiştir. E- göriişüyle Helenistik döneme damgasını
pikteım, bir sapma olarak gördüğü "Or- Vlırmuştur. Samos (Sisam) Adası'nda do-
ta Stoa"yı C'Ara Dönem Stoacılık'") yok ğan, ilk felsefe eğitimini but">ıda :ıldıkt.ın
sayıp etik ağırlıklı felsefesini "Kuruluş sonra yolculuklara çıkarak Mytilene (l\fi-
Dönemi Stoacılığı" diye de bilinen "Eski dillı) ve Lampsakos'ta (Lapseki) iki okul
Stoa"ya dayandımuş; her şeyden önce şu açan Epikuros'un 11-l.Ö. 306'da tilmiıJe­
iki temel ku!'.ilın kabul edilmesi gerekti- riyle birlikte geldiği Atina'da kurduğu ü-
ğini savunmuştur: (ı) istenç dışında iyi ya çüncü ve son felsefe okuluna, derslerirıi
da kötü diye bir şey yoktur; (ıi) bilgelik burada saun aldığı evin bahçesinde yap-
olaylan önceden görüp yönlendirmeye ması nederıiyle Ho Kepos ("Bahçe') adı
çalışmakta değil, onları olgunlukla kabul- verilmiştir. Bu okul daha sonra Epiku-
lenmekte ve anlamaya çalışmakta yat- rosçuluk adı verilen felsefi öğretinin ya-
maktadır. Kendisine Sinoplu Diogcncs yılmasında büyük pay sahibi olacaktır.
ve Sokrates'i örnek alarak kendi kendine Aynca bkz. Epikurosçuluk; ilkçağ fel-
yeten, sade bir yaşam süren Epiktetos, sefesi; etik.
tüm Stoacılar gibi felsefesinde kuramdan
çok uygulamaya değer vermiş ve Stoacı- Epikurosçuluk [İng. Epicıırrmlİ.rm; Fr.
473 episteme

Epi.1ırisı11e-, Alm. EpikııreÜ11J11r, es. t. Epi- den dillendirdiği öğretici felsefi yapıu
k.iirtrJe] İlkçağ Yunan felsefesinde Epi- *Dt rr.nı1111111/ura'yla Epikı.ıros'un temel
kuros \ın remel düşüncelerinden yola çı­ düşüncelerini Latince olamk adeta yeni-
kılarak geliştirilen etik ağırlıklı felsefi öğ­ den carılandırmışur. Ortaçağda ise Cice-
retiler bütününe verilen ad. Epikuros, ro'nun yazdıklarından yola çıkan ınsan­
öğretisini fizikte Lcukippos ve Dcmokri- cıların ilgisiyle ayakt.1 kalan Epikurosçu-
tos'un geliştirdiği "atomculuk'" kuramı­ luk, modem dönemlere uzanmasını sağ­
na, etikte ise en kapsamlı ifadesini Ki- layan yeniden doğuşunu ise xvıı. yıiz­
reneli Aristippos'ta bulan "hazcı'" öğre­ yıld:ı yaşamış Frnmız düşünür Pierre
tiye dayandırmış; ancak Aristotelesçi bir Gassendi'ye borçludur. Gassendi ölü-
yaklaşımla her iki kaynağı da kendi kur- münden sonra yayımlanan Sy11ıt1gnr11 plJI~
duğu bütüncül felsefe çerçevesinde bam- /osophit1e Epimri (Epikurosçu Felsefe Ü-
başka bir dizgenin parçalan haline dô- zerine Bir İnceleme, 1658) adlı ses geti-
nüştürıneyi başarmışur. Nitekim Epiku- ren eserinde atomcu felsefenin savunu-
rosçuluğun temelinde "haz" kavramı ol- culuğunu yaparak Aristotelesçiliğe karşı
makla birlikte Epikuros hazlar arasında Epikumsçuluğu yeniden carılandırmışur.
ayrıma gider ve yaşamın temel ereği ola- Ayrıca bkz. Epikuros; ilkçağ felsefesi;
rak haz peşinde koşmaktan çok mutlu- etik.
luğun gerçek evi olduğunu düşündüğü
*ataraksidya ("ruh dinginliği") ulaşmayı epistcıne (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
gösterir. Buna karşın sonradan çoğun­ sinde "kanı" ya da "sanı" arılamındaki
lukla hazza yönelik bir yaşamı kendileri- dok.saya karşıt olarak kullarıılan, "doğru
ne erek edinmiş kişilerin yaşam felsefele- ve bilimsel bilgi" anlamındaki terim: Bir
rine gönderme yapmak için kullanılmaya bilim olarak dizgeleştiıilmiş, düzenlen-
başlanan Epikurosçuluk terimi, bu ha- miş bilgi bütünü; praletikt ile poielikeden
liyle adını aldığı filozofun öğretisini yan- a}Tl olarak kummsal bilgi.
sıtmaktan uzakur. Sokrates öncesi dönemin düşünürle­
Dizgeli bir felsefe öğretisi olamk rinin "maddeci" dünya görüşlerinin bu-
Epikurosçuluğun temelleri, Epikuros'uri lığı, onların bilginin türleri amsıncfo •l)'-
Atina'da kurduğu Ho Kepos f'Bahçe") nma gitme yolunu ukamış; bu yolu açık
;ıdı verilen okulun üyelerince atılmışur. tutmaya en çok yaklaşan Herakleitos bile
Eski Yunan'da alışılagelenin aksine ara- bundan payına düşeni almışur. Bu bağ­
larında kadırılar, çocuklar ve kölelerin de lamda episıeı11e orıların düşünce evrerıle­
yer aldı~ bu okulun üyeleri, Epikurosçu- rindc: pek bir yer işgal etmez. Placon'da
luk teriminin günl(ik kulhınımcfa ~ıklıkhı ise epi.rıt111e olumsal olanın bilgisine k.'lrşıc
başvurulan "hazcı" çağrışımlarının tersi- olarak, ilk ilkelerden kalkarak t.anıtlana­
ne bir komün halinde "çileci'' sayılabile­ bilir olan zorurılu bilgi, yani İdealara iliş­
cek sade bir yaşam sürmüşlerdir. Epiku- kin apriori bilgi anlamında kullarıılmışur.
ros'tan sonra bu okulun başına geçen Aristoteles için dok.sa (kanı) olumsal
Hermarkhos, Metrodoros ve Polyainos' olan hakkındayken, doğru bilimsel bilgi
la birlikte bu dönemde Epikurosçuluğun (episle111e) zorunlu doğru olan nedenlerin
en önemli adlarından biridir. (ailia) bilgisidir. Aristoteles'e göre tpiste-
Platonculuk ve Aristotelesçilik ile bir- 111e duyulara dayalı bilginin zorurılu koşul
likte Helenistik dönemin en önemli üç olduğu; tarııtlanabilir; tasımsal bilgidir (İ­
felsefesinden biri olan Epikurosçuluk, kitıd Çözji111/e111eler l, 71 b, 76b, 88b).
Cicero· döneminde de Roma'nın en göz- Aristoteles, ayrıca Mdıifizjk'te (1025b-
de felsefesi haline gelmiştir. Bu dönem- 1026a) tpisıemeyi, yani en genel arılamıyla
de Romalı şair Lucretius Carus (M.Ö. bilimi/bilgibilirni alt bölümlerine ayıra­
95-55) Epikurosçuluğun öğretisini yeni- rak bilimlerin sınıflanôırılmasını sunar:
episteme 474

episteme

praktike poietike theoretike


(praksis) (tekhne) (ıheoria)
[nasıl eyleyeceğini [bir şeyi en iyi nasıl (kuramsal bilii; sağ­
bilme] yapacağını bilme] duyuyla bilme]

1 1
mathematike physike theologike
(mathematika) (khoriston) (theologia)
matematik/ sayı (bilimi) fizik/ doğa (bilimi) tanrı/din (bilimi)

Epiıteme terimi, çağdaş Fransız düşü­ ulaşan Bau Fdsefesi'ndeki egemen bir
nürü Michel Foucault'nun tarihte üstü düşünsel eğilime karşı çıkmak amacıyla
örtülmüş kimi kavramlann ya da dene- geliştirmiştir.Bu bağlamda epi!teme tasa-
yimlerin soykütüğünü çıkarırken yaptığı rımının, Foucault'nun tarihte ilerlemenin
kazıbilim çalışmalarıyla birlikte bambaş­ nasıl gerçekleştiğini, geçmişte meydana
ka bir anlam daha kazanmıştır. Foucault- gelmiş olaylara nasıl bir gözle bakılması
cu çerçevede. epistn11e denince, tarihin gerektiğini, özetle bugünü anlamak ba-
belli bir dönemi boyunca geçerli görü- kımından tarihle doğru bir ilişkiye geç-
len, kendisinden sonraki gelene dek var- menin önkoşullanru belirlemeye yönelik
lığını sürdüren, içinde "dilsel", "dene- olarak sunduğu düşünce tarihi çözüm-
yimsel", "bakışsal", "kavramsal'' alabil- lemelerinde kilit değerde bir önemi var-
diğine değişik öğelerin hep birarada bu- dır. Foucault, 1%6 yılında yayımladığı Leı
lundukları kendi içinde bütünlüklü bir Motı el le.r dıoıeı (Sözcükler ile Şeyler)
"söylem dağarı'' anlaşılmaktadır. Bu ba- başlıklı yapıunda, episteme terimini her
kımdan episteme ait olduğu dönemde, ne- dönemin kendine özgü toplumsal ve dü-
yin düşünülebilir neyin düşünülemez, ne- şünsel kuşataolannca belirlenen, düşün­
yin söylenebilir neyin söylenemez, bun- ce tarihinin köklerine işlemiş düşünme
lardan daha da önemlisi neyin duyulabi- yapılan olarak tanımlamaktadır. Nitekim
lir neyin duyulamaz olduğunu koşullan­ çok geçmeden L'.4rdıio/o.v;ie d11 ım"'ir(Bil­
dırıp belirleyen son derece kapsamlı bir ginin Kazıbilimi, 1969) adlı yapıtında
''<öylt'me-yaşama-algılama-kavrama'" çer- "bilgi" ve onuııla ilintili sözdağannı bü-
çevesidir. Nitekim her episteme, içinde is- tün bütün bir kenara bırakan Foucault.
tediği denli zamandışı, toplumüstü, de- söylem pratiklerinin temelinde yattığını
neyden bağımsız bir konumda olduğu düşündüğü epistt111ilr. yapt tasanmına geç-
düşüncesine dayanılarak öne sürülmüş miştir.
birtakım doğruluk savlan bulundurursa Foucault'nun epiıteme tasarımına yö-
bulundursun, her durumda zaman ve nelik en önemli bulgularından biri, belli
kültüre bağlı bir söylem çerçevesi oldu- bir dönemin ıpiıttmtsi içinde yer alan
ğundan aynı kendisi gibi ortaya koyduğu bütün bilgi alanlarında daha ilk bakışta
savlar da bütünüyle tarihselliğe konudur. kendisini gösteren bir eşbiçimliliğin söz
Fouca ult, episteme kavramını ilkin Fransız konusu olmasıdır. Bilimsel bir söylemi
Aydınlanma Geleneği'nin usçuluğunda belirleyen rejim olarak bu eşbiçirnlilikler
köklenen, daha sonraysa olgucu felsefe- düşüncenin a priori formlanyken, buna
nin nesnel bilim anlayışında doruğuna karşı söylem eşbiçimli yapıların düzeni-
475 episteme

elit. Tıpkı Kant'ın deneye gitmeksizin şünmc anlaırunda Kantçı bir içkinlik
doğrudan usa yönelerek usun düzenini, düzlemi olarak anladığı tpiıteme tasarı­
usun nasıl işlccliğini betimlemesi gibi, ıruyla, belli epiıteı11e dönemlerinin ait ol-
Foucault da söylemin düzenini, söylemin d uklan bilgi üretim yordamlarının a prion·
nasıl işlediğini betimlemektedir. Episte- koşullarını ortaya sermeyi amaçlamakta-
mik eşbiçimli yapıların düzeni olarak dır. Bu amaç uyarınca Foucault, tarihin
kavramsallaştırılan söylem, hem "göster- değişik çağlarında geçerli olduğunu dü-
ge/ gösteren/ gösterilen" üçlüsüyle ger- şündüğü dört ana episte111e dönemi belir-
çekleşen anlamlandırma sürecinden kur- lemiştir: (i) >..'Vlll. yüzyıl öncesi "Klasik
tulmak için özneyi dışlayarak, hem bü- Epistemeler Dönemi"; (ıi) XVIII. yüzyıl
tiin bileşenleriyle birlikte tarih ile bilinci "Klasik Episteme Dönemi''; (ıii) bütün
yoksayarak, hem de gerçeklik alanına bir XIX. yüzyıl ile XX. yüzyıl başlan
hiçbir göndermede bulunmayarak bütii- "Modem Episteme Dönemi"; (iv) 1950'
nüyle kendi üstüne dönmek yoluyla ken- !erden b-aşlayarak bugüne uzanıp gelen
di iktidar rejimini belirlemektedir. Fou- "Günümüz Epistemesi''. Özellikle "kla-
cault bu bıığlamda, insan, tarih, us gibi sik episteme'' ile "modem episteme"yi
öğeleri bütün bütün tpislemmin dışına daha bir özenle yaklaşarak enine boyuna
yerleştirdiği için, belli bir tpisıeme döne- irdeleyen Foucault, günümüz toplum bi-
minde yürürlükte bulunan bilme kipinin limlerinin anlaşılması için son derece de-
kendi somut nesnesiyle ne türden bir i- ğerli çözümlemeler ortaya koymuştur.
lişkisi bulunduğunu tanıtlama gereği duy- Foucault'nun tarihte varolan epistemelere
mamaktadır. O nedenle, Foucault'nun ilişkin yaptığı çözümlemelere bakıldığın­
gözünde hep bir içkinlik düzlemi olarak da, bütün bir Aydınlanma dönemi bo-
görülen tpiıtemt tasarımı, çoğunluk bi- yunca "egemen episteme"nin aynılıkların
linçdışına gizlenmiş öğelerin, uçlara i- ya da benzerliklerin bulunmasına yönelik
teklenmiş aşınlıkların, üstü örtülmüş söy- bir arayışla tanımlı olduğu, XVII. yüz-
lem kırıntılannın, hasır altı edilen, sapkın yılda söz konusu arayışın ayrımlar ile ay-
ya da "anormal" olarak nitelenen dene- nlıklar üstiine yoğunlaştığı, daha sonra i-
yimlerin izlerinin sürülmesine de olanak se evrim ile evrilme tasarımlarının ege-
tanımaktadır. Foucault, modem özne ta- men bir konuma geldikleri açıklıkla gö-
sanmına kesin çizgilerle karşı çık.ırken, rülmektedir. Öte yanda, Fransız Devri-
Nietzscheci erk istenci anlayışı ile söy- mi'yle başlayan "modem episteme" dö-
lem diye adlandırdığı epiıtemtlerin eşbi­ nemi, insan öznesi düşüncesinin doğma­
çimli a priori öğelerini birleştirmeyi uy- sına yol açmış, bıına bağlı olarak da
gun bulmuş; tarihsel dönemlerin verili toplum bilimlerinin kurulmasına zemin
durumu olarak episıemenin a pnori yapısı hazırlamıştır. Foucault'ya göre "modem
ile gücün birbirine dokunduğu yerde episteme'' dönemi günümüzde son bul-
gövdelenen iktidar ilişkilerine yoğunlaş­ duğundan bütünüyle geride bırakılmış
mıştır. bir düşünce çerçevesidir.
Tarill.İn farklı epiıtemtlerin birbirlerini Foucault'nun episıemesi, kimi zaman
izlemesiyle oluştuğunu düşünen Fouca- Marx'ın ideoloji kavramına, kimileyin de
ult, tarihte belirlediği epiıteme dönemle- Amerikalı bilim felsefecisi Thomas Kuhn'
rinde içerimlenen ortak düşünce yapıla­ un paradigı11a tasarımına benzetilerek an-
nnın söylem rejimlerinin kazıbilimini su- laşılmaya çalışılmal..'tadır. Ne var ki Fou-
narak, yazılmış tarihleri yeniden yazma, cault epiıtt11ttyi çok daha geniş ölçekli bir
yazılmamış ya da yazılmaktan özellikle düzlemde, farklı ideolojilere ya da para-
kaçınılmış tarihleri de gün ışığına çıkart­ digmalara yol açacak denli derin bir yapı
m•ı arayışı içindedir. Nitekim bu bağlam­ olarak görmektedir. Yine de pek çok yer-
ıl:ı Foucault, kendi üzerine dönerek dü- de, Foucault'nun epistemtnin yapısı ile bu
epistcme apodeiktike 476

yapının söylemsel bileşenleri arasında celer kümesi olarak da anlaşılmaktadır.


kurduğu ilişki, Kuhn'un olağan bilim dö- Sözgelimi Roland Barthes, Marxçı gele-
nemindeki bilimler ile bu dönemin ta- nekteki "maddeci diyalektik öğreti'' ile
nırnlanrnış bulmacalarına çözüm arama Freudcu gelenekteki "ruhçözümleme ku-
pratikleri arasında kurduğu ilişkinin iz- rarnı"ru modernliğin en büyük iki epi.rıe-
düşümü olarak değerlendirilmektedir. Bu 111tSi olıırak değerlendirmektedir.
noktada Foucault'nun epi.rteme kavrarnı,
özellikle bir tpis1t1mnin bırnkılıp bir baş­ episteme apodeiktikc (Yun.) İlkçağ
ka tpiıtn11rye nasıl geçildiği sorusu bağ­ Yunan felsefesinde, özellikle de Aristo-
lamında, Kuhn'un paradigma kavrarnı­ teles'te, "tanıtlamalı bilim" anlamında
nın taşıdığı pek çok açmaza konu ol- kullanılan terim.
maktan kurtulamamaktadır. Kendisine
sıklıkla yöneltilmiş bu eleştiriye yanıt ola- epistemoloji bkz. bilgikuramı.
rak Kuhn, bilimin pragmatik bağlamı ile
bilimsel etkinlikte içerirnlenen "keyfi/is- epistemon (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
teğe bağlı öğelcri" (arbitrary tfemeıı/J) öne sinde, özellikle de Arist.oteles'te, "bilen
çıkarırken, Foucault sorunun yanıtının kişi" anlamında kullanılan terim.
gerçek adresi olarak enson anlamda us-
sal bir yanıt vermenin olanaklı olmadığı cpisteton (Yun.) İlkçağ Yunan felseli:-
bilinçdışı ya da usdışı etmenlerle bezeli sinde, özellikle de Aristoteles'te, "biline-
iktidar ilişkilerini göstermektedir. Yine bilir" anlanunda kullanılan terim.
bu aynı bağlamda Foucault'nun bir episte-
mıden bir başka epfrtemtye geçişin yaşan­ epitJı.ymia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
dığı, sürekliliklerin bozularak süreksizli- sinde "arzu" arılarnında kullanılan terim.
ğe dönüştüğü kopuş düşüncesiyle Alt- Platon Devltl'te (IV, 434d-441c) ruhu o-
husser'in "bilgikuramsal kopuş" kavramı luşturan üç şeyden biri olarak "arzula-
farklı am:.ıçlarla tasarlanmış olmakla bir- ma" ya da "arzu duyrru1"yı (epithy,,ıeıikoıı)
likte aşağı yukarı aynı düşünsel kurgu- gösterir. Epikuros arzulan ikiye ayırır:
nun öğeleridir. Nitekim her iki tasarım "doğal ve zorunlu arzular ile doğal ama
da özünde köklü değişim düşüncesine zorunlu olmayan arzular". Stoacılık ise
dayanmakla birlikte, Foucault'nun tarih- "arzu"yu acı, haz ve korku ile birlikte
te en az dört ayn rpiste111e belirlemiş ol- başlıca dört duygulanımdan f:"pathoı) biri
ması, epfrte111e değişimini tek bir kez olarak görür. Aristotelesçi "arzu'' için
meydana gelebilir bir kopuş oları.ık dü- bkz. oreksi•.
şünmediğini gösterirken, Alıl1usser için
bilgisel ya da bilgikuramsal kopuş, ko- epokhe (Yun.) Eski Yunanca'da "dur-
puşa konu bilim dalının kendi ideolojik mak", "kendinde kalmak" anlamına ge-
geçmişinden bütün bütün kopması :.ın­ len ep-tkbeiıı'den türetilmiş; "sonuca bağ­
lamına geldiğinden, ancak bir kez olabi- lamamak", "kendine saklamak" anlamın­
lecek bir köklü değişim olayıdır. Ancak daki bu terim; ilkçağ Yunan felsefesinde
her iki düşünür için de bir bilgi alanının Kuşkuculann dile getirdiği, "hangi ko-
ya da Foucaultcu deyişle bilgi söyleminin nuda olursa olsun her türlü yargıda bu-
geçmişinden bütünüyle kopuşu, bilgiye lunmaktan kaçınma" tavrını ifade eder.
konu olan nesne ya da nesnelerin yeni Kuşkucular için hiçbir şey kesin ola-
baştan tanımlanmaları gibi bir sonuç do- rak bilinemeyeceğinden, hiçbir konuda
ğurmaktadır. kesin hükümde bulunamayız; ama yine
Episteme terimi, kimileyin belli bir dö- de, bir yandan yargıda bulunmayı asluya
nemin egemen kurarnı ya da ideolojisi o- alsak da diğer yandan felsefece soruş­
larak tanımlanabilecek belli başlı düşün- turmayı sürdürmeıruı gerekir. Kuşkucu-
477 Eralp, Halil Vehbi

luğu aşınya vardır.an fdozotlarda ise t- yapuktan sonra İstanbul Erkek ~sc.~i'ni
pokhe "ruh dinginliği"ne ra1araluia), yani bitirdi. Yükseköğrenimini bir yıl lstanbul
mutluluğa giden yola ulaşmak adına bil- Üniversitesi Fclscli: Bölümü'ndc oku-
giden bütünüyle vazgeçme tutumuna duktan sonra, Fransa 'nıiı Bordcaux ve
karşılık gelir. Sorbonnc ünivcı:sitelerinde yine felsefe
Epokhe, aynca Husserl'in görüngübi- alanında tamamladı (1929-1932). Ünlü
liminde balaşı salt olarak öze yönelte- Fransız felsefe tarihçisi Emile Brchicr \'e
bilmek adına dış dünyanın varoluşu hak- Albcrt Rivcaud'dan felsefe tarihi sertifi-
landaki gerçeklik üzerine "yargıyı askıya kalarını aldı. Kadıköy Lisesi'nde felsefe
alma" ilkesini niteler. Ancak buradaki e· öğretmeni iken 1933 Üniversite Refor-
po/elıe, atarahia için bilgiden vazgeçme a- mu'rıda İstanbul Üniversitesi Felsefe
dına değil de tam tersine *lhtoridya, bil- Bölümü Felsefe Tarihi kürsüsüne atandı.
ginin özünü seyretmeye ulaşmak için baş­ Rcichenbach'ın Fransızca olarak verdiği
vurulan bir yöntemdir. Merlcau-Ponty' bazı derslerini Türkçe!yc çevirdi. Ernst
nin felsefesinin çıkış noktasını da Hus- von Aster'in kürsü}": gelmesinden sonra
serl'in epokbt düşüncesi oluşturur. Aynca 1':137'dc Genel FeL'ICfe ve Mantık Kürsü-
bkz. antüogia; akatalepsiz, Husserl, sü'ne geçti. l 939'da "Dcscartes Fiziğinin
Edmund; Merleau-Ponty, Maurice. Metafizik Temcileri'" adh teziyle doçent-
lik unvanı aldı. Sistematik Felsefe Prob-
Er söyleni [ing. myıb of Etj Platon'un lemleri, Si~r.cmatik Felsefe Semineri, Fel-
Deıı/efinin sonunda, ruhların ölümden sefi Metinler, Büyük Mantıkçılar, Platon
sonraki yazgılan ile yeniden dirilme ön- Felsefesi ve XVtlI. Asırda Fransa'da Si-
cesi seçenekleri üzerine düşüncelerini y.asi Felsefe gibi dersler verdi. 1949'da
aktardığı savaşta ölen Er adh askerin profesör olan Eralp, 1977'de emekliye
meseli; Platon'un yeniden dirilme süre- iıyrıldı.
cini betimleyerek adaletin ve felsefenin Halil Vehbi Eralp, İstanbul Üniver-
ödüllerini anlattığı söylen. Söylcnde Er sitesi Felsefe Bölümü'nde egemen olan
adh asker öldükten sonra dünyaya döner Alman geleneğindeki felsefe tarihi anla-
ve öteki dünyada gördüklerini, ruhun yışının yanında, temsil ettiği Fransız ge-
iyiliği için bu dünyada erdemli ve adil leneğindeki felsefe tarihi anlayışını sür-
olmanın önemiı\.i anlatır. Temelde adil dürdü. Fransız sosyolojizminden kaynak-
olmanın adil olmamadan daha iyi oldu- lanan, felsefe tariluyle ilgili olarak filo-
ğunu uslamlayan Er söylcni, adaletin ge- zofların görüşlerini ve eserlerini kendi
ncide bu 'aşamda, olmadı öteki yaşamda yaşadıkları dönemin ve toplumun özel-
ke§İnlikle karşılığını alııcııj!ını göstermek liklerine göre inceleyen "kültür tarihi'"
ıçin geleneksel eski inançlar ile kurgusal yaklaşımını benimsediğinı, l:'clsefc Tarihi
cvrcnbilgisini harmanlamışur. Er söyle- ders kitabı olsun diye Alfred Weber'den
nin barındırdığı en büyük sıkıntı ise Dev- yaptığı Felsefi 1imhi çevirisine yazdığı
ltfte ve başka yapıtlarında ruhun beden- "Önsöz"de açıkladı. Bununla birlikte As-
siz olduğunu söyleye!\ Platon 'un ruhların tcr'in felsefe tarihi yaklaşımından farlw
çekeceği aaları kanlı canh insanlara acı bir yaklaşım izlemesi sorun olmadı. Hat-
verecek türden acılarla betimlemekten ta Aster, Felnfa Semineri Detgist•ndeki bir
kurtulamamasıdır. yazısında, Eralp'in doçentlik çalışmasın­
dan "Dcscartes üzerine yazılmış esaslı ve
Eralp, Halil Vehbi (1907-1994) 1933 ince bir araştırma" diyerek övgüyle söz
Üniversite Reformu sonrası İstanbul Ü- etti.
niversitesi Felsefe Bölümü'ndc görev ya- Eserleri: Matematik. Fizik ııe ~a'da
pan felsefe tarihçisi. Metot/ (1947), Platon 1: Htgtıtı, Erer/eri,
İlköğrenimini Fevziye Mektebi'nde Sokratilt. Diyologlar (1953), Yaba Kemal İ-
Erasmus, Desiderius 478

p11 (19 59). Çevirileri: Felsefe Taribi (A. lc:ri kutsal savaş görüşünü reddetmesidir.
Weber'den, 1938), Lojistik (H. Reichen- De btllo Tnniı11 (Türklerle Savaş Üzerine,
bach'dan, 1939), Delilik 0· Fretct'den, 1530) adlı yapıtında Osmanlı İmparator­
1947), Eı,,-,11 rr Dö11iişii111/eri (Roland Om- luğu'na karşı girişilen mücadelenin hak-
nes'ten, 1973). Felsefe Se111i11ni Def!,isi, Sos- lılığını vurgulamasına rağmen askeri çö-
yolıji Detgi.ri, A!MıJtlllİk Fikir Hanketleri, zümlere karşı olduğunu belirten Eras-
İstatıbn~ Felsefe Ark.Wi, Felsefe Tmiimekri mus, Tann'nın Hıristiyanlara bir cezası
Dergiri, EıJtbfyaJ Fale.iilte.ri Tiirk Dili ve olarak gördüğü Türklerle savaş meyda-
Etitbfyall Dttgi.ri gibi dergilerde de çeşitli nında değil tinsel alanda mücadele edil-
makaleleri ve çevirileri yayımlanmıştır. mesi gerektiğini belirterek savaş çılgınlı­
ğına karşı Hıristiyanlığın özü olarak gör-
Erasmus, Desiderius (1466-1536) Rö- düğü hoşgörü ve kardeşlik duygulannı
nesans insancılığının gelişmesinde etkin ön plana çıkarmıştır. Erasmus dizgeli bir
rol oynayan Felemenk felsefeci, dilbilim- felsefe ortaya koymaktan çok yaşadığı
ci ve tanrıbilimci. Kuzey Avrupa Röne- dönemin toplum hayatı üzerine göz-
sansı'nın önde gelen kişiliklerinden biri lemlerini dile getirmiş; kendi kuşağını
ohm Desiderius Erasmus'un önemli ça- yakından ilgilendiren ve kendinden son-
lışmalan arasında, dinsel düşüncelerinin raki kuşaklann düşüncelerini de biçim-
temel öğderini ortaya koyduğu HıriıttJn11 lendirecek olan kimi temel sorunlan fd-
SatJiJ{(lllffl Elkitabt (Enchiridion militis ch- sefece bir düşünme tarzıyla ele almıştır.
ristiani, 1503) ile kendi zamanının top- Düşüncelerinin temel eksenini belirle-
lumsal yaşamı ile Kilise'nin yerleşik ya- yense: bir tür Hıristiyan insancılık anlayı­
pısı üzerine taşlaması Deliliğe Ôvgii (En- şıdır. Aynca bkz. insancılık.
comium moriae, 1509) başta gelir. Bir
klasik edebiyat araştırmacısı olan Eras- Erastusçuluk [İng. EraJ1it11ıis111; Fr. E-
mus, felsefe ve tannbilim çalışmalarında raJtiaıtiJme-, Alm. EraJIİa11is111111] İlkin İs­
dilbilimsel kesinliğin, dilsel doğruluğun · viçreli Protestan tannbilimci Thomas E-
ve retorik inceliğin işlevi üzerinde dur- rastus (1524-1583) ile ardıllannın ortaya
muş; Eski Yunan ve Latin yazarlarının attığı, dünyevi yetkenin (laik devletin)
yapıtlannda ortaya koydukları erdemleri gerek dinsel gerekse de dindışı konulan
Hıı:istiyan tinselliğiyle bağdaştırmaya ça- karara bağlamak açısından Kilise karşı­
lışmıştır. Erasmus'un bu çabasının altın­ sında üstünlüğünü savunan öğreti. Kili-
da yatan amaç, dilbilirnin araçlannı kul- se'nin ezici egemenliğine karşı bir mey-
lanarak kendi zamanının Hıristiyanlık dan okuma olarak ortaya çıkan Erastus-
anlayışına hakim olan incelikten yoksun· çuluğun temel amacı, Kilise'yi Devlet'e
skolastik yorumlara karşı, Hıristiyanlığı tam anlamıyla bağımlı kılmaktır. Eras-
özgün anlamına taşıyıp ilk Hıristiyanlık tusçuluk bir toplumda yurttaşlann işledi­
ruhunu yeniden canlandırmaktır. Eras- ği, ister dinsel ister dünyevi olsun, tüm
mus'a göre bu amacına ulaşmasında en suçlan cezalandırma hakkının Devlet'e
büyük engel ise Kilise gelenekleridir. Bu ait olduğunu savunur; bu nedenle de Ki-
yüzden reform yanlısı görüşler ortaya ko- lise'nin aforoz hakkını tümüyle yadsır.
yan ve daha çok bu görüşleriyle tanınan İngiliz dinbilimci Richard Hooker (1554-
Erasmus, buna karşın Luther ile onu iz- 1600) da Kilire Yö11etimi11i11 Y aJalan (I'he
leyen Reformcuların dogmaa tannbilim Laws of Ecclesiastical Polity, 1593) adlı
anlayışına da karşı çıkmış; yapıtlannda kitabında Devlet'in Kilise'ye karşı önce-
Luther ile doğrudan tartışma ya girerek liğini savunmuş; Devlet'in en azından
onun görüşlerini kıyasıya eleştirmiştir. E- "karar aşaması"nda Kilise'ye ağır basma-
rasmus'un dikkat çekici bir yönü de sı gerektiğini öne sürmüştür. Aynca bkz.
Augustinus ve Aquinas'ın temellendirdik- devlet felsefesi; din felsefesi.
479 erdem

erdem ~ng. virtıır, Fr. M1lr, Alm. l"l!"tf. ması da erdemlerin bütürılüğü sorununu
Yun. nntt; Lat. 11İl1tlt:, es. L f ~it~ İnsanı ele alan Platon taratindan gerçekleştiril­
tinsel açıdan yetkinliğe ulaştıran "ahlak- miştir. Görünürde ayn olan bütün er-
sal iyi"ler bütünü; düşüncelerinde ve ey- demlerin gerçekte bir ve aynı oldııklanru
lemelerinde istencini "ahlaksal iyi"ye yön- savunan "erdemin birliği" düşüncesini or-
lendinniş insanın niteliği: "iyiliği isteme, taya koyan Platon'a göre bir erdemi tam
kötülükten kaçış". İlkçağ, ortaçağ, mo- anlamıyla taşıyan bir kişi. diğer erdernlerc
dem ve çağdaş etik anlayışlannı birbirin- de tümüyle sahip demektir. Platon, aynı
den ayının en temel özellik, "crdem"in zamanda, erdemin yalnızca "bilgclik"ten
kavr-.amsallaştırılmasındaki farklıhklandır. meydana geldiği düşüncesi bağlamında
Erdeme felsefesinde bir yer açan ilk bütünüyle Sokrates'ten aynlıp "adalet",
filozof olan Sokrates'e (M.Ô. 469-399) "ölçülülük" ve. "yiğitlik" niteliklerini de
göre, insanın bütün yapıp etmelerinin ön plRn.1 alarak "ana erdemler" kavra-
enson anlamda gerçek adresi olan mut- mını ortaya atan ilk düşünür olmuştur.
luluğa ulaşmanın biricik yolu, erdemli Bu anlamda Devleti.o, ideal toplumdaki
y.ı.şamı sonuna dek gerçekleştirme ülkü- sınıfların sorurnluluk:lannın bu dört ana
sünden sapmaksızın yaşam yolunda yü- erdem çerçevesinde belirlenmiş olma-
rümektir. Bütün insanlar doğalan gereği sıyla, Platon'un erdem kuramında ayrı
hep mutlu olmanın peşinde oldukları i- bir yeri vardır.
çin, hiç kimsenin ilkece bile isteye er- Aristoteles'in (M.Ô. 384-322) ereksel
demsiz davranışlarda bulunmasına, kö- ahlak anlayışına göreyse karakter ya da
tülüğe göz göre göre kapı aralamasına davranışa ilişkin neyin iyi neyin kötü ol-
olanak yoktur. Bu yüzden bütün kötü- duğu insan doğasına içsel olduğu varsa-
lüklerin bilgisizlikten kaynaklandığını dü- yılan amaçlar ya da işlevler temelinde
şünen Sokrates, temelde yalnızca bir er- belirlenmektedir. Aristoteles, insanların
demin, "bilgelik" ya da "bilgi" diye ad- doğaları gereği bütün yapıp etmelerinde
landırılabilecek saphia'nın varolduğunu enson erek ya da en yüksek iyi olarak
savunmuştur. Çeşitli erdemler arasında mutlululuğu aradıkları, mutluluğun hiç-
yapılan aynrnlarsa bilginin farklı uygula- bir araaya konu olmaksızın salt kendi-
ma alanlarından kaynaklanmaktadır. Bu sine ulaşmak için arandığı, öteki büyük
nedenle Sokrates, kişinin bilgisi· arttıkça iyilerin ancak mutluluğa ulaşmada birer
bununla doğru orantılı olarak erdemden araç işlevi gördükleri kanısındadır. İnsa­
aldığı payın da arucağı öncülünden ha- nın sürekli peşinde olduğu böylesi bir
rrketle, erdemin bilgi yoluyla öğrenile­ mutluluğun zamandışı bengisel "İyi"ler­
bilen, daha da yetkinleşıirilehilen hir yeti clen meydana gelmeyip insan doğasına
olduğunu düşünmüştür. uygun düşen etkinlilclerde kendisini gös-
Sokrates'in bu ilk etik içgörülerinin terdiğini dile getiren düşünür, mutluluğu
izinden yürüyen Platon (M.Ô. 427-347), bir dunım olarak tasarlamaktan çok bir
bütün iyi davranışların "İyi İdeası"ndan etkinlik olarak görmüş; sözünü ettiği bu
pay aldıklarını, bu yaşamda İyi İdeası'na t.ür bir mutluluğunsa bitkilerde olduğu
ulaşmak bütünüyle olanaklı olmasa da gibi düşük yaşam etkinliklerinde, edilgen
:usanın olabildiğince yetkin bir biçimde yaşam biçimlerinde değil, ancak usunu
İyi İdeası'na öykünmesi gerektiğini öne en yetkin ve en üst düzey bir etkililikle
süren ahlik felsefesinde, erdemin insana kullanan, yani "erdem yaşaıru"nı kendi-
davranışlarını düzenleme olanağı tanıdı­ sinde gerçekleştirebilen varlıklarda yaka-
ğını, usun söyl.eJiklerine kulak veren er- lanabileceğini savunmuştur. Böylelikle er-
demli bir yaşamla İyi İdeası'na daha çok demleri erekbilgisel bir temelde ele alan
yakırılaşılabileceğini savunmuştur. Er- . Aristoteles'in gözünde, gerçek mutluluk
<!emlerc ilişkin ilk dizgeli felsefe çalış- her durumda insana tannlan:a sunulan
erdem 480

bir erdemlilik armağanı olsa da, insanın sanın mutlu olması için yeterli olduğuna
mutlu olmasında asıl belirleyici olan er- sarsılmaz bir inanç duymaktadırlar. Tut-
demli yaşam yolunda yürürken insanın kular da, duyguL1nımlar da özünde kötü
kendi yapıp etmeleridir. Erdemleri tek olduklarından, erdemli kişiye düşen gö-
tek çözümleyip tanımlayarak "ahlaki er- rev vakit geçirmeden bunlardan kurtul-
demler" ile "düşünsel erdemler" arasın­ maktır.
da da bir aynma giden Aristoteles, dü- Yeni Plaıoncuhığun kurucusu Ploıi­
şünsel erdemlere sahip olmaksızın diğer nos'un (205-270) felsefesinde ise erdem,
erdemlere sahip olunamayacağını savu- kendi değerini kendi içinde taşımasındıın
narak Sokrates'in izinden gitmesine kar- çok, insanın metafizik bakımdan bir kut-
şın ahlaki erdemler konusunda istence sanmışlık yaşantısına geçmesine aracı
de belli bir rol vererek yeni bir yol aç- olmasından dolayı önemlidir. Dönemi-
nuştır. "*Altın orta" kavr-dnuyla ifade e- nin bütün öteki fılozofları gibi Plotinos
dilen bu "ortayol"a göre erdemliliğin te- da bu dünyayı bütünüyle gözyaşlarıyla
meli ölçülülük ya da ılımlılıktır. dolu bir acılar, çözümü olmayan sorun-
Eski Yunan felsefesinin iki önemli lar alanı olarak gördüğünden sonsuz hu-
okulu, Kireneliler ile Kiniklere gelince: zurun ancak öteki dünyada ulaşılabilir
İlkçağ hazcıları Kirenelilerin s:.wunduğu bir durum olduğunu düşünmektedir. Plo-
"haz yaşantısı" aslında bugün çoğun­ tinos'un bu görüşleri ortaçağın Skolastik
lukla kötüclil bir anlamda anlaşıldığı gibi Hıristiyan düşünürlerinin felsefi tanrıbi­
bir "sefahat yaşamı" olmayıp haz yaşan­ lim anlayışında b-dşköşeye oturtulacaktır.
tısının sürekli kılınmasında, enson an- Nitekim bu bağlamda Augusıinus
lamda mutluluğun kurulmasında yönlen- (354-430), kendisine uyarladığı Yeni Pla-
dirici ana ilke olamk "erdem"in teme- toncu erdem tasannu doğrultusunda, ru-
linde yer aldığı bir "erdem yaşanu"dır. hun ancak maddesd bütün bağlanımla­
Çileci Kinikler ise hazcılığın tam karşıtı nndan sıyrılarak Tanrı ile bütünleşme
bir etik anlayışını savunarak, erdemin yoluyla enson anlamda huzura kavuşa­
kendi başına, başka hiçbir şey olmaksı­ bileceğini ileri sürtnüş; Stoacılık ile Aris-
zın mutlu olmak için yeterli olduğunu, totelesçiliğin erdemin kaynağı olarak her
hazların hepsinin kötü olduklarını, er- durumda usu gösteren yaklaşımlarına
demli kişinin haz yasalarınca yönetilen karşı, "ölçülülük", "adalet'', "bilgelik'',
insan doğasının üstüne çıkarak varolması "yiğitlik" olarak gösterilen ana erdemle-
gerektiğini ileri sürmüşlerdir. rin Hıristiyan inaruşınca esinlendirilme-
Aristoteles'in açtığı "ortayol"dan gi- dikleri sürece hiçbir değerleri olmadığını
den· Stoacı filozofların gözünde de "er- dile getirrnişıir. Öte yanfla, gerek Ö7.giin-
dem" denilince anlaşılması gereken, in- lüğü gerekse de özgür düşünceleriyle or-
sanların bütünüyle usun buyurduklarına, taçağın gend fılozof tasarımına birçok a-
kendi kişisel doğalaı;ına uygun yaşamala­ çıdan uymayan Petrus Abelardus (1079-
nndan başka bir şey değildir. Ancak bu- 1142), ortaya koyduğu etik çözümleme-
rada sözü edilen kişisel doğa bütün bir lerle Hırisıiyan etiğini Eski Yunan eti-
doğa düzeninin parçası olduğundan, er- ğinden ayırarak erdemin her koşulda iç-
dem son çözümlemede kişinin kendi do- sel bir nitelik olduğu, kişinin eylemleri-
ğasını yöneten usu ile bütün doğayı bi- nin sonuçlarından çok niyetleri, yöne-
çimlendiren tannsal us arasında tam bir limleri ve amaçlarıyla ilintili bir konu ol-
dengenin kurulmasında gizlidir. Bu ilk duğu saptamasını sağlam bir biçimde te-
Stoacı fılozoflar da tıpkı Kinikler gibi mellendirip, Reform döneminde sıklıkla
erdemin her durumda hiçbir başka de- vurgulanan, Kant'ın etik dizgesinde ise
ğere gitmeksizin salt kendisi için aran- en yüksek anlatımını bulan bir yakl:;.şı­
ması gerektiğine, erdemin tek başına in- rnın temellerini atmıştır: "İnsan erdemi
481 erdem etiği

iman yoluyla elde: c:dc:bilcccği gibi us ğımsız, ahlaki olmar.ın bir "iyi"yi des-
yoluyla da elde edebilir." teklediğini savlarlar. Modem kuramlara
Bu noktadan yola çıkan Aquinas göre uygun biçimde işleyen yetenekler
(1224-1274), usa dayalı, durumcu ve: so- olarak kabul edilen erdemler "insanların
nuççu Aristotclcs etiği ile bütün bir or- doğası için iyi ya da arzu edilir olan şc:y"
taçıığ etiğinin gövdclcndiği imana dayalı, kavramı tarafından belirlenmektedir. Söz-
salttkçı ve: niyetçi Augusıinus etiği ara- gclimi etik terimlerinin işlevlerinin karşı­
sında yapılan yerleşik aynmı yıkmak için lık gc:ldiklc:ri birtakım niteliklerle ya da
ahlaki erdemlerin yanı sıra ıannbilirnscl ilişkilerle: açıklanamayacağını ve bunlann
erdemlerin de: bulunduğunu; Aı:istote­ anlamlanmn c:tik yargıya konu nesnenin
les 'in yetkin bir biçimde açıkladığı doğal kendisinde dc:ğil doğrudan etik yaı:gıda
c:rdc:mlcrin pı:atik ııs eğitimi ve: alıştır­ bulunan kişinin duygulannda aranması
malanyla, buna kııqı "umut", "iman", gerektiğini savunan Humc (1711-1776)
"yardımsc:vc:rlik" olanık belirlediği tann- c:rdc:mlc:ri iki gruba ayınr. Bunlanlan ilki
bilirnsc:l c:rdemlc:rinsc ancak inanç ve: kişinin kendisine ya da ötc:kilcre açıkça
tanrısal c:sinlcnim yoluyla öğrcnilc:bilc­ yııran bulunan "yeteneklilik", iyiliksever-
cc:klc:rini ileri sürmüş; böylelikle dört ana lik", "anlayışlılık" türünden "doğal er-
erdemin yanına üç yeni erdem daha ek- demler" iken, ikincisi kişiye doğrudan
lenmiştir. Aquinas'a göre: tannbilimsel bir yararı olmayıp dolaylı yollarla kendi-
erdemler olmaksızın insanlar ne "kurtu- sini iyi hissetmesine yol açan "dürüst-
luş"un farkına var.ıbilirlc:r ne de onun lük", "soyluluk", "adalet" gibi "yapay
için çaba harcayabilirlerdi. erdemler"dir. Buna göre farklı toplum-
Modem erdem tartışmalarının teme- larda ve: farklı tarihsel koşullarda farklı
linde ise c:rc:ksel c:tik anlayışıyla ödc:v biçimler alan öznc:I ya da kişisel "duy-
etiği arasındaki karşıtlık yatmaktadır. İlk­ gu"lara dayalı yapay erdemlerin aksine
çağ felsc:fc:~inin c:n gelişkin ifadesini A- nesne:! ve ussal kesinlc:mcyc: açık olan
ristotclc:s'te bulan klasik ereksel etik an- "yaı:ar'' a dayalı doğal c:rdcmlcr kültürden
layışında insan doğasının erdemin hayata kültüre değişmezler. "Ödcv''in, "ödev
gcçirilmc:siylc: bütünüyle gerçekleştiğine bilinci'.'nin, ilkece hazdan da yarardan da
ya da mükemmclleştiğine inanılmıştır. önce geldiğini düşünen Kant'a (l 724-
Buna göre erdem insanın mükcmmc:lliği 1804) göre ise "ahlıiksal erdem", bütün
için bir araç değildir; erdemin kendisi in- öt.eki değc:rlcrin kendisine dayandığı en
san doğasının mükcmmc:lliğidir. Modem yüksek dc:ğcrdir. Ö nedenle, bir eylemin
ereksel etik anlayışı ise erdemli r.ı da değc:ri ne )'Ol açtığı sonuçlara bakılar-.ık
<loğru eylemi ar-.ıçsal bir değer olar.ık ~­ ne de getirdiği yararlar gözctilcrck dc-
tür. Bu tcrimcedc: yaı:arcı ve sonuççu ku- ğc:rlendirilcbilir. Eylemlerin etik değerle­
ramlar ereksel c:tik anlayışının alt sınıfla­ rini asıl bc:lirlcyen eylemde bulunan kişi­
nnı oluşturur. Bu türden kuı:amları sa- nin niyeti, yani o cylcmle hangi dcğc:rin
vunanlar, c:ylcmin doğruluğunu ya da c:r- gerçekleştirilmesinin amaçlandığıdır. Bu
dc:mliliğini onun aracılığıyla gerçc:klcşti­ anlayışa göre "iyi istc:nç"in, "iyiyi iste-
ıilen "iyi" çerçcvc:sindc:, yol açtığı sonllç- mc"nin ve bu anlamda "enlem"in kendi
lııra göre dc:ğc:rlendirirler. Nitekim hem başına saluk bir değeri vardır.
klasik hem de modern c:reksc:l etik ku- Çağdaş etik anlayışı ise Anscombc:
r.ımları iyinin enlc:mli eylem aracılığıyla (1919-2001) ve: Maclntyrc:'ın (1929) ba-
gerçekleştirildiğini savunsalar da klasik şını çektiği günümüz erdem etiğinde ken-
olanlar erdemi insanın "en iyi olma" du- dini bulur. Ayrıca bkz. an:tt; ana er-
rumuyla özdeşleştirirken, modemler cr- demler; erdem etiği.
dcmlc:rin genel muduluğun peşinde ko-
şan karakterin bir özelliği olduğunu, ba- erdem etiği [İng. virtNe tJhia; Fr. ithiq111
erdiŞilik 482

de la vertır, Alm. IHgmdeıbik] Ahlıik felse- leştirip içselleştiremediği ya da ahlaki ba-


fesinin yanıt aradığı "Nasd yaşamalıyız?" kımdan "iyi karakter"e ulaşıp ulaşamadı­
sorusuna "erdem" kavranunı temel ala- ğıdır. Kişi belirli koşullarda erdemli ey-
rak yaklaşan; ahlaki kurallar ile yasalar- lemlerde blllunabilir; ancak biı onun tii-
dan yola çıkan "ödev" ya da "yükümlü- mi!Jlt erdemli biri olduğunu göstermez.
lük"e dayalı ahlak öğretileriyle karşıtlık Aristotcles'in ahlak felsefesinin özü
içindeki etik kuranu. olan erdem öğretisine bağlılığını hiç yi-
Bu anlayışın savunucuları, "erdem"i tirmeyen erdem etiği, Kant'ın ödev ahla-
başköşeye yerleştirerek, ahlakla ilgili di- kına karşı savaş açmış; eylemin kendisine
ğer tüm kavramların erdeme indirgene- uymak zorunda olduğu ilkeleri saptayan
bileceğini ya da bu kavramların ancak "*koşulsuz buyruk"a (kategorik imptratij)
erdem aracılığıyla temellendirilebileceği­ koşulsuz bir itaat talep eden ödevci ah-
ni öne sürer. Insana yaraşır, iyi bir yaşam lak ardayışının, zorlamaa ya da yüzeysel
için erdemin payını vurgulayan bu öğre­ bir "yükümlülük bilgisi"nden öteye ge-
ti, insanın ahlaki açıdan yetkinleşmesi ya çemeyeceğini savunmuştur. Ayrıca bkz.
da iyi bir karaktere sahip olabilmesi için erdem; Anscombe, G. E. M. ; Macln-
gerekli olanın bir "ödev bilinci"nden çok tyre, Alaisdair.
"ahlaksal iyi"nin ya da "erdem"in tam
olarak neye karşılık geldiğinin bilinmesi erdişilik [İng. mıtlrog,ıır. Fr. a11drogpnie;
olduğunun altını koyuca çizer. Alm. t111drogpıir, es.t. hiiımiJ Cinsel kimli-
Kökeni ilkçağ Yunan felsefesine, ö- ğin belirsiz olması; ne tam erkek ne de
zellikle de Aristoteles'in erdemleri kdı tam kadın olma durumu: "çift cinsiyetli-
!ark yararcasına ele aldığı Ni/eonuıkhos'a lik". Erdişilik hem eril hem dişil özellik-
Etik adlı yapıtına dek uzanan erdem eti- lerin; her iki cinsin de kendine özgü, a-
ği, G. E. M. Anscombe'un modern ah- yırt edici özelliklerinin birarada taşınma­
lak felsefesinin temellerini eleştirdiği ve sını ifade eder.
Eski'nin erdemlerine geri dönme çağrı­ Kimi feminist düşünürler, özdlikle
sında bulunduğu ünlü yazısıyla yeniden de HC!cne Ci.ı:ous, erkckiçinciliğc, daha
canlannuşıır. Anscombe "Modern Ahlak doğrusu ataerkilliğe karşı bir seçenek o-
Felsefesi'' adını taşıyan 1958 tarihli bu larıık, fiziksel açıdan olmasa da kültürel
makalesinde, umutların tükendiği, kutsal anlamda erdişiliği savunmaktadır. Femi-
bir yasakoyucunun varlığına duyulan i- nist kuramda erdişilik terimi "kadın" ya
nançsızlığın doruğa çıktığı bir çağda "ö- da "erkek" olmanın tartışmasız kabul e-
dev" ya da "yükümlülük" türünden ya- dilen öncüllerini sorgulamak, toplum ta-
sayı ç2ğnşuran kavrıımlarla ahlakı temel- . rafından bizlere biçilen cinsiyet kimlikle-
lendirmeye kalkışmanın bir hata oldu- rinin altını oymak için kullanılmaktadır.
ğundan söz açmaktadır. Anscombe fel- Cixous, erillik ile dişilliğin "birey özne"
sefecilere tüm bunları bir yana bırakıp de aynı anda bulunabileceğinden; bireyin
ahlak felsefesini, Antik Yunan kalıtını da içindeki dişilliğin canlı bir biçimde fark
dcvr-;.larak, erdem etiği ile yeniden kur- edilişi ardamında kullandığı "erdişilik o-
malarıı'l salık verir. lanağı"ndan söz açar. Aynca bkz. Cix-
Erdem etiğini diğer ahlak öğretilerin­ ous, HeJene; erkekiçincilik.
den ayının bir başka özelliği de "eyleyen-
temelli" o!uşudur. Başka bir deyişle, bir erek bkz. telos; erekbilgisi.
eylemin ahlaki açıdan uygun olup olma-
dığını vardı n sonuçlara bakarak değer­ erekbilgisi [İng. feltology; Fr. tlllologie;
l_endiren yamrcılık ile sonuççuluğun ter- Alm. teltologie, es. t: 111ebhas-i g19"d~ Eski
sine, erdem e'.iğinin temel ölçütü eylem- Yunanca'da varılacak son nokta olarak
de bulunan kişinin "ahlaksal iyi"yi içsel- "erek" ya da "enson amaç" anlanundaki
483 erekbilgisi

ıe/as ile "bilim", "bilgi", "söz" anlamla- ramlar "erckbilgiscl ahlak kuramlan" o-
rına gelen logıuun türetilmiş sözcük: "te- larak adlandırılır. Erekbilgisel ahlak anla-
leoloji", Genel olarak, evreni amaçlarla yışında ahlak değerleri enson amaca ya
araçlar arasında bir ilişkiler dizgesi olarak da cnson iyiye göre açıklanır ve temel-
gören tüm yaklaşımlara verilen addır. lendirilir. Eski Yunan ahlak kuramlan
En genel anlamıyla, amaçların, he- erdemi insan doğasının mükemmel ola-
deflerin ya- da niyetlerin araştınlması bi- rak gerçekleşmesiyle özdeşleştirdikleri i-
limi olarak görülebilecek "erekbilgisi", çin erckbilgiscldirlcr. Modem yararcılı­
belirli görüngülerin amaçlan, hcdeflcıi ya ğın ahlak anlayışı da doğru davranışı en
da niyetleri aracılığıyla açıklanabilir oldu- iyi sonuçları destekleyen davranış olarak
ğunu savunur. Erekbilgisel açıklamalar, tanımladığı için erekbilgiseldir.
önccleyici olaylar (başka bir deyişle "ne- İlkçağ Yunan diiJünürlerinin öncelik-
denler') aracılığıyla yapılan açıklamalann le ahlak felsefesinde, sonra da canlı can-
aksine olguları gelecekteki amaçlar ya da sız tüm varhklan kapsayacak biçimde
hedefler aracılığıyla açıklarlar. Buna kar- evrcnbilgisinde ve varhkbilgisinde felse-
şın erckbilgiciler nedensel açıklamaları fece düşünmenin yolu olarak gördükleri
da dışlamazlar. Bu yüzden erekbilgisi ki- crekbilgisi çerçevesinde, Eski Yunan fel-
milerince olgulann etker nedenlerin ("m- sefesinin mutçu ahlak felsefesi anlayışın­
rn ej/Wtti) yarunda ereksel nedenlere ('""" da insanın tüm yapıp etmeleri "mutlulu-
.rn fi11alii) bağlı olarak açıklanması biçi- ğa erişme" ereğiyle belirlenirken, Anak-
minde de tarumlarur. Örneğin her biri sagora.~ evrenin, Aristotcles ise duyulur
nedensel bir biçimde birbirine bağlı olan şeylerin tümünün kendilerine içkin olan
doğadaki düzenliliklcrdcn yola çıkılarak ıe/aslan aracılığıyla kavranabileceğini ve
Tanrı'nın varlığırun tanıtlanmaya çalışıl­ açıklanabileceğini savunmuştur. Aristote-
ması mkbilgiıel 11rla111/n111n türiine
girer. les 'in en iyi ifadesini "doğa boşuna çalış­
Erekbilgi.~i.
bir felsefe öğretisi olarak, maz" savsöz(inde bulan bu erekbilgisel
doğanın amaç yönelimli ya da işlevsel tutumu, modern bilimin doğuşuna tanık
olarak düzenlenmiş olduğunu savunan olan XVI. ve XVII. yüzyıllarda yerini
öğretiye denk düşer. İlk olarak doğal dün- "düzenekçilik"c bırakana kadar bilim a-
yarun düzeninin yönelimli bir eyleyenin lanında dahi etkili olmuş; özellikle Kant
davraruşıyla karşılaşurılarak anlaşılabile­ ve Hegcl gibi idealist felsefeciler tarafın­
ceğini savunan Platon'un ortaya koydu- dan da modem felsefeye tıışınmıştır. Ev-
ğu dqrnlmkbilgiıirı.e karşılık Aristotclcs renin yapısı aracılığıyla işleyen bir tasa-
doğadaki şeylerin tümünün içkin amaç- rımın ya da ereğin varhğı üzerine kurulu
lar taşıdığım savunan irse/ mlebi/6siyle erckbilgi~i, bu bağlamda evrendeki bü-
her şeyin kendine özgü bir enson ereği tün görüngülerin enson anlamda belli bir
olduğu ve kendiliklerin bu ereği yerine ereğe, tinsel bir güce, saltık bir usa ya da
getirmek doğrultusunda biçimlendiğini tannsal bir düzene başvurmaksızın da
ileri sürmüştür. Thomas Aquinas gibi do- açıklanma olanağı taşıdıklan öncülünden
ğal tannbilimcilcr ise bütün görüngülcri yola çıkarak tinsel ya da tinsel olmayan
her şeye gücü yeten Tann'nın yönelimle- bütün olaylan her koşulda fizik ya da
rine başvurarak açıklama yönünde içsel kimyadaki nedensel ilişkileri model ala- ·
ve dışsal erekbilgisini birleştirmiştir. On- rak açıklamaya çalışan düzcnekçilikle ta-
lara göre Tann dünyayı öyle kurmuştur ban tabana zıttır.
ki her kendilik Tann'nın ona verdiği iç- Darwin'in canlılar dünyasının erekbil-
kin ereği gerçcldeştirme eğilimindedir. gisel olduğu öne sürülen işleyişini erek-
Ahlak felsefesinde i.~ amaçlan dav- bilgiscl olmayan bir biçimde açıklama­
ranışı değerlendirmenin ve davraruş il- sıyla birlikte erckbilgisi zayıflamaya ve
kelerinin temcileri olarak kabul eden ku- yoğun eleştiriler almaya başlamıştır. Dar-
484

win'e göre evrim sürecinin kendisi erek- kiye'de felsefe.


bilgiscl olmasa da işlevsel olarak düzenli
sistemlere ve yönelimli eylemlere neden Eriugena,Johannes Scottus (800-877)
olmaktadır. Sonuç olarak günümüz fel- Skolastik felsctenin "Erken Skolastik"
sefecileri de yönelimli davr.ınışı ve işlev­ diye anılan 800 ile 1200 yıllan arasındaki
sel düzeni kabul eunderine kaışın ~ ilk döneminin, kendinden soıır-.;ı gelen
ndde bunlan doğaüstü eyleyenlere ya da Ansclmus ve Pettus Abdardus ile bir-
içsel doğaya bafvunnaksızın açıklamaya likte en önemli temsilcilerinden biri olan
çalışmaktadırlar. Aynca bkz. Aristotcles. İrlanda doğumlu İskoç düşünür ve tan-
nbilimci. Johannes Scottus Eriugcna,
eremia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesin- Boethius (48()..525) ile Ansclmus (1033-
de, özellikle de Aristotclcs'tc, •ı/r.hok ile l 109) arasındaki dönemde yapıtlannı La-
birlikte "dinginlik" ya da "durgunluk" an- tince yazan en önemli düşünürdür. Yu-
lamında kullanılan terim: "durağanlık". nanca da bilen Eriugena gerek yapuğı
Etr111ia "durmak", "duradurmak" ya d-.;ı çeviriler gerekse yazdığı yorumbrla Hı­
"ı luraklamak'' anlamında da mmtİft te- ristiyan Latin dünyasının Yunan Kilise
rimiyle eşanJamlı olarak kullarulır. Babaları'nın önemli yapıtlanylıı haşır ne-
şir olmasına olanak sağlamış ur.
agon (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde Hıristiyan inancıyla Yeni Platoncu fd-
bir şeyin yapılışı ya da işleyişi; "işlev" scfeyi bağdaştımıa çabası içinde, aynı
anlamına gelen bu sözcük, filozoflar ta- çizgideki Augustinus 'u da izleyerek ken-
rafından iki temel anlamda kullanılmıştır: dine özgü felsefi bir bireşim geliştiren E-
1. Bir şeyin etkinliği, yani gördüğü işlev; riugcna'nın erı önemli felsefe çalışması,
2. Böyle bir etkinliğin ürünü, yani ortaya bir öğretmen ile öğrencisi arasındaki u-
çıkan iş. (A.ristotcles'in bu bağlamlardan zun bir diy.ılogdan oluşan Doğaı1tt1 Bii-
yola çıkarak ngon'u nasıl kullandığına iliş­ lii111/nı111ui Ü:ıerine'dir (De divisione natu-
kin bkz. energeia.) r.;ıe, 867). Bu çalışmasında Eski Yunan
Etgon, bir şeyin uygun etkinliği ya da felsefe geleneğinden hareketle "doğa,.yı
işlevi anJanunda, hem Platon'un hem de temele alan bir evrenbilgisi ortaya koyup
Aristotclcs 'in etik öğttıilerinde insana u- Yeni Platonculuğun "oluş" öğretisiyle Hı­
yarbnnuşur: "İnsanın doğ.;ısına uygun iş­ ristiyanhğın "yaratılış" öğretisini uzlaştır­
levi nedir?" Platon için bu işlev, yalnızca maya çalışan Eriııgc:na, doğanın Tanrı ve
insanın üstesinden gelebileceği yönet- yaratılnuşlar da dahil olmak üzere "va-
mek, idare etmek, çekip çevirmek türün- rolan ve olıru.y.m'' her şeyi içine alan ge-
den etkinliklerdir; ama en önemlisi, yal- nel bir kavram olduğunu ileri sürer. Do-
ıuzc.ı ve yalıuzca insana özgü olan, onun ğanın ilk ilkesi ise varolan ve ulmayan
saydığımız etkinlikleri hakkuu vererek, a- her şeyin nedeni olarak Tanrı'dır. Ya-
dil biçimde t'-Jih) gerçekleştirmesini sağ­ pıtta doğa dört "bölüm"e aynlır: Birin-
layacak olan "erdem"; yani •ante'dir (DtıL cisi yaratan ve yaratılmanuş olan, yani
/et, 353a). Aristotelcs içinse insanın işi Tanrı; ikincisi yaratan ve yaratılmış okn,
(911 11ntlmlpo11) "ruhun akla uygun ya da yani İlk Nedenler ya da İdealar; üçün-
akıldan youun olmayan etkinliğini", ya- cüsü yaratmayan ve yaratılmış olan, yani
ni "ruhun erdeme uygun etkinliğini" y.ıratılnuş şeyler; dördüncüsü ne yaratan
kendisine ölçüt alarak yaşamaktır (Nih· ne de yaratılnuş olan, yani varolmayan ya
llllJ/ehoı'a Elik l, 1098a). da "hiçlik"tir. Eriugcna'nın temcide bü-
tün varlıkların Tann'dan geldikleri ve yi-
eristik bkz. didi§im. ne Tann'ya dönecekleri yollu bu bö-
lümlemesine dayanan Dt Jiviıio11t nat11rae'
Eritirgil, Melunet Emin bkz. Tür- si Kilise tarafından tümtaıuıcılıkla suçla-
485 erk iıtenci

narak mahkıim edilse de başta XIII. yüz- kimi Nietzschc yonımcıılannın da sık sık
yılın Skolastik düşünü~ri olmak üzere belirttikleri üzere, erk istenci tasarımı a-
kendi.\inden sonraki ııınnbilimcileri de- nıcılığıyla Nietzsche'nin dillendirdiği a-
rinden etkilemiştir. çıklamalan bilimsd bir gerçek, nıhbilim­
Eriugena diğer bir önemli çalışması scl bir gözlem ya da metııfizik bir kurgu
la~ Ü!(!f'İ1te'de (De praedestinationc, olarak rru almak gerektiği, yoksa erk is-
851) Tann'nın aşkınlığını ve mutlak iyili- tencinin de öteki pek çok tıısarımırıda
ğini gerekçe göstererek yazgıyı reddeder. olduğu gibi sürekli yeni yorumlara ola-
Ona göre Augustlnusçulaım savunduk- nak tıınımak amaayla bile isteye tasarla-
lan gibi Tann'nın ruhların yazgılarını ön- dığı anlambilgisd doğuıganlığı· yüksek
ceden çizerek kimilerini ("seçilmiş" o- bir eğretileme mi olduğu çok açık değil­
lanlan) cennetle ödüllendirirken, kimile- dir. İlk kez Tan 'KIZJl/ığinda (1881) geçen
rini ("lanetlenmiş" olanlan) cehenneme erk i.~tenci tasannu, özünde fizik bağla­
mahkum etmesi söz konusu değildir: Mut- mında kullanılan 'güç' kavramının yaşam
lak İyi olarak Tann tüm insanların kur- felsefesi bağlamına tıışınarak yeniden yo-
tuluşa ermesini ister; buna karşın kimi rumlanmasıyla oluşturulmuştur. Erk is-
insanlar özgür seçimleriyle kendilerini ce- tenci ııısanıruna göre, bütün yaşam ke-
henneme mahkum ederler. Aynca zama- sintisiz bir savaşım içinde olunarak geç-
nın ötesinde olan Tann için zamana iliş­ mektedir; insanlık tarihinin hemen her
kin içerimleri olan "öırttdtrt bilme" gibi döneminde, bütün düşünceler ile eylem-
yüklemler de söz konusu edilemez. Eri- lerin en temelinde yaııın tek bir gerçek
ugeruı'nın bu yapıtı da kurtuluş sürecin- varsa, o da bütün varlık teklerinin hep
de özgür iradenin üzerinde fazla durarak daha güçlü olmayı arzuluyor olmalandır.
ııınrısal kayranın rolünü küçülttüğü ge- Yaşayan bütün varlıklann arzuladıkları
rekçesiyle Kilise tıırafından kara listeye gerçeği düşünüldüğünde, "arzu"nun her
alınmıştır. Aynca bkz. ortaçağ felsefesi. durumda güç bağlamı içine yerleştirile­
rek anlaşılması gerekmektedir. Buna gö-
erk bkz. güç/iktidar. re, bütün anlayışlar, inanışlar ve değerler
kendileri dışındaki olanakların bastırılıp
erk istenci [İng. /ili// /o po,,,,,.., Pr. ınılonti etkisiz kılınması ııdına vardırlar. Ne var
Je J>llİISlllN!r, AJm. /llİ//t Zfl" 111at/J1", es.t. İt'l1- ki bu bastıranlar ile bastınlanlar arasın­
Je-i ~ En yalın anlaumıyla "Dünya daki diyalektik çoğunlukla gizli ya da
'Erk İstenci'dir, ondan başka da bir şey üstü örtülü bir süreç olarak işlediğinden
değildir" biçiminde özetlenebilecek, Ni- ötürü, tanıflara bir anlamda maskelerini
etzschc'nin tüm bir öğretisine egemen o- düşürecek bir yolla, y:1ni soykütükçülük
lan felsefe tasannu; insan doğasının en yaklaşırruyla yaklaşmayı zorunlu kılmak­
temel öğcsi; ötekilerin istenç erklerini tadır. Hiç kuşkusuz söz konusu yaklaşı­
kendi istenç erkiyle karşılamaya yönelik mın lc.ılkış noktasında, her türlü bilginin
en temd yaşam ·felsefesi öğretisi. Adına ya da doğruluk biçiminin gerçekte bir-
yaşam ya da varoluş denenin özünde her bideriyle savaşım içinde olan farklı dü-
balamdan sonuna dek götürülmüş "erk şünceleı:den zaferle çıkanlann savunulan
isteııci"nden öte bir anlamı olmadığını olduğu saptaması bulunmaktadır. Nictz-
savunan wrhkbilgisi ilkesi. sche'nin IJdh/apnalıle (*perspcktivizm)
Nietzsche'nin erk istenci yaklaşımı­ anlayışının bir başka anlatımı gözüyle de
nın kökeninde, Schopeııhauer'ulı İımtf ııe bakılabilecek bu saptamaya göre, "olgu"
Tasan111 Olarak Dii'!Jll adlı yapıunda te- ya da "olgusal gerçek" diye birtııkım
mellendirdiği istenç anlayışını kendisine kendiliklerin olması söz konusu olmadı­
özgü bir biçimde okuyarak yorumlama- ğından, elde bulunan yalnızca yorumlar-
sının önemli bir yeri olduğu açıktır. Oysa dır; yorumlarda içerimlenen etk istenci-
erk istenci 486

nin ötesinde gidilecek ne temeldenci bir adına değil hep daha güçlü olmak adına
hakikat, ne şaşmaz bir doğruluk, ne de yaşanmaktadır. En iyi anlatımını yaratıcı
ussal bir dayanak vardır. eylemlerde bulan erk istenci, insanlığın
Nitekim Nietzsche, evrene egemen yüzyıllardır peşinde koşturduğu en yük-
olan biricik itkinin güçlü olma isteği ol- sek mutluluğu ele geçirmenin biricik ko-
duğu gözleminden yola koyularak, insan şuludur. Daha açık bir deyişle, sanıldığı­
eylemleri ile duygularumlanna konu bü- nın tersine mutluluk yaşanan hazların
tün yaşama bağhımları için de asıl belir- gerek niceliksel gerek niteliksel bakım­
leyici olarun erk istenci olduğu sonucuna dan çoğalulmasından değil, sahip olunan
varmıştır. Canlı bir varlığın bulunduğu erk durumunun yaşanan bütün acılara
her yerde, yaşamın filizlendiği her toprak rağmen çöğalularak yaratıcılığa dönüştü­
parçasında erk istenci kök salmak duru- rülmesinden geçmektedir.
mundadır. Varoluşun temel ereği bu yüz- Nietzsche'nin çözümlemesinde güçlü
den başlangıçtan bu yana güçlü olma is- olma isteği, olgunlaşmamış en yalınkat
teğinde gövdelenmektedir; insan bu an- biçiminde, sınır tanımaksızın dört bir ya-
hımda yalnızca yaşamını sürdürmek a- na saldırmak olarak kendisini açığa vur-
macıyla kendi canını koruma dürtüsü- maktadır. Bu tür bir erk istenci yaşantısı
nün dedikleriyle yetinemez; çünkü istese tartışmasız hayvana özgü vahşi bir va-
de iliklerine dek işlemiş olan kayıtsız ko- roluş kaı:minında olunduğunun göster-
şulsuz her durum içinde hep daha güçlü gesidir. Oysa insanı gerçekten insan ya-
olma isteği onun yakasını bırakmaz. Da- pan, bir yandan erkini çoğaltırken, öbür
ha açık bir deyişle, evrenin bütün düze- yandan çoğalan erkini yönlendirebilme
nine yer eden erk istenci ilkesi, evren yetisidir. Nietzsche'nin "içindeki yıldızla
bütünüyle yok olmadıkça ortadan kalk- dans edebilmek için önceden içinde za-
mayacak denli temel bir ilkedir. Tam bu ten bir kaos olmalıdır" sözüyle dile ge-
noktada Nietzsche Erk İstenci (Der Wılle tirdiği gibi, insanın tinsel bir düzene u-
zur Macht) başlığıyla ölümünden sonra laşmak amacıyla kendi kaosundan kendi
bitirilmemiş biçimiyle yayımlanan yapı­ düzenini yaratabilmesi erk istencinin en
tında şu sözlere yer vermektedir: "Fizik- üst düzey dışavurumudur. Üstinsan, Tan-
çilerimizin Tann'nın evreni yamtışını a- n'nın olmayışından ötürü yaşanan düzen
çıklamak amacıyla haşvurduklan erk kav- yokluğunda, kendindeki kaostan /eiifiik-
ramı bir başka şeyle daha tamamlanmak evrı111/i bir düzen yaratıp bununla bifyiik-
zorundadır, yani bundan böyle ona 'erk et>rrnli kaosu biçirnlendirendir. Ü stinsan
istenci' diyeceğimi belirtmek gerekmek- bu anlamıyla büı.ün savaşımlanru başka­
tedir." larından çok kendisine karşı veren, baş­
Nictzsche'nin erk istenci tasarımında, kalannın değil de kendi kendisinin efen-
insan doğasını oluşturan en temel ilke, disi olabilen bir kişiliktir. Nietzsche, bü-
yaşama isteğinden çok sahip olunan güç- tün bu söylenenlerden de görüleceği ü-
lülük durumunun çoğaltılmasıdır. Kuş­ zere, üstinsan olma ereğini insarun ken-
kusuz bunun böyle olduğunun en iyi gö- disini gerçekleştirebilmesinin bir modeli
rülebileceği yer, insanların çoğunluk da- olarak temellendirmiş; üstinsanı Tanrı'
ha güçlü olmak adına yaşamlarını göz nın öldüğü bir çağda Tann'dan boşalan
kırpmadan tehlikeye atıyor olmalarıdır. yeri en iyi doldurabilecek bir kendilik.
Bu açıdan bakıldığında, Nietzsche'nin gö- olarak değerlendirmiştir. Yoksa başta top-
zünde insanlann hazlardan kaçarak bile lum bilimleri ile siyaset .kuramı çevreleri
isteye acıları seçmeleri, pek çok çileci olmak üzere değişik çevrelerde anlaşıl­
etik dizgesinden de görülebileceği gibi dığı gibi, Nietzsche'nin erk istenci tasa-
"acıscver" olmalan anlaşılır bir şeydir; rımında geçen erk kavramı zorunlu ola-
çünkü yaşanan acılar salt acının kendisi rak ötekilerin tahakküm alıma alınma-
487

sınayönelik kaba güç kullanımına karşı­ Fr. Eeolt ıit Er!attgrr, Alm. Erlallgm Sdı11/t)
lıkgelmemektedir. Burada geçen erk ile Almanya'nın Nümberg kentinin oldukça
söylenmek istenen, kiJinin kendi yaşanu­ yakııundaki Erlangen'de kurulu bulunan
sının "yıırauna etkinliği"ni olabildiğince Alcıcander Friedrich Üniversitesi'nde gö-
çoğ.ıluna isteğidir.Bu açıdan bakıldığın­ rev yapan Wılhelm Kamlah, Paul Loren-
da erk istenci ötekileri ezip. baskı alunda zen, Kuno Lorenz, Jürgen MittelstraB,
tuunanın amaçlandığı bir varolma kipi Peter Janich, Oswald Schwemmer gibi
olmaktan çok, kendine yeterlik ile özgü- felsefecilerin, aralanna birtakım başka
venin çoğalulmasıyla ilintili bir konudur. felsefecileri de alarak kurduklan yorum-
Nitekim bunun bir kanıu, erk istenci bilgisi, idealizm, adcılık gibi "geleneksel"
bozguna uğramış kişilerin, sağlıklı birer telsefelere karşı seçenek olarak XX. yüz-
etik dizgesi lalığına bürünmüş avutucu yılın ikinci yansında ortaya konmuş fel-
söylenlerin gerçekte düşmanlık ile hınç sefe okulu. Ökulun üyelerinin temel il-
yaşanusının yüceltilmesi olan "iyilikse- gileri matematiksel manuk, idealist felse-
verlik", "alçakgönüllülük" gibi edilgen feler ve Heidegger dışarıda tutulmak ko-
değerlerini, birer erdemmiş gibi hem şuluyla yorumbilgici gelenekte yer alan
kendilerine hem de başkalarına yuttur- büyük düşünürlerin fdsefeleri üzerine-
malandır. Nietzsche'nin erk istenci anla- dir. Erlangen Okulu, daha çok klasik fel-
yışının başta Foucault ile Lyotard olmak sefede yürütülen yüksek düzeydeki filo-
üzere çoğu post-yapısalcı düşünürün ba- loji (örübilim) çalışmalanyla, bu alanda
kışlan üstünde son derece büyük bir et- uzmanlaşmış bir okul olarak ıarunır. O-
kisi bulunduğu üstünden atlanamayacak kulun en etkin, en canlı döneminde
bir gerçektir. Ayrıca bkz. Nietzsche, Konstanz ile Marburg üniversitelerini
Friedrich. yakından etki!~ olması aynca önemli-
dir. Ne yazık ki çözümleyici fdsefe ile
erkekiçincilik (İ~. 1111tlrrKrtrtrimt; Fr. aa- geleneksel felsefe anlayışlan arasında
Jroa11tris111r, Alm. a11tln>Z!"lrİstll#Jı Dünya- yüzyılın ortalanndan başlayarak gidc:.ttk
yı yalnızca "erkek" bakış açısıyla algılayıp derirıleşen uçurum okulun çok gc;çme-
yorumlayan, "kadın"ın çıkarlannı yok sa- den dağılmasına yol açınışur.
yıp erkeğin çıkarlarını gözeten genel an-
layışa verilen .d: "erkekmerkezcilik". ezoa (Yun.) Sözcük anlamı "arzu", "aşk"
Erkekiçincilik, felsefede tuttuğu yeri ya da "sevgi" olan mıs, Yunan söyien-
feminist felsefeye, özellikle de Fransız biliminde "aşk tannsı"na karşılık gelir.
feminist kuramcılarıı borçludur. HClene ·Sokrates öncesi felsefenin düşünürleri i-
Cixous, Luce lrigaray ve Julia Kriste- çin tn>r her türlü yarııulışın ana ilkesi, ev-
va'run bafllll çektiği bu feminist düşü­ rensel bir güçtür. Sözgelimi, Parmenides
nürler, düşünce wihinin "eril" doğasıru için mıs birleştirici bir güç; Empedoldes
kıyasıya eleştirmiş; kadının "öteki" ola- içinse Kaos ya da Karmaşa ile birlikte
rak sunulmasına, kadın kimliğinin "baş­ evrenin yaratılışını açıklayan iki dış güç-
kası" olarak tanımlanmasına karşı çık­ ten biridir. Tüm bu güçler Herakleitos'
mışlardır. Bu düşünürler, ataerkil bir top- un doğada bulunan "gizlenmiş uyum"u-
lum yapısına dayanmasından ötürü, bü- nu anıştırır (Aristoteles, Mttafo1ile, 984b,
tün bir Bau kültürünün erkek öznelerin 98Sa, 1071b, 1075b).
söyleminden çıkan sığ bir kültür oldu- Platon'un Şöltn ile Pbaiıiror diyalog-
ğunun aluru çizerler. ları,
mun enine boyuna wuşıldığı bili-
nen en önemli antik felsefe metinleridir.
erkincilik bkz. liberalizm. Şölm'de ıms güzele duyulan ilgiyi, doğru­
dan güzelliğe (Woi) yöneltilmiş arzuyu
Erlangen Okulu (İng. Erlattgr11 SdJoo~ betimler. Bu ilgi yalnızca haz duymak i-
eskatoloji 488

çin değil, Güzellik İdeasından pay almak, Bcrkcleyfo, katı özndci idealizminin ö-
ona yaraşır şeyler yaratmak içindir. An- zünü oluşturan temd öğretisi: "Varol-
cak mıs'la, "sevgi" yoluyla salt güzele, mak, algılannuş olmaktır."
güzelliğin özüne ulaşılabilir (210b-212c). Özellikle Berkelcy'in metafiziğiyle bir-
Aynı diyalogda Sokrates, mJI hakkında likte anılan em esi pm.ipi ilkesi, tüm du-
bildiği her şeyi, mıs'un en soylu biçimi de yulur cisimlerin ya da tüm fiziksel nes-
dahil, bilge kadın Diotima'ya borçlu ol- nelerin ancak ve ancak tinsel ya cfa zihin-
duğunu söyler. Eros burada, güzelliğin sel bir töz tarafından algıfandıklarında
kavranmasıyla ölümsüz olana doğru yö- varolabilecekleri düşüncesine dayanır. Ö-
nelmeyi, duyulur dünyadan İdealar Dün- te yandan ıek başına bll ilke Berkeley'in
yası'na doğru yükselmeyi sağlayan büyük idealizmini kavramak için yeterli değildir.
bir *daimon olarak da nitelenir (Şô'/en, Berkeley, başyapıtı İ1110J1 Bilg/.rit1i11 İilet/eri
20td-203a). Ü~ne'de, gerçekliğin yalnızca zihindeki
Aşkın özverili, dostluğa dayalı yanını düşüncderden ibaret olmadığını, bu dü-
vurgulayan agapt ile onun bencil, cinsel- şüncelere ulaşmak için algıla yari tinsd
liği de banndıran yönlerini öne çıkaran varlıkların da varolması gerektiğini dile
eros arasındaki karşıtlık Dcmokritos'a ka- getirir. Öyleyse sadece algılanmış nesne
dar uzanır. Bu ayrım özellikle Hıristiyan olmak değil, algılayan özne olmak da va-
sevgi anlayışında önemli bir yer tutmuş­ rolmak demektir. Bir başka deyişle, "va-
tur. Yeni Platonculuk'ta, özellikle de P- rolmak ya algılanmış ohnak ya da algıla­
lotinos'ta eros, Varlık'taki iZ!fllli b;,/i/e'e makttr" ("esst ut aıtt pertipm tz11t perripi'J.
göndermede bulunmak için kullanılmış­ Aynca bkz. idealizm; Berkeley, Geor-
tır. Modem zamanlarda ise hem Frcud ge.
hem de Marcuse eliyle ems'a bambaşka
anlamlar atfedilmiştir. Aynca bkz. aga- essentia/e."Cistentia (Lat.) Ortaçağ fel-
pe; aşk; Platoncu/platonik aşk. sefesinde bir şeyi
o şey yapan, onun var-
lığının ndiğini kuran iiz ile öziin karşıtı,
eskatoloji bkz. öbürdünyabilgisi. her varolanın gerçekliği IJOf'Obt/ anlamın­
da kullanılan kavram ikilisi. Essmlia/ t.~iı·
esrime ~ng. eaıaıy; Fr. e:.:tasr, Alm. r/es- ımfia ya da "öz/varoluş" ikilisi, İbn Sina
tase; Yun. e/estnsir; Lat. eatasir; es. t.. 11tıi~ (Aviccnna) ile İbn Rüşd (Averrocs) gibi
Kişinin kendi varlığını aşıp yüce bir var- İslim filozoflarının da etkisiyle, başta
lığa crişmişlik ya da kavuşmuşluk duygu- Thomas Aquinas olmak üzere Skolastik
sundan kaynaklanan kendinden geçme felsefenin vazgeçilmezlerinden biri ol-
durumu: "vecde gelme". Platoncu öğre­ muştur. Aynca bkz. İbn Sini; İbn
tinin tannbilirnle iyice yoğruldUğu Yeni Rütd; Aquinas, Thoınas.
Platonculuk'ta, özellikle de Plotinos ile
ardıllannın gizemci fclscfclcrinde, felse- estetik (İng. aesthe/içs; Fr. esthitiq11e; Alm.
fenin temel amaçlanndan biri olan esri- iistheti/e; es. t. beJli»ôt, ilm-i lıwf41ı1 Eski
me, insan ruhunun bedenden aynlarak Yunanca'da "duymak", "duyumsamak'",
Tann'yla birleştiği söylenen duruma; ki- "ilk duyum" anlamlarına karşılık gelen
şinin görünüşler dünyasının ötesine ge- aisthanomai/ aisthesis sözcüğü ile varolan
çerek, "duyulur dünyanın dışına çıka­ karşısında duyarlı kişi anlamına gelen
rak", "kendini Tann'yla birleşmiş sayma- aistheJi/eos sözcüğünden türetilmiş felsefe
sı durumu"na karşılık gelir. Ayrıca bkz. terimi. En başta "güzellik" kavramının
coıkunluk. kendisi olmak üzere, güzelliğe konu her
türden varlık üzerine hem doğru düşün­
esse est percipi (Lat.) Maddi dünyanın menin hem de doğru duymanın yeıer
bizim dışımızda varolmadığını öne süren koşullarını dizgeli bir biçimde araştıran
489 estetik

felsefe dah. Bir uçta "güzellik", öbür çerimleri olmak üzere, güzellik yaşanııla­
uçta "çirkinlik" kavr-.ımlanrun bulundu- n ya da deneyimlerine yoğunlaşarak es-
ğu "estetik beğeni ölçeği''nde sıralanan tetiğin bir bütün olarak insan yaşamın­
alabildiğine değişik değerleme yargılann­ daki yeri ile önemini bütün yönleriyle
dan yola koyularak, ister sanatsal ister di2geli bir biçimde soruşturan felsefe a-
sanatdışı her türden estetik durumu, so- raşurmalan düzlemi.
runu, ilişkiyi ya da görüngüyü eleştirel Önceleri "güzellik felsefesi" oh1rak
bir gözle inceleyen felsefe araştırmast: salt güzelin doğastnı kavramaya çalışan
"~üzcllik felsefesi". Doıt.ıcla, diinya<la ya estetik, XIX. yüzyılda sanat kurnmlannın
da yaşamda karşılaşılan bütün olayların gelişmesiyle birlikte, sanat felsefesiyle bü-
bilinç yaşantısındaki estetik alımlanışını türıleşerek özünde sanatı ilgilendiren so-
olduğu kadar, her türden sanat yapıuyla rurılarn da yanıt arar olmuş; buna bağlı
girilen ilişkide yaşanan deneyimlerin es- olarak da felsefi ilkeler üzeri.ne kurulu
tetik bakımdan değergelerini de bütün giiZfl ıanatlar ftlıefui olarak da 'amlmaya
yönleriyle çözümleyen felsefe öğretileri başlanıruşur. Bunun yanında estetiğin
bütünü. Yerleşik felsefe dilindeki daha kapsamı içinde, sanat yapıtlanru kesin
özel anlamlanyla, sanat yapıtlanyla, dün- çizgilerle betimleyip değerlendirmeye ça-
yayla, doğayla ilişkiye geçerken "estetik lışan ~g11/amab utetik; sanann değişik a-
tutum", "estetik deneyim", "estetik ya- lanlarında eğitim alan öğrencilere yarat-
şam" diye olduğu varsayılan kendine öz- manın değişik aşamalarını ilgilendiren
gü bir eyleme, davranma ya da yapıp et- belli konularda belli yeti ve becerileri ka-
me kipi; daha da önemlisi, bu özgül ki- zandırmayı amaçlayan 1ı1uı;1e metile; belli
pin yöneldiği "estetik nesne" diye ayn, bir taslak ya da çerçeve doğrultusunda
özgül bir nesne türü olup olmadığını te- sanatın gelişim tarihinin felsefi bir gözle
mellendiren; "güzel" ile "güzel beğenisi'' irdelenerek incelendiği ımtaı tarihi ft/!t.ftıi
ni trajik, /etJl!Iİ/e,yiitt, lrajile8111ile, irr111ile gibi gibi kimi alt alanlar da yer almaktadır.
en temel estetik duygulanım katmanla- Sanatçılarca çoğunluk hep yerlcşildeşmiş
rındaki yansımalarıyla birlikte irdeleyen; ilk anlaıruyla, yani bir biçimde hep "gü-
verilen estetik yargıların kaynaklanru, de- zellik" bildiren güzel nitcleci doğrultu­
ğerlerini, güvenilirliklerini, geçerlilikleri i- sunda kavranan estetik, özellikle kimi
le doğruluklanru soruşturan; sanatın do- felsefecilerin gözünde y-.ıp-dy yaşam gö-
ğası ile s:ınaı yapıtlarının değerleri belir- rüntiileri ile gündelik yaşamın sıradan­
lenirken başvurulması gereken ölçütleri lıklanrun dışında yeni deneyim alarılan
belirginleştiren; estetik beğeni bildiren ile yeni yaşana olanaklarına göndermede
deyişlerin bütünüyle kişilere özel anla- bulunmaktadır. Günümüz felsefesinde,
tımlar ıru olduklan, yoksa beğeniye konu bu yeni deneyim alanlan olarak estetik,
nesnelerin ya da yapıtların kendi nesnel başta yorumbilgisel, postmodemist ve
özclliklerini mi yansıttıklan sorusuna ya- göstergebilimsel arılam soruşturmaları
nıt arayan; sanat yapıtına bakanın estetik olmak üzere, dil yönelimli araşnrmaların
konumu ile yapıun yaratıcısırun estetik başlıca konusunu oluşturmaktadır. Nite-
konumu arasındaki ilişkiyi bütün yönle- kim bu bağlamda estetik terimi, kimile-
riyle felsefi bakımdan kuran; estetik yar- yin sanat ile yaşam arasındaki geniş uçu-
gılann ahlak felsefesindeki karşılıklanru rumun varlığına vurguda bulunan bir
temellendirmek yoluyla estetik ile etik a- arılamla, "yaşamsal" ile "sanatsal" ara-
rasındaki bağlantının izini süren; sanat sındaki çelişkiye parmak basmaktadtr.
konulan ile yaşam konulan üzerine doğ­ Estetiğin başlıca ödevlerinden biri,
ru düşünüp doğru duymanın yeter ko- sanat yapıtından alınan hazzı, yalnızca
şullanru dizgeli bir biçimde inceleyen; doğa yasalarına dayanarak değil, bilincin
başta genci felsefe anlayışııruza ilişkin i- işleyişini de göz önünde bulundurarak
estetik 490

temellendirmektir. Kuşkusuz bu temel olarak sanat felsefesine odaklanan este-


amaç, çoğu durumda bir bütün olarak tiğin, tek tek sanat dallanru temellendir-
sanat dünyasına ilişkin kapsamlı bir gö- meye yönelik bir arayış içinde olmadığı
rüş geliştirmeyi zorunlu kılmaktadır. Ni- gibi, tek tek sanat. dallanrun kendi iç so-
tekim XX. yüzyılın önde gelen felsefeci- runlarına yarut getirmek gibi bir amacı
lerinden Alfred North Whitehcad, sana- olmadığı da açıklıkla görülmektedir. Bu
un deneyime daha önce dcneyimlcnme- arılamda sanat felsefesi daha çok sanatla-
miş yeni bir örüntüyü sokmak olduğunu, nn felsefi dayanaklanru, farklı sanatların
buna karşı esıetik yaşımunın ise bu ö- değişik "güzel" anlayışlarını, sanaun bü-
rüntünün bir biçimde tarunar.ık alımlan­ tün dallan için geçerli yaraucılığın evren-
ması olduğunu ileri sürmektedir. Estetik sel ilkeleri ile yasalanru soruşturmakta­
bu anlamda değişik sanat dallan üzerine dır.
düşünmekle birlikte, estetik deneyimle Estetik tartışmalarında baştan beri
ve: estetik değerle bir biçimde ilişkilendi­ kendisine yanıt aranan ana soru güzelli-
rip ilgisini kurabildiği hemen her şeyi ğin doğasıdır. Genellikle güzelin doğası­
kendi araştırma alanının kapsamına dahil na yönelik soruya karşı fılozoflann iki te-
edebilmektedir. Bu açıdan bakıldığında, mel yaklaşım sergiledikleri söylenebilir.
estetiğin yalnızca belli bir bölümünü "sa- Bunlardan ilki, güzelin nesnel bir varlığı
nat felsefesi" oluşturmakta, geri kalan a- bulunduğu düşüncesinden yola koyula-
na bölümünüyse çeşitli estetik sorunla- rak, güzelliğin güzel olan varlığın kendi-
nıı, tasanmlann ve yargılann doğasırun sinde bulunan nesnel bir nitelik oldu-
açıklığa kavuşturulmaya çalışıldığı "este- ğunu, bu niteliğin de nesnel birtakım öl-
tik felsefesi" ya da kimileyin yalruzca çütlere dayanarak nesnel yargılarla de-
"estetik" diye: anılan kendi öz alaru o- ğerlendirilebileceğini ileri sürmektedir.
luşturmaktadır. Ancak estetik üzerine dü- Öte yanda, güzelin doğası sorunu bağ­
şünmüş çoğu felsefecinin genel yakla- lamında, "nesnelci güzellik anlayışı"nın
şımlarından da açıklıkla görüleceği gibi, tam karşısında, güzelin kesinlikle nesne-
sanat felsefesi ile estetik felsefesi pek lerin kendilerinde bulunan bir nitelik ol-
çok durumda üst üste örtüşecek denli mayıp bütünüyle nesnelere bakan özney-
bir uyum içerisinde ele alınmaktadır. le ilintili olduğunu savunan "öznelci gü-
Günümüzde estetik, kimileyin estetik ku- zellik anlayışı" yer almaktadır. Felsefe ta-
ramcıları arasında estetiğin temel sorun- rihine dönüldüğünde, nesnelci yaklaşı­
larının neler oldukları üzerine dahi çetin mın önde gelen fılozotları arasında Pla-
tartışmaların yaşandığı alabildiğine çok ton, Arisıotcles ve G. E. Lessing bulu-
yönlü bir soruşturma düzlemi olması ya- nurken, Alman Romantizmi'nin önde
runda, günümüz felsefesinin de en üret- gelen fılozoflarına ek olarak Edmund
ken dallan arasında gösterilmektedir. Bir- Burke ile David Hume'un öznelci yakla-
takım sorun ya da konular üstünde derin şıtnın en önemli savunucuları oldukları
anlaşmazlıklar söz konusu olduğunda, görülmektedir. Öte yanda Kant, Yatg~ii­
estetikçilerin çoğunluk kendi tarihlerin- tii,,iin Eleıtirisi başlığını taşıyan üçüncü
den birtakım önemli kaynaklara başvur­ eleştirisinde, estetik yargının öznel bir
duklan, kimileyin değişik sanat dallanrun doğası olmasİna karşın evrensel bir ge-
özel tarihlerinden "ömekolay" çalışmala­ çerliliği de olduğunu ileri sürerek bu iki
n yapma yoluna gittikleri, kimileyin de yaklaşım arasında üçüncü bir orta ko-
usçuluk, Spinozacılık, varoluşçuluk gibi num temellendirmiştir.
genel felsefedeki yerleşiklik kazannuş an- Felsefe tarihinde sergilenen araştırma
layışlar ile öğretilerden destek aldıkları yaklaşımlarına bakıldığında, estetiğin en
gözlenmektedir. Yapılan araştırmalara ba- genci anlamda iki ana bölümden oluştu­
kıldığında, temel bir felsefe araşumıası ğu söylenebilir: (i) "sanat felsefesi"; (ıı)
491 estetik

"estetik deneyim felsefesi" ya da sanat yim .., "estetik yaşam" diye olduğu varsa-
·ürünü olmayan nesndeı:in ya da doğru­ yılan kendine özgü eyleme ya da konum
dan sanat kaynaklı olmayan olayların ko- alma durumunun olmazsa olmazları ne-
nu olduğu "estetik görüngüler felsefesi". lerdir, daha da önemlisi bu özgül kipin
Sanat ürünü olmayan nesneler arasında, yöneldiği "estetik nesne•· diye ayrı, özgül
hem doğrudan e~tetik değerlemeye açık bir nesne türü var mıdır? (ıi) "Estetik sa-
olup olmadığı ilk bakışta kuşku uyandı­ nat yapıtlannın doğasını irddeyen özel
ran insan eliyle yapılmış yapay nesneler bir araşurma alamdır" savı temelinde, es-
hem de bir bütün olarak insanlığın ya da tetiğin sanatın doğası!J.ı dört bir yandan
insan teklerinin tasarımı olmayan doğa­ kuşaup sardığı da düşünüldüğünde, sa-
nın ürünleri yer almaktadır. Estetiğin bir- nat nedir, sanat yapıu neye denir, sanat
birinden temelde ayn olduğu düşünülen ile sanat olmayanı birbirinden ne ayırır?
bu iki bölümü arasında nıısıl bir ilişki ol- (ılı) Sanat yapıtlarının özellikle güzdlik-
duğu, bu bölümlerden hangisinin öteki- leri doğrultusunda değerlendirilmesi, yo-
ne göre daha öncelikli olduğu konusu rumlanıp anlaşılması için birtakım estetik
karşısında estetik üzerine düşünmüş filo- yargılarda bulunabileceğimiz nemd öl-
zofların genellikle iki değişik tutum ser- çütler ya da ölçünler var mıdır, varsa
gilcdilderi göı:ülniektedir. Bunlardan ilki- bunlar nderdir? (iv) Tarih boyunca dola-
ne göre, sanat felsefesi daha temeldir şımda bulunan "güzel", "çirkin", "im-
çiinkü sanat ürünü olmayan herhangi bir gelem'', "yaratıalık'' "anlaum'', 11 tasa-
şeyin estetik bakımdan değerinin belir- nın" gibi sanat felsefesindeki temel kav-
lenmesi de son çözümlemede tıpkı sanat ramların anlamları, değergcleıi, işlevleri
yapıtlarının değerlerinin belirlenmesi gibi nderdir; en önemlisi de "bilgi"yle, "doğ­
gerçekleştirilmektedir. Bu görüşe karşı ru"yla, "gerçek"le bir ilintileri var mıdır,
tepki olarak geliştirilen ikinci tutum ise varsa bunlar nderdir? Fdsefe tarihine
hem sanat yapıtlarına hem !ie sanatsal bakıldığında, ortaya sözü uzatmamak a-
olmayan ürünlere karşı ayrım gözetmek- macıyla konulmuş bu anadamar sorular-
sizin bütünlüklü tek bir estetik ıasanmı da birtakım başka izleklerin çeşitli soru-
doğrultusunda yaklaşmanın doğruluğunu cuklıır-.ı bölünerek Y'd da bürünerek do-
savunmaktadır. Bu tür bir estetik tasanın laşuklan da açıktır. Gelgdelim yukanda
doğrultusunda yapılacak estetik değer­ sıralanan belli başlı sorulann, kimi fı­
lendirme, bir nesnenin dolaysız biçimde lozoflann düşüncelerinde ya hiçbir yer-
algılanan özellikleri, hiçbir beğeni yargısı leri yoktur ya da varsa bile yok denecek
bildirmeksizin, salt nesnenin kendi ol- denli önemsizdir bu yer. Descarı.es, Loc-
maktalığıyla bıraktığı izlenimleri üstün- ke, Berkeley, Husserl gibi kimi filozofla-
den yapılırken, sanatsal değerlendirme i- nnsa sanat ile güzel üzerine neredeyse
se sanat yapıtlarının çok daha derinlikli hiçbir söz etmemiş olmaları yabana atıl­
estetik araştırmalara dayalı olarak değer­ maması gereken bir olgudur. Bu bağlam­
lendirilmelrriyle yapılmaktır. Bu ikinci da belirtilmesi özellikle gereken önemli
değerlendirme yordamı çoğu durumda bir nokta, klasik filozofların estetik araş­
birtakım teknik önbilgiler gerektirdiğin­ tırmayı çoğunluk derinlikli felsefe tartış­
den genellikle bağlı olduğu sanat dalının ması olarak görmeyip büyük ölçüde göz
uzmanlannca yürütülmektedir. ardı etmiş olmalandır. Nitekim bunun
Günümüzde estetiğin sanat felsefesi en iyi kanıtı, estetiğin felsefenin öteki
kolunun uğraşttğı belli başlı dört sorun dallarından yüzyıllar sonra kendi içinde
öbeği ya da soru demeti bulunmaktadır. özerk bir felsefe dalı olarak filozoflarca
Bunlar en yalın biçimleriyle şöyle sırala­ tanınmaya başlanmış olmasıdır.
nabilir: © Sanat yapıtlanyla ilişkiye ge- Oysa ki estetik düşüncesi fdsefe tari-
çerken "estetik tutum", "estetik dene- hinin en az kendisi denli eskidir. Nite-
estetik 492

kim estetiğin düşünce tarihinde geçtiği başyapıttan ne türden esinler almış ola-
ilk yer olarak genellikle Platon'un M.ô. bileceklerinin izini sürmekten geçmekte-
JV. yüzyılda yazdığı Bi!Jii! Hippia.r baş­ dir. Yine bu bağlamda Platon'un Devlet'
lıklı diyalogu gösterilmektedir. Sözü edi- te, aynca da başta 1011 olmak Ü7.cre çeşitli
len diyalogd11 Platon'un, Hippias ile Sok- "Sokratcsçi Diyaloglar"da temellendirdi-
rates arasınd11 güzelin doğası üzerine ya- ği, şairler ile sanatçılann ahlaksal ve siya-
pıfan söyleşide estetik rasanmını açıklıkla sal bakımdan neden gözetim altında tu-
dillendirdiği görülmektedir. Aynca, "Mo- tulmalan gen:ktiğine yönelik sunduğu
dem Yazın" öncesi tarih dönemlerinde, gerekçelendirme, çoğu estetik tarihçisin-
"güzel" ya d11 onunla yakından bağlanulı ce açık bir şiirsel esinlenme kuramının
"trajedi" ile "yüce" gibi birtakım kav- ilk örneği ohırak değerlendirilmektedir.
ramlar üzerine derin felsefe tartışmaları­ Öte y-anda, sanatın gerçekliğe öykünme
nın yapıldığı kendisindeiı kuşku duyula- f:'mimesi.r) olarak kavrandığı Plat.on'un
mayacak bir gerçektir. Nitekim ilkçağ "Formlar Kummı"nın da hem sanabn
filozoflan arasınd11 Platon, Aristotcles, hem de sanatçının doğasının anlaşılması
Plotlnos; ortaçağ filozoflarından Augus- bağlamında son derece: önemli estetik i-
tinus ile Thomas Aquinas; "Yüksek Rö- çerimleri bulunduğu kuşku götürmez. A-
nesans" ile modem dönemin başlarında ma öbür yönden bakılacak olursa, temci-
her biri Platoncu ile Aris~telesçi gele- leri çok büyük ölçüde yine Platon dü-
neklerin değişik uzanulan olarak görüle- şüncesiyle atılmış felsefe ile şiir arasın­
bilecek çeşitli düşünürler oldukça verimli daki sonu gelmez kavga, hiç kuşkusuz
estetik düşünce yapılan ortaya koymuş­ estetiğin Baumgart.cn'e gelmezden çok
lardır. Gen:k Kscnophon'un M1111orabilia daha önceleri meşruluğu t11runmış bir
diye bilinen anmaca yapıtında anlattıkfa­ felsefe dalı olam11mıısının başlıca nede-
nna gön:, gen:kse Platon'un Şöll11 başlıklı nidir. Pek çok fdozofun sanat ile güzel
diyalogunda anlattıklarına bakılacak o- lronulanna yönelik önyargılar taşımala­
lursa, Sokrates iyi ile güzel arasında kC- nna yol açmış Platoncu anlayışa göre,
sinlikle bir aynm bulunmadığını düşün­ felsefe her durumd11 doğruluk ile iyilik
mektedir. İyi ile Güzeırın özdeşliği dü- kavramlannın aranmasına yönelik ussal
şüncesi, Dt1Jllt adlı kitabı ile Phaidro.r ve bir soruşturmadır. Oysa başta şiir olm11k
Pbilebo.r diyalogları başta olmak üzen: üzen: hemen bütün sanatlar, insanda
hem Plııton'un felsefesinde hem de Plo- uyandırdıkları usdışı duygufar nedeniyle
tinos 'un Dohizjtt/eMr başlıklı yapıtında doğruluk ile iyiye ulaşma yolunda büyük
açıklıkla egemen bir konumdadır. Öte bir engel oluştunnaktııdırlar. Felsefece
yanda Aristorcles'e dönüldüğünde, Ari~ <liişiinmcnin kayıtsı7. koşulsuz sanat et-
totclcs'in Poeti!M adlı yapıtında "epik", kinliğine üstün olduğunu sawnan Pfa-
"trajik" ve "komik" şiir türlerini enine ton, şairlerin toplumdan, şiirin ise fdsc-
·boyuna irdelerken, güzelin formu ile ana feden dışlanmasına yönelik estetik karşıtı
özelliklerine yönelik .kapsamlı bir çö- düşüncderiyle sonraki düşünür kuşakları
zümleme sunduğu görülmektedir. Söz- üzerinde son den:cc olumsuz etkilerde
gelimi Northrop Pryc'nin Blqı;,;,,;,, Ana- bulunmuştur. Bütün bunl= yanında,
tomisi (1957) başlıklı çalışmasında açık­ çok genci bir deyişle "doğaya öykünme"
lıkk belirttiğigibi, Aristotclcs'"ın Podi/M diye nitelenebilecek "klasik sanat tasan-
ile Rdati!M adlı yapıdannda sawnulan mı"nın tcmellcri Platon felsefesinde aul-
estetik görüşler günümüzde değerlerin- . mış olmakla birlikte, Aristotcles Poeti!M
den hiçbir şey yitirmeksizin geçcrliliklc- adlı yapıtında söz konusu tasanma ilişkin
rini korumaktadırlar. Kuşkusuz Prye'nin kapsamlı bir açınılama sıınduğu gibi, tc-
bu s11vını desteklemenin en iyi yolu, pek mclleri son dcn:ce sağlam dizgeli bir ya-
çok çağdaş yazın cleştiricisinin bu iki pı da kazandırmıştır. Buna karşı Kant,
493 estetik

Schelling, Crocc, Cassirer başta olmak ğu temellendirmeden bu yana estetik fel-;


üzere modern filozofların pek çoğunun sefenin ana dallan arasındaki yerini karşı
sanatın yaratma ediminin "imgesel'' ile çıkılamayacak bir kesinlikle almışur. Kuş­
"simgesel" yönleri üstünde durdukları kusuz, K.·ınt'ın "aşkınsal" ya da "eleştirel
görülmektedir. idealizm" diye adlandırdığı söz konusu
Güzel üzerine felsefece sorgulamanın dizge, bütün bir xıx. yüzyıl ile xx. yüz-
tarihi, felsefenin köklenip yeşerdiği, göv- yıl felsefesi için çığır açıcı olacak denli
delenip dallandığı Eski Yunan'a dek git- belirleyici olmuştur. Hatta öyle ki Kant'
se de, ayrı bir felsefece soıgulama dalı ın temellendirdiği bu dizge söz konusu
olarak estetiğin izi sürüldüğünde öyle dönem boyunca bir ikincisi daha göste-
çok da eskilere uzanmadığı görülür. Ni- rilemeyecek tek dönüm noktasıdır. Açık­
tekim bir terim olarnk estetik terimi, yüz- ça Kant'ın "beğeni açmazı", "güzel ile
yıUann içinde dallandıkça budak süren, yüce çözümlemeleri", "estetik yargıların
budak sürı.lükçe sürgün veren felsefe ta- manuğı'', "deha ile yaratmıı özgürlüğü'·,
rihi gövdesinin görece oldukçd yakın bir "estetiğin ahhiksal işlevi" gibi üzerinde
yerinden uç vermiştir. Alexander Baum- özenle durduğu temel araşurma konula-
garten, Kalıcı Birkızt· Şiir OZ!ri11e Felsrjeıe rının başlı b-aşına her biri estetik disipli-
Diişiitl{t/er (Meditationes Philosophicae ninin yapılanışında çok büyük açılımlar
de Nonnullis ad Poerna Pertinentibus, sunmaktadır. Buna karşın, manuksal ba-
1735) adlı yapıunda birbirinden özce ay- kımdan kendi içinde bütünlüklü, kendi-
n iki bilgi türü olduğu saptamasında bu- ne özgü bir doğası bulunan, estetik yargı
lunurken, terimi günümüzdeki anlamına diye adlandırılan, bilimsel, ahlliksal ya da
oldukça yakın bir anlamda dile getirmiş­ felsefi yargılardan özce bütünüyle ayn
tir. Baumganen us yoluyla, düşüncelerle bir y•ırgı türünün olup olamayacağı so-
çalışan manuksal bilmenin yanına; du- runu günümüzde Kant için taşıdığı o
yumsama yoluyla, duyumlarla çalışan du- büyük önemi yitirmiştir. Verilen "beğeni
yu sal bilgiyi koyarken estetik terimine yargılan"nın mantığını, yani güzelde ya
başvurma gereği duymuştur. Baumgar- da güzel olanla girilen ilişkide haz alınır
ten, bununla da yetinmeyerek estetiği olanın mantığını incelerken, Kant yüzü-
Christian Wolffun dizgesinin ışığı alun- nü belirgin bir biçimde sanattan daha
da felsefenin ana dallarından biri C'gü- çok doğaya dönmüştür. Estetik yargılan
zelin bilimi") olarak temellendirmiştir. evrensel yargılar olarak görmüştür; ama
Hiç kuşkusuz yine de ayn bir felsefe bu görüşünü öncelikle yargı nesnelerine
diztı;esi olarak estetiğin manuksal ve fel- rxlaklıınmış belirli kavramlar doğrultu­
scli temellerini at;ın büyük Alman filo- sunda temellendirmek yerine, algısal gö-
zofu lmmanuel K.·ınt'tır. Kıınt '1°t1tg'f,iiı:ii- rülerdeki öznel duygulardan bağımsız o-
11iin Eleşlin:ri başlığını taşıyan 1790 yılında larak evrensel olduğunu öngördüğü haz
yıızdığı üçüncü eleştirisinde estetiği eni- doğrultusunda betimlemeye hep ayrı bir
ne boyuna irdeleyerek temellendirmiştir. özen göstermiştir. Kant'ın son derece
Bu bağlamda, estetik değerlendirmenin özgün bir nitelik sergileyen "yüce'' açık­
insan doğasında kur-am ile pratik arasın­ laması, hem yönelimin ne denli önemli
daki aynma dayalı ikiliği yeniden tek bir olduğuna ilişkin öz.gün vurgusu nede-
bütün haline nasıl ve hangi yollarla ge- niyle, hem de estetik yıtrgılarının yaşa­
tirdiğini tanıtlayan Kant, estetiğin doğası mın anlamı bağlamında taşıdıkları "dö-
gereği zorunlu olarak hep sanat yapıun­ nüşlülük" nedeniyle güzele ilişkin genel
da olması gerekmediğini açıklıkla göste- felsefi yaklaşımından çok dalıa büyük bir
rerek, güzeli temelde öznel bir nitelik ilgi uyandırmışur. Kant'ın estetiğe yöne-
olarnk tanımlayabilmenin de önünü aç- lilc bu düşünceleri özellikle Schopenhau-
mışur. Kant'ın bu düşünceleriyle sundu- er, Nietzsche, Schelling, Fichtc gibi
esledlı: 494

XIX yüzyıl Alman Romantizm gelene- duklan haydi haydi söylenebilecek başka
ğinin
önemli düşünürlerini derinden et- varlıklar da bulunmaktadır. Yine aynı bi-
kilemiştir. çimde sanat yapıtının güzelliğinin doğal
Hegel'in Eıulilt Ü!(!rİttt Dmln'i. de nesnelerin güzelliğinden ayn olarak "ya-
hem tek tek sanatlann kendi özel tarih- pına" ya da "kurmaca" nesnelerin güzel-
leri üzerinden gidilerek övülmeye değer liği olduğunu ileri sürmek de yeterli gel-
yanlanna dair ustaca yapılmış yorumlar memektedir; çünkü bütün sanat yapıtla­
içerdiğindeq ötürü, hem de Hegel'in sa- rının güzel olmadıklan açıktır. Nitekim
natın yaratılması ile anlaşılmasının aynı aralarında hiçbir tartışmaya konu olama-
ölçüde tarihsellik yoluyla belirlendiğini yacak denli düpedüz çirkin olanlar bu-
göstermeye yönelik olağanüstü kavr.ıyı­ lunduğu gibi, estetik değeri doğrudan
şından ötürü modern sanat felsefesinin güzel ve çirkin niıelcçlerine başvurarak
gelişimi üzerinde son derece çığır açıa belirlenememesine karşın görkemli bir-
bir değer taşımaktadır. Hegel'in sanat et- takım başka estetik değerleri dile getiren
kinliğini tarihsel bir kültürün Gtisıi (fin' sanat yapıtları da bulunmaktadır. Fel~efe
i) doğrultusunda kavrayan yaklaşımı, es- tarihinde sanatın neliğini kavramak ama-
tetik tarihinde, başta sanat ile sanatçı ol- ayla önerilen yaklaşımlardan biri de sa-
mak üzere estetik dağarağından pek çok nat yapıtlarının yerine getirdikleri işlevle­
terimin anlamının ya da tanımının yeni- ri, yani neyi "resmetmek" ya da "temsil
den yapılmasına yol açacak denli önemli etmek" amacıyla yaratılmış olduklarını
bir kınlmaya karşılık gelmektedir. Nite- aydınlığa kavuşturmaktan geçmektedir.
kim bu bağlamda sanatın tarihi başlı ba- Kuşkusuz roman, resim gibi belli sanat
şınıı Tin 'in kendini ortaya koyuşunun ta- dallannda kimileyin gerçek dünyanın ki-
rihi olarak temelleııdirildiğinden, her sa- mileyin de imgesel dünyalann ~smedil­
nat döneminin, dolayısıyla da her sanat- diği açıklıkla görülmektedir; ama başta
çının kendinden önceki sanatsal kavra- müzik ile geıçeküstücü yapıtlar olmak ü-
yışların bir ürünü olduğu düşüncesi ke- zere pek çok sanat yapıtının resmetme
sinlik kazanmıştır. ilişkisi temelinde yaratılmadığı da bir o
Filozoflar estetik araştırmalannda ol- denli açıktır. Bu anlamda gazeteler ile
dukça uzun bir süre boyunca, miizik, ya- haberlerin dış dünyayı temsil etmek ya
zın, resim, heykel, tiyatro gibi sanat adıy­ da sunmak gibi bir işlevi yerine getiriyor
la anılan bir dizi sanatsal etkinlik bulun- olmaları doğaldır. Ancak bu tür bir öl-
duğu öncülünden yola çıkarak, aralann- çütün en büyiik, en görkemli sanat ya-
da çefitli bakımlardan ayrılıklar bulunan pıtlannı tanımlamada kullanılabilecek bir
bütiin bu sanat etkinliklerinin hepsinde ölçiit olmadığı giiniimiizde artık kuşkııya
ortak olanın ne olduğunu görmemize o- yer bırakmayacak bir açıklıkta tanıtlan­
lanak sağlayacak genel bir sanat tanımı mıştır. Yine sanatın neliğine ilişkin aynı
yapma arayışı içinde olmuşlardır. Ne var soru bağlamında verilen bir baş.ka yanıt
ki, geçmişte fılozoflarca sunulmuş deği­ da sanat yapıtlarını tanımlamanın bütü-
şik tanımlama çabalarına karşı, pek çok nüyle yaraucısının yapıtında dile getirdiği
felsefeci günümüzde böylesine kapsamlı ya da dışa vurduğıı duygulann neler ol-
ve bütünlüklü bir tanıma ulaşmanın ilke- duğunun saptanmasıyla olanaklı olduğu­
ce olanaksız olduğu yönünde görüş bir- nu savunmaktadır. Sanatçının yapıtında
liği içerisindedir. Sözgelimi böylesine bir gövdelendirdiği duygular elbette yapıtın
tanıma ulaşmak için, geçmişte çoğu filo- estetik değerini fark etmek açısından ye-
zofun yaptığı gibi, sanat yapıtlarının salt rine göre son derece önemlidir. Ancak
güzel oluşlanna odaklanarak yola koyul- bize bütün sanat yapıtlannın neliğini su-
mak yeterli değildir; çünkü sanat yapıtları nacak bir ölçüt olarak görülebileceği ol-
dışında dünyada ya da doğada güzel ol- dukça tartışmalı bir konudur. Nitekim
495 estetik değer

bu b-ağlamda pek çok sanat felsefecisi, nın maddi gerçekliğiylebirlikte kavran-


sanatçının yaratırken esini altında olduğu ması gerektiğini ileri süren yaklaşıma
duygu dünyasuun, sanat yapıtının doğa­ karşı ortaya konan uslamlamalardan biri
sını kavramaya yönelik bir ölçütlendirme de sanat yapıtlarının fiziksel gerçeklikleri
alanı olmaktan çok, sanat yapıtına nasıl ortadan kalkrığında dahi varlıkbilgisel ba-
bakılacağımn zonınlu ama yeterli olma- kımdan estetik değerlerinin sürmekte ol-
yan bir koşulu olduğunu savunmaktadır. duğunu göstermeye yöneliktir. Buna gö-
Bu anlamda yazın yapıtlarındaki sözcük- re, bir romanın, bir resmin ya da her-
ler, resimlerdeki fırça darbeleri, müzik- hangi bir sanat yapıtının yanarak ya da
teki notalar alabildiğine değişik duygula- daha başka bir yolla fiziksel varlığı orta-
rın dışavunımlan olsalar da, kendilerine dan kalktığında dahi yaratılmış estetik
hiçbir dunımda sanat yapıtının özü ola- değerleriyle birlikte sonsuza dek varolu-
mk bakılamayacağı gibi, sanat yapıtının şunu sürdürdüğü, dolayısıyla da estetik
estetik değeri üstüne düşünürken de be- varlığında gövdelenmiş değerlerden tek
lirleyici bir konumda oldukları söylene- bir şey olsun yitirmediği savunulmakt.a-
meyecektir. Sanat yapıtının neliğini, do- dır. Aynca bkz. güzel-lik; çirkin-lik;
ğasını ya da özünü kavramak amacıyhı beğeni; estetik değer; estetik tutı.ım;
sunulan hemen bütün yaklaşımların da estetik uzaklık; estetik yargı; este-
değişik 'eleştirilerle bir biçimde çürütül- tizm (estetikçilik); aşkınsal estetik; a-
müş olması, kimileyin estetiğin sanat fel- ura [hale}; Baumgarten, Alexander
sefesi yönelimli kolunda yürütülen tartış­ Gottlieb.
maların "sanat sanat içindir" gibi klişe
bir deyiş çevresinde dönüp duruyorlar- estetik değer ~ng. aesthttk ı'lllııe; Fr. t>a-
mış. havası uyandırmasına yol açmakta- luır esthitiq11e; Alm. aıthllisdıer ıvert] Bir
dır. nesneyle ya da olayla karşılaşıldığı vakit,
Sanat felsefesi yönelimli estetik araş­ kişide uyandırdıklarına bağlı olarak nes-
tırmalarının ana sorularından biri de sa- nenin ya da olayın kendisine yüklenen
nat yapıtlarının gerçekliğini neyin oluş­ bir dizi estetik özellik; nesnelerin kendi-
turduğuna yöneliktir. Çoğu yerde "sana- lerini alımlayanlar karşısında taşıdıkları
tın varlıkbilgisi" adıyla anılan bu soruş­ değişik duygular ile hazları uyandırma
turma çerçevesinde, sanat yapıtlaruun en- yetisi.
son gerçekliğinin fiziksel nesne olmakta- Sanat yapıtlarının ya da doğal nesne-
lıklarıyla açıklanıp açıkhınamayacakları lerin uyandırdıkları hazzın kaynağını ken-
sorusUJla yanıt
verilmeye çalışılmaktadır. dilerinde taşıdıkları birtakım niteliklerle
Ku~ktmıl' bir re~min ya ıfa heykelin A- :ıçıkhtyan geleneksel estetik yaklaşımla­
ristoteles'in "maddesel ned°en" olarak ta- nnda, "Operanın performansı iyiydi",
nımladığı anlamda fiziksel bir gerçekliği "Filan romanda gerçeküstücü biçem fa-
vardır ama aynı şeyin yazılı bir roman lan romandaki gerçeküstücü biçemden
için ya da seslendirilmiş bir mlizik par- çok daha doğru uygulanmış", "Bu tab-
çası için söylenmesi aynı ölçüde olanaklı loda renklerin seçimi, birbirleriyle uyu-
değildir. Nitekim bu bağlamda, ne roma- mu, fırça darbeleriyle yapılan gölgeler
nın gerçekliğinin basımı yapılmış kopya- mükemmel" türünden estetik yargılarda
larından birinin yazılı olduğu kağıt par- bulunulurken, "iyi", "doğru'', "mükem-
çalarının fiziksel gerçekliğiyle özdeş gö- mel" gibi bir yığın nitelecin kullanıldığı
rülmesi, ne de müziğin notaya alındığı görülmektedir. Bu estetik niteleçlerin her
nota defterlerinin fiziksel gerçekliğine biri başlı başına belli bir estetik değeri
indirgenmesi üstüne kurulu bir yaklaşı­ dile getirmektedir; ancak söz konusu es-
mın sanat yapıtının estetik değerini kav- tetik değerler ne ahliksal bir iyiliği, ne
ramaya bir katkısı olabilir. Sanat yapıu- bilgikuramsal ya da varlıkbilgisel anlam-
estetik gerçekçilik 496

da bir doğruluğu, ne de metafizik bir görsel, deyişsel yönlerinin ya da özellik-


yetkinliği anlatmaktadtrlar. Daha açık bir lerinin hiçbir aracıya konu olm>ıksızın
deyişle, en azından gündelik konuşma­ doğrudan deneyimlenmesi. Estetik de-
larda ka!"Şılaşılclığı biçimleriyle, "iyilik", neyim günümüzde yalnızca sanat felse-
"doğnıluk", "yetkinlik" gibi değme fel- fesinin değil sanıı t eleştiriciliği alanının
sefe kategorileri üzerine konuşmanın salt da üstünde en çok durulan konularından
estetik alana özgü ayn bir biçimi bulun- biridir. Bu anlamda esteuk tutum dcnın­
maktadır. Estetik değeri bu anlamda ge- ce, kişisel yararlardan, ekonomik değer­
leneksel iyilik, doğruluk, yetkinlik tasa- lerden, ahlaksal yargılardan, öznel duy-
nmlanndan ayrı kılanın ne olduğunu or- gulardan bağımsız a)arak, hiçbir çıkar
taya koymanın başlıca yolu genel bir gözetmeksizin salt yönelinen nesnenin
"güzel" açıklaması sunmaktan geçmek- ya da yapıun kendisini yine kendisi için
tedir. Nitekim bu bağlamda hemen bü- deneyimleme anlaşılmaktadır. Estetik tu-
tün estetik değerlere ilişkin olarak fel- tum sonuna dek götürüldüğii taktirde,
sefecilerin sıklıkla yanıt aradıkları önce- gözlemcinin ya da izleyicinin bütün is-
. likli sorular arasında, verilen estetik de- tek, beklenti ve önyargılarından sıyrılmış
ğer yargılarının nesnel mi yoksa öznel mi bir konumda kalacağı açıkur. Böyle bir
oldukları, estetik değerlerin nesnenin estetik tutumu gerçekleştirmiş kişinin
kendisinde mi bulundukları yoksa bütü- Schopenhauer'un da belirttiği gibi de-
nüyle estetik yargıda bulunan kişinin zih- neysel dünyaya yönelik ortakgörü anlayı­
ninin ürünü mü oldukları başı çekmekte- şının bütünüyle dışında bir anlama kat-
dir. Estetik tarilunde bu sorulara verilen manına yükselmesi, buna bağlı olarak da
yanıtlara bakıldığında ise güzelin nesne- bakılan nesnenin ya da yapıun yerleşik
lerin kendisinde bulunan nesnel bir es- algılama kalıpları dışında algılanıp alım­
tetik değer olduğundan tutun da güzelin lanması söz konusudur. Estetik tutumla
bakılanın kendisinde değil de her zaman bakmanın en doğru bakma tutumu oldu-
için bakanın gözünde olduğunu savunan ğunu savunan pek çok felsefeci, bu tu-
görüşe dek alabildiğine geniş bir yanıt tumun önyargılardan bütünüyle sıyrıl­
yelpazesinin bulunduğu görülmektedir. mış, zaman üstü bir kavrama biçimi ol-
Ayrıca bkz. estetik; estetik yargı. ması nedeniyle bir tür tanrısallık ya da
saltıklığa konu *sub rpede aeternıta/Js
estetik gerçekçilik bkz. güzel-lik Csonsuzluğun kavranışı") ile özdeş ol-
duğunu düşünmüşlerdir. Bu bağlamda
estetik nesnelcilik bkz. güzel-Jile. böyle bir estetik tutumun yalnızca sanat
yapıtlarına bakarken değil, bütün bir ya-
estetik öznelcilik bkz. güzel-lik. şam için gerekli olduğunu ileri süren ki-
mi düşünürler, böyle bir tutumun edi-
es tetik tutum [İ ng. aestheıic atliıude; F r. nilmesine yönelik her biri kendi içinde
atliı11de e.rthitiq11e; Alm. iislhetiuhe eiıısttl­ başlı başına bir felsefe anlayışı olarak gö-
ls111iJ Nesnelere, insanlara, olaylara, iliş­ rülebilecek çeşitli düşünceler dile getir-
kilere, sanat yapıtlarına, düşünülebilecek mişlerdir. Öte yanda, böyle bir bakışın
her türden şeye olağanın dışında bakma, edinilmesinin ilkece luçbir durumda ola-
bütünüyle ayrı ve özgül bir biçimde naklı olmadığını düşünen kimi başka dü-
görme, hergünkü deneyimleme kiplerin- şünürlerse, insanın araçsal, ahlaksal ve
den farklı yaşanulama durumunu anlatan duygusal b;ığlarurnlanndan bütünüyle sıy­
estetik ya da sanat felsefesi terimi. Nes- nlqıasının olanaklı olmadığını tanıtlama­
nelerin ya da olayların salt geleneksel ya yönelik temellendirmelerde bulunmuş­
olarak önem ya da değer yüklenen yön- lardır. Başta postmodem, post-yapısalcı
lerine odaklanmadan bütün yazınsal, ve yorumbilgici anlayışlar olmak üzere
497 estetizm (estetikçilik)

y.ıkın dönemlerde ortaya çıkan pek çok ya da açık açık kııı:şı çıkmaktadırlar. Ay-
felsefe konumu, estetik değer, estetik ya- nca bkz. estetik; estetik tutum.
şantı, estetik bakış tasanmlarına olduğu
kadar estetik tutum teriminde içerimle- estetik yargı (İng. aesıhılir jı1tlgu11e11t, 'Fr.
nen tasanma karşı da hep belli bir kuş­ j11ptJ1I ulhiJİl/Nt; Alın. iislhdisthts nrtm1
kuculukla yaklaşılımısının altını önemle En genel anlamda, düşünülebilecek her
çizmektedir. Aynca bkz. estetik; estetik türden şeye estetik değer vemıe ya da
uzaklık. yükleme eylemini anlatan sanat felsefesi
terimi. Sanat felsefesindeki bu en yaygın
estetik uzaklık (İng. aesıktir Jisll11h.T, Fr. kullanınuna karşı, yerleşik felsefe dilinde
dislatice esıhitiqw, Aln1. iisıhtlisdıe Jisıatız] pçk çok felsefeci için düşiiniilebilccek
"Estetik tutum" kuramırun bir türevi; bütün estetik y.ırgı.lar yalnızca sanata ko-
birtakım temel inançlann, önyargılann, nu nesnelere yönelik olmadıklan gibi, sa-
en önemlisi de ortakgörünün algılayışı ile nata konu nesneler için verilen yargılann
kavrayışının askıya ıılınllllş olduğunu bil- bütün hepsi de estetik yargı değildir. Bu
diren, izleyicinin sanat yaşantısı ile ger- b-.ığlamJa Kant'ın etkili kuramı bu tür-
çeklik yaşantısının hiçbir koşulda aynı den yargıları en iyi biçimde çözümleye-
olmadığın.ı yönelik forkındalığını anlatan bilmek için oldukça geçerli bir başlangıç
estetik ya Ja sanat felsefesi terimi. Este- noktası önermektedir. Kant'a göre este-
tik uzaklık, verilen estetik tepkilerin al- tik yargı.lar, beğenme ya da beğenmeme
gılanan ~a da bakılan nesnenin kendisin- bildiren öznel duygulann anlabmlann-
den uzaklaşıldığı vakit, yani çoğu durum- dan ayrı olduklan gibi, üstüne yaıgı veri-
da önyargılı bakışa kaynaklık eden istek len bir şeye nesnel bir özellik yükleyen
ile duygulardan bütünüyle sıynlarak salt yargılardan da ayrıdırlar. Tıpkı öznel ter-
nesnenin dolaysız bir biçimde duyulması cihler gibi, bunların da doğrudan hıız de-
yaşantısına varıldığında, gerçek estetik neyimi ya da y-.ışantıst temelinde veril-
anlamlarını kazandıklannın ileri sürüldü- meleri gerekmektedir; buna karşı özellik
ğü bir anlayışı betimlemektedir. Öte yan- yükleme yargılarının başka öznelerin de
da "uzaklaşma" teriminin tek başına geç- verilen yaıgıyla aynı görüşte olma ola.,ı­
tiği kimi bağlamlarda, sanatsal temsille- lıklanıun olabildiğince yüksek olacağı
rin en iyi biçimde anlaşılmasa için olmaz- türden bir sav ileri sürüyor olmalan da
sa olmaz bir özellik anlamında kulland- gerekmektedir. Felsefe tarihinde kar§lla-
<lığı görülmektedir. Bu anlamda, kendi şılan kimi başka estetik yaıgı görüşleri ya
kişiscl duygularını bakışına karıştırarak bir şey üzerine verilmiş estetik yargı.lan
s;mat yapıtına yaklaşan, sözgclimi bir re- ayru bir doğruluk savı gibi ele almaktadır
simde hüzün duygusunu arayan ya da bir yıı da verilen tepkılerin öznelliği üstünde
y;ızın yapıtında kendi acıscver doğasını daha çok durarak, estetik yargı.lann nes-
doyuma kavuşturmak isteyen kişi estetik nel anlamda doğru olma olasılıklan ile
bakımdan "uzakhışmamış" bir kimsedir. aynı görüşte olma ölçütünü ne denli ye-
Terim kimileyin de tamamlanıp bitirilmiş rine brctirdikleıi üzerine çok az eğilmek­
bir sanat yapıtı ile sanat yapıurun yaratılış tedir. Aynca bkz. estetik; estetik değer.
sürecindeki koşullar ile kuşatanlar ara-
sındaki uzaklığı anliıtm.ık amacıyla kulla- estetik yoksayacıbk bkz. güZel-lik.
nılmaktadır. Marxçılar ile kimi toplum
tarihçileri. sanat yapıtlarının yaratılışları­ estetizm (estetikçilik) (İng. aesıhıtitisnr,
nın her aşamasında toplumsal ile eko- Ft. eslbilids111c; Alm. iisthıtizjs111ns] Her du-
nomik koşullann son derece belirleyici rumda peşinde olunması gereken tek
olduğunu düşündüklerinden, estetik u- gerçek değerin güzcl olduğunu savunan,
zaklık düşüncesine ya kayıtsız kalmakta buna bağlı olarak sanatın en önemli a-
estetizm (estetikçilik) 498

macının da güzeli ya da güzelle ilgili çe- savunan, etiği bütünüyle yadsıyan olum-
şitli değerleri sanat yapıtında dile getir- suzlamacı bir etik öğretisine ya da dü-
mek olduğunu ileri süren estetik balaş ya şüncesine karşılık gelmektedir. Söz ko-
da sanat felsefesi anlayışı. Estetizm teri- nusu düşünce çoğunluk xıx. yüzyıl "Al-
minin, geçtiği bağlamlara bakıldığında, man Romantizm Geleneği" ile birlikte
sanat yapıtlarının taşıdıkları estetik değe­ anılmaktadır. Nitekim bu bağlamda este-
rin ancak kendi içlerinde taşıdıkları este- tizm öğretisinin enine boyuna açıklandı­
tik niteliklerle değerlendirilebileceğini ve ğı yerlerin başında Friedrich Schiller'in
böyle bir değerlendirmenin de sanat ya- İnraımı Ertetik Ejj.ti111i Ürtiine Mektuplar
pıtının kendisi dışında bir anlayışa baş­ başlıklı yapıtı gelmektedir. Bunun yanın­
vurularak yapılmasının son derece boş da okuyucularını sürekli "iyinin ve kötü-
ve saçma bir uğraş olduğunu belirtmek nün ötesinde" sürü ahlakının değerlerin­
amaayla kullanıldığı görülmektedir. Es- den bağımsız olarak, yaşamlarını tıpki bir
tetizm, estetik değer diye ayn bir değer sanat yapıtı gibi yaratmaya çağıran Nietz-
biçimi bulunduğunu açık bir biçimde o- sche'nin düşünceleri de estetizm düşün­
lurlamakla birlikte, söz konusu bu değe­ cesinin açık bir dışavurumudur.
rin bir başka değer türünden türetilebile- Allan Megill, 1985 yılında yayımladığı
ceği düşüncesiyle biçimlenmiş görüş, yak- Afl"/Jğtn Prygamberleri: Nietz!çhe, Heidegger,
laşım ya da tutumlara bütünüyle karşı Fotıtaıılt, Derrida adlı ufuk açıa kitabında
çıkmaktadır. Bu bağlamda estetizm anla- bu dört düşünürün, felsefenin bu uçbey-
yışı, sanatçının başlıca ödevini, aynı mü- lerinin şimdiye dek pek didiklenmemiş
zikte olduğu gibi ahlaksal yargıları önem- "estetizm"leri üzerine yoğunlaşarak aşı­
semeden, öğretici deyişlere başvurma­ nlığın . soykütüğünü çıkartmaya girişir.
dan, basmakalıplaşmış değer anlatımla­ Megill bu kitaba yazdığı "Sunuş"ta genel
rına bulaşmadan doğadan seçtiği değişik kabul gördüğü biçimiyle estetizm teri-
öğelcri uyum içinde biraraya getirmek minin "estetik nesne ve duyumlardan o-
olarak belirlemektedir. Öte yanda este- luşan kendine yeterli bir alan içinde ka-
tizme seçenek olarak önerilmiş bir başka panına ve aynı zamanda estetik olmayan
görüş "araçsalalık", sanatın belli bir pra- nesnelerin oluşturduğu 'gerçek dünya'
tik değeri bulunduğunu, sanatsal etkin- dan bir şekilde aynlma ya da sıyrılma"
liklerin sanatdışı kimi balamlardan da anlamına geldiğini belirttikten sonra bu
değc;rli olduklarını; çünkü ahlaksal geli- genel tanımı başaşağı çevirir. Megill'e
şim, bilgilenim, daha iyi bir toplum gibi göre, aşınlığın dört atlısı da göz önüne
birtakım yararların edinilmesine ya da alındığında, "estetizm" sözcüğü bundan
belli pratik amaçlara ulaşılmasına aracılık böyle yalnızca estetik olanın sınırlı alanı
ettiklerini savunmaktadır. Buna karşı es- içinde kapanma durumu olarak değil de
tetizm anlayışında, sanat baştan verili bir tam tersine estetik olanı gerçekliğin ta-
estetik alanın sınırlan içine güvenli bir mamını kapsayacak şekilde genişletme
biçimde yerleşmiş bulunmaktadır; bu a- çabası olarak okunmalıdır. Son çözümle-
lanın da kendinden başka bir şeye daha mede estetizm, Megill için "sanat"ı (Ni-
gereksinim duymayan özerk bir değeri etzsche) ya da "dil"i (Heidegger) ya da
Söz konusudur. Çoğu yerde estetizm an- "söylem"i (Foucault) ya da "metin"i
layışı, yazar Oscar Wılde, ressam James (Derrida) birincil (temel) insan deneyimi
Abbott McNeill Whistler ve kitap res- alanını oluşturan şey olarak gönne eği­
samı Aubrey Vincent Beardsley'in adla- liminin ta kendisidir (bkz. aşırılığın pey-
rıyla anılmaktadır. gamberleri).
Estetizm terimi bu anlamı dışında ay- Ne var ki, günümüzde estetizm de-
nca, en yüksek etik değerlerin bile son nince çoğunluk modası geçmiş olmasına
çözümlemede estetik değerler olduğunu karşın başı hfila yukarılara yönelmiş belli
499 eşit kiime

sanat girişimleri anlaşılmaktadır. Nitekim Eş'ariye ise "zat-ı ilahi"nin Kuran'da a-


gerçek anlamından bir hayli uzaklaşmış nılan tüm sıfatları taşıdığını, ancak bu sı­
bu haliyle terim, bir bütün olarak sanatın fatların zattan ayrı bir gerçeklikleri ol-
değerini açıklamak amaayla ortaya atıl­ madığını öne sürerek konuya bir çözüm
mış "sanat sanat içindir" ya da "sanat getirmeye çalışır. Eş 'ari kelamcıları Ku-
toplum içindir" gibi klişeleşmiş beylik ran hakkındaki yargılarıyla da Mu'tczile
görüşler için "kötücül", "hafife alıcı", ve Selefiyye'den ayrılır. Kursal metnin ya-
"alaya" bir anlamda kullanılmaktadır. ratılmış olduğunu söyleyen Mu'tezile'den
ve tersini savunan Selefiyye'den ayn ola-
Eş'ari [Ebu'l-Hasan El-Eş'ari) bkz. rak Eşfilre denen Eş'ariye düşünürleri
Eş'ariye. Kuran'daki sözlerin hep Tann'da var ol-
duğunu, bu nedenle yaratılmış olmadığı­
Eş'ariye [Eşarilik] İslam felsefesinde nı, yalnızca bu sözün yazılı biçimi olan
Ebu'l-Hasan El-Eş'ari (873-936) tarafın­ kitabın yaratıldığını savlamıştır.
dan kurulan kelariı okuluna verilen ad. Bütün bunları savunurken yine usçu
Eş 'ari önde gelen Mu'tezile kelamcıla­ yöntenlıeri kullanan Eşaire'nin başta
nndan biriyken bu öğretiyi terk ederek Mu'tczile ve Selefiyye olmak üzere karşıt
kendi okulunu kurmuş; böylece kendile- uçlar a!'.ısında orta yolu seçen bireşimci
rine "Ehl-i Bid'at" denen Şii kaynaklı bir tavır sergilemesi de diklmt çekicidir.
yenilikçi Mu'tezile'den sonra gelenekçi Örneğin ahlak öğretilerinde de İslam fel-
"Ehl-i Sünnet" yaolılan da ilk kelam o- sefesinde çok tartışılan insan iradesinin
kullarına kavuşmuştur. özgürlüğü sorununa yeni bir yorum geti-
. Usçu bir okul olan Mu'tezile kendi rerek Kaderiyye ve Cebriyye öğretilerini
yorumunu devlet eliyle fazlasıyla daya- uzlaştırmaya çalışan kesb kavranunı orta-
tınca gelenekçi ve usçuluktan uzaklaşma ya atmışlardır. Bu yaklaşım insana Kade-
eğilimi gösteren başka kelam okullarının riyye öğretisinin yaptığı gibi edimlerinin
ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu o- yaratıcısı olma gibi mutlak bir kudret
kulların başında ortayoicu denilebilecek, vermemekle birlikte Cebriyye öğretisinin
her türden yaklaşıma eşit uzaklıkta du- insan edimlerini tümüyle Tann'ya mfilet-
rup hepsini birden kapsamayı amaçlayan me arılayışına karşıt olarak Tanrı tarafın­
Eş'ariye gelmektedir. Eş'ari kelamı ön- dan yaratılanın insanca kesb edilmesi, e-
celikle Mu'tezile'nin akla gereğinden faz- dinilmesi anlayışını getirmiştir. Buna gö-
la önem verdiğini söyleyerek bu anlayı­ re insan ı:üz.'t irade'siyle tüm yapıp etme-
şın imanın yerine aklın geçmesine neden lerinden sorumludur; ancak her şeyin
olduğuna dikkat çekmiştir. Bu bağlamda belirleyicisi Tann'nın kiilli iradt'sidir.
Eş'ari kelamcıları Mu'tczile gibi aklı va- Eşarilik, Eş'ari'den sonra Cuveyni,
hiy karşısında mutlak bir ölçüt olarak Gazfili, Fahreddin Razi gibi düşünürler
kabul etmemiş; bununla birlikte Selefiy- tarafından geliştirilerek İslam'da hakim
ye gibi aklın imanı gerçekliğin sağlam te- düşünce tarzını oluşturmuş; sonradan bu
mellerine oturtma gücünü de yadsıma­ düşünce tarzı İslam felsefesinin gelişme­
mıştır. Ancak onlara göre de iman, aklın sinin önündeki en büyük engellerden bi-
sınırlılığına ve duyuların güvenilmezliği­ ri olarak görülmüştür. Günümüzde Scle-
ne karşı insanı hakikate ulaştırabilecek fiyye ve Maturidiyye ile birlikte Sünniler
tek yoldur. Tanrı'nın sıfatlarına ilişkin arasında en yaygın üç inanç mezhebin-
tartışmada ise Mu'tezile Tann'nın zatın­ den biridir. Ayrıca bkz. Gazıilt; kelam;
dan ayrı gerçeklikler olarak görmediği bu Maturidiyye; Mu'tezile; Selefiyye.
sıfa~arı tümüyle . reddederken, Selefiyye
Tann'yı bizzat sahip olduğunu düşündü­ eşit küme bkz. küme; kümeler kura-
ğü bu sıfatlarla tanımlama eğilimindedir. rru.
eşidikçilik 500

e9idikçilik [İng. egalitariallirnr, Fr. igplittı­ !umun kendine özgü niteliği; ruhu ya da
riaJıi1111e; Alm. f;f,alifllnsmRlj Bütün insan- tini anlamında kullanılınaktadır. Aynca
lann eşit yaratıldığını, bu nedenle de tüm bkz. etik.
insanlann eşit hak ve özgürlüklere sahip
alınası gerektiğini savunan görüş; top- etiğin özerkliği [İng. autonomy of ethitr,
lumsal ve siyasal yaşamın dayanmak zo- Fr. auto110111ie ılı l'ithiq11e; Alm. a11ıonomit
runda olduğu ahliki temellerin, kişilerin der ethik] Etiğin gerek kuramsal gerekse
ya da yurttaşlann eşitliği ilkesine göre uygulamalı olarak kendine özgü, özerk
kurulınası gerektiğini öne süren öğreti. bir bilim olduğu savunusu; etiğin "kendi
Eşitlikçilik, dinsel içerikli yaradılıştan ayaklan üzerinde durabilen" başlı başına
gelen eşitliğin ·yanı sıra, toplumsallaşma bir bilim olduğu, yetkesini kutsal bir e-
süreciyle birlikte iyice su yüzüne çıkan mirden, salt aklın buyruklarından ya da
dünyevi eşitlik talebinin altını çizer. Top- doğada hüküm süren yasalılık türünden
lumsal ve siyasal eşitliğin yeterli olınadı­ etik-dışı bir kaynaktan almadığı görüşü.
ğını ve bireylere toplumsal yaşamın her Etiğin özerk olduğu, etiğin ahlak üze-
alanında eşit olanaklar sağlanması demek rine akıl yürütüp bilgi üreten biricik bi-
olan "fırsat eşitliği"nin tanınmasının ö- lim olduğu şeklindeki görüşün altında,
nemini vurgular. Toplumsal adaletsizliği etik kuramının hem felsefenin diğer dal-
gidermenin tek yolunun iktisadi değerin larından hem de doğa ve insan bilimle-
ya da malların paylaşınunda, toplumsal rinden bağımsız olduğu düşüncesi yatar.
fırsatların·ya da siya~al erkin bölüşümün­ Kuşkusuz, bu etik kuramının diğer ahın­
de daha eşitlikçi bir yaklaşımdan geçti- lan yok saydığı ya da görmezden geldiği
ğini savunur. Günümüzde eşitlikçiliği sa- anlamına gelmez. Daha çok, etik kura-
vunanlar, tüm bunların yanında cinsel e- mının ardına diiştüğü temel ahlak ilkele-
şitlik ya da ırksal eşitlik türünden konu- rinin içeriği ve geçerliliği üzerine ortaya
lan da demokratik eşitliğin olınazsa ol- attığı sorulann yamtlannın, -metafizik,
maz koşullan olarak ele alırlar. bilgikuramı ya da zihin felsefesi gibi fel-
sefe dallannın kendilerine özgü sorulan-
eter bkz. aitber. mn yanıtlarına bağlı olmadığı anlamına
gelir. Etik kuramının ele aldığı sorunla-
etbos (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde rın, doğa bilimlerinin konu edindiği so-
"karakter" (kişilik) ve "adet" (alışkanlık) runlardan apayn olduğu anlamına gelir.
anlamlarında kullıı.rulan terim; yaşam yo- Etiğin özerk olduğunu savunanlara göre,
lunun alışkanlıklara ·dıı.yalı olıı.rak yürün- düzgükoyucu (normatit) sorunlarla ilgi-
mesi. lendiğinden ötürü etik kuramının kendi-
Herakleitos fragmanlarının birinde ''Bir ne özgü ayn bir konusu ve inceleme
insanın etholu onun *ılaimoll'udur" diye yöntemi vardır. Etiğin üzerine düşen gö-
söze başlar. Stoaalar için davranışların rev, ahlikı tartışma götürmez bi.ı:: gerçek-
kaynağı olan tthos, Platon'da ise alışkan­ liğe dayandırarak temellendirmektir; bu
lıkların bir sonucudur (Yaralar, 792e). A- görevi yerine getirmeye çalışırken de
ıistotelcs'e göre ethos insıı.nın düşünsel kendini özerk bir bilim olarak ortaya
yanından çok ıı.hliksal yanını temsil eder koymalıdır. Aynca bkz. etik.
(Nikomakhos'a Elik, l 139a). Aristoteles
ayrıca &ıorik'te insan yaşamının değişik etik [İng. ethicr. Fr. ithiq11r-, Alm. ethik:
evrelerinde ortaya çıkan ethos türlerini; Lat tthiclZ', Yun. eıhih; es. t i/111-i ahlak]
insan karakterlerini betimlemiştir (11, 12- En genel anlamıyla "İyi"nin, iyi olanın,
14, l389a-1390b). iyi davranışların doğasını, özünü ve kay-
··Günümüz toplum bilimlerinde ise eı­ naklarını araştıran; "İnsan için iyi bir ya-
hos, bir kültürün, topluluğun ya da top- şam ne tür bir yaşamdır?", "Nasıl bir ya-
501 etik

şam yaşamaya değerdir?", "Doğru bir "en yüksek iyi'' türünden belli başlı ahlak
yaşam sürmek için haiıgi seçimlerin ya- kavramlarının anlamlannı çözümleyen;
pdması gereklidir?" türünden birbirini bü- tek tek değerler ile değerlerarası ilişkilere
tiinleyen sorular eşliğinde "Nasd yaşa­ yoğunlaşarak erdemli yaşamanın anlama
malı?" sorusuna yarut arayan geleneksel yetisi üstündeki içerimlerini ortaya çıka­
felsefe dalı. İnsanın dünyadaki varoluş a- ran; deneyimlerin içeriklerini, öğeleri ile
macına odaklanarak insan doğası için iyi bileşenlerinden hiçbirini atlamaksızın in-
olanla kötü olanın neler olduğunu belir- celeyip belirginleştiren; 'kaygı duyma 'dan
ginleştiren; insarun gerek kişisel gerekse 'kıskanma'ya, 'anımsama'dan 'imgeleme'
toplumsal yaşamında karşdaşttğı sorun- ye çeşitli duygıı ve yetilere odaklanarak
ları bütün yönleriyle enine boyuna ele bunların "iyi. bir yaşam" üzerindeki sınır­
alıp çözüm önerileri getiren; temelleri ile lamalarını ve olanaklarını ortaya çıkaran;
yasaları başta olmak üzere, değere komı 'anlama yetisi'nden ·beş duyu organıyla
bütün bir yaşam alanını her yönüyle in- gerçekleştirilen 'algılama'ya, 'konuşma'
celeyen; her durumda varoluşla ilgili dan 'acı çekme'ye bütiin bilinç yaşantda­
doğru ilke ve bilgilere ulaşarak yeni etik nnın olmaktnlıkları ile işlevişlerini betim-
anlnyışları önermek amacıyla yürütülen leyen; baştıİ genel felsefe ~ayışımı7. üs-
ussal ve eleştirel sorgulama biçimi. İnsa­ tündeki içerimleri olmak üzere, yaşamı
nın ahlaksal sorumlulukları ile toplumsal dizgeli bir biçimde bütün yönleriyle so-
yükümlülüklerinin neler olduğunu onaya ruşturan felsefenin olmazSll olmaz bölü-
koyan, sunduğu gerekçelerle bunlan tek mü. Tanım düzeyinde verilen bu önbil-
tek tanıtlayan; hem eylemlerin hem de gilerden de anlaşdabileccği üzere, gele-
eyleyenlerin etik ya da ahlaksal değer­ neksel olarak etiğin üçkatlı bir soruştur­
gclcrini belirleyen; eyleyenlerin eylemle- ma yapdanımı içinde olduğu görülmek-
rini ve birbirleriyle girdikleri etkileşimleri tedir. (i) etikle ilgili "değer sorulan"nı a-
yol açttğı sonuçlarıyla birlikte değerlen­ çıklığa kavuşturııp bıınlan yanıt aranacak
diren; insanın tanrısal yönelimleri ile do- bir açık seçiklikte dillendirmek; (ıi) bu
ğaötcsi bağlanımlan karşısındaki konu- sorulara karşı felsefi uslamlamalar yo-
munu tanımlayan; iyi ve güzel bir yaşam luyla temellendirilmiş y>tnıtlar önermek;
yolunda mutluluğa ulaşmak için nelerin (ıii) sunulan bu yanıtlan değerlendirecek,
yapdması gerektiği sorusu bağlamında in- verilen etik yargılannın geçerliliğini sına­
san eylemlerinin değerlendirilmesine yö- yacak yeterli ölçütler temellendirmek.
nelik köklü yaklaşımlar sunan değişik de- Felsefe dilinde bugün kullanılan pek
ğer öğretileri bütünü. Yerleşik fel~efe di- çok terim gibi, "etik" terimi de kökcncc
linıleki daha özel anlamlarıyla, 1izikselin- Eski Yunanca'dan, Eski Yunanca'daki
den tinseline insan doğasını içerdiği bü- anlamıyla kişinin ahlaksal huy ya da ka-
tün öğeleı:iyle birlikte bir bütün olarak rakterine karşılık gelen *ılhoı sözcüğün­
kavramaya çalışan; bir yanda iyinin kö- den türetilmiştir. Bu anlamda bir kişinin
kenlerini, kaynağını ve temellerini araştı­ etho.r'undan, yani "ahlaksal karakter"in-
n rken, öbür yanda iyi davranışları kötü den söz edildiğinde, bundan anlaşdması
davranışlardan ayırmaya yönelik birta- gereken ahlaksal bakımdan o kişiyi o kişi
kım sınamalar, yöntemler ve yöntcmbil- yapanın neliğidir. Dolayısıyla kişinin ti·
gileri geliştiren; eylemler üstüne "iyi" ya lıwı/unu değerlendirmek, her durumda, o
da "kötü'" yargılannı verirken başvurula­ kişiye ilişkin bir ahlak yargısı vermekle
cak "etik ölçütler''i saptayan; genelde ey- özdeştir: Sözgelimi, ceııaret türünden bir
lemlerin, daha özeldeyse eylemlere iliş­ erdemi Sokrates'e vermek, bu ariıamda,
kin olarak verilen etik yargdannın felsefi Sokratcs 'e ilişkin olumlu bir ahlaksal de-
bakımdan geçerliliklerini irdeleyip denet- ğerlendirmede bulunuyor olmak demek-
leyen; "ödev'', "erdem'', "sorumluluk", tir. Bunun yanında eıhos belli bir grubun,
etik 502

lmbilenin, toplumun ya da halkın yaşama kullanılan bir terim olmasına karşın, etik
biçimine ya da ahlaksal dünya göriişüne dendiğinde pek çok felsefeci felsefenin
kaışılık olarak da kullanılabilmektedir. özel bir dalını ya da di.~plinini anlamak-
Nitekim "etnografya" (budunbetim), "et- tadır. Buna göre, ahlak felsefesi ile etik
noloji" (budunbilim), "etnograr' (bu- özünde bir ve aynı soruşturma düzlemi-
dunbetimci), "etnolog" (budunbilimci) ni ifade ettiğinden, etik denince anlaşıl­
gibi sözcükler de temelde terimin bu an- ması gereken "felsefi ahlak" ya da "ahlak
lamından hareketle türetilmişlerdir. Bu felsefai"dir. Bu bağlamda etik, metafı­
söylenenlerden de çıkanlabileceği gibi, e- zilc, mantık ve bilgikuramıyla birlikte fel-
tik aslında ıthor teriminin her iki anla- sefenin geleneksel dallanndan birine kar-
mıyla da, hem insanlann özgül ahlıi.ksal şılık gelmektedir. Ancak yapılan bölüm-
karakteriyle hem de topluluklann gcru:l lemelerde kendi içinde özerk bir felsefe
yaşam biçimleriyle, yakından ilgili bir fel- dalı olarak anılsa da etik hiçbir koşulda
sefe disiplinidir. Bu bağlamda etik, salt felsefenin öteki temel dallanndan kesin
insanın ahlaksal karakteri mercek altına çizgilerle aynlabilir değilc!ir. Nitekim pek
alınarak doğrudan ıtholun birinci anla- çok etik sorusuna verilen yanıtın, özün-
mında yapıhyoısa trt/1111 ttij, yok terimin de "metafizik", "estetik'', "varlıkbilgisi'',
ikinci anlamından yola koyulup, bir top- "manuk'' gibi değişik felsete alanlarında­
luluğun üyelerinin uymakla yükümlü bu- ki sorular.ı verilmiş yanıtlara dayandığı
lundukları yazılı ya da yazısız normlara iistünden atlanamayacak bir gerçektir.
(açık ya da örtük olarak sahiplenilmiş Buna ek olarak, felsefecilerin "siyaset ile
iruınçlıır, kurallar, idealler, bağlanımlar etik'", "ruhbilim ile etik'·, "hukuk ile e-
vb.) yoğu(llaşarak, insanlarca oluşturulan tik", "dil ile etik'' türünden karşılaştır­
belli topluluklann yaşamlarında örnekle- malı çalışmalar yaparak, yaşamın etik yö-
nen değerler ya da görenekler dizgesi nü ile öteki yönleri arasında koparılama­
olarak toplumların kültürleri ile yaşam yacak denli sıkı ilişkiler kurdukları gö-
biçimlerini açıklığa kavuşturmak amacıy­ rülmektedir. "Kuşkuculuk", "mantıkçı ol-
la yapılıyorsa yaıam diİ'!Jan etij ya da ıop­ guculuk" gibl kimi felsefe yaklaşımları­
ltım elij diye adlandırılmaktadır. Felsefe- nın ya da Nietzsche, Wittgenstein gibi
ciler önceleri kendilerini bu dizgeleri çö- kimi felsefecilerin, kendilerine özgü fel-
zümlemekle yükümlü hissetmişlerse de sefi nedenlerle, feL~efenin etiğe ilişkin
günümüzde bu ödevin çoğunluk insan- sağlıklı bir yaklaşım sunup sunamayacağı
bilimin yerine getirmesi gereken bir gö- konusunda derin kuşkular dile getirdik-
rev olduğu düşünülmektedir. Bunlann leri de vuıgulanması gereken bir başka
dışında etiğiı. birbirine bağlı iki değişik noktadır. Bu bağlamda, eylemlerin etik
kullanımı daha vardır. Bunlardan ilkinde bakımdan temellendirilmeleri sürecinde
etik, doğrudan "suç ile utanç", "doğru­ felsefeye pay biçen diışünürler dahi etik
luk ile yanlışlık" türürden tasarımlar içe- temellendirmelerin gerçek adresinin fel-
ren toplumsal dizgelerin "ahlaksallık" an- seti:nin dışında, ortakgörüde ya da her-
layışına gönderme yaparken, ikincisinde günkü yaşamın gerçek eylemlerinde, a-
belli bir aiti.ak dizgesi içerisincle yer alan r.ınması gerektiğini savunmaktadırlar.
birtalam ııhlıi.k ilkelerine gönder.nede bu- Eski Yunanca'daki ethihır sözcüğü ile
lunur. Etik, gündelik yaşamda sıkça kar- ilk kez Cicero tarafından onun karşıhğı
şılaştığımız bu kullanımlannda toplumun olarak kullanılan Latince 1111Jralir sözcüğü,
"ahliksallık" anlayışına uygun davran.ş "ahlıik ile etik" (1110rak/ eıbia), "ahlıiksal
kalıplarını nitelemektedir. Sözgclimi ö- ile etiksel" (moral/ ıthkalj, "ahlak felsefesi
dünç alınan bir şeyi geri vermek, bu :le etik" (moral philosopfo/ ethia) sözcükle-
bağlamda "etik" bir dr.-.rmnıştır. rinden de görfüeceği üzere, hem Batı
Etik terimi çok değişik anlamlarda dillerinde hem de Türkçe'de çoğunluk
503 etik

birbirlerinin yerine geçebilir terimler ola- benzeyen bir ilişki söz konusu olduğun­
cak algılanmaktadır. Nitekim bu bağlam­ dan, "etik" sözcüğiinün anlamı "ahlak'"a
da günümüzde çoğu felsefeci, etik ile göre çok daha geniş tir ve ahlakın kap-
ahlakı özdeş biçimde algılamanın son sama alanının dışında kalan pek çok şeyi
derece yanlış olduğunu düşündüklerin­ daha içermektedir.
den, bu iki terim arasındaki tarihsel ve Etik ile ahlak arasında yapılması ge-
kavrıı:msal ayrılıkları gerekçe göstererek, reken ayrımı şu biçimde daha da kes-
aradaki dilsel ayrımı felsefi bir aynm ola- kinleştirmek olanaklıdır: Her insan, en
ı:".ık da korumaya özel bir dikkat göster- kültürsüzü, en uygar olmayanı dahi, ken-
mektedirler. Bu iki sözcük arasında kesin disine özgü bir ahlak anlayışı, bu olmadı,
bir kunımsal aynm olduğunu gösterme- en azından davranışlarını belirleyen bir
ye yönelik tartışmalara bakıldığında, han- dizi ahlaksal öncül benimseyerek ona
gi .terimin nerede kullanıldığını belirle- göre yaşar. Doğa ya da toplum yaşamı,
mek üzere geliştirilen uslamlamaların ge- bu anlamda herkesi, şu ya da bu biliccıin
nellikle üç ayn öbek soru üstünde dur- sonuçlarını beklemeksizin, bir ahlak ta-
dukları söylenebilir: (İ) G,,,,/ al:JM/e IOfllfa· sanmlan koduyla, pratik yaşamın aynn-
11. "Sokrates iyi bir insan mıdır?", "Bunu tı.lanna uygulanabilen birtakım ilkeler u-
yapmalı mıyım?", "Çokeşlilik yanlış mı­ yannca davranabilme yeti.,iyle donatmış­
dır?" gibi sorulardır. Bu bağlamda etik tır. Buna karşı etik, ahlakın felsefi açıdan
ile ahlak neredeyse aynı anlamda kulla- incelenmesine yönelik eleştirel bir soruş­
nılmaktadır. (ıi) Kifillrin nh/Jksal /ı:anıla­ turma düz.lemine karşılık gelmektedir.
mıa ili/kin oigtl 10nılaf7. Sözgeliccıi "Mu- Kimi etik dizgeleri ahlak alanına yönelik
hammed çokeşliliğin doğruluğu ya da ilkeler koymaya, karşılaşılan tek tek ahlak
y.ınlışlığı konusunda ne. düşünüyordu?'" sorunlanna açıklama getirmeye çalışuk­
gibi. (ıii) Kamımsai 10111/ar. "Doğru", "yan- lanndan, çoğunluk etik olan ile ahlaksal
lış'", "iyi", "ödev" gibi ahlak terimlerinin olanın ayut edilemeyeceği denli ka_psaınlı
anlamlarına ya da bu terimlerin gönder- yapılar ortaya koysalar da çoğu etik diz-
mede bulunduğu kavramlar ya da şeyle­ gesi salt etiğin kendisini ilgilendiren so-
rin doğasına ilişkin sorular. Sözgelimi nın ve tasarımları çözümleme uğraşı i-
"Muhammed çokeşlilik yanlış değildir çindedir. Sözgelimi, tarih boyunca pek
dediğinde aslında ne söylemektedir?'" gi- çok tartışmaya konu olmuş bu türden
bi. Bu üç ayrı soru türünün de birbirin- tasarımlardan biri "ben"dir. Kişinin ey-
den oldukça farklı soruşturma biçimleri- lemlerini düzenlemesi, dolayısıyla da ken-
ni gerekli kılıyor olmalarına karşın, "e- di kendisini yönetmesi doğrudan ben'
tik" teriminin bütün bu soruların hepsini den ne anlıışıldığıyla bal!lantılı olduğu i-
birden yanıtlama girişimlerini kapsayacak çin, ben'in doğası ile öteki ben1erle iliş­
denli geniş bir anlamda kullanılıyor ol- kisi, "*özgür istenç", "istenç güçsüzlüğü"
ması yaşanan bulanık.lığın temel nedeni- C"aJuami), "*belirlenimcilik", "*belirlen-
dir. Etik ile ahlak arasındaki ayrıma çok mezcilik", "*kendini kandınna etiği" gibi
daha faz.la önem veren modem düşü­ çoğu etik tasanmı üstünde belirleyici ol-
nürlerin, zorunlu aynmlan yapmak için maktadu. Etiğin yanıt aradığı "ben"in
genel kabul görmüş bir sözdağan henüz (ya da kendi sö:ı;dağarındaki karşılığıyla
tam anlamıyla belirlenmemiş olsa . da, "eyleyen"in) doğası konusunda en çok
yukarıda sıralanan genel soru türleriyle sözü edilen koşulları şu biçimde sırala­
örtüşecek biçimde yaptığı bölümleme ise mak olanaklıdu: (i) Eyleyenin davranışı
şu biçimdedir: (i) ahlak; (ıi) betimleyici kendiliğinden, doğ>ıçlarna, alışkanlığa da-
etik; (iii) etik. Nitekim bu düşünürlere yalı ya da koşullu ı.epki verme gibi be-
göre dar anlamıyla etik ile ahlak arasında densel süreçlerle; dolaysız arzu, itki, iç-
bilim felsefesi ile bilim arasındakine çok güdü, tepke türünden yarı biyolojik yarı
etik 504

kimyasal işlevierle; bilinçdışı ya da bilin- mesini kaçııulmaz kılmaktadır. Bu bağ­


çalu öğelcrle açıklanamaz. (ıı) Eğer açık­ lamda filozofların felsefe tarihi boyunca
lanabilseydi ''Ne yapmalıyım?'' türünden felsefeden ne anlaşılması gerektiği konu-
etiğin temelinde yatan son derece önemli ~unda çok yönlii tartışmalara girmiş ol-
bir ahlak felsefesi sorusunun hiçbir an- duklan düşünüldüğünde, bu tartışmalar­
lamı kalmazdı; çünkü bu soru kendi da kendisini gösteren anlaşmazlıklardaıı
içinde eylemin her durumda üzerine belli etiğin de p-.ıyına düşeni fazlasıyla aldığı
düş.iinümlerde bulunulduktan sonra ger- si>ylenebilir. Sözgelimi kimi fılozoflıır e-
çekleştiriliyor olduğunu varsaymaktadır. tiği, ahlak pratiğinde kilit değerde yer
(ıiı) Eyleyenin davranışı, eyleyenin kendi tutan belli başlı kavramlann çözümleıı­
usundan bağımsız ya da ona dışsal ko- mesi olarak görmüşlerdir. Konu yöne-
numdaki salt doğal ya da toplumsal be- limli bu yaklaşımda, daha çok "yüküm-
lirleyenlere bakarak açıklanamaz. Ahlak- lülük", "ödev", "adalet", "erdem" gibi
sal eyleyen öncelikle "ussal" bir eyleyen- kavramlar üstüne yoğunlaşılmaktadır. E-
dir; yalıuzca "pratik düşünme yetisi" ta- tiğin bu biçimde algılanması felsefe tari-
şıyor değildir: bu yetiden bağımsız olarak lıinde Platon'un diyaloglannda başlayan
eylemde bulunabileceği gibi, bu yetinin bir eğilim olmakla birlikte, bu eğilimin
verdiği csiıılc de eylemde bulunabilir. günümüzde daha çok çözümleyici felse-
(iv) Eyleyenler yalnızca pratik akılyürüt­ fe çerçevesinde etiğin bütüiıüyle çözüm-
melere bağımlı olmadıklanndan belirli lemeye indirgenmesine yönelik bir yön-
nedenlere dayandırılmamış eylemlerde tembilgisine dönüştüğü söylenebilir. Ne
bulunduklan da olur. "İyilik", "haktanır­ var ki etik üzerine düşünmenin tarihine
blc", "soyluluk" gibi belli bir ölçüt uya- balaldığında, etiğin salt bir çözümleme
nnca eylemlerin amaçlan, etkileri ve so- uğraşısı olmaktan çok daha fazlasıru i-
nuçlan üstüne düşünmeye; istenen etki çerdiği· açıklıkla görülmektedir. Günü-
ve sonuçlan elde etmek için kullanılacak müzde çağdaş felsefeciler, içlerinde ça-
gereçleri belirlemeye; belli bir konuda lışukları felsefe çerçevesine bağlı olarak,
karar almaya ya da seçimde bulunmaya etik kuramlannı en genel anlamda dört
dönük bütün pratik akılyürütmeler, an- .ıyrı başlık alunda toplayarak incelemek-
cak belli türden eylemleri ııçıklayabilme­ tedirler: (i) Belli bir topluluğun ya da ge-
miz için bu eylemlerin gerisinde yatan leneğin etik ilkeleri ile ölçünlerini kuram-
birtakım itici güçleri sunabilirler. (v) Ey- sallaşurmadan inceleyen belilllleyid etik;
leyenler çoğunlukla belli nedenlere dayab (ıı) doğru eylemleri yanlış eylemlerden a-
oliırak eyleme geçtiklerinden, nedenler yırmak amacıyla kurallar ya da ilkc:lc:r
eylemin itici gücü oldukluı kadar temel- koyan Jii'.(f,iilı'!Jll•'ll (11on11atij) etilt.; (ıii) ge-
lendimıe ·işlevi de görmektedirler. Dola- nel etik kuramlannın tek tek pratik du-
yısıyla eyleyenlerin neden öyle eyledikle- rumlara yönelik olarak yargı verilmesi
rine dair sunduklan nedenler, eylemlerin amaayla kullanılmaya çalışıldığı '!"IU'la-
temellendirilmesi etkinliğine karşılık gel- 111alt eti1':, (iv) etik önermelerinin anlamla-
mektedir. Buna göre, eyleyenler eylemle- nnı çözümleyen, etik savlan ile yargılan­
rini temellendimıek için nedenler göste- nın felsefi geçcrliliklerini araştıran iisteti/ıı.
riyorlarsa, buradaki temellendirme "pra- Bunlardan "betimleyici etik", ele alınan
tik temellendirme"; eğer bu temellendir- eylemlere ya da davr.ınışlara ilişkin ola-
me nedenleri etik nedenlerse, buradaki rak enson anlamda hiçbir yargı veril-
pratik temellendirme bir "etik temellen- meksizin, bunlann salt açık seçik bir bi-
dirme"dir. çimde anlaşılmalanru sağlamaya yönelik
Etik üstüne sağlam bir kavrayış e- bir araşurma tutumuyla yapılmaktadır.
dinme isteği, belli ölçülerde de olsa fel- Buna karşı, betimleyici etiğin tam ter-
sefeye yönelik genel bir anlayışın edinil- sine, çok dııha pratik l.ıir amacın peşinde
505 etik

olan "düzgiikoyucu etik", "Zcir durum- den çok daha genel düzgükoyucu so-
daki ailemi geçindirmek amacıyla lursız­ runlara konu olduğu düşünüldüğünde
lık yapmam doğru olur mu?" ya da "Ken- düzgükoyucu etiğin temel. araştırma ko-
disine sormadan bir yakınımın eşyasını nulıırından biri olduğu da açıktır. Yine
ödünç alabilir miyim?" gibi pratik soru- aynı biçimde, "Hakların kaynağı nedir?''
lar karşısında, doğru ile yanlış davranış­ ya da "Hangi türden vıırlıklann hakları
ları keskin biçimde birbirinden ayırmada vardır?" gibi sorularla ilintilendirildiğin­
kullanılacak şaşmaz kesinlikte ölçütler de aynı sorunun üstetiğin de araştırma
belirlemeye çalışmaktadır. Bu bağlamda kapsamı içine girdiği açıklıkla görülmek-
düzgiikoyucu etik kuramlanndan bekle- tedir.
nen, bu ve benzeri sorulann belli ahlıik Felsefe tarihinin akışı içinde ortaya
ilkeleri ya da yasalan temelinde kuşkuya çıkan değişik felsefe anlayışl11rının birbi-
yer bırakmayacak bir biçimde yanıtlana­ rinden farklı etik tasarımları olduğundan,
bilmesidir. Görece yakın dönemde do- bunlardan birinin bir başkası lehine ya
ğan "uygulamalı etik" ise kürtaj, hayvan da aleyhine seçilerek tek yetke konumu-
haklan, çevre sorunlan, eşcinsellik, idam na taşınması son derece sakıncalı bir tu-
cezası, intihar, nükleer savaş gibi üzerine tumdur. Dalııİ açık söylenecek olursa,
son derece sıcak taruşmalann yapıldığı upkı manuk, metafizik, bilgilruramı ya da
güncel sorunlara odaklanarak üstetik ile öteki felsefe dallan gibi etik de olagelen
düzgiikoyucu etiğin sunduğu kavramsal bireysel ve toplumsal gereksinimlerimize
araçlar yardımıyla bu sorunlara yönelik göre evrilen değişimci bir nitelik sergi-
çözüm getirmeye çalışmaktadır. Ôte yan- lemektedir. Bu bağlamda etik ya da ah-
dan sözcüğün kendisinden de anlaşıla­ laksal görüngiilerin bütününce çi7.ilen e-
cağı gibi "üs tetik", etik ilkelerimizin kö- tik araştırmasının, doğal olarak uzun bir
ken olarak nereden geldiklerini, bunların tıırihi, bir dizi geleneği, alt alanları, dü-
temelde ne anlama geldiklerini açıklığa şünme okullan, önde gelen sonınları ve
kavuşturmaya çalışmaktadır. "Etik ilke- sorulan, bunlara karşı önerilmiş rdrutlan,
leri toplumsal icatlar nudır yoksa top- kendi araştırma geleneği içinde klasik-
lumdan bıığımsız nesnel bir temelleri var leşmiş metinleri bulunmaktadır. Yine ay-
mıdır?" ya da "KişL~el duyguların ifade- ru bıığlamdıı etik araştırmasının yürütül-
leri midirler yoksa şaşmaz kesinlikte düğü felsefe çerçevesine bağlı olarak ta-
doğrular mı?'' türiinden üstetik sorulan- rih boyunca "çözümleyici", "değerlendi­
nın odağında "evrensel değerler", "Tan- rici", "eleştirici", "temellendirici" ya da
n'nın istenci", "etik yargılarında ıısun ro- "bet.imleyici" türünden pek çok değişik
lü", "etik terimlerinin anlamlAn" gibi yöntemin öne çık~ ıtörülmektedir.
konular yer almaktadır. Ne var ki be- Felsefe tarihinde onlarcası yapılmış
timleyici etik, düzgükoyucu etik, uygu- gelenek.~el felsefe bölümlemelerinde e-
lamalı etik ve üstetik arasındaki sınırların tik, genelde, "kurgusal" ya da "kuramsal
her durumda açık olmadığı, değişik so- felsefe"nin karşısına yerleştirilen "kılgı­
runlara değişik pen~rderden yaklaşma­ sal" ya da "pratik felsefe" başlığı altında
ları nedeniyle çoğunlukla bu dört alanın incelenmektedir. Buna göre, varlıkla ya
içiçe geçmiş oldukları da gözden kaçı­ da deneye dayalı olmayan şeylerin düze-
rılmamalıdır. ômeğin "kürtaj" konusu niyle ilgilenen kurgusal ya da kuramsal
ilk bakışta wuşmalı özel bir davranış tü- felsefenin temel amacı, doğal usun ışığı
rü olduğundan ötürü uygulamalı etiğin altında enson nedenlerine ulaşmaya ça-
araştırma alanına giriyor gibi görünse de lıştığı bu düzenin şaşmaz kesinlikteki
davtalllŞln etik değerinin belirlenmesin- doğru bilgi.~ni elde eunektir. Buna karşı
de "yaşama hakkı" ya da "kişinin kendi kılgısal ya da pratik felsefe bütünüyle
yazgısını kendisinin belirlemesi" türün- "yapılması gereken"le, insana özgü olan
etik 506

ve bu nedenle de bütünüyle usa dayalı sının felsefi geçerliliği etik tarihinde sıkça
olduğu varsayılan "eylemlerin düzeni"yle tartışılmış olsa da, özellikle yakın dö-
ilgilenmektedir. Daha açık bir deyişle, nemlerde yapılan budunbilim çalışmala­
felsefenin bu iki temel alanından ilki rında bu olgunun varlığını destekleyen
doğrudan düşünsel etkinliklerin doğala­ önemli bulgulara ulaşıldığı da üstünden
nnı kavramaya, doğruluğa (hakikate) u- ·atlanamayacak bir gerçektir. Nitekim geç-
laşmada en uygun yöntemi elde etmeye mişte yaşamış bütün toplumların, öyle ya
çalışırken, ikincisi istencin etkinliklerini da böyle, iyi olan ile kötü olanın neliğine
çözümleyerek insan eylemlerinin doğa­ ilişkin belli bir kavrayışlan, iyi insandan
sını açıklığa kavuşturma arayışı içindedir. kötü insanı, erdemli kişiden erdemsiz ki-
Başka bir deyişle, kuramsal felsefenin a- şiyi ayırırken başvurduklan birtakim etik
na konusunu "doğruluk" oluştururken, ölçütleri bulunmaktadır. Tarih boyunca
pratik felsefeninkini "iyilik" oluşturmak­ iyi ile kötüden son derece farklı şeyler
tadır. Bu açıdan bakıldığında etik, doğal anlaşılmış olsa da hemen bütün toplum-
usun ilk ilkeleri bakımından insan ey- larda "iyi" kendisine ulaşmak için gerekli
lem:terinin ahlaksal sağlamlılığının ince- bütün çaba gösterildiği takdirde alınacak
lenmesi bilimi olarak tanımlanabilir. Bu "ödül" tasarımıyla; "kötü" ise kendisin-
bağlamda manttk ile etik, bir yandan in- den kaçınılmadığında bedeli ağır ödeni-
san davranışlan için belli kurallar ya da lecek bir "ceza" tasanmıyla· ilişkilendiri­
ilkeler koyup bir yandan da insanın lerek düşünülmüştür. Buna göre iyi "ya-
bunlara nasıl uygun eylemlerde buluna- pılması gereken bir şey''; kötüyse "ken-
cağını gösterdiklerinden, özce hem düz- disinden olabildiğince kaçınılması gere-
gükoyucu (bu anlamda kuramsal) hem ken bir şey''dir.
de pratik felsefe disiplinleridirler. Etik, Etik tanımı gereği ahlaksal düzenin
mantıktan ayrı olarak, pratik ve düzgü- felsefi bir gözle. incelenmesi anlamına
koyucu bir araştırma alanı olduğu kadar geldiğinden, etiğin tarihi salt belli dö-
baştan sona "yönlendirici/ yön verici'' bir nemlerde belli uluslarca yaşama geçiril-
soruşturma biçimidir. Nitekim istenç et- miş ahlak görüşlerinin öykülenmesine
kinliklerine belli bir düzen kazandırdığı indirgenebilir bir konu değildir. Bu tür-
gibi, "kavrama"dan "konuşma"ya insa- den bir yaklaşım, etiğe özgü olmaktan
nın bütün yetilerine de keskinlik kazan- çok, bütünüyle uygarlık tarihi ile budun-
dırma uğraşı içersindedir. Bunlardan da- bilimin araşunna manuğı içinde yer alır.
ha da önemlisi, etik, en azından kimi etik Dolayısıyla etik tarihi denince bundan
çerçe\•elerinde, iyi eylemlerde bulunma- üncelikle anlaşılması gereken, tarihin ken-
nın, kötü eylemlerdense kaçınmanın sal- di akışı içinde yer alan belli ahl:ik cliizen-
ttk bir yükümlülük olduğunu tanıtlama leri bağlamında temellendirilmiş, her biri
çabasıdır. etik üzerine düşünmenin ayrı bir uğrağı
Etiğin kaynakları belli ölçülerde doğ­ olan belli başlı etik dizgelerinin araştırılıp
rudan insanın kendi deneyimleriyken, değerlendirilmesidir. Bu durumda, Pyt-
belli ölçülerde de mantık, metafizik, si- hagoras (M.Ö. ykl. 570-495), Herakleitos
yaset felsefesi gibi felsefenin öteki disip- (?vLÖ. ykl. 540-480), Konfüçyüs (M.Ö.
lirılerince sağlanan ilkeler ya da doğru­ ykl. 551-4 79) gibi Eski çağların büyük
lardır. Bu anlamda etiğin çıkış noktasın­ bilge kişilerinin görüşlerinin felsefi bir
da, bütün insanlan kapsayan, bütün za- dille yazılacak olası bir etik tarihine han-
manlar için ortak olan genelgeçer bir gi ölçülerde katılıp hangi ölçülerde dışa­
ahlaksal düzenin bulunduğu, bu düzenin nda tutulacakları son derece tartışmalı
birtakım genel ilkeler ile kavramlar üs- bir konu olmaktadır. Nitekim söz konu-
tüne kurulu olduğu düşüncesi yatmakta- su bilginler, önemli birtakım etik ilkeleri
dır. Böylesine iddialı bir başlangıç nokta- ile doğrularını ortaya koymuş olsalar da
etik

çoğunluk bunu yaparken dogmatik ya da olduklanru, doğanın (:'pl!Jsis) kendisinde


didaktik davrandıklan, bu görüşleri diz- bulunan olgusal değerler olmadıklarını i-
geli bir felsefe yöntemiyle geliştirmedik­ leri sürerek "öznel değerler" ile "nesnel
leri ileri sürülerek etik tarihi öncesi bir değerler" arasında kesin bir aynma git-
etik aşamasına yerleştirilmekteditler. Sok- mişlerdir. Sofist öğretide yapılan nomos
rates öncesi ilk Yunan filozoflan, "tinsel ile plrJıis ayrımı, başta Sokrates etiği ol-
sağaltım ya da bakım" olarak gördükleri mak üzere Eski Yunan dünyasında te-
"tıp" ile "yaşama sanaıı•· ·olarak değer­ mellendirilmiş etik anlnyışlan üstünde
lendirdikleri "etik" arasında çok ıemel son derece büyük etkiler doğurmuştur.
birtakım ilişkiler bulunduğunu düşün­ Nitekim Sokrates 'in çarptırıldığı ölümce-
müşlerdir. Nitekim, Herakleiıos'un "sıığ­ zasından kaçıp kurtulma fırsatı bulunur-
hklı zihin ancak sıığhklı bedende bulu- ken bile isteye ölmeyi seçmiş olması,
nur" yollu yaşam söıdeyişi, etiğe yönelik doğruluğuna inanmadığı halde salt top-
tıp kaynaklı bakışın bir tür arılıışma im- lumsal göreneklere karşı gelmemek için
gesi olarak tasarlandığını göstermesi ba- mahkemenin verdiği karara uyması söz
kımından oldukça ilginçtir. Bu tasarım u- konusu ayrım yoluyla açıklanabilir.
yarınca ubba ayn bir &en gösteren İ­ İnsan yaşamını iyi kılanın ne olduğu
yonyah ya da Miletli doğa fılozoflan, zi- sorusu, özellikle *eutlaimotıia'ya (mutlu-
hin ile beden aynmını bir kenarda tuta- luk) ulaşmak için çabalayan Eski Yunan
rak, bu ikisi arasındaki ilişkinin en iyi na- filozoflanndan bu yana etiğin temelini
!111 sağlanacağı konusu üstüne odaklanan oluşwrur. Yine bu bağlamda yaygın bi-
değişik etik düşünüşleri ortaya koymuş­ çimde kabul edilen bir görüşe göre, Eski
lardır. Bu bağlamda, sözgelimi Empe- Yunan dünyasında bugünkü anlamıyla e-
dokles ile Demokritos'un gözleme açık tikle ilk kez M.Ô. V. yüzyılda Sokraıes'in
birtakım beden belirtilerinin tinsel ya- (M.Ö. 469-399) diyalektik felsefesinde
şamdaki yansımalan üzeıinden giderek karşılaı;ıhr. Tıpkı Sofistler gibi da vraruş
geliştirdikleri tinsel sağaltım ya da bakım kurallarını belli dayanaklar üstüne oturt-
reçeteleri bulunmaktadır. Tarihin bu ilk · mak isteyen Sokraıcs, gelenekleri temel-
doğa fılozoflannın zihin ile bedene yö- lendiren değer yapılannı sorguladığından
nelik biyolojik bir anlayış içinde olmalan, ötürü, Aristophancs gibi kimi tutucu dü-
etik :.'argılanna hep eleştirel ve bilimsel şüniirlerce değme bir Sofist olanık gö-
bir yaklaşımla bakmalım gibi bir sonucu rülmüştür. Oysa Aristcıphanes'in düşün­
da ardı sıra getirmiştir. düğünün tam tersine Sofistlerle yaşanu
Blına karşı, varlıklı ailelerin çocukları­ boyunca sav-.ışan Sokrates, usun doğru
na den \'ererek geçimlerini sağlayan So- ve yerinde işletilmesine bağlı olamk kişi­
fistler, birer profesyonel öğretmen ola- nin özçıkarlan ile kamusal çıkarlar ara-
rak etiğe yönelik bakışta yeni bir aşama­ sında bir uzlaşı kurulmasının olanaklı ol-
nın oluşumunu hazırlamışlardır. Sofist duğunu, bütün insanlar ve bütün zaman-
· öğretinin en büyükleri arasında adı geçen lar için geçerli birtakım etik ilkelerinin
Protagoras, Gorgias ve 'Thrasymakhos, varolduğu düşüncesiyle de oldum olası
öğrencilerine toplumsal ve siyasal ya- etik araştırmasının gereğini savunmus-
şamda yükselebilmeleri için kendini ge- tur. Dolayısıyla, felsefenin öteki dalları
liştirmeye, erdeme ulaşmaya, etkili ve ik- dışanda tutularak salt etik açısından ba-
na edici konuşarak kitleleri etkilemeye kıldığında, sözcüğün gerçek anlamıyla ta-
yönelik değişik yöntem ve becerileri ka- rihin bilinen ilk fılozofunun Sokrates ol-
zandırmaya uğraşmışlar; punlardan daha duğu söYJenebilir. Sokrates 'e göre, insa-
da önemlisi, iyi ile kötünün bütünüyle nın bütün y.ıpıp etmelerinin cnson an-
kişisel bakışa ya da toplumsal uzlaşılara, lamda gerçek adresi "mutluluk"tur; buna
gelenek ve göreneklere ç:-,,011101) göreli ulaşmanın biricik yoluys-.ı erdemli yaşanu
etik 508

sonuna dek gerçekleştirme ülküsünden kilendirildiğinden, her türden değer araş­


sapmakSJZIO yaşam yolunda yürümektir. urınasının duyulardan, algılardan ve be-
Bütün insanlar doğaları gereği hep mutlu densel hazlardan uzakta kalınarak ger-
olmanın peşinde olduklan için, hiç kim- çekleştirilmesi gerektiği öngörülmektedir.
senin ilkece bile isteye erdemsiz davra- Platon'un yazıya aldığı önceki dönem
nışlarda bulunmasına, kötülüğe göz göre Sokratesçi diyaloglar daha çok belli başlı
göre kapı aralamasına olanak yoktur. Bu etik terimlerinin anlamları üst.üne yapılan
yüzden bütün kötülüklerin temelde bil- soruşturmalardan oluşmaktadır: "Cesa-
gisizlikten kaynaklandığını düşünen Sok- ret nedir?" (Lzkhu, Khor11ıide1), "Dindar-
mtes, görünürde ayn olan bütün erdem- lık nedir?" (E11tbJ'fJbrrm), "Erdem nedir?':
lerin gerçekte bir ve aynı olduklarını sa- (Protngonu) gibi. Bununla birlikte Platon,
vunmaktadır. O nedenle Sokrates, kişi­ r
erdemin yalnızca "bilgelik"ten sophio)
nin bilgisi arttıkça bununla doğru oran- meydana geldiği düşüncesi bağlamında
tılı olarak erdemden aldığı payın da arta- bütünüyle Sokratcs'ten ayrılarak, "ada-
cağı öncülünden yola çıkarak, erdemin let" (*dikdosyne), "ölçülülük" f'sophrosy-
bilgi yoluyla öğrenilebilen, daha da yet- ne), "yiğitlik" (*ondrria) gibi insanın iç u-
kinleştirilebilen bir yeti olduğıınu düşün­ yumunu oluşturan niteliklere de büyük
mektedir. Öğrencisi Platon'un yazıya al- önem vermektedir. Nitekim etiğiyle bü-
dığı çoğu Sokratcsçi diyalog, uzlaşılara yük bir uyum gösteren siyaset felsefesin-
dayalı toplumsal inançların eleştirilerek de Platon, devletin temel işlevinin yurt-
bunların yerlerine yeni etik araşurmaları taşlarına erdemli olmalan için gereken
yapılmasının gereğini tanıtlamaya dönük erdem eğitimini vermek olduğunu ileri
olsa da, özellilcle Sokrates'in son dir.ı­ sürmüştür. Bu nedenle, Platoncu ideal
loglarırun birtakım sonuçlara varmak a- devlet anlayışında yurttaşların, özellikle
macıyla geliştirilmiş kimi uslamlamalarda de çocukların ahlaksal eğitimi her şeyin
bulunması dikkat çekicidir. Bir başka de- üstünde tutulur.
yişle, önceki diyaloglar çoğunlukla etik Sokrates ile Platon felsefe araşumıa­
kavramlarının anlamlarını araşurıp varo- sını kendilerinden önceki doğa felsefesi-
lan anlamlann değerlerini sorgularken, nin egemenliğinden kurtaramk düşünsel
sonraki diyalogların daha çok fılozofa katkılarıyla felsefenin ufkunu etikle çiz-
yakışan erdem yaşamının gereklerini or- miş olsalar da felsefe tarihinde etiğe diz-
taya koymaya çalışuğı gözlenmektedir. geli bir yapı kazandımn, etiğin temelle-
Sokrates'in bu ilk etik içgörülerinin i- rine yönelik ilk kapsamlı felsefe araşur­
zinden yürüyen Platon (M.Ô. 427-347), masını yapan onların öğrencisi Aristotc-
bütün iyi davranışların "İyi İdeası"ndan, les (M.Ö. 384-322) olmuştur. Çoğunluğu
*s1111111111m bo1111m'dan C'en yüksek iyi") E11demos'o Elik, Nikomakhos'o Elife ve
pay aldıklarını, bu yaşamda İyi İdeası'na Politika başlıklı kitaplarında bulunan A-
ulaşmak bütünüyle olanaklı olmasa da ristoteles'in etik yazılanrun tamamı, ders
insanın olabildiğince yetkin bir biçimde notlarından öğrencilerince derlenerek to-
İyi İdeası'na öykünmesi gerektiğini öne parlanmış ur. Gerek doğrudan etik üs-
sürmüştür. Platon, erdemin insana dav- tüne yazdıklarında gerekse siyaset içerikli
mnışlanru düzenleme olanağı tanıdığını, yazılarında Aristoteles, belli başlı etik
usun söylediklerinin hangi ölçülerde din- kavramlarını en in.ce aynnularına varana
lendiğine bağlı olarak İyi İdeası'na da o dek çözümlemekle kalmamış, günümüz-
denli yakınlaşılabileceğini savunmuştur. de büyük taruşmalara konu olmayı sür-
Sokratesçilikten yola çıkılarak oluşturul­ düren etiğin ana sorularını ortaya koy-
muş Platoncu etik kuramında, iyilik ger- duğu gibi, bu sorulara yönelik usa yatkın
çekle, buna karşı gerçek olan da düşü­ yarutlar da önermiştir. Bununla birlikte
nülür-kavra~r idealarla (formlarla) iliş- Eudemos'a Etile'in yerini sonradan Ni-
509 etik

hımakhos'a Elik'in aldığı, buna karşı Poli- ar-.ıç olarak yararlarulabileceğinin altım
likdda ise temelde Aristoteles 'in etik il- çizmiştir. Aristoteles'in gözünde, gerçek
kelerini toplumsal düzenlemeye uygula- mutluluk her durumda insana tanrılarca
dığı düşünüldüğünde, Aristoteles'in etik sunulan bir erdemlilik amıağaru olsa da,
anlayışırun birinci elden en iyi görülebi- insanın mutlu olmasında asıl belirleyici
leceği yer Nikoı11alrlıos'a Elik'tir. Söz ko- olan erdemli yaşam yolunda yürürken in-
nusu yapıtta Aristotcles'in başlıca amacı, sarun kendi yapıp etmeleridir. Ne var ki,
etiğin anıştırma alanı ile yöntembilgisinc bütün iyi olan şeylerin "İyi İdeası"ndan
felsefece açıklık getirmektir. Aristoteles pay alarak "iyi" olduklanru ileri süren
işe, "iyi" ol.ırak adlandırılan şeylerde or- Platon'un tersine, "iyi''nin pek çok deği­
tak olarun ne olduğunu belirlemeye yö- şik anlamı bulunduğuna dikkat çeken A~
nelik Platoncu bir soruyla başlamaktadır .. ristoteles, her iyi olan şeyin iyiliğinin
Düşüncelerini çoğu durumda kendi kişi­ kendi sırurlı özgül bağlamı içinde değer­
sel gözlemlerine d.ıyandıran hocası Pla- lendirilmesi gerektiğini savunmuştur.
ton'un tersine, kendine başlangıç noktası Eski Yunan etiğinin çerçevesi ço-
olarak doğrudan "deneyim olgulan"ni al- ğunluk haz temelli görüşlerce çizilmiştir.
maya özen gösteren Aristoteles, söz ko- Sözgelimi daha Aristotcles'e gelmezden
nusu deneyim olgulanru en ince ayrıntı­ önce çok daha keskin hazcı bir etik yak-
sına varana dek çözümlerken, etiğe konu laşımı, insan için en yüksek mutluluğun
bütün eylemlerin anlaşılmasında belirle- sürekli neşe içinde yaşamak uld uğunu
yici olduğunu düşündüğü en yüksek ya savunan Demokritos (M.Ô. ylcl. 460-
da enson nedenlerin neler olduğunu so- 370) tarafİndan ortaya konmuştur. Bize
ruşturmuştur. Aristoteles, insanlann do- dışsal olan iyilerden olanaklı ölçüler da-
ğaları gereği bütün yapıp etmelerinde en- hilinde olabildiğince bağımsızlaşmamızı
son erek ya da en yüksek iyi olarak sağlayan, bunun yarunda peşinde koşula­
mutlululuğu aradıkları, mutluluğun hiç- cak hazlan kendilerinden ıızak durulacak
bir aracıya konu olmaksızın salt kendi- hazlardan bilgece ayırmamızı olanaklı kı­
sine ulaşmak için ar-.ındığı, öteki büyük lan, *Kireneliler tarafından savunulan "arı
iyilerin ancak mutluluğa ulaşmada birer hazcılık" anlayışı ise ilk kez in~an eylem-
•mıç işlevi gördükleri sonucuna varmış­ leri için en yüksek iyi olarun hazzı ola-
ıır. İnsarun sürekli peşinde olduğu böy- bildiğince çoğaltmaktan geçtiğini öne sü-
lesi bi_r mutluluğun zamandışı bengisel ren Aristippos tarafından (M.Ô. ylcl. 435-
iyilerden meydana gelmeyip insan doğa­ 355) ortaya atılmıştır. Öte yanda, daha
sına uygun di,işen etkinliklerde kendisini geç dönem bir hazcı düşünür olan Epi-
~üsıerdif!ini dile ~etirmiştir. Mutluluji;u kmos (M.Ö. 341-270), tinsel ve bedensel
bir durum olarak tasarlamaktan çok bir hoşlarumların çoğaltılmasırun, buna karşı
l·tkinlik olarak gören Aristoteles, sözünü acıların ola bildiğince azaltılmasırun insa-
cttii(i bu tür bir mutluluğu!) bitkilerde na özgürlüğün yolunu açtığı, bu ~denle
olduğu gibi düşük yaşam etkinliklerinde, de hazzın en yüksek iyi olduğu değer­
edilgen yaşam biçimlerinde değil, ancak lendirmesinde bulunurken Aristippos'
usunu en yetkin ve en üst düzey bir et- tan aynlır. Epikuros'un Kirı:neli öncülle-
kililikle kullanan, yani "erdem yaşamı"ru rinden ayrıldığı temel nokta, usunu iş­
kendisinde· gerçeklcştirebilenlerde yaka- letmek yoluyla kişinin kendi yaşamım
hınabileceğini savunmuştur. Yaşamdan a- planlayabileceğine, uzun dönemde elde
lınabilecek en büyük hazzın doğal olarak edileccll yararlar uğruna anlık hazlardan
bu mutluluk etkinliğinden kaynaklandı­ vazgeçilebileceğine yönelik "küçük haz-
ğını düşünen Aristoteles, sonuna dek gö- lara karşı büyük hazlar" savunusudur.
türülmüş bir mutluluğun oluşumu için Buna karşı Kirenelilcrle paylaştığı ortak
gerektiğinde bengisel iyilerden de birer nokta ise hazzın bütün yaşam için ola-
etik 510

naldı tek iyi ölçüt olmasıdır. Aynca bu çömezlerine gelindiğinde Antisthenes'in


noktada Epikuros, ölçülü ve sağlıklı olan görüşlerini elden geldiğince onararak
"doğal hazlar" ile aşırı oburluk gibi gem yetkinleştirmeye yönelik yoğun bir çaba
vurulamayan arzuların aradığı "doğal ol- içine girildiği görülmektedir. Burada ön-
mayan hazlar" arasında bir aynına git- celikle dikkat çekilmesi gereken önemli
miştir. Nitekim bu aynın çerçevesinde \:ıir nokta, Epikurosçuluk büyük ölçüde
geliştirdiği düşüncelerden ötürü Epiku- seçkinler sınıtina :1çık bir etik anlayışı sa-
ros adı felsefe tarihinde çoğunluk "doğal vunurken, Stoacılığın, Epiktetos'un eği­
hazcılık" görüşünün kurucusu olarak ge- timli bir köle olmasından da anlaşılacağı
çer olmuştur. İdeal bir yaşam için rahat- üzere, bütün kesimlerden insanlata açık
lamış, boş vaktin keyfini çıkaran bir va- bir yaşam görüşü ortaya koymuş olması­
roluşu öne çıkaran Epikuros, değişik iş­ dır. Stoacı filozofların gözünde "erdem"
talıların ölçüyü kaçırmamak koşuluyla denilince anlaşılması gereken, insanların
doyurulmasını, anlığın değişik hazlarla bütünüyle usun buyurduklanna, kendi
beslenmesini, arkadaşlarla keyifli sohbet- kişisel doğalarına göre yaşamalarından
ler içinde bulunmayı salık vermekle kal- başka bir şey değildir. Burada sözü edi-
mamış; yaşadığı evin o ünlü bahçesinde len kişisel doğa bütün bir doğa düzeni-
(Ho Kepos) bu söylediklerini öğrencilerine nin parçası olduğundan, erdem son çö-
öğretmeye, yaşamında da bunları aynı bi- zümlemede kişinin kendi doğasını yö-
çimde deneyimlemeye özen göstermiştir. neten usu ile bütün doğayı biçimlendiren
Daha sonra Epikurosçuluk, M.Ô. I. yüz- "Tanrısal Us" arasında tam bir uyumun
yılda Roma'da, ünlü şiiri Şrylerin Doğatt kurulmasında gizlidir. Bu ilk Stoacı fılo­
Osıiin• (*De Rerum Natura) ile Lucretius zoflar, Tanrı ile dünyanın ilişkisini ister
tarafından yeniden yapılandınlarak dö- tümtanrıcı ister tanrıcı bir temelde kav-
nemin aristokrat Romalıları arasında göz- ramış olsunlar, erdemin her durumda hiç-
de bir etik anlayışı konumuna taşınmış­ bir başka değere gitmeksizin salt kendisi
tır. Son olarak ilkçağ hazcılığına yönelik için aranması gerektiğine, erdemin tek
olarak özellikle belirtilmesi gereken bir başına insanın mutlu olması için yeterli
nokta, burada sözü edilen "haz yaşantı­ olduğuna sarsılmaz bir inanç duymakta-
sı"nın asla bugün çoğunluk kötücül bir dırlar. Tutkular da, duygulanınılar da ö-
anlamda anlaşılan "sefahat yaşamı" ol- zünde kötü olduklarından, bilge kişiye
madığıdır. Nitekim bütün eskiçağ hazcı­ düşen görev vakit geçirmeden bunlardan
lannın gözünde erdem, haz yaşantısının kurtularak kendi bağımsızlığını kazan-
sürekli kılınmasında, enson anlamda mut- masıdır. Bu bağlamda Kinikliğe yakınlık­
luluğun kurulmasında yönlendirici ana il- larıyla dikkat çeken Stoacılar, toplum ya-
kedir. Ôte yanda Antisthenes (M.Ô. ykl. şamından uzaklaşmayı, fiziksel keyifler-
445-365) ile Sinoplu Diogenes (M.Ô. den kaçınmayı, başkalarının görüş ve dü-
ykl. 412-324) başta olmak üzere çileci şüncelerinden olabildiğince uzak durma-
*Kinikler ise hazcılığın tam karşıtı bir e- yı savunarak, etiğin başlıca amacını kişi­
tik anlayışını savunarak, erdemin kendi nin yaşanan hazlara da acılara da kayıtsız
başına, başka hiçbir şey olmaksızın kalabilmeyi başardığı bir *apatheia (du-
mutlu olmak için yeterli olduğunu, haz- yumsamazlık) kQnumuna geçebilmekte
ların hepsinin kötü olduklarıru, bilge ki- bulmuşlardır. İnsanı öteki varlıklardan
şinin haz yasalarınca yönetilen insan do- ayırt eden en değerli özelliğinin usu ol-
ğasının üstüne çıkarak varolması gerek- duğunu düşündüklerinden, ussal davra-
tiğini ileri sürmüşlerdir. nış ilkelerine göre hareket etmeyi, do-
Stoacılara, özellikle de okulun kuru- ğaya uygun yaşamayı önermişlerdir. Pek
cusu Kıbrıslı Zenon (M.Ô. 334-262) ile çoğu aynı zamanda birer maddeci olan
Kleanthes, Khrysippos gibi daha nice Stoacılar, Tann'ya inançla doğaya inancı
511 erik

birbirlerinden ayırmamışlar; Herakleitos' eşit sorumluluklarla dünyay-.ı geldiği, in-


un doğanın bütün enerjisini kendisinden s,1rılann evrensel kardeşliğine dayalı bir
aldığı "evrensel ateş" olarak tasarladığı !wsmopolis düşüncesini geliştirmiş olma-
*Logos'unu Tann ile özdeş görmüşlerdir. sıdır. Bu ideal dünya arılayışı ilerleyen
Yazgıcılık düşüncesini yaşamlarında baş­ yüzyıllarla birlikte Hıristiyanlığın "Tanrı
tacı ederek, insanın kendi yazgısı üzerin- Devleti"nde yeni bir görünüm kazanrmş;
de söz sahibi olabilmesinin baş koşulu­ en sonunda da modem felsefede Kant'ın
nun kendisine söz geçirmek olduğunu ö- etik dizgesinin omurgasını oluşturma nok-
ne sürmüşlerdir. Aristoteles'in yaptığı iç- tasına gelmiştir. Seneca (M.Ô. 4-M.S. 65),
sel ve dışsal nedenler ayrımından hare- Epiktetos (M.S. ykl. 55-135) ve Marcus
ketle, sonuna dek götürülmüş belirle- Aurelius (M.S. 121-180) gibi Roma dö-
nimcilik ile özgürlüğün arasıru "etik so- neminde yaşamış son Stoacılara gelindi-
rumluluk'' düşüncesi aracılığıyla bulmaya ğinde ise genel Stoacı öğretinin ancak
çalışan Stoacılar, bu çerçevede özgür in- belli bölümlerinin korunduğu, Hıristiyan­
sanın kendisini kuşatan bağlara yönelik lığın dönemin etik düşünüşlerinde y-avaş
farkındalığıyla özgür olduğunu, bu duru- yavaş etkilerini göstermeye başladığı gö-
mu kabul ederek seçimlerini gerçekleştir­ rülmektedir.
mesi gerektiğini savunmuşlardır. "Zorun- Nitelcim etik tarihinde ortaçağa giril-
luluğun bilinci" ya da "zorunluluğun ta- mesiyle birlikte, Hıristiyan öğreıilerinin
nınmasıyla özgürleşme" olarak nitelene- egemenliğinde geçen bambaşka bir dö-
bilecek bu düşünce modern dönemde nemin başladığı görülmektedir. Bu nok-
Hegel'in felsefesinde yankılarım bulur. tada eski çağların çoktanrıa fılozofları­
Bundan da önemlisi, Stoacılarla birlikte, nın Tanrı ile dünya ilişkisi, insan ırkırun
insan doğasının yasalarıyla etik yaşamın birliği, insanoğlu ile doğanın yazgısı, ah-
özdeşleştirilmesine bağlı olarak, "ödev" lak yasasının anlarm gibi konuları açık
kavrarm etik tarihinde kilit değerde bir seçile bir biçimde açıklayan herhangi bir
konuma taşınrmştır. görüş ortaya koymadıklannı düşünen pek
Sonraki dönem Stoacıların en önem- çok ortaçağ filozofu, Hıristiyaıılık'tan
lisi olan Cicero (M.Ô. 106-43), kendine yola koyularak dört koldan bu ve ben-
özgü bir felsefe dizgesi oluşturamaIJUş zeri konulan aydınlığa kavuşturma ara-
olmakla birlikte, Eski Yunan felsefesin- yışı içine girmişlerdir. Bu bağlamda Aziz
den kendisine en yakın görünen görüş­ Paulus'un dile getirdiği şu tümceler orta-
leri toplayarak oldukça sağlam bir etik çağın etik düşünüş iklimini genel çizgile-
düşünüş çerçevesi kurmuştur. Bütün er- riyle sunuyor olması bakırmndan anılma­
demlerin ana nesnesi ahlaksal iyiliğin, ya değerdir: ''Tanrı, ahlak yasasını bütün
ancak us yaşamının sonuna dek gerçek- insanların, hatta Hıristiyan öğretilerini
leştirilmesiyle sağlanabileceğini düşünen gönülden benimseyenlerin dışında kalan-
ve bu bağlamda bütün yasaların üstünde, larının bile kalplerine kazımıştır. Bu yasa
bütün uluslar ile dönemleri kuşatan do- kendisini her insanın vicdanında göste-
ğal bir yasanın varlığından söz eden ren, bütün bir insan ırkırun hesap gü-
Cicero, belli başlı ana erdemlerin tek tek nünde kendisine göre sorguya çekileceği,
açımlamalannın sunulduğu kapsamlı bir kendisine eşdeğer bir iltincisi dal1a göste-
çizelge çıkararak, erdemlerin insana ge- rilemeyecek en temel etik normudur."
tirdiği yükümlülükleri belirgin hale getir- Ortıçağ felsefesinin ilk döneminin en
miş; yaptığı bu çizelgeyi onlar olmaksızın etkili düşünceleri, Yeni Platonculuk an-
insan toplumlarının varolamayacaklarını layışının kurucusu Plotinos eliyle ortaya
düşündüğü tanrılara adaIJUşur. Cicero' konmuştur. Roma'da dersler veren Plo-
nun etik tarihi açısından en önemli kat- tinos'un ders notları ölümünden sonra
kısı, bütün insanların eşit özgürlükler ve öğrencisi Porphyrios tarafından her bir
etik 512

bölümü dokuz ayn alt bölüme ayrıldığın­ çok, metafizik bakımdan bir kutsanıruş­
dan Dole11z!11kiar adı verilen bir kitapta lık yaşantısına geçmenin aracıdır. Dö-
derlenmiştir. Plotinos bu kitapta Platon' neminin bütün öteki filozoflan gibi Plo-
un ilci önemli öğretisini, Devle/ ile Şii/en tinos da bu dünyayı bütünüyle gözyaşla­
diyaloglannda dile getirilen "çileci gizem- rıyla dolu bir acılar, çözümü olmayan so-
cilik" ile Timaios'ta ortaya konulan "tüm- runlar alanı olarak gördüğünden sonsuz
tanrıcı metafizik"i alarak kendi felsefesi- huzurun ancak öteki dünyada ulaşılabilir
ne uyarlayıp geliştirmiştir. Plotinos'a gö- bir durum olduğunu vurgular. Plotinos'
re, dünya Bir'den kaynaklanan bir dizi un bu görüşlerinin Yahudi, Hıristiyan ve
türüm yoluyla meydana gelmiştir. Bir, İslam düşünürlerince belli ölçülerde ö-
dünyaya aşkın olduğundan ilkece bilin- zümsendikleri bilinen bir konudur. Yeni
mesi olanaklı olmayan bir varlık katego- Platonculuğun Yahudilikçe alımlanışı bü-
risidir; hem zihnin hem de bilme edimi- yük ölçüde İskenderiyeli Philon (M.Ô.
nin üstünde varolmaktadır. Bu durum kar- 20 - M.S. 40) aracılığıyla gerçekleşmiştir.
şısında Plotinos, "olumlu nitelikler" yo- Yahudi Philon olarak da bilinen Philon,
lllyla Bir'in neliği bilinemeyecek olsa da temel Stoacı öğretileri Yahudi tanrıbilimi
"olumsuz nitelikler"le ne olmadığının ile etiğinin Yeni Platoncu bir yorumuyla
belirlenebileceğini düşünmektedir. Ploti- •tynı potada eritmeyi başarmışur. İslam
nos'un Bir'i olumsuz niteleçlerle nitele- dünyasında ise Yeni Platoncu düşünceler
mesi sonraları Hıristiyanlığın "olumsuz Kindi, Farabi, İbn Sina gibi düşünürler
tanrıbilimi"ne kaynaklık etmiş olması ba- tarafından yayılıruştır.
kımından aynca önem taşımaktadır. Pla- Hıristiya,n öğretisinin Yunan-Roma
ton'un salt düşünceye açık olan İdealar' düşüncesi ile Helenistik Ortadoğudinle-
ından doğan "Bif.', Plotinos'un felsefe- rinin öğeleriyle kaynaşmasından Hıristi­
sinde tek tek bütün tinlerin, en üstteki yan felsefenin doğması etik tarihinde ye-
"form"dan en alttaki "madde"ye dek a- ni bir döneme girilmesine yol açmıştır.
şamalı bir varlık sıradüzeni içinde türe- Kuşkusuz bu doğuşun gerçekleşmesinde
dikleri "Dünya Tini" olarak tasarlanmak- Stoacılık ile Yeni Platonculuğun da son
tadır. Buna göre, "form"dan (ya da "bi- derece önemli katkılan bulunmaktadır.
çim"den) tamamıyla yoksun olan madde, Nitekim Stoacılann "adalet" anlayışı ile
gerçek varlık "Bir" den öylesine uzaktır insanın kendi yazgısı üstünde söz sahibi
ki gerçekten varolması olanaklı değildir. olmasına dönük ilgileri bir yanda, Yeni
İşte bu metafizik çerçeve içinde Plo- Platonculann varlığın ana kaynağını bul-
tinos, Platon 'un izinden yürüyerek, iyiliği maya yönelik araştırmasının buyrukları
gerçeklikle, buna karşı kötülüğü ise ger- etik yetkenin biricik kaynağı olarak gö-
çek olmamakla tanımlamış; Bir'e yakın­ rülen Yahudilikteki kişileştirilmiş Tanrı
laşakça gerçekliğin, yani iyiliğin arttığını; inanışıyla bütünleştirilmesi öbür yanda,
Bir'den uzaklaşakça da gerçekliğin, do- ortaçağın genel etik tasanırurun oluşu­
layısıyla da iyiliğin azaldığı sonucuna var- munda oldukça belirleyici bir konumda-
ıruştır. Bir'e yaklaşma sürecini ben'in a- dırlar. Bu noktada çoğu ortaçağ filozofu-
şama aşama terk edildiği bir arınma sü- nun etik düşünüş çerçeveleri, en temel
reci olarak düşünen Plotinos, Tek Başına iki ölçüt olarak görülen "insan usu" ile
Olan'a uçuş olarak betimlediği ben'den "tannsal istenç"in aynı dizgede yan yana
ayrılarak Bir ile metafizik bütünleşme konmalarına bağlı olarak çizilmiştir. Bu
deneyimini, kendisinin de dört ayn kez ilci ölçüt arasındaki temel gerilimin en iyi
yaşadığını dile getirmiştir. Bu bağlamda, görülebileceği yer, tanrıbilimsel ilkelerin
aynı geç dönemindeki Augustinus için birbiriyle çarpışan dünyevi yorumlandır.
olduğu gibi Plotinos için de erdem, Nitekim il. yüzyıl ile iV. yüzyıl arasında
kendi ödülünü kendi içinde taşımaktan Roma İmparatorluğu'nun bütününe ya-
513 etik

yılan Hıristiyan ortaçağ felsefesinin en cu gizemcilik arılayışı doğrultusunda i-


büyük düşünürü Aziz Augustinus, bu man ve tinsel kurtuluş konulanyla ilgi-
dünyada mutluluğun kesinlikle olanaksız lenmiştir. Bu· dönemin önde gelen fılo­
olduğunu, bu dünyanın yalnızca öbür zofu Johannes Scottus Eriugena (ykl
dünyada alınacak ödüller ya da cezaların 800-877), zamandışı varlığa olabildiğince
belirlendiği bir sınav alanı olduğunu ileri yakınlaşarak er ya da geç Tanrı'ya dönü-
süren Aziz Paulus 'u izleyerek, tıpkı Yeni len bir yaşama etiğiyle temcide Platoncu-
Platoncular gibi, bedensel hazları ve luğuyla dikkat çeken sapkın bir tümıan­
topluluk yaşamının değerlerini bütünüyle ncılık geliştirmiştir. XI. yüzyılda ussal fel-
reddetmiştir. Yine aynı bağlamda Augus- sefe spekülasyonlannın yeniden canlan-
cinus, kendi.~ne uyarladığı Yeni Platoncu dığı, hatta temelde dinsel gizemcilik ile
erdem tasarımı doğrultusunda, ruhun an- ussal düşüncenin açıkça imana karşı tu-
cak maddesel bütün bağlanımlarından sıy­ tumlar olduğunu duyuran Clairvauxlu A-
nlardk Tann ile bütünleşmesi yoluyla en- ziz Bernard (1091-1153) gibi kilise ke-
son anlamda huzura kavuşabileceğini i- şişlerinin dahi ortaya çıkan bu yeni "us-
leri sürmüş; Stoacılık ile Aristoıelesçili­ sal tanrıbilim" dalg.ısından paylarına dü-
ğin erdemin kaynağı olarak her durumda şeni aldıkları görülmektedir. Bu dönü-
usu gösteren yaklaşımlanna karşı, Pla- şüm çerçevesinde, Aziz Augıısıinus'un
ton, Plotinos ve orıları izleyen Hıristiyan "arılamak için inanıyorum" sözü ile .Aziz
düşünürler tarafından "qlçülülük", "ada- Anselmus'un (1033-1 ICJ<J) usun inanç ile
let", "bilgelik", "yiğitlik'' olarak gösteri- .ısla çelişmediğini göstermeye yönelik
len "*ana erdemler"in Hıristiyan inaru- uslamlamalannı arkalarına alan pek çok
şınca esinlendirilmedikleri sürece hiçbir ortaçağ fılozofu, ussal anlama için gere-
değerleri olmadığını dile getirmiştir. Ya- ken ruhsal hazırlığın gereklerini ayrıntıla­
şamın her bakımdan bitmek nedir bil- rıyla ortaya koymaya çalışmışlardır. Us i-
meyen savaşların, siyasal yıkımların, eko- le imanın ilişkisi dışında bu dönem bo-
nomik çöküşlerin alanı olduğuna ilişkin yunca üstünde sıklıkla duruhm bir diğer
kötümserci bir dünya görüşü temelinde öneİnli konu da "tümeller sorunu"dur.
bütün toplumsal değerleri yadsıma yö- Öte yanda, gerek özgünlüğü gerekse de
nünde bir tutumun doğruluğunu savu- özgür düşünceleriyle ortaçağın genel fi-
nan Stoacı, Epikurosçu ve Yeni Platon- lozof tasanmına birçok açıdan uymayan
cu ushımlamalar, Auguscinus'un Confas- Petrus Abelardus (1079-1142), etiğin çö-
sion11111 Jibri 1rtdtdı11 (İtiraflar, 397-401) zümlenmemiş kimi sorunlarını yeniden
başlıklı yapıtında kişisel günahlarına iliş­ keşfederek kendi yorumuyla yeniden dil-
kin düşünceleriyle içiçe g~mişıir. Yeryü- lendirmiştir. Bu noktada, Augustinus'un
zündeki yaşamı bütünüyle Adem'in işle­ düşüncelerinde örtük olarak bulunan Hı­
diği "ilk günah"ın cezasının çekildiği bir ristiyan etiğinin belli başlı özelliklerini a-
yer olarak tasarlayan Augustinus, böyle çıklıkla ortaya seren Abelardus, Hıristi­
bir cezaya mahkıim olmuş insanoğlu için yan etiğini Eski Yunan etiğinden ayıran
bu dünyayı katlanır kılan .yaşam olanak- etik ıasanmlarının tek tek çözümleme-
hınnı ise De dvitote Dei (fanrı Devleti sini sunmuştur. Abelardus bu çerçevede
Üzerine, 413-427) başlıklı çalışmasında etiğin her koşulda içsel bir nitelik oldu-
araştırmıştır. ğu, kişinin eylemlerinin sonuçlarından
IV. ve V. yüzyıllarda yaşayan Aziz çok niyetleri, yönelimleri ve amaçlarıyla
Augustinus'tan XI. ve XII. yüzyıllarda ilintili bir konu olduğu saptamasını sağ­
yaşayan Petrus Abelardus'a gelene dek lam bir biçimde temellendirerek, Reform
Yahudi, Hıristiyan ve İslam tarınbilimle­ döneminde sıklıkla vurgulanan, Kant'ın
rinin egemenliği altında yol alan ortaçağ etik dizgesinde ise en yüksek arılatırnıru
telsefesi, çok büyük ölçüde Yeni Platon- bulan bir yaklaşımın temellerini atmıştır:
etik 514

"İnsan erdemi iman yoluyla elde edebile- da Aquinas'ın temel hedefi, usa dayalı,
ceği gibi usuyla da elde edebilir." durumcu ve sonuççu Aristoteles etiği ile
Alanında uzman pek çok araştırma­ bütün bir ortaçağ etiğinin gövdelendiği
= görüş birliğiyle ileri sürdüğü gibi, imana dayalı, saltıkçı ve niyetçi Augus-
ortaçağ felsefesi etiğinin doruk noktası, tinus etiği arasında yapılan yerleşik ay-
Aristotelesçilik ile Augustinusçu tannbi- rımdır. Bu ayrımı ortadan kaldırarak is-
limi başarıyla uzlaştıran Thomas Aqui- tediği amaca ulaşabileceğinin ayırdında
nas'ın (1224-1274) felsefesidir. Kuşku­ olan Aquinas, etik kavramlarının anlam-
suz Thomas Aquinas'ın bu girişimi başa­ larını ilki "doğal", ikincisi "tanrıbilimscl"
nyla sonlandırmasında İbn Sina ile Mai- olmak üzere iki ayrı alana bölerek bu ay-
monides gibi İslam ve Yahudi filozofla- nından kurtıılma yoluna gitmiştir. Bu
rınca yapılan :Aristoteles yorumlarının noktada Aristo~eles'in yetkin bir biçimde
son derece büyük bir önemi vardır. Ay- açıkladığı doğ.ıl erdemlerin pratik us eği­
nca bu noktada anılması gereken bir di- timi ve alıştırmalanyla, buna karşı "u-
ğer kııynak da Albertus Magnus'un "Hı­ mut", "iman", "yardımseverlik" gibi tan-
ristiyan olmak" üstüne geliştirdiği dü- nbilimsel erdemlerinse ancak inanç ve
şüncelerdir. Thomas Aquinas, Aristote- tanrısal esinlenim yoluyla öğrerıilebile­
les'in "doğalcılık" yaklaşımı ile Hıristiyan ceklerini ileri sürmüş; böylelikle ortaçağ
öğretilerini bir potada eriterek, Sm11ma etiğinde dört ana erdemin yanına liç yeni
theologit1e (fanrıbilim Tümyapıtı, 1266- erdem daha eklenmiştir. Yine aynı nok-
1273) ve S11mma co11tra gentiles (İnançsız­ tada, iki ayrı "iyi" belirleyen Aquinas,
lara Karşı Tümyapıt, 1259-1265) başlıklı bunlardan ilkinin "dünyevi mutluluk" di-
yapıtlarında insan, doğa ve Tann'ya yö- ğerininse "bengisel mutluluk" için gerek-
nelik bütünlüklü bir dizge kurmuştur. tiğini vurgulamışur. Böylelikle Aquinas,
Thomasçı etiğin temelinde, Aristoteles' insanın yeryüzündeki yaşamına yönelik
in erekbilgisel doğa tasarımı ile Stoacılı­ olarak Augustinus ile karşılaşurıldığında
ğın doğa ile logolu özdeşleştiren öğreti­ açıkça çok daha iyimser bir bakış açısı
sinden kaynaklanan ortaçağın "doğa ya- geliştirmiş olmaktadır. Aquinas'ın bu i-
sası" kavramı yatmaktadır. Doğa yasası, yimser etik anlayışı, ilk filizleriyle daha
Aquinas'ın yorumuna göre, Kilise ile XIII. yüzyılda karşılaşılan yeniçağdaki do-
Kutsal Kitabın yol göstericiliğinde us ğa bilimlerinin doğuşu için uygun bir
yoluyla her zaman ve herkes için keşfe­ düşünsel iklim oluşmasına kaynaklık et-
dilmeye açık "tanrısal yasa"dır. Bu ne- miş olması bakımından da önemlidir. Bu
denle, evrensel gereksinimlerden doğan arada XIII. ile XV. yüzyıllar arasına denk
bilimsel bilgiler, etik yargılarıyla çelişmek gelen Aquinas wnrası orrnçağ felsefesi-
bir yana tam tersine onların bütünleyen- nin, etik sorunlarının açıklığa kavuştu­
leridirler. Dolayısıyla, bilimsel yetke ile rulmasında çok büyük bir katkısı olma-
dinsel yetke arasında başgösteren çelişki­ mışur. Nitekim ortaçağ felsefesinin bu
ler, Kilisc'nin öğretilerinin yanlış olama- son bölümünde, daha çok insan eylem-
yacağı düşünüldüğünde bütünüyle bili- leri ile tanrısal eylemlerin kaynağı olarak
min yanlış ya da eksik anlamalarından görülen zihin ile İstenç arasındaki ilişki­
ileri brelmektedir. Aquinas'ın Aristoteles- nin temellendirilmesiyle uğraşıldığı gö-
çilik ile Hıristiyanlığı birleştirmesi, çok rülmektedir. Dönemin önde gelen filo-
büyük ölçüde her iki anlayışın da doğ­ zofları Duns Scotus (1266-1308) ile Ock-
ruluğunun olurlanması, buna karşı ken- hamlı Wılliam (1285-1349), istencin A-
dinden önceki düşünürlerin bu iki diz- quinas'ın düşündüğünden çok dalıa öz-
genin bağdaşmaz olduklarını tanıtlamak gür olduğunu savunan istmfp etik öğre­
amacıyla verdikleri uslamlamaların çü- tileriyle dikkat çekmektedirler. İstenççi
rütülmesi üstüne kuruludur. Bu bağlam- etik öğretisi, bir açıdan bakıldığında din-
515 etik

sel inancın ussal düşünce karşısındaki bakılarak değerlendirilmesine yönelik o-


konumunu güçlendirmiş gibi görünse de larak yaşanan köklü değişirrıle açıklana­
bir başka açıdan bakıldığında modem bilir.
çağın dünyevi ve insana etik çerçevesi- Ortaçağ etiğinden modern etik ku-
nin oluşumunda oldukça belirleyici olan ramına geçişi hazırlayan çok değişik et-
bireycilik ile gdeneksd yetkderden ba- menler bulunmakla birlikte, bunlar ara-
ğımsızlaşma düşüncesinin yerleşmesinin sında XV. ve XVI. yüzyıllarda Erasmus,
önünü açmıştır. Luther ve Calvin'in bir yandan din ile
Ortaçağ felsefesi bahsini kapamadan etik arasındaki ilişkiyi sağlamlaştırırken,
Eski Yunan'ın genel etik anlayışı ile Hı­ öbür yandan Kilise'nin etik üzerindeki
ristiyan ortaçağın etik bakışı arasında kar- otoritesini yıkmaya dönük çabalarının;
şılaştırmalı birkaç değinide bulunmak, her . Machiavelli'nin dinsel etik ile siyaset bi-
iki etik çerçeveyi anlamak bakımından ö- limi arasındaki köprünün ayaklarını di-
nemli ipuçları sunabilir. Öncelikle belir- namitlemesinin; XVII. yüzyıla girerken
tilmesi gereken nokta, Eski Yunan baki- Francis Bacon'ın ortaçağ skolastik felse-
şında erdem pratiğinin bütün doğal so- fesinin tanrıbilim merkezli mantığını ve
nuçlarıyla birlikte doğanın kendi süreçle- yönteınbilgisini devirmesinin ayn bir yeri
rine bağlı olarak kendi ödüllerini kendi bulunmaktadır. Modem felsefede etik dü-
içinde taşıdığıdır. Bu anlamda doğa ala- şiinüşün yeniden yapılandırılması ise çok
nıyla etik alanı yalnızca bağdaşır olmakla büyük ölçiide Hobbes, Leibniz, Spinoza
kalmayıp bütünüyle örtüşmektedirler. Bu- ve Locke eliyle gerçekleşmiştir.
na karşı ortaçağın Hıristiyan tannbilimi- Pek çoklarının gözünde modern fel-
nin bakışındaysa doğa alanı ile etik alanı sefe Descartes ile başlıyor olsa da mo-
özünde bağdaşmaz iki ayn alan olarak dem etiğin Hobbes (1588-16 79) ile baş­
görüldüklerinden, iyi ile kötü arasındaki latılması değişik felsefi nedenlerden ö-
seçimin bütünüyle tekil ruh tarafından türü çok daha doğru bir yaklaşımdır. Bu
yapıldığı, insan eylemlerinin ödülleri ile bağlamda Hobbcs'un modern etik ku-
cezalarının doğanın süreçleri ile doğal ramı açısından önemi bir başka modem
sonuçlardan bağımsız olarak belirlendiği filozof ile karşılaştırılamayacak denli bü-
düşüncesi egemendir. Buna göre insan, yüktür. Nitekim etiği tannbilim ile insan-
kendi özgür istenciyle yaptığı seçimler merkezli doğa tasarımının egemenliğin­
sonucunda Tann'nın buyruklarına hangi den kurtarmakla Hobbcs, üzerinden ilci
ölçülerde uyup uymadığına bağlı olarak bin yıl gibi uzun bir süre geçmesine kar-
ödüllendirilmekte ya da cezalandırılmak­ şın, felsefeyi yeniden Sokrates ile Sofist-
ı.ıdır. Eski Yunan'da kişi yapıp etmeleri- ler zamanında uğr~ılan temel ya~am so-
nin doğal sonuçlarına göre değerlendiri­ rularına geti döndürmeyi başarmıştır. Bu-
lirken, ortaçağda ise kişinin eylerrılerinin, nun yanında, yeri geldiğinde yaptırım
doğal sonuçlarına bakılmaksızın, salt ruh güçleri bulunduğu düşünülen etiğe iliş­
hallerine bakılarak etik olarak değerlen­ kin Hıristiyan ilkelerinden, yeri geldiğin­
dirilmesi söz konusudur. Bir başka de- de de Bacon, Dcscartes, Galilei gibi dü-
yişle ortaçağ etiğinde asıl belirleyici olan şünürler eliyle ortaya konan dönemin bi-
kişinin eylerrılerinden çok bu eylemleri limsel yöntemlerinden en iyi biçimde ya-
gerçekleştirirken içinde bulunduğu ruh- rarlanarak etik sorunlarına ilişkin üst dü-
sal ve zil1insel yönelirrılerdir. Bu anlamda zey bir etik anlayışı sunmuştur. Hobbes,
bu iki ayn etik paradigmasını birbidnden felsefi düşünüşünde kilit bir konumda
ayır-an temel kırılma, etik sorurrıluluğun bulunan "doğa yasası" terimini etik ilke-
kişinin eylerrılerinin sonuçlarına bakıla­ lerine uygularken, terimi ortaça~::laki tan-
rak değerlendirilmesinden, kişinin ey- rısal doğa yasası kavramından bütünüyle
lemlerini gerçekleş tirirkenki niyetlerine farklı bir anlamda. kullanmaktadır. Hob-
erik 516

bes'a göre evrende etik bir düzen olma- olarak bilimsel bir doğa görüşü geliştir­
dığı Sibi, insan doğasında ötekilere ada- diği düzenekçi ruhbilimi kuramından yo-
letli ya da sevecen yaklaşmayı gerektire- la .koyulmuştur. Spinoza etiğinin en te-
cek hiçbir öğe de bulunmamaktadır. İn­ mel özelliği, öteki pek çok özelliği bir
san da doğanın kendisi dışında kalan bö- yana, aynı Hobbes'ta olduğu gibi, fizik-
lümü gibi fiziksel yasalar uyarınca devi- teki eylemsizlik ilkesine karşılık gelen
nen taneciklerden oluşmaktadır. Bunun- "kendini koruma itkisi" üstüne yapılan­
la birlikte, insanı doğa makinesinden ayrı dınlmış olmasıdır. Metafizik bakımdan
kılan "us''., insan eylemlerine özgül bir keskin bir "belirlenimci", buna karşı etik
anlam yüklemektedir. Buna göre, etik bakımdansa bütünüyle "doğalcı'" olan
kurallarının tamamı insan için 'neyi yap- Spinoza, bütün olayların kendilerini ön-
manın yıkıcı, neyi yapmanınsa yapıcı ol- celeyen nedenlerden çıkarsanabileceğini,
duğunu belirlemek amacıyla usun ortaya dolayısıyla da "etik doğruları"nın neden-
koyduğu gerçeklerdir. Bu nedenle Hob- sel zorunluluklarla tanımlı olduklarını sa-
bes'un diiZ!ıte/ep nıbbiimi yaklaşımına gö- vunmuştur. Buna bağlı olarak da eylem
re, etik eğer geçekten güvenilir bir bilgi kurallarının insan doğasının yasaları ol-
yapısı oluşturacaksa, bütün etik savları­ duğunu; ama özgürlüğün ya da kendini
nın tannbilimc, metafizik spekülasyonla- gerçekleştirmenin, bu yasalara körü kö-
ra ya da Kilise otoritesine başvurmaksı­ rüne boyun eğmeyip bunlar arasında us-
zın, doğrudan ruhbilim ile biyolojinin sal bir ayıklama yapmayı gerekli laldığını
nesnel yasalarına dayandınlması zorun- bildirmiştir. Spinoza'ya göre kaynağı dı­
luluğu \'ardır. Hobbes'un etiğe yaptığı en şarıda olan bütün duygulanımlar özünde
önemli katkılardan biri de usun söyle- kişiyi "edilgen" bir konuma düşürdükle­
dikleri ile fizik yasaları arasındaki bi:ış­ rinden etik bakımdan tartışmasız kötü-
hığu doldurmak amaoyla geliştirdiği "ar- dürler. Kişinin eyleme erkini ellerinden
zu" açıklamasıdır. Bu noktada, her tür- aldıkları gibi kavrama yetisinin yetkinli-
den arzu nesnesini "iyi" olarak, buna ğini de bozmaktadırlar. Bu noktada "etik
karşı her türden arzuyu da belli bir nes- yaşam"ı en iyi biçimde başarmanın yolu,
neye yönelik bedenin içindeki fizyolojik hep bir "etkinlik" halinin deneyimlene-
süreçlerden kaynaklanan bir devini ola- bileceği, kaynağı kişinin kendinde bulu-
rak tanımlayan Hob~s, özgür bir ussal nan duygulanımları çoğaltmaktan; hem
eylemde bulunmanın kesinlikle kişinin mutluluğu hem de erdemi getiren "neşe"
kendi fizyolojik dürtülerine karşı eylem- yle özdeş bir tür düşünsel Tanrı aşkı ya-
de bulunmayı gerekli kılmadığını öne sür- şantısını kurabilmekten geçmektedir. Do-
müştür. Öte yanda Hobbes, asıl önem- ğa ile Tann'yı özdeş olar.ık gören Spi-
sediği siyaset felsefesi alanındaki görüş­ nozacı "tümtanncılık", beden ile zihin
lerini destekleyecek biçimde, erdemli ya- arasında yapılan ayrımın etik alanda yol
şam yolunun, insanın içindeki "doğa du- açtığı sorunları göstermesi ve bunlardan
rumu"ndan kalan doğal saldırganlığa ket kurtulmaya dönük açıklamalar sunması
vurarak, devletin yasaları ile toplumun bakımından kendinden sonraki etik açık­
göreneklerine olabildiğince uygun yaşa­ lamaları üzerinde çığır açıcı etkilerde bu-
masından geçtiğini dile getirmiştir. lunmuştur.
Yalnızca modem dönemin değil bü- Çoğu yerde modern yararcılığın ku-
tün dönemlerin en büyük filozofları ara- rucusu olarak gösterilen John Locke'un
sında gösterilen Spinoza (1632-1677), E- (1632-1704), "yararcı etik"in özellikle si-
tika adlı başyapınnda Descarıes'ın usun yaset ile toplum felsefesi alanlarındaki a-
her koşulda eylemleri yönetme gücü ta- i;ılımlarını en iyi biçimde ortaya koymuş
şıdığına yönelik savunusu ile Hobbes'un olmasına karşın, tek tek davranışların
kendi içinde bütünlüklü yasalar dizgesi etik bakımdan nasıl ölçütlendirilecekleri
517 etik

üstüne verdiği felsefi çözümlemeleri aynı çekten "kendinden açık doğrular"sa ne-
ölçüde yankı uyandırmaınışnr. Locke, ilk den herkesin benzer durumlarda benzer
iş olarak, Descartes ile Cambridge Pla- biçimlerde davranmadığı sorusu ise Loc-
tonculan'nca önerilen etik yargılarına i- ke'a karşı sıkça dile getirilmiş bir eleştiri­
lişkin matematik modeli ile bütün insan dir. Öte yandan, tıpkı Hobbes gibi, "öz-
eylemlerinin ensen amacının hıız olduğu­ gür istenç" kavramının anlambilgiscl bir
nu, eylemlerin bu temel ölçüte göre de- saçmalık üstüne kurulu olduğunu düşü­
ğerlendirilmesi gerektiğini savunan "kla- nen Locke, istencin eyleme geçme karan
sik hazalık"ı birleştimıcyc yönelik ça.lış­ verilirken zihnin gücüne, özgürlüğün ise
malarda bulunmuştur. An ESStg Co11err- alınan bu eylem kararlarının yaşama ge-
11i11g H11111tm U11JmttmtJi"l, (İnsanın An- çirilmesine karşıbk geldiğini ileri sürmüş­
lama Yetisi Üzerine Bir _Deneme, 1689- tür.
1690) başlıklı yapıunda, Descartes ile Öteki xvıı. yüzyıl düşünürlerinin
Leibnizrın "doğuştan düşünceler" öğreti­ çok büyük bir bölümü, özçıkar ile etik
sini eleştirerek,
bütün bilginin deneye arasında, özellikle verilecek ceza yoluyla
dayandığı ya da deneyden geldiği düşün­ işlenecek suç karşısında caydıncı olma-
cesinin etik alanındaki yansımalarının i- nın gereğini öne çıkaran, düşünsel bir
zini sürmüştür. Daha sonra, özel davraruş ilİfkİ kurmuşlardır. Bu bağlamda, işlenen
kurallannın "kendinden açık doğrular'' çeşitli suçlar için öngörülen bütün ceza-
dan çıkarsanabildiği bir tümevanm bi- lar, ister tannsal ister doğal isterse de si-
limi olarak, ilk bakışta kendi içinde aç- vil kaynaklara dayandınlrnış olsunlar, ki-
mazlı göriinen bir etik görüşü ortaya at- şinin etik bir yaşantı sürme5inin son çö-
mıştır. Ancak bir başka açıdan bakıldı­ zümlemede kendi özçıkarı için iyi oldu-
ğında açmazın bütünüyle ortadan kalk- ğu düşüncesinden yola çıkılarak oluştu­
tığı görülmektedir. Nitekim Locke için rulmuştur. Ancak bu düşünce tarzı, çok
"iyilik", "adalet", "doğruluk" gibi etik geçmeden, saltinsanınözçıkarı üstüne ku-
tasanmlarının oluşumu doğrudan doğru­ rıılmuş bir etik anlayışının konulan bütün
ya haz ile acı duygulanımlarının bir sonu- cezalara karşı pratikte işlemediğinin gö-
cudur. Dolayısıyla etik kavramlan dene- rülmesiyle birlikte rafa kaldınlmıştır. Bu
yimden geliyor olmakla birlikte bunlann gelişmenin hemen ardından Shııftesbuıy
kendi aralan ada ki mantıksal ilişkilerin il- (1671-1713) ile Hutcheson (1694-1747)
kece düşünümsel çözümleme yoluyla or- etik yükümlülüğün bütün kaynaklarının
taya çıkanlmalan olanaklıdır. Etik bağ­ sevgi, acıma, şefkat gibi, yardımseverlik
lamında pek çok bakımdan Hobbes ile ya da iyilikseverlik türünden ötekilerc
benzer görüşler savunan I..ockc, etik ta- yönelik yaşanan olumlu duygularda yat-
rihine en büyük katkıyı etik kavramları­ tığını öne sürmüşler; insanda ah/4/ıı tlı!J·
nın açıklığa kavuştıırıılmasına olanak ta- (g)11111 adını verdikleri, "ortak iyi"yi sağ­
nıyan "kurgusal (spekülatif) bilgileı:" ile lamaya dönük eylemlerden ahnan özgül
"kılgısal (pratik) bilgilcı'' aynmıyla yap- bir doyum bulunduğunu düşünme nok-
mışur. Bu aynma göre, kurgusal bilgiler tasına gelmişlerdir. Söz konusu etik du-
bütünüyle eylemden bağımsızken, etik yarlılığın keşfi, geçmişteki etik kuramla-
kavramlarının da dahil olduğu kılgısal nnın haz yönelimli bca-merkezci. gele-
bilgiler ancak eylemlerin kendilerini ger- neksel bakıfından, ötekilerin yararlannın
çekleştirmek yoluyla cdinilebilmektcdir- gözetildiği öteki-merkezli yeni bir etik
ler. I..ocke'un bu aynmı etik ilkelerinin bakışa geçilmesi sonucunu doğurmuştur.
yaptırım güçlerini temellendirdiği gibi, Etik tarihinde ahlak duyusu tasanmı çer-
doğaüstü kaynaklara gitme gereğini de çevesinde başgöstercn bu kınlmaya bağlı
anadan kaldırması bakımından son de- olRrak kişinin ötekilcrc karşı olan ödev-
rcce önemlidir. Kılgısal bilgiler eğer ger- leri ya da sorumlululdan giderek daha
etik 518

önemli bir konuma taşınnuştır. Yine ay- kendisinde değil doğrudan etik yargıda
nı bağlamda kimi düşünürler de kişinin bulunan kişinin duygularında aranması
kendisi dışından gelecek ödüller ile ce- gerektiğini savunan Hume'a göre bir şey,
zaları önemsemeksizin uygulayacağı, yeri iki ayn nedenden, ya dolaysız bir biçim-
geldiğinde kendisini kurb-m etmeye dö- de güzel olduğundan ya da güzel olan bir
nük bir "içsel etik" yaklaşımının doğru­ başka şeye ulaşmak için sağladığı yarar-
luğunu savunmuşlardır. Bir tür iizgedlik dan ötürü "iyi"dir. Hume'un bu belirle-
olarak nitelenebilecek bu etik yaklaşımı­ meye bağlı olarak erdemleri iki ana kü-
na karşı Bernard Mandeville (1670-1733), meye ayırdığı görülmektedir. Bunlardan
The Fable of the Bett (Arıların Masalı, 1705) ilki kişinin kendisine ya da ötekilere a-
adlı kitabında "vicdan" kavramının so~ çıkça yaran bulunan "yeteneklilik", iyi-
runsallığına dikkat çekerek, toplumsal ön- likseverlik", "anlayışlılık" türünden "do-
celiklerin bireyin etiğinin kokuşmasına ğal erdemler" iken, ikincisi kişiye doğru­
yol açtığı düşüncesinden hareketle btna dan bir yaran olmayıp dolaylı yollarla
bir etik yaklaşımının üstünlüğünü savun- kendisini iyi hissetmesine yol açan "dü-
muştur. Topluma karşı bireyi temele a- rüstlük", "soyluluk", "adalet" gibi "ya-
lan bu etik yaklaşımın yankılan çok geç- pay erdemler"dir. Dolayısıyla Hume'a
meden Holbach, Schopcnhauer, Kierkc- göre, eylemlerin etik değerlerini belirle-
gaard, Nietzsche gibi fılozof1ırın yazıla­ menin iki olanaklı temeli ya da ölçütü
nnda kendisini en üst perdeden duyur- bulunmaktadır: nesnel ve ussal kesinle-
muştur. Ahlak duyusu kuramı daha son- ineye açık olan "yarar'' ile öznel ya da
ı-aları David Hanley (1705-1757) ile A- kişisel olan "duygu". Davranışların ah-
dam Smiıh (1723-1 790) eliyle yenilene- laksallığını ceza korkusuyla temellendir-
rek ekonomi kuramına uygulanmış; en me noktasında Hobbes ve Locke'la, bu-
inandıncı biçimini ise Hume'un yazıla­ na karşı etik yükümlülüğü ötekilere yö-
nnda kazanıruştır. nelik olumlu duygulanımlarla açıklama
Düşüncelerinde Hartley ile Smith gi- noktasında önceki dönem ahlak duyusu
bi dıtJgıım bir etik açıklaması ile yaram bir kuramcılanyla aynı düşünceleri paylaşan
"iyi" anlayışını kaynaştırmaya çalışan Hu- Hume, son çözümlemede adına "ahlak-
me (1711-177 6), etiğe yönelik önemli gö- sal erdem" denilenin adaletin yapay bir
rüşlerinin büyük bir bölümünü A Tl'!'a- niteliği olduğunu ileri sürerek çağdaş fel-
tise of HHman NatHl'!''ın (İnsan Doğası sefede etiğin varlık nedenini soruştur­
Üzerine Bir İnceleme, 1739-1740) üçün- maya dek varan "kuşkucu etik" (Niet-
cü bölümü ile An EnqHiry Cannnıing ıhe zsche, Freud ve Marx'ın değişik biçim-
Printiplu of Morals (Ahlak İlkeleri Üzerine lerde kullandığı ahlakın maskesini düşür­
Bir Soruşturma, 1751) başlıklı kitabında meye yönelik özgül bakış açısı) anlayışı­
onaya koymuştur. Bu yapıtlardan ikinci- nın temellerini atmıştır. Hume'un etik
sinde "iyi'', "doğru'·, ''adalet'', "erdem" yargılannın öznelliğine yönelik açıkla­
gibi belli başlı etik kavramlarının
anlam- maları da "ortakgörü sezgiciliği" anlayı­
larını bclirgiıiıeştirmeye yönelik üstelik şının kurucuları Thomas Reid (1710-
sorunlanyla ilgilenen Hume, dış dünyada 1796) ile Richard Price (1723-1791) tara-
bunların anlamlannın belirlenmesini sağ­ 6ndan başarıyla işlenerek daha ilerilere
layacak ne gözlemlenebilir bir olgu ne de taşınnuşnr.

mantıksal bir ilişki olmadığı saptamasın­ Etik düşünüş, XVIII. yüzyıl -Fransız
da bulunmuştur. Bu- saptamadan hare- Aydınlanması'nda büyük ölçüde İngil­
ketle etik terimlerinin işlevlerinin karşılık tere'deki gelişmelere koşut bir evrim
geldikleri birtakım niteliklerle ya da iliş­ çizgisi izlemiş olmakla birlikte, Fransız
kilerle açıklanamayacağını, bunların an- Aydınlanmacı düşünürlerinin gerek İn­
lamlarının etik yaı:gıya konu nesnenin giliz gerekse de Alman uğraşdaşları ora-
519 etik

nında güçlü etik düşünce gelenekleri o- bes ve Machiavelli ile ba~ayan "düzenle-
luşturıunadıkları gözlenmektedir. Kuşku­ yici etik değerler" savunusuna dizgeli bir
suz bu durumun başlıca nedeni, etik ko- yapı kazandırmışur.
nular üstüne odaklanan düşünsel enerji- Kant (1724-1804) ile birlikte etik ta-
leriİıin çok büyük bölümünü siyasal so- rihinde tam bir devrim gerçekleşmiştir.
runlara kilitlemiş olmalarıdır. Bu döne- Salnk, tümel, koşulsuz bir "ahlak yasası"
min etik bakımdan verimsiz olarak geçi- nın kaynağı olarak gördüğü "pratik us"u
rilmesinin bir diğer nedeni de Aydın­ "kuramsal us"un kalıntılanndan kurtar-
lanma düşünürlerinin, geleneksel fClsefe mak amacıyla yola koyulan Kanı, söz
erdemleri "açıklık" ve "tutarlılık" yerine, konusu ahl:ik yasasının dışsal bir yetkeye
daha büyük bir erdem olarak gördükleri başvurularak kavranamayacağı saptama·
"retorik bakımdan etkililik" adına yazmış sında bulunmuştur. Kant'a göre ahlik
olmalarında yatmaktadır. Aydınlanma ta- yasası, kendisinden alınacak hazzı ya da
sansı çerçevesinde adları en çok geçen kendisinden gelecek yaran gözetmeksi·
Volı.aire (1694-1778) ile Rousseau (1712- zin salt kendisi için istenmesi gereken us
1778), dinsel boş inanlara olduğu kadar kaynaklı özerk bir yasadır. Ahlak yasası·
Descartesçı usçuluğa da kesin bir dille · run sesini dinleyen yalnızca bu tür bir
kıırşı çıkıırak sağlam uslıımlamalara da- istencin "iyi" olduğunu bilerek yaşamına
yalı düşünceler yerine Aydınlanma'run ona göre yön verecektir. Kant'ın etik
ilerlemeci, · bilimci., usçu değerlerini so- dizgesi en genel anlamda birbirini des-
nuna dek savunan Romantik biçemli ye- tekleyen üç sorun öbeği üstüne kurul-
ni bir popüler etik söylemini dolaşıma muştur: (i) etik deneyim olgulannın ince-
sokmayı başarmıJlardır. Bu bağlamda ö- lenmesi;. (ıi) etik yargılannın mantığının
zellikle Rousseau'nun "toplum sözleş­ çözümlenmesi; (ıii) etik yargılarda varsa·
mesi" düşüncesi temelinde genel istence yılan metafizik ilkelerinin formüle edil·
dayalı değerlerin varlığından söz etmesi mesi. Gnı11Jltgımg Z!"' Muapi?JsiJ!. Jer Sitlell
etiğin felsefi tarihi içinde atılmış son de- (Ahlak .Metafiziğinin Temellendirilmesi,
rece önemli bir adımdır. Bir başka Ay- 1785) başlıklı kitabında Kant, upkı Reid'
dınlanmacı düşünür Diderot (1713-1784) ın fılozoflann spekülasyonlanyla çarpı·
ise yerleşik ahlak karulan ile din öğretile­ nlmamış ortakgörü düşüncesinde dillen·
rine yönelik etkili eleştiriler sunmuş olsa diıdiği gibi, "ödev"in özce hazdan da ya·
da daha çok Platon'dan beri felsefe yazı­ rardan da ayn olduğunu, "al:ılaksal er-
nının görmediği yazınsal yenilikleriyle a- dem"in ya da "iyi istenç"in bütün öteki
dından söz ettirmiştir. HelvCtius (171 S- değerlerin kendisine dayandığı. en yüksek
1771) ve Holbach (1723-1789) gibi An- değer olduğunu bildirmektedir. O ne-
siklopedici.ler de sonraki dönemlerin etik denle, bir eylemin değeri ne yol açuğı
tartışmalannda sıklıkla üstünde durula- sonuçlara bakılarak ne de gc:tirdiği ya·
cak birtakım yeni kavramlar ve ilkeler radar gözetilerek değerlendirilebilir. Ey-
geliştirmişlerdir. Bununla birlikte Aydın­ lemlerin etik değerlerini asıl belirleyen
lanma düşünürleri arasında etik açısın­ eylemde bulunan kişinin niyeti, yani o
dan Montesquieu'nün (1689-1755) ayn eylemle hangi değerin gerçekleştirilmesi­
bir yeri ve önemi bulunmaktadır. Nite- nin amaçlandığıdır. Kant'ın bu çerçeve-
kim etik değerlerin her durumda top- de temellendirdiği en önemli etik tasa·
lumsal ve tarihsel bir doğalan bulundu- nmı, en iyi ifadesini "Öyle davran ki
ğunu açıklıkla gösteren düşünür, "yasala- kendi eyleminin herhangi. bir zamanda
nn tini" düşüncesi çerçevesinde toplum- ve yerde herhangi bir kimse için de ev-
sal pratiklerin değişimine bağlı olarak ye- rensel bir yasa düzeyine çıkanlmasını is·
ni yasaların yapılması gereğini vurgula- teyebilesin" savsözünde bulan "*koşul­
mıştır. Bu vurgusuyla Montesquieu, Hob- suz buyruk"tur.
etlriletimcilik 520

Kant'ın eleştirel felsefesiyle başlayıp koyuculuk; mutçuluk; pragmacılık;


günümüze dek uzayıp gelen dönemde e- sonuççuluk; yararcılık; adalet; erdem;
tiğin çeşitli bakış açılanndan, alabildiğine Anscombe, G. E. M.; Bakhtin, M.
değişik felsefe izlenceleri doğrultusunda M.;Taylor, Charles; Maclntyre, Alas-
ele alındığı görülmektedir. Bunlar ara- dair.
sında en önemlileri şunlardır: Fichte, Sc-
helling ve Hegd'ce "ben" üzerinden gi- elkiletimcilik [İng. i11temı:tio11iı11r, Fr. ;,,.
dilerek yapılandırılan idealirt rtilt.; Gı:een, teradio11i1111r, Alm. i11temktio11i1111111] Des-
Bosanquct, Bradley ve Sidgwick tarafın­ cartes'ın kendinden önceki felsefenin töz
dan temellendirilen İngiltere çılnşlı idea- düşüncesinde büyük bir kınlma gerçek-
·isı seztiti elik; Husseı:I, Brcntano, Hart- leştirerek "zihinsel töz" (m cogita11i) ile
mann, Scheler ve izleyicilerincc geliştiri­ "bedensel töz'' (m exftt/111} arasında kes-
len değer yıışanulannın görüngübilimsel kin bir ayrıma gitmesiyle ortaya çıkan i-
betimleri.ne dayandınlllllş ya,raııh etiJ; Ni- kili yapıdaki zihin ile beden arasındaki
etzsche, Kierkegaard, Heidegger, Sartrc, ilişki sorununu aşmak üzere, "Descartes-
Jaspers, Marccl, Buber gibi fılozoflarca çı İkilik"i kendilerine temel alan felsefe-
değişik biçimlerde, kimileyin "tanncı" lerin öğretilerini yerleştirdikleri birbirine
kimileyin "tanntanımaz" çerçevelerde dil- karşıt iki temel konumdan biri.: bedensel
lendirilen varoiNf(ll etik; William James ile olaylar ile zihinsCI olayların "koşutçuluk"
John Dewey'in insan yaşamına, deneyi- un öne sürdüğü gibi birbirinden ayn çiz-
mine, anlayışına belli bir yaran olan her giler üzerinde koşut bir biçimde gerçek-
şeyi iyi olarak tasarladıkları pmgmaa elik; leşmeyip beden ile zihnin aralıksız bir
Marx ve Lenin'le başlayıp Frankfurt.0- etkileşim içinde olduğunu savunan ikici
kulu'na dek evrilerek gel.en, burjuva de- zihin felsefesi kurallll. Etkileşimciler, bir
ğerlerinin tam karşısına yerleştirilen .mı­ duygulanımın kalbin daha luzlı atmasına
yaliıt elik. Kökleri Wittgcnstein'ın ikinci yol açması ya da dinlenen bir müziğin
dönemine uzanan dil f!JHflH etij ile Moo- dokunaklı bir anıyı çağınnası gibi örnek-
ı:e\ın ortaya koyduğu doğala ofm,gatı etik lerden hareket ederek, zihin ile beden
de özünde dil felsefesi çıkışlı iki özgün arasında nedensel. bir ilişki öngörüp, en
etik anlayışı olarak ayrıca anılmaya de- ufak bir bedensel kıpırtının dahi zihinde
ğerdir. Yalnn dönemde, tam olarak ne karşılığını bulduğunu, buna karşılık zi-
olduklanna · yönelik ciddi belirsizlikler hinsel olan her ~in de bedensel bir
bulunmalı:la birlikte, yapuiikiimtii elik, yo- etkisi olduğunu öne sürerler. Karşıtı için
n1mbiftlti etik, pot1111odmı etik gibi henüz bkz. kotutçuluk.
in~a halinde olan yepyeni etik tasanlan-
nın da dillendirildiği. görülmektedir. Ay- etkin yoksayıcılık bkz. yoksayıcıhk.
nca bkz. ahllk; ahWc duy(g)us•ı; ah-
lik yargası; ahlik yasası; betimleyici etkincilik (edimselcilik) [İng. adtlaliım;
etik; düzgükoyucu (normatif) etik; Fr. adHaliJlllr, Alnı. iıktıtaü111111.ıj 1. Yal-
üstetik; uygulamalı. etik; biyoetik; çev- nızca etkin, edimsel olanın var olup ola-
re etiği; toprak etiği; İfyatamı etiği; sılık halinde bulunanın, olumsal olanın
medya etiği; erdem etiği; intihar e- var olmadığını; varlığın salt etkinlikten
tiği; kendini kanchnna etiği; ödev e- ibaret olup bu etkinliğin bir taşıyıcıyı ya
tiği; söylem etiği; biçimci etik; çö- da dayanağı rhypokti11tet1Dfl) gerektirme-
zümleyici etik; deneyci etik; do!lalcı diğini savunan öğreti. Bu öğreti varlık­
etik; evrimci etik; göreci etik; nesnel- bilgisinde etkin olmayan olanaklı dünya-
ci etik; salhkçı etik; usçu etik; eti!lin ların var olduğunu öne süren "olanakçı­
özerkli!li; bencilik; özgecilik; duygu- lık"ın (,poııibilir111); bilgi fdsefesinde bil-
culuk; hazcılık; betimleyicilik; kural- ginin yalnızca olasılıklı bir değeri olabile-
521 Euhemeroıçuluk

ceğini, ahlik felsefesinde ise bir eylemin karşılık gelmektedir. Sözcük haflarda ta-
doğruluğunu belirlerken eylemin edimsel şıdığı kişinin iyi bir alınyazısına sahip
ya da etkin sonuçlannın değil olması u- olması şeklindeki dinsel anlamından git-
mulan, olası sonuçlannın göz önüne a- tikçe uzaklaşarak, zamanla hem insanın
lınması gerektiğini savunan "olasıahk"ın dış koşullara göre kendini mutlu kılması
(Jlrobdbilislli) kaışı ucunu temsil eder; Ay- hem de bu anlamda insanın içinde taşı­
nca bkz. olanakçdık; olasıcdık. 2. İtal­ dığı, ruhunda yaşayan bir güç t'mutliı­
yan felsefeci Giovıınni Gentile'nin (1875- luk") şeklinde anlaşılmışur. Sokrates ön-
1944) Hegel'den yola çıkarak geliştirdiği,. cesi felsefede, sözgelimi Demokritos'ta,
"etkinci idealizm" olarak da bilinen öz- atıiaİmO#İll bütünüyle insan ruhuna özgü
nelci idealist felsefesine verilen ad. Ayn- bir şey olup dış koşullardan, yaşamın ge-.
cıı bkz. Gendle, Giovanni. tirip götürdüklerinden bağımsızdır. Sto-
aalara göreyse mutluluğ.l ancak doğayla
etkiaöz edimi ~ng. per/Ott11itmary Mt, Fr. uyum içinde yaşanırsa ulaşılabilir; bu
am }JIT1o&11t11irr, Alm. priummiinr ah] yüzden 111ılaimoma tek başına bir erek (tr-
Söz edimleri kuramına göre, bir tümce loi) değil, uyumlu yaşamanın doğal bir
sözcelediğimiz smıda yerine getirdiğimiz sonucudur. Platon için yalnızca adil o-
edimsöz edimlerinden farklı olarak, bir lan, doğru yaşayan insan mutlu olabilir
tümce sözceleyerek, bilerek ya da bilıne­ (Dwflı, 353b-354a); böylece "iyi"yi en "i-
den yerine getirdiğimiz edimler. Bunlar yi" yaşayan en büyük muduluğ.l erişmiş
dinleyenin duygulannda, tutumlannda, olac~tır (Yatahr, 664c). Aristoteles'e gö-
davranışlannda bir değişildik yaratırlar. re de atılaimoma insanın yaşamındaki en
Örneğin önünden geçtikleri evin bahçe- iyi, en soylu, en çok istenilen şey olarak
sinde bir köpek olduğunu bildirmek için zirvededir; "mutluluk", insanın en son
Konuşanın sözcelediği 'Bahçede köpek ve en yüksek ereğidir (NWıma/ehos'a E-
var' tümcesinin Dinleyenin korkup kaç- tilt., 1095a, 1097a-b). Böylece, özellikle
masına yol açması böyle bir edimdir. Sokrates sonrası felsefede, e11ılaimoma vaz-
Edimsöz edimleri uylaşımsal (kurala da- geçilmez bir kavram olarak yerini almış­
yalı) olduğu halde, etkisöz edimleri uyla- tır. Aynca bkz. mutçuluk; summum bo-
şımsal (kurala dayalı) değildir. Bu yüzden num.
Konuşan istediği halde 'Bahçede köpek
vıır' tümcesini sözceleyerek Dinleyenin eudaimonizm bkz. mutçuluk.
korkup kaçması sonucunu elde edeme-
yebilir, ya da istemediği halde Dinleye- eugenela (Yun.) İlkçağ Yunan fdsefe-
nin korkup kııçmasına yol açabilir. sinde, özellikle de Aristoteles'te, "soy-
luluk" ya da "asalet" anlamında kullanı­
etymon (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesin- lan terim.
de, özellikle de Stoacı dilbiliminde, "bir
sözcüğün doğru ya da gerçek anlamı" Euhemeroıçuluk ~ııg. Bllhe11111"İ1111", Fr.
için kullanılan terim: kökenbilgisi ya da E11himirismr, Alm. E11htmlrism111] Söylen-
kökbilim (etimoloji). bilgisindeki tannlann yalnızca tıınnlaşu­
nlmış ölümlüler -büyük insanlar, kahra-
eudaimonla (Yun.) İlkçağ Yunan felse- manlar, savıışçılar, vb.- olduğunu, insan-
fesinde "mutluluk"; her şeyin yolunda lann bu kişilere karşı besledikleri hayran-
gittiği "iyi olma hali" anlamında kullanı­ lıkla karışık korku ve saygının kendi elle-
lan bu terim, Eski Yunanca'da insanın riyle kendi tannlannı yaratmalarına yol
yazgısını bcliı:leyen, yaşamını kuşatım açtığını ileri süren Eski Yunan düşünürü
güç anlamına gelen *Jaimo,,'dan türetil- Euhemeros'un öğretisi. Bu öğretiye gö-
miştir ve "iyi bir ıitıimoıla sahip olma"ya re, tanrılık kauna çıkanlan ölümlüleri de
Eukleides [Megaralı] 522

içerdiğinden ötürü, söylenlerin yorum- sini maddi dünyanın deneysel uicelen-


lanması tarihsel kişilik ve olaylann gele- mesi diye gördüğü fizikten ayn tutmak
neksel açıklanma çizgisi göz önüne alı­ için, onu maddi doğayı en genel görü-
narak yapılmalıdır. nümleri ulunda konu edinen metafiziğin
bir dalı olarak tasarlamışur. Metafiziğin
Eukleides [Megaralı] bkz. Megara O- bir kolu olarak evrenbilgisi, bir yandan
kulu. süreklilik ve değişimi içeren devinim ya-
saları, zaman ve uzam açısından doğada
eulogon (eulogos) (Yun.) İlkçağ Yu- var olan şeylerin ilişkileri, evrendeki
nan felsefesinde, özellikle de Stoacılık ile zorunluluk ve olumsallık ya da doğadaki
Kuşkuculukta, ahlili tercihin f:'proairesis) uyum türünden genel konulan ele alır­
temdlendirilınesi konusunda "akla yat- ken, bir yandan da evrenin kökenini a-
kın savunu" ya da "makıil gerekçe" an- çıklamak için bir Tanrı koyutlamanın, O'
lamında kullanılan terim. nu varsaymanın zorunlu olduğunu vur-
gulayacakur. Wolfrun kurmaya giriştiği
eupatlıeia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe- "özel" metafizikte, fiziksel evrenin a pri-
sinde, özdlikle de Stoacılıkta, "iyi ya da ori (önsel) olarak bili,nebilecek genel ö-
masum duygu"; "kötülük barındırmayan zdlikleriyle uğraşan bu dala ımal emn-
duygulanım" anlamında kullanılan terim. bilgisi adı verilmektedir (Wolffun meta-
fiziğinin diğer iki ana dalı ise ıu.ral mhbi-
eurytlımia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe- lt111 ile ımal tannbili111'dir). Wolff kendi
sinde, özellikle de sanat felsefesi ya da ussal evrenbilgisini, a posttriori (sonsal)
estetikte, "ölçülülük" ya da "oran/ riıim olmasından ötürü fiziğin alaruna girmesi
güzdliği" anlamında kullanılan terim: gerektiğini düşündüğü den9.rel tı'"'1bi/gin•
"uyumlu denge". nden ayn tutar. Kant da Salı Aklın Elqli-
n:rı•nde "ussal evrenbilgisi" terimini kul-
euzoia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesin- lanrruşur; ancak ona göre ussal evren-
de, özellikle de Aristoteles'te, "iyi ya- bilgisi "gerçek" bir bilim değildir; meta-
şam" anlamında kullanılan terim: "boşa fiziğin tüm diğer dallan gibi o da sınırla­
geçirilmemiş yaşam". nnı aşmaya uğraşan insan aklının doğal
eğiliminin bir dışavurumundan ibarettir.
evirme (İng. ((}m;er.rion; Fr. &anversion; Alm. Kant'ın bu sıkı eleştirisine karşın Wolff
hlnvtr.rion; es. t. ak.r-i nah~ bkz. koıııl­ un evrcnbilgisine yüklediği anlam uzun-
suz önermeler manuğı. ca bir süre, özellikle Kantçı ve yeni sko-
lastik düşiinürlerin kullanımı~·!• XX vii7-
evrenbilgisi [İng.(0.{1110/ogy; Fr. (()11J10Jogie-, yıla dek işlevini sürdürmüştür.
Alm. hl1111oloffe, Yun. hlllllolo!far, Lat. &0.r- Dizgeli bir biçimde evrenin ("'hlsmo.r)
1110/o!far, es. t. kevntıYaiJ Evrenin kökenini, akılcı bir açıklamasını yapma girişimini
oluşumunu ve yapısını konu edinen; ev- ilkçağ Yunan felsefesi düşünürleri, özel-
renin gend yasalannı, doğasını ve gdi- likle de Aristoteles, başlatnuşur. Bu ev-
şimini açıklamayı amaçlayan felsefi ve renbilgisini yeşertme çabalan yine Aris-
bilimsel öğreti: Evrenbilim. toteles eliyle evrenbilgisinin fiziğin bir
Felsefede hem metafiziğin hem de dalı olmasıyla sonuçlanrruşur. Başlan­
doğa felsefesinin bir dalı olan evrenbil- gıçta insanın ya da bir kültürün evreni
gisi, ilkin Leibniz'in usçuluğunun yılmaz nasıl algıladığının, dünyayı nasıl tasarla-
savunuculuğunu üstlenen Alman düşü­ dığının bilgisi olan evrenbilgisi, "bir bü-
nürü Christian Wolffun Co.rmologia Gme- tün olarak fiziksel ya da maddi evrenin
ralis (l 970) adlı yapıundaki kullanımıyla kökenini ve yapısını irdeleyen bilim" ola-
yerleşiklik kazanmışur. Wolff evrenbilgi- rak bugünkü anlamını ise üç büyük aşa-
523 evrenıelcilik

madan -Aristoteles, Newton, Einsıein­ "düzen" ya da "evren-düzen" :anlamına


gcçerek kazanmıştır. Evrcnbilgisi bugün gclçn /ııoJ11101 ile "doğum'·, "oluş" anla-
gökbilim ile gökfiziği üzerinde çalışan mındaki gmeüidan tüıetilmiş terim: lııoı-
bilim adamlan eliyle bir bilim dalı. olarak 111ogo11ÜT, ~cundoğum. Evrenin nasıl oluş­
sürdürülmektedir. tuğuna, evreni oluşturan ilk nedenin ne
olduğunıı ilişkin açıklama :arayışlarııun
cvrendetçilik ~ng. tormopolitis111, ror111Dpo- -söylenbilgisel, kurgusal ya da bilimsel
litani.r11r, Fr. aısmopolitiımr, Alın. bJZJ11D- kuramlann- tümüne verilen ortak ad.
poliiis111111] Eski Yunanca'da "evren" ya Evrenin köken ve oluşumuna dair, evre-
da "dünya" anlamına gelen hıımos ile nin nasıl doğduğu ya da yarabldığı, nasıl
"yurttaş" anlamındaki politıiten türetil- oluşup geliştiği üzerine, bilimöncesi söy-
miş terim: "dünya yurttaşlığı''. İnsaıun lcnbilgisel ya da gizcmsd-dinsel öğıeti.
ya da bireyin "ulus" olarak tüm bir in- Örneğin Sokrates öncesi felsefenin doğa
sanlığı, "vatan" olarak da tüın bir evreni fılozoflanıun tüınü, Thales ve :ardılları­
görmesi gerektiğini savunan görüş; insa- ıun hepsi, bu türden bir öğreti kurmayı
ıun kendisini evrenin bir yurttaşı olarak felsefenin ve felsefderinin birincil amacı
sayması gerektiğini öne süren, "insanlık diye görmüşlerdir.
ulusçuluğu" ile "evren yuntaflığı" anla-
yışlarını üllı:üselleştirip benimseyen öğre­ evrensel küme ~ng. 1111ifltrlal .rtt. Fr. 111-
ti. .rtmblt ıınivtmf, Alm. ııtıİfltrlalt me11ge] bkz.
İlkin, ilkçağ Yunan felsefesinde, ö- kiline; kümeler kuraml.
zellikle de Kinikler, Stoacılar ve Sofistler
tarafından savunulan bir ahlıik anlayışı cvrenadcilik (İng. ııniııtr.rali.rnr, F r. ımi­
olarak bclircn "evrendeşçilik", insaıun ı1"salirmr, Alm. 1111ivtnalism11s] Evren, bir
üzerinde yaşadığı toprak parçasına, ana- dizge ya da bir bütün oluşturduğu düşü­
yurduna duyduğu bağlılığın yerini, çok nülen şeyler; şeylerin ya da görüngülerin
daha büyük ölçekli, evrensd bir "düny.ı. tümd birliği olarak alındığında, evrcn-
'l!atandaşlığı" ülküsünün alması gerekti- sdciliğin genel olarak gerçekliği bir bü-
ğini savunur. Stoacılar'ın bilgeliğin ev- tün olarak görme anlayışı olduğu söyle-
rendeşçilikten geçtiği yollu öğretisinden nebilir. Ahlak felsefesine uyarlandığında
ulus-devletin ortaya çıkmasıyla alevlenen bu anlayış, istisnasız bütün insanların o-
ulusçuluk savunusuna, Marxçılığın dün- nayı dışında başka hiçbir ahlaki ölçüt
y.ııun tüın emekçilerini birleşmeye çağır­ kabul etmeyenlerin benimsediği görüşe
masından sınır taıumayan kapitalist eko- karşılık gelir. Buna göre bir eylemi be-
nominin "par:aıun vataıu olmadığı" yollu lirleyen ilke bütün insanlar için geçerli
savunusuna değin yaşanan süreçte va- bir yasa haline getirildiğinde hali geçerli-
nlan yer, "tek bir mekan olarak dünya" liğini koruyabiliyorsa ancak o zaman bir
anlayışıdır -yerdi küresele, tikeli evrcn- ahlıik ilkesi olabilir. Daha açılı: bir deyişle
sde karşı korumaya yönelik tüın iyi niyet ahlıik ilkeleri e11rrıı.rtlle1tirilebilir olmalıdır.
ve girişimlere rağmen, güçlünün gücüne Bütün ahlaki temellendirmeleri tek bir
güç kattığı dünya-sistemleri çözümleme- evıensel ilkeye bağlamaya çalışan bu gö-
sinin ve hep kendine yontan Batılı mo- rüş fdsefe tarihinde "albn kural" kavra-
dcrıılik warısının doğrudan uzanbsı o- mıyla dile getirilmiştir. Bu çerçevede te-
lan bir küıeselleşme anlayışı. Aynca bkz. mellendirilen . en öncrııli etik tasanmı,
sömürgecilik sonran "ôyle davr-.ı.n ki kendi eyleminin her-
hangi bir zamanda ve yerde herhangi bir
evrencloğum (cvrentaaanm) ~ng. to.r- kimse için de evrensel bir yasa düzeyine
mqgtı'9j Pr. &OJ111Dl/)11İt', Alm. koılllDl/)llİr, es. çıkanlm:asııu isteyebilesin" yollu özsavla
t. Jıf1Ô11!1Ja~ Eski Yunanca'da "evren'', Kant'ın ortaya ~yduğu "koşulsuz buy-
evrentanıınazcılık 524

nık''tur. Kant'ın "*ödev etiği"ne göre bu da kendi içiriden oluşan değişmeye veri-
buyruğa uyan ilkeler evrenselleştirilebilir, len ad. Bu genel anlamıyla evrim, dış
dolayısıyla da ahlaken kabul edilebilir il- nedenlerle belirlenmiş bir değişmenin
kelerdir. Tannbilimde ise evrenselcilik za- karşısında yer alır; evrimde belirleyici o-
manı geldiğinde Tanrı tarafından herke- lan oluşumu baştan sona sürdüren bir iç
sin ayrımsız korunacağı ve istisnasız biı­ ne<lendir.
tün insanların kurtuluşa ereceği düşün­ 2- Başlangıçta gizli olan bir ilkenin,
cesine karşılık gelir. Origencs ve Schlei- yavaş yavaş kendini gerçekleştirip so-
ermachcr tarafından savunulan bu görüş nunda ortaya çıkması şeklinde beliren
cehennemin öncesiz sonrasız olduğunu gelişme; değişme üirlerinden biri olal".ı.k,
savunan gelenek.~d Hıristiyan tannbili- yavaş yavaş ya da evre evre, ayırdına bile
miyle çelişir. Aynca bkz. altın kural; ko- vanlmacbn gerçekleşen cleğişim. Bu ;ın­
ıulsuz buyruk. L1mda da evrim, bir yandan "aynı kal-
ma"ya bir yandan da kesik kesik, sürek-
evrentanımazcılık [İng. arosmisnt; Fr. liliği olmayan ani değişmeye karşıttır; ev-
arosmisme; Alm. aktısmimıu.ıj Eski Yu- rim öğretisini savunanlar, sıçramalı ya da
nanca'da olumsuzluk bildiren a· öneki ile aulımlı olarak bir tiirden öbür türe ge-
"evren" anlamına gelen rosmoltan türe- çildiğini öngören değişim anlayışına (de-
tilmiş terim. Evrenin varlığını yadsıyan, ğişinimcilik) sıcak bakmazlar.
evrenin yalnızca bir görünüş ya da yanıl­ 3- Biyolojide, doğal çevreleri göz ö-
samadan ibaret olduğu şeklindeki öğre­ nünde tutularak, tüm canlı varlıklar ara-
tiyi savunan felsefe konumu; dış dünya- sında bir canlıyı diğerlerinden ayıran bi-
nın gerçekliğini tanımayan, evrenin hiç- çimsel ve yapısal özelliklerin şekillen­
bir gerçeklik taşımadığını ileri süren mesi sürecinde geçirilen bir dizi değişim
felsefece görüş. olayına verilen .ad; türler arasında yalın­
Sözgelimi Hegel, Tanrı'yla Doğa'yı dan karmaşığa geçiş ya da dönüşüm sü-
özdeşleştiren Spinoza 'nın felsefesini ni- reci; türdeşlikten ya da birtürdenlikten
telemek içiri "evrentanımazcılık" terimi- aynşıklığa ya da ayntürdenliğe bölünme.
ni yeğlemiştir. Hegel'e göre, Spinoza tek Bu bağlamda, biyolo~de tüm türlerin,
tek şeylerin gerçek varoluşunu yok say- tüm organik biçimlerin birbirinden türe-
dığı ve doğanın ya da evrenin varlığını diğini benimseyen; bu türler arasındaki
Tanrı'nın varlığında gördüğü (ya da O' farklılıkların doğada uzun bir zaman di-
nun varlığında erittiği) içiri tam anlamıy­ limi boyunca birbirini izleyen değişimler
la "evrentarumazo"dır. Hegel1e birlikte sonucu ortaya çıktııtıru, ıüm hayvan ve
kökleşen bu tartışmalı yonım, bir başka biıki ıürlerinin köklttıni daha önce ya-
tarnşmalı yoruma; Spinoza'nın kimileri- şamış olan türlerden almış olduğunu öne
nin öne sürdüğü gibi bir "tümtanncı" ya süren kurama tıJrim /plrann adı verilir.
da Tann'nın varlığını askıya alan bir Evrim kuramı, doğada hüküm süren bır
"tanntanımazcı" değil de yalnızca ve yal- sürek.lilik olduğunu, canlılar dünyasında
nızca evrenin varlığını yadsıyan bir "ev- bir kopukluk yaşanmadığını, yalın, basit
rentaıumazo" olduğu şeklindeki görüşe yapılı türlerden daha yüksek yapılı tür-
yol açmıştır. lere doğru bir evrim yaşandığını savu-
nur.
evrim [İng. evolulion; Fr. ivrıltıtiolT, Alm. Bunun dışında, tek tek felsefe tari-
evolution, enfllfİç/d1111g, es. t. trkômii4 1- Za- hinde yer etmiş felsefe akımlarına ya da
man içiride gerçekleşen "değişme"ye ya fılozoflara bakıldığında, "evrim" kavra-
da "gelişmeye"ye neden olan süreciri bir mııun birçok farklı ve özgül anlamda
yorumu olarak; birdenbire olmayan, a- kullanıldığı görülür. Sözgelimi, diyalektik
dım adım ilerleyen ve kendiliğinden ya ve tarihsel maddecilik, Alman idealizmi
525 e..- nihilo nihil fit

ile Hcgcl'in yorumuyla ele aldığı "evrim" XIX yı1zyılın sonları ile X:X. yüzyılın
kavramııu, nitelikçe değişme anlamın­ başlarına rıı~tlar. Bu dönemde Aydınlan­
daltl "devrim"lc ilişkilendirir. Nietzsche mıı felsefesinin bilime (aklın yoluna) ve
ve Bergson ise evrimi "bulucu, sınayıcı, "ilerleme"ye duyduğu sarsdmaz inancı
yeni yarana oluş" anlamında kullaıurlar. arkasına alan evrimcilik, evrim. kuramı­
Aynca bkz. Daıwiİı C. R.; Danvin- nın bilim alanında kazandığı. başarıya
cilik; değifinimcililc; dönütümcrdük; öykünerek, toplumsal yaşamda gözlem-
Lamarckçılık; Spencer, Herbert. lenen değişimlerin ya J" "ilerlemeye yol
açan gelişmeler"in altında, zaman içinde
evrimci bilgikuramı bkz. biyoloji fel- kendiliğinden, adım adım gerçekleşen bir
sefesi. evrimin yattığııu ileri sürmüş; toplum-
daki ilerlemenin çoğu kez zorlamaya da-
evrimci etik ~ng. e1JOIHtiot1ary etbia; Fr. yalı devrim yoluyla gerçekleştiği savııu
etbiq11e iwlutiotıırairr, Alm. evolıtliotıiin el- yadsınuşur. Toplumsal değişimin ileriye
bik] Ahlak felsefesinin ilkelerini evrimci doğru olduğunu evrimci görüşe ya~na­
öğretinin ortaya attığı kavramlarla ("do- rak savlayan evrimcilik, doğada hüküm
ğal ayıklanma", "güçlü olaıun ayakta siiren \'arkalma mücadelesini toplumdaki
kalması" vb.) terne1lendimıeye çabşan, rekabet ortamına uygulayarak güce daya-
ahlıiki ölçütleri belirlemek için evrim ku- lı eşitsizlikleri temellendirebilcccğini dü-
ramına yaslanan ahlıik anlayışı. Evrimci şünmüştür. Oysa ki Darwin'in biyoloji-
etik, insaıun nasd davranması gerektiğine deki evrim kuramına göre, doğal türler
ilişkin ahlıik ilkelerini, insaıun fiziksel doğal ayıklanma yoluyla değişip evrim
doğasına ve doğada varolan düzeneğin geçirmekteyse de bu sürecin kesinkes i-
yasalanna dayandırarak açıklamaya girişir. leriye doğru olması zorunlu değildir. Ev-
XI:X. yüzyd sanlan ile X..X. yüzyd rimciliğin belirlenimci evrim öğretisinde
başlannda filizlenen evrimci etik, hem ise insan toplumlan hep gelişmek zorun-
ahlak felsefesindeki "olan/ olması gere- daydı; değişimin yolu ileriye doğruydu;
ken" ayrımııu yok saymakla hem de in- değişim toplllmun daha çok uygarlaşma­
diı:gemecilikle suçlanarak eleştirilmiştir. sına, ahlaki açıdan iyiye gitmesine hizmet
Aynca bkz. biyoloji felsefesi; Darwin- ediyordu. Bu yüzden, Herbert Spcnccr'
cilik. ın başııu çektiği bu anlayış twimd olgu-
culuk olarak da bilinir. Aynca bkz. Dar-
evrimcilik (İng. evol111irmiS111; Fr. rPOlrttiu- wincilik; Spencer, Hcrbert.
11isınr; ,\im. eı""1ııio11iS1n111; es. t. trknmii-
f!urt) Tüm varlıkların genel gelişmf' )':!- e..- nihilo nihil fit (l ..ııt.) Or~çıığ lelse-
sası olar.ık "evrim'"i benimseyen, doğada fesinde, özellikle de ıanrıbilimde, Tanrı'
olduğu üzere her yerde bir evrim ya- ıun varolan her şeyi yoktan var ettiği
şandığııu, gelişmenin ya da dönüşmenin (•.natio e.-.: 11ibilo) öğretisini çürütmek için
evrim yoluyla gerçekleştiğini savunan öğ­ kullaıulan "hiçten hiçbir şey çıkmaz" ya
reti. Evrim öğretisini maddeden düşün­ da "yoktan yok çıkar'" anlamındaki La-
ceye, insan zihninden insan toplulukla- tince deyiş.
nna kadar gerçekliğin tüm alanlanna ya- Bu sözün kökeni M.Ô. VI. yüzyılda
yan, tüm bir evrenin "evrimin gözüyle o- yaşamış olan lirik Yunan ozaıu Alkacus'
kunması"nı öne süren görüş. un bir fragmanına kadar uzaıur: ontlen ek
Kimi yorumcular evrimciliğin köke- oııtlenos 1111oito. Bu deyişi, yani hiçbir şeyin
nini, felsefece düşünmenin hemen her yoktan var edilemeyeceği görüşünü fel-
noktasında yapdabileccği üzere, ilkçağ sefelerinin çıkış noktası yapan Sokratcs
Yunan felsefesine kadar geri götürmüş­ öncesi doğa felsefesi döneminin fdozof-
lerse de bu öğretinin asd ortaya çıkışı lan, daima varolan bir "ilk madde'"; ya-
Existenz 526

ratılmamış, öncesiz sonrasız bir "'ark.he pılması gerekir. Ancak "nefes alıp ver-
arayışına girmişlerdir. me" örneğinde olduğu gibi kişinin her
yaptığı şey eylem sayılamayacağı gibi, ki-
Existenz (Alm.) bkz. Jaspers, Kari. şinin salt bir şeyler yapıyor olması da o-
nu eyleyen kılmamaktadır. Bir şeyin "ey-
Existenzerhellung (Alm.) bkz. varoluş lem•· diye adlandırılabilmesi için onada
aydınlanması. bir amaan, bir yii11tliniın olması gerekir.
Nitekim istemli eylemlerin (bedensel) re f-
e.Yperimentum crocis (Lat.) [İng. mtdtJ! lekslcrden ya da tepkilerden farklı olarak
e>.ptriment, Alm. mtscheidemks e:xperi111t11t] eyleyenin yönelimi sonucunda oluştuğu
Bilimsel bir varsayımın doğruhığunu ya konusunda eylem kuramcıhırı arasında
da yanlışlığını kuşkuya yer bırakmaksızın genel bir düşünce birliği söz konusudur.
belirleyen; birbirine rakip kuramların ay- Bu bağlamda kimi eylem kuramcıları "ey-
nı konu üzerine öne sürdükleri varsa- lemler" ile "yapıp etmeler'' arasında kes-
yımların arasından hangisinin doğru ol- kin bir ayrıma gitme gereği duymuşlar­
duğunu kesin bir dille tanıtlayan deneyi dır. Bu ayrıma göre yapıp etmeler, her
nitelemek için kullanılan terim: "canalıcı ne kadar belli etkiler ve sonuçlar doğur­
deney". Terimin kökeni Francis Bacon' salar da, bunlar tasarlanarak, bile isteye
ın No1111111 Oı;gan11111'da (1620) kullandığı onaya konmuş sonuçlar olmadıkları için
instaııtia C111tis ("canalı~ı örnek') terimine eylemlerden ayndırlar. Hiçbir eylem ey-
dayanmaktadır. leyenin zihninden bağımsız olarak düşü­
nülemeyeceği için eylemlerin özsel bile-
eylem [ing. aaioır, Fr. adion; Alm. hand- şenleri arasında zihinsel/ ruh bilimsel ö-
hmg-, Yun. praksir, Lat. adİIJ; es. t. ji~ bkz. ğelerin ya da süreçlerin bıılunması da
eylem felsefesi. eylemleri yapıp etmelerden ayırarak başlı
başına bir araştırma konusu kılan bir
eylem felsefesi [İng. philosopl?Y of aı:tio11; başka önemli etkendir. Bu bağlamda, us-
Fr. philosophie tl'aı:tiorr, Alm. hantl/11ngrphilo- sal eylemlerle usdışı eylemler arasındaki
sophie] Eylemin varlıkbilgisel yapısının, ayrırnın temellendirilmesinde başvurulan
eylemin doğduğu sürecin ve eylemin a- kaynaklardan biri de Aristotdes'in prak-
çıklanma biçimlerinin çalışılmasına yö- sis (eylem) öğretisinde öne sürdüğü "is-
nelik olarak "Bir eylemi eylem kılan ne- tenç güçsüzlüğü" ("t1krıtsi11) kavramıdır.
dir?", "Eylemler birbirlerinden nasıl ay- Eylem felsefesi daha özdde ise Fran-
nlabilirlcr? .. , "llssal eylemleri usdışı ey- sız filozof Maurice Blondel'in (1861-
lemlerden ll}ınrken başvurulacak ölçüt- l'J49) Yeni Platonculuğun klasik öğretisi
ler nelerdir?'' türünden sorulara yanıt a- ile modern pragmacılık düşüncesini Hı­
rayan felsefe dalı. Eylem felsefesi varlı­ ristiyanlık temelinde biraraya getirdiği,
ğını iki tür ilgiye borçludur. Buru.ardan insan eyleminin yaradancı ardyöresine yö-
ilki metafiziğin ve zihin felsefesinin do- nelik felsefesine verilen addır. Fdsefeyi
ğal dünyaıun nedenselliği içinde etkide insan eylemlerini ve insaıun güçsüzlüğü
bıılunabilen düşünen bir varlık olarak in- ile İsteklerinin fazlalığı arasındaki denge-
sanın konumuna yönelik ilgisi, diğeri de sizliği anlamanın bir aracı olarak gören
ahlak ve hukuk felsefelerinin eyleyen bir Blondel, L 'adion (Eylem, 1893) adlı ya-
varlık olarak insanın özgürlüğü ve so- pıtında insanı eylemlerinin oluşturduğu­
rumluluğu konularına duyduğu ilgidir. nu, insanın düşüncelerine göre değil ey-
Eylem kuramalan işe "Eylemleri di- lemlerine göre değerlendirilmesi gerekti-
ğer olaylardan ayıran nedir?" sorusunu ğini savunur. Blondd'e göre kendisini
yanıtlamaya çalışarak başlarlar. Bir eyle- eylemede ortaya koyan her türden istenç
min söz konusu olması için bir şey ya- güçsüzlüğü, eylemlerimizle istemelerimiz
eytİ.fimıel özdekçilik

arıısındaki boşluğu doldurabilecek doğa­ (I'm/etal o ılolm/ mbode, 1955; Praxiolo,D,


üstü bir gücün varlığına, yani Tann'ya 1963).
işaret etmektedir. Buna göre insan, tıpkı Kotarbinski'nin eylem öğretisi, başa­
Augusıinus'un "tannsal kayra" anlayıpıı­ nh ya da etkili bir eyleme ulaşmak için
da olduğu gibi, eylemesinde ancak Tan- eylemdeki yöndmişliğin kurallannı de-
n 'run yardımıyla kendi güçsüzlüğünü a- neysel inceleme temelinde arıışunr; ve-
şarak edimsd olana, ııımamlanmışhk duy- rimlilik ile etkililik tabanında "yalın",
gusuna ulaşabilir. Günümüz eylem fdse- "karmaşık" ve "ortaklaşa" gibi eylem·
fesinin en önemli ismi ise l111111Jio11 (Yöne- kavramlarını çözümler; "eylemin dilbil-
lim, 1957) adlı yapıtıyla çağdaş eylem lr.u- gisi"ni ya da "eylemin yöntembilgisi"ni
raırunın kurucusu olarak kabul edilen İn­ kurmayı amaçlar.
giliz felsefeci Anscumbe'dur. Aynca bkz.
Anscombe, G. E. M.; praksis. eylemcilik [İng. adiıislll', Fr. adiıi1111C",
Alm. a/etivimt11r, es. L .ftili.JJ~ Şeylerin do-
eylem yararcılığı [İng. 11&t-11tiliıaria11ism; ğıısının temellerinin, insan yaşaıru ve dü-
Fr. ntilitarismı Jı f a(/t", Alm. alehllilitari.r- şüncesinin başlıca gerçekliğinin "deği­
,,,,,,, ba11Jlımg111tilitarirm11s] bkz. yararcı­ Jim", "etkinlik" ve "eylem" kavramlann-
lık. da yattığını öngören felsefi öğretiler bü-
tünü. En şiddetli dışawrumlannı Niet-
eylembilgiıi (eylem öğretill) [İng. pm- zsche ile Marx'ın felsefelerinde bulan;
xiolog, pmxeo!IJgy, Fr. praxielogir, Alın. Marx'ın ünlü on birinci tezinde "Fdse-
praxrolD6'] Eski Yunanca'da "eylem" an- feciler şimdiye dek dünyayı çeşitli bi-
laıruna gelen pralt!is ile "öğreti" anlamın­ çimlerde yorumlamakla yetindiler, oysa
da da lr.ullanılan logoltan türetilmiş terim: ki yapılması gereken dünyayı değiştir­
"praksiyoloji". Polonya Felsefe Okulu' mektir" söıleriyle ifade ettiği; "zihin dün-
nun, diğer adıyla *Lvov-Vaı:şova Okulu' yası"ndan çok "yaşam dünyası"na, "kur-
nun kuruculanndan Tadeusz Kotaı:bins­ gu"dan çok "gerçeklilr."e, "düşünce"den
ki'nin genel eylem kuraıruna verdiği ad; çok "eylem"e ağırlık veren felsefe anla-
insan eyleminin kuramsal bilimi. - yışı. Aynca bkz. pra/csis,
"Eylembilgisi" terimini ilk dolaşıma
sokan kişi, l 8901ı yıllama A. Espinas eyleyen/eylem [İng. agt11t/adİIJtt; Fr. a-
olmuştur. Terimin kullanımına 1940'lı gent/ 11&/İotr, Alın. "!!llS/ hanJ/ımg, es. t. foil/
yıllama A. Bogdanov ve G. Hostelet gibi ji~ bkz. ahliksal eylem/(eylemce)/
düşünürlerin ya da Ludwig von Mises eyleyen.
gibi ikıisatçılann metinlerinde rastlıınsa
da genel bir eylem kuraırunın temelleri- eydfim bkz. diyalektik.
nin atılması anlaırunda "eylembilgisi"nin
dizgeli bir yapıya kavuşması Kotarbin~ki eyciıimıelözdekçilik bkz. diyalektik
(1886-1981) aracılığıyla gerçekleşmiştir maddecilik.
Ff
faUor ergo sum (L1t.) Pacriscik felsefe- naklı olsa da zonınlu olma~•an varlık i-
nin kurucusu Auguscinus'un Taıın Dn•llli ken Tanrı'ya karşılık ~len ı~id/J-iil-ı•iidid
Üz.triııe (De Civitate Dei, XI; 26) adlı ya- kendi varlığıru zorunlu olarak dayatan,
pıtında geçen "Yanılıyorum, demek ki ilineksiz olarak kendi başına varolıın
varım" anlamındaki deyiş. Aynca bkz. varlıktır. Miimkin-iil-vikfid türünden var-
dubito crgo sum. lıkların düşüniilmderi varlıklarırun ancak
olanağıru sağlarken, diğer varlıkların va-
Paribt [Ebu Nasr Muhammed İbn rolma gerekçesini oluşturan ıvlıib-iil-viiı1id'
Muhammed İbn Tarhan İbn Uzluk un düşünülmesi onun varlığıru zorunlu
El-Firibt] (870-950) İslam düşüncesiy­ kılar. Farabi biri olumsal (1niiı11kit1-iil-ı·ii­
le Eski Yunan felsefesini birleştirmeye ,1id) diğeri zorunlu (ı•tüib-tl/-ıoiiaid) bu iki
çalış'1rak İslam felsefesi geleneğinde fel- vnrlık kategorisi arasındaki boşluğu ıse
sefi sorunları dizgeli bir biçimde ilk defa Yeni Platoncu bir metafizikle: tasa\'Vuf
ele alan fl.ylesıif olan büyük İslam düşünü­ öğretisini *fl!YZ. kunmıyla birleştirerek o-
rii. İslam felsefesinde Meşşaiyyıin ("Ge- luşturduğu türümcü varlık sıradüzeniyle
zimcilcr") olarak adlandınlan akımın bir doldurur.
temsilcisi olarak ortaçağın en önde gelen Farabi'nin oluşturduğu varlık sıradü­
Aristotelesçisi kabul edilen ve Batı'da zeninin en tepesinde Kutsal Varlık, yani
Latince Alpharabius ya da Avennasar Tann vardır. Çünkü Facibi'ye göre ola-
acllarıyla bilinen Farabi'nin Aristotcles' naklı varlıkların ned~nscllik zinciri içeri-
ten sonraki "İkinci Usta" (Ar. Hal't-İ Sa- sinde sonsuza değin gitmeleri olanaksız
11f, Lat. Magister uı1111d11s) olduğu yönünde olduğundan "zorunlu varlık"ta son bul-
İslam dünyasında genel bir karu söz ko- maları gerekmektedir. Tann'nın kendi-
nusudur. Öte yandan en az Aristoteles- sini bilmesinden Birinci Us doğmuştur.
çilik kadar Yeni Platonculuk da Facibi'yi Tann gibi Birinci Us da maddi olmayan
etkilemiştir. Bu yüzden, özellikle ortaya bir tözdür. Birinci Us Tann'yı bilir ve bu
koyduğu meta fizik dizgeyle, kimilerince bilmenin sonucunda üçüncü bir varlık o-
İslam !Clsefesinde Yeni Platonculuğun ları İkinci Usu türetir. Birinci Usun ken-
kurucusu olarak da nitelenir. Eski Yunan di öziini\ bilmesinin sonucu olarak Ja
felsefesinin İslam dünyasına büyük ölçü- ondan Birinci Göksel Cisim ve Ruh tü-
de Yeni Platoncuların yapıtlanyla akta- rer. Bu süreç her bir ustan başka bir
rılmasından kaynaklanan bu durum en usun, her bir usa karşılık da bir gök cis-
açık ifaı~csini Facibi'nin varlıkbilgisi öğ­ minin türemesiyle Onuncu Us ve Doku-
ret.isinde bulur. Bu öğretide Aristoteles- zuncu Gök Cismine değin sürer. Bu tü-
c;ilik ile Yeni Platonculuk yan yana ışe rümcü sımcllizcnde Onuncu Usun avrı
koşulmaktadır. Bu bağlamda Einibi'nin bir önemi vardır. Etkın Us dıye de ad-
Plaron ile Aristoteles'in felsefelerini uz- landırılan Onuncu Us göksel dünya ("ay-
laştırmaya yönelik genel çaba içinde ko- üstü dünya') ile yeryüzü ('ayaltı dün-
numlandırılması da mümkündür. ya"), yani Tanrı ile insan arasındaki ger-
Farabi, varlık kuramında varlıkları çek köprüyü oluşturur ve insan zihnin-
*11ıiimki11-iil-viiıiid ve *ı'iicib-iil·l'iiclid olmak deki olanaklı düşüncelerin etkinleştiril­
üzere iki kategoriye ayırır. Farabi'nin ku- mesinden sorumludur. Türüm şemasırun
ramında 111iimkin-iil-viicfid varolması ola- sunduğu bu düşünsel tutarlılık bir man-
529 Firibi

tık dizgesinin içsel" olan zorunluluğunu sel enerjinin ve gücün kaynağı Kutsal Us
örnek almıştır. Far.lbi'nin türüm şeması ya da bir başka deyişle Tanrı'dır.
nedensel etkileşim için temel bir eğreti­ Farabi; görevlerini eylem, anlama ve
leme sunduğu denli bütün nedensellik algılama diye sıraladığı ruhu ise bitkisel,
için de bir düşünce kalıbı sunar. Nitekim hayvani ve insani olmak üzere üçe ayırır.
türüm şemasında bütün varolaıılar, bü- Bitkisel ruh bireyin yetişmesi, gelişmesi
tün "mevcut" olanlar, neden ve sonuç ve soyunu sürdürmesi görevlerini; hay-
arasında zorunlu bir bağlantı kuran dü- vani ruh duyulan kullanma ve eylemde
şünsel bir içsellikle birbirlerine bağlanan bulunma görevlerini üstlenmiştir. İnsani
ara etkiler aracılığıyla ilk nedene dayalı ruh ise güzel ve yararlı olanı seçmekle
olarak kavranırlar. görevlidir. Farabi farklı parÇalardan olu~­
Fariibi'nin daha çok Aristoteles'e da- sa da ruhun enson amaç olan mutluluk
yandığı varlıkbilgisine geri dönersek, Fa- için uğraşan bir bütün olduğunu öne sü-
r.1 bi usu "pratik" ve "kuramsal" olarak rer. Sözgclimi bitkisel ruhun sağladığı
ikiye ·ayırır. Pratik us yapılması gereken- beslenme, gelişme ve üreme olmalmzın
lere ilişkin usyürütme kısmı iken kuram- hayvani ruh görevlerini yerine getiremez;
sal us ruhu yetkinliğe yönlendiren kısım­ aynı şekilde hayvani ruh da yukansındaki
dır. Farabi usun bu kısımlaruu tanımla­ ussal insani ruhun görevlerini yerine ge-
ma girişiminde ise usu altı büyük katego- tirmesine yardımcı olur.
riye ayırır. Birincisi "basiret" (sağgörü) İslam felsefecileri bilginin olanaklı ol-
ya da "ayın etme yeteneği"dir; iyi yöne- duğu konusunda hemfikirdirler. Bilgi,
limli eylemlerde bulunan birey bu yete- maddi olmayan formların, saf özün ya
nek aracılığıyla tanımlanır. İkincisi "sağ­ da şeylerin doğasını oluşturan tümellerin
duyu" diye tanımlanan şeydir ki 'açıklık' duyu, us ve düşünme aracılığıyhı kav-
ile 'doğrudan tanı(n)ma' gibi yananlamla- ranmasıdır. Usun madde olmay:ın şeyle­
n da içinde banndırır. Üçüncüsü doğuş­ rin bilgisi için genelde duyulara dayandı­
tan gelen "doğal algılama"dır. Dördün- ğını savunurlar. Aynı yoldan ilerleyen Fa-
cüsü "bilinç" olarak tanımlanabilir; bu ci.bi, maddi formların kutsal dünya tara-
iyi ile kötüyü ayırmada bize yardım eden fından sağlanan maddi olmayan formla-
yetidir. Altı usun en önemlisi olan be- rın kavranmasının yolunu hazıtladığını
şinci usun dört ayn biçimi vardır: ola- savunarak nadir durumlarda kutsal dün-
naklı us, edimsel us, edinilmiş us ve ey- yanın duyuların hiçbir yardımı olmaksı­
leyen ya da etkin us. Varolan kendilikle- zın maddi olmayan formları insan usuna
rin formlarını soyutlama yetisine sahip sunduğunu öne sürer. Bunu söylerken
olan olanaklı us Juyu verilerine ulaşarak İslam felscfcsinJcki bilinen ve bilinme-
edimsel us haline gelebilir ama bunu an- yen düşünceler aynmına dayanır. Buna
cak etkin us aracılığıyla yapabilir. Edim- göre bilinen düşünce zihin taratindan
sel us dış dünyaya bağımlı kalmaksızın etkin olarak kavranırken, bilinmeyen dü-
kendi üzerine düşünebilen ustur. Edi- şünce olanaklı olarak kavranmaktadır. Bi-
nilmiş us usun maddeyle ve duyu nes- linen düşünceler kendiliğinden açık olup
neleriyle bağlantısı olmayan soyut form- edinilmişlerdir. Kendiliğinden . açık dü-
lara sezgi yoluyla ulaşabildiği düzeydir. şüncelerin dışındaki düşüncelerse bireyin
Bu dön ustan sonuncusu ve en önemlisi zihnine görecedirler. Farabi, karşıtfarını
olanaklı usu etkin hale getiren, başka bir düşünmek olanak~t7. olduğundan, kendi-
deyişle olanak halinde kavranabilir olanı liğinden açık düşünceleri zihin tarafın­
etkin halde kavranabilir yapan "etkin us'' dan yadsınmayan, alışıldık, iyi bilinen
tur (akl-ı fa'a~. Etkin us insan zihnindeki bilgi olarak tanımlar. Bu yüzden düşünce
olanak İıalindeki düşünceyi etkin hale nesnelerinden yalnızca bilinmeyenler a-
getirir. Usların altınası ise bütün düşün- mştırma konusudur. Bilinmeyen nesne-
Fiıibt 530

!erin sayısı azaltılarak bilgi artırılabilir; Dinden çıkmış kentin halkı Tanrı'nın gös-
bu, duyular ya da kuramsal usLm yanı tercliği hakikati gözden ırak tutarak ba-
sıra etkin usla da gerçekleştirilebilir. tağa saplanmıştır. Günaha girmiş kentte
Farabi'nin siyaset felsefesi alanındaki ise halk sahte peygamberlerin peşine ta-
en önemli yapıtı kısaca Medinet-ii/.FaZfla kıldığından iyinin ne olduğunu hiçbir
(Erdemli Kent) olarak bilinen Kitabı .ft zaman öğrenememiştir.
Mabadi Ara-u Ehl-il-Medinet-iif.FOZJla'dır Bu noktada Fiirabi'nin ahlak kuramı
(Erdemli Kentin Sakinletinin Görüşleri). üzerinde de durmak gerekir. Farabi er-
Bu yapıt Platoncu temalar içerse de Pla- demleri ahlaki ve düşünsel olmak üzere
ton'un Dev/elinin birebir bir kopyası de- ikiye ayırır. Ahlaki erdemler ruhun er-
ğildir. Bu, özellikle F:irabi'nin Birinci U- dem !eri ya da yetileri olup ölçülülüğü,
sun ve daha sonra da "Birinci''den "İ­ ces.ıreti, özgürlüğü ve adaleti içerirler.
kinci"nin nasıl türediğini anlattığı bö- Düşünsel erdemler ruhun ussal kısmının
lümlerde çok açıktır. Yıne de Farılbi'nin mükemmellikleridir ve pratik usyürüt-
kitabın diğer bölümlerinde bir yönetici meyi, iyi yargıyı, bilgeliği ve doğru anla-
için zorunlu olduğunu belirttiği nitelikler mayı içerirler. Ffoibi'nin ahliik kuramı­
Platon'un sıraladığı niteliklere oldukça nın dikkat çekici bir yönü de kötüli:iğe
benzemektedir. Yönetici kendisini yetiş­ ilişkin savlandır. Farabi kötülük tartış­
tirmiş olmalıdır; iyi bir konuşmacı olma- masında kötülüğün bu dünyada bulunan
lıdır ve ruhu etkin usla birleşmiş olmalı­ hiçbir şeyde varolmadıği yollu Yeni Pla-
dır. Güçlü bir fiziğe, iyi bir anlama gü- toncu görüşü savunur. Kötülük yalnızca
cüne ve belleğe sahip olmalı; öğrenmeyi insan eyleminin bir yüklernidir. Farabi
ve hakikati sevmeli; bu dünyanın nimet- bu noktada en yüksek erdem olan bilgiyi
lerindense uzak durmalıdır. Görüldüğü sağladığından, usun iyi ile kötüyü ayırt
üzere Farabi'nin ideal yöneticisi Platon' edebileceğini ve insanların davranışlarını
un "*filozof kral"ına oldukça benzemek- değerlendirme gücüne sahip olduğunu
tedir. Ama Farabi'nin siyasal bir görünü- savunur.
me büründürdüğü nübüvvet (peygam- fütetik bağlamında ise diğer İsliim
berlik) öğretisine dayanarak ülkülcştir­ felsefecileri gibi özellikle duyulur ve dü-
diği yöneticisi, ruhu etkin usla bütünleş­ şünülür güzellik arasındaki farklılık üze-
miş olduğundan, Tann'nın lütfuyla ga- rinde duran Farabi, düşünülür güzellik
ipten haber verme gücüne de sahiptir. kavramını Tanrı'nın adlan ve öznitelikle-
Farabi, dönemindeki siyasal yapıyı da ri kapsamında ele alarak Tanrı'nın kutsal
de aldığı Medinet-iil-FaZfla'da kendi ülkü- adları arasında "Güzellik" ve "Görkem"i
sel erdemli kentinin güzel bir betimle- de saymıştır. Farabi bu terimlerin çağrı­
mesinin yanı sıra bozulmuş ve yozlaşmış şımları duyusal olsa da bütün şeylerdeki
dört tür kentin de betimlemesini verir. güzelliğin birincil olarak varlıkbilgisel ol-
Farabi'nin usun hüküm sürdüğü erdemli duğunu savunmuştur: "enson mükem-
kenti, halkın bütün içtenliğiyle iyiliğin ve melliğe ulaşan daima daha güzeldir." Bu
mutluluğun peşinden koştuğu, "erdem varlıkbilgisel uslamlamadan yola çıkan Fa-
bolluğu" yaşanan bir kenttir. Far:ibi'nin t-.ibi varoluşu en mükemmel olan Tan-
tanımladığı yozlaşmış ve bozulmuş dön n'nın varlıkların en güzeli olduğu sonu-
kent ise şunlardır:· bilgisizlik kenti, yolu- cuna ulaşmıştır. Ona göre Tanrı'nın gü-
nu şaşırmış kent, dinden çikmış kent ve zelliği ilineksel değil tözsel olduğundan
günaha girmiş kent. Bilgisizlik kentinin diğer bütün güzellikleri aşar. Tann'nın
halkı hazlar t.arafından baştan çıkanlmış güzelliğinin kaynağı kendi tözüyken, ya-
olduğundan onlar iyiyi aramazlar. Yolu- ratılmış güzellik kendi tözlerine sahip ole
nu şaşırmış kentte halk yürüdüğü doğru mayan ilineksel ve fiziksel niteliklerden
yolu bırakarak yanlış bir yola sapmıştır. türer. Bunun yanında Farabi haz ve gü-
531 fazlahk (taşırılık) doğruluk kuramı

zcllik arasındaki yakın ilişkiden söz aça- nımını yöneten kuralları bulmaya çalışır­
rak Tanrı'nın hazzının bizim kavrayışı­ ken, mantığın herhangi bir dilin kullanı­
mızın ötesinde olduğunu öne sürer. Haz, mını yöneten kuralları sağladığını ·savu-
güzelliğin algılanmasına ya da kavranma- nur. Farabi'ye göre doğal dilin arkasında
sına bağlıdır; neyin güzelliğinin algılandı­ da mantık yattığından, mantığı anlamak
ğına bağlı olarak da artar ya da azalır. doğal dili anlamaktan daha önemlidir. Ni-
Facibi'ye göre Tanrı varlıkların en güzeli tekim mantık bütün dillerin altında yatan
olduğundan ve "Bir'" oluşu kendi ken- ortak özellikleri inceleyerek evrensel bir
dine derindüşünmeye dalma etkinliğine dilbilgisinin ayırt edici özelliklerini ortaya
dayandığından, Tanrı'nın kendi güzelli- koyabilir. Kimi dilbilimsel özellikler hem
ğini kavrayışının yoğunluğunun ve ke- mantık hem de dilbilgisi tarafından ince-
sinliğinin aynı yoğunlukta bir haz ver- lenebilse de, mantık bunları sanki bütün
mesi gerekir." Faribi'nin güzelliği bu bağ­ dillerde ortaklarmış gibi incelerken, dil-
hımdaki ele alışı kutsal aşkınlık ve mü- bilgisi bunlan belli bir dil bağlamında in-
kemmelliği Yeni Platoncu bir bakış açı­ celer. Farabi bu karşılaştırmanın sonucu
sından açıklayışının bir uzannsı olsa da olarak mantığın araştırma konusunun ku-
güzellik kavrayışı ve haz arasında kur- rallarını sağladığı şeyler, yani ifadeler ta-
duğu bağlann açıklamasına çok daha es- mfından anlamlandmlabildiklcri ölçüde
tetik bir öğe katıruşnr. Ayaln dünyasın­ kavrarulabilirler ve kavnırulabilirleri an-
daki güzellik gibi Tanrı'daki güzellik de hımlandırabildiltleri ölçüde ifadeler, ol-
uygun mükemmelliklerine ulaştıkları öl- duğunu söyler.
çüde şeylerde de bulunabilir. Bu güzellik İslam felsefesinin doruklarından biri
derindüşünmenin nesnesi olduğundan o- olarak kabul edilen Farabi, oluşturduğu
nu seyreden için de bir haz kaynağı ha- kendine özgü ve bütünlüklü dizgeyle baş­
line gelir. ta İbn Sina olmak üzere Yunan tarzında
Aristotcles'in Organon adlı yapıtını da felsefe yapan. İslam feylesoflarııiın oluş­
yorumlayan ve mantık kavramlarının çö- turduğu felılsift geleneğini ve Thomas A-
zümlenmesine ilişkin özgün incelemeler- quinas gibi filozoflarla da ortııçağ sko-
de bulunan Farabi, aynı zamanda İslam lastik felsefesini derinden etkilemiştir.
felsefesi geleneğinin ilk önemli mannkç.ı­ Faribi'nin Medinet-iil-Faz!'4 dışındaki ya-
sıdır. Mantığı, onu gereksiz bir şey ola- pıtları arasında yukarıda özetlenen V'dr-
rak gören dilbilimcilere karşı savunan lıkbilgisini serimlediği PJsale ft'l-akl (Zi-
Facibi, onu "usu doğruya yöneltmeyi ve hin Üzerine), Batı skolastiğinde bilimle-
usyürütmelerde hata yapılmasını engelle- rin sınıflandırılm:ısında etkili olan İhsd-11/-
meyi amaçlayan bir aygıt, kur-.tllara da- 11/dnr (Bilimlerin Sayımı), Plaıon'ıın Ya-
yanan bir bilim" diye tanımlamıştır. Fıi­ .ralarının bir incelemesi olan Telhis-i Ne-
dbi böyle bir usyürütme biliminin ge- vıllNİsi Ejlôt1111 ve Farabi'nin müzikoloji
rekliliğini, zihnin hata yapması olanağı alanında yaptığı çalışmaları biraraya geti-
temelinde savunur. Farabi mannğı fizik- ren Kitab-1 Mdsı/ei'l-kebir sayılabilir. Ay-
sel maddeleri kesin bir biçimde ölçmek nca bkz. İslim feJsefesi; Meştiiyyiin.
için kullandığımız cetvel ya da pusula
gibi aletlerle karşılaşnrır. Bu aletler gibi fark bkz. küme; kümeler kuramL
mantıksal ölçütler de insanlar tarafından
kendi usyürütme eylemlerini ve başkala­ faydacılık bkz. yararcılık.
nnın usyürütmelerini doğrulamak için
kullanılabilirler. Farabi, hem dilbilgisi hem fazlalık (tatırılık) doğruluk kuramı
de mantık araşnrma konusu olarak ifa- ~ng. reJm11/11n!] theory of tmılr, Fr. ıbeorie de
deler üzerinde yoğunlaşsalar da, dilbilgisi reJondana de ıoiriti", Alın. reJ11nJa11Z;theone
ifadelerin belirli bir dildeki doğru kulla- Jer wahrlıei~ F. P. Ramsey'in 1927 tarihli
felsefe 532

"Olgular ve Önermeler" ~'Facts and yola çıkılarak, yine aynı felsefe etkinliğini
Propositions'') adlı yazısında ortaya at- anlatmak amacıyla, sapientia sözcüğünün
tığı, A.J. Ayer'in Dil, Doğnlfllk 11e Manbk de yaygın olarak kullaruldığı gözlenmek-
(LangÜage, Truth and Logic, 1936) adlı tedir.
çalışmasında son biçimini verdiği doğ­ En genel anlamıyla, "saltık gerçeklik"
ruluk kuramı. Buradaki "fazlalık" bir ile "saltık doğruluk"un enson anlamdaki
söylemde ya da tümcede gerekenden değişmez ilkeleri üstüne düşünen, temel-
fazla sözcük kullanmayı, klasik retorik leri ile yasaları başta olmak üzere bütün
kuramına göre bir aksaklığı belirtir. Dil- bir varlık alanını her yönüyle araştıran,
sel-çözümsel doğruluk kuramlan içeri- karşısındaki "gerçekliği" olduğu denli
sinde yer alan "azaltıa doğruluk kuram- kendi üzerine dönerek kendisini de so-
lan"nclan (dejlaJionary theorieı of tf'llth) biri nışturma konusu yapma yetisi taşıyan bi-
olan fazlalık kurnmırun temel savı, doğ­ linen tek düşünme etkinliği; varolan bü-
ruluk sorununun kendi başına ele alın­ tiin bilgi alanlan arasındaki en köklü so-
ması gereken felsefi bir sorundan çok ruşturma alanı. Her durumda en temel
diğer dil sorunlanyla birlikte ele alınması ilkelere, doğru bilgilere, iyi ve giizel ya-
gereken bir dil sorunu olduğudur. Fazla- şama ulaşmaya yönelik olarak yüriitülen
lık (taşırılık) doğruluk kuramına göre ussal ve eleştirel sorgulama biçimi.
"doğrudur" yüklemi yeni bir bildirimde Yerleşik felsefe dilindeki daha özel
bulunmadığından, yani felsefece araştır­ anlamlarıyla, evreni içinde bulunan her-
maya konu olacak önemli, açıklayıa bir şey ile birlikte bir bütün olarak anlamaya
kavram ifade etmediğinden, yer aldığı ö- çalışan; hem tek tek varlıklan hem de va-
nermelerden bir bilgi kaybına yol açma- rolan bütün varlık teklerini olanaklı kıla­
dan atılabilir: "doğrudur" yüklemi öner- nın ne olduğunu soran, onlara dayanak-
mede fazlalıktır. Örneğin ''Banş'ın kel ol- lık eden ana ilke ya da ilkelerin neliğini
duğu doğrudur" yerine "Banş keldir'' de- soruşturan; göİ:ünürdeki V'drlıkların ar-
diğimizde bu önermede hiçbir bilgi kay- dında görünmeden varolduğunu öngör-
bı olmamakta, ileri sürülen ~eye (Barış düğü "Varlık"ın doğasını açıklığa kavuş­
keldir) hiçbir katkısı bulunmayan "doğ­ turan; bir yanda insan bilgisinin kökenle~
rudur", önermede yalnızca bir söyleyiş rini, kaynağını ve temellerini araştırırken,
biçimi ya da vurgulama olarak yer al- öbür yanda doğru bilgiyi yanlış bilgiden
maktadır. İngiliz dil ve mantık felsefecisi ayırmaya yönelik birtakım sınamalar,
P. F. Strawson da bu kuramı destekleyen yöntemler ve ölçütler geliştiren; genelde
çağdaş felsef-:c.iler arasındadır. Ayrıca bkz. düşünme edimi ile düşüncenin kendisini,
doğnduk; Ramııey, Frank Plumpton; daha özeldeyse ortaya konan düşüncele­
Strawson, Peter Frederick rin felsefi bakımd:m geçerliliklerini irde-
leyip denetleyen; tek tek ka·ıı:amlar ile
felsefe ~ııg. philosophy; Fr.philoıophie-,Alm. kavramlararası ilişkilere odaklanarak da-
pbilosopbie] Eski Yunanca'da "sevmek" ha iyi düşünüp daha iyi kavrama amacı
anlamına gelen philein ile "bilginlik" ya doğrultusunda anlama yetisini geliştirip
da "bilgelik" anlamına gelen sophia söz- keskinleştirmek için bunları tek tek çö-
cüklerinin philosophia biçiminde birleşti­ zümleyen; deneyimlerin kaynağını, kap-
rilmesiyle oluşturulmuş; sözlük anlamıy­ samlan ile değerlerini öğeleri ile bileşen­
la "bilgelik sevgisi", "bilgiseverlik" ya da lerinden hiçbirini atlam·oıksızın inceleyip
"bilgi sevdası" gibi anlamlar taşıyan, i- belirginleştiren; kuşku duymaktan anla-
çindeki tüm öğeleriyle birlikte bütün bir maya, anımsamaktan irngelemcye dek
disipline adını. veren terim. Bunun ya- çeşitli düşünme edimlerine odaklanarak
nında, özellikle ortaçağ felsefe metitıle­ düşünme etkinliğinin olanakları ile sınır­
rinde, terimin bu sözlük anlamlarından larını belirleyen; doğru usyürütme yetisi
533 felsefe

ile açık seçik düşünme becerisini en üst tün sanılan, inançları, doğrulan ve değer­
düzeye çıkarmak adına insan düşüncesi­ leri enine boyuna sorguladığı. için gündelik
nin ya.~alannı, ilkelerini, koşullannı te- yaşamın algısından, kavrayışından ya da
mellendiren; anlama yetisinden beş duyu ortakgörüsünden; hiçbir durumda verili
organıyla geıçekleştirilcn algılamaya, ko- yerleşik varsayımlara, bilgilere ya da tasa-
nuşmaktan acı çekmeye dek bütün bilinç nmlara dayanmadan kendi düşünsel te-
yaşantılannın olmaktalıklan ile işleyişle­ mellerini yine bir başka yere gitmeksizin
rini betimleyen; insanın ahlaksal sorum- kendi atağı için doğa bilimleri ile toplum
luluktan ile toplumsal yükümlülüklerinin bilimlerinden bütünüyle ayndır. Felsefe
neler olduğunu ortaya· koyan, sunduğu denince genellikle iki bin beş yüz yılı
gerekçelerle bunlan tek tek tanıtlayan; aşkın bir süredir varolagelcn Bllh Felır­
insanın tannsal yönelimleri ile doğaötesi fesi anlaşılıyor olsa da, "Buddhacılık''tan
bağlanımlan karşısındaki konumunu ta- "Konfıiçyüsçülük"e, "Hint Dini"nden
nımlayan; başta doğa bilimleri olmak ü- "İslim"a, "Taoculuk"tan "Şamanizm"e
zere kendisiyle birlikte bütün bilgi alan- dünya kültürler tarihinde birbirinden son
laruu temellendiren; iyi bir yaşam yolun- derece değişik felsefe tasanmları, dolayı­
da mutluluğa ulaşmak için nelerin yapıl­ sıyla da her biri kendi içinde başlı başına
ması gerektiği sorusu bağlamında, bütün araştırma konusu ~tarak görülebilecek de-
insan eylemlerinin değerlendirilmesine yö- ğişik felsefe tarihleri bulunmaktadır.
nelik köklü bir araştırmaya karşılık gelen Eski Yunanltlann özellikle ilk dönem-
soruşturmalar bütünü; sorulan sorular, lerinde, hemen bütün eskiçağ uygarlıkla­
getirilen çözümler, kurulan dizgeler, yü- nnda olduğu gibi, felsefe ile öteki bilgi
rütülen uslamlamalar ile bunlara karşı yü- alanlannda bugünkü anlamda bölünme-
rütülmüş uslamlıımalar düzlemi. ler olmadığından, buna bağlı olarak da
Bütün bu tanım düzeyindeki anlam- belirgin sınırlar doğrultusunda birtakım
larından da anlaşılacağı üzere, felsefe il- bilgi etkinliklerini birbirlerinden ayırma
kece üzerine düşünülmesi olanaklı bütün amaçlı kesin tanımlar yapılmadığından,
herşeyi düşünen, varolan herşeyi bütün doğa bilgisinden matematik bilgisine,
yönleriyle sorgulayan alabildiğine çok doğaötesi bilgiden yaşam bilgisine dek
yönlü bir araş tırmalar bütünü olarak, her türden bilgiye duyulan tutku genel
hem bilginin hem de "yaşam bilgeliği" anlamda felsefe olarak anlaşılıruştır. Ni-
nin peşinde koşma etkinliğidir. Nitekim tekim felsefenin aynm gözetmeksizin bir
felsefenin köklendiği Eski Yunan'da fel- bütün olarak bilgiye duyulan susamışlık
sefeden anlaşılan, hiçbir çıkar ya da y.ırar olarak anlaşılıyor olma!ll, filozof olnv.ı­
ıı;özetmek.~izin bilginin peşinden yine salt malanna karşın büyük Yunan tarihçileri
bilginin kendisi için koşmakla özdeştir. Herodotos ile Thukydides'in ynpıtlann­
Felsefe, doğası gereği dogmalara dayalı da dahi açıklıkla varlığını sürdürmekte-
olarak düşünmeyi bütünüyle yadsıdığı, dir. Ancak bu noktada felsefeyi günü-
salt belli inançlar temelinde bu inançları müzdeki insan bilimlerinin toplaım ola-
daha da sağlamlııştırmak adına düşün­ rak, yani bütün bilme etltjnlikleri ile bü-
mek yerine, hiçbir sınır tanımaksızın ba- tün bilgilerin yanyana durduğu ortak bir
ğımsız düşünmeyi hep en temel amaç o- düzlem olarak görmek çok doğru bir
larak gördüğü için tannbilimden; varolan yaklaşım değildir. Bunun en temel kanıtı,
toplumsal uzlaşılan, ahliksal gelenekleri, felsefede yürütülen soruşturmalann, so-
görenekleri ya da töreleri, kültürel değer rulan sorulann, aranan vanıtlann, vanlan
y-.ı.pılaruu baştan doğru diye varsaymak bilgilerin tek tek biliml~rdekilerden hem
yerine, olağan dünyanın gerçek diye bize ulaşılmak istenen amaçlar hem izleneıi.
sunduğu şeylerle yetinmeyip değişik ola- yol ve yöntemler hem de kullanılan kav-
naklı dünyalar adına varolan herşeyi, bü- ramlıır ile tasanmlar bakımından son de-
felsefe 534

rece farklı oluşuna bakılarak görülebilir. lamda ilk büyük dizgeci Yunan filozofu
Yine bu bağlamda aynı düşünceyi elde Platon, felsefeyi en genel anlamda "bilgi
etmenin bir başka yolu da felsefe dili ile edinimi" (Eutl?Jdemos, 288d) olarak tanım­
tek tek bilimlerin kendi özel dilleri ara- larken, buna karşı Aristoteles hocasın­
sındaki büyük aynlıklar üstüne yoğun­ dan bir ad~ daha ileri giderek felsefenin
laşmaktan geçmektedir. Felsefe, bu açı­ edinmeye çalıştığı bilginin neliğine, ne
dan bakıldığında, evrende varolan şeyle­ türden bir bilgi olduğuna şöyle açıklık
rin enson anlamdaki ilkelerini, belirle- getirmektedir: "Bütün insanlar felsefeyi
nimlerini ve nedenlerini kendi içinde bü- ilk nedenler ile ilkelerin araştırılması ola-
tünl(iğü bulunan tek bir yapı· olarak a- rak düşünmektedir" (Metafizik, I, i). Bilgi
raştıran, kendisi de dahil olmak üzere üstüne kurulu felsefe tasarımı "Stoacı­
tek tek bütün bilgi dallarının temellerini, lık", "Epikurosçuluk", "Yeni Platoncu-
sorunlanru, kavramlarını, yöntemlerini, luk" gibi Aristoteles sonrası hemen bü-
en önemlisi de felsefi dayanaklarını sor- tün felsefe okullarında büyük ölçüde be-
gulayan, bütün bilimlerin altında yatan nimsenmiş olmakla birlikte, felsefenin ey-
en temel disiplindir. lemlerin, yapıp etmelerin en az bilgi den-
Felsefe tarihinde bir bütün olarak fel- li önemli olduğu savunulan etik bölümü
sefenin neliğini, amaçlarını, yöntemini, so- üstüne Sokratesçi vurgunun söz konusu
runlarını, kapsamını ve içeriğini belirle- felsefe okullarının öğretilerinde çok daha
mek amacıyla değişik filozoflarca alabil- ııçık bir biçimde dillendirildiği görül-
diğine değişik felsefe konumları, bağlam­ mektedir. Orıaçağl:mı gelindiğinde, XTl.
ları ve çerçeveleri doğrultusunda bir do- yüzyılda Tlıomas Aquinas'ın Aristote-
lu tanımın verildiği görülmektedir. İki lesçi felsefe tasarımını içtenlikle benim-
bin beş yüz yılı aşkın bir süreyi kapsayan seyerek, felsefenin evrensel anlamda ilk
felsefe tarihinde, felsefeden ne anlaşıl­ nedenlerin bilimi olduğunu söylediği, fi-
ması gerektiğine yönelik ortaya konmuş lozofu ya da bilgeyi bütün nedenlerin ilk
tasarımlar ile anlayışların en az düşünür­ nedeni üzerine düşünen kimse diye ta-
lerin sayısı denli çok olduğu gerçeği bir nımladığı görülmektedir. Çok genel bir .
yana, pek çok filozofun da düşüncele­ deyişle modem filozofların da aşağı yu-
riyle katettikleri yol nedeniyle düşünsel karı ilk nedenkri11 bilimi olarak ya da ilk
yaşamlarının değişik bölümlerinde kimi- nedenlerin bilgisini taşıyan bilgelik olarak
leyin birbiriyle çelişecek denli değişik fel- felsefe tasarımını benimsedikleri g5rül-
sefe tasanmlarını savunmuş oldukları da mektedir. Nitekim Descartes, "felsefe te-
üstünden atlanamayacak bir gerçektir. ıjmiyle bilgelik yolunda yürümeyi, doğ­
Bunun yanında gerek yanıt aranan soru- ruluk bilgisinin ilk nedenlerine ulaşmaya
lann gerek izlenen yöntemlerin gerekse çalışmayı anlıyoruz" derken, felsefeyi a-
de tanınan önceliklerin filozoftan filo- çıkça bilgelik ile eşdeğer görmektedir.
zofa değişmesi nedeniyle, felsefenin ken- Öte yanda önde gelen İngiliz deneycile-
disine yönelik pek çok değişik anlayış; rinden Locke, "felsefe şeylerin doğru bil-
kimileyin örtüşen kimileyin çatışan kimi- gisi ile özdeştir" biçiminde bir tanım su-
leyin düpedüz birbiriyle ilintisiz birbirin- narken, buna ka~şı idealist filozof Ber-
den değişik felsefe tasarımları söz konu- keley İ11sa11 Bilgisi11i11 İlk.eteri Üstiine başlıklı
sudur. Felsefenin ne olduğuna ya da ne yapıunda felsefeyi "bilgelik ile doğrulu­
olması gerektiğine yönelik olarak ortaya ğun aynı anda araştırılması" olamk ta-
konan bütün bu tanımların tek tek hiç- nımlamaktadır. Çoğu felsefeci ile felsd"e
biri felsefe için tüketici bir yaklaşım sun- tarihçisi açısından, felsefede "Coperni-
mamakla birlikte, verilen bu tanımlardan cus Devrimi"ni gerçekleştirdiği büyük o-
kimileri "genel bir felsefe tasarımı'' edin- randa kabul gören K.ınt, sunduğu pek
mek için son derece önemlidir. Bu bağ- çok yeni felsefe çözümlemesiyle, felse-
535 felsefe

feyi bilginin geııel ilkelerinin bilimi. ola- nelik bu bclitlemesinden hareketle, insa-
rak usun ilkece bilmesi olanaklı bütün noğlu varoldukça felsefenin, dolayısıyla
nesneleri araştımıasıyla bir görürken, ver- da yeni felsefe anlayışlannın bir sona
diği bu "sınır koyucu" taıumla, felsefe varmaksızın yeniden ve yeniden temel-
etkinliğinin kendisine olduğu denli, bu lendirilecek olduklan açıkur. Nitekim Ö·
etkinliğin gerçek doğasııu kavramak a- zellikle :XX. yüzyılda felsefenin sonuna
macıyla verilen felsefe ıaıumlarına da ol- gelindiğini ya da felsefenin bittiğini ileri
dukça belirgin bir sııur çekmi.ştir. Bu bağ­ süren pek çok düşünür, ilk bakışta kendi
lamda Kant'ın geleneksel felsefe anla- içinde çelişik gibi görünmekle . birlikte
yışlarına yönelik eleştirilerinden esin alan önemli felsefe yapıları ortaya koymaitta·
Fichte, Hegel, Schelling. Schleiermacher, dırlar. Felsefenin çürütülmek için dahi fel-
Schopenhauer gibi önde gelen Alman sefe yapmayı zorunlu kılan bir etkinlik
idealist fılozoflan felsefeyi "genel bilim- olması, yine başka hiçbir düşünme et·
ler öğretisi" (Wirsensthaftslehrr) olarak tıı­ kinliğinde görülmeyen yalnızca felsefeye
ıumlama yoluna gitmi.şlerdir. Nitekim Al- özgü son derece önemli bir özelliktir.
man düşünürlerinin açtığı bu yoldan yü- Felsefenin özniteliğine ilişkin olarak Ö·
rüyen pek çok modem düşünür, fel~e­ nemli bir başka gerçeği dile getiren
feyi bilimlerin bütünlüğünü sağlayan "bi- Kant'ın "fe!Sefe değil, felsefe yapmak öğ­
reştirici" bir konumdaki ana bilim olarak renilir" sözüyse, felsefenin yapılan, uy-
temellendirmektedir. Bu düşünürlerden, gıılanan bir yaşam etkinliği olduğuna vur-
sözgelimi, Herben Spencer felsefeyi bü- guda bulunması denli, sanıldığının ter·
tünlüklü bilgi olarak betimleı:ken, Os- sine pratik konulardan kopuk olmadı­
wald Spengler de bütün bilimlerde elde ğına da dikkat çekmesi bakımından ay-
edilen bilgilerin kaynaşıp biraraya geldi- nca ö.nemlidir. Nitekim XX. yüzyılın en
ğini düşündüğü felsefeyi temel bilgi çatı­ önemli düşünürlerinden Wittgenstein da
sına benzetirken açıkça ayıu tasaruru o- felsefeyi bir etkinlik olarak betimlemek-
lurlıımaktadır. Bununla birlikte düşünce: tedir.
tarihinde, .gerçekte fılozof olmamalanna Felsefe, M.Ö. VI. yüzyılda Eski Yu-
karşı felsefe üzerine düşünmüş, bununla nan'da Sokrates öncesi doğa filozofların­
da yetinmeyerek felsefe etkinliğini daha ca, "düşünme etkinliği"nin söylenler ile
iyi kavramaya yönelik değişik ıaıumlar dinsel açıklamalann egemenliğine dayalı
sunmuş düşünürler ya da bilim adamlan "usdışı" öğelerden ayıklanmasıyla, doğa­
da söz konusudur. SözgeliıJıi. ruhbilimci üstü birtakım kaynaklara başvurmak ye-
Wundt, felsefeyi usun isteklerini yerine rine doğanın her durumda yine doğanın
getiren, duygıılann gereksinimlerini <!o- kendisi aracılığıyla, hep doğada asal an-
yuma kavuşturan gcııel bir dünya ve ya- lamda bulunan "kendilik''lerden y:ırdım
şam anlayışı olarak görmektedir. Bütün alınarak araştırılmasıyla başlamıştır. Bu
bu alabildiğine değişik felsefe tanımlıırı ilk dönemden sonra gelen Sokrates son-
karşısında, felsefenin Eski Yunan'dan gü- r~sı dönemi.n iki büyük filozofu Platon
nümüze gelinene dek gelişın.iş, değişip ile Aristoteles, gerek felsefe tarihinin pt·
başkalaşmış bir etkinlik olmasına baka- rr1111i11/ (başsız sonsuz) sorulan diye anı­
rak, hem felsefenin olup bitmemi.şliğine lan temel felsefe sorularını ortaya atarak,
hem de hep yeniden betimlenme gerek- gerek bu sorular üzerine nasıl düşünüle­
sinimi gösteriyor olması gerçeğine par- ceğini ilk elden örnekleyerek, gerekse de
malt basmak bakımından belki de en ge- hemen her konuya bir açıklık getirmek
çerli tarumı :XX. yüzyılın önemli varoluş­ üzere temellendirdikleri "gidimli", "tıı­
çu filozoflarından Jaspers vermektedir: wlı", "gerekçelendirilıJıi.ş" bir yapı ser-
"Felsefe yolda olmaktır." Jaspers'in fel- gileyen felsefece düşünme biçimleriyle
sefenin tanımlanarak bitirilemezliğine yö- felsefenin gelenekleşmesini, en önemlisi
felsefe 536

de dizgdi bir yapı kazanmasını sağlamış­ dallarını belirlemeye yönelik yapılan bö-
lardır. Nitekim XX. yüzyıhn önemli dü- lümlemeler yer almaktadır. Felsefe tarihi
şünürlerinden Alfrcd North Whitehead boyunca sumılmlış pek çok değişik fel-
Platon'un felsefe tarihi içinde ne denli sefe dallan bölümlemesi olmakla birlikte,
önemli bir yeri bulunduğunu, ''Bürün bir büyük bölümleme ustası Aristotelcs'ten
felsefe tarihi Platon'a düşülmüş dipnot- bu yana felsefe gelenekselleşmiş biçimiy-
ların tarihidiı'' tümcesiyle anlatmaktadır. le metafizik, mantık, ııar/ıkbilgisi, bilgikııra·
Öte yanda Platon'u aratmayan bir biçim- 1111 (ya da bilgi felsefen), ahlak falseftıi (ya da
de, hatta pek çok bakımdan ondan daha elik) diye ana dallarına ayrılmaktadır. Bu
da etkili bir biçimde, Aristotdcs'in fdsc- <ilanlarda yürütülen bütün araştırmaların
fenin hemen her alanındaki tek yetke ol- nelikleri, amaçlan ve geçerlilikleri ise gü-
ma ·konumu, çok uzun yüzyıllar tartış­ nümüz çağdaş felsefesinde genellikle iiıl­
maya dahi konu edilmeksizin büyük bir .ftlseft başlığı altında anılan alanda ince-
saygıyla benimsenmiştir. Nitekim bu an- lenmektedir. Ne var ki kimi felsefeciler,
lamda, varlıkbilgisindcn havabilgisine, felsefenin geleneksel olarak kendisini de
gökbilimdcn bilgi felı;cfcsine, hayvanbi- soruşturan ilk ve tek düşünsel alan ol-
limdcn metafiziğe Aristoteles'in hemen duğu gerçeğine dayanarak, üstfelsefe de-
her alandaki düşüncelerinin bütün bir ~işiyle anlatılan dönüşlü düşünmenin fel-
ottaçağ boyunca kuşku götürmeyen bir sefece düşünme eylemine içkin olması
sağlamlıkta olduğu düşünülmüş, buna nedeniyle zaten felsefe- teriminin kendi-
bağlı olardk da Aristoteles tartışmasız tek sinde içcrimlcndiğini, dolayısıyla da ilst-
yetke olarak görülmüştür. Aristotelcs'in fclscfe diye aynca bir alan icat etmenin
görece bilim içerikli düşünceleri yeniçağ son derece yersiz bir girişim olduğunu
biliminin doğuşuyla meydana gelen birta- belirtmektedirler. Yapılan bu klasik fel-
kım bilimsel yeniliklere dek geçerlilikle- sefe dalları bölümlemesine göre, Eski Yu-
rini sürdürmeyi başarırlarken, felsefenin nanca'da "doğn ötesi" ya da "fizik son-
değişik dallarında ortaya koyduğu düşün­ rası" gibi arılamlar taşıyan meta ta pl!Jsika
celeriyse günümüzde değerlerinden en sözcüğünden gelen 111etajizjk, felsefenin
küçük bir şey yitirmeksizin önemlerini yaşamın doğasından, özellikle de insan ya-
korumaktadırlar. Aristoteles, varlığı an- şamının doğasından hareketle bütün bir
lamak için ortaya koyduğu on ayn kate- varoluşun doğasını soruşturan, doğa ile
goriden oluşan varlıkbilgisel bölürnlemc- evrenin enson anlamdaki saltık gerçekli-
sindcn "dön neden" üstüne kurulu erck- ğini araşur.m, felsefe de içinde olmak ü-
bilgiscl evren tasarınuna, dC\•inim yöne- ?:ere bürün bilimlerin en temelinde yattı­
limli fiziğinden ycrmerkczli gökbiliminc, ğı düşünlilen dalıdır. Nitekim metafizik,
"devinmeyen devindirici" olarak Tanrı ta- hemen bütün klasik tilozotların gözünde,
sannundan tinin duygularına ilişkin ay- telsefenin öteki dallan arasında herhangi
nnrılı tanımlarına dek düşünülebilecek bir dal olarak görülmekten çok hep ay-
hemen bütün konulanı ilişkin en ince ay- ncalıklı bir konumda görülmüş, çoğu bağ­
nnusına varana değin sunduğu çözüm- lamda felsefenin "kökü'. ya da "omurga-
lemelerle hem tek tek bilimlerin doğu­ sı" olarak değerlendirilmiştir. Metafiziğin
şuna hem de fdsefcye yönelik genci an- insan doğasına yönelik olarak sunduğu
layışımızın oluşumuna son derece büyük yanıtlar -ki İspanyol düşünürü Jose Or-
katkılarda bulunmuşrur. tega y Gasset bunları *ftlstji i11ıa11bilim di-
Felsefe öteden beri hep belli bölüm- ye adlandırmaktadır- sanıldığının tersine
lemeler, belli ayrımlar, belli öbeklemelcr yaşamdan kopuk ya da uzak olmayıp, bu
doğrultusunda temellendirilerek betimle- yanıtların özellikle etik bağlamda, yani
ncgelnuştir. Kuşkusuz söz konusu bö- nasıl yaşandığı ile nasıl yaşanması gerek-
lürnlemelerin en başında, felsefenin ana tiği soruları bağlamında, yaşamın gerçek-
537 felsefe

!iğini anlamak bakımından son derece nmlar ile dile getirilen güzelliğin doğa­
belirleyici içerimleri bulunmaktadır. Eski sını, işleyişini, dlişünsel ve duygusal yön-
Yunanca'da "söz", "us", "konuşma" gibi lerini soruşturan dalıdır. Çoğunluk klasik
anlamlar ıa,ıyan lo!llı sözcüğünden gelen felsefe dallan arasında gösterilmemekle
1111111h/e, felsefenin geçerli us yürüıme bi- birlikte, Eski Yunanca'da "kent" ya da
çimleri ile doğru çıkanmlarda bulunma "kentdevlet" anlamına gelen polis sözcü-
kurallannı belirleme trınelinde bir bütün ğü ile "siyasal düzen'', "toplum", "yö-
olarak doğru düşünmeyi inceleyen dalı­ netim" gibi anlamlara gelen po/itıia söz-
dır. Eski Yunanca'da "varlık" ya da "var- cüğünden türetilmiş s!J-ı jtlttftri, felse-
olma" anlamına gelen 011, 011to.r ile "söz", fenin, insanlarca yapılmış yasaların, top-
"us'', uaçık:lama'', uterncllcndinnc" gibi lumsal yönetimin amaçları ile işleyişini
anlamlar ta~yan /q~a.r'tan türetilmiş ı.ıar­ !IOruştur.ın dalıdır.
llkbilgin, telsefenin varolanın varlığı ve Felsefeyi anlamanın önemli yollann-
genel varolma ilkelerini araşuran, varolu- dan biri de içinde "felsefe" terimini bu-
şun doğası ile enson anlamdaki gerçekli- lunduran, kendileriyle hemen her fdsefe
ğin varlıksal yapısını soruşturan, kimile- metninde karşılaşılan belli başlı felsefe
yin meta~n bir alt bölümü olar-Ak da terimlerinin tarumları ile aralarındaki in-
görülen dalıdır. E.~ki Yunanca'da "bilgi'' ce aynmlann tam olarak özüm~nmesin­
ya da "bilim" anlamına gelen epiıteme den geçmektedir. Bu bağlamda felsefeyi
sözcüğünden türetilmiş bi181ummn ya da arilamak açısından yaşamsal değerde ö-
bilgi jtlstftri,. felsefenin insan usunun do- nemi bulunan fdsefe t.erimleri arasında
ğası, duyular ile algının yeri, gerçek bilgi en önemlileri şunlardır:
ile bilgi sanılanı neyin ayırdığı gibi ko- Felstft Ge/e,,tğf. Belli bir felsefe düşüncesi,
nular doğrultusunda bilginin doğasını, kummı, yöntemi ya da anlayışının açıkça
kaynağı ile kökenini, bilgi savlarının ge- ayırdında olunarak, elden ele bir kuşak­
çerlilikleri ile sınırlarını, bütün yönleri ve tan bir başka kuşağa ya da bir dönemden
öğeleriyle birlikte bilme süreci ile bilgi- bir başka döneme, kimileyin belirtik ki-
nin özünü soruşturan dalıdır. Eski Yu- mileyin de örtük biçimlerde taşınmasıyla
nanca'da "karakter" yıı da "ahlak sağ­ oluşan felsefece süreklilik. "Platoncu-
lamlılığı" anlamına gelen ellıos sözcüğün­ luk", "Aristotelesçilik'' ya da "Spinozacı~
den türetilen etik, felsefenin "iyi nedir?", lık" felsefe tarilünde bulunan pek çok
"iyi bir yapın için yeter koşullar neler- felsefe dizgesi gibi kendi içlerinde birer
dir?'" sorulan temelinde bütün yönleriyle felsefe geleneğidir.
insan yaşamının anlamını, doğru eylem- Felstft Ahmr. Belli sayıda düşünürce ya
leri yanlış eylemlerden ayırarak insanın da filozofça belli bir amaç ya da belli a-
nasıl yaşaması gerektiğini, ahliık ile ah- maçlar doğrultusunda gerçekleştirilen bir
laksal yaıgılann doğasını soruşturan da- dizi düşlinsel etkinlik. Sözgelimi "Marx-
lıdır. Felsefenin bu klasik dallan arasına çılık", "Manukçı Olguculuk", "Varoluş­
!IOnradan yeni bir felsefe dalı daha ka- çuluk" birer felsefe akımıdır.
ıılmışur. Nitekim Eski Yunanca'da "duy- Felstft OhılN". Bir grup düşünürün ya da
m:ık'', "duyumsamak", "ilk duyum" an- fılozofun aynı fdsefi öğretiler, inançlar,
lıınıhırımı karşilık gelen ai.ttha11omllİ/ f/İ.st­ yöntemler ve idealler çevresinde biraraya
•ıis sözcüğü ile varolan karşwnda du- gelerek gerçekleştirdiği -çoğunlukla fel-
yarlı kişi anlamına gelen ttiıtbetiJ.ıor söz: sefe akımında olduğu denli güçlü bir ya-
cüAündcn türetilen estelile, felsefenin gü- pı sergilemeyen, tam bir yerleşikleşme­
zelin doğasını açıklamaya çalışan, çeşitli nin ya da gelenekleşmenin gerçekleştiri­
est.etik değerler temelinde genelde doğa­ lemediği- düşünsd etkinlikler bütünü.
daki doğal güzelliğin, daha özeldeyse sa- Felsefe okullan bu anlamda çoğunluk
- nat yapıtlannda sunulan sanatsal tasa- belli bir zaman diliminde salt belli bir
felsefe 538

bölgeyle sınırlı kalan felsefe akımlarıdır. Sözgelimi "Bergsonculuk", "Nietzsche-


İngiltere'deki "İskoçya (Ortakgörü) O- cilik" ya da "Yararcılık" birer felsefe diz-
kulu", Almanya'daki "Marburg Okulu" gesi değil, birer felsefe kuramıdır; çünk-ü
ya da "Erlangen Okulu'" gibi. bunların hiçbiri etikten estetiğe siyaset
Felsefe Öğrrtisi: Geniş kapsamlı felsefe il- felsefesinden varlık felsefesine dek felse-
kelerinin ya da kendi içinde bütünlüklü fenin her alanına yönelik birtakım yanıt­
bir telsefe dizgesinin, belli bir felsefe hır sunuyor değildir.
okulu ya da felsefe akımı tarafından öğ­ Felsefe Dizgesı: Dünyaya, doğaya, yaşama
retilen bölümü ya da bölümcükleri. Bu- bakarak kurulmuş bütün bir felsefe; i-
nun en iyi örneği Marxçılık akımından çinde düşünülebilecek her konuya ilişkin
yola çıkan "Diyalektik Maddecilik"in öğ­ bir yaklaşımın bulunduğu, sorulabilecek
retileştirilerek bir felsefe öğretisi konu- her çeşit soruya bir yanıun verildiği bü-
mu kazanmasıdır. Aristoteles'in "dört ne- tünlüklü felsefe yapısL Bir başka deyişle,
den öğretisi'', Platon'un "ruhun ölüm- felsefe dizgesi çoğunluk kendi içinde bü-
süzlüğü öğretisi", Nietzsche'nin "bengi- tünlüklü, kapalı ve tamamlanmış bir dizi
dönüş öğretisi" felsefe öğretisine verile- çözümün birbirleriyle çelişmeksizin tu-
bilecek öteki örneklerdir. Öğretilerin ço- tarlı bir biçimde birarada bulunduğu bir
ğu durumda ait oldukları genel çerçeve- açıklama yapısıdır. Felsefe tarihinde çö-
den kopanlarak dolaşıma sokulmaları, ki- zümleri dağınık, derme çatma, bölük pör-
mileyin yanlış anlaşılarak çarpıtılmala­ çük, ancak belli sorular için bir karşılık
nna, kimileyin de bütün bütün ideolo- sunan felsefe dizgeleri bulunduğu gibi,
jikleşıirilerek gerçek doğalarından uzak- düşünülebilecek her türden soruya doğ­
laşmalarına yol açmışbr. rudan ya da dolaylı bir yanıbn verildiği,
Felsefe İlkesi: Birtakım eylemlerin ya da son derece üst düzey yetkinlikte organik
kimi başka ilkelerin dayandığı ana dü- bir iç uyum sergileyen, karşı çıkılması o-
şünce, doğru ya da yasa. Çoğu durumda lanaksız bir birlik üstüne kurulmuş fel-
felsefe ilkeleri çok daha geniş bir kura-· sefe dizgeleri de bulunmaktadır. Nitekim
mm belli bir bölümüne karşılık gelmek- böylesi kapsamlı, iç tutarlılığı sağlam,
tedirler. Sözgelimi bu anlamda "ikicilik son derece güçlü dayanaklar üstüne ku-
ilkesi" Descartesçı felsefe dizgesinin yal- rulmuş felsefe dizgelerinin felsefi ba-
nızca ufak bir bölümüne karşılık gelmek- kımdan etkilerinin de uzun yüzyıllar sür-
tedir. d[iğü görülmektedir. Bu tür felsefe diz-
Felsefe Taranmr. Felsefe ilkesiyle karşılaş­ geleri arasında Aristoteles'in, Leibniz'in,
brıldığında, çok daha ıız kesin olan, ay- Spinoza'run, Hume'un ve Kant'ın kur-
nca da felsefe ilkesi ile felsefe öğretisi duklan dizgeler en önemlileri olarak sa-
gibi belli bir kuram, dizge ya da akımla yıla bilir. Dolayısıyla felsefe dizgesi sayıl­
doğrudan ilişkisi olmayan felsefe kavra- mak için belli sorunlara yönelik sınırlı
mı. Felsefe tasarımına en iyi örnek "ben kuramlarla açıklamalann getirilmiş ol-
tasarımı" dır. ması tek başına yeterli değildir. Nitekim
Felsefe Klıramr.Gözlemlenip doğrulan­ tutarlılık ölçütü gereğince tek bir felsefe
dıktan, iyice tartıldıktan sonra birtakım sorusunun nasıl yanıtlandığı bütün öteki
temel felsefe ilkelerinin ya da ilişkilerinin felsefe sorularının yanıtlanışları üstünde
dizgeli bir biçimde kimileyin kurgusal ki- belirleyici bir rol oynamaktadır.
mileyin deneysel bir yolla dilegetirilmesi Felsefe Yaklapmı: Herhangi kesin bir öğ­
ya da formülleştirilmesi. Bir ya da birkaç retisi olmamakla birlikte, belli konuların
felsefe sorununa karşılık olarak önerilen düşünülmesine ya da birtakım soruların
ya da getirilen çözümlerden oluştuğu yanıtlanmasına olanak tanıyan düşünme,
için felsefe kuramının kapsamı ile içeriği bakma ya da görme biçimi. "yöntembil-
felsefe dizge.~ine göre çok daha dardır. gisel yaklaşım", "stoaa yaklaşım" ya da
539 felsefe

"seçmeci yaklaşım" gibi. rihinde belli dönemlerde felsefe sorusu


Günümüzde özellikle kıta felsefesi olarak üstüne düşünülmüş sorular ya ye-
yönelimli pek çok düşünüre göre, adına ni çıkan değişik felsefe anlayışları ve yak-
felo;efe denilen çok değişik başlıklar ile laşımlan nedeniyle felsefe sorusu olmak-
etkinliklerden oluşan düşünme düzlemi, talıklannı yitirmişlerdir ya da kuşku gö-
Eski Yunan'dan başlayarak günümüze türmez bir sağlamlıkta getirilen açık çö-
gelene dek ortaya konmuş değişik dü- zümlerle felsefe sorusu olmaktan çıkmış­
şüncelerin birikimiyle oluşmuş fc:lsefe ta- lardır; yani bir arılamda fdsefe sorusu
rihinden öte bir şey değildir. Felsefe, iki olmadıkları tanıtlanmıştır. Felsefe tarihin-
bin beş yüz yılı aşkın bir süreyi kapsayan de kimileyin ön plana çıkan kimileyinse
uzun tarihi boyunca kendi içinde kimile- daha geride kalan pek çok felsefe sorusu
yin birbiriyle çakışan, kimileyin birbiriyle ve bunlam verilmiş alabildiğine değişik
örtüşen, kimileyin de birbirine koşut yön- yanıt bulunduğundan, bunların hepsinin
lerde ilerleyen her biri kendine özgü de- bur.ıda tek tek ele alınması olanaklı de-
ğişik tarih örüntüleri içermektedir. "Fel- ğildir.
sefe soru(n)lan tarihi", "felsefe kavramları Felsefe soru(n)lannın bir tarihi olma-
tarihi", "fclsefe anlayışlan tarihi", "felse- sı demek, bu soru(n)lara karşı getirilen
fe yöntemleri tarihi", "felsefe uslamla- yanıt ya da çözümlerin de doğal olarak
malan tarihi" bu sayısız tarihlerden yal- bir tarihi olduğu arılarruna gelmektedir.
nızca birkaçıdır. Bu tarihler ar-.ısında hiç Nitekim her temel felsefe sorusuna karşı
kuşkusuz genel felsefe tarihi anlayışımız verilen birbirinden farklı yanıtlar dop;-
üzerinde en çok etkili olanlarının başın­ rultusunda felsefe tarihinde def_>işik fel-
da, telsefe soru(n)ları ile bu soru(n)lam sefe anlayışları ya da konumlan temel-
verilmiş felsefe yanıtlarının tarihi gel- lendirilmiştir. Söz konusu belli başlı fel-
mektedir. Bu anlamda bir bütün olar.ık sefe sorulan ile bunlara verilen yanıtlarla
felsefe etkinliğini en iyi kavramanın yol- biçimlenen belli başlı felsefe anlayışları
larından birisi, felsefe sorularının tarih- şunlardır:
teki izlerinin sürülmesinden, felsefe ta- (ı) "Varlık bir midir yoksa birden çok
rihindeki sorun yumaklarının değişik dö- mudur?" sorusu bağlamında birtakım fel-
nemlerde, farklı filozoflarca, farklı fel- sefe anlayışları, en yukarda üstün bir
sefe çerçevelerinde nasıl örüldüklerine ya Varlığın ya dıı Tann'run olduğu sıradü­
da nasıl çözülüp söküldüklerinc yoğun­ zenli bir yapı uyarınca varolan birden
laşmaktan geçmektedir. Nitekim felsefe- çok varlık bulunduğunu, kimileyin de
nin başlamasını olanaklı kılan en temel ortaya hiçbir sır.ıdüzen koymaksızın sa- ·
etmenlerin başında, Eski Yunarılılann da- yıca 'birden çok birbirinden bağımsız
ha öncekilerin yapmadığı bir şeyi yap- gerçeklik bulunduğlınU ileri sürmüşler­
maları, yani soru sorarak düşünme yor- dir. Y ıne aynı soruya karşı kimi felsefe
danuna geçmeyi başarmış olmaları gel- anlayışları v:.rd<ın herşeyin "tek bir ger-
mektedir. Bu açıdan bakıldığında felsefe, çeklik"tcn (111o"ai) oluştuğunu savunur-
Thales'ten bu yana birtakım temel felse- ken, kimi felsefe anlayışları da tek tek
fe sorularının yanıtlanmaya çalışıldığı bir her varlığın yıı da her varlık tekinin bu
soruşturma alanı olagelmiştir. Bu sorula- gerçekliğin özsel bir parçası olarak bir-
nn kimileri bütün bir felsefe tarihi bo- arııda olduğu "varolan hcrşey gerçektir
yunca, belli bir çözümle sonuca bağlan­ ya da Tanrı'dır" (Pat1-ıheoı) düşüncesini
maktan çok her gelen yeni filozofça ye- temellendirmiştir. İkinci yaklaşımın ken-
niden yeniden araştırılıp enson anlamda di içinde aynca ikiye ayrılması söz konu-
yanıt verilemezliklerini korudukları için sudur: Bir yanda bütün varlık teklerinin
genellikle pemınial (başsız sonsuz) felıefe beraberce varolmasıyla gerçekliğin özdeş
sorulan diye arulmakradır. Yıne felsefe ta- olduğunu düşünen TöZfiiTii111ta11nı:ıltk bu-
felsefe 540

lunurlcen, öbür yanda bu gerçekliğin do- yük bir bölümü bu soru karşısında nes-
ğaüstü bir gücün ya da erkin parçası ol- nelcilik konumunu benimserken, Hume
duğunu savunan Di11amik Tii111ta11n.7/ık ile Schopenhauer'un yanısıra dizgeci fel-
yer almaktadır. Varlığın gerçekliğine yö- sefeye bütünüyle karşı çıkan Nietzsche
nelik sorulan bu temel felsefe sorusuna ile Kierkegaard gibi yaşam felsefesirıi ö-
\'erilen yanıtlar uyannca Ttkplik, İkitilik, ne alarak felsefe yapanlarsa öznelcilik
ÇokfulNk, Trkta11nalık, Çoktannalık, Tii111- yaklaşımının doğruluğunu savunmakta-
laııT1alık gibi anlayışlar geliştirilmiştir. Bu dır. Günümüzde çağdaş felsefenin deği­
anlayışların sunduklan çözümler hem ö- şik çerçevelerinden yürütülen geleneksel
teki felsefe sorunlan üzerinde hem de tel<ıefc eleştirilerinde, "özne ile nesne''
felsefenin hemen bütün alanlan üzerinde ayrımının çözüştürülmesi gereğirıin açık­
son derece belirleyici olmuştur. Platon i- lıkla gösterilnıiş olmasına bağlı olarak,
le Aristotcles'in tekçi dizgeleri, İlkçağ A- hem öznelcilik ile nesnelcilik ayrımı hem
tomculannın çokçuluklaıı, Yeni Platon- de bu ayrımın doğmasına kaynaklık eden
culuk'un tektanrıalığı, Spinoza'nın tüm- felsefe sorusu, eskiden taşıdığı anlamı ve
tanncılığı, Leibniz'in "monadlar"dan o- önenıi çok büyük ölçüde yitirmiştir.
luşan metafizik çokçuluğu söz konusu (ıii) "Gerçeklik durağ.ın mıdır yoksa hep
felsefe sorusuna verilen yanıtlar uyannca oluş içinde midir?" sorusu bağlamında,
temellendirilmiş en önemli felsefe anla- birtalam felsefe an!ayışlan görünürdeki
yışlan olarak sayılabilir. Bu felsefe anla- değişimlerin gerisinde hep değişmeden
yışlarının her birinin kendi içinde çeşitli kafan temel bir dayanak olduğunu tanıt­
sorunlara konu olduklan, başka hiçbir lamaya çalışırlarken, birtakım felsefe an-
yere gitmeye gerek duyulmaksızın felsefe layışları da böyle bir dayanağın olmadı­
tarihinde değişik filozoflarca yapılıın e- ğını, bütün varolanlann kesintisiz bir
leştirilerden açıklıkla görülmektedir. Söz- oluş içinde olduklannı savunmaktadırlar.
gelimi, t.ekçilik ilk bakışta büyüleyici bir fdenliZ!", Usf11l11k, Tözriilii/e, TaııT1crllk, Sal-
gerçeklik açıklaması sunmasına karşın, ttkt7'1k gibi "varlıkçı felsefeler'' durağan­
varolan şeyler arasındaki ilişkilerin nasıl lık, değişmezlik, aynı olarak kalmaktalık,
olanaklı olduğunu çözdüğüne yönelik sa- görünürün gerisinde yatanın varlığı gibi
vunusunun hiç de öyle sorunsuz olma- izlekler üzerinden giderek soruya verilen
yıp karşı çıkılabilir olduğu açıktır. ilk yanıtı temellendirmeye yönelik olarak
(ıi) "Gerçeklik nesnel nıidir yoksa öznel ortaya çıkmış felsefe anlayışlanyken, bu-
nıidir?'' sorusu bağlamında, birtakım fel- na karşı De11eydlik, Siireftililc, Giirii11giicii-
sefe anlayışJan gerçekliğin bütünüyle zih- liik,Gôrii11giibili111 gibi felsefe anlayışları
nimizden ayn, dolayısıyla da insanın bil- her durumda değişimi temel alarak ~liş­
me yetisinden bağımsız kendine özgü me- tirilmiş ikinci yanıtı olurlayan oluş ya da
tafizik bir varlığı olduğunu düşünürler­ süreç fel~efcsi temelli anlayışlardır. Fel-
ken, birtakım felsefe anlayışları da ger- se(e tarihinde Herakleitos başta olmak
çekliğin bütünüyle insan zihnine ya da üzere Berkeley, Hegel, Hume, Nietzsche
·bilinç yaşantılanna, dolayısıyla da her du- ve Whitehead sonuna dek değişime ya
rumda insan öznesine dayandığını sa- da oluşa dayalı bir felsefe anlayışını des-
vunmaktadırlar. Bu soruya karşı verilen t.eklerken, buna karşı Parmenides ile Pla~
yanıtlarla geliştirilen felsefe anlayışlannın ton başta olmak üzere klasik birci (t.ekçi)
çok büyük bir b6lümünün iki ana ko- filozoflar, aynca da tannbilim yönelimli
numdan birini, ya Nuııelt:ilik ya da Öz?Jel- bütün ortaçağ fılozofları varlıkçı felsefe
rilik anlayışını benimsedikleri görülmek- görüşleri onaya koymuşlardır.
tedir. Nitekim felsefe tarihinde karşıla­ Qv) "Doğal nesnelerin neliklerini ne o-
şılan Platonculuk, Aristotelesçilik, Spi- luşturmaktadır, bir başk;ı deyişle doğada­
noziıcılık, Hegelcilik gibi dizgelerin bü- ki nesneler neden oluşmaktadırlar?" soru-
541 fclaefe

su bağlamında, Demokritos ile I..eukip- yalnızca !inlerin ya da ıinselliğin varol-


pos'un başını çekıiği Ato11wı/11k bir yan- duğunu, nıııddi olan hiçbir şeyin gerçek
da, Descartes ile Hobbcs'un beraberce ıırılamda varolmııdığıru ileri sürüyor ol-
geliştirdikleri DiiZ!'f'/eplik öbür yanda en maları nedeniyle çoğu yerde "Sonuna
önemli felsefe anlayışlarıdır. Bu anlayış­ Dek Götürülmiiş Tinselcilik" anlayışının
lar, aı:alannda kimi önemli noktalarda kurucuları olarak arulmaktadır. Öte }"dn-
ayrılıklar olmakla birlikte, gendde doğal da, Kari Marx ile izleyicilerince gelişti­
nesnelerin türdeş madde taneciklerinin rilmiş, kendi içinde birtakım özel çö-
ya da atomLınn biraraya gelişleriyle mey- zümlemderi bulunan, ancak gerçek ola-
dana geldiklerini, kendileri dışındaki bir nın maddesel olduğu yollu genel mad-
kaynakça dcvindirildiklerini öne sürmek- deci savunuyu da olurlayan "Tarihsel
tedirler. Öte yanda, Lcibniz'in başıru çek- Maddecilik" ya da "Diyalektik Maddeci-
tiği kimi fılozotlıır ise doğal nesneler için lik" anlayışı, özellikle "fılozoflar şimdiye
uzamın yalnızca yüzeysel bir görünüş ol- değin dünyayı yorumlamakla yetindiler
duğu, yer kaplama yükleminin doğal nes- oysa asıl yapılması gereken dünyayı de-
nelerin varlığını kavramak için yetmeye- ğiştirmektir" savsözüyle felsefe tarihine
ceği düşüncesinden hareketle, nesnelerin karşı köklü bir ba~dınyı dillendirdi-
özgül, uzamsız, maddesel olmayan g!iç ğinde kendisinden epey bir söz ettirmiş­
birimleri olarak görüldüğü Ditllllllİz.m (De- tir. Bu iki .ana yaklaşımın ortasında ü-
vimselcilik) anlayışını ortaya atmışlardır. çüncü bir konum olarak gcrçe~n tin-
Bu iki anlayış aı:ıısında, cisimlerin ya da sel mi maddesel mi olduğunun hiçbir
nesnelerin kendilerinde içkin özgül bir durumda söylenemeyeceğini ileri süren
cisim ya da nesne olmaktalık ilkesi ola- Bilinemezfilik yer almaktadır. Fdsefe tari-
rak "form"dan, belirlenmişlik ve uzamın hinde bilinemezcilik yaklaşımı özellikle
amı kaynağı, kendisi belirlenmemiş bir bilgi sorunu bağlamında, "Sofist Öğreti"
öğe olarak da "madde''den oluştuğunu yi ya da "Kuşkuculuk"u değişik bakım­
savunan Aristotdes'in kendine özgü Di- lardan, değişik oranlarda savunan çeşitli
namizm anlay.ışı vardır. düşünürlerce alabildiğine farklı biçimler-
(v) "Gerçekliğin gerçekliği fiziksel midir de .dillendirilmiş olmakla birlikte, mo-
yoksa tinsel midir?" sorusu bağlamında, dern dönemde, tin ile madde sorunu
gerçek olan her şeyin maddesel olduğu­ bağlamında söz konusu anlayış Descar-
nu, dolayısıyla da maddesel olmayan hiç- tes tarafından "Yöntembilgisel Kuşku­
bir şeyin gerçek olmadığını ileri süren culuk" adıyla olumlu bir yaklaşım olarak
Mot!Jeıilik bir yanda, gerçek olanın uzam yeniden tanımlanmışur. Ôte yanda çağ­
ile zaman yasalarıyla belirlenebilir mad- daş felseferle dilci felsefeden görüngübi-
desel ya da zamansal bir gerçekliği olma- lirne, postmodernizmden yorumbilgisinc
dığını, gerçek varlığın varlığırun her du- değişik felsefe anlayışlan bilgi sorunu-
rumda tinsel olduğunu savunan Tinsekı~ nun çözüştürülmesine bağlı olarak kuş­
lik anlayışı öbür yanda felsefe tarihinin kuculuk ile bilinemezcilik anlayışlannın
belki de en temel iki karşıt konumunu o- da çözüştürülmesi gerektiğini savunmak-
luşturmaktadırlar. Felsefe tarihinde mad- tadırlar.
deciliğin en önemli Hvunuculan olarak (vi) "Bilginin kaynağı ya da kökeni ne-
İlkçağ Maddecilcri, Stoaalar, Hobbcs, dir?" sorusu bağlamında, verilen yarut-
La Mettrie daha ilk bakışta g&ze çarpar- lara bağlı olarak felsefe tarihinde yine
larken, tinselciliğin öncüleri arasında Pla- çok temel iki ana felsefe anlayışı öne sü-
ton, Aristotclcs, hemen bütün ortaçağ fi- rülmüştür. Bunlardan ilki insan bilgisinin
lozoflan, Dcscartcs ve Leibniz b-.ışı çek- tek kaynağının duyular yoluyla gerçekle-
mektedirler. Yine aynı soru bağlamında şen deneyimler olduğunu ileri süren De-
Berkcley, Fichtc ve Hegel gibi tilozotlar 11!J.ilile anlayışıdır. Deneycilik anlayışının
felsefe 542

izleri felsefe tarihinde geriye doğru sü- nan dogmacılık anlayışı, Platon'la b-aşla­
ri\ldüğünde "Stoacılık" ile "Epikurosçu- yıp Kant'a gelinene dek bir biçimde bilgi
luk"a dek uzandığı görülmekle birlikte, ile doğruluğa ulaşma ülküleri uyarınca
uu anlayış en yetkin biçimiyle başını düşünmüş, kuşkuculuğun temel öncülle-
Locke, Berkeley ve Hume'un çektiği rine şiddetle karşı çıkmış hemen bütün
"İngiliz Deneyciliği"nde temellendiril- filozofların kalkış noktasını oluşturmak­
miştir. Bunun yanında David Hartley ve tadır. Öte yanda bu iki anlayış arasında
Joseph Priestley tarafından ort.-ı.ya atılan (ya da karşısında) üçüncü bir orta duruş
"Çağrışımcı Deneycilik" deneyciliğin bir Kant'ın felsefesinde kendisini göstermek-
sonraki aşamasına karşılık gelirken, Vi- tedir. Eleşhndli/e ya da Eleştirel Felsefe diye
yana Çevresi düşünürlerince geliştirilen adlandırıhın bu anlayışta, bilgi ya da doğ­
"Manukçı Olguculuk" ya da "Mantıkçı ruluk sorununun çözümü, insan usunun
Deneycilik" deneyciliğin en son biçimini ilkece neyi bilip neyi bilemeyeceğinin sı­
almış modem uzantısıdır. Yine aynı fel- nırlarının çizilmesine bağlı olarak sunul-
sefe sorusuna karşı verilen öteki yanıt maktadır. Buna göre, bilgi her durumda
doğrultusunda temellendirilen yaklaşım ·anlama yetisinin kategorilerinde deney-
ise Uspi/11k diye anılmaktadır. Aynı de- den gelen duyu verilerinin \şlenmesiyle
neycilik gibi usçuluğun da felsefe tari- olanaklıdır. Kant usçuluk ile deneycilik
hinde değişik biçimleri bulunmakla bir- arasında gittiği bu bireşimle bir anlamda
likte, en genel anlamıyla usçuluk, bilginin başta sorulan felsefe sorusunu geçersiz
kaynağının deneyden bağımsız ya da de- kılarak, kendinden sorıraki pek çok dü-
neye önsel bir ussallık alanı olduğunu ya şünür üzerinde son derece önemli etki-
da soyut ve genel kavramlar üzerine da- lerde bulunması bir yana felsefe tarihinin
yalı üst düzey bir duyıım alanı olduğunu akış yönünü değiştirmiştir. Nitekim Kant'
ileri sürmektedir. Usçuluk anlayışının en ın Eleşliridlik anlayışı bir yanda ÔZ?ıekilik
önemli savunucuları arasında Platon, A- anlayışının öbür yanda Göriingikiiliik an-
ristoteles, Augusrinus, Descartes, Leib- layışının doğmasına olanak tanımıştır.
niz ve Spinoza gibi daha çok klasik diz- Fichtc, Schelling, Schopenhauer, Hegel
geci fılozoflar en ön sırada yer almakta- gibi "Alman İdealistleri"nce temellendi-
dırlar. rilen öznelcilik anlayışının .uç biçimleri
(viı) "İnsanın kesin bilgiye ya da kuşkuya duyu izlenimleri ile onlarla bağlantılı ka-
yer bırakmayan bir açıklıkta doğruyau- tegorilerin bütünüyle zihnin kendi tem-
laşması olanaklı mıdır?" sorusu bağlamın­ silleri olduğunu ileri sürerek bir anlamda
da, irili ufaklı pek çok anlayışın arasında dünyayı zihinsel bir şiir olarak görürken,
yine iiç temel anlayışın felsefe tarihinde bun.ı karşı mantıkçı olgucu düşünürlerce
daha bir öne çıktığı görülmektedir. Bu sonuna dek taşınmış görüngücülük anla-
anlayışlardan ilki usun doğruya ulaşma yışı bunun tam tersine bütün duyıımlar
yetisi taşımadığını ileri süren Knşhtaı/11k ile izlenimleri dış dünyanın varlığına bağ­
iken, ikinci yaklaşım insanın ilkece doğ­ layarak zihni edilgen bir alımlayıcı konu-
ruya ulaşmasının ancak belli koşullar al- muna yerleştirmektedir.
tında olanaklı olduğunu savunan Dogma- (viii) "Kavramlar ile düşüncelerin nesnel
alık anlayışıdır. Kuşkuculuğun adından en gerçeklikleri ile varlıksal değergeleri ne-
çok söz ettiren savunucuları arasında bir lerdir, dünya ile dünyaya yönelik tasa-
yanda İlkçağ Kuşkuculuğu'nun en önemli rımlarımız arasındaki ilişkiyi ne oluştur­
sözcüleri Pyrrhon, Aenesidemos ile Sex- maktadır?" sorusu bağlamında, felsefe ta-
tus Empiricus öbür yanda başta Gorgias rihi boyunca üç ana anlayışın değişik bi-
ile Protagoras olmak üzere bütün Eski çimlerde temellendirilmiş olduğu söyle-
Yunan Sofistleri bulunmaktadır. Buna nebilir. Bunlardan ilki Gerrekfilik, ikincisi
karşı kendi içinde değişik biçimleri bulu- Kavrl1111ctbk, üçüncüsü de Ad.1bk olarak
543 felsefe

karşımıza çıkmaktadır. Gerçekçilik varlı­ olaylar, birbirini doğuran nedenler tara-


ğın düşünceden ayn olduğunu; varoldu- fından belirlendigi uslamlamasını yadsı­
ğu düşünülen her şeyin bilen özneden, yarak dünyada olup bitenlerin birbirin-
bilinçten, algılayan ya da duyumsayan bir den bağımsız olduğunu, birbirini izleyen
ben'den bağımsız olarak kendi başına bir olaylar arasında nedensel bir bağlantı bu-
varlığı bulunduğunu; düşünmenin teme- lunmadığını savunan görüşe karşılık gel-
li, bütün yapıp etmelerin tek ölçütü ola- mektedir. Ahlak felsefesinde ise belirlen-
rak gerçekliğin kendisine gitmenin gere- memişçilik insan istencinin hiçbir koşula
ğini savunur. Kavramcılık türnellerin ken- bağlı olmayıp bütünüyle özgür olduğu­
di başlanna bir varlıkları bulunmadığını, nu, insanın istencinin çevresindeki ko-
yalnızca zihinde varolan kavramlar ya da şullarca belirlenmediğini öne süren öğ­
bilinç tasanmları olduklannı öne sürer. retiye denk düşer.
Adcılık ise kavramların gerçek anlamda (x) "Eylemlerin ahlaksallığı ya da iyiliği
bir varlıkları olduğu düşüncesini bütü- neye dayanmaktadır, bir eylemin iyi ya
nüyle yadsıyan, bütün tümel kavramların da kötü olduğunu belirlemenin ölçütü
tek tek şeylerin aralarındaki ortaklıklar ü- nedir?" sorusu bağlamında hemen her
zerinden gidilerek oluşturuln\uş genel ad- filozof birbirinden çok değişik anlayışlar
lardan, göstergelerden ya da sözcükler- ortaya koymuş olmakla birlikte bunlar-
den öte bir anlamlan olmadığını savunan dan en önemlileri sırasıyla şunlardır: Ey-
felsefe anlayışına karşılık gelmektedir. lemlerin 8alt iyinin kendisi ile değerlendi­
(ix) "İnsanın ya da insan istencinin öz- rilmesi gerektiğini savunan Platoncu ge-
gürlük karşısındaki durumu nedir?" so- lenekte yer alan hemen bütün filozof-
nısu bağlamında çok temel iki anlayış larca savunulan Ah/aksala/ık; eylemlerin
bulunmaktadır. Bunlardan ilki insanın kaynağını her durumda metafizik bir il-
enson anlamda özgür olmadığını savu- keye ya da temele dayandıran Temeldenci-
nan Belirknmiıfilik (Belirlenimcilik) iken, lik; Hobbes ile Bentham'ın ortaya attığı,
buna karşı öne sürülen öteki anlayış in- kişisel haz ile yararın eylemleri değerlen­
sanın bütünüyle özgür olduğunu savu- dirirken başvurulacak tek ölçüt olduğu­
nan Belirlenmemiıfilik'tir (Belirlenmezci- nu, eylemlerimizin değerini hesaplama-
lik). Dünyada varolan her türden olgu- 111n "*haz hesabı" yapmaktan geçtiğini
nun ya da görüngünün kendinden daha . ileri süren, kimileyin Bencilik, kimileyin
önsel bir konumda bulunan yetkin bir Haz.alık ama en çok da Y arambk diye a-
nedence belirlenmiş olduğunu ileri süren nılan yaklaşım. Buna karşı eylemleri ah-
belirlenmişçilik anlayışı "Kozmik Belir- laksal bakımdan değerlendirirken bütün
lenmişçilik" diye adlandınlırken, insan i8- herkesin haz ile yararını gözetmenin te-
tencinin eY.lemlerinin değişik bakımlar­ mel ölçüt olduğu savı temelinde ilkin Au-
dan belirlenmiş olduğunu savunan belir- guste Comte tarafından geliştirilen Ô~e­
lenmişçilik biçimi ise "Ahliksal Belirlen- d/ik bir başka anlayışa karşılık gelmekte-
mişçilik" adıyla bilinmektedir. Platon ile dir. Aynı soruya verilen yanıtlardan biri
Aristoteles başta olmak üzere, kozmik de kişisel yarar gözetmeksizin, eylemin
belirlenmişçilik daha çok metafizik yö- kendisi bir doğa yasası olduğu için, doğa
nelimli filozoflann ödün vermeden olur- nasıl eylenmesini söylüyorsa öyle eylen-
ladıklan çok yerleşik bir anlayışken, ah- mesi gerektiğinin doğruluğunu savunan
laksal belirlenmişçilik en iyi anlatımını Stoacı Doğa.7 Ahlak aalayışıdır. Bu anla-
doğaya göre yı.şama ülküsü üzerinde du- yıştan esin almakla birlikte, Kant'ın Ôdev
ran Stoacı düşünürler ile Spinoza'nın fel- AhM/eJ anlayışı, soruya verilen yanıtlar a-
sefesinde bulmaktadır. Belirlenmemişçi­ rasında başlı başına çok özel bir yer tut-
lik ise, en genel anlamda, dünyada olup maktadır. Kant, "öyle davran ki kendi ey-
bitenlerin .lı>ha önceden meydana gelen leminin herhangi bir zamanda ve yerde
felsefe 544

herhangi bir kimse için de evrensel bir düşüncelerin toplumsal ve kültürel kuşa­
y-.ı.sa
düzeyine çıkarılmasını isteyebilesin" tanlanrun göz önünde tutulması; (iiı) fi-
yollu koşulsuz buyruğuyla temellendirdi- lozofun yazılarında temellendirdiği felse-
ği ödev ahlakında eylemleri birer ödev feyle, salt kendisine özgü birtakım özel-
olduklan için gerçekleştirmeyi savunmak- likleri (sözgelimi kişiliği, karakteri, ruhsal
tadır. yapısı, yaşama b·akışı, yaşam karşısında
Bütün bu söylenenler ışığında bakıl­ aldığı tutum) ara~ındaki ilişkinin de mut-
dığında, felsefe tarihinde değişik felsefe hıka değerlendirmeye alınması.
konulan ya da sorunları bağlamında ve Felsefe üzerine genel bir kavrayış e-
felsefe alanlarının her birinde öteden be- dinmenin en önemli yollarından biri de
ri karşıt konum alışlar söz konusu ol- felsefe tarihi boyunca değişik filozof, o-
muştur. Sözgelimi, metafi?ikte "Bircilik", kul, akım ve anlayışlarca geliştirilmiş, çe-
"İkicilik", "Çokçuluk";evrenbilgisinde "İ­ şitli felsefe sorunları üzerine düşünürken
dealizm" ile "Maddecilik"; bilgikuramın­ etkili bir biçimde izlenmiş değişik felsefe
da "Usçuluk" ile "Deneycilik"; ahlak fel- araştırma türleri· ile yöntemleri üzerine
sefesinde "Yararcılık" ile "Ödev Ahlakı" yoğunlaşmaktan geçmektedir. Felsefe ö-
gibi. Öte yanda, felsefe tarihçilerince ya teden beri alabildiğine değişik soruştur­
da filozofların kendilerince değişik a- ma biçimleri izlenerek yürütülen bir et-
maçlar ya da yararlar gözetilerek yapıl­ kinlik olmakla birlikte, kavramların man-
mış büyük bir çeşitliliğe konu başka fel- tıksal bakımdan irdelenerek ele alınma­
sefe bölümlemeleri de bulunduğunu be- sına dayalı çiıZjiı11/ryici (analitik) felsefe bir
lirtmekte yarar vardır. Bunlardan en ö- yanda, bütünlüklü bir dizge içinde kav-
nemli birkaçı şu biçimde sıralanabilir: (i) ramların uyumlu bir biçimde düzene ko-
felsefe tarihini dönemlere ayırarak bö- nularak yapılandırılmasına dayalı bireşimci
lümleme; örneğin "İlkçağ Felsefesi", "Or- (sentetik) felsefe öbür yanda, iki araştırma
taçağ Felsefesi", "XVII. ile XVIII. Yüz- türünün hep ayrı bir önemi olmuştur. İz­
yıl Felsefesi" gibi; (ıı) yanıt aranan ya da lenen yöntemler konusuna gelince, fel-
çözüm getirilmeye çalışılan felsefe so- sefe yöntemi deyişindeki "yöntem" söz-
runlarına göre felsefeyi bölümleme; ör- cüğü, Eski Yunanca'daki sözcük anla-
neğin "zaman felsefesi", "oluş felsefesi", mıyla belli nesnel bir amaca ya da yere
"algı felsefesi", "deneyim felsefesi" gibi; ulaşmak için yürünecek yol demeye ge-
(ıii) felsefe sorunları ile konulan üzerine len methodos sözcüğünün karşılığıdır. Ni-
düşünürken sergilenen genel yaklaşımla­ tekim, en genel anlamda, felsefe yöntemi
ra göre, seçilen yöntembilgiscl çerçevele- denince belli bir sonuca ya da yere ulaş­
re göre felsefeyi bölümleme; örneğin "İ­ mak için izlenen usyürütme yolu, düşün­
dealizm'', "Usçuluk", "Deneycilik", "Gö- cenin nasıl çalıştırılması gerektiği anlaşıl­
rüngübilim" gibi. Bunun yanında felsefe maktadır. Bu bağlamda yöntemle ulaşıl­
tarihinin değişik dönemlerinde ve bağ­ mak istenen amaç, belli bir felsefe yapı­
lamlarında yazıya alınmış felsefe metin- sının ya da konumunun kurulması ola-
lerine yaklaşırken üç önemli noktanın bileceği· gibi (Japtc1-knmı·11·ol11şınrucu yii11-
söz konusu metinleri en iyi biçimde kav- ıem), belli bir felsefe yapma biçiminin,
ramak bakımından kilit değerde bir öne- yordamının öğretilmesi de olabilmekte-
mi bulunmaktadır: (i) ele alınan metni ya- · dir (öğretme yiitıtemi). Felsefe tarihine ba-
zan fılozofun düşüncelerinin hangi açı­ kıldığında izlenen çok değişik felsefe
lardan kendinden önceki filozoflara da- yöntemleri bulunmakla birlikte bunlar-
yandığının iyiden iyiye belirlenmesi; (iı) dan üçünün her zaman için ayn bir ö-
eldeki metnin yazan olan fılozofun tari- nemleri olmuştur:
hin belli bir döneminde yaşamış olduğu (i) Deneyse/ya da Tiimeııanmlt Yiitıtem: De-
akıldan çıkanlmayarak, ortaya koyduğu neyci fılozoflarca değişik biçimlerde iz-
545 felsefe

!enen bu yöntemin en yerleşik tanımı, mak üzere en temel düşünce ilkeleri dahi
duyu organlarınca algılanabilen ya da deneyimden, dolayısıyla da duyumlardan
gözlemlenebilen olguların dışında kesin yapılmış genellemelerdir. Deneysel yön-
bir bilgi edinmenin olanaksız olduğu il- temin üstüne bina edildiği düşünsel çer-
kesi üstüne kurulmuştur. Bu açıdan ba- çeveye göre,.deneyime üstün olduğu ya
kıldığında duyularca duyulanlar dışında da deneyimi aşuğı düşünülen her ne var-
saltık bir gerçekliğin varlığını bütünüyle sa doğrudan doğruya bunun tam tersinin
yadsıyan deneycilik, gpzlemler ile dene- doğru olduğunu kavrayamayışınuza yö-
yimlere dayanmayan her türden metafi- nelik öznel eksikliğimizden kayruıklan­
zik ya da tannbilimsel düşünme kipine maktadır. Nitekim Spencer'ın gözünde bu
karşı çıkmaktadır. Deneyci yaklaşıma gö- kavrayışsızlık, felsefe tarihine kök salmış
re, felsefede izlenmesi gereken doğru dü- tanrıbilimsel ya da metafizik sapkınlıkla­
şünme yöntemi tek tek deneysel gözlem- rın da başlıca nedenini oluşturmaktadır.
lerden yola çıkarak tümel yargılara, öner- Bütün bu savunulara karşın tümevarımlı
melere, bilgilere ulaşmaktır. Sözgelimi ye- deneysel yöntem, gerektiğinden aşırı bir
terli sayıda kuğu üzerinde yapılan göz- biçimde, olur olmaz her yerde olası tek
lem sonucunda "bütün kuğuların beyaz bilgi edinme yöntemi olarak kullanıldığı
olduğu" önermesini tümevanm yoluyla vakit, pek Çok felsefecinin de belirttiği
çıkarsamak, deneyci düşünme yöntemi- üzere, olgulann olgu olmaktalıklan ile
nin en yalınkat örneğidir. Gerek Eskiçağ işleyişlerini belirleyen yasa ve nedenleri
gerek Yeniçağ maddecilerince belli ölçü- açıklamakta son derece yetersiz kalmak-
lerde kullanıldığı açıklıkla gözlenen tü- ta, hatta kimileyin çarpıtmaya varan öl-
mevarımlı yöntem, XX. yüzyıl felsefesin- çülerde olguları olduklarından başka gös-
deyse özellikle bilim felsefes_i tartışmala­ termek gibi bir sakınca doğurmaktadır.
nnda manukçı olguculann bütün düşün­ Bu açıdan bakıldığında, bilimsel yargıla­
sel bakışları ile kavramsal çerçevelerinin rın doğası gereği yerine getirmeleri gere-
oluşumunda son derece belirleyici bir ken nesnel zorunluluk ölçütünün önüne
konumda bulunmaktadır. Bu bağlamda geçerek, söz konusu yargıları geçmişte
Auguste Comte, tannbilimsel ile metafi- gözlemlenmiş genel olgu formüllerine
zik düşünme kiplerine karşı salt gözleme indirgemek gibi bir çekince de taşımak­
dayandırılmış olgucu düşünme kipine sa- tadır. Örneğin bu yöntem, bütün bilgi
rılırken, :Mill, Huıtley, Bain, Spencer gibi saı;lanrun deneye dayandırılmak zorunda
düşünürlere göreyse "felsefe önermesi" olduğunu gerekçe göstererek, "bizden
diye özel bir önerme biçimi yoktur: bü- sonra yaşayan insanlar da gün gelip aynı
tlin önermeler ~on çözümlemede salt de- hi7.ler gibi ölecekler" yrinlincle bir savda
neyimin ürünüdürler. Bu anlamda genel bulunulmasına asla olanak tanımayac-ak­
bir düşünce diye baştan varsaydıkları­ ur. Deneysel yöntemi değişik bakımlar­
mız, dış dünyadan edinilen duyumların dan eleştiren felsefecilerin de sıkça vur-
toplanundan öte bir şey değildir. Bu guladıkları gibi, salt gözlemle ya da yal-
yaklaşımda, "yargı" diye adlandınlan şey nızca duyu verilerinden yola çıkarak şey­
iki ayrı duyum arasında kurulan neden- lerin doğaları üzerine şaşmaz kesinlikte
sellik bağlanusı olarak görülürken, "çıka­ bilgilere ulaşmak olanaksızdır.
nm"dan arılaşılması gerekense belli bir (ıi) Tii111deııgeliı11/i
ya da Sentetik Apriori
duyumdan bir başka duyuma varma sü- Yiiııte111: Tümevarımlı
yöntemin tam karşı
recidir. Yine aynı biçimde, matematik ö- ucunda yer alan tümdengelimli yöntem,
nermeleri ya da mı.tnuk ilkeleri; "özdeşlik her durumda genel ilkelerden, daha "yük-
ilkesi", "çelişmezlik yasası", "üçüncü bir sek" yasalardan ya da nedenlerden, daha
durumun olanaksızlığı" gibi temel dü- "alçakta" olmakla birlikte çok daha kar-
şünce yasaları ile başta "nedensellik" ol- maşık ve aynnulı ilişki ya da olgulara ge-
felsefe 546

çerek izlenen bir felsefe yöntemidir. Ni- her durumda belli ilkelerin, yasaların ya
tekim tümdengelimli teriminin türetildiği da temellerin apriori doğru diye alınarak,
Latince'deki dedutm eylemi "alçala alçala yeterince eleştirel bir gözle soruşturul­
inme" anlamı taşımaktadır. Daha ilk ba- madan benimsenmesine yol açıyor olma-
kışta görülebileceği gibi, tümdengelirnci sıdır. Bu eksikliğin varlığı Platon'dan Leib-
bir düşünürün en büyük düşü, saltık bir niz 'e gelinene dek tümdengelimli yön-
dayanak noktasını, en azından enson an- temi izleyerek ortaya belli felsefe düşün­
lamdaki gerçekliğin sezgisini kendisine celeri koymuş filozoflann hemen bütü-
başlangıç noktası alarak, böyle bir "Arşi­ nünde açıklıkla görülmektedir.
met Noktası"ndan yola çıkıp evrende (ıii) Aı1iılitik-St11telik Yö11/mr. Adından da
varolan biitün herşeyin bilgisini metafi- :tnlaşılacağı üzere analitik-sentetik yön-
zik gerçeklik ölçeği ile uyumlu bir bi- tem hem analizin (çözümleme) hem de
çimde tek tek çıkarsamaktır. Varolan bü- sentezin (bireşim), bir başka söyleyişle
tün herşeyi, dolayısıyla olası bütün bilgi- hem tümevarımın hem de tümdengeli-
leri olanaklı kılan bu dayanak, ''Tektan- min birarada uygulandığı bir yöntemdir.
ncılar"ın gözünde Tann iken "Birciler"in Bu yüzden, tümevarımlı yöntem ile tüm-
gözünde Tiimtl V arbk olarak düşünül­ dengelimli yöntemin taşıdığı pek çok ek-
mektedir. Kuşkusuz felsefe tarihinde tüm- sikliğin giderilmesi amacıyla tasarlandığı
dengelimli yöntemi uygulayarak gelişti­ için, öteki iki yönteme göre felsefe için
ren ilk filozof Platon'dur. Nitekim Pla- daha yetkin bir yöntem sunduğu söyle-
ton tümdengelimli yöntem uyarınca, ge- nebilir. Analitik-sentetik yöntemin felse-
nelde "İdealar Dünyası"ndan, daha özel- fe tarihiride bilinen ilk büyük uygula}ıcısı
deyse "İyi İdeası"ndan başlayarak, en so- Aristoteles'tir. Nitekim Aristoteles dü-
nunda duyular dünyasının gerçekliğinin şüncelerini ortaya koyarken kimileyin ol-
yalnızca gerçekliğin kopyalarından ibaret gulara yönelik gözlemlerinden hareketle
birer yanılsama olduğu yollu bilgiyi çı­ genel ilkeler ile yasalar çıkarsarruş; kimi-
karsamıştır. Yine aynı biçimde yalnızca leyin de bunun tam tersi yönde ilerleye-
Eskiçağ Usçulan değil, Descartes, Spi- rek belirlediği genel ilkeler ile yasalarla
noza ve Leibniz gibi Yeniçağ Usçuları da gözlemlerini son bir sınamadan geçir-
kuşkuya yer bırakmayan bir açıklıkta tüm- miştir. Hem tümevarımlı hem de tüm-
dengelimli felsefe yöntemiyle düşünen fı­ dengelimli yöntemin aynı anda birbirle-
lozoflaı:dır. Nitekim bu üç filozof da ay- rini destekleyecek biçimde kullanılmala­
nı geometride olduğu gibi en karmaşık rı, günümüz modern bilimlerinin izledik-
belitlerden başlayarak en yalın belitlere leri araşurma mantığının da temelini o-
doğru ilerleyen bir düşünme çizgisi iz- luşturm>tkı.ı.dır. Öte yanda, özellikle Witl-
lemişlerdir. Tümdengelimli yöntemle dü- genstein 'sonrası felsefede, insan düşün­
şünme eğilimini, felsefelerini bir biçimde cesinin ne tümdengelimli ne tümevarımlı
Saltık Varlığın sezgisine dayandıran Al- ne de bu ikisinin aynı anda işletildiği bir
man İdealizm geleneğinde yer alan "'-ar- düşünme yapısı sergilemediği, bunların
lıkbilgiciler" ile Kant sonrası Fichte, Sc- yalnızca birer dil oyunu olduğu, dolayı­
helling, Hegel gibi "tümtanrıcılar" ara- sıyla da bunlardan birinin ötekine üstün
sında da açıklıkla görmek olanaklıdır. olarak görülmesinin dilin mantığının yan-
Tümdengelimci filozofların hemen bü- lış kavranmasından başka bir şey olma-
tününde görülen ortak bir özellik, çok dığı da savunulmuştur.
büyük ölçüde gözleme dayalı bilimlere, Yine dolaşımda bulunan değişik ba-
dolayısıyla tümevarımlı düşünme yönte- kımlardan yapılmış ala bildiğine çeşitli bö-
mine pek sıcak bakmayışlarıdır. Hiç kuş­ lümlemeler bulunmakla birlikte, felsefeyi
kusuz tümdengelimli, sentetik apriori yön- en genel anlamda üç ayn tarihsel döne-
teme karşı getirilen eleştirilerin başında, me ayırarak incelemek genellikle kabul
547 felsefe

gören bir yaklaşımdır: (i) gerçekliğin en- kilit değerde önemi bulunan bir ilk felse-
son anlamdaki doğası ile erdem sorunu- fe tasarımı olarak *arle.he düşüncesini te-
nun açıklığa kawşturulmaya çalışıldığı mellendirmişlerdir. Thales ile temelleri a-
Eski Yunan ile Roma döneminde ortaya tılan, Anaksimandros ile Anaks.imenes'in
konmuş felsefeleri kapsayan Klasik Fel- düşünceleriyle iyiden iyiye pekiştirilen
sefr, (ıi) önceliğin her durumda hep bilgi- arle.he tasarımı doğrultusunda, bu ilk ku-
kuranu ağırlıklı sorunlann yanıtlanması­ şak fılozofların ardından gelen ikinci ku-
na verildiği, modem doğa bilimlerinden şak fılozoflar arasında sayılan Heraklei-
de alınan destekle, felsefeyi "ilerleme ül- tos, Pythagoras, Parmenides, Leukippos,
küsü" doğrultusunda yararsız kurgular Empedokles, Anak.~agoras ve Demokri-
ile metafizik düşüncelerin karanlığından tos gibi öteki Sokrates öncesi filozotlar,
kurtararak aydınlık bir geleceğin baş mi- Milet Okulu'nca ortaya atılan aynı soru-
marı konumuna getirme anlayışına dayalı lar bağlamında değişik yaklaşımlar geliş­
Rönesans ile başlayan Motlenı Ftlsefr, (ıii) tirmişlerdir. Ortaçağ fılozoflarından çağ­
bir bütün olarak bu iki felsefe dönemin- daş felsefecilere dek felsefenin ilerleyen
ce oluşturulmuş geleneksel felsefenin e- yüzyıllarındaki filozofların kendisini an-
leştirisinin verilerek felsefeye yeni yönle- madan .edemeyecekleri Soktates, felsefe-
rin çizildiği, felsefe için sorulann, amaç- ce soruşturmanın kapsanuna toplumsal
ların, ödevlerin yeni baştan tanımlanarak ve siyasal sorunları da katmasıyla, bun-
yeni felsefe izlencelerinin önerildiği Kant dan da önemlisi diyalektik yöntemi ge-
ile başlayıp bütün bir XIX. ve XX. yüz- liştirip felsefece söyİeşimlerde etkinlikle
yılı katederek günümüze dek uzanıp ge- uygulayarak tarihin bilinen ilk felsefe
len Çağda/ Felsefe. yöntemini geliştirmesiyle, yalnızca klasik
M.Ö. VI. yüzyılda kendilerine tarihin felsefe dönemine değil bütün bir felsefe
ilk fılozofları olarak bakılan Thalcs, A- tarihine damgasını wrmuştur. Sokrates'
naksimandros ve Anaksimencs ile başla­ in düşünceleri hem Aıina'da kurulan *A-
yan "Klasik Felsefe Dönemi"nde, hem kademia'da öğrencisi Platon hem de *Ly-
felsefe tarihinin ilk felsefe sorularının so- keion'da Platon'un öğrencisi Aristoteles
rularak bunlara felsefece yanıtların veril- tarafından daha da ilerilere taşınmakla kal-
diği hem de felsefenin temel düşünsel­ mamış, bu felsefece duruşa son derece
kavramsal çerçevesinin biçimlendiği gö- etkileyici bir dizgelilik de kazandırılmış­
ri.ilmektedir. Söz konusu bu üç fılozofun ur. Nitekim Platon ile Aristoteles yakın
adıyla anılan "Mileı Okulu", felsefe tari- dönemlere gelinene dek felsefece soruş­
hinin ilk felsefe okulu olduğu gibi hem turmanın en büyük amaçlarından biri o-
klasik felsefe döneminin, hem de felse- l.ırak görülen kendi içinde tuı.ırlı, kap-
fenin başlangıç noktasıdır. Kimilerinin samlı ve bütünlüklü bir "felsefe dizgesi''
gözünde fılozof olmaktan çok birer "bil- kurma anlayışını yerleştirmek bakımın­
ge" olarak anılan bu fılozoflar, doğanın dan son derece önemli bir yer tutmakta-
gerisinde yatanın ne olduğunu, doğadaki dırlar. "Roma Dönemi Felsefesi" diye a-
nesnelerin yapıtaşını neyin oluşturduğu­ nılan klasik felsefenin ikinci ana aşaması
nu, doğadaki oluşu olanaklı kılan ana büyük ölçüde Eski Yunan Felsefesi'niA..
devini kaynağının neliğini araştırmışlar­ görece geç dönemlerinde kurulmuş "So-
dır. Bütün bu sorulara açıklık getirmek fizm", "Stoacılık", "Kirıiklik", "Epiku-
amacıyla, bu üç fılozof tarihin bilinen ilk rosçuluk" gibi belli başlı felsefe okulları­
ussal felsefe soruşturmalarını yapmakla nın ana öğretilerine dayanmaktadır. Kla-
kalmanuşlar, hem ilk felsefi yanıtları sik dönemin sonlarına doğru, bir yanda
hem de ilk felsefe uslamlamalann! ver- ort·.ıçağ felsefesini derinden etkileyen bü-
mişlerdir. Bundan da önemlisi bütün bir yük oranda Plotinos eliyle kurulmuş "Ye-
düşünsel çerçeveyi kurması bakımından ni Platonculuk"un etkileri, öbür yanda
felsefe 548

İbn Rüşd ile İbn Sina araolığıyla l:ıaşta tirdfelıefe yaklaşımıyla çoğunluk felsefede
"Aristotelesçilik" olmak üzere Avrupa' "Copernicus Devrimi"ni gerçekleştirdiği
da bütün bütün unutulan Eski Yunan düşünülen Immanuel Kant, usçu ile de-
Felsefesi'nin kökenleri ile genel ruhu- neyci felsefe gelenekleri arasında son de-
nun yeniden canlandırılması girişimleri rece sağlanı temeller üstüne kurulu bir
en dikkat çeken felsefe hareketleri ara- felsefece bireşime gitmesiyle kendinden
sında yer almaktadır. Klasik dönemin en sonraki felsefenin "Kant Sonrası Felse-
son aşaması olarak görülen, kimileyin fe" diye anılmasına yol açmışur. Kant
"Skolasrik Felsefe" diye de anılan Orta- sonrası felsefe çok değişik yönlerden ile-
çağ Felsefesi, özünde bütünüyle Aristo- rilere taşınmış olmasına karşın, bir yanda
telesçi ilkeler üstüne kurulmuştur. Au- Fıchte, Schelling ve Hegel tarafından ku-
gustinus ile Thomas Aquinas'ın düşün­ rulan Alman İdealizmi, öbür yanda
celeriyle bir anlamda sınırlarını çizdikleri XVIll. yüzyılda Rousseau ile yeşerip Sc-
bu dönemin öteki önemli düşünürleri hopenhauer ve Nietzsche'nin düşüncele­
arasında, Petrus Abelardus, Anselmus, rinde doruğa çıkan Romantizm Kant
Duns Scotus, Boeıhius gibi fılozoflar yer sonrası modern felsefenin anmaya değer
almaktadır. İnsan usu ile Tanrı'ya inan- en önemli iki büyük felsefe akımıdır.
cın, dolayısıyla da felsefe ile tannbilimin Bununla birlikte modem felsefe akımları
ilkece birbirleriyle .çelişmediklerinin te- arasında, büyük ölçüde Ralph Waldo
mellendirilmeye çalışıldığı bu dönemde, Emerson'un dillendirdiği "Amerikan Aş­
Tanrı'nın varlığırun felsefe yoluyla tarut- kıncılık" anlayışı ile romantik ve idealist
lanması sorunu kendisine sürekli çözüm felsefelere karşı çıkan Marx'ın "Diyalek-
aranmış sorunların en başında gelmek- tik Maddecilik"i öteki önemli fdsefe an-
tedir. layışları olarak öne çıkmaktadır. Yine mo-
Rönesans'a gelinmesiyle birlikte, ö- dem felsefe bağlamında Charles Darwin'
zellikle bu dönemde geliştirilen yeni fi- in "Evrim Kuramı", John Stuart Mili e-
zik, gökbilim ve insancılık anlayışlarının liyle İngiltere'de son biçimi verilen "Ya-
da etkisiyle "Modem Felsefe Dönemi" rarcı Ahliik Felsefesi", Fransa 'da Augus-
ne geçişi olanaklı kılan bir devrim ger- te Comte'un genel çerçevesini çizdiği
çekleşmiştir. Rene Descartes, çoğu yerde "Olguculuk", XIX. yüzyılın sonlarında
dönemin gerek felsefesinin gerekse yeni Peirce, James ve Dewey tarafından har-
bilim anlayışının felsefi bakımdan temel- manlanan oldukça özgün ve çok yönlü
lerini atmaya yönelik çabalarıyla modem "Pragmacılık" anlayışı oldukça önemli
felsefenin kurucusu olarak görülmekte- yerler tutan başlıca felsefe akımlandır.
dir. Öte yanda modem felsefe dönemin- Sunulan pek çok felsefe tarihi bö-
de kurulmuş XVII. yüzyılın öteki önemli lürnlemesinde, XX. yüzyılda "Çağdaş
usçu dizgelerinde, özellikle de iki önemli Felsefe"ye geçiş noktası olarak Bergson'
usçu fılozof Spinoza ile Leibniz'in kur- un "Sezgicilik" anlayışı gösterilmektedir.
dukları felsefe dizgelerinde, hem Descar- Bu bağlamda çağdaş felsefenin en dik-
tesçı felsefenin içerdiği sorunların hem kate değer özelliklerinden biri, birbirin-
de dönemin yeni bilim anlayışının önem- den bütünüyle farklı yöntem ve amaçlar
li açmazlarının sorunsallaştınlarak tarUŞ­ uyarınca felsefe yapan "Avrupa Kıta Fel-
maya açıldığı görülmektedir. Yine mo- sefesi" geleneği ile "İngiliz/ Anglosakson
dern felsefe bağlamında Hobbes, Locke, Çözümleyici Felsefe'" geleneği arasında
Hume ile birlikte önemli bir idealist ol- XIX. yüzyılın sonlarına doğru oluşan u-
masına karşın Berkeley'in yapıtlarıyla ser- çurumun XX. yüzyılla birlikte alabildi-
pilen "İngiliz Deneyciliği" çok büyük o- ğine büyük bir !uzla derinleşmiş olma-
randa felsefenin gündemine ağırlığım koy-· sıdır. Almanya ile Fransa'da en çok göze
muştur. Tam bu noktada geliştirdiği elq- batan akımlar arasında Husserl'in temel-
549 felıefc

!erini atu~ "Görüngübilim": Danimar- pıldığı İngilizce konuş ulan ülkelerde, bu


kalı filozof Kierkegaard'ın genel hatlarını felsefe yııpma yordanurun önde gelen dü-
çizdiği, Heidegger, Marcel, Jaspers ve şünürleri arasında Moore, Russell, Witt-
Sartre gibi fılozoflann daha da ilerilere geııstein başı çekmektedirler. Bu düşü­
taşıdıklan "Varoluşçuluk"; Gadamer'in nürler arasında özellikle Wittgenstein,
öncüleri ile izleyicilerince temellendirilen "önceki dönem" ile ·"sonıııki dönem"
"Yorumbilgisi" başı çekerken, çağdaş fel- diye aıulan geliştirdiği iki ayrı felsefe
sefe döneminde bir başka düşünce da- yaklaşımının her ikisiyle birden, yalruzca
mannı işleyerek felsefe yapan "Frankfurt cözümleyici gelenek üzerinde belirleyici
Okulu"nun ("Eleştirel Kuram'') toplum olmakla kalmamış, kıta felsefesinin "dil-
eleştirileri oldukça önemli bir yer tut- ~l dönemeç'' düşüncesinin doğruluğunu
maktadır. Yıne bu dönemde Eleştirel Ku- canı gönülden kutlayarak benimsemiş he-
r.ım'ın günümüzde yaşayan son temsil- men bütün anlayıştan üzerinde de temel
cisi Haberrnas 'ın, geliştirdiği "İletişim sel bir esin kaynağı olmuştılr. Bunun yanın­
Eylem Kuramı"nın altbaşlıklanndan biri da Carruıp, Schlick, Ayer gibi fclsefcci-
olarak sunduğu geııdde bilim, daha özel- lcrce sawnulan XX. yüzyıhn en etkili
deyse olguculuk eleştirisi çağdaş fel.~efe anlayışlarından mantıkçı olguculuk anla-
gündeminin adından en çok söz ettiren yışı, baştan beri dil sorunlanna ayn bir
başlıklan arasına girmiştir. XX. yüzyıhn önemle eğiliyor olmasından da görülebi-
ilk yansında, dilsel w toplumsal dizgeleri leceği gibi, yine Wittgenstein'm özellikle
içinde taşıdıklan öğeler arasındaki ilişki­ Tra.-ıat11lraki ilk dönem dü,üncelerinin
ler (yapılar) doğrultusunda anlamayı ö- büyük etkisi altındadır. Mantıkçı olgucu-
neren Saussure tar.ıfmdan temelleri atı­ luğun son döneminin en önde gelen dü-
lan "Yapısalcılık", çağdaş felsefeye yön şünürü Quine'ın çalışmalan da çözümle- .
veren pek çok düşünür üzerinde aynı yici felsefenin ilgilendiği temel alanlann
anda çok büyük etkilerde bulunmuştur. başında gelen biçiriısel mantık, bilim fel-
Nitekim yapısalcılıktan da beslenerek, sefesi, bilgikuranu ve dil felsefesi üstün-
1960'lardan bu yana çağdaş felsefe gün- de oldukça belirleyici olmuştur. Öte yan-
demini bütün bir Batı metafiziğine karşı da özellikle Rawls'un adalet sorunu üs-
oldukça temelli eleştiriler getiren "Post- tüne yürüttüğü özgün düşünceler, Çağ­
yapısalcılık'' ile onun. postmodem uzan- daş Ameribn Felsefesi'nin giderek etik
tılannın belirlediği gözlenmekt.edir. Nite- ile siyaset felsefesine daha biı: yakınlaştı­
kim en önemli post-yapısalcı felsefeciler ğının en iyi görülebileceği yer olması ba-
arasında gösterilen Detrida, geliştirdiği kımından ayrıca önemlidir. Bu bağlamda
"Yapısökümcülük" anlayışıy!A yazında, çözümleyici gelenekte yetifmİf olmakla
ruhbilimde, en önemlisi de felsefede yer birlikte genel felsefe sawnulanyla kıta
etmiş son derece sorunlu metafizik var- yönelimli felsefeyi bir başka yönden te-
sayımlar ile rasanmlann çözüştürülmesi­ mellendirmeye çalışan Rorty'nin de kerı­
ne yönelik devrimci yönleri ağır basan dine özgü bir örnek olarak adından bir
bir felsefe izlencesi sunmaktadır. Gerek hayli söz ettirdiği görülmektedir.
yapısalcılık gerekse post-yapısalcılık, te- Nmtlm bakarsanız bakın ya da ,,,,,_
melleri büyük oranda Fr.ınsız felsefe sit11itn bakarsanız bakın yaşamaktalığıru
bağlamında atılmış felsefe anlayışları ol- ya da yolda olmaktalığını sürdüren felse-
malanna karşın, aradan çok geçmeden fenin, felsefece dii§ünmenin tarihinin i-
başta Almanya ile Amerika olmak üzere zini daha geniş bir patikadan sürmek için
bütün dünya genelinde kendilerine bü- bkz. pbilosophia; ilkçağ felsefesi; or-
yük bir yandaş kitlesi bulmayı başarmış­ taçağ felsefesi; modem felsefe; me-
lardır. Buna karşı uçurumun öbür yaka- tafizik; varlıkbilgisi; bilgikurıınu; e-
sında yer alan çözümleyici felsefenin ya- rik; estedk; mantık; manuk felsefesi;
felsefe akımı 550

bilim felsefesi; biyoloji felsefesi; dev- thropoloie] İnsan denen varlığın özünü,
let felsefesi; dil felsefesi; din felsefesi; insan d$stnı kavramayı, di!1'er canlılarla
doğa felsefesi; edebiyat felsefesi; e- birlikte yaşayan bir tür o hırak kendi111izj
konomi felsefesi; eğitim felsefesi; hu- an!mmgı konu edinen fdsefi-bilimsel öğ­
kuk felsefesi; iletişim felsefesi; mate- reti; insan yaşamını somut gerçekliği i-
matik felsefesi; ruhbilim felsefesi; sa- çinde bir bütün olarak ele almakt'ln yana
nat felsefesi; siyaset felsefesi; süreç olan "insan felsefesi".
felsefesi; tarih felsefesi; toplum felse- İnsanoğlunu tüm diğer varlıklardan
fesi; toplum bilimleri felsefesi; ya§am ayıran temel niteliklerin, insaru insan ya-
felsefesi; zihin felsefesi; arzu felsefe- pan ayırt edici özelliklerin neler olduğu
si; cinsellik felsefesi; iş felsefesi; sa- sorusuyla yola koyulan felsefi insanbilim,
vaş ve banş felsefesi; spor felsefesi; felsefenin konusunun ne yalruzca madde
teknoloji felsefesi; İslim felsefesi; ya da doğa ne de tek başına tin ya da
Türkiye'de felsefe; Çin felsefesi; Ja- bilinç değil, bu ikisini bir potada eriten
pon felsefesi; Hint felsefesi; Tibet somut yaşamı ve gerçekliği içinde "in-
felsefesi; Afrika felsefesi; kıta felsefe- san" olması gerektiğini savunur. Hem
si; çözümleyici felsefe; postmodern insarun doğasının anlaşılması hem de in-
felsefe; post-yapısalcı felsefe. sanın kendini kavrayışı üzerine yoğunla­
şan felsefi insanbilim, in.sana ait, insan-
felsefe akımı bkz. felsefe. lığa dair ne varsa -biyolojik evrimimiz,
tarihsel gelişme sürecimiz, toplumsal ve
felsefe dizgesi bkz. felsefe. bireysel anlamda çeşitlilik ve değişkenlik
gösteren niteliklerimiz vb.- kuşatma sa-
felsefe geleneği bkz. felsefe. vındadır. Bu yüzden de konuyla ilgili her
türlü "bilim"in ortaya koyduğu bilgileri
felsefe ilkesi bkz. felsefe. bütünlüklü bir "insan tasanmı"nda bu-
luşturmaya, doğa bilimleri ile tin bilimle-
felsefe kur~mı bkz. felsefe. rinin (kültür ya da insan bilimleri) vardığı
sonuçlan uzlaştırmaya, bunlar arasında
felsefe okulu bkz. felsefe. bir köprü kurmaya özen gösterir.
Felsefi insanbilimin ilk izlerine Kant
felsefe öğretisi bkz. felsefe. ile Herder'de rastlansa da kendine özgü
felsefi bir hareket olarak ortaya çıkışı
felsefe tasanmı bkz. felsefe. 1920'1erin sonuna doğrudur. Kıta felse-
fesi geleneği içinde Almanya 'da lilizle-
felıefe yaklaıımı bkz. felsefe. nen felsefi insanbilimin başlıca temsilci-
leri önceleri Max Scheler ile Helmut
felsefece yokeayıcılık bkz. yoksayıcı­ Plcssner, sonralan ise Amold Gehlen ile
lık. Ernst Cassirer olmuştur. Zamandizinsel
açıdan felsefi insanbilimin ortaya çıkışı,
felsefece yorumbilgisi bkz. yorumbil- Hcidegger'in "varoluşçu" felsefesi ve
gisi; Gadamer, Hans-Georg. Frankfurt Okulu'nun eleştirel toplum
kummıyla eşzamanlıdır. Bu düşünce ik-
felsefi davranışçılık bkz. davranışçı­ limi içindeki Alman filozofların ilgis~ o
lık. ana dek hiç olmadığı kadar "insan yaşa­
mırun kavranması"na yönelmiş; bu dü-
felsefi insanbilim (insan felsefesi) şünürler bir yandan insarun doğadaki ye-
[İng. pbiloiophital anthropologr. Fr. anthro- rini aydınlatmaya çabalarken, bir yandan
polo§t pbilonıphiq11e, Alın. philosopbis&/Je QI/- da insanın özü üzerine felsefe üretmeye
551 feminist bilgikuramı

çalışarak, insan doğasının anlaşılmasının tırma süreçlerinin altında yatan cinsiyetçi


insan yaşamının güçlü bir biyolojik yö- tutumun, "ayrımcılık"ın · ayrıntılı bir çö-
nelimi de içeren toplumsal, kültürel ve zümlemesini sunmaktır. Bu yüzden fe-
düşünsel boyutlarıyla daha fazla ilgilen- minist bilgiku raıru çalışmafannda biliş sel
mekten geçtiğini düşünmüşlerdir. Başka yetke ve sorgulanabilirlik de en az. bilgi-
bir deyişle insan yaşamının toplumsal ve kuramsal dayanaklar kadar önemlidir.
kültürel boyutları ile biyolojik yönü ara- Kuşkusuz bütün bunlar toplumsal
sındaki ilişkiyi çıkış noktası yapan felsefi olarak değişebilen ve ne düşünülmesi, ne
insanbilimin varmak istediği yer, "insan yapılması, nasıl da ;~amlması gerektiğine
doğasının yoğrulabilir, her türlü kıvamı ilişkin tanımları belirleyen bir erkek ben-
alabilir niteliğini" açığa çıkarmaktır. lik imgesinin bulunduğunun farkında ol-
mayı gerektirir. Bilen öznenin bilişsd ko-
feminist anarşizm bkz. anarşizm. numu ve içinde bulunduğu koşullar bil-
meyi doğrudan etkilemektedir. Dolayı­
feminist bilgikuramı [İng. f eminirt epir- sıyla feminist bilgikuraıru temelde üzeri-
ıemology, Fr. lpirtemologie .flministe-, Alın. fe- ne konuştuğumuz bilginin kimin bilgisi
mini!tiuhe erleennlnİ!theorie] :XX. yüzyılın olduğu üzerine yoğunlaşır. Feminist bil-
ikinci yarısında,
özellikle de 1970'lerden gikuramalan doğa ile yaşama farklı bakış
başlayarak Helene Cixous, Luce Irigaray açılarıyla yaklaşılabileceğini, onlarla farklı
ve Julia Kristeva gibi Fransız feminist ilişkiler kurulabileceğini yadsımanın baş
düşünürler tarafından, hüküm süren eril sorumlusu olarak gördükleri Kantçı ve
bilgikuraıru anlayışını afaşağı etmek için Aydınlanmacı usçuluğu hedef tahtaları­
bilginin neliğine yönelik ortaya konulan nın tam ortasına yerleştirir. Onlara göre
görüşler bütünü. gerçeklik ve doğa üzerinde denetim kur-
Bu radikal bilgikuraıru anlayışına gö- mayı amaçlayan nesnellik iddiasındaki bu
re, bir kuramın ya da bilgi savının geçer- usçuluk anlayışı erkeksi, eril bir tutkudan
liliği onu kimin öne sürdüğüne kopmazca- ibarettir. Buna karşı kadınların bilen ile
sına bağlıdır. Buna göre geleneksel er- bilinen, ben ile öteki, zihin ile beden,
kekmerkezci (*erkekiçina) bilgikuramla- özne ile nesne arasında daha uz ayrım
nnın ülküleştirdiği bilimsellik, nesnellik yaptıklarını, belirsizlik ve gerçeğin göreli
ve ussallık gibi kavramlarla, bu kavram- niteliği konusunda daha hoşgörülü ol-
ların meşrulaşnrdığı bilgi tümüyle erkek duklarını ileri sürerler. Bu da onların bil-
tahakkümünün amaçlan için kullaruldı­ gikuramsal alanda toplumsal gerçekliği
ğından bütünüyle yadsınmalıdır. yansıtma konusunda erkeklerden daha i-
Bu anlayışla yola koyulan feminist yi bir konumda durduklarım göstermek-
bilgikurarm_ bilmenin farklı yollarının bu- tedir.
lunup bulunmadığı üzerine çalışır; örne- Feminist bilgikuramında kuramsal a-
ğin kadınlann ve erkeklerin dünyayı an- landan görece pratik alana uzanan geniş
lama çabalarını tanımlayan farklı bir te- bir ilgi yelpazesi söz konusudur. Pratik
mellendirme ölçütünün, farklı bir mantı­ alanda feminist bilgikuramcıları özellik.le
ğın ve imgelemin bulunup bulunmadı­ bilimde ve öteki akademik uğraşılarda e-
ğım araştınr. Bunu yaparken disiplinler- şit fırsatları engelleyen kurumsal yanlı­
arası bir yaklaşımla soybilimsd/yorum- lıklar ve kadınların kendilerini çeşitli di-
samacı yöntemlerden yararlanır; deney- siplinlerin önde gelen katılımaları olarak
ciliğin yeni biçimlerinin üzerinde durur; görmelerini engelleyen ideolojiler üzeri-
araşnrmaonın "duruş noktası"nın öne- ne yoğunlaşırlar. Kuramsal alanda ise da-
mine ve post-yapısala çözümlemelerin ha radikal feministler kadınların erkekle-
gerekliliğine işaret eder. Amacı gündelik rin sahip olduğunu iddia ettikleri gücün
"bilgiyapııru" süreçleri ile bilimsel araş- ve adaletin aynısını istediklerini öne sü-
feminist felsefe 552

rerek, güçler ve haklardaki dengesizlik nesnel olmadığını düşünmektedirler. Ge-


ortadan kaldırıldığında kadınların nasıl leneksel bilim felsefecileri bilimsel başa­
yaşayacaklan sorunuyla yüzleşmeyi başa­ nyı bilimcinin denetleme, yönetme yete-
ramadıklanru göstermekle ilgilenirler. Fe- neğine bağlarken, feminist felsefe yöne-
minist bilgikurarru, mantığın erkekiçinci limli bilim felsefecileri bu başanyı bilim-
olduğu ve diğer insanlan baskı altına al- cinin doğanın kendini ortaya koyuşlannı
manın bir araa olarak kullanıldığı gibi a- dinleme yeteneğine bağlarlar. Onlara gö-
şırı iddialarda bulunmasına karşın, insan- re bilim, somut bir olgunun test edilme-
lann bilgiye nasıl ulaştıklanru açıklarken sinde bile soyut bir kuramla güdümlü o-
bireysel yetenekler ve alınan eğitimler a- lacağından, doğıının ne dediğini dinleyen
rasındaki farklılıklann bu süreci nasıl et- bir bilim anlayışı biiyük bir olasılıkla din-
kilediği konusunda pek açık değildir. Ay- lemcyenden daha nesnel olacaktır.
nca bkz. feminist felsefe; feminizm. Feminist felsefeciler geleneksel ahlak,
toplum ve siyaset felsefesini de eleştirir­
feminist felsefe ~ng. ft111İltist philosopo/, ler. Onlara göre kurallar ve ilkeler gele-
Fr. pbilosopbie Jbttiltislt; Alm. ft111İ11ististht neksel ahlakı tahakküm altına almıştır.
philosophit] İnsan deneyiminin salt erkek Geleneksel ahlak görüşünü "adalet pers-
deneyiminden oluş~uğunu reddeden, in- pektifi" diye adlandırarak, bunun tam
sanlık tarihinin eril bir gözle yazılıp o- karşıtı olan, haklardan ve kurallardan
kunmasına artık bir son verilmesi gerek- çok sorumluluklar ve ilişkiler üzerinde
tiğini savunan felsefi düşünceler hütünü. duran, bir ahlaki durumun genel içerim-
Farklı bakış açılanndari yazan feminist lerinden çok tekil özeliklerine dikkat çe-
felsefeciler, geleneksel felsefenin kadın­ ken "kaygı perspektifi''ni savunurlar. Fe-
ların ilgilerini, kimliklerini ve sorunlannı minist toplum ve siyaset felsefesi ise er-
ciddi bir biçimde ele almadığını ve ka- keklerin tahakkümünü sürekli kılan siya-
dınlann varolma, düşünme ve yapıp et- sal kurumlar ve toplumsal uygulamalar
me tarzlannın erkeklerinki kadar değerli üzerinde yoğunlaşır. Feminist toplum ve
olduğunu kabul etmediğini ileri sürerek siyaset felsefesinin amacı kadınların e-
onu kıyasıya eleştirirler. Geleneksel me- zilme, baskı altına alınma biçimlerini a-
tafıziği de ben'i öteki'den, zihni beden- çıklamak ve kadınLlra erkeklerin sahip
den ayırmakla suçlayan feminist felsefe- oldukları adaletin, özgürlüğün ve eşitli­
ciler, bütün varlıkbi!giscl ikicilik biçimle- ğin aynısına kavuşmanın ahlaken istene-
rini reddederek bireylerin birbirlerinin bilir ve siyasal bakımdan uyguhın.ı.bilir
ruhuna duygudaşlıkla nüfuz etme biçim- olan yollarını göstermektir. Liberal fe-
leri ile zihin ve bedenin birbirlerini oluş­ ministler kadınlar erkeklerle aynı haklara
turma tarzlan üzerinde dururlar. sahip olduklanndan toplumun kadınlara
Feminist felsefeciler, Batı felsefesi ge- erkeklerle aynı eğitim ve meslek edinme
ncide ussallığı erillikle, duygusallığı dişil­ fırsatlarını tanıması gerektiğine dikkat çe-
lilde özdeşleştirdiğinden geleneksel fel- kerler. Marıı:çı feministlere göreyse ka-
sefecilerin erkeklerin kadınlardan daha dınlar işgücüne kitlesel olarak kaulana ve
bir "insan" olduklannı düşündüğünü, oy- evişleri ile çocuk bakmu toplumsallaştı­
sa ki akıl ile duygunun bilginin birbiriyle rılana dek kadınlarla erkekler eşit haklara
yakından ilişkili, eşdeğerdeki kaynaklan sahip olamaz. Radikal feministler kadı­
olduğunu savunur. Feminist felsefe, bü- nın baskı altında tutulmasının başlıca ne-
tün kesinlik ve açıklık iddialarına rağmen deninin "cinsel" olduğuna, cinsellikte yat-
Kartezyen bilginin olanaklarının sınırsız­ tığına inanırlar. Onlara göre erkeklerin
lığını kesin bir dille reddeder. tahakkümüne kadınlara yeniden üretim
Öte yandan feminist felsefeciler ge- süreçlerinde ve cinsellikt.e biçilen roller
leneksel bilim felsefesinin savladığı denli yol açmaktadır. Bu nedenle kadınlar kendi
553 feminizm

yeniden üretim araçlannı yaratmadıkça çünkü tek bir gerçeklik ya da doğruluk


ve kendi cinsel gündemlerini ortayıı koy- olduğu inancı geleneksel felsefenin ço-
madıktan sürece özgür olamayacaklıırdır. ğunluğu susturmak için kullandığı felsefi
h:ııılınhırn biçilen toplumsııl cinsiyet rol- bir sövlemlir. Postmodem feministlere
leri sil baştan ele alınmadıkça hiçbir so- göre daha çok ve farklı farklı feminist
run çözüme kavuşmayacakttr. Varoluşçu düşüncelerin ileri sürülmesi gerekir. Fe-
feministler ise erkeklerin tahakkümünün minist felsefe tek bir tane değil birçok
sonu) nedeninin varlıkbilgisel olduğu ka- olmalıdır; pek çok farklı sesi içinde ba-
nısındadırlar. Başka bir deyişle, kadınlar nndırmalıdır.
"öteki", erkeklerse "ben" olarak tasar- Birtakım feminist felsefccilcrse fark-
landığından kadınlar kendilerini kendileri Wığın ve birliğin reddinin üzerinde bu
bağlamında tanımlayana dek olmadıkları denli durulmasının siyasal ve düşünsel
şey bağlamında, yani "öteki" olarak er- ayrışmaya. yol açabileceği çekincesini ta-
kek bağlamında tanımlanmaya yazgıhdır­ şımaktadırlar. Onlıim göre, feminist fel-
lar. sefenin belirli bir bakışaçısını benimse-
Feminist felsefe tarihinin yakın geç- meksizin varolması durumunda, özelde
mişinde, sosyalist feministlerin toplwn kadınlar, gencide insanlar için neyin iyi
ve siyaset felsefesinde feminist düşünür­ olduğuna ilişkin savlarını temellendirme-
lerce ortaya konan farklı öğretileri bir ça- si daha da güçleşecektir. Aynca bkz. fe-
u alunda toplama çabalanna tanık olun- minist bilgilaıramı; feminizm; Beau-
muştur. Onlara göre kadının konumu ü- voir, Simone de; Cixous, "HClene; I-
retim ve yeniden üretim yapılarında ol- rigaray, Luce; Kristeva, Julia.
duğu kadar cinsellik pratiklerinde aldığı
görevlerle ve çocuğun toplumsallaştırıl­ feminizm ~ng• .folllillİml; Fr. fl111i11itmr,
ması göreviyle 50ll derece keskin sınır­ Alm. jtlllillİlllltllj Kadınların erkekler ta-
larla belirlenmektedir. Kadınlar özgür- mfından meşru olmayan yollardan ta-
lüğe kavuşacakfarsa bütün bu yapılardaki hakküm aluna alındığı inancına dayanan,
konumlarının ve işlevlerinin değişmesi bu tahakkümün kökenlerine inerek ka-
gerekmektedir. Dahası kadınların ruhla- dınlan zayıf, duygusal, akılsız, ahlaki er-
nnın da dönüştürülmesi gerekmektedir.. demlerden yoksun varlıklar olarak göste-
Kadınlar ancak bütün bunlar gerçekleşti­ ren geleneksel anlayışı kırmayı kendine
rildikten sonra kendi benlik kavramları­ amaç edinen felsefi ve etik yaklaşımlar
nın altını oyan ve onları daima öteki kı­ bütünü; erkeklerin tahakkümüne ve ka-
lan ataerkil düşüncelerden kendilerini öz- dınların öznel deneyimlerinin hor görül-
gürlcştircbilirler. mesine yol açan önyargıları düzeltip ka-
Sosyalist feminist felsefe, kadınların dınların haklannı genişleterek cinsler
dünyayı nasılgördüklerini t~sil eden ve arasındaki eşitsizliği ortadan kaldırmak
kesin bir biçimde "dişil" olan tek bir adına ortaya çıkan ve özellikle XX. yüz-
balıışaçısı oluşturmaya çalışır. Posmıo­ yılda iyice gelişen toplumsal bir hareket.
dem feministlerse onların bu çabasını Feminizm içinde tarihsel olarak birbirin-
gerçeklik, bilgi, ahlak ve siyaset hakkında den oldukça ayn kollar ve düşünsel çiz-
yalnızca tek bir hikaye anlatan tipik er- giler bulunmaktadır. Bunlardan en uzun
kek düşüncesinin bir benzeri olarak gö- soluklu olanı "eşit haklar feminizmi" di-
rür. Postmodcm feministlere göre böyle ye de bilinen tltmokmlile ya da liberal fe-
bir feminist felsefe ne uygulanabilir ne minizmdir. Ba'1angıçtaki amacı eğitime
de a?'u edilir bir şeydir. Uygulanabilir ve meslek edinmeye yönelik engelleri
değildir çünkü kadınlann deneyimleri sı­ ortadan kaldırarak kadınlar için eşit hak-
nıf, ırk ve kültür hadan boyunca değiş­ lar ve fırsatlar yaratmak olan liberal fe-
mektedir. Arzu edilir bir şey değildir minizm, günümüzde "siyasal istihdam"
554

gibi toplumsal konularda refonn için mü- Hegclcilerin tarihsel maddecilik kuraın­
cadele vennelrtcdir. feminizm içindeki di- lan arasındaki başlıa bağlanuyı oluştu­
ğer bir önemli kol da tgnltAp feminizm- nır. Metafiziğe ve dine yönelttiği sert e-
dir. "Erkek vahşeti"ııin iyileştirilebileceği leştirilerle aıalannda genç Marx ve En-
konusunda pek umutlu olmayan aynlıkçı gels'in de bulunduğu Yeni Hegelcileri ö-
feminist düşünce çizgisi eril iktidan acı­ nemli ö!Çüde etkileyen Feuerbach, dinin
masızca eleştirir. Bu görüşe göre erkek bir tür yabancılaşma olduğunu savunan
egemenliği sınıf ve ırk aynmından çok HıristtJ1J11ltğ111 Ôzji (Das Wc:sen des Chris-
daha önemli olan bir toplumsal ayrıma, tentum~. 1841) adlı başyapıuyla o dö-
cinsiyet ayruncılığına yol açmaktadır. Di- nemde büyük bir ilgi uyandırmış; daha
ğer bir önemli feminist kol olan sosyalill sonr.ı buna Gtkttj11 Felsefesİllİll İlhleri
feminizm ise sosyalist perspek:titler ve (Grundsiitze der Philosophie der Zu-
siyasetlerle kadınlann özgürleşme müca- kunft, 1843) ve Dmi11 Ôz!i (Dııs Wesen
delesini birleştinneye çalışır. Başlarda da- der Religion, 1845) gibi ses getiren diğer
ha çok kadının toplumsal konumunu iyi- önemli çalışmalarını da ekleyerek kendi$i
leştirecek uygulamaya yönelik haklar ve gibi monarşizmi ve Hegelci Saluk Us'u
özgürlükler üzerinde duran feminizm, ö- reddeden, dini her şeyi Tann'ya mal edip
zellikle XX. yüzyılın ikinci yansından iti- insanın insana özgü güçlerini elinden
baren kuıamsal alana da ağırlık vererek alaıak ona egemen olmaya yönelik bir
bütünlüklü bir dizge haline gelmeye baş­ girişim olaıak gören bir Feuerbachçılar
lamıştır. Aynca bkz. feminist bilgiku- kuşağı yaratmıştır.
ramı; feminist felsefe; eko-feminizm. Landshut'ta (Bavyeıa) doğan Feuer-
bach, Heidelberg'de tanrıbiliın üzerine
l't!ni (Ar.) Aıapça'da "yok olma" anla- başlayıp Hcgel'den de dersler aldığı Ber-
mına gelen fot4 kavramı bağlamında İs­ lin'de felsefe üzerine sürdürdüğü eğiti­
lam felsefesinde mutasavvıflann ortaya mini 1829 yılında Erlangen'de felsefe do-
koyduğu "Tann'da yok olma" (fm4-j- çenti olaıak tamamladı. 1832'de din kar-
lkıb) tasanmı için bkz. inBin-ı kimi/. şıtı görüşleri nedeniyle profesörlüğe a-
tanmamasını protesto ederek üniversite-
fenomen bkz. göriıngü. den ayrddı. 1836-1846 yıllan arasında He-
gcl'in idealist felsefesini maddeci bir açı­
fenomen(al)izm bkz. görüngücülük. dan deştirerek insani arzuların yansıtıl­
ması tasanmı ot.ırak gördüğü din kavra-
fenomenoloji bkz. görüngübilim. mı üzerine yoğunlaştığı en etkili çalışma­
lannı üreten Feuerbach, 1848 Devrimi'
Femeyli Filozof [İng. Philosophtr of Fı,.. nde siyasi libeıalizmin ünlü bir savunu-
11g] Paris'te istenmediği için ömrünün cusu ve devrimin fıkir babalanndan biri
son yirmi yılını (1758-1778) Cenevre ya- olarak büyük saygı gördü. Buna karşın
kınlanııdaki Femey'de geçiren Aydınlan­ Alınanya'nın dinsel saplanulaınndan cum-
ma felsefesinin önde gelen düşünürü Vol- huriyeti kurabilecek denli kurtulamadığı­
taire'e verilen ad. nı düşünen Feuerbach, devrime karşı çe-
kimser ve kuşkucu bir yaklaşım benim-
Feuerbach, Ludwig Andreas (1804- seyerek, Frankfurt'ta kurulan devrimci
1872) Hegel'e yönelttiği sıkı eleştirilerle parlamentoya kaulmak yerine kuramsal
Marx'ı da derinden etkileyen. dinin ger- alandan çok uygulamaya yönelik oldu-
çek yüzünü açığa çıkartan çalışmalanyla ğunu özellikle vurguladığı, dini siyasetle
tanınan Alman maddeci filozof. Ludwig bağdaştırdığı Heidelberg'deki tanrıbilim
Andreas Feuerbach. çalışmalanyla He- derslerine dönmeyi tercih etti.
gcl'in saltık idealizmi ile Marx'ın ve Yeni Ardında çalışmalarını üzerine kurdu-
555 Feuerbach, Ludwig Andrcas

ğu felsefi sorunlardan hiçbiri üstüne .in- Tezler" adlı çalışmasında maddeci filo-
celikle .işlenmiş tutarlı bir düşünceler bü- zoflara yaptığı temel eleştiriyi Feuerbach
tünü bırakmayan Feuerbach, dizgeli bir lizer.inden yönlendirir: "Şimdiye kadarki
felsefeci sayılamazsa da XIX. yüzyıl dü- tüm maddeciliklerin -Feuerbach'ınki da-
şün tarih.inde birçok yönden önemli yer hil- başlıca kusuru nesnenin, gerçekliğin,
tutar. Feuerbach Alman İdealizminin me- duyarlığın duyumsal insan etkinliği ya da
tafizik dizgeyi inşa etmesinden yanm yüz- praksi~ olarak değil, yalnızca nesne ya da
yıl sonra Kantçı felsefi eleştiri tasarısını görü olarak kavranmasıdır. Zihnin etkin
yeni bir biçim .içerisinde yeniden canlan- yönünün, maddeciliğin tersine, idealizm
dımıışur. Ne \•ar ki Kant aklı bir .inan a- tarafından -ama yalnızca soyut olarak
lanı haline getirmek için sınırlarken Fe- çünkü idealizm gerçek, duyumsal etkin-
uerbach somut, cisimleşmiş .insan· bilin- liği bu biçimiyle doğal olarak tarumaz-
cin.in varoluşu lehine aklı gizem.inden a- gcliştirilmiş olmaSlllln nedeni de budur."
rındırmaya çalışır. Feuerbach, Alman i- Marx, Feuerbach'ın klasik felsefeden ra-
dealist felsefesinin tannbilimin bir maze- dikal bir biçimde aynlan yeni felsefesin-
reti olduğunu, tanrıbilim.insc dizgeleşti­ den yola çıkarak diyalektik maddeciliğin
rilmiş bir dinsel bilinçten ibaret olduğu­ toplumun dönüştürülmesinde pratikte
nu ileri sürer. Ona göre din.in kendisi oynayacağı rolü ve görevlerini belirlediği
yalnızca insan zihninin bir yanılgısı ve bu tezlerin en önemlisi olan on birinci
duygusal gereksinimlerimizin anlaşılabilir tezinde İse şöyle der: "felsefeciler şim­
ama tahrif edilmiş bir yansıması oldu- diye dek di\nynyı çeşitli biçimlerde yo-
ğundan metafiziğin, tanrıbilimin ve dinin rumlamakfa yetındiler, oysa ki yapılması
tümüyle insanbilime, başka bir deyişle gereken dünyayı değiştirmektir." Felse-
somut .insan bilincinin ve onun kültürel feciler.in soyut düşüncelerle yetinip pra-
ürünler.in.in soruşturulmasına indirgene- tiği göz ardı ettiklerini ileri süren Marx'a
bileceğini savunur. göre insanın doğa, toplum ve bilim a-
Feuerbach'ın din karşısında benimse- lanlarında gösterdiği etkinl.iklerin topla-
diği bu kuşkucu ve insanmerkezci yakla- mı olan pratikte doğrulanmanuş kura-
şım Hume ile Voltaire'in yaklaşımlarına nun hiçbir anlamı yoktur. Nitekim doğru
ruhça oldukça benzese de xıx yüzyıl bilgi pratiğin doğruladığı bilgidir ve pra-
ortalarının dinsel düşüncenin ağır basttğı tiğin doğruladığı bilgilerim.iz de bize dün-
salukçı ortamında oldukça gürültü ko- yııyı değiştirme ve etkileme olanağı tanır.
parrnışur. Feuerbach'ın d.in gibi toplum- Marx'ın Feuerbach'ı zihnin etkin ya-
sal kurumların kökenlerini ve işlevlerini nını göz ardı eden ve derin düşüncelere
belirlemeyi amaçlayan soybilimsel/eleşti­ boğulmuş bir maddeci olarak resmeden
rel araştırma yöntemi daha sonra Marx görüşleri günümüzde Marxçı felsefeciler
tarafından devlete uygulanacak ve mad- tarafından pek benimsenmemekte, hatta
deci tarih anlayışının temel unsurların­ bunların yarılış olduğu düşünülniektedir.
dan biri olacakur. Feucrbach'ın Hegel'in Friedrich Engels'in, içinde Marx'ın "Fe-
"birey salukın bir işlevidir" tümcesinin uerbach Üzerine Tezler"in.i de yayımla­
öznesi ile yükleminin yerlerini değiştirip dığı, 1886 tarihli Ludwig F111erbadı ı>t Kla-
"saluk bireyin bir işlevidir" biçim.inde sik Alman Felsefesinin SonN (Ludwig Feu-
ortaya koyduğu dönüştürücü eleştiri de crbach und der Ausgang der klassischen
Marx tarafından benimsenmiş ve onun Deutschen Philosophie) adlı çalışması
"Hegcl'.in başaşağı çevrilmesi" düşünce­ da Resmi Sovyet diyalektik maddeciliği­
sinde önemli bir rol oynanuşur. nin gelişmesinde önemli bir rol oynama-
Buna karşın Marx, Feuerbach'ın fel- sına karşın Feuerbach'ın felsefesine iliş­
tcfes.i üzerine 1845 yılında yazdığı on bir kin önemli bir çalışma olarak görülme-
makaleden oluşan "Feuerbach Üzer.ine miş ve bu anlamda Marxçı felsefi düşün-
Feuerbach Üzerine Tezler 556

ceye pek katkıda bulunmamışur. Yine de kauksız gözlem diliyle oluşturulmuş te-
Feuerbach'ın kfasik felsefeden radikal bir mel önermelerle böyle bir ölçiit oluştur­
biçimde ayalan felsefesi, onu düşünsel maya çalışsalar da Feyerabend'e göre göz-
gelişiminde önemli bir adım olarak gö- lem terimlerinin arılamlan içinde yer al-
ren Marx aracılığıyla daha sonraki tarih- dıkları kuramlardan etkilendiği için böyle
sel maddecilik kuramlannı etkilemeye de- bir dil oluşturmak olanaksızdır. Feycr-~­
vam etmiş; Feuerb:ıch dine getirdiği e- bcnd'in yapıtfannda öne çıkan ikinci dü-
leştiriler, bu eleştiriler sırasında ortaya şünce, onun dünyaca tanınan bir bilim
atuğı "yabancılaşma" terimi, kendine öz- felsefecisi olmasını sağlayan bifik11rnmsnl
gü maddeciliği ve Hegel'c yönelttiği e- mınrşizt!fdir. Feyerabend "bilimsel yön-
leştirilerle son dönemde yeni çalışmalara tem" diye bir şeyin bulunmadığını savu-
öncülük ederek Marxçı felsefenin önem- nur. bilimsel pratiğin ona göre yönetildi-
li bir parçası olmuştur. Fcuerbach insan ği ya da yönetilmesi gereken evrensel o-
varoluşuna yönelik ilgisiyle de -özellikle farak geçerli yöntembilgiscl bir ilke yok-
de "sevgi"yi yüceltişi ve "ben ile sen" tur. Eğer illa ki böyle bir ilkenin bulun-
öğretisiyle- XX. yüzyılda Martin Buber ması gerektiğinde ısrarlıysak, Feyerabend'
ile Kari Barth gibi varoluşçu tannbilim- e göre bu ilke; kendisinin de inanmadı­
cilerin felsefelerine kaynaklık etmiştir: ğını ve usçuların içinde bulunduğu du-
rumun alaycı bir özeti olduğunu söyle-
Feuerbach Üzerine Tezler bkz. Feu- diği "ne olsa uyar" (°'!'Jthing goei'J ilkesi-
erbach, Ludwig Andreas. dir. Feyerabend'in bilgikuramsal anar-
şizm tutumunu benimsemesinin temel
Feyerabend, Paul Kari (1924-1994) Ge- ncderılerinden biri, yöntembilgisinin ken-
rek "yönteme karşı" duruşuyla, gerek disini öznel, kuramsal düşüncelerden so-
"akla vcda"sıyla tüm dikkatleri üzerine yutlayamadığını düşünmesidir. Bu hasta-
çeken Avusturyalı anarşist bilim felsefe- lığın ilacı olarak öne sürdüğü "ne olsa u-
cisi. Viyana Çcvresi'nin mantıkçı olgucu yar'' ilkesi de hastalık geçene kadar kul-
bilim arılayışının en sıkı cleştiricilerinden lanılıp sonra bırakılacaktır. Bilim tarihi
biri olan Paul Feyerabend, dönemdaşlan bütün kuramların, hatta en başanlannın
Thomas Kuhn ve N. R. H.mson gibi, bile bir aykırılıklar denizinde yüzdüğünü,
bilim tarihine ve çağd~ bilimsel taruş­ burıların hepsinin aslında yöntembilgisel
malara daha yakından ilgi gösterilmesi olarak yanlış olarak kabul edilmeleri ge-
gerektiğini ısrarla vurgulayarak, bu tiir rektiğini göstermektedir (bkz. anomali).
bir ilginin felsefenin bilime ilişkin açık­ Ama Feyerabcnd'e göre kuramların aykı­
lamalarının gerçek bilim pratiğiyle büyük nlıklar içinde yü?.mesi, Kııhn'ıın düşün­
ölçüde çeliştiğini ortaya koyacağını sa- düğünün aksine, kuramlann yeni baştan
vunur. oluşturulmasına ya da bir kenara aulma-
Feycrabcnd'in felsefenin bilime iliş­ larına değil *ad boc varsayımlar aracılığıyla
kin açıklamaları ile bilim pratiği ya da bi- geliştirilmelerine vesile olmalıdır; bilim
limin uygulanışı arasındalri bu l.utarsızlık böyle ilerler.
üzerine yoğunlaşan yapıtlarında özellikle Feyerabcnd'in bilimsel araştırma yön-
iki düşünce ön plana çılanakiadır. Bun- temlerine ilişkin görüşleri, birlikte bilime
~dan ilki ölfii1tiiriilt111ez/ilıı olarak bilinir. dair söyledikleriyle o ana kadar süregelen
Feycrabend'e göre rekabet halindeki ku- bilim felsefesi çizgisinde bir kınlma ya-
ramlar genellikle ölçüştüriilemezler; çiin- ratuklan Kuhn'a getirdiği eleştiriler ara-
kü orılann aynı düzlemde değerlendirile­ cılığıyla daha iyi arılaşılabilir. Feyerabend,
bileceği ortak bir ölçüt bulunmamakta- görüşleri Kuhn'unkilerle yakın benzer-
dır. Olgucu bilim felsefecileri kuramsal likler göstermesine ve Kuhn'u hemen
önkavrayışların etkisi alunda olmayan her konuda olurlamasına karşın, Kuhn'u
557 Feyerabeıid, Paul Kari

yöntem düşüncesine bağımlı kaldığından keci konumuna karşı olduğudur. Kendi-


dolayı deştirir. Kuhn'un bilimsel araş­ sinden önceki bilimi yadsıyan XX. yüzyıl
tırmanın farklı boyutlarına karşılık gelen bilimi, blitün felsefece "havalar''dan vaz-
"olağan bilim" ile "devrimci bilim" ay- geçmiş; uygulayıcılannın zihniyetini be-
nını Feyerabend'e göre hatalıdır. Feyera- lirleyen bir iş kolu haline gelmiştir. İn­
bend Kuhn'un moJdirün bilimin gerçek sancıl kaygılan ise neredeyse hiç yoktur.
pratiğine uymadığım, aynca bunun yıkıcı Bur.ıdan yola çıkan Feyerabend'in bilgi-
bir ülkü olduğunu savunur. Bu da ~s­ kuramsal amacı bilimsel olan ve olmayan
terındtı:edir ki açıkça dile getirdiği bilgi- bütün bilgi biçinilerini zayıf ve güçlü
kuramsal anarşizmine karşın Feyerabcnd' yönleriyle gözler önüne sererdt eleştire!
in yöntembilgisd bir önerisi bulunmak- duyumuzu keskinkştirrnektir.
tadır. Buna göre bilimsel ilerleme ku- Feyerabend yöntem karşıtlığından ö-
ramsal düşüncelerin sürekli artmasına ve türü ona yapıştınlıın "usdışıcı'' etiketini
çeşitkqmesine dayanır. Kuramsal önkav- de boynunda taşımaya hiç mi hiç niyetli
myışlann ötesinde y-.ansız bir b-.ıkış açısı değildir. Karşı olduğu şeyin usçuluğun e-
bulunmadığından bir kuramın bütünüyle lini kolunu bağla yan kavrayışlar ve bun-
anlaşılabilmesi ve ciddi biçimde sınana­ ların destekledikleri aşınhklar olduğunu
bilmesi için içerden değil dışardan eleşti­ söylemektedir. Nitekim kimi felsefeciler
rilmesi gerekir; yani eleştiri alternatif ku- onu klasik kuşkucu geleneğin bir temsil-
ramların bakış açısından yapılmalıdır. Bir cisi olarak görseler de Feyerabend'in bil-
konuda ne kadar çok kuram ve ne kadar gikurarnsal anarşizmi kendisinin de be-
farklı yaklaşım varsa o kadar iyidir; çün- lirttiği üzere ne kuşkuculuğa ne de siya-
kü böylelikle konu daha iyi anlaşılabilir sal anarşizme benzemektedir. Feyerabcnd'
ve o konuda ilerleme sağlanabilir. e göre bir bilgikuramsal anarşist yalın yıı
Nitekim Feyenıbend'in onu diğer bi- da sıradışı düşünceleri savunmakta gö-
lim feL~efecilerinin birçoğundan .ıyıran zünü budaktan sakınmazken, bir kuşku­
başlıca özelliği bilimsel bilgirün anmasını cu görüşlerin hepsini aynı ölçüde iyi ya
bilimsd ilerlemerün en iyi yolu olarak da kötü diye gördüğünden bunlar hak-
görmemesidir. Bir zamanlar bilimsel ya- kında yıırgı bildirmekten kaçınır. Siyasal
salar iyice oturmuş, değiştirilemez yapı­ anarşist birtakım yaşam biçimlerini ya-
lar olarak görülürdü. Bilginler doğa ya- saklarken, bilgikuramsal anarşist hiçbir
salarını keşfeder ve kuşku duyulmaz bi- kur.ıma sonsuz bir sadakat ya da düş­
limsel bilgiyi artırırdı. Oysa Feyerabend'e manlık hissi bcslcnıediğinden yasak bl-
göre yasalannın tümü bütünüyle yanlış nımaz; hatta yasaklananlan da sa\'llnabi-
olabilecek, her ilkesinin eleştirilip düzel- lir. Sonuçta Peyenıbcnd'e göre bil~ku­
tilebileceği modem bilim, dünyayı de al- r.amsal anarşist insanları daha iyi bir du-
ma yöntmılerinden yalnızca biridir ve ruma ulaştıracak bütün yollan, tüm bilgi
alternatif yaklaşımlardan daha üstün de- biçimlerini kullanır. Hiçbir görüşü saç-
ğildir. Feyerabcnd modem bilimsel yön- ma, akıldışı ya da ahlakdışı bulmadığı gi-
temlerin dışındaki bilgiye ulaşma biçim- bi bütün yöntemleri kullanmaktan da ge-
lerinin bilimsel olmadıklan gerdtçesiyle ri kalmaz. Karşı çıktığı tek şey evrensel
~öz ardı edilmelerine karşı çıkıp bilimin ölçütlerdir.
bilgi edinmerün yollanndan yalnızca biri Akademik yaşamının büyük bölümü-
rılduı!unu, başka seçeneklerin de bulun-. nü ABD'de geçiren "bilgi anarşisti" Fc-
duğunu ısrarla belirtir. Bilim dışı gele- yerabcnJ'in bu konularda oldukça saldır­
neklerin. söylenlerin, destanların da bilgi gan olan yapıdan yayımlandıklarında bü-
kaynıığı olabileceğirün altını çizer. Bu- yük tartışmalara yol açmıştır. O ise bu
rada gözden kaçınlmarnası gerelten nok- yapıtlarla Viyana Çevresi'nin bilim anla-
ta, Feyerabend'in bilime değil onun yet- yışının göz ardı etugi, yok saydığı insanı,
feyz 558

yeniden bilim denilen şeyin tam orta ye- felsefelerine dayanan/ryz kuramı, "oluş"u
ri ne koyduğu savındadır. Feyerabend, neden-sonuç ilişkisinin doğal bir sonucu
Yönteme Rgn'da (Against Method, 1975) olarak görüp Tanrı'nın yamum sürecin-
bilim için geçerli olan yöntembilgisel deki mutlak iradesini yadsıması nede-
maksimin "ne olsa uyar" olduğunu savu- niyle birçok İslam tannbilimcisi tarafın­
narak bilgikuramsal anarşizmi bilim fel- dan eleştirilmiştir. Aynca bkz. türüm;
sefesinin içinde bulunduğu sorunlu el u- un1c; vahdet-i vıicüd
ruma çözüm olarak sunar. Ôrgiir Bir Top-
INnıda Bilim (Science in a Free Society, firlatılmışlık ~ng. throwmıesr, Fr. dirili&-
1978) Yiı'tıtrme H~a getirilen eleştirilere lio11; Alm. geu'flrjeııheifı Heidegger'in, Da-
karşı bir yanıtur. Felsefaa YazıWın (Phi- seiıı'ın ya da insan varlığının dünyaya a-
losophical Paperıı, 2 cilt, 1981) birinci tılrnışlığını; insanın ya ela insan varoluşu­
cildi Gtrf?k(İlik, Usrulule ve Bilimsel l "öntem nun kendi yazgısına terkedilmişliğini ni-
iRealism, Rationalism and Scientifıc Met- telemek için kullandığı terim. Aynca bkz.
hod), ikinci cildi Dmryciliğüı S onmkırt bırakılmıılık.
(Problems of Empiricism) adını taşımak­
tadır. Alekı Veda'da (Farewell to Reason, Fısıltıyla Aktarım Okulu Buddhacı bir
1987) bilim ile bilim felsefesine egemen Tibet felsefe okulu. Bir çeviriyazı dizge-
olan ussallık düşüncesini eleştirir. Bilgi sine göre Tibetçesi bKa' 7JNd pa, bir di-
Üzyriııe Üf D[yalog (fhree Dialogues on ğer çeviriyazı dizgesine göre de Kargyiip-
Knowledge, 1991) bilgikuramsal anarşiz­ ıa'dır: Bu okulun yoga teknikleri önemli
me getirilen eleştirilere verilen yanıtlar­ ölçüde Hintli bilge Naropa'nın yoga tek-
dan oluşmaktadır. Zaman Ô/Jiirnıtle (Kill- niklerine dayarırnaktadır. En önemli tem-
ing Tıme. 1995) ise Feyerabend'in ölü- silcileri Marpa ile öğrencisi Milarepa'dır.
münden hemen önce tamamladığı özya- Ayrıca bkz. Milarepa; mabamudra.
şamöyküsüdür. Aynca bkz. bilim felse-
fesi; ölçüştürülemezlik; Kuhn, Tho- Fichte, Johann Gotdieb (1762-1814)
mas. Kant sonrası Alman idealizminin ilk bü-
yük filozofu; gerek hemen her konuda
feyz (Ar.) Sözcük anlamı "taşma'', "ço- ortaya koyduğu "renkli" düşüncelerle,
ğalma" olan, İslim felsefesinde bütün gerekse ''.Jena Dönemi" ile "Berlin Dö-
bilgi ve varlıkların Tann'dan kaynaklan- nemi" diye anılan yıllarda temel felsefe
dığını, onun birer görünümü olduğunu kavramları balamından iki farklı felsefe
anlatan bu kavr.lm, oluş ve varhgı açık­ anlayışı geliştınnesiyle felsefe tarihinin
lamak amacıyla ünlü mutasavvıf İbnü1- en "c;oksesli" düşünürlerinden biri.
Arabi tarafından kullanılmışur. T,'ahdeı-i Fichte, Oberlausitz'de yoksul bir do-
ııii&fid anlayışı çerçevesinde bütün varlık­ kumacının oğlu olarak dünyaya geldi.
ların tek bir varlığın görünümü oldu- Dokuz yaşında kilisedeki vaaza yetişe­
ğumı ve ondan kaynaklandığını savlayan meyen bir barona kilisedeki vaazı dikkat
İbnü'l-Arab~ felsefesinde JryZ,i bu aşkın çekici bir biçimde anlatması üzerine, ba-
varlığın zuhur etmesi, tecelli etmesi an- ron Fichte'nin okutulup yetiştirilmesini
lamında kullanrnışur. Buna göre fryz ev- üzerine aldı. Bu sayede Almanya'nın ta-
rende sürekli bir oluşa, gerçekleşmeye nınmış liselerinden Schulpforta'da, Jena
karşılık gelir. Yukarıdan aşağıya doğru a- ve Leipzig üniversitelerinde okuyan Fich- .
şama aşama Tann'dan türeyen, s11dıir e- te, baron ölünce öğrenimine bir süre ara
den varlıklar sonunda yine Tann'ya doğ­ vererek özel öğretmen olarak çahşmak
ru yükselerek urlk edecektir. Yeni Pla- zorunda kaldı. Zürih'e uzun bir gezinin
tonculuğun mdlir (türüm) öğretisinden ardından Leipzig'e döndü ve öğrenim.ine
kaynaklanan ve Facibi ile İbn Sina'nın devam etti. Fakat yine sık sık özel öğ-
559 Pichte, Johann Gotdieb

retmen olarak çalışmayı sürdürdü. İlk yurtseverlik duygulannı tutuşturmaya ça-


yıllarında Lessing, Rousscau ve özellikle lıştı ve ahlaksal yeniden canlanmayı sağ­
Spinoza'run düşüncelerinden etkilenen layacak bir ulusal ·eğitim programı öner-
Fichte 1790'da Kant'ın felsefesiyle taıuş­ di. Daha sonra yeni kurulan Bertin Üni-
tt ve Kantçı oldu. Sonunda Kant'la ta- versitesi'nde önce profesörlüğe (1809),
nışmak için Königsbcrg'e gitti. Kendisi ardından da rektörlüğe getirildi ve mes-
adına hayal kırıklığı yaratan bir görüııme lek yaşamını burada tamamladı.
yaptı.. Bunun üzerine kendisini felsefede Fichte kendini tüm yaşamı boyunca
kanıtlama gereği hissetti ve yalnızca bir- sadık bir Kantçı olarak görmüştür. Fakat
kııç hafta içinde .Kant'ın o ana dek ele ona göre Kant'ın felsefesi yeterince diz-
almadığı, Kant'ın felsefesi ile valliyin bağ­ geli değildir: kuramsal ve pratik felsefesi
daşırlığını ele alan bir inceleme yazdı birbirinden ayrı durur; duyumlarla kav-
(Biilii11 Vahiyleri E lqtimte Detıemesi, 1792). ramlar arasındaki ilişkiyi yeteri kadar a-
. Kant bu metnin yayımlanmasına yardım­ çıklayamaz. Aslında bu görüş Kant son-
a oldu ancak kitaba Fichte'nin adının rası Alman İdealizminin genel bir sap-
yazılması unutulduğundan herkes bu ya- tamasıdır; Fichte'nin ardından Schelling
pıtın Kant'ın uzun süredir beklenen din ile Hegel de Kant'tan büyük ölçiide et-
felsefesi üzerine çalışması olduğunu san- kilenmiş olmakla birlikte, bir yandan da
dı. İlk eleştiriler kitaba övgüler düzdük- onun felsefesini bütünüyle dönüştürme­
ten sonra Kant bu yanlışı düzeltip ken- ye çalışmışlardır. Ancak Fichte Kant'ın
disinin olmasa da denemenin övgüye de- felsefesinin ya da genel öğretisinin çekim
ğer olduğunu bildirince Fichte birden fel- gücünün "pratik felsefesi"nde yattığını
sefe dünyasında şöhrete kavuştu. 1793' görmesiyle ve Kant'ın insan özgürlüğü­
te Jena'da profesör oldu. 1798'de kendi- nü doğarun dışında, öznellikte temcllen-
sinin sorumlu olduğu Philosophisrhu Jour- dirmcsini kendi felsefesine (''öznel ide-
11ni adlı dergide yayımlanan F. K. For- alizm') başlangıç noktası yapmasıyla di-
berg'in din kavramırun gelişimi üzerine ğerlerinden aynlır.
denemesine yazdığı kısa önsözde, Tanrı' Fichte'ye göre, felsefenin görevi nor-
nın bir "kişi" değil de evrenin ahlik.~al mal bilincin ve hergünkü deneyimin aş­
düzeninin ta kendisi olduğunu savundu- kınsal bir ııçıklamasını vermektir. Dola-
ğu için tanntanımazlıkla suçlandı. Fichte' }1Sıyla, felsefe soy!lt olmak zorundadır.
nin uzlaşmaz mizacı ve Fransız Devrimi' Böyle bir açıklamanın ya saf nesnellikten
ni desteklemesiyle tartışma daha da şid­ (''kendinde şey"den) ya da özgür öznel-
detlendi ve profesörlüğü elinden ahndı. likten ("Ben''den) başlaması gerekir. Fich-
Snlıığu Berlin'de alan Fichte burada Sch- te'ye göre özneden, özgürlük alanından
legel ve Schleiermacher gibi Romantiz- başlama idealizmin; nesneden, zorunlu-
min önde gelen diişünürleriyle tanıştı. luk alanından başlamaysa dogmacılığın
Romantiklerden etkilendiği · kadar o da ya da aşkın gerçekçiliğin ilkesidir. Fichte;
romantikleri etkilemiştir. Bu "tanışma" ye göre bunlar hem uzlaştırılamaz kalkış
yla başlayan Berlin yıllan Fichte'nin ikin- noktalarıdır hem de deneyime başvuru­
ci dönem felsefesi diye anılan dönemi lar-ak kanıtlanamazlar. Bununla birlikte
oluşturur. 1805 yılında Berlin'de Erlan- Fichte, "özgürlük ilkesi"nin pratik ve
gen Üniversitesi'nde bir kürsü edinen ahlaksal bakımdan kesin olma gibi bir
Fichte, Napolyon'un ordularının Alman- üstünlüğe sa.llip olduğunu savunur. Ona
ya'yı işgal etmesi üzerine, 1807-1808 yıl­ göre, özgür öznellikten hareketle nesnel-
lannda bazı Söylevler ("Alman Ulusuna liği ve bir benliğin olanaklı olmasırun
Söylevler') verdi. Bu dönemde Aydın­ koşullarını türeten aşkınsal idealizm fel-
lanma'run evrendeşçiliğinden ulusçuluğa sefenin üstüne düşen görevi yerine ge-
doğru kaydı. Söylevlerinde Almanlann tirebilir.
Fichtc, Johann Gottlieb 560

Fichte, dış dünyayı ve zihin durumla- paylaşılan bir ben-olmayan'ı varsaymaları


nru bir kenara bırakıp doğrudan doğruya gerektiğidir. İkincisiyse ahlaki yazgıyı ger-
hem zihindışı nesneleri hem zihinsel du- çekleştiren ben'in, gerçekte görünüşteki
rumlan kavrayan saluk "Ben" (~) üstü- . yaşam çokluğunu gerçekleştiren tekil bir
ne odaklanır. Bu "Ben", Aşkınsal Ben' dünya cini olduğudur. Fichte bu açıkla­
dir; tek tek kişilerde bulunan bireysel mayı görünüşte karşıt doğruların saluk
gözlemlenebilir benler, Aşkınsal Ben'in. doğruya ulaşana dek daha yüksek bir bi-
sayısız öznelere bölünmüş halinden baş­ reşimde ardışık bir biçimde biraraya geti-
ka bir şey değildir. Fichte daha sonra rildikleri "diyalektik yöntem" aracılığıyla
Hegcl'in de kııllandığı diyalektik yöntem- geliştirmiştir. Fichte'nin bu düşünceleriy­
le, bütün bilgileri buradan çıkarsamaya le birlikte, doğanın ve sınırlı zihnin arka-
girişecektir. sındaki gerçekliğin tekil bir saltık zihin
Ona göre, "Ben" bir şey ya da cisim ya da kendini keşfetme ya da geliştirme
değil, salt etkinlik olarak "kendini ortaya sürecindeki "ben" olduğu saluk idealizm
koyma" (ya da "kendinin farkına varma" doğar. Fichte, dünyanın ancak gerçek ye-
y•ı da "kendi üstüne düşünme") etkinli- ri zihin olan kavramların somut edim-
ğidir. Ben, kendi kendinin farkına ya da leşmesi olduğu kavranarak anlaşılabile­
bilincine varması sayesinde vardır: "Ben, ceğini savunur. Bu Fichte'yi Kant'a bağ­
Ben'im (varım)." Ben'in bu kendini or- lasa da o ilgili kategorilerin niçin olduk-
taya koyması "sav"dır. Bu ortaya koy- ları gibi olduklarını ve görünüşte farklı
manın belli koşıılları, dolaymyla belli i- zihinler için ortak bir deneyim bütünlü-
çermeleri vardır. Ben'in kendini ortaya ğünün niçin söz konusu olduğunu açık­
koyuşunu kabul eder, fakat koşıılları ve layarak Kant'ı aşmaya çalışır.
içermeleri reddedersek bir çelişkiye dü- Fichte'ye göre, bilme birbirinden ba-
şeriz. İşte Ben bu çelişkileri ortadan kal- ğımsız, fakat aralarında bir iç tutarlılık
dırarak ilerler. Ben kendinin bilincine va- bulunan bu üç adımın ya da edimin
rarak çalışır ve böyle yaparak kendini sı­ (sav/karşısav/bireşim) birbiri ardına gel-
nırlar; bunu kendinden başka bir şeyi, mesiyle onaya çıkar. Doğayı da, kendi-
kendi-olmayan'ı, ben-olmayan'ı ("karşı­ mizi de bu çeşit edimlerle bili tiz. Ben
sav") onaya koyarak yapabilir: "Ben, kendi özünü bilmek isteyince ben-olma-
Ben-olmayan değilinı." Bu aşamada Ben, yanı -örneğin doğayı- karşısına alır ve
yeni bir çelişkiye düşer: "Kendini hem onun nedenselliğini çözerken kendisinin
evetler hem yadsır." Bu çelişki de bir bi- özgürlüğünü ve özerkliğini de kavramak
reşim ile çözülür: Ben, bölünebilir bir zorunda kalır.
ben ortaya koyar ve bu da bölünebilir fichte'ye göre insan için enson erek
bir ben-olmayan'ı hem sınırlar hem de bilmek değil, eylemde bulunmakur. Do-
kendisi onun tarafından sınırlanır, yani hıyısıyhı insanın kendini bilmesi değil,
ben-olmayan, ben'i kısmen yadsır ve ben özgür olan özünü gerçekleştirmesi asıl a-
de ben-olmayan'ı kısmen yadsır. Ben, maçur. Kant için olduğu gibi, Fichte için
kendini, Ben-olmayan tarafından belir- de özgürlük, dolayısıyla ahlaklılık öznel-
lenmiş olarak, Ben-olmayan'ı da Ben ta- lik alanında mümkündür. Fichte'ye göre,
ratindan belirlenmiş olarak ortaya koyar. özgürlük insana verilmiş bir durum de-
Ama her ben, ben-olmayan'ı diğer ben- ğil, onun gerçekleştirmekle yükümlü ol-
lerle nasıl paylaşmaktadır? Fiehte bu so- duğu bir ödevdir. İnsan.üstüne düşen bu
ruya birbiriyle ilişkili iki yanıt verir. Ya- ödevi yerine getirdikçe özgürleşir. Fich-
nıtlardan biri, ahlaki gelişim bir toplu- te 'ye göre, bir -eylemin doğru ya da eğrı
lukta meydana gelen bir şey olduğundan, olduğunun ölçütü, insanın kendisinde öz-
farklı benlerin ahlaki yazgılarını gerçek- gürlük yasasını taşıdığına en iııandıncı
leştirdikleri ortak bir çevre tarafından lrnnıt olan "vicdan"dır. O Kant'ın koşul-
561 Ficino, Marsilio

suz buyruğunu C'Ancak aynı zamanda Fichte 'nin felsefi öğretisi değil de "Al-
bir yasa olmasını haklı olarak savunabi- man Ulusuna Söylevler"i C'Reden an die
leceğin bir ilkeye göre eyle") "Vicdanına deutsche Nation", 1808; bu metnin 1924-
göre eylemde bulun" diye değiştirip ye- 1925'te Tiirle YNrdndergisinde Hasan Ce-
niden dillendirir. Doğa, Fichte için yal- mil Çambcl tarafından bir çevirisi ya-
nızca insanın gerçek ödevini gerçekleşti­ yımlanmıştır) popüler olur ve böylece
rebilmesi için sunulmu~ bir araçtan iba- Fichte Ziya Gökalp'le genel olarak Türk
rettir. ulusçuluğunu etkiler.
Öte yandan Fichte, Fransız Devrimi' · Oldukça üretken bir felsefeci olan
nin getirdiği doğal hakları savunur. Hu- Fichte'nin temel çalışmaları arasında Ver-
kukun sözleşmeden doğduğunu redde- n"h ei11er Kritik al/er O.ffenbanmg (Bütün
der. İnsanlar daha ilk baştan itibaren do- Vahiyleri Eleştirme Denemesi, 1792);
kunulmaz haklara sahiptir ve bu haklar Beitrag Z!'r Ben"chtign11g der Urteile des P11bli-
temelini akıl sahibi bireylerin toplulu- lwms iiber die franzfiiiuhe Revolııtio11 (Hal-
ğunda bulur. Ona göre, ben hiçbir za- kın Fransız Devrirni'ne İlişkin Yargılan­
man tek başına bulunmaz, başka ben- nın Düzeltilmesine Katkı, 1793); Über
lerden ya da senlerden oluşan bir top- den Begriff der lf?isseım-bajtılehrr (Bilim Öğ­
luluk içinde yaşar. Ben'in arzulan karşı­ retisi Kavramı Üstüne, 1794); Einige Vor-
sında başka benlerin de arzuları vardır. lemngen iiber die Bestimm11tıg des Gekhrten
Dolayısıyla özgürlliğün karşılıklı olarak (Bilgini Belirleyen Nitelikler Üzerine
tanınması gerekir. Bir ben, ancak diğer­ Dersler, 1794); Gnmdkı,ge der gesamten Wis-
lerinin özgürlüğüne saygı duyarak özgür seımhaftskhre (Bütün Bilim Öğretisinin
olabilir. Devletin varoluş sebebi de her- Temelleri, 1794-1795); Gnındlage de; Na-
kesin özgürlüğünü korumaktır. tnrrerhtı nacb Prinzjpien der Wlııenschaftsleh­
Fichte'nin devleti açık bir biçimde re (Bilim Öğretisinin İlkeleri Açısından
sosyalist renkler taşır. Ona göre devlet, Doğal Hukukun Temeli, 1796-1797); DM
mülkiyet hakkının sadece korunmasıyla System der Sittenlehre nach den Prinzjpien der
değil dağıtımıyla da ilgilenmeli, herkesin 117issenırhaftılehrr (Bilim Öğretisinin İlke­
kendi emeği ile çalışıp kazanması için ön- leri Açısından Ahlak .Öğretisi Sistemi,
koşulları hazırlamalıdır. Dolayısıyla Fich- 1798); Der Geırhloııene Handelıstaal (Dışa
ıe'ye göre devlet ekonomik hayata mü- Kapalı Devlet Ekonomisi, 1800); Die
dahale etmelidir. Örneğin, üretimi ve tü- Beıti111111nng des Men.rchen (İnsanı Belirle-
ketimi ayarlayabilmeli, rekabeti sınırla,ya­ yen Nitelikler, 1800); Die Gnındzjige de.r
bilmeli, iç dengeleri bozmaması için de gegewartigen Zeitalter.r (Yaşadığımız Çağın
dış ticareti kontrol etmeli ve kapalı bir Ana Özellikleri, 1806); Über deı lf1eıen du
,!evlet olmalıdır. Gelehrten, nııd ıei11e Emheiıınngen iın Gebieıe
Fichte'nin erken dönem düşüncesi der Freiheit (Bilginliğin Doğası ve Ken-
C'Jena Dönemi'), kendinden genç filo- dini Açığa Vuruşu Üzerine, 1806); Die
zotlar, özellikle Schelling ve Hegel üze- Anweiıuııg z.nm seligm ubtıı, oder anch die
rinde büyük etki yapmıştır. Hegel, diya- Religoııslehrr (Kutlu Bir Yaşama Giden
lektik türetme yöntemini büyük ölçüde Yol ya da Din Öğretisi, 1806) sayılabilir.
Fichte'den almıştır. Fichte'nin aynı za-
manda Alman ulusçuluğunun gelişmesi­ Ficino, Marsilio (1433-1499) Eski Yu-
ne de önemli katkıları olmuştur. Öte nan fılozoflarından, özellikle de Platon'
yandan Romantikleri de derinden etkile- dan yaptığı çeviriler ve bunlara eşlik e-
miştir. TÜrkiye'de Balkan Savaşı yenilgi- den yorumlarıyla Eski Yunan felsefesi-
sinden sonra, aydınlar arasında ulusal bir nin XV. yüzyılda yeniden gündeme gel-
yeniden canlanma hareketi yaratma ge- mesine önemli katkılarda bulunan Flo-
rekliliğine duyulan inanç yaygınlaşınca, ransalı tannbilimci ve felsefeci. Yüksek
Ficino, Marsilio 562

Rönesans olarak anılan dönemde, Gio- bir felaketle sonuçlandığını, felsefenin


vanni Pico · della Mirandola'yla birlikte, gitgide dinden uzaklaşarak kendi ege-
Floransa'nın düşünsel yaşamının merke- menliğini ilan ettiğini, bu durumu değiş­
zinde yer alan kişi olan Ficino, çoğun­ tirmeıiİn yolunun da inancılığa (fideizm)
lukla özel dersler verdiği Aoransa Üni- geri dönmekten değil, Aristotcles 'in ye-
versitesi Öğrencilerinden oluşan Medici- rine Platon'u koymaktan geçtiğini savu-
lerin himayesindeki Platoncu Akademi' nur. Ona göre yaratılışa ve ruhun ölüm-
yle (bkz. Floransa Akademisi), Floran- süzlüğüne inanan Platon, Hıristiyan tan-
sa'yı dönemin felsefesine egemen olan, nbilimi için Aristoteles'ten çok daha iyi
yoz ve din karşıtı bir eğilim içinde oldu- bir felsefi dayanak noktası oluşturacak­
ğunu düşündüğü Aristotelesçiliğe karşı gi- tır. Bu yüzden, :XV. yüzyıldan XVI. yüz-
rişilen amansız mücadelenin kalesi yap- yıla geçerken yapılan felsefe tarttşmaları­
mıştır. run en sıcak konusu olan "ruhun ölüm-
Aoransa'run küçük bir kasabasında süzlüğü" sorununa çalışmaiannda önem-
doğan Marsilio Ficino babası tarafından li bir yer ayıran ilk felsefeci Fiono ol-
tıp eğitimi alması için Floransa Üniver- muşt1;1r. Ficino, en önemli felsefi yapıtt
sitesi'ne gönderildiyse de esas ilgi alanı­ Platonaı Tannbilim, &ıhım Ôliimsiiz.liiğii
nın felsefe ve tannbilim, özellikle de Pla- Ozeri11e'de (fheologia platoııica de im-
toncu ve Augustinusçu tannbilim oldu- mortalitate aııimae, 1474) Platoncu us-
ğunu fark etmesiyle birlikte felsefeye yö- lamlamalan, Aristoteles'ten yola çıkarak
nelmiştir. Daha sonra Floransalı yönetici ruhun ölümsüzlüğünün akıl yoluyla ka-
Cosimo de'Medici'nin dikkatini çekip o- nıtlanabileceğini reddedip felsefeyle Hı­
nun himayesine giren Ficino, Medicilerin ristiyan inancı arasındaki bağları koparan
aile kütüphanesindeki değerli Yunanca el İbn Rüşdcülere karşı kullanır. Ficino ru-
yazmalannı kullanmasına izin vermeleri hun ölümsüzlüğüne ilişkin akılcı karutlar
sayesinde Platon'un ve Plotinos'un bü- ortaya koymaya çalışttğı bu yapıtında ö-
tün çalışmalarını Yunanca'dan Latince'ye lümsüzlüğü savunurken, tıpkı Thomas
çevirerek felsefeye başlıca katkısını yap- Aquinas gibi, kişisel ölümsüzlüğü redde-
mıştır. Ficino, Platon'un 36 diyalogunun denlerin yaşamdan sonra bizi ödül ve
(1484) yanı sıra Plotinos 'un Doleuz.luk cezanın beklediği inancını zayıflattıkla­
Wını da (1492) yorumlar eşliğinde La- rını, dolayısıyla da ahlakdışı davranışlara
tince olarak yayımlamıştır. Özellikle 1496' karşı Hıristiyanlığın en temel yaptırımını
da Commeııtaria in Platonmı adıyla bir ki- ortadan kaldırdıklarını ileri sürer. Ficino'
tapta topladığı Platon üzerine yorumla- nun ruhun ölümsüzlüğüyle böylesine ya-
nyla Platoncu geleneği Rönesans'a ve kından ilgilenmesinin bir nedeni de o-
erken modern dönemlere taşıyan Ficino, nun derindüşünme deneyimiyle olan bağ­
Platoncıt. gelenekten felsefeciler ile tan- lantısıdır. Ficino'ya göre derindüşünmey­
nbilimcilerin yapıtlarının dinsel inanç ile le ulaşılan tanrısal deneyim, insan bilin-
felsefenin bilgeliğini birleştirmek için bir cinin en yüce eylemi olarak, onun tanrı­
model sağladığını savunmuş; kuşkucu dü- sallıkla hayviınsılık arasında bir yere koy~
şünürlere karşı adeta vahiysel bir silah duğu kutsal insan varlığının özünü ve
gibi kullanılabilen Platonculuk ile Hıris­ varoluşunun amacını verir. Derindüşün­
tiyanlığın başarılı bir şekilde birleştiril­ meye dayalı bu deneyim ancak kısmi ve
mesi halinde Hıristiyan inancının eğitim geçici olarak yaşanabileceğinden, ruhun
görmüş insanlar arasındaki saygınlığının Tann'nın bilgisine duyduğu arzuyu tat-
artacağını ileri sürmüştür. min edebileceği bu dünyadım ayn, cisim-
Ficino, ortaçağa hakim olan, Hıristi­ sel olmayan bir varoluş biçimi olmalıdır.
yanlığın Aristotelesçi felsefeyle birleşti­ Ficino'nun Platon'un "antik tannbilim"i-
rilmesine dayalı düşünsel tasarının tam ne dayanan Hıristiyan tanrıbilirn anlayışı
563 fıJozof kral

hümanist ve skolastik düşünürler arasın­ yani adil devlete katkıda bulunurlar. Her
da bir yüzyıldan fazla bir süre boyunca sınıfın eylemlerini yönlendiren, yüküm-
etkisini sürdürmüştür. lülüklerini ve ödüllerini belirleyen ken-
"Platoncu/platonik aşk" kavnııru da dilerine özgü ayırt edici özellikleri vardır.
Ficino'yla birlikte anılır. Ficino, Platon' Bu özellikler bireylerin toplumdaki yer-
un Şölm diyalogunun Yeni Platoncu ba- lerini belirler. Sınıfların sınırlan çok açık
kış açısından etkileyici bir yorumunu bir biçimde çizilmiş ve her bir sınıf tek
sunduğu Aşk Ü~ne (De amore, 1469) bir işlevle sınırlandınlmıştı.t. Yön~timle
adlı yapıtında Platon'un aşk anlayışını ilgili kararların alınmasına katılmayan
Augustinus'un istenç, Aziz Paulus'un yardımcılar ve işçiler tabi (yönetilen) sı­
yardımseverlik, Aristoteles, Stoacılar ve nıflar olup yalııızca yöneticilerin emirle-
Gcero'nun da dostluk üzerine düşünce­ rini yerine getirirler.
leriyle harmanlayarak özellikle Rönesans Üst iki sınıf, yöneticiler ve yardımcı­
edebiyatında geniş yankı bulan yeni bir lar "bekçiler" ("koruyucular") diye de
aşk ülküsü ortaya koymuştur. Ficino'nun adlandırılır. Devlet görevlisi olan bu sı­
ilk kez bir mektubunda kullanarak "il/Jlof' nıflar eşit erkek ve kadınlardan oluşur.
plato11ic11I' adıyla Rönesans Avtupası'nda Oldukça disiplinli ve iyi bir eğitimden
dolaşıma soktuğu bu "Platoncu aşk" kav- geçirilen az sayıdaki yöneticilerin en te-
raıru günümüzde de etkinliğini sürdür- mel özellikleri, duygularına hakim olma-
mektedir. Aynca bkz. Platonculuk; Pla- ları ve ak:ılla karar verme yetileridir. Yö-
toncu/platonik aşk. neticiler, adalet ya da dürüstlük duygı.ıla­
nyhı temellenen bilgileri ve erdemleriyle
lides quaerens inteUectum (Lat.) Fel- toplumdaki uyumu sağlamak için gerekli
sefe ile tanrıbilimi bir potada eritmeyi olan hukukun ve düzenlemelerin yegane
amaç edinen ottaçağ felsefesinde, özel- kaynağıdırlar. Bu yüzden filozof yöneti-
likle de Augustinus'un öğretisinde öne cilerin meşru siyasal iktidar hakkı saltık­
çıkan, "anlamaya çalışan inanç" ya da tır. Filozof krallar İdeaların ve her şey­
"arılama yetisinin peşindeki inanç" anla- den önemlisi İyi'nin bilgisine sahip ol-
ırundaki Latince deyiş. duklarından bunu karar alırken kullana-
bilirler. Platon'a göre İdealar, özellikle
filozof kral (İng. philosophe,. hng, Fr. phi- de bu dizgenin anahtarı konumundaki
losophe-roi; Alm. phikJSophmköm'iJ Platon' İyi İdeası adil bir siyasal düzenin temeli-
un Dev/efinde İdeaları bildikleri için a- dir. Filozof kralların aşın isteklerini de-
maçlar ve değerler konusunda uzlnan netleyebilmelerini ve adil bir biçimde
olan yönetici filozoflara verilen ad. Pla- yönetebilmelerini olanaklı kılan da iyi ile
ton, siyaset felsefesini ortaya koyduğu kötüyü akıl yoluyla ayırabilme yetileridir.
Devlet'te, Sokrates'in ağzından adil bir "Bekçiler" bencillik nedir bilmezler; di-
yönetimin ancak filozofların siyasal ikti- siplinlidirler ve kendilerini görevlerine a-
darın başına geçmeleriyle ya da siyasal damışlardır. Hizmetlerinden aldıkları dı­
iktidarı ellerinde tutarılann ciddi bir bi- şında ne kişisel mutlulukları ne de eko-
çimde felsefeye eğilmesiyle kurulabilece- nomik kazançlan vardır. Onlara göre
ğini belirterek insanlığın ancak bu şe­ devlet, kendisinde en üst düzey bilgiyle
kilde kurtulabileceğini savunur (Devlet, erdemi birleştiren insanlara en önemli ve
473 c-d). en uygun işi verir. Buna karşın Platon,
Platon'un ideal devletinde üç ayn sı­ bekçilerin özel çıkarlarının ve sınıf çıkar­
nıf vardır: yöneticiler, onların yardımcı­ larının siyasal yükümlülükleriyle çatışma­
hın ve işçiler. Devletin olmazsa olmaz ması için onlara işçilere getirmediği iki
birer parçasını oluşturan bu sınıflar te- sınırlama getirir. Bunlardan birincisine
mel işlevlerini yerine getirerek bütüne, göre bekçiler çekirdek aile sahibi olama-
fılozof sirkesi 564

yaçaklardır; onlar için çoaıklar gibi eşler fılozof ywnurtası [ing. pbiloropbm' e.gg]
de ortaktır. Adil olmayan bir kast si.~te­ 1. Simyada fılozof taşının tuz, kükürt ve
minin doğmasını engellemek için yeni civadan oluşan "ilk madde"si. 2. Eski-
nesillerin sınıf üyeliğini ailelerinden mi- den veb-a hastalığı ile zehirlenmelerin te-
ras almalan da engellenmiştir. Bunun ye- davisinde kullanılan, safran ile yumurta
rine ergenliğe ulaşan bütün çoçuklar bi- sansından hazırlanan ilaç. Ayrıca bkz.
reysel özelliklerinin izin verdiği sınıfa simya.
yerleştirilirler. ikincisi bekçiler özel mülk
sahibi olamazlar; ortak olan bütün mal- tin de siede (Fr.) Sözcük anlamı "yüz-
lar temel gereksinimlere göre dağıtılır. yılın sonu" olan .ftn de siicle, XIX. yüzyılın
Lüksten hoşlanmadıkları gibi ortak ba- sonuna doğru tüm bir Batı kültürünün
rakalarda yaşayıp yemeklerini ortak ye- içine düştüğü yozlaşmayı; her şeyde aşı­
mekhanelerde yemekten hoşnut olan rıya kaçmanın, ölçüsüzlüğün yol açtığı
bekçiler, bu sınırlamalan kendilerinden çöküşü nitelemek için kullanılır.
ve çocuklarından çok devlet için kaygı­
landıklarından memnuniyetle kabul eder- fizikötesi bkz. metafizik.
ler. Hizmet ve .adalet gibi değerlerin zen-
ginlik, iktidar ya da aileden daha önemli fizikselcilik [ing. pftysicalism; Fr. pf?ysica-
olduğunu bilirler.Ayrıça bkz. Platon; si- /ismr, Alın. pf?ysicalismus] Birleşik bilim
yaset fdsefesi; devlet fdsefesi. dilinin yalruzca maddi, fiziksel şeylere
göndermede bulunması ve bütün temel
fılozof sirkesi [ing. philosopbm' f!iııe.gar; yükleınlerinin fiziksel olması gerektiğini
Lat. aat11111 pbi/osopbonım] Simyada var ol- savunan görüş; zihinsel ve kültürel gö-
duğu savlanan genel eritken ya da çözü- rüngülere ilişkin önermeler de dahil ol-
cü; simyacılann varsaydığı katı bir mad- mak üzere bütün anlamlı önermelerin il-
deyi parçalayıp "eriyik" haline getiren kece doğrulariabilir fiziksel nesne ve sü-
sıvı. A yrıça bkz. simya. reçlerden oluşan fizik diline aktarılabile­
ceğini savunan öğreti. Mantıkçı olgucu-
fılozof taşı ~ng. philosopber's stoııe; Fr. lann bütün bilimlerin fiziğe indirgenebi-
piem des pbilosophes; Alm. stein ılır weisen] leceği, yani herhangi bir bilim dalının ya-
Simyada "bilge taşı" diye de anılan, salarının fiziğin yasalarından uygun bir
değeri düşük metalleri altına dönüştürme biçimde türetilebileceği görüşüne dayalı
gücü olduğuna inanıldığından simyaçılar olarak 1930'larda ortaya attığı "fiziksel-
tarafından ardına düşülen hayali bir cilik", bütün bilimsel önermelerin fizik-
madde ya da gizemli bir töz; eskiden sel nesnelere ilişkin önermelere dönüştü­
kimyasal bir karışımla elde edileçeği rülebilir olması gerektiğini savunur. Mad-
varsayılan "al un taşı". decilik bağlamında da fızikselcilik, her
Simyacıların sonu gelmez "fılozof ta- şeyin fızilı: biliminin temel kabul ettiği
şı" arayışları sonuçsuz kalsa da bu çaba- kendiliklerden oluştuğu ve temel fiziksel
nın kimi yararlı deney araçları (örneğin kendilikleri yönetenlerden bağımsız dü-
buhar pompası) ile birtakım yöntemlerin zenlilikler ve yasalar bulunmadığı varsa-
(örneğin damıtına işlemı) geliştirilmesin­ yımı üzerine kurulu modem bir madde-
de faydası dokunmuştur. Aynça bkz. sim- cilik uyarlamasıdır. Otto Neurath gibi
ya. Viyana Çevresi düşünürleri tarafından
geliştirilen fızikselcilik görüşü, zihin fel-
filozof yağı [ing. pbi/osophm' Dil, oi/ of sefesinde de "zihin-beyin özdeşliği" ola-
philosopbers] Eski eczacılıkta bezir yağı rak bilinen ve Herbert Feigl ile J. J. C.
(keten tohumu yağı) ile kiremit tozun- Smart tarafından geliştirilen zihinsel du-
dan hazırlanan ilaç. Ayrıça bkz. simya.·· rumlarla olaylan sinirsel-fiziksel durum-
565 Foucault, Michel

lar ve olaylarla özdeşleştiren "zihinsel "tümeller tartışması"ndatümel kavram-


şeyler ıı;erçekte fızikselı:iir" yollu öğreti­ ların gerçekliğini, onların
kendi başlarına
nin dayanak noktasını oluşwrur. var olduklarını y:.ıdsıyan Roscelinus'un
Viyana Çevıcsi'nin kurucıılanndan Ot- başlatmış olduğu adcı anlııyı~ın "kavram
to Neurath, "radikal fızikselcilik"
olarak gerçekçiliği"ni çürütmek için kullandığı
anılan görüşünü, Aydırılanma'dan beri deyiş. Bu söz tümellerin ya da genci kav-
güdülen "bilimin birliği" ülküsü çerçeve- ramlann yalnızca "ağızdan çıkan· birer
sinde, tek bir bilimsel dil oluşturarak ki- ses", "havada kalan sözcükler" olduğu­
şileı:arası arılaşma olanağını en üst düze- nu ima eder.
ye çıkarmak amacıyla ortaya atmıştır. Bu
bağlamda Neuı:ath'ın fıziksdciliği farklı Floransa Akademisi ~ng. Aı"tlJUl!J of
bilimlerin dillerinin arzu edilir bir birc- Flarrna; Fr. Flart111i11e Amtlimit Alm. Fla-
şimini vaat eden dilsel bir öğretidir. Bu rrnıiner Auıkmie] Platon'un kurduğu A-
görüş, Viyana Çevıcsi düşünürlerinin bil- kademia'ya öykünerek, XV. yüzyıl İtal­
ginin temellerini yalın ve yorumlanma- yası'nda, Yüksek Rönesans'ın düşünsel
mış duyu deneyimlerinde aramak yerine merkezlerinden biri olan Floı:ansa'da
fızikselci ve bütüncü bir bilgikuramına Manilio Ficino'nun etrafında toplanan
yönelmelerini sağlamıştır. Bütün bilimsel ve genellikle Floı:ansa Üniversitesi öğ·
önermelerin -fizik alanıyla sınırlı kalma- l'Cncilerinden oluşan Platoncu gruba ve-
dan- zaman ve uzam bağlamında yer a- rilen ad. "Platoncu Akademi" (Amıkmim
lan maddi şeyler üzerinden ifade edil- Plalollİlil) olaı:ak da bilinen bu felsefe o-
mesi getcktiğini savunan bu tizikselcilik kulunun en büyük koruyucıılan döne-
anlayışı, birleşik bilim ülküsüne dayalı bu min FlorAASa'sında en güçlü aile konu-
yöntemin yeterli bilimsel ölçütleri sağla­ munda olan Medicilerdir. İtalyan Rönt.'-
yan her tiirden araştırmada kullanılabile­ san.~ı'nın düşünsel kıvamını bulmasında
ceğini savlar. Bu biçimde ifade edilen bi- büyük katkısı olan bu okulun temel uğ­
limsel önermelerse, "gcrçeklik"le değil, mşı, Platoncu ve Yeni Platoncu yapıtla­
ancak kendileri gibi önermelerle karşı­ nn çevirisi ve yeniden yorumlanması yo-
laştırılarak doğrulanabilir. Bu bağlamda luyla Platoncu dünya görüşünü yeniden
sıkı bir "dilsel deneycilik" anlayışını sa- canlandıı:arak Hıristiyanlığı dönemin din
vunan Neurath'a göre, dilin dışına çıka­ karşıb Aristotelesçi felsefesinden kurtar-
rak Poppcr gibi gerçekliğe ya da Carnap mak olmuştur. F!oransa'da 1480ıerde en
gibi kişisel/öznel (görüngüsel) deneyim- şaşaalı günlerini yaşayan Platonculuk,
lere başvurmak olanaksızdır. Medicilerin 1494'te iktidardan düşme­
Başlarda indirgemeci bir anlayış olan siyle etkisini büyük ölçüde yitirmiştir.
fizikselciliğc yöneltilen eleştiriler karşı­ Aynca bkz. Ficino, Manilio; Platon-
sında 1970'1erden itibaren fızikselciliğin cııluk.
indirgemeci olmayan uyarlamalan gelişti­
rilmeye başlanmıştır. Bunlara göre varo- fonn bkz. biçim.
lan her şeyin fiziksel olduğunu iddia et-
mek, tüm anlamlı önermeleri fıziksel dile fonnalizm bkz. biçimcilik.
dönüştürmenin olanaklı olduğunu iddia
etmek değildir. Bu görüşün zihin felsefe- Formlar Kurama bkz. Platon.
sindeki karşılığı zihinsel özellikler fizik-
sel özellikler taı:afindan belirlenseler de Foucault, Michel (1926-1984) Günü-
onlara indirgcnemezler görüşüdür. Ay- müzde yaşanan sorunlann içyüzünü kav-
nca bkz. Neurath, Otto. ramak, her durumda şimdi ve burada o-
lanları arılamak bakımından tarihe yak-
Datus vocis (Lat.) Ortaçağ felsefesinin laşmayı savunan, yaptığı siyasal ve felsefi
Foucault, Michel 566

yönelimli incelemelerle XX. yüzyıl felse- sımıştır. Öte yanda yapısalalığın ikinci
fesine damgasını vurmuş Fransız felsefe- temel savına karşı çıkışındaise söylem
ci ve düşünce tarihçisi. Paris'te kurulu alanının dışına ayak basmanın olanaklı
bulunan Ecole Norm.tle Superieure'de olmadığını, söylem dışında verili durum-
(Yüksek Öğretmen Okulu) felsefe ile ruh- ları "nesnel'' olarak araştırmak diye bir
bilimi ö~renimi gören Foucault, 1960'1.ı şeyden söz edilemeyeceğini sa vunmuşıur.
yıllar boyunca önce Clermont-Ferrand Foucault, daha ilk yazılarında Marxçı te-
Üniversitesi Felsefe Bölümü'nün, daha mellere dayandırılmış bir varol111pı !ftrii"-
sonra ise Vincennes Üniversitesi Felsefe giibili111anlayışı geliştirmiş olmasına karşın,
Bölümü'nün başkanlığını yapmıştır. Çağ­ çok geçmeden bu düşünsel çizgiyi bir
daşı pek çok Fransız felsefeci gibi Fou- yana btrakarak kendi özgün yaklaşımla­
cault da düşünsel yaşamına ilkin ruhbi- nnı geliştirme yoluna gitmiştir. Gerek dü-
limsel görüngüler üzerinde durarak baş­ şüncenin gerekse bilginin öznelerin bi-
lamıştır. Nitekim 1954 yılında yazdığı.A­ linçli yarallları doğrultusunda hep bir rii-
h/ Hasıa#lt 11e Kipile (Maladie mentale et rı/elili/e gö.~tetdiğine yönelik geleneksel
personalitc) başlıklı kitapta, Marıı:çı dü- yaklaşımlara karşı, düşünce tarihinin lee-
şünce çerçevesi içinde kalarak varoluşçu süılikrle ya da hıp111alarltı evrilen bir doğa
bir görüngübilim geliştirme arayışı içinde sergilediği saptamasında bulunmuştur.
olduğu görülmektedir. 1970'te Düşünce Buna bağlı olarak da asıl yapılması gere-
Dizgeleri Tarihi Profesörü p-dyesi aldığı kenin bilgiyi olanaklı kılan doğruluk sav-
Fransa'nın en gözde okulu College de larının dile getirildiği söylemin koşullan­
Frnnce'ın akademik kuruluna ·seçilmiş; na odaklanmak olduğunu savunup söy-
1980'li yılların başında "ulusötesi" bir lemlerin oluşumunda belirieyici olan söy-
düşünür konumuna gelmesine bağlı ola- lemlerin altında yatan kurallar ile varsa-
rak, aldığı davetler doğrultusunda çeşitli yımları araştırmışttr. Çoğu durumda Fou-
konuşmalar yapmak üzere dünyanın dört cault'nun çalışmaları, bilgi ile iktidar ara-
bir köşesini dolaşmıştır. Kendini dışavur- sındaki temel bağlantının ortaya çıka­
ma olarak yazarlık kurumuna bütünüyle nlması amacıyla yürütülmüştür. Foucault
karşı çıkmış, kendisinden kaçıp kurtul- bilgi yapılarını snlt iktidarın araçları ohı­
mak için olduğundan başka biri olmak rak kullanılabilecek kendi içlerinde özerk
adına yazdığını dile getirmiştir. Bir başka düşünsel yapılar olarak değerlendirmez.
yerde ise belli bir ben konumuna yerleş­ Çok çok bilgi yapl_)arı olmaları anlamın­
tirilemeyecek denli "yüz-süz" biri olarak da toplumsal denetim dizgeleriyle bağ­
yazmaya özen gösterdiğini belirtmiştir. lantılıdırlar ama bu dizgelere tümüyle in-
Çoğu felsefe çevresinde uzunca bir süre dirgenebilir oldukları söylenemez. Bu
''yapısala" bir düşünür olarak görülme- noktada bilgi ile iktidar arasındaki bu
sine karşın, ilerleyen yıllarla birlikte "post- çok temel bağlantının izini süren Fou-
yapısalcı" düşünceakımınınenöndegelen cault, sonunda iktidarın yalnızca bastır­
temsilcilerinden biri olarak andına nok- macı ya da baskıkurucu olmayıp yarancı
tasına gelmiştir. Bu bağlamda gerek dilin bir doğası da bulunduğu gibi oldukça
gerekse toplumun "kural izleme yöne- çarpıa bir sonuca varmıştır. Nitekim ik-
limli dizgeler•· olduklarına yönelik yapı­ tidar, çoğunlukla ·tehlikeli bir araç ol-
sala sava sıcak bakmakla birlikte, yapı­ makla birlikte olumlu birtakım değerle­
salalığın iki temel varsayımına kesin bir rin de ana kaynağı konumundadır. Bilgi
dille karşı çıkmıştır. Bu karşı çıkışların­ dizgeleri kendilerince nesnel doğruluğu
dan ilkinde, bütün öğeleri ve kuşatanla­ istedikleri denli dile getiriyor olursa ol-
nyla birlikte insanın özünü açıklayacak sunlar, her durumda şöyle ya da böyle
şaşmaz kesinlikleriyle öne çıkan "temel- varolan iktidar rejimleriyle bağlantı için-
denci" yapıların varlığını bütünüyle yad- dedirler. Tersten söylenecek olursa, ikti-
567 Foucault, Michel

dar rejimleri zorunlu olarak denetimleri özsel bağlannnın açdımlan üzerinde dur-
alunda tuttuklan nesnelere ilişkin bilgi muştur. Buna göre, bilgi binaları Bacon-
yapdanna yol açmaktadırlar. a anlamda birer güç aracı olarak değer­
Çalışmalannda yöntembilgiscl bir bir- lendirilebilecek özerk düşünsel yapdar
lik ya da kuramsal bir bütünlük yoksa da Jcğillerdir; bütünüyle toplumsal denetim
Foucault'nun her biri değişik sorunlar ve dizgeleriyle özsel bir bağlantı içindedir-
yöntemlerce belirlenen yazdarıııı birkaç ler. Foucault geliştirdiği soybilim yakla-
ana başlık altında toplamak olanaklıdır. şımıııı ilkin modern tutukcvleri ile bun-
Önceki döneminde ruhsağ.dıımı, klinik lann üstüne bina edildiği ruhbilimsel ve
tıp ve toplum bilimleri alanlarında yap- toplumbilimsel bilgi arasındaki ilişkileri
tığı çalışmalarda, düşünce di.zgdcrine her araştınrlı:en uygulamıştır. Daha sonra,
koşulda bireylerin kandanndan, inançla- benzer bir çözümlemeyi, modem cinsel-
nndan ve niyetlerinden bağımsız "söy- lik pratikleri ile "cinsellik bilimleri" ara-
lem yapdan" olarak yaklaşddığı bilgi lııa­ sındaki ilişkiye de uygulamış, ancak çok
Zfbili111i yöntemini geliştirmişıir. Bu an- geçmeden bu tür bir çalışmanın k:.ıçınd­
lamda, en azından izlediği yöntemler açı­ maz olarak Eski Yunan ile Roma dün-
sından bakıldığında, Foucault'nun dü- yalarındaki etik ben tasanmıııın anlaşd­
şüncesi iki ana aşamaya aynlarak ele alı­ masına yönelik bir yaklaşımla başlatd­
nabilir: Bunlardan ilki önceki dönem ça- ması gerektiği noktasına gelmiştir. Tıpkı
lışmalannda başvurduğu ~bilim yön- tarihsel içerikleri gibi, Foucault'nun ka-
temiylı:en, ikincisiyse rl!JbİIİlll ya da rl!Jleii- zıbilimsel ya da soybilimsel çözümleme-
tiile yöntemidir. Temcide Foucault'nun lerinin felsefi ve etik içerimleri de olduk-
kazıbilimi, Kant'tan beri egemen bir ko- ç-.ı kannaşık, çoğu durumda da "meydan
numda bulunan "insancılık" anlayışında okuyucu" niteliktedirler. Yazdannda bel-
son derece önemli bir rol oynayan insan li bir yöntembilgiscl bütünlük, kuramsal
öznesi tasanmıııı merkezi konumdaki bir birlik olmadığından Foucault'nun dü-
yerinden düşürmeyi amaçlamaktadır. Bu şüncelerini kendi içinde tutarlı, bütün-
bağlamda kazıbilim bir. dizgeden bir baş­ lüklü ve kapsamlı tek bir yorumlama ya-
kasına nasd geçildiğini açıklamaya yöne- pısıyla anlamaya çalışmak neredeyse ola-
lik bir yaklaşım sunmak gibi bir amaç naksızdır. O nedenle Foucault'nun yazıla­
gütmemektedir. Nitekim bu eksikliği gi- nna daha çok belli sorı,ınlann araştınl­
dermek adına daha sonr.ıdan yaptığı ça- dığı, birtakım izleklerin daha bir öne çık­
lışmalarda Foucault, söylem dizgeleri a- tığı, okurda bclli bir etki doğurmak ama-
r.ısında meydana gelen bilgi/e1Ka111sal hJp- ayla tasarlanmış eğitbilimsel yönelimli
malan yani epirte1111 değişimlerini ı.uplum­ çalışmalar olarak yaklaf mak daha doğru
sal iktidar yapdannın söylemsel olmayan · bir tutumdur.
pratiklerinde meydana gelen kopmalarla Foucault'nun yapıtlaı:ına şöyle bir
ilişkilendirerek açıklama yoluna gideceği göz gezdirildiğinde bile açıkça görüleceği
R!Jbi!i111 adını veidiği yeni bir araştırma iizett, kazıbilim temcide söylemle ilgile-
yöntemi tasarlama gereği duymuştur. nirken, buna karşı soybilim iktidarla il-
Tıpkı Nietzsche'ninkiler gibi Foucault' gilenmekte, iktidar ilişkilerinin çözüm-
nuri soykütükleri de Marx'ın ya da Fre- lenmesi üstünde durmaktadır. Foucault,
ud'un geliştirdikleri türden bütün kap- başta ilk yazdıklan olmak üze~ çalışma­
samlı açıklama şemalanııı reddetmiştir. larının önemli bir bölümünü "kazıbi­
Foucault bu bağlamda düşünce dizgele- limler" diye adlandırmaktadır. Foucault-
rini bir yığın küçük parça ile birbiriyle cu ~bilim çalışmalannda temel amaç,
ilintisiz nedenlerin olumsal birer ürünü bclli başlı yaşam pratiklerini, toplumsal
olarak değerlendinniş, her durumda bilgi kurumlan, bilimsel kuramlan olanaklı kı­
ile iktidar arasında olduğu1111 düşündüğü lan şeylerin, bunların gerisinde üstü ör-
Foucault, Michel 568

tülü biçimde yatanların (söylemlerin) or- ğumuz şeyleri kavrama yollarımıza ilişkin
taya çıkanlmasıdır. Ôte yarula, ff!JbİIİIN bir etki doğurmak, kavranmış olanların
kılı kırk yaran bir özenle yapılması gere- başka biçimlerde de kavranabileceğini
ken bir belgeleme çabasıdır. Bu bağlam­ göstererek bir anlamda kavrayışımızı de-
da Foucault'nun soybilim araşnrmaları ğiştirmektir. Genellikle geçmiş ile şimdi
ıarihe upkı dili, gerçek anlamı sökülecek arasındaki ilişkiyi kavr-Amada lxışvurulan
bir metin gibi yaklaşmaktadır. Soybilim üç temel eğretileme ("neden", "sonuç",
gelişigüzel yapılan bir araşurma yordamı "organizma'' eğretilemeleri) bulunmak-
olmayıp çok çeşitli bakış açılarından de- L'ldır. Foucault bunlardan organizma eğ­
falarca yazılmış, yeniden yazılmış metin- retilemesini benimseyerek, şimdinin geç-
lerin üstüne titiz bir biçimde gidilmesini miş tarafından doğurulduğu düşüncesini
gerekli kılmaktadır. Soybilim devasa bir olurlayan bir yaklaşım seçmiştir kendi-
erekbilgisi varsayan, oldum bitti köken- sine. Bu bağlamda Foucault'nun College
deki ilk temelleri ya da ilkeleri araştıran de France'ta yaptığı S öyleıui11 DiiZ!11İ (L'
"üsttarihsel" yaklaşımlardan kendisini ö- ordre du discours, l 971) başlıklı açılış
zellikle ayrı bir yere koymaktadır. Soybi- konuşmasının metni, kazıbilimin yardı­
lim yaklaşımında belirli tek bir yerden mıyla }'"dpılan dışlama biçimlerinin eleşti­
başlamak gibi bir zorunluluk yoktur; sa- rel çözümlemesinin daha az önemsendi-
yısız yerden sayısız biçimde başlama ola- ği, buna karşı söylemin oluşumuna iliş­
nağı bulunduğu için, önemli olan kendi kin soybilimscl araştırmanın çok daha ö-
·içinde bütünlüklü tek bir öykü oluştur­ ne çıktığı bir geçiş metnidir. Foucault ta-
mak değil, bir öyküler çokluğu yaratmak- rihsel soykütüklerinde, çağdaş dünyanın
tır. Hiç kuşkusuz bu noktada soybilim- uzlaşılarüstüne kurulu toplumsal kurum-
den anlaşılması gereken, yalnızca siyasal lar ile pratikler yoluyla hangi koşullar al-
mücadeleler karşı.'llllda tarihçilerin yerini unda nasıl biçimlendiğini, özellikle gi-
de yansıtacak yeni tarihlerin yazıya alın­ dimli ussallık tarafından "sapkın" ya da
ması çabası değildir. Ôyle ki değme bir "anormal" diye nitelenenlerin dışlanarak
soybilimci, geleneksel tarihlerdeki konu- aşınlıklara na.~ıl itelendiği üstüne odakla-
lan hep bugünü daha iyi anlamak açısın­ narak betimlemektedir. Soybilimsel araş­
dan ele alıp· işleyen, tarihsel bilgi söy- tırma çoğunlukla, tümel olanın yerine ti-
lemlerinin bizden neleri, hangi gerekçe- kelin ya da teklerin konduğu, genel ola-
lerle, ne adına gizlediklerini açıkça ortaya nın yerine yerel olanın, süreklilik göste-
sermeye çalışan kim~edir. Ancak bunun renin yerine "kesintili'' olanın, gendge-
yanında kendi çalışmalarının yorumdan çer olanın yerine sapkın olanın, göz ö-
öte bir değeri olmadığının da iyiden iyiye nünde olanın yerine gözardı edilenin izi-
ayırc\ındadır. Soybilimci hep elde olan- ni sürerek gerçekleştirilen ·bir araştırma
larla çalışır, daha önce görülmemiş olanı biçimidir. Soybilimsel araştırmanın en
görmek için, daha önceden verili olma- yetkin örneklerini veren Alman filozofu
yan anlamı bulmak için ele aldığı kültürel Nietzsche, önemli kitaplanndan birine
etkinliğin üstüne önülenleri kimileyin Ahlôhn Soykiitiiğii (Zur Genealogie der
kazıyarak. kimileyin süpürerek, kimileyin Moral, 1886) adını vermiştir. Nitekim,
üfleyerek ortadan kaldırıp derinlerde ya- soybilimsel araşnrmanın genel doğası hiç
tanı gün ışığına çıkarır. Bu anlamda ftlte- kuşkusuz en iyi anlatımını Nietzsche'nin
faer taril!J~ı diye nitelenebilecek soybi- şu sözünde bulmaktadır: "Felsefe tarihi
limin başlıca amacı, yalnızca öykü an- unutulmuş, hatta unutturulmuş düşün­
latmak, geçmişte gerçekten neler olmuş celerin de tarihidir." Açıkça görüleceği
olduğunu söylemek, olayları oldukları bi- üzere, soybilimsel araştırma pek çok a-
çimiyle betimlemek değildir. Temel amaç raştırma yordamının tersine, süzgeç işle­
daha çok, geçmişi açıklarken başvurdu- vi gören, sıradüzene koyan, yapılandırıp
569 Foucault, Michcl

düzene koyan, kendi içinde bütünlüğü !imi "arşiv" oluşturan bir dizi söylem o-
bulunan tckparça bir kllram olarak tarih larak yeniden tanımlamıştır. (ıi) 70'1i yıl­
görüşünün doğrulllğunu bütünüyle yad- lann iktidar biçimlerine yoğunlaşan soy-
sımaktadır. Buna bağlı olarak, varohın bilint yö11elimli 11r<1şlırmalar ılö11emi. Pou-
kurumlar ile yerleşik söylem yapılarını cault'nun düşün yaşamının ikinci aşama­
gerisin geriye gerçekten doğdukları kay- sının en iyi görülebileceği yer, söylemin
nağa, yani iktidar savaşımlarına geri gö- oluşumuna yönelik bir soybilim çalışma­
türerek, toplumların iktidar yapılanndaki sının yürütüldüğü L 'onltr ı/11 ıli.taJ11rs (Söy-
değişimlerin hiçbir durumcla yalınkat, lemin Düzeni, 1971) adlı yapmdır. İkti­
tekp-.ırça, bütünlüklü hele de erckbilgisel dar kavnımı üzerine iyice eğildiği sonr-.ıki
şemalar içine yerleştirilerek açıklanama­ ç.ı!ışmalarına bir geçiş metni olan bu ya-
yacak söylemsel olmayan pratiklerdeki pıt, iki önemli kitabın daha yayımlanma­
değişmelerden kaynaklandığı açıklama­ sına önayak olmuştur: XIX. yüzyılın sı­
sını getirmiştir. Özetle, soybilim insanlı­ radışı aile içi cinayet vakalanndan birini
ğın özgürlüğe, mutlııluğıı, sınıfsız toplum sanığın olağandışı güncesine odaklanarak
türünden birtakım ülkülere doğru evril- ele aldığı ve etkileyici hir sunuşla yayıma
diği yönündeki crckbilgisellik üstüne ku- hazırladığı M.oi, Piem RWiire, '!l""t igtngi
rulmuş "ilerlemecilik" tasarımının tcmcl- ma tldn, nta w11r ti ntot1.frirr (Annemi, Kız
sizJiğini tamtlama amaa gütmektedir. Kardeşimi ve Erkek Kardeşimi Katleden
Foucault'nun bir bütün olarak dü- Ben, Pierre Rivirrc, t 973) ilesuç ve suç-
şünsel gelişimine bakıldığında çok genel luluğun soykütüğünü çıkardığı S1111'til/er et
bir deyişle üç ayn aşamanın varbğırun p111tir: NaiUllllre ılt la priro11 (Gözetleme ile
sözü edilebilir: © 601ı yıllann bilgi diz- Cezalandırma: Hapishanenin Doğuşu,
gelerine yoğunlaşan kt1Zfbilint yönelimli a- 1975). Bu yapıtlardan ikincisi, Gô'Z!tlente
f"a{ltr111alar döntnti: Bu ilk dönemin en ö- ile Cezalanılırma, XIX. yüzyılda hapisha-
nemli çalışması Folit ti ıliraiıoıı: Hirıoire de nenin doğuşu konusuna odaklanarak,
la falit ti l'tigt daııiqHt (Delilik ile Usdışılık: kapatmanın insani bir cezalandırma bi-
Klasik Çağda Deliliğin Tarihi, 1961), de- çimi mi yoksa düpedüz bir işkence mi
lilik ile us anısındaki sessizliğe gömül- olduğu konusunu soı:gulamaktadır. An-
müş etkileşimin nasıl olduğunun k.ızıbi­ cak kitap daha genel açıdan bakıldığında,
limini sunmaktadır. Yapıt, Batı dünya- bcdcrılcrini eğitmek yoluyla toplumun
sında daha önceleri tannsal esin altında bireyleri nasıl düzene ya da hizaya soktu-
olma clunımu olarnk görülen deliliğin, ğunıı incelemektt'clir. ~ii) 70'li yıll:ırın i-
n.ısılolup da aşama aşama zihinsel bir kinci yansı ile 80'1.i yılların temelde etik
hastalık olarak görülmeye bıışlandığtnın ile özgürlük konulan çerçevesinde yürü-
izini sünnektc, Batı toplumlarının delili- tülen btıı(lik) 1tkt1olojiıi/lmı(i11)yap11111 tıf"lZ{­
ğin yaratıcı gücünü geleneksel olarak lm/lalan dö111111i. Bu son aşama ise Eski
bastırmış olduklarını açıkç.ı ortaya ser- Yunan'dan başlayarak cinselliğin tarihini
mektedir. Şeylere up gözüyle bakışın ka- soruşturduğu Hi.rıoire de la JtXHafitt•yi
zıbiliminin yapddığı Naiııa11rt Jt la dini- (Cinselliğin Tarihi, 1976-1984) kapsa-
911t: Hnt are/Jitı/op ıJ11 rigarJ ntitJİta/ (Klini- maktadır. Başta altı cilt olarak tasarlanan
ğin Doğuşu: Tıbbi Bakışın Kazıbilimi, ancak Foucault'nun ölümüyle ancak üç
1963) bu dönemin diğer bir önemli kita- cildi yayımlanabilen Cinıelfi/jn Tarihlnin
bıdır. Öte yanda, bu dönemin adeta bi- ilk üç kitabı [Bi~ iı1t1ta (La l'Oiot1ıi Je
rer kuramsal bildirgesi olan Leı Matı et /es ıaı>oir, 1976); Haz.Z!n Knllanıntı (L 'N.rage Ju
&boseı: lltlt arehltılogt ·ı/es ıt:itn&tS h11ntoit1u plaiıirs, 1984); Ben ~gm (Le 1011t:i ıle ıoi,
(Sözcükler ile Şeyler: İnsan Bilimlerinin 1984)) cinsellik, iktidar ve bilgi arasın­
Kazıbilimi, 1966) ile L'Arrhio"'1,ie ılN ıa­ daki ilişkiler ustünde dunnaktadır. Bu ki-
ııoir (Bilginin Kazıbilimi, 1969), kazıbi- taplarda Foucault, Batı toplumlannda a-
Foucault, Michel 570

şama aşama insanların kendilerini cinsel şüncclerine sarsılmaz bir güven duydu-
varlıklar olarak anlama noktasina nasıl ğunu açıklıkla göstermektedir.
gddiklerinin, cinsel ben kavramı ile bire- Foucault, yapıtlarında, özellikle tarilı
yin etik yaşamını ilişkilendirme noktası­ boyunca insan doğası ile toplum yaşa­
na nasıl gelindiğinin tarihteki aşamaları­ mına ilişkin değişmez doğruluklar diye
nın izini sürmüştür. Nitekim bu bağlam­ görülenlerin tarihin akışı içinde hep de-
da, 011seliğin Taribi Nictzsche'nin Abla- ğişmiş olduklarını yerinde yapuğı kazıbi­
/em S oy/eiiliiğii başlıklı kitabını kendisine lim çalışmalarıyla tanıtlama arayışı içinde
model alarak, bir "arzulayan özne soybi- olmuştur. Bu anlamda ülkesi Fransa'da
limi" sunmak amacıyla tasarlanmıştır. Ki- Alman siyaset fdsefecisi Marx ile Avus-
tabın Bi~i İstmti başlığını taşıyan ilk cildi, turyalı ruhçözümlemeci Freud'un öğre-.
özdlikle bilgi ile iktidar arasındaki etkile- tilerine duyulan sarsılmaz güveni sorunlu
şimi temellendirmek için sunduğu özgün bir hale getirmekle kalmamış, hemen bü-
çözümlemeler balonundan ayn bir önem tün çalışmalarında önerdiği yeni kavrayış
taşımaktadır. Haz.z!t1 Kıdlmnmı ile Bm K'!}· ve kavrnmsallaşurmalarla, genelde bilgi
g1S1 daha çok. Eski Yunan ve Roma dö- oyunlarının, daha özeldeyse felsefe gün-
nemi metinlerinde dillendirilen yaşama deminin bile İsteye dışına itilmiş tutuk-
sanall üstiine yapılmış incdemelerdir. evlerinden cinselliğe, eşcinsellikıen de-
Bununla birlikte her ilci yapıun da büyük liliğe tJ{tr1bk içeren bir dizi konuya ilişkin
ölçüde öznel insan deneyimlerinin iktidar insanların kafalarındaki varsayımları kök-
diyle nasıl koşullandınlıp denetlendiği lerinden sallamıştır. Foucault çalışmaları­
konusu üstüne yoğıınlaşuğı açıkça gö- nın en başından beri modern Bau top-
rülmektedir. Günümüzde çoğunluk Fou- lumlarındaki ·iktidar örüntillerinde mey-
cault'nun adıyla birlikte anılan tarihsel dana gelen kırılmalara odaklanarak, bir
"kopuş" ya da "süreksizlik" tasarımı ise yandan iktidarın ben ile hangi biçimlerde
yalnızca bu yapıtlara özgü değildir; ilkin ilişkili olduğunu araşıırırkeıı, öbür yan-
daha önce yazıya alınan Ştyleri11 DiiZ!llİ/ dan tarihin bir döneminde doğru olarak
SöZfiileler ile Şeyler başlıklı yapıun içinde görülen bir anlayışın bir başka dönemde
yer almaktadır. Aynca Foucault'nun Cin- yanlış olarak görülmesine geçişi yöneten .
selijn Tariblnin bir cildi olarak tasarla- değişken kuralları belirlemeye çalışmışur.
dığı Eli11 İtimflan (Les aveux de la chair) Bunun yanında, bergiiıı/eiiyapım pratikleri-
başlıklı yayımlanmamış bir kitabı daha nin nasıl ve hangi koşullar alunda mo-
bulunmaktadır. Foucault'nun gözünde d~ bireylerin kimliklerini tanımlamaya
gerçek özgürlük, ancak bizden "normal'' olanak tanıdığı sorusu üzerinde ayrı bir
olmamız beklentisinden bütünüyle ko- özenle durarak, şeyleri anlamanın her
pulduğunda, böylesi bir kopma da bütün yolunun kendi içinde hem belli getirileri
bedellerini ödemek göze alındığı sürece hem de belli götürilleri olduğunu ileri
gerçekleştirilebilir. Foucault'nun iktidara sürmüştür. Bu anlamda şimdiyi geçmişte
ilişkin hemen bütiin çalışmalarına ege- meydana gelmiş olaylaon doruğa ulaşıığı
men olan temd farkındalık, iktidarın öz- yer olarak görmek yerine, gerek kazıbi­
neyi nasıl ve hangi yollarla ürettiği soru- limleriyle gerek soybilimlcriyle yeni bir
sunu açıklığa kavuşturmayı amaçlamak- tarih yazma arayışı içinde olduğu görül-
tadır. Foucault'nun özellikle son yapıtla­ mektedir. Söz konusu tarih, Aydınlan­
rında, seçenek oluşturacak yaşam biçim- ma'dan başlayarak bütün bir Batı düşün­
leri önünde gizlenmiş yatan kendilerin- cesini "söylem" adını verdiği kapsanılı
den kurtulunması hiç de kolay olmayan birlikler ya da bütünlükler doğrultusunda
a priori engellere karşın, insanın olumsal çözümlemektedir. Foucault'nun bu ça-
kavramsal sırurlarumlardan özgürleşme lışmalarındaki ana savı, söylemin kendi
olanağının peşine düşmüş olması, dü- nesnelerini, öznderini, kavramlarını, stra-
571 Foucault, Michel

tejilerini belirlemesi anlamında kendisini konu felsefe duruşunun en önemli ileti-


yine kendisinin düzenliyor olmasıdır. Sez- lerinden birisi, gerek kuramsal düzeyde
gisd olarak, şeyler kendileri üzerine ya- gerekse pratik düzeyde "düşünülür" ola-
pılan konuşmaları, aynı biçimde konuşan nın doğasının ve sınırlarının sanıldığın­
da konuştuklarını belitliyor oıılıasına kar- dan çok daha büyük bir değişim göster-
şın, Foucault söylemin hem kendi nes- diği yönündedir. Sözgelimi, "normallik'',
nderini yaptığı hem de bir öznenin .ko- "cinsellik'', "iyilik" gibi kendileri aracılı­
nuşabileceği yerleri saptayarak kesinle- ğıyla kendimiz üzerine düşündüğümüz,
diği düşüncesindedir. Bu düşünce bağla­ kendileri doğrultusunda kimliklerimizi o-
mında Foucault'nun önüne koyduğu ça- luşturduğumuz kavramlar, zorunlu birer
lışma izlencesi, söylemin öğderinin olu- gerçek olmaktan çok her biri tarihsel bi-
şumunu olanaklı kılan koşulların betim- ~r yapım olduklarından, bütünüyle o-
lenerek açıklığa kavuşturulmasıdır. lumsal bir doğa taşımaktadırlar. Araştır­
Bir bütün olarak Foucault'nun fdse- malarında çoğunluk dönem olarak xvıı.
fesini, tarihsd ve fdsefi araştırmalann yüzyıldan günümüze dek Avrupa'yı ele
özgün bir kaynaşımı olarak değerlendir­ almış olmakla birlikte, Foucault'nun ö-
mek olanaklıdır. Bu bağlamda gençlik zellikle son çalışmalarında Eski Yunan i-
yıllarına denk düşen savaş sonrası Fran- le Roma uygarlıklarına da yönddiği göz-
Mz düşünce yaşamında egemen bir ko- lenmektedir.
numda bulunan Hegdci gelenekten iki Daha önce belirtildiği üzere, Fou-
önemli özelliği alıp benimsediği görül- C>tult'nun düşüncderi üzerinde etkili ol-
mektedir. Bunlardan ilki, "genel tarih" muş filozoflar arasında hiç kuşkusuz Al-
ile "düşünce tarihi" arasındaki ilişkileri man filozof Nietzsche başı çekmektedir.
kuramsallaştırma ilgisi ise, ikincisi de in- Söz konusu etkilenim bağlamında, insan
san öznesi, daha doğru bir deyişle bilme eylemlerinin her durumda *erk istetıa ta-
yetisi taşıyan, kendilerini yine kendileri rafından belirlendiği saptaması ile gele-
bilebilen varlıklar olarak birey tasanmı neksel değerlerin toplum üzerindeki et-
üstünde durma eğilimidir. Foucault'nun kilerini bütün bütün yitirdiklerini kesin-·
hemen bütün tarihsel çalışmaları, belli leyen "Tannnın Ölümü" duyurusu başta
dönemlerde kullanılmış kavramlar ile tıp, olmak üzere, "ahlakın soybilimi'', "doğ­
nıhsağaltımı, suçbilim, cezabilim, dilbi- ruluk yalanlan", "bakışaçısıahk" gibi
lim, cinsel davranış bilimleri gibi hep in- Nietzscheci izleklerden her birinin ayn
san varlıklanyla ilgili düşünce dizgeleri bir· değeri bulunmaktadır. Ôıe yanda,
temellendirmek amacıyla kurulmuş iz- Heidegger ile Wıttgenstein'ın birbirlerin-
leksel alanlar üzerinedir. Foucault, bu tür den bağımsız olarak temellendirdikleri
bilgi alanlan ile toplumsal pratikler ara- "dilsel dönemeç" farlondalığının yine
sında çoğu durumda üstü kapalı kalmış Foucault üstünde oldukça belirleyici bir
ya da özellikle üstü örtülmüş oldukların-. konumda olduğu gözlenmektedir. Fou-
dan alttan alta işleyen ilişkileri, etik ba- cault, özellikle Nietzsche'den aldığı esin-
lomdan işin içinde bir iş var izlenimi u- lerin düşünsd gelişimi üzerindeki değe­
yandıran ya da bir bit yeniği var bu işte rini içtenlikle belirtmekten kaçınmamış,
dedirtecek türden kuşkulu tasanmlar ile başta Gözpleme ilr Cez.ala11tlrma: Hapisba-
iktidar ilişkileri üstüne gitmeyi düşünsel 11min Doğuş11 başlıklı yapıtı olmak üzere
bir erek haline getirmiştir. Yine bu aynı pek çok çalışmasında Nietzsche'nin ah-
araştırma mantığı uyarınca, odaklandığı kİkJll Sl!Jkiitiij,ii tasarımındıın son derece
bütün kavramlan hep geliştirilip uygu- değerli yararlar elde ettiğini açıklıkla dile
landıkları bağlamda ele almaya ayn bir getirmiştir. Sözgdimi yukarda anılan ya-
özen göstermiştir. Kuşkusuz Foucault' pıtında, cezalandırma pratiğinin soykütü-
nun son derece keskin bir eleştirdliğc ğünü çıkartırken, cezalandırmanın za-
Poucault, Michel 572

man içerisinde anlamının bütünüyle de- rrlüştür. Ne var ki yaklaşıırunda meydana


ğişmiş bir pratik olduğunu, cezalandır­ gelen bu kırılmaya karşın, ilerleyen yıl­
maya ilişkin kimi değerler ile anlayışların larda yaptığı çalışmalarda kazıbilimsel
ya tarih içindeki rastlanusal, beklenme- yaklaşımını da bütün bütün bırakmaıruş
dik gelişmelerle unutulduğu ya da iktidar olduğu gözlenmektedir. Soybilimsel çö-
uygulamalarınca bile isteye unutturuldu- zümleme, en genci anlamda, söylem diz-
ğu saptamasında bulunmaktadır. Fouca- gclerindeki değişiklikleri toplumsal ikti-
ult'nun bu saptaması kuşkusuz en iyi an- dar yapılarına yönelik söylemsel olmayan
latımını "Düşünce tarihi unutulmuş, hat- pr-dtiklerdeki değişikliklerle bağlanulan­
ta unutturulmuş düşüncelerin de tarihi- dıranık açıklamaktan oluşmaktadır. Bu
dir'' biçimindeki Nietzsche'nin sözünde noktada Foucault, soybilimsel araştırma­
bulmaktadır. Buna göre, Foucault'nun ya konu bu türden değişimlerin, burjuva
gözünde bilginin soybilimi iki ayn bilgi sınıfının yükselişi ile Napoleon'un olağa­
gövdesinden oluşmaktadır. Bunlardan il- nüstü başarısı olgularında görüldüğü gi-
ki, yerleşiklik kazanmamış, çoğunluğun bi, bir dolu siyasal, toplumsal, ekonomik
gözünde doğru diye g(;irülmeyen, ar-Jla- nedenleri bulunduğunun farkında olma-
nnda uyuşmazlık bulunan ya da birbirle- sına karşın, pek çok t.ırihçinin yaptığının
riyle ters düşen görüşler ile kuramlara tersine söz konusu nedenleri tekpJrça
karşılık gelirken, ikincisi yerel anlayış­ crekbilgisel bir şemaya oturtarak açıkla­
larla, bölgesel kanı ya da inançlarla öz- ma çabasına bütünüyle karşı çıkmakta­
deştir. Bu anlamda soykütük yöntemi bu dır. Bunun yerine, tıpkı Nietzsche'nin
iki ayrı bilgi yapısını, bunların arasındaki soybilimlerinde yapuğı gibi, dişe dokun-
mücadeleleri, aralarındaki hemen bütün maz ya da ilgi.~iz diye görülen yığınla ol-
etkileşitnleri aydınlığa kavuşturmakla il- guyıı, söylemsel bir doğası bulunmayan
gilenmektedir. Bu noktada özellikle dik- pratiklerdek.i değişimlerin nedenleri ola-
kat edilmesi gereken, soybilimin kurum- rak gövdelendirip yeniden canlandırma­
sallaşıruş bilgiden daha doğru olduğu yö- ya çalışmaktadır. Nitekim tam bu bağ­
nünde bir savının olmayıp yalnızca bul- lamda Foucault'nun Ci11stUij11 Tarihi baş­
macanın kayıp parçalarını bulmak gibi lıklı bitiremediği son çalışması, soybilim-
bir amacın peşinde olmasıdır. Bu amaan scl yaklaşımın doğrudan cinsellik alanına
gerçekleşmesi de bugünün siyasal düze- uygulanması olarak karşımıza çıkmakta­
neğinin kimi bileşenlerini çekip alarak, dır. Kitabın kalkış noktasını, ruhçözüm-
bunların tarihteki izlerini geriye doğru leme başta olmak üzere "cinsellik bilim-
sürmekten geçmektedir. Sözgelimi, kimi leri"yle, yani cinsellik üstüne yoğunlaşan
belirtilere bakarak kişilere akıl hastası ta- modem bilgi söylemleriyle, modern top-
nısı koyan iktidar yapısının izinin sürül- lumlann iktidar yapıları arasında çok ya-
mesi gibi. Buna göre, her türden yapının kın bir bağlanu bulunduğu düşüncesi o-
tarihsel kökenlerine ulaşmak yukarıda be- luşturmak1:adır. Kitabın 1976 yılında ya-
timlenen iki ayn soybilimscl bilgi gövde- yımlanan birinci cildi, bir yandan ince-
sinin de açık kılınmasıyla olanaklıdır. lemenin dayandığı bakış açıları ile izledi-
! 970'li yıllarla birlikte Foucault'nun ği temel yöntemlerin taslağını sunarken,
düşüncelerinin bütününde son derece öbür yandan sapkın davranışlar gibi mo-
derın bir kırılmanın başgösterdiğı görill- dern cınsellik pratiklcrının belli başlı
mektedir. Nitekim bu kınlmayla birlikte, yönleri üstüne yapılmış bir dizi araşur­
daha önceki çalışmalannda oldukça ege- madan oluşmaktadır. Kitaba egemen dü-
men bir konumda bulunan "kazıbilimsel şünceler arasında belki de en önemlisi,
yöntem", Nietzsche'den alınan esinler cinselliğin tarihinin "bıısurmacılık \'ıtrsa­
doğrultusunda yeni bir çözümleme yor- yımı"nca bütünüyle çarpıtıldığı yönünde-
damına, soykütüksel araştırmaya dönüş- dir. Söz konusu varsayıma göre, son üç
573 Foucault, Michel

yiizyıl boyunca cinslere yönelik t.emel tu- s-.ıl bastırma yoluyla kendini gözetleme,
tumu, çatıştırma, susturma, dışlama pr.ı­ tıpkı öteki iktidar uygulamalan gibi, mo-
tiklerinden ya biriyle ya da öt.ekisiyle a- dern toplumun normlan uyannca ~n­
çıklamak olanaklıdır. Bu varsayımı olum- dimizi biçimlendirmenin kolay . kolay
suzlamak için Foucault, kutsal itiraf (gü- farkcdilmcyccek bir ustalıkla .tasarlanmış
nah çıkarma) pratiklerini belirleyen Karşı bir aracıdır.
Reform kurallanyla başlayan söz koııusu Yine Foucııult'nun en önemli yapıt­
dönemde, cinsiyetlere ilişkin tam anla- Jan arasında gösterilen Dtlilik ilt Ustb-
mıyla bir "söylem patlaması" yaşandığını plık: Klasik ÇAğth Dılili§11 Taribi, "deli"
bildirmekt.edir. Bu ·kurallar sapkınların ile "akıl hastıısı" t.erimlcrinin modem
sapkın davraruşlarının yanında kendileri- kullanımlanna karşı açılmış bir savaş gi-
nin de incelemeye tabi tutulmalan ge- 0bidir. XIX. yüzyılın başlanndan itibaren,
rektiğini vurgulayarak, salt günaha konu bir yanda doktorlar öbür yanda sağal­
cinsel eylemlerin değil bu eylemlerin ge" tımcılar, deliliği hep bir tür "tannsal es-
risindeki bütün düşüncelerin, arzulann, riklik" ya da "şeytanca ele geçirilmişlik"
yönelimlerin, eğilimlerin de başlı başına hali olar-.ık kavramış bulunan geleneksel
açıklanma gereksinimi gösterdikleri dü- tasarımlara, deliliğin t.edavi edilmesi ge-
şüncesine dayalı olarak geliştirilmişlerdir. reken bir zihin hastalığı· olduğu yollu Ay-
Oysa, modem dönem üstünde belirleyici dınlanmacı görüşü de arkalanna alarak
olan kırılma, örneğin ruhçözümlemcde gitgide daha açık bir biçimde karşı çıkar
olduğu üzcı:c, cinsellik konusuna yönelik olmuşlardır. Yerleşiklik kazanmış ruhsa-
bütün doğrulann bilinip dile getirilme- ğaltım kuramlan, bu yeni görüş açısını
sine karşılık gelen "dünyevilcşme"dir. adeta anay.ısa konumuna taşıyarak, Tuke
Foucault bu saptamasından hareketle gibi ya da Pinel gibi iyi yürekli ve mer-
"cinsellik" ile ''suç" tasanmlıırımız ara- hametli kişilerin dcliliğe ilişkin bu batıl
sındaki benzerliklere dikkat çekmektedir. inancı söküp atarak yerine bilimsel teda-
Her ikisi de ayru anda hem araştırclıldan viyi yerleştirdiklerinin öyküsünü anlatıp
hakkında bilgi üret.en; hem de bunlann durmaktadırlar. Foucault, anlatılan bu öy-
üzerinde tahakküm kurmaya olanak tanı­ künün geçersizliğini göstermek amacıyla,
yan bilimsel disiplinlerin araştırma konu- kabaca 1650 ile 1800 yıllan arasına karşı­
sudur. Ancak cinsellik durumunda, de- lık gelen bütün bir "Klasik Çağ" boyun-
netim ötekilerin bireyler hakkındaki bil- ca hüküm sürmüş "dclilik deneyimi"ne
gileriyle değil yalnızca bireylerin kendile- yönelik ayrıntılı bir çözümleme sunmak-
rine ilişkin bilgileri aracıhğıyla yaşama ge- tadır. Daha sonra Poucault, aslında de-
çirilmektedir. Sözgclim~ cinsellik bilim- liliğin zihinsel bir hastalık olarak değil,
lerince önümüze konan normları içsel- burjuva Loplum yaşamının sınırlarını o-
leştirerek, bu nornılara olabildiğince uy- luşturan ussallık. normlanrun her türden
mak adına kendi kendimizin gözctçisi toptan reddiyle bir tutulan "usdışı"ndan
konumuna gelmektcyizdir. Dolayısıyla (ıliraisoR) yana yapı.lan temel bir seçim
salt disiplinlerin bilgi nesneleri olarak de- konu5u c;ılarak görüldüğünü ileri sürmek-
ğil, gözlerini kendi üstüne diken, kendi t.edir.
kendini oluşturan özneler olarak da de- Foucault'nun gözüyle söylenecek o-
netim altında tutulmaktayızdır. Foucault' lursa, iktidar ile .özgürlük asla birbirle-
nun gözünde, cinselliğimiz üzerinde o- riyle bağdaştırılamayacak kavramlar de-
daklaşan görünürdeki cinsel özgürleşim ğillerdir. Nitekim ötekilere yönelik eyle-
süreci gerçekte toplumsal denetim düze- me kapasitesi olarak iktidar, doğası ge-
neklerinin güçlendirilmesi olarak ödevini reği bir kötülük olmaktan çok kendisin-
başanyla yerine getirmektedir. Cinsel ol- den kaçınılamayacak toplumsal bir olgu-
mayan doğamı~ı ortaya sermek için ruh- dur. Yine Foucault'nun gözünde özgür-
Poucault, Michd 574

lük, hiçbir durumda kurumların verdiği durumda birtakım tarihsel sınırlanımlar-a


güvenceye teslim edilemeyecek, ne denli konu diişünce geleneklerinden kurtul-
bireysel özgiirleşim yanlısı olurlarsa ol- manın bir araa olarak görülmesi biçi-
smı!ar hiçbir toplumsal örgütlenmenin minde anlatılabilecek bir yaklaşımı be-
eline bırakılamayacak denli önemsenme- nimsediği açıklıkla görülmektedir. Buna
si gereken bir konudur. Bu bağlamda göre, felsefenin sonu! bir amaa, peşinde
Foucault yerine getirilmesi gereken te- olduğu özgül bir doğruluk, özellikle ya-
mel ödevin, tahakküm altına girmeye ratmak istediği belli bir etki yoktur. A-
karşı direnebilecek, iktidar ilişkileri ağın­ dına felsefe denilen in~an etkinliği, topu
da hep aynı tarafın ezilmesine karşı du- topu bfrıakım düşünsel tekniklerin uy-
t'Abilecek denli korunaklı olma yetisi ta- gulandığı bir uğraşı alarurun evrilerek bu-
şıyan yeni yaşam tarzları icat etmekten güne gelmiş tarihsel bilincidir. Foucault'
geçtiğini savunmaktadır. Kayıtsız koşul­ mın fel~efe tasarımında, felsefe oldum o-
suz usun dinlenmesi üstüne kurulu mo- lası kendi kendisinin kavrayışını kimile-
dem bir bağlanım olarak Aydınbınma Ta- yin içerden nedenlerle kimileyin de dı­
samı insanlık için olumlu pek çok şey şardan aldığı etkilerle dönüştüren bir et-
getirmiş olmasına karşın, özellikle siyaset kinliktir. Bu anlamda kimi felsefecilerin
ve etik bağlamında son derece tehlikeli birtakım eski fdsefe tasarını!arıııııı "filu-
sonuçlara da kaynaklık etmiştir. Doğru- zor' tanımlarına dayanarak Foucault'nun
1.ıığu ele geçirme çabalan, hele de insan gerçek bir felsefeci olmadığı yönünde a-
doğasının hakikatini yakalamaya dönük çıkça görüş bildirmelerine karşın, gerek
araştırma, özgürlüğe uzanan yolda hiç de olagelen felsefede meydana getirdiği de-
güvenilir değildir. Nitekim doğruluğa u- rin kınlmayla, gerekse felsefeye çizdiği
laşmak adına ortaya konmuş çeşitli söy- yeni gelecekle değerlendirildiğinde o bü-
lem dizgelerinin tarih içinde aldıkları de- yük bir filozof olarak karşımıza çıkmak­
ğişik biçimleri ortaya sererken Foucault' tadır. Foucault'nun bir felsefeci olarak
nun güttüğü temel amaç da, salt geç- kabul edilmediği durumda dahi, bir yan-
mişte söylenenleri yinelemek değil, geç- da geliştirdiği "sapkın" denebilecek ta-
mişi daha eleştirel, daha özgür bir gözle rihsel bakış açılarının, öbür yanda iktidar
görebilmeye olanak tanıyacak kaynaklan ilişkileri üzerinden giderek sunduğu ola- ·
açığa çıkarmaktır. ğandışı toplum bctimlerinin son derece
Açıkça görüleceği üzere, Foucault' değerli felsefi içerimleri bulunduğu kuş­
nun düşüncelerini felsefe tarihinde orta- ku götürmez. Son çözümlemede Fouca-
ya konmuş düşüncelerle aynı düzleme ult'nun en başından beri düşünsel duru-
yerleştirerek anlamak neredeyse olanak- şu, felsefenin etik bağlaırundaki pratik
sızdır. Yapıtlarının bütününe bakıldığın­ değerini sonuna clekolumlamaktadır: "he-
da, belli bir dizgenin varlığından söz e- nüz düşünülmemiş olanı düşünmeye ça-
dilemeyeceği gib~ belli bir görüşün, açık lışmak, her zaman için kişinin kendi ben'
seçilt bir iletinin ya da tasanııın da dil- ine karşı işleyen bir düşünce olduğu ka-
lendirilmediği gözlenmektedir. Düşünce­ dar, ne olduğumuzu olumsuzlamaya da
lerinin bu temel niteliği nedeniyle çoğun­ hazır olmak demektir." Aynca bkz. post-
lukla Kierkegaard, Nietzsche, Wittgen- yapısalcı fdsefe; cinsdlik felsefesi;
stein gibi filozoflarca temelleri atılmış bilginin kazıbilimi; bcn(lik) teknolo-
bir felsefe geleneğinin uzantt.~ı olarak an- jisi/ben(in) yapımı; biyo(-telaıik)-ik­
laşılsa da, Foucault'nun pek çok !>-akım­ tidar/biyo-siyaset; doğruluk/hakikat
dan açıkça bu geleneğin dışında düşünsel rejimi; episteme, söylem; iktidar-bil-
öğelere yer verdiği de üstünden atlana- gi (bilgi-iktidar); güç/iktidar; soybi-
mayacak bir gerçektir. Nitekim Foucault' lim/soykütük yöntemi; panoptikon;
nun daha çıkış noktasında, felsefenin her aşuılığın peygamberleri.
575 Prankfurt Okulu

Prankfurt Okulu [İng. Franlef11rt Sdxıo~ lumlıınn hastalıklarına, özellikle dizginle-


Fr. Emlt tk Ff'lllf/Yitfl', Alm. Fm11Jifitrter rinden boşanmış teknolojiye çare okrak
Sd111/r] 1920'1erin siyasal ve kuramsal ge- hem kuramda hem de uygulamada köklü
reksinimlerini Marxçılık ile uyuşturmaya değişiklikler yapmayı önerir. Marxçılık da
girişen bir dizi toplum eleştirmeni ve ay- içinde olmak üzere tek yanlı görülen tüm
dının oluşturduğu düşünce okulu. Oku- öğretiler eleştiri süzgecinden geçirilir.
lun ayırt edici özelliğini, kuramsal yöne- 1930'1ardıı Horkheimer ile Adorno
limlerinden çok, toplum bilimlerinin her hala klasik Marxçı tarih kuramını savu-
birini eleştirel toplum kuramı tasansına nuyorlardı. Bu kurama göre, toplumsal
ekleme çabalannda aramak gerekir. Bu gelişmenin dinamiği üretim güçlerinin i-
eğilimin temelleri, okulun önde gelen ü- lerlemesinde yatar; doğanın egemenlik
yelerinden Max Horkheimer'in l 920'ler -altına alınması arttıkç:İ yeni teknik evre-
ile 1930'lar arasında yazdığı çeşitli ma- ler açığa çıkar; böylelikle yeni üretim iliş­
kalelerle atılmıştır. Horkheimer'in yeni i- kileri doğar. Bu nedenle, Eleştirel Ku-
dealist felsefe ve çağd&J deneycilik eleşti­ ram, tarihsel ilerlemeye, temel bilimlerin
risi, dikkatleri deneysel araştırmaya yö- yaptığı gibi yalnızca üretim sürecinin bi-
neltecek olan, insan usunun evrimini lişsel bir örneği olarak kaulamaz; Eleşti­
kavrayacak bir tarih felsefesi geliştirmek rel Kuram, toplumun kendi bilgisinin e-
gereğini ortaya çıkarmıştır. Böylece, söz leştirel bir örneği olarak tarihsel ilerle-
konusu tasarıyı gerçekleştirmenin aracı meye kaulmak zorundadır. Adornö ve
olarak düşünülüp kurulmuş olan (1923) Horkheimer'e göre, halihazırda tariluel
Toplumsal Araşıirmalar Enstitüsü'nün durumun içerisinde olgunlaşan olanakla-
başına Horkheimer'in geçmesiyle (1930) nn bilincine ancak eleştirel kuram aracı­
birlikte Eleştirel Kuram'ın düşünce tari- lığıyla varırız.
hinde iz bırakma süreci de başlamış olur. 1934'te okulun önde gelen tüm üye-
Enstitü'nün çalışmalan, tarihsel bir leri New York'a giderek orada New Sc-
bakış açısından usa dayalı bir toplum ör- hool for Social Rı:search (foplumsal
gütlenmesiııin nasıl sağlanacağını af&Jtır­ Araştırmalar Yeni Okulu) adı alunda
mak üzere iktisat, ruhbilim ve kültür ku- toplanırlar. Bu sürgün 'yıllannda okul ü-
ramı üzerine yoğunlaşır. Ancak, Nazile- yelerinden Herbert Marcuse'ün Uı 1111
rin iktidara geldiği yıl (1933) Enstitü'nün Dtıırint'i (Reason and Revolution, 1941),
sürgün yıllannın başlangıcı olacak; tarih- Adomo ile Hoddıeimer'in A,11knlaıt111anm
sel/ felsefece iyimserliğin yerini kültürel/ D!Jfılt/ttil (Dialektik der Aufldirung,
eleştirel karamsarlık alacaktır. Horkhei- 1947) adlı yapıtı, yine Adomo'nun Mini-
mer ile Adomo artık eleştirel toplum ku- NHJ Momlia: Refltxionen 11111 "'1M btsdıiidigım
ramının görevinin, uygarlık tarihinden ha- Lebtıli (Minima Moralia: Örselenmiş Ya-
reketle, Faşizmin ve Stalinizm'in ortaya şamdan Çıkarılan Düşünümler, 19.51) ile
çıkış nedenlerini ortaya çıkarmak oldu- okul üyelerinin ortaklaşa çıkardığı Yetlttı:i
ğunu düşünmektedirler. İki düşünürün Kip/ile (The Authoritarian Personality,
ortak yazdıklan Aydnılaıımanın D!Jalrlttij 1950) adlı yapıt yayımlanır. il. Dünya
(Dialektik der Aufklirung, l 94 7) adlı ya- Savaşı'nın bitmesinden sonra, 1950'lerin
pıt, oclaldanmadaki bu değişikliği temsil başlannda okul, kimi üyeleri ABD'den
ederken, yapıtta neden totalitarizmin dönmezken, Frankfurt'a taşınır; Adomo
ortaya çıktığı sorulur; dünya hakkındaki 1958'den 1969'da ölümüne değin okulun
bilişsel ve pratik düşüncelerin, nesneleri başında kalır. Savaştan sonraki bu yıllar­
ve kişileri denetim altında tutmak iste- da alan araştırmalan ile felsefece düşün­
melerinden ötürü, yalnızca araçsal ussal- ceyi birbirine bağlayan kuramsal çizginin
lığa izin verdiği tespitinde bulunulur. birleştiriciliğinin yok olduğu görülür; F-
Prankfurt Okulu üyeleri, çağdaş top- rankfurt Okulu'nun aruk o kendine öz-
Frege, Gottlob 576

gü bütünlüğü kalmamıştır. Sözgelimi, vede, bu türler iletişim çatışmalarırun


a-
Horkheimer giderek daha çok Schopen- zaltılması aracılığıylailerlemelerini sür-
heauerci bir kötümserliğe. kapılırken, A- dürürler. Bu kuramsal çabalar çok çeşitli
domo kavramsal düşüncenin özeleştiri­ bilgi alanlarına erişmif olsa da, Haber-
sini yapmayı sürdürür; Marcuse ise bü- mas'ın amacı, kendi iletişim kuramına
tün bütün bu karamsar eğilimden uzak yaslanan bir toplum eleştirisi ortaya koy-
kalmaya çalışarak yitik devrim düşünce­ maktır. Böylelikle, toplumsal ilerleme i-
sini kurtarmaya uğraşır. çin iletişim eyleminin ne kadar önemli
Adomo, Horkheimer ve Marcuse dı­ bir koşul olduğunu kanıtlamaya çalışır­
şında Fr-.ınkfurt Okulu'yla birlikte anılan; ken, Habermas'ın yaklaşımı, Adomo'
kimisi hep bu çekirdek kadronun yanın­ nun ve Horkheimer'in yanlı savlarının,
da yer afan, kimisiyse zamanla Eleştirel araçsal şeyleşme eğilimlerine karşı ortaya
Kuram'dan uzaklaşan pek çok düşünür koydukları çarenin bütünüyle işlevselci­
bulunmaktadır. Bunlar arasında Waltcr lik tamfından tanımlanmış toplum~al us-
Benjarnin, Friedrich Pollock, Leo Lo- sallaştırma biçimleri olduğunu gösteren
wenthal, Kari Wıttfogel ile Erich F- bir eleştiri doğurur. Ayrıca bkz. Hork-
romm adlan daha bir öne çıkmaktadır. heimer, Max; Adorno, T.W.; Marcu-
Franz Neumann ile Otto Kirchheimer se, Herbert; Benjamin, Walter; Ha-
ise, hukuk, özellikle anayasa hukuku ko- bermas, Jürgen; Jamcson, Fredrick.
nularında çalışmış, Frankfurt Okulu'nun
çoğunlukla göz ardı edilen iki önemli Frege, Gottlob (184~ 1925) Çözümle-
üyesidir. Her ikisinin de siyasal ve aka- yici felsefenin ilk temsilcileri ohın Bert-
demik geçmişlerinden kaynııklanan anla- rand Russell ve Ludwig Wittgenstcin'ı
yışlarına göre, hukuk burjuva toplumla- derinden etkilemiş Alman felsefeci ve
nnda denetimi sağlayan ortak alandır. matematikçi. Modem manuğın kurucusu
Frankfurt Okulu'nun yakın tarihi göz diye anılan G<ıttlob Frege'nin felsefeye
önüne alındığında hiç kuşkusuz en çok yaptığı lı:atkıları üç temel başlıkta incele-
bilinen üyesinin Adomo'nun asistanlığı­ yebiliriz. Bu üç temel başlık mantık, dil
ru yapmış Jürgen Habermas olduğu gö- felsefesi ve matematik felsefesidir. Fre-
rülür. Habermas, bilimlerin ideolojik var- ge'nin mantık alarundaki katkısı devrim
sayımlara ve çıkarlara dayandığını, Aydın­ niteliğindedir. Çağlar boyu kullanılagel­
lanma'nın savunageldiği usun da bir bas- miş olan Aristoteles mantığını alaşağı e-
kı araana dönüştüğünü ileri sürer. Bu den Frege, yepyeni ve yepyetkin bir
duruma karşı, tüm us sahibi özneleri i- mantık dizgesi kurmuştur. Basit bir ör-
çine alan ve baskıdan, yanlış doğuran çı­ nek verecek olursak: Aristoteles mantı­
karlardan arınmış bir iletişim ülküsü ö- ğında 'U:ıamsız birşey vardı.r' önermesi-
nerir. Marcuse gibi Habermas da Marx- nin 'Herşey uzamsaldır' önermesini yan-
çıl olmayan özgürleşme yollarına ilgi du- lışladığını göstermek mümkün değildi.
yar. Ancak, Habermas'ın kendi toplum Ancak Frege'nin getirdiği yenilikle 'bir'
kuramına, dolayısıyla eleştirel kuramın ve 'her' sözcüklerinin nesnelerin birer
revizyonuna doğru attığı en önemli a- özelliğini dile getirmediği ve bu sözcük-
dım, onun farklı ussallık ulamlarıyla ey- lerin tümcelerin mantıksal yapısında özel
lem kavramını ele almasıdır. Habermas'a bir işlevi olduğu -bu işleve "niceleme"
göre ussallaştırılmış eylemin, çalışma gö- diyoruz- ortaya konmuştur. Bu sayede
revi ile siyasal yönetimin düzenlendiği alt simgesel biçimiyle "3x -Ux'' (en az bir
dizgelerinde tekniğin ve stratejik bilginin şey vardır ki o şey uzamsal değildir) ö-
yığılması sonucunda çeşitli türler gelişir. nermesinin "'ltx Ux" .(herşey uzamsaldır)
Oysa toplumu birbirine bağlayan kural- önermesini yanlışladığı kolayca gösteri-
ların yeniden üretildiği kurumsal çerçe- · lebilir (ilk önermenin bahsettiği şey veya
577 Frege, Gottlob

şeyler için bir a nesnesi seçersek bu nes- ge'nin matematik hakkındaki görüşleri­
ne için durum "-Ua", yani "a uzamsal nin dil ve manuk anlayışına göre daha
değildir" olacaktır. Diğer yandan ikinci merkezi olduğu söylenebilir. Matema-
önermede aynı nesne için durumun 'Ua' tikten yola çıkarak yapbğı ushımlamalar
oldlığu çıkar. Nihayet '-Ua' ve 'Ua' bir- onu dil ve manuk konusunda yeni bul-
biriyle çdişmektedir). Frege'nin kurduğu gulara vardırnuştır. Frege matematik (a-
biçimsel manuk dizgesi bugün de kullan- ğırlıklı olarak aritmetik) hakkındaki gö-
dığımız modern simgesel manuk dizge- rüşlerini de ilk olarak Grı111dlagen der Ari-
sidir. Frege manuk alanındaki katkılarını ıhllıetik adlı kitabında ortaya koymuştur.
Begri.ffrsrhrift, ei11e der arithmelirchen 11achge- Bu kitapta John Stuart Mill'in tümeva-
bi/Jete Forme!prache des rei11en De11kens omcı görüşüne -Mili tüm matematiksel
(Kavramsal Simgelenim, An Düşünce bilginin tümevaomla edinildiğini iddia
Uğruna Aritmetik Örnek Alınarak Ku- etmiştir- ve Kant'ın tüın matematiksel
rulmuş Biçimsel Bir Dil, 1879) adlı kita- doğrulukların "sentetik a prilırı" olduğu
bında taru~tır. Bu kitap özellikle Ben- savına karşı çıkar. Frege'ye göre mate-
mnd Russell'ı çok etkilemiş, Russell'ın matik tümdengelimlidir ve tüm aritmetik
çevresindeki insanlara Frege'yi tanıtma­ önermeler "analitik" önermelerdir (Fre-
sıyla Frege'nin çalışması modern manrı­ ge aritmetik önermelerin "analitik" oldu-
ğın yolunu açan birçok önemli çalışma ğunu savunmasına karşın geometri öner-
için bir başlangıç olmuştur. Frege'nin dil melerinin "sentetik" olduğunu teslim et-
felsefesine yaptığı kat.kılar da çok önem- miştir). Çok sıkı örülmüş uslamlamalar
lidir. X:.X. yüzyıl dil felsefesinin birçok y>ıp-arnk -öyle ki Frege'nin kitabındaki
temel kavramını taruşmaya açması Fre- denli başarılı bir uslamlamalar zincirinin
ge'yi bir anlamda çözümleyici dil felsefe- felsefede bir eşi daha yoktur- savunduğu
sinin kurucusu yapmaktadır. "Über Sinn "aritmetik mannğa indirgenebilir" gö-
und Bedeuıung" r'Anlam ve Gönderim rüşü Frege'yi yeniden aritmetik önerme-
Üzerine", 1892, Zeitschrift .ftir Philosophie lerin gerçekten analitik olup olmadığını
111ıd philosophis.-he Krilik lOO: 25-50) ·adlı sorgulamaya götürmüştür. Aritmetiğin Te-
yazı dil felsefesinde bir klasiktir -anlam/ me!Jen•nde tüm aritmetik ilksavlannın tek
gönderim ayrımına sıkça başvuran çö- bir ilkeye nasıl indirgeneceğinin ana hat-
zümleyici felsefe için vazgeçilmez önemi hırını çizen Frege -bu ilke Hume'un İl­
olan bu konuyu taruşan ilk metindir. Ay- kesi olarak bilinir ve sayı kavramını i-
nca Frege'nin Gmııdlagen der Arithmetik çinde geçtiği bağlama göre tanımlar- bu
(Aritmetiğin Temelleri, 1884) adlı kita- ilkenin salt mantıksal (analitik) olduğun­
bında dile getirdiği "bir sözcük ancak bir da diretmiş ve bunu Gntndgeretz! der
bağlam içinde anlamlıdır" şeklinde özet- Arithmelik (Aritmetiğin Temel Yasaları,
lenebilecek olan bağlam ilkesi (ronte:.:t 1893) adlı kitabında daha temel bir man-
prinıiple) başta Ludwig Wittgenstcin ol- tık ilkesi olarak ileri sürdüğü Frege'nin 5.
mak üzere birçok felsefeci tarafından yi- Yasası olarak bilinen bir başka ilkeye in-
nelenen ve belli açılardan geliştirilen bir dirgemiştir. Ancak Russell'ın 5. Yasa'nın
görüş olmuştur. Toplamda, Frege'nin dil çelişki barındırdığım göstermesiyle Fre-
felsefesine dahil edilebilecek görüşlerinin ge'nin tasarısı son çözümlemede başan­
Bcrtrand Russell, Ludwig Wittgcnstcin, sızlıkla sonuçlanmıştır. Son yıllarda farklı
\Vıllard Van Orman Quine gibi XX. yüz- yaklaşımlarla tekrar ele alınan Frege'nin
yılın en önemli felsefecileri başta olmak matematik felsefesi halen bu alanın can
üzere birçok felsefecinin çalışmalarına damarlarından biridir.
yön gösterdiği söylenebilir. Son olarak Kuşkusuz Frege ne matematik felse-
Frege'nin matematik felsefesine yapuğı fesinde ne marınkta ne de dil felsefesin-
katkılardan söz açmak yerinde olur. Fre- de son sözü söylememiştir; ancak şurası
fiitürizm 578

da apaçık bir gerçektir ki her üç alan da tile: felsefesi; Russcll, Benrand; Rus-
-dolayısıyla bu alaıiıann düşünürleri de- sell açmazı.
katettikleri yolun hiç değilse bir kısmını
ona borçludurlar. Aynca bkz. matema- fütürizm bkz. gelecekçilik.
Gg
Gadamer, Hans-Georg (1900-2002) cak bir deneyim vardır. Ancak Gadamer'
Geliştirdiği "felsefece yorumbilgisi" an- e göre burada altı önemle çizilmesi gere-
layışı ile tin bilimlerinden doğa bilimle- ken, eninde sonunda bütün anlama de-
rine, siyasetten sanata pek çok alanda neyimlerinin kişiyi kendisini anlama de-
XX. yüzyıla damgasını vurmuş Alman neyimine götürüyor olmasıdır.
felsefeci. Heidegger Varlık ile Zamtlfl'ı Bu anlamda felsefece yorumbilgisi,
(Sein und Zeit, 1927) yazarken Gada- "kendini anlama" olayında kişinin kendi-
mer'in onun yanında olması, kendisiyle siyle girdiği söyleşim ile "metinleri ya da
yakın bir düşünsel etkileşim içinde bu- ötekilerin yapıtlarını anlama" olayında gi-
lunmuş olması dikkat çekicidir. Nitekim rilen söyleşim arasında özce bir fark bu-
felsefesini çok büyük ölçüde Heidegger- lunmadığını savunmaktadır. Burada baş­
ci kavram, sorun ve açıklamalar üzerin- vurulan ve temelde soru-yanıt diyalekti-
den kurması nedeniyle, Gadamer felsefe ğiyle ilerleyen "söyleşim" kavramı açıkça
çevrelerinde "Heidegger'i köyden kente Platon'dan alınma bir kavramdır. Böylesi
indiren felsefeci" diye arulmaktadır. Tıp­ bir anlama olayı asla saltık bilgi sağlama
kı Heideggcr gibi Gadamer de yorum- yetisi taşımayan, tam tersine her türden
bilgisinin doğa bilimlerinin yöntemiyle saltıklıktan özellikle kaçınan bir anlama
karşılaştınlabilir olduğu yönündeki dü- tutumudur. Nitekim sürekli olarak tarih-
şünceyi bütünüyle reddetmiş; yorumbil- sel konumumuzca koşullandırıldığımız i-
gisinin özce doğa bilimlerinden ayn so- çin, insanoğlu olarak anlayışımızın sonlu,
runları, kavramlan ve ayrı bir araştırma daha da önemlisi bölük pörçük olması
mantığı bulunduğunu ileri sürmüştür. Ni- zorunludur. Gadamer'in felsefece yorum-
tekim Gadamer'in en genel anlamda fel- bilgisi, anlamayı öznellik alanı yerine her
sefece yorumbilgisinden anladığı, insanın durumda dile ya da söyleşim alanına
anlama yetisini anlamaya çalışan her tür- yerleştirerek, ötekilerin yapıtlarını yorum-
den anlama etkinliğidir. Söz konusu et- larken çoğunluk yüzyüze gelinen keyfilik
kinlik kaçırulmaz bir biçimde "döngüsel- tehlikesinden kaçınmaya ayn bir özen
lik"e konu bir etkinliktir; çünkü anlama göstermektedir.
etkinliği üzümle uütüııü parçaları yardı­ Platon üzerine yazdığı, felsefe scrii-
mıyla, buna karşı parçalarıysa ait olduk- veninin ilk aşamalarında bile Gadamer,
ları bütün doğrultusunda anlama yoluyla sanat deneyiminin felsefe ile çok yakın­
işleyen kendi içinde döngülü bir süreçtir. .dan bağlantılı olduğu inancındadır. An-
Bu açıdan bakıldığında anlama yöntem- cak rahatlıkla başyapıtı gözüyle bakılabi­
bilgisel açıdan güvence altına alınacak, lecek Doğrulllk ile Yöntem (Wahrheit und
nesnel bir biçimde sınaması yapılabile­ Methode, 1960) adlı kitabını yayımlayana
cek bir eylem değildir. Anlamaya bu dek bu bağlantıyı felsefi bakımdan açık
ytizden daha çok başımıza gelen bir olay seçik bir biçimde kurmamıştır. Gadamer,
ya da başımızdan geçen bir deneyim ola- sanat deneyiminin tıpkı isteğimiz ve ar-
rak yaklaşmak gerekir. Anlama olayı ya zumuz dışında başımıza gelen bir "olay"
da deneyimi ilkece çoğunluk sanat ile ya- gibi bir doğruluk deneyimi olduğu dü-
zın yapıtlarını deneyimlerken meydana şüncesinden yola koyulmuştur. Doğrulu­
~elmekle birlikte, öteki insanın olduğu ğun bu "olay''ı andıran yapısı Gadamer
her yerde anlama, dolayısıyla da anlaşıla- için insan anlaması'run evrensel bir özel-
Gadamer, Hans-Georg 580

liğidir. Gadamer'in baştan beri ilgilendiği rung" anlamamız için bize bir şey sun-
anlama görüngüsü Almanca'daki verstehm maktadır, bizi "zillinlerimizi değiştimıe­
sözcüğüne. karşılık gcJrnektcdir; ancak ye" zorlamaktadır. Oysa Kant'ın estetik
bu sözcüğü çoğunluk Almanca'da yakla- deneyimi kavramak için sergilediği "öz-
şık aynı anlama gelen verrtaııd sözcüğüyle nel evrenselliği'' ya da "ilgisiz ilgisi", es-
karıştırmamak gerekir. V erstaııd, en belir- tetik deneyimle bağımızın kopmasına,
·gin biçimde Kant'ın An Usun Eleştirin' buna bağlı olarak da ondan uzaklaşma­
nde olduğu üzere, "nesnelleştimıe"dir; mıza yol açmaktadır. Gadamer sanat ya
doğabilimsd anlama, bu anlamda yapısı da yazın yapıtlarının zihnimizi, dolayı­
gereği öznelerin kendileri dışında uzam sıyla da yaşamlarımızı değiştirmeye zor-
ile zamanda yer tutan her şeyi nesnelleş­ ladıkları ölçüde ilgimizi uyandırdıkları
timıe çabası içindedir. Buna karşı Gada- gerçeğine dikkat çekerek Kantçı konu-
mer'in Doğmbtk ile Yıi"nfem'de ele aldığı mun kabul edilemezliği sonucuna varır.
anlama görüngüsü, doğrudan doğruya Açıkça görüleceği üzere, sanat dene-
Heidegger'ce V arbk ile Zaman'da anlamı yimi Gadamer'e insan yaşamında doğru­
araştırılan "anlama"dır. Verstehm olarak luğun kendisini nasıl gösterdiğine iliş kin
anlama asla nesnelleştirilemez çünkü var- bir model sunmaktadır. Bu model uya-
lıkbilgiseldir; bu nedenle doğrudan öz- nnca Gadamer, insan deneyimini dolay-
nenin dünyadaki varlığını ilgilendirir. An- sız bir biçimde insana verilmiş olanın al-
lama burada da kendinden başka bir şe­ gılanması temelinde değil, bizden tarih-
yin anlaşılmasıdır ama bu kez kişinin sel olarak uzakta bulunan bir metnin o-
dünyadaki varlığı karşısında başka var- kunup anlaşılması deneyimi temelinde a-
olma olanaklarına açılmasına olanak ta- çıklamaktadır. Bu noktada bizden za-
nıyan bir anlama söz konusudur. mansal olarak uzakta bulunan hukuksal
Doğruluk ile Yöntem, sanat deneyimin- ya da dinsel metinlerin yorumlanma pra-
den ortaya çıkan doğruluk deneyimi üs- tiğini anımsatarak, söz konusu metinle-
tüne yoğunlaşarak başlamaktadır. Burada rin üzerine enson bir yoruma varılamı­
Gadamer'in eleştirilerinin ana hedefi yor olması nedeniyle klasik metinler ol-
Kant'ın estetiği; özellilde de sanat yapıtı­ duklarını, bu yüzden de günümüz okur-
nın gerçek dünyadan, bulunduğumuz ta- larına yeni yorumlamalarda bulunmaları
rihsel bağlamdan soyutlanarak estetik için sürekli çağrı yolladıklarını dile getir-
yolla deneyimlenmesine yönelik kavram- mektedir. Gadamer'in açısından, bu me-
sallaştırmadır. Doğmlıık ile Yöntem'in ilk rinleri ancak kendi dünyamız ve kendi
bölümünde ulaşılmak istenen temd a- tarihsel dönemimiz için içerimlerini sap-
maç, estetik deneyim diye temellendiri- tadığımız vakit anlamış sayılırız. Tıpkı
len alanın sınırlarını aşacak, dolayısıyla sanat alanında başımıza gdcliği üzere, bu
da sanat ve yazın yapıtlarının deneyim- metinleri arılama olayı da zihninıizi baş­
lenmesinde ortaya konan doğruluk sav- kalaştırır. Doğrıılıık ile Yöntem'de sanat de-
lannın önünü açacak bir biçimde bu neyimine verilen önemli rol kitaba ilk
kavramsallaştırmayı dönüştürmektir. Ga- bakışta bir estetik kitabı görüntüsü ka-
damer bu noktada Kant'ın Y mgıgiiciiniin zandırmasına karşın, bu yapıtta asıl or-
Eleştirisı'nin estetik deneyimi öznenin ya- taya konan, Kantçı estetiğin felsefece yo-
şadığı keyifli. haz dolu zihin yaşantıla­ rumbilgisine dönüştürülmesiyle elde edil-
nyia nasıl daralttığını ayrıntılı bir biçimde miş, tarihsel varlıklar olarak kendimize
göstermektedir. Kant'ın konumuna karşı değgin bir varlıkbilgisi üstüne bina edil-
Gadamer, estetik deneyimi Hegel'in de- miş genel bir anlama ve yorumlama ku-
neyim kavramında içerirnlenen "erfah- ramıdır.
rung" modeli doğrultusunda düşünmek En genel arılamda Gadamer'in fdse-
zorunda olduğumuzu belirtir. "Erfah- fece yorumbilgisinin temelini, birbiriyle
581 Gadamer, Hans-Georg

iç içe geçecek denli yakından bağlant:ı.l.ı kurduğu bu özsel ilişkiden kimi eleştiri­
dört kavramın oluşturduğu söylenebilir. lerin bclimiği
gibi önyargılara körü kö-
Bunlardan ilki, bilincin her durumda ta- rüne sadık kalmayı anlamamaktadır. Bir
rihten etkilendiğini, tarihin etkilerine a- başka deyişle, arılamanın önyargılarca o-
çık olduğunu dile getiren "etkin tarihsel lanaklı kılınıyor olması, önyargılara ilişkin
bilinç" kavramıdır. Açık olduğu üzere, eleştirel uzaklığımızı yitirmcmizi gerek-
Gadamer'in felsefece yorumbilgisi, Var- tirmez. Burada asıl vurgulanmak istenen,
lık ile Zammı'da Heidegger'in ana içgö- hiçbir koşulda anlama sürecinde karşı­
rülerinden birine karşılık gelen, kişinin laştığımız yorumbilgisi döngüsünün dı­
gerek kendisini gerekse bir varlık olarak şına çıkamayacağımız ve dolayısıyla da
kendi olanaklarını anlamasının zamansal, kendisi "hiçbir yer'' olan önyargısız bir
daha da önemlisi tarihsel olarak belirle- konumdan anlamamız olanaksız olduğu
niyor olması düşüncesini bütünüyle ko- için, bize düşen, anlamamızı tarihsel ola-
rumaktadır. Dolayısıyla, başta Desaırtes rak koşullandıran "olumsuz" önyargılara
olmak üzere pek çok modem filozofun ilişkin farkındalığımızı arttırarak_ yeni an-
ve Aydınlanma düşünürlerinin de büyük lamalarla anlamamızı olabildiğince iyileş­
bir korku duymalarına kaynaklık eden tirmektir.
anlamanın tarihselliği gerçeği, Gadamer Üçüncü kavram, Gadamer'in Kant'ın
için kendisinden korkulacak bir durum estetiğinden alarak yeni bir anlam ka-
oluşturmaktan çok anlama için olumlu zandırdığı (Kant'ın ise zihinsel yetilerin
bir nitelik olarak değerlendirilmektedir. özgür oyunu anlamında kullandığı) "o-
Tarihten etkileniyor olmak demek Des- yun" kavramıdır. Oyun kavramı Doğru­
cartes'ın bütün bir felsefesiyle aradığı luk ile Yöntem'in özellikle iki yerinde çok
"ilk dayanak" diye bir başlangıç noktası­ önemli bağlamlarda, özelde estetiğin öz-
nın olmadığı anlamına gelirken, tarihin nelliğini aşmak geneldeyse modern felse-
etkilerine açık olmak ise gelenek yoluyla fenin öznelliğini aşmak için başvurulan
bize ulaşan metinlerin ya da sanat yapıt­ bir kavramdır. Bu bağlamlardan ilkinde
lanrun varolan anlama ufkumuzu sorun Gadamer, tıpkı bir oyunda yer alan o-
edinmemize yol vermesi anlamına gel- yuncunun oyunun kendisi tarafından yu-
mektedir. Bu temel düşüncenin ışığı al- tulması gibi, sanat yapıtlarıyla girdiğimiz
tında Gadamer, anlamanın nasıl olanaklı ilişkide oynadığımız oyunda öznenin
olduğunu açıklamak için Heidcgger'in doğruluk yaşantısına geçebilmek için na-
"yorumbilgisi döngüsü" kavramına baş­ sıl kendini kaybettiğini betimlemektedir.
vurur. Anlama her zaman için döngüsel- Oyun kavramının çözümlendiği ikinci
dir ama bu döngüsellik kısırdöngü anla- bağlam olan 3. Bölüm'de G11damer, yo-
mında bir döngüsellik değildir. Anlam rumbilgisi deneyimine araalık eden dil
beklentisi, önanlamalar ya da önyargılar, üstüne yoğunlaşarak, Wittgcostein'ın son~
yorumlamaya çalıştığımız metnin ya da raki dönemine çok yakın bir biçimde dili
sanat yapıtının bölümleri aynı zamanda öznenin bilinciyle temellendirmek yerine
eldeki metnin bütününü yansıttığı için söyleşim ya da söyleşi diye adlandırdığı­
anlamamız üzerinde oluşturucu konum- mız "dil oyunu" ile temellendirmektedir.
dadırlar. Daha açık söylemek gerekirse Söyleşi yoluyla kendisini göst~en dil bizi
Gadamer'in felsefece yorumbilgisinin i- felsefece yorumbilgisinin dördüncü, bel-
kinci kavramı "önyargı"dır. Buna göre ki de en önemli kavramı olan "ufukların
önyargılar çoğunluk sanıldığının tersine kaynaşımı" kavramına götürür. Gadamer'
anlamanın önündeki en büyük engel de- e göre metnin ya da sanat yapıtının an-
ğildir. Tam tersine anlamayı olanaklı kı­ laşılması, anlaşılmaya çalışılan metnin ya
lan önyargılardır. Hiç kuşkusuz burada da yapıtın dillendirdiği doğruluk nede-
Gadamer önyargı ile anlama arasında niyle tam arılamıyla bir meydan okuma-
Gadamer, Hans-Georg 582

dır. Yorumcunun anlama ufku ilk başta noktasında felsefece yorumbilgisine son
yapıun ileri sürdüğü doğruluk yaşantısını biçimini vermesinde çok önemli bir yeri
dışlama üzerine kuruludur. Ancak yo- bulunmaktadır.
rumcu yapıta yaklaşımındaki kendi ön- Bununla birlikte çağdaşı kimi felsefe-
yargılanrun yapıtça sorun kılınmasına i- ciler Gadamer'e önemli eleştirilerde bu-
zin verdiği vakit yapıttaki ötekiliğin ufku lunmuşlardır. Çağdaş yorumbilgisinin ö-
kendisini yorumcuya açacaktır. Açıkça nemli kuramcılarından Betti ile Hirsch,
burada söz konusu olan, yorumcunun Gadamer'in felsefece yorumbilgisinin yo-
yalnızca yapıun çağırdığı doğruluk ya- rumlann geçerliliğini sınamakta izlene-
şantısını soru-yanıt diyalektiğiyle sorgu- cek belirgin bir yöntem sunmadığını be-
laması değil, aynı zamanda yapıtın yo- lirteı:ck, Gadarnerci yorumbilgisinin gö-
rumcunun kendi önyargılannı sorgula- ı:cciliğin kol gezdiği bir tür "ne olsa gi-
ması için yolladığı çağrıya evet demektir. der'' felsefesine kapı araladığı eleştirisini
Ufukların kaynaşımı süreci yorumcu baş­ getirmişlerdir. Bunun yanında bir başka
ka bir biçimde anladığı zaman, yani yapıt önemli çağdaş Alman düşünürü Haber-
ile yorumcu arasında sahici söyleşimin mas, özellikle "önyargı çözümlemesi"nin
kurulmasıyla birlikte son bulur. Açıkçası statükoyu korumaya yönelik tutucu bir
ufukların kaynaşımı ülküsü ancak yo- felsefeye davet çıkardığını, Gadamer'in
rumcunun önyargılannı yapıttan öğren­ yorumbilgisinin · gericiliği özendiren ge-
dikleri doğrultusunda değiştirmesiyle o- lenekçi bir felsefe olduğunu açıkça dile
lanaklıdır. Bana karşı Gadamer, kimile- getirmiştir, Yapısökümcü düşünür Der-
yin yapıtla girilen ilişkinin yorumcunun rida ise Nietzsche'nin "kuşku yorurtı­
önyargılannı kesinlemesi gibi bir sonuç bi!gisi" önümüzde dururken Gadamer'in
da doğurabileceğini özellikle belirtmek- "iyi istenç olarak yorumbilgisi" tasarımı­
tedir. na inanmada derin kuşkuları bulundu-
Doğrulıık ile Yiiııtem aynca Heidegger' ğunu söyleyeı:ck, felsefece yorumbilgisi
in V arbk ile Zamaıı'da ortaya koyduğu ile yapısökiim arasında temel ayrılıklar
"varoluşçu görüngübilim"i de alarak uy- bulunduğunu, hatta yorumbilgisinin de
gun bir biçimde felsefece yorumbilgisine en azından belli bakımlardan yapısökü­
yedirmiştir. Burada da yine sanat deneyi- me alınması gerektiğini vuı:gulamıştır. Ô
minin başköşedeki yerini koruduğu açık­ te yanda Gadarner, kendi felsefe anlayı­
ça görülmektedir. Nitekim Gadamer bu şına yöneltilen bütün bu eleştirileri, fel-
bağlamda, Heidegger'in "Sanat Yapıtının ~fece yorumbilgisinin alanını genişlet­
Kökeni" başlıklı 1936 tarihini taşıyan ya- meye olanak tanıdığı için bırakın dışla­
zısının kendi felsefece yorumbilgisi anla- mayı ya da görmezden gelmeyi, kendi
yışını geliştirmesi üzerinde çok önemli öğretisinin taşıdığı gizilgücü açık kılmak
bir etkisi bulunduğunu söylemektedir. için fırsat bileı:ck en iyi biçimde değer­
Ne var ki Heidegger bu yazısıyla birlikte lendirmiştir.
"yeryüzü" ile "dünya" arasındaki aynm Felsefece yorumbilgisini ağırlıklı ola-
üzerinden Hölderlin'in şiirlerine eşlik e- rak Dilthey, Husserl ve Heideggerrın
derek düşünmeyi yeğlerken, Gadamcr kavramları üzerine bina eden Gadamer'
daha çok Platon'un diyalogları ile Aris- in başyapıtı Doğru/11k ile Yiiııtem (Wahr-
toteles'in pratik felsefesinden beslenen heit und Methode, t 960) dışındaki diğer
bir felsefece düşünme ekseni doğrultu­ yapıtları arasında Goethı 11nd Jie Philosophie
sunda sürdürmektedir çalı$malarıru. Bu (G:ıethe ve Felsefe, 1947), Platoıtı11fieıı
bağlamda özellikle Aristotcles'in *phnme- (Platon Araştırmalan, 1968), Hege/ı Düz-
ıif (pratik us/bilgelik) kavramının Gada- lektile (Hegel'in Diyalektiği, 1971), Die
mer'in metnin anlaşılması ile kendi özel Begrıffigesdıkhıe
1111J Jie Spraçhe der Philo-
bağlamımıza bu anlamanın uygulanması sophit (Kavram Tarihi ve Felsefe Dili,
583 Galilei, Galileo

1971), Wer bin im Wer birı Jul (Ben Ki- salar da bu öğdcrin birleştiriliş biçimi
mim Sen Kimsin?, 1973), Vmıunft im öylesine yetkindir ki özcllilı:le b.ilim ala-
Zeiıalıır der Wiııtnıthaft (Bilim Çağında nında, başta Newton fiziği olmak üzere,
Us, 1976), PhimsophiMI H""'meutia (Fel- kendisinden sonraki öncrnli gclifmclcri
sefece Yorumbilgisi, 1976), Pottüa (Poc- kesin bir biçimde öncclcmiştir.
tika, 1977) ve Idet Ju Gutin ZJl'İlthtn Plato Tclcskopu ilk kullanan gökbilimci o-
ımJ Aristottlu (Platon ile Aristotclcs'tc lan Galilci, ilk kez 1613'tc yayımladığı
İyi İdeası, 1978) sayılabilit. Aynca bkz. Gİillf/ ulullrinin Tarihi "' KamtUın (Isto-
yoruınbilgisi; metin. ria e demostrazioni intorno alle macchie
solan) adh çalışmasında Copcmicus'un
Galilei, Galileo (156~1642) Dcncyscl dünyanın o zamana dek. inanıldığı gibi
fizik ve gökbilim alanlanndaki üstün ba- evrenin merkezi almayıp güneşin çevre-
şaı:ılanndan ve bugün "bilim felsefesi" sinde dönen bir gezegen olduğu yollu
diye adlandırabileceğimiz alandaki çalış­ kuramını açıkça savunmuş; bu yüzden
malanndan ötürü modem doğa bilimle- 1634'tc bitirdiği ve en önemli çalışınaSı
rinin babası olaı:ak kabul edilen İtalyan sayılan Me!eııniklt İ;,;li İki Yini Bilim ,,,
gökbilimci, doğa felsefecisi, fizikçi ve Matmtaliksll KamıUın Ü~ Kımuptıalalı
matematikçi. Modem bilimsel düşünce­ (Discorsi e demostrazioni mathematice
ye büyük katkılan olan Galilco Galilci, intomo a duc nuove scicnze attenent al-
Aristotclcs'in mantığı söze dayandıran ni- la mcccanica) ancak 1638 yılında Lcider.'
teliksel yaklaşımının karşısına niccliksel de yayıınlatabilrniştir. Matematiksel çö-
matematiksel usçuluğu yerleştirmiş ve zümlemeyi fizik problcınlerine uygula-
bu temel üzerine de modem deneysel yan Galilei, modem mekanik biliminin
yöntemi bina ctı:ııiştir. Aristotclcsçi cv- temcllcrini attığı bu çalışmasında ivmeli
rcnbilgisinin başlıca uslaınlamalanm red- devinimlerin arattırılmasını. olanaklı_ kı­
deden Galilci, Aristotcles'in iddia ettiği lan serbest düfüş yasasını tanıtlayıp
gibi farklı göksel ve yersel devinimlerin Ncwton'un somadan birinci ve ikinci
söz konusu olmayıp tek bir devinim bi- hareket yasası olarak ortaya koyduğu ya-
çiminin bulunduğunu, matematiğin ger- salan ilk kez öne sürmüştür. Galilci, aynı
çek dünyaya uygulanabileceğini ve doğa zamanda edebi ve felsefi bir başyapıt
olaylanna ilişkin. açıklamalann varsayım­ olarak kabul edilen, Avrupa'nın her ye-
laştınlmış doğal ereklere değil gerçek. ne- rinde büyük yankı yaratan İki Bi!Jiilt. Eıı­
denlere başvurmalan gerektiğini öne sür- "" Di!(l;Ui, PtoilllUIİosf11 "' Captmİaılf11
müştür.· ~ Ü~ Söylqi (Dialogo sopra i
Galilci'nin bilim felsefesi de en açık duc massimi sistemi del mondo, ptole-
anlatımını matematiksel varsayımların fi- maico e copernicano, 1632) adlı çalışma­
ziksel gerçeklikle hiçbir ilişkisi olmadığı sırufa da Kilise'nin baskısına karşın ör-
yollu yerleşik inanca karşı bir polemik tülü bir biçimde Ptolcmaiosçu dizgeye
niteliğinde olan 11 Sagjaton (Ayarcı, karşı Copcrnicusçu dizgeyi savunmayı
1623) adlı yapıtta bulur. Galilci'nin yeni sürdürünce Aı:istotclesçi profesörler, Do-
bilimsel yöntemi scrimlcdiği. bu yapıt, miniken vaizler ve Cizvitler biraraya ge-
onun ünlü ifadesiyle; "doğanın kitabının lerek bu yapıtın kurulu düzen için "Lut-
matematik dilinde yazıldığını" ortaya ko- hcr ile Calvin'in öğrct:ilcrinin toplamın­
yar. Onun uygulamasındaki yenilik, göz- dan" bile daha zararlı olacağını vurgula-
lcınle hesaplamayı birarada yürütmesi, mış; bunun üzerine yapıtlannı özclliklc
böylcliklc de matematik ile fiziği birleşti­ Latince yerine İtalyanca olarak güçlü bir
rerek modern anlamda "deney" kavra- üslupla kıılcmc alan Galilci'nin etkisinin
mını oluşturmasıdır. Galilci'nin bilimsel geniş kitlclcre yayılmasından korkan Ki-
yönteminin öğderi bütünüyle yeni olma- lise'nin 1633'te "sapkınlık" suçlamasıyla
Gassendi, Pierre 584

yargılayarak mahkıim ettiği Galilei ancak rini düzenlemek için bir araçtır.
nedamet getirip görüşlerinden döndüğü · Tannbilim eğitimi alan ve bir papaz
yönünde bir ifade vererek Engizisyon'un olan Gassendi, Diogenes Lamior'un Epi-
elinden kurtulabilmiştir. Kilise, yaşamı­ kıtrrıs'un Y aşaım ve Haz:ı Ahlakı Üz.erine
nın son yıllannı ev hapsinde geçiren Ga- X. Kitabına İfiflein Difintrler (Animadver-
lilei'nin itibannı epey bir sonra, 1992 yı­ siones in deciınum librum Diogenis La-
lında 0) iade etmiştir. ertii, qui est de vita, moribus placitisque
Epicuri; 1649) adlı çalışmasında ise Epi-
Gassendi, Pierre (1592-1655) Özgün kurosçu ve Stoaa doğa felsefelerinin
bir doğa felsefesi ile matematik felsefesi mantığı, fiziği, gökbilimi, yerbilimi, bi-
geliştiren Fransız felsefeci ve ma tema- yolojiyi, ruhbilimi ve ahlakı içeren seç-
tikçi. Yaşadığı döneme egemen olan A- meci bir bireşimini oluşturur. Bu yapı­
ristotelesçi doğa felsefesinin yerini ala- tında Epikurosçu atomculuğu kütlelerin
cak yeni bir doğa felsefesi geliştirmeye nasıl oluştuklaruu ve nasıl etkileşimde
çalışan Pierre Gassendi, Hıristiyanlık i- bulunduklarını açıklamanın bir modeli
nanayla düzenekçi bir atomculuğu bir- olarak kullanan Gassendi, Epikuros gibi
leştirerek Aristotelesçiliğe karşı Epiku- fiziksel dünyanın boşlukta hareket eden
rosçuluğu yeniden canlandırmıştır. bölünmez atomlardan oluştuğunu kabul
Gassendi, Aristotclesçiliği eleştirdiği etse de Epikuros'tan farklı olarak tann-
Aristotekspkn Karp Afmaz.lt Savlar (Exer- bilimsel bir kuramla sonlu sayıda ato-
citationes Paradoxicae Adversus Aristo- mun bulunduğunu ve Tann tarafından
teleos, 1624) adlı ilk yapıtında hem kesin yaratılmış olan bu atomların meydana
bilgiyi savunan Descartesçılann dogma- getirdikleri dünyanın "şans eseri" değil
alığından hem de herhangi bir şeye iliş­ "takdiri ilahi" sonucunda oluştuğunu sa-
kin herhangi bir bilgi edinip edinemeye- vunur.
ceğimizden kuşkulanan Montaigne ve Bütün doğanın düzenckçi-bilimsel bir
Charron'un kuşkuculuğundan uzak du- açıklamasını vermeye çalışan Gassendi
rarak gözlemlenebilir dünyanın bilimsel bilim felsefesine ilişkin düşüncelerinin
bilgisine ulaşılabileceğini savunur. Ken- yanı sıra son biçimin.;. ölümünden sonra
dine özgü bir kuşkiıculuk geliştiren Gas- yayımlanan Syntagma philosophimm (Felse-
sendi, şeylc;rin öZünü ve görüngülerin iç- fece Soruşturma, 1658) adlı yapıtında
sel nedenlerini bilemesek de görünüşler verdiği Epikuros'a dayanan düzenelı:çi a-
dünyasının güvenilir bir bilimini gelişti­ tomcu evren tasanmıyla ve varsayımlann
rebileceğimizi ve deneye dayanan olası­ deneysel sınamaya tabi tutulmasına ver-
lıkçı bir bilgiye ulaşabileceğimizi belirtir. diği destekle deneye dayalı modem bili-
Diğer önemli felsefe çalışması Metafi- min gelişiminde etkin bir rol oynamıştu:.
zik S~/nlde (Disquisitio metaphysica,
1644) Descartes'ın İlk Felıeft Üz.erine Dt- Gathalar Zerdüşt'ün vahiylerinin dayan-
rinılifiinmeler adlı yapıtını eleştiren ve dınldığı kutsal ilahiler. Gathalar Zerdüşt­
Descartcs'ın bu eleştirilere yanıt verme- çülüğün doğrudan kaynağı olan, Rig
siyle metafizik konusunda onunla bir V eıla'daki ilahilere benzeyen ilahilcrdir.
polemiğe giren Gassendi'nin matematiğe M.Ô. II. binyılın ikinci yansında, kuzey-
ilişkin Descartcs ve diğer çağdaşlannın doğu İran dili olan Gathacı Avesta di-
görüşleriyle uyuşmayan düşünceleri de- linde yazılmışlardır. Tamamı (toplam 17
neyciliği ve olasıalığıyla yakından bağ­ tanedir) Avuta diye bilinen daha büyük,
lantılıdır. Gassendi'ye göre matematik, yazılı bir kanonun parçalarıdırlar. Aynca
birtala.m düşünürlerin iddia ettiği gibi bkz. Zerdüşt; Zerdüftçiilük.
şeylerin nedenlerini ya da içsel doğalannı
olanaklı kılmaz; o yalnızca deney verile- Gazili [Ebu Hamid İbn Muhammed
585 Gazili

Et-Tılsi El-Gazili) (1058-1111) Felse- Felsefenin dinin gösterdiği hakikatle-


feye getirdiği sert eleştirilerle İslam dün- re us aracılığıyla ulaşamayacağını ve çe-
yasının felsefeye olan ilgisinin azalması­ lişkilerle dolu olduğunu göstermeye çalı­
na yol açtığı düşünülen kendine özgü şarak Yunan tarzı felsefeyle İslam dü-
kelam tannbilimcisi ve mutasavvıf. Ço- şüncesini bağdaşurınaya çalışan fa/ôsffe
cukluğunda kelam ve fıkıh eğitimi alan (feylesoflar) geleneğine karşı savaş açan
Gazali yirmili yaşlannda Nişabur'daki Gazali'nin gizcnıciliğini ve tannbilimini
Nizamiye Medrescsi'ne girmiştir. Otuzlu yalıuzca pratik amaçlı dini bir öğreti ola-
yaşJannda Selçuklu Veziri Nizamülmülk' rak kabul etmek yanlış olur. Yapıdan
ün dikkatini çekerek onun emri ve hi- dikkate değer bir kuramsal derinlik ba-
mayesi altına giren Gazili, Bağdat'taki nnclıran Gazili, feylesoflarla yetke gücü
Nizamiye Medresesi'nin kelam kürsüsü- ve kutsal vahiy yoluyla değil onlann kul-
ne atanmıştır. 1095'te Şiiler tarafından , !andığı tekniklerle savaıur. Bu anlamda
öldürülme korkusunun ve hakikate, ke- usçu bir tutum benimseyen Gazali, fel-
sin bilgiye ulaşma konusunda hissettiği sefe ile dinin birbirlerine indirgenemez
derin endişelerin ıieden olduğu ruhsal olduklannı savunarak felsefe ile ·dini ayn
bir bunalıma giren Gazili tasavvufi ya- alanlar olarak kabul etmiştir. Gazili'nin
şam biçimini benimseyerek toplum ha- felsefe üzerine en önemli iki yapıtı felse-
yatından elini ayağını çekmiştir. Gazili' fenin ne olduğunun nesnel bir özetini·
nin en önemli yapıtlannı düşünsel haya- ortaya koyduğu Mak8sid-ii/.Jel4sift (Feyle-
tının yönünü belirlediği bu dönemde sofların Amaçlan, 1094-1095) ile felse-
·verdiği bilinmektedir. 1099'da doğduğu feye sert eleştiriler getirdiği Teha.ftit-ii/.fe-
kent olan Tus'a geri dönen Gazili devlet lari.fa'dir(Feylesoflann Tutarsızlığı, 1095).
ve toplum hayatından uzak durarak ken- İslam düşüncesinde Faribi, İbn Sina
di kurduğu medresede dersler verdiyse gibi Yunan tarzında felsefe yapan düşü­
de çok geçmeden 1106'da Selçuklu Ve- nürlerin başını çektiği falarifa geleneğinin
ziri Fahrülmülk'ün çağrısı üzerine bu kez tannbilim anlayıf! ile Eş'ari, Gazali gibi
Nişabur'daki Nizamiye Medresesi'nin ba- kelamcıların tannbilim anlayışı arasında
şına geçmiştir. Ama burada fazla durma- gerek kaynaklan, gerekse amaçlan bakı­
yan Gazili Tıis'a geri dönerek ölene dek mından oldukça büyiik farklılıklar vardır.
kendisini tasavvuf yaşamına ve yazılanna Gazili'nin kaynağını doğrudan Kuran'
adamış ur. dan alan varlıkbilgisi ile IslHm Aristote-
Kelim alarunda usçu *Mu'tezile oku- lcsçileri Farabi ve İbn Sini'nın savun-
luna karşı *Eş'ariye'yi savunan ve gele- duğu Yeni Platoncu 111tilr (*türüm) öğ­
neksel Sünni İslam anlayışının sözcülü- retisine dayah vaılıkbilgisi arasında da te-
ğünü yapan Gazaıi'nin felsefeyle ilişkisi mel bir karşıtlık söz konusudur. Gazali
hem -oldukça inişli çıkışlı, hem de usta- Telxlftit-ii/.ftlarife'de bu varlıkbilgisi kura-
lıklı ve karmaşıkur. Gerçekliğin ve haki- mını yirmiye yakın noktada eleştirdiyse
katin peşinde olduğunu söyleyen Gazali de bunlardan üçü daha bir ön plana çık­
duyuların ve usun kesin bilgiyi sağlaya­ maktadır.
mayacağını öne sürerek usa ve duyuların Gazaıi'nin Teha.fti/ünde falarifa gelene-
tanıklığına kuşkucu bir tutumla yaklat- ğini ''kifirlik"le suçlarken temel olarak
mışur. Gazili yalın bir kesinlik temelinde dayandığı üç savdan ilki. feylesofların
kurmayı tasaıladığı bilgikuramını kuşku­ dünyanın sonsuz, öncesiz sonmsız oldu-
culuğunun eşliğinclc geliştirmiş ve bilgiye ğuna duyduklan inancın yanlış olduğudur.
uslamlama yoluyla değil ancak doğrudan Tann'nın dünyayı zamanın belirli bir a-
ve sezgisel olarak ulaşılabileceğini savun- nında yaratttğı düşüncesinin olanaksız o-
muştur: kuşkuların üstesinden ancak i- lanı, Tanrı'da bir değişimi varsaydığını
nanç gelebilir. ve dahası zamanın her anı birbirinin
Gazili 586

benzeri olduğundan yaratılış için belirli her şeyi bilirliğiyle insanların kendi ey-
bir aru seçmenin Tann için bile olanak- lemlerinden sorumlu olması geı:ekliliğini
sız olduğunu öne süren feylesoflar, Bi- uyumlu kılmak amacıyla insanların ey-
rinci Usun ve: diğer varlıkların Tann'dan lemlerinde hem Tarın istencinin hem de
türeyişinin Tann'run özünün zorunlu ne- insan istencinin etkin olduğunu öne sür-
.denselliğinin bir sonucu olduğu yollu gö- müştür.
rüşü savunmuşlardır. Gazili bu görüşe Gazili'nin eleştirdiği üçüncü nokta,
karşı Tann'run dünyayı yaratmaya son- feylesofların yine Yunan felsefesinden
suz geçmişte karar verdiğinden bunun kaynaklanan her şeyin bir nedeni ve her
Tann'da herhangi bir değişikliği ifade nedenin bir sonucu olması gerektiği ko-
etmediğini öne sürer. Belirli bir zamarun nusundaki saplantılı görüşleridir. Doğa­
hei: aru ayru olsa bile, zamarun kendisi daki tekbiçimliliğin Tann'nın zorunlu do-
bu benzerler arasından birini seçen Tan- ğasından kaynaklanan nedensel bir zo-
n'run istencinin doğasıdır. Nitekim Ga- runluluğun değil, onun istencinin bir so-
zili Tann'run varlığım geleneksel Eş'aô­ nucu olduğunu savunan Gazili'ye göre
ye kanıtlamasına göre, dünyarun yaratılı­ nedenselliğin zorunluluğu A olayının B
şından yola çıkarak tarutlar. Bu tarutla- olayıyla birlikte meydana gelmesine da-
maya göre Tann özüne dahil olan ve yanmaktadır. A ile B anısındaki ilişkide
onunla birlikte ebedi olan bilgi, istenç, mantıksal bir zorunluluk olmadığı gibi
duyma, görme ve konuşma gibi öznite- bu ikisinin gelecekte beraber gerçekleş­
liklere ("Tann'run sıfatları'') bizzat sa- mesi için de hiçbir gereklilik yoktur.
hiptir. Dünyarun yaratılışı ve onda gö- Nedensellik kuramının barındırdığı bil-
rülen daha sonraki değişimler Tann'nın gi.kuramsal sorunun, bir sonucun bir ne-
ebedi ve ezeli bilgisi, istenci ve gücü ta- dene doğrudan bağlanmasından kaynak-
rafındangerçekleştirilmiştir. Ama bu Tan- landığım savunan Gazali, hem A hem de
n'nın özniteliklerinin deneysel dünyada- B olayının doğrudan nedeninin Tanrı
ki değişimlere göre değiştiği anlamına olduğunu, Tann'run yalnızca A'yı yara-
gelmemektedir. tırken B'yi de yarattığını öne sürer. Ga-
Gazili ikinci olarak, feylesofların A- zili'ye göı:e Tanrı doğa olaylarının kural-
ristoteles'e dayanarak ortaya attığı Tann' larını değiştirebilir ya da doğanın işleyi­
nın bu dünyadaki tikelleri bilemeyeceği, şini yeni kurallara bağlayabilir. Ama bu
yani tek tek bireyleri birey olarak bilip Tann'nın bunlara doğal nitelikler verme-
değerlendirme olanağının olmadığı, an- diği anlamına gelmemektedir. Nitekim
lan ancak tümel görünümleri altında bi- Gazili'nin doğal nedenselliği mutlak ola-
lebileceği yollu felsefi öğretiyi eleştirir. rak reddettiğini düşünmek yanlıştır. Ga-
Feylesoflar, Tann'nın bilgisini tikellere zili'nin yadsıdığı şey neden ile sonuç a-
bağlamak Tann'nın özünde bir değişim rasında kurulan, Tann'nın istencinden
ve çokluk anlamına geleceğinden Tan- bağımsız zorunlu bir ilişkinin varlığıdır.
n'nın tikelin bilgisine sahip olduğu dü- O, olumsal olasılıklar dünyasının Tann'
şüncesini yadsırlar. Gazili'ye göreyse e- nın özgür eylem alaru olduğunu savunur.
ğer Tarın bir kişinin doğumundan ölü- Gazili nedensellik ilişkilerinin yalruzca
müne kadar hayatına dair her şeyi bil- görünüşte olup evrende gerçekleşen tüm
mekteyse, kişinin hayatı an be an değişse olayların tek gerçek nedeninin Tann ol-
bile, Tann her şeyi önceden bildiğinden duğunu savunan bu bilgikuramı görü-
sonsuz bilgisinde bir değişiklik söz ko- şüyle, zihin ile beden arasında nedensel
nusu olmaz. Gazili dünyadaki bütün o- olduğu varsayılan ilişkinin ancak Tann
laylara ve insanların eylemlerine Tanrı' aracılığıyla kurulabileceğini ileri süren
nın bilgisinin, istencinin ve gücünün ne- XVII. yüzyılın Kartezyen "*araneden-
den olduğunu kabul etse de, Tann'run cilik" öğretisini de öncdemiştir.
587 Gazaıt

Feylesofların uslmılaınalannı çürüt- ruhtur. İnsan ruhu bedenden bütünüyle


meye çalışırken mantığı ustaca kullanan farklı tinsel bir tözdür. Tann'yla ilişki
Gazili'nin Aristoteles mantığı üzerine üç kurarak insanın Tann'ya ilişkin bilgisini
yapıt kaleme alclığı da bilinmektedir. Ö- olanaklı kılan ruh, insanın Tanrı'yla birli-
zellikle diğer kelam tannbilimcileri man- ğinin aracıdır. Beden ise ruhun bir aracı­
tığa karşı düşmanca bir tutum içindey- dır ve ruhun isteklerini eyleme geçirmek
ken Gazili'nin mantığa büyük bir ilgi için çeşitli yetilerle donatılmıştır. Kişinin
göstermesi beklenmedik bir duıumdur. arzu ve öfke gibi temel içyetileri ölçülü,
Öte yandan Gazili'nin mmllğa yönelik uyumlu ve dengeliyse kişi ölçülülük, ce-
bu ilgisinin arkasında mantığın sapkın saret, bilgelik ve adalet gibi erdemlere
görüşlerin çürütülmesindeki yararlılığı­ sahip olur. Buna karşın gerçekte her bir
nın yaııı sıra mantığın kesinliğinden ve yetide aşınlık ya da noksanlık söz konu-
din bilimlerinin sağlam bir temel üze- su olduğundan kişide çeşitli kötü huylar
rinde yeniden inşa edilmesindeki yara- bulunmaktadır. Bütün bu kötü huyların
nndan etkilenmesi yatmaktadır. Gazili' nedeni ise budünya sevgisidir. Dini uy-
nin T thôftifü üzerine Ttbdjiit-iit-Tılıôftit gulamaların amacı bu kötü karakter özel-
(futarsızlığın Tutarsızlığı) adındaki ikin- liklerini Tanrı'nın karakter özelliklerinin
ci büyük Tthôftilü yazan (üçüncüsü. bu bir t.aklidine dönüştürerek inıianın Tanrı'
iki Tthôftifü karşılaşıırarak bir sonuca ya yakınlaşmasıııı sağlamaktır.
varmaya çalışan Hocazade'nin Tehdjiifü- Gazili'nin diğer önemli yapıdan ara-
dür; Mübahat Türker Küyel'in 1956 ta- sında kelıim t.anrıbiliminin en yetkin ha-
rihli Üf Tth4fiit Balummılatı Fılrıfo 111 Din liyle serimlendiği E/..ihistıtl ji'l-itile4J (İti­
Mİİtllllıbeti eserinin adıııın da ortaya koy- kadda İktisad, 1095), halkın inancıııı sar-
duğu gibi bu eserler dinin felsefeyle iliş­ sabileceği gerekçesiyle kelıim bilgisinin
kisi üzerine İslim düşüncesinde uzayıp ve tartışmasıııın scçkinlcı:le sınırlandırıl­
giden tartışmanın mihenk taşlandır) İbn ması gerektiğini savunduğu İlta111-ii/-A­
Rüşd ise özellikle üzerinde durduğu bir llillll at1 ilm-il-lulôm (Halkın Kelıim Tar-
yandan usyürütmepin "kesin bilgi"ye e- tışmalarından Korunması), din bilimleri-
rişmede yetersiz kaldığını savunurken di- nin yeni baştan canlandınlması amacıyla
ğer yandan feylesofların uslamlamalanru yazdığı İltya-i U11111-İiJ-Ji,, (Din Bilimleri-
"kesin bir biçimde" çürütmek için man- nin Canlandırılması, 1095-1102), tasav-
tığa başvurma tutumunuıGazili'nin ken- vuf ile öteki bilimler arasındaki ilişkiyi
di tut.arsızlığının en büyük kaıııtı olarak ele alclığı son dönem çalışması Mi{kat-ii/-
görür. Et111ar (Nurlar Feneri, l 106) ile tinsd öz.
Geleneksel öğtctilere güvenini yitir- yaşamöyküsü olan El-Mımlei'Zf' lllirıı'J-Da-
mesi sonucunda 1095'te girdiği buna- 141 {Sapkınlıkt.an Kurtaran, 1l 08) sayıla­
lımdan, güvenini gizemli tasaVvuf dene- bilir.
yimiyle yeniden kazanarak çıkan Gazili, Şüphesiz ki bütün bu yapıtlarında fel-
felsefe, t.annbilim ve insan bilimlerinin so- sefeye yönelttiği eleştirilerle H11ınt-11/.İs­
yut ve yüzeyselken tasavvufun insanı Tan- lôm r'İslıim'ın Kanıtı'' adıııı alarak din-
n'nın ve doğanın olumlu bilgisine yö- sel konularda kesin bir yetke konumuna
nelttiğini savunur. Tasavvuf ile gelenek- gelen Gazili'nin saldınsından sonra İs­
sel Sünni İslıim anlayışıııı uzlaştırmakta lıim'da felsefenin geleceğinin kalmadığı
oldukça başarılı olıın Gazili tasavvuf a- yollu görüş çok abartılı olup bir hakikat
raalığıyla din bilimlerinin bütün yapısıııı arayıtı olarak felsefe, kendisi de yaşamıııı
yeni baştan biçimlendirmeye gayret et- şüpheden sıynlınış "gerçek bilgi"ye ulaş­
miştir. ma uğrunda harcamıt olan Gazili'den
Gazili'nin tasavvuf anlayışına göre sonra da İslam dünyasında çeşitli akım­
ruh ve bedenden oluşan insanın özü ların içinde yaşamını sürdürmüttür. Ay-
geçerli çıkanın 588

nca bkz. Firibi; İbn Rüşd; İbn Sini; bir yöntembilgisine ihtiyaç olduğunu sa-
İslim felsefesi; kelim. vunuyorlardı.Aynca bkz. Dilthey, Wil-
helın.
geçerli çıkarım [İng. valid inferena-, Fr.
inflrNıa valabk, Alın. aUgemeingiilliger sch- gelecekçilik [İng. .faturism; Fr. futurisme-,
kus; es. t. muteber istidlal] Sonucun ön- Alm. .faturismu.r] İtalyan şair F. T. Mari-
cüllerden zorunlu olarak çıktığı çıkanın; netti'nin kurduğu, iyi de olsa kötü de
geçersiz kılıcı kümesi ya da geçersiz kılıcı olsa eski olan her şeyi, gelenekleri, ah-
yorumu tutarsız olan çıkanın. Aynca lakı, düşünce kalıplanru hor görüp, sana-
bkz. geçersiz kılıcı küme. yinin gelişimi sonucunda ortaya çıkan hı­
zı, gelişmiş teknolojilere sahip makinele-
geçerli önerme (İng. tNI!id sentma-, Fr. ri, sefahati ve yeıyüzünün sağlığı olarak
monei ı;a/ablr, Alm. allgemeingiiltı"ge aussage; kabul ettiği savaşı öven akım. Sanatta
es. t. muteber kazive] Her yorumu doğru devrimi ve dinamizmi vurgulayan gele-
olan önerme; değillemesi -ya da yanlış cekçiliğin görsel sanatlar, edebiyat, tiyat-
diye kabul edildiğinde- tutarsız olan ö- ro ve müzik alanlannda yayımladığı bil-
nerme. Ayrıca bkz. önerme. dirgeler felsefi bakımdan da önem taşı­
-maktadır. Nitekim Marinctti 1909'da Le
geçersiz kılıcı küme [İng. invalidaJing se~ Figaro gazetesinde yayımlattığı gelecekçi-
Bir çıkarımın önciil ya da öncüllerinin liğin ilk bildirgesinde geçmişi reddeden
doğru, sonucunun da yanlış diye kabul yıkıcı düşüncelerini "Bizler müzeleri, kü-
edilmesiyle oluşturulmuş küme. G.K.K. tüphaneleri yerle bir edip ahlakçılıkla, fe-
diye gösterilir. Çözümleyici çizelge aracı­ minizmle ve bütün yarara korkaklıklarla
lığıyla bir çıkarımın geçerli olup olmadığı savaşacağız" diyerek ortaya koyar. Gele-
denetlenirken böyle bir küme kurmak cekçiler toplumsal adaletsizliğin ortadan
zorunludur. Denetleme sonucu G.K.K. kaldınlmasından yana bir tavır içerisin-
tutarlı çıkarsa çıkanın geçersiz, tutarsız deymiş gibi görünseler de "biz dünya-
çıkarsa da çıkanın geçerlidir. Aynca bkz. daki gerçekten sağlıklı tek şeyi, yani sa-
çıkanın. vaşçı ve ölüme götüren düşünceleri yü-
celtiyoruz" diyerek gizli faşizan düşün­
Geisteswissensclıaften (Alm.) Alman- celerinin ipuçlanru verirler. Bu yüzden 1.
ca'da "tin" anlamına gelen Geist ile "bi- Dünya Savaşı sırasında faşizmle özdeşle­
lim" anlamındaki Wissmschaft sözcükleri- şen akım 1920'lerin ortalarına doğru İ­
nin biraraya getirilmesiyle türetilen ve talya'da yok olmaya yüz tutmuştur. Yine
doğa bilimleri ile insan bilimleri arasında de gelecekçilik uç düşünceleri ve getir-
yapılan Yeni Kantçı aynına dayanan Ge- diği yeniliklerle başka yerlerde filizlenen
istesıllirsensçhajten ("tin bilimleri') terimi, akımları etkilemeyi sürdürmüştür.
XIX. yüzyıldan itibaren Wılhelm Dilthey Bu akımlardan biri olan kübistlerin
ve onu izleyen filozoflar tarafından, do- öncülük ettiği Rus gelecekçiliği, Marinet-
ğa bilimlerinin karşısına yerleştirilen ve ti'nin İtalya'da tohumlarını attığı gele-
insan tinini biçimlendiren öğelerin neli- cckçilikten toplumsal ve siyasal açılardan
ğini soruşturan ruhbilim, tarih, felsefe, belli farklılıklar gösterse de Nietzsche'
etik, estetik ile toplum bilimleri olarak da nin Tarihin Y ll{am İpn Yarar/an "' Zarar-
adlandınlan toplumbilim, insanbilim, ö- /an Üstiin~de (1874) gençliğe düzdüğü
rübilim ve siyasetbilimi kapsayacak bi- övgüleri ve tarihselcilik karşıtlığını abar-
çimde kullanılmıştır. Bu filozoflar, doğa tarak tarihten tam bir kopuşu savunmuş­
bilimlerinden ayn olarak "açıklama" (Er- tur. Teknolojinin, büyük kentlerin ve gü-
kliirBn) yerine "anlama"yı (Verstehm) ge- rültülü kalabalıkların çekiciliğine kapılan
rektirdiklerinden, bu bilimler için farklı Rus gelecckçilerinin dillerinin hırçınlığı
589 gelenekçilik

ve saldırgan maçoluklan Nietzsche'nin rektiğiııiileri sürer. Burlıx: o beğenmedi­


"zalim" satırlannı yankılamaktadır. "Ruh ğimiz geleneklere başımız sıkışınca ra-
devrimi"nin siyasal ve toplumsal bir dev- hatlıkla başvurduğumuzu belirterek ge-
rimle tamamlanması gerektiğini ileri sü- leneğin erdemleri alışkanlık haline getire-
rerek Sovyet Devrimi'nin öncü savunu- rek toplumun ahlakının korunmasında
cuları olan Rus gelecekçilerinin kültürel önemli rol oynadığını söyler. Eğer gele-
putkırıalıklan ve burjuvazi. karşıtı tu- nekler samimi duygularla incelenirse ard-
tumlan kolaylıkla siyasallaşarak Bolşevik yörelerinde çağlann ve birçok deneyimin
devriminden sonra yan resmi bir ko- derin bilgisini kapsayan bir bilgeliği ba-
numa ulaşmıştır. Ancak yeni bir proleter nndırdıldan görülecektir. Burke'ye göre
sanatt yaratmaya soyunan Rus gelecek- yararlı davranış biçimleri ve düşünceler
çilerinin etkisi "Devrimin Şairi" olarak "doğal ayıldanma"ya benzeyen bir süreç
tanınan Mayakovski'nin ölümüyle 1930' sonunda ödüllendirilir, desteklenir- ve bir
!ardan sonra bir hayli azalmıştır. bütün olarak toplum tarafından beııim­
senirler; bireyler farkında olmasalar da
gelenekçilik ~ng. tmdilionalimr, Fr. lmlii- evrimsel üstünlüklerinden ve başka ne-
tİOllalismı; Alm. trmlitionalimntr, es. t. an' denlerden dolayı benimsedikleri bu dav-
aneıiz7e] Birbirini izleyen kuşaklar araalı­ ranış biçimlerini ve ardındaki düş ünce-
ğıyla aktarılan inançlar, alışkanlıldar, dü- leri gelenek olarak kuşaktan kuşağa al<ta-
şünce kalıplan ve değerlerin toplumun nrlar.
ve onun düşünsel yaşamının gelişme­ :XX. yüzyılın gelenekçilik anlayışı ise
sinde temel etken olduğunu savunan gö- en iyi biçimde Hayek'in yapıtlannda ör-
rüş. Gelenek eskiden beri siyaset felsefe- neklenmiştir. Başanlı ekonomileri olan
sinin özel bir ilgi alanını oluşturmuştur. toplumlann kendilerini başansız ekono-
Nitekim Rousseau, Thomas Paine, Ric- misi olanlardan daha iyi bir biçimde ye-
hard Price gibi devı:imci siyaset felsefe- niden ürettiklerine dikkat çeken Hayek,
cileri, siyasal ve t0plumsal ilerlemeyi en- ekonomik başanyla birlikte bu başannın
gelleyen kemikleşmiş ayncalıklan temsil alttnda yatan davranış kurallarının yeni-
ettiğini düşündükleri geleneğe karşı çıka­ den üretildiğini savunµr. Hayek'in görü-
rak onun kendi yazgılarını belirleme gü- şüne göre özellikle piyasa düzeninin mer-
cüne sahip ve akılcı biçimde temellendi- kezinde yer alan "aile" ve "özel mülki-
rilmiş haklar talep eden insanlann dü- yet!' kurumları ekonomik gelişme ve ba-
şünceleriyle uyuşmadığını savunmuşlar­ şanyla yakından bağlanttlıdır. Piyasa top-
dır. Geleneğe yönelik bu ve daha eski iti- lumlannda bu kurumlar dinsel nedenler-
razlara karşı XVIII. yüzyılın sonlanndan den dolayı sürekli savunulup yaygınlaştı­
itibaren geleneğin erdemlerini savunan tıldığından hem bu toplumlar hem de
bir düşünce akımı gelişmiştir. Devrimci dinleri zenginleşmektedir. Dinsel dizge-
siyaset felsefecilerinin görüşlerini yadsı­ leri piyasa düzenine karşı önyargılı olan
yan Edmund Burke (1729-1797) gibi ge- toplumlar ile onların dinleri ise doğal o-
lenekçiler yaşamın olduğu gibi sürmesini larak ölmeye mahkumdurlar. Hayek'in
sağlayanın yalnızca akılcı karar alma ye- gelenek anlayışı bir toplumun tarihsel
tisi olmadığını, duygulanım, duygusal bağ­ başarısı ile görünüşte bu başarıyla bağ­
lılık ve uzlaşımlann da bunda etkin bir lanttsı bulunmayan inançlar ve uygula-
biçimde rol aldığını savunmuşlardır. Ge- malar arasındaki bağlantıları aydınlat­
lenekçiliğe ilişkin ilk ve en önemli savu- makta yardımcı olsa da böyle bir gele-
nulardan birini geliştiren Edmund Bur- neği ne kadar süre desteklememiz ge-
ke, geçmişten gelen düşünce lmlıplanna, rektiği konusunda pek açık değildir. Pi-
eski ve önyargılı olduklarını düşündü­ yasa düzenini adaletsiz bulan ve salt
ğümüz için olumsuz yaklaşmamamız ge- "us"a olan sarsılmaz güvenleriyle bu dü-
genel istenç 590

zeni düzeltebileccklerine inanan düşü­ zere, sözleşmeci siyaset felsefesi gelene-


nütleri kıyasıya eleştiren Hayek, planlı ve ğinden kuramcıların çalışmalarında rast-
plansız ekonomilerin başanlannın ba- lanır. Öğreti tartışmalı imgelerle birleşti­
sitçe karşılaştınlmasının bile geleneğin rilse de, temelde yurttaşlann kişiden ki-
insan aklından birçok yönden daha iyi ve şiye, hatta kişinin de kendi yaşamı içeri-
üstün olduğunu gösterdiğini ileri sürer. sinde değişen çıkarları söz konusuysa da,
Kimi düşünürler bu karşılaşurmanın hiç bütün insanlığın paylaştığı gerçek genel
de böyle bir şey göstermediğini, Hayek' çıkarların bulunduğunu savunur. Genel
in düşündüğü gibi piyasa düz_cninin istenç öğretisi bu ortak çıkatlann nasıl
merkezinde yer alan geleneklere arka çı­ tanımlanabileceği ve devletin siyasetinde
kıp onlan geliştirme karan alsak bile, bu- nasıl yer bulabileceği sorusuyla, dolayı­
nun ancak deneyimin bize bu geleneğin sıyla adil bir devletin nasıl olması gerek-
diğer geleneklere üstün olduğunu gös- tiğiyle ilgilenir. Genci istenç öğretisine
terdiğini düşündüğümüz için olabilece- göre, siyasal bir toplumun üyeleri bütün
ğini savunurlar. Aslında geleneğin ussal herkesin yararına olan ve özel çıkarların
planlama alanını sınırlayıp çerçevesini önüne konulması gereken kamusal ya da
çizdiği, böylelikle de planlanmamış eko- genel bir çıkan ya da iyiyi paylaşırlar.
nomik etkinlikleri engellemek için stra- Üyeler genel istence öncelik tanındığı sü-
tejiler geliştirdiği varsayılsa da bu gele- rece topluluklarının genel istencini ye-
neğin lehine alınan kararın usdışı ya da rine getirme konusunda heveslidirler. Ge-
bütünüyle gelenek temelli olacağı anla- nel istenç öğretisinin kendine özgü ilk ve
mına gelmez. Gelenekçiliğin kendisi us- en etkili biçimini Rousseau vermiştir. Ni-
dışı olmadığı gibi usçuluğun sofistike bir tekim genel istenç Rousseau'nun Toplllm
biçimi de değildir. Gelenekçiler öyle ol- Söz/epJles!nin (1762) temel kavramların­
duğunu savlasalar da gelenekler illa ki dan biridir. Rousseau, siyaset ve ahlak
geçmişte köklenmez; geçmişten yararla- felsefesinin merkezine yerleştirdiği genci
nıp o andaki önemlerini meşrulaştırarak istenci ayrıntılı bir şekilde ele alarak dev-
ortaya çıkan yeni durumlara ya da so- letin ve yönetimin meşruluğuna ilişkin
runlara bir yanıt olarak da keşfedilebilir- kapsamlı bir kuram üretir.
1<".r. Bu yüzden gelenekler genelde büyük Rousseau'nun genel istenci bir halkın
toplumsal değişim zamanlarında belir- ya da devletin genel istcncidir. Rous-
ginleşerek siyasal birer gerekçeye dönü- seau'ya göre halk aile gibi doğal bir top-
şürler. luluk ya da bir toplum olmayıp dağılma­
Tannbilimde ise gelenekçilik, insanın dan ayakta kalması uzlaşıma dayalıdır.
kendi aklıyla Tann'nın inayetine ulaşma­ Rousseau bu noktada toplum sözleşmesi
sının mümkün olmadığını, tek tek bi- kuramının çerçevesini kullanır: bağımsız
reyler tarafından keşfedilmesi olanaksız bireyler (yalnızca erkekler) kendilerini öz-
olan hakikatin ancak toplumların gele- gür, eşit biçimde tek bir birliğe bağlarlar.
neğinde bulunabileceğini savunan öğre­ Böylece kişiler tek bir istence sahip ka-
tiye karşılık gelir. Aynca bkz. tutuculuk; musal kişi (halk) ve kolektif bir bütün
köktencilik. (devlet) haline gelirler. Bu istenç amaç,
kaynak ve uygulama bakımından zorun-
genel istenç ~ng. general wi/}, Fr. 1JOl011ti lu olarak geneldir. Genel istenç yalnızca
gbıirale, Alın. allge111ei11er wille, gemeinwille] her üyenin iyiliğine olan bütünün ortak
Başlıca amacı devletin ilkelerinin ve po- iyiliğini amaçlar. Genel istenç ancak bü-
litikalarının ahlak bakımından kabul edi- tünü oluşturan parçaların istençleri tara-
lebilir olduğu koşulların bir açıklamasını fından, yani birlikte oy veren bütün üye-
vermek olan öğreti. Genel istenç öğreti­ ler aracılığıyla ifade edilebilir. Kişinin is-
sine özellikle, başta Rousseau olmak ü- tencini bir başkasına aktarması imkan-
591 genos

sızdır; üye genci istenci ifade etme hak- lerin toplumdan yalıtılabilir olduklannı
kını bir temsilciye, bir yönetime ya da bir kabul ederek herkese ayn ahlaki yararlar
lidere devredemez. Nitekim Rousse:ı.u ge- sağlar ve onlann kar:ı.rlannın içeriklerine
nel istenci doğrudan halk egemenliğine ahWti sııurlamal:ı.r getirmeyip herhangi
bağlar. Yasalar biçimindeki genci istenç bir özel durumda genel istencin ne oldu-
toplumun bütün üyelerine eşit uygulanır. • ğuna ilişkin karan yurttaşların kendile-
Bir toplumun yasalan genel istence, yö- rine bırakır. Aynca bkz. volonti gme-
netim de yasa.lam boyun eğmelidir. Rous- rale-, Rou11eau, Jean-Jacques.
se:ı.u bunun ancak belirli koşullar yerine
getirilirse, bireysel birlikler hep birlikte genetle(ttir)me ~ııg. gmıraliz.atiotr, Fr.
kendilerini tek bir bütün olarak düşünüp ginlmlisalifıtr, Alm. gmmıliralilın; es. t. ta'
tek bir genel istenç etrafında toplanırsa mim) Aynı türden bütün şeylere ya da bir
gerçekleşebileceğini düşünür. türe özgü şeylere ilişkin vanlan bir kanı
Öte yandan Kant msanlann genel is- ya da yargı. Genelleştirme özel ya da ti-
tenci fiilen ifade etmelerinin zorunlu ol- kel durumlardan hareket ederek genel
madığını savunur. Yasaların istenmiş ol- bir.yasanın, tümel bir önermenin üretil-
malan, insanların istemek zorunda ol- mesi ya da bir sııufın tek tek üyelerinde
duklan şeyler olma.lan yew:lidir. Genel görülen özclliklerin bu sınıfın bütününe
istenç varsayımsal ol:ı.mk akılcı insanların yaygınlaştırılmasıdır. Aynca bkz. tüme-
isteyebileceği hale gelebilir ve ilişkileri vanm.
yönlendiren düzenleyici bir ülkü, bir öl-
çüt olarak işler. Hegel ise toplum söz- genesis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
leşmesi kuramını ve onun bireyc:iliğiııi sinde oluş, doğuf, yanıtılış, köken, var-
gereksiz görerek genel istenci gerçek ta- lığa geliş ya da değişim süreci, tözsel de-
rihsel toplumlarda konumlandırır. Bir ğişim türünden anlamlan karşılamak için
toplumun ahlaki ve kültürel inançları ve kullanılan bu terimin eski kullarumlan az
ülküleri ile bunlan cisimleştiren hukuk- çok biyolojik bir süreci ifade eder. Gen1-
sal, ekonomik, toplumsal ve siyasal ku- sü Sokrates öncesi felsefe metinlerinde
rumlar ile pnıtikler onun genel istençle- "varlığın başlangıcı'' ya da "vücuda gel-
ridir. Buna göre her toplumun kurulu bir me" gibi anlamlarda kullanılmıştır. Sok-
kamusal iyi görüşü bulunur. Bu toplu- rates öncesi filozofların hemen hepsi yo-
mun üyeleri büyürken bunu öğrenir; bu ğun bir biçimde değişim konusuyla,
toplum ve onun inançlan kendi yaşamını "Nasıl olup da bir şeyin başka bir şeye
sürerken kuralları ve kurumlan aracıh­ dönüşmesi mümkün oluyor?" sorusuyla
~yla genci istenci ifade edip bu istencin ilgilendikleri için ilk tözleri (*ar.f:Men)
gelişmesine katkıda bulunur. bağlamında ge111sü üzerine kafa yormuş­
Günümüzde ise genel istenç toplum- lardır. Platon içinse gtntsü, gerçek varlık
sal seçim kuramı çerçevesinde ele alın­ alanı olan "idealar'' ile oluşun biçimlen-
maktadır. Bu kuram özellikle oy verme dirdiği "duyulur dünya" :ı.msındaki ayrı­
anıalığıyla genel istencin nasıl ortaya çı­ mın gölgesinde kalmışur. Buna göre, var-
kabileceği bağlamında yeni bir açıklama­ lık yalnızca doğru bilginin (*ıpistıme) ko-
nın yolunu açmıştır. Bu yaklaşım Rous- nusu olurken, gmtsis olsa olsa kanıya
scau'nun genel istencinden önemli ölçü- (*Jo.f:ta) ya da buna benzer bir düşünceye
<le aynlarak ona farklı bir anlam verir. götürebilir (fimaios, 27d-28a).
Rousseau'nun genel istenci birliğin üye-
leri olarak ortak bir istence sahip olan genos (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde
bireyler :ı.msındaki toplumsal birliğin var- . "cins" anlamında kullanılan terim; ben-
lığına gereksinim duyarken, daha öznel zer ya da yakın türlerin içinde toplan-
olan yeni yaklaşımın genel istenci birey- dıkları sııuf.
Gentile, Giovanni 592

Platon bu terimi genellikle *eidos'W. bilimsel deneyimin "transendental" (aş­


(kavram) eşanW-mlı oW.rak (Sofist, 253b); kınsal) zemini oW.rak ileri sürerek at1la-
kimi zaman da Aristoteles'in gmos'una 111anın yaratıa yeteneğini yadsıdığına ina-
yaklaşıp diyalektik biliminin ödevi saydı­ nır. Buna karşın Gentile'ye göre Hegel,
ğı türleri doğru bir biçimde ayırma işle­ Kant eleştirisinde yeterince ileriye gide-
minde "tür" oınrak kullarunıştır (Sojist, memiş; aşkınsal idealizmi öznel idea-
253d; Theaitetos). Aristoteles'te ise genos, lizmle değiştirmeyi istememiştir. Hegel'
özellikle mantıkta, aynı niteliğe sahip in bilgikurarru, varlık ve bilinci, her iki-
olan, aynı özü paylaşan iki ya da daha sine de içkin olan metafizik bir kendili-
fuzla sayıda türden ya da alt sınıftan olu- ğin -Tin ya da Zihin- gelişiminin man-
şan genel sınıfa karşılık gelir (BOfltklar, tıksal açıdan ilişkili parçaW.rı olarak kav-
102a-b, 120b-128b). Aristoteles için *ka- rayan varlıkbilgisel bir uslamlamanın gü-
tegoria (kategon) ise varlığın cinsi; kendi- vencesi altındadır. Gentile bu çözümün,
sinden daha genel bir şey içinde sınıf­ Hegelci Tin insan bakış açısından Kantçı
landırılamayan en geniş cins (sıı111111a gene- kategoriler denli transendental olduğun­
ra) anlamına gelir (Metaft~k, 1014b; İkin­ dan, tatmin edici olmadığını savıınur.
ci Çözji111ie!lleler Il, tOOb). Aynca bkz. Hegel'in bireysel bilincin gelişimi üze-
cins. rine kurulu "görüngübilim" ile gerçekliği
Tin'in ürünü olarak kavrayan "mantık"
Gentile, Giovanni (1875-1944) Etkin- arasında yaptığı aynının her şeyin özü
cilik kuramıyla tanınan İtalyan idealist olarak Tin ile insan düşüncesi arasında
felsefeci, eğitimci ve devlet adamı. Gio- gözle görülür bir ikilik yarattığına inanan
vanni Gentile, Benedetto Croce ile bir- Gentile, Hegel'in yarattığı bu ikilikle
likte, Hegel idealizminin XX. yüzyılın ilk başa çıkmak için görüngübilimin "birey-
yarısı boyunca İtalya'da "Yeni Hegel- sel zihin"i ile mantığın "Tin"ini özdeş­
cilik" adı altında hüküm sürmesini sağ­ leştirir. Ona göre transendental olan an-
lamıştır. Gentile'nin etkinciliği ya da et- cak düşünen öznenin etkinliğinin insan
kinci idealizmi, kuram ile pratik arasın­ bilgisinin biricik temeli olduğu ve dolayı­
daki aynını ortadan kaldırarak deneyim sıyla da insan deneyiminin nesnelerini
bilincimiz ile salt düşürune etkinliğinde oluşturduğu "saltık içkinlik felsefesi"n-
içerimlcnen yaratıcılığı birleştirme doğ­ de yok edilebilecektir. Gentile, Kant'm
rultusunda köktenci bir girişimdir. transendental özneye ve Hegel'in Tin'e
İdealizmin aşın öznelci bir uyarlama- atfettiği yetileri "düşünme"ye aktararak
sını sa'lıınan Gentile'ye göre, etkincilik sonuca ulaşır. Gentile'nin "içkinlik yön-
insanın özerkliğiyle bağdaşabilen yegane temi" düşünmeyi insanın deneyim dün-
felsefedir. Geııtile'nin etkinciliği, diyalek- yasının mutlak temeli olan "salt etkin-
tik süreçle yalnızca salt düşünme etkinli- liğe" indirgemektedir. Bu kurama göre
.ğinin ya da Aşkın Öznc'nin başa çıkabi­ duyum, özneye dışsal olan nesneye bir
leceğini ileri sürer. Doğa, tanrı, iyi ve yanıt olarak yanlış anlaşılmaktadır. Du-
kötü gibi bütün gerçeklik de Deneysel yum daha çok düşünen öznenin dışsal
Öznc'den farklı olan Aşkın Özne'de iç- dünyayı kendini inşa etme sürecinin bir
kindir. Bilginin deneyimdeki ya da du- parçası olarak kavradığı özfurkındalık et-
yumlardaki çözümlenmemiş temelinden kinliğini temsil etmektedir. Böylelikle dü-
hoşnut olmayan Gentile, aşkın ya da de- şünmenin doğayı dönüştürerek olgu dün-
neysel gerçekliğin insan bilincinin dışın­ yasını yarattığı idealist bir praksis kuramı
da yattığına ilişkin bütün iddiaları redde- geliştiren Gentile "salt etkinlik olarak zi-
den bir bilgikurarru geliştirmek için uğ­ hin kuramı"na ilişkin iki sav ileri sürer:
raşmıştır. Hegel'i izleyen Gentile, Kant' Bunlardan birincisinde kuramının Des-
ın sabit bir *t1011111e11011 dünyasını görüngü- cartes'la başlayan modern felsefenin a-
593 gerçek

kıla girişiminin ve Hıristiyanlığın özü- Gödel 'den sonraki gelişimine katkı ola-
nün mantıksal sonucu olduğunu; ikinci- rak görülebilir. Gentzen, Hilbert prog-
sindeyse kuramının insan bilincinin bi- ramı çerçevesinde çeşitli mantık hesap-
reydeki görüngübiliınsel gelişimini yan- lamaları geliştirmiştir. Gentzen'in temel
sıttığını savunur. düşüncesi ve amacı, kanıtsavların ilksav-
Gentile'nin etkincilik düşüncesinin re- lardan çıkarsandığı Hilbett programının
formcu kimliğiyle özellikle eğitim felse- yerine ilksavlardan değil de varsayımlar
fesine yansıtmaya çalıştığı toplumsal bo- olarak düşünülen tamdeyim dizilerinden
yutu çok geçmeden organik faşist devlet başlayan doğal çıkarım hesabım yerleştir­
savunusunun bit parçasına dönüşmüş; mekti. Böyle bir çıkarım biçiminde bir
bu da onun "faşizmin filozofu" olarak a- kanıtın son basamaklan, Hilbert'in yön-
nılmasına sebep olmuştur. Nitekim Gen- teminde ilk başta yer alan ilksavlardır.
tile 1923'te faşist p~tiye katıldıktan son- Gentzen'in kanıtlamalarında kullandığı
ra Mussolini yönetiminin ilk yıllarında yöntemler bugün hala kanıtlama kuramı­
(1922-1924) eğitim bakanlığı yapmış; böy- nın en temel yöntemleridir. Gentzen hem
ldikle Croce'yle sürdürdüğü uzun yol ar- klasik ve sezgici mantığın birbirleriyle
kadaşlığı da sona ermiştir. çelişmediğini, hem de aritmetiğin, tam
Gentile'nin başlıca felsefi çalışmaları bir tümevanm olmaksızın tutaı:lı olabile-
arasında tarihsel maddecilik ve ptaksis ceğini kanıtlamıştır. Bu kanıtlamalanyla
felsefesinin Hegelci bir incelemesini içe- matematik felsefesinin iki büyük okulu
ren Marx'ın Felst.ft.ri (La filosofia di Marx, olan biçimci ve sezgici okullann görüşle­
1899). etkinciliğe ilişkin ilk savlarını te- rini derinden etkilemiştir. Gentzen'in ça-
mellendirdiği "Salt Etkinlik Olarak Dü- lışmalannın hemen hemen hepsi Gerharrl
şünme Etkinliği" C'L'atto di pensare co- Gmlz!tl'in Topill Makakkn'nde (The Col-
me atto puro", 1912) adlı makalesiyle et- lected Papers of Gerhard Gentzen,
kinciliğe ilişkin diğer makalelerinden o- 1969) yer almaktadır.
luşan Hegeld D!Jak/eJiğin &far11111 (La ri-
forma della dialettica hegeliana, 1913), gerçek ~ng. rraf, Fr. rief, Alm. rraJ, wirk-
eğitim felsefesine ilişkin temel çalışması lidr, Lat rralir, es. t. hakiki, vaha] En ge-
Felsefi Bir Bilim Olarak Eğifi111bilimin Öz.eli nel anlamda "varlığı kesin olan". Yerle-
(Sommario di pedagogia come scienza şik felsefe dilinde, elle tutulup göz ile
filosofica, 1913-1914), etkincilik öğreti­ görülecek biçimde varolanı; varlığı hiçbir
sinin tam bir açıklamasını sunan Salt Et- koşulda yadsınamayan durum, olgu, o-
kinlik Olarak Zihin K11rafllt (Teoria gene- lay, nesne ya da nitelik olarak varolanı;
rale clello spirito come atto puro, 1916) düşünülene, tasanmlanana, imgelenene,
ile Croce'nin estetiğini eleştirdiği Sanal düşlenene karşıt olatak varolanı; varlığı
Felsefe.ri (Filosofia dell'arte, 1931) bulun- "ideal'~. "koşullu'', "olanaklı", "gizil.güç"
maktadır. Aynca 1925-1936 yılları ara- biçimindeki varolma kipleri dışında te-
sında Eııa'çliJpedia İtaliana Jj ıtienzy, kttere mellendirile bileni; görünüş olanın tersine
ed ar# (İtalyan Bilim, Edebiyat ve Sanat doğrudan şeylerin kendileriyle ilintili ola-
Ansiklopedisi, 1936-1943) adlı ansiklo- nı; varolmak için insan bilincine ve de-
pediyi yayına hazırlamıştır. Aynca bkz. neyimine gerek duyan şeylerin tersine so-
etkincilik. mut, olgusal, zihinden bağıms12 bir var-
lığı bulunanı; kurmaca, yapıntı, düşle.m­
Gentzen, Gerhard K. Erich (1909- sel ya da imgesel olmayanı; algıdan ve
1945) Alman matematikçi ve mantıkçı. duyumlardan bağıms12 biçimde kuramsal
Aritmetik ile "çözümleme"nin tutarlılı­ bir kuruluşu olmaksızın kendi başına va-
ğını kanıtlamaya çalışan Gerhard Gent- rolanı; belli bir tözü, maddi, fiziksel ya
zen'in çalışmaları "Hilbert prograrru"nın da nesnel bir varlığı bulunanı; varlığı,
gerçekçilik 594

geçmişten ya da gelecekten us yoluyla sefe dilinde, varlığın düşünceden ayn ol-


çıkarsanmayıp şimdide verilmiş ya da duğunu; varolduğu düşünülen her şeyin
sunulmuş olanı; olumsal olmayanı, araş­ bilen özneden, bilinçten, algılayan ya da
tırnıa gerektimıeyeni, doğrudan gösteri- duyumsayan bir ben'den bağımsız olarak
lebilir olanı, zorunlu olanın varlığını an- kendi başına bir varlığı bulunduğunu;
latan felsefe terimi. düşünmenin temeli, bütün yapıp etmele-
Gündelik dilde çoğunluk yapıldığı ü- rin tek ölçüsü olarak gerçekliğin kendi-
zere "gerçek" terimini "doğru" terimiyle sine gitmenin gereğini savunan felsefe
kanştırnıamak, eşanlamlı birer kavram- akımı. "Adcılık"ın savunduğunun tersine
mış gibi birbirleri yerine kullarulabilir di- tümellerin gerçek olduğunu, tümellerin
ye düşünmemek gerekir. Felsefe dilinde duyu deneyinin sağladığı bilgilerden. da-
"doğru" çoğunluk işin içinde hep insa- ha gerçek bilgiler sağladığını savunan
nın olduğu daha üst bir konuma karşılık gerçekçilik, idealizmin savunduğunun ter-
gelir; gerçeğin ya da gerçek olanın sez- sine de bilgimizin nesnelerinin zihne ba-
gisinin bir biçimde bilinmekte olduğunu ğımlı olmayıp bütünüyle zihinden ba-
anlatmak için kullanılır. Bu anlamda "doğ­ ğımsız bir biçimde varolduklan düşün­
ru" terimini birtakım kendiliklere uygu- cesi üstüne kurulmuştur. Bu bakımdan,
layabilmek için hep bir insan öznesine, gerçekçiliğin gözünde bilgi edinmede dü-
bilme ya da algılama gibi temel bir insan şünen özneye karşı dışandaki gerçeklik
etkinliğine ya da bilinç yaşantısına gerek her zaman için asıl belirleyici konumun-
vardır. Oysa bunun tam tersine "gerçek'' dadır. Bir başka deyişle, varlığın bırakın
terimi bilenden, bilinçten, insan tekinden düşünsel nitelikli olduğunu, düşünce yo-
bağımsız olarak kendi başına varolabilen luyla ulaşılabilir olduğu bile açık bir bi-
kcndilikler için kullanılmaktııdıı:. "Ger- çimde yadsınmaktadır. Gerçekçilik, evre-
çek" terimi, bütün bu yaygın anlamlan nin hangi biçimde olursa olsun zihne ya
yanında felsefe tarihinde, özellikle de da düŞünceye indirgenebileceği düşünce­
dizgeci-usçu düşünürlerin felsefelerinde, sine karşı çıkarken, evrenin varoluşunun
kimileyin bizim kuramsallaştırmalanmıza insan bilgisinden ve bilincinden bağım­
gerek duymadan, kendi başına varolan sız bir varlığı olduğu görüşünü de so-
bir ''kavriımlar" ya da "tümeller" dünya- nuna dek savunmaktad!ı:. Yıne başka bir
sını, kimileyin de bir nesneyi nesne ya- açıdan gerçekçilik, idealizmin savundu-
pan olmazsa olmaz niteliklerin nedenini, ğunun tersine insanlann, varlıklann, kı­
kökenini, kaynağını oluşturduğu düşünü­ sacası bir bütün olarak dünyanın "olması
len gtrp!k ıizü ya da iılea'yı anlatmak için gerektiği" biçimiyle değil, "olduğu gibi",
kullanılmıştır. Yine fcl•cfc tarihin<lc kimi na•ıl•a öyle anlaşılması gerektiğini kendi-
filozofların felsefe çerçevelerinde "ger- sine ilke edinmiş felsefedeki· birkaç ö-
çek'' teriminin başka başka düzlemlere ta- nemli yöntcmbilgisel yaklaşımdan biri-
şınarak yeniden kavramsallaştırıldığı gö- dir. Bu son anlamıyla düşünüldüğünde,
rülmektedir. Örneğin Hegel'e göre "us- gerçekçilik bir başka felsefe akımı olan
sal olan gerçek, gerçek olan ussaldır." "doğalcılık'' ile şeylere ilişkin temel yak-
Aynca bkz. gerçeklik; doğruluk; ger- laşımında çok büyük ölçüde örtüşmekte­
çekçilik. dir. Buna ek olarak gerçekçilik bilgikura-
1J1111.da, bilen özneden bağımsız bir bi-
gerçekçilik [İng. realisnr, Fr. rialisme, çimde varolan gerçeklik evreninin bilgi-
Alm. reafis11111r, es. t. hahk!l1e] En genci sine düşünme yoluyla ulaşılabileceği ilke-
anlamda, ne denli aykın görünürse gö- si üstüne kurulmuş bütün öğretilerin or-
rünsünler nesneleri göründükleri biçim- tak adıdır. Sanal ftlıefasinde ya da estelik-
leriyle, olaylan da aynı olduklan gibi iç- teyse gerçekçilik, doğalcılığa karşı ger-
tenlikle kabul etme tutumu. Yerleşik fel- çekliği olduğu gibi yansıtmaya kalkışma-
595 gerçekçilik

dan ideal görünümleri bozmamak ko- priori bilgisi olmadığını, doğuştan getirdi-
şuluyla belli ölçüleı:de ki~d yorumlar ği hiçbir bilgi bulunmadığını, zihindeki
katıarak betimlemenin doğruluğunu sa- bütün bilginin duyular yoluyla dış dünya-
vunan, sanat yapıarun özünde gerçekli- dan geldiğini ileri sürmektedir. Bu bağ­
ğin yansıtılması olduğunu ileri süren öz- lamda, gerçekçiliğin asıl çerçevesi, hocası
gül yaklaşıma karşılık gelmektedir. Sanat Platon'un idealar kuramına kesin bir bi-
fdscfcsindeki anlamıyla gerçekçiliği do- çimde karşı çıkan Aristotclcs t~fından
ğalcılıktan ayıran en önemli !J.Okta, do- çizilmiştir denilebilir. Bilginin tek kayna-
ğalalık özneyi ortadan kaldımıalı: adına ğının duyu verileri olduğunu, ancak duyu
gerçeğin kendisine sonuna dek bağlılı­ verileri doğrultusunda gerçekliğe açılabi­
ğından ödün vcmıezken, buna karşı ger- leceğimizi savunan Aristotelcs, Platon'un
çekçiliğin gerçekliğin en iyi yorum getiri- formlar dünyasına yönelik "idealar ger-
lerek yansıtılabileceğini düşünmesidir. Yi- çckçiliği"ni yeryüzüne indirerek gerçek-
ne gerçekçiliğin kendisini duygulann ön- çiliği ait olduğu anlama geri taşımıştır.
celiğini_ sawnan "duyumsayışçılık''a karşı Ortaçağ fdsefesinde "adcılık'' ile
bir konuma yerleştirmesiyle, daha çok "kavramcılık" anlayışlarına karşı geliştiri­
maddi dış dünya gerçekliğini temde ko- len, kökleri Platon'un idealar öğretisinde
yan maddeciliğe yaldaşuğı gözlenmekte- bulunan "Skolastik Fdscfe" döneminin
dir. Fdsefedeki bu anlamlan dışında, ger- egemen anlayışı /eavram gef'(llııplij, tümel
çekçilik terimi gündelik dilde bütün ko- kavramlann bilincin dışında kendilerine
nulan yamrlanna ya da getirilerine baka- özgü gerçek bir varlıklan olduğu düşün­
rak değerlendimıck anlamında pragma- cesi üstüne bina edilmiştir. Ortaçağdaki
tik yönü ağır basan bir bağlamda kulla- bu anlamıyla gerçekçilik, tümelleri şeyle­
nılmaktadır. rin kendilerinden bağımsız saymamayı,
Gerçekçilik diye bilinegelen fdsefe tümellcrin varlığını hep şeylerin kendile-
anlayışı, ilk başlarda, biraz da karmaşık riyle temellendirmeyi kendisine temel il-
bir biçimde, ya Platon'un savunduğu ke edinmiştir. Yeniçağ fdscfcsindcysc
gibi tikclleri aşan gerçek varlıklar oldu- gerçekçilik anlayışı en iyi anlatımını İngi­
ğunu ya da tam tersine Aristotdes'in sa- liz Dencycilcri'nde, özellikle de Locke'
vunduğu gibi tikellcrin bağımsız gerçek un fdscfesinde bulmaktadır. Günümüz-
varlıklar olduğunu öne süren çok gend deyse terim çoğunluk fıziksd nesnclcrin
fdsefe konumunu nitdemek için kulla- deneyimden bağımsız olarak varoldukla-
nılmıştır. Platon ideaların duyulur şeyler­ nnı savunan görüşe karşılık gelmektedir.
den her bakımdan daha "gerçek" olma- Gerçekçilik felsefe tarihinde kimileyin
lannı gerekçe göstererek onlann düşünü­ birbirleriyle çatışan çok çeşitli anlamlar-
lebilecek tek "gerçeklik" olduğu sapta- da kullanılmasına karşın, özellikle XX.
masında bulunmuştur. Bununla birlikte yüzyılın başlarından bu yana gencİliklc
Platon'un idealar öğretisiyle ortaya koy- idealizme karşıt bir anlamda kullanıl­
duğu temd görüş gendlikle gerçekçilik makta, öyle de anlaşılmaktadır. Bu bağ­
diye nitelense de aslında tam karşıt ko- lamda "Gerçekçilik Okulu" diye anılan
numda bulunan bir görüşe, idealizme felsefe okulu özellikle İngiliz ve Ameri-
karşılık gelmektedir. öyle ki gerçekçilik kan fdsefe çevrelerinde ağırlığını iyiden
anlayışı tanımı gereği gerçekliğin bilgisi- iyiye hissettimıcktcdir. Söz konusu oku-
nin zihinden bağımsız olduğu savı üs- lun önde gden üyderi arasında Russell,
tüne temellendiğinden, özne ile nesne i- Moore, Broad adlan sayılabilir. Okulun
kiliği bağlamında hep özneye öncelik ta- ana düşüncclcrinin biçimlenişinde Witt-
nıyan idealizmin tersine bütün önceliği gcnstein'ın önceki dönem fdsefesinin
nesneye vermektedir. Gerçekçilik, idea- etkisi oldukça büyüktür. Aynca Platoncu
lizme karşıt bir biçimde zihnin hiçbir 11 gerçekçilik anlayışı da kimi modern rna-
gerçekdı§lcılık 596

tematikçilerce matematik dilindeki. kav- ki elimizde "belli koşullar altında, zen-


ramlann bizim dışımızda gerçekten va- ginden çalarak yoksula dağıtmak doğru­
rolduklan söylenerek yeniden etkili bir dur" yollu bir kuram olsun, bu bağlamda
biçimde dolaşıma· sokulmuştur. Robin Hood karakterinin yaptıklan ku-
Felsefe tarihi boyunca neredeyse bü- ramı doğru kılmaktadır. Buna bağlı ola-
tün filozoflar bu iki düşünce çizgisinden rak Robin Hood karakteri kuramın ger-
birini, ya Platoncu idealizmi ya da Aris- f'kleştiriflli diye adlandınlır.
totelesçi gerçekçiliği benimsemişlerdir. Terimin bu kullanımı 1970'lerde or-
Bu temel karşıtlık bağlamında, genel an- taya çıkmış olmakla birlikte, esin kayna-
lamda idealizmi benimsemiş olmakla bir- ğını bilim dilindeki "*kuramsal kendilik-
likte, idealizm ile gerçekçilik arasında bir ler"in oynadıkları role ilişkin belirgin bir
yerde durmayı yeğleyen tek düşünür Des- anlayış geliştirme arayışındarı almaktadır.
cartes'tır. NitekimDescartes doğuştan.ge­ Kuramsal kendilikler, bilimde ortaya atı­
len düşüncelerin varlığını olurladığı gibi lan varsayımlar çerçevesinde özeİ ilişki­
sonradan deney yoluyla edinilmiş bilgile- lerle birarada bulunurlar. İşte bu kendi-
rin de söz konusu olduğunu belirterek, likler de ayrılmaz öğesi olduklan kuram-
bir anlamda idealizme gerçekçilik kata- ların ya da varsayımların gerçekleştirimi
rak bu anlayışı bir nebze olsun yumu- olarak nitelenmektedirler. Terim dolaşı­
şatma yolunu seçmiş; bunu da büyük öl- ma girdiği ilk andarı beri, özellikle zihin
çüde başarmıştır. Aynca bkz. Yeni Ger- felsefesinde sıkça kullarıılagelmiştir. Söz-
çekçilik; eleştirel gerçekçilik; idea- gclimi zihin felsefesinde önemli bir fel-
lizm; adcılık; kavramcılık; doğalcılık. sefe konumu olan "işlevsdcilik"e göre,
kişinin bir zihninin olması demek, anla-
gerçekdışıcılık ~ng. imalism; Fr. ima· ması son derece güç, karışık dolaşık bir
lis111r, Alm. imaliI11111.ij Nesnel gerçeklik nedensel ilişkiler yumağı olarak birarada
düşüncesini yadsıyan; belirli türden ken- bulunan durwnlan olması demektir. Bu-
diliklerin gerçek olduğu görüşünü red- na karşı bir başka zihin felsefesi konumu
deden öğreti. Doğruluk ya da gerçeklik olarak ortaya çıkan "fızikselcilik", kanşık
ölçütleri diye bir şeyin söz konusu ola- dolaşık bir yumağı andıran söz konusu
bileceğini kabul etmeye kesinlikle ya- ilişkiler yoluyla birarada duran bu du-
naşmayarı gerçekdışıcılık nesnel gerçek- rumların beyin durumları olduğunu öne
liği ve· hakikat düşüncesini toptan yadsır; sürerken, bu durwnlara olması gereken
sözgclimi, ahhiki gerçekdışıcılık ahlaki işlevsel organizasyonun gerçekleştirimi o-
özelliklerin gerçekliğini, gerçekten varol- larak bakmaktadır. Zihin felsefesinin her
duğunu tanımayıp reddeder. iki konumunun gözünde ise "karmaşık
dolaşık yumak" benze.tmesi zihnin neli-
gerçekleıtirim ~ng. rraliz.alion; Fr. riali- ğini anlamak amacıyla geliştirilen kuram-
sation; Alm. vmıtirkli&h11niJ En genel an- ların gerçekleştirimidir.
lamda gerçekleştirme eylemi. Olanaklı,
gizilgüç, kuramsal bir şeyin getçek haline gerçeklik ~ng. rrali!J', Fr. riali#, Alm.
gelerek ya da getirilerek gerçek olması, ll!İrkli&hluit, rralitiil', Lat. rralitar, es. t şe'
gerçekleşmesi durwnu. Yerleşik felsefe t1lz1e4 En genel anlamda gerçek olma
dilinde, özellikle günümüz bilim felsefesi durumu. Yerleşik felsefe dilinde gerçek
ile zihin felsefesinde, kuramlann kurulu- olmayı karşılayan, yani düşünülen, tasa-
şunda başvuruları ama gerçek dünyada nmlanan, imgelenen, düşlenen bütün
karşılığı olmayan birtakım terimlerin var- her şeyin karşıtı olarak gerçeğin ta ken-
lıkbilgisel dcğergelerine açıklık getirmek disi olan; bilinçten, bilenden bağımsız
arnac::ıyla ortaya atılmış felsefe uslamla- bir biçimde varolan; belli bir zamanda,
masının temel terimi. Buna göre, diyelim belli bir anda yaşanmış .olan, yaşantı ile
597 gerçeküııtücülük

deneyimlerde somut olarak bulunan; o- gerçeküıtücülük ~ııg. smru/imr, Fr. 111r-


lanalı:lılığın ve olanaklı olanın karşıtı ola- ,.;,,/ismr, Alm. .rımra.6:rıırıt.ı) En genel an-
rak dış dünyada varlığı asal anlamda bu- lamda, yaratmanın temel kaynağı olarak
lunan; her türlü ·öznelliğin ve öznel öğe­ görülen ruhsal etkinliklerin usun deneti-
nin kai:şısında nesnel olarak varlık bildi- minden kurtanlması gerektiğini savunma
ren; gerçek olan bütün her şeyin özyapı­ tutumu. Yerleşik felsefe dilinde, daha
sıru anlatan felsefe kavramı. çok sanatta üzerinde uzlaşılmış anlamla-
Daha dar anlamıyla "gcıçcldik", özd- ra, yerleşik ölçütlere, doğruluğundan kuş­
. lilde bilimsd çevrelerde ya da bilim fd- ku duyulmayan normlara kökten bir baş­
sefesi dilinde 6ziksd ya da maddi bir kaldın amacıyla, büyük ölçüde 1. Dünya
karşılığı bulunanın doğrudan ya da do- Savaşı ile il. Dünya Savaşı arasında or-
laylı bir yolla ölçülebilir olması anlamına taya atılmış felsefece anlayış. Olağan bi-
gdmektedir. Gerçeklik terimi bu özel an- lince sunulmuş ya da verilmiş nesnelerin
lamıyla büyük bir anlam daralmasına ma- bildik görünüşlerinin arkasında keşfedil­
ruz kalmış; salt nesnd olarak kamuya a- meyi bekleyen bambaşka bir dünya bu-
çık bir biçimde çözümlenebilir olma ö- lunduğu inanayla bu dünyaya ulaşmak
zelliği taşımaya indirgenmiştir. Bununla için sanata yeni biçemler ve değişik söy-
birlikte, felsefe tarihinde terim kimileyin leme olanaklan getiren sanat akımı.
bu yerleşik anlamlarının çok dışına çıka­ Gerçeküstücülüğün en belirgin özel-
mk, ağır karşı çıkışlarla karşılaşacağı çar- liği, dilin bildilı; kullanımlannın ardında
pıa bir anlam genişlemesine de uğramış­ yatan ortalı:görünün mantığını. algılayışı­
tır. Bu bağlamda terim bilim yönelimli nı, kavrayışım kırmalı: amaayla çoğunluk
felsefe metinlerinde ''yerçekimi", "doğal düş yaşamını andıran, imgelemin hep
ayıklanma", "kürle" gibi dış dünyada doğ­ önde olduğu bambaşka anlatım olanalı:­
rudan deneyimlenemeyip ancak tümeva- lan arayışıdır. Bu nedenle gerçeküstücü
nm ya da kuramsal çözümleme yoluyla yapıtların ana amaçlanndan biri kendi-
kurulmuş olan kuramsal terimler için siyle ilişkiye geçeni, kendi içinde bütün-
kullanılırken; metafizik yöndimli felsefe lüğü olmayan, tuhaf, aykın, yanılsaucı
metinlerinde de dış dünyada somut var- deneyimlere ya da aşın uç yaşantılara ça-
lığı. gösterilememekle birlikte gerçekten ğırmayı başarılıaktır. Genellikle bilinçdı­
varolduğu düşünülen, varlığın aynlmaz şından beslenen sanat teknikleri arayışın­
bir yapıtaşı olduğu varsayılan "Tann", daki gerçeküstücülük, varolan değeri.etle
"tin", ~'ben", "töz" gibi ideal varlıkları bağları koparmalı: adına ahlaksal, top-
bildiren metafizik kavramlar için kulla- lumsal, siyasal her türden kalıplaşmış ya-
nılmaktadır. Gündelik dilde çoğunluk ya· salara ve düzenlere karşı çıkmayı amaç
pıldığı üzere "gerçeklik" ile "doğruluk" edinmiştir. Bir bütün olarak gerçeküstü-
kavramlannı birbiriyle kanştırmamak, cülüğün çıkış noktasını, düşün, imgele-
bunlan eşanlamlı birer kavrammış gibi min, aı:zunun, başkaldırının en üstün de-
birbirleri yerine kullanılabilir diye düşün­ ğerler olduğu düşüncesinden hareketle,
memek gerekir. Nitekim yerleşik felsefe geleneksel değerleri toptan yıkarak yeni
dilinde "doğruluk" terimi, kendisini yar- değerler yaratmayı sonuna dek savun-
gıda gösteren, gerçekliğin düşünsel dü- malı: oluştıımıaktadır.
zeyde zihin yoluyla olurlandığı durum- Gerçeküstücülük düşüncesinin ilk be-
larda ku11anılırken, "gerçeklik" terimi bir lirtileriyle gerçeküstücülük sözcüğünü de
araaya konu olmaksızın doğrudan gö- ilk kez kullanan Fransız ozan Guillaume
rülen, dolaysız bir biçimde düşünülen Apollinaire'de karşılaşılmaktadır. Bunun-
durumlan anlatmak için kullanılmakta­ la birlikte Apollinaire'yi, salt yazdığı şiir­
dır. Aynca bkz. gerçek; gerçekçilik; lerde çeşitli biçimbozucu söyleme ola-
doğnıluk. naklannı sonuna dek götürmüş olmasına
Gersonides 598

bakarak; değme bir gerçeküstücü diye Maimonides'e karşı, hem evrenin son-
nitelendirmemek gerekir. Nitekim biçim- suzluğuna ilişkin Aristotelesçi kuramın
bozarak yazma geleneği genelde hemen yanlışlığını hem de yoktan var etmenin
tüm simgeci ozanlara, özellikle de Rim- saçmalığını göstermenin olanaklı oldu-
baud'ya dek uzanmaktadır. Biçimbozucu ğunu öne· sürerek, evrenin öncesiz son-
şairlerin hemen tümü nesnelerin alışıldık rasız ama tanrısal olmayan bir "ilk mad-
algılanışlanru, doğada bulunan şeylerin de"den yaratıldığına ilişkin Platon'a da-
doğal dış görünümlerinin biçimlerini bo- yanan bir yaratılış kuranu geliştirmiştir.
zarak, doğayı yepyeni bir bakış altında Tanrı'nın ilahi bilgisinin tikelleri de kap-
görmeye, olağandışı bir biçimde göster- sayıp kapsamadığı konusunda Gersoni-
meye çalışmaktadırlar. Bu yolla sanatın des tikelleri tek tek bilmenin, yal!l1Zca
doğadan bambaşka bir gerçekliği olduğu insan davranışına ilişkin genel yasaların
olurlandığı gibi, sanatın yeni anlatım ola- bilgisine. sahip olan Tanrı için bile ola-
naklarına açılmasıyla sanat dilinin gerçe- naksız olduğunu belirrirken, "her şeyi
küstücü doğası da kesinlenmiş olmakta- bilme"yi "bilinebilir her şeyi bilme" ola-
dır. rak yeniden tanımlayarak bu olanaksızlı­
I. Dünya Savaşı'nın hemen ardından ğın Tanrı'nın bilgisindeki bir noksanlık
çeşitli alanlarda kendisini yoğun bir bi- olmadığını göstermekten de geri kalma-
çimde duyumsatan gerçeküstücülük akı­ nuştır. Buna göre gelecekte yaşanması
nu, edebiyat başta olmak üzere bütün sa- beklenen olaylar olumsal olduklarından
nat dallarının yerleşik sınırlannın dışına ilkece "bilinebilir" değillerdir. Maimoni-
çıkarak büyük bir kültürel harekete yol des ile İbn Rüşd'den farklı olarak Tan-
açmıştır. 1919'da Breton ile Soupault' n'nın gelecekte olacak tikel olaylara iliş­
nun birlikte yazdılı:lan Les champs 111ag- kin ilahi önbilgisi ile insan istencinin öz-
neliq11es (Manyetik Alanlar) genellikle ilk gürlüğü arasında varolduğu iddia edilen
gerçeküstücü yapıt olarak görülmektedir. çelişkinin yapay olduğunu savunan Ger-
Buna karşın gerçeküstücülüğün düşünsel sonides, öncesiz sonrasız aşkın bir varlı­
altyapısını Fransız yazar Andre Breton' ğın zamana ve uzama bağlı tek tek olay-
un 1924 yılında Mani/este d11 S11malis111e lara müdahale etmesinin beklenemeye-
(Gerçeküstücülük Bildirgesı) adıyla ya- ceğini savunarak insan istencini olabildi-
yımladığı bildiri oluşturmuştur. ğince özgürleştirmiştir. Son olarak ruhun
ölümsüzlüğü sorununa, Yeni Platoncu
Gersonides (1288-1344) Asıl adı Levi "*türüm" kuramı çerçevesinde sonunda
ben Gcrşom olan Yahudi kökenli Fran- tek tek zihinlerin tümünün kendisinden
sız filozof, matematikçi ve Talmud bil- türedikleri aşkın varlık olan Etkin Alol'a
gini. Aristotelesçi geleneğe yaklaşmasın­ dönerek onunla "bir" olup sonsuzluğa
da ve us (felsefe) ile inancın (din) insanı erişeceklerini savlayan İbn Simi (Avi-
aynı hakikate götüreceğine dair kesin bir cenna) gibi çağda~larının aksine, bireysel
inanç üzerine bina ettiği felsefesini oluş­ bir çözüm getiren Gersonides, her bire-
turmasında akıl hocaları Maimonides yin kendine ait özgün deneyimlerle dol-
(İbn Meymun) ile İbn Rüşd (Averroes) durduğu ussal bir parçası olduğunu ve
olmasına karşın Gersonides üç önemli ölümsüz olanın da zihnin bu ussal bö-
konuda öne sürdüğü cesur savlarla on- lümü olduğunu, bireylerin zihinlerinin
lardan ayrılmıştır. Etkin Akıl'la birleşerek değil bu bölüm-
Her şeyden önce yaratılış konusunda de biriktirdikleri edinimleri aracılığıyla o-
Gersonides, evrenin başsız sonsuz oldu- nunla özdeşleşerek tek başına ölümsüz-
ğunu ileri süren İbn Rüşd'e ve evrenin lüğe ulaşacağını ileri sürmüştür.
yoktan var edildiğini ama ne bunun ne Maimonides'ten sonraki en önemli
de tersinin tanıtlanamayacağını savunan Yahudi Aristotelesçi düşünür olduğu ka-
599 Geulincx, Amold

bul edilen, ortaçağ Aristotdesçiliğinin sı­ yicileri olduğumuzu ve yegane etkinlikle-


nıı:lannı da aşarak cesurca ifade ettiği dü- rimizin içkin bir tarzda da olsa istemek
şüncelerinde bir tannbilimciden çok bir ve düşünmek olduğunu savlamasına ola-
filozofun endişelerini taşıyan Gersoni- nak tanır. Geulincx'e göre dış dünyayı
des'in iki önemli yapıtı bulunmaktadır: algılamamızın nedeni ise bizzat Tanrı'
DoğrN Tasım Kitabı (Sefer ha-Hekkesh dır; Tanrı ile dünya arasındaki ilişki tek
ha-Yashar, 1319) Aristoteles'in kendi ya- gerçek nedensel ilişkidir. Geulinc:x son
pıtlarından ve lbn Rüşd'ün Aristotdes çözümlemede bütün gerçekliğin zihinsel
yorumlanndan yola çıkarak Aristotdes' olduğu ve ne Tanrı ne de Tann'nın bir
in bazı uslamlamaları üzerine yazılmış sı­ parçası olan şeyin görünüşten başka bir
radışı eleştirileri içerirken, Tann'n111 Sa- şey olmadığı sonucuna ulaşmıştır. Ger-
vaş/an (Milhamot ha-Shem, 1317-1329) çekte varolan iki şey vardır: yaratıcı olan
onaçağ metafiziğinin, ruhbiliminin, doğa zihin ile yaratılmış olan beden. Zihinle-
felsefesinin ve evrenbilgisinin bütün bo- rimiz kutsal zihnin; bedenlerimizse gö-
yutlarını banndıran bir tanrıbilim başya­ rüngüsel dünyanın parçalarıdır. Aslında
pıtıdır. Aynca bkz. Maimonides; İbn bütün felsefe Tanrı kavramıyla başlama­
Rüıd; Yahudi felsefesi. lıdır; ancak günah yetilerimizi bulanık­
laştırdığı için Cogito'yla başlamak zorun-
Getrler sorunu bkz. bilgikuramı. dayızdır.
Geulincx'in ahlak felsefesi de yukarı­
Geulincx, Amold (1624-1669) Etkile- daki temel belitten çıkarsadığı "eylem o-
}ıici bir metafizik sunan ve mantığa ö- lasılığının bulunmadığı yerde istenç ·de
nemli katkılarda bulunan Flaman felse- söz konusu olamaz" belitine dayalıdır.
feci. Philaretus adıyla da bilinir. Çok u- Ona göre bir eylemi gerçekleştirirken bu
zun bir süre yalnızca felsefesinin Spi- özel biçimde eylememizi olanaklı kılan
noza, Leibniz ve Kant gibi ünlü düşü­ Tann'dır. Buna bağlı olarak erdem özel
nürlerin felsefeleriyle benzer yönler ta- bir biçimde eylemek değil Tanrı'nın is-
şımasından ötürü ilgilenilen Arnold Geu- tencine yol vermektir. Ahlfilclılık eyleme
lincx XIX. yüzyılda yeniden keşfedilmiş­ değil yönelime bağlıdır. Sonuç olarak ça-
tir ve o zamandan beri de kendi başına lışkanlık, itaat, adalet ve hepsinden ö-
özgün bir felsefesi olduğu yaygın bir şe­ .nemlisi alçakgönüllülük gibi ana erdem-
kilde kabul edilmektedir. ler yaradılıştan gelir. Öte yandan tutkular
Tannbilim eğitimi de alan Geulincx, duyu izlenimlerine benzerler. Onlar da
Descartes'ı izleyerek metafiziği "ilk fel- insan doğasına aittir ama yapılan gereği
sefe" ya da "ilk bilim" olarak nitelemiş­ yanıltıcıdırlar; varlık nedenleri Tann'nın
tir. Metafizik her biri farklı bilimlerin istenci doğrultusunda ilerlememizi en-
nesnesi olan insan özneyi, bedeni ve gellemektir. Bu bağlamda en tehlikeli
Tann'yı ele almaktadır. Geulinc:x, bun- tutku bencilliktir. Erdemin ödülü ise ben-
lardan insan özneyi nesne edinen "ken- cillikten kurtulup bu dünyada barışın ve
dilikbilgisi"ni (autologia), felsefesinin te- huzurun tadını çıkarmaktır. Geulincx,
mel ilkesi olarak görmese de zorunlu Tann'yı "gerçek neden" olarak sunan bu
doğrular alanına ulaşmanın bir yolu ola- metafizik düşünceleriyle, Malebranche'la
rak gördüğü Desc:artesçı Cogito'nun a- (1638-1715) birlikte, Descarresçı zihin-
raştırılması olarak alır. Geulincx'in felse- beden ayrımının yol açtığı temd sorun
fesinin temel ilkesi ise "bir şeyi yaptığı­ olan bu ikisi arasındaki ilişkinin nasıl
mızı ya da yarattığımızı ancak onun nasıl sağlandığı sorusuna yanıt olarak onaya
yapıldığını ya da yaratıldığını biliyorsak atılan aranedenciliğin başlıca kuramcısı
söyleyebiliriz" belitidir. Bu belit ya da olarak anılır.
ilksav Geulincx'in dünyanın edilgen izle- Geulincx mantık alanındaki çalışma-
Gezimcilik 600

lanyla da bir önermeler mantığı doğrul­ Gizemcilik bütün dinlerde ortak bir
tusunda önemli adımlar atmıştır. Geu- görüngüdür: Müslümanlığın tasavvufu,
lincx'e göre, "-dir" ve "değildir'' gibi Yahudiliğin Kabala'sı, Hinduizm (Hint
sözcükler özel bir içerik bağlamında ger- Dinı) vb. Ama dinsel deneyimle yakın­
çekleştirilen zihinsel eyleme işaret eden dan bağlantılı olsa da, gizemciliğin dinsel
göstergelerdir. Her değilleme doğrulayıa deneyimle özdeş olduğu da düşünülme­
bir önermenin olumsuzlanmasıdır ve bu- melidir. Gizemsel deneyimlerde insanlar
nun anlamı da doğrulamanın zihinde tinsel deneyim araalığıyla gerçekliği aşa­
mevcut olduğudur. Aynca Geulincx, gü- rak kutsal ile doğrudan ilişkiye girclikle-
nümüzde "De Morgan Yasaları" olarak tini ya da onunla bütünleştiklerini sav-
bilinen mantık yasalarının ilk yazılımla­ larlal:. Bu deneyim, gizemcilere göre, in-
rım geliştirmiştir. Aynca bkz. araneden- sanın doğal ve doğaüstü her şeyin biıii­
cilik. ğini görmesini olanaklı kılar. Gizemsel
deneyim düşüncesi ortaçağ felsefesinde
Gezimcilik [İng. Peripatetirm; Fr. Piripa- Augustinus'la başlamış, Üstat Eckhart'la
tetirme-, Alm. PeripatetimtHs ] bkz. Peripa- da en üst düzeyine ulaşmıştır. Nitekim
tosçular. ortaçağ tanrıbilimcilerinin geliştirclikleri
gizemci bilgikuramı öğretilerinde doğru­
gidimli [İng. dis'11r.riw, Fr. dist:Nrnj, Alm. luğa ya da hakikate evrensel bir ilke olan
diskHrsiv, Lat discHrsivHij Sezgisel ve a tanrısal aydınlanış, ışık ya da kıvılcım
priori (önsel) düşünme yollarının karşıtı araalığıyla ulaşılabileceği 3avunulur.
olarak, başka bir deyişle doğrudan ya da Modem felsefe tartışmalarında ise gi-
araa kullanmaksızın düşünce kuran de- zemsel deneyim özellikle dinsel inanç
ğil de önermelerden başka önermelere dizgeleri ile koşutluklar içinde belli tür-
yönelerek, mantıksal yolla çıkanmlar ya- den bir uyanışı, hakikatle bir olmayı, aş­
parak ilkelerden sonuca ulaşan; tek tek kın'ı bilmeyi ve Tann'nın bilgisinin doğ­
parçalardan bütünlüğü olan bir düşünce rudan bilincine varmayı kuşatan bir bü-
olıışturan düşünme yolunu nitelemek i- tün olarak görülür. Felsefeciler bir yan-
çin kullanılan terim. Sezgisel düşünme dan böyle bir deneyimin ya da bilgilen-
yolu dolaysız bir kavrayıştan geçerken, me ediminin olanağının soruşturulması­
gidimli düşünme adım adım ilerleyen, na odaklanırken, bir yandan da gizemci-
birtakım uğraklardan geçen akılyürütme­ liğin ne olduğu, öznitelikleri, türleri gibi
lerle varılan düşüncelerden oluşur. konulara eğilmişlerdir. Sözgelirni Wıl­
liam James gizemsel deneyimin dört a-
Giobcrti, Vincenzo blu. varlıkbilgisi. yırtedici özelliği olduğunu öne sürmüş­
tür: geçicilik (süreksizlik), edilgenlik (ey-
gizemcilik [İng. mystiıism; Fr. ll!JSIİ&isme-, lemsizlik), an-düşünsel nitelik, dilegetiri-
Alın. mystizjsmHr, es. t .f'm!l'J'Iİn] Hakikate lemczlik (sözedökülemezlik). Bu özellik-
ulaşma yolunda tüm algısal-duyusal-bi­ ler dikkate değer bir belirgiyi (sendrom)
lişsd süreçleri yoksayıp dışlayan, gidimli oluşturur. Bütün dinsel deneyimler gi-
düşünmenin yerine sezgisel düşünmeyi zemsel olmadığı gibi her gizemsel dene-
koyan, -kutsal ya da öncesiz sonrasız ger- yim de bu belirginin bütün özelliklerini
çekliğin us ya da duyular yoluyla değil de içermez; ancak yine de bu özelliklerin
tinsel derin düşünceye dalma yoluyla birçoğunu içeren büyük dirıJerden türe-
doğrudan kavranabileceğini savunan öğ­ tilmiş pek çok bireysel taruklıklar ve
retilerin tümü; Tanrı'yla birleşerek -O' anlaumlar da söz konusudur.
nunla bütünleşerek; O'nda eriyerek- ger- Son dönemlerin gizemcilik tartışma­
çeğe ve bilgeliğe ulaşmayı amaçlayan in- larında ise gizemcilikle ilgili kaynakların
sanların bitimsiz tinsel arayışı. tarihsel, kültürel ve dinsel bakımlardan
601 Godwin, William

felsefe tarihine et.kileri ile nasıl yorum- gnosis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde
lanmaları gerektiği ayrı bir çalışma konu- "bilgi" için kullanılan genel terim. Aris-
su olmaya başlamıştır. Aynca bkz. ta- toteles gnosili duyu algısı (*aisthesis), bel-
savvuf; aşk; Yahudi felsefesi; Kabala; lek, deneyim ve bilimsel bilgi (*epistıme)
Buber, Martin; teosofi; Hint felsefesi; türünden şeyleri içine alacak şekilde; tü-
esrime; coşkunluk. münü kapsayıa anlamda kullanır (İhna
Çözjimltmeler ll, 99b-100b).
gizemsel deneyim png. 119stical experi- *Bilinirciliğin (gnosti.riz.m) ortaya çıkı­
e11çe; Fr. explriente 119stiq11e-, Alm. 119stl.rrhe şıyla birlikte (M.S. I. ve ll. yüzyıllar) gno-
efahnmi] bkz. gizemcilik. sis bilinmeyenin, bilinemeyenin (agnostos)
bilgisine; Tanrı'nın bilgisine ulaşmanın
gizilgüç(lük) png. potenlialitr. Fr. pote,,- bir araa olarak, kurtuluşa götüren yolda
lialitl; Alm. potentialitiit, Yun. tfynamis] A- tinsel bir uğrak olarak görülmüştür. Te-
. ristoteles felsefesinde gizil olarak varol- rim aynca ortaçağ felsefesinde de taruı­
ma niteliği ya da durumu; bir kişinin ya bilim metinlerinde tinsel şeylerin yüksek
da bir şeyin sahip olduğu içkin ya da bilgisi anlamında kullanılmıştır.
edimsel olarak gerçekleşmeyen güç ya da
yetenek; bir şeyin başka bir şeyi ya da gnostisizm bkz. bilinircilik.
kendisini gerçekleştirme, edimsel hale ge-
tirme yecisi. Aristoteles için "gizilgüçlük" Gnothi seaııton (Yun.) (Lat. Nosee te
(ıfynamis), edirnsellik (e11ergeia) gibi bir var- ip.mm; İng. Know t~self, Alm. Erleenne dich
oluş kipi olmasa da, bir şeyin farklı evre- selbs~ "Kendini tanı!"; "Kendini bil!" an-
lere geçebilme yetisi taşımasına, değişimi lamındaki Yunanca özdeyiş. Antik Yu-
etkileme gücüne karşılık gelir. nan kenti Delphoi'de bulunan Apollon
Aslında "gizil" sıfatı bir mantık tuza- tapınağının girişine yazılmış olan iki özlü
ğı oluşturur. Gizil X bir tür X değil, en sözden biridir (diğeri her konuda ölçülü-
iyi durumda bir X olabilme gücünü ba- lüğü salık veren, "Hiçbir şeyde aşırılığa
nndıran X'ten farklı türde bir şeydir. kaçmamak gerekir'' demeye gelen ''.Me-
X'in her gerçekleşmesi .onun bir gizilgü- de11 ~an"dır). "Gnothi sea11ton" Sokrates'in
cünün edimsel hale gelmesine karşılık öğretisinin, ahlak anlayışının belkemiği­
gelmeyeceği gibi, X'in gizilgüçlerinin tü- dir. Sokrates için "kendini bilmek", ya-
münün gerçekleşmesi olanağı da yoktur. lınlık ile derinliğin yetkin bir karışımı
Bu noktada kavramın ana kaynağı olan olan ölçülülüğün vazgeçilmez önkoşulu­
Aristoteles, "olanak"la "gizilgüç"ün aynı dur. Bilgeliğe giden yol ondan geçer.
şey demeye gelmediğinin altını çizer; yi- Sokrates'in düstur edindiği bu kılavuz
ne de bu durum gizilgücün taşıdığı do- söz, Cicero eliyle "Norce te ipmm" olarak
ğayı oluşturan durağanlık ve devinimin Latin dünyasında da kendini gösterip et-
*arlehe'si olma gücüne ket vurmaz. Kar- kisini sürdürmüştür.
şıtı için bkz. edimselQik). Aynca bkz.
dynamis. Godwin, William (1756-1836) Anar-
şizm düşüncesini dizgeli bir biçimde ilk
gnorimon (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe- kez dile getiren İngiliz toplum felsefe-
sinde, özellikle de Aristoteles 'in metafi- cisi. XVIII. yüzyılın sonuyla XIX. yüzyıl
ziğinde, "bilinebilir'' ya da "kavranabilir" başlarının önde gelen özgürlükçü düşü­
olanı nitelemek için kullanılan terim: nürlerinden olan Wılliam Godwin, bü-
"bilinir'' (gnorimos) ya da "kavranır" olan tün yerleşik yönetim biçimlerinin ve top-
şey. lumsal kurumların, gerek insanlara genel
düşünce kategorileri aşılamalanyla, gerek
gnoseoloji bkz. bilgikuranu. önyargılı düşünmeleri için onlara baskı
Goldman, Emma 602

yapmalanyla, gerekse yaşamı sııurlayıcı, Elea Okulu'nun önemli temsilcilerinden


yok edici eğilimler taşımalarıyla dünyada biri olan Melissos'un Şrylerin Doğa.rıya Ja
hüküm süren kötülüklerin ve haksızlıkla­ Varlık Üz.erine adlı yapıtından yola çıka­
nn kaynağı olduklarını öne sürer. Kötü- rak Eleacılığın bir parodisini sunduğu
lüğün kaynağı yerleşik yönetimleri ve Ş!Jkritı Dağarı ya Ja V arolmqyan Üz.e-
toplumsal kurumlan, yani devlet ve ikti- rine'de bulur. Burada Gorgias'ın "varlık"
darı bütünüyle yadsıyan ve iktidann o- diye bir şeyin olmadığı savını kanıtlarken
daklaştığı her türden toplumsal düzene Elea Okulu'nun kuruculan olarak kabul
karşı çıkan Godwin, mülkiyetin gereksi- edilen Parmenides ile Zenon 'un uslam-
nimi olan herkese açık olduğu kutsal bir lamalanndan yararlanması onun retorik-
emanet olarak görüldüğü ortaklaşacı bir teki parlak başarısının ilginç bir örneği­
üretim ve tüketim düzenini, kişisd yargı dir. Büyük bir bölümü günümüze Sextus
ve ahlaklı özyönetime dayanan kendi ken- Empiricus ile Aristoteles'in özetleri ara-
dine yeten küçük toplulukları salık ver- cılığıyla ulaşan bu yapıt birbirine bağlı üç
miştir. Godwin'in bu düşüncelerini te- temel önerme üzerine kuruludur: (ı) hiç-
mellendirdiği An E114Niry Co11&en1İtıg Poli- bir şey yoktur; (iı) bir şey varsa da bili-
f
Jiça/ 11tlice, anJ ltt Injlıtma 011 General nemez; (ıiı) bilinse de bildirilemez.
Virhte anJ Happinu (Siyasal Adalet ile Bütün diğer ünlü sofistler gibi Yuna-
Onun Gend Erdem ve Mutluluğa Etkisi nistan'ı bir baştan bir başa dolaşarak çok
Üzerine Bir Soruşturma, 1793) adlı baş­ sayıda öğrenciye ders veren Gorgias re-
yapıtında hem komünizme hem de anar- torik biçemiyle başta Kinikler Okulu'
şizme ilişkin ilk dizgdi düşünceleri dile nun kurucusu Antisthenes olmak üzere
getirdiği kabul edilir. Nitekim Kıta Av- pek çok Eski Yunan filozofunu derin-
rupası'nda anarşistlerin onaya attığı bü- den etkilemiştir. Derslerinde erdemi de-
tün uslamlamaların ve düşüncderin o- ğil ikna etme sanatını öğrettiğini, öğren­
nun yapıtlarında öngörüldüğü düşünül­ cilerine hiçbir bilgilerinin bulunmadığı
mektedir. bir konuda bile karşılanndaki kişi ya da
Öğretisinin klasik anarşistler arasında kişileri ikna etmelerini olanaklı kılacak
tanınıp yaygınlaşmasını Kropotkin'e borç- eğitimi verdiğini açıkça söyler. Sofistlere
lu olan Godwin'in diğer önemli çalışma­ göre önemli olan doğrunun ne olduğu
ları arasında denemderini derlediği The değil nasıl bir retorikle savunulduğudur.
E11411irer (Sorgucu, 1797) ile Tho11ghlf 011 Aynca bkz. sofistler; ilkçağ felsefesi.
Man: Hi.r Nahire, Proelllt:tion anJ Ditı:oıreries
(İnsanın Doğası, Ürettikleri ve Buluşlan göçebe dütünce bkz. Deleuze, Gilles;
Üzerine Düşünceler, 1831) sayılabilir. Guattari, Felix.
Aynca bkz. anarşizm.
Gödel, Kurt (1906-1978) Yaygın kanıya
Goldman, Emma bkz. anarşizm. göre matematik .ile mantığın '~düşünce
yatağı"nı değiştirmiş olan X:X. yüzyılın
Gorgias (M.Ô. ykl. 48~376) Platon'un en büyük mantıkçısı. 193l'de henüz 24
Gorgitu diyalogunda kişiliğini retorikle yaşındayken yayımlanan makalesinde ka-
özdeşleştirdiği, "Retorikçi" diye de bili- nıtladığı tutarlı olan bir biçimsel mate-
nen Leontinoili (Sicilya) sofist düşünür. matik kuramının doğruluk değerine ku-
Doğa felsefesini yadsıyarak v:ulığa ilişkin ram dahilinde karar verilemeyen öner-
bilginin olanaksız olduğunu savunan Gor- meler içerdiği ya da hiçbir biçimsel ma-
gias 'ın kuşkucu ve yoksayıcı düşünme tematik dizgesinin hem tutarlı hem ek-
tarzı, en güzel ifadesini Sokrates öncesi siksiz olamayacağı ya da aritmetiği bi-
doğa felsefesinde "varlık" ı felsefenin çimselleştirmeye gücü yeten herhangi bir
temel kavramlanndan biri haline getiren biçimsel dizgenin doğru olduğu bilinen
603 Gödel kanıtsavı

ama kanıtlanamayan önemıeler barındır­ daha da ileri giderek mantıkçı olguculuğa


dığı gibi farklı şekillerde dile getirilen yaptığı keskin eleştirilerde Husserlci bir
Gödel kanıtsavı, birçoklannca yüzyılın bakışı rehber olarak bellemiştir. Ölüm
en önemli mantıksal ve matematiksel sonrası hayat ve Tanrı'nın varlığı gibi da-
bulıışıı olarak değerlendirilmektedir. Gö- ha geleneksel sorunlarla da tığraşan Gö-
del kanıtsavı aynı zamanda zihin felsefe- del 'in -örneğin Gödel'in ortaçağ fılozof­
sinde ve matematik felsefesinde, mantık lannı hatırlatan türden biçimsel bir Tann
ve sezgi, dil ve düşünce, sözdizim ve an- kanıtlaması bile vardır- asıl tartışıldığı a-
lambilgisi, mekanik olan ve zihinsel olan, lan hemen hep matematik felsefesi ol-
gerçek olan ve bilinebilir olan gibi baş­ muştur. Gödel matematiksel nesnelerin
lıklar altında çok önemli içerimleri ol- varlığı konıısunda Platoncu gerçekçiliği
dtığıı düşünülen bir kanıtsavdır. Örneğin benirnscmif ve bu görüşü sonıına kadar
Gödel'e göre kendi karutsavı iki anlama savıııunuştur. Zihin-beden ikiliğini de çe-
gelebilir; ya insan zihni bir hesap yorda- kinmeden kabul eden Gödel, Platoncu
mına (algoritmaya) göre tasarlanmış bü- anlamda gerçek oldtığıına inandığı bir
tün iflemcilerden daha üstün bir yapıdır, matematiksel dünyanın bilgisine nasıl e-
değilse (ya da) matematik bilgisi insan rişebildiğimiz sorıısıına da yine çekinme-
zihninin ürettiği birfey olamaz. Bu iki- den bunun bir tür "matematiksel görü"
sinden en az birinin doğru oldıığunıı sayesinde olduğu yanıtını vermiştir. Gü-
söyleyen Gödel hayatı boyıınca aslında nümüz zihin ve matematik felsefelerinde
bıınlann her ikisinin de doğrıı oldıığunıı pek doyıırııcu bulunmayacak olsa da Gö-
temellendirmeye çalışmıştır. Gödel ka- del gibi büyük bir düşünürün tavizsizce
nıtsavı ayrıca tekrarlı fonksiyonlar ku- ortaya koyduğu ilginç görüşleri çok dik-
ramı (theory of rtatf'livt .ftmdiiıni), kanıtlama kat çekicidir. Gödel'in yayımlanmış eser-
ktıramı (J>roof thtory) ve bilgisayar bili- lerinin bir çoğu üç ciltlik Colltttttl Work.r
mindeki gelişmeleri de çok etkilemiftir. of KN1'I Gödel (Kurt Gödel'in Toplıı Eser-
Gödel'in diğer mantık çalıfmalan da ö- leri, 1995) adlı derlemede bulunabilir. Bu-
nemli olmakla birlikte -örneğin birinci nun yanında Gödel'in yukarda geçen iki
derece mantık dizgesinin eksiksizliği ka- önemli çalışması şunlardır: "Dic Vollst-
nıtsavı- önemleri Gödel karutsavıyla la- andigkeit der Axiome des logischen Fu-
yaslanamaz. Diğer yandan Gödel'in salt nktionenkalküls" ("Birinci Derece Man-
felsefe alanındaki çalışmalan yıllarca ya- tığın İlksavlannın Eksiksizliği", 1930,
yımlanmadıklan için pek bilinmezler. Oy- Monatıbejh fiir M4fbmıatik llfltl Pbysik 37:
sa Gödel hayatının önemli bir bölümünü 349-60); "Über forma! unentscheidbare
felsefe sorıınlannıı adamış ve varhkhil- Satze der Prindpia Matbemati&a und ver-
gisel bir kuram oluştıımıaya çalışmıştır. wandter Systeme" (MAR111atiğin İfhfm•
Kııramını bir tür monadoloji -Leibniz' nin ve Ona Benzeyen Dizgelerin Doğ­
inkine benzeyen ama merkezinde Tanrı' rulıığuna Biçimsel Olarak Karar Verile-
nın olduğu bir monadoloji- olarak be- meyen Önermeleri Üstüne, 1931, Mo-
ıimlemif ve felsefi dııruşunun usçu, ide- nat.rbejh fiir Maıbematik ""J Pbysilt. 38:
alist, iyimserci ve Tann bilgisi uğruna ol- 173-98).
duğunu korkmadan açıkça dile getirmiş­
tir. Gödel Leibniz 'in görüşlerinden izler Gödel kamtsavı [İng. Gödefı tbeonnr, Fr.
taşıyan kııramını Kantçı eleştirilere karşı thiorimt de Giiık}, Alın. Gödelstber ıatzl
koruyabilmek için Leibniz'i ve Kant'ı de- "Eksiklilik kanıtsavı" (jntomplelrn111 tbeo-
rinden incelemiştir. Daha sonra Husserl rtm) olanık da bilinen, aritmetiğin biçim-
üzerine yaptığı _çalışmalannda Husserl'in sel bir dizge olarak eksiksiz olmadığını
görüngübilirnini Kant'a ve Yeni Kantçı­ dile getiren kanıtsav. Eksiksizlik, bir bi-
lığa karşı bir umut olarak görmüş ve çimsel dizgenin tüm doğru önermeleri-
Gökberk, Macit 604

nin kanıtlanabilirliği olarak tanımlanır. 12 yıl bu kurulun başkanı olarak görev


Buna göre, öyle kaçınılmaz aritmetik ö- yapan Gökberk 1978 yılında emekliye
nermderi vardır ki bunlar kesinlikle doğ­ ayrıldı.
ru olmalanıın rağmen karutlanamazlar. Macit Gökberk'in üzerinde Ernst von
1931'de yayımlanan makalesinde yapılan­ Aster'in açık bir etkisi vardır. Onun fel-
dın:lığı karutsavıyla Gödd, matematiksel sefe yapmada felsefe tarihi bilgisinin
manuk tarihinin belki de en önemli kat- önemi haklandaki görüşleri Aster'den
lasının sahibi olmuştur. Aynca bkz. Gö- kaynaklanır. Ona göre de bir *philoıophia
del, Kurt. pemmis olan felsefe, felsefe tarihi içinde
filozofların sorunlar üzerinde çalışuklan
Gökberk, Macit (1908, Selanik-1993, ortaklaşa bir üründür; çağdaş felsefeyi
İstanbul) 1933 Üniversite Reformu son- anlamak ve felsefe yapabilmek için,
rası İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölü- mutlaka bu çalışmanın içine nüfuz et-
mü'nün ilk hocalarından olan, felsefe di- mek, Antik Çağ'dan bu yana üzerinde
linin Tütkçeleşmesindeki rolüyle taruıınn durulan soru(n)lan, felsefe tarihinin bü-
felsefecimiz. yük doruklarını bilmek gerekir. Bununla
Kurtuluş Savaşı'nda 3. Kolordu Ko- birlikte Aster'in Felsefi Tarihi Derılen'nde
mutam olan Şükrü Naili Paşa'nın oğlu­ İslıim filozoflarına yer verildiği halde
dur. İlkokulu Kırklareli'nde bitireli. Orta- Gökberk'in Felsefi Tarihlnde yalnız Batı
öğrenimini Fevziye Mektebi ve İstanbul felsefesi tarihi yer almaktadır. Gökberk'e
Erkekl..isesi'nde tamamladı (1929). 1932' göre İslıim felsefesi tarihinin başlı başına
de İstanbul DUülfümlnu Felsefe Bölü- ele alınması daha doğrudur. Onun İslam
mü'nü bitirdi. 1933 yılı başında aynı bö- filozoflarını dışlayarak felsefe tarihinin
lümde asistan olarak göreve başladı. Ü- bütünlüğünü parçalayan bu yaklaşımı,
niversite Reformu sonrasırida Reichen- İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü'
bach 'ın asistanlığını yaptı ve onun ver- nde de etkili olmuştur.
diği Lojistik derslerini çevireli. 1935-1939 Gökberk'in en önemli katlası Türkçe
yıllan arasında Bedin Üniversitesi Felse- felsefe clilinin gelişmesi üzerinde olmuş­
fe Bölümü'nde, özellikle de Nicolai Hart- tur. 1943 yılında Hasan Ali Yücel'in Milli
man ve Ecluard Spranger'dan, dersler al- Eğitim Bakanlığı döneminde Türk Dil
dı. Spranger'ın yönetiminde hazırladığı Kurumu'nun Felsefi ve Grrı111er Terimleri a-
Dit Wissenıçhaft ll01I ıkr Geıellschaft i111 .V-ı­ dıyla yayımladığı terimlerin ottaöğretim
te111Htgeis11t1d AH!JISfe Co111tes C'Hegel ile felsefe derslerine uygulanmasına taraftar
Auguste Comte'un Dizgelerinde Top- olmayan Gökberk, 1946'dan sonra bu
lum Bilimi'') başlıklı teziyle 1940 yılında terimlerin temel olarak alınabileceğini ka-
doktorasını tamamladı. Türkiye'ye dön- bul ederek derslerinde ve yayımladığı ça-
dükten sonra Emst von Aster'in Felsefe lışmalarda bunlan kullanmaya başladı.Ye­
Tarihi dersleri ile konferanslarını Türkçe' ni dil görüşü yazılanru ise Değişen Dii'!Ya
ye çevireli. İstanbul Üniversitesi Felsefe Değişen Dil adlı kitabında topladı. Gök-
Bölümü Felsefe Tarihi Kürsüsü'nde ön- berk dil sorununa millet olma davası ola-
ce doçent, 1949 yılında da profesör ol- rak yaklaşmıştır. Öte yandan Aydınlan­
du. Bölümde Felsefe Tarihi ve Felsefe ma Felsefesi'nden hareket ederek Ata-
Metirıleri dersleri verdi; seminerler dü- türk devrimlerinin Türkiye'deki aydın­
zenledi. Aynı yıl (1949) Türk Dil Ku- latmao rolünü vurgulayan Gökberk, A-
rumu'nun Bilim Kurulu üyeliğine seçildi. ~türkçülüğü alalcı bir yaklaşımla ve hü-
1954-1960 ve 1969-1976 yıllaniıda Türk manist öğelerle yorumlamıştır.
Dil Kurumu başkanlığı görevini yürüttü. Eserleri: Kant ile Herrier~iı Tarih Anla-
1956'da Türk-Alman Kültür İşleri Ku- yışları (1948), Felsefe Tarihi (1961), Felsefi-
rulu'nun kurulmasına öncülük eden ve nin Evrilllİ (1979), Değişen Dii'!Ya Değifm
605 gölgegörüngücülük

Dil (1980), A.Jtlmlllft11111 Felseftn, Dtllrimler tüm deneyimlerimiz, tüm düşünc;eleri­


111 Atatiirk (1983). Çevirileri: Fe/seft Tarihi miz, tüm yapıp etrnelerimiz üzerinde be-
Dtrıleri 1: illt.fl'!. w Ortafağ Felıeftn (Astcr' lirleyici olan fülksel doğamızdır.
den, 1943), Bi/6 Teorisi 111 Manhk (Astcr' Gölgegörüngücülük bugünkü anla-
den, 1945), Thtialttoı (Platon'dan, 1945). mıyla, fıziksel dünyanın yalnızca maddi
Makaleleri ve diğer yuılan da Felsefe Yı/. güçlerin etkili olduğu kapalı bir dizge o-
/ığl, Felseft T m:İilllt/eri D"!fti, Felsefe Ar- larak tasarlandığı XVII. yüzyılda biçim-
le.ivi, Pmar, Ymi U/11/tJar, Bağlam, Gösteri lenmeye başlaınışttr. İnsanın dahi gö-
gibi dergilerde ve C11111h11rtJet gazC'.tesinde rüngüler dünyasının bu maddi güçleri ta-
yayımlaıımışur. rafından yönetildiği, yaşamın nedensel
ilişkilerin hakim olduğu özdevimli bir
gölgegörüngücülük ~ng. epipherıo111mal­ süreç olarak algılandığı bu tür bir tasa-
ir111', Fr. ipiphlno111irıalisme; Alın. epiphimo- nmda zihinsel olaylar yalnızca bu maddi
-4mı111] Zihins~ olııylann fiziksel o- güçlerin yansımalan; fiziksel olayların
laylann yan ürünleri olduğunu ve doğa­ "gölge"leri olarak kalmaktadır. Gölgegö-
daki olaylann oluşumuna hiçbir biçimde rüngü terimi ilk kez XIX. yüzyılda kulla-
etkide bulunmadığım ileri süren felsefe nılmaya başlanmış olsa da Charles Bon-
öğretisi. Tıpkı *etkileşimcilik ya da *ko- net XVIII. yüzyılda. Rıthbilim Ü!(!rine Ya-
şutçuluk gibi, zihin-beden ikiliği kabu- f(!lar (Essai de Psychologie, 1735) adlı
lüne dayalı olarak ortaya çıkan zihin ile yap111nda ortaya koyduğu, ruhun bede-
beden arasındaki ilişkinin niteliği soru- nin hareketlerinin yalnızca seyircisi ol-
nunu çözmek üzere ortaya atılmış bir zi- duğu, bedenin yaşamı oluşturan tüm ey-
hin felsefesi kuramı olan gölgegörüngü- lemleri kendiliğinden gerçekleştirdiği sa-
cülük, fiziksel olandan zihinsel olana doğ­ vıyla gölgegörüngücülüğü öncelemiştir.
ru tek yönlü ruhsal-fiziksel bir devinimin 1865'te Shadwortlı Hodgson, Zaman ve
varlığı üzerine kuruludur. Güçlü bir ne- Uz_lllll (Time and Space) adlı yapıtında ilk
densellik. kavramsallaştırması üzerine o- defa eksiksiz bir gölgegörüngücülük ta-
turtulan bu görüşe göre, zihinsel olaylar nımlaması yapar. Hodgson, bu yapıttnda
herhangi bir nedensel ilişkide etkin ola- bilinç durumlarının kendilerinden önce
cak güce sahip olmayıp, aralannda ne- ortaya çıkan başka bilinç duruınlannın
densel bir bağ olmaksızın sinir sistemin- sonuçlan olmadığım, ·tüm bilinç olaylan-
Je meydana gelen olaylann·izdüşümü o- run beynin eylemleri sonucu ortaya çık­
larak ortaya çıkan bilinç durumlan dizi- ttğını yazar. Ona göre bilinç olaylanrun
lerinden ibarettir. Bu diziler zorunlu ve beyin üzerinde etkili olduğunu ya da o-
~iittkli bir biçimde belirli bir ~ırayla mey- nun eylemlerini düzenlediğini öne sür-
dana geliyor olsa da -yani belli zihinsel mekse olanaksızdir. Böylelikle gölgegö-
olayları yine belli zihinsel ya da fiziksel rüngücülüğün ilk açık savunusunu ortaya
olaylar izliyor olsa da- gölgegörüngücü- koyan Hodgson'ı kısa. bir süre sonra
lük bu durumun zihinsel olayların ken- Thomas Huxley izler. 1874'te Huxley,
dilerine içkin bir nedensellik.ten kaynak- "Hayvanlann Robot Olduğu Varsayımı
lanmadığını savunur. Başka bir deyişle, ile Bu Varsayımın Tarihi Üzerine" C'On
zihinsel görüngülerin tümüyle fiziksel gö- the Hypothesis that Anirnals are Auto-
rüngülere indiıgenemeyeccğinin bilincin- mata, and its History") başlığını taşıyan
de olan gölgegörüngücülük, sorunu zi- ilginç bir yazı kaleme alır. Huıdey'in bu
hinsel görüngüleri doğal süreçlerde etkin çalışmasında geçen ''Bizler bilinçli ro-
olmayan, yalnızca bu süreçlere eşlik eden botlanz" deyişi sonradan gölgegötüngü-
"gölgegörüngüler" olarak niteleyerek çö- cülüğün en bilinen savı haline gelecektir.
zer. Buna göre son çözümlemede, bi- XX. yüzyılda gölgegörüngücülük, Ge-
linçli varlıklar olsak da bizi belirleyen; oıge Santayana gibi bazı düşünürlerin bu
gönderge 606

yönde eğilimleri olsa da geniş ölçüde yan- ise burada 'Hidayet' adının bir §indermui
daş bulamamışur. 1905 yılında yayımla­ var demektir. Bu durumda, 'Hidayet' a-
dığı 5 ciltlik çalışması Us11t1 Ya,ramlnın dının gönderdiği. (gö'ndermede bulundu-
(fhe Life of Reason) ilk cildinde dünya- ğu) nesne Türk milli basketbolcu Hida-
nın insanın bilişsel etkinliklerinden ba- yet Türkoğlu'dur. Gönderme adlann kar-
ğımsız olarak varolduğunu, düşünürken şılık geldiği nesneleri belirtmeye yarayan
kullandığımız .temel kavram ve tasanm- bir edimdir. Yalnız, tümeller ya da mate-
lann dahi ilkece insan zihnine değil fi- matiksel nesneler gibi soyut nenler (ken-
ziksel dış gerçekliğe dayandıklarını savu- dilikler ya da şeyler) söz konusu oldu-
nan Santayana'run "hayvan inancı felse- ğunda gönderme sorunu epeyce kanşık
fesi"ne göre, insan üzerine her türlü dü- bir hal alır. Örneğin '5' y,a da 'turuncu'
~ünme girişimi öncelikle yaşamın koru- gibi adlan bir nesneye göndermede bu-
nup sürdürümü için birincil değerde o- lunmak için kullanıp kullanmadığımız
ian "beslenme" ile "korunma"yı amaçla- (ya da kullanıp kullanamayacağımız) cid-
yan insan eylemleri üzerine odaklanmalı­ di varlıkbilgisel ve bilgikuramsal sorun-
dır. lara yol açmaktadır. "5" diye bir nesne-
Gölgegörüngücülüğe karşı yapılmış nin, "turuncu" diye bir nesnenin varlık­
en tutarlı
itirazlardan birini, gölgegörün- lan şüphe götürür oWuğundan, bu tür
gücülüğün bilinçli varlıklar olan bizlerin nenlerin varlığını temellendirmeye ya da
fiziksel görüngülerin etkisi alunda, bi- çürütmeye çalışan farklı gönderme ku-
linçli olmayan ancak bi:ıimle aynı tür bir ramlan ortaya atılmıştır. Aynca bkz. g0s-
organizmaya sahip canlılarla tamamen terge.
aynı yönde hareket ettiğimiz savından
yofa çıkan Popper, burada bize herhangi gönül Tasavvuf düşüncesinde anlam
bir artı sağlamadığı görülen bilinç gibi dünyasını kuşatan "gönül", Tann'ya u-
bir yetinin evrimsel gelişim sürecinde or- laşmak isteyen mutasavvıfın varacağı
taya çıkamayacağını savunarak evrimci yerdir. Bu bakımdan İslam felsefesinde
bakış açısından dile getirir. Aynca bkz. ebJ.i göniil terimi tasavvuf ehli için kulla-
görüngü. nılmıştır. Mutasavvıflann yapması gere-
ken görünür dünya ile bağlarını koparıp
gönderge ~ng. refem1t, Fr. rtflmıt, Alm. Tann'nın gerçek mekanı olan gönülle-
'!fomı~ Dilbilimde bir adın göndermede rine dönmektir. Aynca bkz. tasavvuf.
bulunduğu nesnenin kendisine verilen
ad; bir gösterge aracılığıyla kendisine göreci etik [İng. eıbjçaJ nlativis111; Fr. rr-
göndermede bulunulan "şey''. Aynca lativis111e ithi411r, Alm. tthistber relatiris,,,11ij
bkz. gönderme. Ahlak felsefesinde, insan için neyin iyi
ve doğru, neyin kötü ve yanlış olduğunu
göndergeci anlam kuramı ~ng. referw· belirlemek. için genelgeçer, kesinliği tar-
tia( tbeory of meaning] bkz. dil felsefesi; tışılmaz ahlak değerleri bulunmadığını;
anlam. tüm ahlak değerlerinin kişilere, toplum-
lara, kültürlere ve çağlara göre değiştiğini
gönderme (gönderim) ~ng. '!fomıa; Fr. savunan anlayış. İnsanlann tümü için her
riftmıce-, Alm. n.femı.zl Bir göstergeyi dış yerde ve her zaman geçerli olabilecek bir
dünyada bulanan bir nesne ya da varlığa ahlaki ölçüt aramanın boşuna bir çaba
bağlama; eşdeyişle "bir göstergeyi bir gön- olduğunu öne süren bu öğreti, ahlıik ya-
dergeye bağlama." "Hidayet uzun boy- salarının ya da ilkelerinin sürekliliğine ve
luduı:" tümcesi birçok insan için doğru kalıcılığına kuşkuyla yaklaşır; ahlak felse-
olabilir. Ancak bu tümceyi dile getirirken fesinde her türden saltıkçı ya da nesnelci
aklımızdan geçen kişi Hidayet Türkoğlu yaklaşımları yadsır.
<ı07 göreci etik

Ahlaksal bakımdan iyi olanla kötü o- sanlann değişik ahlaksal inançlan olma-
lanın, doğru olanla yanlış olanın, yapıl­ sından daha doğal bir şeyin olamayaca-
ması gerekenle yapılmaması gerekenin ğını, farklı inançlan yansız bir bakış açı­
kişiden kişiye, kültürden kültüre, dö- sından doğru ya da yanlış tasarımlan
nemden döneme değişiklik gösterdiğini doğrultusunda değerlendirmenin olanak-
savunan göreci etik, izin verilen ya da sızlığı düşüncesi üstüne kurulu "betimle-
yasaklanan eylemlerin kişinin karakterine, yici göreci etik" yaklaşımıdır. İkinci yak-
eylemin gerçekleştirildiği bağlama görece laşımsa, her kültürün kendine özgü i-
olduklannı ileri sürmektedir. Temdde sal- nançlannın kendi kültürleri içinde değer­
tıkçı etik ile evrenselci etik anlayışlanna lendirilmeleri gerektiğini, bir kültürün dı­
karşı gdiştirilen göreci etik anlayışında, şındaki bir noktadan onun değerlerine
varolan hiçbir şeyin, gerçekleştirilen hiç- yönelik yargılar vermenin doğru olmadı­
bir eylemin saltık anlamda ne iyi ne de ğını savunan "normatif göreci etik" yak-
kötü olarak değerlendirilebilmesine ola- laşımıdır.
nak yoktur; ahlaksal olarak doğru olan Düz anlamıyla bir göreci etik savu-
ile yanlış olanın bdirlenmesi işi bütü- nucusu, yapmak zorunda olduğumuz şe­
nüyle verili bir kültür ortaırunda ya da yi yalnızca yapmak zorunda "olduğumuzu
toplumsal yaşam dünyasında varolan bel- düşündüğümüz için yaptığımızı savunur..
li bir kişinin yaşam biçimine bakarak de- Buna göre, belli bir kişinin ya da toplu-
ğerlendirilebilecek bir konudur. Saltık ya mun belli bir ahlaksal kanıya sahip olma-
da evrensel ahlak doğrulan ya· da ahlak sı, tek başına söz konusu ahlaksal kanıyı
ölçütleri var mıdır? Soruya verilen olum- o kişi ya da o toplum için doğru kılmaya
suz yanıt aynı zamanda göreci etik anla- haydi haydi yeterlidir. Göreci etiğin ah-
yışının ana savını da oluşturmaktadır. Bu laksal doğruluk için sunduğu bu yeter
noktada göreci etik uslamlaması çoğun­ koşul, "yapmalı"nın ne anlama geldiğini
luk ahlaksa! inançlar ile pratiklerin ala- değil de, ne yapılması gerektiğini söyle-
bildiğine çeşitlilik gösterdiği gözlemin- diği için, bütünlüklü bir etik kuramını
den yola koyulmaktadır. Nitekim tarihte temellendirmek yerine, daha çok belli bir
pek çok filozof yeryüzünde bir yerden ahlak bakışını taşıyan çatıyı andırmakta­
bir başka yere, bir çağdan bir başka çağa, dır. Açıkça görülebileceği üzere, göreci
bir toplumdan bir başka topluma deği­ etik öğretisi birtakım ahlak yargılannın
şiklik gösteren pek çok ahlaksal dünya yanlış olabileceklerini söylemeyi daha
görüşü bulunduğuna yönelik izlenimle- baştan olanaksızlaştırmak gibi önemli bir
rini dile gctinnişlerdir. Bu izlenimlerini ki- sorunla yüzyüze kalmaktadır. Nitekim
mileyin kendi deneyimlerinden kalkarak ahlaksal bir sorun karşısında birbirinden
dile getirirlerken, kimileyin de yüzyıllar bütünüyle ayn düşünceler savunan iki
boyunca yazılmış değişik yolculuk öy- insanın da aynı ölçüde haklı olabilecek-
külerine, insanbilimsd incelemelere, top- leri savunusu, felsefi bakımdan kabul e-
lumsal araştırma yazılanna dayandırmış­ dilemeyecek denli kendi içinde son dere-
lardır. Dünyanın değişik yerlerinde deği­ ce derin bir açmazı banndırmaktadır.
şik dönemlerde hep değişik ahlak de- Göreci etik anlayışında, ahlaksal nitelik-
ğerlerinin egemen olması gerçeği, kimi lerin birçok nedenden ötürü nesnelerin
fılozoflan tek bir ahlaksal değer dizgesi nesnel özellikleri gibi olduklannı savun-
bulunmadığına, dolayısıyla da bütün dö- mak hiç de usa yatkın görünmediğinden,
nemler ve toplumlar için geçerli nesnel bunlann öznel özellikler, yani ifadeyi o-
anlamda tek bir doğruluk olmadığı dü- luşturanın zihin durumuyla bağlantılı ni-
şüncesine götürmüştür. Göreci etik anla- telikler olduklan ileri sürülmektedir. Bu
yışı içinde iki ayn yaklaşım çizgisi bu- anlamda "O iyi bir adamdır" önermesi-
lunmaktadır: Bunlardan ilki, değişik in- nin gerçekte "O bende belirli bir zihinsel
görecilik 608

durum, sözgelimi övme duygusu uyandı­ !arın uzlaşımlanna göreli olduğunu sa-
rıyor" anlamına geldiği düşünülmektedir. vunan giireri etik ile elimizde herhangi bir
Göreci etik: tam bu noktada, kendisine düşünceyi ya da davranış kalıbını nesnel
sıklıkla yöneltilen kişiler arasındaki ah- olarak değerlendirmek için genelgeçer
laksal anlaşmazlıklar olanağını ortadan ölçütlerin bulunmadığını, bunların değe­
kaldırdığı eleştirisini doğrulayacak türden rinin yalnızca içinden çıktıkları toplum-
bir açıklama sunmaktadır. Buna göre, söz- sal-kültürel bağlamda ele alınabileceğini
gelirni iki insandan biri diğerinin iyi ol- savunan /eiiltiirel görerilik bunlar arasında
duğunu söylerken buna karşı diğeri ken- ilk elde akla gelenlerdir. Aynca bkz. kül-
disine iyi olduğunu söyleyen kişiye kötü türel görecilik; göreci etik; göreli; gö-
olduğunu söylerse, göreci etik: anlayışına relilik.
göre, ·ilk bakışta göründüğünün tersine
bu iki kişi hiç de gerçek bir anlaşmazlık göreli ~ng. relaıive, Fr. relatif, Alm. relativ,
durumu içinde değillerdir; çünkü burada bezjiglic!T, Yun. pros ti; Lat. relativus; es. t.
bu iki kişiden biri belirli bir zihin duru- i.zôftl En genel anlamda bir şeye, bir
mu içinde olduğunu ifade ederken, öteki kimseye göre olan, kesin olmayıp kişiden
bu durumda olmadığını ifade etmekte- kişiye, dönemden döneme, yerden yere
dir; bu ifadeler arasındaysa kesinlikle çe- değişebilen. Yerleşik felsefe dilindeyse,
lişkili bir durum söz konusu değildir. saltığın karşıtı olarak, varlığı bir başka
şeyin varlığına bağlı bulunanı; koşullu,
görecilik ~ng. relalivism; Fr. relativisme, sınırlı, olumsal, değişken olanı; iki ya da
Alm. relativismus; es. t. izaft.zye] Felsefede, daha çok şeyle ilişki içinde olması koşu­
en eski anlatımlarından birini Protago- luyla bir başka şeye ya da şeylere bağlı
ras'ın "Her şeyin ölçüsü insandır" sav- olarak varolabileni; bir başka şeyle bağ­
sözünde bulan, en genel anlamda, bütün lantılandırılarak tanımlanabileni; bir baş­
bilgi ve değerlerin göreli olduğunu ileri ka şeye göndermede bulunarak temel-
süren öğreti. Birçok farklı görecilik türü lendirilebileni; ancak belli durum ya da
bulunsa da bunların tümü de konu edin- koşullara bağlı olarak geçerli olanı anla-
dikleri şeylerin (örneğin ahlaki değerler, tan felsefe terimi.
bilgi, anlam, hakikat, güzellik vb.) tikel Terimin tarihi Eski Yunan'a dek gö-
bir çerçeveye ya da bakış açısına (örne- türülebilirse de bugünkü anlamına ka-
ğin bir özne ya da belli bir kültür, bir vuşması daha çok XIX. yüzyıl yeniçağ
toplum, bir çağ, bir dil ya da kavramsal felsefesinde gerçekleşmiştir. Günümüz-
bir şema vb.) göreli olduğunu savlayarak deki yeniçağ kaynaklı yaygın anlamlarına
herhangi bir bakış açısının diğerleri kar- karşın, terimin felsefe tarihinde çeşitli fi-
şısında ayrıcalıklı olduğunu reddeder. lozofların sözdağarlarında çeşitli anlam
Görecilik savunucularına göre bu bakış açılımlarıyla dolaştığı gözlenmektedir.
açılarının tarihsel, kültürel, toplumsal, Sözgelimi göreli düşünmeyi felsefeleri-
dilsel ve ruhbilimsel ardyöreleri onların nin başköşesine yerleştiren Sofistler ara-
seçimlerinde doğrudan ya da dolaylı ola- sında terimin kilit değerde bir önemi
rak içerilebilir. Bu bağlamda görecilik, vardır. Sofist felsefenin kurucularından
belirleyen ile. belirlenen arasındaki ilişki Protagoras, bütün bilgilerin kaynağının
üzerine yapılacak açıklamalara bu olum- duyular olduğunu belirttikten sonra, du-
sallıkları katma girişimidir. yumların kişiden kişiye değişiyor olmala-
Görecilik türleri görecele~tirmeye ça- ruıı gerekçe göstererek "İnsan her şeyin
lıştıkları konuya göre ayırt edilirler. Ev- ölçüsüdür" demiştir. Bu ünlü söz, başta
rensel olarak geçerli ahlfilci ilkeler bu- bilgi olmak üzere bütün her şeyin ö-
lunmadığını, tüm ahlak değerlerinin bi- zünde göreli olduğU gerçeğini dile getir-
reylere, kültürlere, toplumlara ya da bun- mesi bakımından olduğU denli kuşkuya,
609 görelilik

dolayısıyla da kuşkuculuğa kapıyı sonuna saltığın tam karşıtı


olarak sınırları o!aru,
dek açıyor olması bakımından da önem- koşullara bağlı olanı, belli bir yere, belli
lidir. Öte yanda Eski Yunan'ın en büyük bir döneme ya da bclli bir şeye göre o-
dizgeci filozoflarından Aristoteles terime lanı; yani göreli olan bütün her şeyin öz-
yönelik çok daha teknik bir tamm ver- yapısıru anlatan felsefe kavramı. Göreli-
miştir: "En büyük şeyin en büyük oluşu, lik, birçok klasik felsefe metninde "sal-
başka şeylerden daha büyük olmasına tık" olana ya da "nesnel" olana karşıt o-
dayamlarak belirlendiği için, 'en büyük- larak belli bir bağlamda ancak belli bir
lük' deyişi tanımı gereği gerçekte göreli ilişki yoluyla ya da ilişkiden ötürü varo-
olma bildiren bir deyiştir." Daha yakın labilen ya da temcllcndirilebilen şeyler
dönemlere gelindiğinde ise Descartes ile için kullamlan, çoğunlukla da istenme-
Spinoza'nın töz metafiziklerinde, kav- yen ya da kendisinden kurtulunması ge-
ram olmak için başka kavramlara gerek reken "kötücül" bir özelliği anlatan bir
duyan bütün kavramlar göreli olarak ta- felsefe kavramı olarak geçmektedir.
nımlanmaktadır. Bu töz tanımı bağlamın­ Felsefedeki bu yaygın anlam yapısına
da, varolan her şeyin başka şeylerle olan karşılık olarak görelilik kavramının Al-
ilişkileriyle varolduğu düşünüldüğünde, bert Einstein'ın 1905 yılında temellen-
göreli olmayan tek şey varolmak için dirmeye başladığı kavramın kendisiyle a-
kendisinden başka bir şeye gerek duy- nılan fizik kuramında kilit değerde bir ö-
mayan, görelinin tam karşıtı saltık olan nemi vardır. Klasik fiziğin egemen kura-
Töz'dür. Sofistler dışarıda tutulmak ko- mı Newton fiziğinin temel yasalarını de-
şuluyla, geleneksel felsefede "göreli" te- ğiştirmeyi amaçlayan Einsıein'ın görr:lilik
rimi saltık olanın karşısında olanı tanım­ Jenrann, nesnelerin saltık zaman ile saltık
ladığından ötürü çoğunluk kendisinden uzamda düşünülemeyeceğini savlamak-
kurtulunması gereken, yapılan felsefenin tadır. Newtoncu fiziğin düşündüğünün
doğasında onarılmaz gedikler açan bir ö- tersine, nesnelerin zaman ile uzam içine
zellik olarak görülmüş, genelde "kötü- yerleştirilmeleri doğrudan seçilen dizge-
cül" bir anlamda anlaşılmıştır. Buna kar- nin konumuna bağlıdır. Seçimin kendisi
şı kurgusal metafiziğin bütünüyle yadsın­ de gözlemciden gözlemciye değişebilir
masının amaçlandığı XIX. yüzyılın bi- olması nedeniyle görelilik içermektedir.
limsel düşünce çerçevesinde, özellikle de Bu saptama uyarınca, Einstein kütle ile
August Comte'un olguculuğunda terimin enerjinin birbirine eşdeğer olduğunu be-
yeni bir anlam çözümlemesinden geçiri- lirtıiktcn sonra kuramıru bir adım daha
lerek kötücül anlamından kurtanlmaya öteye taşıyarak "genelleştirilmiş göreli-
çalışıldığı gözlenmektedir. Comte, insan- lik" aşamasına geçmiştir. Bu yeni aşama­
lık tarihinde "tannbilimci", "metafizik" da eğrisel, sonlu, dört boyutlu bir ev ren
ve "olgucu" olmak üzere üç ayn evre tasarırm ortaya koyarak bu yeni tasarıma
bulunduğu saptamasında bulunduktan uygun bir çekim yasası geliştirmiştir.
sonra, bunlardan sonuncusu olan olgucu Einstcin'ın ortaya attığı görelilik kuramı
evreyi göreli düşünce aşaması olarak ni- fizik biliminde bir devrim yaratması ya-
telendirir. Comte, "Saltık olan bir şey nında dünya görüşümüzün ardında yatan
varsa saltık diye bir şeyin olmadığıdır" metafiziğin kendisinde de çok önemli bir
sözüyle göreli teriminin anlam tarihine kırılma gerçekleştirmiştir. Newtoncu sal-
enson noktayı koyduğu savındadır. tık zaman ile saltık uzam tasanmırun a-
şılması sonucunda, hareket halindeki çe-
görelilik [İng. rr:lativiry; Fr. rr:lativitt; Alın. şitli gözlemcilerce gözlenen aynı olayın
rr:lativitiit, es. t. izaft.ue~ En genel anlam- süresinin her bir gözlemciye göre deği­
da bir şeye, bir kimseye, bir yere göre şiklik gösteriyor olmasının gözlemcinin
olma durumu. Yerleşik felsefe dilinde, konumu ile devinme luzından kaynak-
görelilik kuramı 610

!andığı tarutlanmış olmaktadır. Böylelik- landır, Kant kendisine gelene değin filo-
le, gerçekliğin sanıldığının tersine saltık zofların yaygın olarak kullandığı terimin
olmayıp süreler ile uzaklıkların bileşi­ anlamını son derece önemli bir değişik­
minden oluştuğu, bunun da hep bir gö- liğe uğratmıştır. Geçmişte görüngü, du-
relilik üstüne bina edilmek zorunda ol- yulur bir şeyin aposteriori olarak kendisini
duğu bir evren tasanmına vanlmıştır. göstermesi anlamına gelmesi nedeniyle,
hemen hep "düşünülebilir öz"e karşıt
görelilik kuramı (İng. tbeory of nlativity; bir konuma yerleştirilmektcycli. Düşünü­
Fr. thiorit Jt la nlativitf, Alrn. nlativitiit.rtht- lebilir öz, kendisi olduğu ölçüde "ken-
orit; es. t iz.ôft.IJtt naz.ar?.utn] bkz. görelilik. dinde şey''eli -ya da "düşünce olarak şey''
eli. "Düşünce olarak şey"in Eski Yunan-
görü bkz. Anschauung. ca'da no11mtnon sözcüğüne karşılık gelme-
sinden de anlaşılacağı üzere, Platon'dan
görüngü (İng. phtnomtnon; Fr. phinomlne-, başlayarak bütün klasik felsefenin duyu-
Alrn. phiinomtn] Köken bakımından eski lur görünüşler (yani "görüngüler'') ile
Yunanca'da "görünüş" anlamına gelen düşünülebilir özler (yani "numcnler'') a-
phainomtnon sözcüğünden gelen, yerleşik rasındaki ikilik çerçevesinde geliştiği a-
felsefe dilindeyse en genel anlamda duyu çıkur. Bu anlamda ilk kez Kant'ın eleşti­
organlanyla algılanabilen, gözlenebilen, rel felsefesinde terim, salt "görünüş" an-
duyulabilen, deneyimde kendisini göste- lamına geldiği geleneksel felsefedeki kö-
ren ya da açığa vuran nitelik, nesne, i- tücül anlamından kurtarılarak daha çok
lişki, konum, olay türünden düşünülebi­ "beliriş" anlamına gelen yeni bir anlam
lecek bütün her şeyi anlatan felsefe te- açılınu edinmiştir. Kant'ın terime yükle-
rimi. diği bu yeni anlam, bir bakıma terimin
Felsefe tarihinde çeşitli dönemlerde kendisi üstüne bina edilen görüngübi-
çeşitli anlamlarda kullanılan "görüngü" limcle bilince, bilinç yaşanusına görünen
terimi, Eskiçağ Yunan felsefesinde us şeyleri, olaylan ya da olgulan anlatmak
yoluyla kavranan değişmez gerçekler için kullanılmasına da zemin hazırlamış­
karşısında duyularla algılanan değişken tır.

görünüşler anlamında kullanılmıştır. Bu Görüngübilimde taşıdığı anlamıyla "gö-


bağlamda, duyuların aldaucı olma özel- rüngü"; dolaysız, doğrudan, aracısız bir
liklerinden kalkarak, hakikat ya da öz ile biçimde deneyimde ya da yaşanuda gö-
"görünüş" arasındaki metafizik ayrımı rünen, gözlemlenebilen, bilinebilen her
kesin sırurlarla çizmek için kendisine şeyin ortak adıdır. En genel anlamda
sıkça başvurulmuş bir terimdir. Kant'ta Kantçı olarak nitelenebilecek olanaklı de-
ise görüngü terimi, olanaklı deneyimin neyin koşullan, başka bir deyişle deneyi-
sınırlan dışında kalan, us yoluyla kavra- mi olanaklı kılan koşullar üstüne görün-
nıp bilinemez olan "numen"e r:'"no11menon) gülere odaklanarak yoğunlaşan felsefe a-
karşıt olarak, duyarlığın ımtttik formlan rayışı, görüngübilimin kurucusu Husserl
ile anlama yetisinin a priori kategorileri ile birlikte deneyimin kendinden çok, de-
doğrultusunda öznece kurulmuş nesne neyimde bilince görünen ya da beliren
anlanuna gelmektedir. Görüngü denince, görüngülerin betimlenmesine kaymıştır.
"*kendinde şey" olmayan, yani özneden Bu yeni yaklaşımın temel amacı, bilince
bağımsız olmayan, özne eliyle işlenmiş kendisini gösteren bu görüngülerin gö-
nesne anlaştlm'liıdır. Bu anlamda şeyle­ ründükleri biçimleriyle betimlenerek kav-
rin şey olmalannın başkoşulu uzay ile ranmasıdır. Husserlci görüngübilimsel
zamanda yer kaplıyor olmalanyken, gö- felsefe çerçevesinde, görüngü terimi ge-
rüngü olmalannın başkoşulu bu şeylerin leneksel felsefedeki anlamına karşıt bir
anlama yetisince biçimlendirilmiş olma- anlamda "bilincin deneyimlediği biricik
611 görüngübilim

özler" olamk yeniden temellendirilmiştir. lamında kullanılmıştır. Bununla birlikte


Görüngüleri betimlemekse deneysel bir DoğabiliTllinin Metafizik Temelleri başlıklı
işlem olmayıp apriori, yani deneyden ba- yapıtının bir yerinde Kant aynı terimi bu
ğımsız bir etkinliktir. Bu bağlamda, de- kez "algılanan görüngüler öğretisi" an-
neyimin geleneksel felsefede taşıdığı an- lamında kullanmaktadır. Hegel'in Tinin
lam baştan aşağı değişmiş; görüngüleri Giiriingiibilinıi yapıtında görüngübilimden
bilme ya da yaşama etkinliği "deneyim'', anlaşılan, bilincin diyalektik gelişimi için-
daha doğrusu "yaşantı" diye adlandınlır de geçtiği evrelerin metafizik bakımdan
olmuştur. Aynca bkz. görüngübilim; açıklığa kavuşturulmasıdır. Daha açık bir
görünüş; görüngücülük; görüngüler deyişle Hegel, görüngübiliıni tinin birey-
dünyası. sel duyumdan saltık bilgiye aşama aşama
nasıl yükseldiğini resmetme etkinliği ola-
görüngübilim [İng. phenomenollJgy, Fr. mk görmüştür. Görüngübilime Husserl'in
phenombıologie-, Alın. philııomenologit]Eski kazandırdığı yeni anlama gelinmezden
Yunanca'da "görünüş" an!amına gelen önceki son uğrak Husserl'in hocası B-
phainomenon sözcüğü ile "bilim" anlamına rentano'dur. Brentano, terimi bilinç o-
gelen logos sözcüğünden türetilmiş felse- laylannı çözümleyerek betimlemeyi a-
fe terimi. Özel bir çözümleme yöntemi maçlayan betimleyici ruhbilim anlanunda
yoluyla bilince ve bilinç yaşantılarına iliş­ kullanmaktadır. Bu anlamda Brentano'ya
kin özlerin bilgisini edinmeyi amaçlayan göre görüngübilim, deneyime dolaysız
betimleyici deneyim felsefesi; görüngüle- bir biçimde sunulanın dışına çıkmadan
rin kendilerini betimleyerek tanıtlamaya, deneyimi betimlemek demektir. Aslına
onların · bilinç yaşantısına açılmalannın bakılırsa Husscrlci görüngübilim anlayı­
koşullarını amştırmaya dayanan, Husserl şına Brentano'nun ulaşamamış olması­
tarafından temelleri atılmış felsefe anla- nın en temel nedeni, Brentano'nun "yö-
yışı ya da yöntemi. nelmişlik" sorunsalının salt ruhbilim dü-
Felsefe tarihinde görüngü bilim terimi zeyinde kalınarak çözülebileceğine karşı
ilk kez Alman düşünür J. H. Lambert ta- duyduğu sarsılmaz inançtır. Gclgelelim
mfından Nmes Organon (Yeni Organon, Husscrl aynı sorunsalı önce bilgi.kuramı
1764) adlı yapıtta kullanılmıştır. Terim düzlemine, omdan da aşkınsal bir düz-
bu ilk kullanıldığı bağlamda daha çok leme taşıyarak ele almış; rogito'nun yönel-
"görünüşler kuramı" anlanuna gelmekte- diği görüngüler dünyasını temellendir-
dir. Dört bölümden oluşan kitabının bi- mek amacıyla ·sorunsalı sorunsal olmak-
rinci bölümünde düşünce yasalarını ir- tan çıkarmıştır.
deleyen Lambert, kitabın ikinci bölümü- XX. yü:z;yılda görüngübilim denince
nü doğruluk kumrnını geliştirmeye ayı­ çoğunluk Husserl ile birlikte anılan ve
nrken, üçüncü bölümde ortaya özgün deneysel bilimlerin karşısına yerleştirile­
bir anlam kuramı koymuştur. Kitabın rek temellendirilen "özbilim" anlaşılmak­
sonuncu ve dördüncü bölümünde gö- tadır. Husserlci çerçevede görüngübili-
,rüngübilimi ele alan Lambert, görüngü- min enson amaa görüngiilcrin özlerini
biliıni duyu yaşantılarını araştırma olarak kavramaktır. Husserl Desçartesp Derindii-
tanımlamakla kalmamış, şeylerin insan fiitımeltr (1931) adlı yapıtında da dile ge-
zihnine nasıl göründükleri üzerine taslak tirdiği üzere tıpkı Descartcs gibi kök-
düzeyde bir kuram da geliştirmiştir. Öte tenci bir tutum alarak felsefe yapmaya
yandan felsefe tarihinde görüngübilim te- başlamanın doğruluğunu savunmaktadır.
riminin birtakım başka kullanımları oldu- Bu noktada Husserl'in görüngübilim iz-
ğuna da özellikle dikkat etmek gerekir. lencesinin temel amaa, eski metafiziği
Sözgelimi terim Kant tarafından tasanm- ortadan kaldırarak somut yaşanuya dön-
lar arasındaki ilişkiler üstüne inceleme an- mek, böylece felsefeye yeni bir başlangıç
görüngübilim 612

çizmektir. Nitekim felsefe yapmak Hus- çekleştirilebilir. Yargıyı askıya alma işle­
serl'in deyişiyle sürekli başlama duru- mini uygulamanın gerisinde yatan temel
munda olmak demekken, burada kendi- düşünce, duyularla algılanan nesnelerin
sinden söz edilen somut yaşantıya dö- ötesinde bulunan ideal özlükler alanına
nüş, görüngülerin altında yatan kökensel erişebilmek için, bir yığın rastlantıyla, ö-
sezgiye yönelişle eşanlamlıdır. Görüngü- zü olmayan niteliklerle dolu olan olgular
bilim geleneğinde önemli bir yer edinmiş dünyasından sıynlmaktır. Husserl'e göre
bir. başka isim olan Fransız düşünür bu, kesinlikle olgular dünyasının varlığını
Merleau-Ponty aynı bağlamda şunları ortadan kaldırma anlamına gelmediği gi-
söylemektedir: "Görüngübilim özlerin a- bi, ondan bütün bütün kuşku duyulması
raştınlmasıdır. Bütün sorunlar eninde so- gerektiği demek de değildir. Daha çok
nunda özlerin betimlenmesine geri götü- "dünyanın varlık savının ayraç içine alın­
rülebilir, örneğin algının özünün ya da ması"; istenen kavrayış konumuna yük-
bilincin özünün betimlenmesine." Öz, selmek için yöntem gereği olgu dünya-
görüngülerin ya da dolaysız, hiçbir ara- sıyla ilgili bir yargı vermeyerek bir bi-
aya konu olmaksızın kavranan ideaların çimde olgu dünyasını olumsuzlayabilme-
içeriğiyle özdeştir. Görüngülerin dolaysız yi başarmaktır. Bir başka deyişle Husserl
bir biçimde göriilenmcleri Husserl tara- görüngübilimsel düşüncenin işleyişini dış­
fından "özü görüleme" ya da "öz gö- tan içe doğru gelerek, yani varoluş tan ö-
rüsü" diye adlandırılmıştır. Bununla bir- ze doğru giderek kurmaktadır. Husserl'
likte görüngübilim Husserl'in anladığı in gözünde değme bir görüngübilimci-
biçimiyle özün kendisi üzerine kurulan den beklenen, görüngüleri titizlikle göz-
bir bilim olmayıp öz görüsü üzerine, özü lemlemeyi bilmek, her türlü önyargıdan
görüleyen bilinç üzerine kurulmuş bir sıynlmış bir biçimde gözlemleyerek gö-
bilimdir. Özü göriileyen bilincin en te- rüngüyü bütün yönleriyle görmeye ça-
mel özelliği her zaman için belli bir şeyin lışmaktır. Husserl ancak bu yolla felse-
bilinci olmasıdır. Daha açık bir biçimde fenin, 1911 'de Logos dergisinde yayımla­
söylenecek olursa her bilinç belli bir şe­ dığı yazısının başlığında olduğu gibi (Ke-
yin bilincidir. Husscrl bu temel özelliği sin Bir Bilim Olarak Felseft) kesin bir bilim
"bilincin yönelmişliği" diye adlandırmak­ olma değergesine yükseleceğini ileri sür-
tadır. Buna göre gerçekliğin kendiliğin­ müştür. Nitekim Husserl'e göre görün-
denliği diye bir şey söz konusu olamaz; gübilimsel araştırma her bakımdan bi-
gerçeklik denen her zaman kendisine limsel bir araştırmadır. Aynı biçimde fel-
yönelinen, bilincine varılan, görülenen sefe de kesin anlamda bir bilimdir. Bu
bir şeydir. Dolayısıyla görüngübilim, bü- bilimde önemli olan kesin bilgiler omya
tün· her şeyi açıklama savında olan bir koymaktan çok Descartesçı anlamda bir
felsefe dizgesi olmaktan çok, şeyleri be- açık seçikliğe ulaşmaktır. Böyle bir "apa-
timleyerek anlamaya karşılık gelen özgül çıklık" alanı kendisini düşünen ben'in
bir felsefe yöntemidir. varlığı varlık olarak (being q11a beini) sez-
Husserl'in temellendirdiği biçimiyle me yaşantısında gösterecektir. Felsefece
görüngübilim yöntemi ancak adım adllll, yaşamayı görüngülere yönelmekle bir gö-
ağır ağır, çoğunlukla da sanalı bir sü- ren Husserl, "Gelecekte Y cşerccek Bir
reçten geçilerek uygulanabilen bir felsefe Görüngübilim İçin Yönlendirici Düşün­
yöntemidir. Yöntemin başlıca amacı de- celer" başlıklı yazısında şöyle demekte-
neyimlerimizi aynı oldukları biçimleriyle dir. "Ayrıcalıklı yerini öıeki bilimler kar-
doğrudan betimleyerek, öz görüsüne doğ­ şısında belirleyerek giriş yaptığımız ve
ru, salt bilinç alanında özü görüleyene felsefenin temel bilimi olarak kurmak is-
dek ilerlemektir. Bu ilerleme ancak "yar- tediğimiz katışıksız görüngübilim tam
gıyı askıya alma" (!epoldıe) işlemiyle ger- anlamıyla yeni bir bilimdir."
613 görüngücülük

Görüngübilim yöntemi Husserl'den nuna dek götürülmüş deneycilik" diye de


sonra Max Scheler tarafından değerler anlaşılabilecek felsefe akımı.
alanına uygulanırken, Husserl'in en ö- Görüngücülük, genelde insan bilgisi-
nemli öğrencilerinden Hcidcgger görün- nin duyulara görünenler ya da duyu or-
gübilimi varlıkbilgisinin omurgası olacak ganlarınca algılananlar ile sınırlı olduğu­
biçimde varlıkbilgisi alanı içinde eritmiş­ nu, bütün bilgimizin temelini duyuları­
tir. Görüngübilim akımının önde gelen mıza görünenlerin oluşturduğunu; daha
öteki düşünürleri arasında Pfander, Gci- özeldeyse nesnelerin yalnızca bize ken-
gcr, Stein adlan en çok öne çıkanlardır. dilerini duyulanmızda gösterdikleri bi-
Görüngübilimsel yöntem ruhbilimcile- çimleriyle bir varlık taşıdıklannı ileri
rin, toplumbilimcilerin, tarilıçilerin ver- sürmektedir. Bu anlayışa göre, zaman ile
diği türden nedensel açıklamalardan ba- uzamda görünen olguların dışında var
ğımsız olarak deneyimi betimlemeye ça- olduğu düşünülen her şey saçmadır. Bu
lışır. Görüngübilim yöntemiyle felsefe ya- yaklaşımıyla görüngücülüğün bütün bir
pan düşünürlerin önde gelenleri görün- töz tasarımını yoksaydığı açıktır. Bu yok-
gübilim yöntemini yeniden tarurnlamış­ sayışın en belirgin örneği, ne bedenin ne
lar; Husserlci anlamına yeni açılımlar ka- de ruhun tözsel bir gerçekliğe sahip ol-
zandırmışlar; çoğunlukla da Husserl'in duğunu söyleyen İskoç asıllı İngiliz de-
vardığı sonuçlardan bambaşka sonuçlara neyci filozof Hume'da görülür. Görün-
ulaşmışlardır. Terimin günümüzdeki an- gülerin arkasında "kendinde şey"in bu-
lamının oluşumunda Brentano, James, lunduğunu, ama insanın bunun bilgisine
Hcidegger ve İngiliz deneycilerinin de ulaşmasının ilkece olanaklı olmadığını sa-
önemli katkılan bulunmaktadır. Aynca vunan görüş "eleştirel ya da nesnel gö-
bkz. Husserl, Edmund; Brentano, F- rüngücülük" diye adlandırılmaktadır. Söz
ranz; Merleau-Ponty, Maurice. konusu görüngücülük anlayışının en ö-
nemli temsilcisi Kant'tır; C. B. Renou-
görüngübilimsel indirgeme [İng. phe- veir, Shadworth Hodgson gibi düşünür­
nomenologital rrıducliDır, Fr. riduction pheno- ler de diğer önemli savunucularıdır. Öte
menoltıgique; Alm. phiinemenolo§rcht rıdule­ yanda salt bilinç içeriklerinin var oldu-
lion] bkz. özeyönelik indirgeme. ğunu, bunların da ancak öznel olarak te-
mellendirilebileceğini, dış dünyada bun-
görüngücülük [İng. phenomenalis111', Fr. lara karşılık gelen nesnel bir gerçeklik
phenomenalirmt, phenombtisme; Alm. phiino- olmadığını ileri süren görüşe "öznel gö-
111enalis11111r, es. t. zdhiıfuıt] En genel an- rüngücülük" denmektedir.
lamda, yalnızca ulgulann yani nesneler- Kant'ın gerçekliğin kendisini (yani ken-
den edindiğimiz tasanrnlann varlığını ka- dinde şeylen) bilemeyeceğimizi, bütün bil-
bul eden; şeylerin enson doğası diye bir gimizin iç ile <hş duyurnlanmızla (yani
şeyin söz konusu olamayacağını, şeylerin duyusal hammaddenin bir yanda katego-
yalnızca bize göründükleri biçimiyle, ya- riler öbür yanda duyarlığın forrnlannca
ni ancak görünüşleriyle bilinebileceğini işlenip düzene konmasıyla) sınırlı oldu-
ileri süren; "kendinde şey" kavramının ğunu ileri süren görüşü görüngücülüğün
boş olduğunu öne süren; idealizm gibi ilkömeğidir. Bcrkeley'in maddenin varlı­
bütün bilgilerimizin zihne bağımlı oldu- ğını tanımayışının da belli bir anlamda
ğunu, buna karşı idealizmin tersine dışı­ görüngücülük bildirdiği söylenebilir. Gü-
mızdaki gerçekliğin kendisinin zihinden nümüzde görüngücülük ilki bilgi kura-
bağımsız olduğunu savunan; gerçek ola- mında, ikincisi algı kuramında olmak ü-
nın yalnızca görüngüler olduğunu öne sü- zere genellikle iki ayn biçimde karşımıza
rerek görüngülcrin arkasındaki "kendin- çıkmaktadır. Genel bir bilgi kuramı ola-
de şey" alanının varlığını yadsıyan; "so- rak görüngücülük, duyu deneyinde bize
görüngüler dünyası 614

verilmeyen bir şeyi bilemeyeceğimizi sa- ilerlemektir. Bizim için daha iyi bilinir
vunur. İlkin J. S. Mili tarafından ortaya olanlarsa göreli olan görünüşlerdir. A-
anlan algı kuramı olarak görüngücülük ristoteles görünüşleri araştırmalar sonu-
ise bir şeyi 'bir şey' yapanın ilkece sürekli cunda ulaşılan aynntılı deney ,·erilerinin
algılanma olanağı olduğunu savunmak- toplamı olarak sunar. Aristotclcs'e göre
tadır. Buna çok yakın bir tanımı Russell, felsefi araştırmalar da görünüşlere daya-
bir şeyin görünüşlerinin toplamından o- rur ama felsefi araştırmaların ilgilendiği
luştuğunu söyleyerek vermiştir. Günü- h>(irünüşler deneysel verilerden değil in-
müzde görüngücülük denince bundan sanların çoğunlukla paylaştıkları ortak i-
anlaşılan, bütün şeylere ya da olh'lllara nançlar ile varsayımlardan oluşur. Kant'
ilişkin bütün ifadelerin er ya da geç ın felsefesinde ise "görünüş" teknik bir
gerçek ya da gerçekleşmeyi bekleyen du- bağlamda, "giirüngü"yle eşanlamlı ola-
yu deneyimlerine ilişkin ifadelere indir- rak kullanılmıştır.
genebilir olmalandır. Buna karşın kimi Görünüş ile gerçeklik aynmının felse-
felsefeciler giirüngücülüğü ı.,renel bir bilgi fece düşünmenin tarihinde· önemli bir
kuramı açıklaması olmaktan çok yalnızca yeri bulunmaktadır. Çok çeşitli bağlam­
bilimsel amaçlara hizmet eden, metafizik larda ve değişik terimlerle ifade edilse de
temelleri çok da sağlam olmayan bir bilgi "görünüş" genelde ı.,•ürcli, öznel, zamana
öğretisi olarak görmektedirler. · bağımlı, doğrudan bilinebilir biçiminde
nitelenirken "gerçeklik" mutlak, nesnel,
görüngüler dünyası [İng. phenomenai öncesiz sonrasız ve ancak dolaylı yoldan
world; Fr. monde phbıomirıal; Alın. phanome- bilinebilir olarak tasarlanmıştır. Görünüş
nale weltJ Kant'ın eleştirel felsefesinde, ile hrcrçeklik arasında yapılan bu aynının
"kendinde şeyler dünyası"na karşıt bir varlıkbilgisel ya da bilgikuramsal kaygı­
konuma yerleştirilerek temellendirilen o- lardan değil de öbür dünya inancı üze-
lanaklı bütün deneyimlerimizin alanı. rine kurulu ahlaki ve tannbilimscl kayhrı­
Kant'ın deneyimden anladığı göz önün- lardan kaynaklandığını savunan Nietz-
de bulundurulmak koşuluyla "deneyim sche ise tüm bu metafizik çabalan lanet-
dünyası" diye de adlandırılan görüngüler lemiştir. Ona göre var olan tek dünya bi-
dünyası, "görünüşler"in ya da "beliriş­ zim deneyimlediğimiz bu dünyadır; Kant,
ler"in sunulu ya da verili olduğu dünyayı Hegcl ve ne yazık ki Schopenhauer gibi
anlatmaktadır. Bu anlamda "görüngüler", filozofların gidimli düşüncenin bizi "ken-
ancak usun kategorilerinin birliği dojt- dinde şeyler" (noumena) dünyasına değil,
rultusunda düşünülen nesnelerdir. Buna ancak "görünüşler" (phainomena) dünya-
karşı, salt anlama yetisinin nesneleri ol- sına götüreceği yollu görünüş-gerçeklik
duklanndan duyarlığa ya da görümüze ikiliğine daj'alı savlan ise felsefenin haki-
sunulmayan nesneler alanı "kendinde şey­ kat arayışına indirilmiş büyük bir darbe-
ler dünyası" olarak adlandınlmaktadır. dir.
Gerçek dünya olarak adlandırdığımız
görünüş [İng. appearance; Fr. apparence; şeyin aslında gerçek dünyanın bulanık
Alm. apparenz, schein; es. t. zm:ihir] Bir şe­ bir yansıması, gölgesi ya da görünümü
ıin duyuma ya da izlenime verili olan gö- olduğu sezgisi Batı felsefesinde Platon'
rünür durumu; herhangi bir şeyin özel- un adıyla (bkz. mağara benzetmesi) ve
likle görülebilen, duyulabilen ya da du- üte yandan Doğu'nun çileci felsefeleriyle
yumsanabilen, duyu algısına açık niteliği özdeşleştirilen eski bir öngörüdür. F. H.
ya da nitelikleri. Aristoteles'e bröre usa- Bradley bu gelenekle çakışan Görünüş ve
vurmanın amacı bizim için daha iyi bili- Gerçeklik (Appearance and Reality, 1893)
nir olandan doğa tarafından daha iyi bi- adlı çalışmasında gerçeklik tutarlı ve bir
linene doğru tümevarımsal bir biçimde iken zamanın, uzayın ve maddenin gö-
615 gösterge

rünüşlerinin tutarsızlıklarla delik deşik çok daha eskidir Bu konuda derinleme-


olduğunu savunur. Bradley, görünüş ile sine çalışmış olan Wittgenstein aynı dü-
gerçeklik aynını üzerine kurduğu metafi- şüncelerin Augustinus'ta da bulunduğu­
ziğinin bu başyapıtını bile Birinci Kitap: nu söylemektedir.
"Görünüş" ve İkinci Kitap: "Gerçeklik" Göstererek tanımlamanın deneyci fel-
olmak üzere ikiye ayırmışur. Daha kısa sefecilere çekici gelen yüzü dilsel anla-
olan ilk bölümde onlar aracılığıyla evreni manın temellerini oluşturabilecek olma-
anlamaya çalışttğımız düşüncelerin tümü- sındadır. Ancak Wittgenstein gibi göste-
nün bizi çelişkiye sürüklediğini belirten rerek tanımlamanın sorunlanna da dik-
Bradley, ikinci bölümde insanın kavram- kat çekenler olmuştur. Sözgclimi, kırmızı
sallaşurmalanyla bozulmamış mutlak, ko- bir nesne göstererek kırmızının anlamını
şulsuz gerçekliği ele alır. Ona göre bu tanımladığımızda kırmızının bir renk ol-
gerçeklik ilkece ifade edilemezdir. Öte duğunu bilmeyen biri, kırmızıyı renk ola-
yandan görünüşleri kendilerinin ötesinde rak anlayabileceği gibi o nesnenin biçimi
(aşkın) bir şeylerin tutarsız ya da silik ya da o nesnenin kendi olarak da anlaya-
yansımaları olarak gören felsefe anlayışı bilir.
modem felsefe döneminde eleştirel biı:
karşı felsefeye de kaynaklık. etmiştir. gösterge [İng. sign; Fr. signr, Alm. Zfic-
Kant'ın eleştirel felsefesinde "görünüş" hetr, Lat. sİfJIMlll', es. t. İfÔTtl, lllJôn] Yerle-
terimine Yunanca karşılığı olan phai1101111- şik felsefe dilinde en genci anlamıyla
11on'dan yola çıkarak yüklediği yeni anlam sesli ya da yazılı bir biçim (gösteren) ile
için bkz. görüngü; görüngücülük. kavramsal bir içeriğin (gösterilen) bir-
leşmesinden oluşan dilsel birim. Kendisi
görünüf ile gerçeklik aynmı [İng. ap- dışında bir şeyi dile getiren; bir başka şe­
pear1111a 1111d rrali!J disli11clio11] bkz. görü- yin yerine geçebilme yetisine bağlı olarak
nÜf. algılandığında zihinde kendinden başka
bir şeyin tasarımını uyandıran; kendisiyle
gösteren [İng. signijier, Fr. signiji1111t, Alnı. ilişkiye geçen kimseye kendisinden başka
ıigniji/ean~ bkz. gösterge. bir şeyler gösteren; kendisinden başka
bir nesneye, olaya, olguya, eyleme gön-
göstererek tıuwnlama [İng. o.rtensive de- deren her türlü imi ya da bclirtcci anla-
jinilion; Fr. diftnition ostensive; Alın. osten- tan felsefe terimi.
sive/ ostıntalive deft11itio11] Bir sözcüğün ya Dili bir göstergeler dizgesi olarak be-
da sözün gösterilerek tanımlanması; o rimleyen yapısalcı dilbilimin kurucusu
sözcüğün anlamının sözcüğün adı oldu- Ferdinand de Saussure'e göre temel an-
ğu şeyle gösterilmesi, kaba deyişle par- lam birimi olan göstergenin "gösteren"
makla işaret edilmesi. Sözü edilen "gös- ile "gösterilen" olmak üzere iki ana bile-
terme" iki biçimde olmaktadır. Doğru­ şeni vardır. Göstergenin bu iki yapıtaşı
dan göstermede sözcüğün adı olduğu şe­ olmadan göstergeyi tam olarak kavra-
yin kendi gösterilir. Dolaylı göstermede mak olarıaklı değildir. Saussure'ün çö-
ise gösterilen ile başka bir şey anlatılmak zümlemesinde fjistmn, belli biı: düşünce-·
istenmektedir. Sözgeliıni, bir sıcaklıköl­ yi, belli biı: anlamı dile getirmek amacıyla
çer gösterilerek havanın ne kadar sıcak kullanılan sözcük ya da sözcük öbeği
olduğu anlaulabilir. olarak tanımlanmaktadır. Buna göre gös-
"Göstererek tanımlama" deyişi Cam- terenin, bir sözcüğün sesi gibi, bir tüm-
bridgcli manukçı W. E.Johnson'un 1921 cenin yazılı biçimi gibi ya da bir fotoğra­
yılında yazdığı Logic (Manuk) başlıklı ki- fın görünümü gibi her zaman için duyu
tabı ile kullanıma girmiştir. Ancak bu te- organlannca algılanabilen fiziksel bir var-
rimin alttnda yatan düşüncenin kendisi lığı olmak zorundadır. Bu noktada gös-
gösterge 616

teren, belli bir nesneye, sözcüğe ya da her .gösterge kendisinden başka bir şeye
sese henüz belli bir anlamın yüklenme- gönderme yapmalıdır; (ıiı) her gösterge
diği duruma; herhangi bir şeyin anlamlı­ insanlarca· belli bir şeyin göstergesi ola-
lık öncesinde bulunduğu hale karşılık rak tanınmalı, beninisenmeli, öyle de kul-
gelir. Göstergenin görülebilen, duyulabi- lanılmalıdır.
len, koklanabilen, dokunulabilen, tadıla­ XX. yüzyılın önde gelen göstergebi-
bilen fiziksel varlığı, anlamlandırma sü- limcilerinden Roland Barthes, gösterge
recinin de fiziksel varlığını oluşturur. Ö- teriminin ne anlama geldiğini açmak a-
te yanda göstergeyi oluşturan kavram .macıy!a "gül" örneğini vermektedir. Bu
ikilisinden bir diğeri olan giistmltn, bir örneğe göre, gül bütün çiçekler arasında
konuşmacının karşısındakilere iletmek is- bir çiçektir ama ne zaman aşık bir kimse
tediği anlam ya da düşünce olarak ta- onu sevdiği ki~ye sevgisinin dışavurumu
nımlanır. Konuşmacının iletmek istediği olarak vetirse işte o zaman gül yalnızca
usunda bulunan düşünce ya da anlam bir gül olmaktan çıkar, sevdiği kadınca
olarak gösterilen, göstergenin fiziksel da olurlanan adamın büyük tutkusunun
varlığını değil de kavramsal ya da anlam- bir göstergesi olur. Gösterge, beyaz ren-
sal boyutunu oluşturmaktadır. Daha açık gin barışı anlatıyor olmasında görüldüğü
söylemek gerekirse, Saussure'ün çözüm- üzere, belli bir şeyi gösterdiğinde ya da
lemesinde gösterilen, anlama ya da yo- belli bir anlamı dile getirdiğinde 11z.laşt
rumlama sürecinde kullandığımız "kav- göstergesi ya da simge adını almaktadır. Yi-
ram"a, bu kavramla taşınan zihinsel içe- ne göstergeler, kara bulutların yağmu­
riğe karşılık gelmektedir. Gösteren ile bir- run, dumanın ate~, yüksek ateşin has-
likte göstergeyi oluşturan gösterilen, gös- talığuı belirtisi olarak görülmesi örnekle-
tergenin gönderme yaptığı ya da zihinde rinde olduğu gibi doğal ya da nedensel
canlandırdığı kavramı dile getirmektedir. bir gönderme ilişkisi içinde olduklarında
Sausurre'ün gözünde bu ikisi arasındaki, doğal gösterge diye tanımlanırlar. Bunun
yani gösteren ile gösterge arasındaki iliş­ yanında, taşlık ile sertlik ilişkisinde gö-
kinin ussal balamdan belli bir nedeni, rüldüğü gibi gösterge gösterdiği şeye çok
dayanağı ya da temeli yoktur. Daha çok benziyorsa, aralarında açık bir benzerlik
toplumsal uzlaşıya bağlıdır ve hep bir bulunuyorsa, böyle göstergelere yansttma-
keyfilik öğesi içerir. Onun neden öyle a !)ı'sterge, yok daha çok göstergeyi kulla-
olduğunu yanıtlamak olanaklı değildir; nanın durumuna ya da göstergenin kul-
bu yüzden onu öyle anlamak gerekir. Sa- lanıldığı duruma bağınılıysa böyle gös-
ussure'ün benzetmesiyle söylenecek o- tergelere de d11r11m göstergesi denmektedir.
lursa, gösterge tıpkı bir k:iğıda benzer; Bütün bu farklı gösterge türlerinden de
kağıdın bir yüzü gösterenken öteki yüzü anlaşılacağı üzere, bir göstergenin gös-
gösterilendir. K:iğıdın yüzleri arasında terge olmaktalığı, yani bir göstergeyi gös-
düşünsel anlamda bir ayrım yapabilsek terge yapan, insanların aynı şeyi bir baş­
de bunlar gerçek anlamda birbirinden ka imle anlayıp anlatabiliyor olmaları bağ­
ayrılamazlar. Gösteren ile gösterilen de lamında kendisini gösteren toplumsal ve
aynı kağıdın iki yüzü gibi biraradadır; kültürel uzlaşılardan başka bir şey değil­
birbirinden ayrılamaz bir biçimde iç içe- dir. Gösterge terimi, ister istemez belli
dir. Saussure, göstergelerin bu can alıcı bir anlamlandırma ilişkisini gündeme ge-
özelliğini belirledikten sonra, bir göster- tirdiğinden, göstergelerin temel yapısı en
geyi gösterge yapanın ne olduğu sorusu- iyi tek tek her göstergenin kendisini o-
na yönelir. Bu soruya karşılık olarak bü- luşturan ilişkinin özgüllüğüne yoğunlaşa­
tün göstergeler için olmazsa olmaz üç rak kavranabilir. Bu anlamda barışın sim-
nitelik tanımlar: (i) her göstergenin fı2ik­ gesi alan güvercin göstergesi hastalık be-
sel bir biçimi, bir görünüşü olmalıdır; (u) lirtisi olan yüksek ateş göstergesinden,
617 gösterge ile simge aynmı

buna karşı yağmurun bclirıisi olan gök yimlendiği saptamasında bulunur. Buna
gürlemesi göstergesi de yasın göstergesi bağlı olarak da ancak böyle bir tümeva-
olan siyah renkten bütünüyle farklıdır. nmlı usyürütme sürecinden geçtikten son-
Doğal göstergeler ardışıklık ilişkisi teme- ra bir göstergeyi görünce göstergenin
li.nde işlerlerken, simgelerin işleyişi doğ­ göstergesi olduğu şeyin varlığını çıkarsa­
rudan benzerlik ilişkisi üstünden belirle- dığımızı öne sürmektedir. Bu ıloğal göstrr-
nir. Bu bağlamda İsviçreli dilbilimci Sa- gelerin işleyişidir; ama bunun yanında bir
ussure'ün, kullanımı her zaman için belli de insan eliyle yaratılan ya da icat edilen
bir bildirişim amacıyla belirlenen her göstergeler söz konusudur. Sözgdimi si-
göstergeyi, doğal göstergelerden ve sim- gara içmenin ya da yüksek sesle konuş­
gelerden ayn tutıırak, başka göstergelerin manın yasak olduğunu anlatan görsel u-
olmadığı ya da göstermediği şey olarak yan levhalan, bütün trafik işaretleri, tu-
betimlemiş olması anlaşılırdır. Ayrıca bkz. tulan takımın ya da görevli olunan ku-
göstergebilim; gösterge ile simge ay- rumların özel amblemleri hep bu türden
nmL göstergelerdir. Peirce bu insan yapımı
göstergelere "resimgc" (U.tr. görüntüsel
gösterge ile simge ayrımı ~ng. Jistin•- gösterge) demenin daha uygun olduğunu
tio" of sigtı anıl symbo4 Fr. Jisti'1&1İo'1 ıle sigtıe . söyleyerek, böyle göstergelerin en temel
ıt ılı !Jmbolr, Alm. 1111tmthtiılı1t1g ıles f!İ­ özelliği olarak resmettikleri şeyle arala-
tbltıs 1111ıl ıJes symboir] Pragmacılık akımı­ nnda bulunan yakından benzerlik ilişki­
nın kurucusu olarak da bilinen Amerikalı sini göstermektedir. Daha açık bir de-
felsefeci C. S. Peirce'ın dilde anlamlan- yişle, ikonlar göstergesi olduklan şeyle
dırma ilişkisi temelinde işleyen, kimileyin aralannda pek çok ortak özellikler bulu~
biıbirine kanştınlacak denli eşdeğer bir nan göstergelerdir. Bununla birlikte bu
anlamda kullanılan gösterge ile simge te- türden göstergelerin büyükçe bir bölü-
rimlerini birbirinden kesin sınırlarla ayır­ mü toplumsal, kültürel, hepsinden de ö-
mak amacıyla ortaya attığı ayrım. Yapı­ nemlisi dilsel uzlaşılar yoluyla belirlen-
lan bu aynına göre, gösterge şeylerin diklcrinden, bu uzlaşılar olmadan bunla-
gündelik dilde yerleşmiş imleri ile doğal nn gölterge olmaktalıklan üzerine ko-
belirtilerini de içine alacak derecede ol- nuşmak olanaklı değildir.
dukça geniş bir kategoridir. Sözgelimi Öte yandan Peirce, simgiyi üretilmiş
karabulutlar gelmekte olan yağmurun gösterge olarak tanımlayarak, simgelerin
göstergesiyken, tütmekte olan dumana- yalnızca ya da temdde simgeledikleri an-
teşin göstergesidir. Belli bir olgu bağla­ lamda kullanılıp öyle de anlaşılmak üzere
mının ya da belli bir olayın gfütergesi, iirerilmiş göstergeler olduklannı söyle-
duruma göre söz konusu olgu bağlamı­ mektedir. Bu tanım çok açık olmamakla
nın ya da olayın kanıu, gösterimi, açığa birlikte, yine de Peirce'ın simge için bu
çıkışı, iz~ habercisi ya da duyurucusu söylediklerinden de anlaşılacağı gibi, sim-
olabilmektedir. Peirce, göstergelerin bağ­ gelerin gösteıgelcrden başka bir alana
lama göre aldıklan bu değiş.ilr. anlamların lıarşı1ık geldikleri açıktır. Nitekim bir
hepsini birden inıle!r [belirti: nesnesi ile göstergeyi gösterge yapan temel koşulun
arasında varlık bakımından bir bağ bu- tersine, simgeler simgesi olduklan şeyle­
lunan gösterge] diye adlandırmaktadır. rin varlığıyla bir biçimde örtüşüyor ol-
Hume'un nedensellik eleştirisinden aldı­ mak gibi bir gerekliliğe konu dcğildirlcr.
ğı esinle Peirce, gösterge ile göstergesi Simgelerin bu temd özelliği, '~güvercin
olduğu ·şeyin hep birarada düzenli bir bi- banşın simgesidir'' ya da "mavi renk öz-
çimde meydana gcldikleri, biri görülünce gürlüğün simgesidir'' örneklerinde de a-
diğerinin de hep göründüğü ve bunun a- çıklıkla görülmektedir. Burada ne güver-
lışkanlığa varacak denli bir sıklıkta dene- cin ile banş arasında ne de mavi renk ile
göstergebilim 618

özgürlük arasında göstergelerde olduğu ris,göstergebilimin araştırma alanım "söz-


gibi doğrudan bir ilişki söz konusudur. dizimi" ya da "tümcebilgisi" (l.Jtllax), "an-
Simge ile simgelediği arasında düzenli a- lambilgisi" (semmıti.-i) ve "kılgıbilgisi" ya
ralıklarla birlikte görünme ya da beraber da "edimbilgisi" (pragmatia) diye üç ana
ortaya çıkma gibi bir birliktelik ilişkisi bölüme ayırmaktadır. Sözdizirni göster-
yoktur. Dolayısıyla simgelerin doğrudan gelerin kendi aralanndaki biçimsel ba-
simgeledikleri şeylere benzemeleri de ge- ğıntılar üstünde dururken, anlambilgisi
rekmez. Simgeler aralarında doğrudan göstergelerle gösterilen nesneler arasın­
belli bir ilişki olmaks1Z1n bir şeyin sim- daki bağıntıyı irdeler. Edimbilgisi İse gös-
gesi olarak kullanılıp öyle de anlaşıldıkla­ tergelerle konuşan bireyler arasındaki İ­
nndan, göstergelerin tersine ussal bir te- lişkiyi ele alır; göstergeler ile göstergeleri
meli olmayan çok daha keyfi öğeler üs- kullananların davraruşlan arasındaki ba-
tüne kurulmuşlardır. Gösterge ile simge ğıntıyı inceler.
aynmı çeşitli düşünürlerin elinde kimile- İlkçağ Yunan felsefesinden başlaya­
yin taban tabana karşıt biçimlerde temel- rak, Stoacılardan ortaçağı.n Skolastik dü-
lendirildiği gibi, kimileyin söz konusu ay- şünürlerine değin pek çok felsefeci gös-
nının toptan reddedilmesi de söz konu- tergelerin neliği ve anlamlan üzerine çe-
sudur. Özellikle yakın dönemin çığır açı­ şitli görüşler öne sürmüşlerdir. Ancak bu
a düşüncesi "*dilsel dönemeç"tcn geç- çabalar daha çok doğal dillere (Yunanca,
miş düşünürler, dil ile dünya arasında Latince, İngilizce, Türkçe, Çince vb.) i-
yansıtma temelli bir ilişki olduğu varsa- lişkin göstergeleri aytrt etmeye ve adlan-
yımına dayandığından ötürü söz konusu dırmaya yönelik olmuştur. Göstergebi-
aynının hiçbir bakımdan sawnulamaz lim terimi ilkin XVII. yüzyılda İngiliz de-
olduğunu düşünmektedirler. Buna bağlı nı:yciliğinin babası John Locke tarafın­
olarak da, ayrımın başka bir yerde değil dan kullanılmış; İnsmım Anlama Yeti.ri Ü-
de dil oyunlan mantığında içerimlenen Z!f'İnt Bir Deneme (An Essay Concerning
pragmatik boyutta aranması gerektiğini Hurnan Understanding, 1690) adlı yapı­
sawnmaktadırlar. tında Locke, yalnızca doğal diller bağla­
mında değil genel gösterge sorununa e-
göstergebilim ~ng. semioti&s/ stmiologr. Fr. ğilerek kendi "göstergeler öğrctisi"ne Se-
simialiq11e/ slmiologfr, Alnı. semiotilt./ stmiolo- meiotilt.e adım vermiştir.
gie] Eski Yunanca'da "gösterge" anlamı­ Bu alanda dikkat çekici bir nokta da
na gelen se111eio11 ile "bilim" anlamındaki Amerikan göstcrgebilim anlayışı ile Fran-
lofJJS sözcüğünün birleştirilmesiyletüre- sız göstergebilim anlayışı arasındaki de-
tilmiş felsefe terimi. En genel anlamda rin aynlıklardır. Birbirinden çok ayn yak-
bildirişim amaçlı her türlü gösterge diz- laştmlann söz konusu olduğu bu iki
gesinin yapısıru ve işleyişini inceleyen farklı anlayış göstergebilim teriminin ken-
göstergeler bilimini anlatmaktadır. Gös- disini dahi başka sözcüklerle karşılamak­
tcrgebilim, dilde anlamın nasıl oluştuğu­ tadır. Nitekim Amerikan göstergebilimi-
nu, anlamın oluşum sürecinde gösterge- nin pek çok bakımdan kurucusu sayılan
lerin dilin içinde nasıl dolaştıklannı kav- Peirce göstergebilim için semiatia terimi-
ramaya yönelik olarak yapılan her türden ni kullanırken, Fransız kaynaklı göstcr-
araştırmanın ortak adıdır. Ôte yandan gebilimin ilk temellerini attığı söylenen
matematiksel mantık alanında göstı:rge­ Saussure se111Mogie terimini kullanmayı
bilim, göstergelerin dildeki kullanımlanru yeğlemektedir. Söz konusu alanı nitelen-
inceleyen araştırma kolu anlamına gel- dirmek amacıyla "göstergebilgisi" (signifi-
mektedir. Göstergebilim ayrıca Charles cs) gibi kimi başka terimler de önerilmiş
Morris'in dilsel anlam araştırması ya da olmakla birlikte bunlar henüz tam anla-
dilsel anlam kuramına verdiği addır. Mor- mıyla yerleşmiş değildir.
619 gözlemleyiciler (gözlemleyici Sözcelem)

Öte yanda, "göstergebilim" (la simio- gölge düşürdüğünden, yanlışlamacılar bir


tiq111) sözcüğü ile "tasarıgöstcrge" (k si- laıramı olumlamaktan çok olumsuzlama-
111İotiq11e) sözcüğü arasında da Lacan'ın yı amaçlayan gözlemlerin daha nesnel ol-
teıimcesinde önemli bir aynlık söz ko- duğunu savunurlar. Aynca bkz. bilim fel-
nusudur. Buna göre, tasangöstcı:ge he- sefeai; bilimael deneycilik.
nüz olgunlaşmamış zihinsel anlamlandır­
ma etkinliğini önceleyen bir aşamaya kar- gözlemleyiciler (gözlemleyici Sözce..
şılık. gelmektedir. Bir başka deyişle, an- lem) [İng. tOllstatives, &Dt1stative ıtltlrafl";
lamlandıran bir özne ile anlamlandmlan Fr. bıo11tia1İfıt1 tot1stali11r, Alın. l!.Dt1stllli11t
nesne arasında bir farkındalığın edinil- a1111mmgı J. L. Austin'de, yerinde (başa­
mesiyle bafiayan, Lacan'ın "simgesel a- nlı) ya da yersiz (başarısız) olan edim-
şama" adını verdiği aşamadan daha ön- sellerden farklı olarak, doğru ya da yanlış
ceki bir aşamadır. Tasangöstergenin ye- olan sözcelcmler.
rine bir başka şey geçebilir ama bütü- John L Austin, anlam sorunu çö-
nüyle ortadan kalkması olanaksızdır, ay-. zülmeye çalışılırken iki önemli yanlışa
nca tasarıgösterge her zaman için simge- düşüldüğü görüşündedir. ilk yanlış, so-
seli kesintiye uğıatma yetisi taşımaktadır. runa sözcüklerin anlamı sorunu olarak
Aynca bkz. gösterge; gösterge ile ıim­ bakmak; ikincisi ise yalnızca bildirim
ge aynını; Bartheİ, Roland; Saussu- tümcelerini dikkate almaktır. Oysa ona
re. Ferdinand de. göı:e, anlam taşıyan yalnızca tümcderdii;
tümceler ise yalnızca dünyaya ilişkin
gösterilen (İng. signifiıtf, Fr. signifii", Alın. gözlemlerimizi dile getirdiğimiz sözcc-
sifll#fik.alj bkz. göıterge. lemler değildir. Öyle olduğunu düşün­
mek, Austin'in gözünde, dilin temel işle­
gözlem [İng. obsemılİlıtr, Fr. obsmNJliotr, vinin dünyayı betimlemek olduğu, bir
Alm. beobaı:hhmg, obsmalİOll; es. t. 111ii18he- şey söyleyen herkesin neredeyse her du-
Je, rasaa] Özellikle doğadaki bir eylemin, rumda bir betimlemede bulunduğu gibi
bir olayın, bir nesnenin, bir olgunun ya yanlış bir anlayıştan kaynaklanır. Dilin ö-
da görüngünün belirli bir düzen içeri- teki ifievlerinin ayrıntılı bir biçimde a-
sinde, gerektiğinde uygun araçlar aracılı­ raştırıldığı How to Do Thi"ll ııitb Wortllte
ğıyla, incelenip araştınlması. Deney bi- (Sözcüklerle Birşeylerin Nasıl Yapılaca­
limlerinin tümünde önemli bir yeri olan, ğıruı Dair, 1962) Austin, sayfalar boyun-
bilimin işleyişinde ya da bilimsel yön- ca, doğnı ve yanlış olan bu tür gözlem-
temde "deney"den önceki evreye denk leyici sözcelemleri yerinde ya da yerinde
düşen gözlem, dış dünyanın bilgisine u- olmayan edimsel sözcelemlerden ayıra­
laşmaıun kaynağı olarak kuramların be- cak daha başka sağlam ölçüt ya da öl-
lirlenip denetlenmesinde kullaıulır. Göz- çütler arar ama bulamaz. Bu noktada da,
lem, çoğu kimsenin düşündüğünün ter- gözlemleyici sözcelcmler olarak nitele-
sine, yalnızca gözlerin açılıp dünyanın diği betimlemelerin de tıpkı evlilik ba-
i~Jcnmesi anlamına gelmemektedir. Bir ğına girerken, ad verirken,· bahse girer-
giizlemin anlamlı olabilmesi için açıkla­ ken, söz verirken vb. başvurduğumuz
maya ve betimlemeye yönelik olması ge- sözcelemler gibi aslında edimsel sözcc-
rekmektedir. Gözlem, bir kuramın de- lcmler olduğu saptamasında bulunur. Kı­
netlenmesi amacıyla belli bir kavramsal sacası, ona göre, dilin betimleme işlevini
çerçeveye bağlı kalınarak yapıldığından öteki işlevlerinden ayırmak olanaksızdır;
giizlcmlcrin kuram bağımlı ya da kuram gözlcmleyicilcr geıçektc birer edimsel
yüklü olduğu düşüncesi gcnellildc kabul sözcelcmdir. Belli koşullarda yerinde (ba-
xürcn bir görüştür. Kuramların gözlem şarılı), o belli koşullar geçerli olmadı­
ll:ııerindeki belirlcyicililderi nesnelliğe de ğında ise yersiz (başansız) sayılan söz
grammata 620

edimleridir. Ayrıca bkz. sözcelem; e- öncülük etmiştir. 1924 yılında Komünist


dimseller (edimsel sözcelem). Parti'nin başına geçerek onu devrimci
bir kitle partisi haline getirmeye çalıştıysa
grammata (Yun.) İlkçağ Yunan fdsefe- da çok geçmeden 1926 yılında Musso-
sinde "yazı" anlamında kullanılan terim. lini'ye suikast girişiminde bulunma gibi
Ayrıca Eski Yunanca'da grammalike te- gerçekle hiçbir ilgisi olmayan sudan bir
rimi "dilbilimi" anlamına gdirken, gram- bahaneyle tutuklanmış; 1928 yılında da
mali/eos ise "okuryazar"a karşılık gelir. yirmi yıl hapse mahkum edilmiştir. Za-
ten kötü olan sağlık durumunu daha da
Gramsci, Antonio (1891-1937) Diya- kötüleştiren hapishane koşullarına ancak
lektik maddeciliğe getirdiği eleştirilerle 11 yıl dayanabilen Gramsci 1937 yılında
Marıı:çılığa yeni bir soluk kazandırarak beyin kanamasından ölmüştür. Gramsci,
onun bir praksis fdsefesi olarak yeniden ölümüyle sona eren 11 yıllık hapis haya-
bina edilmesine ön ayak olan İtalyan tını verimli bir şekilde geçirerek geriye
Marıı:çı siyasetçi ve felsefeci. Alt orta sı­ çeşitli felsefi ve siyasi izleklerin izini sür-
nıftan bir aileden gelen Antonio Gram- düğü, felsefi ve siyasi düşüncderini her
sci, yükseköğrenimini kazandığı burs sa- yönüyle dile getirdiği 833 defter bırak­
yesinde tarih, felsefe ve dilbilim üzerine mıştır. Gramsci'nin ardında bıraktığı bu
Torino Üniversitesi'nde yapmıştır. 1919 defterler ölümünden sonra Q11aderni del
yılında İtalyan Sosyalist Partisi'ne katıla­ carrm (Hapishane Defterleri, 6 cilt, 1948-
rak siyaset yaşamına atılan Gramsci, 19 51) adıyla yayımlanmıştır.
1926'da faşist yönetim tarafından tutuk- Gramsci'nin Hapisha11e Defttrltn'nde
lanana dek siyaset alanında etkinliğini en ele aldığı konıılann başında Marıı:çılığı
üst düzeyde sürdürmüştür. Klasik Marıı:­ bir siyaset felsefesi, bir praksis felsefesi
çılığa oldukça soğuk bakan ve onu fazla olarak yeniden bina etme gelmektedir.
mekanik bulan Gramsci, klasik Marıı:çı­ Felsefenin toplumsal bir etkinlik olduğu­
lığın varsayımlarını çürüttüğünü düşün­ nu düşünen Gramsci'ye göre felsefe bir
düğü 1917 Rus Devrimi'nin etkisiyle si- kültürel normlar ve değerler evrenidir.
yasi örgütlenmenin pratik ve kuramsal Gramsci tarihsel bir bakış açısından oc
sorunlanyla yakından ilgilenmeye başla­ luşturıılan felsefi bir dizgenin kitlelerin
mış ve 1919 yılında arkadaşlarıyla birlikte tarihin gerçekleştirilmesinde etkin bir rol
fabrika konseyleri araalığıyla proletarya oynamalanru sağlayabileceğini savunur.
demokrasisini kurmayı amaçlayan Ordi11e Gramsci'nin bu bağlamdaki temel savı
N11ovo (Yeni Düzen) adlı haftalık dergiyi özgün yapıtlar üreten felsefeciler ve ay-
çıkarmaya başlamıştır. Gramsci bu der- dınların farkında olmasalar bile bulun-
gide yayımladığı makalelerinde devrimci dukları sınıfın düşüncelerini dile getir-
sürecin öncü güçleri olarak gördüğü fab- dikleri yönündedir: Belirli bir sınıfa, za-
rika konseylerine yeni bir toplumun ve mana ve yere ait olan aydınlar ile felsefe-
yönetim biçiminin geliştirilmesinde ön- ciler tarihsel olarak somut yapıtlarında
cülük etme, işçiler arasında dayanışma­ mutlaka bir sınıfın sözcülüğünü üstlen-
nın artırılması, işçileri i.Şyerinde ·yönetime mişlerdir.
ortak kılma gibi işlevler yüklemiş; ne var Marxçılığı bir praksis felsefesi olarak
ki Gramsci'nin büyük umut bağladığı yeniden bina etmeye çalışan Gramsci,
fabrika konseyleri İtalyan sanayicilerin Marıı:çılığın "altyapı siyasal ve kültürel
karşı girişimleriyle başarısızlığa uğramış­ üstyapıyı belirler" biçimindeki bildik e-
tır. Gramsci bu başarısızlığın ve İtalya'da konomi temelli anlayışını yadsır. Gram-
faşist partinin iktidara gdmesinin etkisiy- sci temelde diyalektik maddeciliğe, özel-
le daha da radikalleşerek 1921 yılında İ­ likle de bnun komünist toplumun -bir
talyan Komünist Partisi'nin kurulmasına başka deyişle özgürlüğü getirecek olan
621 Grotius, Hugo

devrimin- üretimin ekonomik güçlerinin dan aşağıya değiştirecek bir darbedir.


kendiliğinden gelişimi (kapitalist üretim Graınsci'nin Hapishaw Defttrlıri dı­
tarzının içsel çelişkilen) sonucunda or- şındaki diğer önemli çalışmaları arasında,
ı:ayıı. çıkacağım uslamlayamk insanı edil- yazılış tarihlerine göre, Rus Devrimi'ne
gen bir nesne konumuna indirgeyen, si- ve 1. Dünya Savaşı'na yönelik tepkilerini
yasi ve kültürel yapılann görece bağımsız içeren La atta fa111ra (Geleceğin Kenti,
rollerini görmezden gelen ekonomik be- 1917-1918), Marxçılığı. kültüıel t.erimler
lirlenimciliğine karşı çıkar. Gramsci diya- araalığıyla yeniden bina ettiği I/ noıtrrı
lektik maddeciliğin yazgıcılığıyla Matı1çı­ Marx (Bizim Marx, 1919-1920), fabrika
lann toplumsal ve tarihsel sorumlulukla- işgalleri sır.ısında yazdığı makalelerden
nnı üstlenmelerini engellediği gibi bire- . oluşan L 'OrıJine N11ow (Yeni Düzen,
yin yaraucı özerkliğini ve pratikteki et- 1919-1920), faşizme ilişkin çözümleme-
kinliğini de göz ardı ettiğini öne sürmüş­ leri ile komünistlerin İtalyan Sosyalist
t\!r. Partisi'nden aynlışlanna ilişkin yorumla-
Ekonomik belirlenimciliğin, kapitaliz- rını içeren Sotialismo ı fastismo: L'Orı/ine
min banndırdığı ekonomik ve toplumsal N11ot10 (Sosyalizm ve Faşizm: Yeni Dü-
çelişkilere rağmen varlığını halen nasıl zen, 1921-1922), partinin başkanı olarak
sürdürebildiğini açıklayamadığını düşü­ İtalyan Komünist Partisi'nin -ve bu yol-
nen Gramsci, sömürülen sınıflann varo- la gelişmiş endüstri toplumlarında faali-
lan toplumsal düzeni niçin kabul ettikle- yet göst.eren tüm komünist partilerin-
rini açıklamak için "hegemonya" kura- benimsemesi gereken strateji üstüne yaz-
mını geliştirmiştir. Gramsci'ye göre sivil dığı makalelerden oluşan La çostrır.efone
toplum yapısının en üst düzeye ulaşuğı Jel Parti/o tof/111t11f/İsta (Komünist Parti'nin
gelişmiş Batı toplumlannda sınıf tahak- İnşası, 1923-1926) ile hapishane yıllann­
kümü devletin baskıcı aygıtlarının yanı daki düşünsel gelişimini sergileyen Lettm
sıra neyin doğal, neyin normal olduğunu '41 ranm (Hapishane Mektupları, 1926-
inandıncı bir dille tanımlayarak varolan 1937) sayılabilir.
toplumsal düzeni koruyan ve destekle-
yen düşünme biçimine dayanmaktadır. Grcen, Thomas Hill bkz. idealizm.
Gramsci'nin bu konudaki savı, egemen
sınıfların kurduklan kültüıel ve ideolojik Grotius, Hugo (1583-1645).Doğal hu-
hegemonya aracılığıyla nza ve onay üze- kuku felsefi bir bakış açısından ele alıp
rine kurulmuş bir sivil toplumu yönlen- dinden bağımsız doğal bir hukuk anlayışı
direrek kendi ideolojik tutumlarını top- geliştiren Felemenkli hukuk kuraması ve
lumun bütününe benimsct~ yolludur. düşünür. Grotius'un felsefeye t.emel kat-
Dolayısıyla hegemonya için yapılan ide- kısı doğal hukuku tüm yurttaşlan, kral-
olojik savaşım yeni bir düşünme biçimi' lan ve hatta Tann'yı bağlayan, bir dizi
ya da devrimci bir dönüşüm için zorunlu ussal yolla bulgulanabilir bir ilke olarak
bir adımdır. Nitekim Gramsci'nin Bau sawnmasına dayanmaktadır. Grotius'a
ıoplmnlan için sawnduğu devrim stra- göre mülkiyeti, iyi inancı, adil anlaşma­
tejisi toplumun ideolojik ve kültüıel ya- lan sawnan doğal hukuk başlangıçta Hı­
pısını dönüştürmeye, hegemonyayı ele ristiyan düşüncesinde yer aldıysa da Re-
geçirmeye yönelik bir mevzi savaşımı form sonrasında Hıristiyanlığın parçalan-
ilıerı, sivil toplum kurumları Bau'daki ka- ması ve Kilise'nin dünyevi otorit.esinc
dar gdişmemiş olan, dolayısıyla toplu- meydan okunması doğal hukukun ge-
mun baskı ve disiplin aracılığıyla bira- çerliliğini dini zeminlerde sawnmayı ola-
mda tutulabildiği geri kalmış Doğu top- naksızlaşurınış; dahası yeni ulus devletle-
lumları için sunduğu devrim stratejisi doğ­ rin yöneticilerinin izledikleri siyaset eski
rudan bir cephe savaşı, toplumu yukan- doğal hukukun içeriğini geçersiz kılmıştı.
Grünberg, Teo 622

Grotius bu durum karşısında doğal hu- Grünberg, Teo (1927, İstanbul) Anali-
kuku dinden bağımsızlaştırarak insan do- tik fdsefecilerin dil çözümlcmderini fd-
ğası üzerine yeni bir doğal hukuk bina sefenin asıl yöntemi olarak kabul eden
etmeye ve ahlıiki kuşkuculuğu çürüterek görüşlerinden hareketle giriştiği mantık­
dini anlaşmazlıklara rağm~n ahlaki tar- sal çözümlemelere dayanarak Türkiye'de
tışmaların ussal çözümlerinin nasıl ola- bir mantık felsefesi ortaya koyan fdsefe-
naklı olabileceğini göstermeye çalışmış­ cimiz.
tır. Grotius'un insan doğasını ve insanlı­ İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi
ğın durumunu gözlemleyerek geliştirdiği Kimya Bölümü'nü bitirdi (1950). 1961'
doğal hukuk kuramı, bir yandan bireyle- de İstanbul Üniversitesi Fdsefe Bölümü'
rin kendi amaçlarının peşinde koşmakta ne Mantık derslerini vermek üzere uz-
özgür olduğu toplumsal uzamı genişle­ man olarak girdi. Daha önce Viyana Çev-
ten haklara sahip olduğu gerçeğinin al- resi'nden Quine ve Camap'ın eserlerini
tını çizerken, bir yandan da çatışmaya okumuş olan Grünberg'in verdiği ders-
eğilimli olmamıza karşın nasıl birarada lerle, bölümde Reichenbach'ın dönemin-
yaşayabileceğimizin yolunu göstermekte- den sonra ilk kez Sembolik Mantık dersi
dir. Grotius'a göre meşru yönetimin an- tekrar okutulmaya başlanmıştır. "Anlam
cak insanların yaşamlarının korunması Kavramı Üzerine Bir Deneme" adlı tezle
ve geliştirilmesi adına birtakım hakların­ 1963 yılında doktorasını tamamladı. 1966
dan vazgeçebilmderi karşılığında ortaya yılında Hüseyin Batuhan'la birlikte Orta
çıkabileceği düşüncesine dayanan doğal Doğu Teknik Üniversitesi'nin Fen ve E-
hukuk, hem yönetimlerin meşru olarak debiyat Fakültesi'ne bir "Bilim Felsefesi
uygulayabileceği yasalarla, yasal erkle ko- ve Mantık" bölümü kurmak amacıyla
runabilecek kesin haklarımızı, hem de geçti. Fakat çeşitli nedenlerle bağımsız bir
kesin ve açık bir biçimde yasalara akta- bölüm kurma amaçlarına uzun bir süre
rılamayacak haklarımızı yansıtmaktadır. ulaşamadılar ve aynı fakültenin Beşeri
Grotius'a göre bu doğal yasalar Tanrı' Bilimler Bölümü bünyesinde kurdukları
nın varolmadığını düşünsek bile bağlayı­ "Mantık ve Bilim Felsefesi Seksiyonu"
alıklaondan bir şey yitirmezler. nda ODTÜ'nün bütün bölümlerine u-
Grotius De ime belli aç pads (Savaş ve zun bir süre seçmdi olarak bilim felse-
Barış Hukuku, 1625) adlı başyapıtında fesi ve mantıkla ilgili dersler verdiler.
savaş sırasında nelerin yapılmasının doğ­ t 970'te "Epistemik Mantık Üzerine Bir
ru nelerin yapılmasının yanlış olduğunu Araştırma" adlı çalışması ile doçent ol-
ve adil bir savaşın gerekçderinin neler o- du. l 979 yılında "Değişkensiz Niceleme
labileceğini işlemiştir. Bu yapıtıyla ulusla- Mannğı" üzerine çalışmasıyla profesörlü-
rarası hukukun temellerini atan Grotius, ğe yüksddi.
Mare libm1111 (Denizlerin Özgürlüğü, 1982 yılında kurulan ODTÜ Felsefe
1609) adlı yapıtında da açık denizlerin Bölümü'nün başkanlığına getirilen Teo
bütün milletlerin ortak kullanım alanlan Grünberg, burada 1983-84 öğretim yı­
olduğunu savunmuştur. Grotius aynca lından itibaren başta çeşitli Mantık ders-
tannbilirnle de ilgilenmiş ve De ııeritate leri olmak üzere lisans ve lisansüstü
rtligionis Christianae (Hıristiyan Dininin dersler vermeye başladı. Ankara Üniver-
Doğruluğu Üstüne, 1627) adlı yapıtında sitesi DTCF ve Hacettepe Üniversitesi'
Kiliseler arasındaki çatışmaların sona er- nin felsefe bölümlerinde de ek görevli
mesini dileyerek barış ve birliğin hüküm olarak ders veren Grünberg, emekli ol-
sürdüğü ilk Hıristiyan toplumunun yeni- duğu Mayıs 1994'e kadar ODTÜ Felsefe
den kurulmasını bir amaç olarak ortaya Bölümü başkanlığını yürütmüştür ve ha-
koymuştur. Aynca bkz. hukuk felse- len burada ek görevli olarak ders ver-
fesi. meyi sürdürmektedir. Grünberg'in ö-
623 Grünberg, Teo

nemli faaliyetlerinden birisi de, Hüseyin konumunu dogmatik fılozoflardan ol-


Batuhan ile birlikte, 1967 yılında Milli dııkça farklı bir biçimde ortaya koymak-
Eğitim Bakanlığı ile yakın ilişki kurup ur. İşte onun analitik felsefecilerin dil
Modem Manuk'ın lise programına gir- çözümlemelerini felsefenin yegane yön-
mesini sağlamasıdır. Bu çerçevede Man- temi olarak kabul eden görüşlerini esas
uk derslerine giren felsefe öğretmenleri­ alarak giriştiği mantıksal analizlere daya-
nin yetiştirilmesi için yaz kurslannın a- nan bu mantık felsefesi daha çok mantı­
çılmasını ve hatta bu kursların organi- ğın "bilgi edinme sürecindeki temel gö-
zasyonunu gerçekleştirmiş ve lise müf- revini" aydınlatmaya yöneliktir ve olduk-
redatı için Hüseyin Batuhan, Adnan O- ça anlamlıdu:.
nart ve Necati Öner ile birlikte ders ki- Grünbcrg, felsefe anlayışında yöntem
taplan hazırlamıştır. bakımından çıkış noktası olarak aldığı a-
Teo Grüobcrg, "Anlam Kavramı Ü- nalitik felsefecilere sonuna kadar bağlı
zerine Bir Deneme" adlı doktom tezin- kaldığı halde, onlann özellikle felsefeyi
de, Russell, Wıttgcnstcin, Quine ve Car- mantıksal dil çözümlemeleri yoluyla man-
nap'ın daha önce ileri sürdükleri kavnm tığa ve bilim felsefesine indirgeyen, mc-
çözümlemesi yöntemini kullanank ana- tafıziği dışlayan ve hatta ona karşı tavır
litik felsefe yapar ve "anlanı" kavramı ile alan aşın ve tek yanlı felsefe anlayışların­
"felsefe" arasındaki yakın ilgiyi ortaya ko- dan aynlmaktadu:. O bu noktada gele-
yar. Ancak Grünbcrg'in vurgusu felsefi neksel felsefenin karşısına modem felse-
"anlam kavmmı"dan çok, mantıksal "an- feyi, yani bilimlerden hareket eden felse-
lam teriminin anlamı" üzerinedir. Böyle feyi koyar.
olmakla birlikte tezinin adı ilk bakışta bir Ancak Gıünbcrg. Kant'ın diliyle me-
mantık çalışmasından çok bir felsefe ça- ta-felsefesini sonuçlandınrkcn, pratik fel-
lışmasını çağrıştırır. Başlıktaki bu görü- sefe veya değer fclscfesiyle bağıntılı "De-
nüme rağmen Grünberg'in eserinde man- ontik Mantık" (Ödev Mantığı) amşur­
tık ile felsefenin "anlam" ve "tanımla­ masına girişmez. Fakat bunun olanaklılı­
ma" bakımından örtüşen alanlannda yap- ğını da yadsımaz ve hatta klasik bilgi tc-
tığı çözümlemeler adım adım ilerleyen 01isinin yerine "bilgi-terimleri mantığı"
tcmcllcndirınclcrc dayanır. Bu bağlamda nın, ontolojinin yerine: "varlık-terimleri
başta doktora tezi olmak üzere onun ça- , mantığı"nın ve etiğin yerine "değer-tc­
lışmalan daha çok mantık ile felsefenin rimleri mantığının" gelmesinin mümkün
sınırlannda son derece (mantıksal anlam- olduğunu, "bilim felsefesinin de bir bi-
da) ince hesaplar ve sistematik planlara limsel terimler mantığı geliştirmek istc-
dayananık anışnnnalar yapan bir gezgi- diği" ni wrgıılar. Gcrcekten de onun ça-
nin keşiflerine benzer. bası türlü manııklann kurulması yönün-
Aslında Grünbcrg'in amaa, mantığı dedir. Bu bağlamda Grünbcrg'in çok ö-
felsefenin "özü" olamk niteleyen Russell' nem verdiği, daha çok teknik ve: öğretim
ı, ondan bir adım daha ileri giderek fel- amacına yönelik sembolik mantık çalış­
sefeyi mantığa indirgeyen Camap'ı ve malannın temelinde aslında bir amaç o-
felsefenin görevini önermelerle yeni bil- larak mantığın felsefesini yapmak kaygısı
giler ortaya koymak değil eldeki önerme- yatmaktadır. Ancak yöntem olarak ana-
lerin anlamını mantıksal çözümlemelerle litik felsefenin "anlamın aydınlatılması"
aydınlatmak olamk belirleyen ilk döne- yöntemini öne çıkaran anlayışını sonuna
mindeki Wıttgcnstcin'ı izleyerek, dilin kadar sawnur. Çünkü onun felsefe anla-
mantıksal çözümlenmesi yoluyla ortaya yışı temcide yön~ esas alan bir anla-
konulacak bir "üst-dil"le, felsefeıün "dil- yışla, yani kavramlann mantıksal çözüm-
dışı varlıklar hakkında bilgi sağlamak" o- lenmesi yoluyla aydınlatılması anlamında
larak özetlediği geleneksel amacını ve analitik felsefeyle aynı çizgidedir.
Guanari, Felix 624

O bu yöntemi, doçentlik tezine konu sürdürmektedir. Başta Kuhn olmak üze-


olan çalışmasında, epistemik manuğın re bilim felsefesinde ortaya çıkan yeni
kurulmasında da kullanır. Burada analitik görüşleri izlemelerinin etkisiyle, yeni ku-
felsefeyi daha açıktan savunur. Ancak şaklarda analitik felsefe ve dolayısıyla ye-
bir taraftan "yöntem" vurgusu daha geri ni pozitivist yaklaşımların önemli ölçüde
plana çekilirken, öte yandan da manuk etkisi azalmakta ve bilimin sorgulanması
felsefesine olan eğilim ağırlık kazanır. G- daha bir gündeme gelmektedir. Bununla
rünberg'de mantık felsefesine olan vur- birlikte yine de bilim felsefesi eğilimi
gu giderek daha da önem kazarur. "De- ODTÜ Felsefe Bölümü'nün başat eği­
düktif" (tümdengeliınlı) bir bilim olarak limlerinden biridir.
mantığın, "gerek soyut gerekse somut Eserleri: S emiotik: Genel İftmtler Bilgi-
gerçekliğin bilgisine erişmede temel yön- sitıe Giriş (1965), Sembolik Ma11tığa Girif
tem" olarak, tümevarıma dayalı empirik (1966), Bilgi Ôğrrtirine Giriş (1966), Sem-
(deneysel) bilimlere karşı savunusunu ya- bolik Mantık I: Önermeler Mantığı (1968),
par. Symbolic Logi& I (1969), Symbolic Logic II,
Grünberg, mantıkçı pozitivistlerin bi- (1970),-1.nlam Kovra1111 Üz.erine Bir Deneme
limciliğine karşı bilim felsefesinde bir (1970), Modem Mantık (1970), Modem
tepki olarak ortaya çıkan Kuhn'un yeni Mımtık l.J.re IIJ.. Smtflar İçin Deneme Dm
"bilimsel akılalılı:" görüşüne dayanarak, Kitabi (1970), Episıemik Mantık Üzyritıe
mantığın görevinin önemini vurgular. Bir A1"a{hrllla (1971), Modem Mımtık ve
Sonunda Grünbcı'g, analitik felsefenin Uygulama/an (197 4), l.J.reler İçin Mantık
empirik bilimler hesabına felsefeyi (en (1976), Mantık Terimleri Söz.liiğii (1976
azından belli türden bir felsefeyi) yadsı­ -Adnan Onart'la birlikte), Mantıksal An-
yan, metafiziği dışlayan "yeni pozitivist" lam Kııra1111: Bir Girif Denemesi (1980),
yaklaşımının, yine onlann kendi ürettik- Mantık I (1994), Sembolik Mantık El Kı~
leri bir silah olan mantıksal çözümleme ıabt (3 cilt, 2000). Ayrıca Grünbcrgfa
yöntemine dayanarak felsefe açısından a- Felsefe Arki11i, The Philosophical Review,
sıl önemli olan bilgi verme bakımından Litera, Araşlırflla, Bilim ve Teknik, ODTÜ
verimsizliğini ortaya koyar. İnsan Bili111/eri Dtr?jsi, The foHma/ of Sym-
Grünbcrg için temel amaç, başlan­ bolic Logic gibi dergilerde makaleleri ya-
gıçta olduğu gibi, "mantığın bir yöntem yımlanmıştır.
olarak bilgi edinme sürecindeki işlevinin
aydınlatılması" temel sorunu çerçevesin- Guattari, Felix (1930-1992) Düşünce­
de bir mantık felsefesinin kurulmasıdır. lerinde ruhsağaltımı ile siyaset konulan
Bunun ötesinde analitik felsefe onda bir üzerinde etkin bir biçimde duran, özel-
yöntemden daha fazla bir şey ifade etmi- likle Gilles Deleuze ile birlikte yapuğı
yor gibi görünmektedir ve yeni pozitivist ortak çalışmalarıyla tarunan Fransız ruh-
yaklaşım bir hareket noktası olarak onun sağaltıma ve felsefeci. Guattari'nin De-
felsefe anlayışında hemen hiç bulunma- leuze'den bağımsız yaptığı felsefe çalış­
maktadır. Onun amacı yalnızca "güveni- malan hem sayıca yok denecek kadar az-
lir bilgi" veren veya bunun şartlarını, im- dır hem de Deleuze ile birlikte verdikleri
karuru ortaya koyan, aydınlatan bir man- özgün düşüncelerin yanında felsefeye
tık felsefesi kurmakur. O bu temel ama- çok önemli bir katkılan olduğu söylene-
cına, yeni mantık çalışmalarına yaptığı ö- mez. Bu nedenle Guattari'nin hemen
nemli katkılarla ulaşmış görünmektedir. bürün önemli düşüncelerini Deleuze ile
Teo Grünbcrg'in mantık felsefesi yö- girdikleri üretken işbirliği sonucunda or-
nündeki çalışmalaruu, oğlu David Grün- taya konmuş düşünceler olarak değer­
bcrg ile diğer öğrencileri onun yol göste- lendirmek olanaklıdır. Burada Guattari'
riciliğinde ODTÜ Felsefe Bölümü'nde nin kendi düşünceleri olarak anılan her
625 Guattari, Felix

düşiiııccııin en az onun kadar Deleuze' yandan çökertilirken öbür yandan yeni-


ün de olduğunu anımsatmakta yarar var- den kapitalist bir biçimde yapılandırıl­
dır. Deleuze ile Guattari yeni düşünme, maktadır. Bu aynı anda olmaktalıkla ken-
yazma, öznellik ve siyaset biçimleri ya- disini açıp vuran aynm, Deleuze ile Gu:
ratmak amaayla birlikte postmodem dü- attari'ye diyalektiğin tarihsel bakımdan ka-
şünce serüvenleri yaşamışlardır. Her ne çınılmszlığını kabul etmeksizin toplum-
kadar postmodem söylemi, bir tür bili- sal ve maddeci olabilecek Marxçılık son-
nemezcilik ve tutuculuk konumu olarak rası bir çözümleme olanağı sunmaktadır.
gördüklerinden benimsememişlerse de Deleuze ile Guatıari'ye göre, toplumsal
kendi düşünme y0rdamlan çoğunlukla yaşamı köklü bir biçimde yurtsuzlaştıran
postmodem söylemin ilkörneklerinden kapitalizm, daha doğrusu "uygar kapita-
biri olarak gösterilmektedir. Felsefe açı­ list makine", bütün öğeleriyle tarihin so-
sından bakıldığında, Deleuze ile Guattari nuna gelindiğinin en temel göstergesidir.
geleneksel felsefenin karşısında "günde- Kendi bedeninin, emeğinin, özel yaşamı­
lik yaşam felsefesi" diye adlandırılan fel- nın tek sahibi olduğunu düşünerek yaşa­
sefe konumunun önünü açmaları bakı­ yan kapitalist bir birey icat edilmiştir.
mından da son derece değerli düşünceler Söz konusu yurtsuzlaşurma işleminin tam
vermişlerdir. 1972 yılında yayımladıklan anlamıyla gerçekleştirilebilmesi için, kut-
en çok ses getiren kitapları L 'Anli-Oetlipt sal olan ne varsa -kuttörenlcr, gelenek-
(Karşı Oedipus), modernliğin egemen ler, görenekler vb.- hepsi de yok edil-
söylemlerinin, arzuyu basurmak yoluyla melidir. Kapitalizmin şu ya da bu türden
ortaya faşist öznellik biçimleri çıkararak kutlu bir dizgeye, hele de inanç dizge!e,.
devrimci hareketlerin önünü kesen ka- rine gereksinimi yoktur çünkü. Ôzcrk bi-
pitalist kurumların ve ıasanmlann kışkır­ rey ülküsünü bastıran her şeyin kafasını
tıcı bir eleştirisidir. Bu yerleşik kapitalist uçuran kapitalizm, bu anlamda kendisine
duruma karşı Deleuze ile Guattari, bi- seçenek oluşturabilecek değerde bir baş­
reylerin baskıcı modern kimliklerin üste- ka dizgenin yaşamasına izin vemıeyecek
sinden gelebilecek "arzulayan göçebeler" denli başlı başına "yetkin" -ama savaşıl­
olarak konumlanacakları postmodern bir ması gereken- bir dizgedir. Deleuze ile
varoluş biçimini savunmaktadırlar. Guattari bu durum saptamasının ışığı al-
Deleuze ile Guattari kapitalizmin salt unda, kapitalizmin gcıçckliğinin tarihte
birey ile ilgilendiği için, buna bağlı olarak bilinen en büyük "arzu bastırma hareke-
da kilise, aile, okul ve düşünülebilecek ti" olduğunun altını özellikle çizerek, bu-
her türden toprap bağlı grubun toplum- nun böyle olmasının başlıca nedeninin
5al düzenleme yoluyla dağıtılması ya da kapitalizmin şizofrenik. yapısında aran-
"yurtsuzlaştırılması" amacı güttüğünden, ması gerektiğini savunmuşlardır. Yurt-
özü gereği şizofreni.k bir dizge olduğunu suzlaşurma harekau aralıksız süren bir
ileri sürmüşlerdir. Ancak bununla bera- yeniden yurdulaştırma ile birlikte yürü-
ber kapitalizm işleyebilmek, kendi varlı­ tülürken, eski yerleşik biçimlerin kodla-
ğını sürdürebilmek için birtakım toplum- ı:ının acımasızCll sökülmeleri söz konu-
sal gruplaşmalara gereksinim duymakta- sudur. Buna bağlı olarak devlet, aile, va-
dır. Bu nedenle yeni aile, devlet gibi tan hep başka biçimlerle yeniden yapı­
gruplaşma biçimlerine, yani birtakım ye-- landınlmakta, bütün bunlar yapılırken ka-
ni toplumsallaşmaların yeniden gövde-- pitalizmin genci basurma taarruzu kural-
lenmesine, yer yurt edirımesine belli öl- larla meşru kılınmaktadır. Kapitalist diz-
çülerde izin vermektedir. Bütün bu olay- genin "normal" saydığı kişi, bu açıdan
lar Deleuze ile Guattari'ye göre hepsi bakıldığında, toplumsal sınırlar içindeki
aynı anda ve hep birlikte olmaktadırlar. kafeste tutulması başanlabilen "nevrotik
Bu anlamda bütü."l kültürlerin yaşamı bir kişilikli" bir insan olmak zorundadır. İn-
Guattari, Felix 626

sanlar kendilerine çocukluklanndan iti- her zaman için bir karşıtlık bulunduğun­
baren bir "ben", kapitalist dünyayı iste- dan, arzu konusunun da son çözümle-
nen ve izin verilen sınırlar içinde de- mede üretim ilişkileri bağlamına yerleşti­
neyimleye bilecekleri bir öznel konum e- rilmesi gerekmektedir. Öte yanda Freud-
dinmek zorundadırlar. Kız çocuklan ba- culuğa göre bilincin her zaman dışardan,
balarını kazanmak için annderiyle, buna yani bilinçdışından üretildiği için asla
karşı erkek çocuklan annelerini kazan- güvenilir olmayışı arzu için de aynen ge-
mak için babalanyla bir savaşım içinde çerlidir. Deleuze ile Guattari'nin "üret-
olacaklardır. Son çözümlemede, "Oedi- ken arzu" tasanmlan bu anlamda hem
pus" ve "Elektta" kompleksleriyle biçim- arzunun ilkece ideolojiye ait olduğunu
lenen çocuklar, yapıntı ama sahici bir ileri süren Marxçı anlayışı, hem de arzu-
suçluluk duygusuyla kapitalizmin enkaz- nun bilinçdışı kaynaklı olduğunu vurgu-
ları olarak dizgede kendilerine çok da layan Freudcu yaklaşımı bütünüyle red-
bulunmayı istemedikleri bir yer bulmak detmektedir. Söz konusu üretken arzu
zorunda kalmaktadırlar. tasarımına en genci anlamda Nietzsche'
Dcleuze ile Guattari kapitalist dünya- nin "*erk istenci" anlayışının bir uzantısı
ya ilişkin bu ilk belirlemelere dayanarak, olarak bakılabilir. Buna göre üretken ar-
I.acancı ruhçözümleme düşüncesinin sağ­ zunun erk istenci "tepkici" bastırı;na ar-
ladığı ışıktan da yardım alarak, Karp 0- zusuyla, yani köle zihniyetiyle dengede
edipHs adlı çalışmalarında bütünüyle siya- tutulur. Papazlardan ahlakçılara, gizem-
sal içerimleri gözetilerek oluşturulmuş bir cilerden çilecilere değin bütün denetçiler
arzu çözümlemesi sunmaktadırlar. Bu çö- üretken arzunun etkin güçlerini kendi-
zümlemeye göre, arzu iki seçenek ara- sine karşı yöneltmenin peşindedirler. Ar-
sından ya birine ya da öbürüne yönel- zuyu arzunun kendisini denetlemek a-
miştir. Ya kendini sürekli olarak olurla- macıyla kullanan denetçiler, bunu ya-
maktadır ya da temele iktidarı koyarak parlarken her türden etkin arzunun dışa­
düzenin kurulup kollanmasını kendisine vurumunun "suçluluk duygusu" olarak
amaç edinmektedir. 68'lerin devrim giri- yaşanacağı bir ruh hastalığı yaratmakta-
şimine ilişkin ayrınulı çözümlemelerini dırlar. Burada önemle vurgulanması ge-
ardalanda tutarak, işçi sınıfının Marx'ın reken, şizofreninin İnsanın üretken arzu-
öndeyilediğinin tersine tarihsel misyonu- sunu dışavurabilmesi için bir model ola-
nu yerine getiremeyişi olgusu üzerine o- rak görülüyor olmasıdır. Dolayısıyla De-
daklanan Deleuze ile Guattari, insanların leuze ile Guattari'nin şizofreniden anla-
anarşik anların sağladığı özgürlüğe yö- dıkları tedavi gerektiren bir ruh hastalığı
nelmek yerine, öteden beri varolan bas- olmaktan çok arzunun üretkenliğini sü-
locı düzeni yeniden kurmayı yeğlemiş ol- rekli olurlayan etkin bir şizo&enik varo-
maları gerçeğine parmak basarlar. Söz luştlir. Buna göre Marxçılığın öngördüğü
konusu durum onlara göre bütünüyle gibi sınıf savaşımı diye bir şey söz ko-
Nietzsche'nin "*efendi/köle (ahlakı)" iliş­ nusu değildir toplumda, çünkü yalnızca
kisi için verdiği açıklamayı doğrulamak­ er ya da geç herkesin bir köle olduğu tek
tadır. Bu bağlamda, hem Marx sonrası bir sınıf vardır; o da kapitalizmin kölele-
hem de Freud sonrası bir konum olarak rinden bazılannın öteki kölelere hük-
baştan sona Nietzscheci düşüncede kök- mettiği kölelik sınıfıdır. Böyle bir top-
lendirirler düşüncelerini. Bu yeni bakış lumsal durum içinde Dcleuze ile Guat-
açısından Deleuzc ile Guattar~ "üretken tari'ye göre arzulayan hiçbir bireyin ken-
arzu" diye yeni bir tasarım ortaya atarlar. di başına arzusunu doyuma kavuşturmak
Marxçılığıı göre hiçbir insan söylemi tek gibi bir yetisi yoktur. Her birey iki kutup
başına söylenecek son sözü söyleyemez, arasında bir yerlerde ama öyle ama böyle
bu nedenle üretim ile ideoloji arasında kendi bulunduğu yerin tutsaklığını yaşa-
627 Guattari, Felix

maktadır. Bu iki kutuptan ilki devrimci nnı sürekli değiştirme ve yerine yenileri-
ama toplum kaı:şıu olan "şizoid arzu"y- ni koyma yetisi taşıyan özne.
ken, ötekiyse toplumsal olarak kodlan- Ddeuze ile Guattari'nin oluşturduk­
mış, üstelik de kendi bastmlışına gönül ları "göçebe düşünce"nin kaı:şılığıru, yal-
nzası gösteren "paranoid arzu"dur. A- nızca toplum ile siyaset konulannda de-
çıkça görüleceği üzere Deleuze ile Guat- ğil, doğrudan yazın ile sanat alanlarına i-
tari bu açıklamalanyla Maıxçılığın ya da lişkin düşüncelerinde de görmek olanak-
Freudculuğun açıklama yapılannda içe- lıdır. Nitekim sanat yapıurun başlı başına
ıimlcnen sınırlamalara düşmeden, gerek bir "arzulayan makine;' olduğunu ileri sü-
kapitalist toplum gerekse ruhçözümleme ren düşünürler, ressam olsun yazar olsun
üstüne konuşabilmeye olanak tanıyan bütün büyük sanatçılann, içlerindeki ar-
yepyeni bir sözdağarı doğrultusunda açı­ zu kımıltıları ile akışlannın ne pahasına
lımları bir hayli fazla olan bir dil oluş­ olursa olsun peşine düşmekten kendile-
turmuşlardır. rini alıkoyamayan özd doğada insanlar
Bu sözdağarının en önemli terimleri olduklarını belirtmektedirler. Sanatta "bi-
kısa tanımlarıyla şu biçimde ortaya ko- çem" diye adlandınlanın da bu kımıltılar
nabilir: [Makinıl~ Lacancı özne tasarı­ ile akışların peşinden nasıl gidildiğinden
mından kaçınmak amacıyla tasarlanmış, başka bir anlamı yoktur. Deleuze ile Gu-
fiziksel, düşünsel ya da duygusal akışın attari'ye göre başta yazın olmak üzere
herhangi bir noktasında belli bir yaptyı bütün sanatlar bu anlamda tıpkı şizofre­
terk eden. ya da bu yapının içine giren ni gibidirler; sanat deneyimi_ önceden be-
şeyler. Sözgelimi bebeğin ağzı ağız ma- lirlenmiş belli işlevleri ve amaçları olan
kinesi iken annenin memesi meme ma- ussal bir izlence doğrultusunda belli an-
kinesidir. Bu iki makine amsında hep bir lan peşpeşe yaşamak değil, sonunda ne
akış söz konusudur. [Oıpkm olmtgan bi- olacağı baştan kestirilemeyen serüvenler-
den] Artaud'dan alınma bir deyiş. Hükü- le dolu bir süreçtir. Sanat, geleneksel dü-
met ya da üniversite gibi her türden ör- şüııceleı:in savunduğunun tersine, De-
gütlü yapıya verilen ad. Organlan olma- leuze ile Guattari'ye göre bir anlatım bi-
yan bedenler ile arzulama makineleri ay- çimi olmaktan çok arzunun önü alına­
nı şeyin iki farklı durumuna karşılık ge- maz bir biçimde çoğalttığı, üretken akı­
lirler; her ikisi de akışı denetleyen örgüt- şına dur denilemeyen bir üretim biçim-
lü üretim dizgesinin paıçalandır. Organ- leri çokluğudur.
lan olmayan bedenler, arzunun özgür dı­ İki düşünürün "Kapitalizm ve Şizof­
şavurumuna ket vuran güçlerdir. CAr.ı?t­ reni" genel tasarısı alunda ortaklaşa yap-
lama mah11elm] Organlan olmayan be- uklan öteki önemli çalışmalar şunlardır:
denlerle bağlanulı, kendisini üretken ar- Kafoıı: Milliir Bir Yazmıı Doğnl (Kafka:
zulara adamış olan makineler. [Paranoyak pour une litterature ınineure, 1975), ~lc­
makine] Organları olmayan bedenler ta- sap (Rhizome,1976), Bin Ytgla (Mille Pla-
rafından tanınmayan arzulama makinele- teaux, 1980), Fılseft Nıdirl (Qu'est-ce
rine verilen ad. [KıgdeJiti makine] Organ- que la Philosophie?, 1991). Guattari'nin
ları olmayan bedenlerin etkisindeki ar- Deleuze'le tanışıp yola koyulmadan ön-
zulama makinelerine verilen ad. [Sotİıt.r] ceki başlıca yapıtları arasında ise P!]tha-
Bir toplumu oluşturan organlan olma- rm!Ju ıl TranSllff'lalitl (Ruhçözüınlmıe ve
yan beden: yabanıl toplumlardaki yeryü- Yoldan Çıkma, 1972), La RitJOINlimı 1110/i-
zünün bedeni, barbar toplumlardaki des- &11/airı (Moleküler Devrim, 1977) ile L'
potun bedeni, kapitalist toplumlardaki [11çans&İefll mathİllİIJ111 (Makineleşmiş Bi-
sermayenin bedeni gibi. (Giijrbt öt11ııJ An- linçdışı, 1979) sayılabilir. Aynca bkz. ar-
lık kararlara, anlara bağlı olarak yaşayan, zu felsefesi; yurtsuzlaıurma; ağaç­
bir arzulama makinesi olarak olanakla- biçimli düıünce; dikey düıünce.
güç/iktidar 628

güç/iktidar ~ng. power, Fr. po11voir, p11is- bir güç taşıdığınayönelik temel bir far-
ramr, Alm. 111t11:ht, kraft, Yun. ekro11ria; Lat. kındalık taşımaktadır. Thales'in felsefe ta-
fartilllo; es. t. k11Jn~ İnsanlann ya da bi- rihindeki bu ilk güç tasarımı, kendisine
reylerin eylemde bulunma, yapıp etme Aristoteles'in Rllh Üz.erine başlıklı kita-
yetisi; belli bir işi başarına, ortaya birta- bında daha genel bir yapı kazandırılarak
kım etkiler ya da sonuçlar çıkarabilme ''bütün bir evrene yayılan bir tin olarak"
yeteneği; fiziksel ya da tinsel bir etki ya- tanımlanır olmuştur. Felsefe tarihinde A-
ratabilme ya da bu tür bir etkiye karşı di- ristoteles'ten başlayarak geleneksel ola-
renebilme yeteneği; doğrudan ya da do- rak "etkin güçler" ile "edilgen güçler''
laylı yollarla değişimi meydana getirme ayrımı temelinde çözümlenen güç kavra-
ya da olası değişimleri önleyip önüne mi, önce cinselliğin göstereni, sonra bi-
geçme kapasitesi; devletlerin, hükümet- lincin en temel kapasitesi, daha sonraysa
lerin ya da.kurumların ellerinde bulunan eyleme geçebilme yeteneği olarak tasar-
yönetme yetkisi; toplumu yönetenlerin lanmıştır. Bu bağlamda sözgelimi Leib-
siyasal, hukuksal, toplumsal yapıp etme- niz'in metafiziğin<!e güç, kişilerde kendi-
lerinin en temel dayaııağL Güç daha ge- sini değişik biçimlerde açığa vuran itici,
nel bir açıdan, belli bir sonuca ulaşmak, çekici, biçimlendirici olması anlamında
belli bir amaa gerçekleştirmek amaayla, en temel etkinlik ilkesine gönderirken,
başta toplumsal, siyasal ve ekonomik ge- Nietzscheci yaşam felsefesinde bütün bir
reçler olmalı: üzere, eldeki bütün araçtan yaşamın kendisine göre yapılandığı "güç
istenen sonuçlan sağlamak amacıyla kul- istemi" (*erk istencD, tarih boyunca de-
lanabilme becerisi olaralı: tanımlanabilir. ğişmeden kalan tek gerçek olarak değer­
Bu bağlamda gücün değeri, çoğunlukla lendirilmektedir.
istediği sonucu elde etme yolunda karşı­ Eski devlet biçimlerinde gücün/ikti-
sına engel olaralı: çıkan öteki güçlerle gi- darın ya tek bir egemenin ya da belli bir
riştiği mücadeleye bakılaralı: ölçülmekte- egemen grubunun elinde toplandığı, si-
dir. Buna karşı, toplum ile siyaset felse- yasal yetkenin gücünü hiçbir biçimde bü-
felerinde, daha d u kapsamlı güç anla- tünüyle sınırlamayan belli denetim ku-
yışları bu bağlamda sözü geçen gücün rumlan ile düzeneklerinin bulunduğu gö-
doğasını ayrınulandıraralı: açıklama yolu- rülmektedir. Buna karşı, yeniçağın başla­
na gitmektedirler. Buna göre, toplumsal rıyla birlikte ortaya çıkan modern ulus
güç eyleyenlerin ilgileri ile yönelimlerini devletlerde, gücün tek bir elde toplan-
etkileme kapasitesi olarak tanımlanırken, ması yerine, gücün belli merkezlere ya-
normatif (düzgüsel) güç haklar, sorum- yılması söz konusudur. "Güçler aynlığı"
luluklar, ödevler türünden normatif iliş­ olarak adlandırılan bu güç dağılımında,
kileri etkileme kapasitesi olaralı: değer­ güçler birbirlerinden kesin çizgilerle ay-
lendirilmektedir. nlmışlardır. Yapılan bu temel ayrıştırma­
Güç kavramı siyaset, toplum ve dev- nın en iyi çözümlemesinin görülebileceği
let felsefelerinde kilit değerde bir yer yerlerin başında Locke'un siyaset felse-
tutmasına karşın, bu alanlann dışındaki fesi üstüne yazdığı metinler gelir. Locke'
öteki felsefe dallarında çoğunlukla tinsel, a göre, insanlığın yaşam düzeni her du-
düşünsel, yaşamsal ve bedensel yetkinli- rumda toplumsal bir düzen olarak tasar-
ğin derecesini eğreti!eyen bir anlamda landığından, birey edilgen bir yurttaş ol-
kullanılmaktadır. Bu bağlamda, tarihin mayıp hem kendi yazgısının hem de ait
ilk filozofu olarak gösterilen Thales, A- olduğu toplumun yazgısının belirlenme-
ristoteles'in alı:tardıklanndan öğrendiği­ sine katılmakla yükümlüdür. Bu bağlam­
miz kadarıyla, "varolan bütün her şeyin da Locke, ~rtaçağın Tann devleti tasa-
Tann'larla dolu olduğuna" inanmakta, rımında olduğu üzere Tann'dan aldığı
buna inanırken de her şeyin belli türden yetkiyle gücünü dilediğince kullanan mut-
629 güç/iktidar

lak egemenliğe karşı, ''yasama", "yürüt- ilişki biçimi olarak mı tasarlanması ge-
me", "yargı" güçlerinin halktan alındı­ rektiği noktasında felsefeciler arasında
ğını, bundan dolayı da halk adına halk aynlıklar olduğu düşünüldüğünde, her i-
için kullanılması gerektiğini savunmak- ki güç tasanmını da içeren bir açıklama
tadır. O nedenle, devlet bu güçleri doğru sunmanın açıkça daha sağlıklı bir yakla-
bir biçimde ayırmayı beceremeyip yerli şım olduğu söylenebilir. Nitekim bu bağ­
yerinde kullanamadığında halkın devlete lamda felsefe tarihinin en önemli güç
karşı ayaklanması temel bir hak konu- kuramcılanndan Hobbes, gücü kişinin
muna gelmektedir. Öte yanda çağdaş de- görünür gelecekteki birtakım yararlan el-
mokrasilere dönüldüğünde, "güçler ayn- de etmesinin aracı olarak tanımlıyor ol-
lığı ilkesi" toplumsal yönetimin en iyi bi- makla birlikte, sonu gelmez güç savaşı­
çimde sağlanmasına yönelik en temel den- mının insan doğasının kaçınılmaz bir
ge unsuru olması bakımından son derece parçasını oluşturduğunu da belirtmekten
önemli bir işlevi yerine getirmektedir. geri durmamıştır. Hobbes'un güç anlayı­
Buna göre, yasama gücü yani millet mec- şına üstü örtük de olsa kaynak:lık eden
lisleri yasalan yapmakla, yürütme gücü roplumsal çatışkı düşüncesi, toplumbi-
yani hükümetler yapılan yasalan uygula- lirnci Max Weber'in güç tanımında belir-
makla, yargı gücü yani hukuk kurumlan ginlik kazanmaktadır: "belli bir roplum-
yasalann uygulanmasında çıkan anlaş­ sal ilişki bağlamında belli bir konumda
mazlı.klar ile uyuşmazlıklan çözmekle yü- bulunan bir eyleyenin, karşısına dikilen
kümlüdür. bütün direnmelere karşın, olasılığın da-
Felsefe tarihinin değişik dönemle- yandığı. temellerin hiçbir önemi olmaksı­
rinde, değişik felsefe çerçevelerinde gü- zın, kendi istencini gerçekleştirme olası­
cün doğasına yönelik öteden. beri derin lığı." Kuşkusuz toplumbilim kaynaklı güç
tartışmalar yapılmış ve halen de yapıl­ anlayışları içinde en çok kabul göreni
maktadır. Bu bağlamda kimi güç anla- Weber'inkisidir. Kendisine sürekli gön-
yışlan güç ilişkilerini tanımlarken gerçek dermede bulunulan "Siyasal Topluluk İ­
ya da olası çıkar çatışmalannın rolünü ö- çerisinde Gücün Dağılımı: Sınıf, Statü,
ne çıkarırlarken, kimileri de gücün norm- Parti" başlıklı yazısında Weber, iktidarı
lara ilişkin yasallık ile uzlaşının sağlan­ toplumsal tabakalaşmanın en temel kav-
masının değişmez temeli olduğunu vur- _ramı olarak değerlendirerek, gücün en iyi
gulamaktadırlar. Toplum ya da siyaset ku- statü, sınıf ve parti olmak üzere birbirle-
ramlarında güç (ya da iktidar), kimileyin riyle ilişkili üç ayn boyutuyla kavranabi-
terimin anlamlı bir yolla uygulanabildiği leceğini savunmaktadır. Weber'in sık sık
hemen her yerde kullanılmaktadır. Huna alıntılanan ünlü tümcesiyle söylenecek o-
göre, piyasa ekonomisinde güç kullanı­ lursa, "Sınıflar, statü katmanlan, bütün
mının varlığından söz edilebildiği gibi, partiler gücün toplum içinde nasıl bölü-
çocuğun gelişiminde roplumsallaşrnanın şüldüğünün en iyi görülebileceği yerler-
gücünden de söz edilebilmektedir. Nite- dir." Weber'in güç çözümlemesi bir baş­
kim bu durum Foucault'nun "iktidar her ka açıdan derinlemesine incelendiğinde,
yerdedir, bundan da kaçış yoktur" biçi- gücü kavrayışının "çatışma" ile "niyet"
minde dile getirdiği güç anlayışını doğ­ kavrarnlan üstüne bina edildiği görül-
rular niteliktedir. Ama buna karşın, tari- mektedir. Burada niyetten anlaşılması ge-
he bakıldığında, pek çok görüşün rop- reken, eylemin hep belli bir amaca ulaş­
lumsal güce, insanların ilgilerini etkile- mak amacıyla, önceden tasarlanmış, so-
meye dönük önemli bir yeti olması ne- nuçlan önceden hesaplanmış olarak bi-
deniyle, bir sınır koyma arayışı içinde ol- linçli bir biçimde gerçekleştiriliyor olma-
duğu görülmektedir. Ancak bu türden sıdır. Buna karşı kimi felsefecilerin de ıs­
bir gücün bir kaynak olarak rru yoksa bir rarla üzerinde durduklan gibi, güç yal-
güç/iktidar 630

nızca insanların çıkarlarını nasıl koruyup zere burada sözü edilen normatif ilişki­
geliştireceklerini değil onlann kendi ilgi- ler, çoğunlukla hukukun, ahillwı y.ı. da
lerini nasıl algıladıklannı da derinden et- toplumsal uzlişımlann alanı içinde yer
kilemektedir. Etkili pek çok güç biçimi almaktadırlar. Hukuk felsefesinde önem-
bu anlamda, yalnızca insanların karar al- li bir yer tutmakla birlikte, kimi felsefe-
ma süreçlerini etkileme y.ı. da hangi ko- cilerin normatif güç kavramını genelde
nuların kamusal gündeme gireceğini be- siyasal güç düzlemine taşımaktan yana
lirleme kapasitesine değil, ayru zamanda oldukları gözlenmektedir. Sözgelirni Han-
insanların kendi çıkar tasarımlarını be- nah Arendt'in ilk bakışta alışılmadık gö-
lirleme kapasiresine de karşıLk gelmek- rünen tanımı bu ışık altında bakıldığında
tedir. ayn bir anlam kazanmaktadır: "güç, yal-
Hiç ~kusuz tarihte bilinen en bü- nızca eylemde bulunması anlamında in-
yük siy.ıs al güç/ iktidar kınamcılan ara- sanın y.ı.pabilirliğine değil, bir eylemi baş­
sında Thomas Hobbes ile Kari Marx'ın kalarıyla birlikte gerçekleştirebilmesine
ayn bir yerleri bulunmaktadır. Nitekim de karşıLk gelmektedir. Güç, asla salt bi-
bu bağlamda Hobbes, gücü kendinde reyin mülkiyetinde olan birşey değildir;
toplayan bütün egemenlerin, egemenlik- hep bir gruba aittir, grup birlikte eyle-
leri altında y.ı.şay.ı.n herkes için yaşamı meyi sürdürdükçe varlığını sürdürmekte-
daha kolay kılmak adına ortaya belli bir dir." Bu görüş, "güç, sürekli değişen bağ­
düzen koydukları saptamasında bulun- lanımlann aracısı ya da etkin ortak ey
muştur. Ne var ki Hobbes, "doğa duru- lemlerde bulunmanın baş koşuludur"
mu" koşullaruıdan kopuşa day.ı.lı olarak tümcesinde en iyi anlatımını bulan Tal-
yarattığı bir egemen olarak kurmaca ya- cott Parsons'ın güç anlayışını da destek-
ratısı Leviathan'da, salt istemek }Uluyla lemesi bakımından aynca önemlidir. Nor-
gücü yaratmanın içerdiği zorluğu fark matif güç çoğu durumda insanların çı­
etmesine karşın, bu sorunu büyük ölçü- karlarını bir biçimde etkili)Qr olduğun­
de gözardı etmeyi uygun bulmuştur. An- dan, genellikle toplumsal güç kavramı al-
cak güç y.ı. iktidar olmaksızın egemenin ana konularak ele alınmaktadır.
düzen isteyenlerin gözünde hiçbir değe­ Tarihsel olarak güç/iktidar kavramı­
rinin olmayacağını da özellikle vurgula- nın, "çatışma kuramcılan"nca enine bo-
mıştır. Buna karşı Marx, yönetici sınıfın yuna irdelenip işlendiği ~ku götürme-
gücünün salt üretim ilişkilerine odaklan- yen bir gerçektir. Bu kuramcıların bakı­
mak }'Oluyla açıklanabileceği düşünce­ şına göre, hemen her durumda gücü c·
sinden )Ula koyulmuştur. Marx, bir sını­ linde bulundurduğu, elindeki bu gücü ya
fın sınıf bilincine varabilme noktasına belli yararlar elde etmek için y.ı. da kendi
gelmesi için öncelikle üyelerinin kendi çıkarları için kullandığı düşünülen bir ki-
sınıflarının çıkarları uy.ı.nnca uygun bir şi y.ı. da belli bir grup vardır. Gelgelelim,
işbirliği içinde olmalan gerektiğine dik- çağdaş tartışmalara dönüldüğünde, gücü
kat çekerek, olası devrimlerin mayalan- kavramaya yönelik bu tür bir varsayımın
ma sürecinde devrim girişiminin başarıya kullanılmasından özellikle kaçınıldığı, bu
ulaşabilmesi için çok sayıda bireyin ör- anlayışın günümüz dünyasında gücün/
gütlenmesi zorunluluğuna vurguda bu- iktidarın nasıl işlediğini kavramada yeter-
lunmuştur. Buna karşı "normatif güç- siz kaldığının açıklıkla tanıtlandığı gö-
ler", insanların haklan ile özgürlüklerini, rülmektedir. Bu yeni bakışın bir numa-
sorumlulukları ile yükümlülüklerini ya- ralı mimarı Michel Foucault, özellikle
ratmalan, değiştimıeleri, ortadan kaldır­ sonraki dönem çalışmalarında gücün/ik-
malan anlamında normatif ilişkileri dö- tidarın nasıl kavranacağına yönelik ola-
nüştürme yetisi taşırnalanna bağlı olarak rak hem yerleşik bakışta derin kırılmalar
tanımlanmaktadırlar. Açıkça görüleceği ü- yaratmış hem de modem toplumların en
631 güç/iktidar

iyi biçimde kavranabilmeleri bağlamında rinde "kırma" bir yapı sergilemektedir.


son derece değerli açılımlar sunmuştur.. Foucault sunduğu iktidar soykütüğü­
Foucault'ya göre bütün toplumsal ilişki­ nün ikinci aşamasında, geçmişteki uygu-
leri son çözümlemede birer güç/iktidar lamalardan farklı olarak günümüzde ik-
dizgesi olarak tanımlamak olanaklıdır. Bi- tidarın nasıl anlaşılması gerektiği sorusu
zim açımızdan da Gii~tleme ile Cezalan- üstüne yoğunlaşmaktadır. Bu .çözümle-
dırma: Hapishanenin Doğ11fll (1975) adlı ya- meye göre çağdaş iktidar kavramının en
pıunda sunduğu "soybilim"den hareket- belirgin özniteliklerini şu biçimde sırala­
le Foucault'nun güç/iktidar anlayışına mak olanaklıdır: (i) Toplumun olduğu her
yönelik temel belirlemelerde bulunmak yerde iktidar vardır; iktidar toplumla bir-
olanaklıdır. Nitekim ilk iş olarak çözüm- likte varolur. İktidar, toplumsal yapının
lemeye konu ettiği iktidar yapılarını uz- içine işlediği gibi, tek tek bütün bireyleri
manlık gerektiren bilimsel söylemi de ve eylemleri yönetmesi anlamında top-
içerecek biçimde genişleten Foucault, çö- lumların siyasal omurgasını oluşturmak­
zümlemesini sonuna .dek götürdüğünde tadır. O nedenle iktidar yalnızca hapis-
bilgi savlan ile iktidar buyrukları arasında hanede açığa çıkıyor değildir; okullarda,
ilkece hiçbir ayrımın yapılmadığı bir nok- askeriyede, hastanelerde, devlet dairele-
taya varmıştır. Bunun ilk aşamasında, "ik- rinde, kısacası toplumun varolduğu, top-
tidar programlan", "iktidar teknolojileri" lumsal ilişkilerin söz konusu olduğu her
ve "iktidar stratejileri" arasındaki ayrım­ yerde olanca çeşitliliğiyle yığınla iktidar
ları belirginleştiren Foucault, bir iktidar ilişkisi de vardır. (ıı) İktidar ilişkileri hem
programının, ki Bentham 'ın *panoptiko11'u kendilerini belirleyen hem de kendilerini
bunun açık bir örneğidir, "cezalandır­ belirledikleri üretim, hukuk, cinsellik, ak-
ma"nın nasıl kavrandığına yönelik genel rabalık türünden ilişkilerle dokunmuş­
bir biçime göndermede bulunduğunu i- lardır. O nedenle iktidar ile devlet ya da
leri sürmektedir. İktidar programı bu an- güç ile kapitalizm arasındaki ilişki, gü-
lamda söylemsel bir yapıda olmakla bir- nümüzde; tekegemenin olduğu dönem-
likte, her durumda bir iktidar teknoloji- lerdeki yukardan aşağı doğru yayılan (sı­
siyle tamamlanmak durumundadır. Bu radüzenli) tek katlı çizgisel bir ilişki ola-
noktada bir iktidar programının başarı­ rak tasarlanamaz. (iiı) İktidar ilişkilerinin
sızlığa uğraması, diğer iktidar programla- alabildiğine çeşitli, birbirinden son dere-
rının başansının önünü açacakur. Söz- ce farklı değişik türleri bulunmaktadır.
gelimi, hapishane yönetimi tutukluları is- Modem dünyada iktidar işleyişleri, gü-
tenen ölçülerde "dönüştürme''yi başara­ nümüzde halen baskıa iktidar biçimleri
mamışsa, ister istemez suçluların nbbi olarak işleyen salt disipliner iktidar biçi-
sağalumla "iyileştirilme"si gündeme ge- mine indirgenemez, disipliner iktidar yü-
lecektir. Yine Foucault'nun belirttiğine rürlükteki iktidar türlerinden yalnızca bi-
göre, bir iktidar programının çözümlen- risidir. Bu yüzden, çıplak gözle görülebi-
mesi belli bir söylem türünün açıklığa len baskıcı, açık şiddetin uygulandığı ikti-
kavuşturulmasından geçmektedir. Gene dar pratikleri varolan bütün iktidar tek-
bir iktidar teknolojisi, çoğunluk anlaşıl­ nolojilerini tüketici bir biçimde açıklaya­
dığı dar anlamının dışında, bireylerin ve maz. İktidar bu anlamda hep açıktan bas-
onlann ruhlarının, ailelerinin, çocukları­ kıcı değildir, baskıalık yalnızca olanaklı
nın yönetimiyle de ilgili olduğundan, doğ­ bir iktidar işleyişidir. (iv) İktidar ilişkileri
rudan gerçek iktidar pratikleridir. Son o- çokbiçimlidirler, salt egemen olanlar ile
larak iktidar stratejileri, söylemsel olma- egemen olunanlar ikili ·karşıtlığı doğrul­
yan, hem çok daha yapay hem çok daha tusunda kavranamazlar. İktidar herlcesin
doğaçlama, ama bunlardan daha da ö- kendisine yakalandığı, gücü uygulayan
nemlisi somut etlı;ileriyle düşünüldükle- herkesin bir biçimde kendisini kendisine
güç kümesi 632

~ç uygularken bulduğu bir makinedir. lilik içinde değillerdir hem de iktidar


Iktidann tek bir gönderme noktası, tek stratejilerine karşı dağınık, yerel, örgütlü
bir ana kaynağı olmadığından, aynca da olmayan direniş ya da mücadeleler söz
çoğunlukla bölük pörçük, açıkça görül- konusudur. Foucault'nun iktidarı kavra-
meyen belli belirsiz bir biçime bürünmüş mak amacıyla sunduğu yeni soybilimsel
olduğundan, alttan alta işlevlerini yerine çerçevenin, gerek Nietzscheci düşünce
getiren iktidar taktikleri, belli bir top- çizgisinin derinleştirilmesi gerekse "erk
lumsal sınıfın ya da ideolojinin kendi i- istenci" başta olmak üzere çeşitli Nietz-
çinde uyumlu tasarımları değildirler. İk­ scheci izleklerin alabildiğine köktenleşti­
tidar ne yapacağı önceden kestirilemeyen rilmcsiyle çizildiği söylenebilir. Aynca
bir güvenilmezlik dizgesi olarak, bireyle- .bkz. iktidar-bilgi (bilgi-iktidar).
rin en önemsiz olduğu düşünülen ke-
simlerine dek ulaşmayı başaran, bedenle- güç kümesi ~ng. power ıe~ bkz. küme;
rine işleyen, kendisini değişik eylemler i- kümeler kuramı.
le tutumlara dönüştüren, söylemlere, öğ­
renme süreçlerine, hergünkü yaşamın bü- güdümbilim ~ng. !Jbmıetia; Fr. !JW·
tün anlarına yayılan bir aygıttır. (v) İkti­ niliq11e-, Alm. kybemetik] Eski Yunanca'da
dar belli stratejiler geliştirmek yoluyla bir "dümenci", "yönlendirip yöneten kimse"
"güç" haline geldiğinden, her koşulda anlamındaki lgbtrnetes'ten türetilmiş te-
işlevselliğe konu olmak durumundadır. rim. Hem canlı varlıklarda hem de ma-
Hem bir söylem hem de bir pratik ol- kinelerde işlemleri denetleme, düzenle-
ması nedeniyle, bilgiyle birbirinden ko- me ve programlama biçimlerini, bunlar-
parılmayacak denli yalan bir ilişki içer- daki denetim, iletişim ve işleyişi konu e-
sindedir. Nitekim yürürlükteki egemen dinen, canlıların çözüm bulma yöntem-
bilgilerle söylem biçimleri, iktidarı ön- lerini makinclcrinkiyle karşılaştırmalı ola-
gördükleri sonuçlan elde ederken temel- rak inceleyen bilim. Özdevinim (oto-
lendirip pekiştirme işlevi görmektedirler. masyon) ile bilgisayar (elektronik beyin)
İktidar ile bilgi kuşkuya yer bırakmaya­ tekniklerinin de yardımıyla; biyolojik, fi-
cak bir kesinlikte "iktidar/b~" ilişkile­ ziksel ya da kimyasal enerji sistemlerinin
rinde birbirlerini gerektirirler. iktidar yal- kendi kendilerini denetleyerek işleyişle­
nızca bilgi düzeyinde değil, arzu düze- rini sürdürebilmelerini sağlayan iletişim
yinde yarattığı etkilerle de belirleyici bir ve denetim yöntemlerini inceleyen bilim
konumdadır. Başta toplum bilimleri ol- dalı.
mak üzere, iktidar bilginin önünü kes- İletişim ve denetim sistemlerinin bi-
mek bir yana tam ela bilgiyi üretmekte- limi ya da kendi kendini düzenleyen sis-
dir. (vı) İktidarın olduğu her yerde, her temlerin genel kuramı anlamında gü-
durumda çoğunlukla yine iktidar tarafın­ dümbilim terimi, ilkin Norbcrt Wiener'ın
dan örülmüş bulunan bir direniş söz ko- "Canlı ve Makinede Güdümbilim ya da
nusudur. İktidar her yerdedir ama her Denetim ve İletişim" (1947) adlı maka-
şeyi yapabilir, her şeye gücü yeter değil­ lesinde kullanılmıştır. Wiener bu yazı­
dir. Foucault'nun iktidar anlayışına göre, sında insan beyni ile clcktronik hesap
iktidar otomatik bir biçimde işleyen bir makinesinin işleyişinin aynı yapıda oldu-
süreç olmaktan çok, bütün hcrşcyi dene- ğunu tanıtlamaya çalışmışur.
timde tutmanın olanaklı ve arzularur bir Güdümbilimin felsefe açısından en
durum olduğunun düşünülmesiyle ilinti- can alıa yanı, kendi kendini denetleyip
lidir. O nedenle, modem toplum disip- · yönetebilen makineleri üretebilme gücü-
linci bit toplum olmasına karşın bütü- nü taşımasıdır. Başka bir deyişle, güdüm-
nüyle disipline edilmiş değildir, çünkü bilim insan gücünün yerini kendi kendi-
hem iktidar teknolojileri belli bir düzen- ne işleyen makinelerin alabileceği düşün-
633 güzel-tik

cesini, dahası günün birinde her türlü katin peşine düşmemiştir, tersine doğru­
yönetimde makinenin söz sahibi olacağı luğun gündelik yaşamda nasıl işlediği ile
düşüncesini içermektedir. Günümüzde ilgilenmiştir. Eğer bir doğruluk kuramı
bunun örneklerine, özellikle endüstride- doğruluğun gündelik kullanımı ile uyuş­
ki otomasyon teknolojisinde, sıkça rast- muyorsa yapılan doğruluk çözümlemesi
lanmaktadır. Her ne kadar kimileri bu- ve soruşturmasında yanlışlar var demek-
nun insanın çalışma saatlerini azalup o- tir. Bu nedenle yapılacak herhangi bir
nu özgürleştireceğine inansa da bu geliş­ kavramsal çözümleme, işe önce o kavra-
melerin "insansız toplum"a giden yolda mın gündelik dildeki kullanımından baş­
bir başlangıç olduğunu dile getirenler de lamalıdır; böylelikle metafizik sorunlarla
yok değildir. boğuşan bir felsefe dilinden arınılmış o-
Toplum bilimleri felsefesinde güdüm- lunur. Aynca bkz. Wittgenstein, Lud-
bilimin işlevi daha çok toplumsal dene- wig; dil felsefesi; dilci felsefe.
tim ile iletişimin doğası arasındaki ilişki­
de yoğunlaşmaktadır. Güdümbilim ayn- Güneş Ülkesi bkz. Civitas Solis.
ca, ömrünün büyük bir kısmını "bilim-
lerin sınıflandırılması"na adayan Fransız Güneybatı Almanya Okulu ~ng. SoH-
düşünür Andre Marie Ampere'in (1775- th-Weıı Gtf111an Jçhoo4 bkz. Heidelberg
1836) saptadığı t 28(!) bilimden biri ola- Okulu.
rak, "yönetim ya da güdümleme sanaunı
inceleyen siyaset bilimi"ne karşılık gelir. güzel-lik ~ng. btaHt;-nerr, Fr. bta11-ti;
Alm. ıçhön-btit, Yun. kal/o~ Kendisine
gündelik dil (felsefesi) ~ng. ortlinary bakanda haz ile beğeni duyumları uyan-
languagt (philo.ropl!J); Fr. philoıophie dt lan- dıran nesnelerin en belirleyici niteliğini
gagt orılinaire-, Alm. norrJ1alıprMhe, philoıop­ ya da yetisini anlatan estetiğin temel kav-
bit der norrJ1a/m prMhe] Sözcüklerin düz ramı. Gönül okşamak, iç gıcıklamak, bü-
ya da sözlük anlamlan ile kullanıldıklan, yülemek, yaşama sevinci uyandırmak tü-
gündelik yaşamın sürdürülmesine ve in- ründen hep olumlu duygulanımlar doğu­
sanlann arasında iletişimin kurulmasına ran şeylerin ya da sanat yapıtlarının en
yarayan dil Gündelik dil belli bir insan belirleyici niteliği. Nitekim bu bağlamda
öbeğince kullanılan alan dilleri ya da ar- güzeli ya da güzel olanın güzelliğini an-
golardan ayn olarak herkesçe bilinmekte lamak amaayla kimileyin biçim ya da
ve anlaşılmaktadır. renk uyumu gibi güzel olanın kendisin-
Gündelik dil felsefesi ise dil felsefesi- deki birtakım nitelikler, kimileyin de öz-
nin, felsefenin tüm sorunlannın giin<lelik günlük, imgelemin parlaklığı, en üst dü-
dilin sınırlan içinde kalınarak çözülebile- zey yaratma gücü, el becerisinin yetkin-
ceğini savunan koludur. 1940'lann orta- liği gibi yaratanın değişik yeti ile beceri-
sından 1960'lann başına kadar özellikle leri öne çıkanlmıştır. Büyük ölçüde genel
İngilizce konuşulan felsefe dünyasında felsefe soruşturmasının çok daha derin
başat bir yaklaşım olan gündelik dil fel- bulduğu konular üstüne yoğunlaşmasın­
sefesine Wıttgenstcin'ın Felsefen SomşfHr- dan ötürü, felsefe geleneği çok da ö-
111alat'ı kaynaklık etmiş, bu anlayış Anhur nemli bulmadığı güzel konusuna yönelik
John Wisdom, Gllbert Ryle ve J. L. kapsamlı ve bütünlüklü bir güzel kuramı
Austin tarafından geliştirilmiştir. Günde- ortaya koyamamışur. Nitekim güzel üze-
lik dil felsefesi, Wıttgenstcin'ın uslamla- rine felsefe tarihinde söylenenlerin bü-
malarını arkasına alarak, bütün felsefe yük bir bölümü çoğurıluk etik alanındaki
sorunlarının gündelik dilin yanlış kulla- düşüncelerin bir uzantısı ya da içerimi
nımından kaynaklandığını savunur. Gün- konumundadır. Ayru durum, yani "güzel"
delik dil felsefesi doğruluğun ya da haki- sorununun yeterince göz önünde bulun-
güzel-tik 634

durulmaıruş olması modem toplum bi- !ardan ger;t/efilik, güzel üzerine verilen
limleri için de büyük ölçüde geçerlidir. yargılann nesnelere bakanlar ile ilgili ol-
Nitekim felsefe tarihine şöyle bir bakıl­ maktan çok, bakanlan doğrudan etkile-
dığında, güzel üzerine kurulmuş kap- me gücü taşıyan nesnelerin kendilerinde
samlı dizgeler ya da öğretilerden çok, di- bulunan nesnel özellikler ya da yetiler ile
le getirdiği içgörü nedeniyle başlı başına ilgili olduklarını ileri sürmektedir. Ger-
kendi içinde bütünlüğü bulunan bir diz- çekçi yaklaşım bağlamında, hem söz ko-
ge ya da öğreti olmaya aday derinlikli nusu özellikler ile yetilerin neler oldukla-
savsözlerin ya da sözdeyişlerin daha ö- nnı tanımlamaya hem de bunların nasıl
nemli bir yer tuttukları görülmektedir. bilinebilir olduklannı belirlemeye dönük
Söz konusu özlü sözler arasında en çar- önemli sorunlar baş gösterdiği açıktır.
pıalarından üçü şöyledir (açıkça· görüle- Öte yanda PlatonmlH/e, güzelin ideal du-
ceği üzere, her biri üç ayn dönemde, üç yularüstü bir form olarak varolduğunu
ayn felsefe çerçevesinde, üç ayn filozof- savunurken, XIX. yüzyıl kuramcıları bu-
ça dile getirilmiştir): "Güzel, salt güzelin nu "yan duyusal" bir özellik diye kendi
kendisi için arzulanabilir olandır" -Yu- anlayış çerçeveleri gereğince yeniden yo-
nan usçu filozof· Aristoteles; "Şeylerdeki rumlamışlardır. Yıne güzel konusu bağ­
güzel zihin onlara bakarken onlarla bü- lamında oldukça önemli bir anlayışa kar-
tünleştiği sürece güzeldir"- İskoçyalı de- şılık gelen Kant'ın aşkınsal felsefe' si, güzel
neyci filozof Hume; "Daha işin en ba- deneyimini bilmenin en temel gerekleri
şındayken rahatlıkla güzelin doğadan çok olarak gördüğü "öznel evrensellik'' ile
daha yüksek olduğunu öne sürebiliriz. "öznel zorunluluk" kavramlanndan hare-
Nitekim sanatın güzeli, zihinden doğan ketle, asıl önemli olanın güzelin kendi-
bir güzeldir, yani yeniden doğmuş bir sinden çok güzel deneyiminin her du-
güzellik; dolayısıyla gerek zihin gerek rumdaki önceliği olduğunu savunarak,
onun yaratılan doğadan üstün oldukça, güzel felsefelerinin üzerinde açıkça bir
buna bağlı olarak sanatın güzelliği de kırılma meydana getirmiştir. Buna karşı
doğanın güzelliğinden daha yüksek ola- !enşlent11!tık öteki bütün konularda oldu-
caktır" -Alman idealist filozof Hegel. Fel- ğu gibi güzel konusunda da insanın ka-
sefe tarihinde ağırlık verilen "doğruluk", yıtsız koşulsuz önceliğine parmak basa-
"bilgi", "iyi" kavramları üzerine olduğu rak, nesnelere yüklenen güzel özelliğinin
kadar "güzel" kavramına yönelik olarak yalnızca bakan kişinin öznel estetik haz-
kapsamlı soruşturmalar yapılrnaıruş ol- zından kaynaklanan bir düşünümün so-
masına karşın, kökleri Alman Roman- nucu olduğunu, dolayısıyla nesnel bir
tizmi'ncle atılan bir clüşiince elaman doğ­ karşılığı blllunmadığını düşünmektedir.
rultusunda günümüzde güzel üzerine gi- Güzelin tam olarak neliğini kavrama-
derek ivme kazanan bir felsefece düşün­ ya yönelik olarak açıklığa kavuşturul­
me devinisi göze çarpmaktadır. maya çalışılan konuların başında güzelin
Güzel konusu üzerine düşünen este- gerçek anlamda varolup varolmadığı so-
tik kuramcılannın ya da felsefecilerin an- rusu gelmektedir. Gündelik dilde yerle-
cak birtakım belli noktalarda görüş bir- şik bir deyiş haline gelmiş bulunan "gü-
liği içinde oldukları görülmektedir. Söz- zel bakanın gözündedir" tümcesi doğru­
gelimi, estetik değerlendirmenin en ö- dan alındığında, güzelin herhangi bir
nemli terimi olarak görülen "güzel" ya nesnenin kendinde(n) taşıdığı bir özellik
da "güzellik" üzerine felsefe tarihi bo- olmadığını, dolayısıyla nesnelerin kendi-
yunca verilen yargıların, temelde nesnel lerinin estetik bakımdan değerlendiril­
mi yoksa öznel mi oldukları konusu hep meyi bekleyen birtakım özellikler taşıma­
derin tartışmalara kaynaklık etmiştir. Bu dıklannı dile getirmektedir. Güzelin nes-
bağlamda ortaya çıkan önemli anlayış- nel anlamda bir gerçekliği bulunmadığını
635 güzel-lik

yani hep bakanın öznelliğinden kaynak- nıtını verirken, kimileri de Platoncu "i-
landığını ileri süren bu görüş çoğunluk dealar öğretisi"nden yola çıkarak, güze-
eıtetile ö~ekilile ya da eıtetile yal&r'!'Jl&'ble a- lin tümel bir değer olduğunu, bütün var-
dıyla anılmaktadır. Nitekim güzelin var- lıklann ondan pay aldık:lannı, dolayısıyla
lığına yönelik bu görüş, estetik araştır­ bu karşılaştırmanın yapılabilir olduğunu,
mayı çok büyük oranda toplumsal ya da hatta yapılinası gerektiğini öne sürmek-
ruhbilimsel yönelimli bir araştırma ola- tedir. (iv) Güzel üzerine, güzellik bildi-
rak görmekten yanadıı:. Yıne aynı sorun ren yargıların verilişinde başka etmenle-
bağlamında, güzelin her durumda nes- rin rolü nedir? Bu sorunun da yin~ iki
nelerin kendilerinde(n) taşıdıklan özel~ ayn karşıtgörüşçe yanıtlandığı görülmek-
likler olduğunu, bu özelliklerin de o nes- ·tedir. Bir bölüm estetikçi güzelin her du-
nelerin tekliğiyle ya da biricikliğiyle bir- rumda güzel olarak başka etmenlerin işin
likte değerlendirilmesi gerektiğini savu- içine katılmadan değerlendirilmesi gerek-
nan yaklaşım ise eıtetile 11emekilile ya da es- tiğini savunllrken, diğer estetikçilerse ö-
tetile U"f'kfili/e diye adlandınlmaktadıı:. zellikle sanat yapıtlanndan verdikleri tek-
Estetik nesnelcilik (estetik geıçekçilik) nik örneklerle güzelin güzelliğinde doğ­
ile estetik öznelciliğin (estetik yoksayıcı­ rudan estetikle ilintili olmayan pek çok
lık) yanıt aradıklan sorular ile üstüne dü- başka etmenin önemli roller oynadığına
şündükleri konuların pek çoğu ortaktır. dikkat çekmektedir.
Bunlar arasından en önemlileri kısaca Estetik tarihinde güzel sorunu bağ­
şöyle sayılabilir: (i) Güzellik bildiren te- lamında temellendirilen geıçekçilik anla-
rimlerin anlamlı bir biçimde uygulanabi- yışının en yalın anlatınıı Platon ile Ploti-
lir olduğu vıu:lık alanının genişliği nedir? nos felsefelerinde görülmektedir.. Bu bağ­
Bu soruya karşı kimi estetikçiler, güzelli- lamda gerek Platon gerekse Plotinos, gü-
ğin ortaçağ felsefesindeki anlamıyla her zelin her durumda doğrudan yaradılıştan
şeye uygulanabilir bir kategori olarak bü- · ileri gelen, tek tek nesnelerin kendi özel-
tünüyle "aşkın" olduğu yanıtını verirken, likleri olmaktan çok duyularüstü soyut
kimileri de bu sava karşı çıkarak güzelli- bir Form'un dışavurumu olduğunu ileri
ğin ancak belli alanlara uygulanabilir ol- sürmektedirler. Güzel ile ilişkiye geçme
duğllnu savunmaktadıı:. Hatta bu ikinci varlık te\deriyle başlıyor olsa bile, son
yaklaşımda, çiçeklerden kokulara, beden- çözümlemede geıçek güzel deneyimi
sel duyumlardan düşüncelere, kuramlar- matematik tanıtlama örnekçesi doğrultu­
.lan erdemlere, bir filozoftan bir başka sunda geıçekleşen bir bilgi düzeyindeki
1ilo7.0fa farklılık gösteren güzel varlık a- salt etik sezgiyle olanaklıdır. Her iki dü-
tııılarına yönelik alabildiğine değişik bö- şünür de güzeli kavramaya yönelik bu
lümlemeler bulunmaktadıı:. (ıı) Hangi öl- kuramsal çerçeveyi birtakım estetik ilke
çiilcrde estetik değerler güzel kavramının ve ölçütlerle bütün bütün ayrıntılandır­
;ılunda toparlanabilir? Bu bağlamda kimi mamış olsalar da, Platoncu yönelimli
rsıt·ıikçiler, "yüce", "trajik'', "ironik", birtakım estetikçilerin "bolluk'', "coşku",
"korkunç", "görkemli" gibi değişik este- "tutku", "çılgınlık" gibi Dionysosçu de-
tik yargı biçimlerinin özce güzelin tü- ğerlere karşı "düzen'', "birlik", "açıklık",
revleri olduklannı düşünürken, kimileri "uyum", "denge" gibi Apolloncu c:Stetik
de bunların güzelden bütünüyle bağım­ değerleri çok daha öne çıkardıkları göz-
Kız başlı başına ayn estetik değerler ol- lenmektedir. Bu bağlamda, Platoncu ya
<luklarını ileri sürmektedir. (iiı) Hangi öl- da Plotinosçu güzellik kuramlannın a-
çülerde değişik türden vatlıkiar güzellik- çıklamadan bıraktık:lan temel bir nokta,
leri bağlamında karşılaştırılabilirler? Bu güzel niteliğinin doğasını tam olarak ne-
soruy.ı kimi estetikçiler böyle bit karşı­ yin oluşturduğudur. Nitekim ne Platon
laştırmanın ilkece olanaksız olduğu ya- ne de Plotinos güzel niteliğini tanımla-
güzel-lik 636

maya yönelik belli çözümlemeler sunma- lozoflannın, başta Hutcheson ile Humc
dıldanndan, getirdikleri açıklamalar yer olmak üzere, aynı rengin ya da sesin belli
yeı bulanıklığa varan gizemli bir havaya duyularca tanınması gibi güzelin de "gü-
bürünmüştür. Bunun yanında felsefe ta- zel duyumu" aracılığıyla kavrandığını ile-
rihinde karşılaşılan bir ikinci gerçekçi ri süren "doğıılcı bir güzel anlayışı" orta-
güzellik kuramı, güzelin özünde güzele ya attıkları görülmektedir. Burada güze-
bakan ile güzel olan nesne arasında ku- lin konu olduğu duyum, dışardaki uya-
rulan "ilişkililik" olduğu düşüncesi üstü- ranlara . değil doğrudan zihinsel temsil-
ne kurulmuştur. Burada ilişkililikten tam lere karşı verilen bir tepkiden doğduğu
olarak ne anlaşılması gerektiğine yönelik için bütünüyle içseldir. Aynı kırmızı renk-
çeşitli açıklamalar sunulmakla birlikte, teki bir nesnenin görsel koşullar içinde
G. E. Moore'un güzel tanınu ötekiler renk algıçlanna gönderdiği etkiler aracı- ·
arasında daha bir sivtilmektedir: "Duyu- lığıyla görme organınca kırmızı renkte
. lan beğeniyle bitlikte nesnenin kendisin- bir görüntünün alımlanmasını sağlama
deki iyiliği olduğu gibi izleme hali." gücü taşıması gibi, duyulur bir nesnenin
Moore'un bu tanımı, bilinç yaşantısı ile güzelliği de görsel koşullar içinde güzel
güzel yaşantısı arasındaki kavramsal iliş­ algıçlarına gönderdiği bir güzel verisi a-
kililiğin "kendiliğindenliği" üstüne yap- racılığıyla görme organınca güzel bir gö-
tığı vurgu nedeniyle, güzelin insan üs- rüntünün alımlanmasını sağlamaya yöne-
tünde ne gibi etkilerde bulunduğuna yö- lik bir güç taşımaktadır. Ne var ki bu
nelik aynca bir araştırmaya yer bırakını­ deneyci yönelimli güzellik kuramı, hem
yor olması bakımından önemlidir. Bu salt görme merkezli olduğundan ötürü
anlamda Moore'un anlayışının güzel ile hem de güzelin "değerbilgisel" ile ahlak-
insan deneyimi arasındaki ilişkinin nasıl sal yönüne ilişkin bir yanıt sunmadığı
kurulduğuna iyinin izlenmesi temelinde için yeterli bir "güzel" açıklaması olarak
açıklık getiımesi bakımından, Platoncu görülmemektedir. Kant'ın güzele ilişkin
güzel tasarımının yeryüzüne indirilmiş sunduğu açıklamalar ise felsefenin pek
hali olduğu söylenebilir. Moore'un açık­ çok konusunda olduğu gibi çığır açıcı bir
lamasının Platoncu güzel tasarımı karşı­ değer taşımakla birlikte, gerek içerikleri
sında taşıdığı üstünlüklerden biri de, gerekse geçerlilikleri bakımından büyük
farklı türden nesnelerin ya da şeylerin tartışmalara da konu olmuşlardır. Bu bağ­
güzelliğini açıklamada Platonculuğun kar- lamda estetik hazzın, haz nesnesinin ger-
şılaştığı güçlüklerle başa çıkmak için açık çek anlamda varolup varolmadığı soru-
bir yanıtı oluşudur. Moorc'un anlayışın­ sundan bağımsız olması nedeniyle ahlak-
da güzelin doğası gereği kendi içinde sal hazdan ayrıldığını ileri süren Kant,
bulundurduğu iyilik niteliği çözümlene- estetik deneyimde imgelemin bilişsd kay-
mez bir nitelik olmamakla birlikte, de- gı duymaktan bütünüyle uzak olduğu i-
neysel gözleme bütünüyle kapalıdır. Gü- çin, güzde verilen yargının gendleştiıilip
zeldeki iyi ile ancak düşünsel bir sezgi- bir . kural haline getirilemeyeceğini, do-
leme haline geçildikten sonra kendisiyle layısıyla da hep tekil olmak zorunda ol-
kurulan dolaysız ilişkide karşılaşılabilmek­ duğunu savunmaktadır. Ayrıca bkz. es-
tedir. ôte yanda, :x:vm. yüzyıl İngiliz fi- tetik; çirkin-lik; Hutcheson, Francis.
Hh
Habcnnas, Jürgen (1929) Geliştirdiği goıie der bürgcrlichcn Gcscllschaft) Ha-
"İletişimscl Eylem Kuramı" ile toplum bcrmas, devlet ile toplum arasında hiç
kuramı alanında oldukça yankı uyandır­ değilse belli bir süreliğine arabulucu ola-
mış, özellikle iletişim felsefesi alanındaki cağı. düşüncesiyle önerilmiş burjuva ka-
düşünceleriyle üstfclsefe tartışmalarına ö- musal alanının izlerini sürmektedir. Ö-
nemli bir açılım kazandırmış Frankfurt zünde liberal kapitalizmin ekonomik ve
.Okulu'nun en öncmli son kuşak felsefe- toplumsal koşullarında köklenen burjuva
cisi, Alman toplum kuraması ve eleş­ kamusal alanı, özel kulüpler, kafcler, eği­
tirmeni Adı çok büyük ölçüde modem timli topluluklar, yazınsal örgütlenmeler,
kamu alanı düşüncesi doğrultusunda yayıncvleri, dergiler ve gazeteler gibi
temellendirdiği "kamusallık" ile "özgür devletin saltıkçı iktidarına karşı XIX.
kamusal ussallık" anlayışlanyla öne çık­ yüzyılda ortaya çıkan sosyokültürel ku-
masına karşın, Habermas iletişim kura- rumlara göndermede bulunmaktadır. Bir
mı, biçimsel olmayan uslamlama, etik, bütün olarak alındıklannda tüm bu ku-
toplum bilimlerinin temelleri ve yöntem- rumlar, çeşitli temel hak ve özgürlüklerin
bilgisi gibi alabildiğine değişik alanlara yasalaşmasıyla belli ölçülerde güvence al-
son derece öncmli katkılarda bulunmuş­ tına alınmış "özel kişilerin kamusal dü-
tur. Habcrma:s, 1968 yılında yayımladığı şünme alanı"nı oluştıırmuştur. Kuramsal
Biği ile inıan lf61eri/ ÇJMrlan (Erkcnntnis bakımdan (bir ölçüde pratik bakımdan
und Intcressc) adlı kitabıyla Frankfurt da) söz konusu kamusal alan, hem piya-
Okulu'nun eleştirel kuramının önde ge- sanın özel alanından hem aileden hem
len adlarından biri olarak düşün çevrele- de devletin siyasal iktidarından farklıdır.
rinin dikkatlerini bir anda üstüne çek- Bu açıdan bakıldığında, özel kişiler kendi
miştir. 1981 tarihini taşıyan iki ciltlik İle­ ortak çıkarlarını ortaklaşa bir biçimde
liji111ıel Eylem KHrann (l'hcorie dcs komu- düşünme noktasına geldikleri her anda
nikativcn Handclns) adlı çalışması top- bir alan oluşturmaktaydılar. Bu kamusal
lum kuramına yapılmış çok öncm1i bir alanın temel işlevi, yönetsel devlet eliyle
katkı olarak görülmektedir. saz konusu uygulamaya konan siyasal iktidan bir
yapıtında Habermas temcide tek yönlü yandan sınıtlamaklu:n, bir yandan da o-
ussallaştımıa sürecinin sonucu olarak nu meşru kılmaktır. Buna karşı Habermas'
modem toplumun karşılaştığı çeşitli si- ın savı, bu kamusal alan tasarımının ol-
yasal, ekonomik ve kültürel bunalımların dukça sınırlı bir yaşam oluşturduğu yö-
kökenlerini ortaya koymakta, bu buna- nündedir. Kuram düzeyinde "düşünen
lımlar sürecinin aşılması bağlamında te- kamu" tasarımı gerek tııtııcularca gerek-
melde "uzlaşım" yoluyla normlar ile de- se ileıicilerce kuşkuyla karşılanmış olsa
ğerler üstüne kurulmuş ortak karar alma da liberal kuramda kamusal alanın savu-
biçimlerini savunan bir çözüm önerisi nulması kısıtlı bir dizi doğal siyasal hak-
getirmektedir. kın ya da yurttaşlık haklarının biçimsel
1962 yılında yayımladığı ilk çalışması teminatından ileri gitmemekteydi. Tarih-
Kmlt11Sa/ Alanm Yapmıl Diiniipi111ii: Blltjtws sel bir görüngü olarak burjuva kamusal
Toplıı11111t111t1
Bir Kmegorisi ÜZ!rinı Artlf- alanı da eş derecede talihsiz bir yazgının
lmllalarda (Strukturwandel der Öffent- kurbanı olmuştur. Habermas, XIX. yüz-
lichkcit: Untcrsuchungcn zu eincr Kate- yılın ikinci yansında "sivil toplumun ye-
Habennas, Jürgen 638

ıüden feodalleşmesi" diye adlandırdığı "pratik" kavramının, onunla ilgili ve bir


saptama doğrultusunda "sivil toplumun o denli önemli olan emek ile ortak
ticarileşmesiıü, siyasal ya da siyasal olma- dünya yorumlanna dayalı toplumsal et-
yan otoriteıün bürokratikleşmesiıü, en kileşim tarzları arasındaki ayrımı gölge-
önemlisi de kitle iletişim araçlarını yön- lediğiıü dile getirmektedir. Marxçı kuram
lendirip güdümleyen propaganda güçle- Habermas'ın bakış açısına göre insan
rini büyüteç aluna almaktadır. "Yeıüden eylemleriıü salt üretim paradigması için-
siyasallaşmış alan'', butjuva kamusal ala- de kalarak kavramsallaştırmadaki ısrarı
nının, tüketime yönlendirilmiş bir top- nedeıüyle insan eylemlerinin özünü oluş­
lumun, yarışmaya dayalı bir siyasetin zo- turan iletişim boyutunu görememiş; bu-
runlu toplumsal koşulu olan devlet ile na bağlı olarak da yanlış çıkarım man-
toplum arasındaki ayrımı kemirmektedir. tıklarına dayalı yanlış sonuçlara varmış­
Habermas burjuva idealinde açığa vuru- ur.
lan normatif iddiaları asla ortadan kaldır­ Yine bu aynı dönem boyunca Haber-
mamış olmasına karşın, Kam11sal Akımn mas, Alınan toplumbiliminde "olgucu-
Yapısal Diiniişiimii geç dönem kapitalist luk taruşması" diye bilinen tartışma
toplumun başkalaşmış koşullan alunda bağlamına oldukça dizgeli ve kapsamlı
yenilenmiş bir kamusal alan olanağına bir olguculuk eleştirisiyle katkıda bulun-
oldukça temkinli yaklaşmaktadır. Aradan muştur. Söz konusu eleştiri, eleştirel bir
ancak otuz yıl geçtikten sonra Habermas girişim olarak bilgikuramını kaynağından
Olg,11/ar ile No1'flllar Arasında (Faktizitiit alarak, Kant ile başlayıp XX. yüzyılın ba-
und Geltung, 1992) adlı kitabındaki ol- şında da görece eleştirel olmayan "bilim
dukça iyimser bir notta karmaşık, çoğul­ kuramı" haline gelişine değin "bilgiku-
cu toplumlarda demokrasi umuduna geri ramının çözülmesi" süreciıü incelemek-
dönmektedir. tedir. Habermas'a göre olguculuk (ya da
1960'1ı ve 70'li yıllarda Habermas bir- bilimcilik) hiçbir eleştirel çözümlemeye
biriyle yakından bağlannlı bir dizi konu- ya da temellendirmeye gerek duymaksı­
nun iziıü sürmüş; "siyasetin bilimselleşti­ zın yalnızca bilimlerin gerçek bilgi ve-
rilmesi"ıü, çağdaş toplumlarda giderek rebileceği sayıltm üzerine kurulmuştur.
arttığını gözlemlediği "teknokrat bilinç"i Habermas, özellikle o dönemde çok göz-
kesin bir dille eleştirmiştir. Habcrmas'a de olan bu görüşe karşı çıkmış, bütün
göre teknokrasinin her yeri sarması kaçı­ bilgi biçimlerinin de temel insan çıkar­
nılamayacak bir durum olmamasına kar- larından ya da ilgilerinden doğduğunu i-
şın, kuram ile pratik arasındaki, pratik leri sürerek bilimin eleştirisine yönelik
bilgelik r-phronesis) ile teknik beceriler sağlam bir temel oluşturmaya çalışmışur.
r,:ıe/ehne) arasındaki klasik ayrımın koru- Bu bağlamda Habermas, farklı bilgi tür-
namamış olması böyle bir sonucu do- lerinin birbirlerinden ayırt edilmelerine
ğurmuştur. Birçoğu Kıtram ilt Praksis: Top- olanak tanıyacak "yarı-aşkın" ya da "in-
bım Felse.ftsiAraştmJJalan (Theorie und Pra- sanbilimsel bakımdan kökleri derinlere
xis: Sozialphilosophische Studien, 1963) uzanan" üç bilişsel ilgi/ çıkar tanımla­
adlı kitapta toplanmış bir dizi etkili yazı­ maktadır: teknik ilgiye/ çıkara karşılık ge-
sında Habermas, söz konusu ayrımın len doğa bilimleri; pratik ilgiye/çıkara
Hobbes'tan Hegel'e oradan da Marx'a karşılık gelen tarihse!-yorumbilgisel bi-
dek modem siyaset kuramında hangi yol- limler; aydınlanışa karşılık gelen eleştirel
larla· ortadan kalkmış olduğunun iziıü bilimler (örneğin, kendi bilimsel temelle-
sürmektedir. Bu noli:tada Marx'a karşı riıü yanlış anlamaktan kurtulmak koşu­
Habermas, yabancılaşmış emeğin sonu- luyla Marxçılık ile ruhçözümleme). Böy-
nun tek başına toplumsal aydınlanış ge- lelikle Habermas, toplum kuramı aracılı­
tirmeyeceğiıü ileri sürerek, Marx'ın kendi ğıyla bilgikuramının devamlılığını sağla-
639 IIabennas,Jürgen

nuş olduğu gibi, etkili bir olguculuk e- lıklı anlamaya ulaşma çabası olarak anla-
leştirisi doğrultusunda eleştirel bir top- şılması gerekmektedir. Bu açıdan bakıl­
lum kuraıru için de "prolcgomena", bir dığında bütün eylem türleri eninde so-
başlangıç noktası ya da ilk adım sunmuş nunda amaç yönelimli olmasına karşın,
olmaktadır. Ancak bu çabanın insanbi- iletişimse! eylemde ulaşılmak istenen tek
limsel desteklerini tam olarak içine sindi- amaç, karşıdaki kişi ya da kişilerin ya-
remeyen Habermas, çalışmalannda öte- şamdünyalanna değgin onlarla işbirliği
den beri etkili olan dil konusuna döne- yaparak beraber yürütülen yorumlama
rek, "*dilsel dönemeç';ten geçmiş bir süreci yoluyla ortak bir anlayışa varmak-
bağlamda düşüncelerini yeniden yapılan­ tır. Böyle bir süreçte, yani iletişimse] ola-
dırmıştır. rak eylemde bulunurken, Habermas'a
Habermas'ın başyapıtı sayılan İletipm­ göre kişiler az ya da çok ortaya koyduk-
sel Eylem KHram, (1981) çağdaş düşünme ları savlaİın geçerli olduğunu kabul eder-
evrenine gerek amaçları gerekse yapısı ler; ayrıca her iki taraf da karşılıklı olarak
bakımından toplum kuramının yönünü kendi savlarının geçerliliğini tanıtlayacak
değiştirecek denli önemli katkılarda bu- nedenler göstermeye, gösterdikleri bu ne-
lunmuştur. Habermas kitabına tıpkı We- denler doğrultusunda savlarının geçerli-
ber ile Parsons gibi bir eylem tipolojisi liğinin sorgulanmasına izin vermeye ha-
geliştirmeyi amaçlayan üstkuramsal dü- zırlıklı olmalıdırlar. Habermas daha tek-
şüncelerle başlamaktadır. Bu doğrultuda .nik bir düzeyde, modem ussallık yapılan
"uzlaşım yönelimli" (iletişim yönelimlı) bağlaırunda, ilerişimsel olarak karşılıklı
eylemler ile "başan yönelimli" (ussal a- anlamaya varına uğraşı içinde olan birey-
maç yönelimlı) eylemler arasında çok te- lerin kendi yorumlarını gerçekte üç te-
mel bir ayrım yapnuş; buna bağlı olarak mel "konuşma edimi"ne karşılık gelen
da "stratejik eylemler" ile "araçsal ey- üç ayn geçerli sav türüyle dillendirdikle-
lemler" arasında ayrıca bir aynma git- rini .savunmaktadır: (i) sabit, değişmez
miştir. Araçsal eylemler her zaman için konuşma edimlerinde ileri sürülen doğ­
fiziksel dünyada gerçekleştirilen amaç yö- ruluk savlan; (ıı) düzenli konuşma e-
nelimli müdahalelerdir. Genellikle etkili- dimlerinde ileri sürillen normatif doğ­
likleri açısından değerlendirilirken, tek- ruluk savlan; (ıiı) dilegetirmeci konuşma
nik kurallara bağlı olarak da betimlenir- edimlerinde ileri sürülen doğruluk savla-
ler. Buna karşı stratejik eylemler belli so- n. Bu üstkuramsal ve yöntembilgisel dü-
nuçlar elde etmek için insanları etkile- şünceler dışında İklipmsel Eykm Kuraım,
meyi amaçlayan eylemlerdir. Aynı araçsal bir ussallaştırma ve toplumsal ayrımlaş­
eylemler gibi stratejik eylemler de etkili- ma sürecinin sonucunda ortaya çıkan
likleriyle değerlendirilip, oyun kuramının modern toplum üzerine oldukça kapsamlı
sunduğu araçlar yanında ussal seçim ku- bir yorum sunmaktadır.
ramlatınca betimlenirler. Bu anlamda pek Habermas'ın geliştirdiği özgün "söy-
çok araçsal eylem aslında stratejik eylem- lem etiği" (ıletişim etiğı) onun iletişim
dir de, buna karşı stratejik eylemlerden kuraırunın ayrılmaz bir bileşenidir. Söy-
ancak kimileri araçsaldır. Öte yanda ileri- lem etiğinin temelde yararcılık ile Kantçı
şimsel eylem, bütünüyle bağımsız ve ayn etik kuramlanna karşı bir seçenek olarak
bir toplumsal eylem türüdür. İletişimse! · geliştirilmiş; uzlaşım sonrası bir etik an-
eylemin enson amacı ya da telolu başka­ layışa karşılık gelen bir yaklaşım oldu-
larını etkilemek olarak dile getirilemeye- ğunu söyleyen Habermas, bu yaklaşımın
ceği gibi bu eylem türü sırf etkilemek ana düşüncesinin birbiriyle çarpışan farklı
yoluyla da gerçekleştirilemez. O nedenle savlann geçerliliklerinin sınanabilmesine
daha çok dünyadaki herhangi bir şey ü- olanak tanıyacak bir uslamlama ilkesi ge-
zerine uzlaşıma varma, bu konuda karşı- liştirmek olduğunu belirtmektedir. Ha-
habitus 640

bermas'a göre böyle bir ilke, ancak ileti- !erin çok büyük bir bölümü ironik bi-
şim ile uslamlamanın genel pragmatik çimde hep o yerin dibine soknıkları mo-
varsayımlanna bakılarak temellendirilebi- dem bilinç felsefesinden kurtulamamış­
lecek bir ilkedir. İlkeyi temellendirirken lardır. Söz konusu gelenekte bilen ve
Habcnnas'ın izlediği yol en genci an- eyleyen özne ya dünyada yer alan öteki
lamda şu biçimde özetlenebilir: Belli ifa- nesneler arasında bir nesne olarak de-
deleri dile getirirken konuşmaalar en a- ğerlendirilmiş ya da bilinç etkinlikleri as-
zından üstü örtük bir biçimde farklı tür- la bilinç yoluyla kavranamayacak aşkın
den geçerlilik savlarına başvumıakradır­ bir özne olarak görülmüştür. Habermas
lar. Bunlar sırasıyla "doğruluk savı", "nor- bu durumdan kurtulmanın olanaklı tek
matif doğruluk'', "içtenlik ya da dürüst- yolunun öznelliğin bilinç felsefesinden
lük'' diye sıralanmaktadtr. Bu geçerlilik kurtularak her zaman için "öznelerara-
savlan aynı zamanda dışsal kısıtlamalar­ sındalık" doğrultusunda yol alan ileti-
dan kurtulmuş "ideal konuşma ortamı" şimscl eylem paradigması olduğunu ileri
nın da yeter koşullannı oluşturmaktadır. sürmektedir. Buna bağlı olarak da çoğu
Habermas 1992 yılında yayımladığı O/. postmodem düşünürün ileri sürdüğünün
fl'lar ik Nomılar Arasında başlıklı görece tam tersine, modernliğin henüz bütün
yakın tarihli kitabında önceki çalışmala­ olanaklarının tam anlamıyla araştırılma­
nnda ilgilendiği siyasal sorunlara yeniden dığı düşüncesi temelinde, "bitmemiş bir
dönerek iletişimscl eylem kuramının si- tasan" olarak gördüğü modernliğin tüke-
yasal içerimleri doğrultusunda bu sorula- tildiği sanılan ama gerçekte el değmemiş
n başka bir gözle yeniden irdeleme ge- biçimde araştırılmayı bekleyen olanakla-
reği duymuştur. Kitabın temel savı, de- nnın yeniden tartışılması gerektiğini sa-
mokrasi (halk egemenliğı) ile anayasaa- vunmaktadır.
lık (bireysel hakların teminatı) arasındaki Habermas'ın diğer önemli yapıdan a-
temel karşıtlığın, her ikisi de kavramsal rasında Zıır Logik Jer Sozjal111issensrhaften
olarak birbirlerine bağlı olduklanndan, (Toplum Bilimlerinin Mantığı Üzerine,
gerçekte olduğundan daha büyük göste- 1967), Teronik ıınJ Wissens•haft alı IJeologie
rilmiş olduğunun tanıtlanmasıdır. Buna (İdeoloji Olarak Teknik ve Bilim, 1968),
göre halk egemenliği ile temel haklar Kxltıır ıınJ Kritik (Kültür ile Eleştiri,
özünde aynı kaynaktan doğmaktadırlar; 1973), Legiliflll1tions-probkme im Spiitkapita-
çünkü her ikisi de ilerişiınscl us kavra- lismııs (Geç Kapitalizmde Meşrulaştırma
mında örtük olarak bulunan bir idealden Sorunlan, 1973), ZM Rekonstrıı/etion Jes
türemişlerdir. hittoris'1ıen MattrialimtHs (Tarihsel Madde-
Habermas, hemen bütün düşünsel ya- ciliğin Yeniden Yapılandınlması Üstüne,
şamı boyunca kültürel ve siyasal ı:artış­ 1976), Z11r philtısophifçhen Diskossionen 11111
rnalan yakından izlemiş; etkin bir biçim- MtUX ıınJ Marxilflllls (Marx ve Marxçılığa
de bu tartışmalarda yer alarak çeşitli dü- İlişkin Felsefece Tartışmalar Üstüne,
şünürlerle sıcak polemiklere girmekten 1977), Moralbt111ıısstsein ıınJ Ko111111ııniko­
kaçınmamışttr. Bu tartışmaların en ö- tit1tr RmJeln (Ahlaki Bilinç ve İletişiınscl .
nemlilerinden biri olan postrnodernizm Eylem, 1983), Vttgangenheit ab Zııkonft
tartışması, Habermas'ın 1985 yılında ya- (Gelecekteki Geçmiş, 1991) ile Texte ıınJ
yımladığı Modem/iğin Feke.ft Si!Jlemi: On İ­ Kontexte (Metin ile Bağlam, 1991) sayıla­
ki Derlin de (Der philosophische Dis- bilir. Aynca bkz. Frankfun Okulu; söy-
kurs der Modeme: Zwölf Vorlesungen) lem etiği.
ana konusunu oluşnırmaktadır. Haber-
mas'ın kitaptaki temel savına göre, Nietz- habitus (Lat) Kaynağını Aristoteles'in
sche'dcn Foucault'ya, Lyotard'dan Derri- *hekrilinden (huy; iyelik) alan ve
ortaçağ
da'ya postrnodcm düşünceyi bina eden- felsefesinde "sürekli yinelenen, alışkarılık
641 Hallllc-ı Mansür

haline getirilmiş davranış biçimi" için kul- bu birliği, olduğu gibi olmayı, gerçekliği
lanılan terim: "edinilmiş düşünce, davra- dile getirmede kavramlar yetersiz kalır.
nış ya da beğeni kalıbı". Gerçeklik kavramlarla bölünemez. Tüm
Çok sonmlan, XX. yüzyıl toplumbi- bölümlemeler yanıls'1!lla olduğuna göre
liminin önde gelen adlarından Pierre ben ile ben olmayan arasındaki ayrım da
Bourdieu de habitHS kavramını toplumsal yıınılsamadır. Duyulur dünyadaki (yani
yapılar ile toplumsal eylcni ya da pratik samsaradakı) insanın tüm acılannın kay-
arasındaki bağı oluşturan bir dizi edinil- nağı da benin gerçekliğine duyulan yanlış
miş düşünce, davranış ve beğeni kalıbını inançtır. Bunun için insanı, duyulur dün-
nitelemek için kullanmıştır. Bourdieu' yanın gerçek olduğuna duyduğu bu yan-
nün kazanılmış eğilimler toplamı olarak lış inançtan kurtanp olduğu gibi olmanın
habit11lu, örtük bir biçimde çocukluğun doğrudan deneyimine vardırmak gerekir.
ilk yıllarında edinilir; ama aşıQama) bir Olduğu gibi olma, yani Buddhalık, kav-
kez tuttu mu bireyin yapıp etmelerindeki ramsal düşünmeyle insandan gizlenir.
canalıcılığı sonsuza dek sürer gider. Ha- Buddhalığa ulaşmak için "us yokluğu"na
bitus içinden çıktığımız toplumsal dün- ulaşmak gerekir. Bu olduğunda, başta
yanın sınırlandırmalarına ayak uydurma- ben ile ben olmayan arasındaki ayrım ol-
mızı sağlar; yüz yüze geldiğimiz sonsuz mak üzere tüm ayrımlar ortadan kalkar.
sayıda durum için birçok strateji geliş­ Gerçeklik ikicisiz olduğu için Budd-
tirmemize olanak tanır. Başka başka top- halık ya da olduğu gibi olma her yerde,
lumsal ardyörderden gelen kişiler farklı herkestedir. Bundan dolayı herkes ol-
farklı habitHs'lar üretirler. Habit11lun en duğu gibi olmaklığa, Buddhalığa ulaşabi­
önemli işlevi ise "oyunu hissetme" duy- lir. Buna ulaşmak için yine duyulur dün-
gusu aşılamasıdır. yaya değil, içe bakmak gerekir. Gerçeklik
bilincin temelinde olandır. Gerçekliğin
Hakuin Ekaku (1685-1769) Zen Budd- farkında olmaksa bilgeliktir (San. pr'!Jna).
hacılığı'nın Rinzai Okulu'nun Japonya' Bilgeliğe ulaşmak için, kavramlarla dü-
daki en önemli temsilcisi olan Japon fel- şünmenin insanı götürdüğü yanılgılardan
sefeci. Rinzai Zen için temel temrin olan kurtulmak için bir ustanın gözetimi al-
koan uygulamalarını bir düzene bağla­ tında koan uygulamalan yapılmalıdır. Ko-
mıştır. an uygulamalan sonucunda aydınlanma­
Hakuin, Fujiyama yakınlanndaki Ha- ya vanlır; samsara ile NiffJandnın özdeş
ra köyünde doğdu. Keşiş olmak için evi olduğu kavranır. Aynca bkz. Japon fel-
terk edip bir Shoinji tapınağına girdi. sefesi; Zen Buddhacılığı; Dogen Ki-
Hurada yoğun meditasyon temrinleri gen; koan; Nirvantr, samsanı.
yaptı. Dokyo Etan adlı bir Zen ustasıyla
tanışması yaşamında bir dönüm noktası Hallıic-ı Mansür (857-922) Yaşamı ve
oldu. Bu ustayla tanıştıktan sonra aydın­ ölümüyle tartışmalar yaratan; "ene-1-
lanmaya ulaştı. hakk" sözüyle tanınan; tasavvuf öğreti­
Hakuin'in düşünce dizgesinin ardın­ sinin gelişmesinde önemli katkılan bulu-
da, Zen Buddhacılığı ile bunun dayan- nan dünyaca ünlü İs!aın mutasavvıfı. Ya-
dığı Mahayana Buddhacılığı'nın temel şamı ve öğretisi hakkında en önemli kay-
düşünceleri vardır. Hakuin de Zen Budd- nak Fransız araştırmacı Louis Massig-
hacılığı'nın diğer önemli okulu olan Soto non'un Passion d'al-Halft# (1922) adlı ya-
Zcn'in Japonya'daki kurucusu Dogen pıtıdır. İslam dünyasında daha çok feci
Kigen gibi duyulur dünyanın bir yanıl­ bir biçimde öldürülmesiyle tanınan Hal-
sama olduğuna; olduğu gibi olmanın bir lac-ı Mansılr'un tanrılık savında bulun-
olduğuna; her şeyin asıl görünüşünün ması nedeniyle idam edildiği bilinse de
ikicisizlik olduğuna inanır. Ona göre de daha sonraki mutasavvıflann da benzer
baphe 642

savlarda bulunup idam edilmemeleri baş­ zen içindeki "zıtlıkların birliği"ni açıkla­
ka gerekçelerin varlığına işaret etmekte- mak için kullarulmıştır. Terim bu haliyle
dir. Bu idam karannda yaşadığı dönemin Platon ve Aristoteles tarafından tanım­
toplumsal gerilimi içinde Hall~c-ı Man- lanan "karşıtlıkların uyumu olarak ruh"
sıir'un gerek dinsel gerek siyasal iktidar (!-prykht) kuramını da biçimlendirmiştir
için bir tehlike olarak görülmesi etkili ol- (Phaidon, 85a-86d, 91c-95e; RHh ÜZ!rine,
muştur. 876'da Bağdat'a giderek burada 407b-408a). Aslında Platoncu ve Aris-
önce Osman El-Mekki'den, ardından Cü- totelesçi bağlamda harmonia, matematikle
neyd-i Bağdadi'den tasavvuf dersleri alan ya da müzikle ilgili bir kavram olmaktan
Hallıic-ı Mansıir'un tasavvuf düşünce­ ziyade kökleri tıbba ya da organizmaya
sinde tuttuğu yol *vahdet-i viklid C'varlığın uzanan bir kavramdır. Hiç kuşkusuz ruh
birliği") öğretisine dayalı fma C'yok ol- kuramını fiziksel karşıtlıkların ,uyumu ü-
ma") görüşüdür. Cüneyd-i Bağdadi'den zerine temellendirmeye çalışan her giri-
edindiği bu görüşe göre insanın amacı şim kendisini ruhun ölümsüzlüğünü (*pa-
Tanrı'yla "bir olmak", beşeri varlığını lingmeıia) reddeden bir konumda bulur.
Tanrı'run aşkın varlığında eritmek olma- Pythagoras'ın "uyum" kuramı ise ruhun
lıdır. Fma-.ft-//ah denilen bu Tanrı'run var- ölümsüzlüğüne sıkı sıkıya bağlı olan bir
lığında yok olma sürecinin son aşama­ filozof olduğundan ötürü fiziksel olmak-
sında insan Tanrı sevgisiyle kendinden tan çok matematikseldir.
geçerek içinde yaşadığı gerçekliği. başka Harmonia'nın etik içermelerinin izleri
bir gözle görür. İşte Hallıic-ı Mansıir da i5e *kathanir (arınma) ile *IDphro!Jfle (öl-
bu şekilde Tanrı sevgisiyle dolarak kendi çülülük; ılımlılık) kavramlarında sürüle-
içindeki tanrısallığı keşfetmiştir. Ölümü- bilir: Platon'un "karma yaşam" betimle-
ne gerekçe olan sözünün tamamı şöyle­ mesinde (Phileboı, 64a-66a); Aristoteles'in.
dir: "Eğer Tanrı'yı tanımıyorsanız eserini "orta yol" öğretisinde; bedensd hazzın
tanıyınız; işte o eser benim, ben Hakk' doğası üzerine yazılmış antik felsefe me-
ım, çünkü ebediyen Hakk ile hakkım." tinlerinde; Herakleitos'un "uyum" kura-
Aynca bkz. tasavvuf. mında ... Pythagorasçı harmonia Platon'un
felsefesinde diyalektiğin yolunda yürü-
haphe (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde, mesi gereken filozofun eğitiminde de
özellikle de Aristoteles'te, "dokunma"ya önemli rol oynar (Devlet VII, 530c-53 lc;
da "temas" anlamında kullanılan terim: Timaioı, 47c-d). Stoacılann ahlaklı ya da
"dokunma duyusu". iyi yaşam için sundukları reçete de "do-
ğayla uyum içinde yaşama"dır.
Hare, R. M. bkz. kuralkoyuculuk.
Hartmann, Nicolai (1882-1950) :XX.
harmonia (Yun.) İlkçağ Yunan fdsefe- yüzyılın ilk yansında Alman fdsefesini
sinde "uyum"; özellikle de birbirine zıt oldukça etkileyen, öğrencisi Takiycttin
olan şeylerin, karşıtlıkların harmanlan- Mengüşoğlu aracılığıyla Türkiye'deki fel-
masıyla ortaya çıkan dengeden doğan u- sefenin yol alışında da dolaylı etkileri
yum anlamında kullarulan sözcük. bulunan, "yeni varlıkbilgisi" akımı ve öğ·
Genellikle Pythagoras'a atfedilen mü- retisinin başlıca kurucusu Alman filozof.
zik ile ilgili ölçülerin matematiksel oran- Hartmann'ın çizdiği düşünsel yörünge
larla ilişkilendirilmesinin keşfi bağlamın­ daha ilk bakışta çağdaşı Heidegger'inki-
da harmonia, Yunan felsefesinin gelişi­ ne yakından benzemektedir. Nitekim işe
minde sıradışı bir etkide bulunmuştur. öncelikle bilgi ile bilginin temelleri soru-
İlk elde, sayılann (arithmoı) tüm şeylerin suna yönelik Yeni Kantçı ilgilerine son
oluşturucu ilkesi olduğu öne sürülmüş; vererek başlayan Hartmann, daha sonra
harmonia evrenin düzenini (holon), bu dü- "varlıkbilgisi", yani varlıklann Varlığı so-
643 Hartmann, Nicolai

rununa yönelmiştir. Ama Hcidegger'in toplumsal ve kültürel yaratılanyla, Hegel'i


tam tersine bu ba~amda insanlara ya da alıntılayarak nitelendirdiği "nesnelleşmiş
"Dasein" a herhangi bir öncelik tanıma­ tin" olarak insanlar gelmektedir. Bu dü-
mıştır. "Eleştiricilik uykusundan uyanma- zeyler ya da varlık katmaıi.lan çeşitli bi-
sı" ile birlikte Hartmann, aşkınsal idea- çimlerde birbirleriyle ilintilidirler ama
lizm, aşkınsal ben, pratik usun önceliği alttaki kendilikler hiçbir zaman için üst-
gibi pek çok Kantçı öğretiyi reddetmiş­ tekileri oluşturamazlar. Bu anlamda söz-
tir. Bilginin varolan bilgiyi üretmediğini, gelirni salt maddeden oluşan kendilikler
bilinenleri de değiştiremeyeceğini gerek- bir bitkinin, hayvanın ya da insanın hiç-
çe göstererek, bilgikuramının kimi Yeni bir bölümünde yer alamaz. Ne var ki bu-
Kantçılar'ın sandığı gibi felsefenin tek nun tam tersine yüksek bir varlık düze-
uğraş alanı olmadığını savunmuştur. Hart- yindeki kendilik daha aşağı düzeydeki bir
mann'a göre asıl araştınlması gereken var- kendilikte ya da ona karşılık gelen kate-
lık; bilinen nesneler ile o nesneleri bile- gorilerde zorunlu olarak bulunmaktadır.
nin varlığıdır. Yıne de Hartmann'ın Kant- Bu an varlıkbilgiscl aynın doğrultusunda
çılığı bütünüyle enson anlamda reddet- Hartmann, değerler alanının nasıl temcl-
mediği aşağıdaki sözlerinden açıkça an- lendiı:i.lmesi gerektiği sorusuna yönelmiş­
laşılmaktadır: "Filozoflar birtakım dizge- tir. Nitekim Hartmann'ın felsefeye yap-
ler kurmuşlar, belli sorunlar üzerine kafa tığı en büyük katkı hiç kuşkusuz "değer­
yormuşlardır. Ama tam da seçtikleri diz- bilgisi" alanında kendisini göstermekte-
geden ötürü birtakım saçma sonuçlara u- dir. Hartmann, en genel anlamda söyle-
laşmışlardır. Dizgeler reddedilmelidir; on- necek olursa, değerlerin ne Kant'ın dü-
lar geçmişte kalmış şeylerdir. Ancak so- şündüğü gibi ussal istencin yaşamasına
runlar ölümsüzdürler; filozoflar da öner- dayalı olarak varolduklanru, ne de her-
dikleri çözümlerle bu sorunlara kalıcı hangi bir biçimde ahlaksal "yapmalısın"
katkılarda bulunmuşlardır. Bu katkılar­ buyruğıınca temellendirilebilir oldukları­
dan biri Kant'ın deneyimimizin katego- nı düşünmektedir. Değerler, aynı mate-
rilerden oluştuğu yönündeki düşüncesi­ matik ile mantık doğruları gibi nesnel bir
dir. Kategorilerin öznel olduktan çıkarı­ özler alanı oluşturmaktadırlar; dahası ay-
mında bulunan Kant, deneyimimizin şey­ nı onlar gibi apriori olarak keşfedilmeleri
lerin kendilerine uygulanamaz olduğunu olanaklıdır. Değerler bu anlamda Hart-
göstermiştir." Kategorilerin hem bilişi­ mann'a göre karmaşık sıradüzenli bir diz-
mizde hem de kendinde şeylerde bulun- ge oluşturmaktadır. Tıpkı varlıkbilgisin­
duklarını öne sürmesi Hartmann'ın Kant' de olduğu gibi, daha yüksek değerlerin
tan ayrıldığı temel noktadır. Nitekim tam gerçekleşimi, daha düşük değerlerin, yani
bu temel ayrılık noktasında Hartmann, öncelikle ahlaksal olmayan ya da en ya-
etkileri özellikle görüngübilim geleneğin­ lınkat olan değerlerin gerçekleşimine da-
de son derece yakından duyumsanacak yalıdır. Bu anlamda Hartmann'a göre ilk
yeni bir varlıkbilgisinin temellerini atmış­ önce aile değerlerine sahip çıkılmadan ya
tır. da toplum yaşamındaki ödevler yerine
Hartmann'a göre kendilikler arala- getirilmeden herhangi bir biçimde "aziz"
rında bir düzeyler sıradüzeni oluştur­ olunması olanağı yoktur. Bununla birlik-
maktadır. En alt düzeyde uzay ile neden- te değerler kendi aralannda bir çauşma
sellik kategorilerine konu fiziksel kendi- yaşayabilirler. Nitekim böyle özel durum-
likler bulunmaktadır. Bunların üstünde larla karşılaşıldığında doğru eylemin ne
organik kategorilere konu bitkiler bulun- olduğunu belirlemek için yapılması gere-
maktadır. Bitkilerden sonra gelen, bilinç ken, farklı değerlerle çoğunlukla birbi-
ya da amaç gibi kategorilere konu çeşitli riyle çauşan erdenıler arasında bir değer
hayvan yaşamı formlarıdır. En sonda da bileşimi oluşturmaktır. Değerlerin insan
Hayelı:, Friedrich August von 644

eylemleri olmadan gcrçekleştirilmclerinin şanu zamanı", gerçek zamanın içine yer-


olanaklı olmadığını savunan Hartmann, leşmiş olmakla birlikte onun doğasını be-
değerlerin enson gerçekleşimine kefil o- lirlemek gibi bir yeti taşımamaktadır. Ni-
labilecek insanüstü bir güç olmadığına i- etzsche ile Kierkcgaard'ın en genci an-
nanmaktadır. Bu bağlamda insanın ol- lamda varoluşçu olarak nitelenebilecek
madığı bir dünyada değer ile anlamın görüşlerine karşı büyük bir duygudaşlık
varlığı da söz konusu değildir. Eğer bu- besleyen Hanmann, şaşırua bir biçimde
nun tersi gerçek olsaydı, Hartmann'a gö- bu iki düşünürün düşmanı Hege!'e de
re insan özgürlüğü çok büyük ölçüde sı­ büyük bir yakınlık duymaktadır. Bu ilk
nırlanmış olacalı:u. Bu durumda önceden bakışta çelişkili görünen durum gerçekte
gerçekleştirilmiş değerleri gerçekleştire­ Hanmann'ın önyargısız bir biçimde han-
meyeceğimiz gibi, değerlerin enson an- gi düşünürde önemli gördüğü ne varsa
lamda gerçekleştirilmeleri de söz konusu alabilme yetisi taşıyan esnek bir felsefe
edilemezdi; çünkü bengisel anlamda de- konumu geliştirebilmiş olmasının başlıca
ğerlerin gerçekleşmesi Tann'ya özgü bir nedenidir.
yetiyi zorunlu kılacaku. Hanmann'ın felsefece düşünüşünü se-
Hartmann'ın felsefi düşünceleri ile rimlediği başlıca yapıtları şunlardır: Yeni
XX. yüzyıl Alman düşünürleri arasında Kantçı Marburg Okulu'nda yer aldığı
yakın benzerlikler söz konusudur. Söz- dönemin görüşlerini yansıtan ilk yapıtı
gelimi, bir yandan Scheler gibi nesnel PIAttıs Logik Jes Sti'" (Platon'a Göre Var-
değerlerin varlığına inanan Hartmann, ö- lığın Mantığı, 1909); Philosophisme GnmJ-
te yandan Hcideggcr gibi varlığın bilgi.- fragtn Jer Biokıgit (Biyolojinin Temel Fel-
den önce geldiğini düşünmektedir. Bu- sefe Sorunları, 1912); GnmJzjige tiner Me-
nunla birlikte aralannda birtakım ayrım­ tapf?ysik Jer Erkmntnis (Bir Bilgi Metafi-
lar da yok değildir. Scheler de Hcideggcr - ziğinin Temelleri, 1921); Yeni Kantçılık'
de kendilerini felsefenin akış yönünü de- tan kopuşunun izlerinin iyice belirgin-
ğiştirme savıyla onaya çıkmış birer dev- leştiğiiki ciltlik Die Phikısophie des Deut-
rimci olarak görmüşlerdir. Buna karşı, smtn 1Jealis11111s (Alman İdealizminin Fel-
Hartmann'a göre felsefe açıkça demir- sefesi, 1923-1929);Ethik(Etik, 1926);Dar
baş, başsız sonsuz (perenniag sorunların Problem des geistigen Stins (Tinsel Varlık
çözümüyle ilerlemektedir. Bu anlamda Sorunu, 1933); fılozoflann çoğunluk dü-
felsefe, felsefe için yapılmak zorundadır; şündüğünün tersine varlıkbilgisinin bilgi.-
yoksa Hcidegger'ir\ bclintiği üzere ya- kuramına değil de bilgi.kuramının varlık­
şama ya da varoluşa yazılmış ya da yazı­ bilgisine dayanması gerektiğinin temel-
lacak bir önsöz değildir felsefe. Bu açı­ lendirilmeye çalışıldığı, bu amaçla da bir
dan bakıldığında, Hanmann için herhan- nesnenin düşüncesinin ya da bilgisinin
gi bir özne tasarımına, "Dasein"ın Hci- olabilmesi için öncelikle o nesnenin var-
degger felsefesinde taşıdığı öncelik gibi lığının zorunlu olduğunun savunulduğu
varlıkbilgisel bir öncelik tanınamaz. Hci- N tue Wege Jer Ontofogit (Varlıkbilgisinin
deggcr düşüncelerinde yukandan aşağıya Yeni Yolu, 1942) ve son olarak Philo-
doğru ilerlerken, Hanmann tam tersi sophie Jer Nalur (Doğa Felsefesi, 1950).
yönde ilerlemeyi doğru görerek daha a-
şağıda olan varlık katmanlarından başla­ Hayelı:, Friedrich August von (1899-
yarak giderek daha yukarıdakilere yöne- 1992) Klasik liberalizme ilginin yeniden
len bir düşünme yordamını benimse- canlanmasına öncülük eden Avusturya
miştir. Sözgclimi "gerçek zaman'', fizik- doğumlu İngiliz iktisatçı, toplum ve siya-
sel nesneler ile olayların meydana geldiği set felsefecisi. Hukuk, ruhbilim ve iktisat
birlik içinde akan zamandır. Buna karşı öğrenimi gören Hayek daha çok bir ikti-
insan farkındalığına karşılık gelen "ya- satçı olarak, sosyalizme ve Keynesçi re-
645 haz

fah devİeti anlayışına getirdiği eleştiri­ yılabilir. Aynca bkz. gdenekçilik; ada-
lerle tanınsa da siyaset ve toplum haya- let
una ilişkin tutucu düşünceleri de bir dö-
nem oldukça etkili olmuştur. Hayyitiyye Mu'tezile'nin Bağdat ko-
Hayek'in toplum felsefesi, toplumun luna bağlı kelamcı Ebü'l-Hüseyin Hay-
ve belli başlı kurumlarının belirli bir dü- yat'ın IX. · yüzyılın ikinci yansında kur-
zenlemenin değil kendiliğinden gelişimin duğu okul. Hayyat'ın dizgeleştirdiği öğ­
bir sonucu olduğu yollu düşünceye da- retinin temel görüşü birçok kaynakta di-
yanır. Hayek düzene yönelik en büyük le getirildiği gibi onun 111a'Jli111 ("mcvcud
tehdidi kendiliğinden en iyiye ulaşan olmayan') konusundaki ayrıksı savlarına
toplumun gelişim sürecinin akıl tarafın­ dayanmaktadır. Bu nedenle Hayyatiyye o-
dan denetim altına alınabileceğine yöne- kulu Ma'dumiyye adıyla da bilinir.
lik yanlış inanan oluşturduğunu savun- Bazı Mu'tezile kclamalanrun da karşı
muş; merkezi planlamayla devletin top- çıktığı bu görüşe göre 111a'Jli111 bir töz ve
lumun gelişimine müdahalesinin ve sen- aynı zamanda bir cisimdir. Çünkü cismi
dikalann yaptığı gibi ortaklaşacı eylemle- olmaması durumunda sonradan varlığa
rin bireyin özgürlüğünün altını oyarak geçmesi de olanaksız olacaktır. Halbuki
Stalin'in Sovyet Rusyası ya da Hitler'in Tanrı varlıklan yaratılmalanndan önce
Nazi Almanyası'nda olduğu gibi totalita- de bilmektedir. Tasavvufun temel anla-
rizmin yolunu açacağını öne sürmüştür. yışına göre Tanrı "ezelden beri varolan"
Bununla da kalmayan Hayek, LA111, Le- anlaıruıida /emll111, evren ise "sonradan
gi;lation ana Liberry (Hukuk, Yasama ve meydana gelen" anlamında Mıiis'tir. Var-
Özgürlük, 1978)' adlı yapıtında "yapıku­ lığın meydana çıkması, yani hHJlis etmesi
rucu usçuluk'' biçimleri olarak gördüğü bağlaırunda 111a'Jli111, cismin yalnızca de-
sosyalizm ve toplumsal adalet düşünce­ vinim ve durağanlık niteliğini sonradan
sine dayalı tüm dizgelerin yanlış olduğu kazanmaktadır; öteki niteliklerin tama-
yollu düşünceyi temellendirmeye çalış­ ırunaysa önceden sahiptir. Hayyatiyye'
ıruşıır. Toplumbilimsel araştırma yöntem- nin Tann'run sıfatları, Kuran'ın yaratıl­
leri konusunda da çalışmalan bulunan mış olup olmadığı, insanın kendi edimle-
Hayek, yöntembilgisel bireyciliği benim- rini yaratma gücüne sahip olup olmadığı
seyerek toplumdan bahsedilemeyeceğini, gibi diğer tartışmalı konulardaki görüş­
ancak rekabet ve işbirliği halindeki tek leri ise Mu'tezile ile koşuttur. Aynca bkz.
tek bireylerden söz edilebileceğini sa- bud(Js, Mu'tezile.
vunmuştur.

Hayek'in piyasanın önemi üzerinrle haz (İ ng. plearmr, Fr. plaisir, Alm. lz11t,
duran ve devlet müdahalesinin en alt dü- Yun. httloneJ En genci anlamda, bir ey-
zeyde (ancak yasa egemenliği çerçeve- lemi gerçekleştirmenin ana nedenlerin-
sinde) olması gerektiğini savunan laissez: den biri ya da. bazen biricik nedeni ola-
fairt (''Bırakınız yapsınlar, bırakınız geç- rak gösterilen, bedensel ya da zihinsel
sinler") ekonomi kuramı pratikte karma olumlu duyum. Eski Yunan söylenlerin-
ekonomilerin sağladığı başanlar tarafın­ de Haz, Herkül'ü kendi tarafına çekmek
dan büyük oranda gölgelense de görüş­ için Erdem'le yanşırkcn resmedilir. Fel-
leri hata etkisini sürdürmektedir. Hayek' sefece düşünmenin tarihinde ise hazzı a-
in diğer önemli yapıtları arasında The PH· çıklamaya yönelik en bildik girişimler ta-
rt Theory of Capital (Saf Sermaye Kuramı, rih sırasıyla Aristippos (M.Ö. ykl. 435-
1944), The Rom/ to Serftlo111 (Köleliğe Gi- 355), Platon (M.Ö. 427-347), Aristotcles
den Yol, 1944), The ConstitHtion of Libtr!J (M.Ö. 384-322), Epikuros (M.Ö. 341-
(Ör.güdüğün Anayasası, 1960) ile The 271) ve başta Jcremy Bentham (1748-
Fatal Conırit (Ölümcül Kibir, 1988) sa- 1832) olmak üzere deneyci düşünürlere
haz hesabı 646

aittir. mıza ve düşüncelerimize bağlı olarak o-


Sokrates 'in öğrencisi Ki reneli Aristip- lumsaldır. Bu yüzden mutluluk ve hoş­
pos genellikle hazcılık öğretisiyle birlikte lanmayla yakından bağlantılı olan haz,
anılan Kirene Okulu'nun kurucusudur. bilincin bir niteliği olarak da görülebilir.
Etik ağırlıklı felsefesinde "haz" ile "acı" Aristoteles'ten sonra Epikuros ve iz-
üzerine odaklannuş ve bunları insanın leyicileri etik üzerine kurduklan felsefe-
içsel olarak hissettiği fiziksel duyumlar lerinde hazzı, erdem de dahil olmak ü-
olarak tanımlamıştır. Hazzı mutluluğun zere diğer bütün değerlerin yanında ikin-
ana öğesi olarak gören Aristippos, buna cil kaldığı, içsel bir doğal erek olarak alır.
karşın bilge kişinin temel niteliğini haz- Filozofun göreviyse hazzı en yüksek dü-
lan seçen ama kendini onlara kapı:ımıa­ zeye ulaşuracak yaşam biçimini bulmak-
yan bir erdemlilikte görmüştür. Aristip- tır. Nitekim Epik.urosçular yaşamın sa-
pos'a göre haz ya da acı duyumuna yol dece doğal ve zorunlu arzulan .tatmin e-
açan içsel devinimler geçici olduğundan den en yalın, en ılımlı biçimini benim-
haz ve acı kısa süreli, sürekli olmayan sersek bedensel hazları güvence altına
duyumlardır. alacağımızı savunurlar. Bu ise ancak yu-
Platon, Phikbos diyalogunda, hazzın muşak bir .devinim ya da salınım içinde
doğal bir yoksunluğun giderilmesinin al- acılardan uzak bir yaşantı biçimi olan *a-
gılanması olduğunu öne sürmüştür. Ki- tara/esia ('ruh dinginliği'') durumuna eri-
şinin haz alması, farkında olduğu.bir yok- şilerek başarılabilir. Epikurosçu öğretide
sunluğunu giderme olarak algıladığı bir beJli hazların belli ölçüler içinde kalına­
süreçtir. Hazza bu süreç ya da bu süre- rak alınması esastır.
cin algılanması neden olmaz; bu süreç Jeıemy Bentham, James Mili ve John
hazzın bizzat kendisidir. Dolayısıyla Pla- Stuart Mill'in öncülüğünü yaptığı deney-
ton'a göre haz nesnesi, bedenin dingin- ci haz kuramları ise en temelde hazların
liğini sağlayan ve zihnin arzu çığlıklarına hesaplanabilir, ölçülebilir ve nicelik ola-
yanıt veren bir süreçten ibarettir. Ancak rak karşılaştırılabilir olduklannı; hazların
Platon hiçbir tanımın hazlan tümüyle kap- ya bedensel duyumlardan (güzel bir ye-
sayamayacağını belirtmekten de geri dur- mek yediğimizde ağzımızda oluşan tat
maz. gibi, bedenin belirli bir bölgesinin du-
Aristoteles, Niko111aklıos'a Elile'te, Pla- yumlarından ya da iyi bir spordan sonra
ton'un bu "ihtiyaçtan" haz tanımının ya- insanın kendisini zinde hissetmesi gibi
nına birbirine bağlı gözüken iki yeni ta- vucüdun tek bir bölgesine ait olmayan
nım daha koyar. Buna göre haz, (ı) doğal duyumlardan) ya da bu tür duyumların
bir yetinin engellenmemiş eylemi (Vl 1. izlenimlerinden oluştuklarını ve haz ile
Kitap) ve (ıı) eylemin sonunda ortaya çı­ haz nesnesi arasında orantısal bir ilişki­
karak o eylemi tamamlayan duyumdur nin bulunduğunu savunurlar. Bcntham
(X. Kitap). Bu iki tanım hazzın nesnesi- bir deneyimden alınan toplam haz mik-
nin Platon'un iddia ettiği gibi başı sonu tarının belirlenmesinde göz önünde bu-
belli olmayan bir süreç değil, kendi i- lundurulması gereken beş değişken be-
çinde bütünlüklü bir eylem olduğu ko- lirlemiştir: yoğunluk, süre, verimlilik (ge-
nusunda hemfıkirdirler. Hazzın bu eyle- lecekteki daha başka haz olasılıkları), saf-
me kattığı şeyse tamamlanmışlık. duygu- lık (hazza acının bulaşmaması) ve bü-
sudur. Ancak Aristoteles'e göre bir ey- yüklük. Aynca bkz. ht:done, hazcılık;
lemden aldığımız hazzın ilke olarak baş­ haz hesabı.
ka bir eylemle ulaşılabilecek türden bir
duyum olduğunu söyleyemeyiz. Bir du- haz hesabı ~ng. hedonic ra/G11'1ıs; Fr. çaf.
yumun haz verici olup olmadığı. ya da ne G11/e hblonistiq11e; Alm. hedonistisdıer /ealtü~
kadar haz verici olduğu o anki arzulan- Jeremy Bentham'ın "en çok sayıda in-
647 hazcdık

sana en yüksek düzeyde mutluluk" ilke- İlkçağ Yunan felsefesine baktığımız­


sine dayalı yararcı felsefesinin bir eyle- da, örneğin Kitendilerin doğrudan tek
min ürettiği hazzın ve acının toplamının, tek bedensel hazların peşinden koşulma­
dolayısıyla da eylemin sonuçlarının top- sını öğütlediklerini, Demokritos ile Pro-
lam değerinin hesaplanması için önerdiği tagoras gibi başka filozoflarınsa önemli
yöntem: "ahlaksal aritmetik''. Bentham' olanın kişinin hayat boyu alacağı hazlann
ın Ahlôkın ve Y a.ra111a'11t1 İlkekri'1e Giriş bütünü olduğunu ve kötü hazlann bu
(Introduction to Principles of Morals bütüne zarar vereceğini göstermeyi a-
and Lcgislation, 1789) adlı yapıtının 4. maçladıklanru görürüz. Platon ile Aris-
Bölüm'ünde taslağını verdiği bu yöntem toteles ise iyi ve ahlikl.ı bir yaşamın aynı
"mutluluk hesabı" olarak da adlandırılır. zamanda haz verici olduğunu savunur-
Bentham'a göre, belirli bir durumda iki lar. Kiniklerin çileci anlayışına göreyse
olanaklı eylemden hangisinin yapılması­ haz kaçıriıJması gereken bir şeydir.
nın doğru olduğunu belirlerken bu ey- Hazcılık, ilkçağ Yunan felsefesinin
lemlerden etkilenebilecek herkes için do- bu ilk döneminin ardından, Helenistik
ğabilecek hazlan ve acılan toplayıp bun- felsefe döneminde Epikurosçuluk ve
lan yoğunluklanna, sürelerine, verimlilik- mutçulukla yeniden canlanmıştır. Enson
lerine, saflıklanna ve büyüklüklerine gö- amacı Epikuros'un "mutluluğun gerçek
re değerlendirmek mümkündür. İdeal an- evi" olarak gördüğü ataraksia'ya ("ruh
lamda bu yöntem en iyi sürece hangi ey- dinginliği") ulaşmak olan Epikurosçu
lemin sahip olduğunu, dolayısıyla da han- öğretirıin temelini acıdan annmış, hazzın
gi eylemin doğru olduğunu belirleyecek- eşlik ettiği erdemli, dingin bir yaşamın
tir. Bentham'ın bir eylemin sonuçlannın seçilmesi oluşturur. Epikuros'un hazcı­
eşit haz birimleri araalığıyla ölçülebile- lığı hazlar arasında aynına gitmesi ve ya-
ceği, bunlar araalığıyla hesaplanabileceği rarcı bir etik anlayışı gütmesiyle de dik-
nesnel bir çerçeve sağladığını varsaydığı kat çeker. Epikuros ve onu izleyen Epi-
bu yöntemin, özellikle belli bir miktar kurosçulann bu dönemde ortaya koy-
yoğunluğun aynı miktarda saflıkla aynı duklan acı tarafından saflığı bozulmamış
değerde olduğu gibi sakat bir mantığa bir tinsel hazyaş01111 öğretisi birkaç yüzyıl
dayanması açısından, uygulanamaz oldu- boyunca etkisini sürdürmüştür.
ğunu onun en ateşli yandaşları bile kabul Ortaçağ bo}runca Hıristiyan tannbili-
etmiştir. Aynca bkz. yararcılık; Bent- mi öğretilerinin de olumsuz etkisiyle pek
ham, Jeremy. doğrudan tartışılmayan hazcılık, deney-
ciler eliyi~ xvm. yüzyıl İngiltcrcsi'nde
hazcı yararcdık ~ng. hetlorıistiG utilitana- yeniden hayat bulmuş; Jeremy Bentham
,,İstlr,
Fr. 11tilitarisme hitlorıiste; Alm. hetlıırıis­ XVIll. yüzyılın sonlannda hazalığı nor-
fisçhe 111ilitari.mt11ij bkz. yararcılık. matif (düzgükoyucu) bir ahlak kuramı ve
bir güdülenim kuramı olarak yeniden can-
hazcdık ~ng. hetlıı'1imı; Fr. hitlonimıe;Alm. landınp biçimlendirmiştir. Bu dönemde
hedonimı11s; es. t. islilz.aziı:ye] En genel an- başta Jeremy Bentham ile John Stuart
lamda hazzı 0'hedone) "en yüksek iyi" o- Mili gibi yararcı felsefecilerin ortaya koy-
larak gören öğretiler bütünü: "hedo- duklan "haza yararcılık" olmak üzere çe-
nizm". İnsanın tüm yapıp etmelerinde, şitli hazcılık biçimleri modem felsefeye
bütün eylemelerinde başvurabileceği tek uyarlanmıştır. Bu uyarlamaların sonucun-
ölçütün "acıdan kaçınıp hazza ulaşmaya da hazcılığın ruhbilirnsel hazalık ve de-
çabalamak" olduğunu öne süren dünya ğerlendirmeci hazalık (etik hazcılık) ol-
görüşü; yaşamaktalığımızın, burada ol- mak üzere iki biçimi ön plana çıkar. Ruh-
maktalığımızın gerçek anlamını "haz"da bilirnsel hazcılar kaçınılmaz olarak hazla-
bulan bakışaçısL rın peşine düştüğümüzü, tüm eylemeleri-
bedone 648

mizin amacının aldığımız haz21 en yük- Stuart Mill hazları birbirlerinden nitdilı:
sek düzeye çıkarmak olduğunu savunur- bakımından ayırır ve yüksek hazların a-
ken değerlendirmeci (ya da etik) hazcılar şağı hazlardan ahlaksal açıdan daha iyi
hazlann ahlaksal olarak peşine düşme­ ve daha haz verici olduklarını ileri sürer.
miz gereken yegane usa uygun şey oldu- Hazclığın bir başka sorunu da mutlulu-
ğunu ileri sürerler. Birtakım felsefeciler ğun hazla ilişkisinden kaynaklanır. Aris-
farklılıklannı gözardı ederek bu iki haz- totelesçi gelenekte mutluluğun "iyi olma
cılık biçimini birleştirmeye çalıştıkları gi- durumu" ve "bütün insan c::ılemlerinin
bi doğal olarak bu iki hazcılık biçimin- doğal amaa" olarak kabul edildiği göz
den farklı hazcılık biçimleri de türetil- önüne alındığında, bu anlamdaki mutlu-
miştir. luk, haz belirli bir türden duyguya işaret
Bentham'ın doğanın insanı iki ege- ettiği ölçüde, hazdan daha kapsamlıdır.
men efendinin, h:.z ve aanın yönetimi Bu bağlamda mutluluğun öznitelikleri
aluna yerleştirdiği savından yola çıkarak hazzın özniteliklerinden daha düzgüko-
oluşturduğu ruhbilimsel hazalığı bütün yucu görünmektedir. Aynca bkz. haz;
güdüleniınin mevcut ya da olası haz u- haz hesabı; mutçuluk; yararcılık; E-
muduna dayandığını savunur. Bazı ruh- pikurosçuluk; Kirene Okulu.
bilimsel hazclar buna dayanarak gele-
cekteki eylemlerimize ilişkin seçimlerimi- bedone (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesin-
zin yeğlenen eylemin daha büyük haz de "haz" anlamında kullanılan terim.
vereceği düşüncesine dayandığım ileri sü- İnsan yaşamının amaa olarak haz ü-
rerler. zerine tartışmalar, Sokrates ile Sofistlerin
Bir değer kuramı olarak değerlendir­ başı çektiği ve ahlakın giderek önem ka-
meci ya da etik hazcılık ise ahlfilc bakı­ zandığı bir düşünce ikliminde başladL A-
mından doğru olduğunu savladığı iki ey- ma yine de, pek çok diğer felsefe konu-
lem anlayışı ortaya koyar. Her iki eylem sunda olduğu gibi, adamakıllı ele alınışı
anlayışı da eylemleri kesinlikle sonuçlan- Platon'un diyaloglannda gerçekleşti. Söz-
na göre değerlendirdiklerinden ahlfilci so- gclimi Gorgialm (491e-492c) Sokrates,
nuççuluğun farklı dilegetirilişleridir. Kla- kendisine hazcı bir konumu yer edinmiş
sik yararcılık öğretilerinde eylemler her- Kallikles adındaki bir Sofistle bu mese-
kes için ürettikleri hazzın miktanna göre leyi mrtışır. Bundan da öte, Philebos tü-
değerlendirilirken, benci görüşün haz an- müyle haz duygusu üzerine; hazzın kö-
layışında eylemler kişiye sağladıktan haz- kenini ve doğasını açıklamak için kaleme
za göre değerlendirilirler. alınmış bir diyalogdur.
Felsefecilerin çoğu gerek ruhbilimsel Platon her iki diyalogda da hazcı Ki-
hazclığın gerekse etik hazalığın savlarını rene Okulu'nun kurucusu Aristippos gi-
abartılı bulurlar. Hazcılıkla ilgili en bü- bi filozoflann savunduğu, hazzın tüm
yük sorun hazların nitelik ve nicelik açı­ yapıp etmelerimizin biricik amacı, tüm
sından farklılıldanııın belirlenmesi konu- seçimlerimizin tek gerekçesi olduğu gö-
sundadır. Tartışılan sorulardan biri nice- rüşünü kıyasıya eleştirmiştir. Phikbos di-
lik bakımından en büyük hazzı hangi yalogunda Platon'un asıl varmak istediği
eylemin verdiğidir. Kişinin seçimini yön- nokm hazzı "iyi yaşam" içinde bir yere
lendirenin hazzın niteliğinden çok nice- koymak; ona bir yer açmaktır. Platon,
liği olduğunu savunan Bentham hazzın salt haza bir duruşu yadsıdığı gibi, haz-
çeşitli kaynaklan arasında doyumun yo- zın varlığıru tümüyle reddeden bir tür
ğunluğu, süresi, verimliliği, saflığı ve bü- köktenci karşı-hazcılığı da eleştirmiştir.
yüklüğü temelinde aynma gider. Bir di- Platon'un önerdiği çözüm ikisinin orm-
ğer soru ise farklı türden hazların nitdilı: sında bir yerde; haz veren ile düşünsel
farklılıklarına yol açıp açmadığıdır. John olanın bir pomda eridiği, bizi iyi yaşama
649 Hegel, Georg Wılhelm Friedrich

götürecek olan "karına yaşam" dadır (Phi- nemlerde Hegel'in pek değinilmemiş
ltbor, 44a, 20a-b; 59c-6 lc). yönlerine giderek artan bir ilgi eşliğinde
Platon'un bu çabası; hazalık ile Sok- Hegel felsefesinin yeniden canlandırıl­
ratesçi anlıkçılığın birbiriyle çatışan dü- maya çalışıldığı görülmektedir. Bütün
şüncelerini uzlaştırma girişimi, Akademia felsefesi boyunca insanın özünde tarihsel
içinde tartışmalara yol açmıştır. Aristote- bir varoluşu bulunduğunu, tarihinse öz-
les'ten öğrendiğimiz kadanyla, Platon'un gürlük bilincinin gelişimiyle özdeş oldu-
ölümünden sonra Akademia'nın başına ğunu savunan Hegel, gerçek özgürlüğün
geçen Speusippos her ne türden olursa üyelerinin birbirlerinin varlığını aynı öl-
olsun "iyi"ye eklemlenme yönünde bir çüde karşılıklı olarak tanıdığı., birbirlerine
haz anlayışını reddetmiştir. Ona göre haz eşit derecede saygı gösterdiği bir top-
bir oluş; bir süreçtir (gentsii) ve tüm diğer lumda yaşamak ile edinilebileceğini ileri
süreçler gibi amaç değil araçtır. Aristo- sürmüştür. İnsanın tarihselliği ile özgür-
teles'in kendi ortayolcu duruşunda da lüğü üstüne yaptığı çok önemli vurgular
haz ve acı aşın uçlarda bulundukları için yanında, başta "yabancılaşma" ile "diya-
kendi başlarına "iyi" olamazlar (Niluı- lektik" kavramlan olmak üzere birtakım
111/Jkhor'a Elik VII, l 152b-l 153b). Aynca felsefe kavramlarına getirdiği açımlama­
bkz. haz. latla Marxçılıktan varoluşçuluğa, yorum-
bilgisinden yapısöküme değin çok çeşitli
·hedonizm bkz. hazcılık. felsefe anlayışlarını derinden etkilemiştir.
Felsefe akımlan üzerinde yol açtığı ala-
Hegel, Georg Wilhelm Friedrich bildiğine geniş etkilere ek olarak, mo-
(1770-1831) XIX. yüzyılın ilk yansında dern toplum kuramlan, tarih, siyasetbi-
temelde Kant'ın felsefesine tepki olarak lim, Protestan tanrıbilimi gibi başka baş­
gelişen Alman İdealizmi diye bilinen fel- ka alanlarda da Hegelci yaklaşımların iz-
sefe akımının bir yanıla Fichte öbür lerini görmek olanaklıdır.
yanda Schelling ile birli.lı:te en büyük ku- Öteki Alman idealistleri gibi Hegel
rucularından; çoklannın gözünde felsefe de tek başına Kantçı ilkelerle kendi i-
tarihinin son büyük dizgeci filozofu. Al- çinde bütünlüklü bir "gerçeklik kuramı"
man İdealizmi XIX. yüzyılın sonlanna oluşturmanın olanaksız olduğu düşünce­
gelinene değin Almanya'daki felsefe gün- siyle Kant'ın eleştirel felsefesinin fdsefe
demini büyük ölçüde belirlemiş olması sorunlanna son noktayı koyamadığı inan-
bakımından son derece önemli bir "fel- andadır. Kendinden önceki iki idealist
sefe okulu"dur. Kant sonrası felsefenin öncelind~ olduğu gibi Hegel için de
en büyük dizgeci idealist fılozofu olan kendi içinde bütünlüklü bir gerçeklik ku-
Hegel, gerek yayımlanmış yazılarında ge- ramı, tek bir ilkeden ya da tek bir konu-
rekse de derslerinde "mantıksal" bakış a- dan başlayarak bütün gerçeklik biçimle-
çısından kapsamlı ve dizgeli bir varlık­ rini dizgeli bir biçimde açıklayabilen ku-
bilgisi kurmaya çalışmıştır. Hegel en çok, ramdır. Hegel'e göre gerçeklik biçimleri
kendisinden sonra Marx'ın başaşağı çe- güneş sistemindeki gezegenlerle, fıziksel
virerek komünist topluma doğru evrilen maddelerle, bitkiler, hayvanlar, insanlar
maddeci bir tarih anlayışı olarak yeniden gibi organik yaşam biçimleriyle sınırlı de-
yapılandırdığı. "erekbilgisel tarih" anlayı­ ğildir yalnızca. Nitekim gerçeklik biçim-
şıyla öne çıkmıştır. Nitekim XX. yüzyıl­ leri arasında tinsel görüngüler, toplumsal
da Hegel düşüncesinin mantıksal yönü ve siyasal örgütlenme biçimleri, sanatsal
büyük ölçüde gözdeliğini yitirmiş, düşü­ yaratılar, felsefe ile din gibi kültürel ö-
nürün daha çok siyaset ve toplum felse- rüntüler de yer almaktadır. Dolayısıyla
fesi üzerine söyledikleri ilgi ve destek Hegel, fdsefesini bina etmeye koyulur-
görmüştür. Bununla birlikte yakın dö- ken, felsefenin başlıca ödevinin bütün
Hegel, Georg Wilhelm Friedrich 650

bu çeşitli gerçeklik biçimlerini tek bir il- çıklama ödevini kurduğu felsefe dizgesi-
keden yola çıkarak açıklayacak bir dü- nin "Manuk Bilimi" adıru verdiği bölü-
şünce dizgesi kurmaktan geçtiğini ön- münde gerçekleştirmektedir. Dizgesinin
görmektedir. Bu öngörünün altında ya- bu ilk bölümünde "us" kavramının çe-
tan temd öncüllerden biri, hiç kuşkusuz şitli öğeleri tartışılarak dizgeli bir bağla­
Hegd'in ancak böylesi bir dizgeli doğaya ma yerleştirilmektedir. Öte yanda bu
konu bir kuramın inancın yerini bilginin kavramın gerçekleşme sürecini Hegd,
almasına olanak tamyacağıru düşünmesi­ dizgesinin öteki iki bölümünü oluşturan
dir. Çoğu felsefe tarihçisinin gözünde bu "Doğa Felsefesi" ile "Tin Felsefesi" bö-
düşünüşüyle Hegd, inanç ile bilgi arasın­ lümlerinde kapsamlı bir biçimde incele-
daki ikilik karşısında bilgiden yana aldığı mektedir. Hegelci anlamda Us'u bütün
tutumla, genelde Alman· Aydınlanması gerçeklik olarak tanıtlamayı amaçlayan
bağlamına, daha özeldeyse Alman İdea­ dizgesel işlevleri bir yana, her iki bölüm
lizminin usçu çerçevesine yerleştirilmek­ de kendi içinde aynca başka amaçlan da
tedir. yerine getirmek amaoyla tasarlanmış diz-
Hegel'e göre bütün gerçekliği açıkla­ gelerdir. Nitekim "Doğa Felsefesi" te-
yan temd ilke Us'tur. Hegel'in "us" de- melde doğal görüngüleri bütün yönle-
nilenden en genel anlamda anladığı, belli riyle gittikçe karmaşıklaşan bir olgular
bir insan tekine ya da tek bir özneye dizges_i olarak betimleme amacı üstüne
yüklenebilecek bdli türden bir nitdik ya kutulmuştur. Burada kurulan dizge en
da yeti değildir. Tam tersine ·bütün ger- yalınkat kavramlar olan uzay, zaman ve
çekliğin toplamıdır us. Bu düşünce uya- madde kavramlarıyla başlayıp, en sonda
nnca Hegel, us ile gerçekliğin bir ve öz- geliştirilen hayvan organizması kuramıy­
deş olduğunu, birbirlerinden şu ya da bu la kapanmaktadır. Buna karşı "Tın Fel-
biçimde ayrılarak düşünülmelerinin ola- sefesi" çeşitli ruhbilimsel, toplumsal ve
naksız olduğunu ileri sürer: "Ussal olan kültürel biçimler üzerine odaklanmakta-
gerçek, gerçek olan da ussaldır." Hegel, dır. Burada temelde tarutlanmaya çalışı­
Us'u gerçekliğin toplamı olarak tamm- lan ana düşünce, tinsel olgular gibi ideal
lamakla birlikte, bu us anlayışının Spino- şeylerin varlığının kişilerin bireysel bi-
za'run töz tasarımı doğrultusunda anla- linçlerinin öznd yaşantılanna bağlı ola-
şılmaması gerektiğini özellikle belirtir. rak tanımlanamayacağı, bunun için ba-
Buna göre usun, Spinoza'nın tözünden ğımSlZ, nesnel bir varlığın gerekli oldu-
ayn olarak, enson amacı usun kendisini ğudur. Hegel'in tinsel olgular için verdiği
ııınıması olan, diyalektik anlamda aşama­ belli başlı örnekler devlet, sanat, din ve
lanmış bir gelişim süreci olar.ık anlaşıl­ tarihtir. Jena Üniversitesi'nde çalışmala­
ması gerekmektedir. Us gerçekliğin bü- nru yürüttüğü, "Jena Dönemi" diye bili-
tünü olduğu için bu enson amaç ancak nen dönem boyunca Hegel, eleştirdiği
us kendisini bütün gerçeklik olarak tanı­ felsefe tutumlanna kıİrşı Schelling'in i-
dığıiıda gerçekleşmiş olacaktır. İşte felse- zinden yürüyerek "öznellik" ile "nesnel-
fenin temel amao da usu kendi bilgisine lik'' arasındaki karşıtlığın üstesinden an-
taşıyan bu sürece ilişkin, bu sürecin uğ­ cak bir "özdeşlik felsefesi" kurmak yo-
raklarına, usun hangi aşamalardan nasıl luyla gelinebileceğini öne sürmüştür. Bu
geçtiğine ilişkin tutarlı bir açıklama sun- bağlamda Hegd söz konusu özdeşlik
maktır. Açıkça görüldüğü üzere Hegel felsefesi için iki önkoşul belirlemektedir:
daha düşünüşünün başında us kavramı i- (i) her karşıtlık için birbirine karşıt olan
le bu kavramın gerçekleşme süreci ara- etmenlerin birliği olarak görülecek bir
sında kesin çizgilerle bir ayrım yapmak- birlik olmalıdır; (iı) karşıt e.tmenler bir-
tadır. likte oluşturdukları birlikten daha fazla
Hegcl, "us" kavramını aynntılanyla a- . bir şey olarak görülmemelidir. Hegd bu
651 Hegel, Georg Wilhelm Friedrich

iki önkoşulu belirledikten sonra özdeşlik Bu ikinci dayanak her şeyi yapılandıran
felsefesinde yeniden kurulacak birliği temel yapının iç yapısının us olduğu dü-
"özne-nesne" diye tanımlarken, özne ile şüncesiyle temdlendirilmektedir. Hegel
nesnenin kendilerini birbirleriyle karşı­ söz konusu iç yapıyı düşünme ile varol-
lıklı ilişlı:ileri temelinde "öznel özne-nes- manın kavraması son derece güç birliği
ne" ile "nesnel özne-nesne" diye ikiye olarak anlamaktadır. İkinci dayanağın
ayırmıştır, Hegel bu terimceyi çok uzun gösterilmesinin ardında yatan temel ne-
bir süre kullanmamakla birlikte, Jena den, yalnızca felsefi bir yaklaşımın bütün
Dönemi boyunca karşıt öğeler arasında gerçekliği kendi içinde tutarlı ve bütün-
bir birlik geliştirme izlencesi doğrultu­ lüklü bir biçimde düzenleyip bilgiye aça-
sunda hep aynı terimceyle düşünmüştür. bileceğidir. Bir başka deyişle, ikinci da-
Hegel'in dizgeci felsefesi gerçekliği usun yanağın varlığı, gerçek olan her şeyin an-
bütün yönleriyle bitlikte kendi kendini cak usun birtakım özgül öğelerinin ger-
temsili olarak kavramaya çalışır. Burada çekleşiminin us ile kavranması koşuluyla
sözü edilen usun hem bilgikuramsal hem gerçek olabilecekleri düşüncesine dayan-
de varlık.bilgisel bir temeli bulunmakta- dınlmaktadır. Bütün varlıkların özce dü-
dır. Bir başka deyişle Hegel için us, özel şünülebilir oldukları varsayımı, temel bir
bir yolla bilgi edinmemize katkıda bulu- yapıyı baştan koyutlamanın zorunluluğu
nan özel bir insan yetisi değildir. varsayımıyla birlikte, Hegel'e göre bizi
Hegel için usun varlıkbilgisel bir te- doğrudan doğruya "düşünce ile varlığın
meli olduğunu açık seçik bir biçimde birliği" olarak temel yapı tasarımına, yani
gösteren ·en: azından üç ayn dayanak bu- düşünce ile varlığın bir ve aynı olduğu
lunmaktadır. Bunlardan ilki, gerçek olan sonucuna götürür. Bu sonuç aynı zaman-
bütünlüğün varolan bütün olgulan oluş­ da usun varlık.bilgisel temeli olduğunu
turan, onlann gerçekleşimini olanaklı kı­ tanıtlayan üçüncü dayanağa karşılık gel-
lan temel bir yapı olarak düşünülmek zo- mektedir. yalnızca düşünenin varlığı var-
runda oluşudur. Hegel bu temel yapıyı dır. Gösterdiği dayanaklarda sürekli birci
"Saltık" ya da "Us" diye adlandırmakta­ bir felsefe konumu doğrultusunda us yü-
dır. Bu dayanağı, yani Saltık diye adlan- rütüyor oluşu, Hegel'in bütün felsefe an-
dırdığı temel bir yapının varlığını baştan layışının çoğunluk "Us Birciliği" diye ad-
varsayarken, Hegel açıkça "Birci" yakla- landırılmasının da başlıca nedenidir. Bu-
şımları özünde bu varsayım ile belirlenen nun yanında Hegel felsefesinin kimi baş­
Kant sonrası idealizm akımının Fichte, ka belirgin özellikleri de bulunmaktadır.
Schelling, Hölderlin gibi üyeleriyle aynı Bunlardan biri, sözgelimi Hegel'in ortaya
düşünmektedir. Hegel'e göre, söz konu- koymaya çalışuğı "Saluk Tin" anlayışın­
su dayanak ayrıntılı bir felsefi temdlen- da evren ile Tann'yı özdeşleştirecek den-
dirme gerektirmemektedir çünkü ancak li tümtanrıcı bir temellendirme manuğıy­
böyle bir dayanağın varlığı felsefi düşün­ la hareket etmiş olmasında gözlenmek-
celeri., dolayısıyla da felsefe etkinliğini o- tedir. Bunun yanında Tann'nın kendi bi-
lanaklı kılmaktadır. Bu yüzden Hegel, lincinde olmasının zorunlu olduğu yö-
dünyayı eksiksiz bir yetkinlikte, tam bir nündeki Hegelci sav, tannbilimci düşün­
bütünlük içinde "temsil etme" savıyla yo- celerin Hegel'in felsefesine ne denli ege-
la çıkan kendinden önceki bütün felsefe men olduğunu göstermesi bakımından
çabalarının baştan başarısızlığa mahkfun aynca önemlidir. Bu bağlamda özdlikle
olduklarını dile getirir. Hegel'in Us'un Tann'nın saltık zihninin ancak kendi ya-
varlıkbilgisel bir temelinin olması gerek- rattığı varlıkların zihinleri aracılığıyla ken-
tiği düşüncesi için gösterdiği ikinci daya- dini gerçekleştirebileceği düşüncesi bu-
nak, bir bakıma birinci dayanağın neliği­ nun açık bir kanıtıdır.
ni de d~ha açık bir hale getirmektedir. Dolayısıyla Hegel'in felsefesinin, en
Hegel, Georg Wilhelm Friedrlch 652

genel anlamda Kant, Fichtc ve Schelling ğın ya da yaşamın tiranlığa dönüşmesi


tarafından ortaya konmuş "aşlonsal idea- gerekecektir. Hukukun kuralları altında
lizm" anlayışlarını dizgeli bir yolla bire- yaşayan yurttaşın konu olduğu üçüncü
şimsel bir birliğe indirgeme çabası oldu- ve son aşamada, yabanıllann tasavvur
ğu söylenebilir. Şeylerin görünüşleri dı­ dahi edemeyeceği kendi özgürlüklerinden
şında hiçbir şeyin bilinemeyeceğini, şey­ çok daha yetkin, çok daha zengin bir
lerin özünü bize veren "kendinde şey özgürlük kavramının ortaya çıktığı du-
alaru"nın bilgiye kapalı olduğunu ileri sü- ruma yoğunlaşılacaktır. Bu üç aşamalı
ren Kant'ın bütün yollan tıkayıa olum- süreçte açıkça göcüleceği üzere, ikinci a-
suz kuı:ıımsal deneyim eleştirisine karşı şama bütünüyle birinci aşamanın karşıtı
Hegel, ilerletici, felsefeye yeni . bir yol olarak onun ortadan kaldınlmasına kar-
açan içkin anlamda olumlu bir eleştiri şılık gelirken, buna karşı üçüncü aşama
sunduğunu ileri sürer. Buna göre, ken- birinci aşamaya çok daha yüksek, zengin
dinde · şeyin gerçekliği görünüşler bakı­ ve doğru biçimde dönüşü anlatmaktadır.
mından bilinemez bir şey olarak değil, Hegel bu üç aşamayı sırasıyla (i) kendin-
gerek düşüncede gerek gerçeklikte daha de şey (An.tim); (ıı) kendi dışındaki şey
yüksek, daha zengin bir biçimde geri (Andlrssein); (ıiı) kendinde ve kendisi için
dönmek üzere karşıtlara bölünerek iler- şey (An-rmd-far·.titfı) biçiminde adlandır~
lemekte olan etkin bir süreç olarak anla- mıştır. Hegel'e göre bu üç aşama bütün
şılmalıdır. Hegel'e göre bu süreç en ya- bir düşünce ve varlık alanı boyunca bir-
lınkat biçimiyle varlık iken, en yetkin, en birlerini sürekli olarak izleyegelmişlerdir.
olgun, en zengin biçimlerinde kendisini En soyut mantıksal süreçlerden tutun da
tin, saltık zihin, devlet, din ve felsefe ola- zihnin en somut etkinliğine değin bu üç
rak gerçekleştirmektedir. Felsefenin baş­ aşamanın peş peşe gelme durumlarını
lıca ödevi de bu sürecin geçtiği bütün bütün her yerde açıklıkla görmek ola-
aşamaların, bulunduğu bütün uğrakların naklıdır. Bu durum Hegel'in gözünde fel-
dizgeli bir biçimde izini sürmektir. Bu sefe tarihindeki felsefe dizgelerinin bir-
ödev uyarınca Hegel'in izlediği yöntem birleri peşi sıra gelişleri için de aynen
her bir kavramda ve her bir şeyde kendi- böyledir.
sini gösteren üç aşamalı gelişimi (Ent- Hegel'e göre söz konusu diyalektik
witlelımiJ izlemekten oluşmaktadır C'Di- ilişki en iyi felsefi anlatımını varlık ile
yalektik": Sav rrez]-Karşısav [Antitez]- hiçlik kavramları arasındaki ilişkide bu-
Bireşim [SentezD. Bu anlamda Hegel, lur. Buna göre "varlık", her zaman için
Kant'ın söylediği gibi felsefenin dene- kendi karşıtı, yani "hiçlik" olma yöneli-
yimle çelişmeyip, tam ter.;ine eldt-ki dt-- mindedir; dolayısıyla bu birbirinin karşıtı
neyim verilerini bütünüyle felsefi kılarak . iki kavram "oluş" kavramı içerisinde
onlara enson anlamda doğru bir açık­ bütünleşmektedirler. Aristoteles mantı­
lama sunmuş olacağını savunmaktadır. ğına göre, "şurada olan ağaç" için söyle-
Hegel'in yöntemine göre, sözgelimi "öz- nebilecek doğru, "orada olanın ağaç ol-
gürlük" kavramını bilmek istediğimizde, duğu"dur. Ne var ki Hegel mantığı açı­
öncelikle yapmamız gereken, hiçbir dav- sından orada olan ağacın masa ya da kıi­
ranışlarını bastırma gereği duymayan, dü- ğıt olabilecek olmasını söylemek de aynı
şünmeyen, en önemlisi de hiçbir zaman derece doğrudur -söz konusu ağaan ger-
bu amaçlarla eyleme geçmeyen yabarul- çekliğinin eksiksiz bilgisini edinmek ba-
ların hiçbir sınırlamaya konu olmayan kımından. Bu anlamda Hegel gerçekliğin
özgürlük kavramlanna bakmaktır. Bun- en üst anlatımının ''varlık"ta değil "oluş"
dan sonraki ikinci aşamada, bu tür bir ta bulunduğunu belirterek, bunun aynı
özgürlüğün karşıtıyla değiştirilmesi için biçimde düşünce için de geçerli olduğu­
yabarulların bıraktıkları yerdeki uygarlı- nu söylemektedir. Çünkü bir şeyin ger-
653 Hegel, Georg Wı1hehn Friedrich

çek bilgisine ulaşabilmek için salt o anki ğun boyıindumğu aluna sokmaktadır.
halini ya da dummunu bilmek yetmez, Söz konusu zorunluluğun boyunduruğu
geçmişte ne olduğunu ve gelecekte ne ile karşılaşılması öncelikle ötekilerin hak-
olacağını da bilmek, yani o şeyi bütün lannın tanınmasında, sonra ahlakta, en
bir wihsel gelişimi içinde bilmek, bir şe­ sonunda da temel kurumu aile olan top-
yi eksiksiz bilme ediminin aynlmaz bile- lumsal ahlakta kendisini göstermektedir.
şenleridir, Varlık ile hiçliğin, her ikisin- Ailelerin biraradalığı sivil toplumu oluş­
den de daha yetkin bir kavram olan "o- turmakla birlikte, bu örgütlenme biçimi
luş" içerisinde bütünleşik lıalde içeriliyor Devlet ile k:arşılaşurıldığında son derece
olmalarına bağlı olarak, yaşam ile zihin büyük eksikleri olan bir yapılanmadır.
de yine aynı manuk uyannca "süı;cç" Devlet bu noktada Hegel'e göre düşün­
içerisinde kendilerinden daha yetkin bir cenin en yetkin biçimiyle gövdelenmiş
kavrama dönüşeceklerdir. Hegel bu nok- halidir; buna bağlı olarak da Tanrı'nın
tada en yalınkat biçimin "varlık", ondan kendisinin gelişiminin aşamalaııışında
sonra gelenin "yaşam", onlardan daha çok önemli bir yer tuttnaktadır. Devlet'
yetkin olarak ortaya çıkanın da "zihin" in kendi içinde araşurılmasının bir yerde
olduğunu yineledikten sonra, bu süreci tin anayasanın yapılması ile eş anlama geldi-
(Gnst) ya da idea (Begrijf) olarak adlandır­ ğini belirten Hegel, Devlet'in öteki dev-
maktadır. Kimi Hegel yorumcuları He- letler ile ilişkisinin araşurılmasının ise
gel felsefesindeki bütün üç aşamalı sü- uluslararası hukukun yazılmasına karşılık
reçlerin Tanı:ı ile özdeş olduğu geı:Çeğine geldiğini dile getirmektedir. Hegel aynta
dayanarak, bu sürecin de son çözümle- anayasanın ulusun ort.ak tinini oluştur­
mede T ann olarak anlaşılması gerektiğini duğunu, hükiimetin ise bu ort.ak tinin
öne sürmektedirler. Tin, Tanrı ya da Sal- gövdelenmesi olduğunun altını çizdikten
uk Düşünce sürecine ilişkin bu en temel sonra, tarihe bakıldığında her ulusun
düşüncelerin ışığı alunda Hegel. her biri kendisine özgü bir tini bulunduğunu, en
farklı bir alanı ele alacak biçimde felse- büyük suçların bir ulusun tinini hiçe sa-
feyi bölümlere ayırmıştır. (1) manuk ya yan tiranlar ile imparatorlar tarafından
da metafiziğin temel araşurma konusu işlendiği saptamasında bulunmaktadır.
olarak kendinde şey alanı; (2) doğıı. felse- Savaş bu bağlamda Hegel'e göre siyasal
fesinin temel araşurma konusu olarak ilerleme için kaçınılmaz bir olgu, daha da
kendi dışındaki şey alanı; (3) tin felsefe- önemlisi vazgeçilmez bir araçur. Bir baş­
sinin (Geisttrphilosopbit) temel araştırma ka deyişle, savaşın kaçınılmazlığı farklı
konusu olarak kendinde ve kendisi için devletler arasında baş gösteren uyuşmaz­
şey alanı. lığın derinleşerek bunalıma dönüşmesi­
Hegel'in devlet felsefesi, tarih felse- nin doğal bir sonucudur. Bu anlamda ta-
fesi ve Saltık Tin kuramı, felsefesinin gö- rihsel gelişimin "temeli", Devlet usun tin
rece daha kolay anlaşılır bölümlerini o- olarak gövdelenişi olduğundan her za-
lıışturduklanndan çoğunlukla çok daha man için ussaldır. İlk bakışta olumsalınış
büyük bir ilgi çekmişlerdir. Devlet'in gibi görünen bütün t.arihsd olaylar da
nesnelleşmiş zihin olduğunu ileri süıeıı gerçekte Devlet'te gövdelenen egemen
Hegel, buna karşı tutkuların, önyargıla­ usun manuksal açılımlarından başka bir
nn, kör itkilerin egemenliği altındaki bi- şey değildir. Hegel'e göre tutkular, itki-
reysel zihnin ancak belli ölçülerde özgür ler, çıkarlar, karakter yapılan, kişilikler ...
olabileceğini savunmaktadır. Bu yüzden bunların hepsi ya usun dışavurumudur­
yetkin anlamda özgür olmayan bireysel lar ya da usun kendisini ortaya koyabil-
zihin, yurttaş olarak kendisine ait olan mesine olanak tanıyan araçlardır. Bu ne-
tam özgürlüğüne kavuşabilmek için ken- denle tarihsel olaylann hep usun kendi-
disini özgürlüğün karşıtı olan zorunlulu- sini gerçekleştirerek yetkinlik kazanma
Hegclcilik 654

süreci doğrultusunda anlaşılmaları gerek- nümü yettı:inleştirmesi bakımından bü-


mektedir. Bu temel düşüncelerin tuttuğu tün doğruluğu Us yoluyla edinebilmenin
ışık uyarınca tarihin baştan sona ussal te- olanaklı tek yoludur. En yüksek Us ve
rimler ile kavranması gerektiğini ileri sü- kendisini en yetkin biçimde gerçekleş­
ren Hcgcl, bütün tarihsel olayların man- tirmiş Tin biçimi olması nedeniyle fel-
tıksal kategorilerle enson anlamda açıklı­ sefe, sanatın ve dinin konu olduğu sı­
ğa kavuşturulabileceği düşüncesine sar- rurlanmışlıklann hiçbirine konu değildir.
sılmaz bir inanç duymaktadır. Hegcl'in Felsefe bu anlamda Hegcl'e göre "öznel
tarih felsefesinde, tarihin en genci an- zihin ile nesnel zihnin en yüksek, en öz-
lamda üç aşamadan geçerek ussal tinin gür, en ussal bütünleşimidir; daha açık
gerçekliğine yetkinlik kazandırması söz bir deyişle Saltık Tin'in bütün gelişim ta-
konusudur: (i) tek kişinin kayıtsız koşul­ rihinin enson ve en üstün amacıdır."
suz egemenliğinin doğal sonucu olarak Hegcl'in, bu "son" büyük dizgecinin
özgürlüğün bastınlması aşaması olan belli başlı yapıtları arasında Phiinomenologie
"Oryantal Monarşi"; (ıı) özgürlüğün den- des Geistes (Tinin Görüngübilirrİi, 1807),
gesiz bir demagoji içinde yayılım gös- Wissenschaft der Logik (Mantık Bilimi,
terme aşaması olan "Eski Yunan De- 1816), Entyklopadie der philosophischen Wis-
mokrasisi"; (ıiı) anayasaya bağlı olarak senschaften im Grundrisse (Ana Çizgileriyle
özgürlüğün yeniden bütünleşme aşaması Felsefe Bilimleri Ansiklopedisi, 1817) ile
olan "Hıristiyan Anayasa Monarşisi". Grundlinien der Philosophie des &chts (Hu-
Hegel'e göre Devlet'te dahi zihin ö- kuk Felsefesinin İlkeleri, 1821) sayılabilir.
teki zihinlerin varlığıyla sınırlandırılmış Aynca Heget'in ölümünden hemen sonra
durumdadır. Bu nedenle özgürlüğün edi- (1832'den itibaren) ders notları ayıklana­
nim sürecinde son bir aşamanın daha rak kitaplaştırılmıştır: Vorlesmıgen iibtr die
katedilmesi gerekmektedir. Bu son aşa­ Asthetik (Estetik Ü zerine Dersler), Rcli-
ma saltık zihnin sanatta, dinde ve felse- gionsphilosophie: Vorlesungen (Din Felsefesi
fede salt kendisini kendisi olarak düşün­ Dersten), Philosophiegeschichte (Felsefe Ta-
mesidir. Sanatta zihin, ortaya konan sa- rihı) ve Die Philosophie der Weltgesthichte
nat yapıtında kendi üzerine sezgisel dü- (Dünya Tarihi Felsefesi). Ayrıca bkz.
şünümünü gerçekleştirir; bu anlamda sa- HegeJcilik; idealizm.
nat dallarının gelişimi saltık düşüncenin
ya da zihnin sanat yapıtında kendisini ne Hegelcilik ~ng. Hegelianisnr, Fr. Hege-
denli gerçekleştirdiğine bakılarak değer­ lianisme, Alm. Hegelianis11111s] Alman filo-
lendirilecek bir konudur. Öte yanda din- · zof Hcgel'in şu ya da bu biçimde izinden
de zihin, sonlu şeylerin sınırlılıkları karşı­ yürüyen, kendilerini çeşitli bakımlardan
sında kendi üstünlüğünü duyumsayarak Hegelci diye tarumlayan düşünürlerce o-
gerçekleştirmektedir kendisini. Ayru fel- luşturulmuş felsefe okulu, anlayışı y:a da
sefe tarihinde olduğu gibi, dinler tarihin- geleneği. Hcgelcilik tek bir başlık altında
de de tinin gelişim sürecinde belirleyici incelenemeyecek denli karışık, içerisinde
olan üç aşama söz konusudur: (i) son- birbirinden çok değişik eğilimleri hep
suzluk düşüncesinin alabildiğine abartılış beraber barındıran çok yönlü bir felsefe
aşaması olan "Oryantal Din"; (ıı) sonlu- konumudur. Bununla birlikte çoğunluk
ya verilen yakışıksız ve yersiz önem aşa­ yapıldığı üzere Hegelciliği en genci an-
ması olan "Eski Yunan Dini"; (ıiı) sonlu lamda iki ayn kola ayırarak ele almak
ile sonsuzluğun bütünleşme aşaması olan olanaklıdır. Ilk kolda yer alan Hegclcilik
"Hıristiyanlık Dini". Felsefe olarak saltık arılayışı, salt Hegcl'in düşüncelerini sa-
zihnin kendisini gerçekleştirmesi, hem vunma, yalruzca Hegelcitiği daha iyi an-
dinsel duygulardaki sırurlanmışlıklan aş­ latmak için belli yönlerden Hcgel felse-
ması bakımından hem de sezgisel düşü- fesini geliştirme amaa güttüğünden ge-
655 Hegelcilik

nc:llikle "Ortodoks Hegelcilik'' diye ad- takım Hcgelcilik an1ayışlan geliştirmiş;


landınlmaktadır. Buna karşı ikinci kolda ancak bunu yaparken ·neredeyse hiçbiri
yer alan Hegelcilik anlayışı, Hcgcl'in diz- de Hcgel'in felsefesi ile aralanna eleştirel
gesindeki boşluklar nedeniyle yeniden bir uzaklık koymayı başaramadıklann­
yapılandınlınası gerektiği düşüncesiyle, dan, Hegel'in düşüncelerine bir arpa bo-
kimileyin Hegel 'in dizgesinin belli yönle- yu yol aldıramamışlardır. Ne var ki bü-
rini kimileyin de bir bütün olarak dizgeyi tün bu ülkelerde aradan çok geçmeden
yeniden kurma amacı güttüğünden "Ye- Hcgelciliğc büyük karşı çıkışlar bir bir
nilikçi Hegelcilik" ya da "Reformcu He- boy göstermiştir. Bunun nedeni bir öl-
gelcilik" diye anılmaktadır. İçinde çok çüde Hegel'in Alman kökenli eleştirileri­
değişik eğilimleri, konumlan ve görüşleri nin hızlı bir biçimde Almanya dışında da
barındırması n~eniyle, söz konusu iki etkilerini göstermesiyse, bir diğer önemli
kolda yer alan Hegelcilerin hepsini bir- nedeni de "Yeni Kantçılık", "Maddeci-
den tanımlayan, hepsinin de ödünsüz sa- lik", "Pragmacılık" gibi öteki felsefe an-
vunduğu bir dizi Hegelcilik öğretisi sap- layışlarının giderek kendilerini duyumsa-
tamak neredeyse olanaksızdır. Hegelci- tan yükselişleridir. Bununla birlikte, He-
liğin kimileyin birbiriyle çelişecek denli gelciliğin kimi kollan gelen bu el~tiriler
çok değişik anlamlara gelmesinin hem karşısında Almanya dışında daha sağlam
içsel hem de dışsal birtakım nedenleri bir biçimde varlığını sürdürmüş; yapılan
vardır. Bunlardan en önemlisi Hegel'in saldınlara karşı birtakım savunmalar ge-
kendi dizgesi .içinde aynı anda idealizm- liştirme gereğinin baş göstennesi nede-
den nesnelciliğe, usçuluktan deneyciliğe, niyle yeni Hegel okumalarına gidilmiş;
tarihselcilikten saltıkçılığa başka başka Hcgel felsefesinin görece daha az bilinen
felsefe eğilimlerini bir araya getirmiş ol- yönleri adamakıllı işlenmiştir. Bu durum,
masıdır. Bir başka önemli neden de varoluşçuluktan post-yapısalcılığa, çö-
Hcgel'in düşüncelerine gösterilen eleşti­ zümleyici felsefeden görüngübilime de-
rel tutum nedeniyle Hegel'in dizgesinde ğin birçok felsefe akımının kendilerini
baş gösteren çözülmedir. Bu durum He- "karşı Hcgelci'' olarak tanımladığı XX.
gelciler tarafından Hcgel'in düşünceleri­ yüzyıla gelinene dek pek büyük bir deği­
nin kimileyin söylediklerine taban tabana şikliğe uğramadan bu biçimde sürmüş­
zıt bir biçimde sürekli yeniden ve yeni- tür.
ılen kurulması gibi bir sonuç -doğur­ Hegelciliğe karşı başlayan bu karşı çı­
muştur. Bu anlamda ortaya çıkan her kış dalgasının, XX. yüzyılın hemen baş­
yeııi felsefe akımı, sözgelimi Marxçılık, larında Dilthcy'ın kendi tarihselcilik an-
pragmacılık, görüııgübilim ya da varo- layışını Hcgcl ile belli belirsiz bir biçim-
luşçuluk, Hegel'in düşüncclCri yanında de bağlanalandırmasıyla başladığı söyle-
l· legelciliği de kendi bakış açılarından nebilir. Daha sonra, söz konusu bağlanu
~uk çeşitli biçimlerde değcrlendirmişler­ İtalya'da Croce ile Gentile tarafından kuş­
ı lir. Bununla birlikte belli çekinceler kuya yer bırakmayacak bir açıklıkta yeni-
kuymak koşuluyla Hegelciliğin kabatas- den kurulmuştur. Öte yanda, 1930'lara
lıık bir resmi yapılabilir. · gelindiğinde Jean Wahl Hegelcilik dü-
l Iegel'in düşünceleri Almanya dışın­ şüncesi içine birtakım varoluşçu izlekler
ılııki ülkelerde 1820'1erden başlayarak ta- sokmuş, onun peşinden de 1940'1arda
nınmaya başlamış; buna bağlı olarak za- Alcxandre Kojeve Hegclcilik üzerine et-
manla Kuzey Avrupa. İtalya, Fmnsa, kili Marxçı okumalar ortaya koymuştur.
Doğu Avrupa, en sonunda da İngiltere' Hcgelcilik aynca Macar felsefeci György
de çeşitli Hegelci Okııllar kurulmuştur. Lukacs'ın yazılan aracılığıyla Bau Marit-
Hu okulların her biri kendilerine özgü çılık anlayışı üzerindeki etkisini iyiden
yorumlama çizgileri doğrultusunda· bir- iyiye arttırmış; başını Adomo, Horkhei-
Hegelcilik 656

mer, Marcuse, Habennas gibi düşünür­ lamda bir Hegelci Okul'un yapılanması
lerin çektiği Frankfurt Okulu üyelerince daha çok 1819-1831 yıllan arasında ye-
yapılan eleştirel yeni yorumlara dek bu niden bulunduğu Berlin'de kurulmasına
etki büyük ölçüde sürmüştür. Son dö- öncülük ettiği "Bilimsel Eleştiri Toplu-
nemlerdeyse Fransız postmodemizmin- luğu" aracılığıyla gerçekleşmiştir. Editör-
den İngilizce konuşulan ülkelerin çö- lüğünü Hegel ile gözde öğrencilerinin
zümleyici felsefesine dek belli başlı bü- yaptığı topluluğun yayın orgıı.nı Bilimsel
yük felsefe alamlaruıın Hegel'in düşün­ Ekştiri Y1lbğlnın (Jahrbücher für Wıs­
celerinin yeniden ele alınması gereğine senchaftliche Kritik) 1825'te yayıma baş­
dikkat çekerek, Hegelciliğe yeni yönelim- lamasıyla birlikte o dönemin gündemini
ler ve içerirnler kazandırmanın arayışı i- belirleyen felsefi ve kültürel konulara i-
çine girdikleri görülmektedir. lişkin Hegelci bir bakış açısı gelişmiştir.
Doğ.ıl olarak Hegel'in etkileri kendi- Bu dergi aradan çok geçmeden Hegel-
sini ilk başta ülkesi Almanya'da göster- cilik karşıtlarınca kurulan Hegel Gazpesi
miştir. Nitekim daha filozof hayattayken ile sıcak tartışmalara girmiştir. Bu dönem
"Hegelci Okul" adıyla anılan önemli bir boyunca öteki Hegel izleyicileri de etik,
akımın yeşermeye başladığı gözlenmek- felsefe tarihi, kurgusal tanrıbilim, hukuk,
tedir. Hegelci Okul'un temsilcileri yal- siyaset felsefesi gibi kendi alanlarında
nızca Hegel'in saygın adı üzerine kurulu yaptıkları Hegelci yorumlarla Hegelci-
bir felsefe akımı başlatmakla kalmamış­ liğin biçimlenmesine katlada bulunmuş­
lardır. Aynca çıkardıkları detgilerde yap- lardır. Bunlar arasında en önemlileri ola-
tıkları yayınlarla bir yandan Hegelciliği rak Lcopold von Henning'in (1791-
yaymaya çalışırken, öbür yandan Hegelci 1886) Tarihsel Gelişim İpinde Etiğin İlkeleri
felsefenin temel ilkelerinden hareketle (1824), Kari Ludwig Michelet'nin (1801-
dönemin toplum yaşamında baş göste- 1893) Abnanya'da Y ahn Dô'nem Felsefe
ren kuramsal ve pratik sorunlara yönelik Di~elerinin Tarihi (183 7-1838) ve Philip
birtakım çözümler getirme uğraşı içinde Kari Marheinecke'nin (1780-1846) Bilim
olmuşlardır. Ancak Hegel'in düşüncele­ Olarak Hırirtf11111bğm Temel Dogma/an
rinde kapsamlı ve yaratıcı bir bireşime (1827) sayılabilir. Bunlara ek olarak bu
gitme ödevi daha çok · Hegel'in parlak ilk dönem Hegelciliğin genellikle en öz-
öğrencilerince gerçekleştirilmiştir. Bu öğ­ gün ve en önemli adı olarak gösterilen
renciler arasında ilk ve en çok göze çar- düşünürü Hegel'in Hei,clelberg'den de
panı Hegel'in 1801 ile 1807 yıllan ara- yakın arkadaşı olan Eduard Gans'tır
sındaki "Jena Dönemi"nden öğrencisi (1789-1839). Gans, Dii'!JIZlllll Tarihsel Ge-
Georg Andreas Gebler'dir (1786-1853). lişimi İp11de Miras Ka11unu (1824-1835)
Hegel'in Bedin Üniversitesi'nden aynl- adlı büyük yapıtıyla Kari von Savigny ta-
ması üzerine onun yerine bölüm başkanı rafından savunulan ''Tarih Okulu"nun
olan Gebler, 1827 yılında yayımladığı Bi- hukuk anlayışına karşı Hegel'in yaptığı
lincin Ekştirisi adlı kitabıyla Hegel'in Ti- eleştiriyi izleyerek bu eleştiriyi sonuna
nin Göriingiibilimi başlıklı yapıtı üzerine ilk dek götürmeyi başarıyla gerçekleştirmiş­
önemli Hegelcilik yorumlamasının genel tir. Gans, aynca liberal ilerlemeci bir He-
taslağını sunmuştur. 1816 yılında Hegel gelci bakış açısından dünya tarihinin fel-
Heidelberg'e bölüm başkanı olduğunda sefesi üzerine dersler vermiştir. Bu ders-
kendisine yeni bir destekçi bulmuştur: leri 1830'lu yıllarda genç Kari Marx'ın da
Tanrıbilimci Kari Daub (1765-1836) Gii- izlediği, özellikle de sonraki dönemlerin-
niimiiz!in Dogmalik T1111nbilimi adlı çalış­ de hukuk üzerine düşünceleri üzerinde
masında Hegelci yaklaşımı kendi özgün söz konusu derslerin önemli etkilerde
yorumuyla din sorunlarına uygulamıştır. bulunduğu aynca anılmaya değerdir.
Ne var ki Hegel'in çevresinde gerçek an- Kari Rosenkranz (1805-1879) bu ilk dö-
657 hegemonya

nem Hegelciliğin içerisinde Hegel'in gei'- Goschel, Gabler ve Erdrnann'ın çektiği


çek bakıımıa sadık kalmayı başarmış ol- Sağ Hegelciler, Hegel felsefesinin Hıris­
makla birlikte kendi bağımsız düşüncele­ ıiyanhk ile uzlaşı içinde olduğunu düşün­
rini de geliştirebilmiş olmasıyla dikkat dükleri bölümleri üstünde durmuşlardır.
çekmektedir. Roseııkranz, Hegel'in ko- Buna karşı Sol Hegelciler, Hegel felsefe-
numunu bütün diyalektik karmaşıklığı sinin özellikle Hıristiyan karşın öğretlle­
içinde, çoğu Hegel izleyicisinin tersine, ı:ine yoğunla,arak, "maddeci", "sosya-
Hegel'in Kant ile Aydınlanma mirasıyla list'', 0 usçu" hatta kimileyin '•tümtaiıncı"
bağlantısının izini sürerek açıklamaya ça- Hegelci okullar kurmu~ardır. Sol Hegel-
lışmıştır. Rosenkranz aynca Hegelciliğin ci diye anılan düşünürlerin arasında en
doğasını betimlemek bakımından da ö- önemlileri olarak Feuerbach, Richter,
nemli bir saptamada bulunmuştur: "Bü- Marx, Bauer, Sttauss adlan sayılabilir.
tün öğıcncilerini toplayıp biraraya getir- İngiltere'de Hegelciliğin özellikle xıx.
seniz ancak Hegel'e denk gelirler; çünkü yüzyılda Sıirling, Green. Caird, Nett-
hepsinin çalışmalan Hegcl'in felsefesinin leship, McTaggart, Baillie gibi düşünür­
ancak tek bir yönüne karşılık geliyor." lerce savunulduğu gözlenirken, Amerika'
Bu ilk Hegel izleyicileri, 1840'1arda om- da Hegelciliğin en önemli adlan Wauon
ya çıkan "Yeni Hegelciler'' karşısında ile Harris'ıir. Yakın dönemlere gelindi-
çoğunluk "Eski Hegelciler'' diye anıl­ ğinde ise İngiliz ile Amerikan Hegelci-
maktadır. Hegelciliğiıı çeşitli düşünürle­ liğinde özdlilde Thomas Hill Green'in
rin yapıtlannda kendi düşüncelerine göre açtığı yoldan yürünmesiyle birlikte Hegel
yapılandırılmasıyla birlikte Hegel felsefe- felsefesine pragmatik bir felsefe bakışı
sinin dizgesel doğasından birtakım uzak- kazandırma uğraşı içinde olunduğu gö-
laşmaların hatta kopmalann başlaması ka- rülmektedir. Baştan beri Hegelciliğin en
çınılmaz olmuştur. Bu anlamda ilk kop- önemli kalelerinden biri olarak değerlen­
manın tannbilim ile din felsefesi alanla- dirilen İtalya'da Hegelciliğin en etkili dü-
nııda meydana geldiği söylenebilir. Nite- şünürü hiç kuşkusuz Benedctto Croi::e'
kim bimkım izleyicileri Hegel'in din fel- dir. Öte yanda Hrgelciliğin bir başka ö-
sefesinin çağda, Hıristlyanlık anlayışı ü- nemli ülkesi Fransa'da Hegelcilik savu-
zerindeki içerimlerinin ne olabileceğini nusu çok büyük ölçüde Vicherot tara-
araştırırlarken Hegelci felsefenin kendi fından dilleııclirilmiştir. Kojeve ile birlik-
içinde bütünlüklü olm.ayı koruma ilkesini te de Fransız felsefe bağlamı Hegelcili-
açıkça çiğnemişleıdir. Buna ka!Jln söz ğin en verimli düşünme alanı konumuna
konusu düşünürler ana öğreıileri bağla­ gelmiştir. BW:ıun yanında başta Hennes
nunda Hegel felsefesinin Hıristiyanlığın ile Gunther olmak üzeıe kimi Katolik
özünü koruduğu, belli yönlerden de onu tannbilimciler, özellilde doğadaki doğru­
yeniden yapılandırdığı düşüncesini tanıt­ luk ile doğaüstü doğruluk bağlamındaki
lamaya çalışmışlardır. Ne var ki özellikle yorumlarıyla Hegelciliğe önemli katkılar­
insanın ölümsüzlüğü, ölüm sonrası ya- da bulunmuşlardır. Aynca bkz. Hegel,
şam, ruhgöçü gibi geleneksel dogmatik G. W. F.; Croce, Benedetto; Gentile,
inançlara Hegel felsefesinden olumlayıa Giovanni; Kojeve, Alexandre..
bir dizi yanıt çıkartma çabası söz konusu
felsefenin öncüllerinde epey bir çaıpıt­ begemonikon (Yun.) İlkçağ Yunan fel-
maya gidilmesi gibi istenmedik bir sonuç ııefesinde, özellikle de Sıoaalıkta, "ru-
doğurmuştur. hun yönlendirme yetisi". ~toaa ruh bö-
Hegelciliğin Almanya'daki daha son- lümlcınesine göre "kalp"te yer alan bıg1-
raki öncüleri genellikle "Sağ Hegelciler" 111011i/ıwn tüm ruhsal yetileri yönetir.
ile "Sol Hegelciler" olmak üzere ikiye
ayrılarak değerlendirilmektedir. Başını hegemonya [İng. bıgt!llO'!Y'> Fr. bıgı111-,
Heideggeı, Martin 658

Alın. hegemonie] bkz. Gıamsci, Antonio. çık1ığa kavuşturma amaa doğrultusunda


insan varlığını (Dasein) dizgeli bir biçim-
Heidegger, Martin (1889-1976)-Felse- de bütün yönleriyle olduğu gibi kavra-
fe tarihinin yatağını değiştirme amacı mayı amaçlayan "temel varlıkbilgisi" a-
güden düşünceleriyle XX. yüzyıl felsefe- dını vermektedir. Ne var ki başta tasar-
sine damgasını vurmuş, kimi felsefe çev- landığının tersine kitabın yalnızca yarısı­
relerinde "varoluşçuluk"un kuruculann- nı oluşturan bölümleri yazılmıştır. Hei-
dan sayılan Alman fılozof. Başyapıtı sa- degger'in uğradığı dönüşüm ya da geçir-
yılan V arbk · ile Zaman (Sein und Zeit) diği dönemeç (Kehrr) nedeniyle kitabın
henüz 1927'de yayımlanmış olmasına geri kalan yarısı için öngörülen izlence
karşın, Heidegger butün yaşamı boyunca büyük ölçüde başkalaşıma uğrayarak i-
daha pek çok önemli yapıt vermiştir. Bu lerleyen yıllarla birlikte dizgeli olmayan
yazı üretkenliğinin altında hiç kuşkusuz bir biçimde ele alınmıştır.
Heidegger'in çeşitli üniversitelerde yap- Heidegger varlık (varolan herhangi
tığı konuşmaların, verdiği derslerin başlı bir şey) ile varlığın Varlığı arasında çok
başına bir kitap değeri taşıyor olmasının önemli bir ayrım yaparak işe koyulur.
çok önemli bir payı vardır. 1933 ile 1934 "Varlıkbilgisel ayrım" diye adlandırdığı
yıllarında Hitler rejimine verdiği destek bu ayrımın bir tarafında yer alan "varlı­
nedeniyle pek çok eleştiriye maruz kalan ğın Varlığı" ile Heidegger, insanın dene-
Heidegger, sonradan verdiği desteği te- yimlerinde varlığın bulunuşuna anlam
mellendirmeye çalışmış; dönemin atmos- kazandıranı anlamaktadır~ Heidegger'in
ferinin gerçek sorumlu olduğunu belirt- hep büyük harfle. yazma gereği duyduğu
mekle birlikte, özellikle Hitler'in ülküle- Varlık, bir varlığı vatlık yapan, onun na-
rini desteklemek amacıyla yaptığı rektör- sıl öyle olduğunu tanımlayan, hep ol-
lük konuşmasının ("Alınan Üniversitesi' duğu gibi olmasını sağlayandır. Bu bağ­
nin Kendini Doğrulaması'') yanlışlığını lamda insanın varlık olmaktalığıru öteki
üstü örtük bir biçimde de olsa kabul- varlıklardan ayıran, varlık olmaktalığına
lenmiştir. Bir bütün olarak Heidegger'in değgin varoluşsal farkındalığıdır. Hei-
düşünceleri, görüngübilimden yorumbil- degger, Batı
feJsefesinin genelde varlığın
gisine, yapısökümden yazın kuramına, anlamını ve özelde de insan tekinin var-
insanbilimden tannbilime çok geniş bir lığının doğasını baştan beri yanlış kav-
alanda çok geniş yankılar uyandırmıştır raıruş olduğu inancındadır. Ketıdi bakış
ve uyandırmayı da sürdürmektedir. Hei- açısına göre, bu ilci şey iç içe geçmiş de-
degger'in çoğu yerde izlemesi son derece recede birbiriyle bağlantılıdır. İnsan ol-
güç diliyle (kendine özgü Almancası ile mak buna göre olmakta olanın varlığını
Yunancasından kendine özgü bir söz- ortaya sererek anlamaktır. Dolayısıyla in-
cükbilgisi türetmiş; her biri "çetrefıl" san varlığının doğru ya da yanlış anlaşıl­
yüzlerce yeni kavram üretmiştir) ortaya ması son çözümlemede başka her şeyin
koyduğu felsefeyi özetlemek bu düşün­ varlığının doğru ya da yanlış anlaşılması
celerin doğasıyla çelişkili bir durum oluş­ anlarnınagelmektedir. Heidegger'in "Da-
turmaktadır. Yıne de düşüncelerine şöyle sein" diye adlandırdığı "insan varlığı'',
bir bakıldığında Heidegger'in en genel bu bağlamda geleneksel felsefenin söz-
anlamda "varlık'' denilen şeyin ne oldu- dağarağına yer etmiş kimi teknik terim-
ğunu açıklıkla ortaya koymak istediği a- lerle anlatılamayacak bir şeye karşılık gel-
çıktır. Nitekim başyapıtı V arbk ile Zaman mektedir. "Dasein'', geleneksel felsefe-
da bütünüyle varlığın anlaşılmasına yö- lerde temellendirilmeye çalışıldığı gibi ne
nelik olarak yazılmış bir kitaptır. Söz ko- bilinçtir, ne öznelliktir, ne de ussallık.
nusu yapıtında ortaya konan felsefeye "Dasein" kendine özgü bir varlık türü
Heidegger, genelde varlığın anlamını a- oluşuyla (her insan tekinin olduğu üzere)
659 Heidegger, Martin

hem kendisini hem de öteki bütün var- şeyler içinde yitirilmekte; dolayısıyla da
lıklann varlığııu açığa vurmaktadır. Hc:i- böylesine önemli bir varoluş gerçeğinin
degger bu özel varlığın varlığııu "varo- unutulması gibi son derece kabul edile-
luş" olarak nitelendirerek, "Dasein" diye mez bir durum doğmaktadır. Hcidegger'
adlandırdığı bu insan vadığının en belir- in ''*bırakılmışlık" (Vtrlasmıbtil) ya da
gin niteliği olarak "zamansal" oluşunu ö- "*fırlablmışlık" (Gtworfmheil) adını ver-
ne çıkarmaktadır. Buı:ada zamansal oluş­ diği bu durum, gerçek anlamda şeylerle
tan anlaşılması gereken saatte içerimle- karşılaşmayı olanaklı kılan oluşun da bü-
nen "kronolojik" zamansallık_ olmayıp tünüyle unutulmasına yol açmaktadır.
doğrudan varoluşun kendine özgü ya- Hc:idegger, böyle bir fırlaıılmışlık içinde
şantısının zamansallığıdır. Son çözümle- insan varlığırun unuttuğu sonluluğunu o-
mede varoluş ile ayıu anlama gelen insan na yeniden aıumsatacak olanın kendisini
varlığı, öteki varlıklar aı:asında bir varlık ancak birtakım temel yaşantı biçimlerin-
olarak bu dünyada durağan bir biçimde de açığa vurduğunu savunmaktadır. Bu
ya da tamamlanarak son halini alrıuş bi- en temel yaşantı biçimlerinin başında
çimde varolan bir şey değildir. Tersine "*içdaı:alması", "*kaygı", "kuşku" ve
insan olmak demek, Heidegger'e göre, "merak'' gelmektedir. Söz konusu ya·
olanaklar içinde geleceğe yansıblmış bir şantılann hepsinin de insanın buradalı­
biçimde kişinin oluşmasıyla, kişinin oluş ğııun burada olmama zemini üstüne ku-
içinde olmasıyla eşdeğerdir. Bundan da- rulduğunu göstermesi bakımından uyu·
ha da önemlisi, Hc:idegger bu oluş süre- yan "Dasein" üzerinde "ayıltıcı" bir et-
cinin seçime konu olmayıp doğrudan kisi vardır. Hc:idcgger bu ayıltıcı etkiyi
:.ıorunlu olduğunu söylemektedir. Dase- betimlemek amacıyla çoğunluk şiirsel bir
in'ın kendi olanaklarında içerimlencn uf- dil söylemi içinde yarattığı özel eğretile­
ku önünde her zaman için geleceğe yö- melcrc başvurma gereği duymuştur. Söz-
nelmiş olduğunu söyleyen Heidegger, gelimi kaygıyı "vicdaıun çağrısı" eğreti­
Dasein'ın zamansallığının bir başka yere lemesiyle anlamlandırma yoluna gitmiş­
değil, doğrudan doğruya kendi ölümüne tir. Ancak burada "vicdan" ile denmek
doğru yönelmiş olduğunu belirtmekte- istenen geleneksel felsefede anlaşıldığı
dir. Bir başka deyişle, insan varlığının va- biçimiyle ahlaksal bir yeti olmaktan çok
roluş sürecindeki cnson olanağı, yaşa­ uyuklayan varlığın uyanmakta oluşunu,
mındaki bütün olanakların hepsini bir- yani sonluluğunu anımsamaya başlayışı·
den sona erdiren olanak "ölüın''dür. İn­ dır. Söz konusu vicdan çağrısı insan var-
san varlıklan özünde sonludur ve zo- lığının suçluluğunu anlayıp kabullenme-
runlu olarak ölümlüdür; dolayısıyla da sine yönelik bir çağrıdır ayıu zamanda.
kişinin oluş sürecindeki farkındalığı ö- Bu çağrıyı yanıtlamak Hc:idcgger'e göre
lüm beklentisi içinde olmasından öte bir kişinin sonluluğunu seçmekle seçmemek
şey değildir. Nitekim Heidegger bu ö- arasında yaşanan bir çatışkı olarak yaşa­
lümlü oluşu "ölüme doğru olmakta olan ıur. Yani kişi çağnyı olurlayarak sonlu ol-
v:ırlık" diye adlandırmıştır. Bil anlamda duğunu seçebileceği gibi, kendisine gön-
oluş içinde olunduğunu bilmek, daha derilen bu çağnyı olumsuzlayarak ya da
.açıkçası ölümlü olunduğunu bilmek, ge- göz ardı ederek sonlu olduğu gerçeğini
leneksel felsefenin diliyle söylenecek o- çağnyla bir dahaki yüzleşmesine değin
lursa kişinin kendini bilmesine brşılık erteleyebilir de. Burada seçilen ya da er·
gelmektedir. telcnen Heidcgger'e göre uyumayı sür-
Ne var ki Hcidegger'e göre, insaıun dürmek ile ayılmayı istemek arasında ve-
vıırlığının sonlu oluşuna, kendi ölümüne rilecek bir varoluş karandır. Böyle bir
.loğru varoluşuna değgin farkındalığı, ço- dllfll!D karşısında, insan varlığııun çağnyı
ğunluk gündelik yaşam içinde karşılaştığı yaıutlaması kendi özünü gerçekleştirme-
Heidegger, Martin 660

si, böylelikle de "sahicilik" (Eigmtlichkeif) de dile getirmiştir.Buna göre köylü a-


yaşantısına geçmesi anlamına gelirken, yakkabılannda o ayakkabılan giyen köy-
çağnnın duymazdan gelinerek yanıtsız lünün bütün bir dünyası açıklıkla gözler
bımkılması sahici olmayan bir yaşantı önüne serilmektedir. Heidegger'e göre,
durumunda kalınamk sahi.ci olmayan bir burada kendisini gösteren dünya, doğru­
kendini anlamayla varolmak demektir. dan Varlığın kendisini göstermesi olarak
Heidegger, V ar.U: ilı Zaman'da şeyle­ anlaşılmalıdır. Buna karşı Heidegger, in-
rin insan varlığına neden anlamlı bir bi- san varlıklanna en yakın olan dünyayı
çimde sunulduklan yanında şeylerin in- "gündelik yaşam dünyası" diye adlan-
san varlığına sunulma biçimlerini de ay- dırmaktadır. Bu dünyanın en belirgin ö-
nntılı bir biçimde incelemektedir. Buna zelliğ~ insanın yaşamsal gereklerini yeri-
göre insanın kendine yeter görüldüğü ne getirmek amaayla oluştunılmuş bir
kummsal "ben" tasanmına dayalı insan dünya olmasıdır. Sözgclimi bannmak i-
varlığı kuramlannın tersine, Heidegger çin bir ev yapma amaa böyle bir yaşam­
insan varlığını hiçbir içkinlik varsayı­ sal gereğin sonucudur. Bu anlamda gün-
mında bulunmaksızın hep toplumsal et- delik yaşam dünyasının anlamlandınmı,
kileşim ile pratik ilgilerce belirlenen "dı­ birtalam araç-gereçlerin belli amaçlar
şansı" olarak kavramaktadır. Heidegger, doğrultusunda doğrudan ya da dolaylı o-
bu varoluş gerçeğinin en temel kamtı larak kullanılmasıyla kendisini gösteren
olarak insanın her zaman için verili bir yamrlardan doğmaktadır.
dizi ilişki ve ilgi içinde varolmasını gös- Hcidegger'in düşüncelerinin önemli
termektedir. Bütün bu ilgi ve ilişkiler ala- bir başka boyıitunu da varlık ile dil ara-
nını "dünya" diye adlandırmasına karşın, sında kurduğu özsel bağlantının temel-
burada Heidegger'in dünyadan anladığı lendirilme.si oluşturmaktadır. Geleneksel
kesinlikle belli varlıkların uzam ile za- felsefede hep yapılageldiği üzere dil ile
man içinde varolduğu güneş sisteminde varlık arasında öncelik-sonralık ilişkisi
yer alan "yeryüzü". gezegeni değildir. doğrultusunda anlaşılması gereken bir
Dünya daha çok bütün insan olanakları­ ayrılık olmadığını savunan Heidegger, en
nın düzeru: konduğu dinamik bir ilişkiler iyi anlatımını "Dil varlığın evidir" tüm-
evrenine karşılık gelir. Dünya'da insan cesinde bulan ve dile hak ettiği saygınlığı
vıırlığının ilişkide bulunduğu şeylere an- yeniden vermeyi amaçlayan bir felsefe
lam ve önem kazandırılması söz konusu- anlayışı geliştirmiştir. Varlığın ancak dil-
dur. Tıpkı sanatçının dünyası, ressamın de kavranabileceğini, ancak dilde dile ge-
dünyası ya da filowfun dünyası gibi de- tirilebileceğini ileri süren bu görüş, daha
yişlerle parmak basıldığı üzere, dünya an- sonra Hei<legger'ın en önemli öğrencisi
lam ve önem kazandırma yoluyla her an- sayılan Gadamer tarafından "Anlaşılabi­
lamda yaratılan bir şeydir. Heidegger için lecek tek varlık vardır, o da dil" biçi-
insan çoğunluk birbiriyle örtüşen bu tür- minde yeniden clillendirilmiştir. Nitekim
den pek çok dünya içerisinde aynı anda Heidegger dil ile anlama göriingüleri ü-
yaşamaktadır. Ama bu dünyaların özünü zerine dile getirdiği düşünceleriyle yakın
oluşturan, Heidegger'in kendi deyişiyle dönem çağdaş fdsefenin gözde akımı
"bütün bu dünyaların dünya!ıklannı" be- yorumbilgisinin son biçimini almasına
lirleyen, insan ilgileri bağlamında şeyler büyük katkılarda bulunmuştur. Heideg- ·
üzerine kurulan olanaklı anlamlandırma­ ger bu bağlamda hemen bütün düşün­
lardır. Hcidcgger bu düşüncelerini Sanat celerini, pratik deneyimler dünyasının
Yapıttnm Kökmihde (Der Ursprung des varlıkların varlığının kavranmasına beşik
Kunstwerkes, 1960) Van Gogh'un "Köy- oluşturduğu savı üstünden dile getirmek-
lü A yakkabılan" adlı portresine ilişkin tedir. Anlamanın her zaman için birta-
yaptığı açımlamalarla ayrıntılı bir hiçim- kım ilişkilere değgin bir farkındalık ge-
661 hdmannt:ne

rektirdiğini savunan Hcidcgger, insan yan Heidcggerrın başyapw Varak iJt Z..
varlıklarının daha en başta şeylerin varlı­ 1111111 dışında öteki önemli yapıdan şun­
ğına yönelik kuram öncesi ya da varlık­ lardır: Rickert ile Husserl 'in öğrencisi ol-
bilgisi öncesi bir anlamaları olduğunu duğu yılların hemen ardından doktora
belirtmektedir. y ommbilgici anlama bu- tezi olarak sunduğu ve Hussed'in görün-
na göre bütün yönleriyle dünyada ol- gübiliminden açık izler taşıyan ilk yapıtt
maktalığı. insanın olanaklar içerisine bı­ Dil Lthrr lllOlll Urlril im P~lofİSlllRS: Biıı
rakılmışlığını ve bu bırakılmışlık içindeki hilisdJ.posilifllf' &imtg ~ lıgik (Ruhbi-
yapıp etmelerini anlama ça.,_dır. Bu limde Yaıgı Öğıetisi: Mantığa Fleştirel­
anlamda "özne-yüklem" çattsı ile kuru- Olumlu Bir Katkı, 1914); l.Gmt H11J Jas
lan gidimli usyürütmcnin tersine vııtlık­ P,.lık111 ıkr M""Jıl!Jsik (Kant ve Metafizik
lann varlığını, yani varlığın kendini açığ'a Sorunu, 1929); Was i.rt Mıtapl!Jıik? (Me-
vurma biçimlerini anlamarun en temel tafızik Nedir?, 1929); v- Wıım ıkı
yoludur. Bu noktada Heideggcr, Eski Gnmtles (Temellerıdinneniı Neliği Üzeri-
Yunanca'daki a/ethtia sözcüğünün sun- ne, 1929); Hö/Jer611 HnJ Jas Wısm ılır
duğu çokan1amlılık olanaklarından hare- Didı""'l (Hölderlin ve Şiirin Neliği,
ketle "doğruluk'' ya da "hakikat"in ör- 1936); P/aJonı Lthrr POll der Wahrbeit (Pla-
tüsü kaldırılarak görülebilen bir fCf ol- ton'un Doğruluk Öğretisi, 1942); Britf ii-
duğunu ileri sürer. Doğruluk insan anla- btr tltn HH111411İlttlRS (İnsancılık Üzerine
ması önünde çelişik bir durum sergile- Mekrup, 1947); Ho" (Ormanyolu,
mektedir. Doğruluğun bir yandan kendi- 1950); Dil Ttdınik tnrtl Jie KJm (I'eknik
ni açığa vururken öbür yandan kendini ve Dönüş, 1950); EinfiiJınm!. ;,, Jie Mıta­
gizliyor olufU, açıkça. gidimli usyürütme pftynk (Metafiziğe Giriş, 1953); Was hti.rst
yoluyla kavranamazlığının kanıtıdır. Ö- Dm/un? (Dfifünmek Ne Demektir?,
zellikle son dönemlerinde Hcidegger, fel- 1954); Was i.rt Jas-Jie Pl»losophie? (Nedir
sefenin geleceği yolunda fiirsel dfifün- Bu Felsefe?, 19.56); Dır Satz. 11J0111 GrH11rJ
menin gücünü öne çıkarmış, başta Ge- (Temellendirme İlkesi, 1957); İrJmtitiit 1111J
org Trakl ile Hölderlin'in şiirleri olmak Dlfmn:ı:(ôzdeşlikveAyı:ım, 1957);Nüt:c-
üzere şiir dilinin çok büyük olanaklar Hbe (2 cilt, 1961) ve T.Gmtı The.rı iibır Jas
sunduğu düşüncesiyle çeşitli şairlerin şi­ s,;,, (Kant'ın Varlık Üstüne Savı, 1962).
irlerine getirdiği yorumlarla düşünme yo- Aynca blız. yorumbilgiıi; varolutçu-
lunu seçmiştir. Bunun en beliıgin örne- luk; dil felsefesi; teknoloji felsefesi; a-
ğini Dil Yolımth (Unterwegs zor Sprache, tınlığuı peygamberleri.
1959) başlıkh kitabında gönnek olanak-
lıdır. Heidegger neredeyse kitabın bütü- HeideJberg Okulu Iİog. Hmlel/mg Sç.
nünde Trakl'ın "'lin gariptir şu yeryü- hoo4 Pr. Etole Je Htitklbng, Alın. Hei·
zünde" dizesine dayanarak insan varlığı­ ık/berg SdıHll) Baden Okulu ya da Güney-
nın dünyada olmaktalığının ne anlama batt Alınanya Okulu diye de bilinen,
geldiğini açık kılmaya çalışmaktadır. Hei- Marburg Okulu'yla birlikte Yeni Kantçı­
dcgger'in kendine özgü dfifünceleri ken- lığın iki önemli okulundan biri. Önde
dinden sonra gelen dfifünürler üzerinde gelen temsilcileri Wılhelm Windelband
çok önemli etkilerde bulunmuş olmakla (1848-1915) ile Heinrich Rickert (1863-
birlikte, "gizemciliği'', özellikle Solaates 1936) olan bu okulun felsefece görüşleri
öncesi filozoflar bağlamında kendisini ya da felsefeye katkıları için blız. Yeni
gösteren "geçmiş özlemciliği", en önem- Kantçdlk.
lisi de siyasal bakımdan bltucu içeriın1eri
bulunan varlık anlayışı büyük eleştiriler heimannt:ne (Yun.) İlkçağ Yunan felse-
almıştır. fesinde, özellikle de Stoacılıkta, "hakkına
Üretkenlik konusunda sınır tanıma- düşen payı vermek'' ya da "hakkına dü-
heksis 662

şeni almak" anlamında kullanılan terim: gösteren İskenderiye'nin rekabetine rağ­


"yazgı". Stoacılık yazgıyı hem *logor hem men Atina bu dönem boyunca felsefe-
de *prot1oia ve Zeus'la özdeşleştirerek, nin başkenti olmayı sürdürdüğünden,
"insanın yazgısı"run Tann'run emin elle- Helenistik felsefenin Epikuros'un Atina'
rinde olduğunu öne sürmüştür. da kendi okulunu kurduğu M.Ö. 306'
dan Atina'daki. felsefe okullarının savaf-
heksis (Yun.) Eski Yunanca'da iyelik tan etkilenerek oldukça zayıfladığı ve ku-
bildiren; yatkın ya da eğilimli olma an- rumsal üstünlüğünü kaybettiği M.Ö. 88'e
lamındaki heho'dan türetilmiş sözcük. dek sürdüğünü söylemek birçok bakım­
İlkçağ Yunan fel~efesinde "yaradılış"; dan akla yatlanclır. Felsefe için Atina ile
"huy/mizaç"; "eğilim"; "karakter''; "dav- İskenderiye arasında paylaşılan bu yeni
ranışlanrnızı biçimlendiren alışkanlıkla­ bilgi coğrafyasının M.Ö. iV. yüzyılın
nmız" gibi anlamlara gelir. Daha çok, bir sonlarına kadar sırtında taşıdığı her şeyi
insanın eyleyişini ya da davranışını doğ­ kapsayan bir "üstbilim", "bilimlerin bi-
rudan etkileyen, nasıl düşüneceğini be- limi" olma yükünü hafifletmesinden do-
lirleyen ve kolay kolay da değiştirileme­ layı ayrı bir önemi vardır. Kendilerini sa-
yen eğilimler; insanı "o" insan yapan dece felsefece düşünmeye adayan Arina'
öznitelikler için kullanılmıştır. daki. felsefe okullarının yaktığı ateş son-
Aristoteles, ahlak felsefesi alanında radan her yanı saracaktır. Felsefi açıdan
derin bir iz bırakan yapıu NikoTIJJJkhor'a oldukça parlak geçen bu dönemin diğer
Etik'te (ttOSb) erdemin ne olduğunu so- bir önemli özelliği Yunan kültürünün Ak-
ruşturmanın peşindeyken, ruhta olup bi- derİiz uygarlığına, özellikle de Doğu 'ya
tenleri etkilenimler, duygulanımlar (pat- yayılması sonucunda ortaya çıkan "kül-
he); olanaklar, yetiler (dyt1a111eir); huylar, türlerin kaynaşması" olgusudur. ·
karakteristik olanlar (helereiı) şeklinde üçe "Helenistik" yalnızca zamandizinsel
ayırır ve erdemin bu üçünden birisi ol- bir etiket de değildir. Örneğin Aristote-
ması gerektiğini söyler. Ölçüp biçtikten lesçilik bu dönem boyunca çeşitli bi-
r
sonra da erdemin at'flt) cins bakımın­ çimlerde varlığını sürdürdüyse de hiçbir
dan bir huy olduğu sonucuna varır. Sto- zaman Helenistik bir felsefe olarak ad-
acılar ise buna karşı çıkıp erdemin bir landırılmamıştır. Tersine, Aristotelesçili-
huydan (heksi.r) ziyade bir yatkınlık, bir ğin yeniden canlanması Helenistik döne-
tutum (Jiathesii) olduğunu sawnurlar. min sonuna denk düşer. Aynı durum,
dönem boyunca etkili olmaya devam et-
Helenci Platonculuk [İng. He/imi& Pla- tiyse de bu dönemde gerçek bir Platon-
lımismJ bkz. Platonculuk. culuk öğretisi geliştirilememiş olduğun­
dan Platon için de geçerlidir. Buna kar-
Helenistik felsefe [İııg. HeUtllİftk phi- şılık bugün Helenistik bir felsefe olarak
loıopltJ', Pr. philorophie HeUbıistiq11t', Alm. görülen Pyrrhonculuğun en önemli tem-
Helkt1istisçhe philosophieJ Helenistik dö- silcisi olan Sextus Empiricus (ykl. 150-
nem diye bilinen, Büyük İskender'in im- 225) ile M.S. 1. ve il. yüzyıllarda yaşamış
paratorluğunun onun M.Ö. 323'teki ölü- olan Seneca, Epiktetos, Marcus Aurelius
münü izleyen çöküşüyle başİayıp M.Ö. gibi Stoacılar bu dönemde yaşamamış
31 'de Helenistik krallıkların sonuncusu olmalarına rağmen Helenistik filowflar
Mısır'ı da teslim alan Roma İmparatorlu­ olarak nitelenmektedirler.
ğu'nun resmi varlığını ilan etmesiyle so- Helenistik dönemden günümüze çok
na eren, iki imparatorluk arasındaki dö- az felsefe metni kaldığından bu döneme
nemin Eski Yunan felsefe okulları ekse- ilişkin bilgilerimiz sonraki "*doksogra-
ninde gelişen felsefesine verilen ad. Bir fı"ye, özellikle Romalı düşünürler Lucre-
bilim· ve kültür merkezi olarak kendini tius ve Cicero ile Diogenes Laertios'un
663 Helvetius, Claude-Adrien

Eski Yunanlı filozoflann yaşamlarını ve birincil amacı ise bütün yargıların


güve-
öğretilerini konu alan ünlü yapıtlarına da- nilir .bir şekilde sınanabileceği enson
yanmaktadır. Bu dönemin temel felsefe doğruluk ölçütünü ya da ölçütlerini bul-
dizgeleri Epikuros'un kurduğu Epiku- maktır. Fiziğe gelince, "deneycilik'' ilginç
rosçuluk ile Kıbrıslı Zenon'un kurduğu bir biçimde Helenistik kuramların tar-
Stoacılık 'ur. Kuşkuculuk da ille kez bu tışma götürmez bir özelliğidir. Platon ile
dönemde felsefenin gündemine iyice gir- Aristotclcs'in bilgi kesirılikle salt duyusal
miş; en önemli temsilcileri Arkesilaos ve değildir görüşüne pek rağbet edilmediği
Kameades olan Akademia Kuşkuculuğu açıkça görülen bu dönemin felsefi tar-
kendisine ait herhangi bir özgün felse- tışmaları daha çok ileri sürülen herhangi
fece duruş aracılığıyla olmasa da özellikle bir duyusal ölçütün yeterli olup olmadığı
bütün Stoacı varsayımlara karşı yürüttü- üzerinedir. Ancak bilgikuramında hem
ğü bitip tükenmez saldın kampanyalarıy­ Stoacılar hem de Epikurosçular içsel ya
la, ortaya koyduğu kuşkucu uslarnlama- da doğal olarak kabul ettikleri *prolepsile
larla kuşkuculuğun bu döneme damga- (öndcyi; önkavrayış) de büyük bir önem
sını-vurmasıru sağlarruştır. Hiç kuşkusuz vermişlerdir. Ayrıca çoktanna (pagan) i-
Stoacılık doğasıru ve canlılığını Yeni A- nançlar ve pratikler de bu dönemde hem
kademia'yla uzayıp giden tartışmalarına fizik hem de etik alanında oldukça be-
borçludur. Ancak "Helenistik Dönem lirleyicidir. İlkçağ felsefesinin üçüncü dö-
Kuşkuculuğu" M.ô. 1. yüzyılın başların­ nemi olarak kabul edilen Felrefe Ohillmı
da daha öğretisel bir düşünme biçimine Dönemi içirıde yer alan Helenistik felsefe
kapılarak aynı yüzyılın ikinci yansında okullaruun zamandizinsel (ve aynı za-
başka bir kuşkuculuk akımı olan Pyrr- manda. bilgidizinscl) bir özeti için bkz.
honculuğun gölgesinde kalmışur. Pyrr- iJkçağ felsefesi. Aynca bkZ. Epikuros-
honcu Kuşkuculuk, ille kez adını aldığı çuluk; kuşkuculuk; Pyrrhonculuk;
Pyrrhon ile öğrencisi Timon'un kişili­ Stoacılık; Yeni Akadernia.
ğinde, Helenistik dönemin başlarında
ortaya çıkmış olmasına karşın Aeneside- Helvetius, Claude-Adrien (1715-1771)
mos 'a, yani Helenistik dönemin sonuna Fransız Aydınlanması'nın özellikle tüm
gelinene değin tam bir dizge biçimini a- insanların eşit doğduğu konusundaki ta-
lamamışur. Aenesidemos'un ortaya koy- viz vermez tutumuyla öne çıkan fılozof­
duğu kuşkuculuk öğretisi ise Sextus Em- lanndan ve Diderot'nun önderliğinde ha-
pi.ricus eliyle günümüze kadar ulaşmışur. zırlanan Ansiklopedlnin başlıca yazarla-
Tüm bu Helenistik öğretilerin ortak rından biri. Dönemin Voltaire, d'AJem-
noktası, bize içlerinde yaşamın kaynağı bcrt, Rousscau gibi düşünürlerinin ak-
ve doğasına ilişkin anlayışlar, gerçeğe u- sine Locke'un doğuştan gelen düşünce­
laşmanın yollarına ilişkin doğruluk öl- lere yönelik eleştirilerini izleyerek insan-
çütleri ve ahlaki bir amaç taşıyan çok- ların doğduklarında birer "tabula rasa"
yönlü felsefe dizgeleri sunmuş olmaları• olduklarını savlayan Heiveıius, kişinin o-
dır. Bu üç alan sonradan felsefenin kla- luşumunda çevresinin belirleyici rol oy-
sik bölümlemesi haline gelen fizik, man- nadığının altını koyuca çizmiş ve deneyi-
tık ve etik üçlemesini önceler. Helenistik min bilgiye ulaşmadaki işlevi _üzerinde
dönemde temel ahlaki hedef bütün ah- durmuştur.
laki amaçların tabi olduğu bir amaç a- Maddeci bir tutum benimsemiş olan
çıklaması ortaya koyup onu savunmak- ve bütün felsefi tartışmaların Locke'un
ur. Epikurosçular bu amacı "haz" olarak deneyciliği üzerine bina edilJilesi gerekti-
adlandırırken Stoacılar "doğaya uyum" ğini savunan Hclveıius, duyumları insan
diye düşünmüşlerdir. Daha çok Stoacıla­ bilgisinin temeli olarak kavrar ve düşün­
nn ilgi alanına giren Helenistik mantığın sel etkinliğin tek kaynağının fiziksel du-
yumiar olduğunu savunur. Hclvctius'a yasıya eleştiren HelvCtius, papazlann top-
göre yetiler duyu deneyiminin edilgen luma yanlış ahlaki düşünceler aşıladıkla­
üretiminden başka bir şey değildirler; nru savunmuştur.
başka bir deyişle insan zihninin bellek, Bilimde, sanatta ve endüstride mey-
imgelem, yargıgücü, us gibi yetileri du- dana gelen gelişmeleri insanlığın tarihsel
yumlara indirgenebilirler. HelvCtius dö- gelişiminin araçlan olarak gören ve bu
nerndaşlanna oldukça aşın gelen bu dü- yüzden tarihsel maddeciliği de etkilediği
şüncelerini bilgimizin toplumsal belirle- düşünülen HelvCtius'un başlıca iki yapıu,
nimleri üzerinde durarak sürdürür. Ken- Katolik Kilisesi 'nin ağır suçlamalarından
dimize özgü ilgilerimizin ve tutk:ulannu- ancak önemli dostlan sayesinde kendini
zın bilgiye yönclişi.ıni:zin başlangıç nok- kurtarabildiği De l'Esprit (Zihin Üstüne,
tası olduğunu savunan Helvetius'a göre, 1758) ve aynı şeyin başına gelmesinden
arzulanm12ın ve eylemlerimizin kaynağı korkarak ölümünden sonra yayımlattığı
bencilliktir. Ama gelişmiş ve aydınlanmış De fHom111e'dur (İnsan Üstüne, 1773).
bir devletin sivil yasalan bencilliği top-
lumsal rekabete ve kamusal yarara dö- hen (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde
nüştürebilir. "bir" ya da ''Bir" anlamında kullanılan
Eğitim konusunda da ilginç düşünce­ terim; her şeyin ondan varlığa geldiği,
leri olan HelvCtius, Rousseau'nun eği­ öncesiz sonrasız, değişmez gerçekliğe
time ilişkin düşüncelerini kıyasıya eleşti­ verilen ad.
rerek onun insanlar arasındaki eşitliğin Sokrates öncesi felsefenin bir *ar/ehe
insanların doğayı terk etmesiyle bozul- arayışı, tüm şeylerin eninde sonunda tek
duğu yönündeki savına karşılık bütün in- bir ilkeden çıkuğı, varlıklann onca çeşit­
sanların eşit zihinsel yetilerle doğdukla­ liliğinin tek bir maddeye ya da öğeye in-
nnı ve bireyler arasındaki fark:lılıklann dirgenmesi gerektiği inancına dayanıyor­
kalıtsal etkenlerden değil çevre ve eği­ du. İşte bu arkhe, Parmenides'te Bir ola-
timden ötürü ortaya çıktığını savunmuş­ na (hen), görünüşlerin ötesindeki ilk var-
tur. Başka bir deyişle Helvetius, Rous- lığa karşılık gelir. Pythagorasçılar da sa-
seau'nun aksine, eşitsizliğin kaynağı ola- yılann başlangıç noktası, ilk sayı olarak
rak eğitimi görür ve bütün yetilerin eği­ hen'i arkhe kabul etmişlerdir. Platon'un
tim aracılığıyla edinilip geliştirilebileceği­ Pamıenitleı diyalogu ile Aristoteles'in Me-
ni düşünür. taftzjle'i bu konuda da bizi derinlemesine
Etik bağlamında benimsediği hazcı aydınlatır.
ve yarucı tutumla Bentham'ı önceleyen
HelvCtius, insanların davranışlarını gü- her ıeye gücü yeterlik (tümgüç) ~ng.
düleyen temel etkenlerin acı ve haz ol- 0111nipotena; Fr. omnipotena; Alm. 0111nipo-
duğunu söyleyerek iyi eylemi "en çok sa- tenz, afimam~ T anrıbilimin sözcük dağar­
yıda insana en yüksek düzeyde mutluluk cığında, özellikle de tektanncı din öğre­
sağlayan" eylem olarak tanımlamıştır. Bi- tilerinde, Tann'nın gücünün sonsuz ol-
reylerin herkesin mutluluğu karştsında ması ilkesine verilen ad. Tann'mn her
öncelikli doğal haklara sahip olduklannı şeyden daha çok güce sahip "en yüce
reddeden Helvctius, insanın kendi yara- güç" olduğunu; hiç kimsenin, hiçbir güç
nru gözettiğini, dolayısıyla herkesi ortak ya da hiçbir olayın Tann'nın tasanmla-
bir çıkar etrafında toplamanın tek yolu- nnı gerçekleştirmesini engelleyemeyece-
nun her aileyi ulusal refahtan pay alır ğini; gücünün bütün amaçlarını ve sözle-
hale getirerek özel ve kamusal çıkarlan rini yerine getirmek için yeterli ve yetkin
birleştirmek olduğunu söylemiştir. Din- olduğunu vurgulayan Tann'nın öznite-
sel kaynaklı bütün ahlak öğretilerini hor liklerinden biri.
gören ve Kilise'nin toplumsal işlevini kı- Geleneksel tanntanırlık, T ann 'yı ola-
665 Herakleitos [Efesli]

naklı en yüce varlık olarak tasarlar ve her priimız, aUgtgmıwıt1] Tannbilim sözdağa­
şeye gücü yeterlik bu Tann'nın nitelikle- nnda, özellikle de tektanna din öğretile­
rinden biridir. Ne var ki bu tasanın bir- rinde:, Tann'run öncesiz sonrasızlığını
çok çılanaz ile açmaza da yol açrruştır. wrgulayan, Tanrı'run evrenin her yerin-
Felsefe tarihinde eğer Tanrı her şeye gü- de bulunduğunu, sonsuz gücüyle etkisini
cü yeter olsaydı, Tann'nın her şeyi yapa- evrenin her bir köşesinde duyumsattığını
bilmesi gerekirdi düşüncesinden kaynak- bildiren Tanrı'ya özgü özniteliklc:rden bi-
lanan, kavramın tutarsızlığından ötürü ri.
Tann'nın her şeye gücü yeter olamayaca- Batı dinsel inanışı Tann'nın aynı anda
ğını uslamlayan bir dizi açmaz söz konu- her yerde olduğu düşüncesini genelde
sudur. Bu açmazlann kaynaklandığı so- benimsemiştir. Batılı düşünürlere: göre
runlardan kimileri şöylece sıralanabilir: bu, Tanrı tasanmının bir dayatmasıdır.
"Tanrı mantıksal olarak çelişkili görevle- Tümtannalığa göre de Tanrı evrenin ru-
ri yerine getirebilir mi?", ''Tann her şeye hudur ve tek tek nesnelerde can bularak
gücü yeter olma özelliğine son verebilir her yerde olur. Ne var ki bu görüş başka
mi?'', ''Tanrı başka bir her şeye gücü tanntarur görüşlerce reddedilmiştir. Bun-
yeter yaratabilir mi?", ''Tanrı kendisinin lara göre Tanrı uzamsızdır ve bu nedenle
bile yerinden kaldıramayacağı bir taş ya- uzay olmasa da varolmaya devam ede-
ratabilir mi?" Bu türden sorulara verilen cektir. Tanntarurlar, Tann'nın uzamı ol-
yanıtlar ister olumlu ister olumsuz olsun mamasına karşın yaratım gücü ve tüm-
sonuçta bir açmaza yol açarlar. Sözgeli- bilgisi nedeniyle yine de her yerde oldu-
mi sonuncu sorunun çılanazını ele alır­ ğıınu savlamaktadırlar; bu, Tann'nın ya-
sak, eğer Tann kaldıramayacağı bir taşı rattıklarında bir biçimde göründüğü an-
yaratamazsa, bizim gibi aşağı yaratıklar lamına gelmektedir. Kimi düşünürler
bile kaldıramayacağı şeyleri yaratabildi- tüınbilgi ile tüıngücün yanında "her yer-
ğinden ötürü, her şeye gücü yeter değil­ de olma"nın da, tümbulunuşun da Tan-
dir; yok yaratırsa da yapamayacağı bir n'nın varlığının özniteliği olduğıınu sav-
şeye (yaratmış olduğıı şeyi kaldırmak) lamaktadırlar.
neden olduğıından ötü~ yine her şeye
gücü yeter değildir. Herakleitos [Efesli] (M.Ö. ykl 540-
480) İyonya Okulu'nun Miletliler olarak
her şeyi bilirlik (tümbilgi) [İng. omni· anılan Thales, Anaksimandros ve Anak-
;ckna; Fr. omni;dma; Alın. 0111tlİI*1tZ, all- simc:ncs'ten sonra gelen en son ve en et-
ın'ıstnhtii'j
Tannbilimin terimcesinde Tan- kili üyesi; "oluş" ile "akış"ın li102ofu.
n'nın olmuş, olan YA dA olacak her şeyin Yaşadığı toplumun yerleşik yargılarını ve
tam bilgisine sahip olduğunu, tüın bilgi- "bilgelik" konusunda yetke olarak kabul
lerin onda içerilmiş olduğunu dile geti- edilen kişilerini hedef alan tavırlan yü-
ren öznitcliği. Felsefece yarattığı sorun zünden pek sevilen bir kişilik olmayan
Tann'nın önceden belirlenim olsun ya Herakleitos dönemin yaşamöyküsü ya-
da olmasın her şeyi biliyor olmasından zarlan tarafından es geçilmiş; bu yüzden
kııynaklanmaktadır. Başka bir deyişle, bir- zaten "karanlık" bir tarzı seçtiği felsefesi
ÇDk düşünüre göre, Tann'nın yann ola- ve yaşamı iyiden iyiye gölgede kalmıştır.
caklan önceden bilebiliyor olması insa- Y ınc: de daha çok aırlaşılmamalı: üzerine
nın özgür istenci olduğu ve yaptıklanrun kurduğıı özlüsözlerdc:n oluşan yapıtının
soruınluluğıınu taşıdığı tasanınlanru te- elimizde kalan parçalan bize onun Sok-
melsiz kılmaktadır. rates öncesi doğa felsefesi döneminin
Eski Yunan'daki en özgün fılozoflann­
her yerde olma (tümbulunuş) [İng. dan biri olduğıınu göstermektedir.
01t111İjm11na; Fr. ommpisençr, Alm. omni· Herakleitos, Anaksimenc:s'in evren-
Herder,Johann Gottfried von 666

bilgisi kuramından yola çıkarak *ar/ehe un dizgeli bir biçimde ortaya koyduğu
olarak "ateş"i (P.y;>ı seçmiş; "ateş"le
öz- "akış öğretisi"yle ve logolu felsefenin te-
deşleştirdiği *logolu da Parmenides'in de- mel kavramlarından biri haline getirme-
vinimsiz ve değişmeyen gerçekliğin ken- siyle kendinden sonraki kuşaklar üzerin-
disi olarak öne sürdüğü "Varlık"a karşı de derin etkiler yaratmıştır. Platon'un
bir kavram olarak felsefesinin odağına her şeyin değişken olduğu "duyulur dün-
yerleştirmiştir. Herakleitos'un düşünce­ ya" ile yalnızca sezgi yoluyla ulaşılabile­
sinin bdkemiğini oluşturan ve en iyi ifa- cek onun ardındaki "düşünülür dünya"
desini "Aynı nehirde iki defa yıkanıl­ arasında ayrım yaparken ilk hocası olan
maz" savsözünde bulan "her şeyin bir Kratylos'tan etkilendiği açıktır. Onun ar-
akış içinde olduğu" düşüncesi bağlamın­ dından "evrensel us"un egemenliğini, in-
da logos, düzenli akışı sağlayan, çeşitliliği sanların ona uygun yaşaması gerektiğini
bir birlik içinde tutan "evrensel us"tur. savunan Stoaolar gelir. Yapıtının biçe-
Değişimin yasakoyucusu olarak logos, miyle selam yolladığı Herakleitos'a me-
karşitlıklardan doğan gerilimin yarattığı tinlerinde sık sık gönderme yapan Niet-
"sürekli oluş"un evrensel bir dengede zsche de onun için şöyle demiştir: "Dünya
durmasını sağlayan ilkedir. Zaten Herak- daima hakikate muhtaçtır; demek ki da-
leitos'a göre evrende değişmeyen tek şey ima Herakleitos'a muhtaçtır." Aynca bkz.
de bu "evrensel denge" durumudur. O- ilkçağ felsefesi; akı§ öğretisi; Parme-
na göre "değişim"in kendisinden doğan nides.
ve karşıtlıkların çatışmasıyla süregiden
"evrensel süreç" sonsuzdur. Açıktır ki o- Herder, Johann Gottfried von (1744-
nun dünyası yaraulmamışur; ar/ehe olarak 1803) Felsefetİin hemen her dalına, ama
ezeli ve ebedi bir değişimin simgesi ola- en çok da tarih felsefesine, yadsınamaz
rak gördüğü "ateş"i seçmesinin sebebi katkılarda bulunan, Aydınlanma Çağı'nın
de budur. Herakleitos da Parmenides gi- ·usçuluk kültünün kırılmasında epey bir
bi "herşeyin birliği" ilkesine derinden payı olan, Aydınlanma'nın yücelttiği us-
bağlıdır; ancak onun devingen bir denge çuluktan Romantik dönemin organik
durumuyla ifade ettiği "birlik" kavramı dünya görüşüne geçilmesinde etkin bir
"çokluk"u, "değişim"i ve "karşıtlıklar"ı rol oynayan Alman dilbilimci, tannbilim-
yadsımaz, tersine bunlar üzerine kurulu- ci, yazın eleştirmeni, kültür araştırmaası,
dur. tarihçi ve felsefeci. Ideen Z!'r Philosophie
Heraklcitos'un dünyaya düzenlilik ve der Geschfrhte der Menschheit ~nsanlık Ta-
ussallık kazandıran "evrensel ilke"si logos, rihi Felsefesi Üzerine Düşünceler, 1784-
aynı zamanda insanın eylemine yön ve- 1791) adlı tamamlanmamış başyapıtında
ren, insan aklının başvurabileceği biricik her tarihsel çağın biricikliğini öne sürdü-
"yaşam ilkesi"dir. Böylelikle Herakleitos ğü evrimsel bir yaklaşım geliştiren Her-
dünyanın ussal yapısı ile insanın akılcı der, gelecekteki düşünsel gelişmeleri ön-
eylemesi, akıla söylemi arasındaki bağ­ celeyen bağımsız, yaratıcı bir ruha sa-
lantıyı da vurgulamış olur. Ona göre in- . hiptir. Başka fılozoflar usu yüceltirken, o
sanlar logolu kavrayamadıklan için dün- duygu ve düşünüm üzerinde durmuş;
yaya doğru gözlerle bakamamakta, adeta başkaları deneysel görüngü üzerinde yo-
düş görür gibi yaşamaktadırlar. Buradan ğunlaşırken, o dilin gücüne dikkat çek-
hareketle duyulara dayalı bilgiye göreli ve miştir. Hegel'in tarih felsefesini öncele-
aldatıcı olduğu gerekçesiyle herneıı hiç yen, tarih felsefesini bir dil diyalektiği ü-
değer vermeyen Herakleitos, doğru bil- zerine bina ettiği yapıtlarında, tarihin ge-
giye ancak sezgisel yoldan ulaşmanın lişiminin kendilerini miras aldıkları dün-
mümkün olduğuna inanmıştır. yadan farklılaştırmak için mücadele eden
Herakleitos, özdlikle tilmizi Kratylos' bireylerin rekabet halindeki eylemlerini
667 Herder, Johann Gottfried von

dengeleyen bir dizi yasayı izlediğini ilk diğini düşünür.


kez Herder öne sürmüştür. Herder'in felsefesinin en etkili boyu-
Königsberg'de tannbilim okuduğu yıl­ tu XIX. yüzyıl tarihselciliğinin temelle-
larda (1 762-1 764) ömür boyu dost kal- rini atan tarih felsefesidir. Herder'in kül-
dığı, onu dil, kültür ve tarih arasındaki türel tarih yaklaşımının en önemli yönü
karşılıklı ilişkileri irdeleme yolunda cesa- ise "genetik yöntem"dir. Hercler özgün
retlendiren Johann Georg Hamann'ın ve olarak yazın eleştirisi için geliştirdiği bu
Alman Aydınlanması'nın öncülerinden yöntemi insanın bütün eylemlerini ve ya-
Kant'ın öğrencisi olan Hercler, Riga'daki ratımlarını kapsayacak biçimde genişlet­
Lutherci bir kilisede yaptığı vaizlik ve miştir. Bu yöntem temelde iki ilkeye da-
öğretmenlik görevini sürdürürken kale- yanmaktadır. Birinci ilke bir eylemin ya
me aldığı Fragme111t iiber dit nenen deutscbe da yaratımın anlaşılabilmesi için belirli
IJteral/lr Cfeni Alman Edebiyatı Üzerine bir zaman ve yerin ürünü olarak tarihsel
Metinler, t 767) adlı çalışmasıyla dikkat bağlarmnda incelenmesi gerektiğidir. İ­
çekmiş; 1776'da düşüncelerinden, özel- kinci ilke eylemi ya da yaratımı hem içer-
likle de dilin insan doğasından kaynak- den, eyleyenin ya da yaratanın yöneli-
landığuiı ileri sürdüğü Berlin Akademisi' mine göre, hem de dışsal nedenlere ya
nden ödül kazanan Abhandlung iiber den da evrensel oldukları düşünülen kural-
Urspnıng der Sprathe (Dilin Kökeni Üze- lara göre anlamanın zorunlu olduğudur.
rine Bir Deneme, 1772) adlı yapıtından Herder birinci ilkeyle doğalcı açıklama­
etkilenen Goethe'nin araa olmasıyla nın gereklerini yerine getirirken, ikinci
Weimar'daki Saksonya Düklüğü'nde din ilkeyle indirgemecilikten uzak durulma-
işlerinin başına getirilerek ölene kadar bu sının gereği üzerinde durmaktadır.
görevde kalmıştır. Sonralan Metahitik Herder Auch eine Philosophit der Ge-
Z!"" Kritik der reİfltfl V mıllfljt (An Usun E- schi&hte Z!"" Bildung der Menschheit (İnsanlı­
leştirisi'nin Üsteleştirisi, t 799) gibi ya- ğın Gelişimine İlişkin Başka Bir Tarih
pıtlarıyla kendi tarihsel dünya görüşüne felsefesi, 1774) adlı yapıtında geçmişin
karşı bir tehdit olarak gördüğü Kant'tan içerden anlaşılmasının önemi üzerinde
ve Fransız Devrimi'yle ilgili görüş ayn- durur ve Aydınlanmacıların usçu tarih-
lıkları yüzünden de Goethe'den ayrılacak yazırmnı eleştirir. Herder Aydınlanma
olan Herder, Weimar'da yaptığı çalışma­ (Aufleliinın~ tarihçilerini, geçmişi ve ya-
larla Alman romantizminin önde gelen bana kültürleri sanki kendi çağlarının
kuramcılarından biri olmuş; Alman idea- değerleri evrenselmiş ve "tarihin so-
lizmini de derinden etkilemiştir. nu''nu imliyormuş gibi değerlendirdikle­
Herder'in doğalcılık, organizmacılık rinden, budunmerkezcilikle suçlar. Her-
ve canlıalık öğelerini kendine özgü bir der'e göre bu tarihçiler her çağı kendi te-
karışımla içeren felsefesi dilde "kutsal rimleriyle, kendi değerlerine ve ülküle-
köken", ruhbilimde "ruhun ölümsüz- rine göre değerlendirme yanlışına düş­
lüğü" ya da tarihte "takdir-i ilahi" kav- mektedirler. Oysa ki eğer tarihçi bir çağı
ramlarında olduğu gibi doğaüstüne ya da ya da yabana bir kültürü anlamak isti-
kutsala başvuran açıklamaları reddeder. yorsa, önyargılarını askıya alarak, o dö-
İnsan doğasının çeşitli yetilerin birarada- nemin eyleyenlerinin bakış açısından bak-
lığına dayanan ruhbilimscl birliğinin al- ması gerekir. Bu bağlamda Herder, "ka-
tında yatan temel itkiyi bulup çıkarmaya ranlık çağ" olar.ık damgalanan ortaçağa
çalışır. Hercler "organik biçimlenme"ye daha bir duyguda~lıkla yaklaşılması ge-
yönelik bu doğal eğilimin dilde ve kül- rektiğinin üzerim k d:ır.ın ilk düşünür­
türde de işlediğini; kendisini çeşitli kül- lerden biridir.
türlerin evrensel bir tarih biçimindeki di- Herder bu göru~kriyle kültürel göre-
namik gelişmelerinde gözler önüne ser- ciliğe yaklaşsa da tarilite birtakım evren-
Herder,Johann Gottfried von 668

sel yasalann bulunduğunu öne sürme Herder insanın biçimlendirilebilirliği,


konusunda da isteklidir. Nitekim Hcr- kimliğinin ve ussallığının biçimlenmesin-
dcr'in amaa budunmerkezcilik ile göre- de kültürün ve doğanın birincil rolü gibi
cilik arasında bir orta yol bulmaktır. konular üzerinde önemle dursa da bu
Herder bütün değerler görece olduğun­ felsefece soruşturmalardan göreci so-
dan ötürü değil, kendi gelişim evrelerin- nuçlar çıkarmaktan uzak durur. Dünya
deki insanlığa uygun değerlere sahip ol- tarihinin tek bir amacı olduğunu ve her
duklarından ötürü her kültürün ayrı bir kültürün bunu kendine özgü bir yolla
değeri olduğunu vurgular. Başka bir de- gerçekleştirmeye çalıştığını öne sürer. Bu
yişle kültürler, daha aşağı bir gelişim dü- amacın doğasını da "İnsanlık" (HHmani-
zeyi için uygun olan daha yüksek bir ge- tiil) diye adlandırır. Bu amaç Herder'in
lişim düzeyi için uygun olmadığından insanın mükemmelliği ülküsü; yani bü-
kendine özgü (sHİ gmeriI) değerlere sa- tün ayırt edici yetileri ile özelliklerinin
hiptirler. Bu görcciliğc değil, tam tersine yaşama geçiı:ilmes~ duygu, us ve istencin
"bütün kültürler ilerleme ve gelişme öl- gelişerek uyumlu bir bütünde birleşme­
çütüne göre sıralanabilir" inancına denk sidir. Ancak bu ülkü Herder'in o ana dek
düşmektedir. kaçmaya çalıştığı budunmerkezcilik/ gö-
Herder'in felsefesinin doruğu olarak recilik ikilemiyle karşı karşıya kalmasına
kabul edilen İnsanlıle Taribi Felreftri O ze- yol açar: Eğer ülküsünü özel olarak, öz-
rine Diişiinaler adlı yapıtının amacı insan- gül bir biçimde tanımlarsa budunmcr-
lık tarihini doğala bir bakış açısından kezcilik tehlikesine davetiye çıkarmış o-
sergilemektir. Herdcr burada bir bütün lacak; eğer genci ve soyut olarak tanım­
olarak kozmosun bir parçası olarak gör- larsa da bu kez farklı kültürler bu ülküyü
düğü tarihin yasalarını belirlemek iste- ancak birbirlcriye karşılaştınlamaz y.ollar-
mektedir. Ama bu doğalcılığın indirge- dan gerçekleştirebileceklerdir.
meci olmadığı göz ardı edilmemelidir. Herdcr'in siyaset felsefesine en ö-
Hcrder tarihsel gelişimin yasalarını me- nemli katkısı ise ulusçuluğudur. Ulusçu-
kanik değil, organik terimlerle tanımla­ luk öğretisini ilk geliştiren o olmasa da
mıştır. Nitekim Hcrder'e göre bir kül- biçimlendirilmesinde ve yaygınlaştınlma­
türü doğala bakış açısından açıklamak sında önemli bir rol oynaauştır. Herdcr'
onu bir amacı ve gelişme aşamalan olan in ulusçuluğunun özünü yönetimsel ve
bir organizma, "yaşayan bir bütün" ola- siyasal birlik modeli oluşturur. Herder'e
rak görme anlamına gelmektedir. göre bu ikisinin temelinde merkezi dev-
Ashna bakılırsa, Herder'in tarih anla- let değil bir halkın kültürü yer almakta-
yışının temelini insanbilimi oluştunnak­ dır. Halk ortak dili, dini, gelenekleri Ye
tadır. Herdcr insanın ayırt edici özelliği o- tarihi ifade eden yasalarla birlik içinde
larak biçimlcndirilebilirliğini, çeşitli şart­ tutulmalıdır. Halkın yönetimi halkın farklı
lara hemen uyum sağlayabilme yeteneği­ değerlerini ve yaşam biçimlerini bastır­
ni ön plana çıkarır. Bir hayvan belirli bir mamalı; aksine tümünü birden temsil et-
iklim ve ortamda yaşayabilirken, insan meli ve savunmalıdır. Görüldüğü üzere
yeryüzünde hemen her yerde yaşayabilir. Herder'in ulusçuluğu günümüz ulusçu-
Biçimlcndirilebilirlik aynı zamanda kişi­ luk anlayışından oldukça farklıdır. Hcr-
nin toplum tarafından biçimlcndirilişine dcr ulusu merkezi bürokratik devletin
de göndermede bulunur. Duygu, us ve temeli değil bir alternatifi olarak gör-
istenç kültürel bir gclcneğe bağımlı kılı­ mekte ve her kültürün eşit değerde ol-
narak eğitim araalığıyla belirlenir. Hcr- duğuna inanmaktaydı_ Aynca Herder'in
dcr bu insanbilim anlayışıyla X:VII. ve ulus anlayışı ırka değil esas bileşeni dil
XVIII. yüzyılda egemen olan evrensel olan kültüre dayanmaktaydı. Bunun için
insan doğası varsayımlarını kırmış olur. Herder, yönetimin halkın iradesini yan-
669 Hızır, Nusret

sıtan ulusun kültürüne dayandığını sa- genstein'ın "hergünkü/gündelik dil" sa-


vunmuştur. Ulusu devletin yerine geçir- vunusunun olduğu kadar, değişik filcı­
mek isteyen Herder anarşizme varan dü- zoflann birbirlerinden bağımsız dile ge-
şünceler öne sürerek halkın kendisini yö- tirdikleri yaşamın estetikleştirilmesine dö-
netebileceğine; buna karşı modem. dev- nük görüşlerinin de payı vardır. Hergiin-
letin halkın kendini yönetme hakkı karşı­ kü yaşamın estetikleştirilmesi düşüncesi­
sındaki en büyük tehdit olduğuna inan- nin günümüzdeki somut örneklerine ba-
mışttr. Herder devleti onadan kaldırmak kıldığında, özellikle dadacı, öncü (avan-
istediyse de bir yönetim biçimine gerek- gard), anarşist, postmodem yönelimle-
sinim olduğunu yadsımamış ve aftn ihti- riyle dikkat çeken pek çok yapıttn, her-
rasların önüne geçip anlaşmazlıkları çö- günkü dünyanın sıradan nesnelerini, bil-
zecek bir yetkenin zorunlu olduğunu ka- dik durum ya da olaylarını yapıtlanna
bul etmiştir. Bu yönetim biçimininse konu ettikleri görülmektedir. Yine aynı
halka en fa7Ja kendini yönetebilme ola- biçimde, postmodern bireyler farkında
nağını sunan yerel özerk yönetim olması olarak ya da olmayarak, hem giyinişle­
gerektiğini savunmuştur. rinden oturup kalkışlanna kendi görü-
Herder, felsefenin neredeyse tüm a- nümlerini, yaşadıkları ya da çalıştıkları
lanlarına yayılan düşünceleriyle, Schel- mekıinlan hem de gündelik yaşam dün-
ling ile Hegcl aracılığıyla kendinden son- yalarını belli biçemlerle, dekorlarla, süs-
raki tarih felsefesini, Humboldt aracılı­ lerle, imgelerle -hemen herşeyi tepeden
ğıyla dil ve kültür felsefesini, Schopen- ttrnağ.l- estetikleştirmenin arayışı içinde-
hauer ile Bergson aracılığıyla da metafi- dirler. Terimin alabildiğine değişik çev-
ziği derinden etkilemiştir. Aynca bkz. ta- relerde bu denli büyük bir karşılık bul-
rih felsefesi. masında hiç kuşkusuz Walter Benjamin'
in, yaşamın giderek daha bir teknolojik-
hergünltji (gündelik) Yll§amJD este- leştiği, mekanik yeniden üretim manttğı­
tikleştirilmesi ~ng. ımtbeticİ%4tion ofewry- nın sanatta dahi egemen konuma geldiği
day life; Fr. ımth«iciZ4tion de la quotidienne günümüz dünyasında, gerek sanat yapı­
W; Alm. ımtheticWtion der alltAgSleben] De- brun gerekse yaşamın niteliğinin gelenek-
ğişik düşünürlerce büyük ölçüde post- sel estetik "aura"sının köklü bir başkala­
modern felsefe çerçevesi bağlamında di- şım geçirdiğini göstermeye yönelik ver-
le getirilen, sanabn dünyasıyla hergiinkü diği kapsamlı çözümlemelerin son derece
yaşamın dünyası, estetik yaratılarla her- önemli bir rolü bulunmaktadır. Aynca
ı..rünkü dünya eylemleri amsında yapılan bkz. Benjamin, Walter; ""'"·
geleneksel ayrımların hürünüyle çözüşe­
rek ortadan kallmklanru; gerçek olanla henneneutik bkz. yorumbilgisi.
kurmaca olan, sanatsal olanla sanatsal ol-
mayan, yaşama ait olanla yaşama ait ol- Herzen,Aleksandr İvanoviç bkz. Rus/
mayan arasındaki geleneksel sınırlann Sovyet felsefesi.
bütünüyle yok olduğunu anlatan felsefe
deyişi. Buna göre, sanat pratiklerine her- hdm111 (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesin-
v;ünkü dünya deneyimlerinden biri ola- de, özellikle de Platon'da, "öteki" ya da
rak, aynı biçimde hergünkü dünyada o- "bllfka" anlamında kullanılan terim: "ö-
lan bitenlere de birer sanatsal olay olarak tekilik" ya da "başkalık". Platon'da "Baş­
yaklaşılmasını savunan pek çok düşünür, ka(lık)" tüm diğer formlann içine nüfuz
her yaşam deneyiminin başlıbaşına este- eden başlıca formlardan biridir (Sofıst,
tik bir deneyim olarak yaşanabilirliği dü- 255 c-e).
şüncesinin içerimleri üzerinde durmak-
tadır. Düşüncenin ortaya çıkışında, Witt- Hızır, Nusret (1898, İstanbul-1980, İs-
Hu:u, Nusret 670

tanbul) Viyana Çevresi'nin, özellikle de si'ne katıldı. Fransız hükümetinin daveti


Hans Reichenbach'ın bilimsel felsefe an- üzerine, 25 Ocak-5 Mart 1964 tarihle-
layışını temel alarak mantık ve bilgi fel- rinde Paris Yüksek Öğretmen Okulu'n-
sefesi çalışmalanna katkı yapan felsefeci- da modern mantık üzerine dersler ve
miz. Sorbonne Üniversitesi'ne bağlı "Ecole
Nusret Şükrü Hızır, Almanya'da bu- Pratique des Hautes Etudes"te de kon-
lunduğu yıllarda bazı fizik, matematik ve feranslar verdi. 1960-1962 yıllarında 147'
felsefe derslerine girdiyse de düzenli bir tikler listesiyle üniversiteden uzaklaştırıl­
yükseköğrenim görmedi. 1933 Üniversi- dı. Bunun dışında 1944 yılından emekli
te Refonnu'ndan sonra 1934 yılında ilan olduğu 1968 yılına kadar Felsefe Tarihi
edilen Daimi Kadro'da İstanbul Üniver- Kürsüsü'nü yönetti; ayrıca Felsefe Araş­
sitesi Felsefe Bölümü'ne asistan olarak tırmalan Enstitüsü'nün 1967-1968 yılla­
girdi. Aynı zamanda derslerini Türkçe'ye nnda müdürlüğünü yaptı. Verdiği Felse-
çevirdiği hocası Reichenbach'ın isteğiyle fe Tarihi ile Mantık dersleri ve seminer-
bu bölümde lisansını tamamladı (1938). lerinin yanı sıra Hans Freyer, Gottfried
1937 sonlarına doğru Reichenbach'ın kar- Housmann ve Alexandre Vexliard'ın
şı çıkmasına rağmen bölümünden kopa- DTCF Felsefe Bölümü'nde verdiği ders
nlarak Türlt Tarih Kıırumu'na çeviri uz- ve seminerleri Türkçe'ye çevirdi. 1974
manı olarak atandı. 1942'ye kadar Türk yılında Ankara'da kurulan Türkiye Fel-
Tarih Kurumu Çeviri Bürosu'nda görev sefe Kurumu'nun kurucu üyelerinden-
yaptı. 1941-1948 yıllan arasında Milli E- dir. Ölümüne kadar da bu kurumun
ğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu'nda başkanlığını yapmıştır.
"Platon Komisyonu Başkanı" olarak ka- Nusret Hızır DTCF Felsefe Bölümü'
tıldığı felsefe klasiklerinin çevirisi çalış­ nde hocası Reiclıenbach'ın bilimsel fel-
malannda aktif görev aldı. 1942'de Maa- sefe ve lojistik eğilimini benimsedi. An-
rif Vekili Hasan Ali Yücel'in üsteleme- cak yıllar içinde Hızır'ın görüşlerinde ho-
siyle Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih- casından aynlan kimi yönler oluştu. Bu-
Coğtafya Fakültesi'ne Felsefe Doçenti o- nunla birlikte felsefe anlayışında temelde
larak atandı. Doçentlik jürisine sunduğu Viyana Çevresi'ne ve Reichenbach'a o-
tezin başlığı "Bünye Tahliline ve Bu Tah- lan yakınlığı sürdü. "İkiden Fazla Haki-
lilin Condillac'ın Tarih Görüşüne Tatbi- kat Değerli Mantığın Temel Kavramları
kine Dair"dir. Hızır 1954'te profesörlüğe Hakkında" (1945) başlıklı makalesinde,
yükseldi. "doğru" ve "yanlış" doğtuluk değerleri­
Nusret Hızır gerek yurt içinde ge- ne dayanan klasik mantığın bilgi prob-
rekse yurt dışında önemli toplanulara, lemini temellendirmedeki sınırlılığından
kolokyumlara katılmış; bildiriler sunup hareketle, XX. yüzyılın ilk çeyreğinde
konferanslar vermiştir. Yurt dışında kurulan ikiden fazla doğtuluk değerli
1954'te Zürih Bilimsel Felsefe Kongresi' mantıklann esas olarak "biçim bakımın­
ne, 1958'de Venedik'te yapılan XII. Mil- dan en çok kipliğe (modalite)" yaklaştı­
letlerarası Felsefe Kongresi'ne, 1962'de ğını, ancak tam da bu nedenle bu tür
Besançon Üniversitesi'nde "Linguistik" mantıkların günlük hayatta ve bilim ö-
Kolokyumu'na, Ekim 1962'de Napoli'de nermeleri açısından verimsiz bir yol ol-
gerçekleştirilen Akdeniz Kolokyumu'na, duğunu ileri sürer. Çünkü ona göre
21-27 Eylül 1964 tarihlerinde "Medeni- "Mantıkçının görevi, bilimin doğru ö-
yetleri Karşılaştırmalı İnceleme Kuru- nermelerini yanlış olanlardan ayırt etme-
mu"nun Avusturya-Salzburg'ta düzenle- yi kolaylaştıracak, doğru önermeler bü-
diği sempozyuma, 1967'de Amsterdam' tününün bir dizge olduğunu gösterecek,
da toplanan III. Milletlerarası Mantık, önermeleri temellendirebilecek bir dü-
Metodoloji ve Bilim Felsefesi Kongre- şünüş dizgesi kurmaktır". Buradan hare-
671 Hızu, Nusret

ketle Reichenbach'ın olasılık mantığının nermeleri "boş, dayanaksız ve havada-


bugünün biliminin bütün isteklerini ye- dır".
rine getirebileceğini öne sürer. Ne var ki Hızır'ın metafizik karşıtı
Fakat Hızır, aradan ancak birkaç. yıl bilimsel felsefe anlayışı, başta tarih ol-
geçtikten sonra yayınladığı benzer bir mak üzere ahlak; sanat gibi değer alanla-
makalesinde, daha farkh sonuçlara ulaşır: nrun belli bir yaklaşımla ele alınmasına,
Artık ikiden fazla doğruluk değerli man- hatta bu alanların bir sistem olarak or-
tığın mümkün olduğunu, bir tek mantı­ taya konuluşuna karşı değildir. Aslında o
ğın değil birçok mantığın olabilirliğini, salt bilim felsefesi yapmak iddiasında da
önemli olarun bunların her birinin ilgili değildir; onda bilim felsefesi mantıksal
"gerçek" alanlarına uygun olup olmama- dil çözümlemeleriyle kavram çiftlerinin
sı olduğunu belirterek Reichenbach'ın diyalektik bir örüntü içinde ortaya ko-
olasılık mantığının zorunsuzluğunu orta- nulması işinde bir yöntem olmaktan öte-
ya koymaya çalışmaktadır. Hatta daha ye pek geçmez. Hızır, bu yöntemi ilk
ileri giderek artık olasılık mantığını bü- makalelerinden itibaren birçok yazısında
tün bilimler açısından yetersiz görür ve oldukça iyi kullanıruştır. Fakat o, bilim-
klasik mantıkçıların, "lojistik yalnız bu- sel felsefe ve mantık alanıyla yetinmez;
günkü tabiat bilimlerinde hükmü geçen tarihçinin yaptığı türden belli diyalektik
bir sistemdir" şeklindeki iddialarına katı­ karşıtlıklardan birini seçerek olumlamayı
lır. felsefe adına "meşru" gören bir anlayış
Reichenbach'ın mantık anlayışından içindedir. Hatta bu yüzden Viyana Çev-
uzaklaşma biçiminde meydana gelen bu resi filozoflarının bilim felsefesini bir
değişme, Nusret Hızır'da giderek bilim yöntem olarak görmeyip "bütün felse-
ve felsefe anlayışını da kapsayan bdli öl- feyi" ondan ibaret gören anlayışlarını,
çüde farklılaşmalara yol açar. Kendisi bu "felsefenin bütün işlevini ve yöntemini
durumu, emekliliğinden sonra daha önce bununla tüketmekle" eleştirmiştir. Mo-
yayınladığı yazılarının bir derlemesi olan nist (tekçi) bir yaklaşımla dilin bulundu-
Felsefe YaZflarrna yazdığı "Ônsöz"de, ''Vi- ğu "bütün sistemli insan ctkinlikleri"ni
yana Çevresi'nin birçok görüşü, bugün bir "üst-dil" olarak felsefenin etkinlik a-
bana fazla dar ve katı gdmektedir" diye- lanına sokar. Yalnız tek bir alan, metafi-
rek açıklar. Böylelikle Viyana Çevresi'nin zik hariçtir. Metafizik söz konusu olunca
bilimsel felsefe için yalnız matematik ve Hızır yöntemini işe koşmaz; çünkü o sa-
fizik bilimlerinin verimli hareket nokta- kınılacak bir alandır. Öyle ki birer meta-
ları olabileceği görüşünü yadsıyan bir fizik olarak kabul ettiği varoluşçuluğa
fikri gelişim içine girer. Ona göre "ma- ancak hayatının sonlarına doğru "sem-
nevi" bilimler de bilimsel felsefeye veri pati" beslerken, Bergsonculuğu hiç se-
olabilir. Ancak Nusret Hızır bu nokta- vememesinin temelinde de onun bu
dan hareketle metafiziğe kesinlikle yö- metafiziği dışlayıcı felsefe anlayışının et-
nelmez. Aksine o metafizik karşıtlığında kisi vardır. Kuşkusuz tüm bunlarda Hı­
Reichenbach'la sonuna kadar beraberdir. zır'ın dini yadsıyan eğiliminin belirleyici
Hatta hocasının, Kant öncesi ve sonrası bir etkisi söz konusudur.
sistem ortaya koyan felsefeleri "speküla- Nusret Hızır, sahip olduğu bu felsefe
tif felsefe" olarak nitelediği halde, XX. anlayışıyla DTCF'de pek etkili olama-
yüzyılın sistem olmasalar da bilgi vermek ıruştır. Yine de 1960'lı yıllarda kendi an-
iddiasında bulunmayan Bergsonculuk ve layışı doğrultusunda öğrencisi ve asistanı
varoluşçuluk gibi anlayışlarını metafizik olan Füsun Akatlı'yı yetiştirdiği belirtil-
olarak de alıp çürütmemesini deştirecek melidir. Asistanı Füsün Akatlı'run İngiliz
kadar metafizik karşıudır. Ona göre fel- Empirizmi üzerine doktora tezini de yö-
sefe olarak kabul etmediği metafiziğin ö- neten Hızır'm onun üzerinde oldukça
bicetnunc 672

derin bir etkisi vardır. Onun genel etkisi Fr. 11iaırt/ ,,o,,-ltrr, Alm. tıitbts/ #İçhfseitr,
ise, daha çok, emeklilik yıllannda bir yıl Yun. me oır, Lat. "o" mr, es. t. adem] Var-
Ankara Üniversitesi Basın-Yayın Yüksek olmayan; varlığı bulunmayan; varlıksal
Okulu'nda "Uygarlık Tarihi", bir yanyıl bir değeri, içerimi ya da karşılığı olma-
Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümü' yan; ait olduğu varlıkbilgisel çerçevenin
nde ve özellikle de iki buçuk yıl ODTÜ' gerçeklik tasanmına uymayan ya da bu
de verdiği felsefe ve mantık dersleriyle, çerçeveye göre gerçek olmayanı anlatan;
hatta 1971'den ölümüne dek evinde kü- genelde varlığın, daha özeldeyse tek tek
çük gruplara verdiği özel derslerle ol- varolanlann karşıtt olarak varolmayış i-
muştur. çin kullanılan felsefe terimi. Varolan bü-
Eserleri: Çok sayıdaki makaleleri, Dil tün özelliklerin, ilişkilerin, düşüncelerin,
ııtTarih-Cof,rafJa Fakii/Jrri Dttyjsi, A,.11/_ kendiliklerin olmayışı; varolanlara ya da
1m1ta, Belleten, Yiiı:rl, Dtfjşim, Felıefe Yazı­ varlık durumlarına bakılarak anlaşılama­
/an, Milf&et Sanat, Tii,.fe Dili ve Tan gibi yan düşünsel anlamda saltık yokluk du-
dergi ve gazetelerde yayımlanmıştır. Bu rumu ya da kurgusu. Felsefe metinlerin-
makalelerini, ders notlannı ve bazı kon- de, varolan herhangi bir şeyin şu ya bu
fetanslarıru, Füsun Akatlı detleyerok ki- biçimde ortadan kalkmasına bağlı hiçlik
taplaştırnuştır: Felıefe YaZ!lan (1976), Bi- durumu J!,ifrrli bifli/e diye; buna karşılık
limi11 Ipğmda Feltefe (1985), Gtritle Kalanlar varlığın kendiliğinden, doğal biçimiyle en-
(1987). Bunlara girmeyen bazı yazılan da son anlamda eksikliği, olmayışı ya da yok-
vardır. Aynca teksir halinde "Mantık luğu ıalnle hiç/ile diye adlandınlmaktadır.
Dersleri I: Formel Mantık (1966-67)" Çok genci bir açıdan bakıldığında,
adlı ders notlan vardır. Bir de önemli iki felsefe tarihinde fılozo flann hiçliği salt
çeviri: Y1111anlılan11 Tf'tgile Çağmda Felsefe bir mantık kategorisi olarak değil de bü-
(Nietzsche'den, 1956); Deliliğe Ôııgii (E- tünüyle temel bir varlıkbilgisi kavramı o-
tasmus'tıın, 1971). larak düşündükleri görülmektedir. Nite-
kim "yokluk'' düşüncesi, en başından beri
bic et nunc (Lat.) Düzanlaını "bumda "varlık-bilgisi" üstüne kurulu bir düşün­
ve şimdi" olan hic et """' terimi, felsefede me yapısı olan Batt felsefesinde, çoğun­
olaylar ile nesnelerin zaman ve uzam luk bir olıı111111z.illk durumu olarak değer­
açısından belirlenmişliğini nitelemek için lendirilmiş; etik bağlamında "iyilik"in ol-
kullanılır. mayışı olarak "kötülük''le, metafizik bağ­
lamında "uzam" ile "zaman''a karşılık
hiçbiıyerdecilik [İng. 1111llibit111; Fr. 1111/. "boş uzay" ve "boş zaman"la, estetik
libismır,
Alm. 1111/libistı11ij Latince'de "hiç- bağlamında "güzcllik"in eksikliğini an-
bir yer" anlamına gelen n11/libı'den türe- latan "çirkinlik"le özdeşleştirilmiştir. Bu
tilmiş tannbilirne özgü terim. Cambridge bağlamda sözgelimi Platon ile Plotinos,
Platonculuğunun önde gelen adlanndan "Form"un tam karşısına yerleştirdikleri
İngiliz tannbilirnci Hcnry More (1614- maddeyi hiçlikle eşdeğer bir anlamda
1687) tarafından dolaşıma sokulan "hiç- "var olmayan" (me o") olatak nitelendir-
biryerdecilik'', Tann da dahil hiçbir tin- mişlerdir. Yıne aynı bağlamda kimileyin
sel varlığın uzayda yer kaplamadığıru, de ölümle birlikte düşünülen yokluk, ya-
tinsel olanın uzamsız olduğunu öne sü- şamın güzclli.kleri ile neşelerinin artık ta-
ren öğretiye karşılık gelmektedir. Aynca dına varılamaz olduğu, hcrşeyin bütü-
bkz. her yerde olma (tümbulunuş). nüyle bittiği enson anlamda bir "hiçlik"
durumu olaıak tasarlanmıştır.
hiççilik bkz. yoksayıcılık. Batı felsefesinin "yokluk" kavramına
yönelik bu olumsuz bakışının en iyi an-
hiçlik/yokluk ~ng. nothi11gneır/ 11011-bei11g-, lattmlanndan biri de Aristotcles'in "doğa
673 hiçlik/yokluk

boşluktan tiksinir" sözüdür. Bu sözün konlJfmama kuralını olan biten bütün


gerisinde yatan temel düşünce kısaca şu herşeyin hiçlik olduğu bir dünyada kendi
biçimde ortaya konabilir. Aristoteles 'in varlığını türetirken bozmak durumunda
erekbilgisel metafiziğinde, "devinmeyen kalmıştır. Parmenides'ten bu yana, hiçlik
devindirici" dışında varolan her şey, konusu çok i>üyük ölçüde "anlamhhk"
kendi doğ'al yerine dönme istenciyle hep ile "anlamsızlık" aynını temelinde, ki-
bir devinim içinde oJmak zorundadır. mileyin bir yana kimileyin de öbür yana
Oysa boşluğun içinde devinim olanaksız bel verecek biçimde tartışılagelmiştir.
olduğundan, yani boşluk içinde varlıklar Ancak hiçlik üstüne hiçlik olarak konuş­
kendilerini gcrçekleşıinnek için devinim maya ilişkin yaşanan bu güçlük, sonraki
içinde bulunamayacaklarından, doğada dönemlerin filozoflannı da hiçliği varo-
"boşluk" ya da "yolduk" diye bir şeyin lan ile varolmayan aynmı temelinde, var-
olması söz konusu değildir. lığı olumsuzlamak yoluyla, ama yine de
Skolastik felsefede de bu olumsuz hep vııı:hk üzerinden giderek düşünmeye
bakış, Hırisıiyan inanayla Yeni Platoncu sevk etmiştir.
felsefeyi bağdaşnmıa çabası içindeki E- Bu açıdan balaldığında, hiçlik üzerine
riugena'nın Dojpmtl Bölii111/mmui Üpı düşünmenin tarihinde, sezgiciliğin kuru-
(De divisione natı.ırae, 867) adlı çalışma­ .cusu Beı:gson'un saltık hiçliği varhkbilgi-
sında ortaya koyduğu evrenbilgisinde a- sel bir değeri ya da karşılığı olmayan bir
çıkça görülebileceği gıbi, vaı:lığını sür- tasanm olarak saçmaya indirgemeye yö-
dürmüştür. Eriugena'ya göre doğa, Tann nelik çabalannın ayn bir yeri olduğu gö-
ve yaratılmışlar da dahil olmak üzere riilür. Beı:gson'a göre "Saltık Hiçlik" dü-
"vııı:olan ve olmayan" her şeyi içine alan şüncesi, vııı:olan her şeyin bir biçimde
genel bir kavramdır. De diılisio11e nalıt­ ortadan kalkması olarak anlaşıldığında,
rae'de doğa dört "bölüm"e ayrılır: Birin- açıkça içi boş bir tasanın, boş yere edil-
cisi yaratan ve yaratılmamış olan, yani miş bir söz olarak kalmaktadır. Dünya-
Tann; ikincisi yaratan ve yaratılmış olan, nın içindeki yokluklara karşın gerçekte
yani İlk Nedenler ya da İdealar; üçün- dünyada hiçbir şey "yok" değildir. Nite-
cüsü yaratmayan ve yaratılmış olan, yani kim Beıgson, buradaki bağdaşmazlıktıın
yaratılmış şeyler; dördüncüsü ise ne ya- yararlanarak, her yokluğun aslında varo-
ratan ne de yaraalmış olan, yani "varol- lan bir gerçekliği bildirdiğinden kendisini
mayan" ya da "hiçlik:''tir (11011 mi). dışlaması gereğini, "hiçlik'in kendi içinde
Felsefece düşünüşte olumsuz öner- çelişkili bir kavram olduğunu göstermek
melerin dünyadaki karşılıktan olarak gö- üzere kullanmıştır.
rülmeleri gereken "olmayan olaylar ya da Varoluşçu fılozoflarsa hiçlik düşün­
nesneler'', elimizde bunlan tanımlamada cesine felsefe tarihinin hiçbir döneminde
kullanabileceğimiz bir ölçüt olmadığın­ olmadığı denli büyük bir önem atfet-
daı{, varlıkbilgisel bakımdan öteden beri mişlerdir. Sözgelimi S n11 1111tl Znt (Varlık
son derece ciddi bir sorun oluşturmuş; ile Zaman, 1927) adlı yapıtında Heideg-
bu durum felsefe tarihi boyunca fılo­ ger, hiçliğin "içdaralması"nda CA11gs" gö-
zoflann yolduk konusundaki düşüncele­ rünür hale geldiğini, kendisini hiçliğin
rini açıkça ortaya koymakta büyük güç- tehdidi karşısında yolunu .yitirmiş insan
lük çekmelerine neden olmuşnır. Ancak varoluşunun (Dasrİ#) içine düştüğü kay-
bu noktada, olmayan üzerine kon1JŞma­ gıda, ölüm duygusunun verdiği bunalnda
nın olanaksızlığını göstererek hiçliği bü- açığa vurduğunu aynnalı bir biçimde se-
tünüyle felsefece düşünmeden kaldırma­ ıimlemifıir. Heidegger, "hiçlik:'' karşısın­
nın gereğini savunan Parmenides bile, da yaşanan bu deneyimin insan yaşa­
"Varlık'ın Bir'liği" çerçevesinde geliştir­ mında son derece önemli bir yeri bulun-
diği felsefesinde hiçlik üstüne kesinlikle duğunun altını çizerek, doğrudan doğru-
hiçlik/yokluk 674

ya varolaru sınırlayan hiçliğin hem man- kesinlikle herhangi türden bir nesne ola-
tıksal olumsuzlamaya "önsel" olduğunu rak tasarlanarak ya da doğa yasalarına
hem de onun temelini oluşturduğunu i- tabi kılınarak anlaşılması da söz konusu
leri sürmüştür. Bu anlamda hiçliği insa- değildir. Sartre'a göre bilinç "kendinde"
nın varoluşunun üzerine çökmüş bir ka- bir dünya yapabilmek, gerektiğinde de
rabasan, varoluşun kendisini çepeçevre yapnğı bu dünyayı "hiçlemek" gibi bir
kuşatan etkin bir öğe olarak tarumlayan niteliğe sahiptir. "Hiçleme" ise bilincin
Heidegger, hep varlığın karşıu olarak va- "kendisi için varlık" olarak ''kendinde
rolmayana indirgenerek bir anlamda ge- varlık''tan ayrılmasıdır; kendisi için varlık
çiştirilmeye çalışılan hiçliğe yön~lik gele- bu anlamda kendinde varlığın hiçlenme-
neksel bakışı büyük ölçüde sorunsallaş­ sidir. Bilincin hep bir hiçlik bilinci olarak
tırmayı başarmışur. Varoluşun hiçbir te- kendisini göstermesi, gerek Hcidegger
meli bulunmadığını düşünen Hcidegger, gerekse Sartre için bilinçli bir varlık ola-
vııroluşun bütünüyle hiçlik kuyusundan rak insanın temel özgürlüğünün hiçlikte
doğduğunu savunmuştur. Ona göre ölü- kök saldığının en belirgin göstergesidir.
mün hiçliğinde serpilen varoluş, anlamı­ Öte yanda, "maddecilik", "olgucu-
nı "ölümü bekliyor olmak"tan almakta- luk", "çözümleyici felsefe" anlayışlarının
dır: ölümü gerçek bir olanak olarak ilik- çeşitli biçimleri, söylenbilgisel, dinsel ve
lerinde yaşayan/ taşıyan insan, "ölüme- metafizik kökenlerini öne çıkararak hiç-
doğru-varlık"ur (Stitt Z!'"' Tode). lik düşüncesine kesin bir dille karşı çık­
Varoluşçuluğun bir diğer önemli dü- maktadırlar. Nitekim bu bağlamda Hei-
şünürü Sartre da hemen herkesçe başya­ degger'in "Hiçlik hiçleniyor" (Das Nuhu
pıu olarak gösteôlen L'P.m et k Niattt selbst ni&htel) sözü, çözümleyici geleneğin
(Varlık ile Hiçlik, 1943) başlıklı oylumlu önde gelen felsefecilerinden Carnap ta-
kitabında "kendisi için varlık" (em pour- rafından metafizik saçmalığın daniskası
soı) dediği bilinç ile "kendinde varlık" olarak değerlendirilmiştir. Yıne hiçliğe
(im m-soı) dediği bilinç dışındaki bütün karşı gösteôlen bu olumsuz tutum çer-
öteki varlıklar arasında önemli bir aynına çevesinde, Marxçılığın da benzer ne-
giderek hiçliği vııroluşun tek dayanağı, denlerle "hiçlik" düşüncesine hiç de o-
insanın dünyadaki tek çıkış yolu olarak lumlu bir gözle yaklaşmadığı görülmek-
göstermiştir. Kendinde varlık tam ve de- tedir. Hiçliği bütünüyle kapitalist bir söy-
ğişmez bir gerçekliğe sahipken, tam ve len olarak gören Marxçı kuramcılar, var-
değişmez bir gerçeklikten yoksun olan oluşçuluk başta olmak üzere hiçlik üs-
kendisi için varlık, içinde "içdaralması" tüne yapılan bütün felsefeleri burjuva
duygusuyla öznel olarak deneyimlenen felsefesinin doğal uzantıları olmaları ne-
bir hiçlik öğesi barındırmaktadır. Sartre'a deniyle ağır bir dille eleştirmektedirler.
göre doymak nedir bilmeyen bir arzu- Buna karşılık Marxçıların maddeci
nun tutsağı olan insan, bu yüzden hep felsefelerini üzerine oturttuklan diyalek-
bir eksiklılı: ya da yoksunluk durumu· ola- tik kavramını borçlu olduğu Hegel'in,
rak tasarlanmaya yazgılıdır. Bu bağlamda bütün bir düşünce ve varlık alanı bo-
Sartre, arzulayan insan varlığının hiçlik- yunca birbirlerini sürekli olarak izlediğini
ten ya da kendini değillemeden oluştu­ düşündüğü "kendinde şey (An-sifh)-ken-
ğunu, salt bu nedenle de bir varlığın ol- di dışındaki şey (Andmsti11)-kendinde ve
mayışı gibi olumsuzluk bildiren gerçek- kendisi için şey (An-llfld-jiir-sich)" arasın­
likleri ayırt edebildiğimizi yazmaktadır. da kurduğu üç aşamalı diyalektik süreç,
Nitekim bilincin bütünüyle hiçlikten doğ­ en iyi felsefi anlaumını varlık ile hiçlik
duğunu öne süren Sartte'ın gözünde bi- kavramlan arasındaki ilişkide bulmakta-
lincin, düşünülebilecek en üst düzey boş­ dır. Buna göre "varlık" (sav), her zaman
luk olarak hiçbir içeriği olmadığı gibi, için kendi karşıu, yani "hiçlik'' olma yö-
675 Hint felsefesi

nclimindedir (karşı.sav); dolayısıyla bu Hint felsefesi yaşamın temel sorunlannı


birbirinin karşıtı iki kavram "oluş" kav- çözmeyi, yaşamı daha yaşaıulır klimayı
ramı içerisinde bütünleşmektedirler (bi- amaçlamıştır. Fıziksel, zihinsel, ruhsal a-
reşim). Varlık ile ·hiçliğin her ikisinden cılara karşı koyup bunların nedenlerini
de daha yetkin bir kavram olan "oluş" anlamak için uğraşmıştır. Acının neden-
içerisinde bütünleşik halde içeriliyor ol- lerini bulmak, olanaklı en iyi yaşama u-
malarına bağlı olarak Hegel, her biri laşmak için zorunlu diye görülmüştür.
farklı bir alanı ele alacak biçimde felse- Kişinin 'olduğu', 'olmak istediği' ile
feyi de bölümlere ayırmışttr: (1) mantık 'sahip olduğu', 'sahip olmak istediği' ara-
ya da metafiziğin temel araşttrma ko- sındaki boşluk acıya neden olmaktadır.
nusu olarak kendinde şey alam; (2) doğa Kişi yoksuldur; eksikliğini duyduğu zen-
felsefesinin temel araştırma konusu ola- ginliği ister. Bu onda 'acı'ya neden olur.
rak kendi dışındaki şey alam; (3) tin fel- Kişi .ölümün kaçınılmaz olduğunu bile
sefesinin (Gei.rtuphilosophie) temel araştır­ bile ölümsüzlüğü ister; bu kaçınılmaz
ma konusu olarak kendinde ve kendisi i- durumdan korkmaktadır. Bu ondaki 'a-
çin şey alanı. cı'nın kaynağıdır. Sorunun çözümü açık­
tır: 'Olan' ile 'olması istenen' bir kılınma­
Hinayana Buddhacılığı Mahayana lıdır. Bu kez şu soru gündeme gelmekte-
("Büyük kaç') Buddhacılığı'mn aşağı­ dir: Bu 'birolma' nasıl başanlacakur?
lama taşıyan adlandırmasıyla Sanskritçe Bütün Hint felsefesinin insaıun duy-
"Küçük AraÇ' demeye gelen Hinayana duğu bu acıyı konu edindiğini; acı çeken
olarak da anılan, Buddha'mn Nimmdya 'ben'in her zaman özne olduğunu; bu
erdikten sonra insanlık aleminin dışına öznenin, öznenin deneyimini edindiği
çıktığını savunan Buddhacılığın bu en nesnelerden çok daha önemli olduğunu
tutucu biçimi için bkz. Theravada Budd- söylemek pek yanlış olmasa gerektir.
hacılığı. Vedalar öncesi dönemin ya da Dra-
vidyen döneminin sonraki dönemlere
Hint felsefesi ~ng. lndian philosop~; Fr. yaptıkları katkılar şöyle sıralanabilir: İn­
philosophie lndittıtır, Alm. lndisdıe philosop- sanların yaşamında ormanların etkisinin
hie] Kimi düşünce tarihlerine göre Hint vurgulanması; en somut biçimiyle tanrı­
felsefesi tarihi yazılı tarihten daha önceki salın tefekkürü, bununla birlikte tapınak
tarihlere, İndus Vadisi'ndeki Dravidyen tapımı; evren ~gesinde hayvanlarla bit-
Uygarlığı'na (M.Ô. 3500) kadar götürü- kilerin daha yüksek bir yere çıkarılması;
lür. Dravidyen sözcüğünün anlat.tığı şey tanrısalın dişi yamıun ululanması; Tanrı'
pek açık olmasa da bir dil öbeğine, bir ıun yaraucılığırun Vllrgulanması.
öbek insana, bir uygarlığa verilen addır. Vedalar Dönemi: Vedalar Hint felsefesi-
Bundan sonra Aryan etkisinden söz edi- nin ilk izlerinin bulunduğu kutsal metin-
lir (M.Ö. 2000). Bu Vedalar öncesi dö- lerdir. Dört tanedirler: &g Veda; Y'!}ur
nemde, kutsal Hint metinleri olan Ve- Veda; S11111a Veda; Athamı Veda. Her Ve-
dalar'daki birtakım düşüncelerin kökleri da (veda Sanskritçe 'kutsal bilgi' demeye
vardır. Özellikle *tantraların kökenlerinin gelir) dört bölümdpı oluşur: i) Samhita-
Aryan öncesi Dravidyen kültüre dayan- lar -bu bölümde çeşitli tanrılar için yazıl­
dığı yollu düşünceler öne sürülür. mış ilahiler vardır; iı) Brahmanalar -bu
Yazılı tarihten önce başlatılmakla bir- bölümde kurbanlar ile kurbanların de-
likte Hint felsefesindeki başat özellikler ğerleri hakkında yazılan parçalar vardır;
günümüze kadar pek değişiklik göster- ili) Aranyakalar -bu bölümde simgeler i-
memiştir. Hint felsefesi anlatılırken, en le meditasyon yöntemlerini saptayan "or-
temel özelliğinin kılgın bir yan taşıması man antlaşmaları'' vardır; iy) Upanişad­
olduğu vurgulanır. En başıridan bu yana lar -bu bölümde bilgi aracılığıyla kuttu-
Hint felsefesi 676

luşa ermeden (1110/esa) söz edilir; Vedalar' ile Rama'nın kişiliğinde kadın olmakla
da fdsefe adına en fazla şey bulunan bö- erkek olmaklığın örneği sunulur.
lümler Upanişadlar'dır. Bu dönemde bir de sa.rtralar vardır.
Vedalar'da.ki fdsefe ile din dizgesin- Bunlar nıtralan açıklamak için yazılmış
de, Hint felsefesinin iki dayanağı söz ko- kitaplardır. Hint felsefesinde temel ola-
nusu edilir. Amlan ile Brahman. A1111an, rak yaşamın dört amacı olduğu savunu-
Hint dininde, canlıdaki, özellikle de in- lur. Bunların üçü birer ra.rtrada anlatıl­
sandaki ruh ya da "ben"dir; Brahman'ın mıştır.

benliğidir. Brahman'sa "cinsiyetsiz" de- Yaşamın ilk amacı mthadır. Bu söz-


meye gelir. Sonu! gerçekliği dile getir- cük 'şey', 'nesne' demeye gelir. Sevi, sa-
mek için kullanılır. Evrenin temeli ya da nat yapıtları, çiçekler, mücevherler, güzel
varolan her şeyin kaynağı demektir. Bun- giysiler gibi dokunulur, sahip olunabilir,
lar, Upanişadlar'ı anlamak için bilinmesi hoşa gider, yitirilir tüm nesneler böyle-
zorunlu olan iki kavramdır. dir. İnsanın gündelik yaşamında bir evi
Atman tek bir varlıktır ama biçimi çekip çevirmesi, bir aile meydana getir-
yoktur, biçimi olmadığı için de sının mesi; dinsel ödevleri yerine getirmesi
yoktuı:; sının olmadığı için de her yerde- gibi şeyler için gerekli olanları dile geti-
dir; her yerde varolan, ebedi olan Tanrı' rir.. Kısacası insanın elde etmek için pe-
dır. Simgesi kutsal OM hecesi olan At- şinden koştuğu nesneler; bu nesneleri
man Brahman'dır. A1111an, Brahman'la ay- elde etme yollan; peşinden koşulan bu
nı varlık olduğunu anladığında ölüm- nesneler için olduğu varsayılan gerekler,
süzlüğün sırrına erer. Böylelikle de Tan- istekler demeye gelir. İktisat, siyaset, tek-
n'ya ulaşır. Bu bağlamda iki kavram bir- nik bu amaca hizmet ederler. Bütün
biri yerine kullanılır. bunların anlauldığı kitap Artha.rartm'dır.
Kişi, kötülüklerden arınamadığı, duy- Yaşamın dört amacından ikincisi ka-
gularını denetleyemediği, zihnini huzura 111adır. Sözcük Sanskritçe'de 'zevk', 'aşk'
kavuşturamadığı, tefekkürle düşüncenin demeye gelir. Hint söylenbiliminde Ka-
derinliklerine dalamadığı sürece Atman'a ma, Cupid'in tamamlayıcı parçasıdır; aşk
erişemez. Atman'a ulaşmak için yalnızca tanrısıdır. Yeniden bedenleniş isteğine
öğtenim yetmez. karşılık. gelen Kama öğretisinin anlatıldı­
Destanlar Dönt111i: Vedalar'daki bilgelik giz- ğı kitapsa Ktlllla.rartrddır (Kamanıtra diye
li, kıskançlıkla korunan bir geleneğin de bilinir).
parçasıydı. Dolayısıyla bu metinlere pek Yaşamın üçüncü amacı dharntadır. D-
çok insan ulaşamıyor, ulaşanlar da genel- hamta 'evrenin yasası'dır; karşıtıysa 'ka-
likle lıir şey anlamıyorlardL Bu açlığı gi- os'tur (adhamta). Adhamra acıya neden o-
dermek, kutsal geleneğin düşüncelerini lur; bu acının sebebiyse istemedir. Buna
aktarmak için öykülerden, şiirlerden olu- karşılık Jbarnta dinsel, ahlaksal ödevler
şan yeni bir gelenek yaratıldı. Bu öykü- bütünüdür. Ahlaksal eylemin yasasıdır.
lerle şiirlerin toplandığı iki derleme özel- Bu öğretinin anlatıldığı kitap Dharma-
likle önemlidir: MahabharaJa ile Ram191a- sa.rhıı'dır.
na. Trivarga (üçlü öbek) denen Jharma,
Mahabharatdda Hint ülkesinin de ge- kaflla, artha dünya nimetlerini imler.
çirilmesi anlatılır. Bu yapılırken de her Yaşamın dördüncü amacı ise moksa-
yönüyle bir yaşam kılavuzu; dine, felse- dır (apavarga, nimtti, nivrtti de denir).
feye, topluma, siyasete hatta hekimliğe Mo/esa Sanskritçe "kurtuluşa erme" de-
dair bir kılavuz verilir. Bu destanın özel- meye gelir; sonul amaç, sonul iyidir. İlk
likle BahavagaJ Gita (Kutlu Ezgi) adlı üçünün hem üzerinde hem karşısındadır.
bölümü önemlidir. Gita, insan ile evre- Hint dininde insanın dinsel çabayla var-
nin yapısını açıklar. Ram.gana'daysa Sita mak istediği ruh durumunu; gerçeğin asıl
67'1 Hobbes, Thomaı

doğasına bakışla ulaşılan durumu anlatır. Batı'daki felsefe merinlerinden yapılan


Bu durumda kişi her türlü istekten kur- çeviriler, bunlar hakkında yazılan incele-
tulur. meler, XIX. yüzyılda da Ram Mohun
Sutn:ılar Dö11e111İ: Destanlar Dönemi'nin Roy'un yoruınlanyla başlayan süreç, Rad-
sonlanna doğru gerek dünymın gerek hakrishnam ile Sri Aurobindo'nun çalıt­
insanın felsefece yapılmış dizgeli açıkla­ malanyla oldukça önemli etkiler yaratır.
malanna rastlanır. Bu dizgeler bütünüyle Aynca bkz. Buddhacılık; Carvaka O-
felsefece olan çabalardır. Bu dönemdeki kulu; Caynacıhk; Nyaya-Vaiaeıika;
felsefe okullarının bir kısmı Vedalar'ın Sri Aurobindo; Upanitadlar; Vedanta;
yetkesi ile yanılmazlığını kabul eden Orto- Atman; Brahman; dbarnur, molall;
doks (a1nka) okullar, bir kısnu da bunu autnı; yoga.
kabul etmeyen ortodoks olmayan (11a1ti-
ka) okullardır. Nyaya, Vaisesika, Samkh- Hippiaı bkz. ilkçağ felsefesi.
ya, Yoga, Mimamsa, Vedanta okulları
felsefece çözümlemelerini Vedalar'a da- Hobbeı, Thomaı (1588-1679) Felse-
yanarak yapan ortodoks okullardır. Nya- fenin hemen her alanında düşünceler or-
ya Okulu temel olarak bilmenin araçları­ taya koymuş olmakla birlikte, daha çok
nın mantıksal çözümlemesiyle, Vaishesika siyaset felsefesi ile onun bir alt dalı olan
Okulu da bilinen şeylerin türlerini çö- devlet felsefesinde ürettiği özgün yapıt­
zümlemekle ilgilidir; Samkhya Okulu ki- larla tanınan İngiliz fılozof. Kimi felsefe
şinin dış dünyayla ilişkisini araşunı:; Yo- tarihçileri İngiliz (Britanya) Deneycileri'
ga Okulu 'ben'in yapısıyla, bir de Saf ni (İngilıx:reli Locke, İrlandalı Berkeley,
Ben'e nasıl ulaşılacağıyla ilgilidir:; Mi- İskoçyalı Hume) pek çok konuda önce-
mamsa Okulu bilginin öznel geçerliliği­ leyip onlara yo'lu"açmasından ötürü Hob-
nin ölçütlerini soruşturur:; Vedanta Oku- bes'u İngiliz fılozoflannın en büyüğü i-
lu ise Vedalar'm sonuç bölümleri olan lan ederken, kimileri de bu payeye Hu-
Upanişadlar'a dayanarak gerçeklik ile bil- me'u da ortak ederek Hobbes'un iki bü-
~ ussal çözümlemesini verir. yükten biri olduğunda karar kılmışlardır.
Buddhacılığın, Caynaalığın, ayrıca Car- Ayrıca felsefe tarihçileri arasında Hob-
vaka Okulu'nun mtralan, ortodoks ol- bes 'u Dcscartes'la birlikte modem felse-
mayan (11a1nka) sutraiardır. Çünkü bunlar fenin kurucusu olarak görenlerin sayısı
Vedalar'm ne yanılmaz olduklannı kabul hiç de az değildir.
ederler ne de Vedalar'ı yetke olarak ka- Babası bir köy papazı olan Hqbbes
bul ederler. Bunlardan Carvaka Okulu Malmesbury'de doğdu (bu nedenle yer
bütünüyle maddeci olan, ruhsalhğa izin yer "Malmesburyli Fılozof" diye de anı­
vermeyen bir felsefe okuludur. lır). Oxford'a bağİı Magdalen Hall'da öğ­
Bi!J#k Yontm'1tlar Dö11e111i:. Yukarıda anı­ renimini tamamladıktan sonra yafamını
lan felsefe okullannın ele aldığı ıutraiara sürdürecek parayı kazanmak için soylu
yorumlar yazan bir felsefeciler kuşağı o- Cavendish ailesinin oğluna eğitmenlik
luşur. Guadapada (M.S. VI. yüzyıl}, :Jan- yaptı. Hobbes ekmek. parasını ağırlıklı
kara (M.S. VIII. yüzyıl), Baskara (M.S. olarak soylu ailelerin çocuklarına özel
IX. yüzyıl), Yamuna (M.S. X. yüzyıl), dersler vererek kazanmış, bu arada da
Ramanuja (M.S. XI. yüzyıl), Nimbarka onlann zengin kütüphanelerinden· ya-
(M.S. XII. yüzyıl), Madhva (M.S. XIII. rarlanmayı ihmal etmemİftİr. Kendisin-
yüzyıl), Vallabha (M.S. XV. y:izyıl) bun- den yalnızca birkaç yaş küçük öğrencisi
lann en önemlilerindendir. genç Wılliam Cavcru:lish'le birlikte Av-
F.ii11e1a111 Dö11e111İ: Dış etkiler, özellikle de rupa'ya C'Kara Avrupası"na) uzun bir
Batı etkisi sonucu Hint felsefecileri ken- geziye çıktı. Hobbes'un düşünsel gelişim
dı felsefe geleneklerini sorgular olurlar. çizgi.sinde bu tür uzun gezilerin etkisi
Hobbes, Thomas 678

çok büyült olmuşwr. Sözü edilen ilk bü- · lışmalannı yürütmek için hiç de uygun
yük gezide (1610-1615) Hobbes Fransa bir yer olmadığından, çeşitli aralıklarla
ile İtalya'yı dolaşmış, özellikle de döne- ömrünün yaklaşık 20 yılını zamanın dü-
min düşünürlerinin yaşadığı Paris ile Ve- şünsel merkezi Paıis'te geçiren Hobbes,
nedik'te uzun süreler lı:almıştır. Venedik 1630 yılında eski öğrencisinin (William
Cumhuıiyeti'nin önde gelen aydınlannın Cavendish) oğluna öğretmenlik yapması
siyasal yetkenin Kilise üzerindeki dün- için Paris'e çağoldı. Burada Marin Mer-
yevi üstünlüğünü korumalı: için verdiği senne'nin çevresinde toplanan ve amaç-
mücadele onu derinden etkilemiştir: Bu lan kuşkuculuğu aşarak yeni bir fizik ve
gezisi sırasında Hobbes, Aristoteles fel- ahlak bilimine ulaşmak olan bir düşü-
sefesinin gitgide eski gücünü yitirdiğini, . nürler topluluğunun saygın üyelerinden
özellikle Johannes Kepler ile Galileo kabul gördü. Bu topluluğun içinde ilkçağ
Galilei gibi bilginlerin buluşlarıyla iyiden atomculuğunu canlandıran Gassendi ile
iyiye sarsıldığını gözlemlemiştir. Gezi dö- Merserıne'nin yakın arkadaşı Descartes'
nüşü antik dünyanın düşünce evrenine ta bulunmaktaydı. Hobbes tüm yaşamı
kendini kaptıran Hobbes, uzun bir süre boyunca kendisine rakip olarak gördüğü
Eski Yunan ve Roma klasikleri üzerinde Descartes'ın zihin-beden ikiliğine dayalı
çalıştı. Bu yoğun çalışmanın "dışa dö- İlk Felsefe ÜZ!finı Derindiişiinmekt'ini ve
nük" en önemli ürünü, yurttaşlarını ya DiopJriqNe'ini (Işık Kınlması) kıyasıya e-
da yandaşlannı demokrasinin barındır­ leştirmiştir.
dığı tehlikelere karşı uyaran Thukydides' Hobbes'un üçüncü gezisinin (1636)
in Pı/opot1nısos1Nlarla Atinaltlann Savap ad- en önemli sonucıİ ise Galileo Galilei'yi
lı yapıtının çevirisidir (1628). Bu çeviri, ziyaret etmesidir. Bu ünlü bilginle giriş­
İngiltere'de de tıpkı Atina'dakine benzer tiği uzun söyleşilerin, Hobbes'un felsefe-
bir siyasal kargaşa ortamının yaşandığı sine çizdiği yönün belirginleşmesinde çok
1629 yılında yayımlanmış ve geniş bir yararı dokunmuştur. Bu bağlamda Hob-
okur kitlesiyle buluşmuşwr. İngiltere'yc . bes'un kendi felsefesine biçtiği nihai ö-
döndüğünde Francis Bacon'la tanışmış, dev, "devinim"c dayalı yeni bilimin so-
düşüncelerinden etkilenmiş ve bir süre yut ilkelerine· dayanarak ve geometrik
onun yazmanlığını da üstlenmiştir. tümdengclim yöntemini kullanarak insan
Hobbes'un ikinci Avrupa gezisinin davranışını çözümlemektir. Buna bağlı
(1628) kendi düşünsel yaşamı açısından olarak da genel anlamda "mekanik bi-
en önemli sonucu Eukleides'in (Ôklit) liıni"ni genelleştirmek ve her alana uy-
Stoikheia (Elemanlar) adlı yapıtıyla, dola- gulamaktır.
yısıyla "Ôklit geoınetrisi"yle tanışması Hobbes kendi döneminde düşüncele­
olmuştur. "Eski dünya"nın bu en büyült rinden dolayı zor anlar yaşayan düşünür­
matematikçisinin yapıtı dizgeli ve ilksavlı ler kervanına katılmış, ne cumhuriyetçi-
yapısıyla onu büyülemiş, felsefeye geo- lere (parlamento yanlılarına) ne de ktali-
metrinin bakış açısıyla yönelmesine yol yetçilere (tekerkçilik yanlılarına) yarana-
açmıştır. Bacon gibi C'bilmek, egemen mamıştır. Gerek ktaliyetçilere karşıtlann­
olmaktır') bilginin "güç" ya da "iktidar'' dan daha yalan durması, gerekse uzun
demek olduğunu düşünen Hobbes, iç sa- yıllar soylu ailelerin çocuklarına eğitmen­
vaşın İngiltere'de yol açtığı yıkımları iyi- lik yapması onu olası kötü sonuçlardan
leştirmenin, toplumun akıla temellerle ye- bir nebze olsun korumuşwr. Ta ki I..e-
niden bina edilmesinin. tek yolunun tıpla ıriathan'da ortaya koyduğu devlet siste-
Eukleides'in geometrisindeki gibi çürü- minde özel bir Anglikan yetkesine yer
tülüp yadsınamaz tanıılamalardan geçti- tanımayışına kadar. Artık felsefesi açık
ğini düşünmekteydi. açık "tanntanımaz" diye etiketlenir ol-
İç kanşıklıldar nedeniyle İngiltere ça- muş; Levialhan "Hıristiyan tanntanunaz-
679 llobbes, 'I'hornas

lığının manifestosu" ilan edilmiştir. Bu çin insanların eğilimlerini, duygulannı,a-


dönemde Hobbes'u kanı.lama kampıın­ lışkanlıklannı, davranış tarzlarını bilmek
yıısı öyle bir boyuta ulaşmıştır ki zama- gerekir. İşte bu bağlamda yurttaşlık fel-
nın parlamentosu Hobbes'un düşüncele­ sefesi de insanların yatkınlıklannı ve dav-
rini Londra'da 1666'da ortaya çıkan bü- ranış biçimlerini inceleyen ahlak felsefesi
yük yangının olası nedenleri arasında ile insanlann ödevlerini anlamaya çalışan
görme "sivrizek:alılığını'' bile göstermiş­ siyaset felsefesi olmak üzere kendi içinde
tir. Eserleri Roma Katolik Kilisesi ile ikiye ayrılır.
Oxford Üniversitesi tarafından yasaklan- Hobbes "bir bütün olarak felsefenin
mış; üniversite yöneticileri, onun 'şeh­ öğeleri" üzerine daha ayrıntılı çözümle-
vetli, rezil ve ahlılksızca' görüşlerine ilgi meler de sunmuştur. Onun önerdiği ve
duyanlara rahat vermeyip üniversiteden kendisinin de üzerinde yürüdüğü "felse-
uzaklaştırmıştır. fece düşünme yolu", ilkin "ilk felsefe"
Hobbes, en çok geliştirdiği devlet ku- den ya da metafızôkten başlayıp geometri
ramıyla tanınmasına karşın, aynı zaman- ile mekanikten geçerek ahlak ve siyaset
da bir matematikçi, bir fizikçidir. Son felsefesine ulaşır. Bir başka deyişle, Hob-
yıllannda -85 yaşından sonra- yine Eski bes felsefe yapılırken doğa bilimleri ile
Yunan ve R,oma klasiklerine dönmüş, matematiğin kesinliğinin ardyöre olarak
Homeros'un Oefymia (1673) ve İ!Jada' alınmasını salık verir: Felsefe tıpkı geo-
sını (1675)' İngilizce'ye çevirip yayımla­ mettidcki gibi tanıtlamalarla ilerlemeli-
mıştır. dir. Hobbes'un felsefesinin belkeıniğini
Hobbes'un felsefesi yeniçağ deneyci- oluşturan en önemli iki kavrarnı "cisim"
liğinin, her türlü idealist yorumu redde- ile "devinim"dir. Nitekim Hobbes'un me-
den, açıklamalannda dinsel veya aşkın tafizik ya da ilk felsefeden anladığı da
güçlere başvurmayan, matematik ile fizik remelde bu iki kavramın tanımlanmasına
yöntemine göre kurulmuş ilk dizgeli fel- dayalı bir uğraştır. Hobbes'a göre, doğa
sefesidir. Onun felsefe anlayışına göre, bilimlerinin kendi içindeki sıralanışı ya
felsefenin konusu bizim kavrayabilece- da sıradüzeni her birinin "devinim"i na-
ğimiz, başka cisimlerle karşılaştırabilece­ sıl ele aldığına bağlı olarak duzenlenebi-
ğimiz, birleştirilebilir ve çözümlenebilir, lir. Buna göre tanıtlama gücü ya da de-
yani ortaya çıkışını ve özelliklerini bile- ğeri bağlamında bu bilimlerden en önde
bileceğimiz cisimlerdir. Dolayısıyla felse- koşanı "geometri"dir; gttı111etri sahip ol-
fe, tannbilirni ya da Tann öğretisini dışta duğu "doğrular'' ve ortaya koyduğu "doğ­
bırakır; çünkü felsefenin konusu tannbi- ruluklar''la ve diğer tüm doğa bilimleri-
limin konusu ''Tanrı" gibi bölünemez, nin doğruluklarının da kendisine bir JC-
birleştirilemez, kavranamaz, oluş ve yok lı:ilde bağımlı olmasıyla en genel ve kap-
oluş· dışında kalan şeyler değildir. Felsefe samlı bilimdir. MeleJJ11iJı bir cismin bir
akıl bilgisi dışında, kutsal esinle (vahiyle) diğerine doğru nasd ve neden devindi-
edinilen her türden bilgiyi dışta bırakır. ğini, bunun doğurduğu etkileri ya da so-
Hobbes'a göre cismin birbirinden ta- nuçlan incelemesiyle ikinci sıraya yerle-
mamen farklı başlıca iki türü olduğun­ şir. Fizik duyuların ve cisimlerin parçala-
dan felsefenin de başlıca iki bölümü var- rının duyular üzerindeki etkilerinin so-
dır: Doğanın eseri olan (doğal) cisimleri ruşturulduğu bir bilim olarak sıradaki ye-
inceleyen felsefe dalı doğaftlıt.fasi; insanla- rini alır. Fızik tarafından biçim verilip
nn ortak iradeleri ve anlaşmalarıyla or- ana hadan çizilen bir diğer bilim ah/a/e
taya çıkan yapına cisim Jaıleiı inceleyen ftlıt.fasi ya da "zihin devinimlerinin bili-
felsefe dalı ymf/Jflık ya da devlet ftlıefesi mi"dir. Ahlak felsefesi kııgınlık, umut,
(bugünden bakıldığında "toplum felse- korku türünden turkulan ya da önüne
fesi'). Devletin özelliklerini bilebilmek i- geçilemez duygulan ele almasıyla "yurt-
Hobbes, Thomas 680

taşlık fclsefesi"nin yolunu açmış olur. rihçileri, Hobbcs'un bu alandaki başan­


Yflrlta/ltle ftlsrfui en genci anlamda yöne- sıru Darwin'iı\ xıx. yüzyılda biyoloji a-
timin (devlet, hükümct, parlamento vd.) lanındaki başanlarıyla karşılaştırİnaktadır.
ayakta durabilmesi için tek tek bireylere Kuşkusuz tıpkı Nicolaus Copernicus'un
düşen görevli!ri inceler; devletin yöneti- gökbilimde, Galilci'nin fizikte ve. Har-
mini elinde tutanlar ile yönetilenlerin bir- vey'in fizyolojide sağlamış olduğu büyük
birlerine karşı sorumluluk ve yükümlü- katkılar gibi, Hobbcs da siyaset felsefe-
lüklerini soruşturur. sinde büyük bir kopuşu ya da ana kı­
Hobbcs'un felsefesinin en kafa karış­ rılma noktasını temsil etmektedir. Tıpkı
tına yanı, "idealizm" dışında neredeyse diğerleri gibi Hobbcs da tannbilimsel bir
tüm felsefe anlayışlarını ya da akımlarını dünya görüşüne dayalı ortaçağın genel
az ya da çok barındırıyor olması, bu öğ­ düşünce çizgisinin epeyce bir dışına çık­
retilere felsefesinin belli bölümlerinde be- mayı başarmıştır.
lirli oranlarda yer açıyor oluşudur. Söz- Hobbcs'a göre "devlet" de aynı "in-
gelimi, Hobbcs hiçbir ayrıcalık tanımak­ san" gibidir. Devletin organlarının da in-
sızın bütün olan bitenin, tüm olayların sanın organlan 'gibi tek tek işlevleri var-
doğal nedenlere bağlı olduklarını tutarlı dır. Devleti kuranlar insanlar olduğun­
bir biçimde savunmasıyla tam anlamıyla dan insanın doğasını tanımak, devleti an-
bir doğa/OOır. Öte yanda, Hobbes, var o- lamak için her bakımdan önemlidir. Bu
lan her şeyin fiziksel madde ya da cisim nedenle Hobbcs, insan doğasına ya da
olduğunu ve evrende bulunan her şeyin ruhbilimine ilişkin kimi saptamalardan
maddenin devinimiyle açıklanabileceğini yola çıkar.
öne sürmesiyle metafizik alanında madde- Hobbes'a göre devlet, tek tek gerçek
aöir. Üstelik bu anlamda "ilk modem olan bireylerin yaptığı bir "cisim"dir.
maddeci" olduğu da söylenebilir. O, so- Devleti kurmadan önce insanlar, doğal
nu! gerçeklik olarak aldığı cismi, modem dtm1mda C'*doğa durumu"nda) yaşıyor­
fiziğin gerçeklik anlayışına uygun olarak lardır. Doğası gereği kendi çıkarını, var-
anlar. Bütün var olanlar, cisimlerin çeşitli lığını korumayı düşünen, bencil olan in-
biçimlerde birleşmesinden ve hareketin- sanlar doğal durumda hiçbir kural ve ya-
den oluşmuştur. Diğer yandan Hobbes sa ile sınırlı olmaksızın yalnızca kendile-
bilgikurarnı alanında sözcüğün tam an- rini kollamaktadırlar. Başka bir deyişle,
. lamıyla den!]d ya da d1!711111cudur. Tümel her insan kendi yasasını kendi koymak-
kavramların gerçekliğini tümüyle yadsı­ tadır. Başkalarını öldürmek de dahil, her
ma.~yla da bir atla olduğu yine açıktır. hakkı kendinde görmektedir. Kuşkusuz
Ona göre tümel kavramlar tek tek ya- hakkı kuvvet doğurur. İ nsanlann güçleri
şantılar ya da deneyimler arasında araa- ve yetenekleri az çok eşit olduğundan
lık görevi gören öznel geçitlerdir. Bütün her insan diğerleri için bir tehdittir. Do-
bilgi; nesneletin duyu otganlan özetin- ğal durumda "herkes herkesle savaş ha-
deki etkileri ile oluşan duyumlardan ge- lindedir" (:"btU11111 0111ni11111 «mira 0111t1es);
lir. Nesne ile nesnenin duyumu birbirin- "insan insanın kurdudur" (:"ho1110 holllİni
den farklıdır. Duyum özneldir, fakat te- lup11s). Hiç kimse kendini güvenlik içinde
meli ve kaynağı cisimlerin hareketleridir. hissedemez. Bu durum, insanın kendi
Hobbcs'un felsefesinin en çok tanı­ varlığını koruma güdüsü için hiç de uy-
nan ve daha sonraki felsefi düşünceyi en gun bir durum değildir. Doğa durumun-
çok etkileyen kısmı, başyapıtı Leııiathan' da yaşam, Hobbes'un ünlü deyişiyle,
da geliştirdiği siyaset ve devlet felsefesi- "yalruz, kötü, iğrenç, kaba ve kısadır".
dir. Hobbes bu eserinde siyaset ve top- Hobbcs bu düşüncelerinin sağlamasını
lum felsefesini tannbilimden bağımsız yapmak için günlük yaşamda insanların
olarak ele alır ve açıklar. Kimi felsefe ta- birbirine karşı duyduğu güvensizliği, he-
681 Holbach, Paul-Henri Die~ch de

nüz uygarlaşmamış toplumların birbirle- Hobbes ortaya koyduğu tüm bu dü-


rine hep düşmanca davrandığını ve ulus- şüncelerle bir yandan "toplum sözleş­
lararası hukukun olmadığı durumlarda mesi"ne dayalı. siyaset felsefesinin, söz-
güçlü devletlerin zayıf devletleri yuttuğu­ leşmeciliğin temellerini atarak Locke ile
nu kanıt olarak gösterir. Rousseau'ya yol göstermiş, bir yandan
Sonuçta Hobbcs'a göre, böyle bir du- da -yapıtlanrun "insan doğası"ru bütün
rumda ölüm korkusu ya da yeterince iyi yönleriyle kuşa tarak ele alması bağlamın-·
yaşama arzusu ve buna çalışmayla ulaşı­ da- Jeremy Bentham ile izleyicilerini, ö-
labileceği umudu insanları "doğal durum- zellikle de hukuk felsefesi alanında J ohn
ları" na son vermeye yöneltir. Yıne Hob- Austin'i derinden etkilemiş, böylelikle de
bes'a göre bu durumda akıl insanlara (1) yararcılığın boy atmasında yadsınamaz
banşı aramaları gerektiğini, (Z) karşılıklı katkılarda bulunmuştur. Nitekim yarar-
olarak bazıhaklardan vazgeçmeleri (söz- cılar da Hobbes'u düşünsel öncüleri ola-
leşme yapmaları) gerektiğini ve (3) söz- rak görmüşler; onun bircyciliğinden, ad-
leşmeye bağlı kalmaları gerektiğini buyu- cılığından, düzenekçi ruhbiliminden, hu-
rur. İnsanların bencil olmalarından ötürü kuk kuramından çokça yararlandıklarını
sözleşme her zaman çiğnenebileccğin­ açıkça belirtmişlerdir. Hobbcs aynca Tan-
den, böyle bir ihtimale karşı, sözleşmeyi n'nın özniteliklerinin hiçbirisinin biline-
çiğneyeni cezalandıracak tek bir siyasi meyeceğini savunmasıyla, bu konudaki
hükümrana ya da egemene (bir kişiye bilinemezciliğiyle Spinoza ile Leibniz'i;
veya meclise) sınırsız iktidar vermek ge- bilginin anlama amaçlı kullanılmasından
rekecektir. Yıne akıl, (4) sözleşmeye u- daha çok pratik amaçlı kullanılması ge-
yanlara minnettarlık göstermeyi, (5) top- rektiğini vurgulamasıyla da Marx'ı etki-
lumun çıkarlarına uyum sağlamayı, (6) da- lemiştir. Marx onu, metafızikten bir öl-
ha önce yasayı çiğneyenleri ihtiyatlı bi- çüde de olsa sıyrılmayı başarmış, mo-
çimde affetmeyi, (J) cezanın sözleşmeyi dem maddeciliğin öncüsü olarak anar.
çiğneyenden intikam almak için değil, Hobbcs'un temel yapıdan arasında
suçluyu ıslah etmek için olması gerekti- Elemtntı ofLaw, Na111rai anJ Politit (Doğal
ğini, (8) toplumun üyelerinin birbirlerine ve Siyasal Hukukun Öğeleri, 1640); üç
nefret ve aşağılamayla. bakmaması gerek- kitap şeklinde tasarlanan Ek111tnta Philo-
tiğini, (9) kibirden kaçınmayı, (10) sade- ıophiae'nin (Felsefenin Ôğclen) bölüm-
ce başkalarına da tanınabilecek haklan a- leri olmak üzere De ı:ive (Yurttaşlık Üze-
lıkoymayı, (11) eşitlikçi ve tarafsız olma- tine, 1642); De torpm (Cisim Üzerine,
yı, (12) bölünme si imkıinsız kaynaklan 1655); De holJline (İnsan Üzerine, 1658);
ortaklaşa kullanmayı, (13) bölünemeyen başyapıtı Lmathan, ar tht Matttr, FDml anJ
ve ortaklaşa da kullanılamayan kimi kay- PDWer of Co111111otı11Jtalth, E«ksiasti&al a11J
naklan kura ile dağıtmayı, (14) barışa a- Civil (Lcviathan ya da Bir Din ve Dünya
racılık edenlerin güvenlik içinde olmaları Devletinin İçeriği, Biçimi ve Kudreti,
gerektiğini ve (15) anlaşmazlıkları hakem 1651; Türkiye'de 1993'te yayımlandı) sı­
yoluyla halletmeyi emreder. mlanabilir. Aynca bkz. modem felsefe;
Böylece, devlet toplum içinde yer a- siyaset felsefesi; devlet felsefesi; sa-
lan bütün bireylerin ortak iradesinin ye- vaı ve barı§ felsefesi; etik; sözleşme­
rini alır. Hobbcs'a göre, bu devletin gö- cilik; toplum sözleşmesi.
revini hakkını vererek yerine getirebil-
mesi için, iradesi sınırsız güce dayalı Holbach, Paul-Henri Dietrich de
mutlak bir *Leviathan ("dev") olmalıdır. (1723-1789) Siyaset ve ahlaka ilişkin çe-
Tek tek bireyler devlet karşısında güven kincesiz düşüncderiyle Fransız Aydın­
içinde yaşama hakkından başka hiçbir lanması'na önemli katkılarda bulunan
hakka sahip değildir. maddeci Fransız filozof. Döneminin ön-
holon 682

de gelen düşünürlerinden biri olan Hol- üstüne yazdığı Lt Christia11İstlle tlivoi/i


bach, amcasından kalan miras ve unvan- (Hıristiyanlığın İçyüzü, 1761), Systime So-
la başta "Ansiklopediciler" olmak üzere da/ (Toplumsal Dizge, 1773), Politique
Fransız dönemdaşlanna hamilik yapmış­ NallıreUe (Doğal Siyaset, 1773) ve Morale
tır. Eşsiz bir bilim kültürüne sahip oldu- N1111ıreUe (Doğal Ahlak, 1776) gibi yapıt­
ğu bilinen Holbach, felsefi çalışmalarının lanyla saltık monarşinin adaletsizliklerini
yanı sıra Almanca'dan önemli bilim ya- ve eksiklerini gözler önüne sererek -dü-
pıtlarını Fransızca'ya aktarnuş ve E11ryrkı· şünceleri pek özgün olmasa da- bu dün-
pidie'ye çoğunluğu kimya ile ilişkili ko- yacı, yararcı, aynı zamanda ütopyacı bir
nular üzerine olan 376 maddeyle katkıda toplumsal ve siyasal izlence ortaya koy-
bulunmuştur. Holbach'ın felsefi yazıla­ muştur. Aynca bkz. Ansiklopedi/An-
nnda özgün bir düşünce ortaya koymak- sikJopediciler.
tan çok Diderot'nun doğalcılığını dizge-
leştirdiği ve köktencileştirdiği yaygın bir holon (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde
kanıdır. Holbach'ın denemelerinde ve in- *hıJ111olla eşanlarnlı biçimde "düzen ola-
celemelerinde Hobbes, Spinoza, Locke, rak evren" anlamında kullanılan terim.
Hume, HelvCtius ve La Mettrie'nin et-
kileri de rahatlıkla görülebilir. homo economicus (Lat.) Davranışlan­
Döneminin en gözü pek maddecile- nın yönünü yalnızca ekonomik çıkarla­
ıinden biri olan Holbach, hem aklın rına göre çizen, bu çıkarlarla belirlenmiş
hem de deneyimin insanı doğanın bütün ya da kuşatılmış insan için kullaıulan La-
olarak sonsuz bir varlık olduğu sonucu- tince terim: "iktisadi/ekonomik insan".
na götürdüğünü savunmuştur. Buradan Klasik iktisat öğretisinde, özellikle de
yola çıkarak Systime tle la Nallm (Doğa Adam Smith'te, insanlann çıkarlıı.nna gö-
Dizgesi, 1770) adlı yapıtında XVIII. yüz- re davranmalan en doğal yol olup eko-
yıl maddeciliğinin mükemmel bir örne- nomik açıdan da en verimlisidir. Buna
ğini sunan Holbach, bu yapıtında her şe­ göre, bu tek tek bireysel· çıkarların top-
yi madde ve devinimden türeterek, do- lamı eninde sonunda genel çıkara dönü-
ğanın hiç durmaksızın yeniden düzenle- şecektir. Sonuçta klasik,iktisat bilimi ken-
nen maddelerden oluştuğunu ve bütün dini meşrulaştırmak adına homo eı:rmomi­
bu işleyişin evrensel nedensellik yasala- eulu yaratır.
nna bağlı olduğunu ileri sürer. Doğalcı
maddeciliği dizgeleştirme çabasında olan bomo faber (Lat) İnsanı diğer canlılar­
Holbach'ın savunduğu bu belirlenimci dan ayıran en belirgin özelliğinin "dü-
anlayışa göre, yaşamın varoluşu tama- şünme yetisi" değil de "alet yapıp kul-
men doğal güçlerin mekanik işleyişleri­ İanmadaki üstün becerisi" old~ğu biçi-
nin bir ürünü olduğundan bu mekanik mindeki anlayışın Latince dile getirilişi:
işleyişte özgür iradeye yer yoktur. "alet kullanan/usta insan".
Açıkça anlaşılabileceği üzere aynı za- Öncelikle insanbilimin alanına girme-
manda değme bir tanntanımaz olan Hol- sine karşın bu düşünce doğalcı, pragma-
bach'ın -bu yüzden çoğu isimsiz olarak a felsefelerin insanı kavrayışlarında da
ya da takma isimlerle basılan- yapıtla­ etkili olmuştur. Bu türden felsefeler dili
nnda keskin bir Hııistiyanlık eleştirisi de ve kavramlan yalnızca h01110 faber'in eseri
söz konusudur. Hıristiyanlığı usdışı ve · olan birer "araç" olarak görmüşlerdir.
doğadışı bulan Holbach dine karşı duyu-
sal ve deneysel bilgiyi savunarak insanı bomo hornini l11pus (Lat) Düşüncele­
dini hegemonyadan bilimin kurtaracağı­ rini daha çok siyaset felsefesi üzerinde
nın altını defalarca çizer. yoğunlaştıran İngiliz filozof Hobbes'un,
Holbach din, toplum, siyaset ve ahlak devletin doğuşundan önceki "doğa du-
683 bomoiosis

rumu"nda, insanların temel güdüleri o- dıklannın da ... " Bu göreci, öznelci anla-
lan varlıklannı koruyup sürdürmek adına yıştaherkesin "doğru"su kendine göre-
birbirlerine düşman kesildiklerini, çıkar­ dir; herkesin üzerinde anlaşacağı bir
ları uğruna her şeyi göze alıp karşı tara- "yargı"ya ulaşmanın olanağı yoktur.
fın haklannı hiçe saydıklarını anlatmak
için kullandığı Latince deyif: "İnsan in- homo sapiens (Lat.) Latince "insan"
sanın kurdudur." anlaıruna gelen ho1110 ile "us sahibi" ya da
Hobbes'un bu deyişini, bir diğer de- "akıl taJiyan" anlamındaki sapimlten tü-
yiJi "herkesin herkese karJI savaşı" an- retilmiş deyiş: akıllı; anlama, kavrama,
lamına gelen *beilımı allltlİll111 "'",.,. -01111111 bilme yetisine sahip insan. İnsanı diğer
ile beraber düşünmek gerekir. Her iki canlılardan ayıran en belirgin özelliğinin
deyiş de "doğa durumu"ndaki (rİahl.r t1a- "düşünme yetisi" (allİllla raliorıalir. alı:ıl ta-
hıra6s) insanlan nitelerken, bir yandan da flyan canlı) olduğunu vurgulayan bu de-
''yurttaşlık duruınu"na (.rtaht.r tİFİ/ii) geçi- yiş, ilkçağ Yunan felsefesinde Anaksago-
Jin zorunluluğunu vurgular. Yani bir an- ras'la başlayıp Aristoteles'te semeresini
lamda devletin doğuşunun er geç ger- · veren "düşünen hayvan olarak insan"
.çekleşeceğinin habercisidirler. anlayışının Latince dile getirilişidir.
İlk kez Romalı komedi yazan Plautus Aynca İsveçli doğabilimci Kari von
(M.Ö. 254-184) tarafından Asit1aria (E- Linne, tüm hayvanlan türlerine göre a-
şek Aı:ısı) adlı oyunda kullanılan h0111a ha- yırdığı. Systellla Na11mıı (17 58) adlı yapı­
,,,;,,; 1Np11r, blp11.r est hama holllİm olarak da tında, bu deyişi insan türünün belirli bir
geçer. döneminin bilimsel adı C'kültürlü insan')
olarak kullanmıştır.
homo Juilens (Lat.) İnsanı diğer canlı­
lardan ayıran en belirgin özelliğinin "o- homo socius (Lat.) Devletin doğuşun­
yun oynama becerisi" olduğu görüşünü dan önceki "doğa durumu"nda yaşayan
dile getirmek için kullanılan; insanoğlu­ ve henüz toplum sözleşmesi yapmaıruş
nun yaşamın tadını çıkarabilme yetisini olan ho1110 t1alllralile C'doğal insan') kar-
vuı:gulayan Latince deyiş: "oyun oyna- J!t olarak bir toplum içinde yaşayan "top-
yan/oyuncu! insan''. lumsallaşmış" insana verilen ad.
Aynı zamanda Hollandalı tarihçi dü- Hama soa11.r C'toplumsai insan') çıkar
şünür Johan Huizinga'nın insan uygarlı­ gözetmeksizin toplumun yaranııa çalışan
ğının ve onun yarattığı kültürün oyun o- ya da kendi çıkarlannı toplumun genel
larak, oyunun içinde ortaya çıkıp geliştiği çıkarlanyla kaynaştıran ideal insan tipi-
yönündeki savını serimlediği 1938 tarihli dir.
ünlü kitabının da adıdır: Hama Lmimı, 0-
.J"""" Taplllm.ra/ iılni Ül(!ritıt Bir Dme111e, homoiosis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
sinde insanın tannsal olana yaklaşması,
boma m'ensur11 (Lat.) İlkçağ Yunan fel- ona benzemeye çalışması anlamında kul-
sefesi Solistlerinin en önde geleni olarak lanılan terim: "Tann'yı özümlemek" ya
bilinen Protagoras'ın "Her şeyin ölçüsü da 'Tann'nın özümsenmesi".
insandıı'' savsözünde somutlaşan göre- Köken olarak Pythagorasçı olan bu
cillğinin Latince dile getirilişi: "ölçü in- düşünce, Sokrates ile Platon tarafından
san". felsefenin amacını betimlemek için kul-
İnsanı her türlü değerin ölÇiisü, bilgi- lanılmıştır (ThtaiteltJ.r, 176a). Ha111oiosiskav-
nin tek ölçütü sayan Protagoras'ın bu rayışı Peripatosçular arasında da gün-
ünlü sözünün tamamı şöyledir: "İnsan demde kalıruş; Aristoteles Ni/ı:o111alehos'a
her şeyin ölçüsüdür; varolanlann varol- Etik'te insanın kendisini elden geldiğin­
duklarının da, varolmayanlann varolma- ce ölümsüzleştirmesi, tannca yaşaması
bomoiotes 684

gerektiği bağlamında bu terimi kullan- olan acılar, Horkheimer'e göre başka bir
rruştır (1177b). Plorinos'ta da merkezi biçime büründüriilemez ya da telafi e-
bir yeri olan terim (Dolwz.IN!e.lar I, 6,6) dilemez; hatta gelecekteki ütopyacı bir
Hıristiyanlık öğretisinde ise Tanrı'nın in- toplum da tarihin sayısız kurbanlarının
sanda ortaya çıkması; temsil edilmesi an- lanetini taşıyacaktır. Aa çeken öteki can-
lamında kullarulrruştır. Wara merhamet duyma ve bireylerin mut-
lu olma arzulan Horkheimer'in düşün­
homoiotes (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe- celerinin etik çekirdeğini oluştururken,
sinde, özellikle de Aristoteles'te, "benzer onun felsefeye yaptığı en dikkat çekici
(homııia/ ho11tOıos) olma" durumunu nitele- katkı, dogmaalığın tuzaklarına düşmeye­
mek için kullanılan terim: "benzerlik". cek yeni bir Marxçı kuram oluşturma gi-
rişiminde açığa çıkmaktadır.
Horkheimer, Max (1895-1973) Daha Aynı zamanda Frankfurt Okulu'nun
sonralan Frankfurt Okulu olarak anıla­ genel duruşunu en iyi betimleyen me-
cak Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü' tinlerden biri olan "Geleneksel ve Eleşti­
nün kurucularından olan Alınan düşü­ rel Kuram" ("Traditionelle und Kritisc-
nür. Frankfurt Üniversitesi'nde Kant'ın he Theorie", 1937) adlı yazısında Hork-
Yargtgiiı:İİ11İİtl Elqtiroi adlı yapıtı üzerine heimer, Enstitü'nün disiplinlerarası araş­
araştırmalar yapan Horkheimer 1930'da tırma prograrrumn, nesne alanından bü-
Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü'nün tünüyle bağımsız kuramsal bir temsil o-
müdürlüğüne getirildi. Burada Theodor larak o zamanlar standart sayılan bilimsel
Adomo, Herbert Marcuse ve Walter bilgi paradigmasından nasıl aynlacağını
Bcnjamin gibi düşünürlerin yazılarının· ayrıntılarıyla açıklamaya girişir. Gelenek-
yayımlandığı Zeitschrift for S o~alfomhut1g' sel kuram, hem bilme etkinliğinin hem
un (Toplumsal Araştırmalar Dergisi) de kendi (toplumsal) nesnesinin tarihsel
1930'lar boyunca çıkanlmasıyla uğraştı. açıdan biçimlendirildiğini göz ardı 'eder.
Nazilerin Almanya'da iktidara gelmesiyle İnsan varlığının kategorileri tarihsel açı­
1934'te New York'a taşınrruş olan Ens- dan biçimlendirildiğinden, felsefe, top-
titü'nün il. Dünya Savaşı'ndan sonra ye- lumsal-bilimsel araştırma ile desteklenme-
niden Frankfurt'a taşınarak açılmasını lidir. Söz konusu toplumsal kategoriler
sağladı. Horkheimer'in felsefe açısından insam insan yapan şeyler olduklarından
önemi, onun Theodor W. Adorno ile or- felsefece aydınlatılmayı gerektirirler. Do-
tak yazdığı Dialtklile der Auflılönmg (Ay- layısıyla, ancak felsefe ile toplum bilimle-
dınlanmanın Diyalektiği, 1947) adlı ya- rini (toplumbilim, tarih, iktisat, toplum-
pıta ek olarak Enstitü'de disiplinlerarası sal ruhbilim, ruhçözümlcme) bütünleşti­
çalışmayı kavramsallaştırma çabasından ren karmaşık bir disiplinlerarası program,
kaynaklanmaktadır. çağdaş toplumun önündeki karmaşık so-
Horkheimer açısından "eleştirel top- runlarla hakkıyla başedebilir. 1930'ların
lum kuramı" deneysel araştırmanın fel- sonlarına doğru disiplinlemrası araştırma
sefece düşüncelerle birleşeceği Marxçı programının gerçekleşmeyip Horkhei-
kurarrun yeniden formüle edilmesini a- mer'in bu yöndeki umutlarının boşa çık­
maçlar. Horkheimer'in çalışmalarının tüm masına karşın, aynı tasan önde gelen
evrelerinde felsefesine, Kari Marx'ın bur- ikinci kuşak "eleştirel kuramcı" Jürgen
juva toplumunun maddeci açıdan eleşti­ Habermas tarafından yeniden gündeme
risini, anlamsız evrenin orta yerinde acı getirilmiştir.
çeken insanın acılarım değerlendiren Ar- Horkheimer'e göre Eleştirel Kuram'ı
thur Schopenhauer'in kötümserliğiyle ay- "eleştirel" yapan, onun Marxçı ekonomi
m çizgide yorumlama girişimi damgasını politik eleştirisini Kantçı "an usun eleşti­
vurmuştur. İnsani dayaruşmamn temeli risiyle" birleştirmesidir. İkinci öğenin ö-
685 Hölderlin, Johann Christian Friedrich

nemi küçümsenmemelidir. Zira Horkhei- rumlarıru tarih boyunca söylenin, dinin


mer geleneksel kuramı eleştirirken ku- ve felsefenin sunduğunu ileri sürer. Nes-
ramsal usun nedensel anlama yetisi ile a- nel usun eskimiş ideallerini bağımsız dü-
maçlara odaklanmış pratik usun toptancı şünce yenileyemez; us olsa olsa doğa ile
düşünüşü arasında "eleştirel" bir ayrıma insan doğasının girdiği ilişkide kendi eşi­
gider. İlki, Horkheirner'in sözlükçesinde tini bulabilir. Ne yazık ki, sanat aracılı­
"öznel" ya da "araçsal" us olarak gö- ğıyla verilen bu eşitler, Horkheirner'in u-
zükürken, beriki "nesnel" us olarak kar- sun yenilenmesi için gereksindiği fitili a-
şımıza çıkar. Horkheirner, Eleştirel Ku- teşleyemezler. Ayrıca bkz. Frankfurt O-
ram'ın özgün programındaki karmaşık kulu.
disiplinlerarası etkinliği nesnel usun ye-
rine koymayı amaçlarken, köklü toplum- horme (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde
sal değişiklik umudunun yavaş yavaş "itki", "dürtü", "istek" ya da "iştah u-
yokolmasıyla, felsefesi araçsal usun kes- yandırmak" anlamında kullanılan terim;
kin eleştirisine dönüşmüştür. bir şey yapmak için, bir şeyi elde etmek
Adomo ile birlikte yazdığı Ayd111/a11- için duyulan ani, önüne geçilemez istek.
mamn Diyalektiği, Hegel'in Tinin Göriingii- Aristoteles terimi kimileyin arzulama
biliminde bulunabilecek aydınlanmanın bağlamında *onksis'e (arzu) yakın bir an-
eleştirisinin kuramsal ve tarihsel bakım­ lamda kullanmışur. Ancak Stoacılarla bir-
dan genelleştirilmesini amaçlar. Bu yapı­ likte terim, "dürtü" ya da "itki" olarak o-
tın özündeki sav, "söylen"in zaten ay- turmuş bir anlam kazanmışur. Stoaalar
dınlanmış, araçsal bir us olduğu;·düşman hormlyi "bir şeye karşı ya da bir şeye
doğayı denetim altına alına girişimi ol- doğru ruhun ilk *ki11esis'i (devinimı)" di-
duğu savıdır. Bu son savlanyla Adomo ye tanımlar. Sözgelirni tüm hayvanlann
ile Horkheirner, içindeki bireylerin bü- başlıca horme'si ya da temel dürtüsü ken-
tünüyle işlevsel bir sistemin anonim sı­ dini koruyup kollamakur.
fırlarına dönüştüğü, tümden düş kırıklı­
ğına uğramış modem dünyanın kendisi- horos (horismos) (Yun.) İlkçağ Yunan
nin söylense! bir lanet ya da büyü altında felsefesinde "sınır"
ya da "tanım" anla-
olduğurıu söylemek istemektedirler. Bir mında kullanılan terim: "sırurlayıa ta-
başka deyişle, araçsal ussallık -upkı ka- nımQama)". Aristoteles tanımlan tanıtla­
pitalist iktisadın ussallığının "kültür en- manın başlangıç noktası olarak görür-
düstrisi" araalığıyla yapuklarında olduğu ken, Kiniklerden başlayarak tüm Kuşku­
gibi, llpkı olgucu bakımdan anlaşılan bi- cular herhangi bir şeyin tanımının veri-
limin ussallığında olduğu gibi- dünyayı lebileceğini yadsımışlardır.
istila eunektedir. Usun tamamı olmak sa-
vındaki araçsal us, usun yalnızca bir bö- Hölderlin, Johann Christian Fried-
lümü olmasından ötürü usdışı olmaya rich (1770-1843) Gerek kendi döne-
başlamaktadır. İşte, "(Toplumsal) bütün mindeki düşünürleri gerekse kendinden
yalandır'' savının arkasında yatan düşün­ sonra gelen pek çok önemli düşünürü ve
ce de budur. yazan başta şiirleri olmak üzere ortaya
1944'te Columbia Üniversitesi'nde ver- koyduğu aşırı uç yazılanyla derinden et-
diği dersll'rin notlarından oluşan Eclipst kilemiş Alman ozam. İlk başlarda delilik
of &aso11 (Akıl Tutulması, 1947) adlı ya- sabuklamalan olarak görülmeleri nede-
pıtında Horkheirner Aydınla11manın Dfya- niyle düşünceleri adamakıllı yoksayılmış,
lektiğı.nde geçen temel savlan biraz daha kamuoyunca çok büyük ölçüde göz ardı
basitleştirilmiş biçimde yineler. Horkhei- edilmiş olmasına karşın, Hölderlin Al-
mer, ancak yavaş yavaş ve yakın zaman- man kültür yaşamında özellikle :XX. yüz-
larda öz?1tl usun "tutulduğu" 11esntl usu11 yo- yılın başında başta felsefe olmak üzere
Hö1derlin, Johann Christian Friedrich 686

modern yazın ile eleştirel düşünce alan- insanın gerçekliğine değgin sancılı ama
larında çok önemli bir konuma gelmiştir. bir o kadar da öğretici deneyimler edin-
Hölderlin gencllikJe Kant'ın "Devrimci dikten sonra dünya ile ben arasında gör-
Eleştirel Felsefe" si bağlamına yerleştiri­ kemli bir ilişki kurmayı başarır. Hyperion'
lerek ele alınmaktadır. Buna karşı hemen un, daha ilk bakışta ayırt edileceği üzere,
bütün yapıtlarında Alman İdealist Felse- anlatılan öykünün niteliği nedeniyle dö-
fesi'nin derin izleriyle karşılaşmak ola- nemin devrimci toplumsal döni\şüm iz-
naklıdır. Nitekim yapıtlarında Alman i- lencesine ve bu izlenceyi gerçekleştirme
dealist filozoflarının temel düşüncelerin­ yollarına ilişkin çok açık gönderimleri
den esinlendiği gözlenen Hölderlin, Fran- söz konusudur. Anlatıanın yapıtta ser-
sız Devrimi'nin yol açtığı ardalanda du- gilediği anlatı edimi boyunca derin bir
ran ve bütün bir Avrupa kuşağını dört kişisel başkalaşım geçirmesi, despotik ya-
biı: yandan saran dünya görüşüne (Wel- pılardan bağımsız bir bakış geliştirme ge-
11msdıa11111J karşı sürekli uyanık olmanın reğinin sanatçının aydınlanışı için ne
ne denli önemli olduğunu vurgulamak- denli vazgeçilmez olduğunu göstermesi
tadır. Ne var ki Wılhclm Dilthcy'a geli- bakımından aynca önemlidir. Kimileyin
nene değin Schclling ile Hegcl tarafından destansı kimileyin şiirsel bir tona bürü-
temsil edilen düşünce geleneği üzerin- nen yapıt, hiçbir tannbilimsd temellen-
deki etkileri bütünüyle fark edilmeyen dirmeye konu olmaksızın kendi içinde
Hölderlin, sonralan Alman İdealizmi'nin alabildiğine uyumlu bir dünya tasarımını
"Doktor Seraphicus"u diye betimlenecek yan dinsel yan estetik anlatı biçemiyle
derecede önemli bir konuma yükselmiş­ ululamaktadır. Yapıtın bir başka belirgin
tir. Yapıtlan daha sonraları Frankfurt 0- özelliğiyse yaşamın bütünü içerisinde ö-
kulu'nun, özellikle estetik, etik ve siyaset lümlülük ile sonlu oluş deneyimlerine i-
arasındaki ilişki sorunu bağlamında Al- lişkin farkındalığın çoğaltılmasının gereği
man İdealizmi mirasıyla girdiği düşünsel üzerine sürekli yapılan vurgudur.
alışverişte ana gönderme noktası olmuş­ Hölderlin'in tamamlamadan bıraktığı
tur. Daha yakınlara gelindiğindeyse, ö- bir başka önemli tasarısı, büyük merak
zellikle Alman filozofu Martin Hcideg- uyandıran söylense! bir doğaya bürün-
ger'in Hölderlin'in düşünce iklimine yö- müş Empedokles'in ölümü olayında ken-
nelttiği açımlamalar doğrultusunda, Höl- disini açığa vuran trajedi araalığıyla bir-
derlin'in çağdaş eleştirel ve yapısökümcü takım temel yaşam izleklerinin derinleş­
felsefe yaklaşımlarının değişmez bir esin tirilmeye çııhşıldığı oyunudur. Doyurucu
kaynağı olarak değerlendirildiği gözlen- bir sonuca asla varamamış olmakla bir-
mektedir. liltte, EntplJo/eles'in Ôliimii (Der Tod df's
Hölderlinin yapıdan arasında bir tek Empedokles) adıyla anılan oyunun 1797
Hyperion oJer Jer Emllİt in GriedJenlanJ ile 1799 tarihleri arasında yazılmış eli-
(Hyperion ya da Yunanistan'da Bir Yal- mizde bulunan üç parçası günümüzde
nız, 1799) başlığını taşıyan romanı daha önemli tartışmalara konu olmayı sürdür-
yaşarken büyük bir ilgi uyandırarak Al- mektedir. Burada da Hölderlin'in çok
man edebiyatının klasikleri arasına gir- büyük ölçüde devrim olanağı doğrultu­
meyi başarmıştır. Eski Yunan'ın ulusal sunda ahlaksal ve tinsel yenileşmenin ge-
bağımsızlık savaşımından esinler taşıyan reği üzerinde durduğu gözlenmektedir.
yapıt, birinci tekil kişinin dilinden ideal Bu bitmemiş yapıtın önemli iletilerinden
bir siyasal özgürleşim uğruna aşkın ge- birisi tümtannalığın uyandırdığı duygu-
çirdiği başkalaşım öyküsünü anlatmakta- lanımlara kapılarak sonunda insanı Tanrı
dır. Kahraman yaşamın bütününün tüm- ya da tanrısallık ile özdeşleştirme nokta-
tanncı bir biçimde tanımlandığı bir ko- sıı;ıa gelmenin son derece tehlikeli bir
numdan yola koyulur; bunun peşi sıra, duruma karşılık geldiğidir. Kuşkuya yer
687 bsiso

bttakmayacak bir açıklıkla bu, Fichteci tik bakışın varlığıdır.


Bunun yanında dü-
idealizmde bulunan "Prometheusçu" e- şüncelerinde çeşitliliği ve ayrılıklan bastı­
ğilimlerin, özellikle de insanoğlunun bü- ran tek bir denetleyici ilkenin güdümüne
tünüyle kendi geleceğini kendisinin be- dahi girmeye karşı gösterilen direniş bir
lirleyebileceğine duyulan kayıtsız şartsız tür "karşılıklı etkileşimci varlıkbilgisi" do-
bir özgürlük inancının eleştirisidir. Buna ğurmuştur. Sonluluk ile bundan dolayı
karşı Hölderlin, heme_n bütün yapıt bo- duyulan kınlganlık duygusunun sağaltımı
yunca aşın devrimleşme isteğinin bann- arayışı, boyun eğme ideolojisinden çok
dırdığını düşündüğü despotizmden ka- varolanın değerini bilme etiği doğrultu­
çınmak amacıyla Kantçı anlamda "ol- sunda sürdürülmüştür. Çoğu şiiri ölümlü
gunlaşma" ile "özerklcşme"nin önemine deneyim alanının tanrısal ·boyuta olan
dikkat çekmektedir. kopmaz bağını yansıtan Hölderlin'in dü-
1800 ile zihinsel çöküş yaşadığı 1806 şüncesi, insanın kendini gerçekleştirme­
yıllan arasında yazdığı şiirlerde Hölder- sinin ne özdeş bir ben tasanmıyla ne o-
lin, Avrupa tarihinin biçimlenişinde be- nun karşısavı ben an!ayışlanyla sağlana­
lirleyici olmuş olaylar karşısında konu- mayacağı gerçeğine parmak basmaktadır.
munu giderek daha bir belirginleştirip Şiirlerinde geleneksel metafıziğin temel
keskinleştirmiştir. Bu olaylar arasında anlayışı başsız sonsuz yaratıa Tanrı dü-
Hölderlin'in gözünde odakta yer alan, şüncesi sıklıkla kendisini göstermesine
Klasik mirasla taşınanlar ile Hıristiyan karşın, Hıristiyan öğretilerinin hemen
geleneğinin getirdikleri arasındaki bağ­ hepsine yer etmiş çileciliği olumsuzlayan
daşırası olanaklı olmayan derin çatışkı­ bir yaşam istencinin evetlenmesi, sanat-
dır. Hölderlin'in esine dayalı yan dünye- sal neşeyle dile getirilen bir yaşama se-
vi yarı tanrısal düşünce boyutu çoğu vinci söz konusudur. Bu bağlamda Höl-
yerde şairin dünyada olan bitenlerden ö- dcrlin'in üzerinde en çok durulması ge-
türü hem bir savunma hem de bir ba- reken etkisi, sanatta gördüğü özgürleşim
ğışlanma isteğini yansıtmaktadır. Hölder- olanağına duyduğu sarsılmaz inançta ken-
lin'in şiirlerine egemen olan bir başka disini göstermektedir. Sanat yapıtı, bu an-
duygulanım ise şairin dünyada olmaktalı­ lamda, evrensel insan esinlerinin iç doğa
ğa değgin yaşadığı çıkmazlar karşısındaki ile dış doğa arasında kurulan denge doğ­
çaresizliğidir. Geçirdiği ruhsal bunalım­ rultusunda dillendirilmesiyle sınırlanama­
dan sonraki son döneminde Hölderlin'in yacak eşsiz bir kişisel anlatım olanağı
daha çocuksu bir kavrayışla yazdığı gö- sunmaktadır. Bu kişisel anlatım olanağı­
rülür. Ölene değin süren bu son döne- ıun yerinde bir biçimde kullanılması,
mimle Hölderlin, çok büyük ölçüde Hölderlin'e göre, felsefenin kültüre ve
gençlik yaşamı ile yaşWığı arasındaki ge- bütün bir insan yaşamına şırınga ettiği
rilim üzerine kurulu iç hesaplaşmalarla sağlıksız sayıltılann temizlenmesi yolun-
dolu daha kişisel şiirler yazarak, toplum- da son derece değerli bir estetik özerkli-
sal yaşama dair önceden duyduğu kaygı­ ğin kapılarını aralamanın olanaklı tek yo-
lan büyük oranda sessizliğe gömmüştür. ludur.
Hölderlin'in yapıtlan en genel an-
lamda kendi içinde tutarlı bir bilgiler ya- bsiso (Çin.) Genellikle 'ataya saygı', 'ata-
pısı sergilemekten çok son derece keskin lar tapımı' diye çevrilen kavram; nesep
bir tinsel algılamanın, bambaşka türden dindarlığı.
bir duyma kipinin ürünleridir. Bu an- Konfiiçyüsçü düşünce dizgesinde tüm
lamda göze ilk çarpan, Kantçı düşünce­ erdemlerin kökeni olarak görülür. Kon-
den gelme özne ile nesne, tin ile doğa füçyüsçülük'te anababaya olan bağlılık
gibi temel ikiliklerin ve büyük karşıtlıkla­ çok önemlidir çünkü yaşam onlardan kay-
rın etkisizleştirilmesine yönelik bir este- nak bulur. Bu yalnızca aileye duyulan bir
HıunTzu 688

bağlılık olmaktan çıkıp aile çevresinin dı­ yan; hukuk sürecinde verilen kararların
şını da içine alır. Şöyle ki, çocuklar ana- felsefi bakımdan değerlerini ve geçerli-
babayı sevince kardeşlerini de severler, liklerini sorgulayan; devlet hukukunu in-
bunu başarınca da tüm insanlığı severler. san hakları ve yükümlülükleri doğrultu­
Böylece hsiao ahlaksal,. toplumsal bit er- sunda kuramsal ve kavramJal bakımlar­
dem olur. dan irdeleyen; kişilerin gerek birbirleriyle
İki tür hsiaodan söz edilir: 1- fizik hsi- gerek devletle girdikleri ilişkilerin nasıl
ao; 2- kutsal bsiao. İlki anababaya edilen düzenleneceğine, bu ilişkilerde baş gös-
maddi yarclımlan anlatır bir kavramdır. teren sorun ve anlaşmazlıkların nasıl en
İkincisi ise yaşadığı sürece anababaya ra- adaletli bit biçimde giderileceğine yöne-
hat bit yaşam olanağı sunmanın dışına lik öneriler getiren; adaletli bir hukuk
çıkar. Onlara ruhsal, duygusal zenginlik- dizgesinin nasıl olması gerektiğini temel-
ler taşımak demeye gelir. Anababalar öl- lendirmeye çalışan; hukukun insan ya-
dükten sonra çocuklar, onların sonuç- şamı bağlamında yerini ve ödevlerini,
landıramadığı amaçlan kendi amaçlan o- başta genel felsefe anlayışUIUZa ilişkin
larak bilmelidir. Bu anababanın ruhu için içerimleri olmak üzere bütün yönleriyle
kurbanlar kesmekten bile daha önemli- dizgeli bit biçimde ele alan felsefe dalı.
dir. Aynca bkz. Konfüçyüs. ilk bakışta felsefenin özerk bit dalı
olarak görünmesine karşın, hukuk fel~e­
Hsun Tzu bkz. Konfüçyüsçülük. fesini metafizik ya da bilgikuramı gibi
felsefenin bağımsız bit alanı olarak de-
budüs (Ar.) Sözcük anlamı "sonradan ğerlendirmek doğru olmaz. Özellikle e-
meydana gelme" olan bu kavram, İsiam tik ile siyaset felsefesi alanlarıyla pek çok
felsefesinde evrenin yaratılmış olduğu bakımdan ilgilerinin ortak olması, yanıt
önvarsayımına dayarularak Tanrı'nın var- aradığı soruların pek çoğunun felsefenin
lığının tanıtlanmasına yönelik evrenbil- çeşitli alanlarında zaten soruşturuluyor
gisel uslamlamaya verilen addır. "Hudus olması bunun en temel nedenidir. Nite-
kanıu" da denen bu uslamlamaya göre kim "yasa'', "iyi", "adalet", "değer" gibi
söz konusu önvarsayım bizi varlıktan en temel hukuk kavramları, ayru :ı.aman­
önce yokluğun olduğu, varolanlar yoktan da Platon'dan beri kendilerine yer edi-
geldiğine göre de bit yarauaya gerek- nen değme biter felsefe kavramıdır. Hu-
sinecekleri gibi bit çıkarıma götürmekte- kuk felsefesinin tarihinin en az felsefe-
dir. Böylece Tanrı /eaJi111 C'ezelden beri nin tarihi kadar eski olduğu, hatta ço-
varolan"), evren ise bt1Jis C'sonradan ğunluk Batt felsefesinin başlatıldığı Eski
meydana gelen") olarak kabul edilmiştir. Yunan döneminden ele gerilere uzandığı
İslam felsefesinde kullanılan bu temel- görülür. Nitekim Doğu Asya, Hint, Mı­
lendirme Bau felsefesinde de Maimoni- sır, Mezopotamya gibi geçrnişın yüksek
des ile Thomas Aquinas tarafından dile kültürlerinin söylenlerinde, kimileyin do-
getirilmiştir. ğadan gelen kimileyin de Tann eliyle yer-
yüzüne indirilmiş düzeni imlemesi bakı­
hukuk fdsefesi [İng. pbilosopl!J of /aar, mından hukuk olgusundan sıkça söz e-
Fr. philosopbie tlN droil', Alm. rrcbtspbikı­ dilmektedir. Ancak hukuk felsefesinin
sopbie] En genel anlamda, bit bütün ola- günümüzdeki anlamıyla ilk kez ele alını­
rak hukukun özünü, doğasını, amaçları­ şı, ussal bakımdan sorgulanmaksızın be-
nı, kapsamını ve içeriğini inceleyen; hu- nimsenen söylenlerle bezeli arkaik anla- ·
kukun kaynağını, kökenlerini ve daya- yışın derin bit sarsınuya uğradığı M.Ö.
naklarını felsefi bakımdan temellendiren; V. yüzyıla karşılık gelen Yunan Aydın­
"adalet'', "yasa", "hak'' gibi belli başlı lanması'yla olmuştur. Para karşılığı ders
hukuk terimlerinin anlamlarını açımla- vererek geçimlerini sağlayan, pek çok
689 hukuk felsefesi

konudaki donanımlanyla ün salmış dö- al doğal hukuk" anlayışında atıldığı söy-


nemin önde ı,-elen usta retorikçileri "so- lenebilir. Buna ek olarak, doğal hukuk
fistler'', hukuk felsefesinin temel düşün­ anlayışımn son biçimini almasında Aris-
sel çerçevesinin çizilmesine öncülük et- toteles metafiziği ile Hıristiyan tannbili-
mişler: hukuk felsefesinin kavramsal te- minin de önemli paylan vardır. Platon'
mellerinin atılmasına çok büyük katkı­ un ideal doğal hukuk anlayışı, bütün bir
larda bulunmuşlardır. ortaçağ boyunca tek yetke konumunda
Tarihte ilk kez sofistler, günümüzde bulunan Hıristiyan çloğal hukukunun o-
halen ı,ıcçerliliğini korumayı sürdüren, murgasını oluşturması bakımından da
insanın insan olmasından getirdiği, insa- aynca önemlidir. Kimileyin "Hıristiyan
nın doğasından kaynaklandığı öngörülen doğal hukuk anlayışı" diye de adlandırı­
doğal haklardan oluşan "doğal hukuk" lan bu doğal hukuk anlayışı, en yalın bi-
ile insanın kendi koyduğu, bulduğu ya da çimde kendisini skolastik felsefenin ö-
yarattığı haklan içeren "pozitif hukuk" nemli düşünürü Thomas Aquinas'ın us
ayrımına gitmişlerdir. Sofistlerce yapılan ile ussal yetilere Platon'u aratmayacak
bu ayrımla birlikte iki bin yılı aşkın bir derecede tanıdığı kayıtsız şartsız üstün-
süredir hukuk felsefesi tarihinde çözüm lükte gösterir. Bu açıdan bakıldığında,
aranan "doğal hukuk sorunu" da genel- ortaçağın yürürlükteki doğal hukuk dü-
de felsefenin, özeldeyse hukuk felsefesi- şüncesi hiçbir aracıyı konu etmeksizin
nin gündemine girmiştir. Günümüzde varolan bütün yasaların kaynağının tanrı­
hukukun doğası üzerine yapılan felsefe sal bilgelikte yattığı, bu nedenle söz ko-
soruşturmalarına bakıldığında, bu dü- nusu yasaların tanrısal usa uygun bir bi-
şünme ı,-eleneğinin ha!ıi yürürlükte ol- çimde bulgulanmalannın gereği üstünde
duğu, büyük iilçüde "doğal hukuk" ile durur. Bir başka deyişle, dünya düzeni-
"pozitif hukuk" ayrımı üzerinden hukuk nin en iyi biçimde kurulması için gere-
felsefesi tarnşmalannın çerçevesinin çi- ken yasalar ancak bengisel Tann yöne-
zildiği açıklıkla g(izlenmektedir. timi yasası üstüne bina edildikleri, ancak
Bu temel hukuk felsefesi çerçevesi genel tanrısal yasanın doğal bir sonucu
bağlamında, birbiriyle iç içe geçmiş iki oldukları gösterildiği sürece kendi doğ­
temel sorun, bu sorunlara yaklaşırken de ruluklarını tanıtlamış oludar. Kuşkusuz
ı,-enellikle sergilenen iki ayn felsefece tu- böyle bir yaklaşımda, ''Tann Devleti"n-
tum söz konusudur. Tutumlardan ilki, de usuyla varolan her .varlığın kendi
"Pozitif hukukun doğruluğunu tanıtla­ özünde bulunan "tanrısal yasa farkında­
mada başvurulacak iilçütler nelerdir?" lığı"na ulaşma yetisi taşıdığı daha baştan
~onmına yiinelerek hukuk üstüne araş­ varsayılmaktadır. Kişinin tannsal yasa dü-
tırmada bulunmaktadır. Buna karşılık i- zenine ilişkin farkındahğı çoğaldıkça, tan-
kinci tutum ise doğal hukuk düşüncesini rısal iyiden aldığı payın da doğru orantılı
temellendirirken başvuracağımız ölçütler olarak çoğalıyor olması buna kanıt ola-
olmadığını gerekçe göstererek pozitif rak gösterilmektedir. Doğal hukuk anla-
hukuk anlayışına bütünüyle karşı çık­ yışının "Aydınlanma Dönemi"nde tanrı­
makta, doğal hukuk denenin aslında her bilimin egemenliğinden kurtulmasıyla, bir
çağda yasakoyucular tarafından düzen- bakıma Tanrı'nın tek yetke olmaktan çı­
lenmiş bir yasalar bütünü olduğu düşün­ karak bütün yetkilerini Us'a bırakmasıyla
cesini temellendirmek amacıyla hukuk birlikte, doğal hukuk anlayışı da büyük
konularına yaklaşmaktadır. bir başkalaşım geçirmiştir. Bu yeni doğal
Doğal hukuk tasarımının tarihine ba- hukuk ıasarı~ına göre, her koşulda in-
kılacakolursa, bu anlayışın . temellerinin san eylemlerini yönlendiren ama kendi-
büyük ölçüde Eski Yunan filozofu Pla- leri· insan eliyle yaratılmamış, ancak us
ton'un dizgeli bir biçimde kurduğu "ide- yoluyla bilinebilen, her dönemde ve her
hult11 690

yerde geçerli birtalam değişmez ilkcler yasalarını çözümleyerek söz konusu diz-
vardır. İşte bu değişmez ilkeler, insan gelere kendi içinde tutarlı olma özelliğini
yapımı bütün hukuk dizgelerini kendile- kazandıran temel özclliklcrin neler oldu-
rine başvurarak denetleyebileceğimiz za- ğunu betimlemektir. "Hak", "ödev", "a-
manclışı, toplumlarüstü bir hukuk dizge- nayasa" gibi belli başlı hukuk terimleri-
si oluştururlar. Bu yeni doğal hukuk ta- nin anlamlarını çözümleyerek kavramaya
nımı karşısında modem hukuk felsefe- çalışan çözümleyici yaklaşım ünlü İngiliz
cileri iki ayrı kampa ayrılmaktadır. Bu düşünürü Jcremy Bentham tarafından
kamplardan ilkinde yer alanlar doğal hu- yürürlüğe' konmuş, J ohn Austin ile doru-
kuk düşüncesini bütünüyle olurlayarak ğuna ulaşmıştır. Hukuk felsefesi çevrele-
doğal hukuk ilkelerine uymamanın teli: rinde çözümleyici hukuk felsefesi genel-
başına bir hukuk dizgesini geçersiz lal- likle hukuk ile eıilı: arasındaki ilişkinin
maya yeteceğini savunurken, ikinci kamp- zorunlu olmadığını, aralarında salt tarih-
ta yer alanlar doğal hukukun varolan hu- sel bir bağlantı bulunduğunu savunan
kuk düzenini sınayabileceğimiz bir "en- pozitif hukuk felsefesinin bir biçimi ola-
sen" ölçüt olarak değcdcndirilcmcyecc­ rak görülmektedir,
ğini, hukuki bir geçerlilik ölçütü olmak- · Hukuk felsefesinde en çok tartışılan
tan çok olsa olsa hukuk tartışmalan düz- konulardan birisini birey ile hukuk ilişki­
leminde sağladığı yeni eleştiri olanakları sinin, daha açık bir deyişle kaynağı dün-
bakımından bir işlevi olabileceğini ileri ya içinde ya da dünya dışında bulunan
sürmektedirler. belli bir güç (ıktidar) tarafından konmuş
Hukuk felsefesinde, doğal hukuk ile hukuk düzeni karşısında bireyin özgür-
pozitif hukuk konumlan dışında bir ü- lüğünün sınırlarının nasıl çizileceği so-
çüncü konum olarak öne çıkan yaklaşım, runu oluşturur. Bu sorun bağlamında ye-
ıoplıt111bili111sel yaklapm'dır. Söz konusu rini alan bütün konumlar, eninde sonun-
yaklaşımda, bir yanda hukukun "güç/ da savundukları düşüncelerin içeriğine
erk" ile ilişkisi araştınlııkcn, öbür yanda göre iki uç konum arasında sıralanırlar.
toplumsal ve ekonomik ctkcnlcrin hu- Buna göre bir uçta tek yetke olamk bü-
kuk üzerindeki etkileri mercek altına alı­ tünüyle bireyi tanıyan, bireyin özgürlü-
nır. Bu yeni yaklaşınun en belirgin özel- ğünün şu ya da bu hukuk düzeni gerekçe
liği, değişmez yasaları bulgulamayı amaç- gösterilerek hiçbir bir biçimde sınırlan­
layan "normatif" (düzgükoyucu) bir a- clınlamayacağını savunan "anarşizm" bu-
raşurma olmak yerine, daha iyi bir hu- lunur. Öteki uçtaysa bireyin varolan yer-
kuk düzenine geçmeye yönelik olarak leşik hukuk düzenine kayıtsız şartsız bo-
verilen çözümlemelerde kendisini göste- yun eğmesin.i, düzenin. belirlediği yaRala-
ren "betimleyici yaklaşımı benimsemiş m uygun davranmasını tek çıkar yol ola-
olmasıdır. Bu yaklaşım mantığı uyannca mk gören "totalitarizm" yer almaktadır.
hukuk konularını irdeleyen öğretiler ara- Aynca bkz. Grotius, Hugo; Bentham,
sından en çok öne çıkanı Marxp lmle.11k · Jcremy; Aııstin, John; doğal hukuk
.falrefui'dir. Yine özünde betimleyici yak- (kuramı); adalet; anarşizm.
laşımı benimsemekle birlikte, kendisine
bir dördüncü yaklaşım olarak bakılabile­ hult11 (Ar.) Tann'nın kendisinin ya da
cek bir konum daha söz konusudur. niteliklcrinin yar.ıttıklanndan birinde ya
Ôzcllikle İngilizce konuşulan ülkelerin da tümünde ortaya çıkması anlamındaki
felsefe geleneğinin doğal bir uzantısı ola- bu kavram, tasavvuf düşüncesinde vah-
rak görülebilecek (Özjiml!Jiti h111e.Nk felre- det-i vii&Hd anlayışı çerçevesinde varolan-
fesı'dir
bu. Söz konusu hukuk felsefesi ların tamamının Tann'nın varlığına ge-
yaklaşımınınen temel amacı, varolan hu- reksindiğini göstermek için kullanılmış­
kuk dizgelerinin ilksavlannı, terimlerini, tır. Ne var ki Hallac-ı Mansfu:, İbnü'l-
691 Hume,David

Arabi gibi mutasavvıfların felsefelerinin mamladı ve uzunca bir uğraş verdikten


temelini oluşturan bu anlayışa göre, in- sonra yayımlatmayı başardı (1739-1740).
san yaratılmışlar arasında en yüce varlık Ancak kitap dönemin felsefe çevrelerin-
olduğundan Tanrı gerçek anlamda in- den bırakın ilgi görmeyi birçok kesim ta-
sanda ortaya çıkar; başka bir deyişle in- rafından da "dinsizlik"le suçlandı. Her
san Tann'run en yüce görünümüdür. ne kadar Hume sonradan bu kitabın var-
Hullil kavramını kullananlar lôhut (ilalu) lığını yadsıyıp toplu eserleri içine alma-
olanla namı (ınsaru) olanı karıştırmakla, mışsa da bu "dinsizlik suçlaması"nın o-
bu şekilde bir tür tümtanncılığa yol aç- lumsuz sonuçlan Hume'un yaşamının
makla suçlanmışlardır. Aynca bkz. vah- akışını büyük ölçüde değiştirmiştir. Ni-
det-i vücüd tekim, gerek 1744'te Edinburgh Üniver-
sitesi'nin Ahlıik Felsefesi Kürsüsü'ne,
Hume, David (1711-1776) Deneyim- gerekse 1752'de Glasgow Üniversitesi'
den bağımsız edinilen bilginin olanağını nin Mantık Kürsüsü'ne atanma başvu­
yadsıyan, usçu varlıkbilgisel kabuller için ruları hep bu "dinsizlik suçlaması" ge-
seçetli bir zemin olmadığını vurgulayan rekçe gösterilerek geri çevrilmiştir. Hu-
Ingiliz deneyci fılozof. Yalnızca felsefe me kamuoyu nezdinde zedelenen itiba-
alanında "nedensellik" anlayışının en sıkı nnı yeniden kazanmak için bir dizi sa-
eleştiricisi olmasıyla ya da ahlak felsefe- desuya metni, etliye sütlüye karışmayan
sini dayandırdığı "duygudaşlık" öğreti­ denemelerini E.r.r~s, Moral and Political
siyle değil, tarih alanında modem tarih- (Ahlıik ve Siyaset Üstüne Denemeler,
yazımına öncülük etmesiyle, iktisat ala- 1741-1742) adıyla kitaplaştırdı. Hume'un
nında da çağdaşı ünlü iktisatçı Adam bu "iade-i itibar" arayışı bir nebze olsun
Smith'i aratmayacak denli özgün düşün­ sonuç vermişse de, 1744 yılında Edin-
celeriyle de tanınan Hume tam anlamıyla burgh Üniversitesi tarafından reddedilen
çok yönlü bir düşünürdür. Hume varlık­ Hume doğduğu topraklardan bir süreli-
bilgisi, bilgikuramı ve ahlak felsefesi a- ğine de olsa "ekmek parası" için ayrıl­
lanlarındaki görüşlerini üç temel eserin- mak zorunda kalmıştır.
de toplamıştır: A Trratise oJH11111an Nahi- Kuşkusuz, Hume İnsan Doğan Üz.erine
re (İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme, Bir İnaleme'nin kendisini politik neden-
1739-1740); An Enquiry Conmning Hu- lerle yadsımak zorunda kalmışsa da, fel-
man Undersıanding (İnsanın Anlama Yetisi sefesinin özünü oluşturan bu kitabın sa-
Üzerine Bir Soruşturma, 1748); An En- vunduğu düşüncelerin birçoğuna ömrü-
q11iry Conaming the Prindple.r of Moral.r, nün sonuna dek sadık kalmış ve bunları
(Ahlak İlkeleri Üzerine Bir Soruşturma, yeni kitaplarında kullanmıştır. Nitekim,
1751). yukarıda "üç temel eseri" diye anılan ki-
İlk kitap, İnıan Doğan Üzerine Bir İnce· taplardan ikincisi İnsanın Anlama Yetisi
leme (A Treatise of Human Nature) hem Üz.erine Bir Sonışhlrma ile üçüncüsü Ah-
Hume'un tüm bir felsefesinin özünü ba- lôle İlkeleri Üzerine Bir S oruşhlrma, İnsan
rındırdığından, hem de neredeyse yaşa­ Doğası Üz.erine Bir İnaleme'nin (yani, "ilk
mının her aşamasında, özellikle de aka- temel eserin') birinci ve üçüncü bölüm-
demik boyutunda, Hume'un başına dert lerinin işlenip genişletilmiş halleridir. Son
açtığından kendine özgü yazgısıyla aynca çözümlemede, İnsan Doğası Üz.erine Bir
anılmaya değer bir yapıttır. Kitabın ilk üç İnceleme Hume'un felsefeden anladığı her
bölümünü Fransa'da bulunduğu süre i- ne ise onu dizgeli bir biçimde ortaya
çerisinde (1 734-17 3 7) Descartes 'ın da öğ­ koyduğu başyapıtıdır. Hume'un bu ki-
renim gördüğü La Fleche Kraliyet Yük- taptaki ana amao, tek tümceyle söylene-
sekokulu'nun kütüphanesinde kaleme a- cek olursa, Newton'un "doğa felsefesi"
lan Hume, İngiltere'ye dönerek kitabı ta- nde ulaştığı yetkinliğe "ahlak felsefesi"n-
Hwne,David 692

de varabilmektir. !ar: Öncelikle önermeleri kavramlararası


Hume'un kendine özgü dcneyciliğine ilişkileri (relations of ideas) anlatanlar ve ol-
gelindiğindeyse, Hume'a göre deneyim- gusal bilgi (matlers offac~ verenler diye i-
lediğimiz şeyler hakkında izlenimlerimiz kiye ayırır (mantıksal önermeler ve de-
oluşur ve zihnimiz bu izlenimleri düşün­ neysel önermeler). Birinci grup önerme-
celere/kavramlara (idt.dara) dönüştürür. ler aritmetik ve geometri gibi, Hume'a
Bu şekilde zihnin içeriği iz.lenimltr ve dii- göre yalnızca kavramlararası ilişkileri in-
fİİfl~lerdcn/ kavrllflllmrlan oluşur. Bu ikisi celeyerek edinilebilecek türdendir. İkinci
canlılık bakımından birbirinden farklıdır. grup önermeler ise doğrudan deney yo-
İzlenimler daha canlıdır ve duyu deneyi- luyla edindiğimiz izlenimler ve düşünce­
mi sırasında ortaya çıkarlar. Duyu dene- ler/kavramlar hakkında bilgi verir. Hu-
yiminden sonra arta kalan şey ise düşün­ me'un bu ayrımı xvıı. yüzyıl usçu filo-
cedir/kavramdır. Bir bakıma düşünce­ zofu Leibniz'in analitik ve sentetik öner-
ler/kavramlar izlenimlerimizin kopyala- meler ayrımına çok benzer. Tek farkı
ndır. Hume düşünceleri/kavramları yalın Hurne'un savındaki iki tür önermenin
ve karmaşık olmak üzere ikiye ayırır. Kar- verdiği bilginin de deneyimden geliyor
maşık olanlar yalın olanlann birleşme­ olmasına karşın, Lcibniz'in savındaki a-
siyle oluşur ve bu sayede her düşünce­ nalitik önermelerin deneyime önsel (a
nin/kavrarrun yalın düşüncelerinin/kav­ prion) olmasıdır. Kavramlararası ilişkileri
ramlarının edindiğimiz izlenimlerden na- konu alan önermelerin doğruluk değeri
sıl ortaya çıktıklan bulunabilir. Her dü- zorunlu olarak olduğu gibidir. Örneğin
şüncenin/kavramın izlenimlerimiz saye- "100-20=80" aritmetik önermesi zorun-
sinde edindiğimiz yalın düşüncelerden/ lu olarak doğrudur. Ama bunun yanında
kavramlardan oluşmasının mantıksal so- yalnızca kavramlararası bir ilişkiyi dile
nucu izlenim olmazsa düşüncenin de/ getirdiğinden, boştur. Öte yandan olgu-
kavramın da olamayacağıdır. Hume bu- ları konu alan önermelerin doğruluk de-
nu bir varsayım olarak ileri sürmüş ve ğeri zorunlu olarak olduğu gibidir diye-
karşıt bir örnek -izlenimlerimizden ba- meyiz; olgusal önermeler yalnızca ola-
ğımsız bir düşüncenin/kavramın varlığı nalclı (karşıtlan da olanaklı) olan durum-
gibi- verilemeyeceğine dair bir kanıt da ları dile getirir. Örneğin "güneş bandan
sunmamıştır. Hume'un, izlenimi herhan- batar" önermesi doğru olmak zorunda
gi bir düşüncenin/kavramın varlığının değildir; güneş doğudan da banyor ola-
zorunlu koşulu yapması, usçu filozofla- bilirdi. Hume yapttğı bu ayrım yardımıy­
nn zihinden bağımsız olarak varlığını ka- la bir yandan matematiksel ve mannksal
bul ettikleri l'!Jlll nmlerin (şeylerin; ken- bilgilerin do~sıru deneyci bakış açısın­
diliklerin), örneğin tümcllerin, onun fel- dan açıklamaya girişirken, öbür yandan
sefesinde tamamen zihne bağımlı olması insan bilgisi için vazgeçilmez gibi gözü-
sonucunu doğurur. Hume'a göre bir tü- ken nedensdlik ve tümevarım türünden
mel, örneğin "iyi" düşüncesi/kavramı, i- ilkeleri kabul ediş nedenimizin olgulara
yi kabul ettiğimiz şeyler hakkındaki izle- dayandınlamayacağı gibi mantığa da da-
nimlerimizin sonucu olarak zihnimizin yandınlamayacağıru göstermiştir. Nite-
oluşturduğu düşüncelerin/kavramların kim mannk kavranılararası ilişkilerle il-
toplamının adıdır. Hume'un izlenimi dü- gilenir ve mannksal doğrular zorunlu
şünce/kavram için zorunlu koşul yap- doğrulardır. Oysa, gerek nedensellik il-
masının bir başka sonucu da yine usçula- kesine dayanarak herhangi bir A olayı­
nn deneyime önsel kabul ettikleri bilgi nın A'yı izleyen herhangi bir B olayının
türlerini, örneğin matematiği izlenimlere nedeni olduğunu kabulümüz, gerekse tü-
ve dolayısıyla zihne bağımlı kılmasıdır. mevarımsal bir çıkamru kabulümüz zo-
Hume bu kaçınılmaz sonucu şöyle açım- runluluktan değildir. Örneğin "Sokrates' ·
693 Hume,David

in içtijti zehir ölmesinin nedenidir" öner- mantıksal ne de olgusal olarak garanti


mesi zorunlu bir doğru değildir. Nitekim edemeyiz.
Sokrates zehiri içmesine rağmen ölmeye- Hume yukardaki temellendirmeler ı­
bilirdi de. O halde, Sokrates 'in z.ehiri şığında iki farklı şekilde }Qnunlanabilir.
içmesiyle ölmesi arasında kurduğwnuz ilk olarak Hume'un felsefesinin deneyci
nedensel bağ mantıksal değildir. Olgusal görüşler ışığında geleneksel bilgi edinme
da değildir, çünkü bizim deneyimleyebi- yöntemlerimizin ne kadar güvenilmez
leceı:,..uniz Sokrates 'in z.ehiri iç~-;i ve ölü- olduf,TUflu gösterdiği söylenebilir. Bir de,
şüdür; z.ehiri içişi ile ölüşü arasında ol- ikinci olarak Hume'un deneyci ilkeler-
duğunu iddia ettİğimiz nedensellik ba- den }Ula çıkıp, usçu varhkbilgisi yapanla-
ğllll deneyimleyemeyiz. Benzer şekilde, rın yanlışlarını bir bir sıralarken doğalcı
Hurne tümevanmsal çıkanmlan da yad- bir turum takındığı savunulabilir. Bu i-
sımıştır. "Eroin bağımlılık yapar" gibi kinci Hume }Urumu oldukça yerindedir,
birçok eroin vakasından }Ula çıkıp tü- çünkü Hume eleştiri oklarllll yönelttİği
mevanmsal olarak çıkarc!Jğıınız bir so- riim kavramların (nedensellik, tümeva-
nuç da zorunlu olar.ık doğru olamaz. rım vb.) insan doj:,>asının vazgeçilmez
Milyonlarca eroin kullanıcısı bu illeti kul- parçaları olduğunu yadsımaz. Hurne'un
lanarak eroin bağımlısı oluyorsa da karşıt amacı, bu şekilde, usçu varhkbilgisini
bir örneğin her zaman olanaklı oluşu, yıkmak ve yerine doğalcı bir duruşu
bizim "mil}Qnlarca kullanıcıda eroin ba- önermek olarak görülebilir. Bu yüzden
ğımlılık yaptı, o halde eroin bağımlılık kimi felsefe tarihçileri, Hume'un felsefe-
yapar" çıkarımını mantıkdışı olarak ka- sinin Locke ile Berkeley'den devraldığı
bul etmemiz için yeterlidir. Hume, bir deneyci geleneğin bir devamı, İngiliz
yandan da dış dünyanın nesnel varlığının Deneyciliğinin en uç noktası olduğunu
ve benlik dediğimiz şeyin zihne bağımlı olurlaınakla birlikte, onun düşünceleri­
olduğuna ilişkin bir temellendirme sun- nin kuşkucu geleneğin kıvamllll bulmuş
muştur. Hume, gerek dış dünyadaki bir modem bir biçimi, daha da önemlisi E-
nesnenin kendiliği (özdeşliği) tasanmıını­ pikuros, Lucretius, Hobbes ve Spino-
zın, gerekse kendi benliğimizin kendiliği za'nın savunuculuğunu üstlendiği doı:,ral­
(özdeşliği)tasanmıınızın kendilik (özdeş­ cı geleneğin bir uzantısı olduğunun üs-
lik) dediğimiz şeyin zaman içindeki sü- tünden atlanmaması gerektiğini dile ge-
rekliliğini kabul etmemize dayandığını, ~lerdir.
bunun ise yine ne olgusal ne de mantık­ Hume'un ahlak felsefesine gelindi-
sal oldllj.,Tun.a İşaret etmiştir. Eğer olgusal ğindeyse, onun bu alanda ürettiği dü-
oldUf:,TwıU kabul edersek, bir nesnenin şüncelerin bilgi felsefesinde ya da bilgi-
nesnel varlığının onu deneyimlemediği­ kuranıında ortaya koyduğu düşünceler­
miz zaman da devanı ettİğini kabul etmiş den ayn tutulamayacağı açıklıkla görül-
oluruz. Oysa bu kabul deneyci bakış açı­ mektedir. Hurne'un felsefesinin genel
sına aykırıdır. Diğer yandan mantıksal da çizgisini oluşturan usçuluğun önkabulle-
olamaz, çünkü her nesnenin kendiliğinin rinin sorgulanarak yerinden edilmesi ta-
(özdeşliğinin) zaman içinde korunduğu­ sarısı ahlak felsefesinde de iş başındadır.
nu söylemek için tümevarım yapmamız Hurne'a göre, us tek başına ne davranış­
gerekir ki tümevarım mantıksal değildir. larımızı yönlendirebilir, ne de ahlak ba-
Aynı şekilde bir benliğin kendiliğinin za- kımından iyi olanla kötü olanı birbirin-
man içinde korunduğunu da söyleyeme- den ayırabilir. Ahllk alanının konusunu
yiz. Kendi benliğimiz söz konusu oldu- düşünceler değil duygular oluşturur; ah-
ğunda bile geçmişte kalan bir zaman di- Uk yaş= odağında da us değil duy-
limine ait olarak kabul ettİğimiz geçmiş gular, tutkular ve arzular bulunmaktadır.
benliklerimizin aynı kişi olduğunu ne İnsanı ahlaklı eylemeye iten güç bu duy-
Husserl, Edmund 694

gıılar ile tu tkdardır; yoksa herhangi bir diği eleştirilerle,


gerek dinsel boş inanç-
ussal güdüleme ya da itelemeyle insanlar lara vurduğu darbelerle, gerekse usçulu-
ahlakça yerli yerinde eyliyor değildir. Hu- ğun temellerini sarsan düşünceleriyle fel-
me'a göre, gerek toplum yaşamının hu- sefece düşünmenin tarihinde silinmeye-
zuru bulması, gerekse tek tek insanların cek izler bırakmıştır. Kendinden sonra
mutluluğu açısından en önemli ahlak il- gelen hemen her filozofu az ya da çok
kesi "duygudaşlık"tır. İnsanın kendi mut- etkilemekle birlikte, Jeremy Bentham,
luluğuna odaklanıp kalmasından çok, di- John Stuart Mili ve Immanuel Kant üze-
ğer insanların mutluluğunu gözetmesi ge- rine etkileri daha bir belirgindir. Özellik-
rektiğine vurgu yapan duygudaşlık, baş­ le, felsefede ondan sonra hiçbir şeyin
kasının duygularını paylaşmanın, birlikte aynı kalmadığı düşünülen Kant, Hume'
duygulanıp bir şeyi birlikte yaşamanın en un kendisini düşünsel bir silkinmeye yö-
doğal yoludur. Hume için duygudaşlık nelttiğini, kendisini dogmatik uykusun-
her şeyden önce bir izlenimin bir düşün­ dan uyandırdığını dile getirmiştir. Ger-
ceye dönüştürülmesidir. Bir başka insa- çekten de, Kant'ın ortaya koyduğu dü-
nın mutluluğunun gözlemlenmesi yoluy- şüncelerin çoğu, Hume'un su yüzüne çı­
la o insanın mutluluğunun düşüncesini kardığı değme felsefe sorularına birer
de üretmiş oluruz. Hume duygudaşlığı yanıt niteliğindedir.
her insanda bulunan doğal bir eğilim Hume'un diğer
önemli yapıtları ara-
olarak, insan doğasının ayrılmaz bir par- sında şunlar sayılabilir:Edinburgh'daki
çası olarak yorumladığından onu ahlaklı kütüphane yöneticiliği sırasında tam se-
eylemenin vazgeçilmez koşulu olarak gö- kiz yılda hazırladığı The Hi.rtory ofEnglaııd
rür. İnsanın belirli bir eylemi ahlak bakı­ (İngiltere Tarihi, 6 cilt, 1754-1762); The
mından onaylamasını ya da onaylama- Natura/ Hfrtory of &ligion (Dinin Doğal
masını sağlayan, onun ilkin kendisiyle, Tarihi, 1757); ölümünden kısa bir süre
sonra toplumla, en sonunda da tüm in- önce tamamladığı özyaşamöyküsü The
sanlıkla kurduğu duygudaşlık ilişkisidir. uJe of Daviti Hume, Written by Himself
Hume'un ahlak felsefesine en büyük (Kendi Kaleminden David Hume'un Ya-
katkısı olarak genelde "olan"dan "olması şamı, 3 cilt, 1777); çok önceleri bitir-
gereken"e ya da betimlemeden değer mesine karşın, Kilise'nin yeni bir hışmın­
biçmeye/ değerlendirmeye geçişi olanaklı dan korkan dostlarının uyanları üzerine
kılacak herhangi bir mantıksal uslamla- hasır altı ettiği ve ancak ölümünden son-
manın olamayacağı yollu görüşü gösteri- ra yayımlanabilen çalışması Dialo1.11es Coıı­
lir. Ahlak felsefesinde Shaftesbury'den rerniııg Nat11ral &ligion (Doğal Din Üs-
bu yana "ahlak duy(g)usu"nu başlangıç tüne Söyleşmeler, 177'1). Ayrıca bkz. mo-
noktası olarak alan hemen her düşünür dern felsefe; deneycilik; İngiliz De-
gibi, Hume da soyut olandan somut ola- neycileri; çağrışımcılık; intihar etiği;
na dönme çağrısını yinelemektedir. Tıpkı olan/olması gereken ayrımı; olgu/
bir bilgikuramcının ya da bilgi felsefeci- değer ayrımı; ahliksal ile ahlaksal ol-
sinin görevinin İnancın ruhbilimsel dü- mayan (ayrımı); ahlak duy(g)usu.
zeneklerini ya da işleyişini betimlemek
olması gibi, ahlak felsefecisinin· üzerine Husserl, Edmund (1859-1938) Kesin
düşen görev de onaylama ile onaylama- bir bilim olma savıyla kurup temellendir-
manın, uygun görmenin ya da görme- diği görüngübilim felsefesiyle çağdaş kıta
menin ruhbilimsel düzeneklerini ya da felsefesindeki hemen her akım üstünde
işleyişini betimlemektir. etkili olmuş, görüngübilimsel betimleme
Aydınlanma dönemi ile felsefesinin ve çözümlemeleriyle başta zihin felsefesi
en büyük düşünürlerinden biri sayılan ile varlık felsefesi olmak üzere felsefenin
Hume, gerek metafizik düşünceye getir- bütün alanlarında derin kınlmalara yol
695 Husserl, Edmund

açnuş XX. yüzyılın en önemli düşünür­ yon (varsam) ve derin yanlış algılamalar
leri arasında gösterilen Alman filozof. sorunu karşısında büyük güçlükler çıkar­
Düşünsel serüvenine klasik düşünürler­ maktaydı. Bunun yanında, söz konusu
den Locke, Berkeley ve Hume'un başını tanım bilincin yönelmişliğinin tam olarak
çektiği İngiliz Deneyciliği'ni incelemekle neden oluştuğu sorusunu yanıtsız bı­
başlanuş olmakla birlikte, Husserl daha rakmaktaydı. Husserl bu eksikliklere ya
sonra Descartes, Leibniz ve Kant'ın fel- da boşluklara bağlı olarak bilinci bir
sefelerine yönelerek döneminin egemen nesneye yönelmiş kılan bilinç özellikleri-
felsefe anlayışı "Yeni Kantçılık" ile sıcak nin neler olduğu üzerine ayrıntılı bir çö-
bir düşünsel ilişki içine girmiştir. Hus- zümleme sunma yoluna koyulmuştur.
serl'in birtakım felsefecilerden anlaması Bilincin bütün özelliklerinin hepsini bir-
son derece güç yazılarının olduğu, düşü­ den *noe111a diye tanımlayan Husserl, "no-
nürken ipin ucunu kaçırdığı, kendi söy- ema"nın belli bir zamanda bilinci görü-
lediklerinin izini bir süre sonra kendisi- nüşte bir nesneye yönelmiş olarak kendi-
nin dahi süremediği yönünde aldığı eleş­ sini gösteren edim ile birleştirdiği sap-
tiriler, kavraması ve izlemesi son derece tamasında bulunmuştur. Bu anlamda
güç bir felsefe yordanu geliştirmiş olma- "noema" bilinç ediminin yöneldiği nesne
sına dikkat çekmesi bakınundan önemli- olmaktan çok bilincimizin nesneyle iliş­
dir. Husserl hemen bütün düşünsel ya- kiye geçmesini olanaklı kılan yapıdır. Bi-
şanu boyunca fefsefeye yeni bir yön lincin yönelmişliğini oluşturan yapı ola-
çizme, yeni bir başlangıç noktası belir- . rak "noema"nın Husserl'e göre iki temel
leme arayışı içinde olmuştur. Görüngü- bileşeni vardır. İlki deneyimin çeşitli bi-
bilim adını verdiği bu arayışın çıkış leşenleri ile nesnenin çeşitli özelliklerini
noktasını, düşüncelerine büyük değer birleştiren "nesne anlarnı"yken, ikincisi
verdiği hocası Franz Brentano'nun felse- çeşitli türden edimleri birbirinden ayırt
fesinde gözlemlediği birtakım boşluklar eden (sözgelimi, bir nesneyi algılama e-
oluşturmaktadır. Nitekim Husserl'in te- dimini, o nesneyi anımsama ya da o nes-
mellerini attığı görüngübilimin ana ko- ne üzerine düşünme edimlerinden) thetik
nusunu "yönelmişlik" sorunu oluştur­ bileşendir. ''Thetik" bileşen bu noktada
maktadır. Bu anlamda Husserl'in hemen bir nesneye gerçeklik niteliği kazandır­
bütün görüngübilim çabaları yönelmişlik mak açısından son derece önemlidir. Bu
düşüncesinin açıklığa kavuşturulması o- noktada dikkat edilmesi gereken önemli
larak değerlendirilebilir. Husserl'in yö- nokta, bir kişiyi algıladığımızda sanıldı­
nelmişlik konusu üzerine ilgisinin teme- ğının tersine fiziksel bir nesne ya da ci-
linde çok büyük ölçüde hocası Franz sim algılamamı7.a bağlı olarak orada bir
Brentano'nun düşüncelerinin yatmakta kişi olduğu çıkarımını ya:pmadığınuzdır;
olduğu bir gerçekse de sorunu ele alış çünkü burada algıladığınuz kişi kendi
bakımından Brentano ile Husserl arasın­ bakış açısından dünyayı yapılandıran ve
da son derece derin farklılıklar söz ko- deneyimleyen bir kişidir. Bu anlamda
nusudur. "noerna" her zaman için bir kişinin "no-
Husserl'in bu bağlamda bütünüyle ema"sıdır. Bu durum salt fiziksel nesne-
odaklandığı, Brentano'nun "Yönelmiş­ ler için de aynıdır; yani kişileri algılamak
liği bir şeyin bilinci olarak deneyimlenen fiziksel nesneleri algılamaktan daha gi-
yaşantıların kendine özgülüğü yoluyla zemli bir şey olmadığı gibi, anlamak için
anlarız" tümcesidir. Bu tümceden de gö- daha başka süreçlere başvurmayı gerekti-
rüleceği üzere, Brentano "bilincin yö- ren bir şey de değildir Husserl'e göre.
nelmişliği" ni belli bir nesneye yönelmiş­ Dolayısıyla bir fiziksel nesne görüldüğü
liği olarak tanımlamaktaydı. Oysa bu ta- vakit burada görülen duyu verileri değil­
q_ım Husserl'e göre özellikle halüsinas- dir; yani görülenden elde edilen duyu ve-
Husserl, Edmund 696

rilerinden hareketle orada bir fiziksel Husserl ancak bilincin yönelmişliğinin


nesne bulunduğu çıkanmında bulunuyor neden oluştuğu sorusunun yanıtlanma­
değilizdir. Nesneyi görmemizi olanaklı sıyla yönelmişliğin tam olarak kavrana-
kılan bütünüyle o anki "noema"mızın fi- bileceği saptamasında bulunmaktadır. Bu
ziksel nesnenin "noema"sı olmasıdır. Bu sorunun yanıtını verecek olan da yeni bir
durum Husserl'in gözünde bütün eylem- disiplin ya da 1911 'de Logos dergisinde
ler için de aynen geçerlidir. Bir eylem ile yayımlanan yazısının başlığı olan kendi
karşılaştığımızda, gördüğümüz bedensel albenili deyişiyle "Kesin Bir Bilim Ola-
harekete dayalı olarak ortada bir eylem rak Felsefe"ye karşılık gelen "görüngü-
olduğunu çıkarıyor değilizdir. Nitekim bilim"dir.
Husserl nesnenin "verili" olarak dene- Husserl'e göre algılama ediminde sa-
yimlendiği her türden edim için "görü" hip olduğumuz "noema" duyumsal dü-
(*A11s&haımiJ terimini kullanmaktadır. zeylerimizde. olan bitenler nedeniyle sı­
"Noemata" (görüngü) daha ilk ba- nırlanmasına karşın, bu sınırlanışın ola-
kışta Frege'nin "üçüncü dünya"ıun nes- naklarunızı sııurlandırması gibi istenme-
nelerini, daha açık söylenirse dilsel anla- yen bir durum söz konusu değildir. Bu
tımlann anlamlarını andırmaktadır. Nite- nedenle verili bir durumda bir adamı al-
kim Husscrl'e göre, "11oema anlam kavra- ·gılayabiliyor olmamız, ama aradan çok
mının bütün edim alanlarına gcncllen- geçmeden onun yalnızca cansız bir man-
mesinden başka bir şey değildir." Nasıl ken olduğunu görmemiz doğrudan doğ­
ki bir ifadenin anlamı ile o ifadenin gön- ruya bir "noema" kaymasına karşılık gel-
derimi arasında bir ayrım yapmak, gön- mektedir. Bu türden bir "noema" kay-
derimi olmayan ifadelerin anlamlı kulla- masının her zaman için olanaklı olması
ıumlanna açıklık kazandırıyorsa, Hus- bütünüyle algııun her zaman için yanıla­
serl 'e göre bir edimin "noema"sı ile nes- bilir olmaya açık olmasının doğal bir ~o­
nesi arasında ayrım yapmak da ayıu bi- nucudur. Husserl, sahip olduğumuz "no-
çimde Brentano felsefesindeki nesnesi ol- ema"yı sınırlandıran bu sınır durumları
mayan edimler sorununun ortadan kalk- *f{Yle diye adlandırmaktadır. "Hyle" bi-
masına yardım etmektedir. Bilincin yö- zim tarafımızdan deneyimlenen nesne-
nelmişliğini yalıuzca belli bir nesneye lere karşılık gelmekten çok, duyu organ-
yönelmişlik olarak temellendirmek Hus- larımız etkilendiğinde belirgin bir biçim-
serl'e göre yönelmişliği anlamamanın baş­ de edindiğimiz özel tüiden deneyimlerle
lıca nedenidir. Dolayısıyla söz konusu so- özdeştir. Bu anlamda doğal davranış dü-
runa karşı Husserl'in getirdiği çözüm en zeneğimizde çoğunluk fiziksel nesne ve
iyi anlatımııu "bilincin her zaman belli olaylarca, onların renk, dış görünüş gibi
bir şeyin bilinci olduğu" ifadesinde bul- özdliklerince emilmekte ya da özüm-
maktadır. Daha açık söylemek gerekirse, lenmekteyizdir. Çeşitli nesnelerce payla-
bilincin kendisi her zaman için kendi yö- şılan bu genel özdliklere Husserl, özler
nelmişliği için "bir nesne görevi" gör- ya da "*cidos" (Weseıı) demektedir. Öz-
mektedir. Bu nedenle bilincin yönclmiş­ ler her zaman için Husserl'in anlayışında
liğini açıklamak amacıyla ortada muhak- en gelişkin, en yetkin örneği matematik
kak belli bir nesnenin olması gerekmez. olan "eidetik" (*özeyönclik) bilimlerin
"Bilincin kendisinin kendisi için nesne (olgu bilimlerinin karşısında yer alan, öz
görevi görmesi" deyişi tam anlamıyla görüngüsünde verilmiş olanı inceleyen
Husserl'in yönelmişlik anlayışının can bilimlerin; özbilimin) inceleme konusu-
damarını oluşturmaktadır. Nitekim tam dur. "Eidetik" bilimlerde bütün dikkati-
bu noktada Husserl'in yönelmişlik soru- mizi somut bireylerden ya da tikellerden
nu bağlamında Brentano'dan ayrılışının kopararak onlar arasında ortak olanın ne
ikinci temel nedeni ile karşılaşılmaktadır. olduğuna yöneltiriz. Husserl bu dikkatin
697 Hutcheson, Francis

yönünü değiştirme işlemini, bizi doğru­ gübilim ile Görüngübilimsel Felsefe Üs-
dan doğruya "eidos"a götürdüğü için tüne Düşünceler, 1913); Erste Philosophie
"eidetik indirgeme" diye adlandırmıştır. ~lk Felsefe, 1923-1924); Fomale 11nd tra-
Husserl buna karşı doğal davranışı bü- tıSZ!"denıale Logik: Vm11ı:b einer Kritik der
tünüyle bir kenara bınıkarak, nesneleri logischen V em1111ft (Biçimsel ve Aşkınsal
ayraç içine alarak, yalnızca kendi bilin- Mantık: Mantıksal Usun Eleştirisi De-
cimiz ile onun yapılan üstüne yoğunlaş­ nemesi, 1929); ilkin Fransızca yayımla­
maya ise "aşkınsal indirgeme" ya da *e- nan Cartesi111tische M editationen/ Miditations
poklıe adını vermektedir. İlkece birbirin- ııırtlsimnes (Descartcsçı Derindüşünme­
den ayrı bu iki indirgeme biçimine ek ler, 1931) ve Die Krisis der e11ropiiischen
olarak Husserl bu ikisinin bileşiminden Wisıenschaften und di.e transzpıdentale Phd-
oluşan "görüngübilimsel indirgeme" di- nomenoltıgie: Bine Einleilllng in dit phdno-
ye bir üçüncü indirgeme biçimi daha te- menoltıgisı:be Philosophie (Avrupa Bilimleri-
mellendirme gereği duymuştur. Bu son nin Bunalımı ve Aşkınsal Görüngübilim:
indlıgeine bizi doğrudan doğruya görün- Görüngübilimsel Felsefeye Giriş, 1936)
gübilimin temel araştırma konusu gö- sayılabilir. Aynca bkz. görüngübilim;
rüngüye, yani "nocmata"ya götürmekte- görüngü; Brentano, Franz; Merleau-
dir. Husserl'e göre "noemata" içeriğini Ponty, Maurice; özeyönelik indirge-
tam olarak tüketmenin olanaksız olduğu me; aşkınsal ben.
son derece zengin nesnelerden oluşmak­
tadır. Dolayısıyla Husserl'in görüngübi- Hutcheson, Francis (1694-1746) Ah-
lim adını verdiği kesin bilim, yaşantıla­ lak, estetik ve siyaset kuramlarıyla İskoç
nmızdaki, çeşitli deneyimlerimizdeki aş­ Aydınlanması'nın öncülüğünü yapmış o-
kınsal öğelerin, yani "noema", "*noesis" lan filozof.
ve "hyle"nin görüngübilimsel indirgeme Hutcheson, estetik ve ahlak kuramın­
yoluyla açığa çıkarılmasına çalışan bilim- da özellikle John Locke ile Shaftesbury'
dir. Husserl için görüngübilim son çö- den derinden etkilenmiştir. Lockc'un de-
zümlemede öznel bir bakış açısı araştır­ neyciliğini benimseyen Hutcheson, de-
masıdır. Bilimde nesndlik ve nesnel bil- neyimin bütün düşüncelerin kaynağı ol-
gilere ulaşma amaçlanır. Bu amaç doğ­ duğunu savunarak Locke'un deneyci bil-
rultusunda farklı gözlemciler arasındaki gikuramını kendisine başlangıç noktası
farklılıklar deneyler ile gözlemlerin dü- olarak almış; aynca onun duyıılan "dış­
zenlenimi yoluyla en aza indlıgenmeye sal" ve "içsel" olarak ikiye ayırmasından
çalışılır. Buna karşı görüngübilim bütü- yararlanarak ahlak öğretisini Locke'un
nüyle her öznenin dünyayı farklı bir bi- duyulara ilişkin kuramı üzerine bina et-
çimde yapılandınp kurma biçimleri üze- miştir. Duyuyu, zihnin düşünceleri is-
rine odaklanır. Ancak burada geleneksel tençten bağımsız olarak kavrama ve haz
felsefelerin tersine "öznelerarası" etkile- ile aa algılayışlarına sahip olma yetisi
şim ve iletişim temelinde öznel olana olarak tanımlayan Hutcheson, duyulan
yönelik bir arayış söz konusudur: "Öz- beş ayn sınıfa ayırmıştır. Bunlardan bi-
nelerarasıcılık Görüngübilimi". rincisinde beş duyu olarak bilinen dışsal
Husserl'in başlıca yapıtları arasında duyular vardır. İkinci sınıftakiler uyumlu
Philosophie der Arithmetik: P!Jchologische 11tıd ve oranlı nesnelerden doğan haz algıla­
logische Untcrsııçh11ngetı (Aritmetik Felse- malarıdır. Üçüncü sınıftakiler başkaları­
fesi: Ruhbilimsel ve Mantıksal Soruştur­ nın mutluluğundan haz alma gibi kamu-
ma, 1891); Lııgiuhe Unters11ch11ngetı (Man- sal duyulardır. Dördüncü sınıfta kendi-
tık Araştırmaları, 2 cilt, 1900-1901); Ideetı mizdeki ya da başkalarındaki erdemi kav-
Z!' einer mtıen Phiinommologie 11nd phiino- radığımız ahlak duyusu bulunmaktadır.
menologisı:ben Philosophie (An Bir Görün- Beşinci sınıfta ise onur duyusu yer alır.
Hutcheson, Francis 698

Hutcheson bunların içinde özellikle ah- mızda hazzı deneyimlememizi olanaklı


lak ve onur duyusu üzerinde durmuştur. kılan yetilerdir. Hutcheson, dışsal duyu-
Hutcheson'a göre ahlaki iyilik düşüncesi, ların bize güzellik düşüncesini ve dene-
birisinin eylemini düşündüğümüzde, bi- yimini sağlayamayacağını savunur. Gü-
ze bir yaran olmasa bile, ona karşı his- zelliği deneyimlemek, güzellik görüngü-
settiğimiz onaylamayla ortaya çıkar. İyi­ sünü fark etmek için içsel duyulara ge-
lik, Hutcheson'ın yol göstericisi Locke'a reksinimimiz vardır. İçsel duyular güzel-
ı,röre de bir biçimde algılayanın zihnine lik hazzını sağlamak için dışsal duyularla
dayanan, varlıkların renkler, tatlar, koku- birlikte çalışır. Dışsal duyular nesneyi bil-
lar ve sesler gibi ikincil niteliklerinin bir gimize taşırken içsel duyularımız nesne-
benzeridir. ye yönelik deneyimimize tepki verirler.
Hutcheson'a göre ahlak duyusuna sa- Görme ya da duyma gibi dışsal duyula-
hip olduğumuzu düşünmemizin temel rımız güzelliğin içsel duyular tarafından
nedeni, bizimle ilişkisi olmayan, hatta çı­ deneyimlenmesine aracılık ederler. Eğer
karlarımıza aykırı olan birçok eylemi o- nesne güzelliğe sahipse içsel duyularımız
naylamamızdır. Nitekim Hutcheson bu haz üretir. Buna karşı eğer nesne çirkin-
türden onaylamalann akla dayanmadığını se içsel duyular itici bir duygu iletir. Hut-
öne sürer. Onaylama ve onaylamama e- cheson'a göre ı,>iizellik duyumları nesne
dimlerini ahlaki duyuya başvurmaksızın güzel olduğu için oluşmazlar; yani güzel-
açıklamaya çalışmak boşuna bir girişim­ lik kavramı nesnede değil zihinde bu-
dir. Akılyürütmemiz de en sonunda baş­ lunmaktadır. Dolayısıyla Hutcheson'ın
kaları için kayı,>tlanma ve yardımseverlik­ estetik kuramı öznelci bir ı,>iizellik kura-
ten haz almaya dayanır. Sözgelimi ölçü- mıdır. Hutcheson öznelliğin estetik gii-
lülüğü, aşırılık bencilik anlamına geldiği reciliğe yol açmaması için nesnedeki han-
ve bencilik de yardımseverliğin karşın gi ayırt edici özelliklerin içsel duyularda
olduğundan ötürü, onaylarız. güzellik duygusunu uyandırdığını dikkatli
Hutcheson aynca yardımsever insan- bir biçimde tanımlayıp betimler.
ların beslediği amaçların en çok sayıda Hutcheson güzelliği "özgün ı,>iizellik"
insanda en büyük mutluluğu üretme yö- ile "karşılaştırmaya dayalı güzellik" ol-
neliminde olduğunu savlar. Nitekim var- mak üzere ikiye ayırır. Nesneden algıla­
lığın, eylemini ahlaki açıdan iyi kılan yar- nan özgün güzellik deneyimimizde doğal
dımseverlik tarafından güdülendiğini dü- olarak ortaya çıkar. Orantı ve uyum, iç-
şündüğü için Hutcheson'ın kuramı te- sel duyulan harekete geçiren bu nesnele-
melde bir yararcılık uyarlamasıdır. Bu ku- rin birincil ayırt edici özellikleridir. Eğer
rama giirc yalnızca akıl tarafından değil, bir nesne uyumlu ve orantılıysa güzeldir.
kendimizin ve başkalarının haz alacağı u- Bir nesneden alınan güzellik duyumunun
muduyla doğan arzular tarafından güdü- miktarı nesnenin içerdiği uyum ve oran-
leniriz. Bu kuram doğrultusunda Hutc- tıya bağlıdır. Hutcheson'a göre geomet-
heson, Bentham'ın haz hesabını öncele- rik biçimler uyum ve oranulanndan ötü-
yen niceliksel maksimler geliştirmiştir. rü güzeldir. Bir mimari eser, gezegenle-
Ondan önce de birçok filozof güzel- rin hareketleri, iyi düzenlenmiş bir bahçe
lik ve estetik konusunu ele aldıysa da orantıdaki birörneklikten ötürü güzel di-
Hutcheson k~psamlı bir güzellik kuramı ye düşünülürler. Hutcheson karşılaştır­
geliştiren ilk filozoftur. Daha önce de maya dayalı güzelliği ise özgün bir nes-
değinildiği gibi Hutcheson duyma, do- neyi, bir kişiyi ya da bir düşünceyi taklit
kunma ve görme gibi dışsal duyularımı­ ederek üretilmiş güzellik diye tanımlar.
zın yanı sıra içsel duyulara da sahip ol- Buna göre taklitleri taklit edilen özı,>iin
duğumuzu öne sürmüştür. Ona göre bu nesneyle karşılaştırarak taklitlerden bir
içsel duyular, güzel bir şeyle karşılaştığı- güzellik duygusu türetilebilir. Bu güzellik
699 hyperousia

güzel sanatlarda öne çıkar. Hutcheson'ın aııd Ajfe.-tions,


W"itb 11/u.rtratiaıu 011 tbe Mo-
güzelliği dizgeli bir biçimde anlama ça- ral Sense (Ahlak Duyusuna İlişkin Ör-
bası günümüz estetiğinin çerçevesini sağ­ neklerle Tutku ve Sevgi Duygularının
lamıştır. Doğası ve İşleyişi Üzerine Bir Deneme,
Siyaset kuramında da önemli düşün­ 1728) ile ölümünden sonra yayımlanan
celer dile getiren Hutcheson, sivil iktida- A Sy.rtem ef Moral Pbihsopl!J (Bir Ahlak
rın en doğal biçimde ancak tüm halkın Felsefesi Dizgesi, 1755) başta gelir.
kat:Jldığı üç eylemle kurulabileceğini söy-
ler. Bu eylemlerden birinçisi tek tek bi- hümanizm bkz. insancılık.
reylerin diğerleriyle, birlikte bir toplum
oluşturmak üzere, ortak çıkarlarının tek hyle (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde,
bir meclis tarafından yönetilmesi konu- özellikle de Aristoteles'te, "madde" (öz-
sunda anlaşmaları ya da sözleşmeleri; i- dek) için kullanılan terim.
kincisi yönetim biçiminin ve yöneticile- Aristoteles bu terimi, nedensellik an-
rin toplumu oluşturan insanlar tarafın­ layışını üzerine bina ettiği dört neden
dan bizzat belirlenmesi; üçüncüsü yöne- öğretisindeki nedenlerden biri olarak,
ticilerin ve halkın karşılıklı olarak birbir- formla ya da biçimle (eidos-, morpbe) kar-
lerini bağlayıcı biçimde anlaşmaları ya da şıtlık oluşturacak şekilde felsefede kulla-
sözleşmeleridir (böylelikle yöneticiler ken- nınıa sokmuştur (,fi~k II, 194b). Aris-
dilerini halkı ortak çıkarlara uygun olarak totelesçi bağlamda f?yle, genel olarak "bir
adil bir İ:ıiçimde yönetmeye, halk da ken- şeyin yapıldığı, ondan oluştuğu madde"
disini itaat etmeye mecbur hissedecek- diğer bir deyişle, kendisinde gizilgüç ola-
tir). Hutcheson'a göre meclis halkın dav- rak bulunan form (biçim) edimselleşin­
rnıuşlanru düzenleyerek lüksün, kişisel ceye kadar tüm şeylerde var olan "ortak
arzu ve isteklerin önüne geçebilecek kı­ madde"ye karşılık gelmektedir. Aristo-
sıtlayıcı bir güç olmalıdır. Bütün halka, telesçi bir terim olarak f?ylı!yi iyice kav-
özellikle de gençlere iyilik, Tann'nın ina- ramak için, yine Aristoteles'in "değişim"
yeti ve toplumsal ödevler öğretilmelidir. çözümlemesine (Fizik I, 190b-191a) baş­
Hutcheson düşünce ve eylem özgürlüğü­ vurmak gerekir. 1-[yle burada "değişimin
nü savunarak bütün akıllı insanların bu ana dayanağı", taşıyıası (192a) olarak ge-
konularda kendi başlarına bir yargıya u- çer ve *l!Jpokeimenon'la özdeşleştirilir. Ö-
laşma haklarının bulunduğunu söylese de te yandan hem Aristoteles'in kendisi (Fi-
tanntanımazcılığı destekleyenlerin, Tan- ~k IV, 209b) hem de Yeni Platoncular
rı 'nın inayetini, ahlaki yasaları ve toplum- f?yle'yi Platon 'un *f?ypodokbt'siyle bir tut-
sal enlemleri reddedenlerin devlet t~ra fın­ muşlardır.
dan gerekirse güç kullanılarak engellen- Aynca Berkeley'in Hylas ile Pbilonous
mesi gerektiğini ileri sürmüştür. Ara.rmda Or Konuşma adlı yapıtında mad-
Bunlardan başka Hutcheson, Hıristi­ deciliğin savunuculuğunu üstlenen kişi­
yanlığın doğruluğu ve mükemmelliği üs- nin adı Hylas da bu terimden esinlene-
tüne etkileyici vaazlar vermiş; yapuğı ça- rek konmuştur.
lışmalarla kendisine değin göz ardı edi-'
len ilkçağ, özellikle de Yunan edebiyau- hyperbole (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
na yönelik ilginin yeniden canlanmasını sinde, özellikle de Aristoteles'te, "aşırı­
sağlamıştır. Hutcheson'ınönemli çalışma­ lık" ya da "abaruya kaçma" anlamında
ları arasında An Inquiry into ıht Original of kullarulan terim: "ölçüyü aşmak".
011r Idear of Betıu!J a11d Virt11e (Güzellik ve
Erdeme İlişkin Düşüncelerimizin Köke- hyperousia (Yun.) İlkçağ Yunan felse-
ni Üzerine Bir İnceleme, 1725), An Es- fesinde özellikle Parmenides ye Platon'
Sf!Y oıı ıht Na1ure 011d Co11d11ct ef tbe Passions dan itibaren "aşkın olan"; "üstün ya da
hypodokhe 700

aşkın varlık" anlamında kullanılan terim. hyponoia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
Hyperousia sonralan, özellikle Plotinos'un sinde, özellikle de Platon ile Aristote-
"Bir" öğretisiyle birlikte, "tanrısal aşkın­ les'te, açık olmayan, gizli kapaklı, imalı
lık" anlamına bürünmüştür. söz; bir şeyin ardındaki gizli arılam; ya-
pılan bir benzetmenin alnnda yatan do·
bypodokhe (Yun.) İlkçağ Yunan felse- kundurma, sezdirme ya da anışnrma an-
fesinde, özellikle de Platon'da, oluşun ya lamlarında kullanılan terim.
da değişme sürecinin (*genesis) içinde ger-
çekleştiği, buna karşı kendisinin her za- hypostasis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
man bir ve aynı kaldığı uzam ya da yer. sinde "altta yatan", "temel", udayantı"
Platon Timaios'ta terimi yukarıdaki gi- ya da "görünüşlerin ardında bulunan
bi tanımlarken (50b-51 b). Aristoteles ise gerçek varlık" anlamında kullanılan te-
bypodokhe'yi maddeyle (•byle) özdeş say- rim; Latince'de "töz" için kullanılan subs·
mışnr (Fizik iV, 209b). Aristoteles'in tantia ya da suppositum'a denk düşer.
yorumuna göre, Platon "biçimlendirile- Antik Yunan dünyasında bypostasis'in
bilir olan" ile "yer"i (khora) bir ve aynı düzanlamı, "diğer şeylerin altında yatan,
gördüğünden, maddenin ve uzamın aynı onların dayanağı olan şey; neden"dir.
şey olduğunu düşünüyordu (Tımaios, 51 a- Platon'un dizgesinde bütün idealar birer
52d). Plotinos içinse bypodokhe, ikincil ya bypostasis, görünenin ötesinde gerçek bi-
da duyulur; algılanabilir olan maddedir rer varlıktır. Plotinos ise Parmenides'in
(Dokuzluk/ar II, 4,6; Il, 4,11 ). Bir'iyle (*hen) Aristoteles'in "zihin" (*no-
us) kavramlarını harmanlayıp, Plaıon'un
hypokeimenon (Yun.) İlkçağ Yunan •Demiourgos'u ile Dünya Ruhu'nu yoğura­
felsefesinde, özellikle de Aristoteles'te, rak, ortaya yepyeni bir bypostasis çıkar­
"dayanak" ya da "taşıyıcı" anlamında kul- mıştır. Bundan böyle, Yeni Platonculu-
lanılan terim. ğun metafizik ile etiğin bütünleştiği dün-
Aristoteles bu terimi maddi değişim yasında, kavranılır ı,ıerçekliğin şu üç aşa­
bağlamında; değişmenin ilk ve temel ko- masından her birine bypostasis denecektir:
şulu, değişmenin ana dayanağı, taşıyıcısı Bir (Hen), Zihin (Nous) ve Ruh (*Psykhe)
anlamında kullandığından, kimi zaman (DokuzluklarII, 9,1; V, 2,1; VI, 7,42).
doğrudan •by/e'nin (madde) yerine geç- Günümüzde ise terim daha çok, öyle
tiği de olmuştur. Değişmenin onun ara- olmadığı halde bir şeye, bir nesneye bir-
cılığıyla varlığını sürdürdüğü, oluşun (*ge- takım nitelikler yükleyerek, olduğundan
nesis) onda gerçekleştiği bypokeimenon, başka türlü göstererek, onu tiiz haline
yüklcmlcrin ona dayandığı töz olarak a- getirmeye; bir kavramı ya da soyutlamayı
dını mannksal işlevine borçludur. Gerek bağımsız ya da gerçek bir kendilikmişçe­
mannksal gerekse varlıkbilgisel içermele- sine ele alma sürecine; şeyleştirmeye kar-
riyle, terim sonraki düşünce iklimlerinde şılık gelir.
de yaşamaya devam etmiştir. Sözgelimi
Stoacılar için dört kategoriden (*katego- hypothesis (Yun.) İlkçağ Yunan felse-
ria) ilki; Plotinos içinse maddeyle aynı fesinde "başlangıç noktası olarak alta ko-
şey olarak işlev görmüştür (Dokuzluk/ar nan, temelde yer alan ilke" ya da "önda-
ıı. 4,6). yanak" anlamında kullanılan terim: "var-
sayım". Aristoteles'te tanıtlanabilir ya da
hypolepsis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe- gösterilebilir olmayan ilk ilkeler: belitler
sinde "yargı"ya da "hüküm" anlamında (ilksavlar) ile koyutlar.
kullanılan terim. Platon ile Aristoteles'te
daha çok "kanı" ya da "sanı" (*doksa) an- Hyppolite, Jean (1907-1968) Gerek çe-
lamında kullanılmışnr. virileri gerekse yorumlarıyla Hegel'in il.
701 Hyppolite, Jean

Dünya Savaşı sonrası Fransası'nda yeni- Bilgi'nin peşinden koşsa da burada bilin-
den önem kazanmasına Alexandre Ko- cin yaptığı umutsuz bir yolculuk değildir.
jeve'yle birlikte öncülük eden Fransız fi- Bundan başka Hyppolite, Hegel'in Marx'
lozof. ın yabancıl11Jma üzerine görüşlerini ön-
Jean Hyppolite, Hegel'in Phiino111e110/a- celediğini vurgulamış ve karşılıklı tanı­
!Je Ju Geistrs (Tinin Göriingübilimi, 1807) (n)manın ben ile öteki arasındaki gerili-
adlı yapıtının yetkin çevirisinin birinci min üstesinden gelebileceğini savunmuş­
bölümünü 1939'da, ikinci bölümünü tur.
194l'de tamamlamış; bu yapıta ilişkin Son çözümlemede Hyppolite, çalış­
büyük ölçüde kabul gören yorumunu da malarında Marxçılık ile varoluşçuluğu
1946'da Ge#isı et strHdltre Jt la Phbıoml­ birbiriyle ilişkilendirip varoluşçuluğu He-
ııolatfa Jt l'tsprit dı Hegıl (Hegel'in Tınin gelcilik ile Marxçılığın uzlaşma zemini o-
Görüngübilimi'nin Doğuşu ve Yapısı) larak ele alarak Hegel ile Marx'ın felse-
adıyla yayımlamıştır. Bu ünlü Hegel oku- felerini yakınlaştırmak için çabalamıştır.
masını varoluşçuluğun ve Marxçılığın et- Michel Foucault gibi çağımızın önde ge-
kisi altında yapan Hyppolite, tıpkı He- len filozotlanrun hocalığını da yapmış o-
gel'le Hussed~in görüngübilimleri arasın­ lan Jean Hyppolite'in diğer önemli ya-
da derin bağlar olduğunu savunan Jean pıtları arasında, erken ve geç dönem He-
Wahl gibi, mutlu .bilincin ya henüz kötü gel felsefeleri arasındaki ilişki üzerinde
yazgısının farkında olmayan saf bir bilinç durduğu lııb'rıdttttio#a la philasophie de
ya da üzerine bina edildiği ikiliğin üste- l'histoin Jı Hegel (Hegel'in Tarih Felsefe-
sinden gelerek bütün ayrılıklann ötesin- sine Giriş, 1948), Hegel'in mantığını gö-
deki birliği keşfeden yetkin bir bilinç ol- riingübilimin varoluşçu boyutuyla buluş­
duğunu söyleyerek, r;,,;,, Gomgiibili111ı' turmaya çalıştığı LolilJ11e ıt existrııer, essai
nin temel izleğinin "mutsuz bilinç" ol- S11r la Logiq111 Jt Htgel (Mantık ve Varo-
duğunu öne sürmüştür. Hyppolite ve luş: Hegel Mantığı Üzerine Yazılar, 1953 )
Wahl, Hegel'in ilk yapıtları ile r;,,;,,Gii- ile Marx'ın ilk dönem yazılannda Hegel-
rİİtlgiibilimlnde Kierkegaard'a beklenen- ci izleklerin izini süren Et11Jtı S11r Marx et
den çok daha fazla yaklaşan bir filozof Htgtl (.Marx ve Hegel Üzerine Çalışma­
bulunduğunu öne sürerler: Hegel her ne lar, 1955) sayılabilir. Aynca bkz. Kojeve,
kadar herkesin kabul ettiği gibi Saltık Alexandre.
ii
lamblikhos bkz. ilkçağ felsefesi; Yeni maya çalışmıştır. İbn Haldun yaptığı bu
Platonculuk. araştırmalar ve çözümlemeler sırasında
geçmişteki olaylara ilişkin açıklamaları
İbn Haldun (1332-1406) Özellikle Ba- değerlendirmenin ölçütünü ya da kuralı­
tı'da tarih felsefesinin ve toelumbilimin nı ortaya koyarak, tarihçilere büyük bir
temellerini attığı düşünülen Islam tarih- yardımda bulunabilecek, "kültür bilimi"
çisi, tarih felsefecisi ve düşünürü. İbn (ilm-iil-Hmran) diye adlandırdığı bilimi kur-
Haldun, Arapların ve Berberilerin tari- muştur. Bu ölçüt ya da kural, tarihte doğ­
hini konu alan El-Unvanii'l-İberfl Divani'l- ru olanı yanlış olandan ayırmayı olanak-
MHbtede ve'l-Haber (1380) adlı büyük ya- lılığa ya da olanaksızlığa dayandırmakta­
pıtının giriş bölümü olan MHkAddi111e'yle dır. Bir toplumun incelenmesi sonucun-
dindışı tarih felsefesinin önünü açmıştır. da onun doğasına temel ya da içsel olan-
Ayrıca M11kaddime'nin birinci kitabında lar ile hiçbir zaman ona ait olamayacak
genel bir toplumbilim, ikinci ve üçüncü olanlar birbirlerinden ayırt edilebilir. Böy-
kitaplarında bir siyaset toplumbilimi, dör- lelikle olanaklı olanlar ile olanaksız olan-
düncü kitapta bir kent yaşamı toplumbi- lar birbirinden kolaylıkla ayrılabilir.
limi, ôeşinci kitapta bir ekonomi top- İbn Haldun'un toplumsal görüngü-
lumbilimi, altına kitapta bir bilgi top- nün incelenmesinde benimsediği tutum
lumbilimi açıklaması sunmuştur. İnsan onun birçok yorumcu tarafından top-
uygarlığının gelişimini etkileyen ruhbi- lumbilimin öncüsü olarak selamlanma-
limsel, ekonomik, çevresel ve toplumsal sına neden olmuştur. İbn Haldun'un ta-
olguları belirlemeye çalışan İbn Haldun rihin incelenmesi için oluşturmaya çalış­
grup ilişkilerinin dinamiklerini çözüm- tığı kuramsal yapı da tarih felsefesine ö-
lemiş ve toplumsal bağlılığın yeni bir uy- nemli bir katkıdır. Nitekim hem toplum-
garlığın ve siyasi gücün doğuşunu nasıl sal hem de tarihsel görüngünün bilimsel
sağladığını göstermiştir. ve nesnel çözümlemeden geçirilmesi ge-
Tarih felsefesinde tarihsel bilgilerin rektiğinin üzerinde duran İbn Haldun ta-
usun ölçütleri ile toplumsal ve fiziksel rihin evrensel yasalara bağlı olduğunu ö-
yasalara bağımlı kılınmasına öncülük e- ne sürmüştür. İbn Haldun bu görüngü-
den İbn Haldun tarihsel verilerin ince- lerin bir rastlantı meselesi olmadığının,
lenmesinde ve çözümlenmesinde dört te- bu görünümlerin doğal görüngüleri yö-
mel noktaya işaret eder: (i) olayların bir- netenler denli saltık olmasalar da düzenli
birleriyle neden-sonuç ilişkisi çerçevesin- ve iyi tarumlanmış şemaları ve sıralan­
de ilişkilendirilmesi; (ıi) geçmiş ve şimdi maları izleyen toplumsal olaylara sürekli
arasında benzerlikler kurulması; (iii) çev- biçimde neden olan yasalara tabi olduk-
re etkenine dikkat edilmesi; (iv) kalıtsal larının altını çizmiştir. Toplumu kendi ya-
ve ekonomik koşulların göz önüne alın­ salarına boyun eğen bir organizma ola-
ması. Böylelikle eleştirel tarih çalışması­ rak gören Ibn Haldun, toplumsal ve ta-
nın öncülüğünü yapan İbn Haldun, in- rihsel görüngülerin de toplum, uygarlık
san uygarlığının gelişimine en başından ve tarih çalışmalarında bulgulanıp uygu-
bu yana katkıda bulanan etkenlerden bu lanması gereken kendi yasalannın dene-
uygarlığın ve çöküşünün nedenlerine ka- i:imleri altında olduklanru öne sürer. İbn
dar uzanan ayrıntılı bir çözümleme sun- Haldun'a göre insan usunun tarihsel ka-
703 lbnRütd

yıtlardan ve doğrudan gözlemle elde edi- !erinde yazdığı özyll§amöyküsü Et-tarif bi


len verileri kullanarak ortaya çıkarabile­ İbn Halılun ile tasavvuf üzerine çalışması
ceği bu yasalar, toplumbilimcinin ve ta- Şifa-ii.r-Sôii sayılabilir.
rihçinin olayların gidişatını anlamasını o-
lanaklı kılabilir. İbn Haldun benzer ya- İbn Meymun bkz. Maimonides.
pıya sahip toplumlarda hemen hemen
.benzer bir dizi yasanın geçerli olduğunu İbn Rü§d [Averroes](l 126-1198) Batı
belirtir. Bu yasalar yalnızaı biyolojik it- dünyasında da Averrocs adıyla ve "Yo-
kilerin ve fiziksel etkenlerin bir yansı­ rumcu" sanıyla oldukça iyi tanınan, A-
ması olmayıp ancak toı;>lumbilimsel ola- ristotelesçi felsefe ile İslam düşüncesini
rak açıklanabilirdirler. iklim ya da bes- bütünleştirmeye, us ile vahiy ara!llnda bir
lenme gibi olgulann önemi tartışılmaz karşıtlığın değil bir uzlaşının varolduğı.ı­
olsa da İbn Haldun çözümlemelerinde nu göstermeye çalışan İslam feylesofu ve
meslek ve refah düzeyi gibi salt toplum- Aristoteles yorumcusu. Aristoteles'in ya-
sal etkenlere kesinlikle daha çok dikkat pıdan üzerine yazdığı aynntılı yorumlarla
etmiştir. Yeni Platoncu etkilerden olabildiğince te-
İbn Haldun tarihçileri çalışmalannda mizlenmiş bir Aristotelesçilik bina etme-
yanlışa sürükleyen etkenleri şöyle sıralar: siyle tanınan İbn Rüşd, ayrıca felsefeyi
(i) uygarlığınve halkın doğasının göz ar- İslam'a karşı olmakla suçlayanlara karşı
dı edilmesi; (ıı) yaniılıklar ve önyargılar; onu sonuna dek savunarak da felsefeye
(ıiı) başkalannın verdiği bilgiyi eleştiri önemli bir katkıda bulunmuştur. Nite-
süzgecinden geçirmeksizin körü körüne kim İbn Rüşd'ün yapıtlarında üzerinde
kabul etme; (iv) olayı gerçek bağlamına durduğu en önemli konulardan biri de
oturtamama; (v) abartma; (vı) değişimi uygun bir biçimde arılaşıldıklannda din
ya da dönüşümü yöneten yasalara dikkat ~nanç) ile felsefe (us) arasında bir uyum-
edilmemesi. İbn Haldun tarih biliminde suzluğun bulunmadığıdır;
gelişmenin ya da ilerlemenin tarihin doğ­ Rivayete göre 42 yaşındayken tanıştı­
ru anlaşılmasıyla gerçekleştirilebileceğini rıldığı Halife Ebu Yakub Yusurun A-
ve bunun ancak üç ana ilkenin izlenme- ristoteles'in doğru ve anlaşılır bir yoru-
siyle olanaklı olabileceğini savunur: Bi- munu yazmasını istemesi ve bu konuda
rincileyin, tarihçinin hiçbir düşünceye kar- onu cesaretlendirmesi üzerine, İbn Rüşd
şı olumlu ya da olumsuz önyargılar bes- yirmi altı yılı aşkın bir süre Aristoteles'in
lememesi gerekir. İkincileyin, tarihçinin yapıtları üstüne yorumlar yazmıştır. Özet
kendisine ulaşan bilgileri ince eleyip sık ya da orta ve uzun yorumlar biçiminde
dokuyup öyle benimsemesi gerekir. Ü- olan bu yazılann en ayırt edici özelliği
çüncüleyin, tarihçinin tarihi yalnızaı si- -İslıim dünyasında Yeni Platoncu yo-
yasi ve askeri olaylara ilişkin aktarılanla­ rumların yüzyıllan aşan egemenliğinden
rın incelenmesi ya da yöneticilere ve ötürü oldukça zor olsa da- Yeni Platon-
devletlere ilişkin verilerin aktanlması ola- cu eklentilerden anndınlmış özgün Aris-
rak sınırlandırmaması gerekir çünkü ta- totelesçi uslamlamalara geri dönme ça-
rih bütün toplumsal, dinsel ve ekonomik basıdır. Aristoteles 'in metinlerini yeniden
olaylann çalışılmasını gerektirmektedir. arılamaya ve Aristoteles'in özgün görü-
Tarih, tarih felsefesi ve toplumbilim şünü temsil eder bir biçimde yeniden in-
konusundaki düşüncelerinin etkileri ~­ şa etmeye çalışan İbn Rüşd yararlı olaca-
nümüzde dahi canlılığını sürdüren lbn ğını düşündüğünde metne kendi düşün­
Haldun'up. yapıtlan hem Doğu'da hem celerini eklemekten çekinmemiştir. İbn
de Batı'da birçok dile çevrilmiştir. İbn Rüşd'ün uzun yorumlan Aristoteles'in
Haldiın'un diğer önemli yapıdan arasın­ metinlerinin oldukça dikkat çekici birer
da her ikisini de yaşamının son dönem- çözümlemesi olup Hıristiyan ve Yahudi
İbn Rüşd 704

filozofları da derinden etkilemiştir. Nite- olan edimsel olanla, zorunlu olanla· öz-
kim İbn Rüşd'ün ölümünün üzerinden deş hale gelmektedir. Buna karşılık İbn
bir )'Üzyıl geçmeden Latince'ye çevrilen Rüşd, İbn Simi'nın yaptığı gibi bir şeyin
bu eserler, kimi Hıristiyan felsefecilerin varoluşu ile özü arasında mantıksal bir
İbn Rüşd'ün Aristoteles yorumlarından ayrıma gidilebilirse de, varoluş ile öz ara-
etkilenerek herkes için tek bir zihinsel sında zorunlu bir ilişkinin bulunduğunu
ruhun varolduğu ve ölümsüz olanın bu öne sürmüştür. Ona göre İbn Sina var-
aşkın ruh olduğu, mutluluğun bu dün- oluş ile öz arasında yapnğı mantıksal ay-
yada yakalanabileceği ve dünyanın bir rımdan yola çıkarak Yeni Platoncu tü-
başının ya da sonunun olmadığı gibi rüm kuramını .Saltık Varlık olarak belir-
yerleşik Hıristiyan tanrıbilimi görüşlerine lediği Tanrı'ya etkin bir rol verip kendi
karşı yıkıcı etkiye sahip düşünceleri sa- felsefesine uyarlamaya çalışırken mantık­
vunan, ortaçağ sonlarından başlayıp Rö- sal düzenle varlıkbilgisel düzeni, düşün­
nesans boyunca etkili olacak bir İbn celerin düzeniyle şeylerin düzenini birbi-
Rüşdcülük akımı kurmalarına neden ol- rine karıştırmaktadır. Bu noktada Gazili'
muştur. nin aranedenciliği ile İbn Sina'nın sudur
İbn Rüşd Aristoteles üzerine yorum- (türüm) kuramı arasında pek bir fark
larında nadiren ele aldığı tanrıbilimsel yoktur: her ikisi de tüm varolanları doğ­
konulara asıl olarak Gazali'nin felsefeye rudan insan bilgisinin dışındaki tanrısal
yönelik eleştirilerini Farabi ve İbn Sina'yı eyleme dayandırmaktadır. ( >ysa İbn Rüşd'
hedef alarak dile getirdiği Tehafot·ül-fe· ün Aristotelesçi düşüncesinde evren in-
ld.sife (Feylesofların Tutarsızlığı) adlı ya- san zihninin araştırma yoluyla her köşe­
pıtına yanıt niteliğinde olan Tebafot-üt-Te· sine ulaşabileceği tek bir gerçek dizge-
bafüt (futarsızlığın Tutarsızlığı) gibi daha den ibarettir.
çok tartışma kıvamında ürettiği yapıtla­ İbn Rüşd'ün felsefenin ve diğer yan-
rında eğilmiştir. Bu yapıtında Gazili'ye dan Yeni Platonculuğa karşı Aristoteles-
yanıt vermeye çalışırken İbn Sina'nın sa- çiliğin bir savunusu olarak yazdığı Teha·
vunduğu Yeni Platonculuk yaklaşımın­ füt·üt-Tehafot'ün başlıca hedefi olan Teha·
dan kendisini uzak tutmaya çalışması İbn fot-ül-feld.sife'de Gazali İslam fcylesofları­
Rüşd'e oldukça zorluk çıkarmışnr. nın (/eld.sife) iki büyük sorunla başının
İbn Rüşd ile İbn Sina arasındaki en belada olduğunu öne sürer. Bu sorunlar-
önemli yöntembilgisel anlaşmazlık öz ile dan birincisi feylesofların o kadar des-
varoluş arasındaki ilişkinin çözümlenme- tekledikleri felsefi teknikleri yanlış uygu-
si konusundadır. Öz ile varoluş aras'ında layarak felsefenin kendisinin öne sürdü-
Tanrı dışında her şeye uyguladığı bir ay- ğü doğruluk ölçütleriyle çelişmesiclir. İbn
rıma giden İbn Sina, özü gereği zorunlu Rüşd bu konuda bir yandan usyürütme-
olarak varolan Tanrı dışındaki her şeyin nin "kesin bilgi"ye erişmede yetersiz kal-
varlık olarak gerçekleşebilmek için başka dığını savunurken diğer yandan feylesof-
bir şey tarafından zorunlu kılınması ge- ların uslamlamalarını "kesin bir biçim-
rektiğini savunur. Bu durumda, İbn Rüşd' de" çürütmek için felsefenin kendisine
ün çok doğru bir biçimde yorumladığı (özellikle de mantığa) başvurma tutumu-
gibi, F:irabi'nin ortaya koyduğu "olum- nun Gazıili'nin kendi tutarsızlığının en
sal" varlık kategorisi (mümkin-ül-vücliıi) büyük kanıtı olduğunu belirtir. İkinci bü-
İbn Sina'da ortadan kalkmaktadır. İbn yük sorun ise felsefenin ulaşnğı sonuçla-
Rüşd'e göre İbn Sina'nın dizgesinde ger- rın feylesofların desteklemek üzere yola
çekte iki tür varlık söz konusudur: baş­ çıktıkları İslam'ın ilkeleriyle çelişmesidir.
kası aracılığıyla zorunlu olan ile kendi Bu noktada Gazali'nin feylesoflara yö-
başına zorunlu olan. Bu durumda özü nelik eleştirilerinin temel taşlarından biri,
kendi varoluşunu içermese de olumsal Kuran Tanrı'nın dünyayı yoktan var etti-
705. İbnRiifd

ğine (ve uygun gördüğü zaman da yok şünmcktedir. Bu anlamda tannsal öz bu


edeceğine) ilişkin göndemıelerle doluy- dünyadaki olumsal ya da ilifıcksel görün-
ken, feylesoflann dünyanın öncesiz son- gülcrle bütünüyle bağlanasız değildir. Bu
ı:asız olduğunu sawnmalarına odaklan- görüngüler onun kurduğu zorunlu ve
maktadır. Ibn Rüşd somnun çözümü- temelli ilişkilerin olumsal boyutlandır.
nün sonsuz olanla zamana bağh olanı, Sözgelimi evreni yöneten temel fizik ya-
mutlak istenç ile bizim istememizi ayır­ salarına hakim olan Tanrı'nın devinim
maktan geçtiğine inanır. Biz bir şeyi is- yasalannı bilmesi için devinim halindeki
tediğimize karar verip IOllnı onu yapanı. nesneleri gözlemlemesine gerek yoktur.
Tann içinse zaman kavramı, zamanın Bu tür gözleı;nlcr ancak duyu organ.lan
belli anlan söz konusu değildir: onun is- bulunan bilinçli yaı:atıkların bilgi edinme
temesiyle eylemesi arasına hiçbir şey gi- siircçlerine uygundur. İbn Rüşd bu us-
remez. Hiçbir şey her şeye gücü yeten, lamlamanın Tanrı'nın bilgisini azaltma-
her şeyi bilen Tanrı'yı beklemeye zorla- dığını, tersine onun yımıtuklanndan fark-
yaıiıayacağından ötürü de Tann'nın ev- lıhğını wrgulayaı:ak onu yücelttiğini sa-
reni yaı:atmak için belli bir zamanı bek- vunur.
lemeye ya da belirli bir süreye gerrksi- Gazaıi'nin felsefeye yönelik diğer bir
nimi yoktur. İbn Rüşd, Gazıili'nin Tann' saldırısı, ftldt!ftnin ölümden sonı:a yeni-
nın dünyayı zamanın belirli bir anında den dirilme ve buna bağh olarak öbür
yaı:attığı düşüncesini böylelikle Tanrı'nın dünyada ödüllendirilme ya da cczalandı­
mükemmel doğssı göz önüne alındığın­ nlma inancına ket vuran .Aristotelesçi ruh
da olanaksız olanı, Tann'da zamana bağ­ öğtttisine yöneliktir. .Aristotelesçi anla-
lı bir değişimi varsaydığını öne sürcrrk yışa göre ruh canlı varlıklann "fomı"u­
çürütür. dur ve canlı varlıklar söz konusu oldu-
İbiı Rüşd, Gazau'nin feylesofların ğunda varlığın kendi özniteliği olan form-
Tann'nın yalnızca tümellcri bildiğini öne dan yoksun bir varoluş düşünülemez.
sürerek İslam'a aylan bir Tanrı anlayışı B-.ışka bir deyişle mh ile bc~n insanı o-
ortaya koyduklannı, buna karşı İslam .i- luştuı:an ayrılmaz parçalardır ve bunlar-
çin ancak dünyada gerçekleşen hergünkii dan birinin yokluğunda geriye "insan"
olaylan da tek tek bilmesi gereken bir diye bir şey kalmaz. İbn Rüşd'ün felse-
Tanrı'nın kabul edilebilir olduğu yollu feyle din arasında hep bir çekişme ko-
diğer bir eleştirisine de karşı çıkmıştır. nusu olmuş "ruhun ölümsüzlüğü" soru-
İbn Rüşd Tann'nın tikelin bilgisine sahip nuna önerdiği çözüm ise şudur: zihnimiz
olmasınJn onu yaı:attıklanna çok benzer ölümsüz, öncesiz sonrasız bilgiyle, tümel
hir şey kılarak, onu kutsallığıyla uyuşma­ ve soyut illtelı:rle içli dışlı oldukça bu
yan bilgiyle donatacağını sawnur. Tanrı' bilgi nesneleriyle derece derece özdeş
nın bilgisi en üstün ve biricik olandır hale gelecek; bilgide ilerledikçe ruhumuz
çünkü o insanlar gibi dünyadan bilgi al- bedenimizle:, bireysel maddi wrlığıınızla
mak zorunda değildir. O dünyadaki nes- olan bağlannı kopıı.np diğer ruhlarla bir-
nelerin yaraucısı olarak onlan en mü- likte ölümsüzlüğe yol alacaktır. Buradan
kemmel ve en kapsamlı biçimde zaten da anlaşılacağı üzere İbn Rüşd ölümden
bilmektedir. Bu, bizim anladığımız biçi- sonra yaşamayı sürdürecek olanın tek tek
miyle, ne tümclleriiı ne de tikcllcrin bil- bireyler dı:ğil türler olacağının özellikle
gisidir. Tamı'nın bilgisi bizzat kendisinin altını çizer. Zamana bağh sonlu yamuk-
bina ettiği gerçeklikten kaynaklanmakta- lar olaı:ak bizler ancak belli bir türün ü-
dır. Evrenin düzeni Tamı'nın düşüncele­ yeleri olarak sürckliyizdir. · Açıkur ki bu
rinin bir yansımasıdır ve Tann kendi anlayış Gaza!i'nin karşı çıktığı fel4ıiftnin
varlığı üzerine düşünerek bu özü yansı­ "ruhun ölümsüzlüğü" anlayışİndan çok
tan dünyanın düzeni hakkında da dü- daha radikaldir. Bu konuda İbn Rüşd,
İbnRüşd 706

öbür dünya inananın yalnızca sıradan açmıştır. Ne var ki bu yorum İbn Rüşd'
inananlan doğru davranmaya yönlendir- ün gerçek amaa dikkate alındığında tü-
mek için işlevsel olarak kullamlan bir müyle geçersizdir. Onun amaa bir şeyi
araç olduğunu öne sürüp bir adını daha bilmenin birçok yolunun bulunduğunu,
ileriye gitmiştir. bunlardan bazıları diğerlerinden daha ke-
Bu noktada İbn Rüşd'ün Aristoteles' sin olsa da, bunların hepsinin kabul edi-
in tanıtlama, diyalektik ve retorik arasın­ lebilir olduğunu göstermektir. İbn Rüşd'e
da öngördüğü ayrımı aynen alarak bunu göre dini hakikatleri farklı biçimlerde
sırasıyla feylesofların, kelamalann ve kit- bilsek de gerçekte ayru şeyi bilmekteyiz-
lelerin düşünme biçimlerine uyarladığı dir. İbn Rüşd felsefecilerin, retorikçilerin
gözden kaçınlmamalıdır. Ona göre dini ve bilge kişilerin kendileri için önem ta-
öğretinin içerdiği Kuran'ın içrek (batını) şıyan ahlak ve iman gibi konulan tartışır­
anlamına karşılık gelen hakikatleri diya- ken benzer bir dil kullandıklannı ileri sü-
lektik yöntemi kullanan kel:imalar değil, rer. Bu dil ne kullanım biçimi olarak öz-
ancak tanıtlama ve tasım yöntemlerini deş ne de çift anlamlıdır. Aynı adın farklı
izleyen feylesoflar gereğince yorumlaya- kullanımları arasında bağlantılar vardır ve
bilir. İbn Rüşd bu düşüncesini hakikat bu bağlantılar bu kullanımların aynı adın
hakikatle çatışmayacağından felsefe bizi kullanımlan olduğunu söyleyecek denli a-
Kuran'ın hakikatiyle uyuşmayan sonuç- çık olduklarından burada aynı düşünce­
lara götüremez yollu uslamlamasında te- lere ve inançlara dayanan bir görüşler
mellendirir. İbn Rüşd'e göre İslam ussal çeşitliliğinin söz konusu olduğu söylene-
bir inançlar dizgesidir ve inananlanndan bilir. Nitekim İbn Rüşd İslam'ın mü-
nasıl davranmalan ve düşünmeleri ge- kemmelliklerinden birinin de inananları­
rektiğine ilişkin bu uslarnlamalara dikkat nın büyük bir bölümü tarafından rahat-
etmelerini ister. İzleyebilenler için bu us- lıkla anlaşılabilmesi olduğunun altını çi-
lamlamalar Kuran'da ve başka yerlerde zer. Ama İbn Rüşd yine de Kuran'daki
r.ı hatlıkla bulunabilirken, izleyemeyenler alegorik bölümlerin mantık bilgileri ile
için anlaşılması daha kolay başka hakikat düşünsel eğitimleri sayesinde en iyi fey-
kurguları vardır. İbn Rüşd hukuka baka- lesoflar tarafından anlaşılabileceğinde ve
rak bunun nasıl kabul edilebilir olduğu­ aynca tanrıbilimcilerin iddia ettiğinin ter-
nu görebileceğimizi öne sürer. Hukuk- sine bu bölümlerin batın! anlamlarıyla
çular yasamanın arkasındaki ilkeleri ay- değil de görünen (zilıiri) düz anlamlarıy­
rıntılı bir biçimde incelemelerine karşın la yorumlanmaları gerektiği yönünde di-
toplumun büyük bir losrm bu uslamla- ni bir buyruğun bulunmadığında ısrarlı­
maları derinlemesine düşünmeksizin yal- dır.
nızca izlerler. İbn Rüşd'e göre bunda İbn Rüşd, Platon'un Devleti üstüne
yanlış bir şey yoktur: toplumda herkesin yazdığı yorumıanda, kendi döneminin
avukat olması gerekmez; insanlar hu- tanrıbilimcilerini Platon'un Devlette lo-
kuka farklı farklı yaklaşabilirler. Kimileri yasıya eleştirdiği ve topluma yaydıkları
hukuku bütünüyle anlamaya çalışırken, düşüncelerle ideal devlete karşı en büyük
kimileri de gerektiğinde ilgilenirler ve bu tehditlerden biri olarak gördüğü sofist-
farklılıklar insanlann toplumda düzenli lere benzetir. Platon'u kendi Aristoteles-
bir biçimde yaşamalarını engellemez. İbn çi kavramlarıyla ele aldığı ve metni kendi
Rüşd'ün bu aynmı, kimi felsefecilerin o- döneminin İslam devletine uyguladığı bu
nun yalnızca felsefenin hakikati ortaya yorumunda İbn Rüşd, Platon'un ideal
çıkardığını, dinin ise düşünsel açıdan za- devletin düzenini nelerin bozabileceğiyle
yıf olup yanlış hikayeler ve öğretilerle ilgili düşüncelerini İslam dünyasının geç-
tatmin olabilecek olanlara uygun oldu- mişteki ve kendi dönemindeki siyasal
ğunu düşündüğünü varsaymalanna yol düzeninin bazı olumsuz boyutlarını gös-
707 İbn Rüşdcülük

termek için kullanır. Tanrıbilimcileri İs­ ken diğer bir nokta da yaşadığı yer itiba-
lam devletine ve İslam'ın saflığına yöne- riyle (Endülüs) Ban'ya çok daha yakın
lik birer tehdit olarak gösterip yöneticile- olan İbn Rüşd'ün etkisinin İslam dünya-
rin bunların düşüncelerinin halka ulaş­ sından çok ortaçağ Hıristiyan dünyasını
masının önüne geçmesinin yerinde ola- kapsadığıdır. İbn Rüşd'ün burada anıl­
cağını savunur. mayan diğer önemli yapıtları arasında
İbn Rüşd Platon'un Dev/et'ine ilişkin din ile felsefe arasındaki uyumu konu a-
yorumunda olduğu gibi diğer birçok ya- lan Fasl-ül-Makal ile tanıtlama yöntemle-
pıtında da din ile felsefe ilişkisinin çok rini incelediği Kef-ül-Menahic-ül-Edille baş­
iyi anlaşılması gerektiği üzerinde durmuş­ ta gelir. Aynca bkz. Gazfilt; İbn Sinıi;
rur. Ona göre vahiy, iletisini kitlelere fel- İbn Rüşdcülük; Aristotelesçilik; Meş­
sefenin yapabileceğinden daha iyi sundu- şilyyün; Bıitınilik; çifte hakikat; İslıim
ğundan felsefeden üstündür. Peygamber- felsefesi; ortaçağ felsefesi.
ler kitleleri eğitmek, geleceği anlamak,
dini yasalar oluşıurmak, bütün insartların İbn Rüşdcülük ~ng.Averroism; Fr.Aver·
mutluluğuna katkıda bulunmak gibi fey- roisme; Alın. Averroismus] Ban'da Aver-
lcsoflann yapamayacağı şeyleri yapabilir. roes denilen ve "Yorumcu" olarak tanı­
Peygamberler kutsal vahiy ya da ilham nan İbn Rüşd'ün (1126-1198) etkisiyle
aracılığıyla insanların nasıl davranmaları XIII. yüzyıl sonlarında Hıristiyan dünya-
gerektiğini anlamalarını olanaklı kılan ya- sında yayılan Aristotelesçi düşünce akı­
salar yapar -ki feylesoflar peygamberin mına XIX. ve XX. yüzyıllarda verilen ad.
sahip olduğu ktl!'amsal bilgiye sahip ol- Yerleşik (ortodoks) Hıristiyan düşünce­
salar da bu bilgiyi bir yasada somutlaşn­ siyle uyuşmadığı için "radikal" ya da
np insanları bu yasaya boyun eğmeleri "heterodoks" Aristotelesçilik de denen
gerektiğine ikna edecek güce sahip de- bu akımın öne çıkardığı üç önemli anla-
ğildirler. Peygamberle feylesofun savun- yış, herkes için tek bir zihinsel ruhun va-
duğu içerik aynı olsa da peygamber bu rolduğu ve ölümsüz olanın bu aşkın ruh
içeriği topluma feylesoftan daha iyi su- olduğu, mutluluğun bu dünyada yakala-
nar ve insanın mutluluğuna ilişkin dü- nabileceği ve dünyanın bir başının ya da
şünceleri toplumun yaşamını düzenleyen sonunun olmadığıdır. Doğal olarak, ilk
siyasal düşüncelere ve toplumsal norm- anlayış Hıristiyanlığın insan ruhunun ö-
lara dönüştürebilir. Dinin felsefe karşı­ lümsüzlüğü öğretisine, ikincisi öbür dün-
sındaki temel üstünlüğü felsefece usyü- ya inancına, üçüncüsü ise dünyanın Tan-
rütmcnin sahip olmak zorunda olmadığı rı tarafından yokıan var edildiği inanışına
kılgısal bir bilgi biçimini içermesidir. ters düşmektedir. İbn Rüşdcüler hu gii-
Meşşaiyyun adı verilen İslam Aristo- rüşlere bağlı olarak ikili bir hakikat öğre­
ıelesçilerinin sonuncusu ve gerçek Aris- tisi ileri sürmüşlerdir. Yanlış bir biçimde
roıelesçilik bağlamında doruğu olan İbn "çifte hakikat" olarak da adlandırılan a-
Rüşd birçoklarına göre İslam felsefesinin ma aslında İbn Rüşd'ün "ikikatlı doğru­
en önemli kişiliği olsa da daha çok Barılı luk" diye de bilinen gerçek çifte hakikat
kaynaklarca yapılan bu yorumun "taraf- öğretisiyle bağdaşmayan bu ikili hakikat
lı" olduğu ve felsefeyi tek yönlü görme öğretisine göre biri inanç yoluyla ulaşı­
alışkanlığından kaynaklandığı gözden ka- lan, öteki ise us yoluyla erişilen bu iki
çırılmamalıdır. Nitekim İslam dünyasın­ hakikat birbirleriyle bağdaşmaz bir çe-
da felsefe kimilerinin iddia ettiği gibi İbn lişki içindedirler. Bu bakımdan us ile i-
Rüşd'le birlikte toprağın alnna girmemiş; nancın birarada yürüyebileceğine karşı
özellikle bu dünyanın doğusunda onun çıkmışlar, ustan ve felsefeden yana bir
ölümünden sonra da gizemci çizgide var- tutum sergilemişlerdir. Bu görüşler, A~
lığını sürdürmüştür. Unutulmaması gere- ristoteles felsefesiyle Hıristiyanlığı bağ-
İbn Sini 708

daştınnaya çalışan Albertus Magnus ve roluş" ifade etmediğini öne sürer; başka
Thomas Aquinas gibi tannbilimciler ta- bir deyişle,ona göre varlık ancak var ol-
rafından büyük tepkiyle karşılanmıştır. JHğH, varblt olarak gerçekleştiği zaman
Bu tartışma, Avrupa'da "Aristotelesçili- metafiziğin konusu olabilir. Şeylerin fi-
ğin İkinci Rönesansı" denilen ve oluşu­ ziksel ya da zihinsel gerçekleşmelerinin
munda özellikle İbn Rüşd ve İbn Sina sonucu olan varoluşlarından ayn düşü­
gibi İslam düşünürlerinin Aristoteles yo- nülmesi gereken özlerse tek başlanna sa-
ruınlarırun büyük rol oynadığı bir dö- dece şeylerin doğasını ifade edip onların
nemin başlangıcını oluşturur. İbn Rüşd' var olup olamayacakları hakkında bir şey
ün Aristotelesçiliği özellikle Maimonides söylemezler.
ile Gersonides aracılığıyla Yahudi dünya" Buna karşılık, İbn Sina 'ya göre doğa­
sında da etkili olmuş; İbn Rüşdcülük de- daki nedenselliğin zorunlu bir sonucu
nebilecek toplu bir akım oluşturmasalar olarak her varlığın "ilk neden"i olan ve
da Yahudi filozoflar onun Aristoteles kendi varlık nedenini kendinde taşıyan
yoruınlanndan oldukça etkilenmişlerdir. zorunlu bir varlığın bulunması gerekir.
Aynca bkz. Aristotelesçilik; çifte haki- Öz ile varoluş arasındaki ayrım bu var-
kat; İbn Rüşd; Gersonides, lıkta ortadan kalkar. Öteki türlü, her öz
varolmak için başka bir öze gereksinim
İbn Sini [Avicenna) (980-1037) Eski duyacak, böylelikle de bir kısırdöngü do-
Yunan düşüncesiyle İslam öğretisini bir- ğacaktır. Nitekim İbn Sina, "ilk neden"
leştirme yönünde verdiği yapıtların yanı ile onun sonucunun birarada varolması
sıra tıp alanındaki çığır açıa çalışmala­ gerektiğini belirterek, neden-sonuç zinci-
nyla ortaçağ düşün dünyasıru derinden rinin bir kısırdöngüyc dönüşmemesi için
etkileyen feylesof ve hekim. Platonculuk, zorunlu olarak kendi başına varolan "ilk
Aristotelesçilik, Yeni Platonculuk ve ö- neden"in "saltık varlık", yani Tann ol-
zellikle de Farabi'den etkilenen ve İslam duğunu öne sürer. Buna· göre Tanrı yal-
felsefesinde Mcşşaiyydn olarak anılan nızca "ilk neden" değil, mutlak "ilk var-
Aristotelesçi akımın yetkin bir temsilcisi lık"tır da.
olaıi İbn Sina'run felsefesinin temelinde İbn Sina, Tanrı'run varlığını bu us-
Fambi'nin Tann'run varlığının zorunlu- latrılamayla tanıtladıktan sonra, buradan
luğunu anlatan va&ib-iil-llii&J kavramın­ yola çıkarak dünyayı ve onun düzenini
dan yola çıkarak geliştirdiği "saltık var- Tann'run mutlak iradesine dayalı bir "ya-
lık" (lliidJJ-i mutlak) kavramı bulunmak- ratım" süreciyle değil, kendi varlık nede-
tadır. nini kendinde taşıyan "saltık varlık"ın
İbn Sina, her şeyin ilk ve enson ne- özünden kaynaklanan bir "*türüm" sü-
deni olarak yalruzca "saltık varlık"ı ele reciyle açıklar. İlkin, Tann'run özünde ta-
aldığı metafiziğinde, biri olumsal C'miim- şıdığı öncesiz sonrasız bir eylem biçimi
ki11-iil-11ii&J) diğeri zorunlu rvôdb-iil-vii- olarak kendine ilişkin özbilgisi ya da
&J) iki varlık kategorisi oluşturan Fara- farkındalığı bir "ilk us"un doğmasına ne-
bi'nin aksine olumsal varlığa yer vermez. den olur. Kendi varlık nedenini ken-
İbn Sina metafiziğini öz ile varoluş ara- dinde taşıyan varlığın zorunlulukla var-
sında yaptığı başka bir aynma dayandırır. lığa getirdiği Birinci Us, kendi varlığım
Bir şeyin özünden onun varolması ge- olanaklı kılan Tann'ıun varoluşunun zo-
rektiği sonucu çıkmayacağından öz ile runluluğunun ve olanaklı bir varlık ola-
varoluşun ayn şeyler olduğunu savunan rak kendisinin farkındadır. Bu farkında­
İbn Sina, olumsal olduğu söylenen varlı­ lıklardan diğer varlıklar doğar: Birinci U-
ğın (miimki11-iil-vii&d), gerçekleşebilmek sun Tanrı üstüne düşünmesinden İkinci
için başka bir şey tarafından zorunlu kı­ Us, olanaklı bir varlık olarak kendisi üs-
lınması gerektiğine göre, aslında bir "va- tüne düşünmesinden de evrenin birinci
709 İbnü'l-Arabt, Muhyiddin

göksel cismi meydana gelir. Her ustan INl»t'!Jı başaramayacağından sürekli ola-
bir başka usun ve bir başka göksel cis- rak kerıdi kaynağı olan aşkın varlığa,
Et-
min türediği bu süreç, her usun aynı so- kin Usa başvurmak zorundadır. Etkin
nuçlan türetecek özelliklere sahip olma- Us insan anlamasının önkoşuludur. Öte
ması ve öncesiz sonrasız varlıklar türet- yandan uslar sıradüzeninin en tepesinde
me gücünün giderek azalması sonucu bulunan Salt Us insan bilgisir.in en bü-
Etkin Us da denilen (bu kavramı ilk kez yük hedefidir. Duyu deneyimleri, mantık,
Rtlh Üz.erine'de Aristoteles kullanmıştır) ruhun zihinsel yetileri hep Tann'dan tü-
Onuncu Usta son bulur. İbn Sirui'ya gö- reyen gerçekliğin temel yapısını, yani Tan-
re bizim yaşadığımız dünya işte bu tü- n 'yı anlamaya yönelmişlerdir.
rüm sürecinin sonucunda, Etkin Us'tan İbn Sirui, İbn Rüşdıe birlikte, ortaçağ
türemiştir. İs!am dünyasında ortaya çıkan ve Eski
İbn Sina'ya göre insan zihni de bu Yunan "kaynaklarına yaptığı geridönüşle
Etkin Us'tan türemiştir. İbn Sina, biri Batı dünyasını da derinden etkileyen ft/J-
maddi diğeri maddi olmayan iki ayn töz .rift geleneğinin en önemli iki temsilcisin-
olarak gördüğü beden ile ruhu birbirin- den biridir. Yapıdan XII. yüzyıldan iti-
den ayırarak zihinsel yetileri ruha atfe- baren Avicenna imzasıyla Latince'ye çev-
der. Nitekim bedendeki değişimler ve bo- rilerek Thomas Aquinas ve Duns Scotus
zulmalar ruhtaki değişimlerin değil kendi gibi Hıristiyan tannbilirncilerin öğretileri
bağımsız nedeplerinin bir sonucu oldu- araalığıyla, ~rtaçağ Avrupası'nda skolas-
ğundan ölüm de dahil olmak üzere be- tik düşüncenin temellerini oluşturmuş­
dendeki herhangi bir değişimin ya da bo- tur. Onun, özellikle yaşamının son yılla­
zulmanın ruhun varoluşunu belirlemesi rını adadığı özgün bir "Doğu Felsefesi"
söz konusu değildir. Böylelikle İbn Sina geliştirme ülküsünün tamamlanmamış so-
o dönemde felsefenin ana tartışma ko- nucu olan giZ!"'li "Hikmet-i Maşrıkiyye"
nularından biri olan "ruhun ölümsüzlü- siyle, İslam felsefesinin sonraki yüzyıl­
ğü" sorununa ölümsüz olanın Etkin Us' lardaki seyrini kökten değiştirdiği yollu
la yeniden bütünleşerek sonsuzluğa eri- görüş de yabana atılır gibi değildir. Yüze
şecek olan ruhun bu zihinsel kısmı oldu- yakın yapıtı bulunan İbn Sin:l.'nın meta-
ğunu belirterek bir çözüm önerir. fizik, mantık, fizik, geometri, gökbilim,
İbn Sina ruha atfettiği zihinsel yetileri matemıttik ve müzik konularını ele aldığı
bilgikuramsal işlevleri aracılığıyla açıklar. Kitab-iiş-Şifa (Şifa Kitabı) ile tıp ıarihinde
Onun bilgikuramına göre bilgi soyutla- Hippokrates kadar temel bir yer kazan-
mayla başlar. Duyu algısı tikele (tek tek- masını sağlayan El-kanunJT't-Tıb (Tıp Ka-
lere) onun formu ve maddi ilinekleriyle nunları) adlı yapıt'2n birer bıışyııpıt nite-
tepki verir. Bu tepkiyi çözümlemek, for- liğindedir. Aynca bkz. Firibt; Gazili;
ma ait özellikleri maddi ilineklerden so- İbn Rüfd; Meştiiyy(in; ortaçağ felse-
yutlayarak sınıflandırmak için zihnin du- fesi.
yum tarafından verilen imgeleri tutarak
bunları forma ait özelliklerine ve diğer İbnü'l-Arabt, Muhyiddin (1165-1240)
özelliklerine göre parçalarına ayırıp yön- İspanya'da doğup Şarn'da ölen İbnüı-A­
lendimt.ri gerekir. rabi, lslam felsefesi tarihinin en önemli
Anlamada ruhun zihinsel yetilerinden mutasavvıflarından biridir. Onun eksik-
en etkin olanı imgelemdir. İmgelem im- siz bir felsefi anlatıma kavuşturduğu ta-
geleri kullanarak tümeller üzerine düşü­ savvuf düşüncesi, İsl:l.m felsefesinde tan-
nebilir. İbn Sina tümellerin kavranması nbilim alanına ağırlık veren kel:l.m gele-
sürecini, tümellerin zihinde belirmesini neği ile Yunan felsefesi çizgisindeki fe-
Etkin Usun zihindeki bir eylemi olarak lô..ri.ft geleneği gibi iki karşıt kutup arasın­
açıklar. Zihin tümelleri diğer imgeler gibi dan, çok daha özgün, üçüncü bir çığır
içdaralması 710

açmıştır. sanoğlunun adını koymakta bile güçlük


Geride yüzlerce yapıt bırakan Arabi' çektiği, belirli bir neden olmaksızın sü-
nin en önemli çalışmaları arasında F11tu- rekli duyulan endişe, korku, sıkıntı, bu-
hat-iil-111ekkfıye ile Fiisils-iil-hileôm başta ge- naltı ya da boğuntu; insanın dünyada
lir. F11tııhat, İslam inancının tasavvuf yo- olup bitenlerin içler acsı hali karşısında,
lunun aşamaları açısından tartışıldığı an- insanlığın içinde bulunduğu çıkmaz kar-
siklopedik bir yapıttır. Oldukça uzun ve şısında içine düştüğü "köşeye sıkışma"
kapsamlı bir yapıt olması nedeniyle öteki ya da "daralma" duygusu.
yapıtlanna göre gözardı edildiği söylene- Varoluşçu felsefenin temel kavramla-
bilir. Görece daha az oylumlu olan Fiimı nndan biri olan içdaralması, bir yandan
ise Arabi'nin doğrudan kendisine görü- insanın içinden çıkmış olduğu, "zuhur
nen peygamberden edindiği bilgiler doğ­ ettiği" hiçlik ve yönelmiş olduğu belirsiz
nıltusunda yazdığını iddia ettiği bir ya- gelecek karşısında duyduğu tedirginliği,
pıttır. Kırktan fazla yorumu (teftiry ve a- sürekli kaygıyı dile getirirken; bir yandan
çımlaması (Jerh) bulunan bu kitap, tasav- da insan yaşamının özünü, insanın ya-
vuf öğretisinin başyapıtlarından biridir. şantıladığı, yaşamak zorunda olduğu "iç-
Bir mutasavvıf olarak Bayezid-i Bis- burukluğu"nu gözler önüne serer. Kier-
tami, Hallac-ı Mansur gibi öncüllerini kegaard ile Heideggcr için içdaralması,
izleyen Arabi, ilahi olanın us yoluyla tam insanın ya da varoluşun kendisini çepe-
olarak bilinemeyeceğini savlamış; evren- çevre kuşatan hiçlik karşısında içinde
de ne varsa hepsini Tann'nın kendini bulunduğu temel duruma ya da bizi
gerçekleştirmesi ve ortaya koyması ola- hiçliğin karşısına yerleştiren ruh haline
rak yorumlamış; tek ve biricik olan Tan- karşılık gelir. Kierkegaard'da içdaralması,
n'nın kendini çoklukta gösterdiğini ileri özgürlükle yüzleşmekten kaynaklanan
sürmüştür. Böylece insanın yapması ge- bir kaygı olarak, insanın kendi varoluşu­
reken bu çokluğun arkasında bulunan nu keşfedip üzerine çöken hiçlikten sil-
birliğe ulaşmak olarak tanımlanmıştır. kinmesi için gerekli olan ruh durumu-
Bunun yolu da insanın kendinden vaz- dur. Heideggcr'e göre de hiçliğin tehdidi
geçip saltık birliğin ayırdına varması; karşısında yolunu yitirmiş insan varolu-
böylclikle evreni hem birlik hem de şunun içine düştüğü güvensizlik duygusu
çokluk olarak görmesi; sonuç olarak ya- olarak içdaralması, insanın hem dünyaya
mtılmışlarda Tanrı'yı, Tann'da da yara- fırlatılmışlığının hem de ölüme yazgılı o-
tılmış olanları bilmesi biçiminde açıklan­ luşunun altını çizerek insanın dünyadaki
mışur. Varlık ve bilgi sorununu bu şekil­ durumunun ya da yazgısının bilincine
de çözen Arabi, çözümünü ortaya ko- varılmasına yardıma olur. Hcidcggcr'cc
yarken vahdet-i viidid öğretisi çerçevesin- söylersek, içdaralması Dasein'ın ya da in-
de f9z, h11/Jll, ins8n-ı leômil gibi kavram- san varlığının, hiçlik uçurumu önünde,
lardan yaratlanmışur. kendi varoluşunu açığa çıkarmak için el-
İslılm dünyasında, özellikle mutasav- zem olan temel duygusudur. Bu kavramı
vıflar arasında, en büyük şeyh anlamında özgürlük sorunu çerçevesinde ele alan
"Şeyhü'l-Ekber" olarak tanınan ve adına Sartre ise insanın özgür olduğunun, da-
bir tasavvuf okulu kurulan (Ekberiyye) hası "özgürlüğe mahkUm." olduğunun bi-
İbnü'l-Arabi'nin izleyicileri arasında Sad- lincine vanp tüm yapıp etmelerinin tek
tüddin Konyevi ile Abdullah Bedr'in ad- sorumlusunun kendisi olduğunun farkı­
ları daha bir öne çıkmaktadır. Aynca na varmasının ardından yaşadığı bulanu-
bkz. Ekberiyye; vabdet-i vüctid yı "içdaralması" diye tanımlar. Bir başka
deyişle, Sartre'a göre "bulantı duygusu"
içdaralması [İng. ang11ish; Fr. angoisıe-, özgürlüğünü kavrayan insanın üzerinde
Alm. angıt, Dan. angeıt, Lat. angttstıO] in- hissettiği sorumluluğun kendisini aşabi-
711 içrek

leceği düşüncesinden kaynaklanır. Hci- Platon ile Aristoteles'e dek uzanır. Form-
dcggcr'in bu kavram üzerine vurgusu i- ları nesneler dünyasının üzerinde "doğa­
çin bkz. Angst. Ayı:ıca bkz. buakılmıı­ üstü" bir dünyaya yerleştiren Platon'a
lık; tirlatılmıılık; bulantı; umutsuz- karşı, biçim ile maddenin birbirlerinden
luk; kaygı; saçma. ayrılamayacak denli içiçe geçmiş oldukla-
nnı sawnan Aıistoteles, "İlk Devindiri-
i~I [İng. illlplosilJtr, Fr. illlplorion; ci" dışında hiçbir formun (biçimin) bü-
Alın. implosilm] Çağdaş Fransız düşünür­ tünüyle maddeden bağımsız ayn bit var-
lerinden Jcan Baudrillard'ın, günümüz lığı bulunamayacağını, formun her du-
postmodem dünyasında olgulann, şeyle­ rumda maddelcre iflti11 bir varlık taşımak
rin, olaylann, tasanmlann içcgöçcrek yer- zorunda olduğunu ileri sürmüştür. Buna
leşik göndergeleri ile anlamlarını yitir- göre bir şeyin "biçim"i o şeyin yöneldiği
mekte oluşlarını anlatmak.amaayla ge- "içkin crek"tir; başka bir deyişle her var-
liştirdiği postmodcrn felsefe terimi. Ki- lık, Aristotcles'in İfkİll llMtfl adını verdiği
mileyin Türkçe'de "içedönük patlama" biçimiyle, kendi varlık sebebini içinde ta-
ya da "içpatlama" diye de karşılanan içc- şır. Tanrıbilimde ise klasik tektanrıi:ılıkta
göçüş, Baudrillard'ın bugünkü dünyaya Tann yarattığı dünyanın bir parçası ola-
ilişkin verdiği durum tespitlerinin geri- rak değil. onun ötesinde ve ondan ba-
sinde yatan temel mantığın anlaşılmasın­ ğımsız t.l{hn bir varlık olarak görülürken,
.da kilit değerde önemi bulunan bir te- çoktanncı geleneklerde, özellikle kimi za-
rimdir. Baudrillard, 1980 yılında yazdığı man İfltill&iik de denilen "*tiimtanncı­
"Medyada Anlamın İçegöçüşü ile Ki~ lık"ta Tann doğaya i;lti11 bir varlık olarak
!erde Toplumsalın. İçegöçüşü" başhklı düşünülür. Bunlardan başka bir yapıtın
makalesinde, "içegöçme" sürecini şöyle ya da kuramın ona dışsal çerçevelerle
betimlemektedir: " ... kutupların sigorta- karşılaştınlarak eleştirilmesi yerine kendi
sının atması, bütün anlam dizgelerindeki içindeki öncüllerden yola çıkarak eleşti­
kutuplann kısa devre yapması, başta ya- rilmesine de İfN# tle/tiri denir.
nılsama ile gerçek arasındaki ayrım ol- İtalyan öznelci idealist felsefeci Gio-
·mak üzere, bütün karşı.tlıklann silinip gi- vanni Gentile'nin "içkinlik yöntemi" adı­
derek an1am1annı yitirmekte olmaları..." nı verdiği yöntemle Hcgcl'in felsefesin-
Dolayısıyla postmodcrn dünyada varo- den yola çıkıarak oluşturduğu "mutlak
lan kcncliliklerin, hem kendilerini hem içkinlik fclscfesi" için bkz. Geııtile, Gio-
de yerleşik çağrışımları ile tasanmlannı vanni. Alman felsefeci ve ruhbilimci F-
yitiriyor olmalan, her şeyin her şey ola- ranz Brentano'nun görüngübilimin te-
bildiği ama aynı anda hiçbir şeyin hiçbir meli olarak kabul edilen "içkin yönelmiş­
şey olamadığı içegöçüş dünyasının doğ­ lik" kuramı için bkz. Brentano, Franz.
masına yol açmakta, bu durum da bir Aynca bkz. atkın(lık)._
bütün olarak anlamlandırma sürecinin
çökmesiyle şcf&flaşmaktadır. Aynca bkz. içrek [İng. uotrri&', Fr. hotiriq11r, Alın. uo-
Baudrfilard, Jean; dııapada)'lf. trristh; es. t. b4lml] "Dışrak" !:srşıtı olarak
kökeni ilkçağ Yunan felsefe okullarına,
içkin(lik) [İng. İlllmantflt/ İlllllllllltfl&r, Fr. özeJliklc de Aristoteles'in Lykcion'una
imman,,,ı/ i1111111J11U1er, Alın. İlll1ltmmlt/illl- dek uzanan; dışarıya kapalı, yalnızca belli
man,,,~ es.t. mihttkmk] Aşkın'ın, ötesinde bir insan topluluğuna, belli bir okulun ya
ya da dışında olmanın karşıtı; bir şeyin da grubun üyelerine açık olan bilgi ya da
içerisinde olma, bir şeye "içkin" olma, o öğretileri nitelemek için kullanılan terim.
şeyin kendisi dışındaki bir ilkeye bağh Bu anlamda "içrekçilik" (uotrri.rm) ise bil-
olmama. Felsefede içkin(lik) ile aşkın(lık) ginin her önüne gelene sunulamayacağı­
üzerine yürütülen tartışmaların kökleri nı, yalıuzca belli bir azınlığa ya da seçkin
idea 712

insanlara iletilebileceğini savunan öğreti­ yan düşünürleri de "İdealar"ı Tanrı'nın


ye karşılık gelir. zihninde varolan öncesiz sonrasiz ilk-
Aslında Aristoteles'in kendi yapıtıyla ömekler olarak düşünmüşlerdir.
ilgili olarak yaptığı içrek/dışrak bölüm- XVII. yüzyılda Descartes, idealann
lemesinin, bilgiye erişilebilirlik bağlamın­ zihnin doğrudan kavradığı tek şey oldu-
da sonradan gidilen seçkinler/ sıradan in- ğunu savlayarak "idea" kavramını mo-
sanlar ayrımıyla hiçbir ilişkisi yoktur. A- dem felsefenin gündemine sokmuştur.
ristoteles bu terim ikilisini daha çok tek- Descartes'ın bu uslamlaması onun "kuş­
nik olan/teknik olmayan bilgiler ya da ku duyulamayacak'' şeylere, "açık ve se-
öğretiler ayrımıyla "anlaşılabilirlik" ba- çik" düşüncelere ilişkin araştırmasına da-
zında temellendirmiştir. Sonralan, sözge- yanmaktadır. Bir ağaca bakan bir kişi
limi Pythagoras gibi filozoflann gizli öğ­ gerçek bir ağaca balap bakmadığından
retilerini yalnızca kimi seçme ıilmizlerine kuşku duyabilir; bu kişinin ağaç olarak
öğretiyor olmasından yola çıkılarak "iç- kabul ettiği şey başka bir fiziksel nesne
rek" terimi anlam kaymasına uğratılmış­ olabilir ya da bütün bunlar bir düşten
tır. İçrekçiliğin İslam felsefesindeki bo- ibaret olabilir; ama Descartes'e göre her
yutu için bkz. bitınDik. durumda bu kişi için bir "ağaç ideası"nın
mevcut olduğundan kuşku duyulamaz.
idea ~ng. illıa; Fr. idie; 1Alm. İllır, Yun. Bu noktada Descartes, ünlü "doğuştan
lika] Genel olarak, bilinçli düşüncenin i- gelen düşünceler" (jdeae iııııatae) kavra-
çeriği, düşüncenin yöneldiği nesne. Türk- mıyla ideaların insan zihninde önceden
çe'de kimileyin ide kavramıyla da karşıla­ bulunduğunu savunan "doğuştana" Kar-
nan, bu anlamıyla Platon'un İdealar Ku- tezyen öğretiyi ortaya koyar.
ramı'ndaki kullanımının dışında "düşün­ Buna karşı Locke, Descartes'ı izleye-
ce'' (ftkii), "tasarım" (ta.ravtJ11'l'j, "kavram" rek idealar! zihnin doğrudan kavradığı
(111ejh11111) gibi sözcüklere karşılık gelen nesneler olarak tanımlasa da onun "do-
"idea" kavramı, felsefe tarihi boyunca ğuştan gelen düşünceler" görüşünü eleş­
birbirleriyle ilişkili de olsa birçok farklı tirerek zihnin herhangi bir deneyime gir-
anlamda kullanılmıştır. meden önce boş bir kağıt gibi olup (!'ta-
Platon'un felsefesinde bize hiçbir za- bula rasa) deneyimle doldurulduğunu ileri
man mutlak olanın bilgisini veremeyecek sürmüştür. Ona göre bütün idcalanrnız
olan duyulur nesnelere karşı bilginin sal- deneyde verili olan ve "duyum" yoluyla
tık, değişmez, saf nesneleri olan düşü­ bize ulaşan "yalın idealar'' ile yine bun-
nülür nesnelere, ancak düşünce yoluyla lardan "düşünüm" yoluyla oluşturulan
kavranabilir olan "ilkörnek"lere verilen "bileşik idealar"dan ibarettir. Başka bir
ad olan "İdea", Eski Yunanca'daki *eiJoı deyişle, Dcscartes'ta olduğu gibi Locke'
terimine karşılık gelecek şekilde "biçim" ta da zihin ·ya da bilinç içerikleri olan
ya da "form"la eşanlamlı olarak kulla- idealar, Locke bilinç içeriklerinin tümü-
nılmıştır. Platon İdealann zihinden ayn nü deneyQm)e dayandırdığından bu bağ­
olarak da grrre/e bir varoluşa sahip ol- lamda algı ya da duyum içeriklerine kar-
duklannı, hatta asıl gerçekliğin, aşkın ve şılık gelmektedirler. Lockc'un sezgiciliği
ideal gerçekliğin İdealardan oluştuğunu Platoncu-Augusıinusçu-Descartesçı dü-
savlamaktadır. Diğer her şey İdealardan, şünme çizgisinde kendisini açık bir bi-
bu yalın gerçekliklerden pay alarak var- çimde gösteren, doğuştan birtakım idea-
olmaktadır. Platon'a göre İdealar, her bi- larla donatı!İ:lığımızı savunan "doğuştan­
ri bir diğerinden ayn ve katışıksız olmak- alık." öğretisine karşı açılmış deneyci bir
la birlikte belli gerçeklikleri oluşturmada savaştır. Hume da deneyciliğini izlenim-
birbirlerine katılabilirler. Platon'un İdea­ ler/idealar karşıtlığında temellendirerek
lar Kuramı'nın etkisiyle ortaçağın Hırisıi- zihindeki "düşünceler" ya da "kavram-
713 idealizm

lar" olarak aldığı idea anlayışında Locke' yularüstü aşkın bir gerçekliğin, "ideal ger-
un "yalın idealar" ile "bileşik idealar" a- çeklik"in insan zihnine kazınmış saltık ö-
rasında yaptığı ayrımı izler. Hume'a göre ğeleri olarak gören Platon'.un "Formlar
zihindeki düşünceler ya da kavramlar, Kuramı" olarak da bilinen İdealar Kura-
zihne doğrudan duyular aracılığıyla veri- mı için bkz. Platon.
len, daha canlı, buna karşı geçici olan
izlenimlerin sonradan anlık tarafından idealizm ~ng. idealiS1ll; Fr. iJiaiismr, Alm.
çıkarılmış silik birer kopyasıdır. Bu kop- idealimı11r, es. t. mejk~rralik, iflikôrfıye] Fel-·
yalar kişi.ye göre değişeceğinden deneyci sefede, en geniş anlamıyla, tinsel güçlerin
felsefedeki anlamıyla idealar nesnel değil evrendeki tüm süreçleri ya da olup bi-
özneldirler. tenleri belirlediğini savlayan tüm felsefe
İdeayı çeşitli varlıklar biçiminde gö- öğretilerini içerecek biçimde kullanılan
rünen ve doğa ya da ruh haline bürünen "idealizm" terimi, varolan her şeyi "dü-
evrensel bir ilke olarak tanımlayan He- şüncc"ye bağlayıp ondan türeten; düşün­
gel'in idealist felsefesi ise Platon'un İdea ce dışında nesnel bir gerçekliğin varoldu-
anlayışına daha yakındır. Hem Platon ğunu, başka bir deyişle düşünceden ba-
hem de Hegel, büyük harfle yazdıkları ğımsız bir varlığın ya da maddenin
"İdea" nın gerek zihinde gerekse zihin (maddi gerçekliğin) bulunduğunu yadsı­
dışında bulunduğunu ve bütün varlığı yan felsefe akımını niteler.
oluşturan ilke olduğunu uslamlarlar. He- Felsefede tüm varlığı düşünceye in-
gel'de bu ilke kendini, onun canlı bir or- dirgeyen bir öğreti; gerçekliğin maddi
ganizmayı örnek alarak oluşturduğu üç güçlerden değil de idealardan (fikirler-
aşamalı diyalektik bir süreçle ortaya ko- den, düşüncelerden, kavramlardan, tasa-
yar. Hegel'in idealist anlayışında "öznel- nmlardan vb.) ya da bunları kuran uslar-
lik" de yalnızca bu üç aşamalı gerçekleş­ dan, zihinlerden, benlerden vb. oluştu­
me "Tasarım"ına (Begrijf), "İdea"ya atfe- ğunu öne süren bir kuram; varlığın ger-
dilebilecek bir niteliktir. Son çözümle- çekte fiziksel bir nitelik taşımadığını dil-
mede Tann ile özdeş olan bu "Tasarım" lendiren bir duruş; her türden maddi
ın, yani "İdea 'nın Birliği", ona bu öznel- varlığın tinsel ya da zihinsel bir temele
lik niteliğini doğrudan kazandırmaktadır. indirgenebileceğini savunan bir görüş o-
Son zamanlarda idealar bireysel zi- larak "idealizm'', varlığın düşünceden ba-
hinde kendi başlarına duran yaratımlar­ ğımsız olarak varolduğunu kabul eden
dan çok toplumsal ve özellikle de dilsel "gerçekçilik", "maddecilik" ve "doğalo­
yapılara dayalı olarak düşünülmektedir­ lık" felsefe anlayışlarının tam karşı kut-
lcr. İdeaların nesnel mi yoksa öznel mi bunda yer almaktadır.
olduğuna ilişkin tartışmalar da nesnel Felsefece düşünmenin tarihinde pek
bilgi olasılığı gibi felsefi sorunlara ilişkin çok türü bulunmakla birlikte idealizm
olarak halen varlığını sürdürmektedir. Ay- genel olarak ilkin ikiye aynlır: Bir yanda,
nca bkz. biçim (form); doğuftancılık; varlığı bireyin düşüncesine bağlayıp on-
Platon; Locke, John; Hume, David; dan türeten, gerçekliği öznenin zihinsel
Hegel, Georg Wilhelm Friedrich. içeriklerine indirgeyen ÖZfltl iJealizt"', öte
yanda, varlığı en geniş anlamıyla "düşün­
ideal yararcılık ~ ng. ilkai 11tilitarianimr, cc"ye, tinsel bir varlığa ya da tannsal bir
Fr. 11tilitarimıe itliaf, Alın. itkale 11tilitaris- usa, başka bir deyi~e maddi olmayan bir
m11.ıj bkz. yararalık. töze ya da ilkeye bağlayıp bundan türe-
ten, gerçekliğin özneden bağımsız nesnel
İdealar Kuramı [İng. Theory of Idear, Fc. idealardan oluştuğunu savunan ııemel ide-
Thiorie Jes Idier, Alın. Idemlehrr] "İyi-lik", aliZ?JI.
"Doğru-luk", "Güzel-lik" gibi idealan du- Yine metafizik ya da bilgikuramsal
idealizm 714

yaklaşımı odağa koyması bakımından iki nelerin bütünüyle zihne bağımlı olduğu,
ana idealizm anlayışından söz açılabilir: onlann bilincinde olan bir zihin olmak-
Bir yanda, metafiziği temel alıp gerçeği sızın metafizik anlamda hiçbir varlıklan
idealara dayandınn, gerçekliğin özünü olmadığı anlayışına karşılık gelmektedir.
birer "görünüş" olarak gördüğü nesneler Bir başka deyişle, metafizik idealizme
dünyasında değil de maddi olmayan var- göre gerçeklik her durumda zihne ba-
lıkta arayan meta.fizik iJealiz.nr, öte yanda, ğımlı olduğu için gerçekliğin gerçek bil-
bilgi edinme sürecinde özneyi nesne kar- gisi ancak tinsel bir bilinç kaynağına
şısında belirleyici sayan, "nesneyi özne- başvurularak elde edilebilirdir. Buna kar-
ye, bilineni bilene bağlı kılan", insan şı, idealizm ile taban tabana zıt bir ko-
zihninin yalnızca tinsel olanı kavrayabi- numa yerleştirilip temellendirilen MaJJe-
leceğini öne süren bilgikıtramral idealiZf11. cilile, zihnin ya da bilincin bütün bütün
İdealizmin neliğini, felsefe tsrih.i için- fizilcsel öğeler ile süreçlere indirgenebile-
de nasıl biçimlendiğini ve nereye otur- ceğini savunmaktadır. Felsefede madde-
tulması gerektiğini kavramak için yürü- cilik, bütün varlığın maddeyle, maddenin
nebilecek en iyi yol, kimi filozoflarca "ilk bir yüklemi ya da etkisiyle açıklanıp te-
felsefe" olarak adlandınlıp felsefeyle bir mellendirilebilir olduğu anlayışı üstüne
tutulan, kimilerince de felsefenin omur- kurulmuştur. Maddeciliğin ana öğretisine
gasını oluşturduğu düşünülen metafızi­ göre, kendisi dışında ya da kendisinin ö-
ğin tam ortasından geçmektedir. Bu bağ­ tesinde bir başka varlık bulunmayan
lamda, bir bütün olarak gerçekliğin do- madde cnson anlamda gerçekliktir. Bu
ğasıyla ilgilenen metafizik araştırmaların yüzden idealizmin savunduğu gibi bilinç
çok büyük bir bölümünün felsefe tarihi görüngüsü maddi varlığı olmayan kay-
boyunca üç ana gerçeklik tasarımı doğ­ naklara gidilerek değil, ancak sinir siste-
rultusunda, dolayısıyla da üç ana metafi- mindeki birtakım fızyo-kimyasal süreç-
zik düşünme kipi çevresinde kümelen- lere odaklanmak yoluyla açıklanabilirdir.
dikleri görülmektedir. Bunlar en yalın Metafizikte maddecilik, açıkça görülebi-
anlamlanyla şu biçimde sıralanabilirler: leceği gibi, her durumda zihnin üstünlü-
(i) zihin ya da bilinç temelli metafızik; (u) ğünü ve önceliğini savunan, buna karşı
madde ya da fiziksel varlık temelli meta- maddeyi zihnin bir yansıtımı ya da bilinç
fizik; (ıiı) hem zihni hem de maddeyi yaşantısında gerçekleşen nesnelleştirme­
aşan en yüksek varlık temelli metafizik. nin sonucu olarak gören idealizmin kar-
Bu metafizik düşünme üçlemesi, felsefe şısavıdır. Dolayısıyla metafizik maddeci-
tarihinde İdealiZfll, MaJJedlik ve Aı/emsai­ likte, fiziksel nesneler ile bunların birbir-
altk diye anılan üç ana metafizik dü- leri 11tasındaki değişik ilişkilerinden mey-
şünce okulunun ana öğretilerinin olu- dana gelen dünya bütünüyle zihinden ba-
şumuna da kaynaklık etmeleri bakınun­ ğıms12dır. Metafizikte, bütün gerçekliği
dan aynca önemlidir. Felsefede İdtaliZfll, tek bir maddesel tözden türeten sonuna
dünyanın temellendirilmesinde en önemli dek götürülmüş saltıkçı maddecilik ço-
görevin, bilince ya da maddi olmayan ğunlukla "maddeci bircilik" diye adlandı­
zihne yönelilc bir gerçeklik kuramı geliş­ rılmaktadır. Öte yanda bircilik anlayışı
tirmek olduğu düşüncesi üstüne kurul- içinde yer alan zihin-madde birlikteliği
muştur. İdealizm anlayışının temelleri il- kuramı, zihin ile maddenin eşdeğer var-
kin Platon'un "İdealar Dünyası Kuramı" lık kategorileri olduğunu, birinin öteki-
yla atılmış olmakla birlikte, daha sonra nin yalnızca bir görünümü olduğunu i-
çeşitli filozoflarca ussal düşünceye yöne- . ]eri sürmektedir. Yakın dönemlere gelin-
lik olarak sunulan metafizik savunularla diğinde, modern felsefe döneminde me-
iyiden iyiye güçlendirilmiştir. Buna karşı tafizik maddeciliğin çok büyük ölçüde
metafizikte idealizm, bütün fıziksel ncs- Darwin'in "evrim öğretisi"nin etkisi al-
715 idealizm

tına girerek bu kuram içinde özümsen- min ise davranışlanmıza yön veren, ey-
miş olduğu söylenebilir. Bu iki anlayışa lemelerimizin altyapısını oluşturan, tüm
~dealizm ile Maddecilik) seçenek olarak yapıp etmelerimizi belirleyen etik bir tu-
ortaya atılan bir üçüncü metafizik: yakla- tum ya da duruş olduğunu dillendirmiş­
şım olan Aşkınsala/ık (ttansendentalizm; lerdir. Başka bir deyişle, bu düşünürler
deneyüstücülük), felsefede genel anlamıy­ için ahlaki idealizm en genel anlamda bir
la, hem duyulara dayalı deneyimden elde ülküye, bir yüce ereğe çıkar gözetmeden
edilen gerçeklikten hem de insan usuyla bağlanmış yaşam biçimine ya da dünya
ulaşılabilir olduğu öngörülen gerçekliğin görüşüne karşılık gelmektedir. Bununla
bilgisinden çok daha yüce ve yüksek bir birlikte hiç kuşku yok ki, ilkin Platon ta-
gerçeklik olduğunu öne sürmektedir. Bu rafından savunulan, "İyi İdeası"nı yeryü-
ahlamda neredeyse bütün aşkınsalcı öğ­ zünün (ve ötesinin) kralı ilan eden ya da
retilerin tinsel alan ile maddesel alan ay- tek tek değerleri en yüksek şey olarak o-
nmı üstüne temellendirildikleri söylene- lurlayan öğreti; Kant tarafından ortaya
bilir. Yalnızca düşünsel sezgi yoluyla ger- konduğu biçimiyle ahlak felsefesinde
çek anlamda bilinebilir bir nitelik taşıyan mutçuluk ile yararcılığın karşı kutbunda
"Saltık İyi"nin deneyötesi varlığını kesin- yer alan, her türden mutluluk, yarar ya
leyerek, "aşkınlık'' kavramını bir felsefe da başarıya aldırmaksızın her durumda
kavramı olarak ilk Platon geliştirmiştir. kayıtsız koşulsuz ona uyulması beklenen
Daha sonralan ise tanrıbilim yönelimli saltık zorunluluğu ya da gerekliliği (''ko-
ortaçağ fılozofları aşkınlık kavramını tan- şulsuz buyruk') tek eyleme ölçütü olarak
nsallığa uygulayarak, Tann'nın deneyden getiren görüş ('ödev ahlakı') ve Kant'la
elde edilmiş tasarımlar yoluyla ne be- başlatılıp Hegel'le zirveye çıktığı düşünü­
timlenebilir ne de anlaşılabilir olduğu dü- len Alman idefilizminin Schelling, Fichtc
şüncesi doğrultusunda "olumsuzlamacı gibi düşünürlerince ortaya konan ahlak
tannbilim" yaklaşımını temellendirmiş­ anlayışları da ahlaksal açıdan birer idea-
lerdir. Nitekim Tann'ııın doğanın dışın­ lizmdir.
da varolması anlamında aşkın olması dü- Yine, felsefenin estetik dalına geldi-
şüncesi Hıristiyanlık, Yahudilik ve Müs- ğimizdeyse, idealizm sanat alanında sa-
lümanlık dinlerinin, özellikle de bu din- vunulan "gerçekçilik" anlayışının karşı­
lerin ortodoks anlayışlarının en temel il- sına dikilen, sanatın enson amacını do-
kesidir. Modem felsefenin başlarındaki ğada ya da dünyada bulunduğu varsayı­
aşkınsalcılık yaklaşımı, bütün gerçekliğin lan gerçekliklerin öykünme yoluyla yeni-
tümüyle saltık tinin ya da istencin dışa­ den yaratılmasında değil de ideaların, ön-
vurumu olduğunu savunan XIX. yüzyı­ cc~iz sonrasız varlıkların yetkinliğinin ve
lın egemen felsefe akımı "saltık idea- güzelliğinin ülküselleştimıe yoluyla göv-
lizm"in doğmasına da zemin hazırlamış­ delenmesinde ya da yaşama geçirilme-
tır. sinde bulan görüşe karşılık gelmektedir.
Metafizik: çerçevenin dışına çıktığı­ Doğadaki şeyleri ya da nesneleri, her
mızda, özellikle "ideal" (ülkü) ile "idea- şeyin özünü oluşturan tek bir saltık gü-
list" (ülkücü) sözcüklerine gündelik dilde cün ya da enerjinin geçici görünümleri
yüklenen anlamlar doğrultusunda "idea- olarak gören; varlığın tüm görünüşle­
lizm" (ülkücülük) terimi ahlak bağlamın­ rinde tek bir anlamın yattığını düşünen;
da farklı kullanımlara sahiptir. Kimi dü- varoluşu bedeni doğa, ruhu Tanrı olan
şünürler felsefi idealizm ile ahlaki idea- tek bir birlik olarak algılayan; evrenin u-
lizm arasında bir ayama giderek, felsefi sa bağımlı olduğunu savlayıp hiçbir ol-
idealizmin düşünce ile varlık arasındaki gunun amaçsız, karmaşık ve de bizim i-
ilişki üzerine ortaya konan belli bir öğ­ çin bütünüyle bilinemez olmadığını sa-
reti olduğunu, buna karşı ahlaki idealiz- vunan; usun sağladıklarının dışında ger-
idealizm 716

çckliğc ulaşmanın olanaksız olduğunu ö- alizmiyle birlikte üç temel idealizm bi-


nC süren; gerçekliği "idea", "us", "tin'~ çiminden biri olarak anat. Kendi felse-
olarak belirleyip maddeyi tinin bir görü- fesini "maddetarumazcılık" diye adlandı­
nüşü sayan ve "Saltık" olanı bulgulama- ran Berkeley'e göre iki tür gerçek varlık
ya yönelen bir öğreti olarak idealizmin -tinler (zihinler) ve idealar- söz konusu-
başlangıcı M.Ö. Vl. yüzyıla, ilkçağ Yu- dur; fiziksel nesneler ise duyusal ideala-
nan felsefesinde Ksenophanes'e değin nn toplamıdırlat. Dolayısıyla, Berke!ey'e
uzarur. Ksenophanes, çok olanı Bir'e in- göre, bir elmayı algıladığımızı söylediği­
dirgemiş ve bu Bir'i "tüm düşünme" o- mizde doğrudan farkına vardığımız du-
larak belirlemiştir. Ksenophanes 'in öğre­ yusal görünüşlerin bir toplamıdır. Bun-
tisi günümüzde metafiziğin kurucusu ola- dan dolayı sınırlı bir zihin tarafından al-
rak gösterilen öğrencisi Paı:ınenides'in gılanmayan şeyler yokturlar; şeyler zih-
kurduğu Elea Okulu eliyle daha bir geli- nimize sırurlı zihin tarafından algılandık­
şim göstermiştir: "Varlık, değişmez ve latında ulaşırlar: "vatolmak algılanmış ol-
birdir; özne ve nesne bir ve aynıdır." maktır." Berkeley şeyleri, onlara atfetti-
M.Ö. V. yüzyılda Anaksagoras, katıltan ğimiz niteliklere ilişkin duyu deneyimi-
(kamıaşa) /eaZ!"alu (düzen) oluşturan ve mizden soyutlayarak kavrayamayacağı­
belli bir *telaı (erek) taşıyan *no111 (düşün­ mız düşüncesinden hateket ederek, fi-
ce gücü) kavramını birincil töz, yani ziksel nesnelerin vatoluşunun algılanmak
*arkht olarak öne süı:ınüştür. Ona göre olduğunu, fiziksel nesnelerin yalnızca i-
maddeyi yaratan Na111 düzenleyici ilke- dealar olarak varolduklanru ileri sürer.
dir. Böylece felsefe tarihinde ilk kez A- Berkeley'in fiziksel şeylerin, onlatı aJgıla­
naksagoras maddenin (l!Jk) karşısına usu yan kimse olmadığında da vat gözükme-
(no111) koymuş; usun "yaratan", madde- leri sorununa yanıtı, onlann Tann'nın
ninse "yaratılan" olduğunu dillendirmiş­ zihninde varolduklandır. Düşüncemizde
tir. Yine de, felsefede pek çok konuda şeylerin varlığını yaratan aşkın güç Tann'
olduğu üzere, idealizmin ilk dizgeli biçi- dır. Berkeley'in fiziksel dünyanın idea-
mini Platon'da görürüz. Buna göre "ger- lardan oluştuğunu düşünmesinin iki te-
çek varlık ima, 'düşünce varlığı'dır." Pla- mel nedeni vardır: (i) fiziksel nesneleri
ton "düşünülür dünya" (idealar dünyası) deneyimde bir bütün oluşturan ideaların
ile "duyulur dünya" (görüngüler dünya- toplamı olarak kavratsak varoluşlanna i-
sı) ayrımına gitmiş; duyulur dünyayı göl- lişkin deneysel kanıta sahip olabiliriz; (ıı)
gelerden ibaret bir görünüşler dünyası fiziksel şeylerin ikincil nitelikleri zihni-
olarak betimlerken, düşünülür dünyayı mizde idealar olatak varoludar.
değişmez gerçeklikler diye gördüğü idea- Her ne kadar Bcrkclcy idealist düşün­
lardan oluşan gerçek dünya olarak ilan ceye önemli katkılatda bulunduysa da,
etmiştir. İdealizmin felsefede izlenebile- idealist düşünce asıl gelişimini Kant'la
cek daha sonraki gelişim serüveni bir birlikte göstermiştir. Kant'ın idealizmi,
anlamda Platon'a düşülen bir dipnottan bilgikuramında temellenen uzamsal ve
ibatettir. zamansal her şey yalnızca görünüştür us-
Felsefe tarihinde maddecilik ile idea- lamlamasına dayanır. Kant'a göre, dünya
lizm ayrımına giden ilk filozof usçu hakkındaki bilgimize ilişkin yalnızca t-
Leibniz olmasına karşın, bu ayrunın be- ransendental idealizmin açıklayabileceği
lirginleştirilmesinde İngiliz deneyci filo- iki çarpıcı gerçek söz konusudur. Birin-
zof Berkeley'in katkılan çok daha önem- cisi dünyaya ilişkin çok miktarda "sente-
lidir. Nitekim çoğu felsefe tarihçisi idea- tik a priorl' bilgiye sahibizdir. Nitekim,
lizmi bölümlendirirken Berkeley'in öznel aritmetik ve geometri ilksavlannın bir
idealizmini, Kant'ın transendental (dene- bütün olarak dünyaya uygulandığını, her
yüstü) idealizmi ve Hegel'in saltık ide- fiziksel ya da zihinsel sürecin evrensel
717 idealizm

nedensel yasalarla uyum içinde olduğunu p ve her iki durum da bizi kendisiyle
ve değişimin niceliksel olarak aynı kalan çelişen sonuçm götiirdüğiinden tek çö-
sürekli bir öze gereksinimi olduğunu bi- zümün gerç~ uzay ve zamanda ol-
liriz. İkincisi ne apriori (önsel) ne de a madığını söylemek olduğunu savunur.
poııeriori (sonsal) bilgi, İnsanın yazgısına Kendisini bir yandan "deneysel ger-
ve geleceğine ilişkin, Tann var mıdır yok çekçi" öte yandan da "transendental ide-
mudur ya da ölümden sonra yaşam var alist" diye adlandırlln Kant, son çözüm-
mı yok mu türünden "büyiik" sorulara lemede duyuların ve deneyin verdiği bil-
yanıt verebilir. Fıziksel hatta zihinsel ginin yanıltıcı olduğunu; gerçeğin usun
dünyalar konusundaki smutile. apriori bil- tasamnlarında yattığını; duyuların getir-
gimizin tek olanaklı açıklaması, gerçekte diği verilerin ancak usun önsel (a priMJ)
kendi bilişsel doğmııza ilişkin bilgimiz verileriyle biçimlendikten sonıa bilgi ha-
olduğudur. Algısal se2gimizin foımlan line gelebilecep düşünmektedir. Kant'
~y ve zaman ile nedensc:llik. töz, ilinek_ tan sonra Alman İde2lizmi üç koldan i-
gibi kategoriler; daima bilgisiz kaldığımız lerler: Fichte'nin öznel idealizmi; Schel-
şeylerden ('noumena') ben'e ulaşan, bi- ling'in nesnel idealizmi; Hegel'in saltık i-
linçsiz uyaNndan doğan gerçek ya da de2lizmi.
olanaklı deneyim dünyamızın birliğini o- XIX. yüzyılın önde gelen idealistleri
luştıırduğumuz kategorilerdir. Kant şey­ Fichte, Schdling ve Hegel, Kant'tan ol-
lere ilişkin apriori bilgimizi, yalnızca zih- dukça etkilendiyseler de bir yandan da
nimizin şeylere uymak zorunda oldukları onun felsefesini bütünüyle dönüştürme­
bir yapı yiiklediğini varsayaNk açıklaya­ ye çalışmışlardır. Fichte, dış dünyayı ve
bileceğimizi savunur. İnşan zihni gerçek- zihin durumlarını bir. kenara bırakır;
lere değil, yal~a görünüşlere bir yapı doğrudan doğruya, hem zihindışı nesne-
yiikleyebildiğinden bilgimiz göriiniişlerle leri hem zihinsel durumlan kaVNyan
sınırlıdır. Görünüşler, gerçek ya da ola- saltık, aşkınsal "ben" üstüne odaklaıur.
naklı deneyimimizin nesneleri olarak va- Bireysel, tek tek gözlemlenebilir benler
rolduklanndan zihnimizin yüklediği ko- bu aşkınsal ben'in sayısız öznelere bö-
şullara uymak zorundadırlar yoksa bize lünmesidir. Ona göre "Ben", bir şey ya
görünmezler. Kant bu nedenden ötürü da cisim değil salt etkinlik, "kendini or-
töz ve neden gibi kategorileri fiziksel taya koyma" (ya da kendinin farkına v-ar-
dünyaya uyguladığımızı, bunun da meta- ma, kendi üstüne düşünme) etkinliğidir.
fiziğe yönelmemizi ve bu kategorileri in- Ben, kendi kendinin farkına/bilincine
san deneyiminin ötesine uygulamamızı varması sayesinde vardır: "Ben, Ben'im
engellediğini düşünür. Kant bunun bili- (vanm)." Ben'in bu kendini ortaya koy·
mi şüpheli duruma düşürmediğini, aksi- ması "sav"dır. Bu ortaya koymanın belli
ne bilimi kuşkuculuktan korumanın tek koşulları, dolayısıyla belli içermeleri var-
yolunun bu olduğunu savunur. Bilim bi- dır. Ben'in kendini ortaya koyuşunu ka-
ze doğrulan ama yalnızca görünüşlere i- bul eder, fakat koşullan ve içermeleri
lişkin doğrulan söyler. Bilimin işlevinin reddedersek bir çelişkiye düşeriz. Ben bu
bize gerçeklik hakkındaki doğruyu söy- çelişkileri ortadan kaldırarak ilerler. Ben
lemek olduğunu iddia edersek, onun bü- kendinin bilincine varaNk çalışır ve böy-
tünüyle aldatıcı olduğunu kabul etmemiz le yaparak kendini sınırlar, bunu kendin-
gerekir. Aynca Kant, gerçekliğin uzay ve den başka bir şeyi, kendi-olmayan'ı, Ben-
zamanda olduğunu söylersek, belirli bir olmayan'ı C'karşısav'') ortaya koyarak ya-
biçimde kendi içimizde çelişkiye düşece­ pabilir: ''Ben, Ben-olmayan değilim." Bu
ğimizi savunur. Kant bu durumda uzay aşamada Ben, yeni bir çelişkiye düşer:
ve zamandaki dünyanın ya sonlu ya da "Kendini hem evetler hem yadsır." Bu
sonsu2 olduğunu iddia etmemiz gerekti- · çelişki de bir bireşim ile çözülür: Ben,
idealizm 718

bölünebilir bir ben ortaya koyar ve bu denin tinin bir görünüşü olduğunu dü-
da bölünebilir bir ben-olmayan'ı hem sı­ şündüğü kesin olsa da algılanmayan nes-
nırlar hem de kendisi onun tarafından sı­ nelerin değergesi hakkındaki düşünceleri
nırlanır, yani ben-olmayan ben'i kısmen pek açık: değildir. Hegel'in felsefesi, bü-
yadsır ve ben de ben-olmayan'ı kısmen tün kavramlann en soyutu ve en boşu
yadsır. Ben kendini Ben-olmayan tara- "varlık"tan başlayarak düşüncenin a pri-
fından belirlenmiş olarak, Ben-olmayan ori süreciyle tinsel yaşamın en yüksek
da Ben tarafından belirlenmiş olarak or- mantıksal kategorilerine dek ulaşabilece­
taya koyar. Ama tek .tek her ben, ben-ol- ğimizi göstermeye çalıştığı diyalektiğe da-
mayanı diğer benlerlcı nasıl paylaşmakta­ yanır. Bu uslamlama kipinin en ayırt edi-
dır? Fichte bu soruya birbiriyle ilişkili iki ci özelliği üçlemeler halinde başlayıp ay-
yanıt verir. Yanıtlardan biri, ahlılki geli- nı biçimde de sürüp gitmesidir. İlk önce
şim bir toplulukta meydana gelen bir şey uygun bir kavram alınır, tutarsızlığı onun
olduğundan, farklı benlerin ahlılki yaz- karşıtıyla değiştirilmesine yol açsa da i-
gılarını gerçekleştirdikleri ortak bir çevre kincisi de temelde benzer eksiklikler gös-
tarafından paylaşılan bir ben-olmayanı terir ve tek sağaltım yolu bu ikisinin iyi
varsaymaları gerektiğidir. İkincisiyse ah- noktalarını bir üçüncü k;ıvramda bireş­
l:iki yazgıyı gerçekleştiren ben'in, gerçek- tirmektir. Çeşitli sorunları çözse ve bizi
te görünüşteki yaşam çokluğunu gerçek- doğruya yaklaştırsa da bu bireşim de tu-
leştiren tekil bir "dünya ruhu" olduğu­ tarsızlıklar gösterdiğinden yeıü bir sav ve
dur. Fichte bu açıklamayı, görünüşte kar- karşısav doğar ve ikisinin arasındaki ça-
şıt doğruların saltık doğruya ulaşana dek tışkı yeni bir bireşim tarafından ·çözülür.
daha yüksek bir bireşimde ardışık bir bi- Bizler temel "saltık idea" kategorisine u-
çimde biraraya getirildikleri diyalektik laşana ve bütün gerçekliğin tinin ifadesi
yöntem aracılığıyla geliştirmiştir. Fichte' olduğunu ispatlayana dek sav, karşısav
nin bu düşünceleriyle birlikte, doğanın ve bireşim üçlemesi süreci yoluna devam
ve sınırlı zihnin arkasındaki gerçekliğin .eder. Hegel bu düşünce sürecini ya da
tekil bir saltık zihin ya da kendini keşfet­ düşünme yordamını hem mantıkta hem
me ya da geliştirme sürecindeki ben ol- de etik ve siyasetin daha somut konula-
duğu "saltık idealizm" doğar. rında başarıyla kullanır. Diyalektik yal-
Schelling temelde Fichte'yi izlese de nızca bir uslamlama olarak değil, düşün­
daha nesnel ya da en azından doğayı cenin ve uygarlığın gelişiminin bir açık­
kendi adına olumlu düşünen bir idealizm laması olarak da kavranır. Hegel'de "sal-
uyarlaması geliştirir. Saltık ya da evrensel tık" tarih ve toplumsal kurumlar yoluyla
fiziksel dünyayı yalnızca ahlaki çahanın kendini açığa vurur. Böylece bireysel hak
bir sahnesi olarak görmez; saltığın ken- ve değerler, toplumun ve devlerin de-
disini, koşut bir diyalektikle, zihnin doğ­ ğerleri yanında ikincil kalır. Hegel'e göre
duğu doğada "gerçek" ve doğanın va- "idea", us, tin ve diğer tüm varolanlann
roluş nedeni zihinde de "ideal" olarak i- temelinde bulunan ilkedir; varlık, bu
fade eder. Bu ikisi enson anlamda felsefi idea'nın kendini açması, belli bir ereğe
kavrayışta ve daha somut olarak da sa- doğru gelişmesidir.
natta biraraya gelir. Fichte, Schelling ve Hegel farklı bi-
Saltık idealizm, diyalektik yöntem ve çimlerle de olsa dünyanın ancak ve an-
varlıkbilgisi bakımından tarihsel olarak cak uygun yeri zihin olan kavramların
en yetkin biçimine Hegel'in felsefesinde somut gerçekleşirni olduğu kavranarak
ulaşır. Her zaman yapıldığı gibi Hegel'i anlaşılabileceğini savunurlar. Bu onları
bir idealist olarak sınıflandırmak akla uy- Kant'a bağlasa da, onlar ilgili kategorile-
gun olsa da hangi anlamda idealist oldu- rin niçin oldukları gibi olduklarını ve gö-
ğu oldukça tartışmalıdır. Hegel'in mad- rünüşte farklı zihinler için ortak bir de-
719 idealizm

neyim bütünlüğünün niçin söz konusu kavranabilir değildir; (iı) farklı şeyler ola-
olduğunu açıklayarak -sonuçta dünya ev- rak betimlediğimiz şeyler daha yüksek
rensel zihin ya da usun inşasıdır- Kant'ı bir birlikten soyutlamalar olarak kavra-
aşmaya çalışırlar. Bu saltıkçı idealistler- nabilirler. Dolayısıyla Bmdley'e göre her
den oldukça ayn duran, yalnız ama etkili şeyin tekil bir "kozmik deneyim"den so-
düşünür Anhur Schopenhauer ise "ken- yutlamalar yoluyla çıkması gerekir.
dinde şeyler''i kendisini bir öznenin nes- Buna karşı, İngilizce konuşulan dün-
nesi olarak gösteren tekil bir evrensel is- yanın birçok idealist düşünürü "birey"
tencin boyutları olarak kavrayarak, ken- ya da "kişi" kavramının saltık idealizm
dinde şeyler alaıunın doğasını keşfettiği­ tarafından önemsizleştirilmesini engelle-
ni iddia eder. meye çalışmıştır. (Platoncu ve Hegelci i-
XIX. yüzyılın ikinci yansında Alman dealizm anlayışlanmn tersine çoğu idea-
felsefeciler idealizmden uzaklaşırken, i- list -Descartes ile Leibniz'den çağdaş lı:i­
dealizmin temelde saltıkçı bir türü İngil­ şiselcilere değin- "kişi" ile "birey"in bi-
tere ve Amerika Birleşik Devletleri'nde lincini önemle vurgulamış; insam değer­
başat hale geldi. Bu dönemin en önemli ler oluştunlıa yetisine sahip özgür, ah-
özgün idealist felsefecileri arasında T. H. laksal birimler olarak görmüştür.) Bunla-
Green (1836-1882) ile P. H. Bradley nn amsında çokçu idealizmin oldukça bi-
(1846-1924) sayılabilir. Green insan ya- reyci bir biçimini savunan J. M. E. Mc-
şamının gelişiminin Darwin'in doğal a- Taggart (1866-1925) adı daha bir öne
yıklanma kuramı araalığıyla, hatta doğal­ çıkmaktadır. McTaggart'ın geliştirdiği i-
a bir biçimde bile açıklanamayacağına i- dealizm biçimine göre, yüce kutsal zihin
nanmaktadır. Green'e göre, insan yaşa­ ya da saltık söz konusu olmasa da, "ger-
mının gelişiminin evrensel bir tinin ya- çeklik" sayısız tinin olağanüstü bir uyum-
şamının aşamalı bir açılışı olarak kav- da birleşmesinden oluşur. McTaggart in-
ranması gerekir. Ne deneycilik ne de do- san deneyiminin zaman ile kurduğu do-
ğalcılık dünyanın bağlantılılığını ve insan layımlı ve doyurucu olmayan ilişkilerin
zihninin farklı zamanlardaki olayları bü- hemen tümünün yalnızca görünüş oldu-
tünsel bir tarihte birleştirmesini açıkla­ ğunu, gerçeklikte birbirlerini seven tin-
yabilir. Bu yalnızca her birimizin onda lerden başka bir şeyin söz konusu olma-
vücud bulduğumuz tekil bir evrensel ti- dığını, ölümsüz olduğumuzu ve zaman
nin (fann'nın) kendini dışavumıasıyla o- içerisindeki şeyleri deneyimlemeyi kese-
lanaklıdır. Green şeylerin ancak zihinle rek zamansız dcığamw gerçekleştirmeyi
bağlantılı olarak kavranabileceklerini öne istediğimizi ve bunun da kavrayabilece-
sürmüş; Kant ve Hegel gibi düşüncenin ğimiz her şeyden daha büyük bir mut-
algıdaki yeri üzerinde durmuştur. Brad- ll,!luğa sahip olmayı gerektirdiğini savu-
ley ise Gilriinii/ ve G"flklilt.'te (Appea- nur.
mnce and Reality, 1893) bütün sıradan Son olamk Hegel'in fdsefe kalıtı.na
kavmmlanmızın, özellikle de "ilişki" kav- sahip çıkarak felsefece düşünmenin tari-
ramımızın, kendi içinde çelişkili olduğu­ hinde yer almaya hak kazanmış iki İtal­
nu göstermeye çalışır. Yine de beklene- yan idealist filozofun adım anmamız ye-
bileceği üzere bu tanıtlama çabası Brad- rinde olur. Bcncdetto Croce (1866-19 52)
ley'i kuşkuculuğa değil, bütün bu çeliş­ ile Giovanni Genıile (1875-1944). Ôzel-
kilerin ortadan kaldınldığı yetirin bir dü- lilde Croce ortaya koyduğu estetik kura-
şüncenin, yani aşkınsal salttğın varoldu- mıyla "güzel felsefesi" nin son büyük fi-
ğunu varsaymamız gerektiği sonucuna lozofu sayılmaktadır:
götürür. Bmdley'in bu düşüncesi iki te- Ana hatlanyla rcsmctmeyc çalıştığı­
mel sava dayanır: ~) çeşitli tarzlan ve i- mız idealizmin bu "kaba" özetinin sonu-
çerikleriyle deneyim dışında hiçbir şey cunda, temel varsayımlarının şunlar ol-
ideefixe 720

duklannı söyleyebiliriz : (i) İnsanların gör- rak yorumlamaktadırlar.


düğü ve duyumsadığı doğa dünyası bir Günümüzde kendilerini an anlamıyla
görünüşler dünyasıdır. Doğa dünyasının "idealist" olarak adlandıran felsefecilere
içinde ya da dışında zihinsel güçler var- rastlamak epeyce güçtür. Aslında fiziksel
dır. Evrenin yasaları, insanın zihinsel ve nesnelerin deneyimden ve· düşünceden
ahlaksal doğasının istemleriyle uyum i- bağımsız olarak varolan kendilikler ola-
çindedir ve insanda maddeye indirgene- rak kavranması gerektiği giirüşünü yad-
meyen bir şeyin bulunması anlamında sıyan birçok felsefeci bulunmaktadır.
insan tinsel bir varlıknr. (ii) İnsan, yal- Ancak bu felsefeciler, başka açılardan
nızca bilinçte olanı bilebilir. Dış dünyayı idealist düşünceden ayrıldıklarından ötü-
bilmek, dünyanın bir bakıma zihinsel ya rü, onları "idealist" diye nitelemek pek
da zihne bağlı olduğunu söylemek de- olanaklı görünmemektedir. Bu felsefeci-
mektir. (iii) Tanrı, yaşam ilkesidir. Saltık­ ler kuramlarını deneyci bilgikuramında
çı idealistler Tann'yı sonsuz ve tüm var- temellendirmekte ve metafiziği reddet-
lığın temeli olarak düşünür. mektedirler. Aynca bkz. modem felse-
İdealizme yöneltilen eleştirilerin çoğu fe; maddecilik; · maddetanımazcılık;
terimcesinin belirsiz ve soyut olduğu ya Hegel, G. W. F.; Berkeley, George;
da bilimsel bakış açısından yoksun ol- McTaggan, J. M. E.; Croce, Bene-
duğu konusuna odaklanmaktadır. En te- detto; Gentile, Giovanni.
mel eleştirilerden biri, idealistlerin nes-
nelerin ilineksel özellikleriyle zorunlu ö- idie foce(Fr.) İnsan zihninin saplanıp
zelliklerini birbirine karıştırdıkları yö- kaldığı, kişiningerçeklikten uzak düşmüş
nündedir. Gerçekçiler de 'algılanmış ol- olduğunun farkında bile olmadığı ve bu
ma'nın bir nesnenin ilineksel özelliği ol- yüzden de bir türlü kurtulamadığı "sap-
duğunu söyleyerek, varoluşun usa ba- lantı halini almış düşünce" için kullanı­
ğımlı olduğunu ileri süren idealistleri e- lan terim: "sabit fikir".
leştirirler. Onlara güre, düşüncesine sa-
hip olmadan bir nesneye gönderme ya- idion (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde,
pamayacağımız savı, söz konusu nesne- özellikle de Aristoteles mantığında, "ii-
nin, algı eylemiyle değişime uğrasa bile, zellik" ya da "özı.,rülük" antamında kulla-
bir düşünce ya da ustan ayn olarak var nılan terim.
olmadığı anlamına ı,>elmez. İdealizm, salt
düşünce ile varlığı, çevreyle bu çevreye ignoramus; ignorabimus (L1t.) Biline-
ilişkin düşünen usu özdeşleştirme yanlı­ mezci anlayışın temel savlan olan, insan
şına düşmcktt.-dir. bilgisinin sınırlılığını, insanın kesin bir
Üzctlc, 'Us'un doğanın dışına ya da bilgi edinmesinin olanaksızlığını, insanın
iitcsine yerleşip yerleşmediği (saltık İdea· ulaştığı ya da ulaşacağı bilginin yetersiz-
lizm); doğayı kapsayan bir ı,rüç olup ol- liğini vurı.,ıulamak için kullanılan Latince
madığı (kozmik idealizm); insanların ko- deyiş: "Bilmiyoruz; bilmeyeceğiz."
lektif toplumsal uslarını oluşturup oluş­ Bu deyiş Alman fizyolog Emil Hein-
turmadığı (toplumsal idulizm); bireysel us- rich Du Bois-Reymond (1818-1896) ta-
ların bir toplamı olup olmadığı (kişiseki rafından dönemin inakçı bilimsel mad-
idealizm) sorularının her biri tartışmalıdır; deciliğine karşı takındığı bilinemezci me-
tartışılmıştır; tartışılacaktır. Süreç içeri- tafizik tutumu savunmak; doğa üzerine
sinde idealist kuramın daha az gösterişli bilgimizin sınırlılığını, bilimsel bilginin
yorumlan öne çıkarken, öte yanda son sınırlarını dile getirmek için kullanılmış­
zamanlarda hemen hemen tüm idealist- ur. Aynca bkz. bilinemezcilik.
ler, kuramlarında 'us'u toplumsal kay-
naklarla donanımlı ayn bireysel uslar ola- ignoratio elencbi (Lat.) bkz. yanıltılı
721 ilcicilik

uslamlama biçimleri. alır. Platon'un "duyulur dünya/idealar


dünyası", Kant'ınsa "görüngiilcrdünyası/
İhvan-üı-saB X yüzyılın ikinci yansın­ kendinde şeyler (!'110Hmt11on) dünyası" ay-
da Şiiliğin bir kolu olan İsm8lliyyc mez- rımıyla ortaya koydukları duyulur dün-
hebine bağlı bir grup İslam düşünürü ta- ya/ düşünülür dünya ikiliğine dayalı fel-
rafından Basra'da kurulan düşünce top- sefe dizgeleri de bu anlamda ikici anla-
luluğu. Amaa dünya düşünce mirasını yışlara sahiptir. Ancak gerçek anlamda
derleyip yorumlayarak İslam felsefesine yalnızca iki enson gerçeklik ya da töz
yeni açılımlar kazandırmak olan toplulu- bulunduğunu, gerçekliğin iki varolma
ğun "İslam Ansiklopedicileri" olarak da kipinden oluştuğunu savunan ikici felse-
tanınan üyeleri arasında kesin olarak bi- feleri bütününde en iyi temsil eden ör-
linenler Zcyd bin Rifa, Mukaddesi olarak nek, ilk olarak Dcscartcs'ın 1641 tarihli
tanınan Ebu Süleyman El-Busti, Avfi, Mttlitalio1111 Je prima pbiloıophia (İlk Fel-
Nehrcı1ri (ya da Mchrcaru') ve Zenca- sefe Üzerine Derindüşünmclcr) adlı ya-
ni'dir. Kapalı bir tarikat biçiminde ör- pırında ortaya koyduğu, ilki uzamlı, dü-
gütlenen topluluk ansiklopedik sayılabi­ şünmeyen rrı exlrllta, ikincisi uzamsız,
lecek bir yapıt orraya koymuştur. Biri di- düşünen m mutanı olmak üzere iki ayn
ğerlerini açıklayıcı nitelikte olan 52 İh­ töz olduğunu savunan, zihin/beden iki-
van-üs-safi risalesi, toptan bakılınca bir liğine dayalı Kartezyen ikicilik anlayışı­
ansiklopedi izlenimi yaratmaktadır. Bu ri- dır. İkiciliğin tersine yalnızca bir tek tö-
salelerin bir bölümü manuk ve matema- zün varlığını tanıyan bircilik ile dünyada
tik bilimlerine, bir bölümü doğa bilimle- pek çok töz bulunduğunu ileri süren
rine, bir bölümü ruhbilim ve felsefeye, çokçuluk görüşleri de dünyayı oluşturan
bir bölümü de metafiziğe aynlımştıı:. Rı­ töz ya da tözlerin sayısı ve niteliğiyle il-
ıail-ii İbvmt-iiı-ıaf/J denilen bu risaleler gili öteki felsefece duruşları temsil et-
toplaımnda yüce bir felsefenin izleri sü- mektedir. Gelgelclim kimi felsefeciler bu
rülmektedir. Bunun için Eski Yunan, noktada birciliğe karşı ikiciliğin de çokçu
Hint ve İran düşünürlerine de yer veri- anlayışların içine karılmasından yanadır.
len yapıtta -Kindi, Farabi, Pythagoras, İkici felsefelerin en kırılgan yanı, bir-
Sokrates, Aristoteles, Platon ve Plotinos' birini dışlayan iki öğe arasındaki birarada
un felsefeleri seçmeci bir anlayışla bira- olma ilişkisini açıklamada yetersiz kal-
ra ya getirilmiştir. 1150 yılında Sünni Ha- malandır. Sözgelimi, zihin ile bedenin ö-
life Mustcncid'in -İbn Sina'nın eserle- zünde birbirinden ayn iki töz olduğunu,
riyle birlikte- tüm nüshalarının yakılma­ zihinsel olaylarla fiziksel olaylann birbi-
sını emrcttiAi bu imzasız "ansiklopc- rinden saltık bir biçimde aynldığını savu-
di"nin, rıpkı Diderot ve d'Alcmbert'in nan Descartcsçı ikiciliğin önünde, "Öy-
An.riklopetlı'si gibi, siyasi bir propaganda leyse zihin-beden ikilisi birbirleriyle nasıl
amacı taşıdığı da açıktır. İslam düşünür­ ilişkiye girmektedir?'' sorusu durmakta-
leri üzerinde yarattığı derin kültürel etki dır. Zihin ile beden arasında, ilkinden
bunun bir karuudır. kaynaklanan nedensel bir ilişkinin varol-
duğunu düşünen Descartes, söz konusu
ikicilik [İng. tlualiıllf', Pr. ı:hıalimır, Alm. soruyu işlevi tam olaralı: bilinemeyen bir
ılııalimı•r, es. t. nm/J{Dt] Gerçekliğin bir- iç salgıbezi olan beyin cpifizinin bedenle
birinden bağımsız, biri diğerine indirge- zihin arasında ilişkiyi kuran bölge olduğu
nemeyen iki temel tözden, öğeden ya da varsayıımyla geçiştirmeye çalışır. Ancak
kategoriden oluştuğunu savunan felsefe bu varsayım zihinsel olaylann nasıl olup
tutumu. İkici felsefe dizgelerinin teme- da fıziksel olaylara (ya da başka zihinsel
linde zihin/beden, iyi-lik/kötü-lük, var- olaylara) yol açrığı konusunda yeterince
lık/varlık olmayan gibi karşıt ikilikler yer açık değildir. Descartcsçılığın birbirlc-
ikicilik 722

ıinden ayn olaralı: varolduğunu savladığı, dığını öne sürer. Ona göre kafa karıştır­
ancak insanda birbirlerine sıkı sıkıya makaın başka hiçbir işe yaramayan bu
bağlanarak bir bütün oluşturduğu gözle- kavram felsefe tanışmalarından bütü-
nen bu iki töz arasındaki ilişkiyi açıkla­ nüyle uzaklaştınlmalıdır.
mada başarısız kalması, sonraki yüzyıl­ Bütün bu karşı görüşlerle yüzyıllar i-
larda felsefecilerin büyük çoğunluğunu çinde oldukça yıpranan ikici yaklaşım,
yalnızca zihnin gerçek olduğunu savu- "dilci", "görüngübilimsel", "post-yapı­
nan (idealist) ya da yalnızca bedenin var- salcı" düşüncelerin de etkisiyle günü-
lığını kabul eden (maddeci) bir birciliğe müzde felsefi değerinden çok şey yitir-
yöneltmiştir. Öte yandan genel olarak miştir. Buna karşı, zihin-beden ikiliğini
doğa bilimleri de zihinsel (ya da tinsel) onadan kaldırmakaın öte, bunların ara-
olanı bütünüyle bir yana bırakarak ger- sındaki gerilimi aşma girişimleri de yok
çekliği birci bir biçimde yorumlamış; bu değildir. Bu bağlamda, etkileşimcilik be-
durum da zihin felsefesinde zihinsel o- den ile zihnin karşılıklı bir nedensellik
laylan beynin kimi işlevlerine indirgeye- ilişkisi içinde birbirleriyle aralıksız olarak
rek açıklayan (örneğin David Annstrong etkileşim içinde bulunduğunu savunur-
ile J. J. C. Sman'ın geliştirdiği "zilıin-be­ ken; koşutçuluk bedensel olaylar ile zi-
yin özdeşliği kuramı" ya da Hilary Put- hinsel olayların birbirinden bağımsız ola-
nam'ın savunduğu "işlevselcilik" gibi) bir- rak, aralarında nedensel bir bağ bulun-
takını maddeci kuramların ortaya çıkma­ madan, birbirini etkilemeksizin ama bir-
sına sebep olmuştur. birine koşut bir biçimde ortaya çıkuğını
Kattezyen felsefenin zihni ele alışına ileri sürer. Zihinsel olayların fiziksel o-
bir karşı koyuş olarak da adlandırılabile­ layların yan ürünleri olduğunu savunan
cek Gilbett Ryle'ın çözümleyici davra- gölgegörüngücülük ise bedenden zihne
nışçılığı ise doğrudan "*makinedeki ha- doğru işleyen tek yörılü güçlü bir neden-
yalet" dogması diye nitelendirdiği Kar- sel bağın varlığını savlar. Öte yandan İn­
tezyen ikiciliği eleştirerek yola koyulur. giliz matematikçi ve fizikçi Roger Pen-
Bu dogmaya göre, herkese açık olarak rose da maddeci ve işlevselci görüşlerin
gözlemlenebilir olaylar aynlmaz bir bi- zihinsel durum ve süreçleri aydınlatmada
çimde fiziksel cisimlere bağlıdır; buna yetersiz kaldığını oraıya koyduğu Empe-
karşı özel/ öznel olaylar, başkalarıyla pay- ror's Ne111 Mind (Kralın Yeni Zihni, 1989)
laşılmayan durumlar da ayrılmaz bir bi- adlı kitabında zihin-beden etkileşiminin
çimde tinsel düşüncelere ya da zihne doğasının gelecekte aydınlığa kavuşaca­
bağlıdır. Ryle'a göre bu ikicilik aııla}ışı, ğına olan inancını dile getirerek ikici tu-
"zihin" kavramını hiç de ait olmadığı bir tumu savunmayı sürdürmüştür.
yere, "özel/ öznel olma" kategorisine yer- Ahlak felsefesinde de dünyanın nasıl
leştirmekle açık bir biçimde "kategori olduğunu dile getiren olgusal bildirim-
yanlışı"na düşmektedir. Ona göre zihin- lerden, onun nasıl olması gerektiğini dile
sel terimlerin özel/ öznel tinsel durum- getiren değerlendirici yargıların çıkarsa­
lara göndermede bulunamayacağı, yal- nabileceğini ve bunun geçerli bir çıkarım
nızca insanların yaptıklan şeylere ya da olacağını ileri süren doğalcı etik anlayı­
bunları yapış biçimlerine karşılık gelebi- şına kaı;şı ahlaksal yargıların anlamlarının
leceği açıktır. Günümüz felsefecilerinden ahlaksal olmayan olgu önermeleriyle aynı
Richard Rorty de Ryle'ı izleyerek "zihin" olmadığını ileri süren, olgularla değer
kavramını Descanes'ın düşüncelerden ve yargılanrun birbirlerine indirgenemeye-
duyumlardan yaratnğı korkunç bir fel- ceğini savunan anlayışa ikili elik den-
sefe kurgusu olarak niteleyip beden ile mektedir. Doğu felsefesinde kökleri iki-
zihin arasında yapılan ayrımın varlıkbil­ aınnlı Eski İran dinlerine uzanan ikicilik
gisel .!eğil bilgikuramsal bir nitelik aışı- öğretisinin izini sürmek için bkz. dvaita;
723 ikili kaqıtlık(lar)/karşıt ikilik(ler)

Mani dini; Zerdüştçülük. Aynca bkz. karşıtlık ilkesini incelemiştir. Öte yanda
zihin felsefesi; zihin-beden ikiliği so- bir başka önmıli yapısalcı Levi-Strauss,
runu (zihin-beden ikiciliği); etkile- yapısalcı bir kavram olarak tanımladığı
şimcilik; koşutçuluk; gölgegörüngij- ikili karşıtlık düşüncesini insanbilim bağ­
cülfık; bircilik; çokçuluk. lamına taşıyarak, "doğa/kültür", "çiğ/piş­
miş", "yenebilir/yenemez" türünden kar-
ikikatlı doğruluk bkz. çifte hakikat. şıt ikiliklerin söylenbilgisi düşüncesindeki
izlerini belirginleştirmeye de ayrı bir ö-
ikili karşıtlık(lar) / kaqıt ikilik(ler) zen göstermiştir. Daha sonra bu incele-
~ng. biflaty oppositiOt1(1); Fr. oppoıiliofl bi- menin özellikle dilin ilişkisel özellikleri
flaire-, Alm. bifliin oppositiofl] Birbirlerini bü- doğrultusundaki vargıları, yalnızca yapı­
tünüyle dışlayan terimler ya da kavramlar salcılık üzerinde değil post-yapısalcılığın
arasında bulunan, hiçbir koşulda ortadan gelişimi üzerinde de bir hayli etkili ol-
kaldırılması olanaklı olmayan karşıtlık muştur.

durumu. Bütün bir Batı felsefesine, Batı Saussure'ün dilbilimi bütün dilin ikili
dilleri başta olmak üzere pek çok farklı karşıtlıklarca düzenlendiğini bildirirken,
dilin içine işlediği düşünülen, salt birbir- Derrida'nın yapısökümcü düşüncesi bü-
lerine karşıtlıklarıyla birbirlerinden ayırt tün Batı dillerine kök salmış bu tür kar-
edilen ikili terimler. Belli bir göstergeler şıtlıkların oynaklığı üstünde durmaktadır.
dizgesinde herhangi bir özelliğin varlığı Saus sure'e göre, göstergeler ve sözcükle-
ile yokluğunu ya da birbirine karşıt öğe­ rin anlamlan bütünüyle kendilerinin kar-
lerle belirlenen kavram karşıtlığını anla- şıtı olan göstergeler ve sözcüklerle be-
tan yapısalcı dilbilimin çözümlerinde sık­ lirlenmektedir. Bu bağlamda, ikilikler üs-
ça başvurulan temel ilke. Post-yapısalcı­ tüne kurulu olarak işleyen bir dil dizge-
lıkta, her bakımdan dil ile düşünceye te- sinde "siyah ile beyaz" ya da "kadın ile
mel oluşturmasına bağlı olarak, bir an erkek" gibi birbirini kesin çizgilerle dış­
önce çökertilerek kendisinden kurtulun- layan sayısız karşıt ikili(k)ler bulunmak-
ması ya da en azından kendisini bütü- tadır. Ancak bunlar her durumda ait ol-
nüyle etkisiz kılacak yeni bir dil ile dü- duklan dizgenin aynlmaz bileşenleridir­
şünme kipine geçilmesi gerektiği savu- ler. Sözgelirni, siyah ile beyaz sözcükle-
nulan karşıtlıklar düzeni. rinde dile gelen ikili karşıtlık ait olduğu
İkili karşıtlıklar ilkesine göre, dil kendi renk dizgesinin, dolayısıyla da tek tek
içinde: "yin/yang", "doğru/yanlış", "si- öteki bütün renklerin belirleyici öğesidir.
yah/beyaz'", "aydınlık/karanlık", "eril/ Bu söylenenden de anlaşılacağı üzere,
dişil", "yukarısı/ aşağısı'" gibi, felsefi ba- yapısalcı dilbilim çözümlemesi ikili kar-
kımdan kimi canalıcı önemde kimi ikin- şıtlık tasanınını yalnızca sözcükler ya da
cil önemde sayısız ikili karşıtlık barın­ kavramlar düzeyinde değil, ele alınan met-
dırmaktadır. Terimin felsefi bir değer ka- nin uzlaşımları ile kodları doğrultusunda
zanması daha çok XX. yüzyılın sonlarına da kullanmaktadır. Yine Saussure'ün dü-
doğru gerçekleşmiş olmakla birlikte, şüncesine göre, ikili karşıtlıklann hemen
daha yüzyılın ilk yarısının ortalarınday­ bütünü doğal karşıtlıklar olmayıp kültü-
ken ikili karşıtlık ilkesinin yapısalcılık ile rel yapıntılardır. Ait oldukları anlamlan-
yapısalcı yönelimli toplum bilimleri ça- dırma dizgesinin toplumsal ürünleri ol-
lışmalarında son derece kilit bir konuma dukları gibi, belli bir dil topluluğunda ya-
geldiği görülmektedir. Nitekim ilk olarak şayan insanların anlam dünyalannın ku-
yapısalcı dilbilimin kurucusu İsviçreli Fer- rulmasında da temel yapıtaşlan olma ko-
dinand de Saussure, ölümünden sonra ya- numundadırlar. Öyle ki bütün söylemler,
yımlanan Gene/Dilbili111 Ders/m'nde (1916) anlatılannı bu tür ikili karşıtlıklar üzerin-
ortaya koyduğu kuram çerçevesinde ikili den giderek dillendirmekte, k:iini ideolo-
ikili kartıthk(lar)/karııt ikilik(ler) 724

jile kimi ideolojik olmayan işlevlerini on- !ere bakışımızı yapılandırmaktadır. Bu


lar araolığıyla gerçekleştirmektedirler. Bir bağlamda Heidegger'in izinden yürüyen
başka dilbilimci Roman Jakobson, gcliş­ Derrida, insanın dili konuşmadığını dilin
tircliği scsbilim kuramında "karşıt özel- insanı konuştuğunu, dolayısıyla da bizim
likler" kavranunı kullanarak aynı konuya dili biçimlendirmediğimizi taın tersine
bir başka pencereden yaklaşmaktadır. Bu- konuştuğumuz dilin bizi biçimlendirdi-
na göre herhangi bir sesbirimde (phone- ğini düşünmektedir. Buna göre, Batı fel-
me) sesin "bulunuş "una karşılık gelen sefesi tarihinin "iyi/kötü", "madde/ zi-
sesliler ile sesin "bulunmayış"ına karşılık hin", "konuşma/yazı" gibi kilit konum-
gelen sessizler karşıt ikilikler oluştur­ daki karşıtlıklar üstüne yapılandığını ileri
maktadırlar. süren Derrida, söz konusu karşıtlıkların
Öte yanda, ikili karşıtlık kavramı üs- oldum olası sıradüzenli bir yolla tanım­
tüne büyük tartışmaların yaşandığı post- landıklarıru, karşıtlıkta yer alan ikinci te-
yapısalcılık ile yapısökümcülük çerçeve- rimlerin ya da kavramların birincinin bo-
lerinde, "buradalık" ve "şimdilik" tasa- zulmuş hali olarak tasarlandıklarını, buna
nmlanna dayalı bir "bulunuş metafiziği" bağlı olarak da hiçbir zaman için bu kav-
üstüne kurulu olması nedeniyle, her tür- mm ikiliklerinin "eşit karşıtlar" olarak a-
den kavramsal karşıtlıklar büyük eleşti­ lınmadıklannı vurgulamaktadır. Varolan
rilere maruz kalmakta, çoğunlukla da do- bütün metinlerin, doğrulukları baştan sor-
laysız aşkın bir kendilik uzamına duyulan gulanmaksızın genelgeçer biçimde kabul
yersiz bir özlemin doğal bir uzantısı ola- edilmiş bu tür karşıtlıklarla ağzına dek
rak görülmektedirler. Tam bu noktada dolu olduğunu, bu yüzden eldeki bütün
Dcrrida, İnsan Bilimlerinin SöyleminJe Y ~ı, metinlerin, dillerinde örtük biçimde yer
Gösterge, Oymı (1966) başlıklı yapıtında, alan kavramsal sıradüzenlere yönelik bir
· Uvi-Sttauss'un söylen yorumunda önü farkındalıkla yeni baştan yorumlanabile-
alınmaz bir istekle öz arayışında olmasını ceklerinin altını çizmektedir. Böyle bir du-
eleştirerek, ikili karşıtlıkların her durum- rum karşısında yorumlama sürecine en
da değişmez, sağlam, şaşmaz bir kesin- son noktanın konmasını olanaklı kılacak,
likte olduğu düşünülen belli bir anlam- şaşmaz kesinlikte doğru diye bir dayanak
landırma düzeninin bulunduğu varsayınu olmadığı gibi, bu dayanağa yaslanan doğ­
üstüne kurulduklaruıı belirtmektedir. A- ru yorum diye birşeyin varlığından da
çıkça görüleceği üzere, yapısalalıkta dilin söz etmek olanaksızdır. Nitekim bütün
ikili karşıtlıklar mantığının dengeli ve metinler de doğaları gereği bir "ayrım"
dizgeli bir yapı seıgilcdiği düşünülürken, ser~emektedirler; alabildiğine değişik yo-
genelde post-yapısalcı, daha özeldeyse rumlara, olanca çokluklanyla farklı anla-
yapısökümcü yaklaşıma göre ikili karşıt­ malara açıktırlar. Anlam metne yerleşmiş
lıklar dengesiz ve oynak olmaları bir ya- ya da yerleştirilmiş bir şey değil, bütü-
na, Arşimet noktası işlevi görecek belli nüyle metinden saçılıp yayılan bir şeydir.
bir aşkın merkezden ya da dolaysız var- Adına "metinsellik" denen olanaklı an-
lık alanından da yoksundurlar. Nitekim lamlar örgüsü dışında, metnin metinsel-
bu bağlamda Derrida, dilin içine işlemiş liğinin dışında nesnellik diye ayak basıla­
bu oynaklığı kavramsal karşıtlıklardaki o- bilecek aynca bir anlam alanı yoktur.
yun öğesiyle tanıtlama yoluna gitmekte- Derrida'nın bu görüşlerinin en önemli
dir. sonuçlarından birisi, "metinsel çözüm-
Derrida'ya göre, gencide dil, daha leme" diye adlandırılan kesin anlamlara
özeldeyse metinler dünya üzerine yapı­ ya da doğru anlamalara varma uğraşısı­
lan düşünmeyle oluşmazlar. Konuşulan nın, ulaşması olanaksız bir ülküsellcştir­
dil, yazılan metin her koşulda dünyayı me olmaktan öte bir değerinin bulunmayı­
a:ılayışımızı, olaylan yorumlayışımızı, şey- şını tanıtlamasıdır. Öyle ki birbiriyle çcli-
725 iktisat etiği

şen, yanşan, çatışan yorumların olmasın­ dile getiren felsefe ilişkilendirmesi ya da


dan daha doğal bir şey yoktur; dolayı­ savunusu. Bu bağlamda Marxçı öğretide
sıyla da çeşitli biçimlerde karşı karşıya ya yer alan özgürleşimci bilgi tasarımına da
da yan yana gelen yorumların geçerlilik- bütünüyle karşı çıkan Foucault, bilgide i-
lerinin saptanıp değerlendirilebileceği yo- çerimlenen doğruluk rejimlerinin iktidar
rumdışı, her anlamda yorumlamadan ba- rejimlerinden ayrılamaz olduğunu ileri
ğımsız metin olanaklarının varlığından da sürmektedir. Foucault'nun iktidar-bilgi i-
söz edilemez. Yapısökümcülüğün gözün- kiliğine ilişkin verdiği çözümlemede, ik-
de ikili karşıtlıklarla düşünme, kategori- tidar her durumda bilgiye gerek duyar-
lerin kesin çizgilerle birbirlerinden ayrıl­ ken, buna· karşı bilgi iktidara yaptığı kat-
dığı, bulanıklığıt ya da belirsizliğe hiçbir lı:ılarla kendi varlık nedeni olan siyasal
yaşam hakkının tanınmadığı, her şeyin iktidan koruma altına alır. Foucault ikti-
siyah ya da beyaz olduğu ve gri diye ü- dar-bilgi tasarımını, "bütün bilgi istekle-
çüncü bir ara rengin renk olarak görül- rinin temelinde hep daha güçlü olma is-
mediği bir düşünmedir. O nedenle yapı­ teği yatmaktadır'' biçiminde özetlenebi-
sökümcü adımlar, her rürden karşıt iki- lecek Nietzsche'nin *erle istnıd tasarımın­
liklerin temellerini güçsüzleştirip altlarını · dan esinlenerek temellendirmiştir. Bilgi,
oymak gibi son derece güç bir amacı daha açık bir deyişle insanların davra-
gerçekleştirebilmek için kılı kırk yaran nışlarının nasıl ve hangi yollarla etkile-
bir özenle atılmaktadırlar. Bu bağlamda nebileceğinin bilgisi, her durumda iktidar
yapısökümcü okuma Batı felsefesinin üs- ilişkileri ağını denetleyip düzene koyma-
tünü örten karşıt ikilikler çatısını çökert- nın başkoşuludur. Foucault'nun gözün-
mek için önce ele aldığı metnin ikili kar- de, günümüzde birbirinden ayrılamaya­
şıtlıklar düzenini ortaya sermekte, sonra cak denli iç içe geçmiş olan iktidar ile
metnin kendisine karşı işleyen açmazları bilgi• arasındaki ilişkiyi görmenin en iyi
ile çelişkilerini göstermekte, derken kar- yolu, toplum mühendisliği ile ruhbilim
şıt ikiliklerin gerisinde yatan varsayımları başta olmak üzere toplum bilimlerinin
tersyüz ederek başta ikili karşıtlıklar ya- değişik alanlarında geliştirilmiş yeni tek-
pısı olmak üzere metnin bütün bir yapı­ niklere bakmaktan geçmektedir. Buna gö-
sını sökmektedir. Aynca bkz. Derrida, re, her bilimsel betimleme ister istemez
Jacques; yapısöküm; yapısökümcü bu yanıltılı bakışla yapılanmakta, betim-
okuma. lemede kullanılan terimlerin kendileri de
iktidar ilişkilerini yansıtmaktadır. Bu bağ­
ikinci basamak küme bkz. küme; kü- lamda söylemler yansız, nesnd, bilimsel
meler kuramı. konumda bulunduklarıru, konunun uz-
manı olduklannı vurgulayarak hep kendi
iktidar bkz. güç/iktidar. iktidarlarını pekiştiren hukukçu, profe-
sör, bilimadarnı gibi kimliklerce kullanı­
iktidar-bilgi (bilgi-iktidar) [İng. power- larak, modem devlet aygıtının gereksi-
knowledge, letrowledge-power, Fr. polll!Oir-rotr- nim duyduğu belli türden iktidar ilişkile­
traissatrçe, mtrtraisıa11tt-polll!Oir, Alm. ma&hl- rini destekleyip güçlendirmektedir. Bir
wiııetr, wiııetr-mach~ Fransız post-yapısalcı başka deyişle, Foucault için bilmek olan-
düşünür Michel Foucault'nun, bilimsel ca karmaşıklığıyla devinen iktidar ağına
araştırmalann her durumda yansız, nes- şurasından ya da burasından katılıyor ol-
nel, en önemlisi de "siyasctüstü" bir ko- mak anlamına gelmektedir. Ayrıca bkz.
numda olduklarını ileri süren "bilimci- Foucault, Michel; biyo(-teknik)-ikti-
lik" ya da "olguculuk" anlayışlarına karşı dar/biyo-siyaset.
geliştirdiği, her betimlemenin zorunlu o-
larak betimlediğini düzenlediği gerçeğini iktisat etiği bkz. uygulamalı etik.
iletişim felsefesi 726

iletişim felsefesi ~ng. phi/tJsophy of ro111- şamsal bir rol oynadığını vurgulamışlar­
1111111imtiw, Fr. phimsophie Je a>111111unicalion; dır. Öte yandan, iletişim felsefesi konu-
Alın. phi/tJsophie ıler leo111111uni/eation] En ge- sunda Eski Yunan fılozoflan
da mutlaka
nci anlamda iletişimin doğasını, özünü, anılmak durumundadır. Anlamanın diya-
amaçlannı, kapsamını ve içeriğini araştı­ lektik bir süreçte gerçekleştiğine inanan
ran; ideal bir iletişim ortamı için gerekli Platon'a göre, inançlar tartışmada gerek-
olan koşulların neler olduğunu ortaya ko- çelendirilip haklılandırılmalıydı ve tartış­
.yan; iletişim sürecinde kullanılan yön- ma da gerçeği arayış üzerine temellendi-
temleri irdeleyen felsefe dalı. İletişim fel- rilmeliydi. Bu bakış açısı felsefi diyalekti-
sefesi, iletişim araştırmalarında elde bir ği retoriğin dışına }'erleştirmekteydi çün-
olarak görülen kuramsal, çözümleyici ve kü retorik Platon'a göre tek taraflı ikna
siyasal yaklaşımların doğasını irdeler. İ­ sanatıydı. Platon'un diyalektiğinde man-
letişim felsefecilerinin yanıt aradığı soru- tığın edimbilimsel temelini gören Aristo-
lar arasında dilin doğası, deneyimin öz- teles ise tartışmanın başlangıonda öncül-
nelliği, yorumlann bilgibilimsel ya da bil- ler üzerinde bir anlaşma olmadan felsefi
gikuramsal kökeni, bilginin ve iletişimse! iletişimin gerçekleşemeyeceğine inanıyor­
eylemlerin politikası gibi temel sorular du.
yer almaktadır. İletişimin bağlamı üzerinde duran ki-
Bir süreç olarak insan iletişiminin asıl mi felsefeciler "bclirteç"leı:le özel olarak
amacı anlam üretimi ve paylaşımıdır. Bu ilgilenmiştir. Bu sözcükler, yorumu kul-
süreç büyük ölçüde bağlama bağımlıdır. lanıldıkları bağlama göre değişen sözcük-
İletişim bağlamı iletişimin doğasını ve lerdir. "Bu, oradaki, ben, sen" gibi "a-
dolayısıyla da üretilecek anlamı doğnı­ dıl"lar; "-di, -miş, -cek" gibi zaman be-
dan etkiler. İletişimcilerin bakış açıları da lirteçleri bu kategoriye dahildir. Peirce
anlamı etkiler. Bakış açısı kişinin salıip bunlara "belirtisel gösterge" adını vermiş
olduğu dünya görüşüdür. Dünya görüşü ve bu göstergelerle gönderme yaptıkları
ise bir anlamda felsefeyle ya da en azın­ nesneler arasındaki ilişkinin varoluşsal
dan yaşama felsefesiyle eşanlamlıdır. olduğunu öne sürmüştür. Bertrand Rus-
Felsefecilerin iletişim hakkında geliş­ seli ise bunları "benmerkezci ayrıntılar"
tirdikleri temel düşünceler üç koldan i- olarak niteledikten sonra tüm belirteçle-
lerlemiştir: edimbilim; yorumbilgisi; va- rin bir tür öznel deneyime gönderme
roluşsal iletişim. yaptığını savunmuştur. Belirteçlere iliş­
EJimbilinr. Sözcük ilk kez 1938 yılın­ kin olarak en yaygın biçimde paylaşılan
da dil felsefecisi Charles W. Morris tara- felsefi yaklaşım, "sözce"nin (ut1era11a) an-
fından, "göstergelerin kullarucılıınru ve . lamıyla ifade ettiği önerme arasında bit
bağlamlarını araştırma" anlamında kulla- ayrım yapmaktadır. Örneğin "40 yaşın­
nılmıştı.r. Ardıllan ise terimi tüm göster- dayım" tümcesinin anlamı açıktır; ancak
gelerin araştırılması anlamında değil de bu tümceden çıkarılacak önerme nasıl,
sııdece dil göstergelerine sınırlayarak kul- ne zaman, nerede ve kim tarafından söy-
lanmışlardır. Ama yine de ortak bir ta- lendiğine bağlı olarak değişecektir.
nıma ulaşamamışlardır. En çok kabul gö- Edimbilim en geniş anlatımını Alman
ren tanım, edimbilimin "dilin içinde işlev filozof Jürgen Habermas'ın çalışmaların­
gördüğü yollarla ilgilenen bir dilbilim da- da bulmaktadır. Habermas, oldukça kap-
lı" olduğu yönünde verilen tanımdır. samlı bir iletişimse! eylem kuramı ge-
Morris terimi, Charles S. Peirce, John liştirmiştir. Habermas iletişimi toplumsal
Dewey ve George Herbert Mead gibi olarak eşgüdümlenmiş toplumsal etkin-
felsefecilerin çalışmalarına gönderme ya- likler bütünü olarak görür ve bu etkin-
parken kullanmıştır. Bu felsefecilerin tü- likler aracılığıyla insanoğlunun kendisini
mü de toplumsal yaşamda iletişimin ya- ussal bir varlık olarak gerçekleştirdiğini
727 ilinek

savunur. Ussallık, tartışma aracılığıyla uz- macı varolan bu doğruları açığa çıkar­
laşabilme yeteneğidir. Taruşmada kulla- maktır. Burada iletişim kaynaktan alıcıya
rulan uslamlamalar gerçeklik savlan içe- bilgi aktarmak değil, alıcının zaten sahip
rir ve Habermas'ın evrensd edimbilimi olduğu bilgiyi keşfetmesine yardımcı ol-
dört tcmd gerçeklik savı ortaya koyar: i- mak anlamına gdmektedir.
letişim sürecine katılan bir kişi, (i) savını S0ren Kierkegaard tarafından kulla-
anlaşılır bir şekilde ifatk eder, (ıi) karşısın­ nılan dolaylı iletişim kavramı ise alıcının
daki kişiye anlaşıla bilecek bir ffY aktarır; etik varoluşa erişimini sağlamak için ile-
(ıiı) böylece /wıılisini anlaşılır kılar ve (iv) tişim ediminde iletişimin kendisine karşı
başka bir kişi ik ortak bir anlayışa ulaşır. işlediğini savunur. Bireyler etik bir dü-
YorumbilgisT. Yunan ulak tannsı Her- zende yaşayabilmek için kendi içedönük-
mes'tcn esinlenerek "hermcneutik" adını lüklerirıi fark etmek zorundadırlar. Bu
alan bu yaklaşım Rönesans döneminde tür bir özndliğin sağlanabilmesi için i-
gdiştirilmiş ve bundan böyle "yorumbil- letişimcilerin öncülük etmeleri, ancak ay-
gisi" klasik ya da dinsd metinlere yazılı nı zamanda lider konumundan da ka-
yorumlar aracılığıyla yeniden hayat ver- çınmalan gerekir. Dolaylı iletişim bilgide
me anlamında kullarulmıştır. Y orumbilgi- bir artış yerine özgürlüğün gerçekleştiri­
sinin en önemli uygulayıcılarından Hans- mini hedefler.
Georg Gadamer'e göre, iletişimciler ken- Çokanlamlı iletişim kavramıysa La-
di kültürel kavramlarını, yanlılıklarını ve can'ındır. Kierlcegaard için tek öğretmen
önyargılannı beraberlerinde taşırlar ve Tann iken, Lacan için Freudcu bilinçdı­
bunlar iletişim sürecini etkiler. Eğer din- şıdır. Bilinçdışı dilin neden olduğu bir
leyiciler ya da okurlar daima iletileri ken- sonuçtur. Daha özgül olarak söylersek,
di kültürel dokulan içinde anlıyorlarsa, dilin ikili anlamsal karşıtlıklan zihni "ser-
iletişim döngüsel bir karaktere sahip de- best/ yasak"; "varlık/yokluk"; "gerçek/
mektir. Bu yapının farkında olan ileti- kurmaca" gibi durumlara böler. Karşıt­
şimciler kendi yanlılıklaonın da daha faz- lıkların bir tarafı bastırılır ve sabit "ö-
la farkında olacaklardır, teki" rolünü üstlenir. Lacan'a göre insan
Varoluşsal iletişim: İletişim edimi ger- dili iletişimi oluşturur ve bu iletişim sü-
çekleşirken kişinin kendi benliğiyle ça- recinde gönderici kendi iletisini tersine
tışmaya girmesi iletişimin yeg.Uıe amacı çevrilmiş biçimde alıcıdan alır. İleti, ko-
haline gdebilir. Bu durum varoluşsal ile- nuşma konusunun bina edilmesinde
tişimi gündeme getirmektedir. En bili- "farklılık" gereksinimiyle ilintilidir. Gön-
nen varoluşsal iletişim biçimleri doğur­ dericilerin alıcıdan aldıkları kendi farklı­
tucu/ araalı (maientik) iletişim, dolaylı lıklarıdır. Biz iletişimde bulunuruz çünkü
iletişim ve çokanlamlı/muğlak (oramlalj bizim kim olduğumuzu belirleyen diğer­
iletişimdir. leridir. Aynca bkz. Habermas, Jürgen;
Doğurtucu/aracılı iletişim Platon'un Gadamer, Hans-George; Lacan, Jac-
hocası Sokr.ıtes'tcn devşirerek yaptığıbir ques; yorumbilgisi; doğurtma (yön-
tanımlamadır. Sokrates, Platon'un Phaid- temi); sözcelem.
ros isimli diyalogunda yazılı iletişimde
hemen her zaman bulunabilecek bir ya- iletişimsel eylem (kuramı) [İng. mm-
nıltıcı imgenin olduğunu düşünür. Bu- munkah've adİo11', Fr. a.lion ı:ommu11katiııe;
nun üzerine Platon yeni bir diyalog ya- Alm. kommu11ikah'ves handeln] bkz. Ha-
zar; bu diyalogda Sokratcs, izleyicilere bennas, Jürgen.
cevaplarını kendilerinin buldukları soru-
lar soran bir aracı konumundadır. Aracılı ilinek [İng. aaidmt, Fr. aaident, Alm. ak-
iletişimde alıcılann gerçeğe halihazırda zjdenz-, Yun. şymbebekor, Lat a'admr, es. t.
sahip olduklan anımsatılır; iletişimin a- arazi Bağlı olduğu şey olmadan kendisi
ilinekçilik 728

varolamayan; içinde bulunduğu durumun rine benzeşime başvurarak hem gelenek-


tanımlanmasında etkili olan ama yoklu; sel töz-ilinek ilişkisi kurtanlır hem de
ğunda söz konusu durumu değiştirme­ modern anlayışa yer açılır. Artık ilinek,
yen şey. Aristotelesçi mantık açısından, mantıksal ya da varlıkbilgisel yüklemler-
bir töze yüklenebilecek ya da onun par- den ve burıların sonucunda ortaya çıkan
çası sayılabilecek gelip geçici özellik. Bu zaman ile uzama bağımlılığın doğurduğu
nedenle ilinek sayılan özellikler o tözün soruolardan kurtanlmıştır. Kant'a göre
olmazsa olmaz bir özelliği değildirler. Ör- değişim, kalıcılık olmadan, kalıcılığın far-
neğin, yuvarlaklık özelliği daire için ol- kında olunmadan anlaşılamaz. Töz-ilinek
mazsa olmaz bir özellik olarak görülür- ilişkisini, bunlan birbirinden ayırarak de-
ken, yançapının ilci metre olması o dai- ğil, bunların birbirlerine olan bağımlılık­
renin ilineksel bir özelliğidir. İlinek eski ları ve aynlmazlıklan içinde anlamak ge-
çağlardan günümüze değin tözle karşıtlık rekir. Burada mantıksal bir tanıtlamadan
içinde tanımlanmıştır. Aristoteles'ten be- öte benzeşim yoluyla kavrama öne çıkar.
ri ilinek denince bir şeyin yüklemi olabi- Kant'ın bu görüşlerine Fichte, Kant'ın
len ancak o şeysiz varolamayan özellikler töz-ilinek ilişkisini açıklamadan özneyi
anlaşılmıştır. Aristoteles'i izleyen Aqui- töze dönüştürdüğünü savunarak karşı çı­
nas, ilineği varlığını öteki şeyin varlığına karken, XIX. yüzyılda yaşamış olan Nietz-
bağlı olarak sürdürebilen özelliklerolarak sche ise Kant'ı görünen şeyleri bilinemez
tanımlar. Ancak ilineğ:in tözle karşıtlık i- tözlerin açığa çıkmış biçimlerine dönüş­
çinde düşünülmesinin sonucunda tözle- türmekle suçlar. Günümüzde ise Derrida
rin gelip geçici olabileceği düşüncesine gibi kimi düşünürler, Kant'ın benzeşime
ulaşılmıştır. Descartes ile başlayan ve dayalı temellendirmesini yeniden yorum-
Leibniz ile açıklığa kavuşan bu ilinek yo- layarak düşünürün ilinek kavramını daha
rumunda hem tözün hem de ilineğin iyi anlamaya yönelik bir çaba içindedir-
zaman ve uzam karşısında uğradığı deği­ ler. Aynca bkz. symbebekOS", töz; ta-
şimler göz önünde tutulmaktadır. Söz- sun.
gelimi, bir insan "insanlık" tözünü, ken-
disi ölse bile yitirmeyecektir; buna karşı­ ilinekçilik ~ng. açaJıntalism; Fr. =idtn-
lık o kimsenin ''bilgili" olması ilineği hiç talis111e-, Alm. a/ezjdtntalis11111SJ 1. Evren-
de böyle değildir. Böylelikle ilinek zaman deki olayların rastlantısal olduğunu, bu
karşısında hep değişen, hiçbir zaman ay- yüzden olayların akışının önceden bili-
nı kalamayan bir özellik olarak yeniden nemeyeceğini ya da nedensel olarak a-
tanımlanır. Bu yorum hiç kuşkusuz en çıklanamayacağını savunan görüş: "rast-
keskin karşıtlarını Hobbes, Locke ve Hu- lantıcılık". Batı felsefesinde kökleri Epi-
me'un öncülüğünde bulacaktır. Locke' kurosçuluğa kadar uzanan rastlantıcılığa
un ilinekleri anlamak için tözler uydur- iyi bir örnek oluşturan Doğu'dan bir fel-
mak zorunda kaldığımız görüşüne, Hume sefe öğretisi için bkz. Carvaka Okulu.
alışkanlıklanmızın kimi özellikleri daha 2. Bireyleşim kuramlannda ise ilinekçilik,
kalıcı göstermeye yatkın olduğunu söyle- bireyleri/ tekilleri birbirinden ayırt etme-
yerek katılır. Bu görüşlere Kant, töz-ili- de ilineksel niteliklerin kullanılabileceğini
nek ilişkisini çözümleyerek karşı çıkar. savunan görüşlere verilen ortak addır.
Ona göre töz-ilinek ilişkisi, ilişki katego- Felsefe tarihinde kökleri ortaçağdaki tü-
risinin kendisinin koşuludur. Dolayısıyla, meller tartışmasına dek uzanan bu yön-
bir ilinek ya da bir töz tanıtlamasının, kı­ deki ilinekçiliğe iyi bir örnek oluşturan
sırdöngüye yol açtığı için, gidimli yollarla Champeauxlu Guillaume, adcılığa karşı
yapılması olanaksızdır. Bu nedenle, en a- ortaya koyduğu aşın gerçekçi arılayışta,
zından Descartesçı bilen özne töz sayılır. bir cinsin ya da bir türün kendisi altında
Böylelikle ilinek tanıtlaması yapmak ye- toplanan üyelerle aynı şey olduğunu, ay-
729 ilkçağ felsefesi

nı türün bireylerinin birbirlerinden ili- anlamda ilk felsefe çağı. M.Ö. VI. yüz-
neksel nitelikleriyle, aynı cins altındaki yılda Thales ile başlatılıp M.S. VI. yüz-
türlerin de birbirlerinden o cinse eklenen yılda son dönem "Yeni Platoncular" ile
ilineksel formlarla ayrıldıklannı öne sü- Simplicius ve Philoponus gibi Aristote-
.rer. Buna göre belli bir türün bireylerini les yorumcularıyla sonlandınlan, yaklaşık
birbirinden ayıran karşılıklı farklılıklar o on iki yüzyıl boyunca varlığıru etkin bir
türe; belli bir cinsin altındaki türleri ya- biçimde sürdürmüş, tek bir başlık altında
ratan birbirlerine karşıt fark1ılıklar da o toplanamayacak denli geniş bir çeşitliliğe
cinse ilinekseldir. Guillauıne'ın öğrencisi konu birbirinden değişik öğelerin hep
ve görüşlerinin en büyük eleştiricisi olan birarada durduğu, kendi içinde bütün-
Petrus Abelardus'a göreyse bu görüş, lüklü özgül felsefe düzlemi ya da çerçe-
birbirleriyle bütünüyle karşıtlık içindeki vesi. Coğrafi açıdan bakıldığında, ilkçağ
iki niteliğin aynı anda bir ve aynı şey i- felsefesinin dönemin uygarlık merkezleri
çinde yer alamayacaklan yollu ilkeyi çiğ­ Yunanistan ile İtalya başta olmak üzere,
nediğinden mantıksal olarak geçersizdir. Sicilya, Batı Asya, Mısır, Kuzey Afrika
Aynca blı:z. adcılık. gibi Akdeniz'in Yunanca ile Latince ko-
nuşulan değişik bölgelerinde yapılmış fel-
ilk devindirici [İng. prime mom; Fr. pre- sefe çalışmalanyla biçimlendiği görülmek-
mier 111ok11r, Alnı. erster btwegetj bkz. Beş tedir. Hiç kuşkusuz tüm bu öğeler ara-
Yol; Aristoteles. sında, değişik fılozoflarca ortaya konmuş
düşünceler bir yanda, çeşitli felsefe "diz-
ilk konum [İng. original position; Fr. posi- geleri", "okulları", "anlayışları" ya da "öğ­
tion originak-, Alm. tmpriinglidJt position) retileri"nce savunulan görüşler öbür yan-
blı:z. Rawls, John; aynm ilkesi. da ilkçağ felsefesinin ana iskeletini oluş­
turmaktadırlar.
ilkçağ atomculuğu [İng. anatnl atomi- Kimi kaynaklarda "Klasik Felsefe"
f/Jt) bkz. atomculuk diye de anılan ilkçağ felsefesi, Batı Felse-
fesi geleneğini tarihsel olarak başlatmak­
ilkçağ felsefesi [İng. anamı philosopo/, la kalmayıp kendinden sonraki dönem-
philosophy of anfi4N#y, Fr. philosophil anti- lerde yapılan felsefe çalışmalan üzerinde
qNr, Alnı. philo.rophie der antike] En genel gerek yöntembilgisi gerek düşünsel içe-
anlamda, M.Ô. ilk bininci yılın ortalann- rik gerekse biçemsel özellik1er bakımın­
dan M.S. ilk bininci yılın analarına dek, dan son derece belirleyici olmuştur. ~u
yaklaşık 1200 yılı kapsayan bir dönem bağlamda ilkçağ felsefesi, felsefenin en
boyunca sürdüğü düşünülen felsefe dö- temel kavramlan ile konulannı, bundan
nemi. Büyük bölümü "Eski Yunanlı" ve daha da önemlisi çözüme kavuşturulma­
"Romalı" filozoflarca gerçekleştirilmiş sı gereken binalam pmnnial ("demirbaş')
değişik felsefe etkinliklerini, içerdikleri felsefe sorularını, kendinden sonra gelen
belli ortaklıklar doğrultusunda tek bir ça- felsefe dönemlerinin düşünürlerine paha
tı altında toplayarak derli toplu bir bi- biçilmez değerdeki bir felsefe kalıtı ola-
çimde anlatmak için kullanılan felsefe te- rak bırakmıştır. Nitekim sonradan gelen
rimi. Temelde Eski Yunan-Roma kültür fılozoflar da devraldıkları bu kalıtı, salt
onamlannın kendine özgü koşullan için- koruyup kendinden sonraki kuşaklara ol-
de yeşerip gelişen, soru sormadan gidim- duğu gibi aktarmakla yetinmeyerek, çok
li usyürütmeye, uslamlamadan savlama- çeşitli yönlerde, olanca farklı vurgularla,
ya, temellendirmeden çürütmeye hemen alabildiğine değişik bağlamlarda geliştir­
her bakımdan Batı Felsefesi'nin köklen- mişlerdir. Öteki pek çok düşünsel değer
diği, bütün yönleriyle düşünme etkinliği­ bir yana, ilkçağ felsefesinin geriye kalıt
nin temı=Jlerinin atıldığı tarihin gerçek olarak bıraktığı, felsefe etkinliği bakımın-
ilkçağ felsefesi 730

dan kilit değeri bulunan konular arasında rüyle ters düşen çeşitli öğelerinhiç de
en önemlileri olarak şunlar sayılabilir: (i) azımsanamayacak denli büyük bir yer
"Saltık Gerçeklik", "sayılar", "tümeller", tuttukları görülmektedir. Sözgelimi Pla-
"Tann" gibi doğrudan algılanması ola- ton'un tümellerin tikellerden bütünüyle
naklı olmayan birtakım metafizik kendi- bağımsız varlıkları olduğunu ileri süren
liklerin varlıkbilgisel bakımdan çözümle- "Formlar Kuramı"; Aristoteles'in "De-
nip temellendirilmeleri; (ıi) usyürütme ile vinmeyenDevindirici" olarak Tanrı tasa-
uslamlamanın değerlendirilip açıklığa ka- rımı; "oluş" ile "devirıim"in, dolayısıyla
vuşturulması; (ıiı) canlı ve canlı olmayan da her türden değişimin bütünüyle ola-
doğa dünyasının metafizik gerçekliğinin naksız olduğunu tanıtlamak amacıyla ge-
araştırılması; (iv) bilginin neliği bağla­ liştirilmiş "Zenon Açmazları"; iyi ile kö-
mında doğru bilgi ile doğru gibi görünen tü arasında Stoacılarca yapılan "Saltık
kanıları birbirinden ayırırken başvurula­ Ayrırnlar'' bunlardan yalnızca birkaçını
cak ölçütlerin belirlenmesi; (v) mutlu bir oluşturmaktadır.
yaşam yolunda bir bütün olarak iyi ya- Günümüzde her bakımdan "Batı Fel-
şam olanağının sorgulanıp vazgeçilmez sefesi Geleneği"nin ilk aşaması olarak
koşullarının saptanması; (vı) siyasal bir görülen "İlkçağ Felsefesi"nin ilk izleriy-
dizgenin doğasını tanımlamada başta a- le, kimilerine göre M.Ö. 1500 yıllarında
dalet kavramı olmak üzere onunla ya- Hindistan'da, kimilerine göreyse M.Ö.
kından bağlantılı bir dizi kavramın değe­ 1000 yıllarında Eski Mısır'da karşılaşıldı­
rinin çözümlenmesi. Bu başlıklardan da ğı savunulmaktadır. Ne var ki bugün için
açıklıkla görüleceği gibi, ilkçağ fılozo!lan hemen herkesçe benimsenen yerleşik
kendilerinden sonraki fılozotlar için salt görüş, ilkçağ felsefesinin asıl temellerinin
geliştirilmek üzere birtakım düşünceler çok büyük ölçüde M.Ö. VI. yüzyılda
ortaya koymakla kalmamışlar, metafizik, Eski Yunanlılarca atıldığı; daha sonra
varlıkbilgisi, mantık, etik ve siyaset felse- Roma'ya taşınarak burada yeni yönelim-
fesi gibi değişmez felsefe araştırmalarını ler doğrultusunda geliştirildiği; en so-
da verdikleri ilkörnekletle en iyi biçimde nunda da Orta ile Kuzey Avrup-a'dan
temellendirmişlerdir. Bundan da önemli- başlayarak bütün bir Avrupa'ya yayıldığı
si, açık bir zihinsel kavrayışı, önyargılar­ biçiminde özetlenebilecek bir tarihsel
dan bağımsız özgür düşünceyi, ayrım gö- gelişim çizgisi izlediği yönündedir. Öte
zetmeksizin ilkece her şeyi sorgulamayı, yanda Batı dışındaki kültür dünyalarının
öznel ve usdışı etmenlerden kurtarılmış söz konusu tarihsel dönem boyunca ö-
nesnel ve ussal bir tartışma düzlemini, zellikle "yaşam" ile "hakika t"in özü bağ­
salt uslamlama yoluyla düşünmeyi, her lamında önemli metıtfizik düşünceler or·
durumda en doğru düşünme yöntemi ile taya koymuş oldukları tarihsel bir gerçek
doğru bilginin neliğini araştırmayı, iyi ve olmakla birlikte, söz konusu kültürlerin
mutlu bir yaşam yolunda sürekli soruş­ "düşünme kipleri"nin Batı Ussallığının
turmayı felsefece düşünmenin olmazsa kavrayış çerçevesiyle bağdaşmazlıkları ge-
olmaz bileşenleri olarak kuşkuya yer bı­ rekçe gösterilerek bu düşünceler çoğu
rakmayacak bir sağlamlıkta kesinlemiş­ durumda felsefenin dışına yerleştirilmek­
lerdir. Temelde ortakgörüyle büyük bir tedir. Tartışmasız kendi içlerinde özel
uyum içinde ortaya konmuş düşüncele­ felsefe mantıkları bulunan bu etkinlikle-
rin tarihi olmasına karşın, ilkçağ felsefe- rin ilkçağ felsefesi içine dahil edilmeyiş­
sinin önemli bir bölümünde, kimi özel lerine, özellikle XX. yüzyılın ikinci yarı­
gerekçelerle temellendirilmiş değişik "dü- sında en üst düzeye ulaşan Batı Ussallık
şünce açmazları" bir yanda, içinden çık­ anlayışına yöneltilen son derece haklı e-
manın adeta olanaksız göründüğü "dü- leştirilerden yola çıkan değişik düşünür­
şünsel döngüler'' öbür yanda, ortakgö- lerce son derece önemli karşı çıkışlar dil-
731 ilkçağ felsefesi

lcndirilmiştir. Bilindiği üzere Batı'ya öz- nemini bütünüyle yitirirken, buna karşın
gü yerleşik felsefe tarihi bölümlemele- Stoacı etiğin temel tasarımlarının ne
rinde, başta Konfüçyüs ile Buddha gibi denli önemli olduklarının görülebilmesi
Uzakdoğu düşünürleri olmak üzere, ilk- için yaklaşık on sekiz yüzyıl geçmesi ge-
çağ düşünürlerinin çağdaşı Batılı olma- rekmiş, söz konusu Stoacı içgörülcrin
yan öteki kültürlerden düşünürlerin kimi felsefece değerleri ile içerimleriysc ancak
zaman adlaarun dahi geçmediği görül- XX. yüzyıl çağdaş felsefesinde geı:çek
mektedir. Buna karşılık, yapılacak çok anlamıyla görülebilmiştir. Ôte yanda, "ki-
daha küresel ölçekli bir ilkçağ felsefe şisel özdeşlik", "zihin ile beden ikiliği",
kültürleri bölümlemesiııde üç ana başlığa "birincil ile ikincil değerdeki sorular ara-
özellikle yer verilmesi çok daha gerçekçi sındaki karşıtlık" gibi modern felsefenin
görünmektedir: (i) Sami Uygarlıklarının değişmez araştırma konularının, ilkçağ
Felsefe Kültürleri; (iı) Hint-Avrupa Kö- felsefesinin düşünsel dağarında bulunma-
kenli Uygarlıkların Felsefe Kültürleri; yışları yine bir başka önemli felsefe tarihi
(ıiı) Uzakdoğu ile Güney Amerika Uy- gerçeğidir. Ancak kimi felsefe tarihçileri
garlıklarının Felsefe Kültürleri. Birinci bu durumu ya söz konusu modern fel-
başlık altında Farslar, Araplar, Babi1liler, sefe sorurılarından kimilerinin ilkçağ fel-
Asurlular, Ermeniler gibi değişik Mezo- sefesinde başka sorunlar adı altında in-
potamya uygarlıkları yanında, Hititliler- celenmiş oluşuyla ya da kendilerinden·
den Likyalılara, Urartulardan Frigyalılarıı daha temel sorunların altında bir biçim-
dek Anadolu'da kurulmuş irili ufaklı pek de yer aldıklarıyla açıklamaktadırlar. Ni-
çok uygarlığın düşünsel etkinlikleri bu- tekim bu bağlamda ilkçağ felsefesi ile
lunmaktadır. Kuşkusuz bu ilk başlıkta günümüz felsefesi arasındaki söyleşimin
yer alan ilkçağ uygarlıkları arasında her her zaman için yeni keşiflere açık oldu-
bakımdan felsefeye en büyük katkılan ğunu belirten söz konusu felsefe tarih-
yaparılar Farslar ile Araplar olmuştur. çileri, bu savlanna ana kanıt olarak, özel-
Ancak neresinden bakılırsa bakılsın bu likle modern felsefecilerce bütün bir ilk-
ilk başlıkta yer alan bütün uygarlıkların çağ felsefesi arılayışımızı baştan yapılan­
felsefeye yaptıkları katk:ılar, ikinci başlık- . dıran yaratıcı okumaları öne çıkararak,
ta yer alan Yunan ile Roma uygarlıklan­ felsefe tarihinin değişik dönemlerinde ilk-
nın felsefe kültürlerince gerçekleştirilen­ çağ fdscfesinin kavramsal çeı:çcvesi ile
lerle karşılaştırıldığında yok denecek ka- sorun örgülerine yönelik olarak ''yorum-
dar azdır. bilgisd buluş"lann aralıksız sürmekteli-
Daha ilk bakışta, ilkçağ felsefesinde ğini göstermektedirler. Ôtc yanda, baştıı
oldukça önemli yer tutan çeşitli fel~efe "ben sorunu" olmak üzere bütünüyle
izleklerinden kimilerinin daha sonra ge- modem felsefe bağlamında doğmuş kimi
len felsefe dönemlerinde ya bütünüyle felsefe sorunlarının ilkçağ felsefesinde
gündemden düştükleri ya da taşıdıkları sorun olmayışları ya da karşılık geldikleri
önemi büyük ölçüde yitirdikleri açıklıkla durumların sorun oluşturmayışlan, kül-
görülürken, buna karşı daha önceleri ö- türel, toplumsal ve tarihsel pek çok farklı
nemli olarak değerlendirilmemiş kimi iz- etmenlere bağlı olarak felsefe ile yaşamın
leklerinse ancak aradan yüzyıllar geçtik- geçirdiği derin başkalaşımla ilintili bir
ten sonra önemlerinin fark edilmiş ol- konudur. Ancak gerçek olan bir şey
ması üstünden atlanamayacak bir felsefe varsa, o da hem geçirdiği tarihsel evrim
tarihi gerçeği olarak kendisini göster- doğrultusunda felsefenin bugününü kav-
mektedir. Sözgelimi Sokraıes öncesi fel- ramak bakımından hem de bir bütün
sefenin en temel sorununa karşılık gelen olarak felsefe etkinliğinin inceliklerini ya-
bir şeyi oluştur.ın "ilk ilkenin maddi var- kalamak bakımından düşünüldüğünde,
lığı" sorusu daha sonraki yüzyıllarda ö- ilkçağ felsefesi üstüne araştırma yapma-
ilkçağ felsefesi 732

ıun her türden felsefe araştırmasının ol- lozoflanna oranla ortaçağ Aristotelesçi-
mazsa olmaz bir bileşeni olduğudur. lerinin payı daha büyüktür.
İlkçağ felsefesi çoğunlukla M.Ö. VI. Çeşitli felsefe tarihlerine bakıldığında
yüzyılın ortalarında yaşamış Thales ile açıklıkla görüleceği gibi, birbirinden de-
başlatılıyor olmasına karşın, Yunanlılar ğişik başka bölümlemeler de yapılıyor
genellikle M.Ô. 700'lü yıllarda yaşamış olmakla birlikte, gerek birtakım haklı fel-
Homeros'u ilk büyük düşünürleri olarak sefi nedenlerle gerekse sağladığı bölüm-
görmektedirler. Bununla birlikte, Platon leme kolaylıkları nedeniyle ilkçağ felse-
da dahil olmak üzere, ilkçağ felsefesinin fesi geleneksel anlamda dört ana döne-
Aristoteles'e gelene dek geçen bölümün- me ya da evreye ayrılarak incelenmekte-
deki filozofların, kendi dönemlerinin ma- dir. (i) M.Ö. VI. yüzyd ile M.Ö. V. yüzyd
tematik ile tıp alanlannda olduğunun ter- arasında, Miletli Thales ile başlayıp Sok-
sine, üst düzey teknik bir dil üstüne ku- rates'e dek süren, "evrenbilgisi" ile "do- .
rulu özel bir "terimbilgisi" geliştireme­ ğa bilimleri" ağırlıklı sorular temelinde
dikleri görülmektedir. Kuşkusuz bu du- doğa felsefesi egemenliğinde geçen Sok-
rumun başlıca nedenlerinden biri, felse- rates Ô11çen FiloZfiflar Dö11emi ya da Sokm-
fenin daha önceki dönemlerden gele- tes Ô11tr.ri Doğa Felsefesi Dönemi; (ıı) M.Ö.
nekler yoluyla taşınagelen yerleşikleşmiş V. yüzyd ile M.Ö. IV. yüzyd arasında, üç
söylensel öğelerden kendisini bütün bü- büyük Yunan filozofu Sokrates, Platon
tün sıyıramamış olmasıdır. Nitekim ge- ve Aristoteles tarafından metafizikten e-
nelde felsefenin, daha özeldeyse ilkçağ tiğe, bilgi felsefesinden varlıkbilgisine, si-
felsefesinin sözdağarcığııun oluşumunda yaset felsefesinden mantığa dek hemen
asd önemli katkılar, Platon'un öğrencisi bütün felsefe dallannda çeşitli düşünce­
Aristoteles ile ondan daha sonra gelen lerin ortaya konduğu, bugünkü anlamda
Stoacı filozoflarca yapdmıştır. Burada al- felsefenin dizgesel temellerinin atıldığı
tı koyuca çizilmesi gereken önemli bir İlk;ağ UsptlNk Felsefesi DÖl1efllİ ya da İlkçağ
nokta, M.Ö. I. yüzyddan itibaren Lucre- Usptlan Diınemi: Sokrates, P/01011, Aristote-
tius, Cicero, Seneca, Autelius gibi kimi le.r, (ıiı) M.Ö. IV. yüzyılın sonlarında A-
Romalı filozofların, büyük Yunan filo- ristoteles'in ölümüyle başlayıp M.S. III.
zoflarının düşünceleriyle girdikleri etki- yüzyda gelinene dek süren, daha çok ah-
leşimden aldıkları büyük esinle kendi öz- lak felsefesini ilgileiıdiren pratik yaşam
gün yapıtlanru Yunanca yazmak yerine sonınlannın öne çıktığı "Stoacılık", "Epi-
Latince yazmayı yeğlemiş olmalarıdır. Ni- kurosçuluk", "Sokratesçilik", "Platoncu-
tekim ilerleyen yüzyıllarla birlikte, Y u- luk", "Kuşkuculuk" gibi deği~k felsefe
nanca'ıun felsefe dili olmııdııki kııyıtsız ~nlayışlarının egemenliğinde geçen Felsefe
koşulsuz egemenliği kırdmış; özellikle O!eN/lan Dömmi ya da Aristotelu S 011rası
ortaçağ felsefesinden başlayarak Yunan- Felsefe A11itgışlan Dö11emi; (iv) III. yüzyd-
ca aşama aşama Latince karşısında geriye da başlayıp VI. yüzyılın ortasına dek sü-
düşmüştür. Ancak yine de, XVII. yüz- ren, büyük ölçüde ''Yeni Platonculuk"
ydda yerini bütün bütün Latince'ye bıra­ akımının belirleyici olduğu GiZ!mt:i Felsefe
kana dek, Eski Yunanca felsefe dili ola- Döttemi ya da Y mi Plato11m Fi"1Zf!Jlar Dö-
rak varlığını sürdürmeyi bir biçimde ba- 11emi.
şarmıştır. İlk bakışta günümüzde felse- . I. Sokrates Ô11trli Doğa Felsefesi Dö11emi:
fenin pek çok terimi Latince'den geliyor İlkçağ Yunan Felsefesi'nin başlangıç nok-
gibi görünmesine karşın gerçekte bunla- tasıru, fiziksel dünyanın görünüşlerinin
rın çok büyük bir bölümü kökence Yu- gerisinde yattığı varsayılan "ana ilke"nin
nanca olan kavramların Latinceleştiril­ (!ar/ehe) gerçek doğasının us yoluyla kav-
miş biçimleridir. Yunanca kavramların ranmasına yönelik doğa felsefesi soruş­
Latinceleştirilmesinde ilkçağın Romalı fi- turması oluşturmaktadır. Nitekim "Sok-
733 ilkçağ felsefesi

rates Öncesi F'ılozoflar"daki ilk biçimle- üzerine düşünmenin önüne geçtiği gö-
rine bakıldığında, felsefenin doğa felse- rülmektedir.
fesiyle birbirlerinden ayrılamayacak denli İlkça.ğ felsefesinin Sokratcs Öncesi
içiçc geçmiş bir bütünlük seıgilediği gö- Felsefe diye adla.ndınla.n bölümüne iliş­
rülmektedir. Sözgclimi bu bağlamda tan- kin genci a.nla.yı,.ımız, hem bu dönemde
nsallık ile insan tinine ilişkin düşünceleri, yaşamış tilozoflann günümüze ulaşmayı
varlığın gizemi ile maddesel değişimin başarmış kendi yazılarına. hem de daha
oluşumuna yönelik düşüncelctden ayu- sonraki dönemlerde yaşamış değişik dü-
mak neredeyse olanaksızdır. Felsefenin şünürlen:e Sokrates öncesi filozofların
Eski Yunan'da doğmasının hem felsefi düşüncelerine yapılan göndermelere da.-
hem de felsefi olmayan pek çok nedeni yanmaktadır. Bu dönemin ilk büyük fi-
olmakla birlikte, bunlar arasında dinsel, lozofla.n Thales, Anaksimandros ve A-
tanrıbilimsel ve söylensel açıklamaların naksimenes, günümüzde Türkiye'nin sı­
bütün bütün bırakılarak, doğal dünyanın nırlan içinde kııla.n Ege kıyılannda. ku-
illreleri ile yasalarının neler ola.bileceğine rulu İyonya. bölgesindeki Milet kentinde
yönelik olarak derinden uyanan doğal yaşamışlardır. Bu yüzden bu üç düşünü­
merakla birlikte, doğanın yine doğanın rün felsefeleri kimileyin Mi/et Olc111N, ki-
kendisiyle a.çıkla.nma.sına yönelik düşün­ mileyin de ~'!1" OlcNIR başlıklanyla. da
me isteğinin ağır basmaSlrun ayn bir yeri anılmak.ta.dır. Sokrates öncesi filozofların
bulunmaktadır. Felsefe tarihçilerinin ö- temel ilgi a.la.nını, fiziksel dünyanın kö-
nemli bir bölümü, Sokra.tcs öncesi ya- keni ile bütün fiziksel görünüşlerin ar-
şamış düşünürleri, özellikle felsefece dü- dında bulunan ana maddenin neliği so-
şüncelerinin genel yapısı göz önünde bu- rusu bağlamında doğada yer alan düzen-
lundurulduğunda., birer filozof olarak liliklerin araştırılması oluşturmaktadır.
görmekten çok "bilgin'', "alim", "bilge" Bu dönemin belli başlı dü~ünürleri, özel-
ya da "doğa felsefecisi" diye anmanın likle Thales tarafından geliştirilen "ark-
daha doğru bir tutum olduğunu savun- he" ta.sarımı doğrultusunda, doğada va-
maktadırlar. İlkça.ğ felsefesinin ilk filo- rolan fiziksel nesnelerin va.rlıkla.nnı da-
zoflannca ortaya konmuş düşünceler ço- yandırabilecekleri "ilk ilke"yi ya da "ana
ğunluk "cvrenbilgisel" doğalanyla. dikkat ma.dde"yi temellendirmeye yönelik bir
çekiyor olsalar da, özdlikle Sokra.tcs'in felsefe çerçevesi içerisinden düşünmüş­
felsefenin akış yönünü büyük ölçüde lerdir. Felsefe tarihine Milet Okulu Filo-
ahliksal ve siyasal sorunlara doğru de- zoflan ya da İyonyalı İlk Fılozofla.r diye
ğiştirmesine gelene dek, pratik yaşamı geçen bu ilk tilozoflann, felsefece dü-
yakından ilgilendiren konular üstüne de şünmenin temdlerini atmaları bağlamın­
önemli içgörülcr sundukları üstünden a.t- da geı:çekleştirdikleri en büyük haşan,
la.na.ma.ya.cak bir gerçektir. Yine bu bağ­ doğada.ki görüngülerin gerçekliğini söy-
lamda. belirtilmesi gereken bir başkıı ö- lenbilgisel öykülere yer etmiş usdışı ·iz-
nemli nokta da Yunan halkının dağınık leklere başvurmadan, tannbilimsel yak-
yaşa.mı bırakarak da.ha çok kentlerde la.şımlann gerçek dışı açıklama. öğelerine
toplanma.ya ba.şla.ma.Slrun, fclscfenin do- gitmeden, salt "bilimsel" açıklamalarla.
ğa sorunlarından yaşam sorunlarına. ge- sorgula.maya. çalışmak gibi oldukça kes-
çiş olarak anlatıla.bilecek temel ilgi kınl­ kin bir adımı atabilmiş olmalarıdır. Nite-
masında. oldukça önemli bir etkisi oldu- kim bu bağlamda. "maddenin ya da mad-
ğudur. Öyleki, birlikte ya.şama geçilmiş denin tözsdliğinin sürekliliği", "dünya-
olma.sının üzerinden çok geçmeden, top- nın doğal evrimi", "niteliğin niceliğe in-
lumsal yaşam, hukuk, yurttaşlık değer­ dirgenmesi" gibi önemli konularda yarı
leri, toplumsal uzlaşılar gibi konular üze- felsefi yan bilimsel ilkeler bulgulayıp
rine düşünmenin aşama aşama salt doğa bunlann doğrulukla.nnı kendi içinde tu-
ilkçağ felsefesi 734

tarlı uslamlamalarla tanıtlama>ı başar­ bu olumlu özelliğinden yararlanan Tha-


mışlardır. les, buharlaşma ile katılaşıp donmayı do-
Tarihsel kayıtlara göre adı gerçek an- ğadaki bütün nesneler için geçerli evren-
lamda ilk filozof olarak geçen Miletli sel süreçler olarak görmüştür. Otc yan-
Thales, İlkçağ Yunan fclsefesi'nin, dola- da, tarihin bilinen ikinci filozofu Thales'
)'lsırla da tarihin ilk felsefe okulunu in öğrencisi Miletli Anaksimandros, va-
"Küçük Asya" diye bilinen bölgenin İ­ rolan bütün her şeyin kendisinden türe-
yonya kıyısındaki Milet kentinde kur- diği "ilk ilke"nin ı.,rürünmeyen, dokunu-
muştur. Kendinden sonraki kuşaklarca lamayan, algılanamayan sonsuz bir töz
Yunanistan'ın "Yedi Bilge" kişisinden olması gerektiğini düşünerek, ilk ilkeyi
biri olarak nitelenen Thales, felsefe ya- apeiron, yani sınırsız olarak temellendir-
nında gökbilim, fizik, havabilim gibi do- miştir. Anaksimandros'un "sınırsız" ola-
ğa felsefesinin daha pek çok alanında ol- rak arkhe tasanmı, Thales'in "su"yundan
dukça önemli düşünceler ortaya koy- çok daha yüksek düzey bir metafizik so-
muştur. Thales, doğa felsefesindeki ba- yutlamaya karşılık gelmesi bakımından
şarıları bir yana, hem tarihin ilk bilimsel olduğu kadar, modem bilimin sınırsız
ycrsarsınası açıklamasını sunması bakı­ evren tasanmını daha ilkçağ felsefesinin
mından, hem de güneş tutulmasını ön- başındayken öncelemesi bakımından da
ceden kestirmeyi başaran ilk bilgin ol- bir o cjenli büyük önem taşımaktadır. A-
ması bakımından da aynca önemlidir. naksimandros, apeiron'un hem "bengiscl"
Kuşkusuz Thales'in gerçek anlamda ilk hem "başsız sonsuz" hem de "yok ol-
Yunan filozofu olarak görülmesinin baş­ maz" olduğunu ileri sürerek, yine meta-
lıca nedeni, "Dünyanın temelini ne oluş­ fizik bakımından yüksek bir ı.,renellemeye
turmaktadır?", "Dünyanın kaynağı ya da konu tarihin bilinen ilk felsefe kategori-
kiikeni nedir?" türünden nelik bildiren lerini temellendirmeyi de başarmıştır. Ay-
felsefe sorulannı ussal bir yanıt arayışını nca Anaksimandros sonu gelmez devi-
olanaklı kılacak biçimde sorabilmiş ol- nimin dışında sıcaklık, soğukluk, ıoprak,
ması, buna bağlı olarak da sorduğu so- hava, ateş, su gibi birbirine yakın tözle-
rulara siiylenbilgiscl etmenlerden bağım­ rin sürekli olarak evrildiklerini, buna
sız olarak salt doğaya dayanarak kendi bağlı olarak da çeşitli nesneler ile orga-
içinde manuklı bir açıklama getirebilmiş nizmaları meydana ı,rctirerek dünya)'! du-
olmasıdır. Bu bağlamda Thales, doğa­ yulur kıldıklarını ileri sürmüştür. Anaksi-
daki alabildiğine geniş bir çokluğa ve çe- mandros, söz konusu biçimlerin birbir-
şitlili~ kunu bütün görüngülerin tek bir lerini her durumda denge ile oran ilkele-
tözün yani "su"yun değişik biçimleri ol- rinin clile gelcliği "adalet" yasası ur:ınnca
duğunu ileri sürmüştür. Hiç kuşkusuz değiştirip dönüştürdüklerini düşünmüş­
Thales'in ilk filozof olarak ı,rerçek önemi, tür. Buna karşı, Miletli filozoflar kuşağı­
verdiği yanıttan çok dünyanın kökeni ile nın üçüncü ve sonuncu düşünürü Anak-
her şeyin gerisinde yatanın ne olduğunu simenes, ilk ilkenin hergünkü doğal dün-
araştırmayı olanaklı kılan üst düzey bir yada bulunan bildik maddesel bir tiiz
soyutlamaya konu "arkhe" tasanmına u- olması ı,rerektiği yollu Thales'in varsayı­
laşabilmiş olmasında yatmaktadır. Doğa­ mına geri dönerek, su yerine arkhe'nin
daki dört temel öğeden "su"yu ilk ilke "hava". olduğunu öne sürmüştür. Anak-
olarak belirlemesinde, suyun değişik bi- simenes, şeylerde görünen değişikliklerin
çimlere gi"rebilmesine bağlı yüksek "dö- havanın "seyrelmesi" ya da "yoğunlaş­
nüşürlük" özelliğinin doğadaki çeşitliliği ması" yoluyla gerçekleştiğine yönelik a-
açıklayabilmek açısından sunduğu ola- çıklamasıyla, fizik bilimlerinin temelinde
nakların payı büyüktür. Nitekim suyun yatan niceliksel farklılıklan niteliksel fark-
doğadaki çeşitliliği açıklama karşısındaki lılıklarla açıklama yönteminin ilk uygula-
735 ilkçağ felsefesi

ı1cısı olarak tarihe geçmiştir. iizdeş olarak varolurken, iibür yandan


Bu ilk kuşak Sokrates öncesi filozof- kendisiyle özdeş olmayan bir biçimde
lardan sonra ortaya çıkan Anaksagoras, varolarak açık bir mantıksal ya da var-
Herakleitos, Empedokles, Demokritos, lıkbilgisel çelişiklik durumu oluşturmak­
Pythaı.,•orasçılar gibi ikinci kuşak Sokra- tadır. Buna göre evrenin temel varlıkbil­
tes öncesi filozoflar, kendilerinden önce gisi ilkesi oluş, varolan her şeyin aynı an-
biçimlenen temel felsefe ilgileri yanında, da hem kendisi olduğunu hem de ken-
insan tininin doğadaki yeri gibi çok ö- disi olmadığını bildirmektedir. Kendi i-
nemli bir araştırma konusunu felsefenin çinde çelişik gibi görünen bu durum en
gündemine soktuktan gibi, değişim ile iyi anlatımını, Herakleitos'un "aynı ne-
durağanlık aynmı temelinde uzun yüz- hirde iki kez yıkanılmaz" tümcesinde bul-
ııllar filozoflan uğraştıracak "varlık ile maktadır. Yükseliş ile düşüşün bu ne-
oluş" sorununu son derece büyük bir denle bir ve aynı şey olduğunu savunan
başanyla dile ı.,rctirınişlerdir. Nitekim ilk Herakleitos, tinin kuşkuya yer bırakma­
üç doğa filozofunun ardından gelen E- yacak bir açıklıkta su ile ateşin ideal bir
fcsli 1-lerakleitos, kendinden önce baş­ karışımı olduğunu düşünmüştür. Dönem-
lamış bulunan ilk ilkenin neliğine yönelik daşı öteki filozofların düşüncelerine gön-
temel arayışa "ateş" yanıtıyla katılmıştır. dermede bulunarak, durağanlığın ya da
!sınmanın maddede genleşmeye, yani varlığın değişmeden kaldığını düşünme­
dej!;işime yol açtığını görmesiyle bir an- nin yanılsamadan öte bir değeri bulun-
lamda "modern enerji kuramı"nı da ön- madığını, tek gerçek olanın evrensel akış
celeyen 1-lcrakleitos, bütün evrenin ara- yasası uyarınca •logos'un olmakta oluşu
lıksız bir "akış" içinde olduğunu savun- olduğu sonucuna varmıştır. Kimileyin
muştur. Bu kesintisiz akış içinde nesne- "değişmeden kalan tek şey değişimdir"
lerin ya da tö:ı:lerin "karşıt ilkelerin birli- basmakalıp sözüyle popülerleştirilen He-
ği" yasası temelinde meydana geldikleri- rakleitos'un "oluş öğretisi"nde içerimle-
·ni ileri sürmüştür. Herakleitos'un "akış" nen doğanın yasalıın ile tannsal zihnin
kuramında, doğaları gereği bütünlüklü ya iizdeşleştirildiği logos tasarımı, Stoacı fel-
da birleşik şeylerin birbirine karşıt gö- sefenin tümtanncı tanrıbilimine, Spino-
rüngüler çokluğu oluşturacak biçimde 7.a'nın tümtanrıcı evren anlayışına, Niet-
sürekli bölünüp parçalanıyor olmaları, zsche'nin oluşu taçlandıran yaşam felse-
şeylerin "çöküş"üne yol açan "savaş" ile fesi yönelimli özdeyişlerine esin kaynağı
"nefret" dürtüsünün bir sonucuyken, olmuştur. ·
huna karşı "uyum" ile "barış" şeylerin İlkçağ felsefesinin Sokrates iinccsi
"yükselişe" geçmesinin, ılolayısıyla da felsefe evresinin bir başka önemli felsefe
yeniden bütünleşip birlik oluşturmaları­ okulu, felsefe tarihlerinde Eleacılık dive
nın başlıca nedeni olarak görülmektedir. geçmektedir. Kimileyin Elealılar ya da E·
Bu noktada Herakleicos, varolan "kar- lea Okulu deyişleriyle de anılan okul M.
şıtlar çokluğu"nun doğanın varolan bir- Ö. 560 ile 478 yılları arasında )'llşadığı
liği ile biicünlüğünü dağıtmaması için, sanılan Ksenophanes tarafından Güney
doğanın sürekli kendisini bir yandan bö- İtalya'nın Elea yiiresinde kurulmuştur.
lerken öbür yandan birleştirmeye çalıştı­ Ksenophanes, Parmenides, Elealı Ze-
ğını ileri sürmüştür. Herakleitos'un doğa non, Melissos gibi filozoflarla birlikte a-
kurı.,>usunda karşıtların varlığı, birbiriyle nılan Elea Okulu'nun ana sorunu, apriori
hep savaş içinde bulunan "yükseliş" ile düşünmeye dayanarak sonuna dek götü-
"düşüş" devinimleri arasındaki evrensel rülmüş bircilik doğrultusunda evrenin
ya da kozmik ayrım üstüne kurulu olarak temel dayanağını ortaya koymaktır. Gü-
tasarlanmıştır. Bu yüzden Herakleitos i- nümüze ulaşan fragmanlarından da açık­
çin bütün her şey bir yandan kendisiyle lıkla görüleceği üzere, Ksenophanes ken-
ilkçağ felsefesi 736

dinden önceki Yunan ozanlanrun hem ğişmekte oluşunu savunan Heraklcitos'


çoktanrılı inançlanru hem de ölümlü in- un tam karşısına yerleştirmiştir. Parme-
sanoğullanrun taşıdığı birtakım özellikle- nides, ortaya koyduğu bu düşüncelerle,
re öykünerek sunduklan insanbiçimci be- kendinden sonra gelen Yunan felsefele-
timlemelerini ağır bir dille yermiştir. Bu rinde etkilerini açıklıkla gösteren "idea-
noktada çoktanncı "insanbiçimcilik" an- lizm" anlayışının önünü açıruşur. Öte
layışına bütünüyle karşı çıkan Ksenop- yanda Pamıenides'in öğrencisi bir başka
hanes, bu anlayışın yerine insan doğasına önemli Elealı filozof Zenon, hocasının
bakarak kavranması olanaklı olmayan, varlığın birliği, tekliği ve değişmezliğine
dünyadaki bürün herşeyin altında yatan, yönelik savlarını temellendirmek ama-
onlan birarada tutan tektanna bir tann ayla tarihe "Zenon Açmazlan" diye ge-
anlayışının doğruluğunu savunmuştur. çen bir dizi düşünsel açmaz durumu dil-
Ayrıca Ksenophanes, Tann'nın bcngisel lendirmiştir. Bu açmazlar doğrultusunda
bir birliği bulunduğunu, evrenin en ufak Elealı Zcnon, gerçekliğin değişmesinin,
noktasında dahi varlığını duyurduğunu, devinmesinin, hele de bir çokluktan o-
evrende olan biten her şeyi düşüncesiyle luşmasının savunulamaz olduğunu ileri
yönettiğini belirtmiştir. Felsefe tarihinin sürerek, değişim, devinim ve çokluk dü-
iki önemli yaklaşımı "Bir Öğretisi" ile şüncelerinin daha baştan ilkece olanaksız
''Tümtannalık" anlayışının atası olarak olduklarını, bunlann yol açtığı değişik
da görülen Kolophonlu Ksenophanes mantıksal açmazları gündeme getirerek
eliyle orta ya atılım çeşitli felsefi kavram- göstermeye çalışmıştır. Zcnon'un ortaya
lar ile görüşler, çok geçmeden öğrencisi koyduğu bu düşünsel açmazlar, felsefe
Pamıcnides tarafından derinleştirilip diz- tarihinin çeşitli dönemlerinde pek çok
gesel bir yapıya kavuşturulmuştur. Par- düşünürün ayrı bir dikkatini çekmiş, bu·
menides, hocasının bu düşüncelerinin i- bağlamda açmazlan ortadan kaldırmak
zinden yürümekle birlikte felsefece te- amacıyla sayısız çözüm önerisi getiril-
melleri son derece sağlam bir "Birci Var- miştir. Elealılar'ın mantıksal tutarlılık dü-
lık" anlayışı geliştirmiştir. Pamıcnides 'e şüncesine bu denli büyük bir önem gös-
göre, dünyadaki devinim görünüşlerine termeleri, ilerleyen dönemlerde mantık
ilişkin algılar da, birbirinden ayn nesne- biliminin, özellikle de Aristotcles Man-
lerin varlığına duyulan inanç da bürü- tığı'nın doğumunu hazırlamıştır.
nüyle bir yanılsamadır. Bir başka deyişle, İlkçağ Yunan Felsefesi'nin Sokrates
hem değişim hem de çokluk salt bize öncesi evresinde oldukça etkili bir ko-
doğru göründüklerinden ötürü doğru sa- numda bulunan bir başka felsefe okulu
nılmaktadırlar. Oysa, bürün bu görünen- f'ythll!flrtt!pble, daha ilk bakışta İyonya 0-
lerin gerisinde ne oluşa ne de çokluğa kulu'ndan çok daha dinsel ve gizemsel
konu olmadan varolan, hiçbir koşulda öğretileriyle dikkat çekmektedir. Güney
bölünmeyen, değişmeyen, olduğu gibi İtalya'daki Kroton (Crotone) yöresinde
kalan bir varlık durumu bulunmaktadır. kurulan okulun ilk kurucusu, okula adını
Pamıcnides, bu saptamasından yola çı­ da veren, çoğu yerde M.Ö. 580 ile 500
karak, değişime ya da çokluğa yapılan yıllan arasında yaşadığı bildirilen Pyıha­
her rürden felsefi içerikli göndermenin goras'tır. Pyıhagoras, kimi kaynaklara
kendi içinde çelişki içermek zorunda ol- göre "bilgelik sevgisi" anlamına gelen ve
duğunu savlamıştır. Varlığın varolduğun­ felsefeye adını veren philosophia sözcüğü­
dan başka hiçbir uslamlamanın doğru ve nü tarihte ilk kullanan düşünürdür. Dü-
geçerli bir biçimde ortaya konmasının şünceleri çok büyük ölçüde ilkçağ Yu-
olanaklı olmadığı sonucuna vararak, var- nan söylenbilgisinden derin izler taşıma­
lığın değişmezliği üsrüne kurulu kendi sına karşın, Pythagoras 'ın salt söylenscl
düşünsel konumunu, varlığın hep de- öğclerle bezeli bir açıklama aşamasında
737 ilkçağ felsefesi

kalmayar.ık, bilimsel düşünmeye ayn bir oluştuğunu savunarak, "ilk ilkc"nin neli-
değer ve ilgi göstermiş olması düşünce­ ğini doğada bulunmayan bir öğeyle, za-
lerinin ayırt cclici bir özelliğidir. Pythago- man ile uzamdan bağımsız matematik
rasçılık diye adlandırılan felsefe dizge- kcndilikler alanıyla açıklamışlardır.
sine çok genci olarak bakıldığında, etik., İlk.çağ felsefesindeki öncrnli felsefe
doğaüstü ve matematik.sel görüşlerle i- konumlarından biri de, İyonyalı filozof-
nançların tinsel bir yaşam anlayışı çerçe- lann tek bir tözün varolduğuna yönelik
vesinde biraraya geldik.leri görülmekte- temel varsayımlanna karşı, birden çok
dir. Nitck.im ruhun (tinin) bedenin tut- tözün varlığını tanıtlamak amaayla ilk.in
sağı olduğunu düşünen Pythagoras ile Empcdokles tarafından ortaya atılıruş
izleyicisi önde gelen Pythagorasçılar, ö- Çokpl/11k anlayışıdır. Varolan bütün her
lümle birlikte ruhun yalnızca belli bir sü- şeyin birbirlerine hiçbir durumda indir-
reliğine bağımsızlığına kavuştuğuna, son- gcrımcsi olanaklı olmayan "hava", "su,"
ra yeniden daha yük.sek ya da daha alçak "toprak." ve "ateş"tcn oluştuğunu ileri
bir yaşam biçimine geri döndüğüne i- süren Empcdoklcs, biribirine bütünüyle
nanmaktadırlar. özellikle it.imi noktalar- karşıt sevgi ile nt.frtt duygulan araalığıyla
da tam bir gizliliğin esas olduğu tarik.at bu dört temel öğenin birbirleriyle birle-
havası uyandıran bir yapılanmaya konu şerek ya da birbirlerinden uzaklaşarak
Pythagorasçılık.ta, "ruh göçü inana"nın dünyada bilinen nesneleri oluşturdukla­
c:'"palingtnt.ris} her bakımdan ayrı bir yeri rını dile getirmiştir. Sevgiyle bir araya
ve önemi bulunmak.tadır. Pythagorasçı­ gelme, buna karşı nefretle birbirinden u-
lar, ruhun yeryüzünde gerçekleştirdiği er- zaklaşma süreçlerine dayalı olarak. dün-
demli yaşama ölçüsüne göre ölümden yanın "kaos"tan düzen kazandığını ama
sonra dünyaya yeniden dönüldüğüne i- günü geldiğinde yine ."kaos"a geri döne-
nanmalanna bağlı olarak, yeryüzündeki ceğini savunan Empedokles, bunun ken-
ömürlerini nasıl geçirmeleri gerektiği ko- disinden kurtulunması olanaklı olmayan,
nusuna hep ayn bir özen göstermişler; tanrısallığa konu beııgisel bir döngü ol-
özellikle belli noktalarda çileci bir yaşam duğunu belirtmiştir. Aynca Empcdoklcs,
tarzını aratmayacak. belli yasak.lar ile ku- söz konusu bcııgisel döııgüyü dinsel iba-
rallan benimsemişlerdir. İnsanın en yük- detin ana nesnesi olarak. değerlendirerek,
sek arnaarun düşünsel erdemleri olabil- kişileştirilmiş tannsallıklarla beslenen po-
diğince keskinleştirerek ruhunu çirkinlik- püler halk inancını son derece kesit.in
lerinden arındırmak. olduğunu ileri süren tümcelerle yermiştir. İlk.çağ Yunan Fel-
Pythagorasçılık, bu bağlamda dünyevi ke- sefcsi'nin "Sokrates öncesi" bölümünde
yifler ile duyusal hazlardan uzak durarak yer alan bir başka öncrnli çokçu filozof
çeşitli dinsel kuttörenler araalığıyla en Anak.sago[as, varolan bütün her şeyin
yüce tin değerlerinin yaşama geçirilmesi- yok olması olanaklı olmayan temel öğc­
nin hep en ön planda tutulmasının doğ­ lerden, daha açık bir deyişle sonsuz sayı­
ruluğunu savunmak.tadır. Bunun yanında daki "minik tanecikler"den meydana gel-
müzikte açık bir biçimde matematik. ya- diğini ileri sürmüştür. Evreni düzene ko-
salarının varlığını görmelerine bağlı ola- yan temel iikenin, yani tannsal us nous'un
rak, gezegenlerin devinimlerinin yalnızca bu temel öğeleri de en yetkin biçimde
Pythagorasçı eğitimi alıruş kulakların du- düzene koyduğunu düşünen Anaksago-
yabileceği özel bir gök.küre müziği ortaya ras, bu taneciklerin birleşerek bildiğimiz
koyduğunu ileri sürmüşlerdir. Matemati- nesneleri nasıl oluşturduklannı açıklaya­
ğin fizikten daha üstün olduğunu düşün­ bilmek amacıyla tarihin bilinen ilk "koz-
düklerinden bilimi bütünüyle matematik mik evrim kurarnı"nı geliştirmiştir. Buna
ile özdeş gören Pythagorasçılar, varolan göre, tanecikleri ayıranın ya da birleşti­
hcrşcyin sayılar ile geometri şekillerinden renin evrim sürecinin etlııin ilke'si olarak
ilkçağ felsefesi 738

bir "dünya zihni" olduğunu savunan A- rın oluşturdukları bileşimler arasındakini­


naksagoras, fiziksel olmayan bir ilkeyle teliksel farklarla açıklamaktadır. Demok-
varoluşun maddesel varlığını açıklama ritos, bitici, hayvan, insan gibi yüksek va-
yoluna giderek İyonya Okulu'nun felse- roluş biçimlerinin de yine aynı biçimde
fesinde önemli bir kınlmaya yol açmıştır. bütünüyle atornlann bu fiziksel nitelik-
Çoğulanrun gözünde Anaksagoras'ın ta- leri doğrultusunda kavranması gereğinin
necikler görüşü, modern bilimdeki a- altını çizerek, geliştirdiği atomcu kuramı
tomcu madde görüşünün ilk biçimi ola- ruhbilim, fizyoloji, bilgikurarnı, etik, hat-
rak değerlendirilmektedir. ta siyaset gibi çok değişik alanlara da uy-
Anaksagoras'ta ilk izleri görülen İlk­ gulamıştır.
çağ Aıo111&11iHğn anlayışı, oldukça önemli Hiç kuşkusuz ilkçağ Yunan filozof-
etkiler doğurmuş Sokrates öncesi döne- ları arasında üzerinde en çok durulanlan
min bir başka önemli felsefe hareketidir. düşünceleriyle yalnızca ilkçağ felsefesine
Atomculuk, en genel anlamıyla, bütün değil bütün bir felsefe tarihine damgasını
maddenin gözle görülemeyecek denli kü- vunnuş Platon ile Aristoteles olmasına
çük taneciklerden oluştuğunu, bunların karşın, felsefe tarihinin değişik dönemle-
arasındaki aynmlann bölünmesi olanak- rinde yaşamış filozoflarca hem Sokrates
sız yalınkat fiziksel niteliklerle belirlendi- öncesi fılozoflar üzerine hem de Aristo-
ğini savunmaktadır. Atomcu madde ku- telcs sonrası filozoflar üzerine kimileyin
ramının dizgeli bir biçimde temellerini a- hayranlığa varan çok daha canlı bir ilgi-
tan düşünürler arasında, çoğunluk M.Ô. nin duyulduğu görülmektedir. Kuşkusuz
V. yüzyılda yaşadıkları sanılan Leukippos ilkçağ felsefesinin onca fılozofu arasında
ile Demokritos adlan daha bir öne çık­ Platon ile Aristoteles adlanrun bu denli
maktadır. İlkçağ Atomculuğu'nda, nes- öne çıkmış olmasında, felsefeye yapuk-
nelerin en temel yapıtaşlan oldukları dü- ları katkılar ile doğurdukları sonuçlar ka-
şünülen atomlar, öteki nitelikleri bir yana dar, gerek kendiierinden önceki gerekse
küçük, sonsuz sayıda, nesnelerin yok ol- kendilerinden sonraki filozofların yapıt­
malarıyla yok olmayan; boyutları, biçim- larıyla karşılaştırıldığında, bu iki filozo-
leri ve ağırlıklan bakımından farklılık fun yapıtlarının görece çok daha eksiksiz
gösteren kendilikler olarak tasarlanmak- bir biçimde günümüze ulaşmış olmalan-
tadırlar. Atomlann bengisel olarak son- run da önemli bir payı bulunmaktadır.
suz boşluğun içine düşerken burada bir- Platon ile Aristoteles, birbirinden olduk-
birleriyle çarpışıp toslaşarak birleştikleri, ça farklı biçimlerde olsa da, felsefede
buna bağlı olarak da oluşturdukları farklı hem geriye dönük hem de ileriye dönük
türden değişik oranlardaki bileşimlerle balnşlanyla öne çıkmaktadırlar. Nitekim
dünyada algılanan alabildiğine değişik her iki filozof da kendilerinden önceki
nesneleri oluşturdukları düşünülmekte­ felsefe geleneğinin temel öğelerini içere-
dir. Bu noktada Demokritos, "varoluşun cek biçimde felsefe yapmaya ayrı bir ö-
bütün görünümleri kesin çizgilerle fizik zen göstermişlerdir. Platon'un geriye dö-
yasalannca belirlenirler" tümcesiyle tari- nük felsefe bakışı, daha çok kendinden
hin bilinen ilk belirlenimri maddea'li!e dü- önceki Yunan fılozoflarının düşüncele­
şüncesini dile getirmiştir. Maddelerin du- rine yapuğı izlenimci göndennelerde a-
yu organlannca farklı algılanmalarının al- çıklıkla görülürken, buna karşılık Aris-
tında yatan nedeni, birbirleriyle değişik toteles ise kendi düşünce yapısını besle-
bileşikler oluşturan atomlar arasındaki mek adına geçmiş felsefelere yaklaşırken
''ölçü", "konum'' ve "biçim'' farklarına çok daha kesin ve temellendirilmiş be-
bağlayan Demokritos, sıcaklık, soğukluk, lirlenimler doğrultusunda ilerlemeyi be-
tat, koku gibi değişik duyu organlarınca nimsemiştir. Bu anlamda, Platon olsun
algılanan değişik özellikleri dahi atomla- Aristoteles olsun kendi felsefelerinin süz-
739 ilkçağ felsefesi

gecinden geçirmek koşuluyla Sokrates dici uslamlama ve genel kültür alanların­


öncesi düşüncede felsefe adına değerli o- da ücretini ödemek koşuluyla sofistler-
lan ne varsa almayı bilmişlerdir. Nitekim den dersler almışlardır. Bu yüzden arala-
çoğularına göre, en az felsefenin kendisi nnda Yunan düşüncesine son derece bü-
denli önemli bir değeri bulunan felsefe yük katkılarda bulunmuş usta bilgeler ol-
tarihi bilinci de ilkin bu iki büyük filozo- masına karşın, "sofist" deyişi çok geç-
fun düşünme biçimleriyle filizlenmiştir. meden "halkavcısı" (demagog), "yanılt­
il. İlkfağ Uıpilllle Felsefesi Dö11emi: İlkçağ macı", "safsatacı" gibi niteleçlerle birlik-
felsefesinin ikinci ana evresi genellikle te anılan kötücül bir terim kimliğine bü-
Sokrates, Platon ve Aristotı:lesıe birlikte rünmüş, "sofistlik" sözcüğü de buna
anılıyor olsa da sofistlerce geliştirilen bağlı olarak, Batı dillerinde günümüze
"Sofist Öğreti" bu dönemin önemli bir kadar gelen olumsuz anlamını yüklene-
düşünsel konumu olarak göze çarpmak- rek ahlaksal bakımdan yapılan yanlışlık­
tadır. Eski Yunan Felsefesi'nin uslanmaz ları imler olmuştur. Sofıstliğe yönelik bu
haşan çocukları diye nitelenen s'!fistler, olumsuz yakıştırmaların dışında düşü­
bütünlüklü bir düşünce dizgesi ortaya nülmesi gereken ilkçağ felsefesinin tar-
koymamış olmalarına karşın, özellikle bel- tışmasız en değerli sofistlerinden Prota-
li yaşam sorunları ile durumları karşısın­ goras, "İnsan bütün her şeyin ölçüsü-
da takındıkları tutumlar ya da göster- dür" savsözüyle, kişilerin bütün konulan
dikleri yaklaşımlarla yalnızca ilkçağ felse- kendi başlarına kendileri için sorgulayıp
fesine değil bütün bir felsefe tarihine bir yargıya bağlamaya yönelik yetileri ve
damgalarını vurmuşlardır. Sofistler, bir haklan olduğunu savunarak oldukça ö-
yerden bir yere yolculuk ederek yaşayan nemli bir doğruyu dile getirmiştir. Bu
gezgin bilgeler olarak, konakladıklan yer- noktada b,elirtilmesi gereken önemli bir
leşim bölgelerindeki varlıklı insanların nokta, çoğu sofist düşünürün, gerek nes-
çocuklarına verdikleri dersler karşılığı al- nel bilgi olanağını yadsıma amacıyla sun-
dıkları parayla geçimlerini sağlamışlardır. duklan çürütmeleriyle gerekse insanın us
M. Ö. V. yüzyılın sonlarında çok büyük yoluyla enson anlamda bir doğruya ulaş­
ölçüde tanına dayalı monarşilerden tica- masının olanaksızlığını göstermeye yö-
retle uğraşan topluluklara dönüşen Yu- nelik bitip tükenmez kuşkuculuklanyla
nan kentdevletlerinin gelişiminde son dönemin büyük filozoflarıyla, özellikle
derece büyük bir rol o~ayan sofistler, de Sokrates ile ters düşmüş olmalarıdır.
başta retorik olmak üzere pek çok a- Kaynaklarda kendisinden sıkça söz edi-
landa dönemin filozoflarından hem daha len bir başka büyük sofist düşünür
profe~yonel hem daha donanımlı hem Gorgias, ortaya koyduğu ünlü uslamla-
de daha etkileyici *aura'lanyla dikkat çek- masında açıkça dilegelen değme bir so-
mektedirler. Yunan endüstrisi ile ticare- fıste özgü "açmaz aşkı" nedeniyle genel-
tinin patlama derecesinde büyük bir ge- likle yoksayıcılığın öncüsü olarak anıl­
lişme gösterişine bağlı olarak ortaya çı­ maktadır. Gorgias'ın kendisinden kurtu-
kan yeni zenginler ile ekonomik bakım­ lunması olanaksız görünen söz konusu
dan güçlenen tacirler, aristokratik eği­ açmazı üç önermeyle şu biçimde özetle-
timden yoksun olmaları gerçeğine karşın nebilir: (i) Varlık diye bir şey yoktur; (ıı)
siyasal erk talebinde bulunmaya başla­ olsaydı bile bilinemezdi; (ıiı) bilinebil-
mışlardır. Söz konusu bu yeni toplumsal seydi bile bir başkasına iletilemeıdi. So-
katmanın üyeleri, cahilleri aratmayacak fist felsefe anlayışında bilgi bütünüyle
denli eğitimsiz olduklarının ayırdına var- duyu algılarıyla özdeşleştirilmekte, buna
malarıyla birlikte, özellikle siyasal konu- bağlı olarak da ussal öğelerin varlığı ke-
larda kendilerini geliştirmek isteğiyle ka- sin çizgilerle yadsınmaktadır. Bu bağlam­
muya açık konuşma, geçerli, yani ikna e- da, sofistlerin gözünde duyu izlenimleri
ilkçağ felsefesi 740

kişiden kişiye değiştiğinden, eldeki nes- belik yapmaktadır. Nitekim diyalektiği


nenin olduğu gibi, yani "kendinde nes- "*doğurtma" sanatı/yöntemi olarak ni-
ne" olaralı: bilinmesi hiçbir durumda ola- teleyen Sokrates, yönteminin can alıcı
nalclı değildir. Öte yandan M.Ö. V. yüz- noktasının, diyalektik uygulanan kişiye
yılda Elisli Hippias, sofist bir düşünür kendisinin daha önce bilmediği bir şeyi
olmasına karşın genci sofist öğretinin öğretmekten özellikle kaçınarak, kendi-
bilginin olanaksızlığına yönelik temel sa- sinde zaten hep taşıdığı düşünceleri do-
vunusundan bütünüyle aynlmış; evrensel ğurtmak olduğunu özcllikle vurgulamış­
. geçerlilik taşıyan bilgi savlan ortaya koy- tır. Bu bağlamda Sokrates, kişinin bilgi
mak amacıyla hiç de küçümsenemeyecek sandıklannın eleştirel bir gözle tek tek
önemli çabalarda bulunmuştur. Doğa ya- çözümlenmesini, açık tanımlaana varıla­
sası tasanmıru ahlak alanının temeline na dek kavramların enine boyuna sor-
yerleştiren Hippias, bu bağlamda doğayı gulanmasını, yaşam sorunlarına ussal ve
toplumlara ya da dönemlere göre deği­ eleştirel bir bakışla yaklaşılmasını yaşamı
şen görece uzlaşılar ile tutumların bütü- pahasına ödün vermeden savunmuştur.
nüyle dışında tutarak, evrensellik düşün­ Sokrates insanların doğru sandıklan yer-
cesini korumaya ayn bir özen göstermiş­ leşik inançlar ile toplumsal değerleri sü-
tir. rekli sorgularken, kişiler üzerinde yol aç-
Sokrates geriye düşüncelerini kaydet- tığı rahatsızlığa bağlı olarak kendisini "at
tiği hiçbir yazı bırakmamış olsa da, sa- sineği"ne benzetmiştir. Sonunda ardı ar-
vunduğu temel öğretilerin ana bileşenle­ kası kesilmeyen eleştirel sorgulamaların­
rini başta Platon'un Dfyaloglm'ı olmak ü- dan büyük rahatsızlık duyan dönemin
zere değişik kaynaklarda bulmak olanak- seçkinleri tarafından, gençleri yoldan çı­
lıdır. Sokrates'in felsefeye yaptığı en bü- kardığı, gelenek ve görenekleri hiçe say-
yük katkı "adalet", "sevgi", "erdem", dığı, Yunan Tanrılan'na karşı suç işlediği
"kendini tanıma" gibi temel etik kavram- gerekçesiyle baldıran zehiri içerek ölme-
lar üstüne açtığı tartışmalarda sunduğu ye mahkıim edilmiş; bir anlamda felsefe-
çözümlemelerde yatmaktadır. Bütün kö- sinin bedelini yaşamıyla ödemiştir. Sok-
tücül eylemlerin kaynağında bilgisizliğin rates geriye dizgeli bir felsefe öğretisi bı­
yattığını savunan Sokrates, bilgiyi her rakmamış olmakla birlikte, bir yanda
durumda erdemli bir yaşamın önkoşulu sunduğu düşünme yöntemiyle, öbür yan-
olaralı: baştaa etmiştir. Olanalclı bütün da kendi yaşamıyla örneklediği yaşama
doğrular ile bilgilerin insanların kendile- fclscfesiyle belki de hiçbir felsefe öğreti­
rinde bulunduğunu, ama bunları düşün­ sinin bırakamayacağı denli derin izler bı­
celerini çalıştırmayarak unuttuklarını ileri rakmıştır.
süren Sokrates, bu arılamda bilginin de- Kuşkusuz "Sokrates öncesi" deyişin­
neyimle öğrenilmcyip doğuştan getirildi- de içcrimlenen anlamlardan ya da ay-
ğini düşünmüştür. Unutulmuş bu bilgile- nmlardan biri, Sokrates'in savunduğu te-
ri insana yeniden anımsatmak amacıyla mel görüşlerle dikkatleri doğadan "de-
tarihin bilinen ilk felsefe yöntemi djyaleAı­ ğerler alanı"na kaydıran ilk filozof ol-
tile'i geliştiren Sokrates, filozofun başlıca masından kaynaklanır. Ancak gerek dü-
amacının da bu yöntemi en etkin bi- şüncede gerekse eylemede meydana ge-
9rnde kullanarak insarılara kendileri için len bu kırılmanın oluşumunda, siyasal ve
kendi başlarına düşünmelerini öğretmek toplumsal başarıya giden yollarda gerekli
olduğunu belirtmiştir. Özünde sorulan yeti ve becerileri kazandırmak amacıyla
sorulara karşı alınan yanıtlar ile ilerleyen para karşılığı çeşitli dersler vererek geçi-
"diyalektik yöntem"de, fılozof sorduğu nen, baştan beri ahlfilr.sal konulara ayrı
sorularla konuştuğu kişiye bilip de u- bir ilgi duyan sofistlerin de en az Sokra-
nuttuklarını anımsatarak bir anlamda e- tes denli büyük katkıları bulunduğu açık-
741 llkçağ felsefesi

tır. Daha sonraki yüzyıllarda Sokrates'in felsefe okulunu kurduğu gibi, gerek dü-
kişiliğinde gövdelenen "filozof' karakte- şünsel gerekse yazınsal bakımdan kla-
ri, özellikle ahlaksal konularda sergilediği sikler arasında gösterilen Dfyalogları ka-
tutum nedeniyle felsefe tarihinde "filo- leme almışur. Platon, hocası Sokrate5'tcn
zofluk simgesi" olarak algılanacak denli aldığı esinlerin de yardımıyla, tartışmaya
baştacı edilmiştir. Nitekim Sokrates'in fel- açık olmayan yetkin bir dizgesel yapı ser-
sefi düşüncelerinden, sağlam etik kişili­ gilemiyor olmasına karşın etik, siyaset,
ğinden, düşünsel yeti ve becerilerinden fizik, metafizik, bilgikuramı, estetik ve
esinlenen pek çok düşünür, tarihin deği­ ruhbilim gibi değişik bilgi alanlarının bir
şik dönemlerinde kurulmuş çeşitli S okm- arada bulunduğu, etlı:ileri günümüze dek
terp Oht//ar'da biıaraya gelerek, Sokrates' uzanan bütünlüklü bir felsefe anlayışı ge-
in "sorgulanmamış yaşam yaşamaya değ­ liştirmiştir. Sokrates'tcn çok daha dizgeci
mez" sözünde en iyi anlatımını bulan ya- oluşuyla dikkat çeken Platon'un, özel-
şam felsefesinin inceliklerini araşttrmış­ likle hocasının ağzından yazdığı "önceki
lardır. Sokrates ile sofistler, Atina'yı Yu- dönem" diyaloglannın Sokratesçi felse-
nan Dünyası'nın, dolayısıyla da ilk.çağ fenin temel içgörülerinin açımlanarak
dünyasının felsefe başkenti yapmalanna sürdürümü olmaktan öteye geçemediği
bağlı olarak, gerek bu dönemin gerekse görülmektedir. Tıpkı Sokrates gibi etiği
bütün bir felsefe wihinin tartışmasız iki en yüksek bilgi dalı olarak düşünen Pla-
büyük filozofu Platon ile Aristoteles'in ton, erdemin düşünsel temelleri üstüne
yetişmelerine olanak sağlamışlardır. Sok- özel vurgularda bulunarak, son çözüm-
rates'in bütün yaşamı boyunca iyi yaşa­ lemede erdem ile bilgeliği özdeş olarak
mın doğasına duyduğu derin ve kesinti- değerlendirmiştir. Aynca doğa felsefesi,
siz ilgi, ilk.çağ felsefesinin insan bilgisi ile siyaset felsefesi, bilgikuramı, metafizik,
ussallığı üzerine genel bakışının biçimle- tannbilim gibi belli başlı felsefe alanlan-
nişinde son derece etlı:ili olmuştur. So- nın temel soru(n)larını araşurmış, bu so-
fistlerin "yıkıcı" kuşkuculuğunun tam ru(n)lar bağlamında bütün bir Batı Fel-
tersine Sokrates'in hep "yapıcı" bir kuş­ sefesi geleneğine gözardı edilemeyecek
kuculuk anlayışıyla felsefe yapması da değerde birtakım yanıt tohumları ile dü-
kendinden sonraki felsefe yöntemlerinin şünsel öğeler ekmiştir. Hiç kuşkusuz Pla-
gözardı edemeyecekleri bir esin kaynağı ton'un felsefesinin temelini İdtalar KN-
olmuştur. Nitekim Aristoteles, etik dü- rlllJll ya da öbür adıyla F(}f'fll/ar Öğretisi o-
şüncelerini ortaya koyarken gerek Sokra- luşturmaktadır. Platon, başta Devlet ile
tes'in kişiliğinden gerekse savunduğu gö- Pamımidlr adlı yapıtlan olmak üzere, di-
rüşlerden geniş oranda eıki!enetek "er- yaloglannın pek çoğunda "İdealar Ku-
dem etiği" diye adlandırılan önemli fel- raını"nı en ince aynntısına varana dek
sefe yaklaşımını geliştirmiştir. İlkçağ fel- temellendirmiştir. Buna göre varoluşu,
sefesinde yapılan ahl:ik felsefesinin en "düşünülür dünya" ile "duyulur dünya"
belirgin özclliği, sunulan etik çözümle- diye iki ayn metafizik alana bölen Pla-
melerin her durumda gerçek yaşam so- ton, bunlardan ilkinin yetkin, bengiscl,
runlanna uygulanarak değerlerinin sınan­ algılarla kavranması olanaklı olmayan,
masında kendisini göstermektedir. Bu salt düşünme yoluyla kendisiyle ilişkiye
anlamda ilk.çağ fdozoflan her türden ku- geçilebilen İdealar'ın ya da Fomılar'ın
ramsal ilgilerini sürekli pratik konularla gerçek dünyası olduğunu, buna karşı i-
ilişlı:ilcndimıeye ayn bir özen göstermiş kincisinin İdelar dünyasında varolan
olmaları bakımından bütünüyle Sokra- fomılann somut nesnelerde ömeklen-
tesçi felsefe ruhunun etkisi alundadırlar. mesiyle oluşan, yalnızca duyu organlan
Sokrates'in öğrencisi büyük Yunan aracılığıyla ilişkiye geçmenin olanaklı ol-
filozofu Platon, Ati na'da Akodtfllİa adlı duğu gerçek olmayan bir dünya oldu-
ilkçağ felsefesi 742

ğunu savunmuştur. Bu savunusuna bağlı ların mağaranın duvarlarına yansıyan ger-


olarak Platon, duyular dünyasında varo- çeklik gölgeleriyle yetinmek durumunda
lan ağaçların, insan bedenlerinin, bütün kalacaklarını öne sürmüştür. Felsefe ta-
öteki cisimlerin yalnızca duyularla bili- rihine mal olmuş bu *mağara benzetme-
nebilir olduklarından İdealar Dünyası'n­ si'nden hareketle Platon, filozofu ne pa-
daki gerçek formların birer kopyası ya hasına olursa olsun ayağına bağlı aidatta
gölgesi olmaktarı öte bir değerleri bulun- dünyanın zincirlerini kuabilecek, bilgisiz-
madığını ileri sürmüştür. Platon'a göre, lik mağarasının dışına çıkıp gerçek dün-
düşünülebilecek en yüksek bilgi ölçünü, yayla hemhal olabilecek tek kişi olarak
bütün gerçek nesnelerin çelişkiye düş­ betimlemiştir. Buna göre Platon'un ben-
meksizin tarıımlarıabilir olmalarıdır. Oy- zetmesinde gerçek filozofun konumu,
sa duyular yoluyla algılanan nesnder sü- hem İdealar Dünyası'nın gerçeklik bakı­
rekli değişime konu olduklarından, bun- şına ulaşabilme yetisi taşımasıyla hem de
lar üzerine belli bir zamanda verilen yar- bu dünyanın göz kamaştırıcı ışığına göz-
gıların doğrulukları aradan geçen süre lerini açıp bakabilmesiyle özel bir varo-
boyunca çoktan değişime uğramış olabi- luş aşamasını anlatmaktadır. Platon'un İ­
leceğinden bir ~ka zamanda aynı doğ­ dı:alar Kuramı ile usçu bilgi anlayışı, etik
ruluğu taşırnayacaklardır. Bu noktada Pla- görüşleri için temel dayanak noktası ol-
ton, gerçek olanın her durumda doğası duğu gibi toplumsal idealizm yaklaşırru
gereği değişmeden kalan, durağan, sabit için de temel oluşturmaktadır. Nitekim
bir doğruluğu olmak durumunda oldu- bütün ı:lavranışlar ile eylemleri etik ba-
ğunu ileri sürerek, gerçekliğin dünyasını kımdan değerlendirirken kullanılacak i-
varlığın oluştan bağımsız dünyası ile öz- deal ölçütlerin belirlenişinde başvurula­
deşleştirirken, gerçek olmayanın dünya- cak gerçek adres yine bengisel İdealar
sını ise oluşun fiziksel dünyasıyla bir Dünyası'dır. Bu anlamda Platon'a göre,
görmüştür.Platon'un gözünde duyu nes- duyusal hazların peşinde koşmak yerine
nderi hiçbir bakımdan gerçek olmadık­ ussal ilkelere dayalı gerçekliğin izinden
ları için bu tür nesnderin deneyiminden yürüyerek felsefece yaşayan insan, gerek
türetilmiş inanç ya da kanıların, matema- kişisel davranışların gerekse toplumsal
tik ile felsefenin ilkeleri gibi açık, seçik kurumların etik doğruluklarını İdealar
ve güvenilir olmalarına da olanak yoktur. Dünyası'ndaki formların varlıklarıyla so-
Buradan, "İdealar"a yönelmiş ussal dü- ruşturmakla yükümlüdür. Platon'un gö-
şünceyle hep içerden dde edilmiş "ken- zünde kişisel erdemler tinin değişik yeti-
dilik bilgisi"nin adını anmaya değer tek leri arasındaki uyumdan doğarlarken,
bilgi olduğu sonucurıa varan Platon, bu toplumsal adalet de toplumun Jeğişik
görüşleriyle bilginin bütünüyle dışarıdan, katmanları ile bölümleri arasındaki u-
yani duyular yoluyla deneyden geldiğini yumdan kaynaklanmaktadır. Öte yanda,
savunan deneycilik anlayışını da bütün ahlaksal değerleri dilcgetiren sanatın en
bütün reddetmiş olmaktadır. Buna ek o- iyi sanat olduğunu savunan Platon, ba-
larak Platon, duyu deneyimlerinin üze- şında bir "*filozof kral"ın bulunduğu ol-
rinden gidilerek varılmış önermderin dukça tutucu sayılabilecek bir toplum ta-
hiçbir zaman şaşmaz kesinlikte bir doğ­ sarısından yola çıkarak, sanatın uyandır­
ruluk değeri taşıyamayacaklarını, çok çok dığı birtakım olumsuz duygular ile etki-
belli ölçülerde taşıdıkları olasılığa görece lerden gençleri korumak amaayla genç-
bir doğruluğa konu olduklarını dile ge- lerin eğitimlerinin bir aracı olarak gördü-
timıiştir. Devlet başlıklı yapıtında, insanlı­ ğü sanatın yeri geldiğinde denetlenmesi-
ğı bir mağaranın içinde zincirlenmiş hal- nin gereğini savunmuştur. Yine bu nok-
de bekleyen tutuklulara benzeten Platon, tada Platon'un hem bütün formların en
zincirlerinden kurtulmadıkça bu tutuklu- üstünü hem de kendisinde bütün öteki
743 ilkçağ f~sefesi

formları içeren "İyi İdeası", Baıı Felse- daha ilk bakışta kendisini açıklıkla belli
fesi'ndeki tümtanna ile gizemci din öğ­ etmektedir. Nitekim okulun içinde kul-
retilerine kaynaklık etmiş olması bakı­ lanılmak üzere yazılmış bu bilimsel ya-
mından aynca önemlidir. "Doğruluk'', :ı:ılann, kendilerine kolaylıkla herkes tara-
"Güzellik'', "Adalet" fomılannın "İyi İ­ fından ulaşılamıyor olmasına bağlı ola-
deası"nda biraraya geldiklerini düşünen r.ık, M.Ö. I. yüzyıla gelinene dek derin-
Platon, "ideaların ideası" olan bu en yü- lemesine incelenip tarıışılmadıklan sanıl­
ce ideayı İyi olarak temdlendirerek, fel- maktadır. Hayvanbilim içerikli yazılar dı­
sefesinin ana iletisinin en başından beri şanda tutulmak koşuluyla, Aristot.clcs
etik alanda olduğunun en önemli kanııını hemen bütün fdsefe yazılarında Platon
sunmuştur. Bu temel gerçeğe karşın, de- tarııfından temelleri atılan pek çok araş­
ğişik felsefe çevrelerinde, Platon'un İde­ ıınna konusunu t.ck tek en ince ayrınıı­
alar Kuramı'nın etik içerimlerinden çok sına varana dek çözümlediği gibi, başta
bilgikurıımsal ya da varlıkbilgiscl so- manıık ile bilim dallan olmak üzere fel-
nuçlanyla ele alındığı görülmektedir. Pla- sefe için yeni araşıırma alanlan da aç-
toncu felsefe ilerleyen yüzyıllarda hem mışıır. Bu yazıların her biri ııpkı Platon'
Hıristiyan tannbiliminin hem de ortaçağ un yapıtları gibi Baıı Felsefesi'nin en
İslam düşüncesinin gdişiminde son de- önde gelen klasikleri arasında yer almak-
rece önemli bir rol oynaınışıır. Kuşkusuz tadır. Bu noktada Platon ile Aristotcles'
Platon 'un tannbilimsel bir çerçeveye taşı­ in düşüncelerinden yola çıkan değişik
narak yeniden düşünülmesinde, Yeni Pla- düşünürlerce oluşturulmuş Plalfmmlnk ile
tonculuk'un kurucusu III. yüzyıl filozofu Aristotelesçilik anlayışlarının, özdlikle M.
Ploıinos'un çabalarının payı büyüktür. S. II. yüzyıldan başlayıp Rönesans'ın so-
Nitekim Plotinos, Platoncu düşünceler­ nuna gelinene değin en büyük iki felsefe
den yola çıkarak kurduğu Yeni Platon- geleneği olarak felsefe tarihinde yerleşik­
culuk anlayışıyla, İskenderiydi Clemcns, lik kazandıklan görülmektedir. İlkçağ fel-
Augustinus, Origenes gibi büyük Hıristi­ sefesinin bu iki büyük filozofunun bı­
yan tannbilimcilcrini derinden etkilemiş­ rııktıklan felsefe kalıtı, Batı Felsefesi'nin
tir. günümüzdeki konumu ile görünümü üs-
Öte yandan A/wJtfllidnın en patlak tünde dahi son derece belirleyici olmayı
öğrencisi Aristotcles, okulda ilk eğitimini sürdürmektedir.
almasının hemen ardından salt bir izle- Aıistoteles, Platon'un "İdealar Ku-
yici olarak Platoncu çizgiden yürümek rııını"nı bütünüyle yadsımasına karşı, en
yerine, Ale4dt111idya seçenek olarak kur- başından beri aynı hocası gibi gerçek bil-
duğu J_,,,keiot1'da kendi fel~efe dizgesini 'ginin tümdlerin bilgisi olduğundan en
kurmaya koyulmuştur. Aristot.cles'in son ufak bir kuşku bile duymamışıır. Bu bağ­
derece yetkin bir dizgdilik nit.cliği sergi- lamda Platon'un tersine, tümellerin tem-
leyen düşünceleri, kendi döneminde Ly- sil ettiği gerçekliğin o şeyi oluştu.:arun
ktiot1'un en önemli eğitim kurumu olarak içinde "İdea" olarak değil "Öz" olarak
görülmesine yol açmakla kalmamış; pek bulunduğunu düşünmüştür. Bu düşün­
çok bilgi dalının t.cmdlerini de atmış ol- ceye bağlı olarak da Platon'un "İdealar
masıyla, yalnızca Baıı Felsefesi'ne değil, Dünyası"nı boştan yere şeylerin iki ayn
Baıı kaynaklı bütün bilim dallanna silin- dünya kurgulaııarıık tasarlanmasına yol
mesi olanaklı olmayan izler bırııkınışıır. açıığı için her bakımdan temelsiz bulmuş;
Aristotdcs'in oldukça t.cknik içerikleriyle "Özler Dünyası''nın görüngüler dünyası­
dikkat çeken, daha çok araşıırma amacı nın ne üzerinde ne dışında ne de ötesin-
güden -son hallerine getirilmemiş- okul de olamayacağını savunmuştur. Dolayı­
yazılarının, "çoğaltılmak" üzere yazıya sıyla, duyu deneyiyle vanlan bilgi ile usa
alınmadıkları önemli bir özdlik olar.ık dayalı bilgi arasında ilkece hiçbir çdişki-
ilkçat felaefeai 744

nin olmadığını ileri süren Aristotcles, fenin gelişmeye başlamasıyla, tarihsel yö-
şeylerin ait olduğu tümel metafizik ilke- nelimli araştırmalardan da açıklıkla gö-
lerin doğrudan tilı:ellerde ömelı:lenen, rülebileceği gibi, felsefenin geniş oranda
duyu bilgisinde sunulu bulunan nitelilı:ler evrensel bir anlayışa ulaşmak için yapılan
üzerinden yapılan soyutlamalar yoluyla bir araştırma kimliği kazandığı gözlen-
elde edilebileceği sonucuna varmıştır. Ö- melı:tedir. Nitekim Helenistik felsefenin
te yandan fiziksel nesnelerin özlerine yö- doruğa ulaşmasında büyük bir etkisi bu-
nelik olarak ilki "Form", ikincisi "Mad- lunan felsefenin kendine yeter bir disip-
de" olmak üzere iki.katlı bir ilke temel- lin konumuna gelmesinde, bu dönemde
lendiren Aristotclcs, bunlardan "Form" gelişen coğrafi farlı:lılaşmanın son derece
un yetkinliğin, etkinliğin, belirlenmişliğin önemli bir yeri vardır. Bu bağlamda
kısacası bütün olumlu özellilı:lerin ana özellilı:le İskenderiye, bir yanda muhte-
kaynağı olduğunu, öte yanda "Madde" şem kütüphanesiyle, öbür yanda döne-
nin ise yetkin olmayışa, edilgenliğe, sı­ min krallannın bilimsel çalışmalara ver-
nırlanmamışlığa yani olumsuz bütün ö- diği yakın destelı:le, bilimsel, yazınsal, en
zellilı:lere yataklık ettiğini dile getirmiştir. önemlisi de tarihsel araştırmaların yeni
Metafizik ile fizik ar-.ısındaki ince sınıra başkenti konumuna gelmiştir. Buna karşı
gelindiğinde, Aristoteles'in nedenselliğin Atina'daki felsefe okullan daha çok baş­
doğasını en üstünleri olduğunu düşün­ tan beri felsefe diye anılan araştırma et-
düğü dört ayn neden belirleyerek çö- kinliğinin içinde yer alan lı:lasik felsefe
zümlediği görülmektedir: "maddesel ne- dallannda çalışmalarııu sürdürmeyi yeğ­
den", "biçimsel neden", "etkin neden", lemişlerdir. Soruadan gelen filozoflar da
"ereksel neden". Bunun yanında Aristo- çok büyük ölçüde Yunanlı uğraşdaşlann­
teles, Sokrates öncesi filozoflardan. değ­ dan devmldılı:lan bir kavramsal çerçeve
me bir felsefe sorunu olarak kalan "oluş ile sorunlar örgüsü doğrultusunda dü-
sorunu"na yönelik önemli katkılarda bu- şünmüşlerdir. M.Ô. iV. yüzyılın sonla-
lunmuştur. Nitekim Platoncu İdealar Ku- nndan başlayıp Hıristiyan tannbilimi a-
mmı üzerine yaptığı ayrıntılı çalışmalar, ğırlılı:lı Ortaçağ · Felsefesi'nin doğuşuna
özellilı:le kummda içerimlenen metafizik dek geçen bu süre boyunca temellendi-
ilkelerin ışığı altında değişim sorununa rilen felsefe anlayışları ile kurulmuş belli
özgün bir yalı:laşım sunabilmesine olanak başlı felsefe okulları şunlardır: Epileımu­
tanımıştır. Aristotcles genelde Varlık'ın (lllıl/e, Stoaalıle, 'Kıl1ht&11lılle, Yeni Plato11-
doğasına yönelik açılı:lamalanyla, daha ö- &11lılle.
zeldey5e "Kategoriler Dizgesi" diye bili- Helenistik felsefe bağlamında göze
nen, şeylerin olmakıalıklannı açık kapı çarpan felsefe anlayışları arasında hiç
bırakmayacak bir kesinlilı:te bölümleye- kuşkusuz Kıbnslı Ztnon tarafından ku-
rek oluşturduğu dizclgeyle metafiziğin rulan S toaalıle ile Epikuros tarafından te-
"ilk felsefe" olarak temellerini atmıştır. melleri atılan Epihtrosf11IN!e ayn bir yer
Bundan da önemlisi, Tann'nın varlığını ti.ıtmaktadır. Aynca yine bu dönem bo-
"Devinmeyen Devindirici" tasarımı doğ­ yunca ilk kez Yunan sofıstlerince dil-
rultusunda temellendirerek, etkileri yüz- lendirilen 'Kıl1/eıı&111Nle anlayışının da de-
yıllarla anlatılacak tarihin en değerli Tan- rinleştirilip geliştirilmiş biçimiyle oldukça
n açılı:lamalanndan birini sunmuştur. etkin olar.ık dolaşımda olduğu görülmek-
III. Felsefi Ohtllan Diiıımtr. İlkçağ felse- tedir. Büyük ölçüde Arkesilaos ile Kar-
fesinin M.Ô. iV. yüzyılın sonlannda neades tarafından ilerilere taşınan "Hc-
başlayıp M.S. III. yüzyılın ortalarına dek leniStik Dönem Kuşkuculuğu"nun "İlk­
süren üçüncü ana evresi, Felsefe Okul- çağ Yunan Felsefesi Kuşkuculuğu" ndan
lan Dönemi diye anılmaktadır. M.ô. iV. aynlan önemli bir yaıu, belli anlayışları
yüzyılın sonlarına doğru Helenistik felse- bulunan öğretisel bir felsefe okulu ol-
745 ilkçağ felsefesi

maktan çok, varolan anlayışlar karşısında kararlar alınmasına bir yarar sağladıklan
özel tutum ve yaklaşımlar geliştirme ara- sürece önemli olduklannı savunan Epi-
yışıyla öne çıkan eleştirel bir felsefe o- kuros, ''Tann korkusu'', "ölüm korku-
kulu olmasıdır. Bu yeni kuşkuculuk anla- su", "yaşam korkusu" gibi korkulann gi-
yışı Helenistik dönemin sonlarına doğru derilmesine bir biçimde katkıda bulun-
Pyrrhon'11/uk ile bütünleşerek en üst dü- mayan bilimsel araştırmaların boş uğraş­
zeyine ulaşmıştır. lar olmaktan öteye geçemeyccekfcrini ö-
Aristoteles'ten soru:a gelen Yunan fi- ne sürmüştür. Bu bağlamda Epikuros,
lozoflannın düşüncelerine genel çizgiler- Demokritos'un yan maddeci, yan atom-
iyle bakıldığında, felsefenin daha çok in- cu felsefe dizgesini kendi düşüncesine
san yazgısı ile davranışlarıyla ilintili so- uyarlarken söz konusu düşünce yapı­
runlar üzerine yoğunlaştığı görülmekte- sında önemli değişikliklere gitmiştir. Söz-
dir. Bu genel eğilimin ana temsilcileri gelimi, atomların olası bütün yönlerdeki
-Stoaalar ile Epikurosçular, ilkece mutlu gelişigüzel devinimleri yerine, atomlann
yaşam ülküsüyle bir biçimde ilişkili olan hep aynı yöne doğru gerçekleşen "tek:-
metafizik sorunlarla ilgilenmeye ayn bir tip" bir devinim içinde bulunduklarını
özen göstererek, metafizik ile etiği bir dile getirmiştir. Bunun yanında atomların
potada eritip bütünleştirmeye yönelik kimileyin ani sapmalarla önceden kesti-
farklı felsefe anlayışları temellendirmiş­ rilmesi olanaklı olmayan biçimlerde de-
lerdir. Nitekim bu bağlamda hem Stoa- vinebildiklerine de dikkat çekerek, bir
cılar'ın "tümtanncı maddecilik" yaklaşı­ anlamda özgiir isttllf tasanmına yönelik
mı hem de Epikurosçular'ın "maddeci fiziksel bir açıklama sunmuştur. Bu an-
biıcilik" anlayışı, Platon ile Aristoteles'in lamda Epikuros'un, baştan sona madde-
felsefelerinin en büyük eksikliği olarak ciliği savunan bir filozof olmasına kar-
öngörülen etik yaşamla ilgili boyutları şın, istenç özgürlüğünden en ufıık bir
tamamlamak amacıyla tasarlanmıştır. Ki7 kuşku dahi duymayışıyla klasik maddeci-
. mi felsefe tarihçilerinin gözünde Stoacı lik konumundan ayn düşünülmesi ge-
ile Epikurosçu felsefe okulları, gerekçi- rektiği açıktır. Yaşamın en büyük ama-
leci yaşam etiği ile gizemci felsefe öğcle­ anı, yumuşak bir devinim içinde aalar-
rini benimsemeleri nedeniyle gerekseme- dan uzakta yaşamakla bir gördüğü haz
tafızik düşünceye yeni bir yön· çizme- alma durumunu olabildiğince en üst dü-
lerinden ötürü, Yeni Platonculuk adıyla zeye çıkarmak olarak belirleyen Epiku-
anılan felsefe anlayışı içinde değerlendi­ ros, söz konusu erdemin bir başka şeye
rilmelidir. daha gerek duyulmaksızın salt kendisi
Anılan bu okulların ya da anlayışların için değil -bir yanda tutkular ile arzular-
temel uğraş alanlanndan da görüleceği ü- dan, öbür yanda tinsel tıkanıklıklar ile
zere, bu dönemin en belirgin özelliği sorunlardan insanın enson anlamda kur-
İlkçağ Felsefesi'nin Eski Yunan aşama­ tuluşunu güvence altına alan- tiniıı haz
sında doğa bilimlerine duyulan temel il- _yafanlm'nı çoğaltmak adına istenmesi ge-
ginin, yerini bütünüyle etik, din ve siya- rektiğini ileri sürmüştür. İnsanın ancak
set konulan bağlamında pratik yaşamı il- zararlı duygulanırnlanna gem vurarak, ı­
gilendiren konulara bırakmış olmasıdır. lımlı yaşayarak, kendisini bağlayan kuşa­
Nitekim bu dönemin önde gelen filo- tanlarından bağımsızlaşarak gerçek mut-
zoflarından Epikuios, M.Ô. yaklaşık 306 luluk olan huzur ya da dinginlik duru-
yılında bütünüyle pratik sonuçlar doğrul­ muna (:"atarahia) ulaşabileceğini savu-
tusunda ussal bilgi yoluyla mutlu bir ya- nan Epikuros, özellikle kendi adıyla ku-
şamın gizinin çözülmesinin amaçlandığı rulmuş okulunda bu duruma en iyi ve en
Epilulrrı.rpı/Nk diye anılan bir felsefe oku- kolay yoldan nasil geçilebileceğini gös-
lu kurmuştur. Doğa bilimlerinin pratik termeye yönelik yeni öğretiler geliştirme
ilkçağ felsefesi 746

arayışı içinde olmuştur. Ne var ki Epiku- hal ve gidişatlannı yönetip yönlendir-


ros 'un düşüncelerinin son derece yanlış mesi anlanunda doğaya egemen tannsal
bir biçimde Kirene Okulu tarafından sa- istenç olarak tasarladığı logos öğretisini iç-
vunulan "hazcılık" anlayışıyia kanştırıla­ tenlikle benimsemişlerdir. Stoacılar, bü-
rak algılanması, Epikurosçuluğun felsefe tün gerçekliğin "canlılık yasası" ya da
tarihinde çoğunluk bir dizi kötücül yan- "etkinlik ilkesi" olduğunu düşündükleri
anlamla birlikte anlaşılması gibi istenme- logolu, Herakleitos'un "kozmik ilkesi"ne
yen bir sonuç doğurmuştur. Öte yanda çok benzer bir biçimde hem tannsal bir
Epikuros'un bir başka önemli katkısı da us hem de düşünülebilecek en yetkin
kendisini biyoloji alanında göstermekte- madde olarak gördükleri "soluk" (tin) ya
dir. Nitekim modem biyolojideki "doğal da "ateş"le özdeşleştirerek tanımlanuş­
ayıklanm.. öğıctisi"ni başanyia öncele- lardır. Bu bağlamda evreni düzene koyup
yen Epikuros, doğadaki güçlerin farklı yönettiğini düşündükleri en üst düzey us
türden organizınalann doğumuna yol aç- gücü logolu Tann'yla, doğayla, yazgıyla
tığını, bunlar arasındansa ancak kendile- hep birarada düşünmüşler; insan usu ile
rini doğaya kabıJI ettiren türlerin varlık­ tinini tanrısal logo/un bir parçası olarak
larını sürdürebildiklerini ileri sürmüştür. görmelerine bağlı olarak bunlann logo/
Yine Epikuros'a göre, bilgi ölçütleri ile un ölümsüzlüğünden pay aldığını savun-
doğruluk ölçünlerinin neler olduğu soru- muşlardır. Stoacı etiğin en temel ilkesi,
suna verilebilecek en geçerli yanıt duyu daha önceleri Kiniklerce de ileri sü-
izlenimlerine başvurmaktan geçmektedir. rüldüğü gibi, iyinin başka bir yerde değil
Bunun yanında, MÖ. I. yüzyılda yaşayan bütünüyle tinin kendi içinde, yani kişinin
Latin ozanı Lucrerius, Şeylerin Doğan Ür- kendi bilgeliği ile etik karakterinde yatı­
tiine (De rerum natura) başlığını taşıyan yor olduğudur. En iyi anlatımını "Us ne-
felsefe şiirinde dillendirdiği Epikurosçu reye götürüyorsa oraya git" ya da "Usun
•'>ğıctilerle, Epikurosçuluğun dönemin gittiği yere sen de peşinden git" gibi sav-
Roması'nda büyük bir popülerlik kazan- sözlerde bulan Stoacı etik, kişinin her
masını sağlamıştır. durumda sevgi, ı;ıefret, aa, haz gibi tut-
Kuşkusuz Hıristiyanlığın doğumuna kulann ya da duygıılanımlann etkilerine
dek süren İlkçağ Fe!Sefesi'nirı Roma İm­ karşı dirençli ve korunaklı olmasının ö-
paratorluğu dönemi boyunca en etkili nemini vurgıılamaktadır. Stoacılann gö-
felsefe anlayışı Stoaallk'tır. M.Ô. yaklaşık zünde, doğaya ya da usa göre yaşamak,
310 yılında Atina'da Kıbnslı Zenon tara- evrenin tanrısallığa konu yetkin düze-
fından kurulan Stoa Okulu'nun ortaya niyie uyum içinde yaşamaya karşılık gel-
attığı düşünceler, Kinikler Okulu'nca -ki mektedir. Bu temel Stoacı yaklaşımın en
en önemli düşünürü Sokrates'in öğren­ önemli sonuçlanndan biri, yapılmış ya-
cilerinden Antithenes 'tir- daha da ileri- salan ya da kurulmuş toplumsal yapıları
lere taşınmıştır. Tıpkı Epikurosçular gibi temellendirirken insan doğasına başvur­
Stoacılar da temelde ana bilgi alanı ola- manın zorunluluğunu savunan doğal h11-
rak etiğin üzerinde durmuş olmakla bir- kNk anlayışına yol açmış olmasıdır. Nite-
likte, etik öğıctilerinin temelini destek- kim doğal hukuk anlayışı hem Roma dö-
lemek amaayla çeşitli mantık ile doğa neminde hem de bir bütün olarak son-
felsefesi kuramlan geliştirmekten de geri raki Batı hukukunda oldukça belirleyici
kalmamışlardır. Bir tür maddeci doğa ta- olmuştur. Stoacı felsefede diğerlerine göre
sanmını savunan Stoacılar, bu noktada dört erdemin ayrı bir önemi vardır. Ö-
büyük ölçüde ilk ilkenin "ateş" olduğu­ nem sıralanna göre "bilgelik", "yiğitlik'',
nu düşünen Heraklcitos'un izinden yü- "adalet'', "ölçülülük" olarak sayılan bu
rümüşler; Herakleitos'un enerjiyle, ya- *ana erdemler, kimi felsefe tarihçilerine
şayia, usla bir gördüğü, bütün varlıklann göre doğrudan Platon'un sunduğu er-
747 ilkçağ felsefesi

demler bölümlemesindeıi tiitcıilmişler­ varlığa dışsal herhangi bir başka şey yo-
dir. Bu son derece önemli felsefe okulu- luyla baskı altına alınmasının ya da ö-
nun ayırt edici özelliklerinden biri de nüne geçilmesinin söz konusu olmadı­
cvrcndefÇi bir felsefe anlayışı. üstüne ğını dile getirmektedir. Epiktetos, bütün
bina edilmiş olmasıdır. Nitekim bütün insanlann özbeöz Tann'nın çocuklan ol-
insanların cvrcnscl bir tinin görünümü duğunu düşünmüş; taşıdıklan usa bağlı
olduğunu düşünen çoğu Stoacı, bu tcmcl olarak insanlar arasında doğrudan Tan-
varoluş gerçeği uyannca insanlann düş­ n'dan getirilen bir kanbağı olduğunu ileri
manlık gütmeden kardeşçe geçinmekle; sürmüştür. Tann'dan gclmcktcliği nede-
ırk, din, etnik köken aymnlarım gözet- niyle insanın hem kendi dünyasını hem
meksizin birbirlerine yardım etmekle; de kendi yaşamını, doğanın yani Tann'
tam bir dayanışma içinde yaşamakla yü- run istenci doğrİıltusunda yönetme yetisi
kümlü olduklanrun alunı değişik vurgu- taşıdığını savunan Epiktctos, insanın en
lamalarla çizmiştir. Yine bu bağlamda doğal içgüdüsü olarak kendisini ve kendi
Stoacılar, insanların ten rengi, güzellik ya çıkarlarını korumayı göstermiştir. Bunun-
da çirkinlik gibi dış görünüşlerinin top- la birlikte, kişinin toplumsal ortak çıkar­
lumsal ilişkilerde hiçbir önemi olmaması lara katkıda bulunmadıkça kendi özçı­
gerektiğine parmak basarak, Hıristiyanlı­ karlanru güvence altına almasıİıın ola-
ğın doğuşundan çok daha önceleri in- naklı olmadığının da alum özellikle çiz-
sanlığın cvıcnscl kardeşliği ülküsü ile bü- miştir. Yine bu dönemde adından çok
tün insanlann özünde eşit oldukları dü- söz ettiıcn Romalı imparator ve filozof
şüncesini fark edip ödün vemıeden sa- Marcus Aurclius, bilgelik ile soyluluk ko-
vuiınıuşlardır. nuları bağlamında Stoacılık üstüne yaz-
Eski Yunan-Roma dünyasının en et- dığı Diifİİ11tr'6 ile önemli yankılar uyan-
kili okulu Stoacılık önemli yazarlar ile ki- dırmışur. Aurclius, filozof bir kralın ağ­
şilikler yaratmış olmasıyla da aynca anıl­ zından belli görüşleri anlattığı Diifİİ11te'6
maya değerdir. Sözgclimi bunlar arasın­ adlı yapıtta, çok büyük ölçüde Epiktetos'
da Romalı filozof, devlet adamı ve hatip tan öğrendiği temel Stoacı düşünceleri
Lucius Annaeus Seneca, M.S. I. yüzyıl kendisine özgü bir biçimde işlemiştir.
Roması'run önde gelen düşünsel kişilik­ Yapıtta ortaya konan düşüncelerden en
lerinden biridir. Seneca Stoacılığın en te- önemlisi, evrenin evrensel bir us tarafın­
mel öğretilerini şu biçimde özetlemiştir. dan yönetilen bir birlik taşıyor olması
(i) doğaya göre yaşamak; (ıı) olup biten- gerçeği karşısında, insan tininin tanı:ısal
leri isyan etmeksizin büyük bir tanrısal usun bir parçası oirnası nedeniyle, bütün
planın doğal uzannlan olarak görüp yüce dünyasal kötülüklerin ortasında yaşamak
gönüllülükle kabul etmek; (ıiı) bütün in- zoı:unda olmasına karşın iyi olarak kalma
sanlık için evrensel bir sevgi duymak. yetisi taşıyor olmasıdır.
Scncca'ya göre, felsefe ahmakça şeyler İlkçağ Fclsefesi'nin "Roma Dönemi
yapıp sonra kefaretini ödememek için, Felsefe Okulları" diye anılan bu bölü-
inccliktcn yoksun, kaba bir yaşam biçimi münde yer alan bir başka önemli felsefe
yerine yalın bir yaşama çağndır. Öte yan- okulu da K11ıhia11Nk'tur. Özünde bir Yu-
da geç dönem Roma'nın Yunanlı azat nan düşünce okulu olan kuşkuculuk, nes-
edilmiş kölesi ve düşünürü Epiktctos, nel bilgi olanağına karşı çok büyük öl-
daha çok öğretilerinde karşılaşılan dinsel çüde Yunan sofistlerince getirilen eleşti­
vurgulamalarıyla tanınmaktadır. Doğru rilerden yola çıkmaktadır. Algılardan el-
bir eğitimin, insana gerçek aıılamda ait de edilen görünüşler dı'10da gerçekliğin
olan tek şeyin,
yani istencin, ayırdına va- bilgisine ulaşma olanağını bütünüyle yad-
nlmasından geçtiğine inanan Epiktetos, sıyan genel sofist öğreti en iyi anlatımım
Tann'nın her varlığa verdiği istencin o Protagoras'ın "İnsan her şeyin ölçüsü-
ilkçağ fdsefesi 748

dür'' sözü ile Gorgias!ın "varlık diye bir den Sextus Empiricus, gözlem ile ortak-
şey yoktur; olsaydı bile bilinemezdi; bi- görünün ussal kuramlar üzerindeki tar-
linseydi bile iletilemezdi" yollu uslamla- tışmasız üstünlüğünü tanıtlamaya yöne-
masında bulmaktadır. Genel çerçevesi lik bir dizi uslamlama ortaya koymuştur.
bu iki düşünür tarafından çizilen sofist iV. GiZ!fl'd Ftlseft Dönemi: Hiç kuşkusuz
bakış açısı, daha sonralan Elisli Pyrrhon' ilkçağ felsefesinin kapanış evresinde a-
un Roma'da kurduğu felsefe okulunda dından en çok söz ettiren felsefe okulu
savunulan düşüncelerle, "kuşkuculuk" di- Yeni Platon&11lııle'tur. Temelleri M.S. III.
ye anılan di2gesd bir yapı kazanmıştır. yüzyılda Plotinos tarafından atılmakla
insanın ilkece şeylerin gerçek doğalanru birlikte, ilerleyen yüzyıllarda Plotinos'un
bilmesinin olanaklı olmadığını, bu ne- izleyicilerince alabildiğine derinleştirilip
denle de bilge kişinin her durumda yar- geliştirilen Yeni Platonculuk, büyük öl-
gıda bulunmaktan özellikle kaçınması ge- çüde Platoncu felsefeden yola çılalarak
rektiğini savunan Pyrrhon'un da temel kurulmuş bir felsefe anlayışıdır. Özellikle
ilgi odağında etik alanın yattığı görül- kimi bakımlardan Doğu felsefelerinin
mektedir. Pyrrhon'un öğrencisi Phleius- birciliklerinin büyük etkisinde bulunan
lu Timon (M.Ö. 320-230) kuşkuculuk Yeni Platoncular, daha sonralan Hıristi­
anlayışını son derece keskin bir mantık­ yan tanrıbiliminin egemenliği altına gire-
sal çıkmaza taşınuştır: "bir felsefe öner- rek, değişmeyen, başsız sonsuz, yetkin
mesini desteklemek amacıyla ortaya ko- Varlık "Bir"den değişen, çokluğa konu,
nan savlara eşdeğer geçerlikte başka sav- yetkin olmayan dünyanın nasıl türediğini
lar aynı felsefe önermesini çürütmek a- açıklamayı başlıca ödevleri saymışlardır.
macıyla da verilebilir." Sözgelimi, "Tanrı Bu bağlamda Platoncu madde öğretisi­
vardır" önermesinin doğruluğunu olurla- nin sınırlannı alabildiğine genişleterek
yıp kesinleyen birtakım uslamlamalar or- bütün maddeyi kötülükle özdeşleştirip
taya koymak ne denli olanaklıysa, aynı bütün kötü eylemlerin kaynağında fızik­
biçimde ''Tanrı vardır" önermesinin doğ­ sel ya da maddesellik üstüne kurulu za-
ruluğunu olumsuzlayıp çökerten uslam- yıflıkların yattlğını ileri sürmüşlerdir. Bu-
lamalar ortaya koymak da bir o denli o- na bağlı olarak, *dai111on (tin) adını ver-
lanaklıdır. Y-ıne bu aynı bağlamda bir dikleri tinselleşmiş bütün İdealar'ın ev-
başka önemli kuşkucu Karneades, hiçbir renin bütününde varlığını gösteren ger-
inancın }'ll da kanının enson anlamda çeklikle, usla, güçle ilişkilerini çözümle-
kanıtlanmasına olanak bulunmadığını, ya- mişlerdir. Bütün bu ideaların, aydırılık
pılabilecek tek şeyin içlerinden kimileri- kaynağı bir cismin çevresine ışık saçma-
nin doğru olma olasılıklannın ötekilere ~ını andıl"llcak biçimde "Bir" den türeyiş
göre daha yüksek olduğunun gösterilme- süreci yoluyla doğduğuna inanmışlardır.
si olduğunu ileri SÜf!DÜştür. Kuşkucular, Yeni Platoncu metafizik dizgesinde, us
ele alınan· felsefe görüşlerini çürütüp ile onun bütün olumlu nitelikleri doğru­
yıkmak için doğru kullanılması koşuluyla dan doğruya "Bir"den doğarlarken, mad-
mantığın bulunmaz bir silah olduğunu denin hep şeylerin olumsuz niteliklerine
düşünmüşler; Elealı Zenon'un ünlü aç- kaynaklık ettiği düşünülmüştür. Söz ko-
mazl:inyla bu durumu en iyi biçimde ör- nusu metafizik yapısı 1. yüzyılda başla­
neklediğini belirtmişlerdir. Bu bağlamda yan Hıristiyan dönemine gelinene dek,
M.Ö. 1. yüzyılda yaşayan geç dönem Yu- özellikle pagan (çoktanncı) çevrelerde tar-
nan kuşkucusu Aenesidemos, sonuna dek tışmasız tek gerçeklik açıklaması olarak
götürülmüş kuşkuculuk konumunu te- büyük ölçüde benimsenmiştir. Yeni Pla-
mellendirmek amacıyla on ayn uslam- tonculuk, M.S. VI. yüzyılın ikinci yan-
lama sunmuştur. Y-ıne ilkçağ kuşkuculuk sında Thales'ten beri yapılagelen "pagan
geleneği içindeki en büyük düşünürler- felsefe"nin son buluşuna dek, Yunan
749 ilkçağ felsef1:11i

felsefe okullan arasında pek çok konuda recini kötülüğün gerçek kaynağı olarak
söz sahibi olmasıyla adı sürekli ön plan- görmüştür. Öte yanda, 205 ile 270 yılları
da olan bir felsefe anlayışıdır. Daha açık: arasında yaşayan Romalı filozof Ploti-
bir deyişle, Yeni Platonculuk pagan Yu- nos, Yeni Platonculuğun asıl kurucusu
nan felsefesinin en son biçimini yansıt­ olduğu gibi en önemli savunucusu ola-
masıyla, bir dönemin kaparıışuu, bir baş­ rak da bu öğretiyi dönemin Roması'nda
ka dönemin ise açılışını haber veren yerleştirmeyi başarmıştır. Plotinos, Yeni
adeta köprü konumundaki özgül bir fel- Platoncu metafiziğin kapsamlı bir açım­
sefe çerçevesidir. Nitekim bu dönem bo- lamasım sunduğu Dolıııtz.illlt.lar başill ya-
yunca Yeni Platonculuk, yalnızca en et- pıunda, düşüncelerini çok büyük ölçüde
kili felsefe okullanndan biri olarak kal- Platon, Pythagorasçılar ve Philon'un gi-
mamış, tanrıbilimsel bir felsefe okulu zemli ve şiirsel içerikli görüşlerine da-
olarak da özellilde doğuşunun ilk dö- yandırmıştır. Plotinos için felsefenin te-
nemlerinde Hıristiyanlık: ile önemli bir mel işlevi, insanlan Tanrı ile bir olma ya
rekabet içerisinde olmuştur. Yeni Platon- da 'Bir'leşme deneyiminde yaşanan ken-
culuk anlayışı içinde oldukça belirleyici dinden geçme deneyimine hazırlamaktır.
olmuş ana eğilimlerden en önemlileri kı­ Bu anlamda Plotinos'un gözünde, kişi­
saca şunlardır: (i) Platon'un düşünce ile nin Bir'e geri dönmeye yönelik önüne
madde anısında yaptığı temel aynından geçilmez isteğini gerçekleştirmesi anla-
hareketle ortaya konan "tinsel" ile "be- mında felsefe din iken, buna karşı din de
densel" arasındaki kategorik. karşıtlığa yö- yine aynı biçimde felsefedir. Evrenin en-
nelik savunu; (ıı) tannsal gücün "Bir"den sen gerçekliğinin sonsuz, bilinemez, her
"Çok"a iletilmesini olanaklı kılan 110111 ya bakımdan yetkin Bir olduğunu savun-
da JinrJa tiııi gibi birtakım aracı kendilik- ması nedeniyle, çoğu yerde Yeni Platon-
lerin bulunduğuna yönelik temel metafi- culuk özünde iJeaiist Birrililt. geleneği i-
zik varsayım; (ıiı) duy(g)ular dünyasına çine yerleştirilerek ele alınmaktadır. Yeni
karşı duyulan derin düşmanlık; (iv) an- Platonculuğun yan felsefi yan dinsel yö-
cak bir tür çileci yaşam biçimi sayesinde nelimli ana öğretisi C'*türüm") kısaca şu
duygulann tutsaklığından kurtulunup öz- biçimde özetlenebilir: Bit'den 110111 yani
gürlüğe ulaşılacağına duyulan sarsılmaz "an us" türerken, buna karşılık: ondan da
inanç. . Jiİt!1a tini, yani daha düşük düzeylerde
M.S. 1. yüzyılda yaşayan Yahudi filo- bulunan insan tinlerini ortaya çıkaran
zof İskenderiyeli Philon (Philo Judaeus), "yaratıcı etkinlik" türemektedir. Bu bağ­
gerek Yeni Platonculuğu gerekse Yahu- lamda tlii1!Yt1 /ini özünde 111111/un bir im-
di, Hıristiyan ve Müslüman gizemcilikle- gesi olarak kavranırken, aym biçimde no-
rini ayn ayn önceleyerek. başta Platoncu 111 da .Bit'in bir imgesi olarak kavran-
ile Pyıhagorasçı düşünceler olmak üzere makta, buna bağlı olarak da hem llDllS
Eski Yunan Felsefesi ile Yahudi dinini hem Jİİt!Jl.I tiıri Bir ile birlikte varolabil-
kapsamlı bir düşünce dizgesi içinde tek mektedirler. Daha açık: bir deyişle söyle-
bir bütün olµşturacak biçimde kaynaş­ necek olursa, Plotinos'un metafiziğinde
tımıışar. Philon, Tann'nın insan anlayı­ evrenin tanrısal bir enerji akışı yoluyla a-
şını aşması nedeniyle "aşkın" bir doğası şama aşama çeşitli düzeylerde gizemli
olduğunu, bu yüzden de betimlenmesi- .Bit'den türeyişi~ konusudur. Yeni Pla-
nin ilkece olaıiaks.ız olduğunu savun- tonculuk anlayışında, Tann ya da Bir her
muştur. Doğa dünyasını, Tann'dan aşa­ durumda ussal kavrayışın ötesinde va-
ma aşama düşüşün gerçekleştiği, en aşa­ rolduğu gibi bütün gerçekliğin de ana
ğıda maddenin bulunduğu bir sıradüzen kaynağıdır. En yüksek düzeyler bir yan-
doğrultusunda açıklayan Philon, Tann' da Bir, öbür yanda Platoncu "Form-
dan maddeye doğru bütün bu düşüş sü- lar''dan oluşan "°"'• diğer yanda da insan
ilkçağ felsefesi 750

cinleri ile doğa güçlerini olanaklı kılan rios'un temellendirdiği bu üçleme, çok
dii'!Ja tini olmak üzere bir "Üçleme"den geçmeden geç dönem Yeni Platonculuk
meydana gelmektedir. Bu felsefe kurgu- anlayışının alabildiğine karmaşık bir yapı
sunda dii1!Ja hni, 11011s ile maddesd dünya sergileyen metafiziğinin de en önemli ö-
arasında aracılık etmektedir. Plotinos'un ğesi konumuna gelmiştir. Öteki çalışma­
bakış açısından söylenirse, varlıksal ba- ları bir yana, Porphyrios'un Yeni Platon-
kımdan daha yukarıda bulunanlar doğ­ cu felsefeye yaptığı belki de en değerli
rudan Birden türerlerken, buna karşı katkı, genelde "Aristotdes Mantığı"nı,
varlıksal bakımdan daha düşük düzeylere daha özeldeyse "Kategoriler Öğretisi"ni
doğru inildikçe en altta bulunan katışık­ Yeni Platoncu bir felsefe çerçevesinde
sız maddeye, yani kötülüğe daha yakın yeniden yapılandırmasıdır. Aynca Por-
olunması söz konusudur. Son çözümle- phyrios, H1riitfyanlara Karşı başlığını taşı­
mede Plotinos'un ahlaksal arınma ile dü- yan 15 ayn kitaptan oluşan yapıtında, ö-
şünsel aydınlanmanın birleşimi olarak be- zdlikle fdsefı ve yorumsal temellerden
timlediği Platoncu felsefe, yalnızca ken- hareketle Hıristiyanlara yönelik olarak ilk
dinden geçme deneyimi temelinde kişiyi kez açık açık ideolojik bir savaşı başlat­
Bir ile yeniden birleşmeye her bakımdan mış olmasıyla son derece büyük yankılar
hazırlama yetisi taşımaktadır. ve tepkiler uyandırmıştır. Yine bu aynı
Sonraki dönemlerin Yeni Platoncu- dönemin bir başka önemli Yeni Platon-
luk yaklaşımlanna bakıldığında, salt ken- cusu İamblikhos (250-330), geliştirdiği
di içinde tutarlı ve bütünlüklü metafizik kendine özgü Yeni Platonculuk anlayı­
dizge kurma arayışı ile yetinilmeyerek, en şıyla, özellikle V. ile VI. yüzyıllardaki Pla-
iyi Proklos'un Platoncu tannbiliminde toncu felsefe okulları üzerinde büyük bir
görüldüğü gibi, yetkin bir pagan (çoktan- etkiye yol açmıştır. İamblikhos'un Yeni
na) tannbiliminin de oluşturulmaya çalı­ Platonculuk dizgesinde, gerçekliğin ilk il-
şıklığı görülmektedir. Plotinos'tan sonra kesi olduğu düşünülen Birin, dile geti-
gelen Yeni Platoncularca eski din anla- rilmesi olanaklı olmayan bir aşkınlık ko-
yışlarını canlandırmaya yöndik olarak ya- numuna taşındığı, bununla birlikte ken-
pılan savunular, sürekli çatışma içinde dinden önceki düşünürlerle karşılaştırıl­
bulunduklan yerleşik Hıristiyan tanrıbili­ dığında, varlık düzeyleri arasındaki ay-
mince hiç de hoş karşılanmamıştır. Sonra- nmlann hem daha bir keskinleştirildiği
ki dönemlerin Yeni Platonculuk anlayı­ hem de daha bir çoğaltıldığı gözlenmek-
şının önemli fılozofları arasında Porphy- tedir. Buna göre, Birin altında fiziksel
rios, İamblikhos ve Proklos başı çek- dünyaya varana dek geniş bir iiçk111ekr ya
mektedirler. Bu bağlamda, Plotinos'un da iiçliikler yapısı bulunmakta, bu yapı ise
sadık öğrencisi ve yapıtlarının titiz der- sırasıyla Varlık, Us, Tin diye adlandırılan
lemecisi, 234 ile 305 yılları arasında yaşa­ üç ayrı düzeyin birbirini izlemesi olarak
mış Porphyrios, geç dönem Yeni Platon- tasarlanmaktadır. Öte yanda, geç dönem
culuk'un gelişimi sürecinde ayn bir yer Yeni Platonculuk anlayışını pek çok ba-
tutmaktadır. Kuşkusuz Porphyrios'un en kımdan açıklığa kavuşturmakla çok ö-
çarpıcı yanı, sonuna dek götürülmüş bir nemli bir başarı sağlayan Proklos (410-
tinsdlik yaklaşımı uyarınca ısrarla "be- 485), Ta11nbili111i11 Ôğeleri adlı yapıtında
denden uçuş" tasarımı üzerinde durmuş Yeni Platonculuğun temel yaklaşımlarına
olmasıdır. Biri U itan kesin sınırlarla a- ilişkin çok özenle hazırlanmış bir taslak
çık bir biçimde ayırmadığı görülen Por- sunmuştur. Çoğu durumda ortaya koy-
phyrios, Varlık, Yaşam ve Ulun enson duğu düşüncelerin ne kadarının Porphy-
anlamdaki gerçekliğin kendini bengisel rios ile İamblikhos'a ait olduğu, ne ka-
olarak belirleyişinin değişik aşamalarına darınınsa kendi özgün düşüncderi oldu-
karşılık gddiğini. düşünmüştür. Porphy- ğunu açıklıkla seçebilmek olanaklı olma-
751 im

sa da, söz konusu yapıt en azından öğ­ Belit de denir. Euklides'in geometri diz-
retici değeri yüksek derli toplu bir Yeni gesi ilksavlı bir dizgedir. Temele aldığı
Platonculuk yaklaşımı sunuyor olması ba- beş tane ilksav vardır. Bunun üzerine
kımından oldukça önemlidir. iV. yüzyı­ dizgesini kurar. Euklides'in ilksavlı uiz-
lın sonlanna gelindiğinde, Platoncu Aka- gesi daha sonralan birtakım fdsefecilere
ıkmia'nın Atina'da yeniden kurulduğu, (örnekse Spinoza'ya), birtakım matema-
Yeni Platonculuğun pagancı düşünceler tikçilere (örnekse Peano) esin kaynağı o-
doğrultusunda yapılanmış bir felsefe o- lur. Böylelikle, ilksavlı bir dizgenin ta-
kulu olarak kendisine yönelen Hıristiyan nımlanmadan kabul edilen yalın kavram-
saldınlara elden geldiğince karşı koyma- lara, bu kavramların ilişkilerini dile geti-
ya çalıştığı görülqıektedir. Ne var ki okul ren, kanıtlanmayıp doğru olduğu kabul
kendisine yönelik ağır saldınlara uzun edilen önermelere dayandığı söylenebilir.
bir süre daha direnemeyerek 529 yılında
kapanmak zorunda kalmıştır. Bununla ilksavlı dizge(ler) [İng. axiomatie şysmm;
birlikte Yeni Platonculuk kendisine yö- Fr. systime axionratique; Alm. axiomrystt1J1)
neltilen bütün bu eleştiri ve baskılara Temel olarak ilksavlan alan dizgelere de-
karşın, ortaçağ felsefesinin hemen bütü- nir. İlksavlı bir dizge oluşturmadaki te-
nü boyunca değişik bağlamlarda önemli mel amaç, karmaşık gibi görünen bir ku-
etkilerde bulunmayı sürdürmüştür. Bu ram ya da konuyu az sayıdaki kavram ile
noktada ironik olan bir gerçek, okulun ilkelerle dile getirmektir. İlksavlılaştırma
özellikle çileci yaşamın doğruluğuna iliş­ bir k.-ınıtlama yöntemi olarak kullanılır.
kin tutumu ile dünyevi yaşama karşı düş­ İlksavlı bir dizgede tanımlama ile kanıt­
manlığının, Yeni Platonculuğa acımasız­ lama olmak üzere iki temel işlem; bir de
ca karşı çıkan pek çok tannbilimci filo- üç temel öğe vardır. Bunlar: i) yalın ile
zof ile Hıristiyan Kilisesi papazınca gök- bileşik terimlerdir; iı) önermeler ya da
lere çıkartılarak benimsenmiş olmasıdır. formüller -bunlar da yine temel öner-
Nitekim Augustinus, ünlü İtiraflar başlık­ meler ile çıkarılmış ya da kanıtlanmış
lı yapıtında Yeni Platonculuğun Hıristi­ önermelerdir; iii) kurallar -tamdeyim ku-
yanlık anlayışına son derece büyük kat- ralları ile çıkarım kurallandır. Tanımlama
kılarda bulunduğunu açıklıkla dile getire- terimler arasındaki ilişkileri kurmanın bir
rek, kendi dinsel düşünüşü üzerinde de yolu olarak yapılan işlemdir. Yalın terim-
Yeni Platonculuğun derin. izlerini gör- ler dışındaki terimler bu yalın terimlere
menin olanaklı olduğunu belirtmektedir. dayanılarak tanımlanır. Bunlar belirtik ta-
Ayrıca bkz. ortaçağ felsefesi; Akade- nımlardır. Çıkarım ya da kanıtlama, ö-
mia; Aristoteles; Aristotelesçilik; a- nermeler ya da formüller arasındaki
tomculuk; çilecilik; çokçuluk; Elea mantık ilişkilerini belirtik hale getirir; ya-
Okulu; Elis-Eretria Okulu; İskende­ ni ilksavlar doğru diye kabul edildiğinde
riye Okulu; İyonya Okulu; Kinikler başka hangi önermelerin ya da formülle-
Okulu; Kirene Okulu; kuşkuculuk; rin doğru diye kabul edilmesi gerektiğini
Milet Okulu; mutçuluk; Platon; Pla- gösteren işlemdir. Bu önermeler ya da
tonculuk; Pyrrhonculuk; Pythagoras- formüller de ya dizgeye kanıtlanmadan
çılık; sofistler; Sokrates; Sokratesçi O- alınır, ki bunlar ilksavlardır, ya da kanıt­
kullar. lanarak alınır, ki bunlar da kanıtsavlardır.
Kurallar da, terimlerin dizilmesini sağla­
ilksav [İng. axiom; Fr. axiome; Alm gnm- yan sözdizim ile anlam kuralları ile ka-
dsatz, axiom; es. t mütearife] Bir matema- nıtlama için kullanılan nrodus ponens ile
tik dizgesinde doğru olduğu varsayılan; modus tolltns gibi mantık kurallarıdır.
bu dizge içerisinde kanıtlanamayan de-
yimlere, ilkelere, önermelere verilen ad. im bkz. gösterge.
imbilim 752

imbilim bkz. göstergebilim. n'run İsa'da vücut bulduğu yollu "kutsal


üçleme"ye dayalı temel öğretisi başta
in esse (Lat.) Ortaçağ felsefesinde gizil- olmak üzere bütün inançlann akıldışı ve
güç olarak (jn pom) değil de gerçekten, düşünsel olarak savunulamaz olduklanru
etkin olarak varolan şeyi nitelemek için göstermiş; buna karşı inancın insanın
kullanılan terim. mutlaka yerine getirmesi gereken bir var-
oluş ödevi olduğunu, çünkü ancak inanç
in se (Lat.) Ortaçağ felsefesinde her şe­ temelinde bireyin tam arılamıyla kendisi-
yin kendinden çıkıp kendisinin hiçbir şey­ ni gerçekleştirebilmesinin olanaklı oldu-
den çıkmadığı öncesiz sonrasız varlığı, ğunu öne sürmüştür. Bu açıdan bakıldı­
Tann'yı nitelemek için kullanılan terim: ğında, Kierkegaatd'a göte kişinin kendi-
"kendinde varlık". liği ile Tann arasında Katolik din yoru-
munda ya da Hegclcilik'te olduğu gibi
inak bkz. dogma. dua yoluyla ya da mannksal bir inanç
dizgesi araalığıyla bir ilişki kurulması
inakçılık bkz. dogmacılık. söz konusu değildir. Tann ile kişi ara-
sındaki ilişki yalnızca bireyin inananın
inancılık [İng. Jitleisar, Fr. Jidli.rme; AJm. yinelenmesiyle olanaklıdır. İnancın sürek-
fakimntr, es. t. im.inf.vrr] Dini öğretilerin ne li olurlanarak yenilenmesi, Kierkegaard'
tanıtlamaya ne de usavurmaya gelmeye- ın deyişiyle "yinelenme"si, ben'in kendi-
ceğini savunan, bunlann yalnızca Latin- siyle kendisi olarak ilişkiye geçerek güç-
ce'dejides sözcüğüyle karşılanan "inan(ç)" lenmesine de olanak sağlayacakur. Daha
temelinde benimsenebileceğini öne süren açık söylemek· gerekirse, Kierkegaard i-
görüş: "fideizm". Şeylerin -<lolayısıyla çin "ben", inancın yinelenmesiyle özdeş­
Tann'nın- varolduğuna, Tann'nın bizi tir; kişi bcn'ini ancak inananı yineleye-
hiçbir zaman yanıltmadığına duyulan i- rek kurabilir: "En büyük yapıt, kayıtsız
nana usla temellendirmenin boşunalığı­ şartsız inanç üzerine kurulmuş yaşam­
nı vurgulayan, inancın ancak "inan"la, dır." İslam dininin inancı (fideist) yoru-
yani inanç temelli düşünceyle, bilinme- mu ve bu yorumun felsefe açısından so-
yene bağlanmayla temellendirilebileceği­ nuçlan için bkz. İslim felsefesi. Aynca
ni savlayan "inancılık", dinin temel doğ­ bkz. credo quia absurdum est; credo
rularının bilimsel verilere ya da usa baş­ quia impossibile est; credo ut intel-
vurularak tarutlanamayacağını savunur. Ugiam.
Felsefenin tanrıbilim ile ilişkisi temelinde
oldukça önemli bir yere sahip olan inan- ingenium (Lat.) Ortaçağ felsefesinde
alık, felsefe tarihinde özellikle, tannbi- "doğal kapasite" ya da "anlama yetisi"
limde felsefeyle aynı araştırma yöntemle- için kullanılan Latince terim: insanın ger-
rinin ve ussallık ölçütlerinin kullanılabi­ çekliğin doğasını kavrame yetisi.
leceğini savunan "doğal tanrıbilim"e
~theologia nat11ralii) karşıt bir konum ola- İngiliz Deneycileri [İng. British Empi-
rak göze çarpar. Hıristiyan tannbilimin- ricirtr, Fr. Empiristes At1g/air, Alm. Britische
de Augustinus, İslıim tannbilirriinde ise E111j>iristischei'j İnsan bilgisinin önsel (a
G.ızili, temel olarak inan(c)ın ustan önce prion) olduğunu savunan usçu felsefeye
geldiği kabulüne dayalı bu ortodoks ko- karşı bu bilginin deneyimden geldiğini (a
numu temsil eden başlıca düşünürlerdir. postmon· olduğunu) öne süren deneycilik
Felsefede ise inancılığın en çarpıcı görüşünü dizgeleştiren üç felsefeci: Ta-
savunusu Kierkegaard tarafından gelişti­ rih sırasıyla İngiltereli John Locke, İrlan­
rilmiştir. Kierkegaard, yalnızca usla değil dalı George Berkeley ve İskoçyalı David
kendisiyle de çelişen Hıristiyanlığın l"an- Hume.
753 insanbiçimcilik

John I..ocke, insan zihninin doğum­ ukçı deneycilik ve buna yakın görüşler,
dan öncesine dayanan hiçbir tür bilginin özellikle Hume'un deneyciliğinden belir-
sahibi olmadığını öne sürüp, yalnızca bir gin izler taşır.
öğrenme yetisine sahip olduğiından yola Bu üç büyük deneyci filozofun temel
çıkmıştır. Locke'a göre, en başında boş öğretilerini sürdüren J. S. Mill'den Bert-
bir kağıt gibi olan zihin, dış dünyayı de- mnd Russcll'a, G. E. Moore'dan A. J.
neyimledikçe dolar. Duyularla deneyim- Ayer'e pek çok felsefeci de kimileyin
lenerek edinilen bilgi başlangıçta tekil ve "İngiliz >Deneycileri" diye anılmaktadır.
somut olan bazı kavramlann (iJemann; Aynca bkz. Lodcc, John; Bcrkelcy,
ömeğin tatlı, acı, sıcak, soğuk vb.) bilgi- Gcorge; Hume, David; deneycilik; ad-
sidir. Zihin, bu yalm kaılramlan (yalın cılık.
idealan) birleştirerek, birbirleriyle ilişki­
lendirerek ve kıyaslayarak karmapk kav- insan felsefesi bkz. felsefi insanbilim.
rfl1111an (karmaşık idealan) oluşturur. ·
Locke'un bazı görüşlerini izleyen, ba- insanbalatçalık (İng. tmthrupostfJpimt; Fr.
zılarını da eleştiren Berkeley'in, Locke'a tmthroposcopimte; Alın. 1»1throposkopismı11]
şiddetle karşı çıktığı nokta, Locke'un ka- Eski Yunanca'da "insan" anlamına gelen
bul ettiği ama Berkeley'in deneyci bakış tmthropoı ile "bakmak" anlamındaki ıko­
açısına aykırı bulduğu, dış dünyanın nes- pia'dan türetilmiş terim. Tüm varlıklar i-
nel varlığıdır. Berkeley de Locke gibi bil- çinde yalnızca insanoğlunun bir ahlak
ginin kaynağını deneyim olarak ele alır. öğretisi yaratmanın ardına düştüğünü,
Ne var ki o bunu dışımızda varolan bir yalnızca "insan"ın çevresi ile ilişkilerinde
dünyanın deneyimi olarak kabul etmez. ahlaki ölçütler arayışıiçine girdiğini sa-
Berkeley'e göre şeyler ancak algılandıkta­ vunan görüş.
n zaman vardır; varolmak algılanmakur İnsanbakışçılık, xıx. yüzyılda ftZJo-
(!es.re ut pempı). Şeylerin varlığı biz algı­ "omi ile eşanlamlı olarak kullanılan, in-
lamadığımız zamanlarda başkalannın al- sanlann fıziksel özelliklerinden, özellikle
gılamasına, hiç kimse algılamadığı za- de yüz hatlanndan yola çıkarak kişilik
manlarda ise Tanrı'nın algılamasına ba- belirleme anlamına gelen antroposkopi
ğımlıdır. Berkeley'in deneyci görüşlerin­ (tmthroposcrıpy) ile kanşunlmamalıdır.
de algılayan varlık olarak insan tini baş­
tan kabul edilmiş, algılamanın ve dene- insanbiçimcilik [İng. anthropo111ophis111;
yimin insanın denetleyemediği şeyler ol- Pr. 1»1thropo111orphi1111r, Alrn. anthropo111or-
masından yola çılalarak da Tann'nın var- phis11111r, es. l 111ii1ebbiheJ Eski Yunanca'da
lığı kanıtlımmaya çalışılmıştır. "insan" anlamına gelen anthropos ile "bi-
Diğer yandan, Hume'un deneyciliği çim", "şekil" anlamındaki mophe'den tü-
hem Locke'un hem de Berkeley'in önka- retilmiş terim. İnsana özgü niteliklerin,
bullerini sorgulayan kuşkucu bir deney- insanı insan yapan ayırıcı özelliklerin, in-
ciliktir. Dış dünyanın ve Tann'nın varlı­ san dışındaki varlıklara, özellikle de Tan-
ğı, insan benliği vb. şeyler Hume'un de- n'ya ya da tanrısal varlıklara yüklenmesi;
neyci oklarını yönelterek usçu düşünceye insanın kendi dışındaki "başka" bir var-
ağır yaralar aldırdığı bazı temel usçu ka- lığı tanımlama, açıklama ve yorumlama
bullerdir. sürecinde, bir başka deyişle °"" anlam-
Locke ile birlikte dizgeleşmeye başla­ landırma işleminde yalnızca insana özgü
yan deneyci görüşler, Hume ile birlikte kavramlarla iş görmesi.
gözden kaçmış hiçbir usçu öğe içerme- Yunan tragedyalarında kullanıldığı bi-
yecek biçimde, salt deneyime .dayanan çimiyle dinsel insanbiçimciliğe, tannlann
bir bilgikuramı olarak şekillenmiştir. :XX. "insan şekline bürünmüş, her şeye gücü
yüzyılın ilk yarısında etkili olmuş man- yeten varlıklar" olarak betimlenmesine,
insan bilim 754

karşı ilk kayda değer eleştiriyi


Elca O- "insana yaraşır bir yaşam"a ancak insa-
kulu filozoflarından
Ksenophanes yap- nın kendi çabasıyla, lı:endi' aklıyla ulaşa­
mıştır. Aynca bkz. Euhemerosçuluk. bileceğini savunan görüşe karşılık gelir.
Tanrı-merkezli değil de insan-mer-
insanbilim [İng. anthropolao; Fr. anth- kezli olmasından ötürü Eski Yunan kül-
ropolafe, Alm. anthropolagie; es. t. i/111-iil-be- türünün klasik yapıtlarını yücelten, bun-
ftr, btfeıtlYaiJ Eski Yunanca'da "insan" ları "en yüksek kültür"ün ürünü sayıp
anlamına gelen anthropos ile "bilim" an- kendine örnek alan insancılık, ortaçağın
lamındaki logo/tan türetilmiş terim. En skolastik düşünce dizgesine, dinsel çile-
geniş anlamıyla, insanın doğal tarihini in- ciliğe ve bir yığın ipe sapa gelmez dog-
celeyen; insanın fiziksel, toplumsal, kül- macı düşünme biçimine bir tepki olarak
türel ve dilsel gelişim çizgisini araşuran. doğmuştur. Rönesans felsefesinin Eski
bilim dalı. Yunan ve Latin metinlerinin yeniden keş­
İnsanbilim bir yandan insanın köke- fedilmesi çağrısı ya da dilbilgisi, retorik,
nini, evrimini konu edindiğinden doğa tarih, edebiyat ve ahlak felsefesinden ku-
bilimleriyle işbirliğine giderken, bir yan- nılu bir sflldia h11manitatis ("insanbilimleri
dan da insanın toplumsal ve kültürel külliyatı") yaratma ülküsü insancılığın
yönlerini incelediğinden insan bilimleri düşünsel temelini atmışur. Sözgelimi, bi-
ile toplum bilimlerine sıkı sıkıya bağlıdır. lim ile eğitimi Kilisc'nin yetkesinden tü-
Felsefenin bir kolu olarak insanbilim müyle bağımsızlaşurmaya çalışan Alman
felsefesi ise insanbilirnin ortaya koyduğu eğitimbilimci F. J. Niethammer, XIX.
taııırnlan, ürettiği kavramları gözden ge- yüzyılın hemen başında (1808) Eski Yu-
çirir; öne sürdüğü savların nesnelliğini, nan ve Latin klasiklerinin (literae h11manio-
sunduğu açıklamaların doğruluğunu sor- m) incelenmesini ya da yeniden ele alın­
gular. Aynca bkz. felsefi insanbilim. masını adlandırmak için insancılık (h11ma-
ni.r11111s) terimini kullanıyordu.
insanbilimcilik [İng. anthropologirnr, Fr. Kuşkusuz, Eski Yunan mirasına da-
anthropologisme-, Alm. anthropologir11111r, es. yalı bir kültür yaratma tasarısı -her ne
t. iflll-i bt(erıilile] XIX. yüzyılda Alman kadar Rönesans'ta bir ülkü olarak do-
maddeci fdozof Ludwig Feuerbach'ın ruğa çıkmışsa da- düşünce tarihinde he-
başını çektiği, Hegel'e karşı yürütülen men her zaman yeri olan bir tasarıdır:
felsefede ortaya konan, insanı doğanın Roma felsefesi için Yunan düşüncesi bi-
en üstün yaraumı, doğanın ayrılmaz bir ricik gönderme noktası ya da tek kaynak
parçası olarak ele alıp değerlendiren fel- olmuştur; ortaçağ felsefesinin düşünür­
sefi görüş; salt maddeci ve yaşambilimsel lerinin Platon ile Aristotclcs'in düşün­
(biyolojik) bir yaklaşımla insanı insan celerini kendi akılyürütmcleri ya da dil-
yapan özellikleri insanın doğal kökenine lendirmeleriyle harmanlama çabası ise
dönerek incelemeyi savunan öğreti. sonuna dek sürmüştür. Cicero'nun felse-
fenin Sokrates eliyle gökyüzünden yer-
insancılık [İng. h11111ani.rm; Fr. h11111ani.rme; yüzüne indirildiği, yüzünü "insan"a dön-
Alm. h11111anirm11s] Felsefe sözdağarına il- düğü saptaması ya da Protagoras'ın in-
kin XIX. yüzyılda, Yenidendoğuş (Rö- sanı her şeyin ölçüsü rhomo flltnmra) ola-
nesans) çağının Batı kültürünü ve eğiti­ rak gören felsefe anlayışı da bize insan-
mini Eski Yunan ile uzantısı olarak gö- cılığın köklerinin nerelerde aranması ge-
rülen Latin kültürüne dayandırma ülkü- rektiğine dair ipuçları sunar. Tüm bunla-
sünün adının konması yoluyla giren in- rın ışığı altında, yalnızca Tann'ya odak-
sancılık, en genel anlamıyla, insanın yaz- lanmış, insanı yoksayan bir düşünce ik-
gısının insanın kendisi dışında hiçbir limini yadsıyan Rönesans düşünürleri
güce emanet edilemeyeceğini, insanlığın (Lorenzo Valla, Pico della Mirandola,
755 insancılık

Erasmus v.d.) "insana döpük" bir felse- İnsancılık bilgikuramsal düzeyde insanı
feye, insancılığa tutunmaya gereksinim ya da özneyi deneyimin merkezi ve bil-
duymuşlardır. ginin kaynağı olarak görürken, varlıkbil­
Her şeyden önce, insancılığı salt bir gisel düzeyde de insanlık ile doğanın geri
düŞünce okulu ya da sııurlan çizilmiş, kalanı arasında keskin bir ayrıma gitmiş;
dizgeli bir felsefi öğreti olarak ele alma- varlık sıradüzeninde insana ayrı bir yer
mak gerekir; insancılık daha çok, insanı açıp onu en üste koymuştur.
bir "değer" olarak başköşeye yerleştiren Tarihe, topluma, kültüre ilişkin açık­
bir ".dünya görüşü"ne ya da farklı tarih- lamada önceliği insana, insanın ilgi ve
sel dönemlerde ortaya çıkan ve tüın ya- çıkarlarına veren, yaşama dair ne varsa
pıp etmclerimizin "insan öğesi"ni göz- alunda insanı arayıp bulan bir düşünce
den ırak tutmaması gerektiğini savunan geleneği olarak insancılığın yerli yerine
genci bir anlayışa, bir bakış açısına karşı­ oturması, XVUI. yüzyıl düşünürleri (Ay-
lık gelir. Nitekim, XIX. yüzyılın sonun- dınlanma fclsefesı) eliyle olmuştur. Bir
dan itibaren "insancılık'' terimi, doğanın yandan Fransız filozoflar Voltaire, Dide-
işleyişinde ya da şeylerin düzeninde "in- rot ve Rousseau (Ansiklopediciler), diğer
san türü"ne ayrıcalıklı bir önem atfeden, yandan Bentharn, Hume, Lessing, Kant,
insanın ya da insarılığın merkeziliğini, Franklin ve Jefferson gibi Amerikan ve
"olmazsa olmaz"lığını vu~ulayan her Kıta felsefelerinin önde gelen isimleri,
türden düşünce eğilimini nitcleyegclmiş­ insanalığın bilimsel ya da tümüyle dün-
tir. Böylelikle de bugün tarihsel dönem yevi (dindışı) bir kimliğe bürünmesinde
bağlamında "klasik insancılık"tan, "Rö- etkin rol oynamışlardır. Bütün bu düşün
nesans insancılığı"ndan ya da "Aydınlan­ adamları birçok konuda ayn ayrı düşün­
ma insancılığı"ndan; tek tek felsefeci ya celer üretmiş olsalar da evrene ve insan
da felsefi hareket bağlamında da "Marx- yaşamına ilişkin söylen ile dinin öne sür-
çı insancılık''tan, "Hcideggerci insana- düğü yetersiz, yarulua görüşleri yadsıyıp
lık"tan ya da "varoluşçu insancılık''tan yerine doğa bilimleri ile insan bilimleri-
söz açmak mümkün hale gelmiştir. nin yetkin, akla dayalı açıklamasını geçir-
İnsanlığa göz.dm pkarıbmş insanın öne- mekte aynı yolu paylaşmışlardır. Hepsi
mini yeniden anımsatan insancılık önce- de dinin kau, önyargılı dünyasını alaşağı
likle bir savaşımın; insanlığın yazgısını etmek adına özgürlüğü, eşitliği, hoşgö­
tümüyle tanrısal bir düzene bağlayan, rüyü vurgulayarak Batı toplumunda dün-
doğaüstü ya da aşkın olanı yücelten bir yevileşmenin yeşermesine ya da dindışı
anlayışla savaşmayı göze almanın ürünü- bir dünya görüşünün uç vermesine kat-
dür. Bir yandan insanlığı bilimsel açıdan kıda bulunmuşlardır.
doğal düzenin bir parçası, diğer canlı İnsancılık, bundan böyle, insanın ken-
türleriyle birarada yaşayan bir varlık ola- di içinde bir değer taşımadığını savuna-
rak ele alma uğraşının; bir yandan da in- rak insanı yoksayıp insan yaşamının -di-
sanı eşsiz yeri ve yetenekleri olan "kendi ğer "yüce şeyler" karşısında- bir anlamı
kendine yeter" bir varlık olarak konu e- olduğunu kabul etmeye yanaşmayan; in-
dinme eğiliminin bir uzanusıdır. İnsana sanı kutsal/ tanrısal iradenin yaratuğı de-
ve insanın bilgisine duyulan bu aprı gü- ğersiz bir yarauk, ancak Tarırı'nın ege-
ven, insan deneyimini bilgiye ulaşmanın menliğinde kurtuluşa erecek bir varlık
başlangıç noktası diye gören, insanın ge- olarak gören; "insan bilinci"ni belirle-
rek kendi üzerine bilgisini, gerekse Tanrı nimci ya da indirgemeci bir tarzda ele
ya da Doğa'nın işleyişi üzerine bilgisini alan; insanı politik ya da ekonomik diz-
bilimsel araşurmanın eleştirel, akılcı yön- gelerin elinde yoğrulacak bir hammadde
temlerine dayandıran, "ilerlemeci" bir sayan/ sanan a.-ılayışların tümüne karşı
dünya görüşü tarafından desteklenmiştir. duran geniş bir eğilim halini almıştır. İn-
75'

sancılık, özünde yatan, insan doğasımn İ nsancılığın her türünü reddeden, ön-
yetkinliğine olan inancım, insana duy- cüllerini geçersiz bulan insancılık karşıt­
duğu güveni hiçbir zaman yitirmemiş; lığı ilkin XX. yü:ıyılda, öncelikle de Fran-
insana özgü ahlak duygusu ile sorumlu- sız felsefesinde boy göstermiştir. 1960'
luk bilincinin "ilerleme"nin yolunu aça- !arın sonu ile 1970'lerin başından itiba-
cağı düşüncesine derinden bağlanmıştır. ren önce yapısalalık, sonra post-yapısal­
İnsancılık XVIII. yü:ıyılın sonu ile cılık, ardından da postınodernizm ile ya-
XIX. yü:ıyı1ın başlarında, yeni bir kültürü pısökümcü düşünce geleneği, insancılık
yeşertme ülküsünü koruyarak bireyi ve karşıtı düşüncelerini Saussure, Uvi-St-
bireyin iıp yaratma gücünü öne çıka­ rauss, Lacan, Althusser, Foucault, Derri-
ran yeni bir çehreye bürünür. Alınan dü- da ve Deleuze-Guattari ikilisi gibi düşü­
şünür ve kültür adamlan Goethe, Schil- nürler eliyle peş peşe sıralamışlardır. Bu
ler, Humboldt ve Herder'in başım çek- düşünce akımlanrun ya da düşünürlerin
tiği bu evreye "yeni insancılık" adı veri- ortak paydası, adına ister "birey" ister
lir. Yeni insancılığın ana vurgusu, insan- "özne" diyelim insan denilen varlığın
larıı seçme ve eyleme özgürlüğü tamya- toplumsal, ekonomik, dilbilimsel ya da
rak keneli yaşamlarını biçimlendirme hak- ruhbilimsel yapılara bağımlı olduğu ya da
kırun sonuna dek savunulması olarak a- bu yapılarca belirlendiği düşüncesi; insa-
. çığa çıkar. run bu yapılarca üretilen kodlar ile dü-
Bunun dışında, insancılığın temel sav- zerıleyici güçler ('üretim tarzı", "akraba-
larıyla uzaktan yakından ilgisi olmadığı lık ilişkileri", "bilinçdışı" v.b.) tarafından
halde, İngili:ı fılowf F. S. Schiller'in kuşatılmış olduğu görüşüdür. İnsancılı­
keneli bilgi ve doğruluk anlayışını temel- ğın, insanı kendi geleceğine kendisi karar
lendirmek adına geliştirdiği pragmacılık veren özerk bir varlık olarak tasarlaması,
türüne de -Protagoras'ın "insan her şe­ ya da kendi ·kendini -kendi yazgısını­
yin ölçüsüdür" savsözünü felsefesine çı­ belirleyen "özgür insan" u.:sarımı, yanıl­
kış noktası yapmasından ötürü- "insan- samadan başka bir şey değildir. Yine in-
cılık" adı verilmiştir. sancılığın keneli özgür iradesiyle, bilinçli
XX. yü:ıyılfelsefesinin, özellikle de kararlan ve seçimleriyle toplumsal ve ta-
yapısalcılığın boy gösterdiği 1970'1erden rihsel sürecin akışını yönlendirebilecek
günümüze felsefenin, son çözümlemede güce sahip "birey" kavrayışı, gerek dü-
hilim ile ilerlemeyi özdeşleştiren insancı­ şünce tarihinin gerekse insanlık tarihinin
lık eleştirisi için bkz. insancılık karşıt­ gerrek akışıyla hiç de örtüşmez. Bu an-
h!lı. lamda bilinç denilen şey, şu ya da bu şe­
kilde, tam da nedensel ya da yapısal ola-
insancılık karşıtlığı [İng. 1111ti-hu111anis111; rak btlirltnmişliğin ya da koptllanmışltğtn bir
Fr. t111ti-hu111am1111t; Alm. t111ti-hu111am~11111.ij ürünüdür.
İnsancılığın temel savlarına kuşkuyla XX. yüzyıl felsefesi, XIX. yü:ıyıl fel-
yaklaşan; insam tüm koşullardan soyut- sefesinin doruğa çıkardığı "bilim" ile "i-
layarak onu özgür kılacağını uman tav- lerleme"nin aynı şey olduğu yollu görüşü
rım eleştiren; "özne" ya da "birey" kim- paylaşmıyordur artık; hele insancılığın or-
liğine bürünmüş insanı -ekonomik, top· taya attığı "insanlığın ilerlemesi" öykü-
!umsa! ya da dibe! yapılan hiç hesaba sünde ya da -postmodernlerin deyişiyle­
katmaksızın- kendi yazgısını belirleme üstanlatısında insana biçilen ağır görevi,
yetisine sahip "özerk" bir varlık olarak, insana yüklenen bu "anlamsız,, ve "te-
dahası, insanı evrende olup biten her şe­ melden yoksun" ödevi gülünç bulmak-
yi denetleme gücüne haiz "dünyarun e- tadır. Zamarunda din karşıtlığıyla ya da
fendisi" olarak gören anlayışını yadsıyan tanntanımazlıkla suçlanan insancılık, ar-
yaklaşımların ı:ümüne birden verilen ad. tık insanmerkezcilikle, öznemerkezcilikle
757 inıankorkusu

ve dışa kapalı bir sözmerkezcilikle yar- ve arzularından


annarak tinsel olgunluğa
gılanıp mahkôm edilmektedir. Yüzyılın erişmiş insanıifade eder. Saltık Tann'nın
sonunda "insancılık'' terimi postmoder- insanda ortaya çıkarak yeniden kendine
nist!er, özellikle de feminist yazarlar ta- dönınesi olarak da değerlendirilen ins/Jn-ı
rafından "aşağılayıcı" ya da "kötüleyici" kômü, bu bakımdan tannsal nitelikleri de
bir anlamda; Sartre gibi insanın tarihsel kendinde taşımaktadır. Aynca bkz. vab-
bakımdan koşullandığını, öznenin top- det-i vücüd.
lumsal, ekonomik ve dilsel yapılar ile si-
yasal "söylem"ler tarafından resmen kur- insaoın ölümü {İng. JeaJh ef man-, Fr.
gulandığını unutup, insanın özerkliğin­ mortt Je /'Jxmmır, Alm. toJ Jes mensdııe11)
den dem vuran; bilinçli, akıla, özgür bi- bkz. öznenin ölümü; post-yapasalcı
reyden söz açan düşünürleri eleştirmek felseCe; postmodem felsefe.
için kullanılır olmuştur.
Postmodem düşünürlere göre, "in- insaniçincilik {İng. anthropoı:mtris»r, Fr.
sancılık" özgürlük, eşitlik ve adalet arayı­ anthropot1111lrİmlr,Alm. antbropoZ!"tris11111r,
şıyla göze hoş görünse de liberalizm ve es. L li-1-bef'ri»e) Eski Yunanca'da "in-
kapitalizm eliyle tutsaklığın, eşitsizlik ve san'' anlamına gelen anthropos ile "özek",
adaletsizliğin üstünü örtmek üzere kul- "merkez" anlamındaki khentnıtldan tü-
lanılmışur. İnsanalık Baıı'nın -kültürü- retilmiş terim: "insanmerkezcilik". İnsa­
nün, toplwnunun, düşüncesinin. .. her ne- nı evrenin merkezine yerleştiren, her şe­
yi varsa onun- yayılmacılığının, sömür- yin ölçüsü olarak insanı öne süren anla-
geciliğin.in, dayatmacılığının, sözün özü yış; insanın çevresindeki tüm canlı ve
"kendi ayıbı" nın üzeri iyice açılmasın di- cansız varlıkların insan için yaratıldığını
ye sürdürdüğü bir "boşsözcülük"; Batı' sawnan öğreti.
nın kendisinin bile inanmadığı, miadı İnsanın dünyadaki yerini fazlasıyla a-
dolmuş bir "şi.rinyüzlü düşünyapı"sıdır: bartan bu öğretiyi adamakıllı eleştiren ilk
Açıkça söylendikte, insancılık artık son düşünür Spinoza olmuştur. Günümüzde
darbeyi bekleyen, "ayağa düşmüş" bir de "Yeşil Politika" sawnuculan ile çevre
ideolojidir. felsefesine gönül verenler, insaniçinci gö-
rüşün şu ya da bu şekilde desteklenmeye
insAn-ı kamil (Ar.) Arapça'da "yetkin devam edilmesi halinde ortada herhangi
insan" anlamına gelen bu terim, İslam bir görüşü savunacak herhangi bir insan
felsefesinde mutasavvıfların ortaya koy- kalmayacağı konusunda tümüyle hemfi-
duğu "Tann'da yok olma" ifma-ji-1/ah) kirdirler.
tasarımında insanın varacağı son aşamayı
nitelemek için kullanılmıştır. VahJet-i vii- insankorkusu ~ng. anthropophobitr, Fr.
aiJ ("varlığın birliği") öğretisine dayalı fa- anthropophobitr, Alm. a11thropophobia) Eski
na ("yok olma') tasarımına göre insanın Yunanca'da "insan" anlamına gelen a11-
amacı Tann'yla "bir olmak", beşeri var- thropoı ile "korku" anlamındaki pboboltan
lığını Tarırı'nın aşkın varlığında eritmek- türetilmiş terim: "anttopofobi". İnsandan
tir. Bu üç aşamalı sürecin birinci aşama­ hoşlanmama, insanlı ortamda yaşamak­
sında Tann'nın mutlak iradesi karşısında tan kaçınma biçiminde açımlanabilecek
kendi istencini yitiren insan ikinci aşa­ bu terimi Kant, Tiireler Metafiziği (Meta-
maya geçtiğinde T arırı ile arasında hiçbir physik der Sitten) ~dlı kitabının "Erdem
engel kalmaz. Son aşamada ise inanmış Kuramı" bölümünde, başkalarının iyili-
kişi Tann sevgisiyle kendinden geçer ve ğini isteme konusunda olumlu tavır ta-
içinde yaşadığı gerçekliği başka bir gözle kınmasına karşın yine de insanlardan u-
görür. Bu aşamada ortaya çıkan insan-ı zak durmayı yeğleme tutumunu nitele-
kômil kendi '.stencinden sıyrılmış, istek mek için kullanmışur.
insan severlik 758

insanseverlik ~ng. pbilnnthropy, Fr. pbi- kişinin kendi isteğiyle, önceden tasarla-
lanthropie; Alın. philnnthropie] Eski Yu- dığı bir yolla kendi canına kıyrnasıdır. Ne
nanca'da "sevmek" anlamına gelen pbi/o; var ki, önceden tasarlanmamış anlık in-
ile "insan" anlamındaki llflthrrıpoltan tü- tiharlar olabileceği gibi, çoğu durumda
retilmiş terim. Kökeni ilkçağ Yunan fel- kişilerin istemedikleri halde intihar ede-
sefesine, özellikle de Stoacıların eşitlik biliyor olmalarının da bu yerleşik tanımı
öğretisine dek uzanan aynm gözetmek- bir hayli so!'.llnlu bir konuma düşürdüğü
sizin tüm insanları sevip sayma tutumu; açıktır. Yıne bu aynı bağlamda, kişinin
kişisel çıkarlar için değil de insanların ge- bir başkasınca kurban edilmesinin ya da
nel mutluluğu, "evrensel iyilik" için ey- kendi özgür istenciyle kendisini kurban
leme. etmesinin; Hvaşta bile isteye ölüme atı­
larak şehit düşmenin; göz göre göre
insantanrıcıhk ~ng. llflthropotheimt; Fr. riskli işlere girerek ölüme davetiye çıkar­
anthropothlime; Alın. anthropothti;111uil, Es- manın; ölümün gelmekte olduğu açıkken
ki Yunanca'da "insan" anlamına gelen tıbbi yardım almayı ya da ilaç tedavisini
ıınthropo; ile "tanrı" anlamındaki theoltan geri çevirmenin; ekonomik, ruhbilimsel,
türet.ilmiş terim. Felsefede kaynağını il- toplumsal gibi kişinin kendi denetiminde
kel bir dinsel öğretiden alan, tanrıların olmayan dış nedenlerle ya da başkaları­
insan kökenli olduğunu, tanrıların gerçek nın zorlamasıyla intihar etıne gibi çeşitli
doğasırun özünde insanın yattığını savu- durumların yukarıda yapılan genel inti-
nan görüş: tanrıların insanlaştınlması ya har tanımına uymadıkları açıktır. Bu yüz-
da i,.,sanların tanrılaştınlmasL den kimi kuramcıların, tek tek bütün bu
özel durumları da kapsayan bir intihar
intentio recta/intentio obliqua (Lat) tanımı vermek amacıyla; "önceden ta-
Ortaçağ felsefesinde öznenin (ya da ko- sarlanmış olma" ile "kendi isteğiyle" ko-
nunun) doğrudan doğruya "varolan"a, şullanru tanımdan çıkararak, intihar ola-
varlığa yönelmişliğine intentio recin adı ve- }~nı isteyerek ya da istemeyerek ölümü
rilirken; öznenin (ya da konunun) kendi kabul etme; bir biçimde ölmeyi kabul-
üzerine katlanıp yol almasına, düşünüm­ lenme ya da ölme riskini göze alma ola-
sclliğe bürünmesine ise intmtio obliıpıa adı rak yeniden tanımlama yoluna gittikleri
verilir. görülmektedir. Kuşkusuz tarih boyunca
Bu iki terim daha sonra yeni varlık­ yapılan alabildiğine değişik intihar açıkla­
bilgisinin kurucusu sayılan Ni::olai Hart- maları, intihar olarak görülebilecek ile in-
mann tarafından varlıkbilgisinde yeniden tihar olarak görülemeyecek ölümler ara-
gün ışığına çıkarılmışur. sındaki aynını çizme noktasında derin an-
laşmazlıklara düşmüşlerdir. Örneğin Sok-
inter linitum et infinitum non est rates ile Samson'un (Şimşon) ölümleri
proportio (Lat) Pascal'ın inan uslamla- intihara yönelik kimi bakış açılarında a-
masında önemli bir yeri olan, "sonlu çıkça bir intihar olayı olarak değerlendi­
olan ile sonsuz olan arasında herhangi rilirken, kimi bakış açılarına göreyse bu
bir orantı yoktur" anlamındaki Latince iki durumun salt ölümden öte bir an-
deyiş. lamları olmadığı savunulmuştur.
İntiharın ahlaksal bakımdan temel-
intihar etiği ~ng. müide tthiçr, Fr. lthique lendirilebilir ya da hakhlandınlabilir bir
de mi&ide: Alm. sellntmordethik] \rerilen çe- durum olup olmadığı gerek filozoflar ge-
şitli tanımlar arasında, en yaygın ve düz rekse din ahlakçıları arasında geniş tar-
intihar tanımı, yaşanan örtük ya da açık tışmalara yol açmıştır. Bu bağlamda ba-
bir iç hesaplaşma süreci sonucunda ken- şını -her ne kadar kendi söyledikleriyle
disine sunduğu gerekçeli karar gereğince, çelişir bir biçimde kimi durumlarda inti-
759 intihar etiği

harın "doğru" olabileceğini vurgulasa intiharın ne etik ne de felsefi bakımdan


da-Platon, Aristotcles, Augustinus, Tho- sawnulamaz olduğunu ileri sürmektedir
mas Aquinas, Kant ve Hegel gibi filo- (Yaralar, Kitap 8, 873c). Platon bir başka
zoflann çektiği kanatta yer alan fılozof­ yerdeyse, tannların bizim gardiyanlanmız,
lar, intihann her durumda ahlaksal ba- bizimse onlann tutukluları olduğumuzu,
kımdan yanlış olduğunu sawnan görüşler o nedenle de Tann bizi yanına çağırana
ortaya koymuşlardır. Buna karşı kökleri dek yaşamımıza son vermeden beklemek
Epikuros ile Stoacı filozoflara dek uza- durumunda olduğumuzu ileri sürmekte-
nan karşı kan:ııttaki filozoflar, intihann dir (Phaidon, 62). Öte yanda, bir başka
kayıtsız koşulsuz yanlış bir davr:ıınış ol- büyük Yunan fılozofu Aristoteles de,
madığını Çeşidi yollarla tanıtla.maya ça- "yaşamın yasasını çiğnemek" olar:ıık gör-
lışmışlardır. Stoaa geleneğin intihara. yö- düğü intihara bütünüyle karşı çıkmıştır
nelik: bu olumlu bakışı XVI. yüzyılda (Ni/etJllNllUxJs'a Etik, Kitap 5, Bölüm 11).
Montaigne eliyle yeniden canlanduılmış, Orta.çağa gelindiğinde, da.ha ilk ba-
Montesquieu, Holb:ııch, Diderot, Rous- kışta intihara: kaı:şı takınılan tutumun (ö-
se:ııu ve Volıaire gibi Fransız Aydınlan­ zdlikle de söylem bazında) Hıristiyan 6.-
ın:ıısı'ıun önde gelen düşünürleri ar:ıısında lozoflann metinlerinde büyük bir deği­
destek bulmuştur. Bu bağlamda Humc' şim geçirdiği görülmektedir. Tann D111kn
da, özellikle de "intihar üstüne" adlı ya- başlıklı kitabında Augustinus, Tann'ıun
zısında Aydınlanma'nın intihara. yönelik sözünü ediyor olsa da, Tanrı adına eyle-
genci bakışııun bulun:ııbilcceği .klasikleş­ me geçildiği öne sürülse de bu türden hiç-
miş bir saptamadır. XIX. yüzyıl Alman bir haklılandırma zemini olmayan kendi-
felsefesinde intihar karşısında Aydınlan­ ni öldürme edimine kesin bir yasak koy-
ma döneminin takındığı tutumun önce muştur. Tann'nın on emrinden biri "öl-
Schopenh:ııuer t:ıırafından, d:ııh:ıı sonra. d:ıı dürmeyeceksin" cmtini bütünüyle çiğne­
süreğen hasta olan kişinin intihar etme mek olarak gördüğü intihara kesin bir
cesaretini kendinde bulması gerektiğini dille karşı çıkan Augustinus, tannsallık a-
sawnacak denli ileriye giden Nietzsche dına verilen savaşlar ya da kutsal gerek-
tar:ııfından yüksek sesle dillendirildiği gö- çelerle onanan ölüm cezaları başta ol-
rülmektedir. Nietzsche P11tlamı A/açafea. mak üzere bu buyruğa uyu!mayabilecek
mnllğı başlıklı kitabında., "yaşamın anlamı birtalam kur:ııldışı durumlaraysa da.ha bir
bütün bütün yitirildikten sonra, bir bitici anlayışla y:ııklaşmaktadır. İntihar, Augus-
gibi doktorlara ve ilaçlara bağımlı olarak tinus'a göre, yaşanan aanın büyüklüğüne
uzun yaşamaktansa bir an önce ölmek katlanamaz olmayla da, alınacak olası bir
yeğdir" demektedir. cezadan duyulan korkuyla da, yüksek bir
Tarih boyunca intihar büyük dinler tinin gereğini yerine getirmek gibi daha
t:ıır:ııfından olduğu kadar pek çok filozof makul bir gerekçeyle de asla aklanamaz
t:ıır:ııfından da ahlika aylan bir eylem ola- bir "varoluş gün:ııhı"dır. Ortaçağ felsefe-
r:ıık değerlendirilmiştir. Bu bağlamda in- sinde intiharın etik bakımdan değcrgcsi
sanın kendi canına kıymasının, hem top- üstüne biribirinden alabildiğine farklı gö-
lumsal bakımdan zararlı görüldüğünden rüşler dillcndirilmiş olmakla birlikte, bu·
hem de doğaya aykırı bulunduğundan, bağlamda yapılan t:ıırtışmaların çok bü-
Tann'nın istencine karşı çıkmakla eşde­ yük bir bölümünün kişinin "kendisine
ğer olduğu ileri sürülmüştür. Ancak fel- karşı", "başkalanna karşı'', "saltık bir
sefe tarihine dönüldüğünde, intiharın e- varlığa ya da Tann'ya karşı" biçiminde
tik bakımdan kabul edilebilirliği üstüne başlıklanabilccek üç farklı yükümlülük
oldukça uzun bir geçmişe sahip olduğu türünden birini, ikisini ya da hepsini bir-
da görülmektedir. Platon, yazgııun isten- den zedeleyip zedelemediği sorusu çev-
cini düş kırıklığına uğrattığını düşündüğü resinde döndüğü söylenebilir.· Bu bağ-
intihar etiği 760

l:ımda Thomas Aquinas'ın sunduğu "in- nem Yunan ile Roma· filozoftan, intihar
tihar uslamlamalan"ıun kendinden son- etmeye l'ck bir koşulla izin tanıyarak, an-
raki dönemlerin hemen bütün intihar cak katlanılmaz bir hal alan sonu gelmez
düşünüşleri üstünde belirleyici olduğu bir acıya 'lfln vermek adına intihar etme-
kuşku götürmez bir gerçektir. SHmmn ııin on:ıylan<ıbilir bir seçim olduğunu sg-
tht6/ogiaide yer alan sözü geççn uslam- vunmuşlardır. Sözgclimi, önemli Stoacı­
lamalan üç ana başlık altında toplamak lardan Romalı filozof Seneca, yaşın i-
olanaklıdır: (i) varolan her şey doğası ge- ierlemcsine h.1ğlı olarak salt yiışıınan ya
n-ği varlığını sürdürür; bu nedenle inti- da yaşanacak acının korkusuyla değil de
har etmek hem doğa ya_sasına hem de hem :~ihinsd hem de tinsd bakımdan
Joga sevgisine aylan bir davranıştır; (iı) arnk yaşanm,ısı gerektiği gibi yaşaruıma­
her insan teki ait olduğu toplumun bir yan durumlarda intihann hoşgörülmesi
p•ırç.ısı olduğundan, kişinin kendini öl- gerektiğini yazmıştır. Yine Stoacılığııı bi-
dürmesi toplumu derinden yaralayan bir linen en büyük filw.oflanndan Epikte-
eylemdir; (iiı) yaşam açıkça Tanrı'nın in- tos, belli koşulların yerine getirilmesi ko-
sana bir armağanı olduğundan, kişinin şuluyla intihan destekler yönde göriişler
kendisine verilen bu yaşanu, bu "can"ı bildirmiştir. Stoacı felsefeye egemen te-
O'nun istenci dışında alması ya da al- mel etik düşünce, insanın kendisini bü-
maya kalkışması Tann'ya kaışı işlenmiş tünüyle yazgının buyruklarına teslim et-
büyük bir günahtır. Aquinas'ın, "intihara nıcsidir. Nitekim bu bağlamda Epiktetos,
izin tanınabilir" yollu düşünceye karşı kimilerimiz için bu yaşamı istenildiği gibi
sunduğu bu üç uslamlamadan "doğal ya- sürdürmenin önüne biiyük engtller çı­
sa"ya yani bir şeyin doğal amacına da- kabilir; arıık kimi scyler hoşgörülemez
yandırılmış ilkinde, intihar yanlıştır çün- bir noktaya gelip dayandığında, yaşamı­
kü irısanlann temel amacı "doğal ya- mıza son vermeyi isteyebiliriz demekte-
şam"ın gerekleriyle ters düşmektedir. A- dir. Yine görece daha yakınlara gelindi-
quinas'ın intihara karşı sunduğu ikinci ğinde Montaigne, Montcsquieu, Voltaire
uslamlaması doğrudan yararcı temeller gibi yl"ııiçağ düşünürlerinin, tanrısal is-
iistüne kuruludur. Buna göre, intihar :enç düşüncesine dayanclırılmış onaçağ
meydana getirdiği toplumsal yıkım ne- l1slamlamalarına karşı intihardan yana gö-
deniyle asla haklılandınlabilir bir eylem rüş bildirdikleri görlilmektedir.
deı,';ildir. Üçüncü uslamlamasındaysa A- Modem felsefe dönemindeyse Hume,
quinas, Tann'ya ait olan bir şeyi yani geri "İntihar Üstüne" ("On Suicide'') başlıklı
almak üzere insana belli bir süreliğine denemesinde bütün zamanların bilinen
verilmiş yaşamı çalmak olarak değerlen­ en yetkin intihar ~avunularındaıı birini
dirdiği intihann bütünüyle yanlış oldu- ortaya koymuştur. Adı geçen deneme
ğunu savlamaktadır. Bu üçüncü uslam- beş ayrı denemeyle birlikte 17 57 yılında
lamada, insanın yaşanu Tann'nın mülki- basılmak üzere yayıımı hazırlanmış olsa
yeti olarak düşünüldüğünden, kendisiric da, siyasal baskılardan ötürü Hume bu
Tanrı tarafından emanet edilen bu en denemeyi söz konusu derlemeden son
değerli mülkiyeti O geri almak isteyene anda çıkartma gere{!'; duymuştur. Nite-
dek korumak en büyük insanlık ödevidir. kim ölümünün üzerinden yedi yıl geçtik-
İ ntilıara kesinlikle olumsuz bir gÖ7Je ten sonra 1783 yılında yayımlanan "İnti­
bakan ya da bütünüyle karşı çıkan bu har Üstüne"de Hume, intihar sorununa
geleneğe karşı, Stoacılar ile Aydınlanm'.l özeJlikle Hugo Grotius ile Samud Pu-
diişünüderi başta olmak üzere çeşitli fi- fendorf eliyle yük•ck sesle dillendirilen
lozoflar intihar etmenin zorunlu olarak geleneksel "öciev-tcmelli etik" bakışı ü-
ahlaka aykın olmasııun gcrelanediğini zeı'indcıı giderek yaldaşmaktndır. Buna
savunmuşlardır. Bu bağlamda, geç dö- göre, eğer denildiği gibi intihar ahlaka
761 intihar etiği

aykırı bir edimse, Tann'ya, kendime ya nıru belirleme bütünüyle Tann'nın elinde
da başkıılamıa yönelik kimi ödevlerin y~ olan bir şeyse, o zaman yaşam süresini
rine getirilmemesi anlamına gelmek zo- uzatmalt adına, örneğin tıbbın olanakla-
rundadır. Dizgeli bir biçimde bu olanak- ı:ından yararlanarak ya da belli ·ilaçlar
ların her birinin üstüne tek tek giden kullanmak yoluyla insanın özel bir uğraş
Hume, insan olaıak yerine getimıenüz içinde olmasının hiçbir anlamı olmadığı­
gereken "intihar etmemek" gibi bir öde- nı belirtmektedir. Yapılan önemli eleşti­
vimiz bulunmadığı sonucuna varmakta- rilerden biri de, intiharın, Tann'nın en
dır. Hume'un usla~ canalıcı ya- üst düzey bir yetkinlikte düzene koydu-
nı, intiharın Tann'ya olan ödevlerimizi ğu şeylerin doğal düzeninin işleyişini bo-
hiçe saymak anlaımna gelip gelmediği zuyor olması düşÜncesinden yola koyul-
üstürıc odaklanıyor olmasında yatar. Tan- maktadır. Bu eleştiriye karşı Hume, sert
n'nın insandan kesinlikle uymasını bek- hava koşullanndan korunmak amacıyla
lediği böyle bir ödevin olmadığına yöne- birtakım yapay araçlar geliştirdiğimizi,
lik Hume'un uslamlaınasıru şu biçimde bir yerden bir yere daha hızlı ve daha
özetlemek olanaklıdır: (i) ilki doğal dün- konforlu giunek adına yapay ulaşım a-
yanın fizik yasalaıı ikincisi hayvansal ıaçları tasarladığımızı ömek olarak gös-
dünyanın istek kaynakh eylem yasalan ol- tererek, zaten pek çok açıdan Tann tara-
malt üzere iki doğa gücüne birden Tann 6ndan kurulmuş olduğu söylenen şeyle­
tarafından konulmuş, kendi kendine iş­ rin doğal düzenini bozduğumuzu söyle-
leyen bir kural vardır; (u) bir kural olarak mektedir. Hume, dayanağını tannsal is-
Tann insanlara kendi mutluluklan için tenç tasarımından alan bütün düşüncele­
doğanın olağan akışıru değiştirme özgür- rin temelsiz olduklarına parmak basarak.
lüğü taruımştır; (ıiı) intihar, kişinin kendi özce Nil nehrinin doğal akışıru değiştir­
mutluluğunu gerçekleştirmek amacıyla mekle kişinin damarlarında doğal akışı i-
doğanın olağan akışıru değiştirmenin bir çinde dolaşan kanının akış düzenini de-
ömeğidir; Qv) bu örneğin Tanrı'nın koy- ğiştirmesi aıasında hiçbir aynın olmadı­
duğu kuralı çiğnemek olacağını gösteren ğını ileri sünnektedir. Bütün bu düşün­
doyurucu bir neden yoktur; (v) demek celere ek olarak Hume, yaşam artık kat-
ki, intihar Tann'nın istencine aykırı dav- lanılmaz bir hal aldığında, bütün iyileri
ıanmak olmadığı gibi yetkin bir biçimde kendinde toplayan Tann'nın, kişinin in-
oluşturduğu varoluş planını da bozuyor tihar yoluyla acılanna son vermesini an-
değildir. Burada açıkça görülebileceği ü- layışla karşılayacağını yazmaktadır. İnti­
zere, Hume'un uslamlamasının odağında hann başk:alanna ya da topJuma kaqı
yer alan dördüncü öncüldür. ödevlerimizi yerine getirmekten ahkoy-
Bu bağlamda Hume'un uslamlama- duğuna yönelik sava karşı da Hume yine
sında içerilen bu öncüle karşı getirilen bir dizi uslamlama sunmaktadır. Kuşku­
eleştirilerden biri, insan yaşamırun bir suz bunlardan en önemlisi toplumsal kar-
başka şeyle daha karşılaştınlamayacak şıhkhlık düşüncesi üstüne kurulmuştur: (i)
denli önemli olduğu gerçeği üstünde öldüğümüzde, topluma zaıar veriyor de-
durmaktadır. Yapılan bu eleştiriye karşı ğilizdir, ters.ine topluma iyiliğimiz doku-
Hume, şeyler daha genel bir varoluş çer- nuyordur; (iı) iyi şeyler yapma sorumlu-
çevesine yerleştirilerek düşünüldüğünde, luğumuz aynı anda toplumdan aldığımız
insan yaşamının bir istiridyeninkinden yararlar düşünüldüğünde karşılıklıdır; (ıiı)
daha önemli ya da ayncalıldı olmadığını öldüğümüzde, söz konusu yararlan top-
dile getirmektedir. Hume, kişinin ne za- lumdan aruk alımyoruzdur; Qv) o ne-
man ölmesi gerektiğine ya1ruzca Tann' denle, artık iyi şeyler yapmalt gibi bir ö-
nın kaıar verebileceği düşüncesiyle ya- devimiz yoktur. Yararcı yönelimiyle dik-
pılan bir başka eleştiriye de, ölüm zama- kat çeken bu intihar çözümlemesinde
intihar etiği 762

Hume, varlığımın sürmesi topluma ya- kendisini. Kant aynca, intihar etmeye e-
rardan çok zarar getiriyorsa, böyle bir ' ğilimli her kişinin, her türden suçu da il-
durumda intihara izin çıkması gerektiği­ kece işleyebilir olduğuna dikkat çekerek,
nin, nitekim pek çok kişinin de böyle bir "kendi yaşamına saygı duymayan kişinin,
durum içindeyken intihar ettiklerinin al- en korkuncundan işkencelerle dahi inti-
tını özellikle çizmektedir. har etmesinin önüne geçilemeyeceğini"
Öte yanda, ortaya koyduğu düşünce­ özcllikle belirtmektedir. Kant, bu bağ­
lerle modem felsefeden çağdaş felsefeye lamda bütünüyle dindışı ya da dünyevi
geçişin mimarı olan Kant, "İntihar" baş­ uslaınlamalar uyarınca düşünmeye çalış­
lıklı denemesinde, intihann kesinlikle yan- makla birlikte, intihar üstüne en kapsam-
lış olduğµnu çünkü insanın içindeki üs- lı tartışmalarından birinde tanrısal bir
tün değeri alçaltarak hayvanlardan da alt mülkiyetin varlığından da söz etme ge-
bir aşamaya düşmesine yol açtığını sa- reği duymuştur. Belli koşullar altında, bir-
vunmaktadır. Bu savunu temelinde Kant, t.'lkım özgür amaçlarla bu dünyaya kon-
iki yaygın intihar haklılandınınını ele ala- muş durumda olduğumuza dikkat çeken
rak, bunlan çürütmeye yönelik bir dü- Kant, intihann insanın kendi Yaratıcısı'
şünsel çizgi boyunca ilerlemektedir. Bun- na açıkça karşı çıkması anlamına geldiği
lardan ilki, bir özgürlük konusu olarak sonucuna varmaktadır. Buna göre intihar
intiharın başkalarının haklarını çiğneme­ etmiş kişi Kant'ın gözünde, öbür dün-
mek koşuluyla kabul edilebilir bir edim yaya temel ödevini yerine getirememiş,
olduğudur. Intihan olumlayan bu düşün­ bütünüyle Tann'ya başkaldırmış bir kişi
ceye karşı Kant, diğer insanlan bir ke- olarak gitmek zorundadır. "İnsanlar yer-
nara koyarak, kendimizi korumanın ken- yüzündeki yaşanılan boyunca yaşamları­
dimize karşı yerine getirmemiz gereken nın biricik koruyucularıdır, ta ki kendin-
en büyük ödev olduğunu, kendini koru- den üstün bir başka el gelip yaşamlarını
ma dürtüsünden kaynaklandığı sürece alana dek." Kant'a göre, yaşamına son
bedenimize dilediğimiz gibi davranabile- verenler kendilerini kişi olarak görmek
ceğimizi dile getirmektedir. Kant'ın gö- yerine şey olarak gördüklerinden bütün
zünde intihan oluınlayan ikinci düşünce, bir insanlığı değerden düşürmektedirler.
çoğunlukla intihann bir erdem olduğunu Dahası, insanlar ahlaksal eylemlerin öz-
desteklemeye yönelik olarak tarihten gös- neleri oldukları için, kendilerini ortadan ·
terilen erdemli intihar örnekleriyle ortaya kaldırarak aslında ahlakı da ortadan kal-
konmaktadır. Sözgelimi, Roma tarihinde dırmış olmaktadırlar. Öte yanda, bu Kant-
Sezar'a karşı direni~n simgesi olarak gö- çı tasarımın daha önce Locke'un Dtvltı
rülen Cato, artık Sezar'a karşı koyamaya- )'iinelİ1'1İ Üstüne İki Yazı'sında şu sözlerle
cağını anladığından, böyle bir durumda ortaya konmuş olduğu da üstünden atla-
yaşamayı sürdürmektense özgürlük adı­ namayacak bir gerçektir: "Bize orada he-
na ölmeyi yeğleyerek insanlık onuru adı­ pimizin de egemenimiz efendimizin kö-
na intihan seçmiştir. Kant, bunun kendi- leleri olduğumuz söylendi. .. Hepimiz o-
ne özgü tek bir örnek olduğunu, bu ne- nun malıyız, kendi isteğimizle yerimizi
denle de intihan savunmak adına genel terketmemeliyiz." Locke ile birlikte, bü-
bir kural haline getirmek amacıyla kulla- tün bir ortaçağ boyunca süregelen inti-
nılamayacağını öne sürmektedir. Kant'ın han Tann karşısındaki ahlaksal değerine
bu noktadaki temel düşüncesi, bütün her yönelerek soruşturma geleneği, yerini ön-
şeyden daha değerli olan yaşamın insan- ce kendi egemenliği altında yaşayan hal-
lara verilmiş kutlu bir emanet olduğu yö- kının yaşamından sorumlu Kral karşı­
nündedir. Kendi canına kıyan bir kişi in- sındaki konumunun araşunlmasına bı­
sanlığına son vererek, yabanıl hayvan o- rakmış, daha sonra da demokratikleşmiş
larak görülebilecek bir varlık kılmaktadır bütün bir toplum önündeki durumunun
763 Irigaray, Luce

tartışılması yönünde önemli bir evrim olarak alınmasına karşı çıkarak "kültür''
geçirmiştir. Intihar üstüne önemli düşün­ ile "dil"in bu kavramın inşasındaki rol-
celer ortaya koyan toplumbilimci Durk- leri üzerinde dururlar. Onlara göre eril/
hcim ise "kişinin olumlu ya da olumsuz dişil ikiliğinin temelinde evrensel olma
bir eyleminden doğrudan ya da dolaylı iddiasındaki felsefenin taşıdığı öznellik
·olarak ölümle son bulacağını bildiği bü- yatmaktadır. Felsefenin erilliği nasıl iç-
tün durumlan" intihar olarak tanımla­ sclleştirdiğinin ve dişilliği nasıl dışladığı­
maktadır. İntihar sorunu, modem dünya nın izini sürmek ise bu düşünürlerin o-
koşulları nedeniyle yüksek bir intihar o- luşturduğu felsefenin ana izleğidir.
ranına ulaşılmasına da bağlı olarak, yakın Aynı _zamanda bir ruhçözümcü (psi-
dönem ahlak felsefesi tartışmalannda, ö- lı:analist) olan Luce Irigaray, felsefeye ve
zellikle de "uygulamalı etik" başlığı al- dilbilime ilişkin çözümlemelerini eleştirel
tında son derece sıcak bir gündem mad- bir gözle yaklaştığı ruhçözİ'imleme (psi-
desi oluşturmaktadır. Aynca bkz. ötana- kanaliz) yöntemi üzerinden yürütmesiyle
zi (ölme hakkı); kötümser(ci)lik; Sc- dikkat çeker. Irigaray, Lacan ile Derı:ida'
hopenhauer, Anhur; Camus, Albert; nın açttğı yoldan ilerleyerek, ruhçözüm-
Cioran, E. M .. leme yönteminin olanaklannı felsefenin
konumunu yeni baştan değerlendirmek,
ipse dixit (Lat.) Pythagoras'ın öğrenci­ deyim yerindeyse felsefenin temellerini
lerinin, bir tartışma sırasında üstadlannın sarsmak için bir araç olarak kullanır.
herhangi bir sözüne "hakikatin ta ken- Erillik ile dişilliğin bilinçaltında nasıl ku-
disi" olarak göndermede bulunurken rulduğu, evrensel ve yansız olma iddia-
kullandıkları Yunanca deyişin (t111to.r tphs) sındaki felsefe ile bilimin de "bilgi" ve
Latincesi: "o kendisi böyle dedi"; "o "ussallık" anlayışları çerçevesinde bu in-
böyle söyledi"; "üstad böyle buyurdu''. şalardan paylarını nasıl aldıktan Iı:igaray'
Bu Latince deyiş sonralan "bir yet- ın temel araşurma konulandır.
keye körü körüne bağlanma" ya da "bir Irigaray'ın en önemli savı kadının
düşünceyi sorgulamaksızın kabul etme" kendine özgü bir dile duyduğu gereksi-
tavrını eleştirmek amacıyla kullanılmıştır. nim üzerinedir. Dişil kimliği .Jl'1İbO(l1111
tanımlamak üzere yola çıkan Irigaray'ın
ipso facto (Lat.) Bir şeyin başka bir şe­ karşısındaki en büyük engel kadının, do-
yin hemen ardından gclmesinin mantık­ layısıyla kendisinin, içinde hapsolduğunu
sal bir zorunluluk olduğunu, bir şeyin düşündüğü eril dildir. Luce Iı:igaray, ön-
bilinen olgulardan ya da görünür gerçek-. celikle önad ile ~oyadı arasındaki farklılık
!erden çıkııı:sanabildiğini vurgulamak için für.erinde durarak adlandırma eyleminin
kullanılan, "tam da bu nedenle" ya da önvarsayımlarına dikkat çeker ve dil ile
"tam da bu gerçek yüzünden" anlamın­ düşünmeksizin benimsediğimiz ataerkil
daki Latince deyiş. gelenek arasındaki ilişkiyi ele alır. Ona
göre dişil öznelliğin yaraulabilmesi için
Irigaray, Luce (1930) Fransız feminist kadınlararası bir toplumsallığın oluştu­
felsefeci ve dilbilimci. Cixous ve Kriste- rulması şartur. Bunun ilk adımıysa eril
va'yla birlikte çağdaş Fransız feminizmi tahakkümden, erkeğin sömürüsünden ka-
denince akla gelen ilk üç isimden biridir. çan kadının sığınabileceği bir "dil evi"
Fransız feminist. felsefesinin temel ama- inşa etmektir. Erkeğin bir tahakküm ara-
cı, "Felsefe" öznesinin cinsiyet bakımın­ cına dönüştürdüğü mevcut dil alanının
dan yansız olmayıp, "eril" bir özne oldu- dışındaki bu "açık alan", kadınların ya-
ğunu göstermektir. Kıta felsefesi gelene- ratıcılığını sınırlamadan onlann kimlikle-
ği içinde yer alan bu fclııcfeciler "cinsi- rini yeniden biçimlendirmelerine olanak
yet:' kavramının basit, mili bir kavram tanıyacak dişil bir imgelemin yolunu aça-
İskenderiye Okulu 764

cakıır. Bu noktada Irigaray, eril imgele- ve dinlerle bağlantılı ruhçözümsel bir


min kavramla(ştırmala)nnı kullaııar.ık e- çözümlemesi aracılığıyla annelik ile ba-
şit halclar uğruna mücadele etmenin ka- balık soykütükleri arasındaki mücadeleyi
dının bir özne; kültürel ve siyasal ger- ele alan Cinl'fJetler ve S l!Jkİİfiikler (Sexes et
çekliğin, toplumsal yaşam pratiklerinin parant.Cs, 1987) adlı çalışmaları kf-psayan
oluşumunda etkin rol oynayan bir özne ikinci döneme dişil öznelliğe dayalı ikinci
olabilmesi için yeterli olmadığını vurgu- bir özne tasarımı oluşturma çabası ha-
lar. Kadının bir özne olarak tanımlana­ kimdir. Bir Farklılık Kiiltiiriine Doğru alt-
bilmesi, "eşitlik" yerine "farklılık" üze- başlığını taşıyan Ben, Sen, Biz. (J'e, tu, no-
rine kurulu yeni bir toplumsal çerçeveyi us: Pour une Culture de la Diffcrance,
gerektirmektedir. Bu yüzden son çözüm- 1990) adlı çalışmasıyla başlayan üçüncü
lemede ruhsal, dilsel ve toplumsal dönü- döneminde ise Iı:igaray, erkekliğin ayrı­
şümü birarada kapsayan Irigaray'ın fe- calıklan tarafından yönlendirilen bir ilişki
minist felsefesi bir eşitlik ülküsünden olarak kurgulanan kadın ile erkek ilişki­
çok bir farklılık kültürü yaratma ülküsü sioin yerine, kadınlarla erkekler arasında
üzerine kuruludur. Irigaray kadını bastı- doğabilecek yeni etkileşim olanakları çer-
. ran ve matjinalleştiren· bir temsil siste- çevesinde cinsel farklılık kültürü üzerine
minin emirlerine boyun eğmeyi reddede- kurulu bir öznelerarasılık inşa etmeye ça-
rek dili yöneten ataerkil yasadan iktidarı lışmaktadır. Aynca bkz. Cixous, Hele-
talep etmektedir. ne; Kristeva, Julia.
Irigaray'ın çalışmaları, kendisinin de
yaptığı bir bölümlemeyle, üç döneme ay- İskenderiye Okulu ~ng. Alexandrian
nlabilir: Platon'dan Descartes'a, Hegel' Schoof, Fr. Eı:rık J'Alexandrir, Alm. Ale-
den Freud'a, yaptığı okumalarla, Batı dü- xandrini!cht Sch11k; es. t. İskenderfye Medn-
şünce geleneğine nüfuz eden fallusmer- ıe.rı] M.S. il. yüzyılın sonlan ile III. yüz-
kezli <;halfogoantri&) söylcoi gözler önüne yılın başlannda İskenderiye'de kurulan;
sererek felsefenin "öteki" olarak konum- kentin Araplann eline geçmesinden son-
landırdığı ve "erkek özoe"nin yaratılma­ ra da 642 yılına kadar varlığını sürdüren;
sında bir '!J"4 olarak kullandığı "kadın" Platonculuk ile Hıristiyan öğretisini bir-
imgesine ışık tutwğu Ôteleinin İzşiiriimii: . leştirmeyi amaçlayan Yeoi Platoncu çiz-
Kadın (Speculum de l'autre fcmme, 1974; gide yer alan felsefe okulu. Hıristiyanlığı
ortaçağdan beri tarihsel yönelimli felsefe felsefe açısından yorumlayan İskenderiye
çalışmalarına verilen ad olan speG11bı111 ay- Okulu'nun düşünce üretiminde Yeoi Pla-
nı zamanda "ayna" demektir) ile kadınla­ toncu öğreti başat konumda olmuşsa da
nn eril ekonomide bir değişim nesnesi bu okul yer yer seçmeci ve gizemci eği­
ve fallus simgeseli ile onun içerimlerioi limler de sergilemiştir.
destekleyen bir sömürge kaynağı olarak Antikçağın sonlarına doğru filizlenen
işlev görme biçimlerioi sergilediği Tek felsefeyi temel alarak dinsel bir dünya
Olmtgan Cins!Jet (Ce sexe qui n'est pas görüşü geliştirme çabalarının ilk örneği
un, 1977) adlı çalışmalarını içeren birinci· olan Yeni Platonculuğun bir uzantısı. o-
dönem, tekil bir öznenin -yani "eril öz- larak İskenderiye Okulu, ilkçağ Yunan
ne"nin- dünyayı kurma ve bu tekil bakış felsefesinin etkisi altındaki son çığırı
açısına göre dünyayı yorumlama biçimi- temsil eder. Okul, İskenderiye'nin Arap-
nin eleştirisini içerir. Platon, Aristoteles, ların yönetimi altına girmiş olmasına kar-
Merleau-Ponty ve Leviıias gibi filozoflar şın kimliğini bir şekilde korumuş ve Ye-
üzerinden giderek kadına özgü bir etik ni Platoncu öğretinin ortaçağ Hıristiyan
anlayışı kurmaya çalıştığı Cinsel Farklılık dünyasına taşınmasına önayak olmuştur.
Etij (Ethique de la diffcrence sexuelle, V. ve VI. yüzyıllarda Yeni Platonculu-
1984) ile "dişillik" kavramının söylenler ğun tam bir merkezi durumuna gelen İs-
765 İslim felsefesi

kcnderiye Olı:ulu, Atiruı'daki Akademia' dan, fdo;efe tarihçilerinin üzerinde dur-


yı kendisine rakip olarak görm~ ve on- duklan, dinden ve sihirden bağımsızlaş­
lann tersine Hıristiyanlığı seçmiştir. Her ma ve hatta bunlara karşı ele~tircl bir
ne kadar tümüyle başanlı olamanuşsa da tutum takınma özelliğinin ilk medeni-
Yeni Platonculuğun Proklos'un başını yetlerde olup olmadığı konusu tartışma­
çektiği Atina kolu Antik dinleri Yeni lıdır. Genellikle bu özellik açısından bi-
Platonculuk ile yeniden canlandınnayı lim ve felsefenin köklerini Eski Yupan-
denerken, İskcnderiye Okulu da ayru lılarda bulan felsefe tarihçileri, Mısır ve
yöntemi Hıristiyanlığın kalkınması ama- Mezopotamya gibi daha eski medeni-
ayla uygulayıp bir ölçüde de olsa başanlı yetlerdeki her türlü bilginin din çerçeve-
olmuştur. sinde ortaya konulduğuna işaret etmek-
İskcnderiye Okulu'nun gerçek kuru- tedir. Buna karşın bilim tarihçileri, en a-
cusu olarak genelde Plotinos'un hocası zından matematik, tıp ve astronominin
Ammonius Sakkas'ın adı geçer. Diğer Mısır ile Mezopotamya'da din ve sihir-
temsilcileri arasında ise Hcrmeias, Hipa- den büyük ölçüde bağımsız bir varlığa ve
tia, John Philoponus, Simplikius, Askle- konuma sahip olduğu görüşünü ileri sür-
pius ve Olympiodarus adlan sayılabilir. mektedir. Öte yandan Sümerlilerin orta-
Kuşkusuz İskenderiye Okulu'nun üyeleri ya koyduğu bilimsel faaliyetler insan,
yalnızca Hıristiyan öğretisini felsefece te- toplum ve evren hakkında toplu bir gö-
mellendirmekle uğraşmanuşlar; bunun ya- rüşe, bir hayat ve dünya görüşüne da-
nında mantık, matematik ve Aristoteles' yandığından, Yunanlılardaki gibi olmasa
in yorumlanması üzerine de çalışnuşlar­ da en geniş anlaıruyla "hilanet" (bilgi,
dır. bilgelik) ya da "varolanlar üstüne sis-
temli düşünme" olarak felsefi düşünce­
İskenderiyeli Philon bkz. ilkçağ felse- nin ilk izlerinin Mezopotamya medeni-
fesi. yetinde olduğu kabul edilmektedir.
Gerek insanlık kültür ve medeniyeti
İskoç (Ortakgörü) Okulu [İng. Smttish açısından, gerekse bizim dahil olduğu­
(Co1111110" Sm.rt) SdıotJ~ Fr. Emle Ero.mıi.rr, muz Batı kültür çevresi açısından ''Yu-
s s
Alm. chottircbt dı11/t) xvııı. yüzyılın i- nan mucizesi" görüşünün tarihsel sürek-
kinci yansında İskoç filozof Thomas lilik olgusuyla çeliştiği bugün genellikle
Reid'in (1710-1796) kurduğu felsefe o- kabul edilmektedir. Fransızların ünlü dü-
kulu. Dönemin düşünce iklimine ege- şünce tarihçisi Emile Brehier, ilk Yunan
men olan İskoç Aydınlanması'nın önem- filozoflarının "gerçekte bir şey icat et-
li isimlerinden Hume'un kuşkuculuğuna mek zorunda kalmadıktan", Mezopo-
karşı ortakgörüye dayalı gerçekçi bir fel- tamyalılara ait "Yaratılış Manzumesi" gi-
sefe geliştirmeye çalışan okulun Reid'den bi metinlerin "Thales'in orijinal bir koz-
sonra gelen en önemli üyesi öğrencisi mogoninin mucidi olmadığını gösterme-
Dugald Stewart'tır (1753-1828). Her in- ye yeterli olduğu" görüşündedir. Bertra-
sanın ortakgörü yoluyla doğruluğu ve nd Russell da "tarihte Yunan uygarlığı­
gerçekliği doğrudan kavrayabilme yetisi- nın birdenbire doğuşunu açıklamak öl-
ne sahip olduğunu sawnan okulun etkisi çüsünde güç ve şaşırtıa bir iş yoktur''
ülke sırurlanru aşan öğretisi ve diğer derken Yunan medeniyetinin kurucu ö-
t.cm~ilcileri için bkz. ortalcgörü felsefe- ğelerinin binlere" yıldan beri Mısır ve
si. Mezopotamya'da bulunduğunu belirtir.
Russell'dan bin yıl önce Farabi, bu açık­
İslim felsefesi [İng. Iria111ic philo.ropf{y; lamanın ilginç bir örneğini vermektedir:
Fr. philo.ropbit lria111iq11r, Alm. I.rlomi.rche Farabi'yc göre hikmet, "eskiden Irak hal-
philo.ropW Felsefenin başlangıcı açısın- kı olan Kildanilerde ortaya çıknuş; ora-
İslim felsefesi 766

dan Mısır halkına uzanmış; sonradan Yu- ussal din felsefesi olarak kelam hareketi-
nanlılara, onlardan da Süryanilere geçmiş nin doğuşu; rasathane, kütüphane ve haS:.
ve böylece Araplara ulaşmıştır." Yunan- tane gibi bilim ve araştırma kurumlanrun
Wann hikmeti kazanmaya "ilim", en kuruluşu; düşünsel çalışmaların devlet a-
yüksek hikmeti sevmeye "felsefe" ve en damlarınca desteklenmesi; İslam dünyası­
yüksek hikmeti sevip benimseyene, kısa­ nın tarihsel jeo-politik konumunun yanı
cası felsefeyi elde edene de "filozof'' de- sıra sosyo-ekonomik yapısının gelişmesi;
diklerini belirten Farabi, felsefeyi varlık­ pratik ihtiyaçların ve koşulların belirleyi-
ların ne olduklaruu olduğu gibi bilerek ci rolü olarak kabaca sıralamak müm-
varlıkların bilgisini elde etme ilmi olarak kündür.
tanımlar. İşte bu anlamda felsefe, Farabi' İslam felsefesinin doğuşunda rol oy-
ye göre, Yunanhlardan Platon ve Aris- nayan temel etken ise "Mesaj'ın anlamı"
toteles'in eserleriyle İslim dünyasına ile- nda yatmaktadır. Bir yandan Yeni Kant-
tilmiştir. çılığa, diğer yandan Alman Tarih Okulu'
Tarihsel gelişimi nasıl olursa olsun, na dayanan tarihselciliğe göre, insan ey-
ilkçağda Yunanlıların M.Ö. VII. ve IV. lemlerinin büyi.ik çoğunluğu, birer olgu
yüzyıllar arasında ortaya koyduğu başa­ olarak fizik bilimlerindeki gibi başka bir
rılarla, özellikle Platon ve Aristoteles 'in olguya bağlayacağımız türden olmayıp,
eserleriyle dizgeli bir hal alan felsefenin, ancak bir "anlam" aracılığıyla açıklana­
Helenistik dönemin (M.Ö. IV.-M.Ö. l. bilecek türden olgulardır. Bu akımın Dil-
yüzyıllar arası) ardından doğuya geçerek, they'dan sonraki temsilcilerinden Rothac-
Facibi'nin belirttiği gibi, ortaçağda Sür- ker'a göre, "bir insan topluluğunun ta-
yaniler aracılığıyla İslam dünyasına, ora- rihsel olarak oluşan ve dönüşebilen ya-
dan da tekrar Batı'ya geçtiği bilinmekte- şam tarzı" diye bildiğimiz kültürü yapan,
dir. Bu kültürel geçişin tarihini Rönesans insanın "anlam"a bağlı etkinliğidir. İs!am
öncesi ve hatta Rönesans sonrası yüz- felsefesinin oluşumu söz konusu olunca,
yıllara kadar incclcycn doğubilimci De bu tarihsel olgunun birçok nedenleri ya-
Lacy O'Leary, İslim düşüncesinin Batı nında, İslam dininin müminleri için "an-
Avrupa felsefe ve biliminin oluşumunda lam"ını, yani diğer nedenlerle karşılıklı
kayda değer etkileri olduğunu belirtir. etkileşim içinde başat rolü oynayan te-
Bu noktada, İslam dünyasında felsefe mel etkeni, tarihselcilerin üzerinde dur-
çalışmalarının oluşumunu etkileyen ne- duklan "tin"i anlamak ve yorumlamak
denlerin kısaca hatırlanması, Yunan fel- gerekir. Bu çerçevede İslam'da sadece fel-
sefesinin İslam dünyasına girişini açık­ sefenin doğuşuna değil, en geniş anla-
lamada kolaylık sağlayacaktır. Tarihi bir mıyla düşünsel faaliyetlerin başlamasına,
bilimden çok özgün bir olgunun araştı­ "hikmeti arama cehdi" ne yol açan temel
nlması alanı olarak kabul eden tarihsel- etken şudur: "vahiy"in sunduğu iletiyi a-
cilik akımının üzerinde önemle durduğu çınılamak.
"anlam" kavramı, bize İslam felsefesinin İslam öncesi Cahiliyye döneminde hi-
oluşumunu açıklamada önemli bir çer- gat, şiir, mesel, hikaye, nesep tarihi ve
çeve sunmaktadır. Aslında özellikle M.S. biraz da tıbba dair bilgilerden başka he-
IX. ile XIII. yüzyıllar arasında Müslü- men hiçbir bilim ve felsefesi olmayan
manların özgün bir felsefe hareketi mey- Araplar için Hz. Muhammed'e vahyedi-
dana getirmelerinin kaynağındaki etken- lcn Kuran'ın verdiği mesaj ve bu mesajın
ler, ikincil etkenler ve temel etken olarak anlamı, ilk buyruk ve ilk söz olan "O-
iki kalemde incelenebilir. kul" emrinde bulunmaktadır. Bu emir
İslam felsefesinin doğuşunda rol oy- "Kitap" tan habersiz insanlardan oluşan
nayan ikincil etkenleri eski medeniyet- bir toplumda dikkatleri vahyi okuyarak
lerle olan coğrafi ve düşünsel temaslar; onun mesajını anlamaya çekmektedir.
767 İslinı felsefesi

"Okul" vurgusunun ikinci anlamı, Ku- lan felsefeyi, kimilerince İslim'da gerçek
ran ayetlerinin bir açılımı olarak kabul e- anlamda felsefenin kurucusu kabul edi-
dilen evreni anlamaya dönüktür. Kuran'a len Farabi'nin "varlıkların ne olduklarını
göre evrendeki varlıklar ve olaylar, ancak olduğu gibi bilerek varlıkların bilgisini el-
bilgi sahibi olanlarca kavranabilecek ilahi de etme ilmi" olarak tanımlayıp ardından
bir sistem ve düzen içinde yer alırlar. İn­ felsefenin nihai amacının da saiidet-i k11s-
sanın da içinde yer aldığı varlık sistemi, llfiya ("enson mutluluk') ulaşmak oldu-
her şeyi kuşatan ve adına "hikmet'' de- ğunu savunması, Kuran'ın mesajındaki
nilen amaçlar doğrultusunda yaratılmış­ evren ve insanla ilgili telcolojik (erekbil-
tır. Kuran, evrendeki hikmeti anlatan de- gisel) açıklamadan kaynaklanmaktadır.
lilleri birçok kozmik ayette örneklerle Esas itibariyle XI. ve XIII. yüzyıllar
hatırlatır; inananlara varlık ve olayların arasında oldukça verimli bir bilim, fel-
· hikmetini anlamaları için teşvik ve öğüt­ sefe ve kültür hareketi ortaya koyan İs­
lerde bulunur. lim medeniyetinin Batı kültür çevresi ve
İşte Kuran'ın "Okul" buyruğunda tarihinin bir halkası olduğu görüşü, kül-
bulunan bu ikili anlamın, Müslümanların tür tarihi araştırmalarının "yayılımcı" ya
ilk dönemlerden itibaren onu kavramaya da "dağılıma" (dijf11sionisf) yaklaşımına
yönelik çabalarının, dolayısıyla İslam dün- uygun bir açıklamadır.
yasında bilim ve felsefenin doğuşunun Aslında İslam dünyasında "hicret"ten
temelinde bulunduğu söylenebilir. Bu i- hemen sonraki yüzyıllarda başlayan, Ab-
kili anlam, tarihselcilerin üzerinde dur- basilerin ve İslam'ın "Altın Çağ"ı olarak
dukları "tin"le, yani o kültürün insanla- kabul edilen IX., X., XI. ve XII. yüzyıl­
nnda bulunan "ruh"la yakından ilişkili­ larda da en dinamik, üretken ve renkli
dir. Burada önemli olan mesajın doğru­ dönemini yaşayan Yunan tarzı felsefe
luğu ya da yanlışlığı değil, daha çok me- hareketi (ftlasije), ancak üç-dört yüzyıl gi-
sajın, yani Kuran'ın, Müslümanlar için bi felsefe için çok uzun olmayan bir öm-
ne anlama geldiğidir. re sahiptir. Eski Yunanlıların M.Ö. VII.
Mesajın anlamı, Kitabın bizzat kendi- yüzyıl ile M.S. III. yüzyıllar arasındaki
sini kavramaya yönelik etkinlikler yanın­ 1000 yıla yaklaşan felsefe hareketi göz
da, Müslümanları Kuran ayetlerinin bir önüne alınırsa bu süre gerçekten de ol-
açılımı olarak kabul edilen evreni ve o- dukça kısadır. Genellikle İbn Rüşd'ün ö-
nun ıçerdiği hikmeti kavramaya yönelik lümünden (1198) sonra İslam'da felse-
etkinliklere de sevk etmiştir. Bu. çerçe- fenin bittiği kabul edilir. Bu tarihten yak-
vede, İslam coğrafyasının genişlemesine laşık iki yüzyıl sonra İbn Haldun tarih
ve İslam toplumunun sosyo-ckonornik felsefesi alanında oldukça özgün, hatta
yapısının gelişmesine paralel olarak, A- modem görüşler ortaya koymuşsa da
rapların sahip olmadığı antik medeni- onun konumu bir istisna olarak görülür.
yetlerin "evail ilimleri"ni, pratik ihtiyaç Kelam ve tasavvufun felsefıleşmesi ger-
ve şartların da etkisiyle, bilimsel bir te- çeği ise hiç hesaba katılmaz. Şu halde,
cessüs ve merakla önce tercüme ederek İslam'da felsefi düşünce hareketi "çö-
öğrenme, daha sonra yorumlama ve ni- küntü" anlamında birden ve bütün ola-
hayet özgün senteze ulaşma yönünde ça- rak silinmemiş; önce XIII. yüzyılda di-
lışmalar ortaya çıkmıştır. Kısacası İslam namikliğini kaybederek gerilemeye baş­
dünyasında bilim ve felsefe hareketleri- lamış; ardından giderek artan bir hızla
nin doğuşunda temel belirleyici etken, donuklaşmış, silikleşmiş ve zamanla gün-
Kitabın ancak evrendeki kozmik ayetle- demden kalkmıştır denebilir. Tıpkı olu-
rin anlaşılması yoluyla kavranabileceğine şum sürecinde olduğu gibi bu gerileme
ilişkin Kuran'dan kaynaklanan "anlam" sürecinin de oldukça karmaşık, çok bile-
olmuştur. Nitekim hikmet araştırması o- şenli nedenlerini belirlenimci bir yalda-
islim felsefesi 768

şımJa ortaya koymak pek mümkün de- dilmiş Kitabın ilk emri olan "Okul"nun
ğildir. anlanu, hemen ardından gerek Kuran
Yunan tarzında yapılan felsefenin İs­ ayetlerini gerekse kozmik ayetleri kapsa-
lim'da ayncalıklı ve geleneksel bir yer yan "Allah'ın adıyla okul" emrinde Ya-
kazanamaması tarihsel bir olgudur. Bu mtıcı'ya yapılan vurguyla açılır. Aklı, bil-
noktada "Oku!" emrinin "anlam"ının, giyi ve araştırmayı böylesine inancın hiz-
İslim medeniyetinde genellikle kabul gö- metine veren faydacı ve pratik bir yakla-
ren, kültüre içselleştirilen ortak bir nite- şıma dayanılarak, her zaman için bazı
lik kazanamadığı ileri sürülebilir. Bu du- bilgiler, felsefeler ve bilimler pekala boş,
rum, İslim tarihinde birer tarihsel olgu faydasız ve hatta zararlı görülebilirler.
olarak karşımıza çıkan, daha Halife Mü- Nitekim GazaJi, Aristoteles'ten Farabi
tevekkil döneminde (847-861) dinin akıl­ ve İbn Sina'ya geçen felsefeyi din açısın­
cı yorumunu temsil eden Mu'tczile'nin dan küfrü gerektiren kısımlar, bid'ati ge-
takibe uğrayarak görüşlerinin "bid'at" i- rektiren kısımlar ve esasında inkan ge-
lin edilmesi; Kindi'nin kitaplaruıın gasp rektirmeyen kısımlar olarak üçe ayırır­
edilmesi; yine aynı zamanlarda Bağdat' ken, yine bilimler sınıflamasında bazı bi-
taki bütün profesyonel müstensihlerin limleri "mezmfun" bilimler olarak nite-
felsefe kitaplaruıı kopya euncyeceklerine lerken, aslında bilimin "ebedi saadet"i
dair yemin etmeye zorlanmaları; Halife temin olarak bilinen İslimi anlamına uy-
Nasır döneminde (1180-1225) halifenin gun değerlendirmelerde bulunmuştur.
emriyle içinde İhvan-üs-sara Risalele- İslam dünyasında yapılan bilimler sı­
ri'nin de bulunduğu "cvıi.il ilimleri"ne ait nıflamasında bilimlerin "akli ilimler" ile
büyük bir kitap koleksiyonunun yakıl­ "nakli ilimler'' olarak ayrılmasında da be-
ması; GazaJi'nin, Far.ibi ve İbn Sina'nın şeri olan akli ilimlerle vahye da yanan
temsil ettiği Meşşai felsefenin bazı gö- nakli ilimler arasındaki epistemolojik
rüşlerini "bid'at'' ya da "küfür" olarak (bilgikuramsal) farkı ısrarla vurgulayan,
nitelemesi; Şchristini'nin irade hürriye- din yönünden faydayı temele alan bir bi-
tini savunan Kaderiyye öğretisini ''Yu- lim anlayışı oldukça baskındır. En geniş
nan lilozoflannın eserlerinden aktanlan anlanuyla bilimin tcleolojik (erekbilgiscl)
diyalektik unsurlar içerdiğini" ileri süre- ve teist (tannmerkczli) yorumunun etki-
rek "sapkınlık"la itham eunesi; Selefıyye' sindeki ortaçağ İslim dünyası gibi dinin
nin kelimcİlan "zındıklık"la damgalama- insan düşünce ve davmnışlanna çok bü-
ları gibi felsefi düşünce ile ilgili yakla- yük ölçüde hakim olduğu, çeşitli değer
şımlann din karşıu görülerek reddiyeci, yargılannın gelişmesinde belirleyici rol
engelleyici ve hatta yasaklayıcı tutumlarla oynadığı bir toplumda, felsefe gibi bir
karşılaşmalarının inkan mümkün olma- düşünsel etkinliğin belirgin ya da kalıcı
yan varlığıyla desteklenebilir. Hatta "asıl bir yer kazanamamasını anlamak çok zor
anlamda felsefenin İslam'da her zaman değildir.
için ancak eğreti bir varlığa sahip olmuş Doğubilimci Edward Sachau, bu hu-
olduğu", İbn Sina gibi salt filozoflann, susta M.S. X yüzyılın İslim dünyasında
GazaJi gibi kelamcı düşünürlerin "ilimle- hüküm süren zihniyetin tarihsel bakım­
re veya mistisizme ya da her ikisine dön- dan bir dönüm noktası oluşturduğunu
mek üzere felsefeden uzaklaşnuş olduk- ileri sürer. Sachau, Eş'ari ve GazaJi bu
lan" bile ileri sürülmektedir. zihniyete yeni bir yön vermeselerdi A-
Öte yandan Kuran'daki mesajın an- raplann Galileileri, Keplerleri, Newton-
lanu, felsefenin niçin İslam'da kalıcı bir lan yetiştirmiş bir millet olabileceklerini
yer tutamadığının ve yukarıda hatırlatılan belirterek oldukça dikkat çekici bir yo-
bir dizi olumsuz tarihsel olgunun önemli rumda bulunur. GazaJi'nin bu olumsuz
bir açıklamasını da vermektedir. Vahye- etkisi, daha çok Tehtifiit-iil-Felmift (Filo-
769 İslim felsefesi

zofların Tutarsızlıkları) adlı eseriyle İs­ olarak algılanmasına imkan vermiştir.


J.am filozofları olarak bilinen Farabi ve Öyle ki kelamın yeni bir döneme girme-
İbn Sirui'nın felsefelerine yaptığı eleşti­ sinde önemli rol oynayan G-.ı:ıfili, felse-
rilere bağlanmaktadır. Gerçekten de G-.ı­ fenin okunarak reddedilmesini "kelamın
zfili'nin söz konusu eserinde filozoflann konusu" ve "kelamcının görevi" haline
göriişlerini yirmi mesdede eleştirmekle getirmiştir. Bu bakımdan İslam dünya-
kalmayıp, bunlardan üçünde onları kü- sında G-.ı:ıfili'den sonraki felsefe-din iliş­
fürle itham etmesinin, kendisinden son- kisi mesdesinde felsefi düşüncenin zara-
raki felsefeniı:ı İslim dünyasında gerile- rına olarak dini düşüncenin ağırlık ka-
mesinde önemli bir rolü olduğu genel- zanmasında G-.ızfili'nin etkisini kabul et-
likle kabul edilmektedir. Ne var ki G-.ı­ memek mümkün görünmemektedir. G-.ı­
zfili'nin bu olumsuz rolü çok önemli ol- zfili, Farabi gibi filozofların kurmak için
makla birlikte, bir süreç içinde gdişen büyük çaba harcadığı felsefe-din ilişkisi­
düşünsel· geleneğin bir kişinin eleştirile­ nin kopmasında önemli bir rol oynamış­
riyle kesin bir hat çizercesine ortadan tır. Kaldı ki onun bu eleştirilerinin izle-
kalkmış olabileceğini düşünmek "çok ne- , yen dönemlerde vahyin mesajının akli
denli'' düşünme yaklaşımına uygun de- düşünceye zıt olarak algılanmasında da
ğildir. G-.ı:ıfili'nin bu noktadaki etkisi, da- rolü vardır. Bu açıdan bakıldığında, me-
ha çok karmaşık değişkenlerin kesişimin­ sajın anlamının yorumlanmasında Sac-
de ortaya çıkan tarihsel bir ortamın uy- hau'nun değindiği "zihniyet kınlması"na
gun şartları içinde sonraki olums u:ı yo- yol açması açısından G-.ı:ıfili oldukça ö-
rumlara yol açması açısından düşünül­ nemlidir.
melidir. Öte yandan felsefe-din ilişkisi mese-
Aslında G-.ı:ıfili'nin fılozoflann gö- lesinde, Ga:ıfili'nin din ile felsefeyi birbi-
riişlerine getirdiği eleştiriler din-felsefe rinden ayırırken İslam inancı açısından
ilişkisi konusuyla doğrudan ilgilidir. Ga- hangi türden bir felsefenin uygun olma-
:ıfili, kendisinden önceki Farabi ve İbn yacağını da göstermesine ve yeni bir fel-
Sina gibi filozofların Aristoteles felsefesi sefe modeli aramaya gidecek yolu açmış
ekseninde vahiy ile aklı uzlaştırma giri- olmasına karşılık, Tehaftit'te olduğu gibi
şimlerinin mantıksal ve felsefi olarak tu- felsefi bir yöntem i:zleyerek böyle bir fel-
tarlı olmadığını ileri sürerken, bu giri- sefe modelini arama ve ortaya koyma
şimlerin dini dogmalara aykıclığıru da yoluna gitmemesi; aksine kelamı hor gö-
dikkate almıştır. Hatta o, öncelikle filo- ren, aritmetik ve geometri gibi matema-
zofların görüşlerini din açısından redde- tik bilimlerle fazla meşgul olmayı men
debilmek amacıyla oldukça sıkı bir oku- eden, fılozoAan tekfir etmeye varan "i-
ma ve düşünme faaliyetine girişmiştir. nana'' (fidcist) tutumu, sonuçta kendisi-
G-.ı:ıfili, bu felsefi faaliyeti sonucunda fi- nin sahip olduğu eleştirici zihniyetin İs­
lozoflara getirdiği eleştirilerinde nazari lam toplumunda niçin devam etmediğini
(kuramsal) aklın yetersizliğini ortaya koy- açıklar. Bu itibarla G-.ı:ıfili'nin Aristote-
duğu için akla dayanan felsefi bilginin de lesçi Farabi ve İbn Sina felsefelerine
yakini (kesin) bilgiyi temin edemeyece- yaptığı eleştirilerin, yani bir tür felsefeye
ğini söyleyerek felsefeye cephe almıştır. karşı takındığı eleştirel tavrın, kendisin-
Onun belli bir felsefe anlayışına karşı den sonra bir disiplin olarak felsefenin
sergilediği bu yaklaşım, daha sonra İs­ İslam toplumunda reddedilmesi şeklinde
lam'da bir disiplin olarak felsefenin red- yanlış anlaşıldığı ve bundan dolayı da
dedilmesine yol açacak yorumların ya- İslam'da felsefi düşüncenin gerilemesin-
pılmasına oldukça uygun bir zemin ha- de G-.ı:ıfili'nin şahsen sorumlu tutulama-
zırlamış ve G-.ızfili'nin bu konuda kendi- yacağına işaret eden görüşler pek makıil
sine dayarulacak kuvvetli bir fikri otorite göriinmemektedir. Onun eleştirel tavrı ve
İslim felsefesi 770

dolayısıyla felsefeye karşı tutumu, felsefi laya "kemikleşmiş"; skolastiğe ve haşi­


değil ideolojiktir. Gerçekten de Gazılli' yeciliğe gömülmüştür.
de eleştirel felsefi tavır bir yöntemdir; bu İslam dünyasında Gazili'den sonra
yöntem inancı (fıdeist) bir İslim yoru- felsefenin bir disiplin olarak algılanması,
munu haklılaştırmak için baştan bdir- toplumsal anlamda kabul edilmesi söz
lcnmiştir; amaç herhangi bir felsefe orta- konusu değildir. Felsefi düşünce hesabı­
ya koymak değildir. na olumlu kaydedilebilecek bazı kelam
Gaza!i'den sonra Bau İslim dünya- eserlerinin varlığı dikkate alındığında ise
sındı İbn Rüşd gibi bir filozof çıkmışsa daha çok manuk:taki diyalektik yöntem-
da XIl. yüzyılda kendini gösteren felsefe lerin kullanılmasıyla ortaya çıkan ve he-
karşıu tutum, XIII. yüzyılın sonlarında men hiçbir yeni açılım getimıeyen bir
Sclefıyye akımı ile daha da kuvvetlen- kendi kendini tekrarlama faaliyeti olarak
miştir. Akıl· ve akılyürütmeye dayanarak kelam, felSefe yapmak için ortaya ko-
naklin. yorumlanmasını reddeden, hatta nulmadığından pek bir anlam ifade et-
vahyin akla dayalı (rasyonel) yorumunu memektedir. Aksine Eş'ari kclıimı içinde
bir tür dini tahrif (değiştirme ve bozma) gelişen Ehl-i Sünnet'in görüşleri, Kuran
sayan bu akım, her türlü yeniliği, icat ve ve Sünnet gibi değişmez, sabit ilkeler
keşifleri İslam'ın ilk zamanlarında olma- olarak Müslümanların zihinlerinde yer-
ması nedeniyle "bid'at" damgasıyla kara- leşmeye başlamışur. Böylece söz konusu
layan tutumuyla İslam toplumunun ge- görüşler donuk bir düşünce dizgesi ve
lişmesini engelleyici bir işlevde bulun- sosyo-politik sistem haline gelerek, farklı
muştur. yorumları ortadan kaldırmak için "bizzat
Gaza!i'de en yüksek noktasına varan yorum ve içtihadın kendisini ortadan
Eş'ari kelimının inancılığı C'fideizm') ve kaldırmak" gibi kısır, kötürümleşmiş bir
Selefıyye'nin tutuculuğu yanında bir de zihniyetin oluşmasına sebep olmuştur.
tasavvufun ibadete ağırlık veren çileci Böyle bir zihniyetin egemen olduğu med-
kanadı İslam toplumunda giderek yay- reselerden de felsefe hesabına fazla bir
gınlaşınca, felsefenin eski konumunu kay- şey beklemek zordur.
betmesini, hatta felsefi düşüncenin "'il- Özetlenirse, kutsal mesajın anlamıyla
had" ve "küfür" sayılmasını anlamak zor hareket eden Müslümanlar, bu anlamın
değildir. Böyle bir ortamda, yani fikri temeldeki belirleyici etkisi alunda ikincil
otoritenin, taassubun ve bu dünyanın dı­ etkenlerin de karşılıklı etkileşimiyle uy-
şına kaçış arzularının yaygın olduğu bir garlık tarihinde olağanüstü bir görünüm
toplumda, Nizamiye Medreseleri'nin ön- sergilemişlerdir. Gerçekten de Abbasile-
cülüğünde felsefeyi öğretim pmgramla- rin ve İslam tarihinin Alun Çağı kabul
nndan dışlayan, eleştirel ve yaraua dü- edilen VIII. yüzyılın ikinci yarısı ile X.
şüncenin gelişmesine imkan vermeyen, yüzyıl arasındaki coşkulu ve dinamik dö-
ezberciliğe dayalı bir eğitim modelinin nemde, önce antik kültürün tercümesi
giderek kurumsallaşuğı görülür. çalışmalarıyla başlayan felsefi etkinlik,
Gaza!i sonrası ftlasift geleneğinin or- Kindi'nin eserleriylı: ilk örneklerini ver-
tadan kalkmasıyla, yine onun etkisiyle, dikten sonra, bir taraftan kökleri Cfil}i-
felsefeden kalan boşluğu medreselerde liyye dönemine kadar uzanan Dehriyye
felsefıleşmiş kelam doldurmuştur. Bu o- akımı içinde yer alan Ravendiyye öğreti­
luşum sürecinde felsefe ile hesaplaşma sinin kurucusu Ravendi (ö.910), Islam
imkanlarından yoksun kalan kelam, önce felsefesinin ilk deneyci filozoflarından
yenik düşmüş bulunan felsefeden kendi biri olan Razi (ö.925) ve X. yüzyılın i-
bünyesine ithal ettiği öğelerlC büyümüş, kinci yarısında ortaya çıkan Ansiklope-
M

daha sonra da kendi içine dönerek eski dici" düşünürler topluluğu İhvan-üs-safa
savlannı ve sorunlarını tekrarlaya tekrar- ile doğa fdsefesi olarak natüralist (do-
771 İslim felsefesi

ğalcı) ve matcryıılist (maddeci) bir açılı­ ya da sorununda özgün görüşler ortaya


ma girerken, diğer taraftan da Farabi koymadıklan ve özgün buluşlarda bu-
(ö.950) ve İbn Sina (ö.1037) ile İslam A- lunmadıklan" şeklindeki iddialara kesin-
ristotclesçiliği olarak bilinen Meşşfilyyıin likle katılmaz. Farabi ve İbn sına felse-
biçiminde bir açılım göstermiştir. Bu ilk felerini "İslam'da 'Yunan tarzındaki fcl-
dönemden sonra İslam dünyasında fel- sefe'nin evrensel felsefeye kattığı anıtsal
sefe hareketleri daha çok çeşitlilik ka- başanlar" olarak değerlendiren Arslan,
zanmış ve daha değişik açılımlara gir- sadece Arapça'da /9/esofan çoğulu olan
miştir. Endiilüs'te Meşşaiyyıin İbn Bacce ftlasift sözcüğüyle anılan Yunan tarzında
(ö. 1139) ve İbn Rüşd'le (o.1198) geliş­ felsefe yapan islim düşünürlerinin kat-
miş; Bayezid-i Bistami (ö. 874), Cüneyd-i kılan açısından değil, aynı zamanda İs­
Bağdadi (ö. 909), Hallac-ı Mansıir (ö. lam'da düşünsel hareketin diğer açtlım­
922), Sühreverdi (ö.1191) gibi mutasav• lan olan kclamalann ve mutasavvıflann
vıflarla gelişen tasavvuf akımı İbnü'l­ yaptıklan katkılar bağlamında da -özel-
Arabi'yle (ö.1240) fclsefileşerek Anado- likle "kendisini akla dayanan nedenlerle
lu'da Hacı Bektaş Veli (ö.1271), Meviıina meşrulaştırabilen bir düşünce ctkiQ!iği"
Cclfilüddin Rılmi (ö.1273) ve Sadrüddin anlamında, onlann felsefi yöntemi vur-
Konyevi (ö.1274) ile devam etmiş; 'us- gulayarak insan, evren ve Tanrı hakkında
çuluk kiırşıtı gizemci İşrakiyye felsefesi getirdikleri tutarlı düşünceler açısından­
Sühreverdi (ö.1191) ve Endiilüs'te İbn "Bir İslim felsefesi var mıdır?" sorusunu
Tufeyl'de (ö.1185) kendini bulmuş; fel- "Evet, ortaçağda İslam dünyasında yük-
sefenin etkisine karşı koymak için yola sek düzeyde bir 'felsefe' hareketi vardır"
çıkan kelam Zamahşeri (ö.1144), Ebu'l- diyerek cevaplandırır. Gerçekten de İs­
Berekat Bağdadi (ö.1166), Şehristani (ö. lam'daki düşünsel açtlımlann temsilcileri
1153), Fahrüddin Razi (ö.1209), Nasır­ üzerinde yapılan yeni araştırmalar, bu fi-
üddin Tılsi (ö.1273), Amidi (ö.1233), İd lozoflann ve/ veya felsefi yöntemi kulla-
(ö.1355), Taftazaru (ö.1389) ve Curcani' nan düşünürlerin, Yunan filozoflarına ve
yle (ö.1413), Sclefıyye akımı da İbn Tey- birbirlerine göre özgün yönlerini ve gö-
miye'yle (ö.1328) fclsefıleşmiştir. Bunla- rüşlerini ortaya koymaktadır. Bununla bir-
ra İbn Haldun'un (ö.1406) tarih felsefesi likte daha önemli olan nokta, hangi açı­
de ayrıca eklenmelidir. lımlarda olursa olsun, en geniş anlamıyla
Bu açılıınlann özgün bir felsefi dü- evren, toplum ve insan üzerine sistemli
şünceyi ortaya koyup koyamadığı mese- düşünce tarzı olarak felsefi düşüncenin,
lesi tartışılagelen bir konudur. De Bocr İslam'da hem -özellikle- IX. ve XIII.
gibi bazı doğubilimciler İslam felsefesini (hatta XIV.) yüzyıllar arasındaki dö-
Yunan felsefesinin basit bir devamı ola- nemde, hem de ilk olgun eserlerini ver-
rak değerlendirirler. O'Leary gibi diğer­ dikten sonra XII. yüzyıldan itibaren Si-
leriyse İslam'da Farabi .ve İbn sına gibi cilya, Napoli ve Endülüs yoluyla Batı'ya
büyük filozoflar yetiştiğini belirtseler de geçerek sonunda Rönesans'a yol açan
İslim felsefesini daha çok Yunanlılar ile etkiler bırakacak bir biçimde ortaya çıkıp
Latinler arasında bir köprü olarak ince- gelişmesinin tarihsel bir olgu olmasıdır.
lerler. Hilmi Ziya Ülken, Akdeniz gele- Aynca bkz. Bektişllik; E1'ariye; Deh-
neğinin bir halkası olarak değerlendirdiği riyye; İhvan-üs-safi; Kaderiyye; ke-
İslam felsefesinin bu köprü işlevini ö- lim; Me§fiiyyun; Mu'tezile; Raven-
nemle vurgulamakla birlikte özgün ta- diyye; Selefiyye; tasavvuf; Bayezid-i
raflarına da değinir. Ahmet Arslan ise Bistami; Cüneyd-i Bağdidi; Firibi;
"İslam filozoflarının işinin antik felsefe- Gazili; Hallac-ı MansQr; İbn Hal-
nin mirasını Batı'ya aktarmaktan ibaret dun; İbn Rüşd; İbn Rüşdcülük; İbn
olduğu; felsefenin önemli hiçbir alanında Sini; İbnü'l-Arabi, Muhyiddin; İfri-
isonomia 772

ktyye; Kindi; Btriini; Rizi; Sührever- nağında istencin bulunduğunu savunan


dt; ortaçağ fdsefesi; Türkiye'de fd- felsefe anlayışı. İstencin her durumda
sefe. düşünceden daha belirleyici olduğunu
ileri süren istenççilik, duygu ile eylemin
isonomia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe- değerler karşısında çok daha önemli bir
sinde, özellikle de Epikuros'un haz ku- yeri bulunduğu düşüncesi üstüne kurul-
ramında, "eşit dağılım", "denge" ya da muştur. Yargılan yalnızca zihnin bir be-
"dengede olma durumu". lirlenimi olarak gören "*anlıkçılık"a kar,;ı
istenççilik, kişinin gerek kendi üzerinde
istenç · [İng. 1lli/}, Fr. 110lantf, Alm. fl!il/e-, gerekse dış dünya üzerinde tek belirleyici
Lat. 110ismtar, es. t. ir8Jı] Seçme ya da ka- olduğunu düşündüğünden, her yargıda
rar verme yetisi; belli bir ereğe yönelik buluruıia edimini bir yüküm altına girme
etkinliğin öznesi. İnsana eylemelerine tü- diye değerlendirmektedir. Bu anlamıyla
müyle ~en olma, onlan denetleme istenççilik, istenci temele alarak anlama
gücü verdiği düşünülen zihnin ya da ru- çabasının ön planda olduğu çeşitli açık­
hun bu yetisi, onu diğer canlılardan ayı­ lama dh:geleı:i için ortaklaşa bir yönelimi
ran en temd niteliklerden biri olarak ka- nitelemektedir. Sözgelimi ortaçağ filozo-
bul edilir. Eski Yunanca'da "güç'', "erk" fu Duns Scotus'un Tann'run istencinin
ya da "denetim" anlanundaki kralııs'wı ahlıiksal bakımdan iyi ile kötünün ne ol-
olumsuzluk önekiyle türetilmiş akra.tia duklarını belirlediğini ileri süren görüşü
(''istenç güçsüzlüğü'') kavnmının da a- "wınbilimscl istenççilik" diye adlandı­
çıkça gösterdiği gibi, "istenç" ilkçağ fel- nlmaktadır. Öte yanda, metafizikte dü-
sefesinden beri felsefede nözdenetim"in, şüncenin temelinde şeyleri ya da onların
kendi üstünde söz sahibi olmanın insana yansıtımlannı değil de yalnızca is tenci
özgü niteliğine gönderme yapmak için bulan yaklaşıma "metafizik istenççilik"
kullanılmıştır. Bu kavrayışa göre, özellik- denirken, etikte istençli varlıklar olması
le hayvanlann sahip olduğu, onların ya- nedeniyle insanlann bütün yapıp etmele-
banıl hayatlarında belirleyici rol oynayan rinden istenci sorumlu tutan görüş "ah-
doğal gereksinimlerini karşılamaya yöne- lii.ksal istenççilik" adını almaktadır. Ruh-
lik karşı konulmaz içgüdüsel istemeye bilimde ise isten'ççilik terimi bütün zihin
karşı insanların sahip olduğu istenç "ya- yaşantılarını duygusal işlevlere dayanarak
pabilme özgürlüğü" kadar "yapmama indirgemeci bir yolla kavramaya çalışan
özgürlüğü"nü de içinde banndıran bi- ruhbilimscl açıklamaların ortak adıdır.
linçli bir istemedir. Aynca bkz. istenç- İstenççilik terimi felsefe tarihinde ilk
çilik; özgür istenç; genel istenç; tllc- kez Tönnies tarafından k:ullanılmış ol-
nısia. masına karşın, daha ortaçağ felsefesinde
istenççilik doğrultusunda felsefe yapan
istenç güçsüzlüğü bkz. akraaia. filozoflann olduğu gözlenmektedir. Ni-
.tekirn bunların en başında gelen Augus-
istenççilik [İng. volt1t1tarirm; Fr. 110lanta- tinus, bütün tinsel yetilerin istençte bu-
rimır, Alm. volsmtanmıta; es. t. iradfuıı] En lunduğunu, bütün bu yetilerin istencin
genel anlamda istenci evrenin özü sayan değişik görünümlerinden başka bir şey
anlayış. Yerleşik felsefe dilinde insan ey- olmadıklarını ileri sürmektedir. Bir başka
lemlerini, Tann'run doğasını ya da bir ortaçağ filozofu Duns Scotus'a göre is-
bütün olarak evrenin varlığını kavrama tenç her bakımdan düşünmenin üzerin-
sürecinde usa, zihne ya da anlığa değil de dedir. Gerçekliğe ancak istenç yoluyla ıı­
istence üstünlük ve öncelik tanıyan; bir laşılabileceğini düşünen Scotus'a göre,
bütün olarak zihnin temelinde istencin gerçekliğe ulaşmaya olanak taruyan öz-
yattığını öne süren; bütün bilgilerin kay- gür bir güç olarak istenç,. insanın tüm
773 iıtenççilik

yetileri içinde en önemli yetidir. Özellik- canlı cansız bütün varlıkların da özünü
le özgürlüğü öğretisinin temel ilkesi ya- oluşturan temel yapıtaşıdır. Schopenh11-
pan, doğru ile iyiyi de bu ilkeye bağlayan uer bu en genel metafizik ilkeleri belirle-
Scotus, istenci Tann'nın istenciyle bir dikten sonra, bütün dikkatini istencin ö-
tutmuştur. Buna göre, özgürlüğün köke- zünü betimlemeye yöneltir. Buna göre
ninde zorunlu olarak Tann'nın istenci istenç varoluşwnuz içinde sezdiğimiz,
bulunmaktadır. Scotııs Tann'nın istençli, son çözümlemede yaşama istencine kar-
aşkın bir varlık olduğuna dayanarak, bü- şılık gelen, ortadan kaldınlması ya da çü-
tün içindekilerle birlikte dünyanın Tanrı' rütülerek olwnsıızlanrnası olanaklı olma-
nın istencine dayandığını savunmuştur. yan sürekli bir eğilimdir. Her şeyi kuşa­
Ona göre Tann istememiş olsaydı ne tan yaşam istenci insanın da en temel, en
dünya ne de dünyadaki olaylar gerçek- belirleyici dııyıırnudur. Ruhun en derin-
leşmiş olurdu. Bir başka deyişle Tanrı lerine kök saldığı gibi bedenin bütün de-
isteseydi dünyayı bir başka biçimde de vinimini de o belirlemektedir. Bu başsız
yaratabilir; ona yeni bir varlık kazandıra­ sonsuz duyum bizi her şeyin en temelin-
bilir; dünyadaki kötülükleri ortadan kal- de yatan Saltık'a bağlayan biricik köprü-
dınp iyiyi dünyadaki tek egemen değer dür. Bu anlamda Schopenhauer'a göre
kılabilirdi. Hem Yeni Platoncu "sürekli- "istenç çokluğu" diye bir şeyden söz e-
lik" anlayışına hem de Thomas Aquinas' dilemez. Çeşitli varlık teklerinde kendini
ın istenç ile anlık arasında yaptığı ayrıma açığa vuran istençlcr değil tek bir istenç
karşı çıkan Scotus, istencin bütün öteki vardır; o da kendisini çeşitli varlıklarda
yetileri olduğu gibi anlığı da olanaklı kıl­ istemesiyle duyuran "Saluk'ın İstenci"dir.
dığını ileri sürmüştür. Daha yakın dö- Çokluk düşüncesi doğası gereği uzam ile
nemlere gelindiğindeyse Kant'ın "pratik zaman tasarımlarından çıkan bir tasanın
us" alanında tek değerli olan şeyin "iyi olduğundan, uzam ile zamanda görülen
istenç" olduğunu söylediği görülür. Yine ya da algılanan her şey Saluk'ın değişik
XIX. yüzyıl Alman felsefesinin önemli istenç görünümlerinden başka bir şey
filozoflarından Fichte, istenci evrenin en değildir. Schopcnhaııcr bu noktada is-
temel, en üst konwnunda bulunan yara- tencin uzam ile zamanda yer almasının
tıcı ilkesi olarak görmüştür. salt bir görünüm olayı olduğunun, yoksa
İstenççiliğin en yaygın, en yerleşik istencin gerçekte hiçbir yerde ve zaman-
anlamı metafizik anlamıdır. İstcnççiliğin da varolmasının söz konusu olmadığının
pek çok yönden en önemli filozofu sa- alunı özcllikle çizmiştir. İstencin uzam i-
yılan Schopcnhaııcr, istenci kendi kurdu- le zamanın dışına taşınarak temellendiril-
ğu metafizik dizgenin temeline yerleşti­ mesi tek saltık metafizik gerçeklik olan
rerek, düşünülebilecek bütün gerçeklerin istencin gelişmeyen, değişmeyen, başka­
en temel ilkesinin istenç olduğunu öne laşmayan, en önemlisi de yok olmayan
sürmüştür. Schopenhauer'a göre kör ve bir şey olduğunu söylemekle birdir. Sc-
saçma bir istencin var ettiği dünyanın hopcnhauer'dan aldığı esinle Nictzsche,
metafizik bir yanılsama olmaktan öte bir "en yüksek iyi" olarak yaşamayı göstere-
anlamı yoktur. Düııy'ı bütün bu temel- rek, yaşamın olduğu her yerde "erk is-
sizliğine karşın her zaman için ben'in ta- tenci"nin olduğunu dile getirmiştir. İs­
sanmıdır; yani ben onu nasıl tasarlıyorsa tencin us yoluyla açıklanabilecek bdli bir
öyle vardır. Bcden'in istencin görünür varlık nedeni olmadığı gibi kendisini dün-
hali olduğunu öne süren Schopenhaııcr, yada gerçekleştirmek için yöneldiği belli
insan tekinde dile gelen istençten kalka- bir arnaq da yoktur. Başlangıa olmadı­
rak bütün her şeyin kökenini Saltık İs­ ğından sonu da yoktur; öncesiz ve son-
tenç'e bağlamaktadır. Bunun yanı sıra is- rasızdır. İstenç vardır; onun için söyle-
tenç, insanlann özünü oluşturduğu gibi nebilecek enson şey Pisteme"si, istiyor
it felaefesi 774

olmasıdır. nin sözde değil gerçek anlamda iş seçme


özgürlüğünün son derece önemli oldu-
iş felsefesi [ing. philo.rophy of ıvork; Fr. ğunu vurgulamaktadırlar. Kimi eleştiri­
philosophie d11 travai~ Alın. philoıophie der ciler ise bu yabancılaşmamış emek savu-
arlıti4 İş yaşamı ile iş etkinlikleri doğ­ nusuna karşı, kendini dilediğince ifade
nıltusunda bir bütün olarak iş olgusunu etme özgürlüğünün işin kişiye sağlayabi­
ya da görüngüsünü kavramaya yönelik leceklerinden yalnızca bir tanesi oldu-
olarak yürütülen felsefe araştırması. ğuna parmak basarak, iş karşılığında para
Oyun etkinliğinin temcide gerçekleş­ kazanmak, iş yaşamındaki toplumsal iliş­
tirdiği eğlenme, haz alma, keyifli anlar kiler yoluyla arkadaşlıklar kurmak, bir iş
yaşamanın tersine iş etkinliği, belli amaç- yapıyor olmaktan dolayı alınan kişisel do-
lara ulaşmak amacıyla gerçekleştirilen bir yum gibi modem bireyin yaşamında işin
dizi etkinlik, bu uğıuda gösterilen dik- daha pek çok yaran olduğunu belirtip,
kate değer güç, emek ya da çaba olarak bunlardan hiçbirinin işin sağladığı öteki
tanımlanabilir. Bu anlamda iş, iş yapar- yararlar karşısında bir önceliği olmadığı­
ken bir iş yapıyor olmaktan ötürü alınan nı dile getirmektedirler. Yıne kimi fel-
haz dışında, işin türüne göre değişik a- sefeciler de tek tek bireylerin salt kendi
maçlara ulaşmak için verilen çeşitli çaba- yararlan için değil toplumun bütün bi-
lardan oluşmaktadır. Çoğunluk kendisi- reylerinin iyiliği için iyi işler çıkarma so-
ne karşıt konumda olduğu düşünülen o- rumluluğu taşımalan gerektiğinin altını
yun ile karşılaşunlarak kavranmaya çalı­ çizerken, buna karşı kimi felsefeciler ki-
şılan iş pek çok bakımdan oyundan ayni- şinin onaya çıkardığı işin niteliğinin doğ­
maktadır. Aralarındaki ayranlardan en ö- rudan doğruya kişinin kendi sorumlulu-
nemlisi oyunun yapılan etkinliklerden a- ğunda olduğunu belirtmekte, buna bağlı
lınan haz dışında başka bir amaç gerek- olarak da ioplumsal bir iş sorumluluğun­
tirmiyor oluşudur. Dolayısıyla gerçekleş­ dan söz etmenin yersiz olduğunu ileri
tirilen bir etkinliği iş olarak tanımlaya­ sürmektedirler.
bilmek için, ortada her zaman belli a- İnsanlar, hiç değilse insanların büyük
maçlann olması gereklidir. Ancak her a- bir bölümü, en temel gereksinimlerini
maç yönelimli etkinliğin de iş olarak ta- karşılamak için tarih boyunca kimileyin
nımlanabileceği anlamına gelmez bu. hiç de istemedikleri, keyif almadıklan iş­
Sözgelimi, ayakkabılarımızı bağlarken ne ler yapmışlardır. Ne var ki bir iş, iş ol-
sarfettiğimiz o küçük çaba ne de yerine maktan çıkanlmadan da keyifli bir hale
getirdiğimiz amaç bu edimin iş olarak ta- getirilebilir. Burada bir işe kendini ver-
nımlanması için yeterli değildir. miş olan kişilere şu iki soru yöneltilerelt
"İş" terimi aynı zamanda insanın ya- yaptıklan iş ile kurdukları ilişkinin doğa­
şamını sürdürebilmek amacıyla ücret kar- sına yönelik genel bir anlayış edinmek
şılığı yaptığı ya da gerçekleştirdiği etkin- olanaklıdır: (i) "Eğer olanak olsaydı bu
likleri anlatmak için de kullanılmaktadır. yaptığın işi yapmadan da aynı amaca u-
Modem piyasa ekonomilerinde bireyler, laşmayı yeğler miydin?''; (ıı) "Gereken
başka bireyler adına onların istedikleri çabayı göstermeden de iş ile ulaşmak is-
işleri görmek amacıyla birtakım sözleş­ tenen amaca ulaşmak ol:ınaklı olsaydı
meler imzalamaktadırlar. Kişinin hangi yine de iş yapmayı ister miydin?''. İkinci
işte çalışacağını seçebildiği anlamına ge- soruya verilecek olası bir "evet" yanıtı,
len görünürdeki bu biçimsel özgürlüğe burada çalışmaya konu olan işin ilkece
karşın, piyasa ekonomisi eleştiricilerinin oyun ile işin güzel bir kaynaşımı olmaya
büyük bir bölümü, kişinin hangi işte ça- açık olduğunu gösterecektir. Buna karşı
lışacağını seçmesini doğrudan kendisini ilk soruya verilecek olumsuz bir yanıt
ifade etmesi olarak gördüklerinden, kişi- gösterilen bütün çabanın salt görülmesi
775 it felsefesi
gereken işin kendisi için olduğunu, dola- ve çıkarılan işin kalitesinin baş koşulu­
yısıyla da bir başka amaca ulaşmak gibi dur. Doğru yapılmış bir işbölümüyle da-
bir sonucun güdülmediğini açıkça ortaya ha az işgücü harcanarak daha çok iş elde
koyacaktır. Belli bir amaca ulaşmak ama- edilir. Sınith bu noktada küçük, alabildi-
ayla sarfedilen çabalar bütünü olarak iş ğine de sıkıa bir işin sürekli yinelenme-
yaşantısı doğrudan oyun yaşantısına kar- sinin işçilerin zihinsel yetilerinin en iyi
şıt bir konumdadır. Bir başka deyişle her biçimde çalışmasını önemli ölçülerde boz-
iş ulaşılmak istenen amaca varılana dek duğunu dile getirmiştir. Öte yanda XIX.
belli bir zaman almakta olduğundan ke- yüzyılın ortalarına doğru Karl Marx, ya-
sinlikle geçirilen boş zamandan aynl- banalaşmamış emek ülküsü düşüncesini
maktadır. Nitekim bu bağlamda modem ortaya atarak, dönemin kapitalist serbest
bireyin zamanını genel anlamda belli ça- piyasa ekonomisinin çalışan işçileri sıra­
lışmalann yürütüldüğü iş zamanlan ile dan iş üretme yığınlan olarak gördüğü,
dinlenme ve eğlenme zamanlan ya da dolayısıyla da işçiletin yaşatnlannı göz ö-
hiçbir iş yapmadan geçirilen zamanlar nünde bulundurmayarak ürettikleri işlere
olarak ikiye ayınnak olanaklıdır. Bu ay- yabanalaşmalanna yol açtığı konusunda
nın her şeyi açıklayıa bir değerde ol- önemli .eleştiriler getirmiştir. Kapitalist
mamakla birlikte -çünkü hem bu ilri ka- serbest piyasa ekonomisinde işçiler, üre-
tegorinin içine de girmeyen yaşama et- tim araçlarını ellerinde tutanlann gözün-
kinliklcri bulunmaktadır hem de bu et- de her zaman için satışa sunulmak üzere
kinlik alanlarının birbiriyle aynlmaz de- belli ürünler üretmekle yükütnlü nitelik-
recede iç içe geçtiği insan etkinlikleri- siz insanlar olarak görülmektedirler.
belli açılardan iş tanımına ilişkin genel Marx'ın anlayışına göre, emeğin yaban-
bir tasanın oluşturmak için oldukça de- alaşmasının her biri diğerinden önemli
ğerlidir. dört ayrı yönü söz konusudur: (i) işçi
Serbest piyasa ekonomilerinin yükse- kendi iş etkinliğine yabancılaşabilir; (ıı)
lişiyle birlikte, yapılan meslek olarak iş işçi kendi ürettiği ürüne yabanalaşabilir;
yaşamı, çoğunluk bireyler arasında karşı­ (ıiı) işçi işyerinde çalışan diğer işçilere
lıklı haklar ve yükütnlülüklerin önceden yabancılaşabilir; (iv) işçi kendisine, kendi
belirlendiği gönüllü olarak imzalanan gerçek doğasına yabancılaşabilir. Marx
sözleşmeler doğrultusunda düzenlenir ol- için, kapitalist bir fabrikada iş gören iş­
muştur. Şirketletin sahipleri ya da yöne- çinin emeğinin nasıl yabanalaştığının.
ticilerinin bdli ücretler karşılığında işçile­ yabanalaşmış emeğin nasıl olduğunun
rine belli işler yaptudıklan bu modem iş en iyi görülebileceği yer "işlik"tir. Bu
bağlamı, işlerin geçmişteki düzenleniş bi- lnğlamda Marx'ın oldukça açıklayıa de-
çiminde son derece önemli bir kınlrna ğeri bulunan örneği, doğrudan sanatçı­
meydana getirmiştir. XIX. yüzyılın son- nın yarattığı yapıta yabanalaşma süreci-
larına doğru Adam Smith işbölümü ile ne odaklanmaktadır. Emeğine yabancılaş­
bunun doğurduğu ekonomik sonuçlara mamış, kendi dilediği gibi yaratan, dile-
ilişkin oldukça kapsamlı çözütnlemeler diğince üretme özgürlüğünün neşesini ya-
sunmuştur. Bu bağlamda topluiğne ima- şayan yaratıcı bir sanatçı, ekonomik ge-
l.atı gerçekleştiren bir fabrikayı inceleyen rekler nedeniyle üretmeye başladığı vakit
Adam Smith, topluiğne yapımı sürecinin hem yarattığı yapıta, hem yaratma etkin-
aşama aşama gerçekleştirilmesi bağla­ liğine, hem kendine, hem de yaratısının
mında farklı işlerin belirlendiği
ama bü- seslendiği insanlara ilişkin olarak derin
tün bu farklı işleri
peyderpey tek bir ki- bir yabanalaşm7. sürecine girmektedir.
şinin üstlendiği iş düzenine dikkat çek- Kuşkusuz bu vabam:ılaşma sürecinden
mektedir. İş için gerekli işbölümünün geçilerek üretilmiş yapıt, sanatsal değe­
doğru yapılması emeğin üretkenliğinin rinden çok şeylı:r yitirmiş olarak yaratı!-
iflemcilik 776

mış bir yapıt olmaktan çok bitirilmiş bir doğrulama yöntemi olarak tanımlayan
iş olmak durumuna yakındır. doğrulanabilirlik ilkesine oldukça yakın­
İş felsefesi bağlamında düşünüldü­ dır. Bridgman bu bağlamda bir sorunun
ğünde Marx'ın dillendirdiği yabancılaş­ anlamlı olabilmesi için o sorunun yanıt­
mamış emek ülküsünün pek çok soruyu lanmasında kullanılacak işlemlerin söz
gündeme getirdiği kuşku götürmeyecek konusu olması gerektiğini, böyle işlemle­
derecede açıktır. Bunlardan biri, yapılan rin bulunmadığı durumlarda ise sorunun
işten doyum alma özgürlüğünün eşit öl- anlamsız olacağını ileri sürer.
çüde toplumun bütün bireylerine sunu- Bilimsel kuram ve kavramların çeşitli
lup sunulamayacağı, bu bağlamda herke- ölçüm ve işlemlerle nasıl gerçekliğe ve
sin yanş içinde olduğu bir iş yaşamında gözleme bağlandığını göstermeye çalışan
ancak başanlı işler çıkaranların ödüllen- işlemciliğe en büyük karşı çıkış göreli bir
dirilmesinin ne denli olanaklı ya da doğ­ yaklaşım olduğu yönünde olmuştur. An-
ru, dahası adil olduğudur. Yabancılaşmış cak işlemciler çeşitli ölçüm yollarının ol-
emeği olabildiğince etkisiz lolmanın baş­ ması çeşitli işlemsel anlamlara yol açsa
lıca yollarından birinin toplumsal ku- da ku!lanıldıldan bağlamlann ayn ayn ol-
rumların eleştirisinden geçtiği düşünül­ ması nedeniyle gerçekte bir sorun bu-
düğünde, bu kez de toplumun ilerleme- lunmadığını öne sürerler. İşlemci öğreti
sinin sekteye uğratılmadan bunun nasıl her ne kadar fizikte boy atmışsa da özcl-
başanlabilcceği sorunu ortaya çıkmakta­ liklc toplum bilimlerinde etkili olmaya ça-
dır. Aynca bkz. iıyqaıru etiği. lışmıştır.

iflemcilik [İng. optralİl»lalimt; Fr. opira- İtrikiyye XII. yüzyılda Ş9h-iiJ.İşrak ola-
IWna/isme-, Alm. opmz/Wnalisf!lııij Bilim fel- rak tanınan gizemci düşünür Şihabeddin
sefesinde bütün kendiliklerin, süreçlerin Ebu'l-Fütuh Yahya Es-Sühreverdi (1155-
ve niteliklerin, kavrandıktan bir dizi işlem 1191) tarafındandizgclcştirilen İslami fel-
ve deney aracılığıyla tanımlanabileceğini sefe akımı. Arapça rarle (doğu) kökün-
öne süren kuram. İşlemcilik kuramı ilk den türetme işrak sözcüğü, güneşin do-
kez, modern fiziğin felsefi içerimlerine ğuşu sırasında yayelW ışıkla etrafını ay-
yoğunlaşan Amerikalı fizikçi Percy Wıl­ dınlatmasını anlatır. Ilkçağ Yunan felse-
liam Bridgman'ın (1882-1962) uzunluk fesinden Pythagoras, Platon ve Aristotc-
gibi bilimsel kavramların, ölçümlerinde les ile Doğu fdsefesinden Zerdüşt'ün öğ­
lmllanı1an fiziksel ve zihinsel işlemlerle retilerinden izler taşıyan İşrikiyye felse-
tanımlanabileceğini savundısğu ve bilim- fesi Mcşşaiyyun'un usçu öğreti3ine karşı
sel anlamda "işlemci" yaklaşım yöntemi- sezgiciliği savunmuştur. Mcşş:iiyy(ın'la o-
ni geliştirdiği The Llıtfa of Modmı Phymı lan bu karşıtlıklarından dolayı okulun
(Modem Fiziğin Mantığı, 1927) adlı ki- düşünürleri bazı felsefe tarihlerinde ka-
tabında ortaya konmuştur. Bridgman bu baca "İran Platonculan" olarak da anılır.
çalışmasında herhangi bir kavramla ifade İran'da doğmuş olan Sühreverdi, İş­
ettiğimiz şeyin bir işlem kümesinden baş­ ıiki felsefeyi kurarken Zcrdüştçiilük'tc
ka bir şey olmadığını savunur. Nitekim de kullanılan Eski İranlıların Işık öğreti­
Bridgman'ın öncülüğünü üstlendiği iş­ sini Eski Yunan felsefesiyle biraraya ge-
lemcilik uzunluğu, uzunluğun ölçüldüğü tirmiştir. Sühreverdi'nin gizemci öğretisi
bir dizi işlcınle özdeşleştirir; bilimsel gerçekliğin bilgisini edinmenin yolu ola-
kavram ile terimlerin anlaınlannı da bi- rak usavurma yerine "gizcınli iç dene-
limsel araştırma ve deney süreci içinde yimlere dayalı bilgilenme", "içedönük
belirler. keşfetme" demeye gelen miikafefe'fi gös-
İşlemcilik deneyci ve olgucu bir ku- terir. İyi bir İşr.iki, İşrfilôlerin Arapça
ram olarak bir önermenin anlamını onun garb (batı) sözcüğünü kullanarak gıırbet-iiJ.
777 iyimser(ci)lik

garb dedikleri bu dünyanın karanlığından cari işletmelerin ya da tek tek işadamla­


(zulmet) kurtularak Işık (Nur) dünyasının nnın çalışarılan, müşterileri ve rakiple·
deneyimlerine kendisini hazırlaması için riyle olan ilişkilerini, onlara karşı tutum-
tavsiye edilen çeşitli çileci uygulamalan larını ahlaki açıdan ele alan dalına verilen
yerine J,>etirmclidir. Bu yolla saf bir ken- ad.
diliğe sahip olan kişi, Kutsal Işığı (NUr· Uygulamalı etiğin bir kolu olarak
ül-Envar, Tann) algılamak ve gerçek bil- · işyaşamı etiği, bir yandan işadamlannın
ginin temelini oluşturan ati ışıklann gö- ya da işverenlerin çalışma koşullarının
rüleriyle iidüllenclirilmek için hazır hale güvenliği, işe yeni alımlarda dürüstlük
ı,relir. İşrıikilik bu anlamda gidimli dü- (yani fırsat eşitliği), mali konularda şef­
şünmeye dayalı felsefeden sezgici felse- faflık ya da çevre kirliliğini elden geldi-
feye ı,>cçişin yolunu göstermektedir. An- ğince örıleme türünden yükümlülükleri-
cak bunu yaparken İşrıikiyye'nin bu de- nin altııu çizerken; bir yandan da çalı­
neyimi dizı,releştirebilmek için duyusal şanlann kendi aralarındaki ilişkileri ile iş­
deneyimde olduğu J,ribi gidimli felsefeye verenlerine karşı sorumluluklarını "top-
başvurması ı,rerekir. Bu yüzden ilk aşa­ lumsal sorumluluk" bağlamında çözüm-
mada Aristotelesçi felsefe Sühreverdi'nin lemeye girişir. Aynca bkz. uygulamah
yapıtlarında kapsamlı biçimde ele alııur. etik; iş felsefesi.
Bu, Meşş:iılerin ve kelıirnalann takılıp
kaldık.lan uzayıp giden tartışmalardan ittibad (Ar.) Arapça'da "bir olma" ve
kurtulmak için de ı,rereklidir. Asıl gerçek "birleşme" anlamlarına gelen bu sözcük,
olan ilahi bilgiye (hikmet·ü/.işrtik) ulaş­ _İslam felsefesinde iki farklı bağlamda
mak, ussal tözü yetkinleştirerek bu tar- kullanılmıştır. Birinci bağlamda iki şey
nşmalann ötesine geçmeyi gerektirir. Bu· arasındaki özdeşliğe gönderme yapmak-
nun için de sağlam bir felsefe temeli ön- tadır ve bu anlamda "bir olma"ya karşı­
koşuldur. İşrıikiyye, geleneksel felsefe ile lık gelmektedir. İkinci kullanım ise bir
tasavvuf öğretisinin kesiştiği noktadadır. şeyin başka bir şey ile birleşerek yeni, da-
Bir İşrıiki sözcüğün geniş arılamında bir ha önceden varolmayan bir şeye dönüş­
"mutasavvıf' oİarnk ele alınabilir. Bu an- mesi anlamındadır ki "bir olma"dan çok
lamda İşrakiyye ile Meşşaiyyıln arasında­ "birleşme"ye karşılık gelir. Terim özel-
ki karşıtlık da kelamla tasavvuf arasında­ likle tasavvuf geleneğinin vahdeı·i vücUd
ki karşıtlığa benzer. ("varlığın birliği'') ve tevhid ("Tann'nın
İslam'da usçuluk karşıtı gizemci fel- birliği'') anlayışları çerçevesinde "Tanrı'
sefe Sühreverdi (ii.1191) ve Endülüs'te yla birleşme" ya da "Tann'yla bir olma"
İbn Tufeyl'de (ö.1185) kendini bulmuş; anlamlarında değerlendirilip konu edil-
Sühreverdi'nin İbn Kemmune, Kutbüd- miştir. Aynca bkz. tasavvuf; vahdet·İ
din Şirıizi, Şemsüddin Şehrezuri, Cela- vüc~d.
lüddin Devvani, Sadrüddin Şirıizi, Mir
Damad gibi izleyicilerince geliştirilen İş· iyimser(ci)lik ~ng. optimism; Fr. optimis·
rakiyye akımı, dinsel bir akım olarak da me; Alm. optimismus; es. t. nik·bini, nikbin·
varlığııu Şii-Bıiuni çizgide günümüze dek /ik] İnsanlığın iyi yolda olduğuna ve do·
sürdürmüştür. Aynca bkz. Sühreverdi; ğal olarak ilerleyeceğine, kişioğlunun yaz-
Meşşıiiyyôn; kelam; tasavvuf. gısının iyi yazılmış olduğuna içterılikle i-
nanmasıyla geleceğe umutla bakan, ya-
işyaşaını etiği fİng. business ethics; Fr. et· şamda iyiliğin hep daha ağır basnğııu sa-
hique d'affaires; Alm. unternehmensethik, wirt· vunan dünya görüşü; dünyada iyiliğin
schaftsethikJ Ahlak felsefesinin, iş yaşa­ varolduğunu, sonunda her şeyi iyinin ve
mındaki uygulamalardan doğan sorurılan iyiliğin belirleyeceğini, kötünün ve kö-
ve açmazları çözümlemeye uğraşan; ti- tülüğün kazanamayacağını söyleyen öğ-
lyonya Okulu 778

ı:cti. lir. Ayrıca bkz. dahaiyicilik; kötümser-


Felsefece dizgeli iyiınserciliğin ilk ör- (ci)lik; Voltaire.
neğini bu dünyanın ola_naklı dünyaların
en iyisi olduğunu söyleyen ve yapıtlannı lyonya Okulu [İng. 1011ian Smoof, Fr.
nitelemek için iyimserci nitdecinin kul- E,o/t de Iottittme; Alm. Ioflisçhe S m11lt; es. t.
lanıldığı Leibniz'in fdsefesinde bulmalı: Mtdrese-i Y1111"9] İlk üç üyesini Mi-
olanaltlıclır. Leibniz'in bu dünyanın ola- letliler olaralt bilinen Thales, Anaksi-
naltlı dünyaların en iyisi olduğu öğretisi; mandros ve Anaksimenes'in "oluşturdu­
Tanrı her şeyi bilen C'tümbilgi'') oldu- ğu; daha sonra onların öncdediği Efesli
ğundan olanaltlı bütün dünyaları bilmesi Heraltleitos 'un temsilciliğini yaptığı İ­
gerekir, her şeye gücü yeter f'tümgüç'') yonyalı filozoflardan kurulu "Sokrates
olduğundan hangisini seçerse seçsin ya- öncesi" felsefe okulu. Kimi fdsefe tarih-
ratabilmelidir ve "tüıniyi" olduğundan çileri sonradan Atlna'ya geçerek tanrıta­
da en iyisini seçmelidir uslamlamasına nımazlıktan sürülene kadar orada yaşa­
dayanır. Aynı iyiınserci felsefe, XVIII. rıunı sürdüren Anaksagoras'ı da İyonya
yüzyıl Aydınlanma düşünürlerinin yapıt­ Okulu'nun içinde gösterir. Birçoklarına
larında da (sözgelimi, insanın özünün iyi göte fdsefece düşünme geleneği M.Ô.
olduğunu savunan Rousseau'nun yapıt­ VI. yüzyılda İyonya'da başlamıştır. Ken-
larında) öne çılanalttadır. Ôzellilcle Kant dilerini çevreleyen evreni açıklayabilmek
ilk yazılanrıda Leibniz'in iyiınseıdliğine için maddi bir töz, bir *ilrleht arayışı içine
olumlu yaldaşmışur. Ne var ki Kant da- giren "İyonya Fizikçileri" diye de bilinen
ha sonraki yazılarında Leibnizci iyiınser­ bu ilk filozofların karşisında, kendilerin-
ciliğc verdiği desteği insanların iyi istenci den sonra gelen ve _yellİdell "idealist",
uygulamalannı engelleyen "kökten kötü" "tlnselci" bir arayış içine giren "metafi-
yü kabul etmesiyle zayıflatmış gözük- zikçi" Elea Okulu düşünürleri yer alır.
mektedir. Ayrıca İdealar Dünyası'nda İyi Bu aynı zamanda çokluk/birlik, duyulur
İdeası'na verdiği yetkeyle ya da elindeki dünya/ düşünülür dünya, değişirlik/ de-
hamurla en iyisini yapan düzenleyici ta.n- ğişmezlik, devinim/ durağanlılı:, varlık/
nsı *Jemi<J1111JJluyla Platonculuk, doğanın varlık olmayan. .. gibi birbirine karşıt uç-
düzeni-ve erekbilgisd sona ulaşma tasa- ların savunulduğu yüzyıllarca sürecek o-
nmıyla Aristotdesçilik, ölümün kötü ol- lan felsefi tartışmanın da başlangıcıdır.
madığını düşünen Epikurosçuluk da i- Ayrıca bkz. ilkçağ felsefesi; Milet O-
yimser fdsefe öğretileri arasında sayılabi- kulu.
Jj
James, William (1842-1910) Charles ramına da iki farklı şekilde bakmayı öğ­
Sanders Pcirce ve J ohn Dcwcy ile bir- renmiş oluruz. Benzer şekilde, "insanııi
likte pragmaalı/e görüşünün kurucuları özgür iradesi var mıdır?", "dünya mad-
arasında gösterilen Amerikalı ruhbilimci desel midir; tinsel midir?" gibi sorular da
ve felsefeci. Felsefe sorunlannın, özellik- bizim ve diğer insanlann bu sorulardan
le varlık:bilgisel sorunların ve dinsel çö- ne anladığımıza bağlıdır. Sorulara doğru
zümsüzlüklerin pragmacı bir bakış açı­ yaklaşım biçimi görüş farklılığı olasılığını
sıyla çözülebileceğini göstermeye çalış­ göz önünde bulundurmaktan ve duru-
mıştır. James'in felsefe sorunlarına doğ­ mumuza daha uygun olan bakış açısını
ru yaklaşım biçimi olamk düşündükleri seçebilme esnekliğinden geçer. James'in
Pragmaıism: A N1111 N1J1111 far Some OIJ ruhbilim alanında yapiığı katkılarında da
117-gı of Thinlting ~aalık: Bazı .Eski bu görüşleı:inin izlerine rastlamr. Tbt
Düşünme Biçimleri Için Yeni Bir isim, Prinaplu ofPsydıoloo (Ruhbilimin İlkeleri,
1907) başlıklı eserinde verdiği çarpıcı ör- 1890) adlı kitabında James, ruhbilim Ve
nekte özetlenmiştir. Bu örnekte, iki grup varlık:bilgisi sorunlannı birbirinden ayır­
insan bir ağacın arka tarafında ve göv- mıştır. James'e göre ruhbilim amaçlan ge-
desi üzerindeki bir sincabın -bizimle ay- reği zihin-beden ikiliğini kabul eder ve
nı yönde, aynı açısal hızda hareket' ettiği zihin ile beden arasındaki ctlı:ileşim soru-
koşulda- etrafında dolaştığımızı kabul nunu yadsır. Bu ruhbilimin gelişebilmesi
etmemiz için ağacın etrafını dolaşmanu­ ve insanların yaran adına kullanılabilmesi
zın yeterli olup olmadığını tartışmakta­ için gereklidir. Oysa varlık:bilgisel bir so-
dır. Böyle bir durumda biz ağaan etra- run olaiak zihin-beden ikiliğinin tartışı­
fını her dolaşışımızda, ne kadar luzlı lacağı yer olan telsefe, işe ruhbilim gibi
olursak olalım, sincap bizimle aynı açıyı zihin-beden ikiliğiyle ilgili sorunlan gör-
katedecektir. Örneğin biz bir tur atsak o mezden gelerek ba~amaz, çünkü felse-
da ağacın gövdesi üzerinde bir tur atmış fenin amacı bu sorunu anlamak ve çöz-
olacaktır. O halde, biz sincaba hiçbir mektir. Jamcs'in ilk dönemlerindeki gö-
zaman yetişemeyeceğimize göre etrafın­ rüşlerine göre zihin de aynı beden gibi
da dolaşmış sayılamayız. Öte yandan, bir atomlardan (zihinsel atomlar) oluşan bir
bakıma da bizim ağacın etrafını dolaşır­ yapı olarak ele alınabilir. James daha sonı:a
ken çizdiğimiz çember sincabın çizdi- ''The Knowing of Things Togetlıer"
ğinden daha büyük olacağından sincabın C'Şeyleri Birarada Bilme", 1894) başlıklı
etrafında dönmektcyizdir. İşte bu iki yazısında zihin-beden ikiliğinden tümüy-
farklı bakış açısını birbirlerine kabul et- le vazgeçmiştir. Jamcs 1912 tarihli Er1191
tirmeye çalışan insanlara James'in tavsi- ;,, &ufka/ Empiridrm (Köktenci Deneyci-
yesi, ortadaki sorunun "etrafında dön- lik Üzerine Denemeler) adlı derlemesin-
mek'' kavranundan ne anladıklanna ve de yansız. tılııp6/e diye adlandırılan, zihnin
karşılanndakilerin bu kavramdan ne an- ve bedenin aynı tür ama ne fiziksel ne de
ladığına ilişkin olduğuna dikkat etmele- zihinsel olan tek bir tözden oluştuğu gö-
ridir. "Etrafında dönmek'' kavramından rüşünü benimsemiştir.
karşımızdakilerle aynı şeyi anlamadığı­ J ames'in tanıttığı şekliyle pragmacılık
mızı görünce, boşu boşuna tartıştığımızı C. S. Peirce ve J. Dewcy'in felsefelerin-
da anlarız ve "etrafında dönmek" kav- den yola çıkarak oluşturulan pragmacı
Jameson, Frcdrick 780

anlam ve doğruluk kuramlarında temel- düşünsel konumu postmodernizmin, bil-


lenir. James bir düşüncenin anlamını o dik kapitalizmin günümüzdeki yüzü ol-
düşüncenin bizi ne yapmaya ittiğini be- maktan öte bir değeri bulunmadığı sa-
lirleyerek oluşturabileceğimizi belirtmiş; vııu temellendirip desteklemeye yönelik
benzer şekilde doğruluk dediğimiz şeyin yazdığı eleştirel içerikli yazılarla adı öne
de deneyimlerimizle sıkıca ilişkili oldu- çıkan, pek çok uğraşdaşının tersine ken-
ğunu, kabaca, bir düşüncenin doğrulan­ disini Marxçı bir düşünür olarak tanım­
masının uygulamalı sonuçlarına bağlı ol- lamaktan çekinmeyen Amerikalı felsefe-
duğunu savunmuştur; başka bir deyişte, ci. Sunduğu eleştirel açımlamalanyla post-
bir düşünce işe yarıyorsa doğrudur. Ör- modemizmin bütünüyle geç dönem ka-
neğin birine "arkanda ayı var!" dersek, pitalist aşamaya karşılık geldiğini, bu an-
bu genellikle çabuk kaç anlamındadır. lamda da doğrudan kapitalist gelişimin
Benzer şekilde "Tann var" demek tam kendi iç mantığının en doğal ürünü ol-
olarak "arkanda Tann var" demek gibi duğunu savunan Jameson'ın, düşüncele­
olmasa da, "kötülük etme", "insanları rinin pek çok yerinde "Frankfurt Okulu'
sev":t "namaz kıl", "kiliseye git", "dua nun Eleştirel Kuramcılan"nın büyük et-
et" vb. demeye gelir. Doğal olarak bu kisi altında olduğu açıklıkla gözlenmek-
tür bir anlam kuramı ve benzer kaygılar tedir. Jameson'ın postmodem düşünce
güden bir doğruluk kuramına göre an- çerçevesiyle hesaplaşırken en çok odak-
lam ve doğruluk nesnel değil, özneldir. landığı konular arasında "kültürün me-
"Arkanda ayı var!" gibi bir ünlem tüm- talaşması", "kültür mağazalarındaki kül-
cesinde anlam belki biraz daha az öznel- türel malların satışlarındaki artışların post-
dir ama "Tann var" gibi bir önermede modernizm üzerindeki içerimleri'', "kül-
oldukça özneldir. Bu noktada Jamesfa tür ile onu yapan toplum arasındaki ay-
önerdiği doğruluk kuramı bir önermenin nının yıkılıp dağılması" '(sözgelimi, Beat-
inanılası olmasıyla doğru olması arasında les kendi müziklerinin doğasını, gelece-
bir yakınlık kurar. Buradan yola çıkarak ğini ve yönünü müziklerine son vermek
James, dini inancı dile getiren önermele- pahasına bile olsa denetleyebiliyordu, oysa
rin de doğruluğundan bahsedilebileceği­ günümüzde Madonna'nın yaptığı müzik
ni söyler. Din ve inanç hakkındaki gö- yazgısı yalnızca piyasa koşullarınca be-
rüşlerini The WiU ta Btlieve and Other lirlenen ekonomik bir ürün olmaktan öte
Em:;s in Pop11lar Philosophy (İnanma İs­ bir anlam taşımamaktadır) bulunmakta-
temi ve Herkes İçin Felsefe Denemeleri, dır. Jameson, geçtiğimiz yirmi yıl boyun-
1897) ve The V aritties of &ligious F.xperi- ca bıkıp usanmadan postmodemizmin
ence (Dinsel Deneyimin Türleri, 1902) kendi dilini kendisine karşı kullanarak,
adlı iki önemli eserinde topla~tır. hep postmodem durumun içinden dil-
William Jamcs'in genelde felsefe so- lendirdiği eleştirileriyle postmodem kül-
runları özeldeyse pragmacılık üzerine ka- tür dilinin mantığının. maskesini düşür­
leme aldığı yazılarıyla verdiği konferans- meyi amaçlayan "maddeci" yönelimli bir
ların metinleri, ikisi ölümüne yakın biri Çözümleme arayışı içinde olmuştur.
de· ölümünden sonra olmak üzere üç ki- Jameson, düşünsel gelişiminin en ba-
tapta toplandı: Tbe Meaning of Tmıh (Doğ­ şından beri postmodemizmi hep olum-
ruluğun Anlamı,_ 1909); A PINralisti& Uni- suz terimlerle değerlendiren bir düşünür
verse (Çokçu Bit Evren, 1909); Sonıe Prob- portresi çizmiştir. Bu anlamda örneğin,
lenıs in Philorophy (Kimi Felsefe Sorunları, pratikteki uygulamalarından hareketle
1911). Aynca bkz. pragmacılık. postmodem mimarinin özü gereği "gö-
rünmeyen" kapitalizmin değme bir ürü-
Jameson, Fredrick (1934) Yakın dö- nü olduğu yorumunu getirerek, bu mi-
nemlerin kendinden en çok söz ettiren marinin kapitalist dünyanın metalaştır-
781 Jameson, Fredrick

maya duyduğu aralıksız gereksinimi do- mula 1 otomobil yanşçtsı Schumacher


yuma kavuştumn en somut postmodern gibi, İngiliz İşçi Panisi önderi Tony Blai-
tavır biçimi olduğunu ileri sürmektedir. re gibi değişik kültür metaları başanyla
Kuşkusuz alabildiğine değişik ürünleriyle tasarlanmakta, hiç durmadan pazarlama
kültür endüstrisinin toplumun dön bir amaçlı yeni metalar üretilmektedir.Jame-
köşesine yayılışı, Frankfurt Okulu üyele- son, bu temel durumu postmodem kav-
rince daha 1920'li yıllarda kendisine dik- raytŞ dışında bir yerden anlamak ama-
kat çekilmiş toplumsal bir görüngüdür. ayla verdiği aynntılı çözümlemelerinde,
Ancak Jameson'ın burada yaptığı fazla- metalaştırmanın başta siyaset ile sanat
dan katla oldukça önemli bir saptama- olmak üzere, kültürün bütün alanlannı
sında kendisini göstermektedir: "Kültür yerle bir ederek onlann yerine geçtiğini
ürünleri 1970'lerden bu yana hergünkü öne sürmektedir. Buna göre, postmo-
yaşanun pratik yönleriyle ilgili şeyler ol- dern toplumsal kimliklerin yaşadığı du-
malanna karşın, günümüzde artık hiçbir rum Jameson'a göre salt Marxçı ''yaban-
biçimde sözcüğün birinci anlamındaki cılaşma" çözümlemesine dayanarak açık­
kültürün uzantısı sayılamayacak denli me- lanabilir değildir. Nitekim Lyotard'ın de-
talaştınlmışlardır." Jameson'ın deyişiyle, yişiyle "postmodern durum"da yaşanan,
kent tasarımlanndan uluslararası mutfak- öznelerin yabancılaşnuş oluşlarından da,
lara dek pek çok kapitalist pratik içinde Marxçı çözümlemelerde verilen toplum-
gerçekleştirilen kültürel ürünlerin meta- sal durum betimlerinde öngörülen bildik
laştırunı süreci hemen bütün toplumsal yaşam pratiklerinden de çok daha öte bir
etkinlikleri birer ekonomik meta haline . şeydir. Anık söz konusu olan pammpar-
getirmiştir. Nitekim Jameson'ın gözünde ça olmuş kimliklerin dön bir yana saçıl­
"geç dönem kapitalizm"in de geç dö- mış, bir daha yeniden tek bir bütün ha-
nem kapitalizmin postmodern mantığı­ line getirilmeleri şu an için olanaklı gö-
nın da tam olarak kavranacağı yer yaşa­ rünmeyen bölük pörçüklükleridir. İyi bi-
nan bu metalaştırma sürecitıden başka lineceği üzere, yabancılaşma şöyle ya da
bir yer değildir. Jameson, postmodern böyle kendi içinde bütünlüğünü bir bi-
biçem oyunlanyla anlam duyumuzu bü- çimde korumayı sürdüren bir ben varsa-
tünüyle yitirme noktasına getirildiğimizi, yımı üstüne kurulu bir süreçtir; oysa Ja-
buna bağlı olarak da yolumuzu kaybede- meson'ın bakış açısında kapitalizmin geç
rek nereden gideceğimizi, hangi yana dö- dönem aşamasına karşılık gelen postmo-
neceğimizi bilemediğiz bir durum içinde dern toplumlarda karşılaşılan bütünüyle
kendimizi bulduğumuzu ileri sürmekte- merkezsizleşmiş, alabildiğine çoğıı.lmış,
dir. Nerede olduğunu bilmediği için ne y.ıbanolaşma kavranurun kendisinin da-
yapacağını da kestiremeyen insanı günü- hi paramparça olduğu bütünlüklü her-
müz kapitalizminin tipik bireyi olarak ni- hangi bir şeye başvurarak kavrarıamaya­
teleyen Jameson, kapitalist metalaştırma cak "ben aşın" bir durumdur.
süreçleri arasında yolunu bulmaya çalı­ Nitekim Jameson'ın bakış açısından
şan birey ile çok katlı hipcrmarketlerin söylenecek olursa, üstünkörü verilmiş
değişik bölümleri arasında kaybolarak salt ahlakçı birta\am eleştirilerle postmo-
çıkışı bir türlü bulamayan afallanuş müş­ dernizmin tam anlanuyla defterinin dü-
teri arasında çok anlamlı bir benzerlik riildüğünün sanılması son derece sakın­
bulunduğunu ~öylemektedit. Geç dönem calı bir yaklaşımdır. Bu nedenle öncelikle
kapitalizmin bu son uğrağında, büyük yapılması gereken, kapitalizmin iyiden i-
oranda "Fordizm"in çöküşü ile kapita- yiye yerleştiği toplumsal, siyasal ve kültü-
lizmin küresel ölçekli yayılımına bağlı o- rel ilişki biçimlerinin bütününü birden
larak, kapitalist kültür metaları tasanm- en ince ayrınttsına varana dek göz ö-
cılannca pop stan Madonna gibi, For- nünde bulunduran, gerçek toplum bağ-
Jameson, Fredrick

lamlannda yaşanan "postınodem aıılar''a Pamdoxes') başlıklı bit başka yazısında,


ilişkin kuramsal altyapısı postmodern us- daha önceki yazılannda ortaya koyduğu
lamlamalara karşı sağlarrı, korunaklı ve çeşitli uslamlarrıaları, çağdaş kapitalizmin
dirençli bir anlarrıa tutumunun edinilme- uzamsal-mekansal boyutlarıııı incelemek.
sidir. Öyle k.i ilk. yazdığı yazıdan 1990'la- yoluyla yeni baştan ama daha yüksek bit
nn sonlarına dek ortaya koyduğu çalış­ sesle dillendirerek. olabildiğince derinleş­
malara, bit bütün olarak. düşünsel geli- tirmeye çalışmak.tadır. Bu bağlamda Ja-
şimine bakıldığında,Jamcson'ın modern- meson, hiçbir yasa tanımaksızın, hiçbir
lik deneyimlerinde temellenmiş moder- ilke gözetmeksizin düşünülebilecek. he-
nizmden postmodernizme, dolayısıyla da men her şeyin moda eliyle alabildiğine
postmodem deneyimlere geçişin nasıl a- vurdumduymazlıkla azdırıldığı tüketim
şama aşama gerçekleştiğinin izini sürdü- döngüsüne dikkat çekerek; bu döngünün
ğü açıklıkla görülebilir. Sözgelimi "Post- "bundan böyle hiçbir şeyin değişmeye­
modernizmile Tüketim Toplumu" ("Post- ceği ama bit biçimde her şeyin de değiş­
modcmism and Consumer Society') baş­ tiği" bir açmaza yol açtığını bildirmekte-
lığını taşıyan 1983 yılında yayımlanmış dir. Dahası, metalaştırma pratiklerinin o-
yazısında Jameson, taşlamaa parodi tut- lanca yoğunluğuyla üst üste yığılarak ço-
kusunun yerini "pastiş" e bırak.tığı, geç- ğaltılması, henüz kapitalistleştirilmeıniş
mişe duyulan özlemin yarı ciddi yarı dal- uzarrıların geride tek tük kalmayı nasıl
ga sıkça yinelenerek aruldığı, popülist olduysa başarmış en son yaşarrı izlerini
mimari yapılarda tarihin zembereğinden de silip süpürmektedir. Böylelikle de
bütün bütün boşalışına somut bir varlık böylesine içinden çıkılmaz bir açmaza
kazandırıldığı, süreklilik arz eden bir bu- kaynaklık eden söz konusu metalaştırma
radalığa odaklanarak. kapitalizmin parça- çılgınlığı alabildiğine çoğalmakta, ütop-
lara dağılmış anlanna karşı yeni seçenek- yacı libidonal enerjilerin bütün bütün bi-
ler getirmenin olanaksızlığının gövdclcn- reysel aşın tüketime k.analize olmasıyla
diği postmodern kültürün belli başlı eğ­ da postmodern düşünürlerce hep o ken-
retilemelerinin çözümlemesini yapmak.- disine övgüler düzülen ayrılıklar adına
tadır. Bit başka yazısıııın C'Marıtism and "benzeşiklik ilkesi aynşıklıklara dönüşe­
Postı.;.~odcrnism", 1989) başlığından da rek çözüşmek.tediı". Ne var ki, bütün
açıkça görüleceği· üzere, Jamcson dola- bunlar olurken, yine açmazlı bir biçimde
şımdaki postmodem kuramların postmo- "postmodem kapitalizm", "özdeşlik" il-
dcrnizme ilişkin benimsemiş oldukları kesinden doğan "ayrım"ın tektipleştirile­
değişik konumların tersine "ile" bağla­ rek "aynılık" içerisinde bozdurulduğu
ayla Marxçılık ile Postmodemizm ara- düzmece bir diyalektik süreçte kendi az-
sına uzlaştırılması olanaklı olmayan be- gın titreşimlerini giderek daha bir doğal
lirgin bit uzaklık koymaya ayn bir özen ve kendiliğinden hale getirmektedir. Ja-
göstermektedir. Bir başka deyişle, Marx- meson, bu.. durumu Nietzsche' nin bengi
çılığı postmodem durum içersine yerleş­ dönüş öğretisinden esinlenerek "meta-
tirilemeyecek bit "dış alan"da tutarak., laştınlmış yaşam biçiminin bengisel dö-
daha doğrusu postmodern durumlar çok- nüşü" diye adlandırmaktadır.
luğu içinde ötekiler gibi herhangi bir ko- J arrıeson, ortaya koyduğu bütün bu
numa indirgenemez kılarak, postmodem düşüncelerle bir yandan "eleştirel yeni
durumun olmaktalığına karşı Marxçılığın bit aşama"ııın temellerini atmaya çalışır­
kendisine yapılmış ve yapılmak.ta olan ken, öbür yandan "Sanatın Sonu", "Ta-
onca saldırıya rağmen bir başka seçenek. riliin Sonu", "Felsefenin Sonu" gibi post-
olmak.talığını koruma yönünde bit dü- modcrn düşüncelerde açıklıkla kendisini
şünsel çizgi izlemektcdir.Jarrıeson "Post- gösteren "son retoriği"ne karşı Hegel'in
mçdem Açmazlar" ('The Postmodern estetiğinin yeni bir okumasını sunarak
783 Jameson, Fredrick

bir çıkış yolu bulma uğraşındadır. Bu evrensel soyut haklar düşünülebilir bir
bağlamda çoğu postmodem düşünürün nitelik kazanmaktadırlar. Ayrıca bu nok-
sandığı gibi, romantizmi sanatın bütün tada Jameson, soyutlamanın egemen bir
olanaklannın tükendiği bir tarihsel dö- görme biçimi olarak dünyayı estetik ola-
nüm noktasıolarak görmek kadar daha rak temsil etmenin de başlıca yolu oldu-
yanlış bir şey olamayacağını ileri sür- ğunu ileri sürmektedir. Marx'ın söylediği
mektedir. Jameson, romantizmin doğdu­ üzere, nasıl ki sonsuz bir biçimde alınıp
ğu XIX. yüzyılın, sanatın sonunun geldi- verilebilen, ama buna karşı belli bir içe-
ği bir çağ olmaktan çok sanat tarihindeki rikten yoksun para "bütün metaların Tan-
en üretken dönemlerden biri olarak mo- nsı" durumuna gelmişse, modernist im-
dernizmin başlangıana karşılık geldiğini, ge de aynı biçimde dikkatlerimizi bir
daha da önemlisi, "gerçek 'yüce' sana- başka yöne, çoğu kavramsal yönelimli
u"nın bütünüyle bu dönemde gövdelen- sanat yapıtında uygulamaya konmuş so-
diğini savunmaktadır. Nitekim Jameson' yut sanat biçimlerinin ötesinde olana çe-
ın nitelendirmesiyle, modernist sanatın virmektedir.
başlıca amacı kendisini çözüştürüp da- Jameson, nasıl ki modernizm para ça-
ğıtarak sanatın ötesine, gerisin geri felse- ğının doğuşu olarak nitelenebiliyorsa, ay-
fenin içine değil tam da yaşamın göbe- nı biçimde postmodernizmin de değişik
ğine gitmektir. Böyle bir sanat yaklaşı­ metalaşurma güçlerinin en üst düzeyde
mında gerçek sanat, tam da kendi iç bir yoğunluk kazandığı çağ olarak görü-
devinisiyle kendi sanat olmaktalığını aş­ lebileceğini yazmaktadır. Buna göre mo-
mayı başarmış bir yaratma ediminin so- dernizm olumsallığın doruğa çıktığı, hem
nucuyken, gerçek sanatçı da kendi sa- imgenin hem de düşüncenin parçalan-
natçı olmaktalığına son verecek denli dığı bir çağsa, bu bağlamda postmo-
büyük bir gözüpekliği canı gönülden gös- dernizm de parçalan dört bir yana dağıl­
termesi gerektiğinin bütünüyle bilincin- mış bu yüzer gezer. kırıntılardan "yeni-
dedir. Bu noktada Jameson'ın parmak den anlatılandırılmış", ama bütün bir an-
basuğı "modemizmin açmazı", sanatın latı bağlamı parçalandığından ne tam o-
kendini çözüştürüp dağıtmaya çalışırken larak anlamanın ne de bu bölük pörçük
aslında çözüştürüp dağıtmaya çalıştığının anlatılanlardan bir ileti çıkarmanın ola-
soyut estetiğin kendisinden başka bir şey naklı olmadığı bir çağın adıdır. Küresel
olmamasıyla, bu soyutluğunsa son çö- kapitalizm çağında ütopyacı moderniz-
zümlemede kapitalizme özgü birtakım min "yüce" tasanmı, başta öngörüldüğü
soyut toplumsal biçimlerin dışavurumıı biçimiyle olmasa da bütünüyle· çözüşmüş,
olmasıyla ilıı;ilidir. Önce Marx'ın daha modernizmin kaygılan ile geride bıraktığı
sonra da Simmel'in açıkça gördükleri gi- boşluklar postmodem kültürün tüketim
bi, para biçiminin yükselişiyle birlikte so- mantığınca en iyi biçimde giderilmiştir.
mut yaşam biçimleri de giderek soyut- Kapitalizmin evrenselleşmesine bağlı o-
laşmışlardır. Üretim alanında, somut in- larak kültür ile ekonomi arasındaki se-
san emeği soyut nicel ölçülerle anlatılır çiklik ilkesi bütünüyle yıkılmış, alanlar
olmuş, dolayısıyla da para soyut toplum- arasındaki geleneksel ayrımların ortadan
sal emeğin evrensel eşdeğeri, biricik taşı­ kalkışıyla da kültür her şeye kaoşmış, her
yıcısı konumuna gelmiştir. Nitekim Ja- şey de metalaştırma mantığının tutsaklı­
meson'a göre, günümüzde paranın bu ğına boyun eğmek durumunda kalmıştır.
denli evrenselleşmiş olması, bütün bir Bu noktada J ameson, postmodernizmin
toplumsal ilişkiler ağının ekonomi temel- bütün bunlarla da yetinmeyip kültürü e-
li olduğunun en belirgin göstergesidir. konomikleştirdiği gibi ekonomiyi de de-
Sözgelimi, alabildiğine genelleşmiş bir ğişik kültür alanlarına bölmüş olduğu­
meta alışverişleri dizgesi altıiıda ancak nun altını özellikle çizmektedir. Bu an-
Japon felsefesi

lamda postmodcm kültürün yüzer gezer nin verdiği hasarlar bağlamında refah dev-
dünyasının yetki tanıdığı biricik düşünsel letinin "korunma amaçlı" savunusuna
girişim, özenle siyasal içeriği kırpılarak karşı, "Gaullecü" bir direniş ruhu edine-
sözümona düzgün bir görünüm kazan- rek eyleme geçme önerisinde bulunmak-
dınlıruş bir yığın arkaik tasanırun yeni- tadır. Aynaı. yükselen aşın milliyetçiliğin
den dolaşıma sokulmasıdır. Bu savını baruıdırdığı tehlikelere dikkat çekerek,
desteklemek amacıyla Jameson, "Post- baştan sona "milli" ya da "milliyetçi" te-
modernlikte İmgenin Dönüşümü" baş­ rimlere dayandırılmış bu türden özgür-
lıldı yazısında, görsel sanatlarda bir va- lükçü mücadelelerin başanyla belli bir
kitler suçlu bulunarak mahkıim edilmiş sona varmasının söz konusu bile olama-
"Güzel"in geri dönüşünü, nasıl ve hangi yacağını vurgulamaktadır. Bununla bir-
kılıklar altında pazarlandığını açıklayarak likte Jameson, önceden beri varolan
ortaya sermektedir. Jameson, günümüz- toplumsal kenetlenme biçimlerinin tek
de güzel olduğu düşünülen her şeyin başlarına yeterli olmasalar bile, olası bü-
gösterişe dayalı albenili ya da cafcaflı bir yük bir kolektif toplumsal uyanışın ör-
dış görünümü bulunduğunu, bu nedenle gütlenmesi için kaçınılmaz oldukları so-
de çağdaş yalancı estetiğin güzele yöne- nucuna varmaktadır. Kuşkusuz Jameson'
liminin yarana bir kaynağa doğru yol al- ın düşüncelerinin gerçek değeri, getirdiği
maktan çok, tam anlamıyla hep paranın önerilerden ya da vardığı sonuçlardan
amaçlandığı ideolojik bir manevra olarak çok, sunduğu kapsamlı postmodem ka-
anlaşılması gerektiğini ileri sürmektedir. pitalizm ya da kapitalist postınodernizm
Nitekim Jameson'a göre, nasıl ki XIX. eleştirisinde yatmaktadır. Henüz bu eleş­
yüzyılda Wılliam Morris'e "Güzel" sos- tirinin "siyasal düzlemi" çok daha geniş
yalizm için verilen müaı.delenin aynlmaz kapsamlı kuramsal tasarısıyla gerçek an-
bir parçası olarak görünmüşse, bugün lamda bütünleşmiş gibi görünmüyor olsa
için de aynı güzeli metalaştırma manllğı­ da, Jameson yakın dönemlerin gözde
nın çok ustalıklı bir üçkağıdı olarak gör- düşünsel hareketi postmodernizme karşı
mek haydi haydi olanaklıdır. eleştirel bir uzaklıkta durabilmeyi başar­
Hiç kuşkusuz Jameson'ın kendisinin ıruş günümüzün ender düşünürlerinden
c!e sıkça belirttiği üzere, postınoderniz­ biri olduğu gibi, postmodem düşünceler
me yönelik sunduğu yaklaşımın içinde resmine ayn bir renk olarak katılmayıp
"siyasal''ı tam olarak sağlam temellere o- söz konusu alaca bulaca resmin önünde
turtmak için bir yer bulmak, altından "eleştirel gerçekçi" bir dönemecin alın­
kalkılması son derece güç bir soruna masının gereğini son derece başanyla
karşılık ~lıncktedir. Bu bağlamda kendi- seslendirip temellendirmiştir.
sine yöneltilen, postmoderni hemen her Fredric Jameson'ın· başlıca yapıtları a-
yerde estetik ile ekonomik arasında bir rasında Dil Hapishanesi (The Prison-
yerlere yerleştirirken, kültürü bütünüyle House of Language, 1972), S!Ja!al Bilinç-
bir savaş alanında olma duyumsayışı ola- dtşı (The Political Unconscious, 1981),
rak tanımlarlı;en, herkesi düşman ko- Mar.xplı!t. ilt Biçim (Marxism and Form,
numlara ayırırken ipin ucunu kaçırdığına 1983) ve ilkin bir makale olarak yayımla­
yönelik eleştirinin bütünüyle ayırdında nan (1984) PoshltodmıiZJll ya da Ger Kapi-
olan Jameson, bütün bu sorunlardan ka- faliZJlli" K#ltiirrl Matıhj (Postmodemism,
çınmak amacıyla görece yakın dönemli or the Cultural Logic· of Late Capitalism,
bir yazısında küreselleşme çağında siya- t 987) sayılabilir.
sal strateji sorununa odaklanma gereği
duymuştur. Söz konusu yazısında Jame- Japon felsefesi ~ng. f a}aflese philosopf?y;
son, hem kültürel e"ınperyalizmin değişik Fr. philosophie fapofltlÜe-, Alm. Jap1111ische
biçimlerine karşı hem de küreselleşme- philosophie] Japonya'da felsefe yapmanın
785 Jaspen, Kari

tarihi bu ülkeye Bıiddhaalığın girişiyle, Japonya XVI. yüzyılda Batılı düşünce


yani genellikle 552 yılına kadar gc:ri götü- dizgeleriyle ilk kez tanışır. XX. yüzyılda
rülen bir tarihle başlatılır. Buddhacılık da Suzuki D. Teitaro (1870-1966), Nişi­
önce Kore, sonra da Çin yoluyla Japon- da Kitaro (1870-1945) gibi birtakım fel-
ya'ya yerleşmiş; burada ülkenin yerli dini sefeciler Batı felsefe dizgelerini biliyor
olaıi Şintoculuğun yerini almıştır. Budd- olarak, bu Batılı etkilere karşı çıkıp söy-
haalık. upkı Çin'de olduğu gibi birtakım lediklerini Zen'e uygun bir biçimde söy-
Japon düşünme biçimlerinden de et- . lerler. Aynca bkz. Buddhaalık; Maha-
kileıımİf, bunlan da bünyesine katarak yana Buddhacılığl; Zen Buddhacı­
Japonya'ya özgü bir niteliğe bürünmüt- lığı; An Ülke Okulu; Shingon; T'ien
tür. Buddhacılığın iki temel okulundan T'ai; Dogen Kigen; Hakuin Ekaku;
Mahayana Buddhacılığı, Japon felsefe o- koan; satori, zazetı
kullaruun temelinde olan Buddhacılık bi-
çimidir. Japonya'da en yaygın olan Budd- Jaspers, Kari (1883-1969) Genellikle
hacılık'sa kökleri Çin'de olan Zen'dir. varoluşçu felsefenin önde gelen kuram-
Bunun yanı sıra yine kökleri Çin'de olan cılan arasında gösterilmekle birlikte, fel-
T'ien T'ai, Tantracı bir Bud.dhacılık olan sefenin çok değişik alanlannda ilginç ve
Shingon ile An Ülke Okulu Japonya'da- bir o denli de önemli anlayıflar geliştir­
ki yaygın Buddhacılık okullaopır. miş olmasıyla tanınan Alman felsefeci.
T'ien T'ai Buddhacılığı, Japonya'ya Jaspers'in varoluşçuluk anlayışı bir yanda
IX. yüzyıl baflannda Saicho tarafından kişiriin ahlaksal tutum ile davranışlanna
getirilir. Bu okul Lo1111 S111raya verdiği odaklanırken, öbür yanda birtalam "sınır
temel önemden dolayı Lotus Okulu diye durumlan"nda ya da en üst yoğunlukta
de anılır. Japonya'nın diğer önemli fel- yaşanan kişilerarası ilişki durumlarında
sefe okulu olan Zen'in kurucusu ise Ei- bireyin kendini gerçekleştirmesinin kimi
sai'dir (1141-1215). Zenko Kokushi diye özd yönleri üstünde durmaktadır. ]115-
de bilinen Eisai Rinzai Zen'i kurmuştur. pers'in felsefenin çok değişik. alanlanna
Daha sonra gc:len Hakuin Ekaku (1685- yapuğı katkılardan en dikkate değerleri
1769) bu okulu Japonya'da yeniden can- arasında şunlar sayılabilir: din felsefe-
landırmıştır. Bup de bu okulun en ö- sinde "aşkın", "şifre" (gizli yazı düzem),
nemli temsilcisi olarak görülür. Rinzai "felsefece inanç" tasarımlan; tarih felse-
Zen aydınlanmaya Qap. salon) ulaşmak i- fesinde "Eksenler Dönemi" savı; siyaset
çin /ıwarı denen, birtakım soruların düşü­ felsefesinde "yeni siyaset düşüncesi". Ö-
nüİmesi temeline dayanan bir meditas- zellikle siyaset felsefesinde ileri sürdüğü
yon tekniğini uygular. Burada amaç ussal özgün görü,lerinde, atom bombası kul-
düşünmeyi kırmak, kavramsal düşünme­ lanımıyla insanlığın yeryiizünden silin-
nin ötesine geçmek, böyldikle de aydın­ mesi olasılığı ya da bütün dünyayı kapsa-
lanmaya ulaşmaktır. Batı'da en iyi bilinen yacak totaliter bir rejimin kurulması ola-
Zen okulu budur. Zen'in ikinci önemli sılığı gibi döneminin taruşmalı birtakım
okuluysa Soto Zen'dir. Soto Zen'in Ja- konu ve sorunlanyla yakından ilgilenmit-
ponya'da yerleşmesini sağlayan felsefe- tir. Jaspers, felsefeye dönüş yapmazdan
ciyse Dogen Kigen'dir (1200-1253). So- önce Heidelbeı:g Üniversitesi'nde tıp öğ­
to Zen'in Rinzai Zen'den ayrıldığı nokta, renimi görerek ruh doktoru ve ruhbilim-
aydınlanmaya ulaşmak için önerdiği yol- ci unvanı almıştır. Nitekim Af«e1lltİtle Pl.J·
dur. Bu okul aydııılarunaya ulaşmak için GhopatbolotJe (Genel Psikopatoloji, 1913)
~ denen oturarak meditasyonu öne- başlığını taşıyan ilk büyük çalışmasında
rir. Zaz!11 de insanı kavramlarla düşün­ psikopatolojinin yöntemleri ile görüngü-
mekten kurtarmak için kullanılan bir bilimsel ve yorumbilgisel yaklaşımlar a-
tekniktir. rasındaki yakın bağlara dikkat çekerek,
Jaspers, Kari 786

birtakım psikopatoloji sorunlanna söz başarabildiği ilk cildi yayımlanmıştır.


konusu yaklaşımlan başanyla uygulamış­ Jaspers'in varoluşçuluğunun en genci
tır. Öte yanda ikinci önemli yapıtı olarak anlamda, iki katlı bir kendini gerçekleş­
gösterilen P1.J"1olotfe der We/tansch11J111ngm' tirme tasansından oluşan bir irısan anla-
de (1919), kitabın başlığından da anlaşı­ yışı üstüne bina edildiği söylenebilir. Bu
lacağı üzere bir "dünyagörüşü ruhbilirni" noktada, Kant ile Kierkegaard'ın kimi
sunma arayışındadır. Kitap Jaspers'in bü- düşünceleri arasında kendisine orta bir
tün düşünsel yaşamı boyunca düşüncele­ yol belirleyen J aspers, insan varlığını de-
rinden beslenmeyi sürdürdüğü Kant, Ki- neysel olmayan bir boyutu da bulunan
erkegaard, Nietzsche ve Weber'den ne deneysel boyutlu bir görüngü olarak be-
denli derinden etkilendiğini göstermesi timlemektedir. Bundan hareketle deney-
bakımından da aynca önemlidir. Felsefe- sel boyutta üç ayn insan varlığı kipi ya
sini geliştirirken kendisine en çok esin da kendini gerçekleştirme yolu olduğunu
kaynağı olan öteki büyük filozoflar ara- dile getirmektedir: (i) kanlı canlı varoluş
sında Platon, Plotinos, Hege~ Schelling, ya da naif canlılık (blopeı Daıtin); (ıı) ol-
Dilthey ve Husserl sayılabilir. Jaspers, duğu gibi nasılsa öyle bilinç (&1JJ11ptıtin
kendi özgün varoluşçuluk anlayışını en iiberhanplj, yani mantıksal düşünme ya da
ince aynntılanyla 1932 yılında yayımla­ usyürütme boyutu; (ıii) tin (Geiıf), yani
dığı üç ciltten oluşan Felıeft (Philosop- kişisel ideallerde, yaratıcı sanat tasanmla-
hie) adlı oylumlu yapıtında sunmaktadır. nnda ve buna benzer değer alanlarında
Çoğu yerde Jaspers'in başyapıtı olarak a- kendisini gösteren idealar boyutu. Bu üç
nılan kitap, Almanya'daki Nazi rejimi dö- kendini gerçekleştirme kipi de Jaspers'in
neminde okutulması ve basılması yasak "Existenz" diye adlandırdığı deneysel ol-
kitaplar arasında yer almıştır. Nazi döne- mayan, dolayısıyla nesnel de olmayan di-
minin olumsuz havası nedeniyle felsefeyle ğer bir varlık kipine deneysel bir aracılık
olan bağlantısında derin bir kopukluk ya- yapmaktadır. "Existenz" burada insan
şayan Jaspers, 1948 yılında Heidelberg' varlığının sahicilik zeminidir; kişisel ö-
den İsviçre'ye geçerek yaşamını Basel Ü- zerkliğin, varoluş özgürlüğünün ve ger-
niversitesi'nde verdiği derslerle kazanma çek benliğin en üst yoğunluktaki boyu-
yolunu seçmiştir. Felsefesini bundan böy- tudur. Hiçbir deneysel çalışmanın, var-
le varoluşçu bir felsefe olarak tanımla­ lıkbilgisi araştırmasının, felsefi insanbi-
madığı gibi, kendisini de daha çok dö- lim anlayışının, en önemlisi de etik öğre­
nemin siyasal sorunlan üzerine düşün­ tinin insanın bu öznellik boyutuna yöne-
meye vermiştir. Kuşkusuz Jaspers'in fel- lik olarak yetkin bir açıklama sunması
sefe yapma çizgisinde baş gösteren bu olanaklı değildir. Bu türden bir anlama
kınlmarun felsefi sonuçlarının en iyi gö- ancak kişi bu boyutu kendi yaşamında
rülebileceği yer, 1958 yılında yazımını ta- somut bir biçimde gerçekleştirdiğinde,
mamladığı Die Altımbombt wnd Jie Z11kllnft bu gerçekleştirmeyi de felsefe aracılığıyla
deı Menıçhen (Atom Bombası ile İnsanlı­ kendi yaşantısından kalkarak açıklığa ka-
ğın Geleceğı) başlıklı kitaptır. Ölümüne vuşturduğunda olanaklıdır. Bu noktada
dek geçen süre boyunca ağırlığı din fel- insanın "Existenz"ı yani kendi kişisel
sefesine verdiği gözlenen Jaspers, bu son özerkliğini nasıl gerçekleştireceği soru-
dönemde yaptığı çalışmaların önemli bir suna karşı Jaspers, "Existenz"ın hiçbir
bölümünü felsefece inanç ile felsefece zaman önceden tasarlanıp yaşama geçi-
aydınlanış konularına ayırmıştır. Öte yan- rilebilecek bir konu olmadığını, bütünüy-
da, ölmeden hemen önce üzerinde çalış­ le "Aşkın" adını verdiği nesnelleştirile­
makta olduğu dünya felsefesinin tarihini meyen bir varlıktan "armağan" olarak
felsefi bir gözle yazma girişimini sonlan- sunulduğu yanıtını vermektedir. Bu te-
dıramamış, bu yapıtın yalnızca bitirmeyi mel saptamaya bağlı olarak Jaspers, "E-
787 Jaspers, Kari

xistcnz"ın gerçekleşmesinin birtakım ö- Jaspers'in burada "şi&e" diye adlandır­


zel yaşam anlaıında ancak iki koşul al- dığı, anlam bakımından hep bir ucu a-
tında olanaklı olduğunu belirtmektedir. çıkta kalan, daha çok Aşkın olana giden
Bu koşullardan ilki sınır durumlar denc- yolda hangi yana yönclinilcceğini gös-
yimiyken, ikincisi yakın bir arkadaş ile gi- termesiyle yol işareti işlevini yerine geti-
ıilcn karşılıkh varoluş ilişkisi deneyimi- ren öznel ve sezgisel bir simgeye karşılık
dir. gelmektedir. Bu anlamda Jaspers'e göre
J aspers 'in deyişiyle ölüm, acı, müoı.­ dünyada varolan her şey (doğa olayları,
dele, suç gibi durumlardan oluşan sınır tek tek 'nesneler, doğal felaketler ...) il-
durumlar hcrgünkü sorunlanınw çözer- kece şi&e olma yetisi taşıdığı gibi, sanat
ken kullandığımız nesnel ya da ussal bil- yapıtları, felsefe dizgeleri, söylcnler ve
gilerden yararlanarak üstclcrindcn geli- hatta dinler de birer şifre olarak görülc-
nemeyecek dunımlardır. Söz konusu o- bileceklerdir. Nitekim Jaspers'in bu şifre
lağaııdışı durumliır olağan mtumlarımız anlayışı doğrultusunda temellendirdiği din
ile yerleşik düşünme alışkaııbklanmızda felsefesinde, Tann'dan gündelik dil yo-
başwı sona köklü bir değişikliğin mey- luyla açık seçik bir Vahiy almak söz ko-
dana gelmesini zorunlu kılmaktadırlar. nusu değildir. Tann her zaman için giz-
Bu bağlamda ruh doktorluğu deneyimle- lidir, insanın onunla nesnel bir dil aracı­
rinden de yararlanarak, sınır durumlarla lığıyla konuşmaya geçmesi olanaklı de-
karşılaşan insanın yaşadıklarına ilişkin ğildir. Buna göre, Aşkın ile ilişkiye geç-
derin ruhbilimsel içgörüler sunan Jas- menin tek yolu hiçbir biçimde nesnel bir
pers, bu gibi durumlarda verilen pek çok dile indirgenemeyecek olan şifreleri ge-
olağan tepkinin insanlann kendilerini so- rektiği gibi okııma eylemidir. Ancak bu
nuna dek gerçekleştimıelerinin Q.ütünüy- okuma sonucunda hiçbir şifrenin gele-
le önüne geçtiğini ileri sürmektedir. Ö- cek ufkunun belirginleşmemiş olanaklan
lüm sınır durumu, sözgelimi, korkuya, dışında Aşkın üzerine bilgi vermesi söz
kaygıya, yaşam karşısında duyulan derin konusu değildir. Bu söyledikleri ışığı al-
bir yoksayıa düş kınk1ığına kaynak ola- tında Jaspers, vahiy almaya dayalı olarak
bilir, ama bunun yanında yaşamı ertclc- temellendirilen dinsel inanç yerine hep
meksizin, hiçbir biçimde kendini kandır­ "yolda olmak'' anlamında kullandığı fel-
madan yaşamanın, sahici bir varolma ki- sefece inana önermektedir. Jaspers'in ö-
piyle yaşama gereğinin ne denli acil ol- nerdiği bu yeni felsefece inanç anlayı­
duğu duygusunu uyandırarak. kişinin va- şında Aşkın'ın varlığı için ııe1nel anlam-
roluş tasansını değiştimıesinde de başrol da geçerliliği tarutlanmış çeşitli kanıtlar
oynayabilir. Sınır durumlarda aşkın bir bulunamayacağı. gibi, kuttörenlere, kili-
kaynaktan alınan bir armağan olarak de- selere, Tann'dan gelen vahiyleriıi. yorum-
neyimlenen kendini gerçekleştirme ola- culan oldukları savıyla ortaya çıkan din
rak "Existİ:nz" deneyimi, kişiyi Tann gi- adamlarına ya da tannbilimcilere de ge-
bi saltık bir varlık ya da sınırlayan bir aş­ rek yoktur. Felsefece inanç özgürlük o-
kın varlık boyutuyla karşı karşıya bırak­ lanağına, insanlığın özünde iyi olduğuna,
maktadır. Böyle bir deneyim karşısında varlığın (Aşkın, Tanrı ya da Sınırlayan)
Jaspers, "aşkınlık" ile "içkinlik'' arasın­ deneyüstü olmaktahğına duyulan, hiçbir
daki boşluğu doldurma arayışında olan ussal neden göstermek yoluyla gerekçc-
her türden metafizik dizgeye ya da kur- lendi.ı:ilemeyecek kişinin kendi özel yaşa­
gulamaya şiddetle karşı çıkarak, metafi- mında gövdelenmiş bir tür iyimser i-
ziğin biricik ödevinin "şifreler" ile ya- nançtır. Bu anlamda felsefece inancın
zılmış varlık dilini okumaya yönlendir- ahlaksal doğrulann neler olduklarına ya
mekten, Aşkınlığın dilini çözmeye yar- da en iyi nasıl elde edilebilir olduklarına
dımcı olmaktan geçtiğini savunmaktadır. ilişkin saltık kesinlikte bir konumda 'JCi
Jaspcrs, Kari 788

almak türünden bir savı olmadığı gibi, "Reclpolitik" yaklaşıma, birtakım nor-
bu inanç deneyüstü varlığın saltık anlam- matif (düzgükoyucu) düzenlemeler ge-
da doğru bilgisini taşıdığına yönelik bir tirmek olduğunu dile getirmektedir. Bu
savunu içinde de değildir. amaçla usun insanlık ttholu ile ahliksal
Jaspcrs'in sonraki dönem felsefesinde idealleri özel yaşam alanından kamusal
us kavramının önceki çalışmalarına o- yaşam alanına taşıması gerektiğini savu-
ranla giderek daha büyük bir önem ka- nan Jaspcrs, bu savunusuyla önceden
zandığı açıklıkla görülmektedir. Nitekim savunduğu kişinin kendi özerk varoluş
1947 yılında yazımını tamamladığı olduk- alanı "Existenz"ı da herkese açık kamu-
ça geniş kapsanuyla dikkat çeken Von der sal alanda yeniden yapılandırmayı amaç-
Wahrbeit (Doğruluk Üstüne) adlı kitabın­ lamaktadır. Jaspers, ancak bu yolla ka-
da, "Karşılama Öğretisi" bağlamında u- rakter sağlamlığı, açık görüşlülük, hoş­
sun değişik boyutlannı açık kılmaya çalı­ görü, öteki kişilere, gruplara, kültürel ya
şarak, usun son çözümlemede bütün da etnik toplulukların "Existenz" hak-
karşılama kiplerinin düğümü olduğunu, kına saygı duyma gibi ahlaksal tutumlara
bir yanda dogmatik olmayan çoğulcu bir dayalı yeni bir siyaset yaklaşınuna geçil-
yönelimi açığa vuran dinamik bir ilkey- mesiyle, modern dönemin iki evrensel
ken, öte yanda hem evrenselleştirici hem sınır durumunun ortadan kaldırılmasırun
de insanlararası iletişimi olanaklı kılan cnson anlamda sağlanabileceğini bildir-
bir ortak yönelim düzlemi olduğunu öne mektedir. Jaspers'e göre bu iki sınır du-
sürmektedir. Us üzerine dile getirdiği bu rumdan ilki atom bombasının olası kul-
temel düşünceler II. Dünya Savaşı son- laııınuyla insanlığın yeryüzünden silinip
rası J aspers 'in siyasal yönleri ağır basan gitmesi tehlikesiyken, ikincisi dünyanın
bir felsefe çizgi.siiıden yürümeye başla­ dört bir köşesine yayılmış bir totaliter re-
masının da ana nedeni olarak değerlen­ jimin tek egemen olarak yönetime gelme
dirilebilir. Nitekim t 946 yılında yayımla­ riskidir.
dığı Alman S11f11 Somn11 (Die Schuldfrage) Jaspcrs'in büyük ölçüde Vom Ursp-
başhldı kitabında Jaspers, Nazilerin işle­ nmg 11nd Ziel dtr Gtsthithte (Tarihin Kö-
dikleri insanlık suçlarıyla, doğu ile batı keni ile Amacı, 1949) adlı kitabında or-
diye ikiye ayrılan Almanya'nın yeniden taya koyduğu tarih felscfQinin en dikkat
birleşmesinin yol açabileceği olası so- çekici yönü, tarihte M.Ô. 800 ile 200
runlarla ilgili görüş ve düşüncelerini a- yıllannda "Eksenler Dönemi" diye ad-
çıklıkla ortaya koymuşwr. Kitapta aynca landırdığı çok özel bir dönemin varlığı
tınnanışta olan yeni dünya düzeni küre- üzerine sunulan bir dizi uslamlama çev-
selleşmenin getirdiği açmazlar, totaliter resinde kümelenmektedir. Jaspers'in sö-
rejimlerin tehlikeleri, Birleşmiş Milletler zünü ettiği bu "Eksenler Dönemi" bo-
Ôrgütü'nün eksiklikleri, değişik uluslar yunca, insan düşüncesinin, kültürünün,
arasındaki bütün dünyayı kapsayan ileti- dininin en temel kategorileri çok büyük
şim şansının getirileri ile götürüleri, so- ölçüde Çin, Hindistan ve Batı'da birbir-
ğuk savaş döneminin gelecek üzerindeki lerinden bağımsız olarak geliştirilmişler­
açılıınlan gibi dünyanın sıcak gündemine dir. Bütün bu kategoriler insanoğlunun
ilişkin konuların da ele alındığı görül- modem döneme gelinene dek kendini
mektedir. Bu bağlamda us kavranuna, nasıl anladığını belirlemişler, daha doğru
hep siyasal dünya görüşlerinin dogma- bir deyişle kendini anlamasıru olanaklı
tikleştirilmesine karşı korunmaıun temel kılmışlardır. Eksenler Dönemi'nin tarih-
ilkesi olarak başvuran Jaspcrs, usun baş­ sel bilinci bize yalnızca insanoğlunun
lıca ödevinin geleneksel siyaset anlayı­ birtakım kültürel başanmlarını anımsat­
şına, yani ötekiler üzerinde güç yoluyla mak bakınundan değil (Çin'de Konfüç-
egemenlik kurmanın temel aracı olarak yüs ile Lao Tzu'nun düşünceleri; Hindis-
789 jouissance

tan'da Buddha ile Upanişadlar'ı.iı. öğreti­ şine soyunmuş olan Jaspers, bu tasansı
leri; Filistln'de peygamberlerin bildir- kapsamında yalnızca 1957'de basılan BN-
dikleri buyruklar; Yunanistan'da büyük yiile FiloZ!Jflar (Die Gro~en Philosophen)
filozoflar ile tragedya yazarlarının ortaya başlığını taşıyan ilk cildi tamamlayabil-
koyduğu yapıtlar), hem insanlığın kültür- miştir. Öte yanda, bu büyük tasannın
tarihinin üçkatlı bir yapı sergilediğini öteki iki cildine ilişkin taslak düzeyindeki
hem de evrensel tarihte çoğulculuğun ne yazı parçaları hiçbir yerlerine dokunul-
denli önemli olduğunu göstermesi ba- madan ölümünden epey bir sonra, 1981
kımından son derece önemlidir. Jaspers' yılında yayımlanmıştır.
e göre söz konusu tarihsel bilinç, günü-
müzdeki siyasal görüş ve eylem aynlıkla­ jen (Çin.) Konfüçyüsçülük'tc insana in-
nna karşın dünyanın bütününe yayılmış sancıllığını veren şeyi anlatan kavrmı;
bir iletişim olanağını görebilmek için de- aşkın ya da cömertliğin erdemi. Çince o-
ğeri bir başka şeyle daha ölçüştürüleınc­ lan bu kavramın tam bir karşılığını bul-
yecek bir bakış olanağı sunmaktadır. Jas- mak zordur. Yer yer 'insancıllık', yer yer
pers'in bakış açısından bakıldığında, bi- de 'iyilikseverlik' diye karşılanır. Je11 tüm
reylerin her bakımdan tarihsel yasalarla, insan eylemlerinin, ilkelerinin kaynağıdır;
kaçınılmaz yazgılarla, sosyoekonomik dü- ahlikın köküdür. Konfıiçyüsçülüğün ilk
zeneklerle belirlenmekte oluşlan ancak ilkesi de jelle göre eylemektir. Kişi mut-
bir yere dek doğrudur. Tarihin bu ne- luluğa ulaşmak istiyorsa, ilişkilerini jtne
denle insan istencinden ve tasanınlann­ göre düzenlemelidir.
dan bütünüyle bağımsız olarak, önceden K.onfüçyüsçülüğün dört kitabının ilki
belirlenmiş belli bir son ereğe doğru sayılan LN11 Yılda (Türkçe'ye Ko1111f11111/ar
evrilme anlamında "erekbilgiscl'' bir sü- adıyla çevrilmiştir) jm, insanlann birbir-
reç olarak görülmesine olanak yoktur. lerine gösterdikleri nezaketi, sevgiyi, er-
Bu anlamda J aspers 'in tarih felsefesini demi (birçok yerde le kavrmııyla aynı
çoğu yorumcusunun yaptığı gibi belirle- anlamda, erdem anlmıında kullanılmış­
nimci bir tarih felsefesi olarak değerlen­ tır), iyilikseverliği anlatmak için kullarul-
dirmek son derece yanlıştır. İnsanlar ge- mıştır. Je11 bütün insanları sevmektir (Ko-
lecekte olacaklan bütünüyle öndeyilcye- llllflllalat- XII, 22). Aynca bkz. Konfiiç-
meyecek olsalar bile kendi özgürlükleri yüa; Konfiiçyüsçülük; te.
araalığıyla tarihsel gidişata en azından
belli bakımlardan ilkece etki edebilme jouiBBance (Fr.) XX. yü·,.yıı Fransız fel-
yetisi taşımaktadırlar. Tarih felsefesi yap- sefesi bağlamında yürütülen arzu taruş­
manın insanoğlunun tarihindeki büyük malannda kilit değerde önemi bulunan
kişilerle varoluşsal anlamda bir karşılaş­ post-yapısalcı felsefe terimi. Terim çok
mayı gerekli kıldığını belirten Jaspers, genel bir eşlemeyle Türkçe'deki "haz"
büyük düşünürlerin dolatımdaki yaşmı sözcüğüne karşılık gelmekle birlikte, da-
yöncliınlcri ile düşünme kipleri üzerinde ha çok "oı:gazm anında bütün bedene
bütün zmıanlar için etkide bulunabil- yayılan haz"zı anlatmak için kullanıl­
diklerinden ötürü büyük düşünür diye maktadır. ]ollİlıaııa, Roland Barthes'ın
adlandınldıklarını, her dönemde insanlı­ 1973 tarihini taşıyan Le Plaisir tlıt Texı
ğın en temel varoluş olanaklanrun far- (Metnin Hazzı) başlıklı kitabında, "oku-
kına varmaları için gereken zemini ha- nabilir/yazılabilir" ya da "okurcul/yazar-
zırladıklarını ileri sürmektedir. Bu dü- al" metinler arasında çizilen ayrım bağ­
şüncelerin ışığı altında yaşamının son yıl­ lamında enine boyuna tartışılmaktadır.
larında beş ayn yaklatım (tarihsel, izlek- Bir başka açıdan yaklaşıldığında, burada
sel, kökensel, pratik, dinamik) üstüne ku- yapılan aynının aynı zamanda kendi i-
rulu bir dünya felsefesi tarihi yazımı i- çinde bütünlüklü ve birlikli metinler ile
jouissance 790

bölük pörçük, belli bir birlikten ve mer- yaklaşım ortaya koymaktadır. Yaptığı ay-
kezden yoksun metinler arasında yapılan nıru açık kılmak için, plaisirın az ya da
aynına karşılık geldiği söylenebilir. O- çok doğrudan metin okuma süreci aracı­
kurcu! metinler okum edilgen bir okur lığıyla alındığım, yerleşik değerletirnizi ve
konumunda tutan metinlerken, yazarcıl beklentilerimizi karşılamasından ötürü
metinler salt metni tüketmek yerine, o- ortaya çıktığım, buna karşı jo11isıanclın
kura meydan okuyan, okum etkin olma- ise daha incelmiş bir haz biçimi olarak
ya çağırarak metni yeniden yazmaya yü- bir tür kopma, kırılma, parçalanma du-
reklendiren metinlerdir. Söz konusu ki- yumuyla birlikte, olağandışı ya da bek-
tapta Barthcs, yazın yapıtlanndan alınan lenmedik bir şeyle karşılaşmadan doğdu­
hazzın özünde olağan hazdan bütünüyle ğunu dile getirmektedir. Plairirdan alı­
farklı olduğunu göstetirken jo11issancla nan keyifler bu anlamda okunabilir me-
çok temel bir anlam ve değer yüklemek- tinlere· özgüyken, yazılabilir metinler bü-
tedir. Buna göre yazaral metinler, oku- tünüyle sürprize açık jolliua11çe'dan alınan
yana ilki plaisir (bildik arılamıyla haz ya- keyiflerin beşiğidir. Barthes, jollİsıanır'ı
şantısı) ikincisijollissanır (dolaysız haz ya- daha da açık kılmak adına "erotik'' bir
şantısı) olmak üzere iki ayn türden hazzı benzetme yapar. Buna göre çıplak bir
yaşama olanağı tanıyan metinlerdir. f 011is- bedenden alınan haz plaiıira eşdeğerken,
sann'ın daha çok kendinden geçme dere- aym bedenin şık bir giysiyle örtünerek
cesinde yaşanan cinsel hazzı andırdığıru erotik:lik kazanması yoluyla bakanda u-
belirten Barthes, bu bağlamda bedenin yandırdığı haz jo11issancla yakın düşer.
hazzı üstüne kurulu yepyeni bir estetik Aynca bkz. Barthes, Roland; metin.
Kk
Kabala [İng. Kab(b)ala, Cab(b)akr, Pr. Ca- mının açıklanmasının zorluğudur. Bir a-
bale, Alm. Kabbala] İbranice'de "alınmış çıklamaya göre insan özgür bir biçimde
şeyler", "gelenek" anlamına gelen Kabba- iyi ile kötü arasında bir seçim yapmakta;
/ah sözcüğünün karşılığı olarak; içinde ne var ki bu özgür istence karşın Tann
gerek eski yazılı kaynaklara dayanarak her şeyi bildiği gibi insaıılann hangisini
gerekse ağızdan ağza aktarılarak oluştu­ seçeceğini de bilmektedir. Daha sonraki
rulmuş dini, fdscfi ve söylcnbilgisel öğ­ dönemlerde sorunun aşılması amacıyla
retiler barındıran içrek Yahudi gizemcilik Tann'nın yalnızca yaratıcı olduğu, yarat-
dizgesine verilen ad. Kökü çok esk:ilere tıklarının yazgılarını bilmediği, insanlan
dayanan ve bilinemezciliğin güçlü etkile- kcndiliklerine, kendi hallerine · bıraktığı
rinin gözlendiği bu öğretiler bütünü, ev- da öne sürülmüştür. Aynca bkz. adalet
rcndoğum ve Tann'nın doğası gibi kur- ilkesi; Cebriyyc; yazgıcılık.
gusal öğretilerin yanı sıra simya, kutsal
metinlerin simgesel yorumlan, yıldız fal- .kakodaimon (Yun.) İlkçağ Yunan felse-
cılığı, ruhlarla iletişim, rakambilim gibi fesinde "kötü ru;1" anlamında kullanılan
kılgısal öğretiler de içermektedir. Kaba- terim; insanın yazgısını olumsuz yönde
lacılığın etkileri Martin Buber gibi filo- etkileme gücüne sahip "kötücül tin". Ay-
zoflar eliyle modern döncmlcte dek u- nca bkz. daimon.
zanmış; özellikle de Hasidiliğin düşünsel
gelişiminde etk:ili olmuştur. Aynca bkz. kakan (kakos) (Yun.) İlkçağ Yunan fel-
Yahudi felsefesi; gizemcilik. sefesinde "güzel", "güzellik" anlamında..
ki /e;J/o/un karşıtı olarak "çirkin", "kö-
Kadcriyye İslıim felsefesinde kendi için- tü", "kötülük" için kullanılan terim.
de tam bir birlik göstermemesine karşın Sokratcs etiği felsefece düşünmenin
belirlenimci dünya tasanınına karşı çıka­ konusu yapmazdan önce, iyi ve kötü ü-
rak T ann'nın insana özgür istenç verdi- zerine kafa yormak ozanların ve yasako-
ğini, böylelikle insanın kendi edimlerin- yuculann işi olarak düşünülürdü. Ancak
den sorumlu olduğunu, kendi edimleri- gerek ahlıiki görcciliğin iyice su yüzüne
nin yaraucısı olduğunu savunan yazgıcı­ çıkması gerekse Sofistlerin yasaları tü-
lık karşıtı akım. Adı insanın kendi edim- müyle keyfi bir şekilde ele almalan, Sok-
lerini yaratma gücüne vurgu yapan Arap- rates'i ahlaklı davranmanın mutlak ölçüt-
ça kader (güç, kudret) kökünden türetil- lerini soruşturmaya itti. Aslında Sokra-
miş olan Kaderiyye öğretisi, savlan ba- tcs'in genel vurgusu erdem r:'arete) ile iyi
kımından belirlenimci bir dünya tasan- <:"agathon) üzerinedir. Çünkü onun fclse-
mını savunan yazgıcı Cebriyye öğretisi­ iecc duruşunda bilinçli olarak hiç kimse
nin tam karşısında yer alır. Özcllikle Bas- kötüyü istemez; olsa olsa bilgisizlikrcn,
ra 'da gelişme gösteren akım Hasan El- cahillikten kaynaklanan bir kötülükten
Basri ve onun öğrencilerince geliştiril­ söz açılabilir (Aristoteles, Niko111akhos'a
tniştir. Basri okuluna göre Tanrı yalnızca Eti.lı VII, 1145b). Platon da bir bakıma
iyiyi yaratmıştır; dünyadaki kötülük ise bu geleneği sürdürerek insaıılann nasıl
insandan ve şeytandan kaynaklanmakta- olup da yanlış yargıya vardıklannı, yanlış
dır. Bu bakışın ya da yaklaşımın temel eylediklerini uzun uzadıya tartışır. Ama
sorunu ise bu konumdan "yazgı" kavra- Platon öğretmenine oranla insanın karar
kanıtsav 792

vemıe ya da seçme gücünün; istencinin büyük olasılıkla Lucretius 'a beslediği hay-
daha çok farkındadır. Bu yüzden kimi ranlık da bu okul yıllarında kök salmıştır.
yerlerde ruhun hem iyiye hem de kötüye 1740 yılında doğduğu şehir olan Königs-
yönelebileceğini; iyi bir Dünya Ruhu ol- ı berg'deki Albcrtus Üniversitesi'nin tan-
duğu gibi bunun kötüsünün de var oldu- nbilim fakültesine kayıt yaptıran Kant,
ğunu belirtmiştir (Ya.rt&ır, 896d-c; Deıılet, buradaki derslere katılmış olsa da daha
416c;Thtaitrtos, 176a). çok matematik ve fizikle ilgilenmiştir.
Sonralan, özellikle Stoacılann etki- Kant, ilk ciddi fdsefe derslerini usçu fel-
siyle, onların Tann'run inayeti öğretisiy­ sefenin önde gelen adlarından Christian
le, kötülük sorunu tannbilime taşınmış­ Wolfru iyi bilen ve Newton'un fizik ko-
tır. Burada temel soru şuydu: "Tümüyle nusundaki görüşlerinden haberdar olan
iyi olan bir Tann'run yönettiği bir evren- Martin Knutzen'den almış; bab-.1Sınır..
de kötünün varlığı nasıl açıklanabilir?" 1746'daki ölümü ve üniversiteye bağlı o-
Bu sorunun bir yanıtı, Tann'nın insanı kullardan birine yaptığı iş başvurusunun
eğitmek, onu yola sokmak için kötülüğü olumsuz sonuçlanması nedeniyle akade-
bir araç olarak kullandığı şeklindeydi. mik kariyer planlan kesintiye uğradıysa
Diğeri ise yanıtı bir bütün olarak evrer;ıiıı da Kartezyen ve Leibnizci fizik kuvvet
organik doğasında anyordu: "Eninde ~ anlayışlannı uzlaştırmaya çabaladığı Canlz
nunda tüm şeyler iyiye varır." Klll'l1etlerin Doğnl Tahmin Edilmerine Yöne-
lik Diişiincıler (Gedanken vor der wahren
kanıtsav [İng. thtorınr, Fr. thiotime-, Alın. Schiitzung der lebendigen Kriifte) adını
ratz, theom11] Verilen belirli varsayımlara taşıyan 1746 tarihli ilk yapıtını 1749'da
dayanılarak kanıtlanması önerilen genel yayımlatmayı başarmıştır. 17 55'te yeni-
vargı,sonuç. Aynca bkz. ilksav; ilksaviı den üniversiteye dönerken Emnrel Doğa
dizgeler. Tarihi ve Gökkr Kımmn (Allgemeine Na-
turgcschichte und Theorie des Himmels)
Kant, Immanucl (1724-1804) Fdsefe- da basıma hazırdır. Kant bu yapıtında,
nin bilgikuramı, etik, estetik, metafizik, daha sonralan "Kant-Laplace Kuramı"
varlıkbilgisigibi ana kollannda etkisi ça- olarak bilinecek olan evren kuramını bi-
ğımız düşünürlerine dek ulaşan görüşle­ çimlendirmiştir.
rin sahibi büyük Alınan filozofu. Rene Akademik unvarılanıu alabilmek için
Descartes'ın usçuluğu ile Francis Bacon' yazdığıüç tezde ele aldığı konular Kant'
ın deneyciliğini kendi felsefesinde özüm- ın bu yıllardaki görüşlerinin doğrultu­
lemesiyle felsefe tarihinde yeni bir döne- sunu ve ilgi alanlarını göstermesi bakı­
min, Aydınlanma Dönemi'nin, başlatıcısı mından kayda değerdir. Bu tezlerden A-
sayılmıştır. lt[ ÜZ!rine Birtahm Derindiişiitıme/erin Ôzfii
22 Nisan 1724'te Doğu Prusya'nın Ap/e/amalan (Meditationum quarundarn
liman kenti Königsberg'de (bugünkü Ka- de igne succincta ddineatio, 1755) başlı­
liningrad, Rusya) doğan Kant, yine bu ğını taşıyan çalışmada Kant, hem ateşin
şehirde 12 Şubat 1804'te ölmüştür. Kant, hem de ışığın tözü olan, düzenli olarak
dinsel inana insanın iç dünyasıyla sınır­ saçılan karmaşık bir madde ile cisimlerin
layarak bir ahlak yasasına bağlanmayı ve birbirleriyle etkileşim içinde davrandıkla­
yaşamda yalınlığı ülkü edinen koyu Pro- nnı ileri sürer. Kant'ın üniversitedeki
testan bir aile ortamında yetişmiş; ailesi- derslerinde ilk öğı'.ettiği konular da ma-
nin Lutherci Kilise'ye bu içten bağlılığı tematik ve fizikle ilgilidir. Hiç kuşku yok
ailenin dokuz çocuğundan dördüncüsü ki Kant'ın bilimsel gdişmdere olan bu
olan filozofun eğitimini olanaklı kılmış­ ilgisi hiç de amatörce bir merak değildir;
tır. Sekiz yaşında kilise okuluna gitmeye izleyen yıllarda insan ırklan, rüzgarların
başlayan Kant, burada Latince öğrenmiş; yapısı, depremlerin nedenleri, genel gök-
793 Kant, Imrnanuel

ler kuramı gibi bilimsel konular üzerine 1760'1arda Kant giderek daha çok
yazdığı yazılar bu durumun en açık gös- Leibnizciliğc karşı çıkar oldu. Açıkça
tagesidir. Newton yandaşı olan Kant artık Leibııiz,
Bu tezlerden ikincisi, Metajizjlıı Bilgi- Wolff ve Baumgarten'in düşünce çizgi-
,,;,, Temel İl!ııtleritıirı Y erıi Bir Aplıılaman sine karşı yazılar kaleme alıyor; romantik
(Principiorum primorum cognitioııis me- Jean-Jacques Rousseau'nun ahlik felse-
taphysicae nova dilucidatio, 1755), Kant' fesine büyük hayranlık: besliyordu. Bu
ın üniversitede "özel hoca" (Privatdo- yılların ana yapıtı, Do/pi Tarrnbilim ile Ah-
. zent) olarak ders açma hakkını elde et- /a/ıım İl!ııtltrirrirı Apaplııbğı ÜZ!'irre Sorllf-
mesini sağlar. Bu yapıtında, Wolff'un el- tumıdda (Untersuchung Über die Deut-
lerinde bir şeyin yokluğundan ziyade lichkeit der Grundsiiıze der natiirlichen
vıırlığı için bir neden olduğu biçimine Theologie und der Moral, 1764) felsefe-
bürünen Leibııizci yeter neden ilkesini nin kendisine örnek olarak matematiği
ele ııhr. Kant'ın bu yapıtındaki yaklaşımı alması ve apaçık öncüllere yaslanarak ta-
eleştirel sayılabilirse de haıa Leibnizci nıtlaıııruş bir doğrular zinciri kurması
me12fiziğin varsayımlanna meydan oku- gerektiğini ileri süren Leibnizci ilkeyi e-
maktan uzaktır. leştirir. Kant, matematiğin, "keyfi" ta-
1756 tarihli F~IMotllJl!olajı'de (Mo- nımlardan yola çıkarak açık seçik tanım­
nadologiam physicam) ise Newtoncu dü- lanmış işlemler aracılığıyla ilerlediğini, so-
şünme yöntemleriyle dönemin Alman ü- mut formlarla (biçimlerle) sergilenebile-
niversitelerinde egemen olan düşünce bi- cek kavramlar üzerinde yükseldiğini ileri
çimlerini, yani Leibııiz'in felsefesini karşı­ sürer. Oysa, bütün bunlann tersine felse-
laştınr. Leibniz'in görüşlerini Almanya'da fe "bulanık ya da yeterince belirlenme-
yaygınlaştıran kişi1eıiıı başında sadık ar- miş" kavramlarla işe başlamak zorunda-
dıh Wolff ile o yıllarda geniş ölçüde ders dır. Felsefe matematik gibi "sentetik"
kitabı olarak okutulan Metafizjlıı'in (Me- (bireşimsel) olarak ilerleyemez; fdsefe .
taphysica, 1739) yazarı Aleıwıder Gott- çözümlemek, açıklamak zorundadır.
lieb Baumgarten gelmektedir. Kuşkusuz Kant, bilgikuramına ilişlı:in göriişleri­
bu düşünürler, kendi dönemlerinde Leib- nin temellerini An Unm Elııtirisi (Kritik
ııiz'in yapıtlanna günümüzde olduğu ka- der reinen Yernunft, 1781) adlı yapıtında
dar kolay ~ eksiksiz erişme olanağına ortaya koyar. Olgunluk döneminin en
sahip değillerdir. Bu nedenle de ortaya önemli yapıtı sayılan bu kitapta Kant, işe
koyduklan Leibııiz yorumu aşın ölçüde genel olarak metafiziğin olanaklılığını ya
usçu ve oldukça katıdır. Bu dönemde da olanaksWığını göstermek ve olanak-
Kant için Newtoncu fizik, bilimsel içeri- lıysa metafiziğin sınırlannı ve kapsamını
ğiyle olduğu kadar felsefece yönüyle de belirlemek üzere usu eleştiriden geçire-
önemlidir. rek başlar. Ona göre, asıl sorun, dene-
"Özel hoca" olarak geçirdiği on beş yimden bağımsız olarak usun ve anlama
yıl boyunca Kıınt'ın öğreımen ve yazar yetisinin neyi ne kadar bilebileceğidir. Bu
olarak ünü sürekli artmışttr. Fiziğin ve canalıcı sorunu çözmek ise insanın an-
matematiğin yanı sıra mantık, metafizik lama yetisinin deneyimlere katkıda bulu-
ve ahlak felsefesi konulannda da dersler nurken kullandığı temel ilkderi keşfet­
veren Kant, Köııigsbeıg Üniveısitesi'n­ mekle ve insan usunun bu ilkdeıi dene-
deki profesörlük başvurusu birkaç kez yim sınırlannın ötesine geçmeye zorladı­
başansızlıkla sonuçlanmış olsa da Berlin ğında baş gösteren metafizik yanılsama­
Üniversitesi gibi başka yerlerden gelen ların maskesini düşürmekle olanaklıdır.
teklifleri hep geri çevirerek, doğduğu Bilginin kaynağını ve oluşumunu çö-
kentten hemen hiç aynlmayarak kendi zümlemek amacıyla Kant, An U11111 E-
felsefesini olgunlaşmmayı yeğlemiştir. leıtirin'cin. ilk bölümünde "sentetik apri-
Kant. lmmanuel 794

oıi" niteliğini taşıyan bilgiler olduğunu masıyla en yüce iyilik idealini sunduğunu
göstermeye girişir. Deneyimden gelen savlar.
bilgilerin özelliklerini taşıması yönünden Ahlak Melajizjjnin Temellendirilmesi
"sentetik", ancak deneyimi aşan bir ke- (Grundlcgung zur Metaphysik der Sit-
sinlik taşıması nedeniyle de "apriori" o- ten, 1785) ile Pratik Usun Eleştirisi (Kritik
lacak bu türden bilgiler adeta deneycile- der praktischen Vemunft, 1788) adlı ya-
rin kuşkuculuğuyla usçulann içi boş ke- pıtlarında ise ahlakın, ahlaklılığın temel
sinliğini birleştiren bir çimento görevi ilkelerini betimlemeye girişir. Kant'a gö-
görecektir. Kitabın "Aşkınsal Estetik" re hem doğa yasaları hem de ahlak yasa-
başlığını taşıyan bölümünde Kant, kendi lan, insan usundan çıkar. Bu iki türden
an uzam ve zaman görülcıimizde temd- yasayla Kant, birbirleriyle uzlaşmaz iki
lcnmiş iç ve dış deneyimlerin uzamsal ve dünyayı tanımlamış olduğunu düşünür:
zamansal biçimlerinin (formlannın) "sen- sürekli birbirleriyle çatışan içimizdeki öz-
tetik apriori" bilgisini taşıdığımızı gös- gürlük dünyası ile doğadaki zorunluluk
termeyi amaçlar. Kant'a göre, uzam ve dünyası. Bu iki dünyanın birbirinden ay-
zamanın bu apriori bilgisi için "Nesne- nlan yönlerini sergilemek üzere harcadı­
lere baktığımızda yalnızca uzamlılık ve ğı emeği Kant, hiç kuşkusuz bunlar ara-
zamanlılık biçimlerini görürüz; kendi baş­ sında bir köprü kurmak üzere de harca-
larına nesnelerin ôzellikleıini göremeyiz" mışur. Nitekim, Yargıgikiiniin Eleştirist'n­
diyen aşkinsal idealizm zorunlu koşuldur. de (Kritik der Urteilskraft, 1790) zorun-
An Usım Eleştirisı'nin "Aşkınsal Ana- luluğun egemen olduğu doğa ile özgür-
litik" başlığını taşıyan bölümünde ise lüğün ilke olduğu iç dünya arasında
Kant çığır açıcı bir görüş ortaya atar. köprü kurmanın öneminden söz eder.
Deneyimin olanak:Wığının zorunlu koşul­ Aynı bakış açısını son yapıtlarından Yeti-
lan olan algı biçimlerinin (formlannın) ya- lerin Çahşma.r1nda (Der Streit der Fakul-
nı sıra düşüncenin en temel ulamlarının tiiten, 1798) da koruyarak, fdsefenin ne
da kendi başlarına insanın ürünü oldu- ya.lnızca birtakım kavramların, görüşlerin
ğunu savunur. bilimi ·ne de bilimlerin bilimi olduğunu;
Aynı yapıtın "Aşkınsal Diyalektik" ad- felsefenin insanı hem doğal haliyle ol-
lı bölümünde ise Kant geleneksel meta- duğu gibi hem de toplum içinde olması
fiziklerin, anlama yetisinin ularnlannın gerektiği gibi her yönüyle de alan bir in-
görü biçimlerimizin (formlanmızın) öte- san bilimi olduğunu ileri sürer. Bu ne-
sinde kalan nesnder hakkında bilgi edin- denle, usun eleştirilmesi, insanın evren-
mek üzere kullanılmasından kaynaklanan deki yerinin belirlenmesinde en önemli
y.ınılsamalar olduğunu savunur. rolü üstlenecektir; çünkü insan tüm kav-
Ancak, tüm bunlara dayanarak Kant' ramların yarauası olarak tüm yaptıkla­
ın An Usun Eleştirisı'ni bütün bütün o- nndan sorumlu tutulmalıdır.
lumsuz değerlendimıderle bitirdiğini dü- Kuramsal felsefesinde Kant, duyarlı­
şünmek yerinde bir saptama· olmaz. ğımızın ve anlama yetimizin biçimlerinin
Kant, usun kuramsal kullanımının meta- (formlannın) birleşmesinden doğarak dü-
fizik kavrayışlar yaratmaktan uzak olsa şünsel özerkliğimizin belirtisi olacak il-
bile deneysd araştımıalann yürütülmesi kelerden kuşku duymaz; ancak insan du-
sırasında, hem doğa yasalarının yalınlı­ yarlığının sınırlarının ötesindeyken ge-
ğıyla hem de doğal biçimlerin çeşitlili­ çerli olan metafizik kavrayışların özerk
ğiyle karşımıza çıkan "düzenleyici" ilke- kaynağı olarak insan usunu gösteren tüm
ler sağladığını belirtir. Kitabın son bö- girişimlerin birer yanılsama olduğunun
lümlerinden "An Usun Kanonu"ndaysa altını koyultarak çizer. Kant pratik fd-
pratik usun, erdem ile mutluluğun bir- sefesindeyse, hem değerlendirme yapar-
leşmesiyle, özgürlük ile doğanın kavuş- ken hem de eylem karan verirken, tensel
795 kaos

eğilimlerin baştan çıkarıcı kışkırtmalann­ biçimde bir ilke alttnda birleştiren yer
<lan bağışık biçim<le, insan usunun tüm olduğunu savlar.
edimlerin dayandığı ilkelerin özerk kay- Kant'ın her biri felsefece düşünme­
nağı olduğunu öner sürer. nin tarihinde iz bırakan yukarıda anılan
1789 Fransız Devrimi'nin etkisiyle yapıdan dışındaki diğer önemli çalışma­
zamanın Alman aydınlan kendilerini bir- ları arasında şunlar yer almaktadır: Arı
denbire siyasal sorunların içinde bulur; Usun Eleştirisi'nin (1781) yetkin bir özeti-
Kant da bundan payına düşeni alır. Kant' ni veren Gelecekte Bilim Olarak Orıaya Çı­
ın siyaset felsefesinin kilit kavramlarını kabilecek Her Metafiziğe Prolegomena (Pro-
onun "Bir Yaygın Kanı Üstüne: Kuram- lcgomena zu eincr jeclen künftigen Me-
da Doğru Olabilir; Ama Bunun Eyleme taphysik, die als Wisscnschaft wird auf-
bir Yararı Yok" ("Über den Gemein- trcten können, 1783); Doğabiliminin Me-
spruclı: Das mag in der Thcorie richtig tafizik Başlangıç Temelleri (l\fetaphysischc
sein, taugt aber · nicht für die Praxis", Anfangsgründe der Naturwisscnschait,
1793), "Sonsuz Barışa Doğru" ("Zum 1786); "Üç Eleştiri"sinin ardından kale-
ewigen Frieden", 1797) gibi yazılarında me aldığı Yalnız Usun Sınırları içinde Din
bulmak olanaklıdır. Kam'a ı-,rörc baskı (Die Religion innerhalb der Grenzen der
ancak iizı-,rürlüğün engellenmesine ya da blossen Vemunft, 1793); Ahlak Metafiziği
ortadan kaldırılmasına karşı uygulandı­ (Metaphysik der Sittcn, 1797). Aynca
ğında, dolayısıyla bireysel hak ve özgür- bkz. modem felsefe; metafizik; var-
lükler ı.,rüvence alttna alındığında haklıdır. lıkbilgisi; bilgikuramı; estetik; etik;
Kant'ın gözünde hükümetler özı.,•iirlüğü ödev etiği; intihar etiği; doğa felse-
korumak üzere vardırlar; bireyler ise baş­ fesi; Aydınlanma (Çağı); idealizm; e-
kalarının özgürlüklerini çiğnemedikleri leştiricilik; aşkınsal idealizm; aşkın­
scirece kendi ereklerini belirleme ve ger- sal estetik; aşkınsal tümdengelim; aş­
çekleştirme hakkına sahiptirler. "Sonsuz kınsal yanılsama; aşkınsal ben; ko-
Barışa Doğru"da ise Kant, ancak kendi şullu buyruk; koşulsuz buyruk; tam-
çıkarlarını düşünmeyen yöneticilerin ol- algı; alırlık; duyarlık; kendiliğinden­
duğu bir dünya cumhuriyetler federasyo- lik; ilinek; görüngü; noumenon; ça-
nunda savaşların sonunun gelebileceği­ tışkı; şema(cılık); kategori; analitik/
nin umulabileceğini savlar. sentetik (aynını); a priori/a posteri-
lınmanucl Kant 1770 yılında atandığı ori.
mantık ve metafizik profesörlüğünden
1"''17'de emekli olarak Doğa Bilimlerinin kaos !İng. chaos; rr. chaos; Alnı. chaos;
Metafizik Temel //ke/prinderı Fiziğe Geçiş Yıın. khaos] Eski Yunanca'da sözcük an-
(tamamlayamayacağı bu çalışma için tu- lamı "dipsiz uçurum" olan khaos, Yunan
tulan tüm notlar Opus postumum adıyla siiylenbilgisinde yeraltt dünyasının ctcn-
1936-1938 yıllarında basılacakttr) adını disi olan ilk tanrının adıdır. İlkçağ felse-
taşıyacak son büyük yapıtını bitirmeye fesinin cvrcnbilgisi anlayışında ise "ka-
girişir. Bu yapıtında Kant, kuvvet kav- os", evrende düzenlilik eı-,-cmcn olmadan
ramı ile ulamsal çerçeveyi birlikte kulla- i\nceki uçsuz bucaksız "boşluk", "biçim-
narak yalnızca en genci mekanik (düze- sizlik" ya da "karmaşa" durumuna ı-,rön­
nekbilim) yasalarını türetmekle kalmaya- derme yapar. Eski Yunanca'da "düzen",
cağımızı, bunun yanı sıra maddenin ve "uyumlu birlik" demeye gelen •kosmos'
onun kuvvetlerinin biçimlerinin en ay- un, özellikle Empcdokles eliyle, "düzen
rıntılı dökümünü yapabileceğimizi gös- olarak eYren" biçiminde "evrcn"le iiz-
termeye çalışır. Çalışmanın ilerleyen bö- deşleşıirilmcsiyle, onun karşısına da "dü-
lümlerinde aşkınsal felsefenin en yüksek zcn"in, "uyum"un karşıtı olarak khaos
noktasının, tanrı ile dünya~ı "sentetik" konmuştur. Empcdoklcs için khaos, bir-
kapan(m)ı' 796

leştirici bir güç olan *mı/la birlikte evre- çok felsefe için başlı başına koca bir dö-
nin yaratılışını açıklayan iki güçten biri- nemin lr.ajJ01Jıfını anlatttğını bildirmekte-
dir. Herakleitos'un bir adım daha ileri dir. Bu saptamadan hareketle Derrida,
giderek koU11olu *nomolla özdeşleştirip ikikatlı olarak gerçekleştirilmesi gerekti-
Doğa Yasası anlayışını başlatmasıyla /eha- ğini düşündüğü yapısökümün belli bir
os "yasa"ya da karşıt olmuştur. Böylelikle geleneğe ait olması anlamında bir dili ve
kaosun ''kargaşa"ya, anlaşılamayan, de- felsefe söylemi olduğunu, ama buna kar-
netlenemeyen, kestirilemeyen duruma şın bu dilin ve söylemin ötcki'ni dillcn-
denk düşen çağdaş kullanımının koU11ol dirmck anlamında da bu geleneğe ait
un /ehtJ1Jr karşısındaki zaferini öven ev- olmadığını söylemektedir. Geleneğe ait
rendoğum söylenlerinde temellendiği söy- olma ile ait olmama arasında yaşanan ça-
lenebilir. Kutsal Kitap'taki Yaratılış öy- tışkı kapanış sorununu betimlemektedir.
küsü bunun iyi bu örneğidir. Doğu fel- Kapanış, hem bütün bütün felsefe gele-
sefesinde de kaos bu anlamıyla, "yasa" neğinin sınırlan içinde kalmayı hem de
ııın karşıtı olarak ele alınır (bkz. adbar- felsefe dilinin içinde kalarak bu geleneği
ma). Kaosun bu "yasasızlık" bağlamın­ aşma olanağını yadsımaktadır. Y apısö­
dan yola çİkılarak modem zamanlarda kümcü okumanın kapanış tasarımı, gele-
oluşturulmuş bir anlam çerçevesi için neğin içersini geleneğin dışarsından ayı­
bkz. anarşi. ran sınır çizgisini rahatsız ederek, söküp
bozarak, sözmerkezcilik (usmerkezcilik)
kapan(m)ıf [İng. domrr, ·Fr. jmttthirr, ile onun ötekisi arasındaki anlamca "ka-
Alrn. rmliernmi.J Değişik düşün ya da sa- rarverilemez" ikikatlılığı dillendirme ola-
nat alanlarında üretilmiş yapıtlardan, bit- nağı tanımaktadır.
mişlik, sonlanmışlık, tamamlanmışlık, bel-
li bir çözüme kavuşturulmuşluk duygusu karakter [İng. maracter; Fr. raradire; Alnı.
yaratanların en belirgin özelliğinianlat- charahtr, es. t. rtıW'e] En genel anlamda,
mak amacıyla başvurulan yazın felsefesi bir şeyi diğer şeylerden ayıran niteliklerin
terimi. Buna karşı ilişkiye geçilen yapıtın ya da özclliklerin tümü; bir nesnenin, bir
içindeki kimi izlekler belli bir çözüme kişinin ya da bir topluluğun kendine öz-
kavuşturulmamış, geçişler iyi yapılma­ gü yapısı (özyap!Sl), onu bir diğerinden
mış, sonu iyi bağlanmamış türünden bir ayn kılan temel özellik; bir insanın hem
bitmemişlik izlenimi uyandırıyorsa bu düşünsel ve ruhsal yapısını belirleyen
rür yapıtlar "kapatılmaya" ya da "ka- hem de rüm davranış biçimlerini oluştu­
panmışlığa" karşı dirençli ve korunaklı ran, onu diğerlerinden farklı yapan özel-
yapıtlar diye adlandırılmaktadır. Sözge- liklerin toplamı. Yerleşik fel~efc dilin-
limi, mutlu sonla biten çoğu roman ya deyse, özellikle ahlak felsefesinde, Aris-
da sinema filmi kapanmış yapıtların en toteles'ten bu yana karakter terimi insa-
iyi örnekleridir. Öte yanda, Homeros'un na yaraşır eylendiğinde ahlaki bakımdan
Oıfpreidsı, Lynch'in Kf!Y1P OtoblZIJ filmi ya sağlam ve tutarlı olmayı sağlayacak kişiye
da televizyon dizisi Gizli Dosyahr üst dü- özgü ahlıiki özelliklerin toplamını ya da
zey bir kapanmışlılc sergilemediklerinden kişinin ahliki doğasını dile getirir. Aynca
ötürü sonuna dek açık ya da açılmış ya- bkz. etbos.
pıtlar olarak nitelenebilir.
Kapanış terimi aynca "felsefenin so- karakterbilgisi [İng. ethokıgy; Fr. ethologie,
nu" tartışmaları bağlamında Derrida ta- Alın.tthologie] Eski Yunanca'da karakter,
rafından bambaşka bir anlamda daha alışkanlık ya da ahlak anlayışı anlamına
kullanılmaktadır. Buna göre, Derrida fel- gelen *etholtan türetilmiş terim. 1. ftlıeft.
sefenin sonu deyişinin felsefenin bütün John Stuart Mili tarafından özellikle eği­
hütün bittiği anlamına gelmediğini, daha timbilim için tasarlanan, insan kişiliğinin
797 Kameadeı

oluşum yasalanıu anı.şuran bilimsel ça- lcardia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde
lışma; karakterin nasıl biçimlendiğini in- insan bedeninde ruhun yer aldığı bölüm;
celeyen bilim dalı: "karakterbilim". 2. "ruhun ikarnetgıihı" olarak düşünülen
toplıımbilim. Yaşam tarzlanııı, gelenek gö- yer: "kalp" ya da "yürek".
renekleri ve töreleri; bunlann oluşum, Antik Yunan'da kimi düşünce okulla-
gelişim ve yok olma süreçlerini inceleyen n ile kimi filozoflar mlupbalor (beyin) ile
dal: "etoloji". 3. dirintbilim. İnsanlar da luırdia'ya ayn ayn anlamlar atfedip işlev­
dahil olmak üzere doğal ortamlannda ya- ler yüklemiştir. Sözgelimi Aristoteles için
şayan canlılann davranışlaniu inceleyen kalp, yaşıımın, devinimiıi ve duyumun
bilimsel çalışma: "davraıuş bilimi". Ka- *arkht'sidir.
mkterbilgisinin felsefece yetkin bir uy-
gulaması için bkz. Weininger, Otto. karma (San.) (Pal. kanıma] Karman diye
de bilinen bu kavrarıun sözcük anlamı
karanlıkçılık [İng. obr1:11rantirm; Fr. obra1- "kişinin geçmiş cylemleri"dir. Yasa'nın,
rantis111e; Alın. obrhırantismıu] Savunucu- dharmanın karşın olan *adhar111a insaıu
lanıun kendileri dışında hiç kimsenin bir aalar.ı. sürükler. Bu acının kaynağı da asıl
şey bilmesini istememelerinden ötürü olarak maddesel doyuma ulaşmak iste-
"Bilmcsinlercilik" öğretisi diye de adlan- yen isteme'dir. Maddesel doyuma ulaş­
clu:ılan karanlıkçı.lık, gerici bir tavırla ger- mak için girişilen çabalann sonucu ise
çeği saklayıp doğruyu gizleme anlayışııu; karmadır. İnsan, lt.amtası. gereği yeniden-
düşünceleri ya da bilgileri bile isteye ka- doğuş çevrimlerinden geçmek zorunda-
ranlıkta bırakma tutumunu dile getirmek dır. Buna göre olumlu kamla bir üst
için kullaıulmaktadır. Karanlıkçılık teri- bedenlenişe yol açarken, olumsuz luırma
mi, ilkin XVIII. yüzyılda, usa dayalı bil- insaıu aalara, kötü bedenlenişlere götü-
ginin evrenselleşip yayılmasıyla "ilerle- rür. Karmanın gitgide iyileşmesiyle, ma-
me"nin gerçekleşeceğini savunan Aydın­ nevi bir yaşam yaşayan bedenlerde can
lanma'ya ve Aydınlanmacı ilkelere karşı bulmayla, insana acı veren yenidendoğuş
çıkan kişilerin tutumunu eleştirel bir bi- çemberinden, ra111ıaradan kurtulunur; ni-
çimde anmak amacıyla dolaşıma sokul- hayet Nİnlantiya ulaşılır. Buna karşılık
muştur. Buddha böyle bir kamla anlayışııu yadsı­
yıp insanda bir sonraki yaşarıun kamtası
kararvermecilik [İng. de&i.rionimr, Fr. di- için belirleyici olan bir iradeyi (sa1J1tluıra)
ationi.mte; Alm. dtzjtionitm11lj Ahlak ya da kabul eder. Erdemli bir Jaşam bunu ge-
siyaset gibi alanlarda, neyin doğru neyin rektirmektedir. Aynca bkz. Nirvanz,
yanlış olduğunu belirlemek için elimizde samsara.
nesnel temeller bulunmadığını, bu tür-
den konularda bir karara varmak için Kameades (M.Ö. ykl. 214-129) Arkesi-
genelgeçer ölçütlerden yoksun olduğu­ laos'tan sonra Yeni Akademia'nın en ön-
muzu savunan görüş. de gelen filozofu. Akademia'nın başında
Kamrvemıecilik <•oni.mt111) Alman olduğu M.ô. 155 yılında Roma'yı ziyaret
siyaset kuramClSl Cari Schmitt'in (1888- etmiş; bumda adalet ve adaletsizliğin ne-
1985) Nazi Almanyası'nın siyasal ahlik- denleri üzerine yaptığı konuşmalar geniş
taıumazcılığıru ya da her türlü "değer" yankı uyandırmıştır. ·
den bağımsız siyasal gerçekçiliğini meş­ Kameades, kuşkucu bir bakış açısıyla
rulaŞtırmak . için uydurduğu bir sözde- Stoacıların bilginin olanaklı olduğu ve e-
öğretidir. limizde doğruluğun ölçütlerinin bulun-
duğu düşüncesine tümüyle karşı çıkmış­
Karatay, Namdar Rahmi bkz. Konya tır. Ona göre hem duyular yoluyla algı­
Enerjetizm Okulu. lamamız yanılabilir olduğundan, hem de
karşılıklı koşul eklemi 798

düşünme yoluyla akıl yürütmemiz kesin anlamında kullanılan terim: "makfil".


olmadığından bu türden ölçütler konu-
lamaz. Buna karşın, Pyrrhon'un yaptığı katalepsis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
gibi, yargıyı tümüyle askıya alan (!"epokhe) sinde, özellikle de Stoacılık'ta, "anlayış"
bir kuşkuculuğun aşırıya kaçtığının da ya da "kavrayış" anlamında kullanılan te-
farkındadır. Nitekim o, kendi söyledik- rim; insanın kavrama yeteneği, anlayabil-
leri de dahil mutlak doğruluktan söz e- me özelliği.
demeyeceğimizi, olsa olsa olasılıktan söz Stoacı bilgikuramında katalepsi!, bir
açılabileceğini söyler: varsayabiliriz ama izlenimi ya da imgelemi r:'"phantasia) kav-
kesin olarak ileri süremeyiz. rama edimi olarak temel doğruları anla-
Onun görüşleri üzerine bilgilerimizin mamızı sağlayan doğruluk ölçütüdür. Bu
çoğunu borçlu olduğumuz Cicero'dan nedenle Stoacılar bilimi, yani gerçek bil-
öğrendiğimiz kadanyla Kameades Stoacı giyi, bir kavrayışlar dizgesi diye tanımlar.
tannbilime karşı itirazlarda bulunmuş; Onlann bu öğretisi ilkçağ Yunan kuşku­
onların Tann'nın varlığına ilişkin kanıtla­ culuğunun saldınlannın odak noktası ol-
nnı adamakıllı çürütmüştür. Ahlak felse- muştur.

fesinde ise yaşamın amacı üzerine geliş­


tirdiği düşüncelerini "Karneadesçi bö- katapbasis (Yun.) İlk.çağ Yunan felsefe-
lümleme" (Cameadea divisio) diye bilinen sinde Aristoteles mantığında "evetleme"
dokuz ayn ıissal sınıflamayla ele almıştır. için kullanılan terim. Aristoteles bu teri-
Aynca bkz. Akademia; Yerii Akade- mi olumlu özne-yüklem önermesi (evet-
mia; ilkçağ felsefesi. leyici koşulsuz önerme) bağlamında kul-
lanır.
karşılıklı koşul eklemi ~ng. bicondilio-
na}, Fr. inrplimteur reciproque-, Alın. bikon- kategori ~ng. category; Fr. catlgorie-, Alın.
dilionalZ!it:hen; es. t. muadelet ame€Jtesz] bkz. kategorie; Yun. kategorİlr, Lat. praedicamen-
önenne eklemleri mantığı. tum; es. t. makule] Varlığın ya da düşün­
cenin kendisinden daha yalına bölüne-
karşıolum yasaları ~ng. opposition hın; meyen biricik yüklemi; varolan şeyleri
Fr. lois d'opposilion; Alın. opposilionsgesetze] bölümleyip öbeklemeye, cinslerine ya da
bkz. koşulsuz önermeler mantığı. türlerine göre ayırmaya olanak tanıyan,
taşıdıkları ortak öznitelikler uyarınca var-
karşısav (andtez) bkz. sav/karşısav/ lıklann biraraya toplanabilmelerini sağla­
bireşim yan kavramsa! varlık çatısı; sıradan kav-
ramlardan ayrı bir kökenleri ve temelleri
karşıtlık ~ng. contrane!y, Fr. contranete-, olduğu varsayılan, düşüncenin, dilin ve
Alın. kontriire oppon"tiotr, es. t. zstlık] bkz. gerçekliğin en genel, en temel kavranı­
koşulsuz önenneler mantığı. lan; kavramsal çerçevemizde tasarlana-
bilecek, varlıkbilgisel çerçcvimizde olabi-
Kartezyen (Descartesçı) Döngü ~ng. lecek en köklü nitelikler sınıfı; olanaklı
Cartesian drrle-, Fr. çerç/e cartesien; Alm. ı:ar­ varlık türlerini belirlediği öngörülen şey­
tesianischer zsrke~ bkz. Descart.es, Rene. lerin en temel varolma biçimi; aynı tür-
den olan benzerlerin kendi içlcrinde ta-
Kartezyenizm (Kartezyen felsefe) bkz. şıdıklan ortak özCllikler temelinde sınıf­
Descartesçılık. lanmalanruı olanak tanıyan belirleyici öz-
niteleç; birçok kavramı ya da yüklemi
kata logon (Yun.) İlk.çağ Yunan felsefe- kendi içinde barındıran ana kavram ya
sinde, özellikle de Aristoteles'te, "akla da yüklem; nesnelere ya da özneye hangi
ya(t)kın";"akla uygun" ya da "usa sığar" yüklemin nasıl yükleneceğini belirleyen
799 kategori

düşünsel varlık tartısı. Eski Yunanca'da- lamlamalarda kullanılmaktadır. Buna gö-


ki "uygun" anlamına gelen leata sözcüğü re, "bütün insanlar dört ayaklıdır" öner-
ile "ileri sürmek'', "dile getirmek:'' anla- mesi, iki ayaklı olmalanna karşı insanlar
mına gelen agom1tin sözcüğünün bitişti­ açıkça yanlış bir kümeye dahil edildikle-
rilmesiyle oluşturulmuş leategoria ("yük- rinden, yalnızca bildik anlamda yanlış bir
leme'') sözcüğünün eylem biçimi katego- önermedir; oysa "bütün insanlar dön-
m11 ("yüklemek''), bir düşünceyi, bir ol- gendir" önermesi, yalnızca yanlış bir ö-
guyu, bir görüşü "olurlamak" ya da "o- nerme olmakla kalmayıp aynı zamanda
naylamak" anlamı taşımaktadır. Yukarı­ açıkça bir kategori yanlışı içermektedir.
da sunulan genel tanımlardan da anlaşı­ İçinde geçtikleri felsefe çerçevesine göre
lacağı üzere, bir kategoriyi kategori ya- değişiklik göstermekle birlikte, en geniş
pan birtakım olmazsa olmazlar arıtsında kapsamlı kavramlar olarak kategorilerin
en belirginleri şunlardır: (i) kimi başka başlıca işlevi, bir yanda kavramlar arasın­
kategorilerle aynı kategori çizelgesi İ­ daki ilişkileri düzene koyarken, öbür yan-
çinde bulunsa bile, onlarla arasında ortak da kavramlann birbirlerini bütünlemele-
tek bir özellik olsun taşımamak, yani bir rine olanak tanıyan bir uyum içinde ol-
başka kategoriye indirgenemiyor olmak; malannı sağlamaktır. Pek çok felsefe
(ıi) kendisinden daha yüksek bir düşünce· metninde, kendilerinden daha temeli ol-
ya da varlık bölümlemesinin altına kona- mayan anlamında, en genel varlık 00.:
mıyor olmak, yani bir başka kategorinin lüınleri ile yüklem türlerine karşılık kul-
üyesi olmamalı:; (ıiı) varlığın, düşüncenin, lanılan kategoriler, kavramsal çözümle-
bilginin, algının, anlamanın içeriklerine meler ya da varlıkbilgisel bölümlemeler
biçim, anlam, düzen ya da yapı kazandı­ yapılırken öznelere ya da nesnelere yük-
nyor olmak. Kategori terimi felsefe tari- lenebilecek olası nitelik yüklemlerinin
hinde Aristoteles ile Kant'ın katkılanyla cinslerini bildirmektedirler.
edindiği bu çok yerleşik anlamlan dı­ Felsefe tarihinde değişik kategori çi-
şında, bir felsefe dizgesinin, konumunun zelgeleri ortaya konmuştur. Bu çizelgele-
ya da çerçevesinin temelinde yatan ana rin, kimileyin farklı türden şeylerin be-
ilkeyi, düşünceyi ya da kavramı anlatmak timleri olarak, kimileyin dünyadaki şeyler
amacıyla da kullanılınaktadır. Terimin bu üzerine düşünmenin ya da konuşmanın
biçimde anlaşılmaya başlanması büyük değişik yollan olduklan düşünülerek, a-
ölçüde Kant sonrası felsefede başgöste­ ma en çok da anlamlı iletişimin ancak
ren bir gelişimdir. Nitekim Hegel ile bir- böylesi bir kategori düzeninin varlığıyla
likte büyük bir başkalaşım geçiren kate- gerçekleştirilebileceği düşüncesi uyannca
gori teriminin anlamı, pek çok belirsiz- belirlendikleri görülmektedir. Bu bağlam­
liğe giderek daha çok meydan verecek da iki ayn şeyin bütünüyle iki ayn kate-
biçimde "temel kavram" ya da "ana il- goriye ait olduklannı söylemek, sözcü-
ke"ye denk düşer olmuştur. Buna bağlı ğün sözlük anlamıyla aralannda ortak
olarak da, Hegelci İdcalizm'deki "saltık hiçbirşey bulunmadığını, eğretilemeli bir
tin", Ortaçağ Skolastik Felsefesi'ndeki anlamda konuşulmadığı sürece bu ilcisi
"Tann", Schopcnhauer metafiziğindeki için aynı ya da benzer türden betimlerin
"istenç" gibi tasanmlar aralarındaki ay- yapılamayacağını söylüyor olmak demek-
nmlann hesabı verilmeksizin hep aynı tir. Kategoriler, yer aldıklan düşünce çer-
"kategori" terimiyle adlandırılır olmuş­ çevelerinin doğalanna bağlı olarak deği­
lardır. Öte yanda, :XX. yüzyıl çözümle- şik roller oynuyor olsalar da klasik kate-
yici felsefe geleneğinde kategori terimi, gori tartışmasının kapsamı ve içeriği çok
ele alınan uslamlamanın felsefi bakım­ büyük ölçüde Aristoteles ile Kant tara-
dıµı çürütülmesinin amaçlandığı "karşı fından çizilmiştir. Aristoteles için katego-
örnek" göstererek yanlışlamaya dayalı us- riler hem düşüncenin hem de varlığın
kategori IMIO

öznitelikleriykc:n, buna karşı Kant'ta yal- (Gönlile-Bağm11), Yer, Zaman, D11111111 (Ko-
nızca düşüncenin apriori formları olarak n11111), f,tlik, Et/ei, Edilgi (Aynca bkz.
tasarlanmaktadırlar. Aralarındaki çok te- kategoria). Buna karşı Aristoteles, Ta-
mel ayrılıklara karşın, Aristoteles'in ka- pileler/Başb/e/ar başlıklı kitabında, katego-
tegoriler öğretisi ile Kant'ınkisi arasında rileri değişik türden yüklemler, yani öz-
en azından iki ortaklık bulunduğu söyle- nelere yüklenebilen "iyilik", "kırmızılık''
neoilir. Bunlardan ilki, her iki fılozof için "uzunluk-kısalık" türünden kavramlar o-
de kategoriler öğretisinin dünyaya ilişkin larak tasarlamıştır. Bir önermede geçen
bilginin içeriğini değil de biçimini oluş­ özne ya da konu üzerinde ancak bu 10
turmasıyken, ikincisi gerek Aristoteles'in kategori uyarınca birşeyler söylenebilir
gerekse Kant'ın kategori öğretisinin kla- olduğunu savunan Aristoteles, günümü-
sik Aristoteles mantığının temelinde ya- ze ulaşan hiçbir yazısında kategori liste-
tan özne-yüklem (ya da töz-ilinek) man- sinde neden bu kavramlara yer verdiğini
tığı üstüne bina edilmiş olmalarıdır. temellcndirmediği gibi, bu kategorilerin
İlkçağ Yunan fılozofu Aristoteles fel- kesin doğruluklarını kuşku duyulmaya-
sefe tarihinde kategori terimini kullanan cak bir sağlamlıkta temellendirme gereği
ilk filozoftur. M.Ö. N. yüzyılın ortala- de duymamıştır. Bunun yerine, dilin hiç-
rında Aristoteles, felsefenin temel bir so- bir kuşkuya yer bırakmayacak bir açık­
ruşturma konusu olarak kategoriler tar- lıkta, gerçekliğin en temel nitelikleri bu
tışmasını başlatmıştır. Aristoteles terimi, kategorileri kendiliğinden açığa vurduğu­
"suçhma" anlamına geldiği, çoğunlukla nu, bunun da ayrıca uslamlama yoluyla
birisi hakkında bir suç iddiasında bu- gerekçelendirilmesine gerek olmadığını
lunma anlamında kullanıldığı hukuk di- varsaymıştır. Nitekim Otıanon'un I. Ki-
linden ödünç alarak benimsemiş, daha tap'ında Aristoteles, bütün önermelerin
sonra da tarihin bilinen ilk kategoriler "töz", "nicelik", "nitelik",
"ilişki,,, "yer",
bölürnlemesini yapmıştır. Aristoteles'in "zaman", "durum", "iyelik", "etki", "e-
mantığında kategoriler, tikellerin kendi- dilgi" yüklemlerinden ya birini ya diğe­
lerine başvurmak yoluyla betimlenebile- rini dile getirmek durumunda olduğunu
ceği on genel varlık kipine ya da varlığın belirtmektedir. Buna göre, insan, kap-
en genel cinslerine karşılık gelmektedir. lumbağa, çınar "töz" kategorisini; bir ev,
ccHcpsi", "kimi "değildir", "ve", "veya"
0
, iki balık, üç çiçek "nicelik" kategorisini;
türünden mantıksal değişmezlerin dışın­ yeşil ağaç, kırmızı elma, siyah kedi "nite-
da kalan, başka bir deyime öyle ya da lik" kategorisini; Sokrates Platon'dan da-
böyle bağlanamayan bütün önermelerin ha büyüktür "ilişl!i" kategorisini; Lykei-
kategoriler altında toplanabilecejtini dü- on'da, Ankara'da, Dünya'da "yer" kaLe-
şünen Aristoteles, bunların en üst düzey gorisini; bugün, yarın, geçtiğimiz yıl "za-
kavrama biçimleri olarak olanaklı bütün man" kategorisini; uyumak, düşünmek,
varlık biçimlerini açıkladığını ileri sür- yemek yemek "durum" kategorisini; e-
müştür. Aristoteles Kategoriler başlıklı ya- tekli, silahlı, paralı "iyelik" kategorisini;
pıtında, kendilerinden daha yalınlan ol- devirmek, dolaşmak, yıkamak "etki" ka-
madığını düşündüğü 10 ana tür içinde tegorisini; yüzülmüş, kırılmış, dökülmüş
bütün bir varlık dünyasını bölümlediği "edilgi" kategorisini ömeklcmektedirler.
bir ''varlık şeması" önermiştir. Aristote- Bu noktada bir başka kategoriye indirge-
les'in gözünde kategoriler, düşünce ile nemiyor olmaları anlamında temel olan
gerçekliği yapılandırıyor olmaları anla- bu on kategoriye ilişkin önemli bir nok-
mında, düşünce ile varoluşun ilkömek- tanın özellikle altı çizilmelidir. Buna gö-
leridir. Aristoteles'in yaptığı bu kategori re, sarı bir renktir, renk ise bir nitelik, a-
bölürnlemesinde şu başlıklara yer verdiği ma nitelik kendisi dışında bir başka kav-
görülmektedir: Tıi·z, Niı:ıliJı, Nitelik, İliş/ei ramla if.ıde edilemeyecek denli genel bir
801 kategori

kavram olduğundan doğrudan nitelik ka- de (I, 9) Aristotelcs, yüklem çeşitlerinin


tegorisini imlemektedir. Yıne bu aynı birbirlerinden aynlmalan gereğinin altını
noktada, varolma biçimleri olarak kate- özellikle çizdikten sonra, ilk maddesini
gorilerin ömeklendikleri varolanlarla ka- "töz" yerine "olan" diye adlandırdğı, Ka-
nştınlınaması gerekmektedir. Buna göre, ttgorilerdekiyle özdeş bir kategoriler çi-
töz yani tikel nesnelerin neliği belli bir zelgesi sunmaktadır (103b 21-23). Kalegrr
varolma biçimi olarak on kategori içinde ri/erde Sokrates gibi bireyler birincil de-
yalnızca töz kategorisine karşılık gelir- recede töz olarak düşünülürken, buna
ken, bütün öteki kategoriler zorunlu ola- karşı insan gibi türler ise ikincil derece-
ı-ak ancak tek bir tözde, yani belli bir den töz olarak değerlendirilmişlerdir. Oy-
nesne tekinde bulunabilmektedirler. Ko- sa Topikltr'de bunun tam tersi· bir yönde,
nunun uzmanı pek çok araştırmacının da renk kırmızının "ncliği"yken insan varlığı
belirttiği üzere, Aristoteles'in kategori da Sokrates'in "neliği" olarak görülmek-
öğretisinin felsefe tarihi açısından en bü- tedir. Bu belirtilenlerden de açıklıkla gö-
yük başarısı, hiçbir bakımdan değişme­ rülebileceği gibi, Topiklerın temelde araş­
den olduğu gibi kalan "töz" ile ait olduk- tırdığı, düşünülebilecek her türden ko-
ları bir nesne olmaksızın, yani töz olma- nunun on ayn yüklem çeşidinden biri
dan kendi başlarına varolamayan "ilinek- içerisine yerleştirilebileceği. bir "yüklem-
ler''i birbirinden ayırarak, sonraki varhk- ler kuramı" dır. Kuşkusuz Aristoteles'in
bilgileri üstünde son derece belirleyici ilgili meıinlerinden gidilerek yapılan bu
olan töze ait yüklemle ilineklere ait yük- belirlemeler, yüklemscl kategoriler ile
lem aynmını sağlam bir biçimde temel- varhkbilgisd kategorilerin bütün: bütün
lendirmiş olmasıdır. · ilintisiz olduk:Jan anlamına gelmez. Ger-
Aristoteles, Kategoriler başlıklı yapıtın­ çekten de yapılan olası bir yüklemsel ka-
da söylediği şu sözlerle kategoriler soru- tegoriler şemasının, en azından buna
nu diye anılan bir sorunun da temellerini karşılık gelecek bir varhkbilgisel şemanın
atmıştır: " ... hiçbir bileşime girmeksizin, taslağını sunması zorunludur.
her biri ya bir töze ya bir niceliğe ya bir Aristotcles'in kategorilerle ilgili bütün
niteliğe ya bir ilişkiye ya bir yere ya bir bu söylcdik:lerine karşın, kendisinden son-
zamana ya bir varlığa ya bir duruma ya raki kategori felsefesi geleneğinin, kate-
bir iyeliğe ya bir etkiye ya da bir etkilen- gorilerin gerçekte neyin kategorileri ol-
meye (edilgiye) karşılık gelmektediı'' (1 b duklan konusunu büyük ölçüde gözardı
25-27). Burada tam olarak ne söylendiği ettikleri gözlenmektedir. Nitekim kate-
son derece açık olsa da, Aristoteles kate- gorilerin Oıganon'da emilip özümsenme-
gori terimiyle dilsel yapılardan çok onla- siyle birlikte, kimi yorumculann özellikle
rın göndergelcrini, yani şeylerin ait ol- mantık alanında kategorilerin, uslamla-
dukları varhkbilgisel düzeni düşünmek­ maların kendilerinden yapıldığı yalın ö-
tedir. Bu durum daha da aynntılandınla­ nermelerden oluştuğunu düşünme nok-
cak olursa, Aristotdesçi geleneğin ço- tasına geldikleri, dolayısıyla kategoriler i-
ğunlukla alımladığının tersine, varlığın le sözcüklerin özdeşleştirilmesine olduk-
türüyle ilgili kategoriler Aristotdes'in ka- ça sıcak bakar oldukları gözlenmektedir.
tegorileri değillerdir. Nitekim Artistote- Gelenekte yer alan kimi öteki eğilim­
les'in "kategori"den anladığı. bütünüyle lerse, büyük ölçüde gerçekçi bir yoruma
"yüklernleı'' ya da "yüklem çeşitleri"yle yönelerek, dünyanın yapılan ile kendimi-
özdeş olduğu için, "kategori kuramı"nın zi ifade ettiğimiz kavramlarunız ve söz-
bir varlık kuramı olarak değil de zorunlu cüklerimiz arasında bir "eşbiçirnlilik:''in
olarak bir yüklem kuramı olarak anlaşıl­ bulunduğu düşüncesini olurlayan adım­
ması gerekmektedir. Sözgelimi, görece larla yürümüşlerdir. Bu bağlamda, Röne-
daha az bilinen bir metin olan Topikler sans döneminde Aristotdes'in Oıganon'u
kategori 802

üstüne yorumlarıyla tanınan ünlü Co- şılık geldiğini,hatta bunlarla örtüştüğünü


imbra Üniversitesi'rulelıi Yahudi düşü­ düşündüğü kategorilerden oluşan bir \ta-
nürlerin kurduğu Conimbriccnse toplu- tegoriler çizelgesi sunmuş; 4 ana başlık
luğu, söz konusu gerçekçi kategori ko- altında üçlü dizilim içerisinde 12 ayn ka-
numunun en iyi incelenebileceği yerler- tegoriyi şı:. biçimde listelemiştir: Nice/ile
den birisidir. Bununla birlikte, "Katego- (birlik, çokluk, bütürılük); Nitelile (ger-
riler gerçekte neyin kategorileridir?'' so- çeklik, olumsuzlama, sınırlama); İif/ei
rusuna oldukça duyarlı yaklaşan Aristo- (töz-ilin~k, neden-etki, karşılıklılık); Kip/ile
telesçiler bile, olmakta olandan kaynak- (olanaklılık-olanaksızlık, varolma-varol-
lanan kavramsal ve dilsel yapılarımızı mama, zorurıluluk-olumsallık). Doğru­
birbirinden ayıran boşluğu neredeyse hiç dan yargı türlerinden çıkarılmış olmalan-
düşünmez olmuşlardır. Öte yanda, orta- nın kendi kategorilerini Aristoteles'inki-
çağ mantıkçıları, genellikle bu on kate- ler karşısında daha üstün kıldığını ileri
goriden ilk dördünü kullanmışlar, bunla- süren Kant, kendi ortaya koyduğu kate-
rın hiçbirine ait olmayan şynkaltgorematile gorilerle birbirleriyle karıştırmaksızın an
terimlere C'birlikte anlamlı deyimler"e) anlama yeti.sinin bütün ka~nnın
yer vermişlerdir. dizgesel olarak bulgulanmış olduğunu
Kategori kuramına ilişkin olarak ya- dile getirmektedir. Son çözümlemede,
şanan temel sorun, geleneğin oluşumun­ kategoriler sorununun çözümünün birle-
da ikinci büyük katkıyı yapan· Kant tara- şik olmayan önermeler düzleminde de-
fından daha da derirıleştirilmiştir. Kant, ğil, yargılar üzerinden gidilerek düşünül­
Aristoteles'in kategorilerine karşı kendi mesinin gereğini öne süren Kant'a göre,
almaşık kategorilerini geliştirirken, yar- her biri deneyimin zorurılu koşullarını
gıların verilmesine olanak tanıyan mantı­ oluşturan, arı!amarun biçimleri ya da il-
ğın koşullan üstüne düşünerek yola ko- keleri olarak on iki tane kategori bulun-
yulmuştur. Bu bağlamda, felsefe tarihi- maktadır. Kant, "kendinde şeyler" dün-
nin ikinci önemli kategoriler öğreti.sini yasını bilmenin olanaksız olduğu sapta-
sunan Kant, kategorilerin düşünceler ile masından hareketle, kategorilerin gerçek-
deneyimleri zihnin tek bir farkındalık ya liği betimleyip tanımladığını, dolayısıyla
da kavrayışı içerisinde birleştirmeye ola- da olanaklı bütün deneyin apriori koşulu
nak tanıyan yaıgı türlerini yapılandırdı­ olarak arılamanın kavranılan olduklarını
ğını ya da ifade ettiğini dile getirmiştir. ileri sürmüştür. Kant'a göre, kategoriler
Kant, kendi kategori çizelgesini, yargılar deneyden gelmedikleri, deneyle elde e-
üstüne düşünmesi sonucunda, nesnel dilmedikleri halde deneyden gelerılere bi-
dünyayı meydana getirdiğini düşündüğü çim kazandırmakta, deneyi aştıklan için
apriori kavramlardan oluşturmuştur. Bu de deneyin apriori koşullan olarak gö-
izlenceyi Aristoteles'ten yararlanarak ge- rülmek durumundadırlar. Buna göre şey­
liştirdiğini açıklıkla belirtmekle birlikte, ler ancak bu kategorilere yanıt verdikleri
ondan bütünüyle farklı sonuçlara var- sürece kavranabilir ya da deneyimlcnebi-
mıştır. Bu noktada kendisine "Hangi lirlerdir.
yargı formları mantığın ardına düştüğü Kategoriler, Kant'a göre, "anlama"
formlardır?" diye soran Kant, anlamanın nın a priori kavramlarını tümüyle kapsa-
an formlarını geleneksel mantıktaki yargı yıcı bir biçimde sunduklarından, duyar-
formlarından Cnicelik", "nitelik", "i- lıkla alınan duyumlan arılığa, anlama ye-
lişki", "kiplik") türetmiş, bunların her bi- tisine bağlayıp birleştirdiklerinden, de-
rini de kendi içinde üç ayn kategori ola- neysel gerçekliğin her bir öğcsi öyle ya
rak bölümlemiştir. İşte bu noktada Kant, da böyle bu şemanın içinde yer almak
kategorileri bu yaıgı formlarından tü- durumundadır. Nitekim Kant'ın "*aşkın­
retmenin gereğini savunarak, bunlara kar- sal tümevanm"daki temel amacı da, her
803 kategori

deneyimin zorunlu olarak bir yargı içer- dönerek, bütün deneyimi açıklayacağını
diği düşünüldüğünde, her olanaklı dene- düşündüğü 37 kategoriden oluşan kendi
yin bir biçimde kategorilerin kullanımını içinde bütünlüklü bir kategoriler öbeği
içermek zorunda olduğunu göstermek.tir. oluşturmuştur.
Daha belirgin bir biçimde söylenirse, XX. yüzyıla gelindiğinde, çağdaş çö-
Kant'ın görüşünde, deneyimin kavran- zümleyici geleneğin önde gelen felsefe-
ması sürecinde her durumda kategori- cilerden C. S. Peirce, kategorilerin dene-
lerce düzene konulan dünya deneyimi- yimin bölünebileceği en genel terimler
nin kavranması olanaklıdır. Kant'a göre olduklarını ileri sürerek, bunlann her du-
kategoriler düşünceain en yalın biçimleri rumda üç ayn türden yüklem ya da ilişki
olmalarına karşın bize herhangi bir nes- içinden birini yansıttıktan sonucuna var-
neyi tanıtmak gibi bir yetileri yoktur. mıştır. Peirce'ın üç ana kategorisi sıra­
Bütün güçlerini düşünceden, yani görüye sıyla "birincilik", "ikincilik" ve "üçün-
verili bir durumda bulunan olanaklı de- cülük"tür. Söz konusu terimler aralann-
neyin nesnelerini birleştirmekten almak- da ayrıca "birci!" (monadiq, "ikici!" (tfya-
tadırlar. Bu anlamda, bilginin apriori Jiq, "çokçu!" (;ofyadiq ilişkilere geçebil-
formu görü ile deneyin verdiklerini bir- mektedirler. Çağdaş felsefede süregelen
birine bağ1amakla yükümlü bir köprü kategoriler kuranu tartışmasına yapılan
olarak, anlamanın olmazsa olmaz koşulu en dikkate değer katkı, Aristoteles'in bü~
olduklan gibi, deney birbirine bağlı algı­ tünüyle karanlıkta bıraktığı kategorilerin
lana biçimlendirdiği bir bilgi olduğun­ nasıl tanımlanıp birbirlerinden nasıl ayırt
dan, zorunlu olarak olanaklı algının da edilecekleri konusuna önemli bir ışık ge-
olanaklı deneyin de koşuludurlar. Kate- tiren Gilbett Ryle tarafından yapılmıştır.
goriler bu nedenle olanaklı deneyin bü- Konu üzerine epey bir kafa yoran çağdaş
tün nesnelerine, buna karşı olanaklı de- çözümleyici felsefeci Ryle için, kategori-
neyin bütün nesneleri de bu on iki kate- ler sayıca belirsiz olmalan bir yana dü-
goriye apriori olarak uymak durumun- zensizdirler de. Bu yüzden kategorilerin
dadırlar. toplanunın sonsuz bir tipler sıradüzeni
Bir başka önemli filozof Hegel ise oluşturmalanna ilkece olanak yoktur.
kategori dendiğinde bundan anlaşılması Ryle aynca, "saçmalık" düşüncesinden
gerekenin gerçekliği açıklayan düşünce­ hareketle kategori üyeliği için dikkate
ler olduğunu öne sürmüştür. Aristoteles değer bir "sınama" geliştirmiştir. Buna
ile Kant'ın belirttiğinden çok daha fazla göre, mantıksal türleri bakımından ayrı­
sayıda kategori olduğunu, bunların tam lık gösteren kavramlar ya da ifadelerin
·~ıı~ının •n<"•k gerçeklik clizgesi bütü- birleştirilmesi tümüyle saçma tümcelerin
nüyle tamamlandıktan sonra kesin olarak oluşmasına yol açmaktadır. Ryle, nitelik-
belirlenebileceğinin. altını özellikle çizen lerin yüklenmesinde ya da şeylerin bö-
Hegel, üçerli (diyalektik) bölümleme il- lümlenmesinde yaşanan karmaşaları ka-
kesini kullanarak şu an için kesin doğru tegori yanlıp diye adlandırmaktadır. Söz-
olduklarını düşündüğü yaklaşık 272 ka- gelimi "Uyku gözü dönmüş azgın bir
tegori belirlemiştir. Buna bağlı olarak canavardır" ya da "Kent kendi içindeki
Hegel, belli bir felsefe dizgesinde her- binalann toplamından daha fazla birşey
hangi temel bir tasarını, kavram ya da değildir'' tümceleri açık birer kategori
ilke olarak anlaşılagelen "kategori" teri- yanlışı örneğidirler. Yine aynı biçimde
minin anlamında büyük bir kınlmaya yol Ryle, Descartesçı ikiciliğin, insan davra-
açmıştır. Öte yanda, geliştirdiği organiz- nışlarının kökenlerinin maddi bir varlığı
macı süreç felsefesiyle tanınan XX. yüz- olmayan tözde yattığını düşünmesiyle,
yılın en büyük metafizikçilerinden White- bu tür bir yanlışın örtük bir biçimde iş­
head, geleneksel kategori anlayışına geri lenmesi üstüne kıırulu olduğunu savun-
kategori yanlışı 804

maktadır. Ryle'ın "kategori yanlışı" diye lcmek" anlamına gelen kaıegıımn'den tü-
terimlendirdiği bu "saçmalık'' durumu, retilen bu terim, Aristoteles tarafından
sözcüksel ya da dilbilgiscl bir düzensizli- "kategori" (ulam) olarak felsefeye kazan-
ğin ya da karmaşanın sonucu olmayıp, dınlınış; ilkçağ Yunan felsefesinde "va-
doğrudan doğruya tanım gereği mantıksal rolamn kendisine, bir nesneye yüklenen
olarak yan yana dahi konamayacak te- nitelik"; "öznitelik" ya da "yüklem" an-
rimlerin değişik gerekçelerle birleştiril­ lamında kullanılmışur.
mesi gibi boş bir çabadan doğmaktadır. Aristotcles, Kategorikı'de (lb-2a) bir
Kategori yanlışı kuramını süreğen bir hal konuyu ya da nesneyi tanımlamanın en
almış felsefe tarnşmalannın açımlanıp çö- genci on yolunu, yani on kategoriyi se-
zündürülmesi sürecinde tanıkoyucu bira- rimler. Bir konu üzerine ancak bu on ka-
raç olarak tanımlayan Ryle, sözgclimi zi- tegori aracılığıyla konuşulabilir: (t)öz (*o-
hin ile beden ikiliği tartışmasında görül- Nıia); nicelik (*posoti); nitelik (*poioti); gö-
düğü üzere, yanlardan birinin lehine ama relik/bağıntı/ilişki (*pros n); yer/uzam
ötekinin aleyhine tartışmaya girenlerin, (*po11); zaman (*pote); durum (*/eeisthaı); i-
ortaya yalnızca görünürde bile birbirle- yelik (*ekheili); etkin(lik) (*poiein); edil-
riyle çelişkili uslamlamalar koyduklarını gin(lik) (*paskheili). Aristotcles'in katego-
öne sürmektedir. Oysa birbirine karşıt ria'ları Plotinos tarafından eleştirilmiş
bu iki uslamlama düzlemi arasındaki de- (Dokıız.IHklar VI, 1, 1-24); Stoacılar tara-
rin aynm, aralarında kurulabilecek her fından da dörde indirgenmiştir: dayanak
türden manu.ksal ilişki olanağını -istet (**1Jokeimmon); nitelik (*poiotı); iyelik (*ek-
birbirini içcrimlemc isterse bağdaşmazlık htin) ve görelik (*pros b). Aynca bkz. ka-
biçiminde olsun- ortadan kaldırmakta­ tegori.
dır. Nitekim konuya ilişkin yaptığı açık­
lamaların bir yerinde Ryie, "felsefe kimi katharsis (Yun.) Sözcük anlamıyla "a-
kategori disiplinleri yoluyla birtakım ka- nnına" ya da "ternizlenme"ye karşılık
tegori alışkanlıklannın değiştirilmesidir" gelen katharıis terimi, ilkçağ Yunan felse-
yollu bir üstfelsefe düşüncesi savlayacak fesinde ruhun tutkulardan, özcllikle de
denli işi ileriye götürmüştür. Öte yanda yıkıcı tutkulardan arınması anlamında
Sinolog (Çinbilimci) Angus C. Graham, kullanılmıştır.
kategorilerin her durumda ait olduklan Felsefe tarihi boyunca, dinsel ve sa-
dil ailesine bağlı olduklannı gerekçe gös- ğaltıcı içermeleri de olan katharm terimi
tererek, bütün toplumlar için geçerli ka- olumlu ya da olumsuz anlamlar yüklene-
tegorilerin ya da tek bir kategori çizelge- rek inişli çıkışlı işlevler üstlenmiştir. Söz-
sinin varlığından söz edilemeyeceğini i- gclimi Pythagorasçıların katharsili, mü-
leri sürmüştür. Kategorilerin dil yapıla­ zik aracılığıyla ruhun günahlardan arın­
nna "görece" olduklarına yönelik bu sav, ması bağlamında güçlü dinsel yananlam-
özellikle "dilsel dönemeç" sonrası düşü­ lar banndırır.
nürler arasında büyük bir yankı bulur- Katharsilin, çağdaş estetik kuramları­
ken, felsefe tarihçileri bu açıklamanın ne nı da etkilemiş olan, sanat 'yoluyla duy-
Aristotcles'in ne de Kant'ın kategori dü- guların boşalması, kişinin estetik dene-
şüncelerinin değerlerinden birşey yitirdi- yimler amcılığıyla olumsuz duyguların­
ği anlamına gelmediğini savunmaktadır. dan a.tınması anlamındaki kullanımı A-
ristotcles'e dayanmaktadır. Aristoteles'in
kategori yanll§ı ~ng. takf/".J f/Iİstah; PoetiNisırıın ana kavrarnlanndan biri o-
Fr. em11r de mtigorie-, Alın. kattgorienfehlu) lan kathtmis, trajik şiirin; trageefydnın a-
bkz. kategori; Ryle, Gilbett. macı diye sunulur: ''Tragedyanın ödevi,
aama ve korku duygulan uyandınp ruhu
kategoria (Yun.) Eski Yunanca'da ''yük- tutkulardan . temizlemektir" (Poetika, 6.
805 kavramcılık

Bölüm, 1449b-1450a). Sanatın görevinin lan olmadığı konusunda aynı doğrultuda


yalnızca estetik bir haz üretmek değil, düşünen kavramcılar, buna karşı tümcl-
daha çok ahlaki bir duruluk yaratmak ol- lerin ya da genel kavramların salt ağız­
duğunu savunan Aristotcles'e göre, sa- dan çıkan birtakım boş sesler rf1ams 1'11·
natın değeri seyirden kaynaklanan estetik ıiı) olduklarına yönelik genci ada görüşe
bir hoşnutluktan çok, ahlaki açıdan arın­ karşı çıkarak bunların "anlamlı sesler" (ıııx
mada kendini açığa vurur. tignifaaiiııa) olduklarını, "ağız"da değil "zi-
hin"de olduklanru vurgulamak için tü-
kathodos (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe- melleri *11niıımalt in"°" yerine *11nivmale
sinde, özellikle de Pythagorasçı "ölüm- in mt11/t diye adlandırular.
süz ruh" öğretisi ile Platoncu gelenekte, Ortaçağda Skolastik felsefenin en ö-
"ruhun düşüşü" anlamında kullanılan te- ncmli tartışma konulanndan biri olan
rim. "tümeller"lc iİgi1i tartışmayı başlatan Pet-
rus Abelardus, aynı zamanda hocaları o-
katholou (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe- lan Champcauxlu Guillaumc ile Com-
sinde, özellikle de Aristoteles 'te, "tümel" picgncli Roscelinus'la tümeller konusun-
ya da "genel" anlamında kullanılan te- da sıkı bir tartışmaya girişmiştir. Tartış­
rim. Aristotdes yalnızca tümel olanın ta- manın ana konusu tümel kavramlarıı uy-
nımlanabileceğini ve bilimin gerçek nes- gun düşen tümel bir gerçeklik olup ol-
nesinin de tümeller olduğunu öne sür- madığıdır. Temcide Guillaumc tümclle-
müştür. ıllı. varolduğunu savunan bir gerçekçiy-
kcn, Roscelinus tümcllcrin sözcüklerden
kavram gerçclı:çiliği bkz. gerçekçilik. ibaret olduğunu öne süren bir adadır.
Hem Guillaumc'ın gerçekçiliğini. hem de
kavramcılık [İng. mnaptualism; Fr. mn- Roscelinus'un adalığını yadsıyan Abclar-
çrptualimte; Alm. leonZ!ptualim111r, es. t. dus'un savı ise tümelin ne adcıların ileri
mejhlimfıye] Tümcllcrin gerçek anlamda sürdüğü gibi bir jlatı11 vıııiı ne de gerçek-
bir varlıkları olmadığını ve tümcllerin ye- çilerin savunduğu gibi bir m C'şcy'') de-
rine getirdikleri varsayılan sınıflandırma ğil, m fota C'zihindc şey'') olduğudur.
işlevinin gerçekte zihindeki kavramlar Tümeller ya da genci kavramlar dilsel i-
tarafından gerçekleştirilmekte olduğunu fadelerin hakkında olduklan ya da üze-
savlayan; ana öğretisi "tümeller zihinde rine konuştukları şcylcı:den değil, ifade-
varolan kavramlardan, bilinç tasarunla- lerin kendilerinden oluşur; dolayısıyla
nndan ibarettir" biçiminde özetlenebile- cinsler de türler de gerçeklik alanında
cek felsefe öğretisi. Bu tanınuyla "ger- değil, dilde kendini gösteren anlamlı ya-
çekçilik"ten kesin bir biçimde ayrıldığını pılar, bir bütün yaratabilmek adına fark-
daha ilk elde ortaya koyan "kavrama- lılıklar gözaıdı edilerek oluşturulmuş or-
lık", tümelin yalnızca bir ad olmadığını, tak terimler olarak zihinde yer alırlar. A-
düşüncenin temel doğasını belirten bir belardus'un ortaya koyduğu, sonradan
zihin kavrayışı olduğunu savunmasıyla "kavramcılık" adını alacak olan bu yakla-
kavramlann gerçc;kliğini bütünüyle yad- şım, Aristotcles ve izleyicilerinin Platon'
sıyan, kullandığımız sözcüklerin, yaptı­ a karşı savunduğu kategorilere dayalı bil-
ğımız tarumlann, kendileri araalığıyla dü- gikuramsal konuma oldukça yakındır.
şündüğümüz tasarunlann, hatta konuş­ Tasarlanabilecek her durumda genci
tuğumuz dilin gerçekliğin herhangi bir düşünceler ile kavramlan birer sözcük
yönüyle ilintili olmayıp bütünüyle "an- olarak değerlendiren, tümel kavramların
lamsız" olduğunu öne süren "adcı" öğ­ gerçekliğini reddeden adcılık, aynı biçim-
retiye de karşıt bir konum oluşturur. Ad- de "türler" ile "cinsler" arasında yapılan
alarla tümcllerin kendi başına bir varlık- ayrunların da gerçeklikle uzaktan yakın-
kavramlamazlık 806

dan bir ilintileri olmayıp bütünüyle insan olsun, dinsel metinlerin anlamları üze-
yapımı olduklannı ileri sürmektedir. Hem rinde yorum yapmanın tehlikeli oldu-
tümellerin değil adlann ya da sözcüklerin ğunu öne sürerek bunların yalnızca gö-
varolduğunu, nesnelerde onlar için kul- rünen (zahin) sözlük anlamlan ile okun-
landığımız aynı sözcükler dışında hiçbir ması gerektiği düşüncesini savunmuş ve
şeyin ortak olmadığını savunan adcılığı olası içrek (batıni) anlamların tümünü
hem de tümellerin zihinden bağımsız bir reddetmiştir. Aynca bkz. Bitınnik; Se-
varoluşa sahip olduğunu savunan ger- lefiyye; sükı1t, Zihiıilik.
çekçiliği reddeden kavramalık ise cinsle-
rin kendi başlanna değil bir yüklem ol- keistbai (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
malarından ötürü, yani kendi başlarına sinde "durum" ya da "konum" anlamın­
varolan şeylere (tikellere) bağlanma!an a- da kullanılan terim; Aristote!es'in on ka-
çısından varolduklanru savunur. Dolayı­ tegorisinden (*kalegoria) biri. Sözgeliıni
sıyla kavramcılara göre, sözgdimi kırmı­ "uzanmış"; "oturuyor" durum bildirir
zılığı düşündüğümüzde, bir şeyin kırmızı (Kate§Jriler, 1b-2a). Aristoteles, bilerek ya
olmasından onun renkli olduğunu çıkar­ da bilmeyerek luisthai ile *ekhein'i (iyelik)
sadığımızda, sahip olduğumuz kırmızılık kimi yerlerde kategoriler listesinin dışın­
kavramını inceler ve onun renk kavra- da bırakmıştır (Ikina Çiiz!imlemeler 1,
mının bir parçası olarak içerildiğini keş­ 83b). Bu kategori, aynca diğer bir kate-
federiz. Başka bir deyişle, bir şeyin kır­ gori *pnu ti (görelik) ile ilişkilendirilmiştir
mızı olduğunu farkettiğiınizde yaptığı­ (Kaıt§Jriler, 6b).
mız, aslında o şeyin kırmızı kavramına
girdiğini ya da kırmızı kavramını karşıla­ kelim Aiapça'da "söz" anlamına gelen
dığını görmektir. Dolayısıyla kavramcılık keiJlll (kelamullah: "Allah'ın sözü"; Ku-
anlayışında kavramsa! bilginin dile değil, ran), İslam felsefesinde temel inanç ko-
tikel gerçekliklerle zihin arasında kurulan nulanru dizgeli bir biçimde inceleyerek
nesnel ilişkiye dayandığı kabul edilir. us yoluyla açıklamayı, temellendirmeyi
Daha açık bir deyişle kavramlar, insan ve savunmayı kendine görev edinen di-
zihninin soyutlama etkinliğinin ürünleri sipline verilen addır. Kutsal kitaba ve ha-
olarak ortaya çıkarlar. Aynca bkz. adcı­ dislere dayanan bu köklü disiplin, İslim
lık; gerçekçilik. dünyasında Eski Yunan felsefesinin etki-
siyle ortaya çıkan ftlôsife geleneğine karşı
kavranılamazlık bkz. akatalepsia. "usa dayalı", gizemci olmayan dinsel. bir
felsefe olu~turmayı amaçlayan okullarca
kaygı ~ng. anxü!J", Fr. anxietf, Alın. sorge, geliştirilmiş; bu yüzden bu "ilim"le uğra­
angs~ Varoluşçu felsefenin temel kav- şanlar kendilerine ft.ylesof ya da mutarawrf
ramlarından biri olarak "kaygı", insanın yerine 111iitekelli111 (kelamcı) demiştir. Baş- -
özgürlüğüyle yüzleşmesinin ardından ta- ka bir deyişle "ilm-i kelam" İslim felse-
şıdığı sorumluluğun bilincine varmasıyla fesi bağlamında tannbilime karşılık gel-
onaya çıkan farkındalığın ağır yüküne mektedir. Tann'nın sıfatlan, peygamber-
karşı içine düşülen ruhsal duruma karşı­ lik, başlangıç ve sonları açısından varlık­
lık gelmektedir. Aynca bkz. Kietkega- ların durumu gibi konuları İslim ilkeleri
ard, Seren; içdaralması; angst. çerçevesinde ele alan bu bilim, "başlan­
gıç ve sonları açısından" sınırlamasıyla
kt:IF(AI.) İslıim felsefesinde özellikle Se- doğa bilimlerinden, "İslam ilkeleri çer-
lefiyye yandaşlarınca güdülen çokanlam- çevesinde" sınırlamasıyla da Yunan tarzı
lılığı gözardı etme tutumu. Selefıyye'nin felsefeden aynlır.
yedi temel ilkesinden biri olan bu yakla- İsliıniyet'in ilk döncm1erinde siyasal
şım, gerek kutsal kitap gerekse hadisler ve dinsel tartışmaların çözümü için din-
807 kendinde/kendisi için

sel öğretinin yorumlanması ve bu. yo- tinleı:inin yorumlanması, okunması, oku-


rumlann temellendirilmesi çalışmalanyla tulması devam ettiyse de bir ilim olarak
başlayan kelim (sonradan İslim dünya~ etkinliğini XV. yüzyılda yitiren kelam
sında ilk Müslümanlar olarak bilinen sa- için daha sonraki yeniden canlandırma
habclcr ve onlann izleyicilCrinin bu yo- çalışmalan da tam bir başanya µ!aşama­
rumlanna dayanarak Selefiyye adı verilen mıştır. Aynca bkz.. Et'hiye; Mlturi-
gelenekçi bir kelam okulu da kurulmuş­ diyye; MettllyyGn; Mu'tezile; Sele-
tur), sonralan İslim felsefesinin ilk "dü- rıyye; tasavvuf.
şünce okulu olan Mu'tezile ile koşut bir
biçimde ilerlemiştir. Mu'tezile VIII. yüz- kendiliğindenlik [İng. sptmflmti!y, Fr.
yılda laırulmuş; sonraki yüzyılda etkinli- .rpo11tdllliti, Alm~ .rpo11ta11eittiij Kant'ın fel-
ğini. ve belirleyiciliğini daha da artırmış­ sefesinde bilginin ilci kaynağından biri
tır. Ancak usçu bir okul olan Mu'tezile olan ve "alırlık" {Rqgımtiil) olarak edil-
kendi Şii kaynaklı yorumunu devlet eliyle gen bir konumda gösterilen duyusal al-
fazlasıyla dayatınca gelenekçi ve usçu- gılama yetisi "duyarlık"a (Sİmlithhit) kar-
luktan uzaklaşma eğilimi gösteren başka şı diğer kaynak anlama yetisi "anlık''ın
kelıim pkullannın ortaya çıkmasına ne- (Vmtand) etkinliği. Kant'a göre alırlık.
den olmuştur. Bu okullann başında orta- ancak kendiliğindenlikle birleşerek bilgiyi
yolcu denilebilecek, her türden yaklaşı­ doğurabilir. Aynca bkz. alırlık; duyar-
ma eşit uzaklıkta durup hepsini birden lık.
kapsamayı amaçlayan Bş'mye gelmekte-
dir. Mu'tezile içinde yetişen Bş'iri'nin X. kendinde/kendisi için [İng.;,, its"f/far
yüzyıl başlannda kurduğu Bş'ariye, ke- itn!f, Fr. '" soi/}Ollr soi; Alm. /111 sith/ftir
lim alanında Mu'tezile'nin egemenliğine .ıith) Kmditıdı, bir feyin ya da bir nesne-
son vermiş; böylece kendilerine "Ehl-i nin bilinçten ya da bilinişinden bağımsız
Bid'at'' denilen yenilikçi Mu'tezile'den olarak gerçeklikteki durumuna, bir şeyin
sonra gelenekçi ''Ehl-i Sünnet" yanlıları başka bir şeyle iliJkisi olmadan kendi ba-
da ilk kelıim okullanna kavuşmuştur. şına, kendi içinde, kendi özvarlığının sı­
Eş'm kendi öğretisini Bağdat ve Bas- nırlan içinde ne olduğuna karşılık gelir-
ra'da yayarken Maturidi Orta Asya'da ken; luttdisi İ(İ#, bir şeyin ya da bir nes-
Sünni kelamın ikinci büyük okulu olan nenin bilen bir özneyle, bir bilinçle iliş­
Mituridiyye'yi laırmuş; bu ilci okulun kisi içinde ne olduğuna karşılık gelmek-
İslim dünyasına egemen olmasıyla Mu' tedir. XX. yüzyıl felsefesinde bu kavram
ıe2ile ancak dar bir çerçevede, Şii k.eliın­ i1cilisi daha çok doğuı gereği özgür, ne-
cılar arasında vatlığını. sürdürebilmiştir. densellik yasalanyla sınırlandınlmamış o-
Bu dönemde k.elirnın konusu tüm varhk lan "kendisi için varlık" diye adlandınlan
alanını kapsayacak biçimde genişletilmiş; bilinçli özne ile bir nesne olarak belir-
Gazili'yle ba,Iayan sonraki dönemde ise lenmeye tabi olan ve ancak "kendisi için
kelam felsefeyle tamamen içiçe geçerek vıırolabilen şey" r'kendinde varhk'') ara-
bilgi nesnesi olabilecek her şeyle ilgilen- sındaki karşıtlığı nitelemek için kullanıl­
meye başlamıştır. Kelamın başından beri mıştır.
taşıdığı bu gizilgücün iyiden iyiye yüzeye Merleau-Ponty, "kendinde"yi insanı
çıkması, muhafazakar kesimler tarafın­ ve insanlığı işin içine hiç katmaksızın
dan hoş g~mesine neden olmuş; yalnızca kendinde şeylerin mevcut oldu-
ilerleyen evrelerinde kelim felsefi sorun ğu doğa için genel bir etiket olarak kul-
ve izleklerden uzaklaşmaya çalıştıysa da lanmıştır. Sartre ve ondan önce Husserl
başarılı olamayarak gerek gelenekçi ge- de bu kavram çiftini "kötü inanç" ve
rek usçu kelam okullan zamanla etkinli- "sahici olmama"yı açıklamak için kullan-
ğini. yitirmiştir. Her ne kadar kelim me- mıştır. Bu anlayış içerisinde kendinde
kendinde fey 808

şeyler kendilerinden başka bir şey ola- dünyadan gelen veriler bu. biçimler ve
mayan varlıklar olarak, kendisi için şey­ kategoriler aracılığıyla işlendiğinden dış
lerse kendilerinin bilincinde olan, dünya dünyayı kendi nasılsa öyle bilmemiz ola-
ile ilişkilerinin farkında olup kendilerini naksızdır. Yani Kant'a göre nesneleri gö-
aşan ve özgürlük içindeki şeyler olarak ründükleri biçimleriyle bilebiliriz, kendi-
kavranırlar. Sartre'a göre kendinde varlık lerinde bilemeyiz; göriingüleri bilebiliriz
ne ise odur; kendisinden başka bir şey ama bunlann altındaki kendinde şeyi, noN-
olamayan varlıkıır; örneğin bir kitap ne mmotlu bilemeyiz. Kant kendinde şeyleri
ise odur, başka bir şey olma olasılığı bilemesek ya da sczinleyemesck de gö-
yoktur. Ama kendisi için varlık kendi rüngüyü açıklayabilmek için bunlan lro-
kendini görür ve bilir. Bir bireyi, özellik- yutlamamız gerektiğini öne sürer. Aynca
le de kendini, özgür olmayan bir nesne bkz. Ding an siclr, noumenon
ve özgür olmayan bir eyleyen olarak dü-
şünmek, bir başka deyişle kendi varlığını kendinde varlık [İng. bting-in-itself, Fr.
olgusal olarak görmek kendisi için varlı­ em en-ıoi; Alm. mn in .ıich] bkz. Sartte,
ğın bir eğilimidir. Kendinde varlığın ak- Jean-Paul; kendinde/kendisi için.
sine kendisi için varlığın önceden belir-
lenmiş ve değişmez bir özü yoktur. Ken- kendini kandırma [İng. se!f-oeaption; Fr.
disi için varlık ne değilse odur, ne ise o deception de ıoi-flltme-, Alm. ıelbıtbttrug, ıel­
değildir: Bilinç kendisi için varlığı oldu- bıt-tİİllırhNng] Varoluşçu düşünürlerde ge-
ğundan başka mecralara sürükler, onu ol- çen, Kierkegaard, Heideggcr ve özellikle
duğu şeyden ayınr. Sartte bu sürüklenişi de Sartte'ın felsefelerinde önemli bir yeri
ve aynlmayı "hiçlik" olarak tanımlar ve olan, kişinin gerçekliğin kendisi için hoş
kendinde varlığın tam ve değişmez bir olmayan yönlerinden kaçınması, gerçek-
gerçekliğe sahipken, tam ve değişmez bir liğin yüzleşmek istemediği çehresinden
gerçeklikten yoksun olan kendisi için kendini sakınması durumuna verilen ad;
varlığın içinde bir "içdaralması" duygu- özellikle özgürlük, sorumluluk ya da ö-
suyla öznel olarak deneyimlenen bir hiç- lüm gibi insan yaşamı için canalıa önem
lik öğesi banndırdığıru ileri sürer. Katık­ taşıyan konulardaki hakikatlerle yüz yüze
sız bir sürükleniş ve aynlış olan bilinç, gelen kişinin içine düştüğü "*içdaralma-
biflemt'dir. Sonuçta Sartre'a göre "hiçle- sı"ndan (angoisn) kurtulmak için verdiği
me" bilincin kendinde varlığı düşünerek sahici olmayan tepki, düzmece yoksayış.
kendini bu kendinde vıırlılrtar. ayırması­ Sözgclimi Sartrc'a göre, insanın sorum-
dır; kendisi için varlık bir anlamda ken- luluk almayı gerektiren özgürlüğünün bi-
dinde varlığın hiçlcnmesidir. Aynca bkz. lincine vanp bundan bile isteye geri dur-
Sartte, Jean-Paul. ması, sürekli gerekçeler öne sürüp ka-
rarlannda seçme şansının bulunmadığını,
kendinde §ey [İng. thing in itself; Fr. moıe bunlann kendisi varolmadan çok önce
en ıoi; Alm. ding an ndı; es. t. biz.dlihi /!1] belirlenmiş olduğunu yineleyip durması
Bilen özneden bağımsız olarak varolan, demek olan kendini kandırma, "*kötü
görüngülerin temelinde bulunan ama de- niyct''ten {fllaNWIİH .foi) başka bir şey de-
ney(ım)lerimizin ötesinde olduğu için bil- ğildir. Aynca bkz. kendini kandırma e-
gisine ulaşamadığımız şey. Kant dış dün- tiği.
yaya ilişkin verilerin duyarlığın biçimle-
rinden ve anlığın kategorilerinden geçe- kendini kandırma etiği [İng. ethirs of
rek onlann şeklini alıp onlar tarafından ıe!f-titftj>lion; Fr. itbiqNe d'llvtrlglemtnt, Alm.
düzene sokulduklannı ileri sürer. Duyar- ıtlbıtbttrugıethik] Yaşamın hoşa gitmeyen,
lığın biçimleri ve anlığın kategorileri in- can sıkıa, aa verici yanlarıyla doğrudan
sanın zihninde bulunan şeylerdir. Dış yüzleşmeyip doğrudan ya da dolaylı yol-
809 kendini kandınna etil}i

larıı başvurarak bunlardan kaçınıldığııu, den bilinç yaşanasıyla, yakışıksız buldu-


lıimileyiııbir bütün olarak yaşanı gerçek- ğu yaşam tutuınlanyla, uygunsuz olduğu­
liğinin kimileyin de yaşamın belli yönleri- nu bildiği davranışlarıyla, kendine yakış­
nin sahici olmayan bir yolla yoksayıldığı.­ aramadığı duygularıyla yüzleşmek yerine
ru anlatan ahlak felsefesi terimi. Sözgc- kaçmayı yeğlemesi olarak tanımlanabilir.
limi, "Sanıldığı. gibi bir uyuşturucu ba- Kiprun kendisini kandırması aynı başka
ğımlısı değilim, istesem yann hemen bı­ insanları kandırması gibi etik açıdan pek
rakırım" gibi uyuşturucu kullanımını ge- çok soruyu doğallıkla gündeme getir-
rekçelendimıeye yönelik bir tümce tipik mektedir. Bu sorular arasında belli başh­
bir kendini kandırma örneğidir. lan olarak şunlar sayılabilir: "Kendini
Kierkegaard, Heicleggcr, Saı:tte gibi kandırma her durumda ve her bağlamda
varoluşçu felsefenin önde gelen düşü­ ahlikdışı bir görüngü müdür, yoksa yal-
nürleri en genel anlamda kendini kan- nızca ahliksal bakımdan yanlış eylemler-
dırma görüngüsünü, insanın kendi öz- de bulunulmasına götürdüğünde ya da
gürlüğü ile karşılaşmak durumunda kal- ahlikdışı eylemleri desteklediğinde mi
dığında yaşadığı. derin kaygıdan bir an ahlikdışı sayılıiıalıdır?"; "Kendinden so-
"önce kaçıp kurtulmak anıaayla başvur­ rumlu olmak ile kendini kandırmak ara-
duğu bir "*kötü inanç" ya da "sahici ol- sındaki etik ilişki nasıl temelleııdirilebi­
mayan varoluş" diye tanımlamaktadır. lir?''; "Sahici olmak kendini kandırmak
Pek çok insan geriye dönüp baktığında karşısında ne denli önemlidir, bu önem
böylesi bir görüngünün yaşamında ne etik açıdan nasıl temellendirilebilir?";
denli büyük bir yer tuttuğuna tanık olsa "Dünya gerçeklerine uyum sağlamak a-
da kişinin hangi bağlamda kendisini kan- dına sahici olmaktan vazgeçip k~
dırdığı. ya da kendisi tarafından ne ölçü- kandırarak yaşamak etik anlamda doğru
lerde kandınldığı. her zaman için o kadar bir davranış olarak görülebilir mi?";
açık değildir. Bu yüzden kendini kandır­ "Tek tek kişiler gibi çeşitli kişilerden ku-
ma etiği bağlamında en çok yanıt aranan rulu toplumsal öbekler için de kendini
sorulardan biri, bir yandan kendini kan- kandırma görüngüsünün sözü edilebilir
dırma görüngüsünün ne olduğu kavran- mi?".
maya çalışılırken, öbür yandan ondan u- Kendini kandırma olayında içerimle-
zak durmayı başamıanın nasıl olanaklı nen etkinlikler ile bilinç yaşantıları, özel-
olduğudur. Konu üzerine yoğunlaşan dü- 1ilde doğru olduğunu kesinlikle bildiği­
şünürlerin önemli bir bölümü, kendini miz şeyin tam zıtanı yapıyor olcluğumuz
kandımıa olayını bütünüyle bilincinde o- durumlar için verdiğimiz gerekçelendir-
lunmadan yapılan, kökleri büyük ölçüde melerde, bir yandan yapuğımızı gerekçe-
bilinçdışında yatan bir yaşanı pratiği ola- lendirirken öbür yandan kendimizi kan-
rak gördüklerinden; insanların can yak- dınyor olmamız nedeniyle önemli bir aç-
ması olası birtakım gerçeklerle yüzleşme­ maza konudurlar. Nitekim söz konusu
mek için, çoğunluk bile isteye, kaçtıklan açmaz yalnızca ahlik felsefecilerinin de-
durumu ya da olguyu değillemek adına ğil bilgikuramı ile zihin felsefesi alanında
birtakım ussal kanıtlar bulmakta oldukça çalışmalar yürüten pek çok felsefecinin
usta olcluklarına parmak basmaktadır. de bir hayli ilgisini çekmektedir. Pek çok
Kendini kandırma görüngüsü, başta düşünüre göre kendini kandırma açgöz-
bilinç, ussallık, özgürlük, mutluluk, de- lülük, acımasızlık, umursamazlık gibi ah-
ğer bağlanımlan, yaşanı ülküleri olmak lakça yanlış hareketlerin, giderek üstlerini
üzere insan doğasının hemen her yönüy- daha bir örtüyorsa ya da buna benzer
le şöyle ya da böyle ilgili olcluğundan ahlikdışı hareketleri özendirerek iyiden
kamması son derece güç ve karmaşık­ iyiye yerleşmelerine olanak tanıyorsa,
tır. Çok genel bir deyişle, kişinin her tür- kendini kandırma durumu patolojik bir
kendini kandırma etiği 810

hal almış olduğundan bir an önce mü- duğunu belirtmektedir. Kant bu noktada
dahale edilmeyi gerektirmektedir. Çoğu daha da ileri giderek kendini kandırma­
felsefeciye göre burada atılması gereken nın kendi içinde ahlakdışı bir eylem ol-
ilk adını, bütün karakter bozukluklarının ması bir yana, başkalanna karşı ödevle-
altında yatan, bir bakıma onlan her ge- rimizi yerine getirmemize engel olması
çen gün besleyerek daha içinden çıkıl­ nedeniyle aynca ahlakdışı olduğunu öne
maz bir hal almalanna yol açan kendini sürmektedir. Öte yanda David Pears ile
kandırmaıun ortadan kaldınlmasına, bu- Alfred R. Mele bu Kantçı konumu so-
nun için kendilik reformu yapılmasına nuna dek götürerek kendini kandırma ile
içtenlikle karar verilmiş olunmasıdır. Bu ahlaksal zayıflık (!-alerasia: "istenç güç-
bağlamda J oseph Butler 1722 yılında ya- süzlüğü') arasındaki ilişkiyi çözümlemiş­
yımlanmış iki ayrı konuşmasında kendini lerdir. Bu düşünürler kendini kandırmayı
kandırma görüngüsünün çok önemli iki doğrudan ahl:iksal bakış açısının yitimi
özelliğine dikkat çekmektedir. Bunlardan olarak değerlendirerek ahlaksal bakım­
ilki, ahlıiksal kurallar tam olarak açık ol- dan yeniden bir bakış açısı edinilmedikçe
mayıp belirsiz olduklarında kendini kan- kendini kandırma görüngüsünden kur-
dırmaya yatkın insanların söz konusu tulmanın güçlüğüne değinmişlerdir.
kurallann belirsizliğini işlerine nasıl geli- Kuşkusuz felsefe tarihinde kendini
yorsa öyle yorumlama1arıdır. Kendini kıın­ kandırma konusu üzerine Jean Paul Sar-
dirma görüngüsünün ikinci ayırt edici ö- tre kadar önemle eğilen bir başka düşü­
zelliği ise yerine getirilmeleri gerektiği nür daha yoktur. "Kötü inanç" diye ad-
açıkça belli olan ödevlerin yerine geti- landırdığı kendini kandırmayı bütünüyle
rilmeyişlerinin hep dış nedenlere bağla­ sahici olmama ile özdeşleştiren Sartre,
narak taşınan vicdan yükünün olabildi- sahici olmaya ilişkin verdiği betimleme-
ğince azaltılmasıdır. Butler'a göre her iki lerde kendini kandırmayı açıklığa kavuş­
özellik de kendini kandırma görüngüsü- turmaya çalışmıştır. Sartre sahiciliği kişi­
nün özünde insan bencilliğinin, kişinin nin kendi değerlerini kendisinin seçmek-
kendi tutkulan dışında gözünün başka te olduğuna ve seçtiği değerler uyarınca
bir şey görmüyor olmasının doğal sonu- dünyayı yorumlamakta bütünüyle özgür
cu olduğunu göstermektedir. Kendini olduğuna ilişkin farkındalık olarak ta-
kandırma olayının her zaman için ussal- nımlamaktadır. Tanımdan da açıkça gö-
laştırma, yani gerekçelendirme, yokmuş rüleceği üzere, sahicilik kendini kandır­
gibi sayma ya da yapma, dizgeli yoksay- ma amaçlı gerekçeler, özürler ya da ba-
ma gibi çefitli taktiklerle gerçekleştirildi­ hanelerden bütünüyle ayn olan insanın
ğini ileri süren Butler, kendini kandıran temel özgürlük durumudur. Sartrc'a göre
kişinin yaptığı yanlışların az buçuk farkı­ en kötü kendini kandırma biçimi (Yahu-
na vannca ya da yaptıklannın doğrulu­ di düşmanlığında ya da değişik siyasal
ğundan biraz olsun kuşkulanmaya başla­ egemenlik biçimlerinde en açık biçimle-
yınca, hemen o an kendini araştırmaya riyle görüldüğü üzere) doğrudan ötekile-
son verdiğini, kişinin bilincinin gözlerini rin eyleme özgürlüğünü hiçe saymaya
yaptıklarına kapayarak kendini kandırma yol açtığından ötürü bilincin özgürlüğü­
yoluna girdiğini dile getirmektedir. But- nün bütünüyle tanınmayışıdır. Bununla
ler aynca kendinden kaçarak uzaklaşma­ birlikte genelde özgürlük değil de yalnız­
nın özünde "yönelmişlik"e konu bir ey- ca kendini kandırmanın söz konusu ol-
lem biçimi olduğunu söyleyerek, kendini duğu her yer, gerçekte kişinin yaşantıları
kandıran kişinin yalnızca kendine zarar ile eylemlerini özgürce kendisinin seçti-
vermekle kalmayıp yöneldiği kişilerle i- ğinin yoksayıldığı yer anlamına gelmek-
lişkilerine de hep bir kandırmaca yoluyla tedir. Sartre bu noktada, kendini kan-·
yaklaşacağından başkalanna da zaran ol- dırma stratejilerinin çok büyült bir bölü-
811 kendisi için varhk

münün, gözlerin vakit geçirmeden kaygı diğer bölümüyse bir düıenleme meka-
üreten yaşam bölgelerinden keyif üreten nizması olarak gördükleri kendini kan-
yaşam bölgelerine kaçırılması işlevini ye- dımıanın ruh sağlığı için son derece ya-
rine getirdiklerini ileri sürmektedir. Buna rarlı ve gerekli olduğunu vurgulamakta-
göre tipik sahici olmayan, yani kendini dır. Sözgelimi Preud çok az yerde doğ­
kandıran insan davranışı, mutluluk va- rudan kendini kandırma sözcüğünü kul-
dettiği sürece özgürlüğün (aşlµnlık) olur- lanmasına karşın, yorumculan bastırma,
!anmasıyken, kaygıya yol açacak sert ya- yansıuna, yücelune gibi savunma meka-
şam gerçekleriyle (olgusallık) karşılaşa­ nizmalarının her birini bir kendini kan-
ğında ise özgürlüğün sorumluluğundan dırma biçimi olarak okuduklanndan, Pre-
kaçmak yönündedir. Sattre, kendini kan- ud'un bu mekanizmalara 4eğgin verdiği
dırmadaki temel stratejinin (orijinal tasa- açıklamalann özünde kendini kandırma
nrun), inanmak istedikleı:imiıe değgin el- açıklamalan olduğunu düşünmektedirler.
deki en küçük kanıtı bile olabildiğince Preud'a göre insan bu çeşitli savunma
abartarak, inanmak istediklerimize karşı mekanizmalannı kullanarak zihnin üst ke-
olan en önemli kanıtlan ise hasır altı e- simine karşılık gelen ''ben" ve toplumsal
derek, bize daha büyük bir haz getirece- bakımdan edinilmiş değerlerle biçimle-
ğini düşündüğümüz iııancımw destekle- nen "üstben"in yaıdımıyla kendisini "id"e
yen her şeyi kılı kırk yaran bir öıenle (ılkel ben) karşı -yani bilinçdışı, saldır­
toplayarak, inanma için gerekı:n sahici gan, yıkıcı, cİİlsel arzu ve isteklerin saldı­
ussallık .ölçütlerini çarpıunalttan oluştıı­ nsına karşı- korurken, insan ruhundaki
ğunu dile getirmektedir. Öte yanda bü- bu üçkatlı diyalektiğin mantığı ilkece ken-
yük Alman fıloıofu Nietzsche, Sattre' dini kandımıa üstüne kurulmuştur. Öte
dan hem çok daha önce hem de çoğu yanda bilişsel ruhbilimciler, zihin sağlığı­
bakımdan daha yetkin bir kendini kan- nı korumada kendini kandırma sürecinin
dırma etiği eleştirisi sunmuştur. Ahlaksal oynadığı olumlu roller üstüne yoğunlaşa­
değerlerin nesnelliği adına geleneksel i- rak, birer kendini kandırma biçimi olarak
nançlann sorgulanmadan benimsenme- değerlendirdikleri taşınan erdemlerin a-
lerine şiddetle karşı çıkan Nietnche, "bü- barrılması, gerçekleri hiçe sayacak dere-
tün değerlerin yeni baştan değerlendi­ cede aşın bir iyimserlik içinde olunması
ı:ilmesi" adını verdiği tasaııaında, söz ko- ve her şeyin denetim altıncla olduğu ya-
nusu kendini kandırmaya yataklık eden nılsamasının yaratılması yoluyla travma-
kokuşmuş değer yapdarının içtenlikle ve tik olaylann ve ruhsal çöküntü nedeni
cesaretle tek tek yıkılmalamıın gereğini olan belirsizliklerin önünün alındığını i-
vuı:gulamışur. Bu bağlamda ilginç olanı leri sürmektedirler. Aynı biçimde sosyo-
Nietzsche'nin sahici değerlere göre yaşa­ biyologlar da insan olarak yanlışlara ina-
yabilmek için gereken "erk istenci''nin narak kendimizi kandırmamızın çok da-
daha da güçlü kılınması amaayla belli ha başanyla yaşamamızın önünü açtığını
ölçüde kendini kandırmanın gerekli ol- düşünmektedirler. Kuşkusuz tüm bu top-
duğunu savunmasıdır. lum bilimciler, felsefede hep baştan o-
Felsefede geliştirilen değişik kendini lumsuzluğu olurlanarak soruşturulmuş
kandırma yaklaşımlarından ayn olarak, kendini kandırma görüngüsünün olumlu
ruhbilimciler ile toplum bilimciler de ko- yönlerine dikkat çekerek, bir anlamda
nunun üzerinde önemle dumıalı:tadıı:lar. kendini kandırma etiğini tersyüz ederek,
Bu bağlamda ruhbilimcileı:in önemli bir alandaki büyük bir eksikliği de doldur-
bölümü özünde bir savunma mekaniz- muş olmaktadırlar.
ması olarak gördükleri kendini kandır­
manın ruh hastalığına dek varan zararlı kendisi için varhk [İng. beiırg-far-itse!f.
yönlerine odaklanırken, buna karşı bir Pr. im po11r-soi; Alnı. seitt far sidı] bkz.
kenon 812

Sartre, Jean-PauJ; kendinde/kendisi m~ının nedeni, 'anımsamak' ve 'isteye"


için. rek yapmak' kavramlannın gerisinde bir
sayıltı olarak yatan bu koşulların gerçek-
kenon (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde leşmemiş olmasıdır. Başka bir deyişle,
varlığı kimi filozoflarca (özellikle de a- bunlar ancak söz konusu koşullar geçer-
tomcular tarafından) onaylanırken kimi- liyse söylenebilir.
lerince de (Parmenides, Aristotcles, Sto- Searle, zamanla yaygınlaşan bu çö-
aalar vd.) yadsınan "boşluk" için kulla- zümleme yönteminde, bir kavram ya da
nılan terim. bir terimin anlamı çözümlenirken içinde
söz konusu terimin geçtiği bir kesirıle­
kenosis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesin- menin hangi koşullarda yapılabileceğini
de Empedokles'in hazzın kaynağını ve sormanın, kavram ya da terimin anlamı
doğ.ısını açıklarken kullandığı, "bir şeyin ile bir kesinlemede bulunmanın başarı
eksilmesi, tükenmesi ya da boşalması" koşullarını birbirine karıştırmak anlamı­
anlamına gelen terim. Empedokles'in haz na geldiğini; dilci fılozofların 'anımsa­
öğrerisi, aayı doğaya uygun bir şeyin ek- mak', 'isteyerek yapmak' gibi terimlerin
sildiği olarak görürken, hazzı ise bu ek- anlamı olarak ortaya attıkları içeriklerin,
sildiğin giderilmesi ya da doyurulması di- aslında 'Kendi adımı anımsıyorum', 'Bu
ye kavrar. Aynca bkz. anaplerosis. kitabı İsteyerek yazıyorum' diyerek bu-
lunduğumuz kesinlemelerin başarı ko-
kesb (Ar.) bkz. Eı'adye. şullan olduğunu ileri sürer. Sözgdişi, o-
lağan koşullarda 'Soluk alıyor', 'Sol elin-
kesinleme yanıJgısı [İng. assertion fal- de beş parmak var' demek de tuhaf ka-
lofT, Alm. behalljJtuııgsfalla~] Searle'e gö- çar. Nasıl 'Soluk alıyor' demek, ortada il-
re, XX. yüzyılda dilci felsefenin, yapılan gili kişinin solumasının durmuş olması
dilsel çözümlemelerin gerisinde genel bir gerektiğini düşünmek için birtalam ge-
dil felsefesi olmamasından kaynaklanan, rekçeler olmadıkça; nasıl 'Sol elinde beş
birbiriyle bağlantılı üç yanılgısından biri: parmağı var' demek ortada ilgili kişinin
Kesirıleme yanılgısı, söz ediminin yerine sözgelişi sağ elinde altı parmağı olma-
getirilme koşullarını, binakım kesinleme- dıkça yerinde değilse, olağan koşullarda
lerde bulunurken kullanılan belirli söz- 'Kendi adımı anımsıyorum' ya da 'Bu ki-
cüklerin anlam çözümlemesiyle karışur­ tabı isteyerek yazıyorum' demek de ye-
ma yanlışıdır. Öteki ikisi, doğalcılık ya- rinde değildir. Çünkü, bir kesirıleme, ya-
nılgısı yanılgısı ile söz edimi yanılgısıdır. ni bir şeyin şöyle şöyle olduğunu söyle-
'Anımsamak', 'isteyerek yapmak' gibi mek, ancak ve ancak ortada olağandışı
birtakım sorunlu kavramlan çözümlemek bir durum varsa, o şeyin öyle olması ola-
isteyen Gilbcrt Ryle, J. L. Austin gibi ğanclışıysa yerinde sayılır, başka bir de-
dilci filozoflar, onları dile getiren terim- yişle tuhaf kaçmaz. Bu ise 'anımsamak',
lerin kullanımını incelerler ve bu incele- 'isteyerek yazmak', 'soluk almak' ya da
mede, birtakım durumlarda bu kavram- 'beş parmağı olmak'ın anlamıyla değil,
ları uygulamanın, örneğin olağan koşul­ kesinlemedc balunmanın başarı koşulla­
larda 'Kendi adımı anımsıyorum', 'Bu ki- nyla ilgili bir konudur. Aynca bkz. do-
tabı isteyerek yazıyorum' gibi sözler söy- ğalcılık yanılgısı yanılgısı; söz edimi
lemenin tuhaf kaçtığını saptarlar. Onlara yandgısı.
göre, her kavramın uygulanabilirliğini be-
lirleyen, kavramsal çözümlemelerde ya kesi§imli küme bkz. küme; kümeler
da anlam çözümlemelerinde ortaya çıl:a­ kuramı.
nlmaya çalışılan binakım koşullar vardır.
Söz konusu sözleri söylemenin tuhaf kaç- khaunotes (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
813 la.ta felsefesi

sinde, özellikle de Aristoteles'te (Ni/eo- çektiği deneyci geleneğe karşı temelleri


111akhola Etik), "bumu büyüklük" ya da ilkin Descartes ile atılan, daha sonraysa
"kendini beğenmişlik" anlamında kulla- Spinoza ile Lcibniz tarafından genel
nılan terim. çerçevesi çizilen usçu felsefe anlayışına
karşılık gelmektedir. Bu geleneksel an-
klıora (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde lamlarına karşın, günümüzde "kıta fel-
"kalıcı bir nicelik" ya da "sürekli bir bü- sefesi" terimi, "çözümleyici felsefe" ile
yüklük" olarak "yer" anlanunda kullanı­ "kıta felsefesi" arasında yapılan ayrıma
lan terim. Ayrıca bkz. ropos. bağlı olarak köklü bir anlam açılınu ge-
çirerek, çok büyük ölçüde İngilizce ko-
klıoris(ton) (Yun.) İlkçağ Yunan felse- nuşulan ülkelerin çözümleyici felsefe
fesinde, özellikle de Aristoteles'te, tözün yöntemi dışında kalan Alınan ya da
(*oıuia) belirleyici bir özelliği olarak "ay- Fransız kaynaklı bütün felsefelerin ve
n" ya da "tek başına"· anlanunda kulla- felsefe yapma biçimlerinin ortak adı ola-
nılan terim. rak kullanılır olmuştur. Bu enson anla-
nuyla bakıldığında, kimileyin "Kıta Av-
kbrematistike (Yun.) İlkçağ Yunan fel- rupası Felsefesi" diye de anılan kıta fel-
sefesinde, özellikle de Aristoteles'te, mal- sefesi, günümüzün yerleşik felsefe di-
mülk edinme, para kazanına sanatını ifa- linde çok büyük ölçüde Kant sonrası bir
de etmek için kullanılan terim. Aristote- felsefe yapma biçimini anlatmak ama-
les bu sözcüğü gerek geniş anlamda cıyla kullanılmaktadır.
"maddi refah edinme sanatı"ru, gerekse Kıta felsefesi diye anılan felsefe ge-
dar anlamda "bencilce servet edinme sa- leneğini ya da çerçevesini anlamanıp. en
natı"ru nitelemek için kullannuştır (Ni- iyi yolu, pek çok konuda kendisine karşı
/eomalehos'a Etik, 5. Kitap). uslamlamalar getiren çözümleyici felsefe
geleneği ile kavgaya varacak denli şid­
khronos (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesin- detli tartışmalara girmesine neden olan
de "zaman" anlamında kullanılan terim. derin ayrılıklar üstüne odaklanmaktan
geçer. Her iki felsefe geleneği de en bü-
kısudöngü bkz. circulus vitiosus, pe-- yük son filozof olarak Kant'ı görmekte-
titio principü. dir. Kant'a gelinene değin söz konusu
ayrımın izini sürebileceğimiz şu ya da
kısıtJamacı yararcıJık [İng. mtrit:tiw 11ti- bu türden felsefi değeri bulunan bir ko-
lilarimti.s111] bkz. yararcılık pukluk yoktur. Daha çok "Kant sonra-
sı" felsefe içinde belirginlik kazanmaya
kıta felsefesi [İng. conlinental philtısop~; başlayan çatallanmanın izleri çok çok
Pr. pmltı.sophit co111i11entak, Alm. /eonli11en- XlX yüzyılın ortalanna değin sürülebi-
tak phiJIJsophie] En genel anlamda, Eski lir. Çözümleyici gelenek temelde daha
Yunan felsefesiyle başlayıp daha sonra çok Frege'nin dil felsefesi ile felsefi
ortaçağın Alman ve Fransız felsefeleri mantığı üstüne bina olurken, kıta gele-
aracılığıyla günümüze ulaşan özgül fel- neği Husserl'in görüngübilirnine yasla-
sefe geleneğini anlatan felsefe terimi. nır. Bu bakımdan kıta geleneği XIX
Buna karşı kimi felsefe tarihçilerine gö- yüzyılın Alman idealizmi ile romantiz-
re kıta felsefesi geleneğini Descartes ile minin etlcisi altındaki Hcgcl, Schopen-
başlayan modem felsefe döneminin ön- hauer, Nietzsche gibi filozoflar göz ö-
cesine götürmek son derece yanlıştır. nünde bulundurulmadan düşünülemez­
Nitekim bu felsefe tarihçilerine göre kı­ ken, çözümleyici gelenek XlX. yüzyıl
ta felsefesi daha çok Bacon, Lockc, felsefeleri ile filozoflarını bile isteye
Berkeley, Hobbes ve Hume'un başıru yoksayar. Öyle ki çözümleyici felsefeci-
kıta felsefesi 814

!erin büyük bir bölümü için XIX. yüzyıl Genellikle İngiliz çözümleyici felse-
felsefe açısından ortaçağdan bile daha fesinin, Green, Bradley, McTaggart gibi
karanlık bir çağdır. Nitekim 1970ıere felsefeciler eliyle XIX. yüzyılın ikinci ya-
gelinene değin pek çok İngilizce eğitim nsında İngiltere'de dolaşıma sokulmuş
veren üniversitede gerek lisans gerekse olan idealizmin, özellikle Hegelci idea-
yüksek lisans programlannda kıta felse- lizmin yadsınması ya da çürütülmesi et-
fesi içerikli dersler açılmasından özenle kinliğinden doğduğu öne sürülür. Rus-
kaçınılmışur. Bu noktada bugün kurum- seli ile Moore'un yazılan bu durumun
sallaşmış olduğu açıkça görülen çözüm- en iyi örnekleri olarak gösterilebilir. Bu-
leyici felsefe ile kıta felsefesi aynmını nunla beraber, çözümleyici felsefenin
özdlikle çözümleyici felsefecilerin çok genel çerçevesini çizen Russell ile Moo-
daha fazla önemsediklerini ve bu ayrımı re'un felsefece konumlan, yaşamı boyun-
bir biçimde korumak adına çeşitli felse- ca idealizmi kendi felsefe anlayışının baş
fe uslamlamalan sunduklarını, kıta felse- düşmanı bilmiş Gottlob Frege'nin man-
fecilerinin ise ayrım üstünde çok da faz- tıksal soruşturmalarından bir hayli etki-
la durmadıklarını belirtmekte yarar var- lenmiştir. XIX. yüzyılın kapanışıyla bir-
dır. likte Fregc'nin felsefe gündemine getir-
Kıta felsefesindeki "kıta" sözü ilk el- diği yenilikler, egemen idealizm öğreti­
.de belli bir coğrafyayı, sınırlan çizili belli sine karşı bir çıkış yolu göstermiştir. ·
bir bölgeyi, yani Avrupa kıtasını bildir- Kıta felsefesi ile idealizmin pek çok
mektedir. Bu anlamda çözümleyici fel- noktada örtüştürülmesinde belli bir doğ­
sefe, Britanya Adası'nın felsefesi olarak ruluk payı vardır: Nitekim, çözümleyici
kökenine inildiğinde, kıtaya duyulan bir felsefede Hegel üstüne çalışma yapma-
tepkiden doğmuş; sonralan -özcllikle de nın küçültücü bir yanı varken, kıta felse-
yeni kıta Amerika'nın eklemlenmesiyle fesinde Hegel adının kilit önemdeki ye-
birlikte- İngilizce konuşulan ülkelerin e- rini koruduğu rahatlıkla söylenebilir. Bi-
gemen felsefe anlayışı haline gelmiştir. çemindeki okuma ve anlama güçlükleri
Ne var ki kıta felsefecisi diye görüleme- ile kavramsal bulanıklığı yüzünden içine
yecek Frege, Carnap gibi felsefeciler bir türlü girilemeyen Hegel'in olağandışı
coğrafi !,akımdan kıtalı olmakla birlikte metni Tinin Göriitıgiibilimi, çözümleyici fel-
felsefi bakımdan çözümleyicidirler. Bu sefe çevrelerinde kıta felsefesinin gerçek
bakımdan söz konusu aynının Alman ya anlamda bir felsefe olmadığını temellen-
da Avusturyalı felsefecilerin çözümleyici dirmek amacıyla sıkça başvurulan bir ör-
felsefenin kökenlerinde yatan katkılan­ nek-yapıt olmuştur. Çözümleyici felsefe-
nın göz ardı edilmesi gibi zararlı bir so- cilere göre Hegcl'i arılamada karşılaşılan,
nucu da olmuştur. Üstelik çözümleyici biçeminden kaynaklanan "güçlük"ler or-
felsefenin kurucu babası Frcge ile yine tadan kaldırıldığında bile öğretilerinde bir
en büyük temsilcilerinden Wittgcnstein, açıklığın hemen baş göstereceğini bek-
kıta doğumlu, kıtada yaşayıp ölmüş bi- lemekten daha yanıltıa bir şey olamaz.
rer felsefecidir. Son çözümlemede, fel- Burada "güçlük" niteleci üzerine bir
sefi açıdan geçerliliği bir yana bırakıla­ parça eğilmenin yaran olabilir. Bir metin
cak olursa, söz konusu ayrım özdlikle ne zaman güçtür; bir metni okunması
il. Dünya Savaşı'ndan sonra coğrafi o- güç kılan tam olarak nedir? Bunun yanı­
larak başka başka bölgelerde yapılan fel- unı vermenin hiç de öyle kolay olmadı­
sefeyi anlatmaktan çok, birbirinden çok ğını düşünen günümüz kıta felsefecileri,
değişik sorulan, izlekleri, amaçlan, hep- bir metni arılaşılmaz diye bir kenara a- ·
sinden önemlisi de felsefe yapma bi- tanların tutumunun altında yatana bakıl­
çemleri olan iki ayn felsefeyi belirtmek dığında, Çoğunluk kendi "anlama alış­
için kullanılagelmektedir. kanlıkları"na yönelik bir başkalık, bir ta-
815 lata feJıefcsi

ruşmayışlık olduğunun görüleceğini be- manlık alanı olarak çözümleyici felsefe


lirtmektedirler. Özellikle kıta felsefesinin ilekıta felsefesi arasındaki bütün bağ­
yorumbilgisi kanadı, buna bir de bu baş­ daşmazlıkların "Anglo-Amerikan" coğ­
kalık ya da tanışmayışlılı: üstüne emek rafya ile "Kıta Avrupası" arasındaki kül-
harcamanın ve yeterince zaman ayırma­ türel, siyasal, toplumsal karşıtlıklara in-
nın vakit kaybı olduğu önyargısı eklenin- dirgenebileceğini savunmaktadır. Daha
ce metnin tez elden felsefe dışına itelen- açık bir biçimde söylenirse, bir felsefeci-
mesinde şaşılacak bir yan olmadığını nin kendi uzmanlık alanını tanımlayışı­
söylemektedirler. Gadamer'in deyişiyle, nın, herhangi bir felsefe geleneğinin
metnin okuyucudan talep ettiğini vere- kimliğini almasının siyasal içerimleri bu-
meyenlerin en sık başvurduklan yollar- lunan ideolojik tercihlerle, jeopolitik ko-
dan biridir bu: "belli felsefe bağıtlannın şullanmışlıklarla, getirdiği pratik çıkarlar­
metinde çiğneniyor oluşu yollu gerekçe- la, lasacası güç edinim ilişkileriyle belif-
lere sığınmak." lendiğini söylemektedirler. Bu bağlamda
Frege'nin çağdaşı olan, aynca arada önde gelen çözümleyici felsefecilerden
bir tartışmaya girdiği Edmund Husserl, John Searle, İngilizce konuşulan ülkeler-
ortaya koyduğu yapıtlarla, çözümleyici· deki çözümleyici felsefe uzmanlık dalı­
felsefenin bakış açısından idealizme e- nın görüngü bilim, yorum bilgisi, post-ya-
ğilmesi nedeniyle yeni bir idealizm çe- pısalcılık gibi çözümleyici olmayan lata
~tlemesi olarak görülebilecek görüngü- felsefesi türleri üzerindeki hegemonya-
bilimi ilk felsefe olarak temellendirmiş­ sından söz açmaktadır.
tir. Nitekim sürekli pusuda bekleyen çö- Hegel kıta felsefesinde başköşeyi tut-
zümleyici felsefenin kıta felsefesindeki masına karşın, savaş sonrası kıta felsefe-
bu yeni oluşuma kuşkuyla yaklaşması si, özellikle de Fransız uzanttlan Hegelci
bir bakıma görüngübilimi idealizm ge- felsefeye yönelik ağır eleştiriler getirerek
leneğinin uzantısı olarak değerlendirme­ kıta felsefesinin kendi içindeki çokseslili-
sinden kaynaklanmaktadır. Bu değerlen­ ğine önemli bir örnek oluşturmuştur. Ba-
dirmenin kökeninde, Husserl'in felsefe- taille, Levinas, Blanchot, Derrida, Lyo-
ce düşünüşünün izlerinin modern felse- tard gibi düşünürler Hegel felsefesine yö-
fenin kurucu babasJ Descartes'a dek sü- neltilen eleştiri dalgasında başı çekmiş­
rülerek Kartezyen felsefenin öznelci i- lerdir. _Burada sorgulanan aslında Hegel'
dealizmin değme örneği olarak tanım­ in idealizmi değil, onun kuşkuyla karşı­
lanmış olması yatar. Felsefe tarihinde ö- lanması gerektiği düşünülen "*özdeşlik
nemli bir figür olmakla birlikte, Descar- felsefesi"nin en önde gelen destekçisi ol-
tes'ın başlıca amacı önceki kuşaklardan masıdır. Bu nedenle son dönem kıta fel-
keskin bir kopuşu gerçekleştirmek değil sefesinde, özellikle Hegel'den kaçma ça-
geçmişte yapılmış yanlışlıkları düzelt- basının er ya da geç Hegel'e, dolayısıyla
mek olmuştur. Oysa İngiliz çözümleyici da özdeşlik felsefesi'ne geri dönmeyle
felsefesi Frege'nin kanatlan altında özel- sonlanacağı bilindiğinden, çok incelikli
likle mantık alanında keskin bir kopuşu stratejiler geliştirilmiştir. Bu stratejiler ge-
amaç edinmiş olduğundan idealizm nok- liştirilip yaşama geçirilmediği takdirde öz-
tasında Descartes'a bağlanabildiğini gör- deşlik felsefesi yeniden üretilmiş olacak-
düğü hemen tüm felsefe araştırmalannı tır. Kıta felsefesinin bu noktada en be-
elemeyi kendisine ödev bilmiştir. lirgin farkındalığı, özdeşliğin farkltlıkları
Kıta felsefesi sonralan "Kıta Usçulu- tektipleştirmesine, başkalıklan ya da öte-
ğu", "Alman İdealizmi", "Fransız Yapı­ kilikleri türdeşleştirip birleştirmesine karşı
sökümcülüğü" gibi başlıklarla ayn dü- korunaklı olunmasına yöneliktir. Kıta fel-
şünce patikalarında daha da derinleş­ sefecilerinin alışılmadık biçem öğelerine
miştir. Kimi felsefeciler, ayn birer uz- başvunnalan diyalektik olmayan bir "ay-
lata felsefesi 816

nm felsefesi" olanağını korumak adına­ ri, temcldenci varsayımları, ikiliklere da-


dır. Yükselen değer bundan böyle "aynı­ yalı oluşları, "izm"leri, şu ya da bu mer-
lığın emperyalizmi" değil aynlıktaki öz- kczcilikleri açısından okunmazlar. Dcleu-
gürlük, bilinen tanıdık bir aynıya indir- ze için felsefe uğraşısı son çözümlemede
gcnemcycnin ötekiliğinin öteki olarak tu- kavram yaratmadır -sonra da bu kav-
tulmasına özen gösterilmesidir. Bu tu- ramları eyleme geçirme. Kıta felsefesinin
tumun, yani aynılık üretmek adına ser- bu çok renkli, çok betili resmi, Frarıkfurt
gilenen diktatörlükten ayrılığı korumak Okulu'yla birlikte bakılınca daha da renk-
adına gösterilen özene geçi~ başlı ba- lenir. Habemıas ile Gadamer arasında ö-
şına toplumsal, siyasal, etik içerimleri bu- nemli aynlıklar bulunmasına karşın bu i-
lunduğu açıktır. Ayam felsefesi adına ki düşünür Derrida'yla olan yakınlıkları­
yürütülen Hcgel eleştirilerinin en önem- na oranla çok daha yakındırlar birbirle-
lilerinden biri Deleuze eliyle dolaşıma rine. Öbür yanda Adorno, Derrida'ya ku-
sokulmuştur. Dcleuze'ün ayrım felsefesi ruculanndan olduğu Frankfurt Okulu'
içkinci, aşkıncılık karşıtı bir felsefedir. nun izleyicilerinden en önemlisi Haber-
Aynm ile Yinekme'de Dcleuze, Hegel'in mas'a göre çok daha yakındır. Çözümle-
*physis (doğa) ile *pıyle.he'nin (ruh) devi- yici felsefeciler ile kıta felsefecileri ara-
nisi yerine kavramların soyut devinisini sında da bu türden yakınlık-maklık-or­
öneren bir filozof olduğunu düşünür. taklık-karşıtlık bağları kurmak olanaklı­
Buna göre Hegcl, tikelin tümel ile İdea' dır. Sözgclimi, çözümleyici felsefeci Da-
da olan gerçek ilişkisinin yerine, tikelin vidson ile kıta felsefecilerinden hem Ga-
kavram ile gencide olan soyut ilişkisini damer hem de Dcrrida arasında yakın­
geçirmektedir. Dcleuze şunu da ekler: lıklar gözleyenler vardır. Yıne, çözümle-
"Hcgcl'in döngüsü ... yalnızca özdeş ola- yici felsefecilerin Dcleme'ün yapıkuru­
nın olumsuzlanması aracılığıyla gerçekle- culuğıına, kökten kuşkuculuk ile göreci-
şen sonsm dönüştür." Demek ki kıta liğc götürdüğünü düşündükleri Derrida'
felsefecileri Hcgcl'e çok şey borçlu ol- run yapısökücülüğüne oranla daha bir sı­
makla birlikte ona çok çeşitli biçimlerde, cak baktıkları söylenebilir.
çok değişik tonlamalarla karşı çıkmakta­ Bu söylenenlerden anlaşılacağı üzere,
dırlar. kıta felsefesi çoğunluk sanıldığının ter-
Sözgclimi, Derrida'run Hegcl okuma- sine tek bir bütün olmadığı gibi, belli bir
sı Dcleuzc'ünkine göre hem daha ince- yere yerleştirilebilecek tek bir konum da
likli hem de iki anlamlıdır. Bir bakıma si- değildir. Nitekim kendi içinde birbirle-
lahların kuşarulması çağrısında bulunur. riyle bağdaşmayan, ters düşen konumlar
Dcleuze ile Derrida 'run başka yollardan da dahil olmak üzere bir dolu düşünsel
yürüdüklerinin en açık göstergesidir bu. çerçeve, söz konusu çerçeveler içınde
Kendisini "radikal deneyci" olarak gören birbirleriyle örülü bir dizi altçerçeve, kat
Deleuze, Dcrrida gfoı s·52 oyunlarına, kat birbirlerine eklemlenmiş düşünme
arkaik söyleyişlere kapılıp gitmez; Der- gelenekleri, bunlar arasında da çeşitli etki
rida'run mctinciliğini kökten reddeder. alışverişleri bulunmaktadır. Bu bakım­
Yeri geldikçe Heidegger'i tanımadığını dan tek bir kıta felsefesi varmış anlayı­
belirtmekten de geri durmayan Dcleuze, şıyla harekete ya da saldınya geçmek, da-
Husserl'i ise ancak tek tük anar. Dcleme ha baştan kıta felsefesinin doğasını kav-
hiçbir biçimde yapısökücülüğün savunu- ramamış olmak anlamına gelecektir.
cusu olarak değerlendirmez kendisini, Çözümleyici felsefenin yöntembilg\si
tam tersine uslanmaz bir "yapı.kurucu" kategorileriyle kıta felsefesini değerlen­
olduğunun sürekli altını çizer. Derrida' dirmek, en az, gerek yöntem gerek sorun
run tersine Dcleuzc'ün felsefe ortamında gerekse amaç bakımından birbirine kar-
kavramlar sırf taşıdıkları ideolojik yükle- şıt Hegcl'i Kierkcgaard ile, Heidegger'i
817 lata felsefesi

Sartre ile, Husserl'i Derrida ile değerlen­ rek daha bir saran "içerik'' ile "biçem"
dimıek kadar kuşkuludur. Üstüne üstlük ayrımının pek çok aynın gibi yersiz bir
bunlann hepsi de kendilerine özgü dü- aynm olduğu düşüncesi de doruğuna
şünüşleri olan felsefeciler olarak, çözüm- Derrida'da ulaşmıştır. Bu duruşuyla Der-
leyici geleneğin o tek, hepsi aynı soyun rida, bilgi savlanna yönelik toplu bir kuş­
sopu olduğunu varsaydığı kıta felsefesi- kuculuk savunusu yapmak bir yana, fel-
nin birer üyesidirler. sefe biçeminin zihin bulandırmaktan öte
Kıta geleneği anlayışındaki taşlaşmış bir değeri olmayıp herkesçe anlaşılması
sorunlardan biri de çözümleyici fdsefe olanaklı olmayan bir gizem yumağı ola-
pemmial (başsız sonsuz) erdemleri olan rak dışlanması gerektiğini savunmuştur.
bdirginlik, kavramsal açıklık ve seçiklik, Bu bağlamda, Derrida'ya Cambridge Ü-
duruluk, söyleyiş yalınlığı, kesinlik gibi niversitesi'nce verilmesi düşünülen fahri
"olumlu" nitelikleriyle bilime yakın gö- doktora unvanı önerisine karşı çıkılmış;
rülürken, kıta felsefesinin özellikle yakın The Timelın 9 Mayıs 1992 tarihli baskı­
dönem Fransız felsefesinin de eklemlen- sında Derrida'nın kişiliğinde bütün bir
mesiyle birlikte kurgusal metafiziğe, an- kıta felsefesi geleneğine karşı aralarında
lam bulanıklığına, kişinin kendi içgörüle- Barry Smith, David Armstrong, W. V.
rine dayanması nedeniyle sanata, edebi- Quine gibi adlann da bulunduğu önde
yata dahil edilmesidir. Bir felsefe biçemi gelen 19 çözümleyici felsefecinin onak-
kuşkusuz düşünsel alışverişe olanak ta- laşa kaleme alarak irnzaladıklan böyle bir
nıyan bir söyleme olanağıdır; öznelerara- dışlama mektubu yayımlanmıştır. Mektu-
sı bir iletişimi baştan olurlayan bir dil tü- bun ana düşüncesi, Derrida'run felsefe
rüdür. Çözümleyici fdsefenin kıta felse- doktoru olmak için gereken akademik
fesine temel karşı çıkışlarından biri de nitelikleri taşımadığını tanıtlamaktır. Ta-
kıta felsefecilerinin böylesi bir düşünsel nıtlama yapılırken anlamayı bulandırma,
alışveriş olanağını ortadan kaldıran, öz- karşılıklı iletişimi
bozma, felsefe kavram-
nelerarası iletişim ilkesini hiçe sayan söy- larını çarpıtma türünden çeşitli gerekçe-
leyişler uydurmaları, gündelik dilden ala- lerden yola çıkılarak Derrida'nın felsefe-
bildiğine uzaklaşmış yapıntı bir cilller ile ci olmadığı, onun felsefe yazılarının da
söylemler bütünü kuruyor olmalandır. felsefe olarak sayılamayacağı yönünde
Karmaşık terimbilgisi, dolambaçlı· söyle- çok keskin bir vargıya vanlmaktadır. Ö-
yişler ve anlaması güç usyürütmelerden zü itibariyle Derrida'ya yöneltilen eleşti­
uzak durmak adına çözümleyici felsefe rilerin mantıkçı olgucu Rudolf Carnap'ın
yalınlığı, doğrudan söyleyişi, kolay anlaşı­ Heidegger'e yönelttiği eleştirilerden hiç
lırlığı kendisine erek edinmiştir. Kuşku­ de farklı olmadığını görünce, burada fel-
suz Bertrand Russell'ın etkisi burada da sefe olarak meşruluğu feshedilmek iste-
bdirleyicidir. Russell çözümleyici felse- nenin aslında bir bütün olarak Hegelrın
fenin genel çatısını kurmakla yetinmeyip soyundan olma diye görülen kıta felsefe-
genel anlamda geçerliliği benimsenmiş si olduğu açıktır.
yazma kurallanna ilişkin de önemli öl- Çözümleyici felsefe "sorun"larla, so-
çütler getirmiş; bu konuyu ''Nasıl Yazı­ run çerçeveleriyle düşünürken, kıta fel-
yorum" başlıklı bir yazısında derinleme- sefesinin "özel adlarla", filozoflann adla-
sine ele almıştır. rıyla anılan felsefeleri bağlamında düşü­
Kıta felsefesi ile çözümleyici felsefe nüyor olması bir diğer çatışkı nedenidir.
arasındaki bu durum, Jacques Derrida' Birisi soru yönclirnli bir düşüı:iüşken ö-
nın YazJbilgisine Dair adlı yapıtındaki ol- bürü filozofların adlarıyla özdeşleşmiş fel-
dukça ses getirmiş bir savıyla, "Metnin sefelerinin düşünce sularında düşünme­
dışında hiçbir şey yoktur" tümcesiyle ör- ye yönclirnlidir. Bu anlamda kıta felsefe-
ndclenebilir. Aynca kıta felsefesini gide- cileri için bu adlar birer düşünce bağıtı,
lata felsefesi 818

düşünme sözleşmesi değeri taşımaktadır. cana, Deleuzecü gibi. Ancak Deleuzecü


Ancak bu aynlıktan kıta felsefecilerinin deyişi de Stoacılık, Spinoza, Leibniz,
felsefe sorunlan üzerine düşünmedikleri Hume, Nietzsche, Bergson adlarında so-
gibi bir sonuç çıkartılmamalıdır. Nitekim mutlanmış felsefelerin beraberce taşın­
kıta felsefecileri, felsefeleriyle önemli bir dığı bir düşünüşün ortak adı olarak o-
yer tutan filozofların metinlerine yoğun­ kunmalıdır.
laşarak çalışmayı bir yöntem olarak ge- Kıta felsefecileri herkes için yazmaz-
liştirirken, felsefenin tarihsel bir etkinlik lar; herkesçe anlaşılmak gibi bir kaygıyı
olduğunun, felsefenin alabildiğine uzun da çalışmalarının gidişatını etkileyeceğini
bir tarihi olmasırun ne denli önemli ol- düşündüklerinden birincil anlamda güt-
duğunun ayırdındadırlar. Oysa çözümle- mezler. Sözgelimi Derrida kendi yazısı­
yiciler, önlerine bir felsefe sorunu alıp nın, okuyucudan farklı bir okuma yap-
koymayı, o sorunu çözebilmek, üstüne masını, felsefe metniyle başka türden bir
düşünebilmek için yeterli bulurlar. Bu ilişkiye geçmesini beklediğinin altını ö-
anlamda o sorunun tarihine, tarihinde ne nemle çizer. Bu anlamda ortalama okur
gibi çözümler getirildiğine, ne gibi anla- için kıta felsefesi metinleri çoğunluk sı­
yışlar geliştirilmiş olduğuna bakmak gibi kıntılı bir okuma süreci olarak deneyim-
bir dertleri yoktur. Çoğunluk ele aldı.klan lenir; pek çok durumda da tam bir anla-
sorunun çözümleyici felsefece işleniş ta- maya varmamış eksikli, yanm yamalak,
rihi yüz yıllık bir süre olduğundan, bu bulanık görüler doğurur okuyucusunda.
i~erini daha bir kolay kılar. Bunun ya- Yavaş okuma sanatı gösterilmesi bekle-
nında çözümleyici felsefeciler arasında nir pek çok durumda; Nietzsche'nin fi-
hangi sorunların çözülüp sorun olmak- loloji (örübilirn) için söylediği türden bir
tan çıknklan, hangi sorunlatın sorun ol- okuma.
maktalıklarıru sürdürdüğü yönünde or- Çözümleyici felsefe :XX. yüzyılda boy
tak bir anlayış vardır. göstermiş bir felsefe yapma yolu olarak
Çözümleyici düşünce geleneği gerek felsefe tarihinin büyük bir bölümüne yö-
felsefe sorunlarını gerekse felsefe uğraşı­ nelik çok da temellendirilmemiş bir red-
sını en küçük birimlerine değin bölümle- di mirasta bulunurken, kıta felsefesi tari-
yebildiğince bölümlemeye çalışır: Man- hiyle yüzleşmeyi, tarihinde yapılan yan-
tık, dil felsefesi, zihin felsefesi, bilgiku- lı~klan ortaya çıkarmayı ödev bilir ken-
ramı, bilim felsefesi. Bunlar da ayrıca disine. Hatta bu anlamda özellikle XX.
bölümlenir; sözgelimi, dil felsefesi için yüzyıla girilmesiyle birlikte felsefenin i-
anlambilgisi, gönderme kuramları, anlam pini çekerek kendi düşünsel konumuna
kuramlan, sözedim, kuramı gibi. Ne var yönelik durum tespitini yapma yüreklili-
ki böylesine kapsamlı bir bölümleme uğ­ ğini göstermiştir. Oysa çözümleyici fel-
raşı, felsefe sorunlarını göz göz, şube şu­ sefenin böyle ciddi bir özeleştirisinin,
be, !asım kısım ayırmak, çağdaş kıta fel- her nedense yalnızca uzun yıllar kendisi-
sefesi için oldukça sorunludur. Kıta fel- ni çözümleyici felsefeci olarak ilan etmiş
sefecilerine göre her bir aynının tek tek felsefecilerin "olgunluk", "sonraki dö-
temellendirilmesi, felsefece bina edilmesi nem" gibi ölümlerine yakın zamanların­
gerekir. Bu nedenle kıta felsefesinde bu da derin pişmanlıklarla dolu bir itiraf-
tür bölümlemelerle, bütün felsefecileri name biçiminde yapıldığını görmekteyiz.
kapsayan genel bölüm başlıkları olarak Kıta felsefesinin balaş açısından bu an-
değil de tek tek düşünürlerin felsefeleri- lamda çözümleyici felsefecinin "kendi"
nin özel nedenler doğrultusunda yapılan geleneğinden bihaber olduğu söylenebi-
bölümlemeleri olarak karşılaşırız. Ya da lir. Sözgelimi bu kendi öz-farkındalığın­
kimileyin filozofların adlarında dile gelir dan yoksun çözümleyici felsefenin kuş­
bu tür bölümlemeler; Heideggerci, La- kuculuğa düşmanlığı, kıta felsefecilerince
819 kıta felsefesi

modernizınin bir uzantısı biçiminde tek başlı başına izi sürülecek bir felsefi araş­
yetke olarak usu taruyan geleneğin içine tırma yolu iken Husserl, Heidegger, Ga-
bir altkol olarak yerleştirilebilmektedir. damer metinleri gene bir başka felsefi
Bu bağlamda Richard Rorty, çözümleyi- araştımıa yoludur. Kıta felsefesi diye ad-
ci felsefeyi kaşınmayan yerleri fazla kaşı­ landırılan, özgül felseti sorunlann farklı
yarak tahrişe yol açmakla suçlamıştır. anlamlara bürünerek dolaştığı koskoca
Bir çözümleyici çalışmasına "Doğru­ bir metin dağarcığıdır; metinlerle örül-
luk Kavramı Nedir?'', "Ben Sorunu", müş uçsuz bucaksız bir düşünme pati-
"Bir Etik Değerler Çözümlemesi" gibi kalan ağıdır. Bu anlamda, kıta felsefe-
başlıklar atarken, bir kıta felsefecisi "Hei- sinde sorunlar, kuruluş tarihleriyle, gök-
degger'in Doğruluk Anlayışı", "Descar- ten zembille inmiş "hazırlop" sorunların
tes'tan Levinas'a Ben Tasannu", "Niet- içine düştüğü tarihsel yanılsamaya karşı
zsche'de Değerlerin Yeni Baştan Değer­ özellikle korunaklıdırlar. Demek ki bu-
lendirilmesi: Soykütük İzlencesinin Gü- rada felsefecinin kendi uzmanlık alanını
nümüzdeki İçerimleri" başlıklarını atma- tarumlayışı, sahiplenişi, aidiyetini duyum-
yı daha doğru bulur. Bu durum kimile- sayışı, yetke diye bildiği atakültü felsefe-
rini, kıta fclse fecilerini belli kıta felsefe- cilerle ilintilidir. Bir çözümleyici felsefeci
cileri üstüne yorum yapmaktan öte bir Prege'yi, Russell'ı, Moore'u sırf uzmanlık
şey yapmayan, bu nedenle özgünlükleri alaruiıın atababası olarak alıntılarken, bir
bulunmayan araştırmaalar olarak değer­ lata felsefecisinin Hegel'i, Husserl'i, Sar-
lendirmeye götürmektedir. Oysa bu bü- ıre'ı alıntılamasının önemli bir anlamı
tünüyle yanlış bir anlayıştır; burada söz vardır. Bu onun farklı sorun çerçeveleri-
konusu olan belli sorunların düşünülme­ ni seçmesi demektir. Kısaca söylenecek
sinin dışlanması ya da özgün çözümler olursa, kıta felsefesi geleneği, çözümleyi-
getirilemeyişinin saklanması değil, sorun- ci felsefede oldukça işlevsel bir yeri bu-
lara metinler ile sorun çerçeveleri bağ­ lunan felsefe ile felsefe tarihi arasına ke-
lamında yaklaşılıyor olmasıdır. Bu tutum sin bir sırur çekmenin hiç de geçerli ol-
ancak başlı başına başka bir düşünme madığım düşünür ve buna kanıt olarak
kipine geçilerek anlaşılabilecek bir du- da felsefenin doğası gereği tarihsel oldu-
rumdur. Bu anlamda pek çok kıta felse- ğundan felsefe ile felsefe tarihinin bir
fecisi perrnnial (başsız sonsuz) felsefe so- bütün olduğunu, bu nedenle de birbirin-
runları olduğu düşüncesini artık doğru den kopartılamaz olduğunu gösterir. Bu-
bulmadığından, her felsefe sorununun nunla birlikte, tarih üstüne yapılan bu
bir tarihi bulunduğunu, ayn dönemlerde denli sert bir vurgunun felsefe bakırrun­
yaşamış iki düşünürün görünüşte aynı dan tutucııluğa yol açacağı düşünülebilir.
sorunu ele almış gibi görünseler de as- Ancak kıta felsefecileri geleneğin getir-
lında aynı sorunu düşünmediklerini sa- dikleriyle olsun felsefe metinleriyie taşı­
vunmaktadır. Bu anlamda felsefe tarihi nanlarla olsun eleştirel bir yüzleşmeden
bir sorunlar tarihi değil, sorunlann farklı geçmeye özen gösterirler (anlaşılacağı ü-
bağlamlarda farklı fılozoflar eliyle bam- zere kıta felsefecileri de eleştiri yapmak-
başka biçimlerde dillendirildiği bir me- tadırlar; üstelik can alıcı bir anlamı vardır
tinler tarihidir. Önceden verili sorular "eleştiri" sözcüğünün felsefe sözdağarla­
yoktur, sorular önce kurulurlar; bu ne- nnda). Bu anlamda :XX. yüzyılın önde
denle özgün filozoflar yaptıklan, kur- gelen kıta felsefesi akımlarının hemen
dukları sorularla arulırlar. Metinler ara- hepsi öncelikle birer gelenek eleştirisidir.
sındaki ilişkiler bu anlamda kıta felsefe- Hemen tüm düşünce akımları, görüngü-
sinde ayn ayn düşünme öbeklenmeleri bilimden yorumbilgisine, varolu~çuluktan
doğurur. Sözgelimi Nietzsche, Heideg- yapısökücülüğe dek öncelikle gelinen ye-
ger, Levinas metinleri kıta felsefesi için re dair bir durum saptaması sunmuşlar;
kıta felsefesi 820

felsefe tarihinde yapılan yanlışlıkların termesi.


saptarunasıyla başlayarak, söz konusu Kıta felsefesi için bugünün, bugünde
yanlışlara düşmeden felsefe yapma ola- yaşanan gerçekliğin eleştirilmesi felsefe-
oağının sürdürülmesinin yolunu aramış­ nin temel ödevlerinden biridir. Bu an-
lardır. Nietzsche'den bu yana yaşanmak­ lamda Kant'la başlayan eleştirel felsefe
ta olan sorun, sorunun ayırdına varıla­ geleneğinin temel uzantıları olarak Niet-
bilmesi açısından olduğundan daha ağır, zsche'nin, Husserl'in, Heidegger'in felse-
daha ciddi gösterilmiştir. Demek ki özü felerinin ana yönelimi, geçmişten getiri-
gereği hem felsefe etkinliğinin kendisi- legelenlerin burada ve şimdi eleştirel bir
nin hem de o etkinlik: içerisinde bulunan düşünümün yapılarını oluşturmalarıdır.
felsefecinin tarihsellik bilinci hep ama Özellikle de bu eleştirel düşünüm yo-
hep ön plandadır, hatta baş köşeyi tııtar luyla edinilen, felsefe etkinliğinden tutun
kıta felsefecisinin düşünüşünde. da her bir insan tekine dek hemen her
Bununla bağlantılı olarak kıta felsefe- şeyi kuşatan genel bir bunalımda olun-
sinde "soysop" ilişkisi hem çok güçlü duğunun farkındalığıdır. Bu farkındalık
hem de üstünden atlanamayacak önem- kimileyin burjuva dünyasına duyulan gü-
dedir. Nitekim kıta düşünürleri sözda- vensizlikle; kimileyin Avnıpa bilimleri-
ğarlanyla, yöntembilgileriyle, konu ya da nin yaşamış olduklan bunalımlarla; kimi-
izlek seçimleriyle özdeşleşmişlerdir. Kıtalı leyin toplum bilimlerinin tıkanıklığıyla;
düşünürler kimileyin özgül bir alanın a- kimileyin Varlığın unutulmuşluğuyla; ki-
dıyla anılır olmuşlardır: Husserl görün- mileyin ötekinin ben'e, başkalığın aynı
gübilimle, Althusser yapısalcı Marxçılık­ olana indirgenmesiyle; kimileyin araçsal
la, Lacan nıhçözümlemecilikle, Derrida usun hegemonyasıyla; kimileyin de tek-
yapısökümle, Gadamer yorumbilgisiyle. nolojinin doğa üstündeki egemenliğiyle
Bu durum her biri kendi içinde başlı ba- dile getirilir. Ama hepsinin de son çö-
şına bir felsefe olanağı olarak ortaya kon- zümlemede olurladıklan gerçek, felsefeci
muş bu alanlarda zamanla yapılan çalış­ için en büyük tehlikenin bunalımda o-
malarla iyiden iyiye bir alan bilgisi ge- lurunasına karşın bunalımda olunduğu­
rektirir olmuştur. Bundan böyle ne tek- nun farkında olmaması olduğudur. Fel-
nik ya da yan teknik bir terimbilgisi ne sefenin bu anlamda kişinin kendini, ça-
de bambaşka bir felsefece soruşturma ğını, geçmişini anlaması bakımından ge-
yordamı herhangi başka bir kıtalı soruş­ leceğe yönelik önlemler alınmasında ay-
turma yordamına indirgenemeyecektir. dınlatıcı, pratik bir değeri vardır. Böyle
Bu tarihseJlik bilincinin sonucu ola- bir ödevin bilincinde olmayan bir felsefe
rak, sözgelimi insan ~şamının değeri ve etkinliği tarihsel bir meraktan, düşünsel
anlamı gibi geleneksel derin felsefe so- bir oyalanmadan ya da kişinin ortakgö-
runlarına -ya da özgürlük, iyi, ölümsüz- ı:üsünü keskinleştirmekten öte bir değeri
lük türünden sorunlara- artık Kant'ın olmayan teknik bir araçtır. Kıta felsefe-
"dogmacı metafizik" olarak gördüğü yak- sinde yürütülen felsefe etkinliği, yaşanan
laşımla eğilmek mümkün değildir. Felse- bunalıma iliş kin farkındalık yaratmak a-
fenin tarihsel bir etkinlik olduğunun ta- dına bunalımı çoğunluk olduğundan da-
nınmasının iki önemli içerimi vardır: (i) ha büyük göstermeye, sonuna dek götür-
insanın sonlu oluşu, yani Tann değer­ meye çalışır.
gesindeki bir bakışla ya da tanrısal bir Kıta felsefesinin modem bilimsel a-
gönderine noktasına dayanarak birtakım raştırmaya dayanak olmak, bir temel ka-
felsefe konulanru irdeleyemeyecek olma- zandırmak, çalışmalar yaptığı çözümle-·
sı; (ıı) insan deneyiminin olumsal bir ya- melere destek olmak gibi bir kaygısı ol-
pıda olması, yani farklı zamanlara, top- madığındun, bu felsefe duruşu çoğun­
lumlara, kültürlere göre değişiklik gös- lukla çözümleyici felsefe yandaşlarınca bi-
821 Kierkegaard, Seren Aabye

limsel olmamakla suçlanır. Oysa kıta fel- birlemesi nedeniyle bilime karşı duygusal,
sefecileri açısından bakıldığında buradaki romantik bir ne&et beslerlerken, insan-
"bilimsel olmama" belirlemesinin aslın­ cılık karşıdan insancılığın bu gelişmenin
da daha çok "bilimcilik karşıtlığı" olması baş sorumlulanndan biri olduğu gerçeği­
gerekir. Kıta felsefecilerinin bilimcilik kar- ne parmak basarlar. Her iki konumda da
şıtı olmalannın ana nedenlerinden ikisi kimileyin geçmişe duyulan özlemin yan-
şunlardır. (i) doğa bilimlerinin yöntemle- Iı:ılan duyulur.
rinin felsefe için bir model oluşturama­ Bu anlamda kıta felsefesi "özgür-
yacağı, daha da önemlisi oluşturmaması lükçü sanatlar"a (liberal arts) ya da -tarih,
gerektiği gerçeği; (ıı) doğa bilimlerinin edebiyat, siyaset gibi- "Tinbilimleri"ne
dünyayı anlamada en önemli yolumuz (Gtis/ts1l!İsst11sd:Jtftt11) doğa bilimlerine (tta-
olmamasL Kıta felsefesinin temkinli yak- lllral stiences) olduğundan çok Lfaha ya-
laşılması gerektiğini düşündüğü bilimci- landır. Kıta felsefesinin söz konusu alan-
lik, çözümleyici felsefede yükselen bir lara olan yakınlığı yakın dönemlerde "di-
değer olarak, hem de kıta felsefesine kar- siplinlerarası çalışma" adıyla yeni bir iv-
şı bir üstünlük göstergesi olarak öne çı­ me kazanarak meyvesini vermiştir. Bu-
kartılmaktadır. Bu nedenle kıta felsefeci- nunla birlikte post-yapısalcılığın yüksek
lerine göre, çözümleyici felsefe bırakın sesle dile getirdiği temeldencilik eleşıiıisi
felsefenin eleştirel, kültürel ödevini kav- sonucunda "bilim" teriminin yalnızca do-
ramayı, Nietzsche'nin yoksayıcılık tanısı ğa bilimleri anlamına gelmediği, sağlam
koyduğu kokuşmuş bir bilimsel kültürle temeller arayışında olan yapısala dilbi-
suç ortaklığına girmiş, daha da kötüsü ~i lim, yapısalcı toplumbilim, Marxçı ku-
yaltaklanmaya vardırmıştır. Bu anlamda ram gibi pek çok akımın kullanımlarında
felsefi bilimcilik ya da H usserl'in deyi- görüldüğü üzere, "bilimsel soruşturma­
şiyle nesnelcilik, bilimsel etkinliğin yü- nın dümen suyu"na girmiş ideolojik bir
rütüldüğü koşullara olanak tanıyan yaşam terim olduğu olurlanmıştır. Burada altı
diİ'!Jasmı göz ardı ederek, insanlann dün- çizilmesi gereken önemli bir nokta şu­
yadan, nedensel doğa yasalarıyla nesne- dur: Bilim ile kurulan bu karşıoluş ilişkisi
leştirilmiş doğa alanından yabancılaşma­ ya da en azından bilimden eleştirel bir
lanna yol açmaktadır. Bilimciliğin eleşti­ uzaklıkta duruş, özellikle kıta felsefesinin
rilmesi, bilimsel araştırmanın sonuçlan- post-yapısala uzantısının XIX. yüzyıl
run gizemli bir insan varoluşunun bü- felsefesinin yazma geleneğindeki "biçem
türılüğü adına reddedilmesi ya da olum- özgürlüğü"nü sonuna dek götürmesine
suzlanması demek değildir. Bilim dünya- yol açmıştır. Çözümleyici fdsefede görü-
da olmaktalığımı.zın enson anlamı olma- len türdeş eşbiçimli yazıdağan yerine kıta
dığı gibi, dünyayı kavramamızın da biri- felsefesinde ayrışık çokbiçimli bir yazıda­
cik yolu değildir. İlerlemeci bilim ideolo- ğanyla karşılaşılmaktadır. Bunun ardında
jisinin etkili eleştirilerinden birini ortaya yatan ana nedenlerden biri de söz sana-
koymuş olan Heidegger'in çözümleme- tının, sözbilimsel araçlann felsefenin hiç-
leri, kimileyin farklı vurgulamalar ekse- bir kesiminden atılamaz oldukları yönün-
ninde olsa da kıta felsefecileri arasında de getçekleşen retorik Iı:ınlmadır. Aynca
genelli.kle kabul görür. Bilim eleştirisi in- bkz. çözümleyici felsefe.
sancılıktan, Heidegger'in Sartre'ın "va-
roluşçuluk insancılıknr'' savına karşı ge- Kierkegaard, Seren Aabye (1813-1855)
liştirdiği
uslamlamayla birlikte Foucault' Düşünceleriyle varoluşçu felsefenin bi-
nun insancılık söyleminin önkabullerinc çimlenmesinde çok büyük bir yeri bulu-
yönelik aynntılı eleştirisiyle ivme kazana- nan Danimarkalı filozof, din düşünürü,
rak insancılık karşıtlığına dek götürülür. toplum eleştirmeni, yazınsal ironi ustası.
İnsancılık savunucuları, insan ruhunu ze- Yapıtlannın felsefenin geleneksel sınırla-
Kierkegaard, Seren Aabye 822

nru epey bir zorlaması, tannbilim, ruh- erkegaard'a göre Hıristiyan ülküsü çok
bilim, yazın eleştirisi, kurmaca yazın gibi daha anlamlıdır çünkü bireyin bütün va-
pek çok alanda da kendisinden sık sık roluşu bir yaratı olarak Tann tarafından
söz edilmesine yol açmışur. Kierkega- değerlendirilecektir. Kuşkusuz bir düşü­
ard'ın bütün bu farklı söylem alanlannda nürün ortaya koyduğu yapıtlar onun va-
etkileri bulunan bir düşünce geliştirebil­ roluşunu değerlendirmede önemlidir. Ne
miş olmasının altında hiç kuşkusuz filo- var ki Kierkegaard açısından bu onun
zofun mevcut Hıristiyanlığın yozlaşmış bütün varoluşunu tüketmez; ancak belli
karakteri karşısında Hıristiyan inancının bir bölümüne karşılık gelir. Bu anlamda
baştan sona yenilenmesi gereğine duydu- Kierkegaard'ın düşüncelerinin hemen
ğu sarsılmaz inanç yatmaktadır. Bu an- her yerinde yaşamında başından geçen
lamda öteki alanlara yaptığı katkılar bir olaylann izleriyle karşılaşmak olanaklı­
yana, Kierkegaard özı,>iin düşünceleriyle dır. Bu anlamda annesiyle, babasıyla, u-
hem din felsefesinin hem de tannbilimin zatmalı nişanlısı Rcgine Olscn ile yaşa­
geleceğine yaşamsal değerde katkılarda dıklan Kierkegaard'ın felsefesinde hep
bulunmuştur. Varoluşçuluğun en önemli başköşededir.
kuruculanndan biri olarak gösterilen Ki- Kierkcgaard'ın pek çok yapıandaki
erkegaard, dönemin yükselen değerleri temel sorunsal, mevcut Hıristiyanlık du-
Hegelcilik ile Alman Romantizmi'ne yö- rumu içerisinde nasıl Hıristiyan oluna-
nelttiği eleştirilerle, modernizmin gelişi­ cağıdır. İyi eğitim ıılmış bir kimse için
mine ı,>ctirdiği açımlamalarla, deneysel i- bu sorunun yanıtı çok daha güçtür; çün-
çerikli yazın denemeleriyle, kutsal kitap- kü varolan eğitim ve kültür kurumlan
taki bctilerc getirdiği canlı betimlemeler- bireylere kendilerine özgü kimliklerini
le, dönemin Danimarka Kilisesi'ni ağır keşfetme olanağı tanımaktan çok onları
bir dille yeren yazılanyla, gerçek Hıristi­ sürünün tektip kişileri olarak yeniden ü-
yan inancını çözümleyip yeniden canlan- retmektedir. Kierkegaard'ın gözünde bu
dırma çabasıyla ve felsefe sorunlannın sorun Danimarka'run feodal toplumdan
bambaşka bir gözle görülmelerine ola- kapitalist topluma çok hızlı bir biçimde
nak sağlayan yaratuğı yeni kavramlarla geçmesinin doğal bir sonucudur. Kier-
da bir () denli önemlidir. kegaard'a ·göre böyle bir toplumsal bağ­
Kierkegaard'ın düşüncelerinin, pek lamda kişinin kim ise o olmasının önün-
çok başka filozofla karşılaşunldığında, de iki büyük enı,rel vardır. Bunlardan ilki
daha ilk bakışta yaşamıyla daha bir ya- varolan toplumsal kimliklerin olağandışı
kından ilintili olduğu görülür. Nitekim derecede akışkan olmalarıyken, ikincisi
Hegelciliğe yönelttiği eleştirilerin kayna- kişileri baştan normalleştiren, düzmece
ğında da Hegel'in geliştirdiği duşünce bireyler üretme üzerine kurulmuş ku-
dizgesinin, bu dizgenin büyüsüne kapı­ rumlann varlığıdır. Böyle bir toplumsal
lan izleyicilerini yaşamın kendisinden bağlamda yaşanan bu derin sorunsal
bütünüyle uzaklaştınyor olması vardır. karşısında Kierkegaard, tektip kimlikler
Varoluşçu denebilecek bu eleştirinin, a- üretmeyecek bir iletişim biçimi oluştur­
çımlandığında, bir filozofun yaşamı ile manın ne denli gerekli olduğu düşünce­
düşünceleri nasıl birbiriyle çelişebilir so- sinden yola koyulmuştur. Bunun için ki-
rusunun iine çıkarılmasından oluştuğu şilerin kendi iiz kaynaklarına geri döne-
görülür. Kicrkegaard bu bağlamda eleş­ bilecekleri, kendi varoluş seçimleri için
tirisinin yapısını, büyük ölçüde "filozof- sorumluluk üstlenebilecekleri, kendileri-
ları ortaya koydukları düşünsel yaratılarla ne dayatılan toplumsal kimlikler dışında
değil yaşamlarıyla değerlendirmek gere- gerçekten kendileri olabilecekleri çok ö-
kir" yollu Eski Yunan savsözü üstüne zel bir retorik geliştirmiştir. Bu retoriği
kurmuştur. Bu açıdan bakıldığında, Ki- geliştirirken Kierkegaard, baştan sorgu-
823 Kierkegaard, Serer:. Aabye

!anmaksızın doğru diye görülerek gele- karma eyleminin kendisinden çok baş­
neksel kültür yoluyla caşınan bilgi savla- tan çıkarma olanağını tasarlayıp bir dü-
rına karşı önü alınamaz bir ironi ile sa- zen uyarınca uygulamaktan duyusal haz
vaşan Sokrates 'ten çok büyük esinler al- alan kimse olarak "estet" karakteri en
mıştır. Nitekim Sokrates'e Aralıksız Giin- olgun biçimine kavuşur. Estet'in yaşam­
dtr111eferle İroni Kawamı Üztrine başlığını daki temel amaa insanları ve durumları
taşıyan 1841 carihli doktora tezinde Ki- güdümleyip yönlendirerek bunun do-
erkegaard, Sokrates'in ironiyi söyleştiği ğurduğu etkileri kendi dikizci zihniyle
kimselerin kendi öznelliklerini yine ken- seyredip haz almaktır. Kierkegaard'a gö-
dilerinin doğumıalannı kolaylaştırmak i- re, estetik bakış gündelik yaşamın sıra­
çin kullandığını savlamaktadır. Böylelik- danlığını hangi araçla olursa olsun şiir­
le Sokrates yönelttiği ironi dolu soru- sclleştirme yetisi taşıyan bir bakıştır. Dü-
larla konuştuğu kimseleri bildiklerini san- şünümcü estet, kimileyin salt belli bö-
dıkları kanıları bırakıp kendileri için dü- lümlerini okurken geliştirdiği oyunlarla
şünmeye başlamaya, kendi bilgi savlan- sıkıcı bir kitabı ilginç kılabilir, kimileyin
nın sorumluluğunu almaya özendirmiş- de karşı tarafın sıkıcılığını onu kızdıra­
tir. rak, sonra da karşısına geçip kızdırma­
Kierkegaard yazılarında "ironi", "pa- sının ondaki etkilerini seyrederek keyifli
rodi", "taşlama" gibi yazınsal teknikler hale getirebilir. Bu anlamda estet kur-
yoluyla yerleşik bilgi ve değer kalıplarını nazca oyunlar tasarlayarak, ironiler ge-
kırmaya çalışır. Kierkegaard'ın düşünce­ liştirerek, kendi imgelemiyle dünyayı
sinin temelinde kendi içinde diyalektik kendi imgesine göre yeniden yaratma
bir sıra izleyen üç aşamalı bir varoluş becerisi olan kimsedir. Bütün bunlan
anlayışı yatmaktadır. Bunlardan ilki "es- yaparken, estet'in yaşamının başlıca gü-
tetik aşama", ikincisi "etik aşama" ve en düleniıni sıkıcı olanı ilginç kılmaktır. Bu
sonda yer alan da "dinsel aşama"dır. Bu tür bir estetizm anlayışına ilk bakışta so-
üç aşamadan her birinin aynı zamanda rumluluk almakcan kaçmayı özendiren
' estetik", "etik" ve "din" olmak üzere
1
bir anlayış ya da geı:çeklikle fantezileri
Kierkegaard felsefesinin üç ayrı bölü- karıştıran yanılsama üstüne kurulu bir
münü oluşturduğu söylenebilir. yaşam biçimi olarak etik konumdan bir-
"Estetik varoluş aşaması"nın en be- takım eleştiriler yöneltmek olanaklı gibi
lirleyici özellikleri duyu deneyine dalma, görünse de Kierkegaard etik ya da din-
gerçeklik yerine olanaklılığın yeğlenme­ sel aşamalar adına estetik aşamayı bütü-
si, bölük pörçük bir öznenin yaşadığı nüyle ortadan kaldırmayı asla düşünme­
lıölük pörçük deneyimler, ironi ile kuş­ miştir. Nitekim Kierkegaard estetik ile
kuculuğun yoksayıa kullanımı ve elden etik aşamalar arasındaki diyalektiğimsi
geldiğince cansıkıntısından kaçıştır. Ki- ilişkiyi bir bireşimle dinsel aşamada bir-
erkegaard'ın başyapıtı sayılan Ya/Ya Da: birlerine ustalıkla kaynaştırmaktadır.
Yaşamdan Bir Ke.ıifin (Enten-Ellcr: Et Varoluşun ikinci aşamasına karşılık
Livs Fragment, 1843) ilk cildinde estetik gelen "etik varoluş aşaması" ile anlatıl­
aşamayı simgeleyen "estet" karakteri, i- mak isteneni kavramaya Kierkegaard i-
ronik bir yolla Alınan romantizminin çin etik teriminin tek bir anlama gelme-
resmini çizdiği gibi Don Juan'dan Ahas- diği belirtilerek başlanabilir. Bu anlamda
verus'a (Serseri Yahudı), ondan da Fa- etiğin Kierkegaard'a göre. iki ayn anlamı
ust'a değin tarihin çeşitli karakterlerine söz konusudur: (i) daha yüksek bir aşa­
açık göndermelerde bulunmaktadır. Söz ma olan "dinsel aşama" ile sınırlandırıl­
konusu yapıtın "Baştan Çıkarıcının Gün- mış varoluş aşaması; (ıı) dinsel bir ya-
lüğü" ("Forforens Dagbog') başlığını ta- şam sürdürülürken dahi edinilmesi ola-
şıyan en son bölümcesinde, baştan çı- naklı bir yaşam görüşü. İlk anlamıyla
Kierkegaard, Seren Aabye 824

etik daha çok "evrensel" olduğu düşü­ dogmalarını peşinen kabullenen bir sürü
nülen dcğctlere, daha açık söylenirse inanışı değildir. Böyle bir inanış her za-
toplumsal normlara karşılık gelmekte- man için kişinin öznel tutkusuyla ilgili
dir. Buna göre toplumsal normlar insan bir yaşam biçimi gerektirdiğinden Truın
eylemlerini yargılamak için başvurulan adına bile olsa araya ne bir dünyevi ku-
en üst makamdır. Nitekim Agarncnnon rumun ne de bir başka öznenin girme-
da sırf Yunan törelerini yerine getirmek sine izin vardır. İnanç Kierkegaard için
amacıyla kızını tannlara kurban etmiştir. insanın mutlaka gerçekleştirmesi gere-
Kierkegaaıd'ın İbrahim ile İshak'ın öy- ken bir varoluş ödevidir; çünkü ancak
küsünü diyalektik lirik bir dille yeniden inanç temelinde bireyin tam anlamıyla
yazdığı Korks ile Titrıme (Frygt og Bae- kendisi olarak yaşayabilmesi olanaklıdır.
ven: Dialektisk Lyıik af J ohannes de Böyle bir kendilik Tann'nın sonsuzluk
Silentio, 1843) de özünde aynı konuyu olarak değerlendireceği bir yaşam yapı­
işlemektedir. Ancak yapıtın temel amacı tıdır; çünkü en büyük yapıt kayıtsız şart­
İbrahim 'in canı gibi sevdiği oğlu İshak'ı sız inanç üzerine kurulmuş yaşamdır.
toplumsal normlar öyle dediği için değil Bu nedenle Kierkegaard'ın gözünde, bi-
Tanrı'nın buyruğu gereği kurban etmek reyi altından kalkılması son derece güç
zorunda oluşunun wutlanmasıdır. An- bir sorumluluk beklemektedir. Bengisel
cak Kierkegaard'a göre dinsel buyrukla anlamda kurtulmayı da köle kalmaya de-
karşılaşmak için kişinin öncelikle etik vam etmeyi de alacağı kararlarla, yapa-
buyruklarla yüzleşmesi zorunludur. Ki- cağı varoluşsal seçimlerle belirleyecek o-
şinin imgelemle, olanaklarla, duyularla lan insanın kendisinden başkası değildir.
biçimlenen estet yaşam biçiminin dışına Bu son derece ağır varoluş sorumluluğu
çıkabilmesi için bir bağıtta bulunması karşısında, özellikle varoluş seçimleri ön-
gerekmektedir. Estct'in etik olanı seç- cesinde bireyi kuşatan en derin duygu
mesi zorunludur bu bağıtın kurulabil- "kaygı" dır (angesı). Kierkegaaıd için kay-
mesi için. Kierkegaard'ın dinsel bakışa­ gı gibi temel bir insanlık duygusu iki
çısına göre iyi ile kötü arasındaki ayrım yönlü bir duygudur: İlk yönünü kişinin
toplumsal normlar üzerine değil, bütü- bengiselliği yaşamasından duyduğu kay-
nüyle taru:ı üzerine kuruludur. Ancak yi- gı oluştururken, ikinci yönünü kişinin
ne de, Johannes de Silcntio'nun İbra­ kendi özgürlüğünü seçiyor olmasından
him'in durumu için ileri sürdüğü gibi, duyduğu kaygı biçimlendirmektedir. Va-
Tanrı toplumsal normlar uyarınca bir roluş seçimi zaman ile sonsuzluğun ke-
etik bağıt talep ediyor düşüncesiyle etik sif tiği anda meydana gelir; birey zamana
aşamada kalarak yaşamak da olanaklıdır. konu bir seçimde bulunarak sonsuzluğa
Bu Kierkegaaıd'ın anlayışında etiğin ta- geçmiş olur. Buna karşı inanç seçimi
şıdığı ikinci anlama karşılık gelmektedir. tam olarak bu biçimde gerçekleşmez. İ­
"Dinsel varoluş aşaması"na gelince, nanan sürekli olurlanarak yenilenmesi,
Kicrkegaard her şeyden önce kendisini Kierkegaard'ın deyişiyle "yinelenmesi", i-
bir din ozanı olarak tanımlamıştır. Ya- nanca özel bir seçim yordamıdır. Kişi­
pıtlanyhi temelde gerçekleştirmeye çalış­ nin kendi olmaktalığı tam olarak bu yi-
tığı okurlarının Hıristiyan dininin gerçek nelemeye dayalıdır ama kişi bu yinele-
özüne dönmelerini sağlamaktır. Dönül- meden güçlü çıkmıyorsa kenc:liliğini çö-
mesini istediği Hıristiyanlık türü, günah, kertecek bir umutsuzluk içinde bulacak-
suç, acılara katlanma, bireysel sorumlu- tır kendisini. Bu güçsüzlük durumuna
luk gibi ağır değerlerin ya da bedellerin düşmemek için kişinin sürekli olarak i-
sonuna dek yaşanmasından geçmekte- nananı yenileyerek güç toplaması ge-
dir. Bu aıılamda sahici Hıristiyan inanışı rekmektedir. Bu açıdan bakıldığında, Ki-
Kierkegaard'a göre kesinlikle Kilise'nin erkegaard'a göre kişinin kendiliği ile Tan-
825 Kicrkegaard, Ssreıı Aabyc

n uasında dua yoluyla ya da mantıksal sonra saçmalığı deneyimleyerek bir tiir


bir inanç c:lizgesi araahğıyla (Katolik din kefaret otarak ödemektedir. Kicrkcga-
yorumunda ya da Hegelcilik'te olduğu ard'ın saçma tasarımı Sartrc'dan Camus'
üzere) bir ilişki kurulması söz konusu ya, Heideggcr'den Medeau-Ponty'e de-
değildir. Tann ile kişi arasındaki ilişki ğin dinsel çağnşımlanndan anndınlmış
yalnızca bireyin inancııun yinelenmesiy- biçimiyle XX. yüzyılın pek çok varoluş­
le kurulmaktadır. İnancın yinelenmesi çu düşünür ve yazarını derinden etkile-
bcn'in kendisiyle kendisi olarak ilişkiye miştir.
geçerek güçlenmesine olanak sağlayacak­ Kierkcgaard çoğu felsefe çevresinde
ur. Daha açık söylemek gerekirse Kier- siyaset dışı bir düşünür olarak bilinme-
keg.ıard için ben, inancın yinelenmesiyle sine karşın, yaşamı boyunca Danimarka
özdeştir; kişi bcn'ini ancak inancını yi- Kilisesi, yaşadığı kültürün değerleri ve
neleyerek kurabilmektedir. zamanının toplumsal durumu üstüne
Kierkegaard'ın hemen bütün yazıla­ yazdığı yazılarda takındığı tutumun çok
nııda kendisini gösteren değişmez ara- belirgin siyasal içerimleri olduğu açıkur.
yışlardan biri de "saçma" (abıMrtl) tasarı­ Sözgclimi Kierkcgaard'ın daha ilk yazı­
mına yönelik çözümlemelerinde kendi- larından biri, kadın özgürleşim hareke-
sini göstermektedir. Saçma yoluyla in- tine karşı açılmış bir polemik olma do-
san en temel varoluş kararlarını alabil- ğası taşır. Bu polemiğin başlıca nedeni
melrte, ancak alınan bu kararlardan son- karşı tarafın Kilise'nin yozlaşan değerle­
ra bile saçma tekrar tekrar insaıun karşı­ rini günün değerlerine uyum sağlama kı­
sına çıkmayı sürdürmektedir. Bu anlam- lığı alttnda yutturması olsa da bir diğer
da Kierkegaard'ın saçma için verdiği ör- önemli neden de dönemin aydın çevre-
nclderin, saçmanın doğasına ilişkin ay- lerinin özgürlükçü sawnulanna yer et-
dınlatıcı değerleri vardır. İbrahim'in oğ­ miş inançsızlığıı duyulan derin kuşku­
lu İshak'ı Tanrı'ya kurban eıme karan dur. Kicrkegaard'ın kültür siyaseti bağ­
alışı, Kierkegaard'ın Rcginc ile nişan at- lamında sürekli üzerinde durduğu ko-
uktan sonra yeniden biraraya gelme u- nulardan biri hiç kuşkusuz Hcgel felse-
mudunu canh tuıması, hep saçma ola- fesinin Danimarka sırurlanndan içeriye
ıun kendisini açığa vurduğu yerlerdir. hızla girişinden duyulan rahatsızlıkta
Kierkcgaard'ın düşüncesine göre inanç kendisini göstcmıcktedir. Kierkegaard'
her zaman için Tann'ya karşı günah iş­ ın Hegcl ile sorunu doğrudan düşünce­
lemiş olunduğunun, yanlış işler yapıldı­ leriyle ilintili değildir. Nitekim felsefesi-
ğının farkına varılmasıyla başlar. İnsarun ni yalnızca bir düşünce deneyi olarak
hep günah işliyor olduğunu görmesi Tan- alacaksak Hcgcl'in gelmiş geçmiş en ö-
n tarafından insana verilmiş inanan te- nemli düşünürlerden biri olduğunu söy-
mel koşuludur. Bu anlamda günah kav- leyen Kierkegaard'ın asıl sorun olarak
ramı, dolayısıyla da işlenen günahlar yal- gördüğü Hegclcilik'tir. Kierkegaard'ın
nızca insana özgü zayıflıklann bir so- Hcgclciliğin altını oymak için izlediği
nucu değildir. Kicrkegaard bu anlamda temel taktik bütün bir Hegel felsefesinin
açıklıkla günalun kökeninde aşkın bir kapsamlı bir parodisini sunı:naktıt. Ya/
kaf!18ğın bulunması gerektiğini ileri sü- Ya Da'dan başlayarak Bilimse/ Olmtgatı
rer. Kişinin günahkir olduğunu görmesi Eklmt!Ji S111tlanılmrlun'e (Afsluttende u-
demek, kendisine karşı günah işlenen videnskabclig Efterskrift, 1846) kadar
bir yüce varlığın bulunduğunu görmesi Kicrkegaard, okuru bilgiye götürmek ye-
demektir. Buna bağlı olarak insan bu rine ondan uzaklaştıtma amacıyla tasar-
günahların bedelini yaşamı içinde sürek- lanmış bir biçimde Hcgelci diyalektiği.
li olarak saçmayla karşılaşarak, saçma tersyüz etme uğraşı içindedir. Ne var ki
eylemlerde bulunarak, bu eylemlerden Kicrkegaard'ın siyasal ve toplumsal bir
Kindi 826

düşünür olarak değerinin farkına ancak sefe, mantık, ruhbilim, metafizik, müzik
ölümünden sonra vanlabilmiştir. Kier- ve diğer sanatlarla ilgilenen Kindi, ma-
kegaard'ın toplumsal gerçekçiliği, yaşa­ tematikte modem aritmetiğin temellerini
nan sorunlara ilişkin derin ruhbilimsel oluşturan değişik matematik dizgeleri
ve felsefi çözümlemeleri, bu sorunların üzerinde çalışmış; kimyada simyaya karşı
nedenlerine ve çözümlerine yönelik sap- çıkarak metallerin başka metallere dö-
tamaları ilerleyen yıllarla birlikte kendi- nüştürülemeyeceğini savunmuş; fizikte
sini çeşitli düşünürlerin yapıtlarında a- ise optik üzerine çalışarak bu konuda bir
çıklıkla duyuracaktır. Sözgelimi Kierke- de kitap yazrnışur. Bu yapıtı sonradan
gaard'ın yazılannın Almanca'ya çevril- · Bacan gibi birçok Batılı bilirnadamına da
mesiyle birlikte Hcidegger'in başyapıtı esin kaynağı olmuş; Kindi'nin bilim ve
ı-arlık ile Zaman'ı yazarken Kierkega- felsefeye yaptığı katkılar ortaçağda ve
ard'ın büyük ölçüde etkisi aluna girdiği sonrasında bilimin dirilişinde önemli rol
açıkur -her ne kadar Heidegger onun oynamış ur.

adını bu bağlamda her nedense anma Tannbilirn alanında Mu'tezile okulu-


gereği duymamış olsa da. Özellikle XX. nun yolundan giden Kindi, din ile felse-
yüzyılın ikinci yarısında Nietzsche ile feyi iki tür bilgi olduğu anlayışıyla uzlaş­
Kierkegaard, kokuşan kültürel kurum- urmaya çalışır. Buna göre i/111-i i11sanfrıirı
lara, yozlaşan toplumsal değerlere, Hı­ kaynağı "us", i/111-i itahinin kaynağı ise
ristiyıınlığın yaşamı olumsuzlayan öğre­ "vahiy"dir. Bu noktada Kindi, vahiyle
tilerine açukları amansız savaşla felsefe gelen bilginin usavurulmasına karşı çıka­
gündeminde başköşeyi tutmaktadırlar. rak Mu'tezile'den ayrılır. Ona göre bu
Hemen her yapıtını başka başka im- insanüstü bilgi tartışma götürmez. Bu-
zalarla, farklı takma adlarla yayımlayan nunla beraber iki tür bilgi, i/m-i i11sa11i ile
Kierkegaard'ın diğer önemli yapıtları ilm-i ilahi, asla karşıt değil birbiriyle uyum
şunlardır: Gjentage/sen (Yineleme, 1844); içindedir.
Begrebet Angest (Kaygı Kavramı, 1844); Varlıkbilgisi alanında ise Aristoteles'
Stadier paa Li11tts Vef (Yaşam Yolunun in felsefesi Islam dünyasına büyük ölçü-
Uğrakları, 1845) ve Sygdıı111111en ti/ Dsdm de Yeni Platoncuların yapıtlanyla akta-
(Ölümcül Hastalık Umutsuzluk, 1849). nldığından Meşşillerin felsefelerinde ö-
Ayrıca bkz. varoluşçuluk. nemli bir yer tutan Yeni Platoncu Ploti-
nos'un nıdJir (*türüm) öğretisine Tanrı'
Kindi [Ebfi Yusuf Yakub İbn İshak nın yaratma sürecindeki mutlak iradesini
El-Kindi) (ykl. 796-873) İslam dünya- yadsıması bağlamında karşı çıkan Kindi,
sında falôsifa ifr1luojun çoğulu) olmk ad- bununla beraber tüm diğer akılların Tan-
landırılan Yunan felsefesi çizgisindeki fi- n'nın iradesine bağlı "İlk Akıl" dan (akl-1
lozoflann ilki olan Kindi "Araplann fi- eweO aşamalı olarak türediğini kabul ede-
lozofu" lakabıyla tanınır. Aynı zamanda rek tüm varlıklann neden-sonuç ilişkisi
Arapça'da "Meşşaiyyıin" C'Gezimciler") çerçevesinde birbirine bağlı olduğu bir
olarak adlandırılan Aristotelesçi akımın vahdet-i viidid öğretisini savunur. Buna
İslam felsefesindeki ilk büyük temsilcisi- göre ilnı-i i11sani insanın kendi aklıyla bu
dir. varlıkların bilgisine ulaşma çabasıyken
Latince'ye çevrilen ilk İslam düşü­ i/m-i ilahi bize her şeyin ondan türediği
nürlerinden biri olan Kindi bir bölümü "İlk Akıl"ın bilgisini verir.
günümüze kadar ulaşan 200'ü aşkın ya- İslam felsefesini sadece vahye dayalı
pıt kaleme almışur. Bunların önemli bir olmaktan çıkarıp ondan bağımsız ussal
bölümünü dönemin düşünce akımlarına bir zemin üzerine oturtma çabasındaki
yönelik kısa eleştiriler oluşturur. Astro- Kindi'yi Farabi, İbn sına gibi büyük İs­
nomi, fizik, aritmetik, geometri, tıp, fel- lam filozofları izlemiştir. Aynca bkz.
827 Kinikler Okulu

MettltyyQn; vabdet-i vüclld. ile Diogenes'in (Sinoplu) öncülük ettiği,


insanın yaşamın biricik ereği olan ger;ele
kinesit1 (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesin- erdem ile mutluluğa ulaşabilmesi için
de "devinim", "hareket" ya da "değiş­ kendi kendiyle yetinip tüm yapay gerek-
me" anlamında kullaııılıın /ritte.ris, ister siiıimlerinden sıynlınası gerektiğini savu-
niteliksel ister niceliksel olsun her türden nan Sokratesçi okul. Kinizm bir ''yaşam
devinime ya da değişim sürecine karşılık felsefesi" olarak dünya işlerinden el etek
gelir. çekme ya da dünya nimetlerinden uzak
Miletli fılozoflıınn her şeyi kapsayan durma tavnna (çilecilik); bir "gündelik
dirimciliği içerisinde /rinuis pek de kafa yaşam felsefesi" olarak ise konuşmada
kurcalayan bir sorun olarak görülmemiş; "dobradobralık" ile "cüretlcirlık''tan, ı:y­
Thales, Aruıksiınandros ve Aruıksimenes lemede "sakınmazlık" ile "ayıptanımaz­
/rinesili "sonsuz bir devinim" olarak dü- lık"tan yana olma tavrına (töretanımaz­
şünmekle yetinmişlerdir. Evrenbilgisini lık) karşılık gelir.
"değişme"ye dayandıran Herakleitos için- M.Ô. IV. yüzyılın ortalarında kurulan
se /rinesis tüm gerçekliğin kaynağı; her şe­ Kinikler Okulu'nun adını nereden aldı­
yin onda gövdelendiği güç idi. Pamıeni­ ğına dair felsefe tarihçilerince iki ayn sav
des'in her türden değişme savunusuna ortaya atılmıştır: Birinci sava göre oku-
saldınp "boşluk"un (leenon) varlığını yad- lun kurucusu Antisthenes, Sokrates'in ö-
sımasıyla birlikte leinesis bambaşka bir lümünden sonra Kynosarges Gymruısi­
bağlama taşınmış oldu. Zenon da üstadı on'da dersler vermeye başlamış; okul bu
Pıımıenides'in izinden gidip "hareket"in yörede kurulduğu için Kinikler Okulu a-
olaruıklılığını reddederek Pythagorasçıla­ dını almıştır. İkinci sava göreyse okulun
nn karşısına devinim üzerine dört savını adı Yunanca "kynik" sözcüğü "kyon"dan
çıkardı (Aristoteles, Fiz!le VI, 239b, (Eski Yunanca'da kyon köpek; leyni/eos
263a-b). Atomcular ise cisimlerdeki do- k.öpeks~ köpek gibi olan dernektir) gel-
ğal devinimi savundular. Demokritos a- medir. Kinikler kendilerine özgü çilecilik
tomlan (ato111a) tüm yönlere doğru hare- vı: töretanımazlık anlayışlarıyla her türlü
ket ettiren sonsuz bir devinimden, zo- uygarlık değerini yok saydıldanndan; ya-
runluluktan meydana gelen bir "salı­ şama bakış tarzları ya da yaşama biçim-
nım"dan (,pal111os) söz açtı (Aristoteles, leri hiçbir kuralı tanımama "ilke"sine da-
Gö/f;Jiiz!i CJz.trine III, 300b; Fiz!le il, yandığından ötürü bu adla anılmışlardır.
196a). İlkçağ Yunan felsefesinde Sokrates 'in
Platon ile Aristoteles'e gelince; Aris- alı.lak öğretisi, özellikle de erdem anla~
roteles, Plawn'un nesnelerin dışında, şey­ yı11, Kiren~ hazcılığı ve Kinik çileciliği
lerden ayn bir "devinim ideası" olduğu olarak karşıt uçlarda boy vemıişıir. Ki-
görüşüne karşı çıkmıştır. Aristoteles'e gö- nikler Sokrates'in ahlak öğretisinden, ö-
re leinesis, olanaktan r'"ıiynat11ii} gerçekliğe zellikle de erdem anlayışını kendi yaşa­
rentekleheia) geçme ya da tamamlanma mında somutlaştımıasından derinden et-
sürecinde gerçekleşen bir değişim süre- kilenmişlerdir. Sokrates'in kişiliğinde ger-
cidir. Yalnızca metabok (dönüşüm) olarak; çekleşmiş olduğunu düşündükleri erde-
yalımca nitelik, nicelik ya da yer katego- mi, yaşaırun biricik anlam ve değeri sa-
rilerindeki bir değişim olarak gerçekleşir yarlar. Ancak erdeme çıkan yol -insanın
(Fiz!le 111, 200b, 201a; V, 226a). kendini belirlı:mesinde, yaşamda tutacağı
yolu bulmasında koşulsuz özgür olınası­
Kinikler Okulu (Kinizm) (İng. Cynies, nın yolu- çetin bir yoldur. Kiniklerin salt
Çpıirnr, Fr. Çyniq11e, Cynİslllr, Alın. IÇy- özgürlük olarak erdem anlayışlan, insa-
nileer, Kynİs11111r, es. t. Kelbfo#n, Kelb[ı;oe] nın erdem dışında hiçbir değere Wtsak
İlkçağ Yunan felsefesinde Antisthenes olmaması ve onu bir "haz kölesi"ne dö-
Kinikler Okulu 828

nüştüı:en bütün tutkulanndan sıyalrnası şünccsi yatar.


gerektiği düşüncesine sıkı sıkıya bağlıdır. Kiniklerin Sokrates'in felsefesinde sa-
Aslında Kiniklerin felsefeyle özdeşleştir­ vunulan öğeleri yorumlarken biraz abar-
dikleri ahl2k öğretisi oldukça yalındır: tıya kaçtıklan ortadadır: Bir ·yandan Sok-
özveriyle, kendini yadsımayla, çoğunlu­ rates'in ahlaki bilginin önemini öne çı­
ğun kul köle olduğu çeşitli zevklerden karmak için ahlfilı:i bir amaca yönelme-
kendini alıkoymayla vanlacak olan bir yen bilimleri eleştirmesini diğer her türlü
ruh dinginliği ve her türlü bağdan kur- bilgiyi küçümsemeye, hatta tümüyle yad-
tulmuş içsel bir özgürlükle gerçekleşecek sımaya vardırarak; bir yandan da Sokra-
olan insanın mutluluk ereği. Erdem, in- tes'in genel toplum ve kültür eleştirisini,
sanın mutlu olmak için elindeki yegane kabul görmüş ortak değerlerin tümüne
araç, biricik değer olan "gerçek" erdem, saldırmaya, uygarlık adına alınan yolu
işte tam olarak budur. Kinikler, toplu- yoksaymaya basamak yaparak aşırıya
mun kişilere anlamsız yükümlülükler bil- kaçmışlardır. Ayrıca Elealılar ile Sofistle-
diren ya da insanın doğasına aykın ödev- rin yöntemlerinin Kiniklerin elinde doğ­
ler yükleyen uzlaşmaa ahl2kına; gelenek ruluğa ulaşmak için bir araç olmaktan
ve göreneğe dayalı, töreci ahl2k anlayışı­ çok *didişim (eristik) ya da çekişip zıt­
na tümüyle karşıdırlar. laşma aıaa olarak kullanıldığı da söyle-
Kinikler; felsefelerinin özünü oluştu­ nebilir.
ran Sokrates'in ahlfilı: üzerine vurgusunu Bununla birlikte, Kinizmin Stoaalı­
Elealılar ile Sofistlerin diyalektik ve reto- ğın oluşumundaki etkisi ya da halkın be-
rik yöntemleriyle birleştirmeyi denerler. ğenisini kazanmış bir felsefe ve yazınsal
Aynca, sonralan Stoaaların elinde "do- gelenek olarak Roma İmparatorluğu'n­
ğaya uygun yaşama" düsturu halini ala- dalı:i işlevi türünden şeyler düşünüldü­
cak, Sofistlerin baş taa ettikleri "doğaya ğünde, onun Antikçağ'dalı:i Sokratesçi ge-
dönüş" düşüncesini de bu yoruma ekler- leneğin en özgün ve etkileyici kollann-
ler. Kiniklerin bu düşünceyi sahiplenme- dan biri olduğu görülür. İnsanoğlunun
lerinin ardında, toplum tarafından koşul­ hayvansı doğasını köktenci bir anlayışla
landırılan ya da güdülen bireylerin "de- yeniden sorgulaması; "köpeksi" bir ya-
ğer" saydıklan şeylerin aslında insan do- şam sürme tavnyla ahlaki söylemi yeni-
ğasıyla bağdaşmayan şeyler olduğu dü- den biçimlendirmesi; aşağıdan yukarıya
şüncesi yatar. Kinikler, özellikle de An- doğru toplum içindeki tüm sıradüzenli
tisıhenes, gerek erdemin bir bilgi mese- yapıları sorguya çekip yoksayması ... Tüm
lesi olduğu, erdemin ancak bilgiyle elde bunlar Kinizmin eleştirel doğasını açığa
edilebileceği konusunda, gerekse ahlak çı.kanr; insan türünün <loğa<laki yeri ile
ilkelerinin bilgi düzeyinde kalmayıp ya- insan yaşamında uygarlığın rolüne yeni-
şama geçirilmesi gerektiği ya da erdemin den değer biçtiğini ya da varolan değer­
özünün düşüncede değil yaşamda yattığı leri tersyüz ettiğini anlamamızı sağlar.
savunusunda Sokrates'e arka çıkmıştır. Kinizm aynca yürürlükte, kabul görmüş
Kinikler ahlfilı:i bir amaç taşımayan ya olan ne varsa onu bozmak için, başka
da en azından ahlıikı gözetmeyen bir bi- bir deyişle dönemin başat ideolojilerinin,
limin ya da bilimsel araştırmanın pek bir düşünce yapılamun altım oymak adına,
değer taşımadığı yönündeki Sokratesçi taşlama (yergı), parodi (gülünçleme) ve
vurgunun da altını daha bir koyuca çi- özdeyişin (aforizma) birlikte kullanıldığı
zerler. Onlann bu çabasının altında yine "yenilikçi" bir yazınsal geleneğin başlau­
düşünce üretimini ahlakla sınırlamak, ah- ası olmuştur. Roma felsefesi ile yazının­
likla ilişiği olmayan her türden bilgiyi de da doruğuna ulaşan bu geleneğin en kay-
erdeme götüren yolda bir işlevi olup ol- da değer yanı, oluşturulan metinlerde ya-
madığına bakarak değerlendirmek dü- zınsal öğeler ile ahlaki ve siyasi öğelerin
829 Kirene Okulu

içiçe geçmiş olmasıdır. Nitekim Kinikler lar C. 1. Lewis'in 191 S'de yayımlanıruş
de bu geleneği klasik Yunan uygarlığının S111ı!J of Symbalic Logic (Sembolik Mantık
kalıtsal inançlarına ve uygulamalarına kar- İncelemesi) adlı kitabıyla başlar. Lewis,
şı durmak için başlaımışur. birinci olarak, sonradan S3 denecek olan
Bir yandan kendine yeterlik (*aNlarh- bir kipler hesabı kurar, ikinci olarak da,
ia), ruhu ve bedeni en çetin koşullarda yine sonradan S2 denecek başka bir kip-
yaşamaya hazırlama (arw.r), bir yandan ler hesabı kurar.
da konuşma özgürlüğü (parrht.ria) ve ey- Kipler mantığında doğru önermeler,
leme özgürlüğü (ele11thtria) türünden kav- i) doğru olan; ii) doğru olması zorunlu
ramları yücelten yeni bir ahlak anlayışı olan (ya da yanlış olamaz) diye ikiye ay-
öneren Kinikler, bu ahlakın önündeki en nlır. Yanlış önermeler de yine, i) yanlış
büyük engellerin, insan doğasına ihanet olan; iı) yanlış olması zorunlu olan (ya da
eden mevcut yönetim biçimleri ile insa- doğru olamaz) diye ikiye ayrılır. Doğru
nın mutlu olmasının önüne set çeken olması zorunlu olan önermeye zorunlu
geleneksel kültür olduğunu öne sürer. doğru bir önerme ya da zorunlu doğru
Kinikler'e göre, bilge kişi kendini lasıtla­ ya da yalnızca zorunlu önerme denir.
yacak bu türden şeylere yüz çevirir; bilge Yanlış olması zorunlu olan önermeye o-
kişinin mutluluğu genel koşullardan ba- lanaksız önerme denir. Ne zorunlu ne o-
ğımsız olmaktan, gündelik yaşamın hay- lanaksız olan önermeye de rastlantısal
huyuna kapılrnamaktan geçer. Bu neden- (rot1tingenl) önerme denir. Kimi rastlantı­
le Kinikler evlilik, aile, vatan ve yurttaş­ sal önermeler zorunlu kimileri de yanlış­
lık gibi toplumsallık içeren kavramlara ur. Bir önerme olanaksız değilse bunun
aldırış etmezler. Bu bağlamda, bireyin ö- olanaklı olduğu söylenecektir.
nemini vurgulamak üzere "evren yurtta- Zorunluluk, olanaksızlık, rastlanusal-
şı" ya da "dünya vatandaşı" olmaktan lık, olanaklılık ... Bu dördü birbiriyle iliş­
söz açarak, "*evrendeşçilik"in de altyapı­ kilidir. Bunlardan herhangi üçü dördün-
sını kurmuşlardır. cüyle açıklanabilir. Bir p önermesinin
Kinikler Okulu'nun Antisthenes ile doğruluğu zorunludur demek, p'nin yan-
Diogenes (Sinoplu) dışındaki en önemli lış olması olanaksızdır demektir. p öner-
temsilcisi Krates'tir (fhebeslı); diğer öne mesi olanaklıdır (olanaklı doğrudur) de-
çıkan Kinikler arasında ise Menippos, mek p'nin yanlış olması zorunlu bir doğ­
Teles ve Bion (Borystheneslı) sayılabilir. ruluk değildir demektir.
Ayrıca bkz. Antisthenes; Diogenes (Si- Zorunluluk ile olanaklılık arasındaki
noplu); çilecilik; Sokratesçi Okullar. ilişki şöyledir: Lp .. ...,M...,p; Mp = -L...,p;
bu iki~i geçerlidir.
kipler mantığı [İng. moda/ logic; Fr. /t;- Kipler mantığının başlıca kuralları
giq11e modale, Alm. moda5taetenlogik] Gele- şunlardır:
neksel mantığm bildiri kipinde dile ge- 1. -ıDp a 0-ıp

tirdiği önermeler dışında, olanaklılık (O 2. -ıOp =o-.p


imiyle gösterilir; M ile de gösterildiği o- 3. Dpl=p
lur) ile zorunluluk (o imiyle gösterilir; L 4. pl=Op
ile de gösterildiği olur) kipleriyle dile ge- 5. [] (pAq) a DpADq
tirilmiş önermelerle işgören bir mantık
6. o(pvq) .. opvoq
dizgesidir. Bu, zorunluluk ile olanaklılık 7. o(p-+q), op-+oq
içeren uslamlamaların ilkelerini inceler
8. op1=oop
diye de dile getirilebilir. Böyle dile geti-
rildiğinde ödev mantığı (deon/iç logil) ile 9. Opl=DOp
bilgisel mantığı (epistemic logi~ da kapsar.
Kipler mantığı alanındaki çağa! çalışma- Kirene Okulu (Kireneliler; Kirene
Kirene Okulu 830

hazcılığı) (İng. Cyrenaics; Fr. Cyrinaisme; olanı, enhoş olanı isteyeceğinden, du-
Alm. Kymıaiker; es. t. Kayreuiniyye] İlkçağ yumlarını olumlu anlamda en çok etkile-
Yunan felsefesinde Kireneli Aristippos' yecek şeyi, "haz duygusu"nu erek edinir
un öncülük ettiği; yaşamın anlamını haz- kendine. Sokrates'in insan davranışının
da bularak insanın tüm yapıp etmelerinin başlıca amacının mutluluğa ulaşmak ol-
biricik ereğinin haz olduğunu öne süren; duğu yollu .görüşü, Kirenelilerin elinde
haz veren her şeyin iyi, acı veren her şe­ yaşamın biricik ereğinin haz olduğu dü-
yin ise kötü olduğunu, bu ikisi dışında şüncesine dönüşür: Mutluluğa varmanın
kalan hiçbir şeye aldırış etmememiz ge- yolu, bir yandan haz veren· duyı,'Uların
rektiğini savunan Sokratesçi okul. üzerine yoğunlaşırken, onların üretimini
Sokrates'in ölümünden sonra ortava en çoğa çıkarmak için uğraşırken, bir
çıkan diğer Sokratesçi okullar gibi Ki;e- yandan da acı veren duyı,'Ulardan kaçın­
ne Okulu da Sokrates'in bilgi, erdem ve maktan geçer.
mutluluk üzerine kurulmuş öğretisini Sokrates'ten etkilenen ya da Sokra-
kendi düşünceleri doğrultusunda kullan- tesçi öğretiden filizlenen her felsefe akı­
mıştır. Sokrates 'in bilgiyle ulaşılmış erde- mı gibi Kirene Okulu da felsefenin işinin
min insanı yaşamın biricik amacı olan insanın mutluluğunun özünün ne(re)de
mutluluğa, "en üstün iyi"ye taşıyacağı yattığını bulup çıkarmak olduğunu dü-
şeklindeki görüşünü Sofıstler'in göreci şünür. Dolayısıyla insanı mutlu kılacak,
bilgikuramıyla, özellikle de Protagoras'ın erdem üstüne kurulu iyi bir yaşamın na-
duyumculuğuyla birleştiren Kireneliler, sıl olması gerektiğini bize söyleyecek o-
kendilerine özgü bir hazcılık öğretisi ge- lan da ahlak felsefesidir. Bu nedenle Ki-
liştirmişlerdir. Protagoras'ın bütün bilgi- reneliler, "doğru yaşama" üzerine söyle-
lerin göreli olduğunu öne süren öğreti­ yecek pek bir sözü olmayan doğa felse-
sinden yola çıkan Kireneliler, "doğru" fesi, matematik ya da mantık üzerine yo-
denilen şeyin yalnızca bize "doğru görü- ğunlaşmayı pek anlamlı bulmazlar. Bilgi-
nen" şey olduğunu, şeylerin kendilerinde nin ne olduğu üzerine öğretiyi ya da bil-
ne olduğunu ya da başkalarına nasıl gö- gikuramsal uğraşıyı da ahlak öğretilerine
ründüğünü bilemeyeceğimizi savunur yaptığı katkı açısından değerlendirirler;
(öznelcilik); bilebileceğimiz ya da bize başka bir deyişle, bilgikuramları onlar i-
kalan tek şey, şeylerin üzerimizde yarat- çin yalnızca ahlak öğretilerini temellen-
tığı izlenimler ya da bize duyumsattıkla­ dirmek açısından bir önem taşır. Bu bağ­
ndır (duyumculuk): İnsan denilen varlık, lamda Kirenelilerin benimsediği öznelci-
duyumlannın ötesine geçemeyen, duyum- duyumcu-göreci bilgikuramı onlann ah-
larının bilgisiyle sınırlanmış bir varlıktır. lak öğretilerine de yansımıştır. Sözgelimi,
Ki rene (>kulu, algılarımız aracılığıyla olu- bu türden bir bilgikurarnına bağlanma­
şan duyumlarımızla algıladığımız şeyi ya ları Kirenelilerin hazlar arasında nitelik-
da bizim dışımızda duran nesnenin ken- sel açıdan ayrıma gitmelerinin önünü
disini ayırıp, nesneler üzerine bilgi edin- kesmiş; onları anlık hazların önemini aşı­
meye çalışmanın boşunalığını vurgular. n vurgulamaya yöneltmiştir. Epikuros'
Kuşkucu öğeler barındıran bu öznelci un niteliğe önem veren, uzun soluklu
bilgikuramını ahlak öğretilerini temellen- hazzı yeğleyen hazcılığının tersine, Kire-
dirmek için kullanan Kireneliler, "du- ne Okulu hazda sürekliliği yadsımış;
yum"u insanın eylemleri için de bir ölçüt "iyi" ile hazzı bir tutarak, her hazzın bir
olarak alabileceğimizi; kendi öznel du- haz olmasından ötürü iyi olduğunu, haz-
yumlarımızın -yalnızca bunları bilebildi- lar arasında bir ayrıma gitmenin anlam-
ğimize göre- tüm yapıp etmelerimizin a- sız olduğunu, eğer gidilecekse de bunun
macını belirlediğini öne sürerler. Kirene- nitelik açısından değil, yoğunluk açısın­
lilere göre her insan da kendisi için en iyi dan ya da ortaya çıkan hazzın şiddeti
831 koan

açısından olması gerektiğini öne sürmüş­ klasik felsefe [İng. tlatıi&ai pbilosophy; Fr.
tür. Bir başka deyişle, Kireneliler anlık pbilosophie dat1iq11e-, Alm. klatıisme phi/tJso-
hazlan yüceltmelerinden ötürü maddi phie) bkz. ilkçağ felsefesi; felsefe.
(tensel) hazlara manevi (tinsel) hazlardan
daha fazla değer verirler. Bu yüzden, bu klasikçilik [İng. rlatıidsnr, Fr. çfattimflle-,
öğretiyi diğer hazcı öğretilerden, özellik- Alm. /elasıizjmt11ij XVII. yüzyılda Fransa'
le de Epikuros'un sürekliliği öne çıkaran da, ağırlıklı olarak XIV. Louis'nin salta-
nitelikçi hazcılığından ayn tutmak için, nat sürdüğü dönemde ortaya çıkan; An-
Kirene Okulu'nun genci öğretisine "Ki- tikçağ'ın yazın ve sanat arılayışından e-
rene hazcılığı" ya da "duyumcu hazalık" sinlenerek arılatımda açıklık ile duruluğu
da denir. Sonuç olarak Kireneliler yaşam savunan; "bileşim"de (kompozisyon) o-
boyu sürecek bir hazzın peşine düşmez­ rantıyı ve ölçülülüğü vurgulayan; ahlaki
ler; onlann ardına düştükleri tek tek haz- ve ruhsal çözümlemede inceliği, doğallığı
lardır. ve gerçeğe benzerliği ilke edinen yazın
Bir eylemin ahlaki açıdan uygun olup ve sanat anlayışı.
olmadığına karar vermenin, o eylemi yar- Felsefede, özellikle de estetik ya da
gılamanın biricik ölçütü olarak eyleyenin sanat felsefesinde, bir gelenek ve yakla-
hazzını alan Kirene Okulu'nun kurucusu şım olarak klasikçilik terimi, geçmişin
Aristippos'un öğretisini yayma çabasında uygulamalarına dile getirilen hayranlığı,
en büyük yardımcıları kızı Arete ("Er- eskilerin deneyimlerine yapılan aşın vur-
dem") ile torunu "Genç" Aristippos ol- guyu betimlemek için kullanılır. Eski
muştur. Okulun öne çıkan sonraki tem- Yunan ve Roma çağının dil anlayışından
silcileri arasında ise Hegesias, Annikeris başlayarak hemen her şeyini yücelten
ve Theodoros sayılabilir. Aristippos'un klasikçilik, eskilerin yaşanacak ne varsa
özgün Kirenc hazalığı, bu sonraki dü- yaşadıklarını, her şeyi anlaclıklanru, söy-
şünürler döneminde Epikuros'un düşün­ lenecek her ne varsa söylediklerini düşü­
celerinin etkisi altında kimi önemli deği­ nür. Bu varsayımla yola koyulan klasik-
şi.kliklere uğramıştır. çilik, ancak duyguların akıl yoluyla diz-
Sokrates'in felsefesini bir erdem öğ­ ginlendiği, uyum, düzen, duruluk ve öl-
retisi olarak düşünecek olursak, Sokra- çülülük gibi klasik niteliklerin öne çıktığı
tesçi Okullar'dan ilcisi olan Kinikler O- bir sanat arılayışıyla sanat yapıtında yet-
kulu ile Kirene Okulu, aynı kökten çok kinliğe ulaşılabileceğini; "mutlak güzel"
farklı iki erdem arılayışı; aynı ereğe ulaş­ in varlığına duyulan inancın ancak bu
mak istemelerine karşın, birbirlerinin şekilde pekiştirilebileceğini savunur.
tam zıttı iki ayn ahlak felsefesi ortaya
koymuşlardır. Kiniklerin insanı yaşamla Klitomakhos bkz. Yeni Akademi.
ilgili her türlü konuda özveriye çağıran,
bir tür Nirvana'ya ulaşmak adına ondan koan (Jap.) [Çin. kung-an] Özellikle Rin-
"kendisini aşmasını" talep eden katı er- zai Zen'de kullanılmış bir tür özel soru
dem öğretisinin karşısında, Kirenelilerin ya da bilmece öbeğini; bir tür meditas-
insanı dünya nimetlerinden elden geldi- yon temrinini anlatan kavram. Koan, mah-
ğince pay almaya davet eden, yaşamın kemelerdeki dava kayıtlarını ya da hü-
tadını çıkarmaya kışkırtan "yararcı" er- kümleri anlatan Çince /eımg-an sözcüğü­
dem öğretisi yer alır. Ayrıca bkz. Aris- nün Jaroııcasıdır. Koanlann amacı man-
rippos; Sokratesçi Okullar; erik. tığı felce uğratarak gerçeğin doğrudan
anlaşılmasına olanak sağlamakur. Soto
kişi(sel)cilik (İng. pmonaliS11r, Fr. pmon- Zcn'de de kullanılmışlardır ama bu Zen'
na/iıme-, Alrn. perıona/iı11111ij bkz. Mou- de pek temel bir önemleri yoktur.
nier, Emmanuel. Koanlar Zen ustalanrun kayıtlara geç-
Koinai einai 832

miş deyişleridir. Koanlan kullanmak, ay- delik bilinç koan üzerine düşünürken e-
dınlanmaya (Zen Buddhacılığı'ndaki a- rir; "ben" varlığını yitirir, geriye bir tek
dıyla satoriye) ulaşmak isteyenlerin çaba- koan kalır. Bu durum bir süre devam e-
larını kolaylaştırır. Kaanlar aynca aydın­ der. Talip tümüyle hazırsa bunun ardın­
lanmaya ilişkin savlann sınanabileceği öl- dan aydınlanma, satori gelir. Olasılıkla
çütler sunarak Zen'e birtakım sapmala- birkaç yıl sürecek kapsamlı bir koan tem-
rın karışmasını önlerler. rini izlenmeden satori olmaz. Başansız
Koan uyb>ulaması, Zen'i iki yozlaşma olmamak için sürekli bir çaba gerekir.
tehlikesinden korusun diye M.S. X. ile Bu, cesaret isteyen bir iştir. Çünkü alıştı­
xı. yüzyıllarda geliştirilmiştir. Zen'in içe- ğımız uslamlamalı düşünme biçiminin
risine düşeceği düşünülen yozlaşmalar­ koan temrinleriyle kırılmaya çalışılması
dan biri salt mantıksal tartışmalar, diğeri pek hoş bir deneyim olmayabilir. Hakuin
de salt suskunluktur. Koan uygulaması sı­ Ekaku uslamlamayı kırmayı "Büyük Ö-
rasında usta talibin ne kadar hazır oldu- lüm" olarak adlandınr. Kişinin tüm kud-
ğuna bakıp çözsün diye talibe hazır olma retini yok eden bu çabayı değerli kılan,
düzeyine uygun güçlükte koanlar verir. ardından gelen satoridir. Satori kişiye
Talip tüm gücünü bu koanlan çözmeye mutlak bir dinginlik, mutlak bir korku-
verir. Ne ki, koanlann ussal olarak çözü- suzluk, mutlak bir mutluluk verir. Aynca
lemez oluşu, insan usuna olabilecek en. bkz. Hakuin Ekaku; Japon feİsefesi;
yüksek gerilimi yaşatır. Talip ya çökün- Zen Buddhacıhğı.
tüye uğrar ya da sınırların ötesine geçer.
Sınırlann ötesine geçtiğinde de satoriye koinai einai (Yun.) İlkçağ Yunan felse-
ulaşır. Usta, bu soru-yanıt ya da mondo fesinde özellikle Platon'dan itibaren tüm
oturumlarıyla talibin satoriye ne kadar insanlarda ortak bir biçimde doğıqtan var
yakın olduğunu da kestirebilir. olduğu düşünülen iyilik/kötülük ya da
Doğu felsefe tarihlerinde genellikle güzellik/çirkinlik türünden kavram ya da
verilen iki koan örneği vardır. Bunlardan düşünceleri ifade etmek için kullanılan
biri Tang Dönemi sonlarında yaşayan terim: "ortak (var)olanlar".
Zen ustası Joshu Jushin diye bilinen
Chao'chou Ts'ung-shen'in (778-897) koa· koinonia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
nıdır. Verilen yanıttan ötürü mu koanı o- sinde Platon'un duyulur şeylerle formla-
larak bilinir. Bir keşiş, büyük bir ciddi- nn ilişkisini, dolayısıyla da formlann kar-
yetle, Çinli Zen ustası Joshu'ya "bir kö- şılıklı bağıntısını ya da ilişkisini açıklar­
peğin 'Buddha doğası' olur mu?" (bkz. ken kullandığı "birleşim" anlamına gelen
T'ien-T'ai) diye sorar. Joshu yanıtlar: terim. Aristotclcs'te ise koinonia "birara
"mu" (hiçbir şey). Bu soruyu düşünürken da olma"ya karşılık gelir.
us tüm niyetlerinden, amaçlarından sıy­
rılmış; geriye bir tek mu kalmıştır. Kojeve, Alexandre (1902-1968) 1933
Diğer koan örneği de şudur: Talibe ile 1939 yıllan arasında verdiği seminer-
sorulur; "tek elin sesi nedir? Eller birbi- lerde geliştirdiği kapsamlı, bir o kadar da
rine vurulduğunda ses çıkar; tek el kaldı­ olağandışı "Hegel okuması"yla tanınan,
rıldığında ne ses vardır ne de koku ... Bu Rusya doğumlu olmakla birlikte daha
kulağın asla duyamayacağı bir şeydir." çok Almanya ile Fransa'da yaşaması ne-
İmdi, kavramsal olarak düşünüldü­ deniyle yan Alman yan Fransız olarak
ğünde ya da mantık çerçevesinde ele a- değerlendirilen Hegelci felsefeci. Kojev-
lındığında bu koanlann yanıtı yoktur. Ko· nikof doğumlu olan Kojeve 18 yaşınday­
anlann amacı ussal düşünmeyi kanştınp ken Moskova'dan ayrılarak yaklaşık on
tükenmesine yol açmaknr. Ancak bu yolla yıl boyunca Berlin ile Heidelberg'de eği­
kavramsal düşünme yok edilebilir. Gün- tim görmüştür. Almanya'daki eğitim yıl-
1133 Kojeve, Alexandre

lannda başta Heidegger felsefesi olmak tanın Hegel'in "doğal" ile "tarihsel" ara-
üzere yakın öğrenci arkadaşlarıJacob Kle- sında yaptığı aynın olduğunu belirtmek-
in ile Leo Strauss'un düşüncelerinden ol- tedir. Yalmzca tarihsel olan ile ilgilenen
dukça büyük yararlar ekle etmiştir. 1927 Kojeve, Hcgcl'in "efendi-köle diyalekti-
yılında olguculuk sonrası bilim felsefesi- ği"ni tarihteki emek ve mücadele aşama­
nin kuruculanndan, arkadaşı ünlü felse- lanru anlamak için uygun bir şema öne-
feci Alexandre Koyrc'nin yerine, Hegel riyor olduğu için benimseyip kullanmış­
üzerine bir dizi seminer vermek amacıyla tır. Bu şemaya göre, insan başkalarınca
Paris'e gelmiştir. II. Dünya Savaşı sonra- tarunma arzusu olarak, bu arzuyu doyu-
sındaki yıllarda Fransa Ekonomi Bakan- ma kawşturmak adına gerektiğinde ya-
lığı için dünya ticaret mevzuatı hakkında şamını riske atma istenci ile tammlan-
danışman olarak görev yapan Kojevc, maktadır. Bu noktada insanın vıırolma
boş vakitlerinde felsefe üzerine çalışma­ alam ile tarihinin uzaını, doğanın varol-
lannı sürdürmüştür. Kojcve'nin Hegel o- ma uzamına bütünüyle karşıt bir ko-
kumasının temelinde Hegel'in doğruluğu numda yer almaktadır. Tamnına arzusu-
(ya da hakikatı) tarihin bir ürünü olarak, nun tarihin motoru olduğunu dile geti-
tarihi de insanın başkalarınca tanınma ren Kojeve, efendi-köle diyalektiğini in-
arzusunun bir ürünü olarak bulgulamış san gelişiminin bir benzetisi olarak kul-
olması saptaması yatmaktadır. Kojevc bu lanmıştır. Köleler, hayvansal arzularıyla
arzu bütünüyle doyuma kavuşturuldu­ kendi yaşamlarım korumak adına efendi-
ğunda tarih denilen şeyin son bulacağını lerini tanırlar. Buna karşı efendiler kendi
belirtir. Buna göre modern döneme ge- insansal arzularım doyuma kawştura­
linmesiyle birlikte söz konusu arzunun mazlar çünkü kendileri zaten kölelerce
öteden beri arzuladığı her şeyin doyuma tanınrmşlardır. Gerçekte bu diyalektikte
kavuşması nedeniyle tıpkı Hcgcl'in ön- olan, kölelerin efendilerinin sadık kölele-
gördüğü gibi tarihin sonu deneyimini ya- ri olarak hizmet vermeyi sürdürürken
şamaktayızdır. 1947 yılında yayımlanan aslında onlan tahttan indirerek özgürlük
Kojcve'nin verdiği seminerlerin notlan devrimi yapmış almalarıdır.
savaş sonrası Fransız felsefesi üzerinde Kojeve'ye göre burjuva dünyadaki
derin bir etki bırakmıştır. Kojeve'nin se- durum ya da burjuvanın dünyadaki du-
minerlerinde ortaya koyduğu düşünceler rumu tam anlamıyla budur. Oysa gerçek
günümüzde de büyük yankılar uyandır­ özgürlük aynm yapmaksızın herkesin bir
mayı sürdürmektedir. yurttaş olarak evrensel olarak tanınma­
Kojeve'nin illi: yazılan, ·özellikle de sından geçmektedir. Efendi-köle diya-
Vladimir Solovyev'in gizemli felsefe me- lektiğinin enson bircşimi evrensel tamn-
tinleri üzerine yazılan, tarihsel değişimi ma özgürlüğünün sağlanmış olduğu du-
anlamlı kılacak geçerli bir ölçüt bulmaya rumdur; çünkü böyle bir durumda bütün ·
yönelik bir arayış olarak kendisini göste- insanlann tamnma arzusu doyuma ka-
rir. Bu bağlamda Kojeve'nin üzerinde vuşturulmuş olacaktır. Gelinen bu du-
durduğu temel konu, "Böyle bir ölçüt de rum aym zamanda tarihin sonu anlamına
eninde sonunda tarihsel değişimin bir ü- gelmektedir; çünkü insanların tamnma
rünü olmak zorundaysa, sağlam bir fel- arzuları bütünüyle doyuma kavuşturul­
sefe bilgisi olanağından söz etmek nasıl duğunda tarihsel değişim yaratacak (ın­
olanaklı olacaktır?'' sorusudur. Nitekim sana özgü) bir güç kalmayacaktır ortada.
Kojeve'nin sürekli Hegel'e göndermede Tarihin sonundan sonra insanlar özgür-
bulunarak söz ettiği "tarihin sonu" da ö- lük ve tamnma arzusuyla çeşitli eylem-
zünde bu soruyu yamtlama amllC!yla üs- lerde bulunmak yerine kendileri için eğ­
tünde durulan bir düşüncedir. Kojeve, lenme amaçlı çeşitli oyuncu! eylem bi-
Hegel'den keskin sınırlarla aynldığı nok- çimleri geliştireceklı!rdir. Kojeve'ye göre,
Konfüçyüs 834

tarihin sonu bu anlamda "tarihötesi bir felsefe alaşııru çok büyük ölçüde Weber'
yargıda bulunma ölçütü" sunan belirle- in yaşamın tekdüzeleşmesi dediği şey yö-
yici gerçekliktir. nünde oldukça köklü bir başkalaşıma
1930'lu yıllarla birlikte Kojeve'nin, uğraıruştır. Kojeve, gelinen bu duruti'
Hegel okumalarını, yorumun kendisinin karşısında "demirden kafes" benzetme-
son bir kesinlemesi olacak devrimin he- sini, tanınma mücadelesinin yerini bütü-
men öncesindeki bağlama yerleştirme nüyle çığnndan çıkıruş, doymak nedir
çabası içinde olduğu görülmektedir. Ta- bilmeyen sonu gelmez bir tüketim top-
rih evrensel bir tanınmayla son bulur- lumunun aldığı varolan durum olarak
ken, Kojeve son durumun bir uzantısı okuyarak, tarihsel değişimin yerini bütü-
olacak özbilince katkıda bulunma arayı­ nüyle hayvanca bir yinelemeye bıraktı­
şındadır. Biraz Leo Strauss tarafından yö- ğını ileri sürmüştür. Liberalizm ile mo-
neltilen birtakım eleştirilerin etkisiyle, bi- dernliğin ne gerçek insanlığa ne de bü-
raz da dönemin giderek donuklaşan si- yük insanlığın yaşama geçirilmesine ola-
yasal ortamının etkisiyle Kojeve, ödün- nak bırakmadığını savunan Kojeve'nin
süz "Hegelcilik" anlayışını aşama aşama "tarihin sonu" tasarııru, gerek sağ gerek
yumuşatma yoluna gitmiştir. Dünya tari- sol yönelimli düşünürler arasında son de-
hinin ilerlemesinin önceki bütün olayla- rece büyük yankılar uyandırmıştır. Bu-
rın doğruluklannı da tanımlayacağına yö- nun yanında düşünür ölümüne dek bü-
nelik inancını sürdürmekle birlikte, tari- rokratların arasında danışman olarak, ta-
hin sonunun çoktan meydana gelmiş o- rihin sonunun en iyi görülebileceği yer
labileceğini düşünmeye başİar. Kojeve' diye nitelediği ticaret siyaseti üzerine dü-
nin bu yeni düşüncesine göre, tarih daha şünmeyi sürdürmüştür.
XIX yüzyılın başlarındayken sona er- Kojeve'nin en önemli yapıtı, 1933 ile
miştir. Bu sav :XX. yüzyılın ortalarında 1939 yılları arasında Hegel üzerine ver-
yaşayan düşünürleri geriye söylenecek diği derslerin metinlerinden oluşan Hegel'
pek fazla bir şeyin kalmadığı bir ko- in Okımmasına Gin'ş'tir (Introduction a la
numla başbaşa bırakır. Yapılacak olan lecture de Hegcl, 1947).
tek şey bundan böyle daha önce söy-
lenmiş önemli her şeyi yineleyerek daha Konfüçyüs (M.Ô. 551-479) Çin'in en
önce yapılmış olanları anlamlı kılmaktır. önemli filozofu. Asıl adı K'ung Fu-tzu'
"Tarihin sonu" tasanmı Kojeve'nin son dur. Cizvitler bu adı Latince Konfüçyüs
dönem yazılarında artık zirveye doğru diye söylemiş; bütün Batı'da da bu adla
yükselişe geçmiş İnsanlığın zaferi olarak bilinmiştir.
kendisinden söz edilen bir tasarım değil­ Konfüçyüs, şimdiki Şantung eyaleti-
dir. Bu durum artık tam anlaıruyla yok- nin Lu kentinde, Chou Hanedanlığı dö-
sayıa çağnşımlan bulunan bir çürümüş­ neminde yaşaıruştır. Yaşlı babası o kü-
lüğün göstergesi olarak ele alınır. Nite- çükken ölmüş, Konfüçyüs'ü de annesi
kim Kojeve'ye göre, tarihin sonundan büyütmüştür.
sonra yaşayan insanları hayvanlardan ayı­ Konfüçyüs'ün yaşadığı dönem karışık
ran tek yan "ukalaca bilgiçlikleri"dir~ bir dönemdir. Siyasal güç ile birlik, ha-
"Tarihin sonu"nun kapanışı, bu anlamda nedanlığa ait kentler arasındaki çatışma­
İnsan denen hayvanların gerçek itkileri lar ile hanedanlığa dahil olmayan kentle-
doyuma kavuştuğu için hiçbir mücadele rin yayılmacı siyasetleri sonucu zarar
ortaya koymaksızın bir dizi etkinliği ye- görmüştür. Bütün bu olumsuz koşullar
rine getirdikleri bir "demirden kafes" Konfüçyüs'te, Chou Hanedanlığı'nın ku-
durumuna gelmiştir. Bu anlamda Koje- ruluş dönemlerinde egemen olan iki kra-
ve'nin önceki yazılarında Marx, Hegel ve lın, Wen ile Wu'nun günlerindeki ahlak
Heidegger felsefelerini bir potada eriten öğretilerini canlandırma isteği doğur-
835 Konfiiçyüs

muştur. luluğunun kaynağı yine insanın içinde


Geleneğe göre, Konfüçyüs'ün düşün­ aranmalıdır. Konfüçyüs'ün felsefesi in-
celerini anlatan beş temel yapıt ile dört sana, topluma yönelik bir felsefedir; do-
kitap söz konusudur. ğaya ya da insanın doğa hakkındaki bilgi-
Beş temel yapıt şunlardır: 1) Şiir Ki- sine yönelik değildir. Konfüçyüs'ün fel-
tabı (Shih Chitıg -Chou Hanedanlığı'nın sefesinde gizemcilik ile metafizik güçlere
ilk yıllarında yazılmış şiirlerin yer aldığı dair herhangi bir anış11rma da yoktur.
kitap11ı:); 2) Tarih Kitabı (Shu Ching - Ölmeden hemen önce "dua edelim" di-
MÖ. 2000 yılından M.Ö. 700 yılına ka- yen öğrencisine Konfüçyüs'ün yanıtı şu­
dar olan dönemdeki kayıtlann, konuş­ dur: "Benim duam yaşamımdır."
maların, devlet belgelerinin bir toplamı­ Dolayısıyla, Konfüçyüs'ün öğretisin­
dır); 3) Değişmeler Kitabı (1 Ching -doğa de en temel olan şey, kişinin insanlığını
hakkındaki açıklamaların olduğu kitaptır; işlemek, insanın içinde olduğu varsayılan
M.Ô. 1100 yılında yaşamış Wen Wang'a insanallığı geliştirmek, tüm insansal et-
ait olduğu düşünülmektedir); 4) Törem- kinlikleri bu işlenmiş insanlığa göre dü-
ler Kitabı (U Ching -toplumsal davranış zenlemektir. Böylelikle insan hem kendi
kalıplarını düzenleyen kuralların toplan- kişisel davranışı ile özel yaşamında hem
dığı kitaptır; Konfüçyüs'ten çok daha de başkalarıyla ilişkisinde önemli geliş­
sonraları toplanmıştır ama daha eski dö- meler sağlayacaktır. Her tek birey bunu
nemlerdeki kurallar ile gelenekleri akta- başardığında da iyiliğe ulaşılıp mutluluğa
nr); 5) Bahar ile Güz Yıllıkları (Ch'1111 erişilecektir.
Ch'iu -M.Ô. 722 ile 464 yılları arasındaki Konfüçyüs'ün yaşadığı dönemin,· yu-
olayları anlatan bir kitaptır). Bu beş te- karıda da değinildiği gibi, toplumsal, si-
mel yapıt Konfüçyüs'ten önceki dönem- yasal bir kargaşa dönemi olduğu genel-
lere aittir. Konfüçyüs'ün bunlara katkısı­ likle söylenegelir. Bu dönemde ahlaksal
nın ne olduğu ise pek bilinmemektedir. bir çöküntüden de söz edilebilir. Böylesi
Dört kitapsa şunlardır: 1) Konuşma­ bir kargaşa döneminde Konfüçyüs'ün
lar (lın Yu -Konfüçyüs'ün öğrencileri­ tüm dikkatini toplumun yeniden düzen-
ne söylediği sözlerden oluşur; öğrencileri lenmesine yöneltmesinden, Chou Hane-
tarafından derlenmiştir); 2) Büyük Öğ­ danlığı'nın efsanevi iki kralının günlerin-
reti (Ta HSNeh -Konfüçyüs'ün yönetimle de olduğu gibi olması için çaba göster-
ilgili öğretilerinin yer aldığı kitaptır); 3) mesinden daha doğal bir şey olamaz. Te-
Orta Öğretisi (Chung Yung -yaşamın dü- mel soru yeni bir toplum düzeninin nasıl
zenlenmesine ilişkin Konfüçyüs'e yükle- olması gerektiğidir. Bunun nasıl başarıla­
nen öğretilerin anlatıldığı kitaptır); 4) cağının yanıtını ise insancıl bir toplum
Mensiyüs Kitabı (Menge K'e -Konfüç- felsefesi verecektir.
yüs'ün öğretilerine Mensiyüs'ün düştüğü Konfüçyüs'ün felsefesinin insancıl bir
açımlamaların yer aldığı kitapllr). 1313 felsefe diye adlandırılması, öğretisinin te-
yılından 1905 yılına kadar, devlet görev- meline asıl öğc olarak insanı almasından
liliği sınavları bu dört kitaptan yapılagel­ ötürüdür. İyilik ile mutluluğu elde ede-
miştir. ceği kaynak yine insanın kendisidir. Bu
Konfüçyüs'e göre insanı bilmek do- ilkelerin kaynağı insanı insan yapan şey­
ğayı bilmekten daha önemlidir. Çünkü dir.
insan kendini bilip kendini düzenleye- Konfüçyüsçü felsefe aşağıda anlatılan
mezse doğayı bilip onu denetlemesi ola- dört temel kavrama dayanır:
cak şey değildir. Dahası insanın iyiliği ile I. Konfüçyüsçülük'te insana insancıl­
ahlak sahibi olması insanın dışında bir lığını veren şey )endir. ]en, insanın bütün
şey değildir; bunlar insanın dışında bir eylemlerinin, ilkelerinin kaynağıdır. İyilik
yerde aranamaz. İnsanın iyiliği ile mut- kavramının temelinde olan şey bu )endir;
Konfüçyüs 836

bütün insanlan sevmektir. Bu doğuştan malıdır; başka bir deyişle, bunlara ulaş­
getirilen bir yeti değil, eğitimle kişiye ka- manın yolu /iye uymaktan geçer. Burada
zandınlan bir yetidir. Erdemli olmak is- 5, her türlü insan davranışını düzenle-
teyen kişi buna kolayca ulaşabilir. Erde- yen, örnek eylemlere ulaşsın diye kişiye
mini yükseltmek isteyen kişi de önce ge- yol göstermek üzere tasarlanmış ilkelerin
rekeni yapıp başarıyı sonra düşünmeli­ toplamı demeye gelir. Konfüçyüs, Lnn
dir. Kendisinin zayıf taraflanru anlatmalı Ytlnun (Konuşmalar) X bölümünde bu
ama başkalanrun kötü yanlanru söyle- töremlerin uzun, ayrıntılı bir serimleme-
memelidir. Böyleliklc kötülüğü giderebi- sini sunar. Bunlar konuşmaya, giyinme-
lccektir. Dayanıklı olma, katlanma, sade- ye, oruç tutmaya, yemek yemeye, işmar­
lik, alçakgönilllülük erdeme yakın şeyler­ lara, tavırlara, yüz ifadelerine dairdir. Ör-
dir. Kişi, ilişkilerinin tümünü jmc göre nekse, 'efendi' ya da 'üstün insan' pren-
düzenlediğinde mutluluğa erişecek; itibar sin sarayındaysa, bir konu hakkında ihti-
görmek istiyorsa erdemli olmada sürek- yatlı, dikkatlice konuşur ama saraydaki
lilik göstermek zorunda kalacaktır. aşağı rütbeli insanlada serbest fakat ciddi
/111 'efendi'nin ya da 'üstün insan'ın bir tavırla konuşur. Elbise süslerinde ko-
en önemli özelliğidir. "Üstün insan" yu eflatun ya da mor rengi kullanmaz.
sağlam karakterlidir, dürüsttür, doğru­ Oruç tutarken elbisesinin temiz olması­
luktan yanadır. O insanların sözlerini öl- na, ketenden yapılmış olmasına özen
çüp biçer, kişiliklerini inceler; başkaları gösterir. Pirincinin çok temiz olmasını,
karşısında alçakgönüllüd ür (Konuşmalar etinin ince kıyılmış olmasını ister; pazar-
Xll, 20). İnsancıllığını geliştirmiş; ahlak- dan alınmış şarabı içmez. Çok yemez;
sal bakımdan kendinin farkında olan, yemek yerken konuşmaz. Yabancı diyar-
kendisini geliştirmiş olan kişidir. "Büyük, lardan gelenlerle konuştuktan sonra iki
üstün insan" kültür aracılığıyla arkadaş­ kez eğilip selam verir; sonra onları uğur­
larını bulur; onların arkadaşlıklan yoluyla lar. Yatakta bir ölü gibi yatmaz. Evde
da kendi erdemini yükseltir. resmi tavırlar takınmaz. Yas tutan birini
J111 insanın eylemesinin, ilişkilerinin arabasının ön kısmından selamlar. Aile
kaynağı olmasına kaynağıdır ama bunla- tabletleri taşıyanlarla karşılaşuğında aynı
nn da düzenlenip denetlenmesi gerekir. biçimde saygıyla eğilir. Misafirlikte önü-
Bunu sağlayacak olan da /idir (dijzen). ne fazla yiyecek geldiğinde yüz ifadesi
Böylelikle Konfüçyüsçü düşüncenin i- değişir. Şimşek çakuğı, şiddetli bir rüzgar
kinci önemli kavramı devreye girmekte- estiği zapıan yine yüz ifadesi değişir. A-
dir. rabasını sürerken dimdik durup dizgin-
il. I.i pek çok şey demeye gelir. Din leri tutar; etrafına bakmaz, acele acele
demektir; toplum düzeninin genel ilkesi konuşmaz, el işaretleri yapmaz.
demektir; törem (kuttören), ayin demek- Bu töremlerin aynntıları burada anla-
tir; iyi tanımlanmış toplumsal ilişkiler tılanlardan çok daha fazladır. Ne ki, bu
dizgesi demektir; anababadaki sevgidir; töremler yalnızca birer davranış kalıbı
çocukların anababaya duydukları sevgi- değildir; önemleri yüzeysel değildir. Gö-
dir; kullann yetkeye boyun eğmesi, yö- nül gözüyle, zihinle yapılanlar insanın
neticilerin inayetidir; insanın yapıp et- kimi tavırlarıyla tutarlılık gösterdiğinde
melerindeki ahlaksal disiplindir; şeyler­ iyilikseverlik ya da insancıllık tamam ola-
deki uygunluktur ... Kısacası iz~ temel in- rak gerçekleştirilmiş olacaktır. Eğer 'e-
san ilişkilerindeki uyum ilkesine daya- fendi' ya da 'üstün insan' töremleri dik-
nan, tümüyle toplumsal, ahlaksal bir fel- kate alırsa halk saygısızlık etmeye cesaret
sefe sunmaktadır. edemez. Doğruluğu severse halk ona uy-
İyilikseverliğe ya da insancıllığa ulaş­ ruk olmaktan çekinmez.
mak isteyen kişi törcmlere ya da /iye uy- Konfüçyüs böylelikle elde edilen ey-
837 Konfüçyüsçülük

lemi; yani gönül gözüyle, zihinle yapılıp ri insanlığı


sevmeye yönelince, kendi in-
tavırlarla da tutarlılık göstererek elde edi- sancıllıklarına ya da jme göre eylerler.
len eylemi yi olarak adlandınr. Dolayısıyla, Konfüçyüs'e göre fanin kök-
III. Böylelikle Konfüçyüsçü düşün­ leri hsiaodadır.
cenin üçüncü önemli kavranuyla karşıla­ Burada aile üyelerinin birbirlerine o-
şılmaktadır. Yi doğruluktur; 6ııin özü- lan görevleri ele alınmış; sonra da bu
dür. Ahlaksal bütünlüğün sonucu olan düşünce hükümdarla halkın birbirlerine
eylemdir. İyi eylemeye ilişkin ahlaksal e- olan görevleri düşüncesine doğru geniş­
ğilimdir. Doğru, uygun olanın taranması; letilmiştir.
bunları tanımaya ilişkin bir yetidir. Yiye Yi, 6ııin özüdür; h.riao tüm erdemlerin
göre olan şey koşulsuzdur, mutlaktır. Ki- kökeninde olan şeydir; fan de Konfüç-
şi tüm eylemlerini yalnızca yıiı.in uğruna yüsçü felsefenin anahtarıdır. Bütün bun-
yaparsa doğru olam yapacaktır. Böylelik- lar birarada 'efendi'nin ya da 'üstün in-
le de fanc oldukça yaklaşacaktır. san'ın özelliklerini oluştururlar. Bütün
iV. Konfüçyüsçü düşüncede tüm er- bunların kökeninde de bilgi ile öğrenme
demlerin kökeni olarak görülen bir kav- kavramları vardır. "Bilgi insanları tanı­
ram daha vardır. Bu da nesep dindarlığı, maktır" (Kon11111111lar XII, 22). Öğrenme
atalar inana, ataya saygı diye çevrilebile- sevdası olmadıkça kişi iyiliksever olamaz.
cek olan hsiao kavranudır. Hsiao saygının Konfüçyüs'ün asıl derdi ülküsel bir
erdemidir. Konfüçyüsçü düşünceye göre insan yaratmaktır. Çünkü böyle bir insan
anababaya saygı duymak çok önemlidir. yaratıldı mı ülküsel bir toplum da kuru-
Aile bağlarına saygı duymayanlar Gök labilecektir. Akıllı, cesur, nazik, müziğe,
tarafından cezalandırılır. Anababaya ön- töremlere bağlı, aç gözlü olmayan, mü-
cclikle yaşam kendilerinden kaynaklan- tevazı kişi ülküsel insandır, yani bir Chiin
dığı için saygı duyulur. Anababaya saygı lzlldur.
göstermek için kişi her şeyden önce be- Kişi kendi yaşamını huzura kavuş­
deninin herhangi bir zarara uğramasını tunnalıdır; bu olunca aile yaşamı huzurlu
engellemelidir çünkü beden anababanın­ olacaktır; aile yaşamı huzurlu olunca ulu-
dır. İyi işler görüp anababanın adım bili- sun yaşamı huzurlu olacaktır. Ulusun ya-
nir kılmak da anababaya saygı gösterme- şanu düzenli olunca da dünyada huzur
nin diğer bir yoludur. Hsiao, 'fizik hsiao' olacakttr.
diye adlandınlan kavramla dile getirildiği Konfüçyüs'ün ölümünden sonra Men-
biçimde, anababaya yalmzca maddi ra- siyüs, Hsun Tzu, Mo Tzu, Han Fei Tzu
hatlıklar sağlamak demeye gelmez. Bir gibi izleyicileri onun düşüncelerini sür-
de 'kutsal hsiao' vardır. Bu da onlara ruh- dürdüler. Ch'in Hanedanlığı sırasında pek
sal, duygusal zenginlikler taşımak deme- çok başka düşünür gibi kitapları yakılan
ye gelir. Anababalar öldükten sonra ço- Konfüçyüs'ün düşünceleri Han Hane-
cuklar, onların sonuçlandıramadığı amaç- danlığı sırasında yeniden yaygın kabul
ları kendi amaçlan olarak bilmelidir. Bu gördü. Bu dönemdeki Konfüçyüsçülük,
anababanın ruhu için kurbanlar kesmek- "Yeni Konfüçyüsçülük" diye adlandırılır.
ten bile daha önemlidir. Bu a1nmın en önemli filozofu Chu Hsi'
Hsiao yalnızca aileye özgü bir erdem dir (1130-1200). Sosyalist Çin'deyse K°on-
değildir. Aileden çıkıp aile çevresinin dı­ füçyüsçülük bütünüyle yadsınmış; pek
şına taşar. Bu biçimiyle hem ahlaksal çok olumsuzluğun kaynağı olarak gö-
hem de toplumsal bir erdem olur. Şöyle rülmüştür. Aynca bkz. Konfüçyüıçü­
ki, çocuklar anababalarım sevmeyi öğ­ lük; Çin fdsefesi; Menıiyüı; Chu
rendiklerinde kardeşlerini de sevmeyi Hsi; j~ li, hsiao.
öğrenirler. Bunu başarınca da tüm in-
sanlığı severler. Böyle tüm yapıp etmele- Konfüçyüsçülük [İng. CmrfoaOllİS11r, Fr.
Konfüçyüsçülük 838

Coefıııilltlisme-, Afm. Koefıızjanis11111lj Kon- sağlayacak olan da diğer bir temel kav-
füçyüsçülük en azından başlarda Batılıla­ ram olan /idir. Pek çok şey demeye gelen
nn kullandığı bir terimdir. Çinliler bu o- li, temel insan ilişkilerindeki uyum ilke-
kula Edebiyatçılar Okulu demeye gelen sine dayanan toplumsal, ahlaksal bir fel-
f 11 Chia adını verirler. Batılılann verdiği sefe sunmaktadır. Linin özü olan üçün-
ad Çinlilerin verdiği anlamı içermez. cü bir kavramsayi kavramıdır. Yi, ahlak-
Şöyle ki, bu okulun üyeleri düşünür ol- sal bütünlüğün sonucu olan eylemdir;
makla kalmazlar; eski metinler konusun- 'doğruluk'tur. Tüm erdemlerin temelin-
da öğretmenlik de yaparlar. Bundan ö- de olduğu söylenen dördüncü bir kav-
türü de Çin toplumundaki ortodoks ge- ram daha vardır: hsiao. ''Nesep dindarlı­
leneği devam ettirirler. Aynca bu okulun ğı" ya da "atalar inana" diye çevrilebile-
öğretisi iki bin yıldan fazla bir süre dev- cek olan bu kavram bir aileye özgü ola-
let tarafından gerek eğitimde gerekse rak kalmaz, aileden çıkıp aile çevresine
günlük yaşamda resmi felsefe olarak ka- de taşar. Bunun için de hem ahlaksal
bul edilmiştir. Sosyalist Çin kurulduğun­ hem de toplumsal bir erdemdir.
da ise pek çok olumsuzluğun kaynağı Konfüçyüs'ten sonra bu çevrenin en
olarak görüldüğü için Konfüçyüsçülük önemli düşüı;ıürü Mensiyüs'tür. Mensi-
bütünüyle yadsınmıştır. yüs'e göre insan doğuştan iyidir. Öte yan-
Okula adını veren Konfüçyüs'e göre dan dünyada kötülük de vardır. Dolayı­
önemli olan doğayı değil insanı bilmek, sıyla kötülüğe nelerin neden olduğunu
insanı soruşturma konusu yapmaktır. soruşturmak gerekecektir. Ona göre bu-
Konfüçyüs'ün felsefesi insana, topluma nun üç kaynağı vardır: Birincileyiıı, insan
yönelik bir felsefedir. Çünkü kendini bi- dış koşullar yüzünden kötü eyleyebilir.
lemeyen insan hiçbir şeyi bilemez. Derdi Doğası iyi olmakla birlikte yaşam koşul­
de insanı mutlu, ahlaklı kılacak olanın ne lan yüzünden insanın bu iyi doğası bo-
olduğunu soruşturmaktır. Konfüçyüs'e zulabilir. İkincileyin, insan doğasında o-
göre insanın iyiliğinin, mutluluğunun lan iyilikten vazgeçer, yapısının iyiliğe
kaynağı yine insandır. Konfüçyüs'ün öğ­ doğru açılmasına izin vermez. Üçüncü-
retisinde en temel olan şey, kişinin in- leyin, duygularını, hislerini besleyemeye-
sancıllığını işlemek, insanın içinde oldu- bilir. Niyeti iyi bile olsa bilgisizlikten
ğu varsayılan insancıllığı geliştirmek, tüm ötürü kötü eyleyebilir. Mensiyüs'ün bu
insansal etkinlikleri bu işlenmiş insanlığa bağlamda Konfüçyüs'ten ayn olarak vur-
göre düzenlemektir. Böylelikle insan hem guladığı kavram yidir. fen insan doğasın­
kendi kişisel davranışı ile özel yaşamında daki iyiliğe, yi de insan eylemlerindeki
hem de başkalarıyla ilişkisinde önemli doğruluğa göndermede l>ulunur. Çünkü
gelişmeler sağlayacaktır. Her tek birey bu- iyilikle doğruluk arasında bir fark vardır.
nu başardığında da iyiliğe ulaşılıp mut- Her insanda insancıllık vardır ama her
luluğa erişilecekıir. Kişi kendisini huzura insan doğru biçimde eylemez. Bu neden-
erdirdiğinde aile yaşamı huzurlu olacak, le de yiııin ya da eylemin doğruluğunun
aile yaşamı huzurlu olunca ulusun yaşa­ wrgulanması dünyadan kötülüğün kovul-
mı huzurlu olacaktır. Ulusun yaşamı hu- ması için zorunludur.
zurlu olunca da dünya huzurlu bir yer Konfüçyüsçülüğün bir diğer önemli
olacaktır. filozofu Hsun Tzu'dur. Hsun Tzu'nun
Konfüçyüs felsefesinin dayandığı te- görüşleri Mensiyüs'ün ·görüşleriyle taban
mel kavramlar vardır. Bunlardan biri in- tabana zıttır. Hsun Tzu'ya göre insan
sana insancıllığını veren jttıdir. fen insa- doğası aslında kötüdür. Toplumsal ku-
ıun bütün eylemlerinin, ilkelerinin, iyili- rumlar ile kültür araalığıyla insan iyi o-
ğinin kaynağıdır ama bunların da düzen- lur. Mensiyüs'e göreyse bunlar insanın
lenip denetlenmesi gerekmektedir. Bunu kötü eylemesinin nedenleri olabilmekte-
839 Konya Enetjetizm Okulu

dirler. Mcnsiyüs'e göre insan doğuştan Savaşan Devletler Dönemi diye anılan
getirdiği iyiliğinden dolayı bilge, hikmet bir dönemde gelişip yayı,ıınlaşmıştır. Bu
sahibi olabiliyorken, Hsun Tzu'ya göre dönem Ch'in Hanedanlığı'nın egemenli-
doğuştan getirdiği zekası ile eğitilebilir­ ğiyle son bulmuştur. İmparator olan Ch'
liği sayesinde bilge, hikmet sahibi biri in Shih Huang Ti, yalnızca Konfüçyüsçü
olabilir. kitapların değil, başka düşünürlerin ki-
İmdi, insan doğuştan kötüyse, soru taplarının da yakıldığı tarihin önemli ki-
bu doğuştan kötü insanın nasıl olup da tap yakma buyruklarından birini vermiş;
iyi olabildiğidir. Hsun Tzu, insanı iyi kı­ pek çok düşünüre ait kitaplar yakılmıştır.
lan şe)'in toplumsal düzenlemeler ile kül- Han Hanedanlığı döneminde Konfüç-
tür olduğunu söyleyerek bu soruyu ya- yüsçü düşünce yeniden önem kazanıp
nıtlar. İyi, değerli olan her şey insan ça- yaygın kabul görmüştür. Bundan sonra
basının ürünleridir. Değer kültürden kay- (Xl. ile Xll. yüzyıllar) Yeni Konfüçyüs-
naklanır, kültür de insanın başansıdır. çülük adı verilen akım Konfüçyüsçülük,
Her insan kiitü doğuyorsa iyinin kayna- Taoculuk, Buddhacılık'la birlikte Çin'in
ğının ne olduğu sorusuna Hsun Tzu iki dördüncü büyük felsefe akımı olmuştur.
yolla )'anıt verir. Bu yollardan birine göre En önemli temsilcisi Chu Hsi (1130-
insanın bir tür toplumsal düzerıleme ol- 1200) olan bu akım Konfüçyüsçülük ile
madan yaşaması olanaksızdır. Toplumsal Taoculuğun temel ilkelerini uyum içeri-
bir düzenleme içinse yönetim kuralları sinde biraraya ı,ıetirir. Konfüçyüsçülük
gereklidir. Toplumsal kurumlar ile ahlak insanın toplumsal ilişkileri üzerine, Tao-
bu kuralların göstergesidir. Diğer yola culuk da insanın evrenle ilişkisi üzerine
ı.,1(\reyse insanlar aynı şeylerden hoşlanıp yoğunlaşır. Buddhacılık'tan da etkilenen
aynı şeylerden nefret ederler. Hoşlanma­ Yeni Konfüçyüsçüler, asıl Taoculann-
ları pek çok ama şeylerin sayısı azdır. Bu kinden daha da büyük bir metafizik
da insanın yaşamındaki en temel güç- dizge yaratmışlardır. Yeni Konfüçyüsçü-
lüklerden biridir. İnsanlar birarada yaşa­ lük akımında başlıca iki okul vardır:
mak zorunda olduklan için kişiler istek- Bunlardan biri Chu Hsi'nin de bağlı ol-
lerini doyuracak sınırlar çizmek zorun- duğu İlkelerin Yasası Okulu (Li Hsueh),
dadırlar. Toplumsal kurumlar ile ahlakın diğeri de Zihin Okulu'dur (Hsin Hsueh).
işlevi işte bu sınırlan çizmektir. Kişi is- Bu okulların kurucuları kardeştir: İlk o-
teklerinin doyurulmasının sınırlarını a- kulun kurucusu Ch'eng Yi (1033-1107),
şarsa ahl:.i.kdışı davranmış olacaktır. ikinci okulun kurucusu da Ch'eng Hao'
Konfüç)'üs'ün diğer bir ardılı olan dur (1032-1085). Aynca bkz. Konfüç-
.\!o Tzu, Konfüçyii~'ün 'iyilik' kavramı­ yüs; Mensiyüs; Chu Hsi; Çin felse-
nın toplumsal düzenlemenin temeli ola- fesi; jen; li; hsiao.
rak görülmesini eleştirir. Kendisine ka-
lırsa eylemlerin doğruluğu, insan için ya- Konya Enetjetizm Okulu Konya'da 1
rarlı ne ortaya koyduğuna bakılarak be- Ocak 1925-15 Ekim 1929 tarihleri ara-
lirlenebilir. Mo Tzu'nun felsefesi faydaa sında Yeni Fikir dergisini çıkaran Naci
bir felsefedir. Fikret Baştak'ın arkadaşı Namdar Rahmi
Hsvn Tzu'nun öğrencisi olan Han Karatay'la birlikte geliştirdiği felsefi sis-
Fei Tzu 'ya ı.,J()reyse insarılann eylemlerini tem.
düzenleyip iyi kılan şey ödül ile cezadır. Konya Enerjetizm Okulu'nun baş
İnsanların iyi davranacak kadar iyi ol- temsilcisi Naci Fikret Baştak 1891 'de
ımılannı beklemeye gerek yoktur. İyi dav- Konya'da doğdu. 1911 'de Konya Mül-
ranış ceza ile ödüle dayalı bir yasa düze- kiye İdadisi'ni bitirdi. Bu okulda öğren­
niyle sağlanabılir. ciyken arkadaşlarıyla birlikte çıkardığı
Konfüçyüsçü düşünce Çin tarihinde Ufk-i Ati dergisinde ilk felsefi şiirlerini
Konya Enerjetizm Okulu 840

yayımladı. Arkadaşı Namdar Rahmi Ka- kiye İdadlsi'nde tamamladı (1912). Şahap
ratay'la da bu okulda tanıştı. Başlangıçta adlı dergide ilk yazılan çıktı. Öğretmen­
daha çok edebiyatla ilgilenen Namdar liğe önce Konya'daki Ümit Özel İdadisi'
Rahmi'nin felsefeye yönelmesinde etkili nde başladı; daha sonra Afyon İdadisi'
oldu. İlk yıllarda Dr. Abdullah Cevdet'in nde çalıştı. Konya'ya dönünce çeşitli o-
yayınladığı İffihai dergisinde ve Baha kullarda Türkçe, Edebiyat ve Felsefe
Tevfık'in Fılstjt Mıı;?J1ua.rlnda karşılaştığı dersleri verdi. Konya Türk Ocağı'nın ya-
materyalizm, fikri gelişimi üzerinde ö- yınladığı Otak (1917-18) dergisinin yö-
nemli etki yaptı. I. Dünya Savaşı ve Kur- netimine getirildi. 1918'de okullarda in-
tuluş Savaşı'na yedek subay olamk ka- celeme yapmak için valilik tarafından Vi-
tıldı. Kurtuluş'tan sonm Konya'da Ümit yana ve Budapcşte'ye gönderildi. Milli
Özel İdadisi'nde, Anadolu İntibah Mek- Memıutlda yazılan çıktı. Arkadaşı Naci
tebi'nde ve Konya Lisesi'nde Coğrafya Fikret'in çıkardığı Yem' Fikir dergisinin 3.
ve Felsefe dersleri öğretmenliği yaptı. sayısından itibaren yayımladığı yazılarıyla
Konya'da Bari/ea, Şahap, Rehber, Ocak, Enetjetizm'i geliştirdi. 1925 yılında psi-
Hak Yolu ve iı Omğı dergilerinde; İstan­ koloji öğrenimi için Paris'e gönderildi.
bul'da Baha Tevfik'in yayınladığı Ftlrefe Paris 'ten Yem' Fikir'e yazılanru gönder-
Mtmıuan ve Zelea ile Semt-i Fii111111'da ya- meyi sürdürdü. l 928'de Türkiye'ye dö-
zılan çıktı. 1924'te Konya Müzesi mü- nerek Konya Lisesi'nde öğretmenliğe
dürlüğüne atandı. Bir süre Yusuf Ağa devam etti. 15 Kasım 1929'da Rıza Şü­
Kütüphanesi müdürlüğü de yaptı. 1925' kuh'la birlikte çıkardığı Balansı adlı dergi
te Ytm' Fikir dergisini çıkarmaya başla­ "ahlaka mugayir resim basıldığı" gerek-
yan Baştak bu dergiyi 51 sayı yayınladı. çesiyle Maarif VekaJeti 'nce toplatılıp ka-
Aynca Enetjetizm çerçevesinde İstan­ patıldı. Bir süre öğretmenlik görevinden
bul'da yayınlanan Milli Mtı;?Jllia ile Sivas' alındıysa da daha sonra Bursa'ya atandı.
ta çıkan D1!}gu ve Diifiitta adlı dergilere 1932'de Dolmabahçe Sarayı'nda topla-
de yazılar gönderdi. Konya Halkevi'nin nan I. Dil Kurultayı'na katıldı ve Hüse-
çıkardığı Ko'!Ja adlı dergide Konya tarihi yin Cahit Yalçın'a karşı dil devrimini sa-
ile ilgili yazılar yayımladı. 1 Ekim 1929' vundu. 1933'ten sonra yazdığı mizahi
da Namdar Rahmi ile birlikte Arie Mine- şiirlerle tanındı. 1942'de Gazi Terbiye
"" adlı Fransızca bir derginin ilk ve son ·Enstitüsü hocalığına geçti. 1947'de Çapa
sayısını çıkardı. Ancak aradan çok geç- Kız Enstitüsü'ne atandı. 1952 yılında e-
meden Namdar Rahmi'nin öğretmerılik­ mekli olan Karatay, 26 Ağustos t 953
ten önce atılması, daha sonm da geri alı­ tarihinde İzmir'de öldü.
nıp Bursa'ya gönderilmesi ve çok sevdiği Felsefl Mu/ekler VoA:abiileri (t.y.), Na-
ninesinin ölmesiyle ümitsizliğe düştü. '111k Ke111alwİtlealiZJlli(1941), Yazma Dm-
Konya'yı terk ederek İstanbul'a yerleşti. /eri (1945), T.Gtaplan111m Hik4Jui (1952),
1930-33 yıllarında İstanbul Üniversitesi Paris Mektuplan (1952) ve Gef# Bor'u11 Pa-
Edebiyat Fakültesi kitipliği yaptı. Daha zan (1954) Namdar Rahmi Karatay'ın ya-
sonm İ.Ü. Kütüphanesi'nde memur ola- yımlanmış eserleridir.
rak çalıştı .. 5 Amlık l 948'de İstanbul'da Enetjetizm, XIX yüzyılda fizik, kim-
ölen Naci Fikret Baştak'ın Kotrya I (1945) ya ve biyoloji bilirnlerindelı:i gelişmelerin
adlı bir kitabı yayımlanmıştır. felsefeye yansımasıyla Alman kimyacı ve
Naci Fikret'in Enetjctizm 'i birlikte filozof Oswald tarafından savunulan bir
geliştirdiği arkadaşı Namdar Rahmi Ka- görüş olup, maddenin, ruhun, bütün
ratay 1896'da Kütahya'da doğdu. İlkoku­ gerçeğin enerjiden ibaret olduğunu ve
lu burada bitirdi. Ortaöğreııimine Kütah- fiziksel, kimyasal, zihinsel ve ruhsal olay-
ya'da başladıysa da eğitimini 1910'da ai- ların enerjinin bir değişmesi olduğunu
lesinin memleketi olan Konya'dalı:i Mül- ileri süren bir tür moııizmdir (tekçilik).
841 koful eklemi

Naci Fikret, Ye1fİ Fikirde yayımladığı ve Milli Mt01ı11a'da Cemil Sena Ongun'
"Felsefe Kamusu"nda Oswald'ın görüş­ un yayımladığı bir tenkit yazısından baş­
lerini bu şelı:ilde özetlemiştir. ka hemen hiçbir tepki almamışlardır.
Konya Enerjctizm Okulu'nun bu ilci 1929 yılı sonlarında iki arkadaşın ayrıl­
temsilcisi, Naci Fikret ile Namdar Rah- mak durumunda kalmaları da onlan ka-
mi, görüşlerinde bir okul anlayışı içinde ramsarlığa düşürmüş ve görüşlerini daha
birlik gösterirler. Büyük bir ihtirasla kur- ileriye götürememelerine neden olmuş­
maya giriştikleri felsefi sistemin, her tür- tur.
lü metafizik kavram .ve anlayıştan uzak
olmasını, bilime dayanmasını ve monist kosmos (Yun.) Sözcük olarak bezeme,
(tekçı) bir nitelik taşımasını planlamış­ süsleme, donatma anlamına gelen koı-
lardır. Naci Fikret ve Namdar Rahmi, 11101, ilkçağ Yunan fdsefesinde "evren"
kendi Enetjetizm '!erini bir sistem olarak (acun), "evrenin düzeni", özellikle de fi-
geliştirmek için Ye1fi Fikir dergisini ya- ziksel ya da görünür dünyanın uyumlu
yınlamaya başlamadan çok önce, daha birliği anlamında kullanılmıştır.
lise yıllarından itibaren büyük bir şevkle Evrenin bir leoS11101 olarak görülmesi
felsefeye yönelmişlerdir. Abdullah Ccv- gdeneği ilkin Pythagoras'la başlar; ancak
detrın ve Baha Tevfık'in materyalist gö- bir düzen olarak tasarlanması Anaksi-
rüşlerinin etkisinde felsefi okumalarını mandros ile Anaksimenes'in fragmanla-
sürdürmüş; sonunda da felsefede monist rına kadar uzanır. KoS111olun anlam ba-
bir sistem kurma arayışına girmişlerdir. zında geçirdiği evrimin izini sürmek güç
Varlık ve olaylardaki değişme ve etkinliği olsa da, görünen o ki, geçirdiği aşamalar
açıklamak için etkin bir ilkeye ihtiyaç duy- "düzen"; "bu evrenin düzeni" ve "düzen
muş ve bu ilkeyi, Nietzsche'nin "kudret olarak evren" yönünde olmuştur. Her ne
iradesi"nden ("erk istenci'') esinlenerek, kadar, insanın evrenin mlurıkoZ!"olu ol-
fizikteki enerjide bulmuşlardır. Nitekim duğu görüşü ilk olarak Dcmokritos tara-
yazılarında kendi fikirlerini fizikteki ter- fından ortaya atılmışsa da leosmolun ev-
mo-dinamiğin ilcinci yasasının gelişme­ renle özdeşleştirilmesi Empedokles'in za-
sine yol açan Camot ilkesine dayandınr­ manında gerç~klcşmiştir. Gelgelelim dört
lar. Başlangıçta "Kudretiyat Felsefesi", başı mamur, temellendirilmiş bir koı11101
daha sonra "Enerjetizm" olarak adlan- öğretisi Pythagorasçılann eliyle oluştu­
dırdıkları fikirlerini açıklarken, Camot il- rulmuştur: evren bir /eoS111os'tur çünkü
kesinin yanı sıra Oswald'ın ve Gustav Le tüm şeylerin *arkht'si olan sayıya (arith-
Aon'un görüşkrinden de önemli ölçüde 11101) yaslanan matematiksel oranlara (har·
yararlanmışlardır. mania) indirgenebilir (Ari~toteles, Metafi-
Naci Fikret ve Namdar Rahmi, fdse- zjle, 985b). Yıne, tıpkı Demokritos gibi,
felcrine temd olarak aldıkları enerjiyi var- Pythagorasçılarda "*makrokozmos/ mik-
lığın her biçimini açıklamada temel bir il- rokozmos" bölümlemesini kullanıp ruh-
ke olarak kullandılar. Encrjetizm'i ilk kez taki "kozmik uyum"dan dem vurarak leor-
kurmasalar da Oswald'daki ve Bau'daki 1110/u etik alanına taşımışlardır. Heraklei-
diğer biçimlerinden daha da ileri götüre- tos ise tüm bu filozoflardan bir adım ö-
rek varlığın her alanına, madde, canlı, zi- teye geçerek koı111olu, yani "kozmik dü-
hin, ruh, hatta toplum ve değerler alanı­ zen''i, "yasa"yla rno11101) özdeşleştirip
na dek genişletip tam bir sistem haline Doğa Yasası anlayışını başlatmıştır.
getirdiler. Ancak bu görüşleri Türk fdse-
fesinin düşünce hayaunda gereken ilgiyi koful eklemi ~ng. mnJitional, implkation;
bulmadL Enerjetizm'i tanıtmaya yönelik Fr. implica1e11r, Alm. implileator, konJitional-
bütün çabalarına karşılık,· Anadolu'da ya- ~ es. t. tazd111111tn1] bkz. önenne ek-
yınlnran birkaç deıginin değinmesinden lemleri mantığı..
koşullu buyruk 842

koşullu buyruk [İng. bypothetical impera· sefece duruşu birleştiriyor giirünmcktc-


tive; Fr. imperatifbypothltique, Alm. bypothe· dir. Bunlardan ilki, eylemlerin amaçlarını
tischer imperativ) Herhangi bir koşula bağlı belirlemek üzere koşulsuz buyruğu ya-
olan, bir başka şeye erişmek için yapıl­ salar ı,>ibi tasarlarken, ikincisi koşulsuz
ması gerekeni buyuran, varılmak istenen buyruğu istencin özerkliğini sağlayacak
yere bir araç olarak götüren koşullu buy- metafizik temelli özgürlük anlayışını ge-
ruk.Janrı Kant'ın hem kuramsal hem de rekçelendirmek için kullanır. Öyleyse,
pratik felsefesinde önemli bir yeri vardır. koşulsuz buyruk herhangi bir amaç dü-
Arı Usun Eleştirisi'nde koşullu buyruklar, şünülmeden kendiliğinden zorunlu ola-
yaq.,11lar tablosundaki ilişki yargılarının i- cak; yalnızca eylemin biçimiyle ve ondan
kinci kümesini oluşturur. Koşullu buy- çıkacak ilkeyle ilgili olacaktır. Koşulsuz
ruklar, ileri sürdüğü koşul ile onun so- buyruğun bir başka niteliği ise onun do-
nuçlarıyla ilgilenir. Öyleyse, ilki koşulu laysız bilinmesi gerekliliğidir; böylece ya-
betimleyen ikincisi sonuçlan gösteren iki sanın evrenselliği sağlanmış olur. Kant,
önermeyle koşullu buyruklar oluşturulur. davranışlarımızı ahlak açısından değer­
Sözgelimi, "Eğer kusursuz adalet varsa, lendirmeye yarayabilecek bir yasa olarak
iflah olmaz kötüler cezasını görür" yar- düşündüğü koşulsuz buyruğu, "Öyle dav-
gısı bu türden bir buyruktur. Ablak Me- ran ki kendi. eyleminin herhangi bir za-
tafiziğinin Temellendirümesi'nde Kant, tüm manda ve yerde herhangi bir kimse için
buyrukları ya koşulsuz ya da koşullu buy- de evrensel bir yasa düzeyine çıkarılma­
ruklar olarak betimler. Koşullu buyruk- sını isteyebilesin" biçiminde özetlemiştir.
lar, bir kimsenin bir başka şeyi elde et- Aynca bkz. ödev etiği.
mek üzere giriştiği olası bir eylemin pra-
tik zorunluluğunu temsil ederler. Kant, koşulsuz önermeler manuğı Klasik A-
koşullu buyrukları beceriyle ilgili olanlar ristoteles mantığı da denir. Tümel c-
ve sağgörüyle ilgili olanlar olmak üzere vetleyici (A), tümel değilleyici (E), tikel
iki kümede toplar. Koşulsuz buyrukların evetleyici (İ), tikel değilleyici (O) öner-
tersine, koşullu buyruklar eylemin konu- meler arasındaki bağıntıları inceleyen
suyla ve açığa çıkması beklenen sonu- manuk dizgesidir. Böylelikle, bu koşul­
cuyla ilgilidirler; o nedenle hep dış etkiye suz önermeler, yani özne-yüklem öner-
açıknrlar. Aynca bkz. ödev etiği. meleri nitelik bakımından evetleyici ile
değilleyici; nicelik bakımından da tümel
koşullunun tersinmezliği ilkesi bkz. ile tikel olmak üzere iki öbeğe ayrılırlar.
önerme eklemleri manuğı. Bu önermeler S (iiıme) ile P (yüklem) gi·
hi terim temsilcileri)'IC yazılırlar. a, e, i, o
koşulsuz buyruk [İng. categorical impera· da terim eklemleridir. Bu durumda SaP,
tive; Fr. imperatifcategorique; Alın. kategori· SeP, SiP, SoP gibi önerme kalıpları elde
seher imperativ) Eylemde bulunurken nasıl edilir. Bu terim temsilcileriyle gösterilen
bir seçim yapacağımızı belirlemek üzere terimlerin olumsuzları da dile getirilebi-
Immanuel Kant'ın ortaya koyduğu bi- lir. S'den S-olm~y~n, P'den P-olmayan
çimsel temel ilke ya da ilkeler topluluğu. gibi. Bunlar da S, P ile gösterilir. Yuka-
Koşulsuz buyruk, ancak kimi tutkular ve rıda sayılan terim eklemleri ya da de-
eğilimler eşliğinde gücü olan koşullu ğişmezlerine - değişmezi; terim temsilci-
buyruklarla karşıtlık içinde ele alınır. lerine de M (orta terim) eklenmelidir.
Kant yorumcuları arasında koşulsuz buy- Koşulsuz önermeler mantığında üç
ruk, belli türden içi boş bir biçimcilik ya- öbek yasa vardır: i) karşıolum yasaları; ü)
rannış olması gerekçesiyle tarnşmalara dolaysız çıkarım yasaları; iii) koşulsuz ta-
yol açmışnr. Kant açısından koşulsuz sım yasaları. Altı tane karşıolum yasası
buyruk, yüksek olasılıkla tutarsız iki fel- vardır. Bu yasalar koşulsuz önermeler
843 koşulsuz önenneler mantığı

arasındaki ilişkilerdir: (1-) Karşıtlık, tü- nin ya da her ikisinin birden değillen­
mel olumlu önerme ile tümel olumsuz mesidir. S P: S P tam çevirme; S P ön
önerme arasında söz konusudur. Bu iki çevirme, S P art çevirmedir. Bu ikisine
önerme bir arada doğru olamaz ama ikisi yarı çevirmeler denir. Evirme iki türlü-
bir arada yanlış olabilir: SaP-+-ıScP. (2-) dür. Birinde, evrilende evrilmişin niceliği
Altkarşıtlık, tikel olumlu bir önermeyle aynı kalır; buna yalın evirme denir. Diğe·
tikel olumsuz bir önerme arasında söz rinde, evrilende evrilmişin nicdiği deği­
konusudur. İkisi bir arada doğru olabilir şir; buna da ilineksel evirme denir.
ama ikisi bir arada yanlış olamaz: SaP-+PiS, SeP-+PoS ilineksel evirmeler;
SiPvSoP. (3,4-) Aluklık, tümel olumlu SeP+->PeS, SiP+->PiS yalın evirmelerdir.
önermeyle tikel olumlu önerme, bir de O önermelerininse evriği yokrur. Devir-
tümel olumsuz önermeyle tikel olumsuz me'de S P gibi bit kalıpta özne ile nesne
önerme arasında söz konusudur. SaP ö- yer değiştirir. Bu yapılırken ya S ya ~ya
nermesi doğruysa SiP önermesi de doğ­ da her ikisi birden değillenir. S P: P S
rudur; SiP önermesi y~nlışsa SaP öner- ön devirme, P S art devirme (bu ikisi
mesi de yanlışur. Aynı biçimde, SeP ö- yandevirmelerdir), P Stam devirmedir.
nermesi doğruysa SoP önermesi de doğ­ Koşulsuz tasım (fyllogirm) yasaları, iki
rudur; SoP önermesi yanlışsa SeP öner- koşulsuz önermenin öncül olduğu çıka­
mesi deyanlışnr:SaP-+SiP, -ıSiP-+-.SaP; nmlardır. Aristoteles tasımı koşullu ö-
SeP-+SoP, -,SoP-+-ıSeP. (5,6-) Çdi- nermeler biçiminde, (pAq)~s biçiminde
şiklik, tümel olumlu önerme ile tikel o- dile getirir. Ne ki, daha sonralan tasım
lumsuz önerme, bir de tümel olumsuz hep çıkanın biçiminde dile getirilir olur.
önerme ile tikel olumlu önerme arasında Bir tasımda sonucun öznesi küçük terim,
söz konusudur. Bunlardan biri yanlışsa sonucun yüklemi büyük terimdir. Küçük
diğeri mutlaka doğrudur. Birinin yanlış­ terimin yer aldığı öncül küçük öncül,
lığı diğerinin doğruluğundan çıkarılabilir. büyük terimin yer aldığı öncül büyük
SaP+->-ıSoP; SeP......-.SiP. Bu alu yasanın öncüldür. Öncüllerin her ikisinde olan
geçetliliğinisembolik mantıkla denet- terim de orta terimdir. Yani büyük öncül
lemek için çelişiklik yasası dışındaki dön P M, küçük öncül de S M'dir.
yasaya 3xSx öncülünü katmak gere- Herhangi bir tasımda, büyük terimin
kir. yerine P, küçük terimin yerine S, orta te-
Karşıthk rimin yerine de M konarak bir tasım ko-
Saf> __ _,_Ş_!!P-+---, ScP ScP numu elde edilir. Aristoteles bunlardan
Al '" -~--{ı ık
üç tanesini dile getirir. Dördüncü ko-

~- '
.iY numuysa Galenus dile getirir. Bunlar:
~/

~
,,"O
ı:n
1. II. III. IV.
Konum Konum Konum Konum
l ~.o l
~ f
.ı('· "'~~
~~. ~.o
ti)

"O
M-P
S-M
P-M
S-M
M-P
M-S
P-M
M-S
~$.
S-P S-P S-P S-P
SiP SiPVSoP SoP
Altkarşıthk Bu konumlarda - iminin yerine a, e, i, o
gibi terim eklemleri gelecektir. Bu bi-
Dolaysız çıkarım yasalan üç tanedir- çimde elde edilen 256 tasım biçiminden
ler: (i) çevirme; (ıı) ::virme; (ıiı) devirme. yalnızca 24 tanesi geçerlidir. Geçerli ta-
Çevirme S P kalıbının ya S'sinin ya P'si- sım biçimleri şunlardır:
kotulsuz tasım yasalan 844

1. BARBARA, BARBARI, CELARENT CELARONT


Konum DARİİ FERİ O
il. CESARE, CESARO, CAMESTRES CAMESTROP
Konum FESTİN O BAROCO
lll. DARAPTİ, DISAMİS, DATİSİ FELAPI'ON
Konum BOCARDO FERİ SON
iV. BRAMANTIP CAMENES, CAMENOP DIMARIS
Konum FESAPO FRESİSON

koşulsuz tasım yasalan bkz. koşulsuz şının öncülüğünü yapan bilimsel düşün­
önermeler mantığı. ce tarihçisi. Olgucu bilim felsefesi aııla­
yışırun en sıkı eleştiricilerinden biri olan
koşutçuluk [İng. paraUelisflf', Fr. parallt- Koyrc, yapıtlarında olguculann yegane
lismr, Alın. paraUelis11111.ij Descartes'ın ken- temelini "us" olarak gösterdikleri tarihsiz.
dinden önceki felsefenin töz düşünce­ bilim aıılayışlarıru kökünden sarsacak bir
sinde büyük bir kırılma gerçekleştirerek biçimde bilimin köklerinde yatan bilim-
"zihinsel töz" (ru mgitani) ile ''bedensel dışı, usdışı öğeleri bir bir ortaya döker.
töz" (ru extenıa) arasında keskin bir ay- Rusya'da doğan; felsefe eğitimini a-
nına gitmesiyle ortaya çıkan ikili yapı­ ğırlıklı olarak "görüngübilim" yönelimli
daki zihin ile beden arasındaki ilişki so- Husserl, Hilbert ve Reinach'la çalıştığı.
rununu aşmak üzere, 'Descartesçı İkilik'i Görtingen (Almanya) ile "yaşam felse-
kendilerine temel alan felsefelerin öğ­ fesi" eğilimli Bergson, Lalande ve Brun-
retilerini yerleştirdikleri birbirine karşıt schvicg'le çalıştığı Paris 'te (Fransa) ta-
iki temel konumdan biri: beden ile zihin mamlayan; 1919 yılında Paris'e yerleşe­
arasındaki ilişkinin "etkileşimcilik"in öne rek Fransız vatandaşlığına geçen; çalış­
sürdüğü gibi karşılıklı bir nedensellik iliş­ malanrıın bir bölümünü de ilk olarak II.
kisi olmayıp bedensel olaylar ile zihinsel Dünya Savaşı sırasında gittiği ABD'de
olayların, birbirini etkilemeksizin, birbi- İngilizce olarak yapan KoyrC'nin tüm ya-
rine koşut olarak gerçekleştiğini savunan pıtı "insan düşüncesinin birliği" üzerine
ikici zihin felsefesi kumrm. Koşutçulara kuruludur. Çalışmalarında insan zihninin
göre bedensel olaylar ile zihinsel olaylar "doğru"yu bulma adına yüzyıllardır sür-
birbirine koşut iki dizi halinde meydana dürdüğü yolculuğun izini süren Koyre,
gelirler. Bu dizilerin birbirini etkilemesi bilimsel öğretilerin de tıpkı tannbilimsel
söz konusu olmayıp yalnızca belli be- öğretiler gibi tarihsel çerçeveleriyle bir-
densel görüııgülerin karşısına belli zihin- likte kavranması gerektiği üzerinde dura-
sel görüngüler denk düşmektedir. Be- rak, buıılann yine bir yaşam felsefesi dü-
densel olaylar ile zihinsel olayların ara- şünürü olan Dilthey'ın Weltansçha1111ng
sında doğrudan nedensel bir bağ olmak- ("dünyagörüşü') kavramıyla ortaya koy-
sızın. önceden kurulmuş kutsal bir uyu- duğu gibi belli "düşünce yapılan"na ait
mun varlığıru koyutlayan Leibniz'in "mo- olduklarını öne sürer. Bu bağlamda, Koy-
nadoloji"si koşutçuluğun en bilinen ör- re'ye göre, bilimsel düşüncenin gelişi­
neğidir. Karşıtı için bkz. etkiletimcilik. minde felsefenin de ortaya koyduğu "dü-
şünme çerçeveleri"yle oldukça büyük bir
Kotarbinski, Tadeusz bkz. eylembil- payı vardır. Koyre, Hegelci dilin, zaman
gisi felsefesinin ve mantığın içsel sorunları ü-
zerine yazdığı üç önemli makalesinin yer
Koyre, Alexandre (1892-1964) Bilim aldığı Felsefi Diişiinte Tarihi Araşlmllaları
tarihi yazırmnda çığır açan çalışmalarıyla {Etudes d'histoire de la pensee philosop-
olguculuk sonrası bilim felsefesi aıılayı- hique, 1961) adlı çalışmasında bilimsel
845 köktencilik

düşüncenin bir boşluk içinde değil, bir (Etudes galileennes, 1939), ortııçağ ev-
düşünceler, temel ilkeler, genellikle felse- renbilgisinden Newtoncu doğal tannbi-
feye ait olduğu d~ünülen kendiliğinden lime Tann'nm dünyayla ilişkisinin izini
apaçık belitler çerçevesinde geliştiğini
sa- sürdüğü ünlü yapıtı Kapalı Diinyation Son·
wnur. Sil!( Emnı (From Closed World to the
Koyre bilime insanbilime dayalı bir lnfınite Univcrse, 1957), bilim tarihinin
yöntcınbilgisinden haı:ekctlc yaklaşmak­ yöntcmbilgisine ve ortaçağdan Pascal'a
tadır. İnsan düşüncesinin (ya da usunun) dek eleştirel çalışmalar üzerine yazılannı
üzerine inşa edildiği tek bir temel ara- içeren Bilimsıl Diifiit"• Taribi Araşlırllla·
mak yerine, onu farklı wihscl dönem- lan {Etudes d'histoire de la pensee scien-
lerdeki değişkenliği ve devingenliği. için- tifiquc, 1966) sayılabilir.
de ele ıılan bu yaklaşım, Koyre'ye meta- Koyre, biliınl diğer kolektif kurgu-
fiziğin derin sezgileriyle belli dönemlerin larla etkileşime açarak ve geçmişin dilini
kültürel bağla(ıu)mlannı ilişkilendirme o- kendi sözdağarcığıyla tutarlı bir biçimde
lanağı vermiştir. Bu bağlamda Rus gi- yeniden yaratarak bilim tarihini insanbi-
zemciliği. ile Spinoza'ıun terimceleri üze- lim aracılığıyla sağlam bir temele oturt-
rine çalışan Koyre, Hegcl'i görüngübi- muş ve tarihsel yöntembilgisini bilimi
·limsel bir yaklaşımla, Kojevc ile Sartrc'm çözümlemenin yeni bir biçimi olarak
Hegclciliğini derinden etkileyecek bir bi- kunnuştur. Kuhn ve Foııcault üzerinde-
çimde yeniden yorumlamıştır. Görüngü- ki etkisi ise onun çalışmalarına uzak, hat-
bilimin ve varoluşçuluğun iki Dünya Sa- ta karşıt bir biçimde de olsa bilgikuramı
vaşı arasında Fransız felsefesinde yay- tartışmalarına yeni bir boyut kazandır­
gınlaşmasında da önemli bir payı olan mıştır. Aynca bkz. bilim felsefesi.
Koyre, Husserl'in çizgisinde Descanesçı
derindüşünmeler yönünde aşkınsal bir i- kozmik yokıayacıhk bkz. yoksayaca-
dealizme doğru yönclcn görüngübilimi hk.
eleştirerek, Hcidcgger'de gözlemlediği gi-
bi, bir metafizik olarak değil varlıkbil­ kozmogoni bkz. evrendoğum.
gisel anlamıyla özlerin araştınlması için
bir yöntem olarak "gerçekçi görüngübi- kozmoloji bkz. evrenbilgisi.
lim" anlayışııu savunmuştur.
Koyre'nin diğer önemli çalışmaları köksap/köksaph dütünce [İng. rhi~
arasında Hegel'in ve *Natııtphilarophü'nin 1111/ rhİZP11ta/İç tho11ghiJ bkz. Deleuze, Gil-
Rus izleyicileri aracılığıyla anavatanı Rus- les; Guattari, Felix; ağaçbiçimli dü-
yıı'nın kiiltiird kimliği. İİ7.erine eleştirel şünce; dikey dütünce.
bir düşünüm gerçekleştirdiği. XIX Yiit-
ytidA &tsya'Ja Felteft 111 UINr Son11111 (La köktenci deneycilik (İng. radical empiri-
philosophie et le probleme national en OmıJ bkz. duyumcıduk.
Russie au debut du XIXe siede, 1929),
modern bilimi olguculuk karşıtı bir tu- köktencilik [İng. raJKalimr, Fr. raJkafir.
tumla kurguladığı ve özellikle uzayın ~ 111r, Alm. ratli/ıur/is11111r, es. t. at'i»'eJ En
ometrik ve evı:enin sonsuz olduğunu genel anlamda bilimde, dinde, siyasette
söykyen Galilci'nin ortaya koyduğu ma- ya da herhangi bir başka alanda kökten
tematiksel fizik anlayışııu Aristotelesçi yenilikler yapma tutumu. Ycrleşik felsefe
olgucu bilim tarihi anlayışına karşı "Pla- dilinde, ele alınan konunun son nedenle-
toncu bir intikam" olarak niteleyip buna rine, enson köklerine ya da ilk temelle-
sonralan Kuhn'un felsefesinde baştacı rine inme amaayla yürütülen düşünme
ettiği "bilimsel devrim" kavramını yakış­ yöntemi; bir gerçeği ya da ilkeyi hiçbir
ıırdığı başlıca yapıtı Galilıi ÇA/q111alan ödün vermeden kayıtsız .şartsız, doğru-
Köseraü, Suvar 846

luğu önceden olurlarunış belli ilkelere lendiklcri; ilerde "Türk felsefesi" diye bir
bağlı kalarak sonuna dek sürdürme tu- şeyin olup olamayacağı; felsefe ile g(\n-
tumu; savunulan düşünsel konumun delik yaşam arasında nasıl bir bağ olduğu
doğruluğıiııu, gerçekliğini ya da değerce türünden onların pek alışık olmadığı so-
üstünlüğünü ne pahasına olursa olsun rulan düşünmeyi öğretmiştir. Usa uygun
sonuna dek götürme üzerine kurulu dü- temellendirmenin doğası, açmaz, sonsuz
şünme biçimi; yaşam biçimlerini, yaşam gerileme ve döngüscllik gibi kavramların
ilişkilerini kökten değiştirme sorunu kar- anlamı üzerine kafa yoran Köseraif, kıs­
şısında karşılaşılan bütün güçlüklere kar- men Wittgenstein'ın etkisiyle dilsel çö-
şın sonuna dek gitmekten vazgeçmemeyi zümleme ile ruhsal çözümleme arasında­
kendisine ülkü edinmiş yaklaşım; artık ki yakın ilişkiyi derslerinde, laf arasında,
yaşanamaz olanı uçlarına varılana dek fırsat buldukça vurgularnışur. Suvar Kö-
yaşama yürekliliğini gösterme tavrı. Bu- seraif, Jacques Derrida'run yapısökümü­
nun yanında Jeremy Bentham, William ne benzeyen -ama Derrida'run yönte-
James, Tames Mili, John Stuart Mili gibi mine göre çok daha sade- ve adına se!f-
İngiliz . filozoflarınca siyasette bireysel applicaJion C'kendi kendine uygulama") de-
özgürlüklerin, ekonomide serbest piyasa, diği bir yönteme sıkça başvurarak felsefi
ticaret ya da sermaye düzeninin, ruhbi- savlan bu savların kendi savundukları
limde çağnşımcılığın, felsefede yararcılı­ görüşler ışığında komik durumlara dü-
ğın yerleştirilmesi için birtakım köklü şürmeyi seven ve alışılmış şekilde dü-
değişiklerin yapılması önerisi üstüne ku- şünmeyen bir felsefecidir. Köseraifin bir
rulmuş olan yaklaşım da "felsefi kökten- Türk felsefesinin kurucusu olabilecek
cilik" adıyla anılmaktadır. Siyaset felse- denli derin bir felsefeci olduğu yakın çev-
fesi alanında ise köktencilik, yapılacak resindeki felsefecilerce de söylenmekte-
yeni yasalarda olsun uygulanacak yeni dir.
yönetim biçimlerinde olsun olabildiğince
kapsamlı, elden geldiğince de hızlı bir kötü niyet (kötü inanç) ~ng. bad faith;
değişikliği gerçekleştirmenin doğruluğu­ Fr. 1111J11vai1e foi; Alın. böıer glaube, 1111111ahr-
nu savunan siyaset öğretisinin adıdır. haftigkei~ Sartre'ın varoluşçu felsefesin-
Ayrıcabkz. tutuculuk; gelenekçilik. de, irısanın "özgürlüğe mahkılm" oldu-
ğunun farkına vanp taşıdığı sorumlulu-
Köseraif, Suvar (1945-1997) Türkiye' ğun bilincine varmasıyla yüz yüze geldiği
nin önde gelen çözümleyici felsefecile- "*içdaralması"ndan (angoir.re) kurtulmak
rinden biri olan Köseraif yaşamı bo- için başvurduğu kurnazlık; özgürlüğün
yunca pek bir şey yayınlamadığı için adı bu ağır yükünü kaldıramayan in~anın
felsefe çevrelerinden başka bir yerde kendi kendisine söylediği yalan.
hemen hiç duyulmamıştır. Bilge Karasu' Buna göre, Sartre'ın öğretisinde, "in-
nun Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bö- ~an olma" sorumluluğunu üstüne alma-
lümü'nde gerçekleştirdiğine benzer bi- yan, kendisi dışında gelişen koşullar tara-
çimde, Orta Doğu Teknik Üniversitesi tindan belirlenmiş olduğunu, elinin ko-
Felsefe Bölümü'nde meta-felsefe (üstfel- lunun bağlandığım öne süren insanın kö-
sefe) ve felsefede metin çözümleme ders- tü niyet yoluyla "*kendisi için varlık"ın
leri vermiştir. Gençliğinde Teo Grünberg (etn pour-soz) sorumluluk taşıyan özgür-
ile birlikte mantık konusunda çalışan Kö- lüğünden kaçmaya çalışması kendini al-
seraif, Wittgenstein'ı okuduktan sonra datmadan başka bir şey değildir. Sartre'a
meta-felsefe konularına yönelmiştir. Dil- göre, insan varoluşunun apaçık bir ger-
sel çözümleme yöntemini kendine has çeği olan "kötü niyet"in karaya vuruşu,
bir üslupla kullanan Köseraif, öğrencile­ bilincin özgürlüğe ulaşması demek olan
rine felsefecilerin taruşırken neden sinir- hiçliğin kavranmasından geçer. Aynca
847 kötümser(ci)lik

bkz. kendini kandırma; kendini kan- !ayışı en iyi anlatımını


"bu dünya olanak-
dırma etiği. lı dünyaların en iyisidir'' sözüyle Lcibniz
felsefesinde buluyorsa, kiitümsercilik an-
kötü (niyetli) ein [İng. malicious demon; layışının felsefi bakımdan en iyi dillendi-
Fr. malicimx ginie, Alm. böser daman; Lat. rildiği yer de Sehopenhauer felsefesidir.
maligmıs geniusl bk?.. Descartes, Rene. Nitekim Schopenhauer'un Die Welt als
Wille und VorsteUung (İstenç ve Tasarım
kötümser(ci)lik !İng. pessimism; Fr. pessi- Olarak Dünya, 1819) başlıklı başyapıan­
misme, Alm. pessimismııS", es. t. beJ..binq da çi7.cliği dünya resmine göre, dünya bü-
Hcrşeyi kötü yanından alma tutumu; tünüyle benim tasarımımdır; özneyi ol-
herşeyi kötüye yorma eğilimi; dünyanın duğu kadar nesneyi de içeren bu tasarım,
bir bütün olarak şu an olduğundan daha kör, anlamsız, saçma bir İstenç'in yanıl­
da kötüye gideceği yönünde duyulan sar- saması olmaktan öte bir değer taşıma­
sılmaz inanç; hem dünyanın hem de in- maktadır. Gerçekliğin, insan doıt.ısının,
sanın iizünde kiitü olduğunu, kötünün varoluşun bütünüyle "kötü" olduklarını
iyiye, acının hazza, çirkinliklerin ı.,rüzel­ ileri süren Schopenhauer'un sonuna dek
liklerc her durumda üstün gelecL-ğini sa- giitürülmüş kötümsercilik savunusuna
vunan, kendisini bütünüyle iyimscr(ci)lik karşı, başta Tanrı ile iibür dünyanın var-
anlayışının karşısına yerleştiren yaşam lığını tanıyan Hıristiyan varoluşçu düşü­
felsefesi; ı.,>crek bilgiye gerekse mutluluğa nürler olmak üzere kimi felsefeciler, ço-
ulaşmanın olanaklı olduğunu düşünen ğunlukla kötümserciliklerini bu dünyayla
her türden yaklaşımı olumsuzlamaya dö- sınırlı tutarak, bu yaşamdan sonraki bir
nük felsefe yaklaşımı; doğ.ının, evrenin yaşamda mutluluk olanağını ya da hak-
ya da Tanrı'nın insanlığ.ı ve insanın ya- kını saklı tutmaktan yanadırlar.
şadıklarına bütüniiyle kayıtsız kaldığı ger- Bir anlamda "bu dünyanın olanaklı
çeğinde kaynağını bulan "çileci felsefe dünyaların en kötüsü olduğunu" ileri sü-
iiğretisi" ya da "hınç etiği". ren "kötümser(ci)lik" teriminin terim o-
"Yazgıcılık"la arasında önemli ben- larak geçmişi, en azından Batı felsefesi
zerlikler olduğu kadar derin ayrılıklar da tarihinde, xvııı. yüzyıla dek uzanıyor ol-
bulunan k<>tümserciliğin, XX. yüzyılın masına karşın, bunun tam tersine "yaşa­
iinemli felsefe uğrağı varoluşçu felsefede dığımız bu dünyanın olanaklı dünyaların
doruğuna ulaşana dek değişik aşamalar­ en iyisi olduğunu" düşünen anlayışı an-
dan geçmiş son derece uzun bir tarihi latan "iyimser(ci)lik" teriminin tarihi xıx.
hulunan hir folsefe geleneği olduğu söy- yüzyıla dek geri ı.,rötürülebilmektedir. Ni-
l•·m·hilir. Ban felsefesi tarihine bakıldı­ tekim, iyimser(ci)lik teriminin dolaşıma
ğında kiitümserciliğin, en a:..ından ılımlı girişi Fransa'da XIX. yüzyılın ortalarında
bir biçimiyle, ilk kez Eskiçağ Yunan ve "iyimserlik" sözcüğünün yaygın biçimde
Roma felsefelerinin ı.,ıözde okulu "Stoa- kullanılmasıyla birlikte ı.,>crçeklcşmiştir.
cılık"ta dillendirildiği giirülmektedir. Bu En başından beri iyimser(ci)lik terimi,
noktada gerek Stoacılar ı.,rerekse varoluş­ Leibniz'in Essais de 7beodide'de (feodise
çular "mutOuluk)çuluk" (eudaimonism) an- Denemeleri, 1710) geliştirdiği felsefe ko-
l:ıyışını qütünüylc yadsımanın gereği te- numunu betimlemek amacıyla -biraz da
melinde çağlan aşarak biraraya ı.,relmek­ Voltaire'in bu konumu tiye almasının et-
ıcdirlcr. Gclı.,>clclim felsefe tarihinde or- kisiyle- başvurulan bir terimdir. Buna
taya attığı ı.,•füüşlerle bir anlamda resmi karşılık kötümser(ci)likle ise bilinen ilk
kiiıümscrcilik felsefesinin önderi olarak kullanımıyla Coleridı.,ıe'in başına 1794 ta-
dL-ğerlcndirilen, bütün diinemlerin en bü- rihini attığı bir mektubunda karşılaşıl­
yük kiitümserci filozofu Schopenhauer' maktadır. Terim, 1880'lere ı.,>clindiğinde,
dur. Hu bağlamda, nasıl ki iyimsercilik an- Schopenhauer'un istencin olumsuzlan-
kötümser(ci)lik 848

masına yönelik düşünceleriyle temellen- lumsuzlanması ya da askıya alınmasıyla


dirdiği felsefe öğretisiyle iyiden iyiye yer- özdeş olduğundan olumsuz bir değer ta-
leşiklik kazanmıştır. ' şımaktadır. Dünya doğası gereği kötü
"İyimser(a)lik'' ile "kötümser(a)lik'' olduğundan, acı her koşulda hazza üstün
terimleri ayıu zamanda daha dar ama ke- gelmek durumundadır. Herşeyi kuşatan
sin bir anlamda insan varoluşunun değe­ bu kötülük durumu, dünyanın olumsal
rine yönelik bir görüşe de göndermede yıı da ilineksel bir özelliği olmaktan çok
bulunmaktadır. Buna göre, bu iki terime tözünü oluşturduğundan, bu durumun
söz konusu felsefece-insanbilimsel anla- değişmesine olanak bulunmadığı gibi in-
nuyla bakıldığında, insaıun yetkinleşebi­ sanın yaşamın iyileşeceği yönünde bir u-
lirliğine sarsılmaz bir güven besleyen Pla- mut taşıması da boşunadır. Schopenhau-
toncu ya da Aristotelesçi yaklaşımlar i- er bu savı Kant'ın şu belirlemesinden
yimsercilik çerçevesinde düşünülmekte­ destek alarak geliştirmiştir: "Dünya üze-
dir. Bunun karşıtı olarak kötümserciliğin rinde görünürdeki düzenlilik, iyilik, do-
ilk dışavurumu ise Sophokles'in Oidipus yum vb. dünyanın kendisinden kaynak-
Kolonos'ta (Oidipus epi Kolono) baş­ lanmakta değildir; dünyayı algılaıur ve ya-
lıklı tragedyasında dile getirdiği "doğ­ şanır kılmak için gereken dünyayı yapı­
mamak en çok arzulanacak şey olmalı; landırma etkinliğinden ileri gelmektedir."
ama görünen o ki, bundan sonra gelen Schopenhauer bu noktada ayrıca, Yahu-
en iyi ikinci şey olabildiğince çabuk öl- dilik ile İslamiyct'in iyimserciliğine karşı
mek'' sözünde bulunmaktadır. özünde kötümsercilikleriyle öne çıkan
Leibniz 'in metafizik iyimserciliği ö- dinler olarak gördüğü Buddhacılık ile
zünde usçu tannbilimine dayanmaktadır. Hint dininden önemli esinler almıştır.
Varfıkbilgisel kanıttan hareketle Tann'ıun Leibnizci iyimsercilik anlayışına yö-
en yetkin varlık olarak varolduğuna dik- nelik söylenebileceklerden biri de, Vol-
kat çckeıi Leibniz, böylesi bir varlığın o- taire'in "safdilliğin doruğu" olarak gör-
lanaklı dünyalar içinde en iyisini yarat- düğü bu anlayışı 1759 yılında yayımladığı
masının kendisinden kuşku duyulamaya- KanJid ya da [yi111Serlik Ürfİİtle başlıklı ya-
cak bir zorunluluk olduğu sonucuna pıtta ağır bir yergici dille yerden yere vu-
varmaktadır. Bu anlamda bize eksiklik, rarak çürütme çabası içinde olmasıdır.
kötülük yıı da yetersizlik olarak görünen Buna karşın Schopenhauer'un kötüm-
her şey, gerçekte bütünün bütün olarak serciliği böyle bir yerginin yapılmasına
görülememesinden, ancak belli yüzleriyle yol açmamış olsa da Nietzsche'nin etkili
kavranmasından ileri gelmektedir. Öte tepkilerine esin kaynağı olmayı başarmış­
yandan Schopenhauer'a göre, bu dünya tır. Nitekim bu bağlamda Nietzsche, Tra-
öylesine kötü bir dünyadır ki, bundan bir gedyanın Doğ11plnu (1872) yazdığı dönem-
adım daha ötesi, bir nebze daha kötüleş­ de ideal bir trajik yaşamın yüceltimi ola-
mesi kaosa düşmesi için yeterlidir. Leib- rak gördüğü Scopenhauer'un kötümser-
niz'in usçuluğunun tersine doğrudan ya- ciliğini büyük ölçüde benimsemiştir. An-
şayan bedenlerimizin dolaysız deneyimi- cak daha sonraki yazılannda bütünüyle
ne başvuran Schopenhauer, dünyaıun eleştirel bir tutum takınarak, Schopen-
gerçek doğasııu yetkin bir varlığın değil, hauer'un istenç betimlemesini genel çiz-
kendisini sürekli besleyip çoğaltan, ken- gileriyle doğru bulmasına karşın, istenci
disini yine kendisi kutsayan istencin o- kahkahalarla ve neşeli bir yaşantıyla so-
luşturduğunu ileri sürmektedir. Schopen- nuna dek olurlamak dururken, istenci o-
hauer felsefesinde, kendine özgü bir di- himsuzlamak adına çileci bir ahlak ya-
yalektikle, istenç hep olumlu birşey ola- şamına geçmeye, istence karşı edilgen bir
rak tasarlanmakta, ama buna karşı isten- yoksayıa durumunda kalmaya şiddetle
cin doyuma kavuşturulması, istencin o- karşı çıknuştır. Yıne bu noktada Nietz-
849 Kripke, Saul Aaron

sche'nin doğruluğa ilişkin kışkırua gö- mak"; "yargıda b\ılunmak".


rüşleri doğrudan Schopenhauer'a karşı
verilmiş birer tepki olarak görülebilir. Kripke, Saul Aaron (1940) Mantık ve
Öyle ki Schopenhauer bir bütün olarak matematik felsefesi alanlarında, özellikle
dünya karşısında sonuna dek götürülmüş de kipler mantığı, sezgici manuk ve kü-
bir kötümsercilik anlayışını dile getirme- meler kuramında ufuk açıo çalışmalar
sine karşın, şaşırtıcı bir biçimde -biraz yapmış olan Amerikalı felsefeci. Kripke'
da Kant'ın etkisiyle- gerek bilgiye ge- nin ayrıca dil felsefesi, bilgikuramı, meta-
rekse doğruluğa iyimserci bir bakış açı­ fizik ve zihin felsefesi gibi diğer felsefe
sından yaklaşmaktadır. Schopenhauer'un dallarında da katkılan olmuştur. Kripke
gözünde salt bilgi aracılığıyla estetik ya- ilk çalışmaları olan FJpler Manhğıntla Ek-
şanuya dönerek, çileci bir biçimde dün- siksizlik Kamtsavt (A Completeness Theo-
yadan el etek çekerek ya da Nirvana iç- rem in Moda! Logic, 1959) ile Kipler
görüsü yoluyla yüce, gerçek, zamandan Manhğt ÜZ!rine Anlambilgisel Diişiinreldde
bağımsız iyiliğe ulaşmak olanaklıdır. Bu- (Semantical Considerations on Moda!
na karşı Nietzsche'nin ise söz konusu i- Logic, 1963) kipler mantığının teknik so-
kiliği bütünüyle tersine çevirdiği, bir yan- runları üzerinde yoğunlaşır. 1960'lann
dan metafizik bakımdan iyimsercilik yan- sonlarına doğru özdeşlik, özel adlar ve
lısı bir tutum sergilerken, bilgi yaşamının olanaklı dünyalar konularını işlemeye baş­
ya da doğruluğa adanmış bir yaşamın layan Kripke, şaşkınlık ve şüpheyle kar-
tehlikelerini vurgulayarak bilgikuramsal şılanan çeşitli manuksal konumlar geliş­
kötümsercilikten en ufak bir ödün dahi tirir. Bu konumlardan en etkilisini Ad-
vermediği görülmektedir. İyimsercilik ile landtf'1Jla ve Zonm/11/Hk'ta (Naıning and
kötümsercilik felsefede hiçbir zaman ki- Necessity, 1980 -Kripke'nin aynı adı ta-
lit konumdaki anlayışlar olmamalarına şıyan 1972 yılında yayımlanmış bir ma-
karşın, xıx. yüzyılın sonlarına doğru, kalesi de vardır) bulabiliriz. Kripke bu
Bilinçd1Şt Felsefesi (1884) başlıklı·yapıtında çalışmasında özdeşliğin asla iki şey ara-
Hartmann'ın Schopenhauercu kötüm- sında değil, şey ile kendisi arasında ge-
sercilik ile Hegelci felsefenin temel öğe­ çerli olduğunu ve zorunluluğa dayandı­
lerini kaynaşurmak amaayla yapuğı de- ğını iddia eder (bazı felsefecilere göre
ğerlendirmelerin de etkisiyle özellikle Al- Kripke'nin bu savı oldukça su götürür-
manya'da geniş bir yaygınlık kazanmış­ dür). Sözgeliıni çiftodaklı gözlüğü bulan
lardır. Öte yanda, İngilizce konuşulan ül- kişi ile PTf genel müdürünün özdeşliği
kelerin felsefecilerinin, etik konularına rahatlıkla zorunlu değil de olumsal gözü-
y:ıklaşmaıfoki genel gönülsüzlüklerinin kebilir. Ama Kripke burada olumsal ola-
doğal bir sonucu olarak kötümserlik tar- nın her iki ayrı özelliğin bir kişide top-
tışmasına da pek fazla girmedikleri gö- lanması olduğunu ve bu olumsallığın ki-
rülmektedir. Bu gelenekte yapılmış kayda şinin kendisiyle özdeş olması zorunlulu-
değer çalışmaların en önemlisi Willam ğunu ortadan kaldırmadığını savunur.
James'in Gmnan Pessimimı (Alman Kö- Çiftodaklı gözlüğü bulan Benjamin F-
tümserciliği) başlıklı yapıtıdır. Aynca bkz. ranklin PTf genel müdürü olmasaydı da
iyimser(ci)lik; yoksayıcılık; Schopen- kendisi kendisiyle özdeş olacaku. Kripke
hauer, Arthur; Cioran, E. M.; Camus, Adlandırma ve Zonm/11/Hle adlı çalışma­
Albert. sında adların yalnızca kesin betimlemeler
değil, göndergesi bütün olanaklı dünya-
krinein (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesin- larda geçerli olması gereken tanıtlayıa
de, özellikle de Aristoteles'te, "hüküm tamdeyirnler de olduklarını öne süren bir
vermek" ya da "karara bağlamak" anla- nedensel· anlam kuramı oluşturur. Krip-
mında kullanılan terim: "yargıya var- ke bu anlambilgisi çerçevesinde zorun-
Kristeva, Julia 850

lu/ olumsal ve a priori/a posteriori ayrım­ cülerin anlamlandırma için zorunlu ol-
larının çakışmadığını ileri sürer. Kripke' duğunu iddia ettikleri Ataerkil Yasa'yı
nin diğer bir önemli kitabı, Wittgens- önceleyen anaerkil bir düzenlemenin
tein'ın "özel dil uslamlaması"nı "kural varlığından söz etmektedir. Nitekim o,
izleme" bağlamına otuntuğu Wittgenstein Freud'un Oedipus ya da Lacan'ın "ayna"
on Rules and Private Language {Wittgens- dönemlerini önceleyen öznelliğin ilk ge-
tein'da Kurallar ile Üzel Dil, 1982) adlı lişimiyle ilgilenmiş; Lacan imgesel ile
çalışmadır. simgesel arasında kesin bir kopma oldu-
ğunu savunup bütünü)'le "ayna aşaması"
Kristeva, Julia (1941) Genellikle çağdaş ndan sonraki süreçler üzerine yoğunla­
Fransız feminizmi denilince Cixous ve şırken, Kristeva bu ikisi arasındaki ilişki­
Iriı,raray'la birlikte akla gelen ilk üç isim- nin bir devamlılık ilişkisi olduğunu sa-
den biri olan Fransız felsefeci, ruhçö- vunmuştur.

zümcü ve dilbilimci. Bulgaristan doğum­ Kristeva dilbilim alanında ise ününü


lu olan Julia Kristeva, Paris'e 1966 yı­ büyük ölçüde simgesel ile göstergesel ay-
lında öğrenci olarak gelmiş; daha sonra rımı diye adlandırdığı şeye borçludur.
burada kalarak dilbilim ve ruhçözümle- Kristeva ilkin 1974 yılında yayımladığı
me (psikanaliz) üzerine çalışmalar yürüt- Şiir Dilinde Devrim (La Revolution du
müştür. Yapıtlarında genel olarak göster- language poetiquc) adlı kitabında ortaya
gebilim, ruhçözümleme ve siyaset çerçe- koyduğu bu ayrımla Lacan'ın imgesel/
velerinden dil, doğruluk, ahlak ve aşk simgesd ayrımını yapıbozuma uğratarak
gibi konulara eğildiği gözlenen Kristeva, "göstergesel"i "imgesel"in yerine koyar.
genel kanının aksine, kendi çalışmalarını Göstergesel anneliğe ve onun birincil
"feminist" olarak nitelemese de birçok süreçlerine dayalı Oedipus dönemi ön-
feminist, feminist kuram ile feminist e- cesine ait bir terimken, simgesel Ataerkil
leştirideki çeşitli taraşmalan genişletinek Yasa'ya ve onun ikincil süreçleri tarafın­
ve geliştirmek için onun çalışmalarına dan düzene konulan Oedipus komplek-
başvurmaktadır. Feminist kuram açısın­ sine dayalı bir dizgeye karşılık gelir. Kris-
dan Kristeva'nın yapıtlarındaki üç öğe­ teva bütün anlamlandırmaların bu iki
nin özellikle önemli olduğu düşünül­ öğeden oluştuğunu iddia eder. Buna gö-
mektedir: (i) "beden"i insan bilimlerin- re göstergesel üğe anlamlandırmada bo-
deki söylemlere geri taşıma girişimi; (ii) şaltılan bedensel dürtülerden oluşur ve
anneliğe ait "Oedipus öncesi" oluşumun hepimiz o bedende yaşadığımızdan ö-
önemi Ü7.erine odaklanması; (iü) baskı ve türü bütün insanlar için bu dürtülerin ilk
ayrımın açıklanmasında başvurduğu "a- kaynağı olan anne hecleniyle yakından i-
şağılama" (abjection) kavramı. lişkilidir. Anlamın simgesel iiğesi ise
Beden, insan bilimlerinde öteden beri daha çok yapısaldır ve dilbilgisiyle ilgili-
dişilik ya da dişillikle birleştirildiği ve za- dir. Sözgelimi sözcükler dilin simgesel
yıf, ahlaksız, kirli, çürüyen olarak aşağı­ yapılarından ötürü göndergesel anlama
landığından ötürü beden kuramları fe- sahiptirler; öte yandan göstergesel içe-
ministler için Ö7.el bir önem taşır. Kris- rikleri sayesinde yaşama -göndcrgescl
teva anlamlandırmanın mantığının be- olmayan- bir anlam katarlar: simgesel
denin maddeselliği içinde zaten işlediği­ olmadan bütün anlamlandırma çabalan
nin üzerinde durarak, anlamlandırma i- sabuklamalardan ibaret kalacaktır; gös-
çin zorunlu olan "özdeşleşme" ve "fark- tergesel olmadan da bütün hepsi yaşa­
lılaşma" işlevlerinin doğumdan önce an- mımız için hiçbir önemi olmayan boş bir
nenin bedeni, bebeklikte ise anne tara- çabaya dönüşecektir. Son çö?.ümlemcde
fından düzenlendiğini öne sürer. Kriste- anlamlandırma hem göstergeseli hem de
va, bunu söylerken, Freudcu ruhçözüm- · simgeseli gerektirmektedir; bu ikisinin
851 Kristeva, Julia

bir tür bileşimi olmaksızın "mlam" o- den üretim işlevi olarak- annelik işlevine
luşmaz. Düşüncelerinde Marxçı öğeler­ indiıgeniyorsa, ataerkil kültürlerde "ka-
den her zaman yararlanan Kristeva'ya dınlık", "annelik'' ve "dişillik" de annelik
göre simgesel ile gösteıgesel arasındaki işleviylebirlikte düpedüz aşağılaruyor de-
ilişki tarihsel diyalektik sürecin bir parça- mektir. Dolayısıyla bu uygunsuz aşağıla­
sıdır: simgesel, anlamını yerleşik dizgele- ma, aynı zamanda kadınların ataerkil
rin temellerinde bulurken gösteıgesel bu toplumdaki baskılanışlarını ve küçük gö-
temelleri "bozma", "parçalara ayırma" rülmelerini açıklamanın bir yolu olmak-
hareketidir; söylemler wafıı:ıdan kulla- tadır.
nılsa da onlar tarafından asla belli bir dü- Kristeva'nın feminizme ilişkin gö-
zene sokulamaz. Sonuç olarak Kristeva, rüşlerine baktığımızdaysa feminizmi üç
simgesel/gösteıgesel aynmım ortaya ko- evıeye ayırdığını görürüz. Kristeva, fe-
yarken, cinsel aynaun varolmadığı Oedi- minizmin, içinde Simone de Beavouir
pus dönemi öncesindeki gelişimle ilintili gibi isimlerin yer aldığı birinci evresini,
olduğundan hiçbir cinsel aynm gözet- evrensel bir eşitlik peşinde olduğu ve
meyen gösteıgeselin her ne pahasına o- cinsel farklılıklara önem vermediği ge-
lursa olsun güçlcrıdiri1mesinden yana bir rekçesiyle reddeder. Bu ilk dönem femi-
tavır alır. nizminin ana i7leği olan anneliğin red-
Kristeva Korhımm Giifltri: Aşağ/ama dedilmesini de eleştirerek anneliği red-
ÜZ!'Ü'e Bir Deneme (Pouvoirs de l'hor- detmekten çok yeni bir annelik söyle-
reur: essai sur l'abjection, 1980) adlı ça- mine gereksinimimiz olduğunu savunur.
lışmasında ise kadının üzerindeki baskı­ Kristeva'ya göre anneyi kutsallığa indir-
nın dinamiklerinin belirlenmesinde çok geyen din -özellikle Madonna kavramıy­
yararlı olan "aşağılama" kavranunı geliş­ la Katoliklik- ile anneyi doğaya indiıge­
tirir. Kristeva aşağılamayı ruhun öznel yen bilim, bugün Batı kültürünün sahip
.kimliğinin (ya da grup kimliğinin) sınırla­ olduğu yegane annelik söylemleridir. Bu
nnı tehdit eden her şeyi dışlayarak ger- bağlaında Melanie Klein ile D. W.
çekleştirdiği bir işleyiş olarak betimler. Wınnicott'u izleyen Kristeva, Preud ile
Gelişme aşamasında öznenin karşılaştığı Lacan'ın yeterince üstünde durmadığı.
ilk büyük tehdit anne bedenine olan ba- nihçözümleme geleneğinin ilunal ettiği
ğımlılığıdır. Bu nedenle Kristeva S!Jah Oedipus dönemi öncesi anaerkil işlevin
Güneş: Dtprrgon 111 Melan/UJ/i (Soleil noir: öznelliğin gelişimindeki ve kültür ile dil-
depression et mClancolie, 1987) adlı ça- deki önemini kabul eden yeni bir annelik
lışmasında ana katlinin bizim için yaşam­ söylemi için çağrıda bulunur. Kristeva
sal önemde olduğunu çünkü ataerkil bir feminizmin, kendine özgü dişil bir dil
kültürde "özne" olabilmek için anne be- oluşturma çabasının egemen olduğu ve
denini aşağılamamız gerektiğini vurgular. içinde Irigaray gibi çağdaşlarının da yer
Ancak ona göre kadınlar aynı zamanda aldığı ikinci evresini de olanaksız oldu-
kadın olmaktalıklannı niteleyen anne be- ğunu düşündüğü bu ülküsünden ötürü
denini aşağılayamadıklarından cinsellik- reddeder. Kristeva, ruhsal yaşamın olu-
leri çökkün (Jlpmsive) bir hal alır. Aşk şumunda dilin vazgeçilmezliği üzerine
Hikqyekribde (Histoires d'amour, 1983) Irigaray gibi düşünürlerle aynı -Lacana-
de b•ı uygunsuz aşağılamanın kadınlann çizgide düşünse de, dil ile kültürün bü-
kendilerini çöküntüde (depresyonda) his- tünüyle ataerkil olup terk edilmesi ge-
setmesinin nedenlerinden biri olduğunu rektiğini ileri süren feministlerle aynı dü-
savunur. Ôzne olmak için annelik işle­ şüncede değildir. Aksine kültür ile dilin
vini aşağılamak zorunluysa ve ataerkil konuşan öznenin alanı olduğunun ve ka-
toplumlarda "kadınlık", "annelik'' ve "di- dının öncelikle (anneliğinden ya da qişil­
şillik'' kavramlannın tümü de -bir yeni- liğinden de önce) bir "konuşan özne"
Kropotkin, Peter 852

olduğunun altını koyuca çizer. Bu bağ­ nuş; 1886 yılında çıknuştır. 1886'dan yur-
lamda Kristeva 'ya göre, felsefi ve ideo- duna geri dönmesine olanak tanıyan 1917
lojik temellerini yetkeci ve baskıa olarak Devrimi'ne dek Londra'da yaşamıştır.
tanımladığı modern dilbilimin toplum- 1921 yılında ölen Kropotkin'in cenaze-
sal/bireysel ayruru üzerine kurulu Saus- sinde anarşistlerin siyah renkli bayrağı
surecü *lattg11e/*parole (dil/ söz) ikiliğinde Moskova sokaklarında son kez dalgalan-
nesne konumunda olan "konuşan özne" nuştır.
yeni baştan kurulmalıdır. Kristeva, femi- Kropotkin'in anarşist öğretiye en ö-
nizmin "kimlik" ile "farklılık" kavramları nemli katkısı, tüketim gereksinimlerin-
üzerinde .durarak bunlar arasındaki iliş­ den çok üretilenlerin ortaklaşmaa bir
kiyi yeniden yorumlama/kurma çabası yaklaşımla paylaşılmasına dayanan Baku-
içinde olan üçüncü evresini destekle- ninci ortaklaşacılık yerine anarşist ko-
mektedir. Bu dönem feminizminin en münizmi öne çıkarnuş olmasıdır. Kro-
vurucu özelliği, "kimlik" uğruna "farklı­ potkin devletin emekçi halkın egemen
lık"tan ya da "farklılık" uğruna "kimlik" sınıflarca sömürülmesinin onaylanma-
ten vazgeçmeyip bu seçimi reddederek sından ve bu sömürünün sistemli bir ha-
cinselliği de içeren çoklu kimlikleri keş­ le getirilmesinden başka bi~ işlevi olma-
fetmeye yönelmesidir. Nitekim Kristeya' dığını öne sürer. Bu bağlamda gelecekte-
run farklılık anlayışına göre cinsellik asla ki sosyalist bir devletin de insarılar üze-
birkaç kimlikle sınırlanabilir bir kavram rinde benzer bir iktidarı sürdürebileceği­
olmayıp her insanda farklıdır. Aynca ne inan Kropotkin, devletin olmadığı a-
bkz. simgesel; Irigaray, Luce; Cixous, ma komünist ilkelerin işlediği anarşist
Helene. komünizmi savunur. Anarşist komünizm
en yalın arılanuyla birey olarak insanın
Kropotkin, Peter (1842-1921) Asıl mes- çıkarının diğerlerinin çıkarlarına bağlı o-
leği coğrafyacılık olan, anarşist komü- larak düzerılendiği bir "toplumsal dü-
nizm ya da komünist anarşizm düşünce­ zen" dit. Bu düzene geçiş de şiddet ve
sini geliştiren Rus toplum felsefecisi Pro- yıkım yoluyla olmalıdır; burada yıkılacak
udhon'un tilmizi olan Alexandr Herzen' olan kurumlardır, ancak bunların yıkıl­
den etkilenen düşünür, Rus ceza hukuku ması ile anarşist komünist bir düzene ge-
ile uygulamalannı inceleme fırsatı buldu- çilebilecektir.
ğu Sibirya günlerinde yetkeye dayanan Kropotkin, anarşist komünizmle bir-
devlete karşı görüşler geliştirmeye baş­ likte tüın gerekli kamulaştırmalan yapa-
lanuştır. 1865 yılında Prouclhon'un ya- cak ve üretim araçlarının ortaklaştırılma­
pıtları ile tanışan Kropotkin, 18701erin sını yürütecek yerel komiinlerin olıı~tıı­
başında bilimle uğraşmayı bırakarak İs­ rulması gerektiğine inanıyordu. Devletin
viçre'ye gitmiş, orada Rus devrimcileri ve iktidarın yadsınması, yönetime ve ka-
ve özgürlükçüleriyle tanışmıştır. Tanıştı­ rar verme sürecine doğrudan katılım,
ğı kişiler arasında Bakuninciler de bu- ahlaklı özyönetirn gibi konularda öteki a-
lunmaktadır ve bu süreçte anarşist dü- narşist okullarla koşut görüşler savunan
şünceyi benimsemiştir. Rusya 'ya dönü- Kropotkin, özgür üretim ile özgür dağı­
şünde bir yeraltı örgütüne katılmasının tımı önermiş, üretim araçları ile sanayi
ardından yakalanıp hapse atıldıysa da iki kuruluşları yerine "komün"ün kendini
sene sonra hapishaneden kaçıp Avrupa' savunmuştur. Komürılerde bireyler ge-
ya geçmiş; burada anarşist hareketin ön- reksinimlerini belirleyecek ve bu gerek-
de gelen ve etkin temsilcilerinden biri sinirrılerini üretilmesine katkısı olsun ya
olmuştur. Londra'da 1881 yılında Ulus- da olmasın ortak mağazalarda yer alan
lararası Anarşizm Kongresi'ni düzerıle­ ürürılerden karşılayacaktır.
miş; bir yıl sonra Fransa'da hapse atıl- Kropotkin'in anarşist öğretiye kazan-
853 Ksenophanes

dırdığı bir başka yaklaşımise '."•ilimsel nan filozofu. Ölümüne dek Akademia'
anarşizm" olmuştur. Kropotkinrın bilim- nın başında kalan Ksenokrates üretken
sel anarşizm anlayışı daha çok dönemi- bir filozof olarak bilinse de yapıtlanndan
nin "Toplumsal Darwinciler"ine yanıt ni- hiçbiri günümüze ulaşmamıştır. Ancak
teliğindedir. Kropotkin Darwinci görü- aktanlanlardan anlaşıldığı kadarıyla Pla-
şün aksine insanlığın gelişiminde rekabe- ton'un felsefe çizgisini ortodoks ("orta-
tin değil işbirliğinin temel olduğunu sa- yolcu') bir çizgide devam ettirmiştir.
vunur. Bu yaklaşıma göre ahlak yasaları Aristoteles'in Speusippos'un kimi konu-
doğa tarafından öğretilmekte ve bilim lardaki görüşlerini çürütme çabalanna
yoluyla da teınellendi.ı:ilebilmektedir. A- karşı koymaya çalışan Ksenokrates, Orta
narşist ahlak kuramı da bu bilimsel te- Dönem Platonculuk ile Stoacılık üze-
melleııdirrınelerden türemektedir. Bu ba- rinde etkili olan kuramlar geliştirmiştir.
kıından bilim aklın doğru aracı ve ahlak- Ksenokrates'in Orta Dönem Platoncu-
sal gerçeğe giden tek yol olarak görüldü- luğ.ı etkisi daha çok Formlar Kuramı yo-
ğünden, devrime giden yol da bilimsel luyla olmuştur. Platon'un Formlar Kura-
bilgiı:ıin geniş olarak yayılmasından geç- mı'nın Pythagorasçı bir yorumunu yapan
mektedir. Her ne kadar devrim sınıf da- Ksenokrates'e göre Formlar matematik-
yanışması ile gerçekleşecek olsa da Kro- sel varlıklardır. Ksenokrates, bu biçimde
potkin'in onaya attığı evrimci bilimsel tanımladığı Formlar'ı doğa olaylarını a-
ahlak öğretisi devrime giden yolda ö- çıklamada kavramsal birer çerçeve ola-
nemli uğraklardan biri olarak öne çık­ rak kullanmıştır. Öte yandan felsefece
mıştır. sorgulamanın klasik bölümlenmesi diye
EnfJlopetlia Brit111111İaı'nın 11. basımın­ görülen ve Stoacılığın da temel dayanak-
da "anarşizm"in ilk uzman tanımını ka- lanndan biri olan mantık, fizik ve etik
leme alan Kropotkin'in başlıca çalışma­ üçlüsünü kökleştirmeye çalışmıştır. Kse-
lan arasında anarşist komünizm üzerine nokrates'in bu üçlü aynmı yaparl•:n de
bir bölüm içeren La mnq11ete J11 pain (Ek- -dönemin diğer Akademia düşünürleri
meğin Fethi, 1892); anarşist komünizm gibi- Pythagorasçılığın etkisinde olduğu
ile onun felsefe ve bilimle ilişkisini de açıktır. Maddenin bölünmeyen birimler-
aldığı L 'Arumhie: sa philasophit, son ideal den oluştuğu yollu görüşü nedeniyle ki-
(Anarşizm: Felsefesi ve Ülküsü, 1895); milerince "atomcu" olarak da değerlen­
sanayi ve tanmdaki ekonomik eğilimleri dirilen Ksenokrates'in Platon'un Sicilya'
önceden kestirdiği Fiı/Js, Fa&tories anJ da giriştiği 11.mJi Devlet'ini hayata geçir-
Worluhops (Tarlalar, Fabrikalar ve İşlik­ me deneyimine de katıldığı söylenir.
kr, 1899); hayvanlar arasında ve ins~n
toplumundaki karşılıklı yardımlaşma ü- Ksenophanes (M.Ô. ykl. 560-475) Ken-
zerine 1890'1arda yazdığı makalelerden disinden sonra gelen Platon ve Aristote-
oluşan ve başyapıtı sayılan M11111al AiJ: les gibi kimi filozoflar tarafından Parme-
A Fa&tor of Ewilltion (Karşılıklı Yardım­ nidcs'in başını çektiği Elea Okulu'nun
Iaşma: Evrimin Bir Etkeni, 1902) ile eti- kurucusu olarak gösterilen Eski Yunanlı
ğin gelişimini tarihsel olarak incelediği ozan ve düşünür. Döneminin ünlü ozan-
aina tamamlayamadığı yapıtı Etika (Eti- lan Homcros ve Hesiodos'un kimi za-
ka, 1922) sayılabilir. Ayrıca bkz. anar- man ahlakdışı davranışlar atfettikleri in-
şizm sanbiçimli tanrılannın karşısına, ne mad-
di ne de manevi olarak insana benzeme-
Ksenokrates (M.Ö. ykl. 396-314) Pla- yen, tek bir tannsal aşkın varlık anlayı­
ton'dan sonra *Akademia'ıı:ın başına ge- şıyla çıkan Ksenophanes'in bu tektanncı
çen Speusippos'un ölümünün (M.Ö. 339) anlayışı, Parmenides 'in Varlık kavramına
ardından yönetimi devralan ilkçağ Yu- olan benzediğiyle dikkat çeker. Ksenop-
Kuçuradi, loanna 854

hanes farklı halkların (kendilerine ben- sefesi Bakımından Değer Problemi" adlı
zeyen) farklı Tanrı tasvirlerine sahip ol~ teziyle doçent; 1978'de ise "Aristoteles'
duğu gözleminden hareketle insanbiçim- in Ousia'sı ve Substans Kavramı" adlı
ciliğin Tanrı gerçeğini çarpıttığını düşün­ çalışmasıyla profesör oldu. Hacettepe Ü-
mektedir. Ona göre her şey birdir; Bir niversitesi Felsefe Bölümü'nün kurulu-
ise Tanrı'dır. Kendisi devinmeyen, ancak şundan bu yana başkanlığını yapmakta-
düşünce gücüyle dünyayı devindirebilen dır.
bu Varlık, kutsal olan Bir'in her şeyin Kuçuradi 1970'1i yıllann ortalarından
birliği ilkesine dayanan ideal kavramsal- itibaren ve özellikle de 1980'lerden son-
laştınlmasının ilk örneklerinden biridir. ra felsefenin ne işe yaradığını gösterebil-
Bütün bunlardan anlaşılabileceği üzere mek için önemli faaliyetlere girişti. 1973
Kscnophanes gerçeğin peşindedir; ancak yılında Vama'da gerçekleştirilen XVI.
insanoğlunun gerçeğe, kesin felsefi bil- Dünya Felsefe Kongresi'ne ilk kez katıl­
giye ulaşmasının olanaksızlığının da altı­ dığı sırada edindiği izlenim sonucunda
nı çizer. Tanrıbilim alanında çoktanncı­ Türk:iye'nin ülke olarak bu kongrelerde
Jık ve insanbiçimcilikle amansız bir mü- temsil edilebilmesi için gereken bir mes-
cadeleye girişen, döneininin bunlara ben- lelci örgütün kurulması ihtiyacından ha-
zer pek çok kökleşmiş düşüncesine de reketle 1974 yılı başlarında Ankara'da
karşı çıkan Ksenophanes, Sokrates ön- "Felsefe Kurumu" adıyla kurulan der-
cesi fılowflar içinde bu türden bilgiku- neğe öncülük etti. Felsefe Kurumu'nun
ramsal görüşlerle öne çıkan ilk düşünür­ adı 1979'da Bakanlar Kurulu kararıyla
dür. Ksenophanes'in bu görüşlerinin hem "Türkiye Felsefe Kurumu" olarak değiş­
Parmenides hem de kendisiyle ilgili bil- tirildi. Bu değişiklik, aynı yıl içinde ku-
gilerin büyük ölçüde kaynağı olan Aris- rumun Uluslararası Felsefe Kurumları
toteles üzerinde etkisi olmuştur. Aynca Federasyonu'na (FISP) üye olmasını sağ­
bkz. Elea Okulu; ilkçağ felsefesi. ladı. Türkiye Felsefe Kurumu'nun 1980
yılına kadar genel sekreterliğini yürüten
Kuçuradi, İoanna (1936, İstanbul) Ha- Kuçuradi, o yıl Nusret Hızır'ın ölmesiyle
cettepe Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde başkanlığa getirildi. 1982'de Uluslararası
değer felsefesini temele alan bir yaklaşı­ Felsefe Kurumlan Federasyonu'nun yö-
mın öne çıkmasını sağlayan felsefecimiz. netim kurulu üyeliğine seçilerek 1988'de
İoanna Kuçuradi ilköğrenimini İs­ ge:ıel sekreter oldu. 1998'de ise federas-
tanbul Merkez Rum Onaokulu'nda, or- yonun başkanlığına getirildi.
taöğrenimini ise Zapyon Rum Kız Lise- Türkiye Felsefe Kurumu, Kuçuradi'
si'ndc yaptı. 1954'tc girdiği İstanbul Ürıi­ rıin gerek genel sekreterlik döneminde
versitesi Felsefe Bölümü'nden 1959 yı­ gerekse bugüne kadar süren başkanlık
lında mezun oldu. Aynı yıl Tak:iyettin döneminde, özellikle Hacettepe Felsefe
Mengüşoğlu'nun asistanı olarak bu bö- Bölümü'nün öğretim üyelerinin katkı ve
lümde göreve başladı. Ancak bir yıl son- çalışmalarıyla yurt içinde hem yayın ola-
ra görevden aynldL 1965'te hazırladığı rak değerli ürünler vermiş hem de semi-
"Schopenhauer ve Nietzsche'de İnsan nerler, konferanslar, paneller, anma top-
Problemi" adlı çalışma ile doktorasını ta- lantıları gibi çeşitli önemli etkinlikler ger-
mamladı. 1965-68 yıllannda Atatürk Üni- çekleştinniş; yurt dışındaki çeşitli etkin-
versitesi Edebiyat Fakültesi'nde Felsefe likler ve kongrelere katılmada da öğretim
ve Latince dersleri verdi. 1968'de Hacet- üyelerine yardımcı olmuştur.
tepe Üniversitesi Sosyal ve İdari Bilimler İoanna Kuçuradi, felsefi antropoloji
Fakültesi Eğitim Bölümü'ne geçti. 1969 alanındaki çalışmalarını "yüzyılımız felc
yılında yeni kurulan Felsefe Bölümü'nün sefesi antropolojisine bir katkı" olarak
başkanlığına getirildi. 1970'te "İnsan Fel- değerlendirdiği hocası Takiyettin Men-
855 Kuçuradi, İoanna

güşoğlu'nu Hacettepe Üniversitesi Fd- cc felsefi etiğe giden yolda önemli bir
sefe Bölümü'nde özellikle felsefi etik a- problemi açıklığa kavuşturmak amaçla-
çısından izlemiş bir felsefeci olarak dik- nır. Ancak Kuçuradi burada da Mengüş­
kati çekmektedir. Yalııız hocasının çalış­ oğlu'ndan hareket etmiştir. Mengüşoğlu,
malarııu izlemekle kalmamış; aynı zaman- Dlj./111tz. Dtğrir ve Dıifm D-,Jar
da felsefi bilginin ancak gctçekliğc baka- -Fılstjl Ethilt. İfİtl Krililt. Bir HaZfrlılt.- adlı
rak üretilebileceği noktasında felsefe an- eserinde etik: fenomenleri antropolojik-
layışı bak.unından da Mengüşoğh.ı'nun et- ontolojik bir yaklaşımla ortaya koymaya
kisinde kalmışur. çalışırken, araşurmasını "değişen davra-
İoanna Kuçuradi'nin "değer'' ve "de- nışlar"lıl değil "değişmez değerler''le te-
ğerler''e olan ilgisi de Mengüşoğlu'nun mellendirmek isterken, antropolojik-on-
Nietzsche iizerinc: verdiği derslerle baş­ tolojik bir etik kurma amacındadır. Ku-
lamışur. '!Max Scheler ve Nictzschc'de çuradi'nin yaptığı da hocasının bu girişi­
Trajik:" adlı çalışmasında Schder'den ha- mini daha sınırlı bir alanda, "değer prob-
ı:cketle bir "insan fenomeni", bir "yaşam lemi" çerçevesinde getçeklcştirmektir. O-
fenomeni" olarak trajiğin "özü"nü be- nun da vurgusu, değerlerin ve değerlen­
lirlemeye çalışırken, onun "her zaman dirmelerin değişmesine karşılık, "değer"
değerler ya da değer karşılaşurmalarıyla in değişmez olduğu üzerinedir.
ilgili" olduğunu, "mekanik bir dünyada Böylelikle Kuçuradi etik ile ahlakı bir-
trajik" olanın ortaya çıkamadığını vur- birinden ayınna amacında oldukça önem-
guhıyaı:ak trajedinin günlük hayatla olan li bir mesafe kaydetmiş olur. Öte yandan
aynlmaz ilişkisine değinir. Yaşanan haya- onun değer problemiyle ilgilenmesinde
tın olup bitmeleri içinde sanatın ve felse- artık salt felsefi bir kaygı değil, aynı za-
fenin bir araya getirildiği bu çalışmasın­ manda bugünün fenomenlerini kavrama,
da, bir fenomen olarak insanın trajik du- "çağı" anlamayı antropolojik bir değer
rumunu teınelleııdirmeye çalışır. Dokto- felsefesi çerçevesinde ele alırken bir yan-
ra aşamasında değer fdsefesine doğru­ dan da yaşanan hayattaki değer prob-
dan doğruya eğilmeyen Kuçuradi, Men- lemlerini "aydınlatma" da söz .konusu-
güşoğlu'nun felsefi antropolojiyi esas a- dur. Kuçuradi soyutlamayı esas alan ge-
lan yaklaşımını Schopenhauer ve Niet- leneksel etikteki kavram analizi yerine,
zsche'de insan problemini araştırırken bugünkü etikte fenomen analizinin de-
de sürdürür. Kuçuradi için daha sonra ğer problemini ortaya koymak bakımın­
giderek "bdirginleşen ve vurgulanan bir dan daha uygun bir yaklaşım olduğunu
görüşe, "moral" ile "etik"i birbirinden belirtir ve etikle antropoloji arasındaki
ayırma konusuna ilk kez de~esi itiba- ilgiyi özellikle vurgular.
riyle Schopenhaucr'un onun felsefesinde Değer konusunda antropolojiyi te-
ayn bir önemi vardır. mclc aldığı kadar zaman-üstü ve evren-
İoanna Kuçuradi'nin fdsefı antro- sel olmaya da önem veren Kuçuradi, ha-
polojiden etiğe doğru yol alan düşünce ı:cket ettiği Scheler ve bir ölçüde Han-
gelişiminin en önemli basamaklarından mann'ın ve dolayısıyla da Mengüşoğlu'
biri, aslında doçentlik tezi olan İnsan ve nun görüşlerinden aynlaı:ak ahlik yasa-
Değerleridir. Her ne kadar tezin adı "İn­ sını cvrcnsel bir ölçü olarak alıp "nu-
san Felsefesi Bakımından Değer Prob- men"in rno11111ınon) metafiziğini temel-
lemi" olsa da felsefi antropoloji burada lendiren Kant'a _yönelir. Fakat Kuçuradi
artık yalnız bir yaklaşım biçimidir. Temel her çağa özgü niteliklerin değer proble-
sorun öıiceki çalışmalarında olduğu gibi minde dikkatten uzak tutulamayacağını
bir fenomen olarak insan· problemini a- da göz ardı etmez. Hatta bu durumu in-
raştırmak değil, bir fenomen olarak de- san gerçekliğinin değerlendirilmesindeki
ğer problemini ortaya koymaktır. Böyle- çağdan çağa değişen insan anlayışlarını
Kuhn, Thomas SamueJ 856

işleyen sanat eserlerinden örneklerle a- Max Stheler ve Nietztthe'de Trqjik (1965),


çıklar. Ancak yine de çağın insan anlayı­ Nietzşthe flll İntan (1966), Sthopenha11er. 1111
şının ve buna dayalı olarak yapılan değer İ11tan (1967), Utelerimiz.de Felsefe Öğretimi
biçmelerin "ontik" bir temelden yoksun- (1969), İntan ve Değerleri: Değer Problemi
luğunu dikkate almak gerektiğini vurgu- (1971), Etik (1977), Sa11ata Felsefryle Bak-
lar. Çünkü Kuçuradi için bütün insanları 111ak (1980), Çağm Ol'!fla11Aras111da(l 980),
aşan ama tek tek kişilerin haklarını ve Ulııdağ Ko11uşmala11-Ö:rgiirliik, Ahlak, Kiil-
değerini ortaya koyacak bir etiğin ku- tiir Kat'f"amlan- (1988). Çevirileri: Pratik
rulması esas amaçtır. Bu amaçla kurula- Ak/111 Ekştirisi (Kant'ıan, 1980), Ahlak
cak bir değer felsefesinin başarabilecek­ Metaftz!ğini11 Temelkndirilmesi (Kant'tan,
leri can alıcı önemdedir. 1981), Gektekte Bilim Olarak Ortaya Çıka­
Kuçuradi'nin eserlerinde karşılaşılan bilecek Her Metafiziğe Prolegomena (Kant'
intan-değer-çağ üçlemesi, onun felsefe yol- tan, 1983). Aynca De11eme, Toplıım 1111 Bi-
culuğunda oldukça önemli kavramlardır. lim, Tiirkiye Felrefe Kımımu Biilteni gibi
Öyle ki irdelemelerinde felsefe tarihi bil- dergilerde yayımlanmış makale ve yazıla­
gisinden çok "çağ"a ilişkin problemleri n bulunmaktadır. Konferans ve bildirile-
dile getirmeye çalıştığı, felsefe tarihine ri de ilgili eserlerde yayımlanmıştır.
ait bilgilere genellikle bugünü anlamak
için başvurduğu görülür. Nitekim hazır­ Kuhn, Thomas Samuel (1922-1996)
ladığı Hacettepe Felsefe Bölümü'nün li- Olgucu bilim anlayışının temel öncülle-
sans programındaki hemen hemen tüm rini tek tek çürütrnesiyle tanınan XX.
sistematik derslerin tanımında, ilgili fel- yüzyılın önde gelen Amerikalı bilim fel-
sefe problemlerinin tarih içindeki gelişi­ sefecisi. Thomas S. Kuhn Harvard Üni-
mi yanında "bugünkü durum"u da vur- versitesi'nde kuramsal fizik üzerine çalı­
gulanmaktadır. şırken, giderek bilim tarihine ilgi duy-
Gerçekten de Kuçuradi'de felsefeye maya başlar. Bu alandaki ilk çalışması o-
salt kuramsal bir yaklaşım ya da düşünce lan Copemimt Devrimi: Batı Diişiiııcesi11i11
cambazlığı gözüyle bakılmaz. Onda "fel- Gelişiminde Gez.egmkr Göle.bilimi (Copemi-
sefi bilgi"ye dayanarak, "yaşanan ha- can Revolution: Planetary Astronomy in
yat"ta "yapılanlar veya olan bitenler ile the Development of Western Thought,
değerler bilgisi arasındaki aykırılığı" gör- 1957) adlı yapıtında Coperrıicus'un New-
me anlamında kazanılacak "problem bi- ton fiziğine varılmasıyla sonuçlanan dev-
linci" araolığıyla "çağın olaylan"nı an- rimini bilim tarihindeki tüm yansımala­
lamak, temel hedef olarak belirginleş­ rıyla birlikte ele alır. Bu ilk yapıu izleyen
mekıerlir. Böylece onun rliişiiniişiinrle çıılışma Rilim.rel Derrİl11/erin Yapısı (fhe
felsefenin bu hedef adına işe koşulması Structure ofScientific Revolutions, 1962)
gibi bir amaçla karşılaşılır. Onun felsefe- ise ortaya koyduğu devrimci görüşlerle
ye sanat felsefesiyle başlayıp felsefi ant- çok kısa sürede dünyaca t.'lnınmış, bilim
ropoloji ile devam ettikten sonra etikte felsefesi alanında klasik bir başyapıt mer-
karar kılmasında bu amacının önemli bir tebesine ulaşmıştır. Kuhn başta bilim ta-
etkisi vardır. rihi ve bilim felsefesi olmak üzere çeşitli
Kuçuradi'nin felsefe eğitimi anlayışı alarılarda taruşmalara yol açan Bilimsel
da böyle bir felsefe anlayışına dayanır. Devrimkrin Y tıp1Sinda bilim tarihi yap-
Bu arılayışta "felsefi bilgi" aracılığıyla manın ya da bu tarihi yazmanın iki yor-
"felsefi bakış"ı kazanmak, böylelikle de damı bulunduğunu belirtir. İlkinde, eski
"çağın olaylan"nı ve başta değerlendir­ ıarihyazımı geleneğinde, amaç tarihsel
meler olmak üzere hergünkü fenomen- evrimini ya da gelişimini gözler önüne
leri anlamak temel amaç olmaktadır. sererek çağdaş bilimi daha derinlemesine
Eserleri: Perdenin Arkan -Şiirler- (1962), bir şekilde anlamaktır. Bu amaca da gü-
857 Kubn,ThomasSamud

nümüz biliminin bugünün bilimi olma- önce eşine rastlanmamış ölçüde çekicidir
sını sağlayan temel öğclerini, örneğin kav- ve ardında ilerideki bilimsel araştırmalar
ramlarını, kuramlarını, deneysel yöntem- için yeterince ilginç sorunlar bırakacak
lerini -ya da tüm bunların izlerini- eski denli açık uçludur. Bu örnek alınacak çö-
metinlerde kazıyıp bularak ve bunları zümler "paradigma" diye adlandınlırlar;
zamandizinsel bir öyküleme içerisinde sonraki dönemde araştırmayı şaşmaz bir
düzenleyerek ulaşılabilir. Bu· görüş uya- biçimde yönlendirmeye yararlar. Bu dö-
rınca bilimsel gelişim zorunlu olarak bi- nem de "olağan bilim" diye adlandınlır.
rikimli (.kümülaıit) bir gelişmedir: bilim Olağan bilim temel sorunlara ilişkin ala-
varolan bilgi parçalanna yenilerini ekle- nın uygulayıcıları arasındaki geniş bir
yerek adım adım ilerler. Ne var ki bu oydaş.ımla ve belli bir araştırma yorda-
türden bir tarihyazımı anlayışı düne bu- mıyla ayırt edilir. Olağan bilim dönemi
günden bakarak, günümüz bilimini geç- boyunca egemen paradigma ne sorgula-
mişe yansıtarak eski bilimin özyapısıru nır ne de sınamadan geçirilir. Bilimsel
bozar. Geçmişte bilim adına ortaya ko- topluluğun üyeleri paradigmayı daha çok
nanların, geçmişin bilim göruşünün ger- önemli sorunları çözmek için bir araç o-
çek doğasının böyle bir yaklaşımla kav- larak kullanırlar. Zamanla bu topluluk
ranması olanaksızdır. Buna karşı, başını direnen sorunlarla ya da "aykırılık"larla
Gaston Bachclard, Georges Canguil- ("anomali"lerle) karşılaşırsa da bu so-
hcm, Alexandre Koyre gibi düşünürlerin runlardan çok azı endişeye neden olur.
çektiği bilim tarihi çıkışlı bilim felsefesi Ancak gitgide biriken aykırılıklar bilimsel
geleneğinin önerdiği "yeni bilim tarilıya­ topluluğu ister istemez "olağ.ındışı bi-
zıını'' anlayışı, bir bilimin genel duruşu lim" evresine yönelten, daha doğrusu
ile ana savlarını kendi zamanındaki tarih- iteleyen "bunalım" durumuna geçilmesi-
sel bütünlüğünü koruyarak ortaya koy- ne neden olur. Olağandışı bilim dönemi
maya çalışır. Bu anlayışa göre eski bili- boyunca bilimsel topluluğun üyeleri ege-
min kavramlan, araştırma çerçeveleri, men paradigmanın ve rakiplerinin temel
konu edindikleri sorunlar ve en önemlisi ilkelerini etkin bir şekilde yeniden tar-
de gelişim ile ilerlemeden ne anladıkları uşmaya açarlar. Bu arada rutin sorun
tarihsel olarak uygun bir biçimde yeni- çözme işlemi yeni bir paradigma ege-
den bina edilmelidir. İşte Bilimsel Dev- menliğini kurana dek askıya alınır. Araş­
ri111kri11 Y<fmlnın birincil amaa da bu tırma önemli aykırılıklar ile onların bağ­
yeni bilim tarihyazıını anlayışını arkasına lamı üzerine yoğunlaşır. Eğer olağ.ındışı
alarak yepyeni bir "bilim imgesi" oluş­ bilim evresinde yürütülen bu araştırma
turm~ktır. bilimsel topluluk tarafından kabul edilen
Kuhn'a göre bu tarihyazıını kuramın­ yeni bir kuram ortaya koyarsa, bu yeni
dan çıkan bilim betimi tüm bilimsel di- kuram yeni bir olağan bilim dönemine
siplinler için bir gelişim şeması içerir: He- yol açacağından ötürü bilimsel bir dev-
nüz olgunluğa er{şmemiş, emeklemekte rim gerçekleşmiş olur. Kuhncu anlamda
olan bilimsel alanlar genellikle rekabet bilimsel devrimler gelenek bağımlı ola-
halindeki okullar arasında yaşanan çatış­ ğan bilim etkinliğinin gelenek kına ta-
malarla ayırt edilirler; doğmakta olan ala- mamlayıcılandır. Daha açık bir deyişle,
nın uygulayıcılan arasında hiçbir konuda bilimsel bir devrimde önceleri kabul
bir oydaş.ım söz konusu değildir. Bu re- görmüş bir kuram yeni bir tanesi adına
kabet ortamı nihayet bir uygulayıcı öbeği yadsınır. Bu yadsıma beraberinde sorun
değme bir araştırma sorununa örnek bir tabarurun, dolayısıyla çözüm zemininin
çözüm getirdiğinde sona erer. Qmek çö- başkalaşımını ve kimileyin de temel bi-
zümün iki ayırt edici özelliği bulunmak- lim~cl kavramlann ince ayarlarla değişi­
tadır: Diğer okulların üyeleri için de daha mini getirir. Devrimler, içinde bilimsel ça-
Kuhn, Thomas Samuel 858.

lışmarun yapıldığı dünyanın dönüşümleri !ayarak, indirgemeci kuramın yasaların­


olarak da betimlenebilirler. Kuhn bilim- dan yasalarını yeniden türeterek daha
sel devrimlerin bu özelliklerini "ölçüş­ temel kuramlara indirgenebilirler. Ancak
türülemezlik" kavramında biraraya top- Kuhn'a göre, eğer ele alınan kuram çifti
lar; birbirini izleyen olağan bilim gele- arasında ölçüştürülemezlik söz konusuy-
nekleri arasındaki geçerli ilişki budur. sa, indirgeme için gereken yeniden ta-
Kuhn'a göre ölçüştürülemezlikten ö- nımlamalar arılam kaymaları tarafından
türü "bilimsel ilerleme" kavramının üze- engellendiğinden ötürü, indirgeme ilişki­
rinde bir kez daha düşünmemiz gerekir. si geçerli olamaz.
Her şeyden önce ilerleme, devrimler sı­ Kuhn'un Bilimsel Devrimkn'n Y apsıln­
rasında kavramsal değişimler söz konusu da ortaya attığı savların pek çoğu Pop-
olduğu için, birikimli (kümülatit) değil­ per'in eleştire! usçu felsefesiyle karşıtlık
dir. Dahası, bilimsel ilerleme doğruluğa içindedir. Kuhn'un görüşünde temel ku-
ya da hakikate yaklaşma hiç değildir. Bi- ramların eleştirel değerlendirilmesi göre-
limsel ilerlemeyi erekbilgisel bir süreç o- vi olağandışı bilim dönemiyle sınırlıdır;
larak kavramak yerine, Darwinci evrim bilimsel uygulama da, Popper'in ileri sür-
kuramının "ilerleme"yi düşündüğü gibi düğü gibi, yalnızca doğaya ilişkin temel
düşünmeliyiz. Buna göre, bilimde varıla­ dilegetirimlerin karşılaşttrılması yoluyla
cak bir enson erek, değişmez sabit bir kuramların yanlışlanması girişimi değil­
bilimsel doğruluk söz konusu değildir; dir. Kuram değerlendirmesi iki ya da da-
olsa olsa eklemlenme ile uzmanlaşmada ha fazla kuramın bilişsel yeteneklerine,
bir artıştan söz açılabilir. özellikle de bunalım durumuna neden o-
Kuhn'un bilimsel devrim kuramının lan önemli aylorılıklarla başa çılop çıka­
felsefi açıdan önemli olmasının nedeni madıklarına göre değerlendirmeye alın­
1960'lann başındaki egemen bilim felse- dıkları karşılaştırmaya dayalı bir süreçtir.
fesi ve bilim tarihi anlayışıyla çelişmesi­ Bu baloş açısından, Popper'in kuram yan-
dir. Kuhn'un Bilimsel Devrimlerin Y apm lışlama yöntemi diye betimlediği yöntem
başlıklı çalışmasında bilimde ilerlemenin bilim tarihinde gerçekte bulunmayan bir
nasıl olduğunu açıklamak amaayla yap- uçdurumdur.
tığı "olağan bilim" ile "devrimci bilim" Kuhn'un kuramının bir başka önemli
ayrımı, bilimsel ilerlemenin birikimli bir sonucu da bilimin bilimsel bir yöntem,
yapıda olmayıp tam tersine devrimci ke- katı bir biçimde izlenmesi gereken bir
sintilerle, kökten kopmalarla kendisini dizi kural tarafından yörılendirildiği dü-
gösteren "paradigmatik" bir yapıda ol- şüncesini çürütmesidir. Kuhn'a göre ola-
du~unu açıklıkla sergilemiştir. Kuhn'un ğan bilim döneminde bilim~el araştırma­
bilimsel ilerleme görüşü, bilimin her- yı yönlendiren başlıca etken örnek sorun
hangi bir gözlemciden bağımsız olarak çözümleridir. Örnek sorun çözümlerinin
dışanda gerçekte neler olduğunu betim- araştırmadaki bilişsel gizilgüçleri ise açık
lediğini savlayan gerçekçilik biçimlerinin kurallar tarafından değil üstü örtük ana-
tümünün manttksız olduğunu içerimler. lojiler tarafından yörılendirilir; yeni so-
Bunun yerine kuramlar dünyayı tarihsel rurılar çözülerılerin ışığı altında tanımla­
olarak olumsal ve gelecekte değişebile­ nırlar ve yeni çözümler de yine aynı bi-
cek kavramlar aracılığıyla betimlerler. çimde meşnıluklannı kazanırlar.
Dahası temel bilimsel kavramlann de- Kuhn'un kuramına yönelik eleştirile­
ğişmesinden ötürü, klasik indirgemecilik rin başlıca hedefi muğlak gözüken para-
tutumu savunulabilir görünmemektedir. digma kavramı olmuştur. Kuhn bu eleş­
Bu klasik indirgemecilik anlayışına göre, tirilere paradigmanın örnek sorun çö-
kuramlar indirgeyici kuramın kavramları zümü anlamına gelen dar arılamını bilim-
araalığıyla kavramlarını yeniden tanım- sel oydaşımın bütün bileşerılerini, "di-
859 kuralkoyuculuk

sipliner matris"i (ıiistipünary matrix) kap- ~u, bu yüzden de zorunlu olarak "ku-
sayan daha geniş anlamından ayn tutarak ralkoyucu" bir anlam taşıdığını ve ey-
yanıt verir. Paradigmanın "disipliner mat- leme yol açtığını ileri sürer. Ah!ıik felse-
ris" anlamı diğer öğelerin yanı sıra sü- fesinin "olanı" değil "olması gerekeni"
rekli işleyen ama özellikle kuram seçimi soruşturduğunun tltını koyuca çizen ku-
sırasında ayırt edilen, açıklık, tutarhlık, ralkoyuculuk, insana ne yapması ya da
verimlilik, yalınlık gibi bilimsel değerleri nasıl davranması gerektiğini söyleyen; in-
de içerir. Bu değerler kuram seçimini san etkinliklerinin yönünü çizmek adına
yönlendirseler de hangisinin seçileceğini kurallar saptayan bir ahlak anlayışını sa-
zorla kabul ettirmezler; bilim adamları vunur.
kimileyin kuram değerlendirme sorunu Her ne kadar adını ve ahlak felsefe-
karşısında, seçeneklerden hiçbiri usdışı ~indeki gücünü son yüzyıla borçlu olsıı
olmasa da, anlaşmazlığa düşebilirler. da kuralkoyuculuğun Sokrates ile Aristo-
Kuhn'un diğer önemli çalışmaları a- teles'ten başlayıp Hume, Kant \•e Mill'e
rasında K11an1Hm Fiwi Tarihinin ~na/e­ dek süren uzun bir geçmişi \•ardır. Ahla-
lan (Sources for the History of Quan- ki önermelerin buyuruculuğunun tanınıp
tum, 1967), tarihsel ve felsefi makalele- tanınmaması ilk zamanlar~an bu yana fi-
rini içeren Asal Gerilim. Bilimsel Geltnele ve lozoflarca ele alınan bir konu olmasına
Dtğifint Ü:(!rine Sefilmiş İncrkllleler (fhe karşın, bu önermelerin dile getirdiği an-
Essential Tension. Selected Studies in lamların "betimleyici" ve "kuralkoyucu"
Scientific Tradition and Change, 1977) öğeleri arasındaki ilişkinin irdelenmesi
ile Kuhn'un kuantumun fiziğe girişine i- oldukça yenidir.
lişkin tartışmalı anlatısı Kara Kiitlt Ktıramı Sokraı:es, nasıl olup da birinin bir şe­
ve KHant11111 Siirele.riz.fiği, 1894-1912 (Black yin "iyi" olduğunu düşünüp de o şeyi ya-
Body Theory and the Quantum Dis- şamında uygulamadığını anlamakta ya da
continuity, 1894-1912, 1978) sayılabilir. açıklamakta güçlük çektiğini söylüyordu.
Ayrıca bkz. bilim felsefesi; anomali; Bilgiyle eylemin örtüşmemesini, bilmeyle
paradigma. yapabilme arasındaki olası bir gediği, ya-
ni istenç güçsüzlüğünü f:akrasia) kabul-
kullanımcı anlam kuramı bkz. anlam. lenmeye yanaşmıyordu. Aristoteles ise
Sokraı:es'in kendine egemen olamamanın
kural yararcılığı [İng. mft..11tilitarianism; bilgisizlikten kaynaklandığı yollu görüşü­
Fı. riglt-11tilitaris11te-, Alm. rege1Htilitarism11ij ne karşı, istenç güçsüzlüğü sorununa tu-
bkz. yararcılık. tarlı bir kuralkoyuculukla eğilmiştir. Doğ­
ru yargılama (* !Jntsis) ile aklıbaşındalık
kuralkoyuculuk ~ng. presmptivim; Fr. ya da pratik bilgelik f:phrrmesis) arasında
presmptivisme-, Alm. priiskriptivis11111s] Ahlak bir ayrıma giderek; doğru yargılamanın
felsefesinin temel işlevinin bize ne yap- değerlendiriciyken, bize ne yapıp ne yap-
mak z.omnda olduğumuzu bildirmek ol- mamamız gerektiğini bildiren aklıbaşın­
duğunu savunan; ahlaki yargıların özün- dalığın buyurucu, yaptınmsal (epitaktike)
de "betimleyici" değil de "buyurucu" ya olduğunu öne sürmüştür (Niko111akhos'a
da "kuralkoyucu" olmalarından ötürü Etik, 1143a, 1145b).
eylemlerimizin yönünü belirlediğini öne Ahlaki önermelerin dile getirdiği an-
süren öğreti. lamın kuralkoyucu bir öğe içerdiğini ta-
Ahlaki değer yargılannı dile getiren nımasına karşın, Hurne'un ahlak öğreti­
önermelerin ancak olgusal olduğunda sini kuralkoyucudan- ziyade öznelci diye
"anlamlı" olacağını öne süren betimleyi- nitelemek daha yerinde olur. Kant'a ge-
ciliğin tersine, kuralkoyuculuk bu türden lindiğinde ise sıkı bir kuralkoyuculukla
önermelerin "de~.ı:r biçici yargılar" oldu- karşılaşılır: Nesnelliği hedefleyen ahlak
kuramsal felsefe 860

öğretisini "ödev ahlakı" ile "koşulsuz buy- ğine sahip olduklanna, ahlaki düşünce­
ruk" üzerine temellendiren Kant'a göre, nin ussallığını ve nesnelliğini açıklama
ahlaki olguların ahlak alanında kayda de- yetisi taşıdıklarına dikkat çeker. R. M.
ğer bir rolü yoktur; ahlak, ahlak ilkele- Hare, son çözümlemede ise betimleyici-
riyle ya da ahlak buyruklarıyla iş görür. liğin göreciliğe saplanmaya yazgılı oldu-
Hume'un "olan" /"olması gereken" üze- ğunu, yalnızca kuralkoyuculuğun nesnel-
rine düşüncelerinin izinden giden J. S. li!'.,>i güvence altına alabileceğini, ahlaki
Mili de ahlak önermelerinin birer buyruk evrensellik ülküsüne ancak ve ancak ku-
olduğunu dile geurerek kuralkoyuculu- ralkoyucu bir etik anlayışıyla varılabilece­
ğunu açıkça ilan eder. XX. yüzyılın ahlak ğini belirtir. Ayrıca bkz. betimleyicilik.
felsefesinde ise duyguculuğu savunan A-
yer, Camap, Stevenson gibi düşünürlerin kuramsal felsefe bkz. pratik/kuram-
görüşleri az ya da çok kuralkoyucu öğe­ sal felsefe.
ler içermektedir.
Kuralkoyuculuk, tüm bu tarihsel geli- kuramsal kendilik ~ng. ıheoreh'cal entity,
şim sürecini bir yana koyarsak, çağdaş Pr. thiorique entitf, Alm. theoretische entifıi'~
düşüncedeki yerini İngiliz ahlak felsefe- Gerçekliğe hiçbir gönderimleri olmama-
cisi Richard Mervyn Hare'e borçludur. sına karşın salt kuramlarda gerçekleştir­
Hare, Kant'ın yolundan giderek nesnel- dikleri belli işlevlere bağlı olarak varolan
liğe ulaşacak bir ahlak öğretisi kurmaya birtakım değişmez açıklama öğelcrini an-
girişmiştir. Dil felsefesini ahlak kuramına latan felsefe terimi. Sözgeliıni "Ortalama
uygulayarak ahlak önermelerinin, ahlaki Türk Kadını" belli bir kadın tekine karşı­
dilegetirişlerin, örtük bir üstüne alma ya lık gelmiyor olmakla birlikte, kullanıldığı
da yüklenme içerdiğini, bir eylem biçi- bağlamda hep özel bir işlevi yerine ge-
mine bağWık bildirdiğini savunur. tirmektedir. İlk kez XX. yüzyılda deney-
Hare, Ahla/em Dili (fhe Language of cilik çerçevesinde dillendirilen kuramsal
Morals, 1952) adlı yapıtında, ahlakla ilgili kendilik terimi, günümüzde özellikle çö-
önermelerin bildirdikleri anlam bakımın­ zümleyici bilim felsefesi çalışmalarında
dan "betimleyici" C'olgusal') ve "kural- kendisine sıklıkla başvurulan bir terim
koyucu" ("değerbiçici') önermeler ol- konumuna gelmiştir. Öte yanda, yine ay-
mak üzere ikiye ayrıldığını; betimleyici nı manuk içerisinde bilimsel olarak ya-
önermeler kültürden kültüre ya da kişi­ rarlı görülen bir varsayım kümesindeki
den kişiye farklılık gösterirken, kuralko- kuramsal bir terimin anlaıru için verilen
yucu önermelerin değişmeden kaldığını açıklama "kuramsal açıklama" diye ad-
öne sürer. Doğalcı etiğe karşıt biçimde lanclırılmakwlır. Ayrıca bkz. gerçekleş­
ahlaki yargıların eyleme kılavuzluk etme tirim.
işlevinden ötürü betimleyici değil de ku-
ralkoyucu olduğunu, bir yaptının içerdi- kurgusal (kurgu)) felsefe ~ng. specula-
ğini vurgular. Hare, Ôzt/irliile ve Akı/'da tiııe philosopo/, Pr. philosophie spectılative;
(Freedom and Reason, 1963) ise ahlaki Alm. speleu/aJive philosophie] En gend an-
ilkelerin seçiminin *Altın Kural uslamla- lamda öğretilerinde somut olana değil de
masına göre yapılması gerekliliğinin altı­ soyut olana; pratiğe değil de kuramsal o-
nı koyuca çizer: "Başkalanrun sana karşı lana; eyleme değil de eylem üzerine dü-
nasıl davranmasını istiyorsan, sen de şünmeye; deney ile deneyime değil de
başkalarına öyle davran!" Ahlaki Diifiin- deney(im)sel olmayana ağırlık veren fel-
me (Moral Thinking, 1981) adlı kitabında sefe anlayışı. Nesnel gerçekliğe hemen.
da Hare, yalnızca ahlaki yargıların ya da hiç aldımiaksızın zihinsd kurgularla yol
ahlaki değer yargılarını dile getiren öner- alan felsefe yapma yordaıru; doğrulama­
melerin "evrenselleşebilir" olma özelli- ya, tanıtlamaya, temellendirmeye, dolayı-
861 kutkucufük

sıyla da tarumlanmaya gelmeyen felse- birçok açıklaması, birçok da küçük anla-


fece düşünme (ya da kimilerince "düşü­ tısı bulunmaktadır. Aynca bkz. pratik/
nememe'') düzlemi. kuramsal felsefe.
Doğrulanabilir gözlemin ötesine ge-
çen bir kuramlaştırma biçimi ya da tüm kuşku yoruınbilgisi [İng. he1111ene11tia of
bir gerçekliği kapsayan bir büyük dün- sııspidon; Fr. hermeneutique de solljJfon; Alm.
yagörüşü anlatısı oluşturma itkisinin bi- he1111ene111ik der mis.rlrauen] Yazılı ya da
çimlendirdiği felsefi bir yaklaşım olarak sözlü metinlerin, toplumsal olaylar ile
kurgusal felsefe evrenin, tinin ve Tanrı' pratiklerin çoğu durumda gizli ya da üstü
nın varoluşuna ve doğasına ilişkin dü- örtük kalmış yönlerini açığa çıkarma ara-
şüncelerden tutun da ekonomiye varın­ yışındaki yorumbilgisi türü: derinlikli e-
caya dek birçok farklı alandan düşünce­ leştird yorumbilgisi. Terimi ilk kullanan
leri bir araya toplayarak dizgeli bir ilkeler düşünür Paul Ricoeur, üç büyük kuşku
dizisi ileri sürer. Dizgeli ilkelerini cesurca ustası olarak gördüğü Marx, Nietzsche
kullanan kurgusal felsefe bilimin, ahla- ve Freud'un kuşku yorumbilgisinin ön-
kın, sanatın ve dinin kültürel alanlannın cüleri olduğunu ileri sürmektedir.
karşılıklı yapısal ilişkilerinin kapsamlı bir "Kuşku yorumbilgisi" terimi, bir baş­
açıklamasını verme amaandadır. Fichtc, ka bağlamda, ruhçözümlemeci metin ku-
Schelling ve Hegel'in felsefe dizgeleri raınında, metnin bilinçaltına inerek met-
kurgusal felsefenin en iyi bilinen örnek- nin oluşturulduğu bilinçdışı süreçler ile
leridir. Hegel'in ipsan düşüncesinin ka- öğeleri onaya çıkarma yaklaşımına karşı­
tegorilerinin birliğine ilişkin bir görü ö- lık gelecek biçimde kullanılmaktadır. Bu
neren saltık idealizm dizgesi kurgusal fel- bağlamda başlı başına bir metin okuma
sefe yapma yordamının doruğudur. tekniği ya da yöntemi olan kuşku yorum-
Evrensellik, bütünlük ve birliğe ön- bilgisi, metne yer etmiş semptomlann (be-
celik veren kurgusal felsefe, olguculuk lirsizlikler, bulanıklıklar; sözcük ya da
tarafından somut, doğal ve toplumsal ti- deyiş yinelemeleri, sürçmeler, söylenme-
kelleri, tekilleri ya da tek tekleri küçüm- miş sözcükler, gerçekleştirilmemiş ey-
semekle; doğrulanamaz, dolayısıyla da an- lemler) izlerini sürerek, bunlara karşı u-
lamsız olan evrensel ve saltık tanımlar yanık olmanın gereğini savunmaktadır.
vermekle eleştirilir. XIX. yüzyılın ortala- Daha açık bir deyişle, kuşku yorumbil-
rında olgucu düşüncenin ortaya çıkışıyla gisinde, metnin yüzey anlamından duyu-
olgular ve nedenleri üzerinde yoğunlaşıl­ lan kuşkuya bağlı olarak, metnin yüzey-
ması bilim ve felsefe anlayışında büyük deki anlamlarının altında ya da gerisinde
bir kırılma meydana getirmiş; deneycilik açığa çıkarılmayı bekleyen altmctinler ile
öne çıkmış ve bu durum da deneye gel- altmetinlerin aıılanıları ara~urmanııı oda·
mez evrensel ve saltık felsefi anlatılar ğında yer almaktadırlar. Ayrıca bkz. me-
üreten kurgusal felsefeyi olumsuz etki- tin.
lemiştir. Ancak kurgusal felsefe asıl dar-
beyi XX. yüzyılın sonlarına doğru post- kuşkucu etik bkz. ahliksal kuşkucu­
modernizmden almıştır. Postmodem fel- luk.
sefeciler kurgusal felsefenin dünyanın
"Bir'' olduğu inancına: dayandığını; kendi kuşkuculuk [İng. sctplitimr, Fr. sctplia's-
içinde bütünlüğü bulunan tek bir açık­ me-, Alın. skeptizjsmur, es. t. hifbdrıfve, '!)'-
lama dizgesiyle, dizgeli büyük bir anla- b!V'e] En genel anlamda herhangi bir
tıyla açıklanabilir bir dünya tasarımına şeyden duyulan belirgin kuşku; kuşku­
duyulan inanç üstüne kurulu olduğunu lanma tutumu. Eski Yunanca'da "göz-
savunurlar. Ne var ki postıİıodem felse- lemek", "incelemek" anlamına gelen skep-
fecilere göre dünya ''Birçok"tur ve onun ıesheia sözcüğünden türetilmiş felsefe te-
ku~kuculuk 862

rimi. Yedeşik felsefe dilinde, kesin bir yalnızca belli alanlarda daha yumuşak bir
tutum almamayı, enson bir yargıya var- dille yadsıyarak, belli şeylerin bilgisine
mamayı ilke edinmiş; bütün değerlerden, belli çekinceler göz önünde bulundurul-
inançlardan, bilgi savlarından ilkece kuş­ mak koşuluyla varılabileceğini düşün­
ku duymanın doğruluğunu savunan fd- mektedir. "Alan kuşkuculuğu" diye de
sefe anlayışı. adlanclınlan bu kuşkuculuk biçiminde,
Kuşkuculuk, düşünülebilecek hiçbir metafızik gibi belli araştırma alanlarında
konuda kesin bilgi diye bir şeyin olmadı­ bilgi edinilemeyeceği ya da algılama gibi
ğını, olsa bile insanın ddeki yetileriyle belli yetilerin bilgi sağlamayacakları gibi
kesin bilgilere ulaşmasının olanaklı ol- düşüncelerle elemeci-ayıklamacı bir kuş­
madığını öne sürerek, nesnel bilgiyi ve kuculuk tutumu söz konusudur. Kuşku­
nesnel bilme olanağını bütünüyle yok- culuğun bu daha ılımlı biçimi, bir bütün
saymaktadır. Buna karşı açık ve seçik olarak bilgi olanağını bütün alanlarda
doğruya, kendisinden kuşku duyulama- yadsımadan ancak belli alanlarda kuşku­
yacak sağlam bilgiye ulaşmak için sağlam culuğun işletilmesinden yanadır.
bir dayanak bulana dek bütün bilgilerin Kuşkuculuğun varolan bütün değer­
kuşkuya açılarak sınanıp sorgulanması i- lere karşı olumsuzlayıcı bir tutumun ser-
. se "yöntembilgisd kuşkuculuk" diye ad- gilendiği, bencil olmayan değerlerin bun-
landırılmaktadır. Her türden düşünce uğ­ ların varlığına duyıılan inançsızlık nede-
raşısında doğrulan yanlışlardan ayırmak niyle yoksayılclığı, insanlığın temel değer
amacıyla bütün bilgilerin tek tek yeni ve ülkülerinin geçerliliğinin toptan kuş­
baştan gözden geçirilmesini öngören bu kuya açıldığı "Kinizm" ile karıştırılma­
kuşkuculuk anlayışı, kimileyin "olumla- ması gerekir. Yıne kuşkuculuğun, fdsefe
macı kuşkuculuk" ya da "geçici kuşku­ ilkelerinin ndiği gibi enson soruların il-
culuk" diye de arulmaktaclır. Bu anla- kece yanıtlanamaz olduğunun, bu tür ko-
mıyla kuşkuculuk modem felsefenin ku- nularda araştırma yapmanın gereksizliği­
rucusu Descartcs tarafından geliştiril­ nin, dolayısıyla bu tür konularda yargıda
miştir. Bunun yanında gerçekliğin özünü bulunmaktan kaçınmanın doğruluğunun
bilmenin ilkece olanaksız olduğunu ileri savunulduğu bir başka felsefe anlayışı
süren bütün metafizik öğretiler de kuş­ "bilinemezcilik" ile de arasında çok ince
kuculuk deyişiyle nitelendirilmektedir. aynmlar bulunmaktadır.
Bilgi olanaklarınıiı son derece sınırlı Felsefe tarihinin bilinen en eski kuş­
olduğunu, şaşmaz bir kesinlikle hiçbir kuculuğu Eski Yunan'ın gezgin düşünür­
şeyin bilinemeyeceğini, topu topu birta- leri sofıstlerce temellendirilmiştir. Başta
kım kişiye özel, doğruluğu her zaman Protagoras ile Gorgias olmak üzere bü-
için kuşkuya açık görüşlerin bulunabile- tün sofistler, herkesçe benimsenecek or-
ceğini savunan genel kuşkuculuk öğretisi tak gendgeçer doğruların olmadığını,
yanında, kuşkuculuğun ilk bakışta iki ayn doğrunun her bireye ayn görünen bir
biçimi daha bulunmaktadır. "Sonuna dek şey olarak kişiden kişiye değiştiğini sa-
götürülmüş kuşkuculuk" diye adlanclın­ vunarak felsefece düşünmeyi olanaksız
lan ilk biçim her türlü bilgi olanağını kılacak denli ileri götürmüşlerdir kuşku­
yadsıyarak işin doğası gereği hiçbir şeyin culuğu. "Sofist· Öğreti"nin olmazsa ol-
hiçbir koşulda bilinemeyeceğini savunur. maz bileşeni kuşkuculuk, Eski Yunan'da
Bu kuşkuculuk anlayışı yer yer felsefe özellikle yapılan siyasal tartışmalarda
metinlerinde "olumsuzlamacı kuşkucu­ karşı tarafın savunduğu düşünceyi kuş­
luk" ya da "sürekli kuşkuculuk" diye de kuculuk yoluyl'1 çürüten sofistlere büyük
geçmektedir. Buna karşı "olumsal kuş­ bir retorik üstünlük sağlamıştır. Eskiçağ
kuculuk" ya da "ölçülü kuşkuculuk" diye kuşkuculuğunun dizgeli bir biçimde te-
adlanclınlan ikinci biçim bilgi olanağını mellerini atan Elisli Pyrrhon, felsefe ta-
863 kültıin:l görecilik

rihçilc:ri arasında genc:lliklc: kuşkuculu­ dir. Daha açık söylemek gerekirse, bu


ğun da kurucusu olarak görülmektedir. düşünürlere göre kuşkuculuk dargörüş­
Bilginin dı:ğcrini yücc:lterc:k göklere çı­ lülüğe ya da katıkafalılığa karşı usa es-
kartan Stoaalar ile: Epikurosçulara karşı neklik kazandıran bir araştırma tutkusu-
Pyrrhoıı, düşünce kesinliği varsayımına nun en doğal dışavurumudur. Öte yanda
dayanan bilgi olanağını salt öznel yo- Kant'ın eleştirel felsefesinde ileri sürülen
rumlarla ilintili bir konu sayarak bütü- kuşkuculuk anlayışı, c:leştin:l bir tutumun
nüyle: yadsımış; usa dayalı düşüncc:lcrle ışığı altında neyi bilip neyi bilc:mcyecc:-
şaşmaz kesinlildcrc varılamayacağını öne ğimizi belirleyip kesinleme amacı güt-
sürmüştür. mektedir. Bu açıdan bakıldığında, Kant'
Yöntembilgiscl kuşkuculuğuyla mo- ın fc:lsefe sözdağannda kuşkuculuk teri-
dern çağa damgasını wran Dc:scartc:s, mi "eleştirel" nitclecinde etkili bir bi-
verimsizliği nedeniyle tıkanmış olduğunu çimde içerilmektcdir. Kimi fc:lsefe tarih-
düşündüğü gc:lencksel kuşkuculuk anla- çilerine göre, Kant'ın kuşkuculuğu yeni-
yışına yeni bir yön çizerek bir anlamda çağ kuşkuculuğunun en özgün yorumu
kuşkuculuğun önünü açmışur. İnsan zih- olarak kuşkuculuğun doruk noktalann-
ninin hiçbir zaman kesin nc:snc:l doğru­ dan birine karşılık gc:lmektcdir. Aynca
laia ulaşamayacağı düşüncesi üstüne bi- bkz. Pyrrhonculuk; Acnesidemos; Ag-
na edilmiş c:skiçağ kuşkuculuğunun, ye- rippa.
rini kuşkunun bilgiye ulaşmada izlenecek
bir yöntem olarak yeniden tanımlandığı kültürel görecilik [İng. m/Ma/ rt/a/Wimr,
yeniçağ kuşkuculuğuna bııııkınası bir an- Fr. rtlalivimtt mlttm~ Alm. kıtltımrlaıivis­
lamda modern fc:lsc:fe döneminin baş­ ,,,111, kıtlttmlltrnlalivimtllij Bir kültürün di-
langıanı da yansıtmaktadır. Dc:scartes bu lini başka bir kültürün Jiİint aktarma so-
yeni kuşkuculuk anlayışını temcllc:ndirir- rununun aşılamaz olduğunu, iki ayn kül-
kcn eski kuşkuculan biraz da tiye alarak türün düşünme yordaınlannın, akılyürüt­
şu sözlc:rlc: clc:ştimıc:ktedir: "Kuşkucular me taızlannın luırp/aşhnlamaz. ya da ö/.
salt kuşkulanmak için kuşkulanmışlar­ fİİfliiriiltmız. olduğunu öne: süren öğreti;
dır." Dc:scartcs'ın söylediğinden anlaşıla­ herhangi bir düşüncenin ya da davranış
cağı üzere, eski kuşkuculuk için kuşku kalıbının geçerli olup olmadığının ya da
ensen amaçken, yeni kuşkuculuk için bir değer taşıyıp taşımadığının belirlen-
kuşku ulaşılması gereken amaç yönünde mesi için elimizde: nesnel ölçütler olma-
bir araçtır. Nitekim ycniçağın önemli dü- dığını, bunlann geçerliliği ile: değerinin
şünürü Bacon, yeniçağ kuşkuculuğunu yalnızca içinden çıktığı toplumsal-kültü-
c:skiçağ kuşkuculuğundan ayıran en be- rel bağlamda c:le alınabileceğini savunan
lirgin özc:lliği şöyle dile getirmiştir: "Kuş­ anlayış.
kudan yola çıkarsak sağlam sonuçlara u- Kültürel görecilc:rc: göre:, diğer kültür-
laşınz; kesinliklc:rdc:n yola çıkarsak işi lerin uygulamalarına ve inançlarına değer
kuşkulanmakla sona erdiririz." biçerken kullandığımız bütün ölçütler bi-
Montaignc:, Baylc ve: Humc: da daha zim kendi kültürümüzün, kendi dünya
ılımlı bir kuşkuculuğu savunmakla bir- görüşümüzün öncüllerine dayandığından,
likte kuşkuculuğun ycniçağdaki c:n ö-. bizim dışınuzdaki kültürleri ve: yaşam bi-
nemli temsilcilc:ri arasında gc:Imektcdir- çimlerini yargılamaktan kaçınmamız ge-
Icr. Bu yeniçağ düşünürlerinin anlayışın­ rekir. Sözgc:limi bilim felsefesine bam-
da kuşkuculuk, doğruya varma yolunda başka bir soluk getiren Paul Fcyer•bend
atılması gereken hem zorunlu bir ilk a- kendi alanında bu görüşün savunuculu-
dımdır hem de varılan sonuçların sınan­ ğunu yapmıştır. Fcycrabc:nd Yiintemı Ha-
ması için sürekli yeniden keıidisine geri yn'da (Against Method, 1975) ussallığın
dönülen düşünsc:l bir sağlama yöntemi- tekbiçimli algılanışını eleştirerek dünya-
küme 864

nın birçok yöresinde Baıı'nın gözüyle kav- nca bkz. görecilik; göreci etik; ölçüş­
ranamayacak, biz ''yabancılar"ın sözda- türiilemezlik; Feyerabend, Paul.
ğanyla dile getirilemeyecek kültürler bu-
lunduğu saptamasını yapmıştır. Feyerac kiime [İng. .<et; Fr. eıııtı11bk; Alm. 111engr,
bend bu nedenle bilimin varsaydığı "ev- es. ı. ı7i111k] Nesnelerin iyi tanımlarunış
rensel insan doğası" denilen şeyin varlı­ bir sıralaması, toplamı ya da öbeğidir. İyi
ğını yadsımış; bir kültürdeki insan doğa­ tanımlanmış olması bir kümeyi bir yı­
sının başka bir kültürdeki insan doğasın­ ğından ayıran şeydir. (Bir görüşe göre

dan kesinkes farklı olduğunu düşünmüş­ de, her matematik dizgede tanımlanma­
tür. mış ter.imler vardır. 'Küme' terimi de

Kültürel göreciliğin, *b11d11nmerkez.ıilik' bunlardan biridir. Küme "nesneler öbeği


in tümüyle karşısında olduğu insanbi- ya da ~oplamı" diye tanımlanmakta, bu
limle ilgisi dışında, en temel çıkış noktası da döngüsel bir tanıma neden olmakta-
dil ile dil felsefesi geleneğidir. Wıttgcns­ dır.) Başka türlü tanımlamak gerekirse,
tein ve Quine gibi önde gelen dil felsefe- belirli bir açık önermeyi doyuran tüm
cilerinin dilin dünyayı kurduğu öncülün- nesnelerin biraraclalığına küme denir. Bir
den hareketle gerçekliğin dilden ve kav- kümeyse betimleyici bir önermeyle dile
ramlardan bağımsız bir şekilde var ol- getirilir. Örnekse, "K, l 'den 4'e lmdar
madığı, tersine dilsel ve kültürel katego- olan doğal sayıların kümesi olsun" denir.
rilerce biçimlendiği düşüncesinden yO!a Bir kümeye ait tek tek nesnelere kü-
koyulan kültürel görecilik, "gerçeklik" de- menin öğeleri ya da elemanlan denir.
diğimiz şeyin, gerçeklik dı9g11mllZflll, top- Her şey bir kümenin öğesi olabilir. x gibi
lumsal bir "kurgu" olduğunu, daha da bir öğenin K gibi bir kümenin öğesi ya
önemlisi içinde kökleştiği toplumun ba- da elemanı olması :ı.·eK diye gösterilir. e
şat söylemine dayandığını ileri sürer. Bu- imi "öğesidir" ya da "elemanıdır" imidir.
r-Adan da iki ayn kültürün, dünyaya bakı' Bu im bir ikili yüklem imidir..'><' gibi bir
açıları birbirinden oldukça farklı dilleri öğenin K kümesinin öğesi ya da elemanı
ku)lanmalanndan ötürü, birbirleriyle "öl- olmaması da xt!K diye gösterilir. Öte
çüştürülemez" olduğu sonucuna vanr. yandan hiçbir öğesi ya da elemanı olma-
Felsefede, özellikle de ahlak felsefe- yan kümeler de vardır. Böyle kümelere
sinde iyiden jyiye yerleşen kültürel göre- boş küme denir. 0, O, A, O gibi imlerle
cilik için ahl:iki değerleri belirleyecek ev- gf:isterilir. Bir kümenin öğesi tek bir
rensel ölçütler yoktur; yalnızca tek tek nesne olabildiği gibi bir küme de olabilir.
toplıımlann kültürel "düzgü"lerinclen Tek tek nesnelerin oluşturduğu kümeye
("norm"lanndan) söz edilebilir. Hu çer- birinci basamak kümeler, öğclerini kü-
çevede ahlak kurallarının, birarada yaşa­ melerin oluşturduğu kümeye de ikinci
manın temel ilkelerinin kültürden kül- basamak kümeler denir. Sayarak öğelcri
türe değişmeyip özünde aynı kaldığını tüketilebilecek kümelere sonlu kümeler,
savı.ınan "kültürel salııkçılık"la taban ta- sayarak öğcleri tüketilemeyecek küme-
bana zıt olan kültürel görecilik, değer lere de sonsuz lı:ümeler denir. Bütün tek
yargılanru belirli bir kültürün "toplumsal tek şeyleri öğe olarak içeren kümeye.
yetke'' sine başvurarak temellendirir. Kül- yani eyrenden oluş:ln kümeye evrensel
türel görecilerc göre, "doğru" ya da "yan- küme denir. E, v, 1 gibi imlerle gösteri-
lış'' diye bellediklerimiz, içinde yaşadığı­ lir. K ile L gibi iki küme olsun, L küme-
mız toplumun onayladıklanndan ya da sinin her öğesi K kümesinin de elema-
onaylamadıklanndan başka bir şey değil­ nıysa L'ye K'nin alt kümesi denir. c, ~
dir; "iyi, doğru ve güzel" dediğimiz şey, gibi imlerle gösterilir. Her küme kendi
belirli bir kültürün dokuduğu, "iyi, doğrı.ı alt kümesidir. Ayrıca boş küme de her
ve güzel" olduğunu söylediği şeydir. Ay- kümenin alt kümesidir. Alt küme olma-
865 kümeler kuraıru

maklık da ~. ~imleriyle gösterilir. Bütün K kümesinin güç kümesi gK diye göste-


öğeleri K gibi bir kümenin alt kü- rilir. gK={xjxcK}. Örnekse, K={t, 2}
mclerince oluşıurulan kümeye de K'nin olsun, gK= { {1}, {2}, {1, 2}, 0} olur.
güç kümesi denir (gK diye gösterilir). K Eşit küme: Aynı öğelerden ya da ele-
ile L gibi iki küme olsun, bu iki küme manlardan oluşan kümeye eşit küme de-
ayru öğclerden oluşuyorsa bu iki kümeye nir; eşit küme olmaklık = imi ile gösteri-
eşit küme denir; K=L diye gösterilir. lir. Ancak ve ancak KcL ile LcK ise
Eşit küme olmamaklık da ,. ile gösterilir. K=L'dir. Fark: K ile L gibi iki küme ol-
Yine K ile L gibi iki küme olsun, L kü- sun, L'yi oluşturan öğeler K'yi oluş­
mesini oluşturan öğder K kümesinin ö- turmuyorsa bu L fark K'dir; L-K diye
ğesi değilse L'ye K'nin fark kümesi de- yazılır. örnekse, K={t, 2, 3}, L={3, 4,
nir; L-K diye gösterilir. K, E gibi bir ev- 5} olsun. K-L={l, 2}, L-K={4, 5} olur.
rene ait küme olsun, E evrenine alt olup K-L={xeKA-.xeL}. K, E gibi bir evren
K kümesine ait olmayan öğelerin küme- içerisindeki küme olsun. E evrenine ait
sine de K'nin tümleyen kümesi denir; K' ·olup K. kümesine ait olmayan öğclerin
imiyle gösterilir. K ile L gibi iki kümenin kümesine K kümesinin tümleyeni denir;
öğderinden oluşan kümeye birleşimli kü- K' diye gösterilir. Örnekse, E= {1, 2, 3 , 4}
me (u imiyle gösterilir), iki kümenin or- K={l, 2} olsun. K'={3, 4} olur. Birlc-
tak öğelerinden oluşan kümeye de kesi- şimli kümeler: K ile L gibi iki küme ol-
şimli küme denir (n imiyle gösterilir). sun, hem K kümesinin hem L kümesi-
nin hem de her ikisinin öğelerinden olu-
kümeler kuraıru (İng. set theoıy, Fr. ıheo­ şan kümeye K ile L kümelerinin birle-
rit Jeı msembler, Alm. mmgmklm-, es. t. şimi denir; KuL diye de gösterilir.
dim/ekr ""Ztni1uı] Konusu kümder, kü- KuL=[(xeK)v(xeL)]. Örnekse, K= {l,
melerin özellikleri, kümeler arasındaki i- 2}, L={2, 3} olsun, KuL={l, 2, 3}
lişkiler olan bilgi dalı. Küme nesnelerin olur. Kesişimli kümeler: Kile L gibi iki
iyi tarumlanmış bir sıralaması, toplamıdır küme olsun, hem K kümesinin hem de
(küme ile küme çeşitleri için bkz. kü- L kümesinin öğderi olan öğelerden olu-
me). Bu kümeler arasında birtakım ba- şan kümeye K ile L kümelerinin kesişimi
ğıntılar vardır. Bunlar alt küme, eşit kü- denir; Kf"\L diye gösterilir. Kf"\L=
me, tümleyen/ tümler küme, bireşimli ile ((xeK)A(xeL)]. Örnekse, K={l, 2}, L=
kesişimli küme olmaklıktır. Alt küme: K {2, 3} olsun; Kf"\L=2 olur.
ile L gibi iki küme olsun; L'ain her öğesi
K'nin de öğesiyse, L kümesi K kümesi-
nin alt kümesidir. Alt küme olmaklık c KÜME ÖNERMELERİ
ya da ı;;; imleriyle gösterilir. Örnekse
K={t, 2}; L={2} olsun, bu durumda L 1- 1. Birleşimli Önermeler:
K'nin alt kümesi olacaktır. Aynı de- aeKuL
manian olmayan kümeler alt küme ola- (aeK) v (aeL)
maz. Örnekse, K={l, 2}; L={3, 4} ol-
sun, 3 ile 4 L'nin elemanıdır ama K'nin K L KuL
değildir; bu durumda da L:tK'dir. Her ı
küme kendi alt kümesidir, yani KcK'dir. ı o
Aynca boş küme de her kümenin bir alt o 1 1
kümesidir, yani 0 c K'dir. K, L, M gibi o o o
üç küme olsun, KcL ile LcM ise KcM'
dir (geçişlilik yasası). Bütün öğderi K 2. Kesişimli Önermeler:
gibi bir kümenin alt kümelerince oluştu­ aeK/"\L
rulmuş kümeye K'nin güç kümesi denir. (aeK) A (aeL)
kümeler kuramı 866

K L KrıL II. Eşgüçlülük yasalan:


1 1 1 KuK=K
1 o o Kf"\K=K
o 1 o
o o o III. Tümlerlik yasaları:
KuK'=E
3. Tümleyenli Önermeler: (K~'=K
aeK' K-L=KrıL'
-.(aeK) Kf"\K'=0
K K' 0'=E
1 o E'=0
o
IV. Değişmelilik yasaları:
KuL=LuK
II. 1. Alt küme: KrıL=IrıK
KcL
'tx [(xeK)-+(xeL)] v. De Morgan yasaları:
K(,t[,
(KuL)'= K'rıL'
-.'tx((xeK)-+(xeL)] (KrıL)'= K'uL'

2. Eşit Küme: VI. Birleşme yasaları:


K=L Ku(LuC)=(KuL)uC
'tx((xeK)tt(xeL)] Kn(lf'1C) =(KrıL)0C
K;<L
-.'tx[(xe K)tt(xeL)] VII. Dağılım yasaları:
Ku(lf'1C)=(KuL)0(KuC)
KÜME İŞLEMLERİNE İLİŞKİN Krı(LuC)=(KrıL)u(K0C)
YASALAR
VIII. Soğurma yasaları:
I. Özdeşlik yasaları: Kn(KuL) = K
Ku0=K Ku(KrıL)=K
KuE=E
Kf"\E=K IX. Geçişlilik yasası:
Kf"\0=0 KcL, Lc:C:.KcC

KÜMELER KURAMI ve MANTIK

çevrilen kavram eşdeğer küme önerme önermenin çevirisi


kavramı
yada Birleşim Ahmet gelecek ya Ahmete {x gelecek}v
v v da evde kalacak !v evde kalacak}
ve Kesişim Ahmet gelecek ve Ahmet e{xgelecek}n
/\ n sinemaya gidecek !v sinemava gi_decek}
değilleme Evrensel Ahmet öğrenci Ahmete {x kişidir}-{y
--, kümenin değildir öğrencidir}
tümleyeni
1
867 Küycl, Mübahat Türker

çevrilen kavram eıdeğer küme önerme önermenin çevirisi


kavramı
ilci kümenin Hiçbir tembel {x tembel öğı:cncidir}n
"Hiçbir ... dır." kesi~0ise öğrenci ders {x ders çalışmaz}
calısmaz
"Kimi ...dır." iki kümenin Kimi öğrenciler {x öğrencidir }f"I { x
kesi~0 çalış kandır çalışkandır}~
dei!:ilse
"Bütün ...dır." Altküme Bütün insanlar {x insandır}~ {x
"Eğer ... ise ... o c ölümlüdür ölümlüdür}
halde ... dır"

Küycl, Mübahat Türker İslam felsefe- mun'u tanıtan bir bildiri ile katılmıştır.
sine, özellikle de Türk kökenli filozofla-· Daha sonra SIEPM'nin Almanya'nın
nn tanınmasına yönelik lmtlı:ılanyla öne Köln Üııiversitesi'nde 1961 yılında dü-
çıkan Ankara doğumlu felsefecimiz. zenlediği II. Uluslararası Ortaçağ Felse-
Ankara Üniversitesi DTCF Felsefe fesi Korıgresi'ne İbn Sina ve İbn Rüşd'
Bölümü'nü bitiren Küyel, aynı yıl Felse- ün felsefelerini; İtalya'nın Mendola ken-
fe Tarihi Kürsüsü'ne asistan olarak girdi. tinde 1964 tarihinde yapılan III. Ulusla-
"Üç Telıifüt Bakımından Felsefe ve Din rarası Ortaça* Felsefesi Kongresi'ne de
Münasebeti" başlıklı tezle doktorasını ver- XII. yüzyıl Islam matematikçilerinden
di (1954). 1959'da "Aristoteles ve Firi- İbnü'ş-Şalah'ı tanıtan bildirilerle katıldı.
bi'de Varlık ve Düşünce Öğretileri" ko- Aynı kurumun düzenlediği Kanada-Mon-
nulu tezle doçent oldu. Bölümünde A- treal (1967), İspanya (1972), İspanya­
ristoteles ve İbn Rüşd, Hıristiyan Ona- Madrid (1979), Helsinki (1987), Kanada-
çağı, Felsefenin Menşei ve Helen Felse- Ottowa (1992) toplantılannda da Tür-
fesi, Modern Çağ Felsefe Tarihi, İslam kiye'yi temsil ederek bildiriler sundu. Yi-
Felsefesi, Felsefe Tarihi Semineri, Fel- ne değişik kurumların Tahran (1973),
sefe Tarihine Giriş, İlkçağ Felsefesi, Budapcşte (1988), İspanya (1993) ve
Türk-İslam Filozofları gibi dersler verdi. Ankara'da (1983, 1985, 1989, 1991,
Nusret Hızır'dan sonra Felsefe Tarihi A- 1992) düzenlediği çeşitli uluslararası top-
nabilim Dalı başkanlığı ve Sevim Tekeli' lantılarda Farabi, İbn Sina, Beyııini, Yu-
den sonra da 1991-1994 yıllan arasında suf Has Hacip, Yunus Emre gibi özel-
Felsefe Bölümü başkanlığı yapan Küyel lilde Türk asıllı fılozof/bilginleri bildiri-
1994 yılında emekli oldu. lerle tanıttı.
1961 'de Brüksel'de kurulan Uluslara- 1983 yılında kurulan Atatürk Kültür
rası Ortaçağ Felsefe İncelemeleri Kuru- Merkezi'nin asli üyesi olan Küyel, mer-
mu'nun (SIEPM) üyesi olan Küyel, 1972 kezin başkanı Aydın Sayılı'nın yayınlan­
yılında İspanya'da düzenlenen Uluslara- masında büyük çaba gösterdiği Erdem
rası V. Ortaçağ Felsefesi Korıgresi'nde dergisine çıktığı ilk sayıdan itibaren (O-
"Onaçağda Çeviriler Komisyonu"na se- cak 1985) hazırlık komisyonu üyesi ola-
çildi. Kurulduğu yıldan itibaren SIEPM' rak katkılarda bulundu ve birçok maka-
nin düzenlediği kongrelere düzenli ola- lesini bu dergide yayımladı. Başta' Erdem
rak katılan Küyel, ilk kez, SIEPM ku- olmak üzere 1980'li yıllarda çeşitli dergi-
rulmadan önce, ancak böyle bir kuru- lerde daha çok Türklerin İslıim ve Batı
mun kuruluş hazırlıklannın da yapıldığı kültürüne katkılannı ortaya koymaya yö-
1958 yazında Belçika'nın Louavin Üııi­ nelik popüler yazılar yazdı. Halen Ata-
versitesi'nde yapılan 1. Uluslaııırası Or- türk Kültür Merkezi üyesi olan Küyd,
ta.çağ Felsefesi Korıgresi'ne İbn Mey- 1983 sonrası Aydın Sayılı çizgisinin iyi
Küyel, Mübahat Türker 868

bir izleyicisi durumundadır. Ancak Kii- de felsefi uyanış için öncelikle yapılması
ycl'dc hocasuın göte "Türk" vurgusunun gereken şey "İslam-Türk tefekkürü"nün
daha ön planda olduğu söylenebilir. Yi- tarihinden başlanarak onun modern fel-
ne Sayılı'da Sarıon'un etkisiyle hümanist sefe karşısındaki durumunun belirlenme-
görüşler de olduğu halde, Kiiyel'de hü- sidir.
manizm karşın bir görüşün izlerini bul- Küyel daha başlangıçta filolojik yön-
mak mümkündür. temin problematik ve kültür tarihi yön-
Küyel'in İslam felsefesine olan ilgisi temine göre önceliği olduğunu düşün­
DTCF Felsefe Bölümü'ndeki öğrencilik mekle birlikte, pratik açıdan bunun im-
yıllannda hocası Necati Alı:der'in verdiği kansızlığını Öfle sürerek, sınırlı da olsa
dersler ve düzenlediği seminerlerle baş­ bir problemin sistematik olarak kültür
ladı. Kiiycl, doktora tezinin "Önsöz"ün- tarihi yöntemiyle ele alınabileceğini sa-
de, bu ilgisi üzerinde, hocasının yalnız vundu. Kendi ifadesiyle daha sonraki ça-
Ban'yı merkeze alan hümanizm anlayı­ lışmalarında giderek öne çıkacak olan "li-
şına karşı İslam Ortaçağı'nın ortaya koy- sani-tarihl metot"un C'dilsel-tarihsel yön-
duklannın da ele alınması gerektiği şek­ tem"in), başlangıç düzeyinde, yalnız üç
lindeki görüşünün rolü olduğunu belir- tehafüt üzerinde haşan ile uygulandığı
tir. Gerçekten de "Üç Tehafüt Bakımın­ söz konusu doktora teziyle Kiiyel, bir-
dan Felsefe ve Din Münasebeti'' konulu çok yerli ve yabana araştırmaanın pay-
doktora teziyle başlayan İslam felsefesi laşuğı bir yanlışı ortaya koymuş ve dü-
eğilimi, giderek hazırladığı diğer tezler, zeltmiştir: Ona göre bu yanlış, Fatih'in
incelemeler, yayımladığı makale ve ki- Hocazade ve Ali Tus!'ye Gazali ve İbn
taplar çevresinde 1950'li yıllardan bugü- Riişd'ün tehafütleri üzerinde bir eser yaz-
ne kadar gelen önemli bir eğilim ve anla- malarını emrettiği hakkındaki görüştür.
yış biçiminde DTCF Felsefe Böliimü'n- Küyel tezini, Gazali'nin "filozofık bir ta-
de gelişip yerleşti. Gerçi DTCF'den çok vırla" Farabi ve İbn Sina'nın Aristoteles-
· önce, İstanbul Darülfünıinu'nda da özel- çi felsefesine yapmış olduğu eleştirilerin
lilcle İzmirli İsmail Hakkı'nın ve 1933 Ü- İslam açısından hangi tür bir felsefenin
niversite Reformu'ndan sonra Hilmi Zi- uygun olamayacağını göstererek "yeni bir
ya Ülken'in İslam felsefesiyle ilgili ma- felsefe aramaya gidecek yolu açmış" ol-
kale ve kitap olarak oldukça önemli ya- masuın rağmen, Gazali sonrasında İslam
yınları olmuştur. Hatta Meşrutiyet döne- dünyasında "eleştirel zihniyetin neden do-
mi eğitimcilerinden San Bey, İslam me- layı canlı ve yaratıa bir devama sahip o-
deniyetinin yalnız Arapların çalışmaları lamadığı" sorusunu ortaya koyarak sona
sonucunda ortaya çıkmadığını, İslam u- erdirir. Aslında bu sorunun cevabını Kü-
leması arasında çalışmalarıyla bu mede- yel, ele aldığı üç tehafütte felsefe-din iliş­
niyete önemli katkılarda bulunan Türkle- kisinin verimli bir şekilde kurulamadığını
rin sayılarının hiç de az olmadığını, me- ortaya koyarak zaten vermektedir. Fakat
sela İbn Sina'nın bir Türk olduğunu ileri yine de araştırma alanının sınırlılığından
sürmüştür. Ancak Mübahat Türker Kü- dolayı kesin bir yargıya ulaşmanın güçlü-
yel'in İslam ve özellilcle Türk-İslam filo- ğünü ifade eder.
zoflarına ilgisi daha bir yöntemli ve diz- Ortaya koyduğu sorulara tatmin edici
gelidir. Onun bu ilgisi önce bir proble- ve kesin cevapların verilebilmesi için ön-
matik (sorunsal) olarak başlamış; fakat celikle ilgili eserlerin eleştirel metin neşir­
daha sonra doğrudan doğruya özellilcle lerinin yapılması gerektiğine inanan Kü-
Farabi gibi Türk filozoflarının eserlerinin yd, gerçekten de daha sonraki çalışmala­
eleştirel metin neşrini yapma türünden rında giderek böyle bir yola yönelmiş,
filolojik (betikbilimsel; örübilimsel) bir yetiştirdiği asistanlarını da bu yola yö-
çizgi içine girmiştir. Ona göre Türkiye' neltmiştir. Nitekim daha doçentlik çalış-
869 Kyreneliler

masını bitirmeden Yahya bin Adi (1956) bano iki faktör rol oynamıştır: Bunlar-
ve Faribi'nin (1958) bazı eserlerini eleş­ dan birincisi Aydın Sayılı etkisidir. Sayılı
tirel metin neşri yöntemiyle yayınlarruş­ daha Küyel asistanken Fiicibi'nin özel-
tır. Aslında "Aristotoles ve Faribi'de likle bilimle ilgili yönlerini öne çıkararak
Varlık ve Düşünce Öğretileri" konulu onun İsliim düşüncesindeki ve dolayı­
doçentlik tez{ de, her ne kadar zorunlu sıyla Batt düşüncesindeki yerini belirten
olarak problem yönteminin kullanıldığı makalelerinin yanı sıra doğrudan doğru­
bir çalışma olsa da, kültür tarihi yönte- ya bilimle ilgili bazı risalelerini de kritik
minin yerine daha çok fılolojik yöntemin metin neşri yoluyla yayınlamışttr. Böyle-
öne çıktığı bir araştırma olması bakımın­ ce Aydın Sayılı'nın Bilim Tarihi Kürsü-
dan dikkati çeker. Bu tezde artık yöntem sü'nde gelişen filolojik yöntem çalışma­
bakımından vurgusu, "lisaııi-tarihl me- larının, Felsefe Tarihi Kürsüsü'nde de e-
tot" dediği fılolojik yöntemdir. Gerçek- gemen olması gibi bir durumla karşılaşı­
ten de Küyel'in daha sonraki çalışmala­ lır. İkinci faktör ise dıştan gelir ve Küyel'
nnda problem yönteminin hemen he- in SIEPM'nin üyesi olmasından kaynak-
men tamamen ihmal edildiği, buna kar- lanır.
şılık filolojik yöntemin kullanıldığı metin Mübahat Türker Küyel'in açttğı teha-.
neşirlerini esas alan bir eğilimin başat bir fütlcrin incelenmesi yolu, DTCF Felsefe
şekilde ortaya çıktığı görülür. Onun ça- Bölümü'nde, 1960'lı ve 1970'li yıllarda
balan, artık yazma kütüphanelerinde u- yetiştirdiği Ahmet Arslan, 1980'li yıllarda
nutulmuş, kimsenin haberi olmadığı ve- yetiştirdiği Recep Duran ile 1980'li ve
ya hakkında eksik ve/veya yanlış bilgile- 1990'1.ı yıllarda yetiştirdiği Ülker Öktem
rin olduğu İslam ve özellikle Türk düşü­ ile de"\Talil etmiştir.
nür ve bilginlerinin eserleriıiin eleştirel Eserleri: Or TeMfiit Bakımmdan Felsefe
metin neşirlerini yapmaya yöneliktir. Bu ve Din Mii1ıasebeti (19 56), Aristotefes ve Fa-
amaçla özellikle Fariibi'nin mantık eser- rabfnin V arkk ve Diişiina Ôğretikri (1969),
lerine eğilir. "İslam :iİeminde yetişen ilk Tiirkfye'de Cumhuriyet Döneminde Felsefe
fılozor' ve "Muallim-i Sani" olması ba- qlemi (1976), Felıefge Başlangr (1976),
kımından Farabi'ye eğilirken, Batılı ve Do- Felsefeye Giriş (1985), Farabfnin Baz! Man-
ğulu araştırmacılann çalışmalarına rağ­ hle Eserleri (1990), Farabf'nin Şara'it ul-Ya-
men, ortaya bir "Farabi Külliyatı" konu- "ftin'i (1990), Farabfnin Peri Htffllenitu
lamamasından hareket eder. Ona göre Muhta.ran (1990), Farabl)e Aifedilen Kiifiik
böyle bir külliyatı ortaya koyma işi "her- Bir Eser (1990), Farabfnin Geometri Felreft-
kesten çok Türk aydınlarına düşer". Bu- sine İli/lein Metinler (1992), Farabfnin Peri
nun için "metodolojik" bir zorunlulukla, Htffllenia.r Şerlıi (1994). Küycl'in çok sa-
"Farabi'nin kayıp zannedilen eserlerini, e- yıdaki makalderi de DTCY Dtr?Jsi, EIH-
le geçtikçe, onun düşüncesini aydınlat­ des Mediterraraneenner, Araştm11a, Errit111,
mak ve sisteminin bütününü meydana MiUi Kiiltiir, Tiirk Yurdu ve Bilge gibi der-
çıkarmak" amaoyla yayınlamak ve Türk- gilerde yayımlaiırruşttr.
çe'ye çevirmek gerelı:riğini vurgular.
Küyel'in böyle bir yolu seçmesinde Kynilder bkz. Kinikler Okulu.
ve gerçekten de uluslararası literatüre gi-
ren eserler yayımlamasında yerli ve ya- Kyreneliler bkz. Kirene Okulu.
Ll
La Bruyere, Jean de (1645-1696) Fran- ceği Prusya'da Büyük Frederick'e sığın­
sız ahlfilı:çı
ve yergici düşünür. Aristote- mak zorunda kalmıştır.
les'in en ünlü öğrencisi olan Thcoph- La Mettrie'nin felsefece yapıtı L 'His-
rastos 'un aynı adlı yapıtına dayanarak toire natrmUe de /'ôme biçim ve sözdağan
yazdığı KJJra/eJerler [tam adıyla wCarac- bakımından metafizik bir inceleme gibi
tem ıle Theophraste, T raduits du Gm; avec /es görünse de yerleşik felsefe uslarnlamala-
ı:ararteres 011 fes Moeım de ce .titrle (fheo- rının maddeci bir bakış açısından tartı­
phrastos'un Karakterler'inin Yunanca' şıldığı, bunlann yerine maddeci bir felse-
dan Çevirisi ile Bu Yüzyılın Karakterleri fenin kurulmaya çalışıldığı bir yapıttır.
ve Törelen)) başlıklı yapıtının ilk baskısı Bu yapıtında La Mettrie, Locke'un mad-
1688'de, Theophrastos'tan yaptığı çevi- deci bir okumasını yaparak bunu özel-
riye ek olarak çıkmıştır. Düşüncelerinde likle XVII. yüzyıl metafizikçileri Descar-
Descartes ve Pascal'dan izler taşıyan La tes ve Leibniz'e karşı kullanmıştır. L'
Bruyere, insan ilişkilerini derinlemesine Ho111111e machine'de ise zamanının tüm bi-
gözlemleyen; kibir, gösteriş gibi ahlfilı:sal limsel verilerini maddeciliğin temellendi-
düşkünlükler sergileyen kişilik durumla- rilmesi için kanıt olarak kullanmış ve a-
rını betimlemede parlak bir düşünürdür. natomi (gövdebilim), fizyoloji ve ruhbi-
Karaleterlet'de bir ahlakçı gözüyle öne limin verilerinden yararlanarak ruhun
sürdüğü felsefece görüşleri ses getirmiş­ bedene bağımlı olduğunu, oysa bedenin
tir. kendi kendine devinebileceğini göster-
meye çalışmıştır. La Mettrie maddeci fel-
La Mettrie, Julien Offroy de (1709- sefesini deneyci bir bilgi öğretisiyle ta-
1751) Özellikle maddeciliğin bir bildir- mamlamıştır: Ruh ya da zihin öncelikle
gesi sayılabilecek L 'Ho111111e machine (İn­ beden ya da maddeye bağımlıdır; bu ne-
sa~ Bir Makine, 174 7) başlıklı yapıtıyla denle de "ruhun doğal tarihi" fiziksel sü-
tanınan Fransız filozof ve hekim. La reçlerin yetkin gözlemleri aracılığıyla in-
Mettrie'nin felsefeyle olan ilişkisi upçılı­ celenmek zorundadır.
ğıyla bağlantılıdır ve Fransız aydınlan­ Felsefedeki maddeciliğini tanrıtanı­
ması geleneği içinde tıpçı bir maddecilik maz bir dünya görüşü ve hazcı bir ahlak
öne sürmüştür. Kısa süren up pratiğin­ felsefesiyle bütünleştiren La Mettrie'nin
den l!Qnra kendini ünlü düzenekçi hekim diğer yapıtları arasında, doğa felsefesi ü-
Hermann Boerhaave'nin tüm yapıtlan­ zerine yazılmış L 'Ho111111e Plante (İnsan
nın çevrilmesine ve yorumlanmasına a- Bir Bitki, 1748) ve Systime d'EpiCllf'rl (Epi-
dayan La Mettrie, bu sırada tıp camiasın­ kuros'un Dizgesi, t 750) ile ahlfilı: üzerine
dan aulmasına da neden olan L 'Histoire düşüncelerini serimlediği Disı:tı11rs
mr la
natrmllt de l'ôme (Ruhun Doğal Tarihi, Bonhe11r (Mutluluk Üzerine Söylev, 1750)
l745) başlıklı İcitabını yazmış ve yayım­ sayılabilir.
lamıştır. Kitabın kışkırtıcı maddeci içeri-
ği nedeniyle Hollanda'ya sürülen La Met- La Rochefoucauld, Français de (1613-
trie, burada maddeciliğini insanlara uy- 1680) Fransız ahlfilı: filozofu ve öğüt­
guladığı ve hoşgörüyle karşılanmayan ün- çüsü. XVII. yüzyıl soylu sınıfının temsil-
lü yapıtı L 'Ho111111e machine'i tamamlamış cisi olan La Rochefoucauld, zamanın
ve daha so-ı::a yaşamının kalanını geçire- gdeneklerini ayrıntılı bir biçimde ele alıp
871 Lacan, Jacques

keskin bir dille eleştirmesiyle ön plana ri olarak değerlendirilen Labriola, tarih-


çıkmış; kibir ve kendini beğenmenin in- sel belirlenimciliği reddederek "insancı"
san kişiliğinin ve davranışlannın en ö- bir Marxçılığı savundu. Labriola özgün
nemli belirleyicilerinden biri olduğunu bir Marxçı kuram oluşturmayı denemek-
bildiren görüşler ileri sürmüştür. Açıkhk ten çok Marx'ın düşüncelerinin açımlan­
ve dürüstlük soruşturmasında hilenin, ö- masına çalışıı ve bu bağlamda kapitalisı
zellikle de kendini kandırmanın maske- toplumun iç çelişkilerinin sosyalizme doğ­
sini düşürmeyi denemiştir. Kendini sev- ru evrilmeyi sağlayacağına inandı. Gci-
meye yaptığı vurgunun bütün güdülerin rüşleri Fransa'da Sorel ve İtalya'da Cro-
kişisel çıkarlar ile belirlendiğini sawnan ce .tarafından yaygınlaşıınldı. 1950'1erde
ruhbilimsel benciliğc onay olup olmadığı Antonio Gramsci, Labriola'yı bağımsız
ise açık değildir. La Rochefoucauld, Rf/- ve an Marxçılığın savunucusu olması ne-
lexions ou sentences et maximn mor11le.ı'de deniyle el üstünde tutarak yeniden gün-
(Düşünceler ya da Hikmetler ve Ahlıiki deme getirdi.
Üıo:deyişler, 1665) xvıı. yüzyılın ilk yan- Komünist Mıınifesto'nun ilk İtalyanca
sının Yeni Stoacı ahlaksal iyilikçiliğine çevirisini de yapan Labriola'nın bir diğer
keskin bir saldında bulunmuş; kendini önemli çalışması da 1895 tarihli Komünist
sevmenin büıün insan edimlerinin temel Mıınifesto'nun Anıs1114 (in meınoria del
kaynağı olduğu savını bu saldınsında da- Manifesto dei Communisti) başlıklı kita-
yanak olarak kullanmışıır. bıdır.

Labriola, Antonio (1843-1904) Hegel Lacan, Jacques (1901-1981) Başta He-


ve Marxçılık üzerine elcşti.-d ve çözüm- gel iJe Heidegger olmak üzere çeşitli fı­
le~·ici çalışmalanyla öne çıkan İtalyan lozoflann düşüncelerinin ışığı alıında
Marxçı düşünür. Engels ile bir süre ya- yaptığı Freud okumalarıyla felsefeye ö-
zışmış (Lettere a Engels, 1949) da olan nemli katkılarda bulunmuş; post-yapısal­
Anıonio Labriola, Marxçılık üzerine ya- alığın önemli adlan arasında yer alan
zılannı 1896 yılında M4liJeci Tarih Kıwra­ Fransız ruhçözümlemeci ve felsefeci.
yışı Üzerine Denemeler (Essais sur la Con- Lacan önemli filozoflardan esinlen-
ception Materialiste de l'Histoire) başlık­ menin yanında yapısalcı dilbilim ile in-
lı kitabında topladı; ilkin Fransızca ola- sanbilim alanlanndan da çok büyük öl-
rak yayımlanan bu kitap 1902 yılında i- çüde yararlanmayı bilmiş bir felsefecidir.
kinci baskısını İtalyanca (La concezione Frcud'un kendisi doğabilimci önlüğünü
materi4listiaz tklla storia) olarak yapmışıır. giydiğini belirterek felsefeye ve felsefece
Diğer bir etkili yapıtı Soıyalizm ve Felsefe kurgulara yaşamı boyunca hiç sıcak bak
Üzerine KOn11$malaTda (Discorrendo di mamış olsa da Lacan'ın hemen bütün
Socialismo e di' Filosofia) Georgcs Sorel çalışmalannda ruhçözümleme yöntemini
ile Marxçılık üzerine on yazışmasını ki- çok önemli bir felsefe konumu olarak
taplaşıırdı. Benedetto Croce, Roma Üni- hep öne çıkardığı görülür. Nitekim bu
versitesi'nde 1874'ten sonra ahlıik felse- bağlamda Lacan, Freudcu bilinçdışının
fesi profesörü olarak çalışan Labriola'nın en iyi "simgesel" diye adlandırdığı dilin
öğrencilerinden ve izleyicilerinden biri- insan davranışı üzerindeki etkisi olarak
dir. anlaşılabileceğini ileri sürmüştür. "Bilinç-
Gençliğinde Hegelciliğinin de etkisiy- dışı" kavramını, bilinç yaşamını zorunlu
le liberal ve sağ kanatta olan Labriola olarak kesintiye uğratana, bilincin sürek-
sonralan Kari Marx'ın kuramına ilgi duy- liliğini kopartana karşılık olarak kullanan
du ve 1889 tarihli tarih felsefesi dersinde Lacan, bilinçdışı düşüncesiyle popüler-
İtalya'da ilk kez Marxçılığı anlatıı. İtalyan leştirilmiş klişe anlayışlara şiddetle karşı
Marxçılığının kurucu düşünürlerinden bi- çıkmışıır. Bu karşı çıkışına bağlı olarak
Lacan, Jacques 872

her özdeşlikt:c içcrirnlenen aynın üstüne !iğin birliğini oluştutduğu yerde ben'in
kurulu bir bilinç anlayışı geliştimıiştir. kendisine yabancılaşıyor olmasıdıt. Bu
Hiç kuşkusuz bu anlayışı geliştirirken anlamda Lacancı kuramda "ben", her
Hcgel'in düşüncelerinin büyük ölçüde şeyden önce bir nesnedir: öznenin ken-
etkisi altındadıt. Bu anlayışı temellendi- disini hep ben olarak gördüğü nesne.
rirken Lacan'ın aynından tam olarak an- Ben yalruzca bir nesne olarak, yani bir
ladığı, özne ile özneye bir özdeşlik sağla­ başkası olarak görünebildiğinden ötürü,
yan nesne arasındaki kavranabilir bir ay- Lacan için ben'in qrtaya çıkışı olayı ken-
nklıktır. Lacan'a göre bu türden bir ay- disine karşı yönelmiş temel bir şiddet
nklık ya da uzamsal boşluk bir anlamda duygulanımına kaynaklık etmektedir.
nesneye ait olduğundan, öznenin özdeş­ 1950'lere gelindiğinde, Lacan'ın dü-
liği her zaman tam bir yetkinlikten uzak şüncelerinde "Roma Söylemi" diye anı­
olacaktır. Nitekim Lacan bu noktada lan yazıdan (daha sonra "Ruhçözümle-
Freud'un bilinçdışı ile ilişkilendirdiği et- mede Konuşma ile Dilin İşlev ve Alanı"
kilerin de bütünüyle bu yetkin olmayış başlığıyla 1966 yılında Eeritlde yayımlan­
durumundan kaynaklandığı saptamasın­ mıştır) başlayarak yeni bir boyutun baş
da bulunmaktadır. gösterdiği görülür: "simgesel". Lacan'ın
Lacan bilinçdışı kuramını en genci Ferdinand de Saussure'ün yapısalcı dil-
aıılamda her biri de öznelliği tanımlayan bilimi ve Claude Uvi-Strauss'un insan-
üç ayrı alana karşılık gelen üç tarihsel bilimi ile girdiği verimli düşünsel alışve­
aşama içinde geliştirmiştir. Bu üç aşama riş, imgesele seçenek oluşturacak yeni
sırasıyla "imgesel", "simgesel" ve "ger- bir tasarım geliştirmesinin önünü açmış­
çck"tir. İmgesele ilişkin en ayrıntılı Çö- tır. Buna göre imgesel nesnenin özdeşli­
zümlemesini Lacan, daha ruhçözümleme ğini saplantılı bir özdeşlik temsiliyle ya
eğitimi aldığı sıralarda yayımladığı "Ben' da özdeşliğin nesnesini yok etme aracılı­
in Oluşturucu İşlevi Olarak Ayna Aşa­ ğıyla işlerken, simgesel belli ölçülerde de
ması" (1936) b;;.;;lıklı yazısında vermiştir. olsa her iki işlevi birden yerine getirme
Bu yazısında Lacan, henüz konuşamayan yetisi taşımaktadıt. Simgesel bu iki işlevi
sözöncesi bebeklerin ayna karşısınday­ göstergenin yapısına dayanarak gerçek-
mış gibi kendilerini tanık oldukları olay- leştirebilmektedir. Saussure'ün söylediği
larla özdeşleş tirmcleri olarak betimlediği gibi gerçekten gösterge hem bir maddi
imgesel bir alan temellendirmesi sun- öğeden (gösteren) hem de onun göster-
muştur. Bebeklerin yetişkinlerle karşılaş­ diği bir düşünceden (gösterilen) oluşu­
tırıldığında, henüz gelişkin bir konuma yorsa, o zaman bu yapı bütün insan tem-
gelmemiş oluşları nedeniyle, kendi ey- sillerinin temel koşulu olmak durumun-
1.eınlerini denetleme yetisinden yoksun- dadıt. Bir başka deyişle, gösterge ancak
lukları yönclmişliğin birliği için dışsal bir bir gösteren araalığıyla bir gösterilen su-
model gereği doğurmaktadıt. Bu aynı za- nabiliyorsa, bu demektir ki her bulunuş
manda Lacan'a göre altı aylıktan başla­ içinde bir olmayış ya da bulunmayışın
mak üzere konuşma çağına gelmemiş olması zorunludur; çünkü düşünce yal-
bebeklerin kendi imgelerini ya bir ayna- nızca temsil edildiği dil araalığıyla su-
da ya da çoğu durumda olduğu üzere nulabilen, o olmadan olmayan bir şeydir.
başkalarının yüzündeki mimik!erde keş­ Daha da önemlisi bir dili konuşmak üstü
fetme8İnİn neden gerekli olduğunu da örtük bir biçimde olsa da İster istemez
açık kılmaktadıt. Çocuğun aşın sevinme- bu sınıtlanmışlığı kabul etmek demektir.
sine yol açan bu imge Lacan'a göre aynı Dil bir temsil etme işiyse, o zaman bu,
zamanda çocukta aşın bir kızgınlığa da özğül nesne ya da olgu bağlamları uya-
yol açabilmektedir. Bu kızgınlığın başlıca nnca yabancılaşmanın zorunluluğunun
neden; ':-ıgcsc! özdeşleşmenin yönelmiş- da (gösteren ile gösterilen arasındaki sür-
873 Lacombe, Olivier

gü) her zaman için temsil edilmesi anfa- özünde ölüm içı,rüdüsü enerjileridir- bas-
mına gelmek durumundadır. Lacan'ın tırarak ya da dönüştürerek dilin iizdcşli~
1'reudcu ( )edipus ile "iğdiş edilme" dra- kemirdiği süreçte kullanır. Bu düşünccl"­
malarını dile yer etmiş bir yasağın lllur- riyle [.acan, son çalışmalarını bütünüyle
lanması olarak (örneğin baba için "ba- "olanaksız gerçek" diye adlandırdığı tem-
banın adı') yeniden yorumlaması, Freud- sile girişin yasak olmasına adamıştır. Söz
cu gelişim şemasını kültürel olarak bi- konusu dönemin en belirgin düşüncesi,
çimlenmiş herhangi bir aile resminden arzu denen en önemli insan itkisinin yeri
ayn tutarak düşünebilmesine olanak ta- doldurulamayacak hir eksiklik olmasıdır.
nımışttr. Lacan'a göre simgesel çok daha Düşlerin dışında ar/.uyu bütünüyle sona
somut anlamda bir talepte daha bulun- erdirecek bir doyuma ulaşmak olanaklı
maktadır. Gösteren ile gösterilen arasın­ değildir. Lacan'ın çözümleme yöntemine
daki sürgü, ii:menin kendi boşluğunu ya en ı,rcncl anlamda Freud'un arzu çiizüm-
da olmak istediğini (manque·İiı·etre) temsil le.meleri ile Marx'ın siyasal çözümleme-
edivorsa, bu <lcmekıir ki bunu bir devini lerini bütünleme çabası olarak bakılabi­
içi~de temsil ediyor~lur. Söz konusu de- lir. Nitekim ruhsal bastırılmışlık ile siya-
vini sürecini "arzu" diye adlandıran La- sal bastırılmışlık arasında doğrudan bir
can, arım içindeyken dilin somut anlam- bağ olduğunu düşünen l .acan, l'reudcu-
da eksiksiz, aracısız bir biçimde "bulu- Marxçı bir çizgi uyarınca "doj!;anın iyi-
nuş"un olanaksızlığını tanıtladığım dile liği" ile "toplumun kötülüğü" arasındaki
getirmektedir. Hep dilin aracılık ettiği, arkaik denebilecek bir aı'nm doğrultu­
kendisini sunan aralıksız bir "ii7.dcşle­ sunda ilerleyen bir düşünme yordamını
şiınlcr" süreci yaratarak dil bu olanaksız­ benimsemiştir.
lığı tanıtlaınakradır. Arzu özdeşliği bu- Lacan'ın başlıca yapıtları arasında ö-
rada bcn'in özdeşliğini parçalayan kesin- nemli tüm yazılarını içeren Ecrits (Yazı­
tisiz bir devinidir. Bu süreci dü?.değişme­ lar, 1966) ile Les Quatre concepts fondamen·
ccli, bir gösterenden bir başka ı,'<'isterene ıaux de '4 prycbanalyse (Ruhçözümlemenin
sıçrayarak ilerleyen bir süreç izler ama Dört Ana Kavramı, 1973) saı1labilir. Ay-
her zaman için eskisinin yerine yeni bir nca Lacan'ın verdiği tüm seminerler d"
iizdeşlik yaratmayı da elden bırakmaz. Le Slminaire de jacques Lacan başlığı altın­
Bu söylenenlerden de açıkça ı,tiirüleceği da kitaplaştırılarak 20 ciltlik bir külliyat
üzere, Freud'un çoğu çiizümlemesi belli haline ı,rctirilmiştir. Aynca bkz. post-ya-
iikiil('rd(' hen'i güçlendirme)~ amaçlar- pısalcı felsefe.
ken, Lacan'ın çiizümlemelerinde temel
amaç ben 'in imgesel bağlarını olabildi- Lacombe, Ollvier (1904-?) Türkiyc'dc
ğince gevşetmek amacıyla öznenin arzu- felsefe eğitiminin yerleşmesine katkıda
sunu çoğaltmaktır. 1960 ile 1970 yıllan bulunmuş Fransız felsefeci. 1939-1940
arasında, Lacan'ın çalışmaları Freud'un öğretim yılında Ankara Üniversitesi Dil
gürece çok daha az benimsenen bir sa- ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde Felsefe
vına yoğunlaşmışttr. l..acan bu noktada Bölümü kurulmuştur." Bu yeni kürsünün
Freudcu "ölüm içgüdüsü" varsayımının kuruluşunda zamanın dekan vekili Meh-
biyolojik kabuklarını soyarak, onu ruh- met Emin Erişirgil'in de rolü vardır. A-
çöziimlemenin tam odağına yerleştirme ma daha da iinemlisi kürsünün kuruluşu
çabası içine girmiştir. Öznenin dünyasın­ için Fransa'dan, Sorbonne Üniversitesi
da simgesel arzu dinamiklerinin başına Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü öğ­
gelen, bütünüyle imı,rcscl içinde, enerjile- retim üyelerinden Olivier 1.acombc'un
rin ancak şiddet aracılığıyla dışavurulma­ getirilmesidir. Gerçekten de İstanbul Ü-
sına bağlı olarak açığa çıkmasıdır. Simge- niversitesi Felsefe Bölümü'nde olduğu
sel söz konusu enerjileri -ki bu enerjiler gibi herhangi bir Alman öğretim üyesi-
Lacombe, Olivier 874

nin getirilmemesi anlamlıdır. Gerçi Eylül Lıcombegöreve gelmeden önce 1939


1939'da Almanya'nın Polonra'ya saldır­ yılı yaz aylannda Felsefe Bölümü'nün
masıyla başlayan 11. Dünya Savaşı orta- kurulma çalışmalan başlamıştı. Aynı dii-
mında Türkiye'nin müttefiki Fransa ile nemde Fransa'da Sorbonne Üniversitesi
girdiği siyasal, ekonomik ve askeri dost- Felsefe Bölümü'nden mezun olan Ne-
luk ilişkileri, bu tercihin niçin bir Alman cati Akder, ABD'de Chicago Üniversite-
hocadan değil de bir Fransız hocadan si Sos~·oloji Bölümü'nde lisansListü eği­
yana kullanıldığını açıklayabilecek önem- timini tamamlayan Ni)•azi Berkcs, ı\BD'
li bir dış etkendir. Ancak dönemin Milli de Michiı.,ran Üniversitesi Sosyoloji Bii-
Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'in ekse- lümü'nde doktorasını bitiren Behice Bo-
ninde gelişen içteki yeni kültür politika- ran ve Muzaffer Şerif Başoğlu ile Fran-
sının rolünün daha önemli olduğunu dü- sa'da eğitim ı.,ri)ren Hamdi Ragıp At.ıde­
şündüren nedenler de vardır. Çünkü İs­ mir de Türkive've dönmüşlerdi. Maarif
tanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü'ne Vekili Hasan Aıi Yücel bu gençleri DT-
getirilen yeni-pozitivizmin önemli tem- CF Felsefe Bölümü kadrosuna ~ıradı. Ay-
silcilerinden bilim felsefecisi Reichen- nca Mediha Herkes de "İlmi Yardımcı"
bach gibi bir hoca ile bu hümanizm ru- olarak kadroya dahil oldu. Biiylcce, Lıı­
hunun yeni kurulan bir fakülte ve bö- combe'un gelişiyle, 1939-1940 öğretim
lümde hakim duruma getirilmesi zordur. yılında kuruluş çalışmalan tamamlanmış
Öte yandan bizzat Hasan Ali Yücel'in oldu. Lacombe ı.,ri)reve başladıktan bir-
kendisinin önemli rolü olduğunu düşün­ kaç ay sonra da fakülte yeni yapılan bi-
dürecek nedenler de yok değildir. Bun- naya taşınarak onun başkanlığında "Fel-
lardan ilki, onun Fransız felsefe gelene- sefe Enstitüsü" kuruldu. Biiylece kadro-
ğinde yetişmiş bir kişi olmasıdır. İkincisi, su tamamlanan Felsefe Bölüınü'nün Sos-
1930 yılında bir yıl süre ile Fransız eği­ yoloji, Psikoloji ve Pedagoji derslerinin
tim sistemini inceleme göreviyle gittiği de yer aldığı lisans eğitimi 1940-1941 öğ­
Paris'te, Sorbonne Üniversitesi Felsefe retim yılında reni (bugünkü) fakülte bi-
13iilümü'nü ziyaret etmiş olması ihtima- nasının en üst katında başladı. Lacom-
lidir. Arnca Mehmet Emin Erişirgil'in bc'un Felsefe Enstitüsü Başkanı olarak
de eski bir Darülfünun hocası olarak F- fakültenin rayınladığı akademik derginin
ransız geleneğini temsil ettiği bilinmek- Eylül 1942 tarihli ilk sayısında Felsefe
tedir. Enstitüsü'nün kuruluşunu ve ilgili tali-
Olivier Lacombe ile Paris'te Büyük- matnameyi açıklamak amacıyla yazdığı
elçi Behiç Erkin arasında ıı Aralık 1939 )'aZI oldukça doyurucu \'C ilgi çekicidir.
tarihinde iki yıl süreli bir sözleşme im- 13u yazısında fakültenin insan bilimleri
zalandı. Bu sözleşmeye ı.,riire Lacombe, nin gelişmesini sağlama ve bunlara kat-
Ankara DTCF Felsefe Kürsüsü'ne bu kıda bulunma amaa yanında ülkenin "u-
kürsünün derslerini vermek, ilgili semi- lusal hayat akışına bilimsel bilginin ni-
ner ve diğer işleri yürütmek göreviyle metini katacak" bir kurum olarak kurul-
profesör olarak atandı. Lacombe hemen duğunu belirten Lacombe, felsefenin bu
Türkiye'ye gelerek 14 Aralık 1939'da gö- amaçlar gözetilerek fakültenin bölümleri
revine başladı. Niyazi Berkes anılannda arasına alındığını haarlatır. Ona göre bu
Lacombe'un Türkiye'ye "sırf kendi ülke- amaçlar felsefe açısından oldukça yerin-
si Nazi işı.,rali altında olduğu için geldiği" dedir. Çünkü "felsefe insanı bütün par-
ni siiyler. Ancak Almanya'nın Fransa')~ çacı yaklaşımlann iitesine rerlcştirir, on-
Haziran 1940'ta işgal ettiği dikkate alınır­ da evrensel ve zamandışı hakikat sezgi-
sa, Fransız profesör bu tarihten altı ay sini besler, onun insani yararlılığını bü-
iincc Türkiye'ye geldiğine göre, Berkes' tün genişliği içinde ı.,terçekleştirebileceği
in yanlış hatırladığı ortaya çıkar. törel etkilerin ana çizgilerini. çizer; zaman
875 Lakatos, Imre

dışındakini zamana, evrenseli özele, in- pekti fier", bilimlerden farklı olarak felse-
sanı yurttaşa ulaştıran yollan bilir." Bu fede düşüncenin aynı zamanda hem nes-
ifadelerde yeni dönemin hümanist mer- nel hem öznel görünüşünü bize vermeye
kezli kültür politikası ile geçmiş döne- yarar. Öte yandan Lacombe sanat felse-
min milliyetçilik eğiliminin, felsefe çatısı fesinin ve estetiğin de felsefe disiplini
altında Amerikan pragmatizmi ile nasıl için önemini wrgiılar.
uzlaştınlmaya çalışıldığı açıktır. Lacom- Bu yaklaşımla kurulan Felsefe Bölü-
be, Fransız geleneğindeki "Descartesçı" mü'nde Lacombe, Felsefe Tarihi ile Des-
eğilimini de ihmal etmez. Ona göre "pe- cartes derslerini vermiş ve seminer ça-
kin ve açıklandırıa bir bilgi ülküsü feyle- lışmalan yapmıştır. Dört buçuk yıllık gö-
sofun daima gözü önündedir. Ancak bi- revden sonra kendi isteğiyle 30 Haziran
rinci derecede bir bilgi olmaya devam 1944'te Felsefe Enstitüsü'nden aynlarak
etmek istemesinden dolayı felsefe ilk is- Hindistan'a gitmiştir.
tidadına göre çıplak bilimi aşmak, bilge- Eserleri: Lacombe'un Türkiye'de ve-
liğe ulaşmak ister. ...bilge değil insan u- rimli bir yayın hayatı olmamıştır. Türk-
sunun sır.ısı içinde bilge, işte felsefe bu- çe'de yayımlanmış tek kitabı Mehmet
dur." Karasan'ın çevirdiği Dutartu (1943) adlı
Lacombe, bu ilginç makalesinde daha eseridir. Aynca yukarıda irdelenen maka-
sonra çağdaş filozofların iki faıklı felsefe lesi bizim _açımİzdan önemlidir: "Ankara
anlayışlannı özetler. Ona göre, birinci Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde Fel-
grupta felsefenin bilimden bağımsız ola- sefe Öğretimi", DT<Y D"l)ıi, Sayı l'den
rak kendi konusuna, al~nına ve yönte- ayn baskı (1942).
mine sahip olduğunu sawnan fenome-
nologlar, egsiztansiyalistler, Bergsoncu- Laerteli Diogenes bkz. Diogenes La-
lar, Thomasçılar vb. vardır. İkinci grupta ertios.
ise felsefenin bilimsel bilginin sonuçla-
nna göre kurulması gerektiğini savunan Lakatos, Imre (1922-1974) Gerek bi-
eski ve yeni pozitivistler, Viyana Okulu' limle sözdebilim arasına sınırkoyma so-
nun temsilcileri, bazı Anglosakson yeni rununu adamakıllı deşmcsiyle, gerek "bi-
realistler vb. yer alır. Lacombe bu eği­ limsel araştırma programlannın yöntcm-
limler karşısında kendisinin, Felsefe Ens- bilgisi" ni sıkı bir eleştiri süzgecinden ge-
titüsü'nün başkanı olarak yöneticinin ku- çirmesiyle klasik bilim anlayışını derin-
şatıcı yaklaşımıyla, her hocarun kendi e- den sarsan; matematik felsefesi ile bilim
ğilimine göre bir felsefe eğitimini ger- felsefesine önemli katkılarda bulunan
çekleştirmesini sağlayacak düzenlemeleri Macar bilim felsefecisi.
yaparak tarafsız kalmasının uygun oldu- Lakatos, bir öğretmen ile bir grup
ğunu söyler. parlak öğrencisi arasında yürütülen ha-
Daha sonra, öğrencilerin pozitif bi- yali bir tartışmadan oluşan başlıca yapıtı
limlerden yalnız biriyle biraz kaynaşma­ K411ıtlamalar ve Çiiriimeler: kLate1111Jfiltsel
larının yeteceğini, ancak bu kaynaşmanın B111Hşı"' Mantığı (Proofs and Rcfutaıions:
o bilim üzerine "kuşbakışı" bir yüzeysel- The Logic of Mathematical Discovcry,
likle değil, aksine "bir bilim özünün ne 1976) adlı çalışmasında, matematiğin bi-
olduğunı;; anlayabilecek düzeye" erişme­ ze sunulan standart gelişim çizgisi res-
lerini sağlamak biçiminde olması gerek- minin ciddi biçimde kusurlu olduğunu i-
tiğini wrgular. Lacombe, bu amaçla ens- leri sürer. Bu resme göre ya savunulmak
titüde aynca bir "Bilimler Tarihi" kursu- üzere önce bir varsayım oluşturulur ve
nun açılacağını belirtir. Hatta ona göre bir süre sonra bunun kanıtı üretilir ya da
Bilim Tarihi "enstitü programının en ö- matema,tikçiler üzerinde anlaşmaya va-
nemli parçasıdır". Çünkü "tarihsel pcrs- nlınış ilksavlı temellerden yola koyularak
Lakatos, lmre 876

kanıtı oluşturmaya çalışırlar. Lakatos ise runu dediği şeyin çözümü olamaz. Laka-
aslında kuramların kanıtlamadan önce o- tos bilim ada mlanrun olgularla çeliştiğin­
luşturulduklarını, kanıtlama sürecinin de de kuramlannı hemen bırakmadıklarını,
başlangıç girişimlerinin kuramın kendi- kurtana varsayımlar (ad hoç o/!Jotheses)
siyle birlikte eleştirildiği ve adım adım uydurarak aykınlığı açıklamaya çalıştıkla­
düzeltildiği bile isteye tızatılmış bir süreç nnı, kurtarıcı varsayımlarla aykınlığı a-
olduğunu ileri sürer. Doğrulama süreci çıklayamazlarsa, aykınlığı görmezden ge-
ise özgün kuramın ve başlangıçtaki ka- lerek başka bir soruna geçtiklerini savu-
nıtlar döneminde eklemlenen gizli varsa- nur.
yımların karşıömeklcrini aramayı içeren Lakatos, Kuhn'un bilimsel devrim dü-
bir deneme-yanılma yöntemidir. Varsa- şüncesi doğruysa, bilimle sözdebilim, bi-
yım oluşturmanın deneme-yanılma evre- limsel ilerlemeyle de düşünsel çöküş ara-
sini, zamanla daha dizgeli bir evre olan sında bir fark kalmayacağını ve nesnel
"kanıt çözümlemesi"ne yerini bırakacak bir bilimsel dürüstlük diye bir şeyin söz
olan yönlendirilmemiş kanıt ve/ya da konusu olamayacağını öne sürer. Nite-
karşıömek arama evresi izler. Lakatos kim Lakatos, A. E. Musgrave ile ortak
matematiksel buluşun yalnızca büyük ma- çalışması Ekştiri ve Bilginin Gt~nn·ndeki
tematikçilerin zihinleri araştınlaralı: ele a- (Criıicism and Growth of Knowlcdgc,
lınması gcrcken ruhsal bir olay olmadı­ 1970) "Yanlışlama ve Bilimsel Araştırma
ğının, dile getirilebilir "buldurucu" (heıı­ Programlannın Yöntembilgisi" ("Falsifı­
risti&'j ilkeler tarafından yönetildiğinin gös- cation and the Mcthodology of Scien-
terilebileceğini iddia eder. Lakatos, en a- ıifıc Rescarch Programmes') başlıklı ma-
zından matematik örneğinde, Popper ve kalesinde Kuhn'un ve Popper'in çöze-
mantıkçı olguculann öne sürdükleri te- mediğini düşündüğü sorunlara çözüm ge-
mellendirme bağlamı ile buluş bağlamı­ tirdiğini savunur ve Popper ile Kuhn'un
nın bağdaşmaz oldukları görüşü ile felse- görüşlerinin bir bireşimi olarak gördüğü
fenin ya da bilim mantığının yalnızca te- "bilimsel araştırma programlannın yön-
mellendirme bağlamıyla ilişkili olduğu tembilgisi"ni açıklar. Lakatosçu bir araş­
savının yanlış olduğunu, bu iki "bağlam" tırma programını, programın "kau çe-
geleneğinin dışında mantıksal olarak çö- kirdcği"ni özgülleştiren "olumsuz buldu-
zümlenebilir . bir alanın, "matematiksel rucu" ilkesi (kendisinden kaynaklanan
buldurucu"nun söz konusu olduğunu sa- her kuram tarafından içerilen bir temel
vunur. varsayım) ile "olumlu buldurucu'' ilkesi
Lakatos, editörlüğünü üstlendiği Tii- (program içerisindeki özgün kuramların
111evan111/ı M1Jt1hk Sonmrlnda (Th.e Prob- oluşturulmasını yöneten ve büyük bir o-
lem of Inductive Logic, 1968) yer alan lasılıkla birtakım geniş metafizik ilkeler-
"Tüırlevanmlı Mantık Sorunundaki De- den türeyen bir dizi yönerge) biçimlendi-
ğişimler" ("Chaııges in the Problem of rir. Bir araştırma programı tarafından ü-
Inductivc Logic") adlı makalesinde Car- rctilen özgün kuramlar deneysel olarak
napçı tümevanm mantığına karşı Pop- çürütülebiliı:lerse de, bu çürütmeye stan-
pcrci görüşleri savunsa da, daha sonra- dart yanıt ya da karşı koyuş yine aynı
lan Popperci yaklaşımda büyük eksikler program içerisinde daha özgün bir ku-
olduğunu gözlemler ve Popper'in Hu- ram aramak olabilir. Bu sürcç kuramın
me'un ortaya koyduğu biçimiyle tümeva- çürütülmesinden çok, deneysel zorlukla-
nm sorununu çözdüğüne yönelik iddia- rın 1Şlğı altında düzeltilerek korunması
sını ayrıntılı bir biçimde eleştirir. La- olarak görülebileceğinden, izleyen kuram
katos'a görc, Popper'in yanlışlanabilirlik daha önceki kuramla benzer savlan (katı
ölçütü, kuramların kararlılığını göz ardı çekirdek şavlannı) gerektirecektir.
ct~den ötürü Humc'un tümevarım so- Bilim felsefesinin temellerini yerinden
877 Lange, FriedricL .~ben

oynatan Feyerabend'in başyapıtı Yö,,fe1/lt En çok maddeciliğintarihini yazdığı ça-


H'!J'rı (Against Method, 1975) "dost ve lışmasıyla bilinen Alman toplum bilimci,
yoldaş anarşiste" diyerek kendisine ada- siyasal eylemci ve felsefeci. Lange, Yeni
dığı "çoğulculuğun kuraması" Lakatos' Kantçı düşüncenin önde gelen destekçi-
un çoğu yazılar toplamı olan diğer ö- lerinden biri olmuş, kurgu! metafizik gö-
nemli yapıdan arasında editörü olduğu rüşlerin karşısında durarak, felsefece ça-
Probkmı ;,, the Philosopl!J of Math1111atia lışmanın temel bilimlerin bulgularıyla u-
(Matematik Felsefesinde Sorunlar, 1967), yum içinde olması gerektiği görüşünü sa-
A. ·E. Musgrave'le birlikte hazırladıkları vunmµştur. Maddeci görüşe yalan dursa
Probkms ;,, the Philoıopl?J of Sama (Bilim da Lange, doğal görüngülerin yorumlan-
Felsefesinde Sorunlar, 1968) ve J. Wor- ması sırasında idealist bir öğeııin varol-
rall ile G. P. Currie'nin Lakatos'un ölü- masının kaçınılmaz olduğunu ileri sür-
münden sonra derledikleri iki ciltlik Mat- müş; ahlaksal, toplumsal ve estetik ül-
htmatia, Sama and Episte1110/ogy: Philosop- külerin yansıtılmasının önemi üzerinde
hi&al Paptrlın (Matematik, Bilim ve Bilgi- durmuştur.
kuramı: Felsefece Yazılar, 1977) adlan da- Lange'nin en önemli felsefe yapıtı,
ha bir öne çıkmaktadır. Aynca bkz. bilim 1866'da tek cilt olarak, 1873-1875 yılları
felsefesi arasında iki cilt olarak yayımlanmış Ges-
Mate1İali.r111111 N'1d Kritik ıei'1er
"1ithte des
Lamarckçılık ~ng. Uımarrhs,,,., Fr. La- Bede1111ı11g
in der Gegm1J1art (Maddeciliğin
111arı:kimtt; Alm. La111arı:h111111s] Türlerin Tarihi ve Günümüzdeki Anlamının E-
değişmez olduğunu savunan öğretiye leştirisı) adlı kitabıdır. İki ciltlik baskıya
karşı çıkarak, türlerin değişim geçirerek çağdaş bilimsel kuramlarla ilgili bilgiler
çevreye uyduğunu, dönüşüme uğradığını de eklenmiştir.
öne süren öğreti. Adıru Fransız doğabi­ Lange, Maı/Jea/ij,, T arihı.nde Eski
limci Jean-Baptiste Lamarck'tan (1744- Yunan'dan, 1870'lerde ortaya çıkan bi-
1829) alan Lamarckçılık, her soyun atala- lim destekli maddecilik biçimlerine uza-
rından aldığı öznitelikleriııi kendinden nan ayrıntılı bir tarih ortaya koyar. Bu
sonraki kuşaklara aktardığını, ancak bun- yapıtta yazar, Kant'ın eleştirel felsefesini
lara bir kuşağın yaşamı süresince karşı­ XIX yüzyıl bilimsel düşünüşüyle ilişki
laştığı koşullara bağlı olarak geçirdiği dö- içinde uzun uzun ele alır. Bilimsel ku-
nüşümden (evrimden) kaynaklanan yeni- ramlar söz konusu olduğunda Lange'nin
lerinin de eklencliğiııi savunur. Gerçekte ~ınırlı bir olgucu görüşü tuttuğu ve bi-
akıma adını veren Lamarck'ın düşünce­ limsel ilkelere, kabullere karşı gelenekçi
leri akımın savlarından az ıla olsa başka­ bir yaklaşım sergilediği görülür. İndirge­
dır. Lamarck'a göre organizmada ve do- meci bir maddecilikten kaçınan düşünür,
layısıyla yeni kuşaklarda evrime ya da maddeciliğin eleştirel bir çözümlemesi-
dönüşüme neden olan bir tür "değişim nin, ideal kuramsal ilkelerin, kavramların
arzusu"dur. Her ne kadar evrim düşün­ ve varsayımların kendilerinin maddeci
cesinin "tutarlı" bir ilk biçimini sunma- bakımdan yorumlanamayacağını gös:.'!re-
sıyla Darwin üzerinde etkili olmuşsa da ceğiııi savunur. Lange, Kant'ın etkisiyle,
Lamarck'ın öne sürdüğü istençli evrim bilgi konusunda ileri sürülen kurgu! me-
yaklaşımı ya da dönüşümcülük öğretisi, tafızik savlan, bunların deneyimi aştıkları
rastlantısal genetik değişim ile doğal a- gerekçesiyle eleştirir. Geleneksel metafi-
yıklanma kurarnlannın ortaya atılmasıyla ziğin, felsefeden çok sanata ve dine ya-
önemini yitirmiştir. Aynca bkz. Darwin- kın durduğıınu düşünür.
cilik; evrimcilik; dönüşümcülük. Lange'nin maddecilik üzerine görüş­
leri, onun toplum bilimi üzerine yazdık­
Lange, Friedrich Alben (1828-1875) larını gölgede bırakmış olsa da, dinin gü-
langue 878

cünün azalmasının ve bilimdeki geliş­ Araştırmaları, 1877).


meler ile "toplumsal sorunların" doğur­
duğu gerilimlere bağh olarak toplumsal- langue (Fr.) Ferdinand de Saussure'de,
siyasal yaşamda "depremler" olacağını dilyetisinin, bireysd olan yanı söze (J>aro-
öngörmüş olması kayda değer bir nok- lt) karşılık, toplumsal olan yanı: "dil".
tadır. Sözgelimi, l 865'te çıkardığı Die Saussure'e göre, insanlann doğal dil-
Arbeiterfrage in ilmr BtdeHhlngfar Gtgenwart leri kullanarak anlaşma yetisi anlamında
Hnd ZHkıınft (Günümüzdeki ve Gelecek- dilyetisinin, her zaman iki yönü vardır.
teki Anlamı Bakımından İşçi Sorunu) Dilyetisi, işitim izlenimleri olarak sesleri
adlı çalışmasında Avrupa'daki hızlı sana- ve bunlan üreten ses örgenlerini, işitim
yileşmenin sonuçlarını ve nitelikli işgü­ izlenimlerini ve onların aracılık ettikleri
cüne duyulacak olan yoğun gereksinme- kavramları, toplumun ortak bilincinde
leri irdeler. İşçi haklarını ve demokratik yer alan dili ve onun bireylerde gerçek-
sosyalizmi tüm gücüyle savunmuş olan leşmiş biçimleri olan sözü, yerleşik bir
Lange, Avrupa ulusları arasında önderlik dizgeyi ve bir evrim sürecini aynı anda
konumunu kısa zamanda kazanacak tek- içerir. Hem fizikseldir hem fizyolojiktir,
nik donanımı yüksek yeni bir sınıfın do- hem fizyolojiktir hem de anlıksaldır,
ğacağını öngörür. J. St. Millr Ansi&hten ii- hem toplumsaldır hem bireyseldir, hem
ber die sozjale Frage Hnd die angebli&ht Unı­ donmuş bir yapıdır hem sürekli değişen
wiilz.Hng der S odabPissenschaften dHrch Ca'!)' bir yapıdır. Ancak Saussure, dilyetisinin
(roplumsal Sorun Üzerine J. S. Mill'in bu son derece karmaşık yapısının, onun
Görüşleri ve Carey'in Sözde Toplumsal- toplumsal yaıu dil temele alınarak bir dü-
Bilimsd Devrimi, 1866) adlı bir başka zene sokulabileceği düşüncesindedir.
yapıtındaysa, Mill'in liberal demokratik Dilyetisinin toplumsal yanına karşılık
düşüncderi hakkındaki bilgisirü sergiler- gden dil, en temdde, bu yetinin birey-
ken, Henry Carey'in kapitalist ulusal ikti- lerce kullanılabilmesini sağlayan, toplu-
sadı savunuşunu ne kadar yakından izle- mun benimsediği zorunlu, anlaşma ürü-
diğini de gösterir. nü kurallar bütünüdür. Ayn ayn kavram-
Lange'nin kendisinden sonra gdenler ların karşılığı olan ayn ayn göstergeler-
üzerindeki etkisi dolaylı yoldan olsa da, den kutulu bir dizge yaratan bu kuralları
kimi durumlarda bu etkiyi açıkça görme biıcyler edilgen bir biçimde belleklerine
olanağı vardır. Yerü Kantçılığın ortaya aktarırlar. Ancak dil, her bireyde eksik
çıkışındaki rolü, Alman düşüncesi üze- bir biçimde bulunur. Onun eksiksiz ola-
rindeki etkisini uzun yıllar korumuştur. rak bulunduğu yer, toplumun bilincidir.
Sözgelimi, Hans Vaihinget'in kurgucu ve Dolayısıyla dil, bir topluluk oluşturan bi-
yararcı kuramı r·mış'" felsefesi diye anı­ reylerin lıeyiıılerinde yer alan gücü! bir
lan yapıntıcılığı), Lange'nin Kant'ın u- dilbilgisi dizgesinden başka bir şey -de-
lamlannın anlamlarını ve kullanıınlanru ğildir. Aynca bkz. Saussure, Ferdinand
gdenekçi biçimde yorumlayışıyla biçim- de;parole.
lenmiştir. Fıiedrich Nietzsche de Lange'
nin Matkkrili§n Tarihi adlı çalışmasını Lao Tzu M.Ô. IV. yüzyılda (kimi kay-
"dönüp dönüp bakılması ve okunması naklara göre de M.Ö. VI. yüzyılda) yaşa­
gereken bir hazine" diye nirder. dığı düşünülen, Taoculuğun en büyük
Başlıca öteki yapıtları şunlardır. Dit düşünürü olarak görülen Çinli filozof.
Gn111dlagen der mathtmatischen P.rycholtJtfe Yaşamı hakkında pek az şey bilinmekte-
(Matematiksel Ruhbilimin Temelleri, dir. M.Ö. 100 yılında Ssu-ma Ch'ien'in
1865); NeHe Beitriige Z!'r Geschichte des Ma- yazdığı Shih-Chı'de (Çin Tarihi Kayıtlan)
terialimtHs (Maddeciliğin Tarihine Yeni asıl adının Erh Li olduğu, Chou hanları­
Katkılar, 1867); Logische S111dien (Mantık nın saraylarında belgecilik yaptığı söyle-
879 LaoTzu

nir. Lao Tzu da Konfüçyüs gibi Chou ğiştirme isteğiyle yola çıkmıştır.
Hanedanlığı döneminde yaşamıştır. Lao Konfüçyüs gibi Chou Hanedanlığı
Tzu'nun doğumuna dair bir söylen de döneminde yaşamış olan Lao Tzu, Kon-
vardır. Bu söylene göre Lao Tzu'nun an- füçyüs'ün dizgesiyle karşıt denebilecek
nesi bir nurdan gebe kalmış; seksen yıl bir fdsefe dizgesi ortaya koyar. Kon-
sonra da ak saçlı, ak sakallı bir çocuk füçyüs, insanın anababasına, kardeşleri­
doğurmuştur. Lao Tzu, yani "İhtiyar Ço- ne, toplumundaki insanlara, giderek de
cukn adı buradan gelmektedir. tüm insanlara duyduğu bir insancıllıktan,
Kimi bdgderde, Çin'deki eğitim ile iyilikseverlikten söz eder (*jen). İnsanın
yaşamın vazgeçilmez öğesi olan töremler huzura kavuşması, mutlu olması buna
(kuttörcnler) konusunda Konfüçyüs'e bağlıdır.
ders verdiği belirtilir. Ama günümüzde Oysa Lao Tzu, Tao ile doğanın uyu-
kimi bilginler bu görüşün değişcirilip, mundan, bir birlik oluşturmasından söz
Lao Tzu'nun Konfüçyüs'ten sonraki bir eder. Birliği sağlama belirli hedeflere u-
tarihte yaşadığının kabul edilmesi gerek- laşmakla değil, wu ıııeiyle (hareketsiz kal-
tiğini söylemektedirler. Bu bilginlere gö- makla; vazgeçişle; bir şey yapmamakla;
re Konfüçyüs'ün gerçekten yaşaıruş Lao birtakım arzulan, hırslan bastırmakla) o-
Tzu adında bir efendisi olmuş olabilir a- lur. Konfüçyüs'ün dediği gibi töremlere
ma düşünür . Lao Tzu Konfiiçyüs'ten uygun davranmak söz konusu olamaz;
sonraki bir tarihe yerleştirilmdidir. tersine doğal olana, doğanın yasasına bo-
En önemli fılozofu Lao Tzu olan yun eğmek gerekir. Doğal olan, doğanın
Taoculuk :X:X:. yüzyıl başlanna değin yasası hemen bulunabilecek bir şey de-
Çin'de etkili olmuş üç felsefe dizgesin- ğildir. Tao ya da Yol, "gezile dolaşıla"
den biridir. Diğer ikisiyse Konfüçyüsçü- keşfedilecek bir şeydir. İnsan doğaya da-
lük ile Buddhaalık'tır. Bu ilrisi, insanın hil olmalı, onunla bir olmalıdır.
nasıl doğru yaşayacağına, evrendeki ruh- Konfüçyüs adil bir toplum yaşamına
sal gelişime dairken, Taoculuk doğa hak- iyi betimlenmiş bir ahlak dizgesiyle, bu
kında bir metafizik sunar. Çünkü Tao dizgeyi insanlara kazandıracak iyi bir eği­
hem 'Yol'dur hem de her bir varlıktaki timle ulaşılacağını söyler. Lao Tzu da
evrensel ilkedir; evrendeki her şeyin kay- toplumsal uyum düşüncesini · benimser;
nağıdır. ne ki, bunun dde edilmesinin yolu Kon-
Taoculuğun en önemli kitabı olan füçyüs'ün söylediklerinden başkadır. Lao
Tao Te Ching (Yol ile Gücü) Çin'in ilk Tzu'ya göre erdemler ile ahlfildı olmak
felsefe kitabıdır. Çatışkılı dile getirişlerle için çabalamak rekabete yol açacaktır.
dolu olan kitapta seksen bir küçük bö- Ayrıca, bunlar doğayla uyumlu da değil­
lüm vardır. Beş bin Çince yazı karakte- dir. İnsan, erdemli olmak için hazır bil-
rinden oluştuğu için kitaba "Lao Tzu' gilerden oluşturulmuş bir yol izlememe-
nun Beş Bin Sözü" de denir. Lao Tzu'ya lidir. ·
atfedilen bu kitapta Tao (Yol) ile leden Lao Tzu'nun insanın toplumsal yaşa­
('güç') söz edilir. ıruyla ilgili görüşlerinin özeti şudur: İn­
Taoculuk da tıpkı Konfüçyüsçülük sanlar genellikle arzularına, isteklerine
gibi kökenini zamanın koşullarına felse- göre eylerler. İnsanların kendi arzulan ile
fece bir tepkide bulur. Lao Tzu'nun ya- isteklerini gidermeye çalışmaları ise ça-
şadığı dönem Konfiiçyüs'ün yaşadığı dö- tışmaya neden olur. Arzulannı doyur-
neme yakındır. Lao Tzu da Konfüçyüs mak için çatışan insanlar arasında barışı,
gibi kötü yöneticilerin neden olduğu se- uyumu sağlamak için ahlak ilkeleri ko-
faleti; savaşlara, cinayetlere yol açan ko- nur. Ne ki, ahlak ilkelerinin sorunu çö-
şulları; toplumu çöküntüye sürükleyen zemediği de ortadadır. Çatışma ile reka-
zenginlik, güç, şan, ,şeref isteklerini de- bet sürüp gitmektedir. Kurallar çiğnen-
Laplace, Pierre-Simon 880

mckte, eski kuralları korumak için yeni Bunlar birbirini bütünleyen, birbirini gö-
kurallar konmaktadır. Bu kez hem yeni zeten, dengeli bir birlik oluşturacak par-
hem de eski kurallar çiğnenmekte, sorun çalardır. Aynca bkz. Taoculuk; Çin fel-
yine çözülememektedir. Ahlak ilkeleri so- sefesi; Konfüçyüs; tao; te; wu wef,
runu çözemiyo!Sa bunların bırakılmaları yinyang.
gerekir. Bu da ancak, böylesi eylemenin
nedeni olan arzulardan, isteklerden vaz- Laplace, Pierre-Simon (1749-1827)
geçmekle olur. Bunun içinde Taoya, Yol'a Klasik olasılık kuramına kesin biçimini
göre eylemek gerekir. Böylece, toplumun kazandıran Fransız matematikçi ve gök-
düzenlenmesi, insanların yönetilmesi Tao- bilimci. Laplace'ın felsefeye temel katkı­
ya uygun olacaktır. sıru olasılık kuramı üzerine çalışmaları ve
Lao Tzu'ya göre şeyler Taodan gd- belirlenimcilik anlayışı oluşturur. Lapla-
mektedir. İmdi, şeyler varsa, bu şeylerin ce, Newton fıziğine dayanarak -ki kendi
değişmelerini yöneten yasalar da olmalı­ de güneş sisteminin mekanik düzenliliği­
dır. Doğada değişmez yasalar vardır. Ki- ni kanıtlamıştır- evrendeki olayların ta-
şi kendi Taosunu, Yol'unu bu yasaları ya- mamının, evrendeki her şeyin yerinin,
şayarak bulmalıdır. Kendi Taosunu, Yol' durumunun ve birbirlerini etkileyen güç-
unu bulması da doğa yasalarına uygun lerinin bilinmesi durumunda, önceden
olana karışmamaya; Gö/esel Tao'yu oluş­ kestirilebileceğini öne sürmüştür. Lapla-
turan evrensel yasaların ortaya çıkmasını ce'a göre olasılık da bunların tamamını
engdlemeye çalışmamaya; 11111 wei yapma- bilmememizden yani bilgisizlikten, ceha-
ya bağlıdır. letten kaynaklanmaktadır. Bütünüyle be-
Tao hep 11111 weidir. W11 wei ise bir şey lirlenmiş olan dünyada bir olayın olanağı
yapmamaktır. Ama 11111 wei salt bir olum- onu belirleyen güçleri bilmememize da-
suzluk, edilgenlik değildir; aynı zamanda yanmaktadır. Yoksa olanaktan söz edile-
varlıkların sahici yapısına uymaktır da. mez, olsa olsa zorunlu olaylardan söz e-
Toplumu yönetenlerin de 11111 wti yapma- dilebilir. Bu bağlamda olasılık kuramı da
ları gerekir; prensler, krallar Taoyu ko- eş düzeyde olanaklı olaylar arasında ku-
rurlarsa insanlar onlara .boyun eğerler. ruıan" benzeşimlere dayanmaktadır.
Çünkü Taoda hiçbir isteme yoktur. İs­ Düzenckçi belirlenimciliğin savunu-
teme olmayınca da insan huzura· erer. cusu Laplace'ın başlıca felsefi çalışmaları
Böyle eyleyen de dünyaya egemen olur arasında "olasılık kuramı" üzerine yo-
(Tao Te Cbing, 37. bölüm). İmparatorlar, ğunlaştığı Thiorie ana!Jtiq11e des probabilitis
prensler Taoya sahip olunca egemenlik- (Çözümleyici Olasılıklar Kuramı, 1812)
lerini uzun süre devam ettirirler (39. bö- ile Expo.rition d11 ıystimt d11 111onde (Dünya
lüm). Yöneticiler halkı, kafalarını boşal­ Sisteminin Açıklanması, 1798) sayılabilir.
tarak, midelerini doldurarak, iradelerini Ayrıca "Essai PIÜlosophique sur la Pro-
zayıflatarak yönetirler (3. bölüm). babilites" C'Olasılıkların Temeli Üzerine
Taonun bütünlüğünü sağlayan ilkeyin Felsefece Deneme) adlı ses getiren yazısı
yanpr: "Eril olduğunu biliyor, dişiliğini da Çöz!i111/eyid O/anlıklar Kttra111lnın ikin-
sürdürüyor; dünya vadisini yapıyor. Dün- ci baskısının (1814) giriş bölümü olarak
ya meydana geldikten sonra sonsuz olan basılmıştır.
te onu terk etmiyor. Parlak olanı biliyor,
karanlığı koruyor" (28. bölüm). Larissalı Philon bkz. Akademia.
Lao Tzu uyum ile birliğe ulaşma ça-
basında birbirini çeler gibi görünen bu Lebenspbilosophie (Alm.) XIX. yüzyı­
ikiliklerin, eril ile dişil, varlık ile varlık lınikinci yansı ile XX. yüzyılın başla­
olmayan, aydınlık ile karanlık gibi şeyle­ rında "yaşam" kavramının Alman felse-
rin: eşit önemde olduğunu savunmuştur. fesinde temel bir konuma gelişine bağlı
881 Lebe11;;pbilosopbie

olarak, salt kuramsal bilgi adına mctafı­ olarak kullanıldığı görülmektedir. Teri-
zilı: kurgular yoluyla .yaşantının çarpıtıl­ mirı bu popüler kullanımı kendi gelişim
masına karşı, felsefenin her durumda ya- sürecinde belli bir süreklilik gösteriyor
şamın anlamını değerini ve amaanı öne olsa da, modern felsefe çerçevesinde do-
çıkararak yapılması gerektiği düşüncesi ğan Ltbensphilosophiinin köklerinin, çok
üstüne kurulu özgül felsefe yapma yor- genel bir deyişle, XIX yüzyılın ortala-
damı. Daha ilk bakışta Lebensphilosophie' rında Ayd.ırılanma usçuluğuna karşı deği­
nin en belirgin özelliği, duygular ile sez- şik düşünsel bağlamlarda aynı anda ken-
gilere dayalı bir felsefe yoluyla keskin diliğinden oluşan genel tepkiye dek u-
soyutlamalara karşı çıkmak, varolan her- zandığı söylenebilir. Özellikle Hamann i-
şeyi kuşatan "yaşamın önceliği" ni her le Herder'in yapıtlarında duyguların, do-
yerde sağlamaktır. Çeşitli biçimlerinde a- laysız yaşantının, doğrudan yaşanan de-
çıklıkla görülebileceği gibi bu felsefece neyimin önemine yapılan güçlü vurgu,
düşünme yolunun ana savı, yaşamın d.ı­ usun soyutlamalanna önsel, herşeyi ken-
şatdan ya da üstten bakarak değil ancak di çatısı altında toplayacak birleştirici bir
içerden yaşayarak kavranabileceğidir. Yi- ilke arayışına son. veren, "an anlama"
ne bir başka açıdan yaklaşıldığında, Lt- karşısında "canlı yaşam"ın önselleştiril­
bensphikuophie felsefenin sınırlarının dışı­ mesi düşüncesini doğurmuştur. Yine bu
na uzanan geniş kapsamlı bir kültürel a- aynı çerçevede StHrm Hnd Drangın (Fır­
kımın uzantısı olarak da görülmelidir. tına ile Atılım; çoşkunculuk akımı) "ya-
Söz konusu akım, bir yanda yaşamın bir şam ile ölüm", "somut ile soyut", "orga-
bütün olarak dirimselci bir olurıılanışı a- nik ile mekanik", "devingen ile durağan"
raolığıyla yalıtılmış bireye getirilen kısıt­ arasındaki epey bir süredir uykuya dal-
lamaları ortadan kaldırma amacıyla dik- mış bir dizi temel karşıtlığı yeniden a-
kat çekerken, öbür yanda en iyi anlatı­ yağa kaldırmasının etkileri, Schdling'in i-
mını güzel sanatlarda bulan tkleadans/ çö- dcalizmirıde, Hegel'in önceki dönem fel-
kiiş kiiltiirilnün kötümsercilik ruhuyla ö- sefesinde, ayrıca da felsefe ile yaşamın,
ne çıkmaktadır. Nitekim Georg Simmel, şiir ile düşüncenin özdeşliğini kurmaya
Ludwig Klages, Oswald Spengler gibi çalışan Alman Romantiklcri'nde kendi-
XIX yüzyılın büyük düşünürlerinin ya- sini göstererek modem Ltbensphilosophie'
pıtlarına bakıldığında, yaşam kavramının ye taşınmıştır.
modern toplumların yaşadığı çatışkılar i- Bütün bu beslenim kaynakları bir ya-
le çelişkilerin tanımlanıp teşhis edilebil- na, "yaşam" kavramının Alman felsefe-
mesine olanak tanıyan eleştirel bir kate- sinde 1870 ile 1920 yıllan amsında tartış­
gori olarak alındığı görülmektedir. masız blı: biçimde başköşeye oturuşu,
Lebensphilosophie teriminin kayıtlara ge- Schopenhauer ile Nietzsche'nin felsefe-
çen ilk kullanımı, G. B. von Schirach ta- lerini göz önünde bulundurmaksızın tam
rafından yazılmış bir dizi denemeden o- olarak kavranamaz. Schopenhauer'un her
luşan Üher die mt1ralisçhe S çhiinheit und şeyi tek bir çatı altında toplayan birleşti­
Philosophie des Ltbens (Ahlaksal Güzellik rici-bütürıleştirici ilkesi "istenç" kavramı,
ile Yaşam Felsefesi Üstüne, 1772) başlı­ hem herşeyin altında yatan temel metafı­
ğıyla yayımlanan kitapta yer almaktadır. zilı: kategori olarak yaşamı kavramaya
Bununla birlikte, XVIII. yüzyılın sorıları yönelik her türden çabanın taslağıdır
ile XIX. yüzyılın başlarında, terimin ço- hem de sunduğu usçuluk eleştirisi usd.ışı
ğunlukla pratik yaşam felsefesi doğrultu­ metafiziğe yönelik bütün girişimlere mo-
sunda doğru yaşamın genel etik ilkelerini del oluşturmuştur. Buna karşı, en azından
temellendirmek için başvurulan Lthens- Lebensphilosophie bağlamında Nietzsche'
ıveishtit (yaşam bilgcliğı) ile Lebensleunst nin önemi, her koşulda doğruluğu yaş~m
(yaşama sanatı) terimlerinin eşarılarıılısı için gerçekleştirdiği işleve bakarak açık-
Lefebvre, Henri 882

lamaya yönelik duruşunda; insanların bil- dışavurumlarının çeşitliliji;i


üstüne yaptığı
gi savlarının dinamik, tarihsel ve savaşım değerli açımlamalar, çok geçmeden mev-
içindeki öznitelikleri üstüne yaptığı ~çlü velerini vererek, insun bilimlerini felsefi
vurgudadır. Lebensphilwosophie tasarımının bakımdan temellendirmeye yiinclik yeni
oluşumunda; bu iki büyük Alman filozo- bir çaba kapsamında, Erklarung (açık­
fuyla karşılaştırılabilir türden derin bir lama) ile Verstehen (anlama) arasında
etkisi olmamakla birlikte, bir üçüncü etki çığır açıcı değerdeki yönceınbilgiscl bir
kaynağı Fransız filozofu Bergson'un gö- ayrımın yapılmasına olanak tanımıştır.
rüşleridir. Nitekim Bergson'un yaşanan Aynca bkz. yaşam(a) felsefesi.
deneyimin yaşandığı biçimiyle "zaman"
anlayışı, özellikle XIX. yüzyıl sonları ile Lefebvre, Henri (1901-1991) Varoluş­
XX. yüzyıl başlarında Alman felsefesin- çu eğilimler de taşıyan Fransız Marxçı
de büyük yankılar uyandırmıştır. Berg- felsefeci, toplumbilimci ve devlet ku-
son'un düşüncelerinde sergilediği yaşa­ ramcısı. Gençliğinde komünist bir ey-
mın "düzenekçi" fiziksel terimler doğ­ lemci olan Lefebvre ileri yaşlarında par-
rultusunda yetkin bir biçimde açıklana­ tinin işleyişini beğenmediğinden 1958
mayacağını göstermeye yönelik çaba, bi- yılında Komünist Parti'den ayrılır. İçinde
limsel maddeciliğe karşı dört koldan te- yabancılaşma kuramının ve devlet erki
mellendirilen dirimselcilik anlayışının son eleştirisinin önemli bir yer işgal ettiği
biçimini almasında önemli bir yer tut- inakçı olmayan Marxçılığının oluşmasın­
maktadır. Buna göre, fizikten çok biyo- da en önemli etki 1968 yılında Fransa'da
lojinin terimleri yaşamın anlaşılmasında gerçekleşen öğrenci ayaklanması olmuş­
başvurulacak temel kategoriler olarak de- tur. Marxçı insancılığı,
günümüzün bii-
ğerlendirilmektedir. rokratikleşme, iktidara boyun ei!;mc ve
1. Dünya Savaşı öncesi ve hemen topluma uyma, tekelleştirme ve tüketim
sonrasında son derece önemli bir yer e- toplumu eleştirilerinin çerçevesini belir-
dinmiş olmasına karşın, Lebensphilosophie' lemiştir.
nin günümüze düşürdüğü görece karan- Kari Marx'ın yapıtlarını Fransızca'ya
lığın iki ana nedeni olduğu söylenebilir. çeviren ilk kişi olan 1.efebvrc, Le Ma-
Bunlardan ilki, Lebensphilosophie anlayı­ ttfrialisme Dialectique (Diyalektik Materya-
şında taşınan belli başlı içgörülerin, özel- lizm, 1939) başlıklı yapıtıyla Fransa'da
likle Husserlci "görüngübilim" ile Hei- "Diyalektiğin Babası" namıyla anılmaya
degı,rer'in "varoluş felsefesi"nde yöntem- başlanmıştır. Logique Formelle et Logique
bilgiscl bakımdan olduğundan daha ke- Di4lectique'de (Biçimsel Mantık ve Diya-
sin ve üretken bir biçimde ele alınarak lektik Man11k, 1947) ise biçimsel mantığa
tez elden yanlış sonuçlara vanlmış olma- ve kategorik uslamlamaya eleştiriler ge-
sıdır. Buna karşı ikincisiyse, Lebenspbiloso- tirmiştir. Lefebvre'in diğer önemli çalış­
phie'nin iki önemli bileşeninin, usdışıcılık maları arasında L 'Existentialisme (Varo-
ile kültür eleştiriciliğinin, önceden hiç de luşçuluk, 1946), Le Marx:isme (Marxçılık,
umulmayan bir biçimde Nasyonal Sos- t 948), Contribution a l'Esthetique (Estetiğe
yalizmin temel öğretilerini besleyen bir Katkı, 1953), Problemes Actuelles du Mar-
karaktere bürünmüş olmalarıdır. Bu iki xisme (Marxçılığın Günümüzdeki Sorun-
olumsuz etkisine karşı, kuşkusuz Lebens· ları, 1958) ile La Somme et Le Reste (fop-
philosophie'nin kalıcı en büyük başarısı lam ve Kalan, 1959) bulunmaktadır.
Wilhclm Dilthey'ın yorumbilgisi yöne-
limli felsefesinde gerçekleşmiştir. Dilt- Leibniz, Gottfried Wilhelm (1646-
hey'ın yaşanan deneyimin somutluğu ile 1716) Gerek metafiziğe gerekse mantığa
usun soyutlamalanna önsel bir konumda önemi yadsınamayacak katkılarda bulun-
bulunan toplumsal ve kültürel yaşamın muş; xvıı. yüzyıl usçuluğunun en ii-
883 Leibniz, Gottfricd Wilhelm

nemli üç adından biri olan Alınan filozof Spinoza, Leibniz) sonuncusudur. Leib-
ve matematikçi. niz'in felsefe ve manuğa yaptığı katkıla­
Felsefe tarihinin çok yönlü filozofla- rın tümü tam bir usçu çizgi izler. Hayau
nndan biri olan Leibniz'in felsefe dışın­ boyunca birer rehber olarak kullandığı,
da da birçok alanda katkılan olmuştur. benzerlerini diğer usçuların da kullandı­
Modern türev ve integral kavramlarının ğı, iki temel ilke vardır: (i) re/ifmez/ik ilke-
temeli sayılan "sonsuz küçükQük)ler he- n; (ıı) yeter-,,eden ilkesi. Birinci ilke 111 doğ­
sabı"ru, Newton'dan bağımsız olarak, rulannı (örneğin matematik ve manuk
bulmuş; bu hesabın varlık.bilgisel temel- doğrulan gibi), ikinci ilke de olguıal dof
lerini felsefesinde (MonadfJ/oji adlı ese- rulan belirlemede birer yol göstericidir.
rinde) oluşturmaya çalışmıştır. Çok ö- Çelişmezlik ilkesi, çelişki içeren bir dü-
nemli diğer bir katkısı da modem bi- şüncenin her durumda yanlış olduğunu
çimsel manuğın ilk adımı sayılan manuk söylerken; yeter-neden ilkesi, bir olgu-
çalışmalarıdır. nun olduğu gibi olup da başka türlü ol-
Leibnizfa varlık kuramı en son şek­ mamasının bir nedeni olması gerektiğini
lini Monadbloji (La Monadologie, 1714) söyler. Şimdi, Leibniz'in us doğruları de-
adlı eserinde almışur. Monadolı!fı'de Leib- diği doğrular zymnlu doğrulardır ve zıt­
niz'in temel kaygısı Spinoza'run tekp gö- lan olanaklı değildir. Öte yandan, olgusal
rüşünde ~ksik olan yanları tamamlayarak doğrular zorunlu değildir ama olana/elıdır
kendi rokfu görüşünü temellendirmektir. ve bu halde zıtlan da olanaklıdır. Ancak
Leibniz Spinoza'nın görünürdeki tüm olgusal doğruların zorunlu olmaması,
bireylerin tek bir tözün kipleri olduğu dünyanın başına buyruk bir olgular top-
savının sorunlu olduğuna, kip ve töz ay- lamı olduğu anlamına gelmez. Leibniz'e
nmının antik felsefede tekillikleri özel- göre dünyanın başına buyrukluğuna en-
liklerinden ayırmak için yapıldığına, oysa gel olan şey, her olgusal doğru için, diğer
Spinoza'nın görüşünde töz olarak kabul olgulardan yola çıkarak bulunabilecek
edilen şeyin ne bir tekil ne de bir tümel bir yeter-nedenin varlığıdır.
olduğuna vurgu yapar. Lt;ibniz'in Spino- Leibniz'in, özellikle modem mantıkta
za'nın felsefesinde sorunlu bulduğu bir çok önemli yeri olan ve çokça taruşılan
başka nokta da ruhun öliimıiiz/iiğii savıdır. ôzdeşlik kavramını tanımlamaya yönelik
Leibniz de ruhun ölümsüzlüğünü kabul iki kuralı vardır. Bunlardan l!Jnlmaz.lann
eder ama Spinoza'run ölümsüzlükten an- ôzdeşliği olarak bilineni, a ve b diye iki
ladığı biçimiyle, Tann'run sonsuz zihni- nesnenin, eğer tüm özellikleri aynıysa
nin bir parçası olarak varolmayı anlamsız özdeş olduğunu, yani bir ve aynı şey ol-
bulur. Ruhun ölümsüzlüğünün ancak ru- duğunu dile getirir. Diğer kural da Leib-
hun bilinci olan, tekil ve bağımsız bir niz. Kuralı veya öz.deş/erin i!Jnl111az.lığı olarak
varlık olduğu durumda anlamlı olduğunu bilinir ki a ve b nesnderi özdcşse tüm
savunur. Leibniz, çokçu görüşünü açık­ özdliklerinin aynı olduğunu söyler. Bu i-
ladığı Monadolojı'de, gerçekliğin boyut- ki kuralın simgesel biçimleri modem
suz, hareketsiz, dışardan etki almayan ve mantıl.-ıa sırasıyla şöyledir: V'FVx'ty{x=y
yalnızca algılayan varlıkların (monadla- --... (.Fx tt ry)), V'Prtx'ty((Fx tt Ij)--... x=y).
nn) toplamı olduğunu öne sürmüş; kur- İki kuralı birleştirirsek V'FVxV'..J((Fx tt
duğu bir tür monadlar sıradüzeni dahi- Fy) tt x=y)'yi elde ederiz; yani herhangi
linde insan ruhunu ve insan ruhuyla ilgili iki nesne ancak ve ancak tüm özellikleri
felsefe sorunlanru insan ruhunu bilinçli aynıysa özdeştir.
bir monad olarak de alarak anlamaya Leibniz'in de, diğer usçu filozoflarda
çalışmış ur. olduğu gibi, bir Tann kanıtlaması vardır.
Lcibniz usçu bir filozoftur ve kıta us- Leibniz, varlık:lan zorunlu olmayan olgu-
çulan olarak bilinen üçlünün (Descartes, ların bütününün varlığını olanaklı kilan
Lenin v. t. 884

bir yeter-nedenin olınası gerektiğini, bu- ınonadoloji; olanaklı dünyaların en i-


nun da Tann dediğimiz, kendi varlığının yisi; önceden kurulmuş uyum; yeter-
nedeni olan zorunlu bir varlık olduğunu nedcn ilkesi; tamalgı; iyimscr(ci)lik;
söylemiştir. Leibniz'e göre Tann kusur- kötümser(cı')lik.
suzdur ve mutlak iyidir. Leibniz, ortaçağ
filozoflarının kafasını kuralayan "Tann Lenin V. l. [Vladimir İlyiç Ulyanov]
iyi ise dünyada neden kötülük var?" so- (1870-1924) Çoğurılukla, siyaset ile ikti-
rusuna "Tann olanaklı dünyalar içinden sat konulan üzerine yapıtlar kaleme al-
en iyisini seçmiştir" şeklinde bir yanıt ö- manın ötesinde toplum üzerine görüşle­
nermiştir. Olanaklı a'ü1!Jalarterimi de Leib- rin felsefece sağlam dayanakları bulun-
niz'in bu ve. olanaklılzk/ Zf>rtml111Hk ayrı­ ması gerektiğine inanmış Ekim 1917 Rus
mını kullanarak öne sürdüğü benzer gö- Devriıni'nin önderi Marxçı düşünür. Fel-
rüşleri ile birlikte felsefeye girmiştir. Bu sefeye ilgisinin yoğurıluğu sınırlı kalsa da
bağlamda XX. yüzyılda ortaya çıkan O- Lenin'in, hem kendi ülkesindeki hem de
lanaklı Dünyalar Anlambilgisi ve Kipler yurtdışındaki felsefe tartışmalarında ve
Mantığı gibi doğal dillerdeki Zflrlltıi11111k eğitiminde büyük etkisi olmuştur. Genç-
ve olanakltbAı kipliklerini inceleyen çalış­ ken Marx'ın yapıtlannı okumuş; 1880'ler-
ma alanlan, Leibniz'in temellerini attığı de ve 1890'1arda Rus İmparatorluğu i-
olanaklı dünyalar kuramının uzantıları o- çindeki gizli Marxçı kesimler arasında
larak görülebilir. belirleyici etkiye sahip Georgi Plehanov'
Leibniz'in Monadoloji dışındaki diğer un izleyicisi olmuştur. Lenin'in ilk yazıla­
önemli yapıdan yayımlanış sırasıyla şun­ rının ana konusu iktisadi gelişme ile siya-
lardır. De arfe Ç()fllbinatoria (Birleştirme Sa- sal savaşım olmuştur; ancak felsefeye o-
natı Üzerine, 1666); Nova 111ethoa'11s pro lan ilgisini-hiç yitirmemiştir.
maxi111İ.r et 111İni111İ.r (En Büyük ve En Kü- Lenin'in, Rus Marxçılan arasında ge-
çük İçin Yeni Yöntem, 1684); Disçollf't de çen bilgikuramı tartışmalarında her tür-
mltapl{Jsit.J111 (Metafizik Üzerine Konuş­ den dinsel inancı yadsıyışı, zamanın ön-
ma, 1686); düzenekçiliğe karşı devim~el­ de gelen düşünürlerinin artan biçimde
cilik (dinamizm) anlayışını ortaya kt.ıyJu­ Kant'ın etkisine girmelerini şiddetle eleş­
ğu yazısı "Descartesçılar ile Diğerlerinin tirmesi onun ateşli bir felsefe izleyicisi
Doğa Yasası Konusundaki Akılalmaz olduğunu gösterir. Aynı biçimde Marxçı­
Yanılgıları Üstüne Kısa Bir Tanıtlama" lığın Rus yorumuna Emst Mach'ın de-
("Brevis demonstratio erroris ınemora­ neyci-cleştiriciliğini ekleyerek harekete i-
bilis cartesii et aliorum circa !egem na- radeci bir öğc katmaya uğraşarılara da
turae", Açta F.nıditon1t1ı, Mart 1686); De karşı çıkar. Hu yaklaşımın önciisü Alek-
renım oritJnatione (Şeylerin Kökeni Üstü- sandr Bogdanov, 1903'te yapılan Rus
ne, 1697); De ipsa natrmz (Doğanın Ken- Sosyal Demokrat Parti'nİl1 ikinci kong-
disi Üstüne, 1698); Essais de Thlodide resinden sonra biçimlenen Bolşevik ka-
(I'eodise Denemeleri, 1710); Primipes de natta Lenin ile ortak davranmış olmasına
la nalllre et de la Grii&e fondls en raison (Usa karşın zamanla bilgikuramırıdan başlaya­
Dayalı Doğanın ve Kayranın İlkeleri, rak siyasal ve kültürel konularda Lenin'le
1718) ve 1704'te yazıya alınmasına k11.r- ters düşer. Plehanov'un insan usundan
şın, Leibniz'in ölümünden yaklaşık alt- bağımsız bir dış dünya olduğu savına
mış yıl sonra yayımlanan N Ollt'faHX essais katılan Lenin, zihin-beden ikiliği konu-
.rur l'entende111ent h11main (İnsan Anlığı Üs- sunda maddenin kendisini anlığa dayat-
tüne Yeni Denemeler, 1765). Aynca bkz. tığı savını ortaya atar. lınin maddenin
modem felsefe; usçuluk; characteris- kendisini zihne dayatma sürecini, Pleha-
dca universalis; viritis de fait/viri- nov'dan farklı olarak usu bir kameraya
tis de raisoır, devimselcilik; monad/ benzeterek betimlemeye girişir. Bu ol-
885 Lenin V. İ.

duk.ça iyimser yaklaşımın en önemli so- yal Demokrat Parti.'nin, dönemin Alman
nuc:u, Lcnin'in "toplumu Marxçı bakış a- hükümetinin I. Dünya Savaş.ı'na katılışı­
çısından çözümleyenler saltık hakikati d- na karşı çıkmaması konusunda açıkça
de edcrlct' görii§Üııü sonuna dek savun- tavnm ortaya koymayan Kautsk:y'yi sot-
ması olmuştur. Böylece Lenin için Karl yalist enternasyonde ihanet etmekle suç-
Marx'ın başyapıtı K4pittı/de yazan hiçbir lamasımn arkasında bu görii§ yatmakta-
şey çürütülemeyeceği gibi saltık hakika- dır.
tin bütünüyle kavranmasında bu yapıt Lenin, Marxçı bilgikuramıru kavra-
vazgeçilemeyecek bir kılavuza dönüşür. mada yardımı olabileceğini düşündüğü
Maddi ve toplums81 dünyanın sürekli Aıistotdes, Hcgel gibi kimi filozofların
değiştiği. bu nedenle olup bitaı herşeyin metinlerini de inttlemiştir. Saw.ş yılla­
durmaksızın araştırılması gerektiği öncü- nnda tuttuğu defterlerdeyse Marxçılığın
lünden yola çıkan Lcnin'in Mancçılığı bi- merkezine konulacak diyalektiğin gerek-
limsel, maddeci ve tanntanımaz temeller liliğini geniş ölçüde desrekleme amacına
üzerine yüksdir. Büyük oranda MaJJeti- yöndik notlar kaleme alır. O zamanlar
lile 1111 Dnteyd Bllfliritili/ire (Materializm i yayımlanmamış bu notlarda Lenin M.1-
mıpiriokrititsizm, 1909) Bogdanov'a kar- tletilile 1111 Dı11~a Blqtiridlile'te sawnduğu
şı sürdürdüğü polemiklerin sonucunda hakikati kamera gibi yansıtan anlık görü-
Lenin, felsefede maddecilik ve idealizm şünü bir kenara koyarak insanın algıla­
olmak üzere iki büyük kampın olduğunu masının yalnızca zihin ile madde arasın­
savlar. Oldukça yoğun siyasal hesaplaş­ da geçen etkileşimli bir süreç olmadığını,
malann olduğu yapıtta Bogdanov, Lc- aynı etkileşimli sürecin .zihin ile kavram-
nin'e karşı olmakla kabul edilebilir rek lar arasında da yaşandığını savlar. Lenin'
yoldan, maddecilikten uzaklaşmış; dahası in görüşlerindeki bu incdmeye, kuramın
devrim yolundan ayrılarak örgütlü Marx- geçerliliğinin ancak eylemle sınanabile­
çılıktan kopmuş sayılır. ceği saptaması eşlik edecektir. Böylelikle
Öre yandan Bogdanov tüm bunlara Lenin, bilginin her zaman değişebilecek
karşılık olarak, Lcnin'in "saltık hakikat" bir niteliği olduğunu savlayan fdsefece
kavramının kendisinin bilimdışı ve meta- duruşa, Marx ile Mach'ı kaynaştırmayı
fizik bir kavram olduğunu öne sürerek deneyen Bogdanov'dan farklı bir yoldan,
suçlamaları boşa çıkarmaya girişir. Bog- Hegel'in görüşlerinden esinlenerek eriş­
danov, Lenin'in neredeyse Marx ile En- miş olur. Ne var ki, bu durumdan hare-
gds'e taparcasına bir saygı gösrerdiğini; ket ederek Lcnin'in MaJtlt&ilile 1111 D,,,gç;
oysa Marx'ın tüm çözümlemelerinin, Lc- Elqtiriti61e'tek.i tüm görüşlerini değiştir­
nin'in gösrermeyc çalıştığının ~rsine, ge- diğini öne sünnek doğnı olmAyacAktır.
çici olduğunu öne sürer. Söıgelim.i, Lenin, felsefede maddecilik
Kuşkusuz bu yoğun tartışmalann so- ve idealizm olmak üzere yalnızca iki
nucunda Lcnin'"ın felsefeyi birtakım siya- kamp olduğunu savunmaktan hiçbir za-
sal çıkarlara alet etmiş olduğu izlenimiru: man geri adım aunadı. Dahası 1920'de
kapılmak oldukça yanıltıcı olacak.ur. Ö- Bogdanov wtışması yeniden alevlendi-
zellikle siyaset ya da iktisat üzerine ku- ğinde MaJJemile "' Dmeya Bllıtiridlile'in
rulmuş tüm görüşlerin felsefece bir te- yeniden basılmasını
isreycrek remel gö-
melinin olması gerektiğini sawnması o- rüşlerinin değişmediğini ortaya koymuş­
nu en azından Marxçı felsefe içinde öz- tur.
gün bir konuma ta'şımaktadır. Marx- XX. yüzyılın siyasal yapısını kökün-
çılığın özü saydığı bu anlayış içerisinde den etkilemiş bir devlet adamı, SSCB'nin
Lenin, Marxçıların siyasal davranışlarının kurucusu olarak Lenin dönemin siyasal
hesabını fdsefe aracılığıyla vermderi ge- çalkantılan karşısında zorunlu olarak her
rektiğini düşünür. Sözgelimi, Alman Sos- şeyden önce bir eylemcidir; bu nedenle,
Leopold, Aldo 886

onun siyasal başarılanyla aynı yoğunluk­ Eski Ahifin birçok bölümünde anılan
ta ve önemde felsefe çalışmalan yaparak bir deniz canavarının adı olan Leviathan,
felsefe tarihine geçtiğini söylemek zor- XVII. yüzyıl siyaset felsefecilerinden T-
dur. Buna karşın irili ufaklı onlarca kitap homas Hobbes'un aynı adlı ünlü yapıtın­
kaleme alan Lenin'in daha bir öne çıkan da toplumsal düzenin yöneticisi ("başı")
yapıdan arasında ~a'da KapitaliZ!"İll Gt- için kullandığı simgedir. Leviathan, ya-
li/iflli (Razvitie kapitalizma v Rossi, 1899), pıtta "doğal durum"daki insanların savaş
Ne Yap111alt? (Çto Delat, 1902), Kapita- halinde, güvenlikten yoksunken ortak
liZ!"İıı Eıı Yiiksek Aşil111ast: EmperyaliZ!" çıkaı:lan adına bir toplum sözleşmesi ya-
(İmperializm, kak vısşaya stadiya kapita- parak bütün haklarını devrettikleri tek
lizma, 1916) ile Devlet ve Devri111 (Gosu- yetkiliye, yasama, yargı ve yürütme erkini
darstvo i revolyutsiya, 1917) sayılabilir. elinde tutan yöneticiye verilen addır.
Aynca bkz. Rus/Sovyet felsefesi. Hobbes'un yöneticiyi böyle bir canavarla
özdeşleştirmesinin iki nedeni bulunmak-
Leopold, Aldo bkz. Derin Ekoloji. tadır: İlki, bu yolla bireyin devlet karşı­
sında ne kadar ·güçsüz olduğunu vurgu-
Leukippos M.Ö. V. yüzyılın ortalannda lamak; ikincisi, sınırsız yetkilerle dona-
yaşadığı tahmin edilen, felsefe tarihinde tılmış bı.i yöneticinin bir canavara dönü-
atomcu bir evrenbilgisini ilk kez ortaya şebileceğini sezdirerek seçimin doğru ya-
koyan ilkçağ Yunan fılozofu. Aslında pılması zorunluluğunun altını çizmek.
Abdera Okulu ile atomculuğun kurucu- Ayrıca bkz. Hobbes, Thomas.
su sayılan Leukippos'un yaşamı ve yapıt­
ları üzerine elimizde sağlam bilgiler yok- Levinas, Emmanuel (1906-1995) Hus-
tur. Hatta Epikuros böyle bir filozofun serl ile Heidegger'in düşüncelerinin ışığı
hiç var olmadığını bile ileri sürmüştÜt. altında geliştirdiği "öteki felsefesi"yle
Oysa ki Aristoteles ile ardılı Theophras- XX. yüzyılın ikinci yarısında çok büyük
tos onu Demokritos'la birlikte atomcu yankılar uyandıran; Litvanya doğumlu
felsefenin "babası" diye anar. Eldeki bil- olmasına karşın yapıtlarını verdiği, içinde
gilerden, Leukippos'un Miletli olduğu, yetiştiği Fransız felsefe bağlamıyla bir-
sonradan Batı Trakya'ya gelip Abdera'ya likte anılan felsefeci. Lcvinas'ın düşün
yerleştiği ve burada okulunu kurup De- çevrelerinde tanınmaya başlayışı, 1930'
mokritos'u yanına aldığı anlaşılmaktadır. !arda Husserl ile Heidegger'in görüngü-
İlkçağ felsefesi literatüründe Demokri- biliınse1 felsefelerini bir yanda yaptığı
tos ile Leukippos'un düşünce ve yapıtla­ çevirilerle öbür yanda yazdığı açımlama
nru birbirinden ayırmak oldukça güç ol- yazılarıyla Fransız felsefe gündemine so-
duğundan, çoğu felsefe tarihçisi Leukip- kuşuyla olmuştur. Daha sonra geliştirdiği
pos'un düşünce tarihindeki önemini ya özgün düşüncelerle Levinas, geleneksel
da atomcu öğretiye yaptığı katkıyı öğ­ Batı felsefesine kök saldığını düşündüğü
rencisi Demokritos'un üzerinden dile "Ben''in yerine "Ôteki"yi, "Aynılık"ın
getirmeyi yeğlemiştir. Yine de içerikleri yerine "Başkalık"ı öne çıkaran bir felse-
hakkında çok ufak bilgi kırıntılarına sa- fenin temellerini atmıştır. Söz konusu
hip olduğumuz Zihiıı ÜZ!riııe (Peri nou) düşüncelerinde Levinas, prote philosophia
ve Bi!Jiik Evret1 Dizgesi (Megas diakos- C'ilk felsefe'') olarak kayıtsız şartsız so-
mos) adlı yapıtlar Leukippos'a atfedil- nuna dek "Öteki" için duyulan sonsuz
mektedir. Aynca ·bkz. Abdera Okulu; bir sorumluluk üzerine yapılandırdığı
atomculuk; Demokritos; ilkçağ felse- kendi etiğini önermiştir. Nitekim Levi-
fesi. nas'ın görüngübiliınsel bir bakış açısın­
dan etiğin gerçek anlamını ortaya çıkar­
Leviathan Fenike söylenbilgisinde ve mak amacıyla yürüttüğü çalışmalar daha
887 Levinas, Emmanuel

yaşarken klasik bir nitelik kazanmışlar­ şımsız" (asimetrik) bir doğa sergilediğini,
dır. 1961 yılında yayımladığı en önemli yani öteki'nden aynı yükümlülükleri bi-
yapıtlarından Biitiinliik ilt Sonsuzbık'ta zim için duyması beklentisi içinde ola-
(Totalite et infıni) Levinas etiğin temeli- mayacağımızı savunmaktadır. Başka bir
ni Öteki ile girilen yüz yüze ilişkide ô- deyişle, Öteki'nin benden istediğini aynı
teki'nin Ben'i sorun haline getirmesi ola- biçimde karşılık olarak benim de Ôte-
rak belirlemiştir. Başta Ôziin Ötesinde ki'nden isteme gibi bir hakkım yoktur.
Varlık/an da Ôttki (Autrement qu'ette ou Levinas, bu kayıtsız şartsız yerine geti-
au-dela de l'essence, 1974) adlı çalışması rilmesi gereken yükümlülükler sorumlu-
olmak üzere, daha sonraki yapıtlarında luğuna karşı, yerleşik etik kuramlarının
Levinas, giderek görüngübilimsd izlen- çoğunluk ileri sürdüğü gibi "ancak be-
ceden uzaklaşarak bu belirlemesinin ön- nim iradem ve gücüm dahilinde olanı
koşullannı başka yönlerden geliştirme gerçekleştirebilirim" biçiminde verilen
çabası içinde olmuştur. Son döneminde savunuyanın kesinlikle kabul etmez. Bu
Levinas, görüngübilimin sonuna dek gö- açıdan bakıldığında Levinas bir etik ku-
türülerek sınırlarının dışına çıkıldığı yer- ramı ortaya atmaktan çok etiğin olmazsa
de; ben'in içindeki ötekiliği görmeye yö- olmaz koşullarını temellendirmenin pe-
nelik bir düşünme tutumu içinde olmuş­ şinde oluşuyla, geleneksel arılamda filo-
tur. Bunun ya::ıında Levinas'ın düşünce­ zofların etikten anladığından çok farklı
lerinde Yahudiliğin kutsal kitabı Tevrat bir etik arılayışını resmetme arayışı için-
üzerine yapılan yorumlardan oluşan Tal- dedir. Bu bağlamda Levinas sunduğu alı­
mudik ('incelemeci'') geleneğin etlcileri şılmadık etik tasarımının ötekiliğinin bi-
de dikkat çekicidir. çimsel mannk diliyle ya da gidimli kav-
Levinas'ın "önceki dönem"ini yansı­ ramsal bir uslamlama çizgisiyle kavrana-
tan temd kitabı Biitiinliik ile S onsuz!uk'un mayacağının alnnı koyuca çizmektedir.
en belirgin düşüncesi, öteki insanın ben' Çoğunluk karşılıklı yükümlülükler dizge-
in dışındaki varlığıyla ben'i sorunlaştın­ si olarak görülen etik, Levinas'ın etik
yor olmasıdır. Öteki ile girilen yüz yüze anlayışında "adalet" başlığı altında ele a-
ilişkide kendime güvenim ortadan kal- lınmaktadır. Buna göre, nasıl ki Öteki ile
kar; buna bağlı olarak da kendimi bütü- yüz yüze ilişkimde ben'im sorun haline ·
nüyle kötü vicdan içine sılaşmış bulu- geliyorsa, aynı biçimde Öteki'yle karşıla­
rum. Levinas'ın bu durum karşısında e- şılmasıyla birlikte adalet 9e sorun haline
tikten arıladığı kesinlikle iyi vicdanı yeni- gelmektedir. Öteki'yle girilen etik ilişki
den tesis etmek değildir. Bunun tam ter- bu anlamda Levinas'a göre yansız bir u-
sine Levinas'a göre belli bir durumda sun, "üçüncü kişi"nin bakış açısını orta-
doğru şeyi yapıp yapmadığımı bilmek ya çıkarmaktadır. Levinas bu üçünçü kişi
gibi bir lüksüm yoktur; ne de eylemler bakışını ayrıca bütün insarılığın adına Ô-
kavramsallaştınlmış ya da konulaştırılmış teki'nin gözleriyle bana bakan, benden
düşüncenin doğru işletilmesi koşuluyla adalet isteyen, yükümlülüklerimi ve_ so-
bulgulanabileceği birer bilgi konusudur- rumluluklarımı yerine getirmemi talep e-
lar. Bu noktada Levinas ötekinin Öteki- den bir bakış olarak betimler. Etiğin ada-
liği karşısında kişinin içinde bulunduğu leti sorun haline getirme biçimi, bir ba-
çaresizlik, gariplik, ezilmişlik durumunu lama çoğunluk Levinas'a yöneltilen siya-
tam anlamıyla anlatabilmek amacıyla çok sal içerimleri üstüne yeterince düşünül­
çeşitli yollardan yürüyerek, gerektiğinde memiş bir etik anlayış geliştirdiği eleştiri­
çok çeşitli eğretilemeler kullanmaktan sini de yanıtlıyor gibidir. Levinas'ın top-
kaçınmaz. Ôteki'ne karşı yükümlülükle- lum siyaseti üzerine açıktan çok fazla şey
#mizin sınırsız olduğunu belirten Levi- söylemediği belli olmakla birlikte, etiğin
nas, bu yükümlülüklerin de özce "bakı- "iyi vicdan" olarak anlaşılmasına derin-
Levinas, Emmanuel 888

den kaı:şı çıkışırun siyasal alanda aynen çoğaltmasının ya da geniş tutmasının ar-
uygulanabileceği kuşku götürmez bir dında yatan başlıca amaç, etiğin adalete
gerçektir. indirgenme çabasından başka bir şey de-
Levinas'ın son döneminde düşünce­ ğildir. Levinas'ın bu genel amacı verdiği
lerinin ne yönde bir başkalaşım geçirdi- ayrıntılı "Yüz Görüngübilimi" betimle-
ğini görmek bakımından en önemli ya- melerinde kendisini açıklıkla duyurmak-
pıtı olarak görülen Ôzjitt ÔtrsittJe V arbk- tadır. Bu betimlemelerin her biri başlı
latı Ja ôtr.Vnin temel amacını, Ötelı:i'nin başına felsefeye bir katkı olınası bir yana
sorun haline getirdiği Ben'in özdeşliği Levinas'ın Öteki'nin yüzünde yansıyan
konusunu bir başka açıdan ama çok da- sınırsız sorumluluk düşüncesini de tanıt­
ha derinlemesine ele almak oluştumıak­ lamalan bakımından aynca önemlidir.
tadır. Bu yeni ele alış biçimi Levinas 'ın Yüzün öteki'yle ilişkiye girmenin beşiği
"yer değiştirim" diye adlandırdığı yeni olduğunu dile getiren Levinas, sonsuzlu-
bir yapıyı da tartışmaya katmasına olanak ğuyla yüzün hiçbir biçimde belli "aynı­
tanımıştır. Levinas, en taslak biçimiyle lık" kategorilerine indirgenerek te111alİ'.(!I
söz konusu "yer değiştirim"i Rimbaud' eJile111ez!iğini, "izlekselleştirilemezliğini" i-
nun ''Ben ötekidir" savsözüyle özetle- leri sürmektedir. Metafizik tarihindeki he-
mektedir. Öznelliğin tutsak olmak anla- men bütün düşüncelerin aynılık katego-
mına geldiğinin altını özellikle çizen Le- rileriyle işlediğini söyleyerek, metafiziğin
vinas, modem felsefede hep öngörüldü- ötelı:i'ni bildik ben'lerin aynılığına indir-
ğü üzere öznelliğin "yalıtık bir tasanm"a geyerek bütün öteki olanlara uygulanan
karşılık gelmekten çok öteki tarafından şiddet üzerine kurulduğu saptamasında
sürekli rahatsız edilmekte olan ben'in bir bulunur. Bir başka açıdan bakıldığında,
türlü üstünden atamadığı rahatsızlık du- bütün bir metafiziksel düşünme tarihi
rumu olduğunu öne sürmektedir. Bu an- yabancıyı, usdışı olanı, kavranamazı, tu-
lamda, "Ötelı:i'ni neden önemsemeliyirn? haf olanı, ne idüğü belirsiz olanı kendi
", "İnsanların iyiliğini neden isteme- benleri için bildik, tanıdık ve anlaşılır kı­
liyim?" gibi geleneksel felsefede kendile- larak Ötekilerin ötekiliklerini sorun ol-
rine hep temel etik sorular olarak yakla- maktan çıkararak bir ben yapısı kazan-
şılan sorular, Levinas'a göre Öteki'ne o- dırmaya dayalı totaliter (tümcü~ bir şid­
lan yakınlığımdan türetilmiş bir ben kav- det arzusunun sonucudur. Bu amaç uya-
ramı üzerine temellendirilmiştir. Bu bağ­ rınca söz konusu yapıt önceki felsefele-
lamda Levinas düşüncelerinin temel a- rin düşünmeden bıraktığı benlik alanını
macını açık bir biçimde kesinlemiştir: araştırmaya yönelik arayışlardan oluş­
varlıkbilgisinin daha ikincil bir konuma maktadır. Ancak Levina~, iki yapıt ara-
yerleştirildiği bir düzlemde etiği "ilk fel- sında belirgin bir ayrım yaparak, Biitiin-
sefe" f)mıte philoıophia) yapmak. liile ik Sottı11z!11k'un içine işlediğini dü-
Levinas'a göre Ôteki'nin gereksinim- şündüğü varlıkbilgisel dilden sıyrılmak i-
leri, benden kaı:şılamam, enson anlamda çin Ôzjin ôıwnJe V arbktan Ja Ôteklyi
yerine getirmem olanaksız istemlerde bu- yazdığını açıklıkla belirtmektedir. Bu söy-
lunmaktadır. Çoğu geleneksel etik dizge- lediğine kaı:şın Levinas'ın ilk yapıtında
si, iyi vicdanın yıkılmasına varacak denli ortaya koyduğu ana düşünceleri ikinci
büyük bir ölçüde ben'in sorumlulukları­ yapıtında olumsuzlamaktan çok bu dü-
nın alabildiğine çoğaltılma-sına karşıdır.. şünceleri daha da açma yoluna gittiği
Bu anlamda Levinas'ın ileri sürdüğü gibi gözlenmektedir.
kişinin doğumu öncesinden de sorumlu Levinas'ın diğer yapıtlan arasında
olduğu yönündeki düşünce asla kabul Husserl'le ilgili Fransa'daki ille önemli
edilebilir bir şey değildir. Ne var ki Levi- çalışma olarak görülen LJı Thiorie Je l'in-
nas'ın ben'in sorumluluk alanını bu denli tuitUın danı la phino111bıologie Je Hasserl
889 Levi-Strauss, Claude

(Husserl'in Görüngübiliminde Sezgi Ku- dukça yararlanmış, Saussure'den de in-


ramı, 1930), Heidegger'in felsefesiyle he- san görüngüsünün bilinçsiz altyapısını
saplaştığı De l'existenı:e a l'exz!tant fYaro- araştırmayı ve bir dizgenin öğelerini ko-
luş ile V arolanlar, 1947) ve Le temps el l'a- numsal anlamlan ve diğer öğelerle ilişkisi
Nlre (Zaman ile Öteki, 1947) sayılabilir. araalığıyla görmeyi öğrenmiştir. Daha
Aynca blrz. ötekiQik); başkalık. sonraları budunbilime ilgi gösteren Uvi-
Strauss, özellikle akrabalık ilişkilerine e-
Levi-Strauss, Claude (1908) Yapısal­ ğilmiştir. Nitekim ilk yapıtı olan Les
alığın kurucularından Fransız insanbi- S lmcftlres ilimentaim de la parenti (Akraba-
limci ve budunbilimci. XX. yüzyılın or- lığın Temel Yapılan, 1949) de bu konu
talarının düşünsel yaşamının önemli dü- üzerine yazılmıştır. Budunbilim çalışma­
şünürlerinden biri olan Uvi-Strauss, yal- ları düşünürü totemcilik (ongunculuk)
nızca Fransa ve Fransızca konuşulan ül- üzerine düşünmeye itmiş; yaban insanla-
kelerde değil, bütün dünyada oldukça et~ rın çevrelerini tanımlama ve düzenleme-
kili olmuş ve seksenli yaşlarına kadar de nasıl bir yol izlediklerini tartıştığı ve
yazmaya devam etmiştir. Adı yapısalcı­ aynı yıl yayımlanan Le Tot&llİsme aujourd'
lıkla birlikte anılan düşünür belki de bu hın (Günümüzde Totemcilik, 1962) ile
"düşünme yolu"nun en sadık ve yolun- Lı Pensie Sauvage'ı (Yaban Düşünce,
dan şaşmamış temsilcisi idi. Dilbilim an- 1962) yazmıştır. Bu çalışmalarında Saus-
layışını toplum bilimlerine uygulamayı de- sure ve Jacobson'un dilbilim anlayışını
nemesiyle de tanınan Uvi-Strauss, yapıt­ yapısalcı bir yaklaşımla toplumsal ilişki­
larıyla insanbilime yaygın bir ilginin u- lere uygulamış ve bu yolla insanların
yanmasllıı, bu alanın felsefe konularının toplum içinde nasıl anlaştıklannı, karma-
ele alınmasında önemli bir yer edinmesi- şık ilişkileriyle nasıl başa çıkıp onları na-
ni de sağlamıştır. sıl anlamlandırdıklannı çözümlemeye ça-
Fransa'nın içinde yapısalalığın geliş­ lışmıştır. Bu bağlamda Uvi-Strauss'un
tiği ve buna karşı görüşlerin filizlendiği kültürel insanbiliıni, Saussure'ün yapı­
felsefe ortamı daha çok Sartrecı bir in- sala dil görüşünün kapsamının genişle­
sancılık ortamı idi. Ne var ki varoluşçu­ tilerek toplum bilimlerinin bir başka ala-
luğun bireysel özerkliğe yaptığı vurguya nına başarıyla uygulanışına çok iyi bir
karşı, yapısalcılar toplum bilimleri ile in- örnektir. Yapısala dilbilim yaklaşımının
san bilimleri çalışmalarının sorunlarına temel ilkelerini, insanbiliınin kendisine
bir biçimde daha nesnel çözümler bul- konu edindiği akrabalık ilişkileri ile söy-
maya çalıştılar. Bu girişimler daha çok len dizgeleri gibi görüngülere uygulayan
düşünsel bir modernizm biçiminde; da- J..Cvi-Strauss, söz konusu görüngüleri
ha önceki felsefe gçleneğinden ve ku- her durumda "gösteren/gösterilen" ay-
ramsal modellerden köklü bir kopma bi- nını doğrultusunda betimler. Uvi-Stra-
çiminde ortaya çıkmış ve metafizik düş­ uss, bir toplumu ya da kültürü akrabalık
manı, tek boyutlu araştırmanın engelle- ilişkilerine yöndik taşınan birtakım te-
yicisi olmuşlardır. Bergson'un devamlı­ mel düşüncelere karşılık gelen belli ya-
lığa ve akıp geçmeye C'akış"a) yaptığı şam pratiklerinin yerine getirilmesi ola-
vurgudan ayn olarak yapısalcılar sürek- rak, başka bir deyişle toplumun kendisini
sizliği kurucu ilke olarak görmüşlerdir. kavrayışının maddi imgeleri olarak gör-
Bu ortamda Uvi-Strauss özellikle in- mek yerine, toplumun ya da kültürün
sanbilim alanında yaptığı çalışmalarla ö- , hem pratiklerin hem de düşüncelerin or-
ne çıkmıştır. Jacobson'dan dersler alan taklaşa paylaştıkları biçimsel yapı tara-
ve onun Saussure yorumlarından etkile- fından yapılandıklarını belirtir ve bir diz-
nen Uvi-Strauss, Jacobson'un "düzde- genin içerisindeki değişik öğeler arasın­
ğişmece" ile "eğretileme" ayrımından ol- daki ayrımların izini sürer. Uvi-Strauss'a
Uvy-Bruhl, Lucien 890

göre bir toplumun düşüncelerini ya da yani mantık yasalannın denetimi altında


yaşam pratiklerini bu anlamda kavraya- olmayıp yalnızca gizemciliğin etkisi altın­
bilmenin yolu, sanıldığı gibi kesinlikle o da olan düşünce diye tanımlar. Levy-
toplumun öznelerinin kafalannda olup Bruhl ilkel düşünme biçimi ile ileri dü-
bitenlere bakmaktan geçmemektedir. şünme biçimini ele aldığı Mentaliti pri-
Uvi-Strauss'un diğer çalışmaları ara- mitive (İlkel Ziluıiyet, 1922) ile L'Ame pri-
sında Amerika kıtasının bir ucundan öte- mi/ive (İlkeİ Ruh, 1927) gibi çalışmaların­
kine bütün söylenlerin izleklerinin çıka­ da, Durkheim'ın "ortaklaşa temsiller"
rılıp yapılarının serimlendiği dört ciltlik (reprisentations coUedives) kavramından ya-
Mythologiqııes [Söylenler, 1964-1971: Le rarlanarak, bu temsil biçiminin ilkel akıl­
Cm et le mit (Çiğ ve Pişmiş, 1964); Dıı yürütme ile ileri akılyürütme arasındaki
fltiel aııx mıdres (Baldan Küle, 1967); farkı oluşturduğunu ve mantık öncesi
L'Origine des mattitres de tabk (Sofra Ada- düşünme biçiminin araştınlmasıyla çeşit­
bının Kökeni, 1968); L'Homme nıı (Çıp­ li topluluklardaki ayrı ayn düşünme yön-
lak İnsan, 1971)], Ratr et histoire (Irk ve tem ve yordamlarının açıklanabileceğini
Tarih, 1952), geniş kitlelerce tanınmasını savunmuştur.

sağlayan Tristu tropiqııes (Hüzünlü Dö-


nenceler, 1955), yöntembilgisini aynntı­ Jex talionis (Lat.) Bir kimsenin bir baş­
lanyla ortaya koyduğu Anthropologie stmc- ka kimseye verdiği zararın ya da çektir-
tıırak (Yapısal İnsanbilim, 1. cilt: 19 58-2. diği acının tamı tamına aynısını kendisi-
cilt: 1973) ile radyo ve televizyon konuş­ nin de çekmesi gerektiğini bildir~, işle­
malarından derlenen Myth attd Meamiıg nen suç ile ödenecek bedel arasında eşit­
(Söylen ve Anlam, 1977) sayılabilir. Ay- liği buyuran Kutsal Kitap kaynaklı (Eski
nca bkz. yapısalcılık. Ahit, Levililer, Bap 24: 17-23; Çıkış, Bap
21: 23-26) kısasa· kısas yasası: "Dişe diş,
Uvy-Bruhl, Lucien (1857-1939) Fran- göze göz."
sız felsefeci ve insanbilimci. İlk yazıla­
rında felsefe tarihiyle uğraşan Uvy-Bru- 1i (Çin.) 'İlke', 'düzen' demeye gelen
hl daha sonra etik alanına yönelmiş ve Çince sözcük. İnsan davranışlarının tü-
Auguste Comte'un olgucu yaklaşımını münü düzenleyen, kişiyi örnek eylemlere
benimsediği La Morale et la sı:ience des götürecek biçimde tasarlanmış ilkeler
moeıırlda (Ahlak ve Töreler Bilimi, 1903) bütünü. İlk çağlarda 'kurban' demeye de
geleneksel etik kuramlarına, özellikle de gelen li, buradan hareketle kurban tö-
rannbilimsel ve metafiziksel olanlarına renlerini anlatmak için de kullanılmıştır.
karşı toplumsal ve ruhbilimsel verilerin Li sözcüğü, az çok birbiriyle ilgili pek
deneyci bir gözle ele alınması gerektiğini çok şeyi anlatmak için kullanılır. Din de-
savunmuştur. meye gelir; toplumsal düzenin genel il-
Levy-Bruhl, Kant ve Jacobi'den et- kesidir; Konfüçyüs tarafından öğ!-etilip
kilenerek, duygulanımların da bilişsel e- ussallaştınlan toplumsal, ahlaksal, dinsel
dimlerimizin parçası olduğunu ve ku- uygulamalann tümüdür. Ayin ile törem
ramsal düşünmenin üst düzeylerinde çö- (kuttören) demeye de gelir. Toplumsal
zümleme yapılıp farklı bakış açılarının ilişkilerin iyi tanımlanmış bir dizgesidir.
ayırt edilebileceğini, ama bu kuramsal ]en (insanallık; iyilikseverlik),yi (doğ­
düşünme düzeyine ilkel toplumlarda ula- ruluk), hsiao (nesep dindarlığı; atalar i-
şılamadığını savlamıştır. Bu bağlamda en nana) kavramlarıyla birlikte Konfüçyüs
önemli çalışması olan Les Fonctions menta- felsefesini oluşturan fi kavramı şöylesi
ks dans /es soı:iitis prifltitives'de (İlkel Top- bir tarihsel süreçten geçip günümüze u-
lumlarda Zihinsel İşlevler, 191 O) ilkel laşmıştır:
düşünceyi mantık öncesi düşünce olarak, En başlarda dinsel bir özellik taşıyan
891 liberalizm (erkincilik)

fi kavramı,dinsel töremlerle ilgili olarak "Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler''


kullanılır. Sonrıı!an evlilik, askerlik, yö- (' Laiııez.fmre, laiııez. paım') savsözünde
netim töremleriyle ilgili olarak da kulla- bulan öğreti iktiıadi liberaliZfll diye adlan-
nılır. Daha sonralan bu kavram, gele- dınlırken; devlet yetkesinin her anlamda
neksel toplumsal davranış kurallarını an- ve her alanda kısıtlanması, bu yetkeyi e-
latır bir biçimde kullanılır. Bu anlamıyla linde tutanların toplumun yapıtaşlan bi-
li geleneksel hukuktur. Olumsuz C'şunu reylerin yaşamlarını nasıl yönlendirecek-
yapma" biçiminde) olmaktan çok olum- lerine herhangi bir gerekçe ileri sürerek
lu ('bunu yap" biçiminde) olmak bakı­ hiçbir şekilde karışmaması gerektiğini sa-
mından da yazılı hukuktan başkadır. vunan, devletin toplumsal ve kültürel ya-
Söyledikleri de, genellikle, sıradan insan- şamın d üzerılenmesinde hiçbir belirleyici
lara değil soylulara yöneliktir. Devlet iş­ rol üstlenmemesi gerektiğinin altını ko-
lerinde görev alacaklara öğretilmesi ge- yultarak çizen ve somut anlatımını "En
reken şey lidir. Li, insanın doğasını bi- iyi hükümet en az hükümet edendir" sav-
çimlendiren, davranışlarını yönlendiren, sözünde bulan öğretiye ise ıfyaıal libera-
eğitimle kazandırılması olanaklı olan bir liZfll denmektedir.
şeydir. Bu iş için eğitim önemlidir; çün- Siyaset felsefesi, liberal siyaset kuramı
kü kibarlık h)rle biraraya getirilmezse sı­ ile yakından ilişkili özgürlük, hoşgörü,
radan bir jest olur; cesaret /iyle biraraya kişisel haklar, kurumsal demokrasi ve
gelmezse asi bir ruh ortaya çıkar; içten- hukuk yasalan gibi ilkelerin felsefece da-
lilde bir araya gelmediğindeyse ortaya çı­ yanaklannı inceler. Liberallere göre, siya-
kacak olan küstahlıktır. sal kuruluşlar siyasal ve toplumsal çıkar­
Li en geniş anlamıyla da 'ussal', ussal lardan bağımsız olarak kişisel çıkarların
bir temeli olan her şey demeye gelir. korunmasına ve sağlanmasına yaptıkları
Konfüçyüs bu kavramın yukarıdaki an- katkılar bağlamında meşrulaşıtlar. Libe-
lamlarının tümünü kullanmakla birlikte, ral düşünürler, gerek her toplum ve kül-
dizgesinde en büyük önemi bu sonuncu- türün kendi sonunu kendi içinde taşıdığı
suna verir. Yeni Konfüçyüsçülük akımı­ düşüncesine gerekse siyasal ve toplumsal
nın Zihin Okulu'ndan olan Chu Hsi de kuruluşların insanı daha iyiye doğru dö-
ilkenin ya da usun maddeye c;>lan üstün- nüştürme gibi bir amaç taşımalan gerek-
lüğünden söz ederken li kavramına daya- tiği görüşüne karşı çıkarlar. Liberal felse-
nır. Ayrıca bkz. Konfiiçyüs; Konfiiç- fecilere göre, maddi olsun manevi olsun
yüsçülük; Chu Hsi; hsiau, jen. her kişinin kendi amaçlan vardır ve bu
amaçlar başkalarınınkiyle doğal olarak u-
liberalizm (erkincilik) [İ ng. libemlimt; yum içinde olmadığından bireylerin a-
Fr. liblra!imte-, Alm. liberalismHr, es. t. ıer­ maçlan uğruna neleri yapabilecekleri ile
beıtil?'e~ Gerek ekonomi felsefesinde ge- başkalarının amaçlarını hangi bakımlar­
rekse siyaset felsefesinde devlet, toplum dan göz önüne almaları gerektiğini belir-
ve birey arasındaki tüm ilişkilerde bireyin leyen kurallar belirlenmelidir. Bu bağ­
hak ve özgürlüklerini öne çıkaran; her lamda siyaset felsefesinin yapması gere-
bireyin vicdan, inanç ve düşünce özgür- ken, bir yandan bireylerin ayrı ayn is-
lüğünün tanınması gerektiğini savunan teklerine yanıt veren, bir yandan da top-
ekonomik ve siyasal öğreti. Bu bağlam­ lumu güvence altına alan bir yaşam bi-
da, devletin ekonomiye müdahalesinin çimi tasarlamaktır.
en alt düzeye çekilmesi gerektiğini savla- Liberalizm ile felsefesi, "sol" tarafın­
yan, daha ideal olanın ise devletin birey- dan refah ve iktidarın birkaç kişinin elin-
ler, sınıflar ve uluslar arasındaki ekono- de toplanmasına karşı hiçbir savunması
mik ilişkilere hiçbir şekilde karışmaması olmayan ve insanın toplumsal ve siyasal
olduğ•.ın·~ öne süren ve somut anlatımını .doğasına ilişkin herhangi bir çözümle-
Lichteılberg, Georg Cbristoph 892

meden yoksun "özgür pazar ideolojisi" neyse! fizik alaıundaki çalışmaları yanın­
olmakla eleptirilir. Liberalizme yöneltilen da bilimsel konular üstüne kaleme aldığı
bir başka temel eleştiri de liberalizmin popüler yazılarıyla daha çok gündeme
t.oplumsal etkeni arka plana iterek t.op- gelen Llchtenberg'in fizikteki en önemli
lumlardan ayn bireylerin ya da soyut ku- başarısı "Llchtenberg Şekilleri" adıyla a-
ralların bulunduğunu kabul etmesidir. nılan elektrik yüklü tabakaların üstün-
"Sağ"ın liberalizme yönelik en temel e- deki taneciklerin geometrik düzenleni-
leştirisi ise yerleşik kurumlara ve gele- şinden oluşan elektrostatik görüngüyü
neklere duyarlı olınamw ve bireysel öz- keşfidir. Bu keşfin XX. yüzyılda çekim-
gürlüğün artınlmasında t.oplurnsal yapı­ bilgisi (xerogra#y) diye anılan bir araştır­
lara ve sınırlamalara gereksinim olduğu­ ma alanının doğmasında çok önemli bir
nu göz ardı etmesidir. Aynca bkz. siya- yeri bulunduğu söylenebilir. Bunun ya-
aet fclaefesi; toplum felsefesi; ekono- nında Llchtenberg'in döneminin olasılık
mi felsefesi; özgürlükçülük kumnu, gıızlann fiziği ile kimyası, hava-
bilgi.si ·gibi bilimsel içerikli tartışmalarına
Lichtenberg, Georg Christoph (1742- etkin olarak katıldığı gözlenmektedir.
1799) Bir yanda felsefece (s)özdeyişleriy­ Lichtenberg, Not Deftrin'ndeki (s)öz-
le öbür yanda bilimsel ve kültürel· konu- deyişlerinde en gend anlamda kendi de-
lar üstüne yazdığı denemeleriyle gerek neyimlerinden kalkarak insan zihninin
kendi döneminin düşünürlerini gerekse belirgin özelliklerini, zayıf:lıklarıiıı. ve sı­
kendinden sonra gelen düşünürleri bü- nırlılıldannı irddemektedir. Eskiçağ ile
yük ölçüde etkilemiş Alınan matematik- modern dönemin alılikçılarııun tersine,
çi, fizikçi, gökbilimci ve felsefeci. Üni- Llchtenberg bu Iİ:onulardaki gözlemlerini
versite hocası olarak da oldukça büyük asla kapsamlı bir insan doğasından hare-
başarılara imza atan Llchtenberg, Alman ket ederek dile getirmez. Bu gözlemler
Geç Dönem Aydınlanması'nın önde ge- daha çok belli felsefe görüşlerine ya da
len adlanndan biri olarak "taşlamalı", öğretilerine indirgenemeyecek derecede
''yergili", "alaya'', "eğlendirici" biçemiy- dağınık yazılmış, deneysel insanbilim ile
le de yazın alanında pek çok büyük yaza- ruhbilim biı.ğlanunda ele alınabilecek öz-
rın hayranlığını kazanmıştır. Günümüz- yaşamöyküsü yazılarıdır. Döneminin a-
de çok büyük ölçüde ölümünden sonra kademik felsefecilerinin dizgeli yapıtları­
yayımlanmış not defterlerindeki düşün­ ıun tersine bu yazıların "bölük pörçük"
celeriyle tanınmaktadır. Kimileyin tek bir bir karakterde olmalan, Llchtenberg'in
söZcülde kimileyin birkaç sayfa uzunlu- kapsamlı ve kendi içinde tutarlı bir dün-
ğundaki yazılarıyla düşüncelerini dile ge- ya resmi sunmaktan özellikle kaçındığını
tiren Llchtenberg, bu yazılannda hem göstermesi bakımından önemlidir. Nite-
kendisini hem de dünya üzerine gözlem kim bu felsefe biçimi başta Wittgenstein
ve izlenimlerini kağıda dökmüştür. (S)öz- olmak üzere geleneksel felsefe dışında
deyiş (aforizma) yazma geleneğinin de yeni bir felsefe yapma biçimi arayanlara
en önemli mimarlan arasında gösterilen büyük bir esin kaynağı oluşturmuştur.
Llchtenberg'in yazılaı:ının önemli bir bö- Bu bağlamda Llchtenberg'in (s)özdeyiş­
lümünü oluşturan felsefe içerikli sözde- lerinde çarpıa olan önermesel nitelikle-
yişlerinin felsefe tarihinde yazılmış kitap- rinden çok ödün vermeden sonuna dek
ları aratmayacak denli önemli içerimleri sergilenen "kuşkucu tutum'', aralıksız
bulunmaktadır. Llchtenberg, meslekten öznd bir bakış açısından sesleniliyor ol-
bir fdsefeci olmamasına karşın hem fel- ması, belli aydınlatıcı işlevleri yerine ge-
sefe alanında hem de genel düşün dün- tirmek amacıyla geçici bir değerleri ol-
yasında önemli yankılar uyandıran dü- masıdır. Dile getirilen düşüncelerin ola-
şüncekr ')flaya koymuştur. Öncderi de- bildiğince az sözcükle, daha çok da "di-
893 Lichtenberg, Georg Christoph

lek-istek" kipinde dile getiriliyor oluşu, ortak araştırma nesnesi bulunduğu sap-
Lichıenberg (s)iizdeyişlerinin bir başka tamasında bulunarak, bir ı.,>iirünı.,ıii dizisi-
belirgin iizelliğidir. ni açıklayan bir kuramın ilk bakışta pek
Düşüncelerinden açıkça görüleceği de ilgili görünmeyen bir başka görüngü
üzere l.ichtenberg birtakım felsefece so- dizisini açıklamaya yardımcı olabileceğini
ruşturma alanlarının konularına ayn bir ileri sürmüştür. Bu düşünceleriyle Lich-
ilgi duymaktadır. Bu konuların başında tenberg, bilimde Kuhn tarafından çok
doğaya ilişkin yapılan bilimsel araştırma­ sonralan ortaya atılan "paradiı.,>tlla" anla-
ların karşılaşnğı yöntembilgisel sorunlar yışına bir hayli yaklaşmıştır. [jchtenberg'
ile ıihin/beden ikiliği sorunu gelmekte- e göre dizgesel bir biçimde kendi içinde
dir. Yine ayrışık bir karakter sergileyen bütünlüğü bulunan bir doğa bilimi t.-ısa­
birçok felsefe dcğinisi, Lichtenberg'in nmı asla başarılabilecek bir ülkü değildir.
insan bilgisinin doğası ile sınırlan üstüne Bunun en temel kanıtını, salı matemati-
kuramsal olduğu denli pratik bir ilgi de ğin bile deneye açık gerçekliğe saltık an-
duyduğunun açık kanındır. Düşünceleri­ lamda uyı.,>ulanabilirliğine ilişkin Lichıen­
ne bakarak bu ilgi alanlan yanında ken- berg'in temel kuşkuculuğunda görmek
disini hemen giisteren birtakım felsefe olanaklıdır. 1790'lara ı.,ıclindiğinde Lich-
konumlan da belirlemek olanaklıdır. Söz- tenberg'in düşünme çizı.,>İsi büyük ölçüde
ı.,ıclimi bu felsefe konumlarından biri ü- Kant'ın kuramsal felsefesinin etkisi altı­
niversite ~'lllannda tanıştığı Alman okul na girmiştir. Uchıenberg'in Kant'ı kav-
ti:lsefesiysc, bir diğeri de İngiltere'ye i- rayışı özellikle bilgi ile bilginin nesneleri-
kinci kez gidişinde karşılaşma olanağı nin kuruluşunda insan öznelliğinin yeri
bulduğu, David Hartley ile Joseph Pri- konusu üzerine .odaklanmışnr. Kant'ın
estley tarafından savunulan İngiliz çağrı­ insan bilgisini görünüşlerle sınırlayan an-
şımcı ruhbilimi ile ruhbilimsel maddeci- layışını alarak, bu görüşü bütün bilebile-
liğidir. Lichtenberg'in düşünsel çizgisin- ceğimizin kendi duygularımız ya da dü-
de bunlara ek olarak birtakım "arkaik" şüncelerimiz olduğunu ileri süren kendi
felsefe eğilimlerinin varlığından da söz "kuramsal bencilik" görüşüne destek o-
edilebilir. Bunlar arasında XIX. yüzyıl lacak biçimde yeniden yapılandırmıştır.
Alman felsefesinin geç dönemlerinde ye- Bu görüş bağlamında dikkat edilmesi ge-
niden canlanma eğilimi gösteren Spino- reken, Lichtenberg'in kesinlikle bizim
za 'nın "tümtanncılık" anlayışı ile özel- dışımızdaki gerçekliğin varlığını yadsıma­
likle Lichtenbcrg'in yaşamının son yılla­ yıp söz konusu gerçekliğin bilinemez ol-
rında tinin, dünyanın, ben'in ve Tann' duğunu, insan bilgisine açık olmadığını
nın bilinebilirliği karşısında bütünüyle savunuyor olmasıdır. Buna ek olarak
"lıiliııcıııcı.ci" bir ıuıum almasının önü· Lichıenberg, beden ile- zihin arasındaki
nü açan Kanı'ın "eleştirel felsefesi" sayı­ görünürdeki ayrımın bilinmesi olanaklı
labilir. olmadığı gibi ancak bu ikisinden biri de
Bilimlerin kuramsal ve pratik boyut- olmayan bir dayanağın varlığıyla açıkla­
ları arasındaki ilişki sıirunu bağlamında nabileceği yönündeki Spinozacı düşün­
Lichıenberg, doğanın bütünüyle birliği ceye de bir hayli sıcak bakmıştır.
varsayımı altında düşüncelerini biçimlen- Kant'ın "transendental idealizm"ini
dirmiştir. Bu varsayımdan harekede araş­ belirginleştirmeyi amaçlayan daha sonra-
tırma alanlan arasındaki kopukluğu, bir- ki düşµncelerinde Lichtenberg, şeylerin
birinden başka başka araştırma dallan bizden varlıksal bağımsızlıkları l.praeter
olmasını insan bilgisinin sınırlı oluşuyla -nos) ile uzamsal olarak bizim dışımızda
açıklamışur. Çoğu yerde birbirinden gö- oluşları (extra nos) arasındaki ayrımı dile
rünürde ayrı olan araştırma alanlan ara- getirmek için farklı Latince tümcelere
sında gerçekte olası ilişkiler ve pek çok yer vermiştir. Bu ayrım doğrultusunda
Lipsius, Justus 894

bir şeyin bizden bağımsız olarak varola- betimlenmesinin felsefe araştırmasının


bilınesi için uzamsal olarak bizim dışı­ başlıca ödevi olarak görüldüğü deneyci
mızda bulunması gerekmediğini, dolayı­ yaklaşımıyla Avrupa düşüncesine yepye-
sıyla da bir şeyin bizim içimizde olma- ni bir yön, oldukça üretken bir doğrultu
sına karşın bizden bağımsız olabileceğini çizmiştir. Bu araştırma manuğı uyarınca
ileri sürmüştür. Nitekim Lichtenberg'in özellikle bilgikuramı alanında yaptığı ça-
bu görüşü en iyi anlatımını, Kant'ın lışmalannda, bilme ediminin merkezi zih-
"Ben düşünüyorum" deyişini "O düşü­ ne ilişkin bir dizi betimleyici inceleme-
nüyor" ile değiştirme önerisinde bulun- den oluşan bir felsefe izlencesi doğrultu­
duğu ünlü felsefi (s)özdeyişinde bulmak- sunda yol almıştır. Her türden kuramsal-
tadır. Bu açıdan bakıldığında modern laştırmanın _deneysel verilerle desteklen-
felsefenin temel sorunu "ben", Lichten- miş benzetilere dayalı olarak varsayım­
berg'e göre eylemlerin ya da bilinç ya- larda bulunmaktan geçtiğini ileri süren
şantılannın üreticisi olmaktan çok göz- Locke, geleneksel metafizik dizgelerde
lemcisi ya da tanığı olarak anlaşılabilecek sıklıkla karşılaşıldığı üzere, duyulara aş­
bir tasarımdır. "Ben" üstüne vardığı bu kın birtakım yollarla şeylerin özüne sızı­
sonuçla Lichtenberg, XIX yüzyılın i- lacağı düşüncesine kuşkuyla yaklaşmış,
kinci yarısındaki felsefe tartışmalarına, bu türden bir varsayımla yola çıkan fel-
bütün bir XX. yüzyılın "ben" eleştirileri­ sefe yaklaşımlarına da şiddetle karşı çık­
nin sürekli kendisine göndermede bulun- mıştır. Y ıne din felsefesi alanında da her
masına yol açacak ölçüde kaynaklık et- türden dogmacılığa bütünüyle karşı bir
miştir. Söz konusu "ben" anlayışıyla, felsefe tutumu sergileyen Locke, en çrık
Descartesçı felsefede kendi kendine ye- hoşgörüye karşı en az öğretinin savunul-
ten, kendi içinde özerk, kendisiyle özdeş duğu, alabildiğine esnek bir bakışın yıl­
olarak kavranılan "ben" anlayışının te- maz savaşçısı olmuştur. Bunun yanında
mellerini kökünden sarsmış; ben tasa- siyaset felsefesinde özellikle dönemi için
rımlı düşünme biçimlerinin hemen hep- oldukça devrimci sayılabilecek görüşleri
sinin sorunsallaşmasına neden olmuştur. savunarak, kilisenin egemenliği altındaki
Lichtenberg'in bu devrimci sayılabilecek bir devlet modeli yerine, yönetenlerin
"ben" eleştirisinin yol açtığı etkilerin en yönetilenlerin gönül rızasına dayalı ikti-
belirgin örneği, Wıttgenstein'ın özellikle dannı öne çıkaran, temelde halk ege-
sonraki döneminde "*özel dil uslamla- menliğine dayalı "özgürlükçü" bir devlet
ması" diye bilinen özel bilinç yaşantıları­ modeli önermiştir.
nın olanaksızlığını savunan açıklamaları İnsanın Anlama Yetisi Üstiine Bir De-
temelinde "ben" üzerine söylediklerinde neme (An Essay Concerning Human Un-
görülebilir. derstanding, 1689-1690) adlı çoğunlukla
başyapıtı olarak gösterilen kitabında, Loc-
Lipsius, Justus bkz. Yeni Stoacılık. kC'un baştan sona temellendirmeye çalış­
tığı en olgun biçimini alnuş deneyci fel-
Locke, John (1632-1704) Düşüncele­ sefesi, "bilgi deneyci" bir felsefe anlayışı
riyle deneyciliğin genel hatlarıyla sırurla­ olmaktan çok "kavram deneyci" bir fel-
nm çizmiş; usçuluğa, özellikle de Des- sefe anlayışıdır. Bütün kavramlarımızın
cartes'ın usçuluk anlayışına karşı deneyci deneyden türetildiğini ileri süren Locke,
felsefenin en önemli savunulannın çok buna karşı bütün bilgilerimizin deneye da-
büyük bir bölümünün temellerini atmış yanmadığını savunmaktadır. Bununla bir-
İngiliz filozof. Locke, bilişsel yetilerimi- likte, Doğa Yaran Üstiine Deneme/er(Essays
ze ilişkin doğalcı kavrayışın hep ön plan- on the Law of Nature, 1664) başlıklı ki-
da tutulduğu, dikkatli gözlemlerle deney- tabında savunduğu daha önceki konu-
sel verilerin toplanıp dizgeli bir biçimde mun "bilgi deneyci" bir anlayışa karşılık
895 Locke,John

geldiği konusunda felsefe tarihçileri ara- da "tasarım" ilişkisinin bütünüyle neden-


sında büyük ölçüde bir görüş birliği söz sel bir ilişki olduğunu savunan Locke,
konusudur. Bütün .idealarımızın ya de- nedenselliğin gerçeklik ile idealar arasın­
neyde verili olduğu ya da deneyde verili daki boşluk ya da kopukluk arasında
olan "yalın idealar"ca oluşturulmuş "bi- köprü görevi gördüğünü ileri sürmekte-
leşik idealar'' olduğu saptamasında bulu- dir. Locke, şeylere ilişkin bilgimizi doğ­
narak yola koyulan Locke, geometrinin a rudan onların duyularımızı etkileme güç-
pniıri bir bilim olduğunu kabul etmekle leri dahilinde, onların etkileme güçleri a-
birlikte, geometrik uslamlamaların nes- racılığıyla edindiğimizi, şeylerin özlerinin
nesi ideaların innate olduklarını, yani do- bilgisine gerek duyulmaksızın salt şeyle­
ğuştan geldiklerini reddetmektedir. Loc- rin varoluşlarının bilgisine ulaşuğımızı di-
ke'a göre, "deneyim" her durumda kendi le getirmektedir. Her durumda şeyler, du-
içinde "düşünüm" barındırmaktadır; yani yularımızı etkileyerek belli bir niteliğe ya
deneyimlerimiz zihinsel işleyişlerimiz ü- da nesnedeki bizi etkileme gücüne karşı­
zerine düşünmekle edindiğimiz bir far- lık gelen görüngüsel bir yalın ideaya ne-
kındalık aracılığıyla meydana gelmektedir- den olmaktadırlar. Locke bu yalın idea-
ler. Bu farkındalığı Descartesçı felsefe- lardan sertlik, devingenlik, durağanlık, ni-
nin yandaşları çoğunluk doğuştan gelen celik gibi kimilerini "birincil nitelikler"
idealara (imıate ideas) giriş için bir kapı o- diye adlandırırken; renk, koku, tat gibi
larak değerlendirirken, Locke söz konu- geride kalan öteki ideaları da "ikincil ni-
su farkındalığı "iç duyum" diye adlan- telikler" olarak tanımlamaktadır. Locke
dırmaktadır. Zihinden önce birtakım i- bu ayrıma giderken birincil niteliklere
deaların taşınıyor olması demek, bu an- konu ideaların doğrudan kendilerine ne-
lamda, ya verili olanın ya da çeşitli bi- den olanlara benzc;diklerini, ikincil nite-
çimlerde oluşturulmuş duyusal ya da yan liklere konu idealarınsa kendilerine ne-
duyusal imgelerin (şeylerin duyu!arca al- den olanlarla bu anlamda açık bir ben-
gılandığı biçimiyle) algılanması demekten zerlik ilişkisi içinde olmadıklarını gerekçe
öte bir şey değildir. Buna karşı soyutla- olarak göstermektedir. Bu bağlamda Loc-
malarımızda, yalnızca sunulu olanın gö- ke, nesnelerin etkileme güçleri arasında
rünümlerini düşünmekteyizdir. Sözge!i- ne türden bir etkileşim bulunduğuna iliş­
mi geometrik bir kanıt, bu gibi durum- kin olarak da birtakım idealar oluştura­
lardaki bütün şekillere ilişkin genelleme- bildiğimizin özellikle altını çizmektedir.
ye olanak tanıyarak yalnızca çizilmiş bir O nedenle, tözsel (maddesel) varlığı bu-
şeklin görünümleri üstüne kurulabilecek- lunan her türden nesneye ilişkin idea-
tir. Dolaymyla Locke\ın gözünde tümel lanmızın, o nesneyi gördüğü~üz zaman
ya da evrensel bilgi, soyut idealar arasın­ tanıyıp tarurnlamamızı olanaklı kılan nes-
daki bir ilişkinin ya da değişik ilişkilerin nenin bütün nitelikleri yanında etkileme
algılanışına karşılık gelmektedir; ancak güçleriyle oluşturulmuş "bileşik idealar''
burada yine bizdeki idealara neden olan olmaları zorunludur. Buna ek olarak, her
belli dışsal şeylerin duyumlanmasıyla do- ideanın idealık değergesi kazanabilmesi
laysız bilgileri farkına vararak ediniyor için "genel töz ideası"nı ya da "nitelikle-
olmamız söz konusudur. Bu farkındalı­ rin taşıyıcısı olma ideası"ru da kendi i-
ğın ideayı dışsal bir nedenin göstergesi çinde taşıması gerekmektedir. Locke'un
olarak kullanabilmemize olanak tanıdığı­ burada geleneksel metafiziğin töz tasa-
nı ileri süren Locke, bu duruma örnek nmıru da kendi deneyci felsefe yaklaşımı
olarak beyazın duyumlanmasının bu du- içerisinde yeniden tanımladığı görülmek-
yuma yol açan nesnelerin özellikleri ne tedir. Nitekim geçmişteki metafizik kur-
ise onları imlemekte olduğunu göster- guların bütün varlığın açıklanması ama-
mektedir. Buna bağlı olarak "temsil" ya ayla başvurdukları tinsel dayanak tanımı
Locke,John 896

yerine, Locke tözü nesnelerin taşıdığı Locke bu noktada her türden bilgi ile
bütün nitelikleri birımıda tutamk o nes- ideanın oluşumunda belleğin oynadığı
nenin birliğini ya da özdeşliğini olanaklı son derece önemli role odaklanarak, bel-
kılan metafizik yapıştıncı olarak temel- leğin ancak duyu izlcniınlerinin sağladığı
lmdirmektedir. Töze ilişkin verdiği bu bilgiyi depolama gibi bir yetisi olduğunu
yeni tanımla Locke, bir yanda geleneksel belirterek, duyular dışında herhangi bir
felsefmin varlık sorununu duyular dün- biçimde bilgi edinme olanağını temellen-
yasının duyulur nesnelerinin varlıkbilgi­ dirme çabasını bütünüyle çürütmüş· ol-
sel statüsü düzlemine taşırken, öbür yan- maktadır. Bu bağlamda anlama yetisinin
da şeylerin ancak duyularca algılanabilen konu olduğu bütün ncsnc:leri idealar diye
nitelikleriyle anlaşılabileceğini savunarak, tanımlayan Locke, idealardan her zaman
"nitelikler" ile "niteliklerin taşıyıcısı ola- için zihinde varolan varlıklar olarak söz
rak töz" doğrultusunda yeni bir varlık­ etmektedir. İdeaların varlığına ilişkin ola-
bilgisinin de temellerini atmıştır. Bunun- rak Locke'un ele aldığı ilk sorun, idea-
la birlikte Locke, genel töz ya da madde ların kökeni ile tarihinin izini sürerek,
ile her türdm tözü ya da maddeyi km- anlama yetisinin idealarla nasıl bir işlem
dileri araalığıyla tanıyıp bildiğimiz göz- gördüğünü, deği~ ilişkiye geçme biçim-
lemlenebilir niteliklerin o töze ya da lerini, en önemlisi de idealann bilgisinin
maddeye özel oluşu arasında yaptığı ay- nasıl edinildiğini açıklığa kavuşturmaktır.
nının gerçek anlamda bir aymn olmadı­ Locke'un felsefesinde "idea" teriminin
ğının altını özellikle çizmektedir. Söz ko- bu çok geniş anlamda kullanımı ilkece
nusu ayrım daha çok nesnelerin felsefi büyük ölçüde Dcscartes'tan alınmış ol-
bakımdan çözümlenebilmelerini kolay- makla birlikte, Locke'un terimin "bulu-
laştırmak amacıyla yapıldığından, her za- nuş" anlamına gelen bu Dcscartesçı an-
man için anlama yetimizin sınırlılığına lanunı bir hayli genişletmiş olduğu da bir
görece bir ayrımdır. Locke bu kavram- o kadar açıktır. "Bulunuş" Locke'un i-
salcı bölümlemesinin kapsamını genişle­ deadan anladığının değişik yönleri ara-
terek "bireylcşim ilkesi"nin temellendi- sında yalnızca tek birine karşılık gelmek-
rilmesine yönelik. verdiği ünlü uslamla- tedir. Nitekim idea Locke'un felsefesin-
masında, kişinin bireyliğinin maddesel de aynı zamanda "temsil", "imge", "al-
olmayan bir tin yoluyla değil hiçbir ke- gı", "kavram", "tasanın" gibi çok değişik
sintiye konu olmaksızın sürekli birleşti­ anlamlarda da kullanılmaktadır. Dolayı­
rip bütünleştiren bilinç aracılığıyla oldu- sıyla Locke'un "idea" terimi, geleneksel
ğunu savunmaktadır. Platoncu anlamının çok dışında bir an-
Locke'un sczıı;iciJW P!atoncu-Augus- lam taşımaktachr. Nitekim İnsanm Anla-
tinusçu-Descartesçı düşünme çizgisinde ma Yetisi Üsliinı Bir Denıme başlıklı yapı­
kendisini açık bir biçimde gösteren, dün- tın doğuşt.an gelen idealar konusu üstün-
yaya doğuşt.an birtakım idealarla geldi- de duran birinci kitabı, insan deneyimi-
ğimiz anlamına gelen doğuşr.analığıı (iıı­ nin alabildiğine büyük bir çeşitlilik sergi-
IUllislll) karşı açılmış deneyci bir savaştır. lediği gerçeğine değindikten sonra, "ge-
Bu noktada bütünüyle zihnin tüm idea- nel" ve "soyut" idealar ol uııturma işinin
lan deney yoluyla, dünyaya geldikten içerdiği kmdine özgü güçlük üzerine yo-
sonra edindiğini düşünen Locke, zihin ğunlaşmaktadır. Söz konusu türden idca-
tarafından bir biçimde algılanmamış bir lann deneyimi önceledikleri görüşünün
ideanın zihinde bulunmasının hiçbir bi- tam anlamıyla gülünç olduğunu söyleym
çimde söz konusu olmadığını gerekçe Locke, bütün bilgilerimizin bütün bö-
göstererek, doğuştan getirilen idealar lümlerinin kökenlerinin aynı ölçüde ve
yaklaşımını "saçmaya indirgeyen" bir us- aynı tarihsel ölçekte deneyimde yattığını
lamlama yapısıyla hareket etmektedir. savlamaktadır.
897 Locke,John

Bilgikuramı bağlamında geliştirdiği bilgikuramıyla sınırlı kalmaz. Nitekim fi.


düşüncelere genel olarak bakıldığında, lozof özellikle siyaset ile devlet felsefesi
madde, zihin ya da bu ikisi arasındaki i- alanlarında yapuğı çalışmalarla kendin-
lişkiler üstüne Locke'un herhangi türden den sonraki düşünürler üstünde bir hayli
bir varsayım doğrultusunda uslamlama- etkili olmuştur. En genel anlamda Loc-
da ·bulunmaktan özellikle kaçındığı göz.- ke'un siyaset felsefesinde üç ana yasako-
lenmektedir. Nitekim geliştirdiği felsefi yucunun varlığından söz edilebilir: "Tan-
yaklaşımın başlıca amacı, varolan bütün rı", "kamusal görüş'', "devlet ya da hü-
varsayımları insanın anlama yetisinden kümet". Tann'nın yetkesinin doğrudan
temizleme amacına yöneliktir. Bütün i- doğruya yarımcı olma konumundan ileri
dealanmızın deneyden geldiğini sürekli geldiğini söyleyen Locke, doğa ya da ah-
vurgulayan Locke, zihinde hiçbir doğuş· lak yasasının her zaman ve her durumda
tan idea olmamasına karşın zihnin anım­ bizim iyiliğimizi s,rözeten Tanrı'nın "iyi
sama, alwlama, isteme, yalın idealardan istenci"nin bir yapın olduğunu belirt·
bileşik idealar oluşturma gibi doğuştan mektedir. Locke'un siyaset fc:lsefcsinde
yetileri bulunduğunu ileri sürmektedir. baştan beri en altta olduğu düşünülen
Bu açıdan bakıldığında Locke'a göre de- hükümederin yetkesi, bireylerin doğal
nerim ikikatlı bir yapı sergilemektedir. haklarını en üst düzeye çıkarabihnek ve
Giizlemlerimiz ya dışımızdaki duyulur en etkin bir biçimde yaşama s,reçircbil-
nesneler üstüne kurulmaktadır ya da içi- mek amacıyla, bireylerin tek başına çok
mizde, daha doğrusu zihnimizin içsel İŞ· fazla bir şey ifade etmeyen güçlerinin
!evleri aracılığıyla gerçekleştirilmektedir. merkezi bir elde toplanması amacıyla
Bunlardan birincisi olan dışımızdaki nes- vardır. Locke'un siyaset felsefesini en ol-
nelere yiinellk gözlemlerimize dayalı ola- gun biçimiyle, Devlet Yönetimi Üstüne iki
rak edindiğimiz idealar bütünüyle duyu- Yazı (fwo Treatises of Government,
larımıza dayandığı için I..ocke bu idea e· 1689-1690) adlı yapıunda, özellikle de i-
dinim sürecini "duyum" diye adlandır­ kinci yazı olan "Sivil Devlet Yönetimi-
maktadır. Buna karşı ikincisine, yani her nin Gerçek Kökeni, Kapsamı ve Amacı
insan tekinin dışarıdaki nesnelere ilişkin Üstüne Bir Deneme" ("An Essay Con-
duyumlamasıyla edindiği kendi içindeki cerning the True Original, Extent, and
idealardan belli zihinsel yetilerini kulla- End of Civil Government") başlıklı ça·
narak yeni idealara, bir anlamda içsel du- lışmasında bulmak olanaklıdır. Daha ön-
rumlara ulaşmasına ise "düşünüm" adını ce de belirtildiği üzere Locke'un bu iki
vermektedir. Daha iince de belirtildiği Ü· yazısında da düşüncelerine egemen olan
zere, l ..ocke'un felsefesinde doğuştan h>el· temel anlayış, yönetme hakkının iizü ge-
ıne idealar düşüncesine yer olmamakla reği yönetilenlerin yara_nna yünetme ii-
birlikte, "duyu izlenimleri" bilginin edi- devi ile belirleniyor olmasıdır. Bu temel
nilmesinin tek yolu da değildir. Zihin bu ödevi tanımayı ya da yerine getirmeyi ba-
anlamda Locke'un deyişiyle anlama yeti- şaramayan bir devlet yönetimi, l.ocke'un
sini idealarla donatmıştır. Burada dikkat deyişiyle kendisine başkaldırma hakkını
edilmesi gereken nokta, Locke için zihin da meşru kılmaktadır. Locke, devlet yö-
ile anlama verisi arasında belli türden bir netiminin insan icadı bir yapı olduğunun
ayrımın yapılamayacağıdır. Bu anlamda, alunı çizerken, bir anlamda özellikle cs-
siizgelimi zihin belli bir eylemde bulu- kiçağ ile ortaçağlarda egemen olan Tan-
nurken, zihnin bulunduğu eyleme ilişkin nsa! buyrukların yeryüzünde gövdelen-
hep bir ideası bulunmak zorunda oldu- mesi işlevini yerine getirmek amacıyla
ğundan zihnin kendisi de duyumlarla ay· yerleşiklik kazanan ''Tanrı Devleti" tasa·
nı iilçüde bir bilgi edinme kaynağıdır. nmına da büyük ölçüde karşı çıkmış ol-
Locke'un felsefeye katkılan yalnızca maktadır. "İkinci Yazı"da Locke, "doğa
Loclc:e, John 898

duıumu"nda tek tek her insanın kendi pıunda ortaya koyduğu, Monark'ın tan-
dışındaki öteki insanları tannsal ya da nsal ve saltık anlamda yönetme hakkı
doğal ahlak uyannca korumakla yüküm- bulunduğuna dayalı siyaset felsefesi öğ­
lü olduğunu ileri sürerek, hiç kimsenin retisini çürütmek; (ıı) yurttaşın özgürlüğü
bir başkasının yaşamına, sağlığına, öz- ile siyasal düzeni uyumlu bir biçimde bir
gürlüğüne ya da mülkiyetine kastetmek araya getirecek yeni bir siyaset felsefesi
gibi bir hakkı kendisinde görmemesi ge- kuramı geliştirmek. İlk yazının çok bü-
rektiğini dile getirmektedir. Bununla bir- yük bir bölümü Filmer'ın düşüncelerinin
likte her yurttaş, devlet yönetiminden aynntılı bir eleştirisini, özellikle içerdiği
önce, kendi kişilik haklanna saldırmak açmazlar ile çelişkilere yoğunlaşarak sun-
yoluyla hukuku çiğneyenleri belli ölçü- maktadır. Locke'a göre, Filmer'ın öne
lerde cezalandırmak gibi bir hakka sa- sürdüğü Adem'in saltık egemenliği gü-
hiptir. Locke'a göre, "doğa durumu" yal- nünkoşullandüşünüldüğünde taşıdığı. bü-
nızca bir ideal soyutlama olmayıp içinde tün değeri ve önemi yitirmiştir. Locke
küçük toplulukların üyelerinin yaşamış doğrudan Hobbes'un siyaset felsefesine
ve halen de yaşamakta olduğu, savaş çık­ açık bir göndermede bulunmamakla bir-
madıkça bağımsız ulus devlet ·yönetim- likte, özellikle doğa durumunda saltık mo-
lerinin iş başında olduğu tarihsel bir du- narkın bütiliı egemenliği öznelerin kendi
rumdur. Bu anlamda Locke, savaş du- aralanndaki ilişkilere bıraktığını savlarken
rumunda uluslararası ilişkilerin kurulu usunun bir köşesinde Hobbes'un görüş­
yetke tarafından yazılıp karara bağlanmış lerini tutuyor gibidir. Öte yanda ikinci
pozitif hukuk doğrultusunda işlemediği­ yazıda toplum ve siyaset felsefesinin te-
ni belirterek, banş sağlandıktan sonra ise meli olacak biçimde birtakım öğretilerin
bu yetkenin hukuku çiğneyenleri geçmişi geliştirilmesi söz konusudur. Bu bağlam­
onarmak ve geleceği güvence alana al- da Locke'a göre emek, mülkiyetin köke-
mak amacıyla ortadan kaldırmasının en ni ve temelidir; toplumda kurulan bağıt
doğal hakkı olduğunu ileri sürmektedir. ya da yapılan 5Qzleşme devlet yönetimi-
Sivil toplumda hukuk etkinlikle işlemez nin belkemiğini oluşturmakta, devlet yö-
oldıığuncla "savaşma hakkı" ya da "ken- netiminin hem kapsam alanını hem de
dini savunma hakkı" kendiliğinden doğ~ sınırlanru belirlemektedir. Bu anlamda
maktadır. Locke'un doğa durumunda her iki öğretinin altında da bireyin öz-
"özgürlük", her türden kısıtlamaya karşı gürlüğü düşüncesi yatmaktadır. Doğa du-
tam bir bağımsızlık içinde olunduğu ah- rumu devlet yönetimi diye bir şey bilmez
laksal bir doğa yasasıdır. Bu bakımdan de tarıımaz da; ama onun içinde yaşayan
devlet yönetimi altındayken özgürlük, bireyler tıpkı siyasal toplumda olduğu ü-
herhangi. bir yurttaşın kendi keyfi iste- zere Tanrı'nın yasası olan ahlak yasasına
ğinden çok, herkes için, toplumun tek göre yaşamakla yükümlüdürler. Yıne Loc-
tek bütün bireyleri için geçerli olan genel ke'un 'siyaset felsefesi anlayışında, insan-
bir yasadır. Köleliğin sava§Jn doğal bir lar bütünüyle özgür, her bakımdan da
uzantısı olduğunu savunan Lockc, savaş birbirleriyle eşit doğmaktadırlar. İnsanla­
ne kadar adil bir olaysa köleliğin de o nn çoğalması, yaşanan toprağın kalaba-
kadar adil olduğunu düşünüı:ken, suçlu- lıklaşmasıyla birlikte, birtakım toplumsal
lara ölüm cezası vermek yerine tıpki kö- kurallann konması, dolayısıyla da bunla-
leler gibi suçlulann da sivil toplum dışına ra uyulması gereğinin başgösterdiğini söy-
itilerek cezalandırılmalarını adilce bir çö- leyen Locke, söz konusu kuralların ister
züm olarak görmektedir. istemez ahlak yasasının ya da doğanın
Devlet Yönetimi Üıtiine İki Yazı'nın, ilk gereklerine dayalı yasaların dışında yasa-
bakışta iki amaçla yazıldığı görülmekte- lar olmalan gerektiğini özellikle vurgu-
dir: (i) Robert Filmer'ın Patriarcha adlı ya- lamaktadır. Bu noktada Locke, devlet
899 logos

yönetiminin salt ekonomik zorunluluğa sinde, özellikle de Platon'da, insan ru-


bağlanamayacağı, devlet yönetimine ge- hunda içkin olarak bulunan ve ruhun di-
rek duyulmasının nedeninin çok daha ğer kısımlannı yönet.en "akıl yetisi" için
başka olduğu saptamasında bulunmak- kullanılan t.eı:iın; ruhun en üstün parçası
tadır. Buna göre, ahlak yasası her zaman olarak bizi idealann bilgisine ulaşııracak
için geçerli olsa bile, söz konusu yasayı "ussal yeterlik".
koruyup sürdünnek her durumda ola-
maklı değildir. Bu nedenle birtalam insan logo/ spermadkoi (Yun.) ~ng. ll111İttal
yapımı yasalann toplum yaşamına kon- rrasou, Lat. ralirmu stmi11alı.ıj İlkçağ Yu-
ması, bu yasaları çiğneyenlerin de ccza- nan felsefesinde, özellikle de Stoacılıkta,
landıı:ılmalan zorunludur. Doğa duru- doğanın tüm görüngülerinde açığa çıkan;
munda herkes eş ölçüde cezalandırma şeylerin doğup büyümesini, gelişmesini
hakkı taşırken, sivil toplumda bu hak yöneten; evrende hüküm süren oluş ile
hukukun çok daha etkin ve düzenli bir değişmenin ana nedeni olarak görülen
biçimde uygulanabilmesi amacıyla tek "akıl tohumcukları"na verilen ad.
tek bireylerin elinden alınarak belli ku- Stoacılık için tekçi bir dizgede hem
rum ve kuruluşlann yetkisine verilmiştir. çokluğu hem de ercksclliği açıklamaya
Devlet yönetiminin "toplumsal sözleş­ yarayan lo~i spnmatilıoi öğretisi, sonralan
me" üstüne kurulması demektir bu. Söz Yeni Platonculuk'ta, özellikle de Ploti-
konusu sözleşme uyarınca hem t.ek tek nos'ta 'yeniden ortaya çıknuştır. Plotinos'
bireylerin hem de bir bütün olarak dev- a göre *P!Jleht'de (ruh) bulunan ve onun
let yönetiminin güçleri ve yetkileri sınır­ devinimini sağlayan· bu "akıl tohumcuk-
landırılmak durumundadır. Her iki tara- lan", varolan .her şeyin çekirdekleri ola-
fın da birbirine karşı yerine getinnesi mk varlığın tüm aynntılarıru içerir ve her
beklenen karşılıklı sorumluluk ve yü- bir varlığı diğer varlıklardan ayrı kılan
kümlülükleri vardır. Bununla birlikte söz özniteliklcri verir (Dolulz.bıklar 11, 3,14;
konusu sorumluluk ve yükümlülüklerin IV, 3,10).
yeniden yazılıiıası, çeşitli ekleme ve çı­
karmalar yapılarak değiştirilmesi devlet logos (Yun.) Eski Yunanca'da "akılla
yetkesinin her zaman için yetkisi dahi- kavrama"yı bildiren lııg kökünden gelen
lindedir. "önemli bir şey söylemek'' anlamındaki
Felsefeye yaptığı tüm bu katlalarla ltgein'den türetilmiş sözcük. Antik Yu-
yeniçağ felsefesinin öncüleri arasındaki nan'da yalın, ilk anlanu "söz" olan lo~r,
yerini sağlamlaştıran Locke, gerek ortaya ilkçağ Yunan felsefesinde bilim, akıl (us);
koyduğu bilgikuramıyla deneyciliğin te- düşünce, düşünme yetisi, uslamlama, tc-
mcllcrini yıkılmazcasına atmasıyla, ge- mcllendirme, kanıt, sav, önerme; açıkla­
rekse siyaset felsefesinde savunduğu yeni ma, tanım, neden (gerekçe), anlam; söy-
ve devrimci görüşlerle İngiliz ve Fransız lem, tartışma; yasa, evren yasası ve o-
aydınlanmalannın esin kaynağı olmasıyla mnu türünden pek çok anlanu da bann-
felsefece düşünmenin tarihif!deki yerini dırarak felsefenin en temel, vazgeçilmez
fazlasıyla hak etmiştir. Ayrıca bkz. mo- kavramlarından biri olmuştur.
dem felsefe; deneycilik; İngiliz De- Bu geniş anlam yelpazesi içinde /tJ~
neycileri; tabula rasa; güç/iktidar. kavranurun izini sünnek oldukça güç ol-
sa da bir o kadar da öğreticidir. Felsefi
logismos (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe- bir terim ol~ /tJ§J/un fılizlcnişi.ni, Sok-
sinde "gidimli düşünce" ya da "akılyü­ rat.es öncesi doğa felsefesi döneminin öz-
rüttne" anlanunda kullanılan terim. gün 6lozoflanndan Herakleitos'a borç-
luyuz. Ona göre /tJ~r evrenin alunda ya-
logistikon (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe- tan,. onu ayakta tut.an düzenleyici ilke;
logos 900

evrenin temelindeki ussallıktır. Heraklei- 1134a; il, 1103b; VI, 1144b). Aristoteles
tos'un düşüncesinin belkemiğini. oluştu­ logo/tan aynca matematiksel oran, orantı
ran "akış öğretisi" bağlamında logor, dü- diye de söz eder (Metafizik, 991 b).
zenli akışı sağlayan, çeşitliliği bir birlik Herakleitos'un öğretisinden yola çı­
içinde tutan evrensel us; bir başka de- kan Stoacılık'ta ise logor, evtende hüküm
yişle Doğa'dır. "Değişme"nin yasakoyu- süren ussallığı yönlendiren tanrısal güç;
cusu, Doğa'daki uyumun miman olan lo- doğada içkin durumda bulunan tanrısal­
gor, karşıtlıklardan doğan gerilimin yarat- lık (koinor logor); evrendeki düzenin ana
tığı "kozmik süreç"te iş gören Doğa Ya- kaynağı olarak oluşun, gelişmenin, değiş­
sası; Jiirtkli olu/un ilkesidir. Herakleitos' menin tohumlaı:ını taşıyan akıl ilkesi (* lo-
un dünyaya düzenlilik ve ussallık kazan- goi ıpermatikoı); evrenin yasasıdır. Tıpkı
dıran "kozmik ilke"si, yani logolu, aynı Herakleitos gibi Stoacılar da logolu "a-
zamanda insanın eylemine yön veren, in- teş"le (.pyr), maddi bir güçle özdeşleştir­
san aklının başvurabileceği biricik "ya- miş; "doğa"yla (Jıl?Jsir) ve Zeus'la bir tut-
şam ilkesi"dir. Böylelikle Herakleitos, muştur. Aynı zamanda "doğayla uyum i-
dünyanın ussal yapısı ile insanın akılcı çinde yaşama" düsturu olarak logolu ah-
eylemesi, akıla söylemi arasındaki bağ­ lak değerlerinin biricik kaynağı olarak
lantıyı da vurgulamış olur. görmüşlerdir. Stoaolann dilbilim öğreti­
Platon ile Aristoteles ise logolu, genel lerinde "iç logo!' (düşünce) ile "dış logo!'
olarak, bir şeyi anlaşılır kılan mantıksal · (söz, konuşma) arasında bir aynına git-
temel, dayanak arılamında; *nou!un gör- meleri ise düşünceyle dil arasındaki uyu-
düğü işleve yakın bir anlamda kullan- mun logor sözcüğünün ikili anlamında
mışlardır. Platon, mytbor (söylen; mit) ile saklı olduğunu savunarıların ilk dayanak
logor karşıtlığından yola çıkarak, logolu noktası olmuştur. Bu aynm Yunan felse-
doğru, çözümleyici bir açıklama diye de fesini Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat'la
betimlemiştir. Bu genel kullanım içinde, özdeşleştirmeye çalışan İskenderiyeli Phi-
Platon da logolu, özellikle de bilgikura- lon'un karmaşık logor görüşünü de etki-
mında, çeşitli anlamlarla donatmıştır. Söz- lemiştir.
gelimi Pbaidon diyalogunda (76b) doğru Philon'la (ykl. M.Ö. 20-M.S. 50) bir-
bilginin f:'epirteme) ayına bir özelliği ola- likte logos kavramı tannbilimin çekim ala-
rak logor birisinin bildiğini açıklayabilme nına girmiş oldu. Bundan böyle, Yeni
yetisi (temellendirme) anlamında geçer. Platonculuğun da etkisiyle (örneğin Plo-
T:heairetor diyalogunda da (201 c-d) logo! tinos) logor her şeyin kökeni olarak "Tan-
un bu yönü episteme'yi tanımlarken kulla- n'nın Sözü"; Tanrısal/Kutsal Akıl; Tanrı
ıulır. Buna göre doğru kanı (*dok.ta) an- ile evren arasındaki kutsal köprü türün-
cak kanıta ya da açıklamaya (logor). yani den anlamlara büründü. Skolastik felse-
doğru uslamlamaya dayanırsa bilgi (epir- fede, özellikle de Augustinus'ta, logor bil-
teme) olur. Aynı diyalogda Sokrates bu giye kavuşmamızı sağlayan Tannsa! ışık,
bağlamda logo/un ne demeye geldiğini u- bilginin asıl kaynağı olarak karşılık bul-
zun uzadıya tartışıp (206c-210b) şu so- du. Yine Hıristiyarılık öğretisinde logos,
nuca varır: "Bir şeyin ayına özelliğini insan kılığına giren İsa'da vücut bulan;
betimleyen önerme; bir konuyu diğer onda kendini gerçekleştiren Tannsa!
bütün şeylerden ayıran kanıt." Aristote- Söz'dür.
les'te ise logor sık sık "tanım" anlamına Son olarak, retoriğin başlıca savunu-
gelen horirmolla eşanlamlı olarak; bazen cusu olan Sofist düşünür Gorgias'ta ise
de, özellikle etik söz konusu olduğunda, logos, sözün gücü; aydırılatmaya değil de
akıl, ussallık ya da "doğru akıl" (orthor lo- etkilemeye, ikna etmeye yönelik sözün
gor, sağduyu) anlamında kullanılmıştır karşı durulamaz gücüdür (Platon, Go'lfar
(Politika, 1332a; Nikomakhor'a Etik, V, ya da Sifylev Sanalı Ürtiine).
901 Lukaca, Gy&gy

logos orthos (Yun.) İlk.çağ Yunan felse- araştırmanın başlıca nedeninin tanrılam
fesinde sağlanı teınelleıc dayalı akı.lyü­ ve yera!tındaki yaşama (hatiıi) ilişkin boş
riitıne biçimlerini ya da doğru uslamla- inançlara dayanan korkulardan bizi öz-
mayı nitelemek için kullanılan terim; A- gürleştirmesi olduğu bütün şiir boyunca
ristoteles'te "sağ/ doğru akıl" (artbaı la- önceden kabul edilmiş gibidir. Lucretiııs
sawnduğu düşüncelerle
gerek_ "ilahi
~· bu
takdir'' düşüncesine önem veren Stoacı­
Lucretius (M.Ö. yld. 99 /94-55/50) Ro- lan, gerekse "ruhun ölümsüzlüğü"ne ve
ma İmparatorluğu döneminde yaşamış dolayısıyla "ruh göçü"ne inanan Platon-
Epikurosçu filozof-ozan. Tam adıyla Ti- cular ile Pythagorasçdan karşısına alıp e-
tus Luactius Carus'un yaşamı hakkında leştirmiştir.
Aynca bkz. ilkçağ felsefesi;
-44 yaşında intihar etmiş olmasının dı­ Epikuroa; Epikurosçuluk; De renun
şında- fazla bilgi bulunmamaktadır. Eği­ natura.
timli bir ozan olan Lucretius özellikle
Yunan edebiyatından etkilenmiş, cğitici­ Lukaca, György (1885-,-1971) Avrupa
öğretici şiir geleneğin.ele şiirler kaleme al- anadamar Marxçıhğını derinden etkile-
mıştır. Şiirlerinde fizik ve doğa yasalanru yen Macar Marxçı felsefeci, yazın ve es-
odağa aldıysa da ahlik üzerine bölümler tetik kuramcısı. Lulcics düşünce tarihin-
de yazmıştır. Bilinen ve oldukça kapsam- de gerek Marxçı estetik kuramıyla, geıck
h tek yapıtı De ""'"' ııahmı'da- (Şeylerin modernizme ve sanatçıların siyasi dene-
Doğası Üzerine/Evrenin Yapısı) Lucre- timine karşı çıkan sanat ve edebiyat ku-
tius'un şiiri Latin şiiı:ioin doruk noktası ramıyla, gerekse diyalektiği diizenekçi
olarak değcı:leııdirilmektcdir. Lucretius' maddecilik ile dogmacılığa karşı savunu-
un Epikurosçu evren anlayışını serimle-- şuyla dikkat çeker.
eliği altı bölümden oluşan yapıtının bi- İlk dönem çahşmalan olan Dit Seele
rinci bölümünde boşluğun sonsuzluğun­ 11114 ti# Formnt (Ruh Vl: Biçimleri, 1911)
da hareket eden atomlann _varlığı tantt- ile Dit Tlıeoriı ıiu Roman/da (Roman Ku-
lanırken, ikinci bölümde bütün sonlu ramı, 1920) Hegel ve Kant'ın etkisi.yle
dünyalann ölüme ya da yokoluşa yazgıh insan deneyiminin öznelliği ve toplumsal
oluşu ıcsmedilir. Üçüncü bölüm ruhun deneyimin boşluğu üzerinde duran Lu-
atomlardan oluşan yapısını ve ölümlülü- öcs, daha sonra Matxçılığa yöndmiştir.
ğünü tatutladılttan sonra ölümde korka- Lukacs dönemin siyasal gelişmeleri
cak bir yan olmadığı üzerine bir ilahiyle nedeniyle Komintem tarafından eleştiri­
son bulur. Dördüncü bölümde duygula- ye uğrayıp içindeki göriiJlcri yadsımak
nım ve düşünce tartışması cinsel ya da zorunda kaldıysa da, Gırlıit:hR 1111ıi Kltu-
bedensel tutkulann lanetlenmesine wnr. St11bantstrıİll'da (Tarih ve Sınıf Bilinci,
Görülür dünyanın biçimleri ve içerikle- 1923) bugün Luücs'ın temel savlan ola-
rinin tartışıldığı beşinci bölüm, yaşamın rak kabul edilen görüşlerin tamamım ya-
ve -evrenin evrimine ilişkin bir açıldt­ kını bulunabilir. Lı.ıkacs bu çalışmasmdıı
mayla sona erer. Altıncı bölüm gökyü- MaEXÇılık konusundaki özgün görüşleri­
zünü ve yeryüzünü yöneten güç!Cl'C iliş­ ni geliştirmiş ve sanatta bİfİ1llin gelişimini
kindir ve A.tim'yı saran vebanın betim- sınıf tarihine bağlayarak edebiyat ve sa-
lendiği kasvetli bir anlatımla biter. De ,._ nat kuramının ilk temellerini atmıştır.
rt1111 11a1Nrtlda Epikurosçu etik kuımıı Lukacs bu özgün görüşünde altyapı/üst­
dizgeli bir biçimde de ahmnamış olsa da yapı çözümleme modelinin yerine "şey­
Epikurosçulıığun genelde kabul göıcn leşme" ve "yabancılatma" kavtıımlannm
temel savlan olarak hazzın biricik iyi ol- önemli bir rol oynadığı Marx'ın Hegel-
duğu; hazzın en değerli biçiminin korku cileştirilıniş bir_ yorumunu ortaya koy-
ve kaygıdan özgürleşme oldıığu; doğayı muştur. Bu yorum, Man'ın 1930'lamı
Lukacs, György 902

başına kadar basılmadığından bilinme- bildirmektedir. Bu arada unutmadan Lu-


yen 1844 E,&azmalan'ndaki düşüncele­ kıics'ın,Hegel'i izleyerek tarihin açık uç-
riyle de uyum içindedir. Bu anlamda Lu- lu olmadığını, insanlığı belirli amaçlar
kıics sonraları önemli bir taraftar kitlesi doğrultusunda sürükleyen bir mantığı ol-
edinen Marxçılığın insancı yorumunu da duğunu söylese de, Hegel'in "Saltık Tin"
öncelemiştir. ini saçma bularak onun yerine işçi sını­
Lukacs'a göre modem felsefenin so- fını yerleştirdiğini bclirtınek gerekmek-
runlan, felsefenin kategorileri tarihsel ve tedir. Nitekim Lulcics Tarih ve S1mf Bi-
toplumsal kategoriler olduklanndan, ta- lim:lnde işçi sınıfı deneyiminin tarihin
rihsel ve toplumsal sorunlardır. Dolayı­ öznesi ve nesnesi olduğunu; Marıı:çılığın
sıyla kategorik ikiliklerle başa çıkmak, dü- da bu deneyimi toplumsal bütünlüğü i-
şüncede de bunları toplumsal bütünlüğe çinde kurabileceğini savunmuştur. Lu-
yerleştirmek ve modem toplumun kate- kıics'a göre bütünlük anlayışı şeyleşme­
gorik yapılarını gerçeklikte dönüştürmek nin ve meta fetişizminin etkisi altındaki
yoluyla mümkündür. Lukacs bu ikilikle- toplumsal gerçekliğin görünüşünün al-
. rin diyalektik aracılığıyla aşılabileceğini tında yatan gerçek insan ilişkilerinin an-
savunur. Böylece diyalektiği modem fel- laşılmasını olanaklı kılmaktadır.
sefenin oluşturduğu ikilikleri -özne ve Marxçı felsefenin en önemli, en etkili
nesne, özgürlük ve zorunluluk, kuram ve yapıtlarından Tarih ve Sınıf Bilincı'ni ka-
pratik- aşan tarihsel ve kategorik bir dü- leme alan Lukacs, aynı zamanda XX.
şünme biçimi olarak kavrar. Marxçılığın yüzyılın önde gelen siyaset kuramcıların­
özünün bir dizi özel düşüncede değil, di- dan biridir. Marx'ın düşüncelerinin He-
yalektikte yattığını savunur. gel diyalektiğine dayandığını göstermeye
Sosyalist devrimin kapitalizmin çeliş­ ve kuramsal araştırmanın bir biçimi ola-
kileri sonucunda kendiliğinden gerçekle- rak tarihsel maddecilik ile onun kapitalist
şeceğine inanmayan Lukıics, nesnel ikti- toplumun dayattığı düşünme yordamla-
sadi süreçlerin kendi başlarına kitle bi- nnda yarattığı devrimi irdelemeye çalış­
lincini dönüştüremeyeceğini ve kitle bi- mıştır. Lukıics'ın bu tasarısı daha önce-
lincini dönüştürmenin ideolojik bir sava- den Engels ve Plehanov tarafından dile
şımı gerektirdiğini savunarak Ortodoks getirilmiş olsa da o, doğa bilimlerinin
Marxçılığa karşı bir tutum sergiler. Lu- yöntemleri ile tin bilimlerinin yöntemleri
kıics'a göre, Ortodoks Marxçılar yalnızca arasında keskin bir ayrım yapan Kıta dü-
tasarlayabileceğimiz ya da gözlemleyebi- şünce geleneğine, XX. yüzyılda, Marx'ta
leceğimiz nesnel tarih süreçlerinin bu- her ikisinin benzer işlediği düşüncesini
lunduğunu savunarak insanı nesnel açı­ sokmuştur. Marx'ı hem kaçınılmaz top-
dan edilgen izleyici haline getirmekte, in- lumsal dönüşümün ve diyalektiğin hem
sanın özündeki yaratıcılığı yabancılaştıra­ de tarihin öznesi olan işçi sınıfının tari-
rak kişisel olmayan güçlerin eline teslim hinin ve devrimci öznelliğin kuraması
etmekte ve böylelikle de burjuva düşün­ olarak görmüştür. Bu Marxçılık yorumu
cesinin şeyleştirme eylemine bağlamak­ her ne kadar devrim sonrası Sovyetler ile
tadırlar. Şcyleştirmeyi insan emeği ürün- uyum içinde olsa da nesnel koşullara
lerin özerk şeylere, verili görüngülere vurgu yapan ortodoks tarihsel maddeci-
dönüştürülmesi süreci olarak gören Lu- liği yeniden ele· almak için felsefece ve
kıics, "şeyleştirme" düşüncesini Marx'ın siyasal gerekçeler de öne sürmüştür. Bu
"meta· fetişizmi" kavramının kültürel ge- nedenle genel düşüncesi ve kişisel çö-
nellemesi olarak ortaya koymuştur. Bu zümlemelerinin niteliği daha sonraki
genelleme Marxçılığın şeyleştirilmiş bir Marxçılık tartışmalarının belirleyicilerin-
elmnomi kuramından bir praksis felsefe- den olmuştur.
sine dönüştfüülmesinin zorunluluğunu Luk:ics Tarih ve Sınıf Bilincı'ndc temel-
903 Lvov-Varşova Okulu

!erini atuğı edebiyat kuramını Ess'!JS iiber sa ile bir oldukları inanışı bağlamında İsa
P.ealismus (Gerçekçilik Üzerine Deneme- kadar günahsız olduklarını öne sürmüş­
ler, 1948), Deutsrhe P.ealisten des 19. Jarhr- tür. İnanç günahkarın içinde Tann'nın
lmnderts (XIX Yüzyıl Alınan Gerçekc;:ile- sözü ile ortaya çıkmaktadır ve kutsal ruh
ri, 1952), Der mssir&he P.ealismus in der insana İncil aracılığıyla doğru yolu gös-
WeltliterafHr (Dünya Edebiyatında Rus termektedir. Bu yaklaşım felsefece ol-
Gerçekçiliği, 19 52), Der historisrhe Roman maktan çok aşkın bir inanç tasanmına
(farihsel Roman, 1955) gibi çalışmala­ dayanmakta ve kuşkusuz usu bir kenara
rında geliştirmiş ve iyi bir gerçekçi roma- itmektedir. İnannuşların içinde kutsal o-
nın toplumsal ilişkilerin yüzeysel görü- larak işleyen inanç, doğal olarak iyi şeyler
nüşlerinden çok, bu ilişkilerin altında ya- üretmektedir; ne var ki iyi şeylerin temel-
tanları betimlemekle yükümlü olduğunu lendirilmeleri bu yolla yapılmaz; bunlar
savunmuştur. Lukacs bu görüşüyle top- daha çok Tanrı aşkına inancın özgürce
lumcu gerçekçilerin yoğun eleştirilerine dile getirilmeleridir. Luther'e göre, bu
maruz kalnuştır. dünyada çok az gerçek inanan olduğun­
Otuzun üzerinde yayunlannuş kitabı dan kendi kurallannı koyan ve kimi şey­
bulunan Lukacs'ın diğer önemli çalışma­ lere zorlayan bir devlete yine de gereksi-
Jan arasında Die Eigenart des Asthetisrhen nim bulunmaktadır. Luther, döneminin
(Estetik, 1962), Der junge Marx (Genç Kilise egemen ortanunda geçerli olan
Marıı:, 1965) ve bugün bile pek az anlaşı­ tinsel mevkilere göre yapılan ruhban ve
lan Zur Ontologie des gesellschaftlichen Stins dindışı sı.nıflar ayrınuna karşı çıkarak
(foplumsal Varlığın Varlıkbilgisi Üzeri- tüm insanların eşit olduğunu savunmuş­
ne, 1971) sayılabilir. tur. Hiçbir dünyevi (ölümlü) kişinin, yet-
kilinin ya da yasanın gerçek Hıristiyan'ın
Luther, Martin (1483-1546) Alınan vicdanı üzerinde söz ya da hak sahibi
tanrıbilimci ve Protestan Reform hare- olamayacağını ileri sürerek Kilise'nin in-
ketinin öncüsü. Martin Luther'in Kutsal sanları yönetmeye soyunmaması gerekti-
Kitaba ve Augustinus'a dayanan tannbi- ğini belirtmiştir. Kilise'nin görevi sadece
lim öğretisi ile Hıristiyanlık üzerine gö- ibadet ve ayinleri yönetmekle ya da öğüt
rüşleri Protestanlığın en temel kaynaklan vermek ve aforoz etmek gibi işlerle sı­
arasında sayılmaktadır. Luther Hıristiyan­ nırlı olmalıdır. Luther'in ortaya attığı bu
lığın önerdiği toplum biçiminin İsa'nın görüşler, Kilise'nin sıradüzenli (hiyerar-
önderliğindeki bir sevgi toplumu oldu- şik) yönetim anlayışına ters düşmüş ve
ğunu, zor içermediğini ve bu toplumun dinsel bir yenilenmenin (Reform) doğ­
üzerindeki tek gücün, kelamın ("Tanrı' masına aracı olmuştur. Bu yenilenme ha-
nın sözü") ve iknanın gücü olduğunu reketi kendini Roma Kilisesi'nden ayrı­
savunmuştur. Zamanın tannbilirninin ve lan Protestanlık biçiminde ortaya koy-
dinsel pratiklerinin kurtuluş kaygısının muştur.

üstesinden gelemeyeceğine inanan Mar- Oldukça güçlü bir kaleme sahip olan
tin Luther, Tann'nın insandan istediği­ Martin Luther, geriye bugün tanrıbilim
nin yalnızca günahları. için af dilemek ve - tarihi açısından büyük değer taşıyan on-
günah çıkarmak olduğunu söyleyen bir larca risale (ya da kitapçık) bırakmıştır.
tanrıbilime yönelmiş, insanların kendi
· çabalan ile Tann'ya ulaşabileceklerini sa- Lvov-Vartova Okulu ~ng. Lvov-War-
vunmuştur. s11J11 Srhoo4 :X::X. yüzyılda l. Dünya Savaşı
Tanrı, günahkarların kendilerine olan ile Il. Dünya Savaşı arasındaki dönemde,
güvenlerini yıkarak içlerindeki İsa dolayı­ özellikle de 1930'1arda boy veren, ağır­
nuyla ortaya çıkardığı sözlerine inanma- lıklı olarak mantık ve matematik felsefe-
larını sağlamaktadır. Luther insanların İ- sine yönelik çalışmalarda bulunan bir
Lykeion 904

ı,>nıp Polonyalı mantıkçı ve felsefeciden yer olamamışttr. M.Ü. 1. yüzyılda An-


oluşan düşünce okulu. dronikos'un Aristoteles'in yapıtlannı ye-
Polonya'da yürütülen felsefe çalışma­ niden derlemesi ile bir canlanma yaşan­
lannın manttkçı ve çöııümleyici bir çizgi- dıysa da okulun seyrinde uzun soluklu
ye oturmasını sağlayan, yer yer "Varşova bir yenilenme olmamıştır. Aynca bk:ı:. A-
Çevresi" diye de anılan Lvov-Varşova ristoteleıçilik; Peripatoıçular; Sokra-
Okulu'nun felsefeye yaklaşımı, Viyana tesçi Okullar.
<;evresi'nin mantıkçı olguculuğundan de-
rin izler taşır. Usdışıcılığa, metafiziğe ve Lyotard, Jean-François (1924) Çoğu­
soyut kurgulara dayalı her türden felsefe lannın · gözünde postmodcrnizmin en
anlayışına bütünüyle karşı olan bu oku- büyük birkaç kuramcısından biri olarak
lun üyeleri, mantık ile dil üzerine soruş­ değerlendirilen, özellikle yakın dönemin
turmalara ağırlık vererek manttk dilini toplum, kültür ve yazın eleştiricileri ara-
yetkinleştirmeye çalışmış; kusursuz bir sında düşünceleri ilgiyle izlenen Fransız
manttk dilinin kurulabileceğine dair i- felsefeci. 1970'lerle birlikte postmoder-
nançlannın izini sonuna dek sürmüşler­ nizm sözcüğü çevresinde yürütülen tar-
dir. tışmalann belkemiğini oluşturacak denli
Başlıca üyeleri olarak, K. Twarowski, önemli katkılarda bulunan Lyotard'ın dü-
J. Lukasiewicz, K. Ajdukiewicz, T. Ko- şüncesinin genci doğrultusu, "felsefenin
tarbinski, S. l.esniewski, IA Chawistek ve kapanışı" ile siyasal baskıcılıklanyla i>nc
ilzellikle de Alfred Tarski adlan daha bir çıkan totaliter (bütüncül) üstanlatılann
öne çıkan Lvov-Varşova Okulu, gerek ortadan kalkmalanmı bağlı olarak, felse-
matematiksel manbğın gelişimine, gerek fenin, etiğin, estetiğin, siyasetin doğasını
mantık ile matematik felsefesinin yön- yeni baştan değerlendirmeye yöneliktir.
tcmbilgisine, gerekse tek tek anlam- Lyotard, ilk çalışmalannda diyalektik fel-
bilgisel mantık, kipler manbğı ve çok- sefe ile yapısalcı dilbilimin sınırlamalarıy­
değerli mantığa önemi yadsınamaz katkı­ la karşılaşması üzerine, arzunun söylem-
larda bulunmuştur. Aynca bkz. Ajdu- dışı, bozucu gücü ile başta yazın olmak
kiewicz, Kazimierz; Tarski, Alfn:d. üzere sanat yapıtlannın tasanmcı olma-
yan betisel yönlerini çözümlemeye ko-
Lykeion llng. lyceum; Fr. L-ydr, Alm. yulmuştur. 1979 yılında yayımladığı la
lylreum; Lat. lyceum; Yun. LykeionJ Aris- Contlition postmodem~ (Postmodern Du-
toteles'in Atina'da Apollon Lykeios'a rum) başlıklı çahşmasında, postmodern
adayarak kurduğu felsefe okulunun adı. felsefeye, sanata, siyasete, en <>nemlisi de
Aulus Gellius'a göre bu okulda sabahlan adalet sorununa önemli ııçımlıımıılıır ge-
yalnızca seçilmiş öğrencilerin aldığı ders- tirdiği gibi, bunlara karşı eleştirel bir du-
ler, öğleden sonra ise kamuya da açık ruş geliştirmeye de olanak tanıyan dil o-
olan retorik, etik ve siyaset gibi dersler yunlan ile kullanımbilgisi (pragnuıtia) üs-
yapılmaktaydı. Başlangıçta kurumsal ol- tünde durmuştur. Bununla birlikte Lyo-
mayan okul Aristoteles'in tilmizi Theo- tard'ın yakın dönem çalışmalannda, Ni-
phrastos yönetiminde kurumsallaşmışttr. etzscheci bir izleğin peşine düşerek, geç-
İlk birkaç on yılında önemli yapıtlar or- mişin bütün tasanmlannda bastınlmış ya
taya konulan bu okulun üyelerinden Eu- da unutulmu' aynşıklıklan ortaya çıkara­
demos matematik tarihi, Aristoksenos cak bir felsefe ile siyaset biçimini, buna
müzik kitapları, Dikaerkhos etik ve siya- uygun bir yazının gerekliliğini ısrarla sa-
setten ruhbilime kadar çefitli kitaplar, vunduğu görülmektedir. Yazı ile felsefe-
Menon da ttp tarihi yazmışlardır. Daha nin, tarih boyunca dışlanarak uçlara i-
sonraki di>nemde ise iyi bir okul olmakla teklenmiş olanlara, tarih ile bellekten sili-
beraber özgün yapıdann üretildiği bir nip unutturulmuşlara, düşüncede ta.~arla-
905 Lyotard, Jean-François

namayanlara karşı özel bir yükümlülüğü lararası Felsefe Koleji'nin kurucu üyesi
bulunduğunu ileri sürmektedir. Düşün­ ve ikinci müdürü olan Lyotard, ABD'nin
celerinde sürekli felsefenin, estetik ile si- değişik üniversitelerinde değişik aralık­
yaset kuranunın konu olduğu sınırlılıkları larla bulunduğu sekiz yıl boyunca Fran-
öne çıkaran Lyotard, sanat ile yazının bir sız felsefesi ile eleştirel kuram üstüne
başka şeye indirgenemez kamıaşıklıklan­ dersler verdiği gibi, bir sürede Almanya'
na, tarihsel-siyasal olayların tasarımcı bir da konuk profesör olarak bulunmuştur.
dille kavranamayacak etkilerine açıklık Lyotard'ın değişik metinlerinin, görün-
getirmeye çalışmaktadır. Düşünsel yaşa­ gübilimci Merleau-Ponty'nin son döne-
mının başlarında Marxçı bir konumdan minde yazdıklanndan, Levinas'ın etiği
seslenen Lyotard, çok geçmeden 1974 yeniden temellendirmek amacıyla ortaya
yılında yayımladığı Eçonomie libiJinak (Li- koyduğu görüşlerden, Adorno'nun este-
bidinal Ekonomı) başlıklı kitabında bu tik ile siyaset üstüne ayrıntılı çözümle-
konumdan seslenmeyi bı.mkarak, Nietz- melerinden, Derrida ile Delcuze gibi son
scheci bir siyasetin olanaklarını araştır­ dönem Fransız felsefesinin önemli dü-
maya koyulmuştur. PosmoJem Dunı111 şünürlerinin metin okumalarında sunduk-
(1979) başlıklı en çok göndermede bu- ları betimlerden derin izler taşıdığı üs-
lunan kitabıyla yalnızca Fransa içinde de- tünden atlanamayacak bir gerçektir. Ge-
ğil, dünya çapında uluslararası tanınırlık rek estetik ile siyaset arasındaki bağlan­
payesi kazanan Lyotard 'ın Le Differrtıd tıya yaklaşımıyla, gerekse Marx, Freud,
(Diffcrend, 1983) başlıklı çalışmasına ge- postmodernizm, Kantçı yüce kavramı üs-
lindiğindeyse, önceleri belli belirsiz bir tüne sunduğu kışkırtıcı çözümlemelerle
biçimde uygulamaya çalıştığı, Wittgens- Lyotard, Derrida'nın "koşulsuz meydan
tein'ın özellikle sonraki döneminde in- okuma" (aıtegoriça/ rhallangı) adını verdiği
celiklerini gösterdiği dilsel sağaltım felse- düşünsel çizgisiyle çağda~annın gözün-
fesini benimsemiş olduğu görülmektedir. de "yargı sorunu"nu biı:inCi değerde ilgi
Bu nedenle kimi araştınnaalar, Lyotard' konusu kılmış, böylelikle de kıta felsefe-
ın düşünsel çizgisinin en iyi yan Witt- sinin eleştirel felsefe koluna damgasını
gensteincı yan post-yapısalcı öğclerle be- vurmuştur.

zenmişli.ğinin aydınlığa kavuşturulmasıy­ Lyotard'ın düşüncesinin kalkış nok-


la anlaşılabileceğini düşünmektcclirler. tasını,günümüz dünyasında öngörüldük-
Lyotıırd, 195Ö yılında "felsefede ye- leri biçimiyle sonlandırıldıklannda doğ­
terlik sınavı" nı başarıyla verdikten sonra, ruya ya da adalete varılacağı vaadiyle te-
önce bir yı11ığuıa Cezayir'in Konstantin mellendirilmiş Kantçı, Hegclci, Marxçı
kentindeki bir lisede, hemen ardından da üstanlatılar başta olmak üzere bütün üst-
Fransa'da La Fleche adlı lisede yedi yıl anlatı izlencelerinin bir daha yeniden ya-
boyunca felsefe öğretmenliği yapmıştır. pılandınlamayacak biçimde çökmüş ol-
19 54 ile 1964 yıllan arasında "Sosyalizm duklan saptaması oluşturmaktadır. Lyo-
ya da Barbarlık" adlı radikal bir siyasal tard'a göre böylesine büyük bir çökün-
örgütün etkin bir üyesi olarak, önce ör- tüden geriye kalan, birbirinden ayrışık,
gütün yayım organı dergiye,. ardından her biri kendine özgü doğruluk ölçütle-
Po11POir Ouvrier (Işçi Gücü) adlı dergiye rine bağlı olarak işleyen, birbirleriyle kes-
düzenli yazılar yazmıştır. Önemli bir rol kin bir uzlaşmazlık içinde bulunan "dil
oynadığı 1968 Mayısı olaylan sırasında, oyunları" çokluğudur. Bu çokluk karşı­
Sorbonne-Narıtere'de dersler veren Lyo- sında yapılması gereken, bu dil oyunları­
tard, 1987 yılında emekli olana dek önce nın söylemleri arasından herhangi birini
Paris Üniversitcsi'ndc, daha sonraysa bir başkasının ölçütleri, değerleri ya da
Saint-Dcnis'de öğretim üyesi olarak ça- doğruluk koşullan doğrultusunda yargı­
lışmıştır. Bunun yanında, Paris'teki Ulus- lamamaya ayn bir özen göstermek, ilk el-
Lyotard, Jean-François 906

den doğal anlatı kullarumbilgilerinin mev- olan bir anlamlandırmanın yüklenmesiy-


cut ölçeğini ve kapsamını olabildiğince le olanaklıdır. Bu noktada Lyotard için,
genişletmektir. Lyotard bu bağlamda, bu düşünmenin onuru düşüncenin kendisi
durumun gerekli kıldığı öncülleri benim- bir "olaylılık" olarak meydana gddiğin­
semeyi geri çeviren her türden çabanın, de, yani düşünme bir olay değergesi ka-
doğası gereği "totaliter" (tümcüD ya da zandığında gerçekleşmektedir.
keskin bir "doktriner" (öğreti bağımlı) Lyotard'ın ilk çalışmalannda "görün-
balaş açısından dünyaya baktığını belirt- gübilim", "yapısalcılık", "Hegdci diya-
mektedir. Lyotard'ın gözünde bu duru" lektik", "Marxçı siyaset kuramı" üstüne
mun en iyi görülebileceği yerlerin başın­ önemli açılımları bulunan birtakım eleş­
da, bitmemiş bir tasan olduğunu düşün­ tird bakış açılan geliştirdiği gözlenmek-
düğü Aydınlanma'run değerlerine, deş­ tedir. Nitekim Hddegger ile Merleau-
tiri anlayışına, ussal uzlaşım ülküsüne sa- Ponty'nin önceki dönem düşüncesi üze-
nlan Habermas'ın, demokratik özgürlük rindeki etkisinin açıklıkla seçilebildiği
aldatmacası adına hastalıklı bir uzlaşım 1954 yılında yayımladığı LJı. Phinombıolo­
tasarımından yola çıkan iletişimsd felse- gie (Görüngübilim) başlıklı kitabı, bir
fesi gelmektedir. yandan görüngübilimin temel "tarihsici-
Lyotard, çağdaş dünyada eskiden ol- lik:" tasarımını çözümlerken, öbür yan-
duğu gibi bütün bir varoluşu koşullandı­ dan nesnelciliğin, öznelciliğin ve ide.ı­
ran, gerek çeşitli dinlerdeki biçimleriyle lizmin sınırlamalarının ötesine geçmede
"kurtuluşçu" üstöykülerin gerekse Marx görüngübilimin sunduğu olanakları araş­
ile Freud'un kuramlarında dillendirilen tırmaktadır. Buna karşı Lyotard, 1971 yı­
türden "özgürleşimci" büyük anlatıların lında yayımladığı Disı:ours, jigure (Söy-
artık kabul edilebilir olmadıklarını düşün­ lemler, Betı) başlıklı çalışmasında, Marx-
mektedir. Bu anlamda "temeldencilik kar- çılık: ile yapısalcılık anlayışlarına, belli bir
şıtlığı" doğrultusunda betimlenen post- düzene konmuş gerçeklik ile düşüncenin
modernizm, belli bir tarihsel dönemi ad- temelini oluşturan güçlerin ideolojik çar-
landırmaktan çok kendi içinde duyarlılık­ pıtmalarla sınırlanmaları olarak yaklaş­
ları bulunan özgül bir düşünme ya da ya- mıştır. Bu tıkanmışlık: karşısında Lyotard,
şama kipine, edimbilgisd ya da kullanım­ yeni siyasal pratik biçimlerinin önünü
bilgisel bir bakma-algılama tutumuna kar- açmak amaayla estetiğe yöndik yapısö­
şılık gelmektedir. Nitekim tıpkı sanatçı kümcü bir yaklaşım önermektedir. Bu ö-
gibi, postmodem felsefeci de "olay"ın neri kapsamında, bir yanda anlamın dil-
kendisinden önce ve sonra nelerin nasıl sel ile felsefi bdirlcnimi arasındaki kes-
yapılacağını kesin çizgilerle belirleyecek kin ayrılıklara yoğurılaşırken, öbür yanda
kurallar koymaksızın, dolayısıyla da ku- resim ile deneysel şiir biçirrılerinde gör-
rallara bağlı olmaksızın çalışan bir işçidir. sel olanın uzamsal olanla yer değiştirme­
Bu belirlemesi Lyotard'ı, düşüncderi için sinin izini sürmüştür. Yine aynı öneri
kilit değerde önemi bulunan bir "olay" bağlamında Lyotard, duyulur olanı söy-
kavrayışı geliştirmeye götürmüştür. Buna lemsel yani anlamlı kılmak adına, dolayi-
göre, bir olay özgül hiçbir özdeşliği ol- sıyla da sanatı belli türden bir felsefe bi-
mayan ancak "meydana geldiğinde" olan çimine dönüştürmek adına felsefenin uy-
bir şeydir. Ne olmuş olduğunun anla- guladığı güç kullanımını sert bir dille e-
mıysa ancak olayı olayın kendisinde ol- leştirmiştir. Söz konusu eleştiriden yola
makta olanı belirleyecek bir yapıya oturt- koyularak, yapısalcı dil anlayışına, özd-
makla anlamlandıolabilir. Olduğu gibi o- lilcle de arzuya önemli sınırlamalar ile
lan bir şeyin kavranışı, bu yüzden, özne- bastırmalar getiriyor olmasından ötürü
den bağımsız ya da ondan yoksun ola- Freud'un Lacancı yorumuna karşı çık­
rak, daha iyi bir deyişle özneye önsel mış; izlerini en iyi betinin tamar.ılanmış,
907 Lyotard, Jean-François

olmuş bitmiş biçiminde ya da yapısında özgüllüklerinin kendi içlerinde, farklı dil


de@ de bütünüyle "üretkcn-yıkıa" gü- oyunlarının birbirleriyle karıştırılmadan,
cünde açığa vuran arzunun oyun bozucu birbirlerinden türetilmeden değerlendi­
etkileri üstünde durmuştur. Lyotard için rilmeleri gerektiğini savunmaktadır. Bu
betinin söylemsele karşı direngenliği ile çerçevede aynşıklık ile çatışma üstüne
dışardalığı, aynı zamanda tarihsel-siyasal kurulu bir siyasetin temeli olarak post-
olayların felsefi ya da tarihsel totaliter- modemizm, hem "adalet arzusu"na hem
leştirmelere (bütüncülleştirmelere) karşı de "bilinmeyene karşı duyulan arzu"ya
direncine de kaynaklık etmektedir. Libi- büyük bir saygı duyma tutumuyla belir-
dinal bir estetik bu anlamda, doğrudan ginlik kazanan bir duruştur.
doğruya libidinal bir siyaset olanağına Lyotard'ın son dönem çalışmalannda
karşılık gelmektedir. Nitekim bu bağlam­ üstünde durulan ana sorun, postmoder-
da 1974 tarihini taşıyan Libidinal Ektı­ nizmi meydana getiren ayrışık alanlar ile
nomi, varolanlara karşı seçenek oluşturan söylemler arasında, bunların kendine öz-
siyasal eyleme biçimleri olanağının gös- gülüklerini olumsuzlamaksızın bağlantı­
tergesi olan, diyalektik içerisinde dizge- nın nasıl kurulacağını göstermeye yöne-
selleştirilmeye karşı direnen libidinal dür- liktir. Nitekim bu amaç doğrultusunda
tülerin bozucu izlerini ortaya çıkarma a- gerçekleştirdiği Kant üstüne özgün oku-
rayışıyla Marxçı kuramın dogmacılığına malarında Lyotard, eleştirel yargıgücünü
açık bir dille saldırmaktadır. Lyotard'ın biliş yetisinden türetmeye yönelik çabayı
bu noktada, libidinal yönelimle yazdıkla­ bütünüyle olumsuzlamayan Kant felse-
nnın altında yatan güç olarak tanımladığı fesinin postµıodern içerimlerine odak-
özgün "arzu metafiziği", başta Marx ol- lanmaktadır. Bu bağlamda eleştirel (dü-
mak üzere siyaset kuramalanna yönelik şünümlü) yargıyla ilintili evrenselleştirme
saldırgan, neşeli, tiye alan bir yergi dili biçiminin bir istemden daha ötesi ola-
geliştirmesine olanak tanımıştır. Bu yer- mayacağını, buna bağlı olarak da Kant'ın
gilerinde Lyotard, genelde siyaset kura- "evrensel ortakgörü" tasanmının, Ha-
mının sınırlılıklanna yoğunlaşarak, daha bcrmas ve Rorty gibi iletiŞim felsefesi
özeldeyse radikal olanı, önceden tasar- kuı:amalarının öngördüğünün tersine, uz-
lanmamış eylemler ile yaratıları açıkla­ laşımla vanlmış önceden belirlenmiş bir
maktan uzak oluşuna odaklanarak bu toplum tasarımına götürmeyip uzlaşmaa
kuramsal tutumun kısırlığını açık seçik olmayan, açık uçlu, her durumda çatışan,
ortaya koymuştur. önceden belirlenmemiş bir toplum tasa-
Lyotard, en önemli yapıtları arasında nmı doğuracağını ileri sürmektedir. Lyo-
gösterilen Pos/modern Durumda (1979), tard, yargı sorunıınun hem estetik hem
postmoderni etkin ve belirgin bir biçim- de siyasal alanlar için temel bir değeri
de bilimler ile sanatlan meşru kılmak a- bulunduğunun özellikle iyi bilinmesi ge-
macıyla dillendirilmiş "temeldenci", "to- rektiğini, çünkü bu alanlarda gerek tasa-
taliterleştirici" (tümcülleştiria) üstanla- rımın gerek kavramsal bilginin gerekse
tılara duyulan derin güvensizlikle nitele- etik belirlenimin kendi iç sınırlanmala­
nen bir çağ olarak değerlendirmektedir. nyla yüzyüze kaldıklannı belirtmektedir.
Bu bağlamda "küçük anlatılar"ın kendi- Her iki alanın da şu ya da bu yolla belli
lerini yine kendileri meşru kılan kulla- bir kavramdan ya da önceden verili bir
nımbilgisinin, modemizmin temel belir- dizgeden türetilmesinin estetik ve siyasal
leyenleri olan felsefi ve siyasal totaliter- bir dogmacılığa yol açacağının altını ö-
leştirme biçimlerinin boyunduruğunu kır­ zellikle çizen Lyotard, bu duruma karşı
dığını ileri sürmektedir. Wittgenstein'dan yüzünü bütünüyle yeni bir eleştirel söy-
ödünç aldığı "dil oyunlan" tasanmı uya- lem geliştirme arayışına dönmüştür.
nnca, her bir oyunu yöneten kurallann Lyotard, L 'Enlhousiasmı: la mlique kan-
Jype 908

timtn Je fhistoirr (Coşkunluk: Kantçı Ta- bağlı olarak davası görülerek belli bir
rih Eleştirisi, 1986) ile 1...ep1ns Sllr f atl4!Jti- sonuca bağlanabilen uyuşmazlık biçimle-
fj11t d11 s11blimt (Yüce Çözümlemesi Üstü- rinin tersine, evrensel geçerlikte bir ku-
ne Dersler, 1991) başlıklı çalışmalarında, ralın ya da yargının uygulanmasıyla çö-
Kant'ın Y arguiiniitl Elqtirisi'rllrı postmo- zülmesi olanaklı olmayan temel ayrılıklar
dcm içcı:imlerini, özellikle yüce kavramı­ ve anlaşmazlıklar (dif!irrııdi) doğrultusun­
na getirdiği yorumlarla bir adım daha ö- da tanımlamaktadır. Buna bağlı olarak
teye taşımışttr. Buna göre Lyotard, Kantçı Lyotard, birbirleriyle çarpışan deyişler,
yüccrllrı sunuma ya da temsile getirilen tasanmlar ve yetiler arasındaki bağlantı­
sınırlamalara yönelik sağladığı farkında­ nın nasıl kurulacağı sorununu, eleştirel
lık yoluyla, toplumsal-siyasal alanın hiÇ- bir düşüncenin olduğu kadar çeşitliliğe
bir şeye indirgenemez aynşıklığına du- ve çokyaıılı tartışma üstüne yapılanmış
yulan saygıya dayalı olarak tarihe deştircl bir siyasetin de zorunlu koşulu saymak-
bir yaklaşım sunduğunu ileri sürmekte- tadır. Anlaşmazlıklar karşısında adil ve
dir. Lyotard'ın, başta Le DijfimıJ (1983) kabul edilebilir bir konumda durmanın,
olmak üzere öteki yakın dönemli çalış­ söylem evrcnirlln bütün bir ayrışıklığı ile
malannda, Adomo'nun Negatitıt Dialtk- farklı deyiş ve kavrayışların birbirleriyle
tik'te (Olumsuz Diyalektik, 1966) "Aus- ölçüştürelcmezliğini tanımaktan geçtiğini
ch'Witz Sonrası" sanat ile kültürün değcr­ savunmaktadır. Nitekim Lyotard'ın bu
gesine yönelik sunduğu çözümlemelerini bağlamda dile getirdiği "her ne zaman
kendi düşüncesine uyarlayarak, "sanatın davalı kendini savunma araçlanndan yok-
aası" diye adlandırdığı şey ile sanatın sunsa, o zaman davalı olmaktan çok bir
bdleğc karşı sorumluluklannın üstünde kurban konumuna düşmektedir" sözü,
durduğu gözlenmektedir. Öte yanda, modem dünyanın adaletsizlikler üstüne
1988 yılında yayımladığı Heideggtr ti "ks kurulu düzerllrıe karşı seslendirdiği post-
jıtift" (Heidegger ile "Yahudiler") başlıklı moclcrn meydan okumanın gerekliliğini
kitabında Lyotard, Pransa'da sürmekte göstermesi bakımından ayn bir değer ta-
olan Heidegger'in Nasyonal Sosyalizm şımaktadır. Aynca bkz. post-yapısalcı
ile ilişkisinin felsefi ve siyasal içerimleri felsefe; poıtmodem felsefe; üstanlan;
tartışması bağlamında önemli katkılarda di/Ferend
bulunmuştur.
1983 yılında yazdığı
Le Differend baş­ Jype (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde,
lıklı çalışmasındaLyotard, "siyasal'\ ön- özcllikle de Aristotclcs'te, "aa" anlamın­
ceden belirli bir dizi kural ya da yasaya da kullanılan terim.
Mm
Ma'dt'lmiyye bkz. Hayyatiyye. mız- bildiğimizden ötürü, bilimin duyu-
lara verilmiş olı,rulann bir açıklaması ola-
Mach, Emst (1838-1916) "Mach il- rak yeniden bina edilmesi gerektiğini
kesi" ile "Mach sayısı" gibi buluşlanyla söyler. Mach'a göre atomlar, saltık uzay,
adını bilim tarihine yazdıran Avusturyalı saltık zaman, saluk devinim ve diğer
fizikçi ve bilim felsefecisi. Bugünkü Çek Newtoncu kavramlar değil de, renkler,
Cumhuriyeti'nin Turas kentinde doğan kokular, sesler ve benzerleri duyulanmı­
Mach, Viyana'da aldığı fizik eğitimiyle zın nesneleri olduklanndan bilimin en-
Avusturya'nın etkili deneysel ve kuram- son çözümlemede duyumlanmızın bir a-
sal fizikçilerinden biri oldu. Viyana Üni- çıklaması olması gerekir. Üteki kavram-
versitesi'nde kurduğu bilim tarihi ve ku- larla kurulan iinermelerin bilimsel bir
ramı kürsüsünde çalıştığı dönemde yaz- anlamı bulunmamaktadır. Bu bağlamda
dıklanyla da mantıkçı olguculuğun öncü- Mach bilimin işinin betimleme ve kesti-
-lüğünü ~'3ptı. Emst Mach'ın düşüncele­ rimde bulunma olduğunu, bilimsel ku-
rinden Viyana Çevresi düşünürlerinin ya- ram ve yasalann yalnızca olan biteni be-
nı sıra Bertrand Russell ve William Ja- timlediğini savunmuş, bunu yaparken de
mes gibi erken XX. yüzyıl düşünürleri de Ockhamlının Usturası'na benzer bir dü-
etkilenmiştir. şünsel ve kavramsal tutumluluk ilkesi
Keskin bir metafizik karşın olarak önermiştir.
Humc ve Mili deneyciliği ile Viyana Çev- Öte yandan, Mach deneyin bize yal-
resi deneyciliği arasında duran Mach, nızca sürekli değişen ve ilişkisiz duyum-
Kant Salt Aklın Elqtirisi'yle "eski meta- lar sağladığını; dünyada kavramlarımız ya
fiziğin düzmece düşüncelerini gölı,>eler a- da bilimsel yasalanmız için herhangi bir
lanına sürgün etse de", metafizik kav- temel bulabildiğimizi nesnel olarak sav-
ramların bilim felsefesinde, hatta bilimde layamayacağımızı savunur. Bizim kavra-
hile halen işbaşında olduğunu öne sürer. yışımıza ı,ıöre, doğa yasalan doğada evi-
Mach'ın temel amaa, bütün metafizik ve mizdeymişçesine duyumsama gereksini-
deneysel olmayan i>ğelerden anndınlmış minin bir ürünüdür; duyumlan aşan bü-
bir bilim doğası açıklaması ,·ermek .-e tün kavramlar çevremizi anlamamıza,
mekanik bilimini (işleybilim) bu felsefece denetlememize ve kestirmemize yardım­
ı.,ıcrcksinimlere ı.,ıöre yeniden inşa etmek- cı olduklarından ötürü temellendirilir ve
tir. bu amaç adına farklı kültürlerde ve farklı
Gerçekte yalnızca duyulann olduğu­ zamanlarda farklı kavramsal dizı,ıeler
na inanan düşünür, koyutlatla bilim yap- denk işlevler görmek için kullanılabilir.
manın felsefece yanlışlığına dikkat çek- Dolayısıyla Mach'a göre bilimde kanıt ya
miştir. Gözlemlenemeyen varlıklarla iş­ da kanıtlamadan bahsetmek yanıltıcıdır.
leyen bilimsel kuramlann doğrudan be- Eğer bilimsel yasalar kavramsal araçlar-
timlemelerle işleyenlere yerini bırakması sa, olgulardan tümevanmlı olarak kanıt­
ı.,ıercktiğini süyleyen bir ilkeye bağlı kala- lanamazlar; yasalann diğer yasalardan çı­
rak Mach, atom, ı.,ıiirclilik, saltık, zaman karsanmasının da pek bir anlamı yoktur;
ile uzay gibi kuramsal yaklaşımlan red- çünkü bu işlem bilime yanılucı bir ke-
detmiştir. Mach bilimsel olguları giizler sinlik havası vermekten başka bir işe ya-
iinüne seren biricik kaynağı -<!uyulan- ramaz. Mach'a ı.,ıüre bir bilimsel yasayı
Machiavelli, Niccolo 910

kabul ederken veôlebilecek ya da veril- sı gerektiği konusunda öğütler verir.


mesi gereken tek temellendirme kulla- Ama akıllı varlıklar olarak insarılann izle-
nımdaki sınamaya karşı varlığını sürdür- ' meleri gereken amaçlarla ilgilenmez; a-
mesidir. lınyazısıyla ya da yazgıyla hiç işi olmaz.
Mach'ın önemli çalışmaları arasında Baştan insarıların güçlü bir yönetim iste-
Die Medıanik in ilmr Entwickftmg historisch- diğini kabul ederek, kendisini insanlara
mtisch dargesteUt (farihi Gelişimi Açısın­ buna nasıl ulaşabileceklerine ilişkin öğüt­
dan Mekanik, 1883), Beitrage Z!'r Anafyse ler vermekle sınırlar.
der E111pfindımge11 (Duyumlann Çözüm- Machiavelli'ye göre ahlaki erdemlere
lenmesine Katkı, 1886) ile Erkenntni.r ımd uyulması hükümdarın çöküşünü getirir-
Irrt11111 (Bilgi ve Yanılgı, 1905) sayılabilir. ken, kötülüğünün bilinmesi hükümdar
Aynca bkz. duyumculuk. için de halk için de refah getirecektir.
Machiavelli, her ne kadar ahlak ve er-
Machiavelli, Niccolo (1469-1527) Flo- demle dolu olması gerektiğine inansa da
ransalı devlet adarru, yazar ve siyaset dü- yöneticiye edimlerinin ahlaklı olup olma-
şünürü. Geleneksel Avrupa siyaset dü- dığına bakmadan hareket etme hakkını
şüncesinin dışında duran Niccolô Mac- verir. Machiavelli'nin kişisel ahlak ile
hiavelli, toplum ve yönetim üzerine or- zonınlu siyasi pratiği birbirinden ayırma­
taçağ fılozoflarından farklı bir biçimde sı İlkçağ ve Ortaçağ felsefesinin değerle­
düşünüp yazrruştır. Ortaçağ düşünürleri riyle çelişir. Ama o ahlaksız değil, ahlak-
tanım sorunlarıyla (neye ne diyecekleriy- dışı bir siyaset felsefecisidir. Devletin ba-
lc) ilgilenip bu tanımlardan insanın hak şarılı yönetimine ilişkin düşüncelerinde
ve yükümlülüklerini çıkarmaya çalışır­ bunu açıkça ortaya koyar. İnsanların iç-
ken, Machiavelli pratik bir tutumla yö- lerinden bazılarının erdemli, bazılarının
netimi neyin güçlü kıldığını, özgürlüğü da erdemsiz ve bencil varlıklar oldukla-
neyin olanaklı kıldığını, iktidarın en ko- rını ve buna göre davrandıklarını kabul
lay biçimde nasıl ele geçirilebileceğini so- etmeleri gerekmektedir. Siyasete katılan­
ruşturmaya yönelmiştir. Bu sorulara ya- ların erdemli olmalan gerekse de, siyasi
nıt ararken Machiavelli tarihe başvurur, istikrara ulaşmak için gereken iktidarı
kitapları tarihsel örneklerle doludur; na- güvence altına almak adına zor ve hile
diren genelleme yapar ve ortaya kanıt dahil her türlü araç desteklenmelidir.
koymaksızın çok az tavsiyede bulunur. Öte yandan Machiavelli, büyük bir
Machiavelli, yazdığı I/ Prindpe (HiileiJ111- bölümünü yine 1513 yılında tamamladığı
dar, 1513'te yazılmasına karşın ancak daha az bilinen Disrorsi sopra la pn'ma deca
1532'de yayımlanrruştır) başlıklı yapıtıyla di Tiıo Uvio (fitus Livius'un İlk On Ki-
siyasi ahl:lkıanımazlığın ye kötülüğün tabı Üzerine Söylevler) başlıklı yapıunda
öğreticisi ile yayıcısı olarak, belki de hak- ise Roma Cumhuriyeti'nden esin alan ve
sız bir biçimde, ün kazanrruştır. HiileiJ111- halkın kamu yönetimindeki önemini öne
ıhılda düşünür, yönetme erdemi ile siya- çıkaran özgürlükçü ve cumhuriyetçi bir
set alanında yapıp etme ve şiddet kul- devleti savunmuştur. Machiavelli'nin bu
lanmayı bir arada tutan ahlak ile siyaset yapıtında sergilediği cumhuriyetçi tutu-
arasındaki karmaşık ilişkiyi serimlemeye mu ile Hiikiimdar' daki seçkinci tutumu
çalışrruştır. Machiavelli, olan ile olması arasındaki açık karşıtlık, onun siyaset ku-
gereken arasında ayrıma giderek imanı mmı ile politik tıımmu üzerine siyaset
olması gerektiği gibi değil, olduğu gibi felsefesinde verimli bir çalışma alanının
ele alır. Yönetimin nasıl işlediğini açık­ doğffiasına aracı olmuştur. Machiavelli'
lamaktan çok yönetmeye çalışır; yalnızca nin anılmaya değer bir başka yapıtı da
betimle!I1e?:, emreder; güçlü bir yönetimi Dell'arte DeUa gıterra'dır (Savaş Sanatı,
yaratmai. ·:;:, korumak için neler yapılma- 1521).
911 Maclıiavellicilik

Machiavellicilik ~ng. Marbian/Ji111r, Fr. kullanmasına ilkece izin vardır. Nitekim


Macbiavelli1111r, Alın. Madıiavelli.r11111s] İste­
Machiavclli'nin gözünde, varolan bütün
nen siyasal düzeni sağlama sürecinde ba- ahlak, din ve hukuk kurumlan son çö-
şanya ulaşmak için soyut ahlik yargıla­ zümlemede devlete, yani yönetimin ken-
nnı göz önünde bulundunnaksızın siya- di egemenliğine bağlı olduğundan, tüm
sal erkin başanyla kullanımına yönelilı: bu kurumlar gerektiğinde yapılanların da-
pratik önerileriyle tanınan İtalyan filozo- ha etkin yapılması için birer araç olarak
fu Machiavelli'nin adıyla birlikte anılan kullanılabilirdirlcr. Nitekim, Machiavclli'
siyaset fdsefesi anlayışı. Siyasi emdlere ye göre, dönemin en güçlü kurumu Ki-
ulaşmada ddeki araçlann ahl.iksal olup lise dahi kesinlikle devletin karşısında ya
olmadıklanna bakılmaması gerektiği ön- da üstünde olmamalı, temel amacın ger-
cülünden kalkarak, siyasetçinin önüne çekleştirilmesi yolunda bütün gücüyle si-
koyduğu amaan başlı başına bütün araç- yasal yetkeye bağlı kalıp üstüne düşenleri
lan meşru kıldığını düşünerek eyleme en iyi biçimde yaparak araçsal bir hiz-
geçme tutumu. meti yerine getirmelidir.
Çoğu yerde Rönesans döneminin ilk Machiavelli, yankılan günümüze ka-
büyük siyaset düşünürü olarak değerlen­ dar süren yapıtı Hii/eii111Jalda, ilki "mo-
dirilen Machiavelli, Hii/eii111Jar başlıklı ta- narşi", ikincisi "cumhuriyet" olmak üze-
rihe mal olmuş ünlü incelemesinde, dö- re iki temel yönetim biçimi betimlemek-
nemin bütün öteki siyaset yazılanndan tedir. Bu iki hükümet modeline ilişkin
farklı olarak, siyasal yetkenin dayandığı sunduğu ayrıntılı çözümlemelerin en çok
temcileri açıklamaya dönük kurgu! ko- tartışılan yönleri kitabın orta bölümle-
nularla ilgilenmek yerine, doğrudan siya- rindedir. Bu bağlamda Machiavelli, söz-
sal erkin uygulanmasında "monark''ın gelimi 15. Bölüm'de, yüce ahlılksal de-
karşılaştığı pratik sorunlar üstüne yoğun­ ğerler önermek yerine bir monarşinin var-
laşır. Bu anlamda Maciıiavelli'nin siyaset lığını sürdürebilmesine yönelik temel doğ­
anlayışından türetilen "Machiavellicilik", rulann neliğini tartışmayı yeğler. Machia-
açıkça bir "realpolitik", yani ideallerin velli, Hükümdar'ın en azından görü-
peşinde koşmak yerine siyasal erki ele nürde bu türden ahlaksal erdemleri ta-
geçirme amaa üstüne kurulu bir siyaset şıması gerektiğini ileri sürmesine karşın,
vaklaşımıdır. Bununla birlikte terim, baş­ bu değerlerden özellikle kimilerinin doğ­
~ gündelik siyaset konuşmalan olmak ü- • rudan monarşinin yıkımını getirirken ki-
zere, "istenen amaca ulaşmak adına bü- milerinin de monarşinin varlığını sürdür-
tün her şeyin araçtan sayıldığı, her şeyi mesine olanak taruyacağını kesin bir dille
yapmanın mubah olduğu" anlamında ger- vurgulayarak, Hükümdar'ın hangi erdrm-
çek özünden bir hayli uzaklaşmış kötü- leri taşıyacağına hangi erdemleri ise bıra­
cül bir anlamda ortalıkta dolaşmaktadır. kacağına özellikle dikkat etmesi gerekti-
Machiavellicilik anlayışına göre, devleti ğinin altını çizer. 16. Bölüm'de ise Hü-
yönetenlerin her şeyden önce gelen en kümdar'ın sürekli eli açık olma erdemini
temel amacı, devletin varlığını sürdür-· yinelemesi gerektiğinin düşünüldüğüne,
mek, bunun için gereken gücü olabildi- ancak bu yineleme gizlilik içinde yapıl­
ğince çoğaltmaktır; devlet adamının bun- dığı vakit hiç kimsenin bundan haberi
dan daha önemli bir görevi olması söı­ nlmayacağından bir süre sonra bu eli
konusu bile edilemez. Ocvlet adamının açıklığın savurganlık olarak algılanma~ı
bu amaca istenildiği gibi ulaşabilmesi i- gibi bir tehlikenin varlığına dikkat çekil-
çin ister ahlika aykın olsun, ister törelere mektedir. Derken Hükümdar halkından
ters düşsün, istcı: hukuka aykın bulun- daha fazla para almak zorunda kalacak,
sun, isterse dinin temel doğrulannı çiğ­ doğal olarak da kendisinden nefret edil-
nemek anlamına gelsin her türden aracı meye başlanacaktır. Bu yüzden Mac-
Maclntyre, Alasdair 912

hiavelli'ye göre, Hükümdar için en iyi o- çınmaktır. Ayrıca bkz. Machiavelli, Nic-
lanı eli sıkı olma alışkanlığını kendisinde colô; toplum felsefesi.
bir erdem olarak yerleştirmesidir. Kita-
bın bir başka yerinde, 17. Bölüm'de Mac- Maclntyre, Alasdair (1929) Modem
hiavelli, suçluları cezalandınrken merha- dünyaya y~nelik eleştirel tonu yüksek
metli olmaktan çok acımasız olmanın çözümlemelerini .Aristoteles başta olmak
Hükümdar için daha iyi olacağını ileri üzere etik tarihindeki kaynaklardan aldığı
sürer. Ölüm cezası verilmişlere aamasız açık desteklerle besleyen, çalışmalanru
davranmak ancak belli sayıda insanı üze- önce İngiltere'de daha sonraysa Ame-
cek ya da olumsuz etkileyecektir; buna rika'da sürdüren, yarı İskoç yan İrlanda
karşı aynı suçun işlenmesinin önüne ge- kökenli pratik yaşam ve ahlak felsefecisi.
çilmesi bağlamındaysa kitleler üstünde Maclntyre'ın düşünsel yaşamı boyun-
büyük bir uyan etkisi olacaktır. Machia- ca elden hiç bırakmadığı ana ilgilerinden
velli bu noktada daha da ileri giderek, ilrisi, 1954 yılında Marxism and Chris!İatı·
halk tarafından sevilen bir monark ol- iry (Marxçılık ile Hıristiyanlık) adıyla ya-
maktansa korkulan bir monark olmanın yımladığı ilk kitabının başlığında açıklıkla
her bakımdan daha yeğlenir bir durum görülmektedir. Kitabın temel düşünce­
olduğunu savunur. Bununla birlikte Mac- sine göre, Marx belli başlı Hıristiyan İ­
hiavelli, Hükümdar'ın. kendi uyruğu al- nançlarını "insancılaştırmış" ya da "dün-
tındaki insanların malları ile mülklerine yevileştirmiş" bir düşünür olduğundan,
el koyarak nefret kazanmasının çok bü- Hıristiyanlarm Marxçılığın başarılarından
yük bir tehlike olduğuna da dikkat çeker. da başansızlıklarmdan da öğrenecek çok
Nitekim bu düşüncesini şu çarpıcı söz- şeyleri bulunmaktadır. Maclntyre bu ilk
lerle tanıtlar: "İnsanlar babalarının ölü- çalışmasından bugüne felsefenin, başta
münü, kaybetmiş oldukları mallan ile etik olmak üzere, birçok değişik alanında
mülklerinden çok daha Çabuk unutur- araştırmalarını sürdürmektedir. Bu araş­
lar." Hiikiimdm'ın muhtemelen en taruş­ tırmalarda toplumsal, tarihsel ve siyasal
malı kısmıysa Machiavelli'nin Hüküm- boyutlara olağanüstü bir duyarWık göste-
dar'ın amaçlarına uygun olduğu sürece ren Maclntyre, ahlak felsefesinden top-
nasıl düzenbaz olunacağını bilmesi ge- lum bilimleri felsefesine, siyaset felsefe-
rektiğini savladığı 18. Bölüm'dür. Buna sinden toplum felsefesine pratik felsefe-
göre Hükümdar düzenbaz olduğunu gös- nin hemen bütün alanlarına önemli kat-
termek, düzenbazlığını açıkça ilan etmek kılarda bulunmuştur.
zorunda değildir ama erdemliliğini, özel- Maclntyre'ın bütün yapıtlannın oda-
likle de şu beş ayn erdemi taşıdığını sü- ğında yer alan temel savunu, modernli-
rekli l1>1lkma göstermek durumundadır: ğin yol açuğı bütün çıkmazların ortasın­
"bağışlayıcılık'', "dürüstlük", "insancıl­ da ivedilikle gereksinim duyulan açılımı
lık/ sevecenlik", "başıyukarıdalık", "din- yaratacak biçimde ahlak felsefesini tarihe
darlık". 19. Bölüm'de Hükümdar'ın ken- yerleştirerek yeniden yapılandırmanın ge-
disinden nefret edilmesine yol açacak reğidir. Ahlak felsefesinde "erdem etiği"
şeyleri yapmaktan özellikle uzak durması yaklaşımının önde gelen mimarlarından
gerektiğini bir kez daha yineleyen Mac- sayılan düşünür, daha geniş bir çerçeve-
hiavelli, bunun ancak insanların malları­ de Aristotelesçi ahlak ile siyaset anlayış­
na göz koymamakla, onlara açgözlü ya larını yeniden canlandırmaya yönelik ça-
da ilkesiz görünmemekle başarılabilece­ lışmalarıyla dikkat çekmektedir. Macln-
ğinin altını koyuca çizer. Daha açık bir tyre, kuramsal bakımdan düpedüz çarpı­
deyişle söylenirse, Hükümdar'm egemen- tıldığını, pratik bakımdansa un ufak edi-
liğinin yıkılmasını engellemesinin baş ko- lerek parçalandığını düşündüğü modern
şulu her durumda nefret edilmekten ka- ahlak yaşamının en derin açmazı olarak
913 ~aclntyre,Alaıdaiı

nitelendirdiği varolan durumu eleştirel köşede kalmış topluluklarda varlığını sür-


biı yaklaşımla en ince aynntısına dek çö- düren, kendi içinde hili belli türden bir
zümlemiş; bu eleştirel yaklaşımını da sü- tutarlılığıı konu ahlaksal düşünce bağla­
rekli başwrduğu eskiçağ kaynaklarını mını yeniden oluşturabilmek olduğu söy-
modem bağlama taşıyarak. güçlendirme- lenebilir. Açıkça başlı başına uzun erimli
ye çalışmıştır. Maclntyre'a göre, çağda§ bir felsefe izlencesi olarak nitelenebile-
ahlaksal ve siyasal Ya§amın ussallığını, cek bu çaba, hem felsefeye hem de ta-
daha doğru bir deyişle kavranabilirliğini rihe ilişkin sunulan önemli çözümleme-
yeniden olanaklı kılmanın yolu Aristote- lerin üstüne bina edilmiştir. Nitekim bu
lesçi ile Thomasçı (Aquinasçı) izlekleri noktada, ister kuramsal olsun isterse
bir potada eriterek kaynaştıran bir gele- pratik, birbirine karşıt bütün konumlann
neğe geri dönmekten geçmektedir. felsefece temellendirmelerinin anlatısal
Maclntyre'ın uzun düşünsel geçmişi­ bir açıklamayı gereksindiklerini ileri sü-
nin ana uğraklan en iyi· biçimde ortaya ren Maclntyre, bu türde.1 anlaulann bir-
koyduğu üç temel yapıtta sergilenmekte- biriyle çarpışan geleneklerin nasd geliş­
dir. Batı kültürünün iyi yaşam ve erdem tiklerini yapılandırdıklan gib~ birbirleri-
üzerine kurulu bütün bir ahlak tasamnını ne nasd karşı çıktıklannı ya da çıkacakla­
tarihsel bakışaçısından ele alarak ahlaksal nnı da belirlediği saptamasında bulun-
düşünce ile pratiğin Aydınlanma'nın bi- maktadır. Bu açıdan bakddığında bir ku-
reyci liberalizmince nasd enkaz haline ramın bir başka kuramdan açıkça daha
getirildiğine yönelik hüzünlü bir çözüm- üstün olduğunu söyleyebilmenin yolu,
leme sunduğu After Virlllt: A s11141 İN sonra gelen kuramın kendinden önceki
Moral Theory (Erdem Peşinde: Ahlik Ku- kuramın hem eksikliklerini hem de ba§a-
ramı Üzerine Bir Çalışma, 1981); ussal nlannı aynı anda açıklayabilmesinden
temellendirmelerin kendilerinin doğru­ geçmektedir. Maclntyre'ın gözünde, bu-
dan tarihten kaynaklandığını, bunlann radaki temellendirme biçimi daha baş­
bütünüyle tarihin bir uzantısı olduğunu tan, ister bilimsel kuramlara isterse ahlik
göstermek yoluyla düşüncesini pekiştir­ görüşlerine uygulansın, "değer belirleyi-
diği Whosı ]NStieıl Wbim Rmitınali!J? (Ki- ci" biı tarihsel araştırmayı gerektirir.
min Adaleti? Hangi Ussallık?, 1988); ye- Böylesi bir yöntembilgisinin altını des-
niden yöntembilgisi sorunlanna dönerek tekleyen temel, Maclntyre'ın ussallık ile
kendi soruşturma yöntemini Aydınlan­ uzla§ma üstüne sunduğu düşüncelere ba-
ma sonrasının siyasal usçuluk yöntemiyle kdarak görülebilir. Ussal uzla§ma ya da
ve Nietzsche'nin soykütük yöntemiyle uzla§mazlık, ancak aynı kavramların kul-
karşdaştırdığı Tlmt Riva/ V mitms ofMoral lanımlannı ve ussal işleyiş yordamlannı
foquiry (Ahliksal Soruşturmanın Üç Kar- paylaşan paradigmıdann belli bir yerle-
şıt Biçimi, 1990). Bu yapıtlann hepsi de şiklik kazanmış ortak soruşturma çerçe-
modern kültürün giderek daha biı dün- vesi bağlamında olanaklıdır. Bu türden
yevileşmesine bağlı olarak temel önemini bir çerçeve, tarihsel bakımdan olduğıı
kaybetmiş yan Yahudi yan Hıristiyan ö- denli toplumsal bakımdan da soruştur­
ğelerle bezeli tanntanırcı etiğin gerek ma geleneklerine iyiden iyiye yerleşmiş­
pratik bakımdan parçalanışından gerekse tir. ôyle ki soruşturmaya konu olan her
kuramsal yapısının çöküşünden ötürü ne ise gerek aynı gelenek içerisinde ge-
çağdaş ahlak ve siyaset felsefesinin birbi- rekse karşıt geleneklerde yer alan para-
riyle tutarsız hale gelen parçalarını çö- digmalarca birbirlerinin terimleriyle ye-
zümlemektedir. Bu son derece ciddi du- niden yorumlanabilmekte, böylelikle de
rum karşısında Maclntyre'ın başlıca a- ussal anla§mazlıklar ortaya çıkabilmekte­
macının, ancak modem dünyanın ana dir. Durum böyle olmadığındaysa, uz-
eğilimlerinin dışına sürüklenmiş, kıyıda laştırdması olanaklı olmayan bir anlaş-
Maclntyre, Alasdair 914

mazlık biçimi, bir tür ussallık eksikliği, lntyre, modern dünyada liberalizmin bu
yani "*ölçüştürülemezlik" söz konusu denli egemenlik taslamasına karşı tek
olmaktadır. çare olarak, Aristotelesçi etiğin yeniden
Maclntyre işte bu yöntembilgisel ön- ayağa kaldırılarak dolaşıma sokulmasını
cüUerden hareketle Ban'nın ahlak felse- önermektedir. Maclntyre'ın bu önerisin-
fesi tar'ihini özgün bir dille yazmaya ko- deki kilit konumdaki öğe ise erdem eti-
yulmuştur. Ona göre, ahlak yaşamı bir ğinin yeniden kurulup buna uygun top-
dönemler Eski Yunan dünyasının polis' lum biçimlerinin yeşermesine olanak ta-
inde, aynı J\ristotcles'in yapıtlarında be- nıyacak, bütün bir insan yaşamının ana
timlendiği gibi, ussal ve kendi içinde amacını ortaya koymaya yönelik yeni bir
bütünlüklü bir yapıdadır. Bu yapının gü- bakışaçısıdır. Maclntyre bu bağlamda Es-
vencesi ise Aristoteles'in insanların ken- ki Yunan kentdevletlerine benzer, ortak
di özsel doğalarını nasıl gerçekleştirebi­ bir iyi yaşam ülküsünde birleşmiş küçük
leceklerine yönelik dile getirdiği öneri- küçük toplumların gelişimini savundu-
lerden oluşan oldugu gibi olmak kavramı ğundan, siyasal açıdan bakıldığında, an-
ile insanın )'etkinleşmesi ülküsü arasında laşılır bir biçimde kimi yorumcularca ü-
öngördüğü "yöntem-erek" ilişkisidir. Bu topyacı bir düşünür olarak görülmekte-
bağlamda Aristoteles'in erekbilgisel ·me- dir.
tafiziğine güvensizlik duyulmaya başlan­ Maclntyre'ın izlencesi, özellikle libe-
ması, insan yaşamının bu yaşamın değe­ ralizmi hedef alan bıçak gibi keskin eleş­
rini temellendirebilecek, kendi içinde tirel dili nedeniyle, çağdaş felsefede ki-
bütünlüğü bulunan belli bir amacı ol- mileyin aynı keskinlikte karşı eleştiriler
duğu duyı.,rusunun yitirilmesine yol aç- · almıştır. Nitekim bu bağlamda Macln-
mışnr. Maclntyre'in gözünde, yaşamın tyre'a yöneltilen eleştiriler arasında sağ­
anlamını, bireylerin yaşama amacını içe- lamlığıyla dikkat çekenlerden ilki,, doğ­
ren böylesine önemli bir duygunun yiti- rudan doğruya düşünürün yöntembilgi-
rilmesinden sonra Ban'da ortaya çıkan sel ·dayanaklarına meydan okumaktadır.
ahlak felsefeleri, Aristoteles'in özgün ah~ Söz konusu eleştiri, Maclntyre'ın ahlak
lak şemasının parça parça olmuş öğele­ gelenekleri arasında olumlu bir rol yük-
rini birbirine yeniden yapıştıracak bir şey lediği anlaşmazlık ile eleştirdiği "ölçüş­
bulmaya yönelik boşuna çabalardan iba- türülemez" anlaşmazlık· arasında ayrım
ret kalmıştır. Bu saptamadan hareketle yapmaya olanak tanıyacak ilkeleştirilmiş
Maclntyre, günümüz ahlak durumunu bir yöntem önermiyor olmasıdır. Buna
ram bir düşünsel düzensizlik olarak de- karşı Maclntyre, dillerarası çevrilebilirlik
ğerlendirerek, adeta kıyametin kopuşunu eksikliklerinin belli ölçülerde sözünü et-
andıran bir durum olarak betimler. tiği ölçüştürülemezliğin örneği olarak gö-
Maclntyre, bu önemli belirlemeler- rülebileceğini söylemiştir. Yöneltilen e-
den yola çıkarak, çağdaş liberalizmin leştiriler arasında yine sağlamlığıyla dik-
ahlaksal ve siyasal ·kültürde yapılan tar- kat çeken bir ikincisi de Maclntyre'ın ah-
tışmalarda son karan söyleme konumu- lak açıklamasının hem temeldenci hem
na son derece sert eleştiriler getirmekte- de indirgemeci olmakla suçlanmasıdır. Bu
dir. Liberalizm, kendi çıkarları uyarınca eleştiriye göre, ahlak felsefesinde Mac-
belirlediği yüce idealler ya da daha önce- lntyre'ın yaptığı gibi ahlaksal buyrukları
likli konular adına yaşanan anlaşmazlık­ bir bütün olarak "insan doğası"ndaki
ları çözüme kavuşturmaya istediği kadar ahlaksal olmayan bir temele dayandır­
çalışsın, Maclntyre'a göre liberalizmin mak gibi bir zorunluluğumuz yoktur.
öteki gelenekler üstünde bu denli söz Buna karşı Maclntyre, uslamlamasının
sahibi olmasına olanak tanıyacak bir dü- olası ahlaksal gelişmeleri sınırlandıran a
şünsel yetkinliği bulunmamaktadır. Mac- priori bir insan doğası anlayışına dayan-
915 madde

madığının altını çizer: düşünsel ahlak ya- lemiğe dönük çalışması Mamue (1970)
şamı da belli ölçülerde bu temelin ya da sayılabilir. Maclntyre, 1970'lerden itiba-
"öz"ün bir belirleyeni olabilmektedir. Ü- ren Marxçıhğa yüz çevirmiş olsa da bu
çüncü bir eleştiriyse, yazılannda başvur­ durum onun XX. yüzyılın tüketim çıl­
duğu retorik bir yana konulacak olursa, gınlığı ve bürokrai:ikleşmeyle tanımladığı
Maclntyre'ın göründüğünün çok ötesin- kapitalizmine ve egemen ideolojisi libe-
de, hatta en az modem bir ·liberal düşü­ ral bireyciliğe karşı konumunu hiçbir bi-
nür kadar modem alılik ve siyaset felse- çimde değiştirmemiştir. Aynca bkz. er-
fesinin değerlerine bağh olduğu düşün­ dem etiği.
cesini gündeme getirmektedir. Bu üçün-
cü eleştiri akınusında yer alan pek çok madde (İrıg. 111atm; Fr. malim; Alm. 111a-
eleştirmen, özerklik ya da özgürlük gibi terir, Yun. ftylr, Lat. 111ateria] Tanımlanma­
değerlere açıkça bağh olduğu gerçeğine sının zorluğu, felsefe içindeki görevinin
parmak basarak, Maclntyre'ın eskiçağ ile ve yerinin ne olduğuna ilişkin yürütülen
modern etik bakışları arasındaki aynmı tartışmaların keskinliği nedeniyle üze-
gereğindenfazla büyüttüğünü savunmak- rinde pek az görüş birliğine varılmış; öte
tadır. yandan filozoflann düşüncelerini, diz-
Bütün bu eleştirileri
dillendirenler, gelerinin kuruluşunu en çok etkilemiş te-
Maclntyre'ın karşısında kendi durumla- rimlerin başında gelir. Bu yüzden mad-
nnı son bir eleştiriyle daha güçlendir- deyi tanımlamak yerine felsefe tarihi bo-
mektedirler. Maclntyre'ın tarihsel anlatı­ yunca aldığı biçimleri betimlemek, onun
sına meydan okunan bu eleştiri çizgi- anlaşılmasını kolaylaştıracaktır.
sinde Batı'daki ahliksal düşüncenin tari- Sokrates öncesi doğa filozoflarının
hine yönelik farldı bir yaklaşım sunul- doğruluk arayışları, daha sonraları mad-
maktadır. Bu bağlamda Charles Taylar' denin olmazsa olmaz bir özelliği sayıla­
un Maclntyre'la aynı yöntembilgisel iz- cak bir özsözle biçimlenmişti: "Hiçbir
lekleri kullanıp, Platon'dan günümüze şey yoktan varolmaz; hiçbir şey yokol-
gelinene değin "ben" kavramının geçir- maz." Böylece, biçimden biçime girse de
diği başkalaşımın izini sürerek modem hep varolan bu "şey" doğanın temel ku-
"ben" anlayışının ne gibi sorunlar içerdi- rucusu olacaktır. Öte yandan evreni ta-
ğini ortaya koymayı amaçladığı S oımes of nıma ve anlama çabası içerisindeki ilkçağ
ıhe Stlf (Ben'in Kaynaklan, 1989) başlıklı Yunan atomculan ise maddenin en kü-
çalışması modem dünya değerlerine da- çük parçasının atom olduğunu öne sü-
ha iyimser bir bakışla yaklaşarak Mac- rüp, evrende yalnızca atornlann ve boş­
Intyre'ınkine açıkça şeçenek oluşturan luğun varlığını tanırlar. Onlara göre ev-
bir modern ahlik görüşü temellendir- rende olup biten her şey; değişim, devi-
mektedir. Diğerlerine göre bu son eleş­ nim, dönüşüm, canlıların büyümesi ve
tiri çizgisi, Maclntyre'ın felsefe ile tarihi gelişip ölmesi, işte bu atomların boşlukta
kaynaştıran çalışma tarzıyla örtüştüğün­ yer değiştirmelerinin bir sonucudur. Fel-
den en güçlü olanıdır. sefe tarihi açısından maddeyi bir kate-
Maclntyre'ın anılmaya değer öteki ö- gori olarak tanımlamak ise Aristoteles'e
nemli yapıdan arasında R. M. Hare gibi düşer. Maddeyi biçimle birlikte ele alap.
felsefecilerin tarihdlŞl yaklafımlanna kar- Aristoteles'te maddenin kendi başına bir
şıt biçimde yazdığı Etij11 Kısa Tarihi (A özelliği yoktur; ancak madde özellik ta-
Short History of Ethics, 1966) ile kendi şıma olanağına, gizilgücüne sahiptir. Bi-
Marxçılık yorumuna bir hayli yakın bul- çimsiz madde düşünülemeyeceği düşün­
duğu bir düşünürde dahi olduğunu bul- cesinden hareket eden Aristoteles'e göre
guladığı "seçkincilik", "usdışıcılık", "hoş­ madde bir töz değildir. Kuşkusuz XVII.
görüsüzlük" nitelilderini öne çıkardığı po- yüzyıldan başlayarak maddenin kendi ba-
maddebiçimcilik 916

şına özellikleri olduğunu düşünen filo- maddebiçimcilik ~ng. l!Jlomorphisnr, Fr.


zofların artmasıyla birlikte çağlar boyun- qylifllorphifmt", Alm. l?Jkmorphismııs] Eski
ca egemen olmuş bu Aristotelesçi yakla- Yunanca'da "madde" anlamını taşıyan
şım gücünü yitirecektir. Çağcıl (modern) *l!Jleile "biçim" demeye gelen *morphe'
felsefenin kurucusu olarak görülen Des- den türetilmiş terim. Aristotelesçi felse-
cartes ise madde-zihin ilişkisinin metafi- fede, özellikle de Thomas Aquinas'ın
zik nitelikleri olan bir ikilik içerdiğini felsefesinde g<ivdelenen, tüm fiziksel
öne sürerek maddeyi yer kaplamayla bir gerçekliğin iki ana bileşeninin madde ile
tutar. Ancak, evrende boşluğun olanak- biçim olduğunu savunan öğreti. Tek tek
sız olduğunu· düşünen Descartes'e karşı tüm varlıkları bu iki ana ilkeden türeten,
XVII. yüzyılda bir çeşit Yunan atomcu- bunlan madde ile biçim ilişkisinin bir
luğu sayılabilecek "cisimci felsefenin" sonucu sayan maddebiçimcilik özellikle
canlandığı da görülür. Sözgelirni Locke' skolastik felsefe döneminde biçim tara-
ta, maddenin mikroskobik (ufakölçekli) fından edimselleştirilen salt güç olarak
parçalardan oluştuğu düşüncesiyle kar- madde düşüncesini öne çıkarnuştır. Ay-
şılaşılır. Bu Yüzyıldaki bilimsel ve tek- nca bkz. madde; biçim (form); mad-
nolojik gelişmelerin sonucunda ortaya decilik; biçimcilik.
çıkan madde anlayışına göre, her biri
kendi başına varolan pek çok maddi tö- maddecilik [İng. materialisnr, Fr. materia-
zün bulunduğu yönündeki görüş doğru lismt", Alm. materialismıı.r, es. t mMdfıye]
değildir; evrensel öznitelikleri bulunan Varolan bütün herşeyin maddeden, ev-
evrensel bir maddenin varlığından söz rende olup biten tüm olaylatın maddi ya
etmek daha doğrudur. Yaygınlaşmasında da fiziksel ~çlerden oluştuğunu savu-
Descartes'ın ve daha sonralan Newton' nan görüş. Ilkece tüm olay ve olguların
un büyük katkıları olan bu görüşe göre maddi nesnelerle ya da dinamik maddi
madde edilgen bir tözdür~ devinmesini değişikliklerle açıklanabileceğinden kal-
kendi yönetip yönlendiremez. Maddenin kan maddecilik, ruhsal varlıkların, bilin-
tüm devinimleri dışardan bir etkiyle ola- cin ya da zihinsel durumlann gerçekliğini
naklıdır. Lcibniz bu Kartezyen-Newton- yadsır; bu nedenle felsefe tarihçileri mad-
cu madde yaklaşımını, gerçek tözlerin deciliği genellikle tanrıtanımaz(cı)lık ve
devinme yetisine sahip olması gerektiğini bilinemezcilik ile bağdaşıınrlar.
ileri sürerek eleştirir. Maddecilik, Eski Yunan atomcula-
Çağımwn maddeye yıık1aşımını bü- nndan XVIII. ve XIX. yüzyılda yoğunla­
yük oranda belirlemesi balonundan ele şan bilim temelli kuramlara dek çeşitli
alındığında XJX. yüzyılda Antoine-Lau- biçimlerde ortaya çıkarak yol almıştır.
rent Lavoisier'in kimya alanında ele- Herşeyi maddeye indirgemesi .bakımın­
mentleri buluşuyla başlayan süreç klasik dan bir tür tekçilik sayılabilecek madde-
madde anlayışını temelden değiştirir. Çağ­ ciliğin en eski örneklerinden birisi ilk kez
cıl (modem) fiziğin maddesi Descanes' Demokritos'un derli toplu biçimde dil-
ın, Newton'un betimlediği maddeden, lendirdiği atomculuktur. Bu kurama göre
çok daha dinamik, bambaşka bir mad- madde, boşlukta devinen atomlardan o-
dedir. Sözgeliıni, klasik madde kavrayı­ luşur. Evrende maddeyi oluşturan atom
şında çevresinde fırtınaların koptuğu de- ile devinimi' olanaklt kılan boşluktan baş­
vinimsizlik ile devingenlik, değişmezlik ka birşcy olmadığını ileri süren Demok-
ile değişim, madde ile kuvvet arasındaki ritos'un atomculuğu Epikurosçu düşün-.
keskin çatışkılann parçacık fiziğinde çok cede varlığını sürdürür.
da önemli bir karşılığı yoktur. Aynca Pierre Gassendi, bir yandan doğa bi-
bkz. byle, maddecilik; biçim (form); limlerindeki gelişimi, bilimsel yöntemi ö-
doğa felsefesi. verek, bir yandan da ruhun ölümsüzlü-
917 maddecilik

ğü, Tann'nın atomlann yaratıcısı olduğu Maıx ile Friedrich Engcls'in maddeciliği,
düşüncesini korumaya çabalayarak, mad- toplumsal, ekonomik ve tarihsel gelişi­
deciliğin XVII. yüzyılın ilk yansında ye- min yasalarını belirlemeye uğraşır. XIX
.niden canlanmasına yol açar. Thomas yüzyılda maddeciliğin baskın eğilim ol-
Hobbes ise insan doğası ile doğanın ne- masını örneklemesi bakımından Ludwig
ligi üzerine görüşlerini kaleme alırken, Büchner'in Kıtwet ve Madde (Kraft und
bütünüyle olmasa da, maddeci bir yakla- Stoff, 1855) adlı yapıtının on altı baskı
şım sergiler. XVIII. yüzyıl, fizyoloji k·u- yapmış olması dikkat çekicidir. 1852'de
ramına dayanarak insanın doğasını mad- Jacob Moleschott, Yaşam Döngüsü (Der
deci ve düzenekçi açıdan yorumlayan J u- Kreislauf des Lebens) adlı · kitabında
lien Offroy de La Mettrie'nin İnsan: Bir kuvvetin maddeye indirgenmesini, mad-
Makine (L'Homme machine, 1748) adlı denin korunumu öğretisini savunur.. Al-
kitabının basılmasına tanıklık eder. Diz- man fizyolog Kari Vogt ise Jean Caba-
geli bir maddecilik geliştirmeye yönelik· nis'ten esinlenerek, karaciğerin safrayı
eski girişimleri olgunlaştıran sıçrama, Pa- saklamasına benzer biçimde beynin de
ul-Henri Dietrich de Holbach'ın, bilişsel düşünceyi sakladığını savlar. Kaba mad-
ve duygusal durumları beynin içsel maddi deciliğe yönelen bu çıkışlar bir kenara,
dönüşümlerine indirgediği doğalcı mad- bu yüzyıl, bilimadamlan ile filozofların,
deciliğini ortaya koyduğu Doğa Di~esi bilimsel bilginin sınırları ile maddeciliğin
(Systeme de la nature, 1770) adlı kita- bilgikuramı sorunlarını yoğun biçimde
bıyla yaşanır. tartıştığı bir yüzyıl olur. Bu tartışmalar,
Copernicus'un gökbilim buluşlarının, Lange'nin Maddedliğin Tarihi ve Giinii-
Galileo Galilei'nin evrenbilgisi kuramla- miiz.deki Anlamının Eleştirisi (Geschichte
rının ve Isaac Newton'un düzenekbiliin des Materialismus und Kritik seiner
kuramının sonucunda doğanın l:iütün- Bedeutung in der Gegenwart, 1866) adlı
lüklü kavraruşının taçlandırdığı hızlı ve kitabının basılmasıyla doruğa çıkar. Lan-
yoğun bilimsel büyüme, gerçekliğin eski- ge, genel olarak bilimin kullanacağı yön-
sinden daha çok maddeci bir bakışla gö- temsel bir ilke olarak maddeciliğin ya-
rülmesine yol açar. Sözgelimi, gökbi- rarlı; ancak, indirgemeci bir yaklaşım o-
limci, matematikçi Pierre-Simon Lapla- larak felsefe alanında tartışmalı oldu-
ce, Tanrı düşüncesini dışlayarak kurgu- ğunu öne sürer. Lange'ye göre bilimin
ladığı evren kuramında hcrşeyi bilen üs- kavramları, öndeyilcri, insan zihninin bi-
tün bir usun, evrenin gelecekte alacağı çimlendirdiği kuramsal · ya da uylaşımsal
durumu da bileceğini öne sürer. kavramlardır. Bunlann bilim alarunda işe
Charles Darwin'in "doğal seçilim" ya yarıyor olmalan, maddeciliğin felsefece
da "doğal ayıklanma" görüşüyle biçim- bir temeli olduğunu göstermez.
lenen evrimci biyoloji kuramı, erekbil- XX. yüzyılda maddecilik, olguculu-
gisel açıklamaları gözden düşürerek or- ğun ağır etkisiyle, Otto Neurath ile Her-
ganik gelişimin maddeci ve fiziksel yo- bert Feigl'in öncülüğünü yaptığı fıziksel­
rumlarını güçlendirir. Fransa'dan Anto- cilikte ifadesini bulur. Fızikselcilik, fizik-
ine-Laurent Lavoisier ile İngiltere'den sel cisimleri ya da süreçleri dile getiren
John Dalton'un kimya alanında elde et- anlamlı önermeleri, hiç yoksa ilkece, ger-
tikleri başarılarla doğal çevrede gözlem- çeklenebilir olmalarıyla sınırlar. Günü-
lenen cisimlerin kimyasal maddelere, e- müz bilim felsefecilerinden Norwood R.
lementlere indirgenmesiyse doğanın de- Hanson'ın maddenin "maddesizleştiril­
neyci, maddeci yorumlarını destekler. mesi" adını verdiği durumdaysa, inİkro­
XIX yüzyılda pek çok fılozof, kuramla- fızik kuramlanna bağlı olarak maddecili-
rını bilimsel olgular, ilkeler, yasalar üze- ğin ne anlama geldiğine ilişkin bir dizi
rine kurmaya çalışır. Sözgelimi, Kari sorun ortaya konur. Evrensel nedensel-
maddetanımazcılık (maddesizcilik) 918

lik ilkesi de içinde olmak üzere klasik kabul etmez. Sankara fizik evrendeki
maddeciliğin dayandığı temeller sorgu- çokluk ile çeşitliliği Brahman'ın görünü-
lanmaya başlanır. Aynca bkz. metafizik; şü olarak açıklar. Bu açıklamayı kabul
atomculuk; Gassendi, Pierre; La Met- etmeyen Madhva, dünyanın Brahman'ın
trie, J. O.; Holbach, P. H. D.; Lange, dünyası olması anlamında gerçekliğin bir
F. A.; Marx, Kari; Engels, Friedrich; olduğunu yadsımaz; ne ki, fizik evren ile
diyalektik maddecilik; tarihsel mad- fizik evrendeki tek tek şeylerin de gerçek
decilik; fizikselcilik; maddetanımaz­ olduğunu, bunlann yalnızca Brahman'ın
cılık (maddesizcilik). görünüşleri olmadığını ileri sürer. Mad-
hva'ya göre biri bağunlı (tek tek ruhlar
maddetanımazcılık (maddesizcilik) bütünüyle Tanrı'ya bağımlı gerçeklikler-
~ng. i111111aleriafimr, Fr. i111111aJiriali1111e-, Alm. dir), diğeri bağımsız (I'ann bütünüyle
i111111aJerialimrrn; es. t. g'!]r-i madtlfxle, lô-111ad- bağımsız bir gerçekliktir) iki gerçeklik
tft:vıe] Maddenin, maddi dünyanın bizim vardır.
dışımızda varolmadığını; maddenin tek Gerçekliğin, her biri diğerinden farklı
başına bir gerçekliği bulunmadığııu sa- sonsuz sayıda maddeden oluştuğunu i-
vunan öğreti. Sıkı deneyciliği yanında leri sütdüğü için Madhva'nın ilgisi ay-
"modem idealizm"in kurucusu olarak da rımlara dair olmuştur. Dolayısıyla, Mad-
gösterilen İrlandalı filozof George Ber- hva'nın dizgesi birtakım aynmlara daya-
keley'in kendi felsefece duruşunu adlan- nır. Birinci olarak gerçekliğin üç öğesi
dırmak için kullandığı terim: "özdeksiz- olduğunu söyler: Tanrı, ruhlar, madde.
cilik". Tüm bir felsefesini maddenin varlı­ Ruhlar ile madde ikici bir gerçeklikte bir-
ğını yadsımaya adayan Berkeley, "dışı­ birine bağlı öğelerdir. Bunun ardından,
mızda" varolduğundan hiç kuşkıılanma­ bu üç öğe ara~ında varolduğunu söyle-
dığınuz şeylerin bile hep "düşüncede" diği beşli bir ayrım yapar. Bunlar, Tanrı
varolduğunu öne sürmüştür. Ayrıca bkz. ile tek tek ruhlar; Tanrı ile madde; tek
Berkeley, George; esse est percipi tek ruhlar ile madde; ruh ile ruh; madde
ile madde arasındaki ayrımlardır. Bu ay-
Madhva (ykl.1199- 1278) Hem doğum nmlan Tann buyurmuştur; bu nedenle
ölüm tarihleri hem de sürdüğü yaşam de gerçektirler, algılanabilirdirler.
süresi konusunda belirsizlikler olan ö- Gerçekliğin, her biri diğerinden farklı
nemli bir Hint felsefecisi. Kimi kaynak- sonsuz sayıdaki maddeden oluştuğunu
lar 1238'de doğduğunu belirtir. Yine ba- ileri süren varlık anlayışı, "göreli özellik-
zı kaynaklara bakılırsa 95 yıl ömür sür- ler kuramı" diye bilinen bir öğretiye yol
müştür (kimi kaynaklar da 79 yıl ömür açar. Şöyle ki: Maclhva tümellerin gerçek
sürdüğünü belirrirler). Bombay'ın güne- varlıklar olduğu yollu görüşü kabul et-
yinde, Udipi yakınlarında doğmuş olan mez. Ona kalırsa kişi "daire" ya da "üç-
Madhva, tümüne birden Sarva111Nla adı gen" gibi tümel terimleri, bu terimler iki
verilen çeşitli konularda otuz yedi kitap şey arasındaki benzerlikleri göstermeye
yaznuştır. yaradığı için kullanır. Dolayısıyla nitelik-
Vedantaa Hint felsefesi, temel ola- ler ayn varlıklar olarak değil de madde-
rak, başını Sankara'nın çektiği Advaita nin görünüşleri olarak kabul edilmelidir.
(İkicisizlik) Okulu ile Vaisnava Okulları Bu durum, bir soruna neden olabilir;
olmak üzere ikiye ayrılır. Madhva, bu i- ''Bir nitelik, kendisinin bir görünüşü de
kinci gruba bağlı Dvaita (İkicilik) Okulu' olan maddeyle özdeştir; nitelik ortadan
nun en önemli temsilcisidir. kalkarsa madde de ortadan kalkar" gibi
Madhva, sonııl gerçekliğin bölüne- bir düşünceyi akla getirebilirdi. Madhva
mez, tinsel bir bütün olduğunu söyleyen bu sorunla şöyle başa çıkar: "Bu üçgen-
Sankara'nın ikicisizlik (advaita) öğretisini dir"; "Bu d~iredir" -ienirken, bir madde-
919 Madhyamixa Okulu

nin tarumında yer alan pek çok özellik- ruhların kurtuluşu bulamayabileceğini
ten biri imlenir. Bir maddenin tarumında söylemekle, diğer büyük Hint felse fecile-
yer alan bu özellikler, maddenin nereden rinden ayrılır. Madhva'ya göre üç tür ruh
bakılıp tanımlandığına bağlıdır. Dolayı­ vardır: ebediyen özgür olanlar; sa111ıara­
sıyla da bunlar bakış açısına göre olan, dan kurtulmaya çalışanlar; kurtuluşa er-
göreli olan özelliklerdir. Madhva bunun- mesi eninde sonunda takdir edilmiş o-
la şeylerdeki farklılık ile özdeşliği açıklar. lanlar ile kurtuluşa hiçbir zaman erişe­
Madhva da Hint felsefesindeki diğer meyecek olanlar. Kurtuluşa hiçbir zaman
okullar gibi bilginin üç kaynağı olduğun­ erişemeyecek olanlar karanlığa gidecek-
dan söz eder. Bunlar duyu algısı, gidimli ler ya da sa111saradan asla kurtulamaya-
uslamlama ile Kutsal Kitap'tır. Madhva' caklardır.
ya göre bilgi, bir bilen ile bir bilineni ge- Madhva'ya göre yenidendoğuş çem-
rektirir. Gerçeklikse bilginin nesnesine berinden kurtuluş yalnızca acının sona
tam uygunluğudur. Bu da olanaklıdır. ermesi değildir; sevinç ile özgürleşmeyle
Madhva bilgi konusunda kuşkucu değil­ ilgili olumlu bir yaşantıdır da. Bunu sağ­
dir. Fizik evren ile fizik evrende varolan layansa bilgi ile tapınmadır. Aynca bkz.
tek tek şeyler hakkındaki yanılmalar, Hint felsefesi; Vedanta; Brahman; ad-
Sankara'nın yaptığı gibi fizik evrenin bir vaita; dvaita; sarnsara.
"kuruntu" (111'!1a) olduğu yollu bir görü-
şe yol açmamalıdır. Bu yalnızca insanın Madhyamika Okulu Mahayana Budd-
yanıldığını gösterir. haolığı'nın iki büyük okulundan biri (di-
Duyuların sağladığı algılar, insana an- ğeri ondan yüz yıl kadar sonra kurulmuş
cak belli türden bilgiler verir. Sınırlı da olan Yogacara Okulu'dur). Madhyamika
olsa, doğru koşullar alunda edinildiğin­ (Orta Yol) Okulu'nu kurup görüşlerini
de, bu geçerli bir bilgi türüdür. Bu bilgi yaygınlaşuran felsefeci, M.S. i l yüzyılda
türünü, kimi ikicisizlcrin yapuğı gibi, e- yaşadığı düşünülen Nagatjuna'dır. Oku-
ninde sonunda yanlışlanabilir diye kabul lun diğer önemli düşünürleri Aryadeva
etmek de saçmadır. Yine de, Madhva'ya (ykl. 200-225) ile Candrakirtti'dir (ykl.
göre algı bir hakemi de zorunlu kılmak­ 600-650).
tadır. Bu "iç tanıklık" ya da sak.ridir. Sak- Madhyamika Okulu, Buddha'nın haz-
si algı ile çıkarım sürecini kavramlaşura­ lara aşın düşkünlük ile aşın çilecilik ara-
bilen; bilginin geçerliliğini kavrayabilen; sında bir yaşamı savunan Orta Yol öğ­
benliği, zamaru-uzamı kapsayan bir bi- retisini temel alır.
linç öğesidir. Yanılmazdır; "giderme" Gerek algısal gerek kavramsal araç-
(bkz. Sankara) ya da başka bir düzeltme larla gerçekliğin sonu! olarak bilineme-
türüne gerek duymaz; duyu ile bellek u- yeceğini savunan Madhyamika Okulu'
yuşmazlıklarını d\h:eltir. Madhva'ya göre nun öğretisine göre, gerçeklik kavram-
çıkarım bilgiyi düzenleyip sınayan, sağ­ larla yapılan betimlemelerden bağımsız,
lamlaşuran bir süreçtir. mutlak olarak bölünmemiş bir birliktir.
Madhva, sa111saradan kurtulmak iste- Hakkında hiçbir şey dile getirilemeyeceği
yen herkesin, Brahman'ı belli bir anlama için de bir boşluktur (m'!Jala). Mutlak
yolu olduğuı)u söyler. Dolayısıyla herkes olanın doğası da boşluğun doğasıdır.
kurtuluş için kendi yolunu yürür. Tek Görünüşteki karşıtlıklar gerçekte yok-
tek ruhlar sonsuz sayıda olduklarından tur. Karşıt olduğu söylenenler arasında
farklar da sonsuz sayıdadır. Bu nedenle aslında hiç fark yoktur. Dolayısıyla ıa111·
sa111saradan, yenidendoğuş çemberinden sara ile Nirvana arasında da hiç fark
kurtulıııak için çabalayan her ruh Tanrı' yoktur. Şöyle ki: Mutlak, her tür düşünce
yla bit olamaz. belirleniminin boşluğudur. Mutlağın öte-
Madhva bu görüşüyle, yani bütün si bir başka dış görüngüye işaret etmez;
mağara benzetmesi 920

bu da onlann asıl gerçekliğidir. Neden- Buddhaalık; Yogacara Okulu; Tibet


lerle, koşullula ilişkili bir süreç olarak Felsefesi; Nagarjuna; arha~ . bodhi-
görünen yenidendoğuş çemberi (ıamıara) sattva; Nirvana; samsara; sunyata.
görüngüler dünyasıdır. Nedenler ile ko-
şullar kabul edilmediğinde -yani bir bü- mağara benzetmesi [İng. alkgtıry of the
tün olarak dünya kabul edilmediğinde­ cave; Fr. alligorie de la ravmıe; Alm. hiihkng-
aynısı mutlak olacaktir. kirhtıii'j
Platon'un Devlet (VII. Kitap) adlı
Tekçiliği savunan Madhyamika Oku- yapıtında neredeyse tüm felsefesinin ö-
lu'na göre, "iki değil" sözcüğündeki 'ilci' zünü serimlemek adına başvurduğu; bil-
görünüşü imler. Bunlar 'varlık'/'varlık gikuramını örneklendirmek, duyulur dün-
değil', 'sonsuz'/'sonsuz değil', 'ben'/ ya ("görünüşler dünyası') ile düşünülür
'ben değil' gibi ikiliklerdir. Nagarjuna, bu dünya C'İdealar dünyası') arasındaki ay-
çelişmeleri karşı karşıya koymuş; tüm rımı belirginleştirmek, "karanlık ile ay-
savlan böyle yadsıma çiftlerine dönüştü­ dınlık'' eğretjlemesini kullanarak insanın
rüp düşünceyi böylesi aşınlıklardan kur- "İyi İdcası"ııa C'güneş') ulaşması için
tararak aydınlanmaya (Nirvandya) ulaş­ yürümesi gereken zorunlu yolu, geçmesi
mayı hedeflemiştir. gereken çileli eğitim sürecini vurgulamak
Çelişmeleri karşı karşıya koyup tüm için dile getirdiği benzetme.
savlan yadsıma çiftlerine dönüştürme işi Platon bizden güneş ışığının ya da ay-
de diyalektik uslamlamayla olacaktır. Di- dınlığın içeriye sızmasını engelleyecek
yalektik, Madhyamika Okulu'nun canda- uzunlukta bir geçitle dışarıya bağlanan
marıdır. Bu diyalektik dörtlü bir yapıdan bir mağara tasarlamamızı ister. Bu nıağa­
oluşur. İlkin olumlama (ıal) kabul edilir, !'dda kımıldayamayacak bir biçimde elle-
sonra olumsuzlama (a-ıal). Son olarak da rinden, ayakLiruıdan ve de boyunların­
bunlar birarada olumlanıp olumsuzlanır; dan zincire vurulmuş mahkumlar bulun-
yani önce hem olumlama hem olumsuz- maktadır. Bu mahkıimlar, bırakın birbir-
lama olumlanır (ıadasal), sonra da hem lerini görmeyi, kendilerini bile göreme-
olumlama hem olumsuzlama olumsuzla- mektedirler. Bütün yaşamları boyunca
nır (na sal naiı"aJal). Bu dört seçenek so- görüp görebildikleri tek şey karşılarında­
ruşturulan her sorunun olanaklı bütün ki duvardır; arkalan mağaranın ağzına
durumlannı sunar. dönük biçimde karşılarındaki duvara bak-
Bu işleyişe göre, karşılaştırılan yad- maktadırlar. Mahkumlann arkasında yük-
sıma çiftlerinin uslamlamayla yadsınabi­ sekçe bir yerde parlak bir ateş yanmakta-
leceği bir kez kabul edildi mi, zihin dır. Ateş ile mahkıimlar arasında onların
bunların ikisinin de gerçek olmadığını bilmedikleri dimdik bir yol ile bu yol bo-
kabul eder. Dolayısıyla Madhyamika, bi- yunca uzanan bir adam boyunda bir du-
linç ile bilinen nesnenin birbirine bağlı var bulunmaktadır. Bu duvarın öte ya-
olduğunu, gerek dış gerçekliğin gerekse nında ise başlanrun üzerinde çeşit çeşit
bilincin görece gerçek olduğunu savu- nesneler, insana, hayvana benzeyen türlü
nur. Çünkü kavramlar alanında hiçbir türlü kuklalar taşıyan insanlar bu yol bo-
şey sonul ya da mutlak olarak gerçek yunca gidip gelmekte ve kendi aralarında
olamaz. Bu kabul edildiğinde, insan hiçi, konuşmaktadırlar. Bu insanların taşıdık­
boşluğu (ı11'!Jl1fa) duyumsar. Boşluk ya- ları nesnelerin gölgeleri mahkıimlann ö-
şantısı "mutlak bilgi", "mükemmel bil- nündeki duvara yansımakta ve mahkıim­
gelik" (/Jrafaaparamita) için temeldir. Kişi lar yalnızca bunlan görebilmektedir. Bu
buna eriştiğinde acı çekmekten kurtulur; insanların konuşmalanndan çıkan sesler
Nİnlandya ulaşmak için gereken de bu- de bu duvardan yankılanarak mahkıim­
dur. Ne ki, bu okulda arhat olmak değil, lara ulaşmaktadır.
bodhisattva olmak amaçlanır. Ayrıca bkz. İşte bu bağlamda, mahkıimlann algı-
921 mahamudra

layabildiklcri, ayırdına varabildikleri tek !emesiyle insanlığın genel durumunu, ö-


şey, "gerçek" sandıklan bu gölge ve yan- zellikle de insanın "bilgi" ve "gerçeklik"
kılardır. Mahkılmlar karşılarındaki gölge- ile kurduğu yapay ilişkiyi simgesel bir dil-
leri gerçek varlıklar, duydukları konuş­ le söze dökmüştür denebilir. Aynca bkz.
maları da bunlardan çıkan sesler olarak Platon.
algıladıklarından ötürü duyusal şeylerin
gölgelerini ya da yansılarını "gerçek" say- mahamudra (San.) [fib. PkYag-chen]
ma durumu içindedirler. Bu yüzden de "Büyük Simge" demeye gelen bu kav-
var olan bütün gerçekliğin bu gölgelerle ram, Tibet Buddhaalığı'nın Fısıltıyla Ak-
yankılardan oluştuğunu düşünmektedir­ tarım Okulu'nda kullanılan bir yoga diz-
ler. gesinin adıdır.
Platon bu kez de bizden mahl."limlar- İkinci Buddha diye de anılan Tibetli
dan birinin zincirlerinden kurtarıldığı du- düşünür Padma-Sambhava, üçüncü vid-
rumu düşünmemizi ister. Bütün ömrünü yadhara ("bilgi sahibi'') düzeyi olarak 111a-
bu yan karanlık mağarada geçiren mah- ha1!111drayı anar. Bu düzeyde insan istedi-
kı1mun, bırakın güneş ışığını görmeyi, ·ği an bedenini terk edebilir. Bedenini
duvarın ardındaki ateşin aydınlığından bardo halinde bırakır. Böyle bir anda us
bile gözleri kamaşacak; neye uğradığını ile beden, ben ile öteki arasındaki ayrım­
şaşıracak; kafası allak bullak olacaktır. lar kalkar.
Bir yolunu bulup yine gölgelerin görün- Mahamudra yogası dört aşamada ger-
düğü duvara, eski yaşamına, o "gerçek" çekleştirilir. Bunların ilki Tek Noktalılık
sandığı dünyasına dönmek isteyecektir. aşamasıdır; amacı da düşünce akışını tek
Bir de bu mahkı1mun zorla da olsa gün bir nesne üzerine yoğunlaştırarak kendi
ışığına, mağaranın dışına çıkarıldığını ta- iç dinginliğini sağlamaktır. Ne ki, bu
sarlayalım. O vakit iyiden iyiye sersemle- kavrayış da kısmen kavramsal olduğu i-
yecek, önceki göz kamaşması bu kez çin başka bir aşamaya geçilmelidir.
belki de körlüğe dönüşecektir. Mahku- İkinci aşama, Sözcük Oyunlarından
mun bu yeni dünyada bir şeyleri görüp Uzaklaşma aşamasıdır. Amacı da kav-
anlayabilmes.i çok uzun zaman alacak; ramsal düşünmeyi bırakmak, ikicisizliğin
taşları yerli yerine oturtması epeyce güç (advaita) farkındalığına varmaktır. Böyle-
olacaktır. Ancak bir kez bu yeni yaşama likle usun asıl doğası görülür. Ne ki, bu
alışmaya, bir şeyleri sezip kavramaya "görme"nin onun hakkında bir şey "bil-
başladığında gerisi gelecek; mahkum aşa­ mek" demeye gelmediği özellikle vurgu-
ma aşama da olsa "güneş"in ('İyi İdea­ lanmalıdır.
sı") seyrine kadar ilerleyecektir. Mağa­ İkicisizliğin farkındalığı ilk farkında­
raya geri dönecek olsa, bu kez karanlık lıktır. V anlması gereken bir diğer farkın­
yüzünden geçici de olsa bir körlük yaşa­ dalık da sa111sara ile Nirvana'nın aynılığı­
yacak; görüp geçirdiklerini eski arkadaş­ dır.Bu, 111aha11111drayogasının üçüncü aşa­
larına anlattığında, bunlar yalnızca göl- ması olan Tek Tat aşamasıdır.
gelerle yetinmeyi öğrenmiş bu insanlara Dördüncü aşama Temrinsizlik aşa­
anlaşılmaz gelecektir. Aslında Platon için masıdır. Bu durumda meditasyon yapan
mağaraya dönüp de anlattıklarına hiç ile meditasyon temrini arasındaki ayrım
kimsenin inanmadığı bu mahkılm hiç anlamsızlaşır. Temrin ile temrin eden
kuşku yok ki "fılozof"tur; dahası, adını yoktur; ikili tüm ayrımlar kaybolmuştur.
koyalım, kurtarmak istediği insanlarca Bu aşamaya varan yogi aydınlanmaya,
felakete sürüklenen Sokrates'tir. yani Buddhalığa ulaşır. Ayrıca bkz. Ti-
Son çözümlemede, Platon mağara bet felsefesi; Fısıltıyla Aktarım Oku-
benzetmeSi ve bu benzetmenin odağın­ lu; Milarepa; mahasandf, advaita; bar-
da yer alan "karanlık ile aydınlık" eğreti- du, samsara; Nirvana; yoga.
mahasandi 922

mahasandi (San.) ffib. &lz.ogs Chen] menlik Kurma Diizeyi'dir (I'ib. tshe dbang
"Büyük Yetkinleşme" demeye gelen bu rig'dzj'n). Bu düzeyde meditasyon yapan
kavram, özellikle Tibet Buddhacılığı'nın bedene bağlıdır ama yaşam süresini uza-
en eski tarikatlanndan rNying ma pa 0- tıp şekil değiştirebilir. Kişi artık yaşam i-
kulu'nda (Eskiler Okulu) kullanılan bir le ölümün dışındadır.
yoga dizgesinin adıdır. Bu okulun M.S. Üçüncü düzey maham11dradır (I'ib. ph-
vııı. yüzyılda yaşamış önemli felsefecisi yag eben rig'dzjn). Bu düzeyde kişi istedi-
Padma-Sambhava tarafından geliştiril­ ğinde bedenini terk edebilir. Böylesi an-
miştir. hırda us ile beden; ben ile öteki ayrımları
Bu yoga dizgesinin izlenmesi gereken aşılır.
ilk adımı, aydınlanmaya ermiş bir gımı Dördüncü düzey olan Kendiliğinden
(usta) bulmaktır. Bundan sonra talip ay- V arolma Düzeyi (I'ib. lh1111 grnb rig'dzjn)
dınlanmayı, boJhisattvayı her duyarlı var- tümüyle betim dışıdır. Kişiye tüm görü-
lık için ister. Padma-Sambhava bunun nüşler benlikleri olmadan, bir aynada na-
kuramsal temelini de yeniden bedenlen- sıl görünüyorlarsa öyle görünürler; gö-
me öğretisine dayandınr. Buna göre, "her rünüşler kavramlar olmadan da bilinirler.
insan geçmişte sayısız yaşam yaşamıştır; Bu düzeyde gerçeklikle yüzyüze gelinir.
her duyarlı varlık bir zamanlar birimizin Görünüşler bilinçte yansıtılırlar ama ar-
anası ya da babası olmuştur". Bu, insan- zulanmazlar. Meditasyon yapan arzuların
ların başkaları yararına eyleme geçme ar- üstesinden geldiği için hiçbir şeyi arzu-
zusunu güçlendirir. Başkaları yararına ey- lamaz. Buddhacı felsefedeki ayna imge-
leme geçme arzusu yoksa, manlra konu- sinin kaynağı da burasıdır: Ayna yalnızca
sundaki ustalık aydınlanmaya erişmek i- karşısındaki şeyi yansıtır; onu arzulamaz.
çin yetmeyecektir. Bu, aydınlanmaya e- Bu düzeyde meditasyon, belirli zaman-
rişmenin ilk koşuludur. larda gerçekleştirilen bir etkinlik olmak-
Bodhisattva olmaya girişildiğinde me- tan çıkıp tüm eylemlerin gerçekleştirildi­
ditasyon gereklidir. Tanttacı yoganın aslı, ği durum olur. Bu durum ahlaksal eyle-
meditasyon yapanın, man/ralardan yarar- min de tek kesin temelidir. Çünkü eylem
lanarak tanrısalı görselleşcirmesidir. Bu- bir yarar sağlamak için yapılmamaktadır.
nun için, kişi ilkin yidam (kişisel, içkin) Aynca bkz. Tibet felsefesi; mahamud-
tanrısalın fiziksel imgesi üzerine yoğun­ ra; bodhisattva; mantra; yoga.
laşmalı; bu uyan gereksiz hale gelinceye
kadar temrin sürdürülmelidir. Böylece i- Mahayana Buddhacılığı Ilımlı bir tu-
kicisizlik (*adılf1tta) düşüncesine uygun tumu olan Buddhacılık okulu. Mahayana
olarak görselleştirilen tanrısalın, meditas- (Mahasanghikas d~ elenir), ''nüyük A-
yon yapan kişinin usundan ayn, kendine raç" anlamına gelir. Genellikle, M.Ö. 383
özgü bir varoluşu olmadığı kavranır. yılında yapılmış olan ikinci Buddha kon-
Diğer meditasyon teknikleri gibi bu seyinden sonra kurulduğu kabul edilir.
meditasyon tekniğinin de amacı, kavram- Bugün Nepal, Kore, Çin, Japonya, Tibet
sal düşünmeyi bir kenara bırakmak, böy- gibi ülkelerde başat konumdadır. Thera-
lelikle de aydınlanmaya ulaşmanın yolu- vada (Hinayana) Buddhacılığı'yla birlikte
nu hazırlamaktır. Bu düzeye erişen kişi Buddhacılığın iki büyük kolunu meydana
vitfyadharadır. ("bilgi sahibi"). getirir.
Dön vitfyadhara düzeyi vardır: Bu iki okul arasındaki temel ayrım,
İlk düzey Olgunlaşma Düzeyi'dir Buddha'nın _Nirvana'ya ulaşmakla ilgili
(I'ib. rnam smin rig'dzjn). Bu düzeyde kav- söylediklerinin başka başka yorumlan-
ramsal düşünme bırakılır; usun tanrısal masına dayanır. Theravada Buddhacılığı
yapısı ortaya çıkar. özdisiplin ile kişisel başarıyı öne çıkarır.
İkinci düzey, Yaşam Üzerinde Ege- Burada amaç a<hat olmaktır. Mahayana
923 Maimonides

ise botlhis4/hla olmayı amaç olarıık ortaya llllllar) oluştuğunu, buna ba.ğlı olarak da
koyar. BoJhisa/tıla kenclisini aydınlanmaya deneyimi eclinilen şeyin gerçekliğinin
varmaya adamış; buna karşın başkalanna deneyimi edinene bağlı olmadığını ileri
yardım etmek için Nil'V11111lya ulaşmasını süren Theravada Buddhacılığı'nın ger-
geciktiren, samsarada kalan kişidir. çekçi düşünürlerine karşı da gerçekliğin
Mahayanacılar keneli öğretilerini The- çok değil tek olduğunu, bunun da özü
ravada öğretisinin yadsımaS1 olarak değil bakımından n:ıaddescl olmayıp fizik nes-
de devaıru olarıık görürler. Mahayana nelerin değil bir tek vijıınanın gerçek ol-
Buddhacılığı, Tantracı Buddhacılık ola- duğunu savunur. Ayrıca bkz. Buddha-
rak bilinen Tibet Buddhaalığı ile Zen cılık; Madhyamika Okulu; Yogacara
Buddhacılığı'm da etkilemiştir. Mahaya- Okulu; Thetavada Buddhacılığı; ar-
na Buddhacılığı'nın ayrıldığı iki büyük hat; bodhisattvıı; Nil'VRl1a; samsara.
felsefe okulu vardır. Bunlar Madhyamika
ile Yogacara'dır. Maimonides (1135-1204) Yahucli he-
Madhyamika Okulu, Buddha'nın haz- kim, Talmud bilgini, filozof ve tannbi-
lara aşın düşkünlük ile aşın çilecilik ara- limci. Maimonides yalnızca Yahucli fel-
SlOda bir yaşallll savunan Orıa Yol öğ­ sefesinin değil, bütün bir orıaçağ felsefe-
retisini temel alır. Gerek algısal gerek sinin en biiyiik düşünürlerinden biri ola-
kavramsal araçlarla gerçekliğin sonu! ola- rak kabul edilir. Daha çok Latince adıyla,
rak bilinemeyeceğini savunan bu okulun Moses Maimonides olarak bilinen ve ya-
öğretisine göre, gerçeklik kavramlarla ya- pıtlanru çoğunluk hem Arapça hem de
pılan betimlemelerden bağımsız, mutlak Ibranice kaleme almış olan Endülüslü
olarak bölünmemiş bir birliktir. Hakkın­ düşünürün adı, Yahudi kaynaklannda
da hiçbir şey dile getirilemeyeceği için de Moses· ben Maimon ya da Rambam, İs­
bir boşluktur. Mutlak olanın doğası da lami metinlerde ise (Musa) İbn Meymun
boşluğun doğaSldır. Tekçiliği savunan diye geçer. Maimonides'in felsefesi ve
Madhyamika Okulu'na göre, "iki değil" tannbilimi Yahucli düşünürler tarafından
sözcüğündeki 'iki' görünüşü imler. Çün- başköşeye oturtulduğu gibi ondan sık sık
kü kavramlar alanında hiçbir şey sonu! alınu yapan Thomas Aquinas ve diğer
ya da mutlak olarak gerçek olamaz. Bu skolastikler tarafından da oldukça değerli
kabul edildiğinde, insan hiçi, boşluğu bulunmuştur. Özellikle aklın içgöriileriy-
(sımyata) duyumsar. Görünüşteki karşıt­ le kutsal metinlerin ve geleneğin öğreti­
lıklar gerçekte yoktur. Karşıt olduğu söy- lerini uzlaştırdığı bireşimscl yaklaşıllllnın
lenenler arasında aslında hiç fark yoktur. onaçağ düşüncesinde ayn bir yeri vardır.
Dolayısıyla s11111sara ile Nin1t1na arasında Öte yandan günümüz Yahudi felsefeci-
da fark yoktur. Boşluk yaşantısı "mutlak leri de kendi konumlannı değerlendirir­
bilgi'', "mükemmel bilgelik'' f;rt!inapara- ken Maimonides'i asal gönderme noktası
111İta) için temclclir. Kişi buna eriştiğinde olarak almakta ve çoğunlukla keneli gö-
acı çekmekten kurtulur; Nif'Vamlya ulaş­ rüşlerini onun düşüncelerinin aynntılan­
mak için gereken de budur. clınlması, uyarlanması ya da yorumlan-
Yogacara Okulu ise bu biçimde bilen ması olarak kabul etmektedirler.
bilinç ile bilinen nesnenin birbirine bağlı Aristotclesçi geleneğe bağlı. kalarak us
olduğunu, gerek dış gerçekliğin gerekse (felsefe) ile inanan (din) insanı aynı ha-
bilincin görece gerçek olduğunu öne kikate götüreceğine dair kesin bir inanç
sürmekte olan !'vladhyamika Okulu'na iizerine bina ettiği felsefesini oluşturur­
karşı yalnızca 1Jij11ananın (bilinç) gerçek ken İsJaın fılozoflanndan, özellikle de
olduğunu, görünüşte olanınsa ona ba- Farabi, İbn Sina ve İbn Rüşd'den derin-
ğımlı olup gerçek olmadığını; fizik nes- den etkilenen Maimonides, felsefe açı­
nelerin varlığın sonu! öğclerinden rdhar- Slndan da en önemli eseri olan başyapıu
Maine de Biran, M. F. P. 924

Delôlet-iil-Hamn'de (Kafası Kanşıklar İ­ lann sonuçsuz kalacağını, kutsal yaratılış


çin Kılavuz) görünüşte uyuşmaz gözü- öğretisinin bir inan meselesi olarak kabul
ken felsefe ve bilim ile geleneksel inan- edilmesi gerektiğini özellikle vurgular.
an uzlaştınlabileccğini, anılarındaki tutar- Etkileri Spinoza ile Leibniz'e kadar
s12lıklann çözülerek bilgiye giden bu iki uzanan felsefesi dışında Maimonides'in
yolun birbirlerini tamamlayabileceklerini külliyatı. tıp kitapları ile Yahudilerin tefsir
savunur. Bu bağlamda Maimonides, A- geleneği olarak kabul edilebilecek Tal-
ristotelesçi bilgi kavrayışı ile dini bütün- mud yazınının içinde yer alan ve daha
leştirmeye çalışırken açıkça İbn Rüşd'ün çok hukuka yönelik dinsel yorumlardan
izinden yürürken, İbn Rüşdcülerin iki oluşan sözlü şeriat derlemeleri olan Miş­
ayn doğruluk dizgesi olarak us ile inan- na türünde tannbilim yapıtlanndan oluş­
cın birbiriyle bağdaşmaz bir çelişki i- maktadır. Maimonides'in XII. yüzyılda
çinde oldukları yollu görüşüne de şiddet­ kaleme aldığı Mipıe Tora (fevrat'a Yeni-
le karşı çılanaktadır (bkz. çifte hakikat). den Bakış) günümüzde de bu türün en
Buna karşı felsefe klasikleri arasında sa- önemli yapıtlanndan biri sayılmaktadır.
yılan bu yapıtında Maimonides, enson Aynca bkz. Yahudi felsefesi.
gerçeklere yönelik olarak ortaya konan
düşünceleri sıradan insanlann kavrama- Maine de Biran, M. F. P. (1766-1824)
sının zorunlu olmadığırun, üstelik bu zor- Felsefe tarihinde deneyciliğin yetersiz-
lama çabanın onlann kafalannı kanştı.r­ liklerini açığa çıkarmasıyla tanınan Fran-
maktan öte bir yararı da olmadığının al- sız filozof ve devlet adamı. Çalışmalan­
tını koyultarak çizer. Maimonides'e göre, nın çoğu ölümünden ancak yanın yüzyıl
'Sıradan insan için en doğru olanı felse- sonra basılabilen Maine de Biran, en ol-
fece düşünmeye yönelmek değil dinsel gun felsefesini ortaya koyduğu F.nhbili-
inancın yolundan yürümektir. Arapça ,,,;,, TtmeUeri ÜZfrine (Essai sur !es fonde-
yazdığı bu yapıtta aynca filozofluk ile ınents de la psychologie, 1812) adlı yapı­
peygamberlik kurumlan ya da konumlan tında maddecilik ve belirlenimcilik karşı­
arasında sağlam bir denge kurmaya çalı­ tı. bir tutumla içsel deneyimin üzerinde
şan Maimonides, Tann'nın. varlığını ka- durur. Maine de Biran, Locke'un düşü­
nıtlamaya yönelik olarak da Aristotelesçi nümün bilginin iki kaynağından biri ol-
yönleriyle dikkat çeken değişik tanıtla­ duğu savı doğru olsa da, düşünümün i-
malar önermiştir. Maimonides, evrenin dealann bilincinde olunmasına dayandı-
başsız sonsuz olduğunu ileri süren İbn . ğını düşünmekle yanıldığını savunur. Lo-
Rüşd ve izleyicilerine karşı evrenin yok- cke'un kuramının edilgen bir zihin mo-
tan var edildiğini ama ne bunun ne de deli sunduğunu savunan Maine de Biran'
tersinin tanıtlanamayacağını savunarak o- a göre, bilincin birincil verisi istençli edi-
lumsuzQamacı) tannbilim anlayışıyla ya- min farkında olmasıdır. Maine de Biran,
ratılışın ispat konusu olduğunu reddet- Hume'un istenç içsel izlenimden başka
mesine karşı, İslim felsefesinde de kul- bir şey değildir savına karşı bilince veri-
lanılan (bkz. budils), varlıktan önce yok- lenin temelde ilişkisel olduğunu vurgu-
luğun olduğu, varolanlar yoktan geldiği­ lar: İçsel deneyimin nesnesi yoktur; içsel
ne göre de bir yaratıcıya gereksinecekleri deneyim olgulara ilişkin bir deneyimdir.
gibi bir çıkarımla Tann'nın varlığını te- İstencin neden olduğu devinimlerimizi,
mellendirmeye girişmiştir. Bu bağlamda örneğin kolumuzu kaldırmamızı istemli
Maimonides, Farabi ve İbn Sina gibi çabanın içsel deneyiminde ayırt ederiz.
Yeni Platoncu İslam Aristotelesçilerinin Özbilinç kendisini, bir sonuç gibi algıla­
türümcü öğretilerine karşı kutsal yaratı­ dığı kendi istencinin neden olduğu isten-
lışı savunarak, Tann'nın varlığı konusu- cin çabası ya da devinimiyle içdeneyim
nun aksine bu konuda akılcı uslamlama- sayesinde tanır. Bir başka deyişle özbi-
925 ınakrokozınos/ınikrokozınos

linç kişinin
istenci ile bedeni arasındaki olduğu, yani varoluşun iki ayn alanı ol-
ilişkideneyiminden doğar. Maine de Bi- duğu yollu varsayımına verdiği ad. "Çö-
ran bu düşüncesiyle Descartes'ın "düşü­ zümleyici ·(mantıkçı) davranışçılık" adı
nüyorum, demek ki varım"ırun yerine verilen bir tür davranışçılık savunusu
"istiyorum, demek ki vanm"ı koyar. ortaya koyduğu bu yapıtında Kartezyen
İnsanı anlamanın başlangıç noktası­ felsefenin zihni ele alışına yönelik kap-
nın içebakış ruhbilimi olduğunu savunan samlı bir eleştiriye girişen Ryle, zihinsel
düşünür, bunun istençli edimin ayırdına görüngüleri fiziksel görüngülerle aynı bi-
varılmasına yarayacağına inanıyordu. İs­ çimde değerlendirerek kategori yanlışına
tencin tam olarak anlaşılabilmesinin ruh- düştüğünü öne sürdüğü bu kuramı "ma-
bilimin, genel olarak da insan bilimleri- kinedeki hayalet'.' eğretilemesiyle betim-
nin temel sorunsalını oluşturması gerek- ler: Buna göre "makine", herkesçe gö-
tiğini söyleyen düşünür, aranedenci ruh- rülebilen, fiziksel somutluğu olan bede-
bilimin varsayımlarına karşıt olarak zi- ni; "hayalet" ise bilinci ya da iç a!gırun
hinsel olayların zorunlu olarak ilişkili ol- yer aldığı özel, gizli, görünmez olan zi-
duğunu, dilin de bunları temsil eden bir hinsel alanı nitelemektedir. Ryle oldukça
araç değil tersine bunların kurucu bir ö- etkili olmasına karşın kendi içinde kimi
ğesi olduğunu düşünüyordu. Maine de tutarsızlıklar da barındıran Zihin Kavramı
Biran, zihinsel olayların fiziksel durumlar adlı çalışmasında zihin hakkındaki birçok
olduğuna ya da fiziksel durumlara indir- düşüncenin yanıltıa olduğunu; felsefe-
genebileceklerine karşı çıkarak birinin ö- cilerin, özellikle de Descartesçılann zihni
tekine kayıpsız olarak aktarılamayacağını gizemli bir biçimde bedenin hayaletimsi
savunuyordu. ortağı, fiziksel olmayan durumların ve
Y aşamırun ilerleyen döneminde her eylemlerin sahnesi ve aracısı olarak res-
ne kadar ruhbilimin önceliğine inancı mederek düşünceleri yanlış bir yola sap-
sürse de metafizik, ahlak ve dinle ilgili tırdıklarını ileri sürer. Ryle, "Kartezyen
sorunların önemini vurguladı. Yaşarken ikicilik" ya da "makinedeki hayalet söy-
pek bir şey yayımlamamış olsa da ölü- leni" diye adlandırdığı bu zihin (felsefesi)
münden sonra yazdıkları derlenmiştir kuramına, zihnin doğasına ve bedenle
(örneğin İnsanbilimde Yeni Denemeler, No- ilişkisine dair felsefi sıkıntıların tümünün
veaux Essais d'arıthropologie, 1823-24). bizzat bu kuramın yol açtığı "*kategori
İstencin birinciİliğine yaptığı vurgu bu- yanlışı"ndan kaynaklandığını ileri sürerek
gün bile insan bilimlerinde önemli bir aamasızca saldırır. "Makinedeki hayalet
sorun ve çalışma alanını oluşturmakta­ dogması"na karşı bir reddiye olarak da
dır. nitelenebilecek Gilbert Ryle'ın çözümle-
yici davranışçılığına göre bir şey yapmak,
ınakinedeki hayalet ~ng. ghosı in the biri zihinsel öteki fiziksel iki ayrı eylemi
machine; Fr. fantôme dans la 11111chinr, Alın. gerçekleştinneyi değil, yalnızca belirli bi-
geist in der maschine] Dil ve zihin felsefesi çimde davranmayı imlemektedir. Aynca
alanlannda yaptığı çalışmalarla tanınan bkz. Ryle, Gilbert; ikicilik.
İngiliz felsefeci Gilbert Ryle'ın, Zihin
Kavramı (The Concept of Mind, 1949) ınakrokozınos/ınikrokozınos [İng.mac­
adlı çalışmasında, Descartesçı ikiciliği rorosm/ 11/İtrOcosm; Fr. mamırosme/ mimırosme;
çözümleyici felsefenin bakışaçısından e- Alın. ma/ı:roleosmos/ miknıkosmos] En genel
leştirirken kullandığı ifade; Ryle'ın Kar- anlamda makrokozmos bir bütün olarak
tezyen ikiciliğin bedenin usta işi ve kar- dünya ya da evren, mikrokozmos ise
maşık bir makine, zihnin ise açıklanamaz makrokozmosu model alan onun küçük
bir biçimde bu makineye yerleşerek onu bir parçası, yani "küçükevren"dir.
yöneten, onu bir kişi haline getiren şey Makrokozmos/mikrokozmos düşün-
maksim 926

cesinin kökleri Pythagoras, Platon ve da- Tüm bunların ötesinde "koşulsuz buy-
ha sonra Yeni Platoncular'a dek uzansa ruk" ilkesine dayalı Kant'ın ödev etiğin­
da dizgeli teınellenclinnesini İsviçreli he- de, kişinin "kendine biçtiği eyleme ilke-
kim ve fizikçi Paracelsus'a (1493-1541) si"; "nasıl eylemesi gerektiğini belirle-
borçludur. Hıristiyanlık öğretisinin dışı­ mek üzere koyduğu ahlak ilkesi"; "is-
na çıkmadan kimya ile Yeni Platonculu- teme'nin öznel ilkesi". Aynca bkz. ahlak
ğun bileşimine dayanan bir up felsefesi ilkesi; koşulsuz buyruk; ödev etiği.
geliştiren Paracelsus makrokozmos/mik-
rokozmos kuramını Yunanlı tıp bilgini makulıit (Ar.) Arapça'da "kategori'', "u-
Galenos'un geleneksel dört sıvı ya da lam" anlamına gelen makule'nin çoğulu
salgı öğretisine dayanan hastalık açıkla­ olan bu sözcük, İslam felsefesinde Aris-
masına karşı ortaya atmıştır. Her şeyin toteles felsefesindeki varlık kategorileri-
birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğu bir ev- nin karşılanması için kullanılan terimdir.
ren tasarunına dayanan bu kurama göre, İslam felsefesindeki kategori kuramı ge-
evreıi yaşayan büyük bir organizma ola- nel hatlarıyla Aristoteles'e sadık kalmışsa
rak kabul edilir. İnsan bedeninin tam o- da kendi dizgesine uyum sağlamak ba-
larak anlaşılabilmesi için Eskiçağ'ın sim- kımından yer yer değişiklikler gösterir.
ya, astroloji (yıldızfalcılığı) ve sihir ina- Bu değişikliklerde Yeni Platoncıılann et-
nışlarına dönen ve bunları kutsal bir kisi de gözardı edilemez. Aristoteles'in
bağlamda temellendiren Paracelsus, ev- özgün kuramını bağlılıkla izleyen tek fi-
ren (yani makrokozmos) ile insan (yani lozof ise İbn Rüşd'dür. Aynca bkz. İbn
mikrokozmos) arasındaki bağları açımla­ Rüşd.
mak istemiştir. Paracelsus'a göre evrenin
yapısı ve öğeleri ne ise insan bedeninin Malebranche, Nicolas (1638-1715) A-
yapısı ve öğeleri de odur: İnsan bedeni ugustinus ve Descartes felsefelerinin bi-
makrokozmosun yapısını ve öğelerini leşimi sayılabilecek Kartezyen bir felsefe
yansıtan bir mikrokozmostur. İnsanların ortaya koyan Fransız filozof ve Katolik
yaşıyor olması gibi evren de yaşamakta tanrıbilimci. En önemli yapıtı olan De la
ve evren ile insan arasında kesin bir u- recherche de la vbite (Hakikatin Soruştu­
yum ya da uygunluk ilişkisi bulunmakta- rulması, 3 cilt, 1674-75) başlıklı kitabın­
dır. Kuşkusuz bilgikuramsal içermeleri da metafizik, bilgikuramı, etik, fizik ve
de bulunan bu kurama göre, insan bede- felsefi tannbilimi içine alan birçok ko-
ni evreni yansıttığı için dışarıdaki nesne- nuyu ele almışur. Bu yapıt döneminin
lerin bilgisine ancak içsel durum ve iliş­ birçok düşünürünü etkilediği gibi birçok
kilerin bilgisi dolayımıyla ulaşılahilir. <liişünür tarafınclan ela eleştirilmiştir.
Malebranche'ın felsefesinin üç ayağı
maksim (İng. maxim; Fr. maxime-, Alm. bulunmaktadır. Bunlardan birincisi en
maxime] XVII. ile XVIII. yüzyıllarda boy dizgeli ve ünlü yaklaşımını oluşturan ara-
veren ahlakçılardan bu yana insana yara- nedenciliktir. Malebranche düşünceleri­
şır bir biçimde eylemeye, yerli yerinde mizi ve duygularımızı incelerken onlar
davranmaya yol gösteren genel bir kuralı arasında zorunlu bağlantılar kuramadı­
ya da ilkeyi anımsatan özlü söz; tüm in- ğımızı, zihin ile bedenin birbirini neden-
sanlık için uyulması önerilen davranış sel olarak etkilemediğini, ikisi arasındaki
kuralı ya da ahlılk ilkesi. Manukta baş­ nedensel gibi görünen ilişkinin gerçekte
langıç noktası olarak alınabilecek en yük- Tanrı tarafından kurulduğunu savunur:
sek, en temel önerme (maxima propositio); Tanrı evrendeki tek nedensellik kaynağı­
ahlak felsefesinde yapıp etmelerirnize dır ve evrende ne kadar zihinsel ya da fi-
yön verebilecek yetkinliğe ulaşmış en ziksel olay varsa hepsi de Tann'nın gücü-
yüksek, en temel kural (maxima regula). nün kendini göstermesinin aranedenleri
927 mandala

olarak değerlendirilmelidir. Dolayısıyla herhangi bir tikel duruma müdahale ede-


bir bilardo topunun diğerinin ona çarp- bilse de, herhangi bir kötülüğü önleyc-
masıyla hareket etmesi ömeğinde olduğu bilse de bunu yapmaz çünkü bu Tann'
gibi, bir olayın diğerini takip ettiğini gör- nın evreni yaratma amacıyla uyuşmaz;
düğümüzde ikinci olaya neden olan zo- bu yüzden sıradan doğa yasaları süreçleri
runlu bir bağlanu ya da güç göremeyiz. araalığıyla kötülükler meydana gelebilir.
Malebranche'ın buna getirdiği açıklama Malcbranche'ın tannbilimsel dizgesinde,
yalın bir biçimde Tann'nın heı: olaya ne- dünyanın mükemmelliği ya da iyiliği ya-
den olduğu yönündedir. Nedensel sıra­ saların yalınlığına görecclcştirilir. Birlikte
lama zinciri ya da ardardalıklar olarak alındıklannda evrenin yasalan ile görün-
gördüğümüz şey aslında Tann'run eyle- güleri Tann'nın en saygı duyulacak par-
minin bağımsız aranedenlerinden başka çası olan "bütün"ü oluştururlar. Her üç
bir şey değildir. Tanrı'dan başka etkin ya yaklaşımında da Malebranche, ister mad-
da ikincil nedenler söz konusu değildir. di ister zihinsel isterse ahlaki olsun Tan-
İkinci ayak ise "tannsal yansıma" olarak n'nın evrendeki etkin rolünü göstermeyi
adlandırılabilir. Buna göre insan bilgisi- denemiştir.
nin üzerine kurulu olduğu bütün tasa- Malebranche'ın diğer önemli çalışma­
nmlar gerçekte Tanrı'run zihnindeki tasa- lan arasında Traiti Je la nahlrr ti Je la grtiçe
nmlardır ve bunlar şeylerin özleridir. (Doğa ve KayraÜzerincİnceleme, 1680),
Malcbranche yalıuzca düşünceleı: ile duy- Enlrrliens 1111' la 111itapi!Jsif11e ti 1111' la rrli-
gulann ayırdına varabildiğimizi öne sü- §on (Metafizik ve Din Üzerine Görüş­
rer. Düşünceler bizden bağımsız olarak meler, 1688) ile Traiti Je morali (Ahlak
varolan ve Tann'da görülen doğrulardır; Üzerine İnceleme, 1683) sayılabilir. Ayn-
biz bu kutsal düşünceler tarafından ay- ca bkz. aranedencilik; varhkbilgicilik.
dınlatılırız. Fiziksel gerçekliğin bilgisi dü-
şüncelerimizden farklı olduğundan ötü- Malmeıburyli Filozof ~ng. Philosophtr
rü, doğrudan bir bilgisine sahip olmasak of Mab11ısbııry]
Daha çok siyaset felsefesi
da vahiyle fıziksel dış dünyayı Tann'run alanındaki yapıtlanyla tanınan İngiliz dü-
yaratttğıru biliriz. Felsefesinin üçüncü ve şünürü Thomas Hobbes'a (1588-1679)
son ayağı tannbilimde ise Malebranche, Malmesbury'de doğmasından ötürü veri-
dünyada kötülüğün ve günahın varlığını len ad. Ayrıca bkz. Hobbcs, Thomas.
doğa yasalannın yalınlığına ve evrenselli-
ğine, bir de Tanrı'run dünyada kurup iz- mandala (San.) 'Daire' demeye gelen
lenmesini salık verdiği erdeme dayanarak Sanskritçe sözcük. Evrenin, .genellikle
açıklamaya çalışır. Malebranche bu bağ­ daire biçimindeki, görsel betimi.
lamda Tann 'run bilgeliğini, iyiliğini ve gü- Buddhalar, tannsal varlıklar gibi şey­
cünü yeryüzündeki kötülükle bağdaşu­ lerin resmedildiği 111andakd.ar, Tantracılık'
ran ya da bu iki zıt kutbun nasıl bir arada ta meditasyona yardımı olsun diye kulla-
bulunduğunu açımlayan bir temlisı geliş­ nılır. Tantraa Buddhacılık'ta meditas-
tirmiştir. Çok da doyurucu olmayan bu yon, ayinin aynlmaz bir parçasıdır. Gizli
açıklamasında, Tanrı bu dünyayı sarmış törcmlerin (lı:uttörenlerin) hepsi duyula-
bulunan bozukluklan barındırmayan da- nn doyurulması amacını taşır. Dinsel sa-
ha mükemmel bir dünya yaratabilecek nat ile müzik aydmlanma arayışında ö-
olsa da bunun kutsal biçimlerde çok nemli yeı: tutar. Bu sanatın en göze çar-
daha büyük bir karmaşıklık gerektirece- pan örneği de l/latlda/.dardır. Mandala
ğini söyler. Oysa ki Tann daima olası en Buddhacı tannlar dizgesini içeren bir ev-
yalın biçimlerde ve yalıuzca yasa benzeri ren tasarımıdır. Ayru zamanda küçük ev-
genel istençleı:le davr.ımr; Tann asla tikel renin, insanın da haritasıdır. Aynca blı:z.
ya da ad he& istençlerle eylemez. Tann Tibet felsefesi.
Mandeville, Bernard de 928

Mandeville, Bernard de (1670-1733) Mani dini ~ng. Mmıithaei.rm; Fr. Mllflİt­


Ah1ik üzerine sıradış.ı düşünceleriyle ta- hiİ.nlle', Alm. Mam&lıiiism•r] M.S. lll. yüz-
nınan Felemenkli hekim ve ahlak filozo- yılda Mezopotamya'da, İran ile Babil'de
fu. Mandeville, Rotteıdam'da doğmuş, ortaya çıkmış; en son inananlannın XVI.
İ.eiden Oniversitesi'nden doktorluk de- yüzyılda Çin'de görüldüğü artık ölü bir
recesini aldiktan hemen sonra 1691 yı­ din. Dinin kurucusu, İranlı bir anababa-
lında İngiltere'ye yerleşmiştir. Mandevil- dan Babil'de doğmuş olan Mani'dir (ykl.
le bir ahlak, toplum ve ekonomi kuramı 216-276). Mani dini inananlan, sonradan
içeren eğitici-öğretici ve eğlendirici yapıtı peygamberleri Mani'nin doğumu hak-
The Fable of tht .Beu'de (Anlann Masalı, kında birtakım söylenler yaymışlardır.
1705) özçıkard~ kaynaklandığından bü- M.S. 111. yüzyılda Mezopotamya'da
tün eylemlerin kötü olduğunu ve kötü- dinsel bir çeşitlilik vardı. Miua, Anahita,
lüklerin bir yanıyla da yaradı olduğunu Marduk, İştar, Ea tapımları gibi eski
sawnur. Mandeville, yaptığı çözümlc;- Babil dinleri; Yahudilik, Zerdüştçülük,
meler sonucunda kendini beğenmişlik, Sabiilik bu bölgede inananlan olan din-
lüks tutkusu, değişim ve moda düşkün­ lerdi.
lüğü gibi kişilik bozukluklaruıın endüstri Mani önce Mandayya adı verilen. mü-
ve işkollannda ekonomik canlılığa yol ritlerine Araplann Vaftizciler anlamında
açtığı sonucuna ulaşmıştır. Öyle ki, mülk SHbbôh dedikleri, sonradan Sabiilikle de
düşmanlığı olmasa ya da mali suçlar iş­ ilişkilendirilen bir dine girdi. Mandayya
lenmese bütün muhasebeciler, bankacı­ dinine inananlar Vaftizci Yahya'yı pey-
lar, güvenlik görevlileri, borsacılar· ve gamber olarak kabul ediyorlardı. Bunlara
bunlarla bağlantılı işleri yapanlar işsiz göre, başlangıçta bir Işık, bir de Karanlık
kalacaklardır. Mandeville"ın bu alılik ve dünyası vardı. Işık dünyasının başında
toplum kuranunı Hutcheson ve Berkeley "Yaşam", "Büyük Yaşam", "Ruh", "Işık
kıyasıya eleştirmiştir. Hükümdan" gibi adlarla anılan ulu bir
Mandeville ilk basınunı 1705 yılında varlık vardı. Bu ulu varlığın sarayında da
yapan başyapıtı Anlamı Masallna hemen sayısız melek vardı. Işık dünyası yalnızca
her yeni basımda birşeyler eklemiştir. ruhlar dünyasının değil yaşamın da kay-
Sözgelimi 1714 basımına Pnİlllll Viar, nağıydı. Karanlık dünyasının başında da
PHbiN Bın'.fttr (Özel Kötülükler, Kamusal "Dev", "Ejderha", "Karanlık Hüküm-
Yararlar) altbaşlığı konulmuş; 1723 ba- dan", "Dünya Efendisi" gibi adlarla anı­
sımınaysa "The Nature of Society'' lan bir varlık vardı. Aynı zamanda an-
\'Toplumun D~sı") başlıklı bölüm ila- nesi, kansı, kızkardeşi olan Karanlığın
ve edilmiştir. Mandeville'in son biçimini (Ruha'a) yardımıyla cinlerle, şeytanlarla
1729 basımında verdiği yapıtın ana çatısı dolu bir dünya yaratmıştı. Bu iki dünya-
ise yaradı bir "Önsöz" ile ''The Grumb- nın etkileşimiyle ışık ile karanlığın, doğru
ling Hive" \'Vıztldayan Kovan"), "En- ile yanlışın, iyi ile kötünün kanşuğı bir
quiıy into the Origin of Moral Virtue" dünya meydana gelmişti.
C'Ahliki Erdemin Kökeni Üstüne So- Mani, sonralan bu dinden çıktı. Zer-
ruşturma'') ve "Remarks" ("Yandeğini­ düştçülüğü, Hıristiyanlığı, Suriyeli bilinir-
ler'') başlıklı bölümlerden oluşmaktadır. cileri, Buddhaalığı inceledi. En sonunda
Düşüncelerini çağdaşı Shaftesbury' da kendisinin İsa, Buddha, Zerdüşt gibi
nin ahlak öğretisini karşısına alarak ge- bir peygamber olduğunu söyleyerek ken-
liştiren Mandeville'in ses getiren bir di- di dinini yaymaya başladı.
ğer önemli yapıtı ise Frre TbaHglıts ot1 Re- Mani dini İran dinleri ile eski Babil
ligiofl, tht Clmrrh 1111ıl N ahlral H4ppit1us dinlerinin bir kanş.ımıdır. Temel öğretisi
(Din, Kilise ve Doğal Mutluluk Üstüne İyilik-Işık-Ruh ile Kötülük-Karanlık-Be­
Özgür Düşünceler, 1720) adlı kitabıdır. den arasındaki karşıtlıktır. Bu evren iyi-
929 mannk

lilde kötülüğün karışımıdır. Ruhla beden da dile getirilen düşünmeninse çok belli
birarada olduğu için insan da böyledir. bir içeriği vardır. Söz konusu edilen, her
Bedenle, maddeyle birarada durup acı türden düşünme değil de uslamlamalı
çeken Ruhu kurtarmak gerektir. Tüm düşünmedir; düşünmenin uslamlama bi-
ruhlar kurtulup asıl yerleri olan Işık dün- çimine girmiş türüdür. Yani, doğru diye
yasına gittikleİ:İnde dünyanın sonu gele- bilinen bir ya da birden fazla önermenin
cektir. insaıu ne gibi bir başka önermenin doğ­
İnsanın ödevi Karanlığın güçlerine ruluğuna İnanmaya götürdüğünün soruş­
karşı savaşmak, Karanlığa karşı sonu! ut- turulmasıdır. Soruşturulan, doğru diye
kusunu kazansın diye Işığa yardım et- bildiğimiz önermeyle başka hangi öner-
mektir. melerin doğruluğunu belgeleyeceğimiz­
Mani, müritlerine bir tür çilecilik ile dir. Burada söz konusu edilen de taıut­
bedeni ezmeyi öğretti. Çünkü beden, lamadır.
madde, kötülüğün kaynağıydı. Dolayısıy­ Öncüllerden -belgeleyici önermeler-
la bedenin ezilmesi bir erdemdi. Tüm den- bir sonuca -belgelenen önermeye-
bedensel istekler kötüydü. Bunlann bas- gidilir. Bunun tersi de olanaklıdır. Böy-
tınlması gerekirdi. lesi iki tür önerme arasında kurulan bu
Mani'nin iki tür müridi vardı: Kamil türden bağa çıkarım adı verilir. Başka
olanlar, Seçkinler ya da Cennetlikler türlü söylendikte eldeki bilgilerden, ve-
(Sür. z.adtlıgın) ile Müminler ya da Din- rilerden yeni bilgiler türetmeye verilen
leyiciler (Sür. samo). Bunlar iki ayrı yol iz- addır çıkanın. Böyle olduğunda da man-
liyorlardı; uymak zorunda oldukları ku- tık çıkanmların geçerliliğinin kurallarını
rallar da başka başkaydı. araştıran bir bilgi alaıu olarak tarumlana-
Mani dinine göre küfür sayılan bütün bilir.
konuşmalardan, düşüncelerden uzak kal- Bir çıkİırırn yapıldığında amaç sonu-
mak gerekiyordu. Konuşmada, düşün­ cun doğru olduğunu taıutlamaktır. Bu a-
cede temizlik şarttı. Mani'nin yasakladığı macın gerçekleşmesi için, birinci olarak,
şeyler ağızla alınan zevkleri de kapsıyor­ öncüllerin -belgeleyici önermelerin- tü-
du. Örnekse, et yememek, çok su içme- münün ya da bir kısmının doğru olması,
mek gerekiyordu. Bitkisel yiyecekler yen- ikinci olarak da öncüllerin sonucu -bel-
meliydi. Hayvanlar ile bitkilere zarar ve- gelenen önermeyi- zorunlu kılması gere-
rilmemeliydi. Hiçbir bitki, hiçbir hayvan kir. Bu koşullardan ilkinin yerine gelip
yok edilmemeliydi. Çünkü bunların Işık gelmediğini soruşturmak, yani öncüllerin
dünyasııun da bir parçası olan ruh taşı­ doğru olup olmadığııu soruşturmak man-
chklanna inanılıyordu. Mani dininde ev- tıkla uğraşan kişinin değil de bilginin işi­
lenmek, hatta cinsel ilişki de yasaktı. dir. Mantıkçı bu koşullardan ikincisinin
Ne ki, bu yasakların tümü Cennet- yerine gelip gelmediğini soruşturacaktır.
likler içindi. Dinleyiciler, Cennetlikler i- Yani, öncülleri doğru diye kabul edecek,
çin olan bu yasaklara uymayabilirlerdi. öncülleri doğru diye kabul ettiğinde so-
nucu da doğru diye kabul etmesinin zo-
mannk ~ng. logir, Fr. logiqur, Alın. logik; runlu olup olmadığııu soruşturacaktır.
Yun. logike; Lat. logica] Felsefenin temel Burada unutulmaması gereken bir nokta
dallarından biri de mantıktır. Mantık ya vardır: Öncüllerin tümü doğru olmadı­
da logike, doğru düşünme, doğru ko- ğında sonucun ille de yanlış olması ge-
nuşma bilgisi, sanatı, yolu yordamı; doğ­ rekmemektedir; öncüllerin tümünün doğ­
ru düşünme kurallannın bilgisi diye ta- ru olması durumunda da sonuç yanlış o-
rumlanagelmiştir. Bu mantığın bir yan- labilmektedir.
dan düşünmeyle, bir yandan da dille iliş­ Bir bilgi alanı olarak mantık, yalıuz
kili bir alan olduğu anlamına gelir. Bura- belli türden düşünmeye yardımcı olmak-
manttk 930

la kalmaz, bunun ötesine de gider. Dü- Zenon'un buluşu diye bilinir. Sofistlerse
şünmenin işleyiş yasalarını, doğru dü- doğru düşünmek için doğru konuşmak
şünmenin ne olduğunu da araştınr. Böy- gerektiği düşüncesinden hareketle söz-
le, kuramsal yönün öne çıkanldığı yerde cüklerin önemli olduğunu dile getirdiler.
mantığa bilim diyenler; lalgın yönün öne Mantıkla ilgili ilk dizgeli çalışma Aristo-
çıkarıldığı yerde de mantığa sanat diyen- teles'in Otgtmon'udur. O bu kitabında ta-
ler vardır. Mantığın uygulama alanlarına sımsal uslamlamalann temclleritıi ortaya
bakıldığında bu kuramsal-kılgısal aynını koyar. Daha sonra da başlıca bu tasımsal
şöyle görülebilir: İnsan günlük yaşayışın­ uslamlamalarla uğraşan geleneksel man-
da birtakım mantık kurallarını uygular. tık Aristoteles'in çalışmalarını temel ala-
Bunlardan karmaşık olma yanlarını sağ­ caktır.
duyusu, sezgisi aracılığıyla bulur. Ne ki, Stoacılar M.Ô. IV. yüzyılda Aristo-
insanın bu bilgisi yeterli değildir. Bilim teles'inkine bir mantık anlayışı ge-
karşı
alanında ise, mantık kurallarının "belge- liştirirler. Stoacılar
simgesel mantığın te-
leme", "pekiştirme", ..tanıtlama", ''açık.­ melini oluşturacak olan, sonralan "öner-
lama" gibi daha karmaşık biçimleri kul- meler hesabı" ya da "önerme eklemleri
lanılır. Teknik alanda mantık, özellikle mantığı" adı verilecek mantık dizgesinin
de simgesel mantık, elektronik bilgi iş­ ilkesini bulmuşlar; koşullu yargı ile ayrık
lemi kuramında bilgisayarlara uygulan- çıkarımlann kuramını oluşturmuşlardır.
maktadır. Beynin işleyişinin anlaşılması Ne ki, Stoacı mantık anlayışı Aristotele~
gibi kuramsal konularda da biyolojiye te- mantığı karşısında yürüttüğü çekişmeyi
mel sağlayıp *güdümbilim (gbmıtJiçi'j a- kaybetmiştir.
lanını oluşturmuştur. Felsefede de kav- Ortaçağ, özellikle de sonlarına doğru
ram çözümlemeleri yapıldığı yerde man- mantığın en parlak çağlanndan biri ol-
tık uygulaması söz konusudur. Öte yan- muştur. Bu çağda hem İslam hem de
dan dil felsefesi ile bilim felsefesi de Hıristiyan düşünürleri arasında egemen
mantıktan önemli ölçüde yararlanır. olan Aristoteles mantığıydı. İslam man-
Bir görüşe göre mantıktan bağımsız tıkçılan arasında Farabi, İbn Sina, Fah-
felsefe, bir bilim, matematik düşünüle­ reddin Razi adı anılması gereken önemli
mez. Bu anlayışı savunanlara göre man- düşünürlerdir. İslam mantıkçılan Ploti-
tığınsa. başka bir bilgi dalına dayanması­ nos'un hocası Ammonios Sakkas gibi Or-
na gerek yoktur. Baştan beri felsefenin ganon'un altı kitabı ile yine Aristotcles'in
temel bir dalı olarak görülen mantık, Rhetorika ile PoieliMsını; aynca da Por-
XX. yüzyılın başlarında, felsefeyi "meta- phyrios'un Isagoge'sini kabul etmişlerdir.
fızik"ten anndırmak İ~teyen Hettrııncl A ristotell'~'tl'n ~onN gelen anlamıncla
Russcll, Rudolf Camap gibi birtakım fel- Muallim-i Sani ("İkinci Öğretmen') de-
sefeciler tarafından felsefeyle aynı şey nen Farabi en önemli Aristoteles yo-
diye görülür olur. XIX ile XX. yüzyılda rumcusudur; 'öncül' ile 'belgeleme' kav-
matematikçi mantıkçılar ya da matema- ramlannı incelemiştir. İbn Sina'ysa kipli
tikçi felsefeciler eliyle mantık, matema- önermelerle uğraşmıştır. Hıristiyan orta-
tiksel bir nitelik kazanır. çağda da mantık çalışmaları Aristote-
Eleah Parmenides ile öğrencisi Ze- les'in yapıtlarının Latinceye çevrilmesiyle
non Batıda mantık konusuyla ilgilenen başlamıştır. İlk çevirileri yapan felsefeci
ilk düşünürlerdir. Özellikle Zenon'un ça- Boethius'tur. XII. yüzyılda mantığın bü-
tışlalan, Aristoteles'in sonralan üzerinde tünü üzerine çalışılır olacak, XIII. yüz-
duracağı çıkanın örnekleri olur. Dolaylı yılda da Aristoteles mantığı üzerine ça-
tanıtlama, yani bir önermenin doğrulu­ lışmalar doruk noktasına ulaşacaktır. Bu
ğunu, doğru olmaması durumunun saç- yüzyılın mantıktaki en önemli temsilci-
ma olacağını göstererek tanıtlama da leri Albertus Magnus, Aquinah Thomas
931 mantık

ile Petrus Hispanus'tur. Geçerli on do- mantıksa, asıl olarak XIX. yüzyılda
kuz tasım biçiminin taşıdığı adlan da Geotge Boole ile Gottlob Frege'nin ça-
Petrus Hispanus'un ortaya koyduğu sa- lışmalanyla oluşmaya başlamıştır. XIX.
nılmaktadır. yüzyılın ilk yansında matematik alanında
Rönesans'taysa attık Aristoteles man- önemli değişmeler olur. Euklidcs geo-
tığının yetersiz olduğu kabul edilir hale metrisi dışında bir geometri (Euklidesçi
gelir. Eski skolastik aracın karşısına (*or- olmayan geomettller), yeni temellere da-
ganon araç da demeye gelen Yunanca bir yalı bir cebir kurulur. Matematik örnek
sözcüktür) yeni bir araç konmak isten- alınarak yeni bir mantık kurulmaya baş­
mektedir. Bu Nov11m Organ11m'u Francis lanır. Bu işe girişenler Augustus De
Bacan ortaya koyar. Bu yeni aracın özel- Morgan, George Boole, Stanley Jevons,
liği ded11ctioya (tümdengelime) değil ind11c- John Venn gibi İngiliz mantıkçılar, ma-
tiuya (tümevanma) dayanıyor olmasıdır. tematikçiler olur. Frege, Begriffeschrift, ei11e
Ardından XVII. yüzyılda Descartes'a der arithmetischen nachgebildete Formelspmdıe
bağlı Antoine Amauld ile Pierre Nicele des mnen DenkBns (Kavramsal Simgele-
gibi düşünürler Jansencilerin kurduğu nim, An Düşünce Uğruna Aritmetik Ör-
Port-Royal manastırında bir Port-Royal nek Alınarak Kurulmuş Biçimsel Bir Dil,
Dilbilgisi'nin yanı sıra bir Port-Royal 1879) adlı kitabında matematiği mantığa
Mantığı da ortaya koydular. Bu mantığın indirgeme işine girişir. Bu işe katkısı olan
önemli kitabı La lofiq11e 011 /'art de penser diğer matematikçi-mantıkçılar arasında
(Mantık ya da Düşünme Sanatı) idi. Böy- Ernst Schröder ile Giuseppe Peano'nun
lece mantık yöntemle de uğraşır oluyor, da anılması gerekir. Simgesel mantık i-
bu kitap yeni bir yöntem anlayışını or- çin, biçimsel mantık, matematiksel man-
taya koyuyordu. Yöntem kısmının ek- tık gibi adlar da kullanılmış; XX. yüzyılın
lenmesi klasik mantık bakımından pek başlarında simgesel mantığa lojistik de
bir değişikliğe yol açmayacak ama daha denmiştir.
sonralan bilim felsefesi alanına giren so- XX. yüzyılın başında Alfred North
runlar bu bölüm altında incelenecek di- Whitehead ile Bertrand Russell'ın 1910-
ğer bölümler göz ardı edilecektir. 1913 yılları arasında yayımlanan Prindpia
Yine XVII. yüzyılda Gottfried Wil- Mathematica'sı (Matematiğlıı. İlkelen) bu
helm Leibniz, XTII. yüzyılda Ramon alanda yeni bir aşama olur. Bu da mantı­
Null'un öne sürdüğü bir düşünceyi, us- ğın matematiğe uygulanmasıdır. Şöyle ki,
lamlamanın mekanik, otomatik bir dil XIX. yüzyılın sonlannda kümeler hesa-
kurularak yapılabileceğini ileri sürmüş­ bında birtakım çatışkıların iyice su yüzü-
tür. Leibniz düşünmenin, uslamlamanın ne çıkmasıyla birlikte, matematikçiler
tıpkı hesap kuralları gibi birtakım kural- mantıkla ilgilenir olmuşlardır. Frege ile
lara bağlanabileceğini düşünmüş; bunun Peano'nun çalışmalarını temel alan Rus-
için bir simgeler dizgesi kurmak gerekti- sell, bu çatışkılardan kurtulmak için man-
ğini kabul etmiştir. Önermeler simgelerle tık araştırmaları yapmak gerektiğini be-
dile getirilmeli, dile getirilmiş bu simge- lirtir. Bunun için de Russell ile ardılları
ler üzerinde işlem yapılmalıydı. Leibniz' simgesel mantığın.öncülerinin yaptığı gi-
in bu çalışmalan 150 yıldan fazla bir süre bi mantığa matematiği değil de mantığı
Hannover K.ütüphanesi'nin raflarında matematiğe uygulama yolunu tutmuşlar­
bekler. XX. yüzyılın başlarında yayımla­ dır.
nır. Ama bu çalışmaların, o dönemde Daha sonra David Hilben ile Paul
kurulan simgesel mantık üzerinde bir et- Bernays'ın Gnmdlagen der Mathematik
kisi olmaz. (Matematiğin Temelleri, 2 cilt, 1934,
İlk inceltilmemiş örneklerini Leibniz' 1939) adlı yapıtı, matematiği temellen-
in verdiği, bugün simgesel mantık denen dirme yolunda mantığın bir başka ö-
mantık felsefesi 932

nemli başarısı oldu. Son zamanlarda .ise Lo§li (Mantık Felsefesi, 1970) ile Hilary
Kurt Gödel, Alfred Tarski, Alonzo Putnam'ın yine Philosophy of Logic'idir
Church, Jan Lukasiewicz ile Jaakko (Mantık Felsefesi, 1971). Quine'ın ileri
Hinti.kka gibi mantıkçılann adlan anıl­ sürdüğü, birçok felsefeci tarafından da
maya değer. Aynca bkz. mantık felse- yaygın olarak benimsenen birinci derece
fesi; matematik felsefesi; manukçı­ savına göre mantık uygulama alanlan a-
lılc; manuklaştıncdık; çıkarım; çö- rasında taraf tutmamalıdır. Bu yüzden
zümleyici çizelge; kipler mantığı; ko- mantığın özel varlık.bilgisel üstlenimleri
şulsuz önermeler mantığı; küme; kü- (ontological commitments) olmamalıdır. Bu,
meler kuramı; önerme; önerme ek- mantık tikel nenlerden (şeylerden; ken-
lemleri manhğı; ödev mantığı; tasım; diliklerden) başka hiçbir şeyin varlığını
yandh (yanılım); yanılhlı uslamlama üstlenmemelidir demektir. Quine'a göre,
biçimleri; yüklemler mantığı. yalnızca tikel nenlerin varlığını üs tienen
ve yalnızca tikeller üzerine niceleme yap-
mantılc felsefesi ~ng. philosophy of logic-, tığımız birinci derece mantık dizgemiz
Fr. philosophie des lotfq11er, Alm. philosophie asıl mantık dizgemizdir. Buna karşın, i-
der logik] En genel anlamda, mantığın kinci derece dediğimiz ve tümeller üze-
doğasını, özünü, amaçlarını, kapsamını rine de niceleme yaptığımız mantık diz-
ve içeriğini araştıran; mantıkta kullanılan gesi aslında mantığa değil matematiğe
simgelerin, bağıntı ve ilişkilerin, ilke ve özgüdür. Quine'ın bu görüşüne Putnam
yasalann varlıkbilgisel değerlerini incele- karşı çıkar ve Quine'ın önerdiği birinci
yen; mantıksal bilginin değerini, daha da derece mantık dizgesinde bile tümellerin
önemlisi öteki bilgilerden farklannı or- varlığını üstlenmekten kurtulamayacağı­
taya koyan; mantıksal bakımdan geçerli mızı, bu yüzden de birinci derece mantık
usyürütmeyi geçersiz bir usyürütmeden dizgesinin de, Quine'ın savının aksine,
ayn kılanın ne olduğunu çeşitli ölçütler varlık.bilgisel olarak tarafsız olamayacağı­
ortaya koyarak temellendiren; tümeva- nı savunur. Bugün, Quine'ın birçoklann-
rımlı ile tümdengelimli usyürütmeler ara- ca benimsenmiş olan görüşünün aksine,
sındaki ayrı.klı.klan belirginleştiren, man- Putnam'ın savına uygun olarak, farklı
tık önermelerinin geçerliliğini göstermek mantık dizgelerinin mantık sayılabileceği
amacıyla çeşitli kanıtlama yöntemleri bul- gittikçe daha çok felsefeci ve mantıkçı
gulayan; manttğın gelişim tarihi boyunca tarafından kabul görmektedir.
başgösteren "Aristoteles mantığı" (gele-
neksel mantık), "modern mantık", "ma- mantıkçı atomculuk ~ng. lo!faal atoı11i­
tematiksel mantık", "çokdeğerli mantık", Fr. atomisme loJ!fq11e; Alm. lo.fefsdıer alo·
s11r,
"olasılıklar mantığı", "kiplikler mantığı" mismus] Bir yanda Russell'ın "Mantıkçı
gibi çeşitli mantık dizgelerini birbirleriyle Atomculuğun Felsefesi" ("The Philoso-
karşılaştırarak inceleyip değerlendiren; phy of Logical Atomism", Monist, 1918)
mantık ile felsefe arasındaki yakın ilişkiyi başlıklı makalesinde, öte yanda Wittgens- .
temellendiren, başta mantığın felsefeye tein'ın Trada/Hs Logirophilosophims (1922)
ilişkin içerimleri üstüne yoğunlaşarak adlı kitabında geliştirdiği, bir felsefece
mantığın doğasını ve değerini bütün çözümleme tekniği olarak kabul edilen,
yönleriyle dizgeli bir biçimde ele alan gerçekliği oluşturan olguların doğasına
felsefe dalı. ilişkin hem dilbilimsel hem de varlık­
Mantık felsefesindeki en temel tar- bilgisel bir kuram. Dilin dünyayı temsil
tışma neyin mantık sayılacağı, neyin etmek için kullandığı araçlar ile dünyanın
mantık sayılmayacağı üzerinedir. Bu tar- yapısı ve parçalarını kendine inceleme
tışma için kaynak olarak verilebilecek iki konusu edinen mantıkçı atomculuk, bü-
önemli yapıt W. V. Quine'ın Philosophy of tünlüklü bir yaklaşım olmaktan çok bir
933 mantıkçı deneycilik

savlar toplamı olarak değerlendirilebilir. Russell'ın mantıkçı atomculuğunda i-


Yöntem olarak kendine dilsel çözümle- se dünya mantıksal atomlardan, arı nes-
meyi seçen mantıkçı atomculuk, her bir nelerden oluşmuştur. Russell'ın düşün­
tümcenin felsefece bir soruşturmayla a- düğü atomlar Demokritos'unkiler gibi fi-
tomik bileşenlerine indirgenmesini amaç- ziksel ya da Leibniz'inkiler gibi metafi-
lamıştır. Dilin atomik yapısının ortaya çı­ ziksel varlıklar olarak tasarlanmamıştır.
kanlması ve olgu durumlarına karşılık Bu yüzdendir ki Russell "mantıksal" ni-
gelmeyen önerme ya da tümcelerin dil- teleyicisini kullanmıştır. Ona göre man-
den ayıklanması dilin ortaya çıkardığı me- tıksal atomlar yüklem alabilecek en basit,
tafizik sorunların da çözündürülmesini en an şeylerdir. Mantıksal atomların bir-
sağlayacaktır. araya gelmesinden de karmaşık olgular
Wittgenstein "önceki dönem" felsefe- meydana gelir. Olguları dilegetiren öner-
sinin başyapıtı T mı:tatus'ta bir gerçeklik melerin mantıksal çözümlemesi, bu yüz-
ve dil anlayışı üstüne kurduğu "mantık­ den Russell'ın uygun gördüğü felsefi
çı atomculuk" öğretisini savunur. Wıtt­ yöntem olarak belirir. Temel savı tümce-
genstein'ın öğretisine göre, dünya birbi- lerin anlamları, yani yalın dilegetirmeler
rinden bağımsız sayısız olgudan, bu ol- ile bunların dünyadaki karşılıkları ya da
guların her biri de yalın nesnelerin bir- taşıyıcıları, ki bunlara mantıksal atomlar
birleriyle değişik kombinasyonlar yoluyla denmektedir, arasında birebir ilişki oldu-
girdikleri ilişkilerden oluşmaktadır. Her ğu varsayımına dayanan bu yaklaşım,
nesnenin bu anlamda kendine özgü bir mantık bakımından kusursuz bir dilde
mantıksal biçimi vardır, bu özgün biçimi atomik tümcelerin sözü edilen atomları
nedeniyle de yine mantıksal olarak ancak anlatmaya yeteceğini ve bileşik tümcele-
belli türden nesneler ile çeşitli ilişki kom- rin de bu atomik tümcelerin birleşme­
binasyonları oluşturması olanaklıdır. Dün- sinden oluştuğunu ileri sürmüştür. Ne
yanın olgusal gerçekliği için kendilerin- var ki gündelik dildeki tümceler böyle
den daha geriye gidemeyeceğimiz dere- bir çözümlemeyle açığa çıkarılamayacak
cede temel olan nesneleri, yine dilin ger- denli yaruiucı biçimlerde olabilirler.
çekliği karşısında kendilerinden daha ge- Mantıkçı atomculuk, her ne kadar ge-
ride bir şeyin olmadığı en temel dil öğe­ rek Russell gerekse Wıttgenstein tarafın­
leri adlar yoluyla adlandınnz. Bu bağ­ dan terk edilse de, mantıkçı olguculuğun
lamda her adın tıpkı adlandırdığı her önünü açan bir yaklaşım olmuştur. Ay-
nesne gibi bir mantıksal biçimi vardır; nca bkz. Russell, Bertrand; Wıttgens­
dolayısıyla da çeşitli ilişki kombinasyon- tein, Ludwig.
ları kurma olanakları. Wıttgenstein, nes-
ne ile nesneyi adlandımn arasında her mantıkçı davranışçıhk bkz. davranış-
durumda bir "karşılılık'' ilişkisi olduğu çılık.
düşüncesine dayanarak, ana önermelerin
adların kombinasyonlarından oluştukla­ mantıkçı deneycilik ~ng. logicai empiri-
rını,bunlar doğru olduklarında da adlan- dsm; Fr. empirisme logiq11e; Alm. logisther
dınlmış nesnelerin kombinasyonunca bi- empirism11s] · Almanya'da Nazizmin ikti-
çimlendirilmiş "eş biçimli" olgunun res- dara gelmesi üzerine Viyana Çevresi'nin
mini sunduklannı öne sürer. Wıttgens­ önde gelen üyelerinin, özellikle de Ru-
tein Tra&tatus'ta savunduğu düşünceleri­ dolf Camap'ın ABD'ye göç etmesinin
nin yarılışlığını görerek bunları düzeltme ardından ilk olarak bu ülkede ortaya çı­
amacıyla yazdığı Felstfttt So'11Ştumıalar'da kan ve belirli noktalarda ayrılsa da te-
(Philosophische Untersuchungen/Philo- melde mantıkçı olguculuğu izleyen felse-
sophical Investigations, 1953) mantıkçı a- · fe okulu.
tomculuğu reddetmiştir. Mantıkçı deneyciliğin mantıkçı olgu-
mantıkçı oJguculuk 934

culuktan ayrıldığı en temel noktalar, katı Herbert Fcigl, Hans Hahn, Kari Men-
metafizik karşıtlığından biraz olsun vaz- ger, Otto Neurath ve Friedrich Wais-
geçmesi ile matematiğin ve doğa bilimle- mann gibi düşünürlerdi. Bunun dışında
rinin kavramlarını ve kuramlarını man- Bedin Üniversitesi'nden Hans Reichen-
tıksal olarak kesin ve katı bir biçimde bach çevresinde toplanan Walter Dubis-
yeniden inşa etme ödevine daha ılımlı lav, Kurt Grelling ve Cari Hempel gibi
bir tutumla yaklaşmasıdır. düşünürler de hareketin Almanya ayağını
Mantıkçı deneyciler bilimsel savlann oluşturmaktaydı. Her iki grubun da üyesi
deneysel kanıtlar temelinde değerlendi­ olmamakla beraber Avusturyalı Ludwig
rilmeleri gerektiğini savunmuş; bilimsel Wıttgenstein ve Kari Popper de en azın­
varsayımın deneysel temellendirmesini dan bir süre mantıkçı olguculuk ile bera-
değerlendirmek için tümdengelimli man- ber anılmış, AJ. Ayer, C.W. Morris, Ar-
tığı model alan biçimsel bir tümevanmlı ne Naess ve Emest Nagel gibi düşünür­
mantık geliştirmeye çalışmışlardır. Aynca ler de bu akıma dahil edilmişlerdir.
bilimsel açıklamanın ve kestirimin yapı­ Mantıkçı olguculuğa göre, mantıksal
sını anlaşılır kılmaya çalışan mantıkçı de- akılyürütme ile bilimsel deney bilginin
neyciler, bilimsel kavramların anlamları­ başlıca kaynaklarıdır. Mantıksal akılyü­
nın deneyle ilişkili olarak türetildiğini ta- rütme "analitik apriori", bilimsel deneyse
nıtlama girişiminde bulunmuşlardır. Bu "sentetik a posteriori'dir. Mantıksal bilgi
"elektron" gibi kavramlarda sorun çıkar­ biçimsel mantığa indirgenebilir olan ma-
mış ve .bu tür kavramlara deneysel temel tematiği de içerir. Deneysel bilgiyse fizi-
oluşturma girişimleri mantıkçı deneycile- ği, biyolojiyi ve ruhbilimi içerir. Deney
rin tarihleri boyunca başlıca araştırma bilimsel kuramların tek yargıcıdır; yine
konusunu oluşturmuştur. Mantıkçı de- de mantıkçı olgucular bilimsel bilginin
neycilik günümüzde önemini yitirdiyse yalnızca deneyden doğmadığının farkın­
de ruhu ya da kalıu bilimsel kavramların dadırlar: bilimsel kuramlar deneyin öte-
çözümlenmesinde biçimsel anlambilgisi- sine geçen "gerçek" varsayımlardır.
ni kullanan ve Bayes'in kuramı üzerine Mantıkçı olgucııların felsefece en ö-
tümevarıma dayanan bir mantık inşa et- nemli savlan önermelerin anlamının doğ­
meye çalışan felsefecilerde halen yaşa­ nılama yöntemi ('doğrulanabilirlik. ilke- ·
maktadır. Aynca bkz. mantıkçı oJgu- si'') ile belirlenebileceği olmuştur. Bu an-
culuk; bilimsel deneycilik. layışa göre bir önerme ancak deney ve
gözlem yolu ile doğrulanabiliyorsa an-
mantıkçı olguculuk ~ng. logi&al po.ritı~ lamlı ve doğru kabul edilmelidir; tersi
vi.t111; Fr. positivi.tme logique, Alm. logiıfhef' durumda ise anlamsız ya da yanlış sayıl­
positivi.rm11.?j XIX. yüzyılın sonu ile XX. malıdır. Bu tutum mantıkçı o!guculann
yüzyılın başında mantık, matematik ve tannbilim ve metafıziğe karşı saldırıları­
matematiksel fizikte gerçekleşen ilerle- nın da dayanak noktasını oluşturmakta­
melerden esinlenen, 1920'lerde Almanya dır: Tannbilim ve metafiziğin dünyanın
ile Avusturya'da ortaya çıkan ve "yeni yaratılışı, gerçekliğin doğası gibi konular
olguculuk" ya da "mantıkçı deneycilik" üzerine söyledikleri doğrulanamaz ve bu
diye de adlandırılan felsefe hareketi. Bu nedenle doğru ya da yanlış olmanın öte-
hareketin temel amacı geleneksel metafi- sinde anlamsızdır. Bu bağlamda felsefe-
ziğin yarattığı sonu gelmez tartışmaların cinin ödevi dizge kurmak ya da öğretiler
önünü alacak bilimsel bir felsefe kur- ortaya atmak değil, anlamın ya da anlam-
maktı. En önemli temsilcileri, sonralan sızlığın ortaya çıkanlmasıdır.
"Viyana Çevresi" diye anılacak olan ve Bilimsel bir kuram, gerçek nesneler
Viyana Üniversitesi'nden Moritz Schlick (ya da gerçek süreçler) ve kuramın soyut
etrafında toplanmış olan Rudolf Carnap, kavramları arasında bağlantı kuran ve
935 mantıkçı. olguculuk

"uygunluk kurallan" diye adlandınlan soyut diline ait terimleri doğrudan göz-
uygun önemıeler araalığıyla deneysel bir lemlenebilir nesneleri betimleyen sınır­
yorum sağlayan ilksavlı bir dizgedir. Bi- landırılmış bir dil içerisinde çok açık bi-
limsel kuramın dili, gözlemsel ve kuram- çimde tanımlamaktır. Böylclikle gözlem
sal olmak üzere iki tür terim öbeği içerir. terimleri ile kuram terimleri arasında bir
Gözlem terimleri doğrudan gözlenebilen aynm doğar. Carnap da kuram terimle-
ve ölçülebilen nesneleri gösterirken, ku- rinin gözlem terimleriyle tanımlanabile­
ram terimleri doğrudan gözlemlerden çı­ ceğini savunur. Bu varsayım "*Ramsey
kıırsanabilen nesneleri ya da nitelikleri önermesi"nce de desteklenmiştir.
gösterir. Bilimsel bir kuramın önermeleri Kuram terimleri ile gözlem terimleri
de analitik ve sentetik diye ikiye aynlır. arasındaki aynırun çözümlenmesi birçok
Analitik önermeler /1 prioridir ve doğru­ mantık ve felsefe çalışmasının konusunu
lukları dilin doğtuluklanna dayanır. Sen- oluşturduysa da, bu aynırun kendisi de
tetik önermelerse /1 porterioridlı; deneye eleştirilmiştir. Sözgelimi Poppcr'e göre,
dayanırlar ve doğrulukları ancak deney her sav yalnızca varsayımlar gercktimıe­
aracılığıyla kanıtlanabilir. Bilimsel kuram- yip aynı zamanda varsayımsal da oldu-
ların yapısına ilişkin bu anlayış mantıkçı ğundan, yani kesin olmayıp daima yan-
olguculuğun en uzun süre dayanan ilkesi lışlanabilir olc;luğundan, bütün bilim kav-
olmuştur. Bu anlayışın temel ıiokıaları ramları kuramsaldırlar.
şunlardır: gözlem terimleri ile kuram te- Analitik ve sentetik önemıcler ara-
rimleri arasında aynına gitme; sentetik sındaki aynm doğrulanabilirlik ilkesinin
önermeler ile analitik önermeler arasında başka bir sonucudur ve bu ayrım kuram-
aynına gitme; kuramsal ilksavlar ile uy- sal ilksavlar ile uygunluk kuralları ayn-
gunluk kurallan arasındaki aynm; bilim- ıruyla olduğu denli gözlemsel ile kuram-
sel kuramların tümdeııgeJimli doğası. Bu sal aynmıyla da bağlantılıdır. Doğtulana­
dört nokta birbirleriyle sıkı sıkıya bağ­ bilirlik ilkesine göre ileri sürülen sentetik
lantılıdır. Kuramsalilksavlar kuramıngöz­ 11 priori bir önemıenin anlaıru olamaz;
lem kısırunı ifade ederken, sentetik uy- yalnızca iki tür önemıenin anlam taşıma­
gunluk kurallan kuram terimlerine de- sından söz açılabilir: sentetik /1 posteriori
neysel bir anlam verirler ve analitiktirler. ve analitik /1 priori.
Bir kuramın tümdeııgelimli olması gere- Mantıkçı olguculuğun bilim çözüm-
kir; çünkü başka türlü olursa çeşitli tür- lemesinde bilimsel bir kuram her şeyden
den önemıeler ve terimler arasında bi- önce tümdengeJimli bir dizgedir. Bu bir
çimsel bir aynına gitmek olanaksızlaşır. anlamda pragmatik boyutların gözönün-
Gözlem terimleri ile kuram terimleri de bulundurulmaması anlaıruna gelir. Da-
arasındaki aynm doğtulanabilirlik ilkesi- hası mantıkçı olguculuk gerçek keşfetme
ne dayanır. Bir önerme ancak doğtula­ süreciyle ilgilenmeyip bilimsel bilginin us-
nabilir ise anlamlıdır; ama bilimsel ku- sal yeniden inşası, yani verili kuraırun ö-
ramlarda kuantum parçaaklanna ilişkin nermeleri arasındaki mantıksal (biçimsel)
savlar gibi doğrulanabilir olmayan birçok ilişki üzerine yoğunlaJlr. Mantıkçı olgu-
önerme de bulunmaktadır. Bu önemıe­ culara göre, herhangi bir keşfetme yön-
le~ doğrudan bir sınama için fazlasıyla temi söz konusu değildir ve dolayısıyla
soyut olduklarından, "anlamsız'' gibi bir bilim adaıru tercih ettiği her varsayııru
sonuçtan kaçınmak için iki farklı çözüm ileri sürebilir; yalnızca varsayım ile verili
önerilmiştir: Schlick'e bakılırsa bilimsel olgusal kanıt arasındaki mantıksal ilişki
bir kuramın ilkeleri önermeler değil de konuyla doğrudan ilgili olmalıdır. Ama
çıkarım kuralları olduğundan ötürü an- bu bilim anlayıJI birçok sorun barındır­
lam sorunu doğmamaktadır. Neurath'ın maktadır. Bunlardan en önemlisi, man-
önerdiği çözümse, bilimsel bir kuramın tıkçı olgucuların varsaydığının tersine ol-
mantıkçılık 936

gusal deney ile kuramsal ilkeler arasında olguculara göre, etik ilkelerin kökenidir.
tümdcngclimli bir ilişkinin bulunmama- Otuzlu yı1lann ortalanndan itibaren
sıdır: gözlem önermeleri kuramsal ilk- nasyonal sosyalizmin yükselişe geçme-
savlan içermezler. Camap yine de bu i- siyle birlikte Avrupa'daki etkinliği sek-
lişkinin tümevanmlı mantığın yardımıyla teye uğrayan mantıkçı olgucu düşünürle­
açıklanabileceğini ileri sürer. rin bir bölümü ABD'ye göç etmişlerdir.
Doğrulanabilirlik ilkesinin bir diğer Burada Charles Morris, Ernest Nagel ve
sonucu etik ilkelere ilişkin önermelerin W.V. Quine gibi mantıkçı, deneyci ve
ne doğru ne de yanlış olduklan; yalımca pragmaa düşünürleri etkilemiş, bilim fel-
duygu. bildiren birer ifade oldukları yö- sefesi ile mantık ve matematiğin felsefe
nündeki düşüncedir. Mantıkçı olguculara sorunlarına uygulanmasının gelişmesini
göre etik bir dilegctiriş deneysel bir şey­ sağlamışlardır. 1960'lardan itibaren ise
ler söylemeyi amaçladığı ölçüde anlama özcllikle Quine'ın pragmacı doğalalığı
sahip olabilir. "X iyidiı''le ifade edilmek ile Kuhn'un bilim felsefesine tarihsel ve
istenenin en azından bir kısmı kabaca toplumsal bir boyut kazandıran kuramla-
"ondan hoşlandım" ise "X iyidir" an- rının gelişmesiyle mantıkçı olguculuk ö-
lamlıdır çünkü bu onu konuşmacının nemini yitirmeye başlamıştır. Aynca bkz.
davranışı araştırılarak doğrulanabilir bir bilim felsefesi; bilimsel deneycilik;
sav kılmaktadır. Gelgclelim mantıkçı ol- Viyana Çevresi; Schlick, Moritz; Car-
gucular bildik bir şekilde "X iyidir"in ve nap, Rudolf; Reichenbach, Hans.
benzer dilegetirişlerin bu tür bir anlatı­
mın ötesinde doğru ya da yanlış olarak mantıkçılık [İııg. logism; Fr. logirme, Alm.
değcrlendirilebileceklerini yadsıyıp bu- logirmu.ıj Felsefenin, dahası
evrenin oda-
nun yerine bu tür önermelerin birincil ğına mantığı yerleştirerek dünyada olan
anlamının duygusal olduğunu öne sürer- biten her şeyin mantığın gözüyle okun-
ler. Aslında bu tür bir çözümleme man- ması gerektiğini savunan öğreti; evrenin
tıkçı olguculann olgu-değer ayrımına ko- mantığın yasalarına uygun bir biçimde
yu bağı.tlanmışlıklannı göstermektedir. düzenlenmiş olduğunu öne sürüp man-
Dolayısıyla mantıkçı olguculara göre bir tık bilimini her şeyin üstünde gören an-
etik kuramından söz açmak bile olanak- layış.
sızdır. Ama eğer etik anlamsız ise etik il-
kelerinin kökeni nedir? Viyana Çevresi' manttklattıncılık ~ng. logitism; Fr. logi-
nin önde gelen adı Schlick'e göre, etik asme, Alm. logizjsmus] Matematiğin temel
beıimlcyici bilimsel bir kuramdır. İnsan kavramlarının mantığın kavramları aracı­
daima acıya neden olmayanı ya da ha7. lığıyla tanımlanabileceğini, matematiğin
vereni yeğler; insan için iyi, aa değil haz temel yasalarının da mantığın yasaların­
veren şeydir; iyi yararlı olandır. İnsanın dan çıkarsanabileccğini savunan felsefe-
eylemlerine kendine yararlı olma isteği ce görüş; matematiğin mantığa indirge-
yön verir. Dolayısıyla ilk ahlaki itki benci nebileceği, bir başka deyişle, matemati-
bir itkidir. Ama eylcınin güdülcyicileri ğin mantıktan türcıilebilcceği savunusu.
sabit değildirler; doğal gelişme ve seçime Frege ile Prinapia Mathımati«lda Whitc-
tabidirler. Bir toplumda özgeci bir dav- hcad ve Russell'ın başlıca amaçlan .man-
ranış biçiminin tamamıyla benci bir dav- tıklaşuncılığın olanaklı olduğunu göster-
ranış biçiminden daha yararlı olması ola- mekti.
naklıdır. Dolayısıyla benci bir davranışı Matematiğin bu biçimde ele alınması
varsayan ilk itki ile toplumsal bir davra- özcllikle Fregc'nin yapıdan ile yeniden
nışı varsayan gelişimin ortaya çıkardığı biçimlenen XIX. yüzyıl mantığıyla bir-
özgeci eylem yönündeki eğilim arasında likte başlamıştır. Frege'dcn önce mate-
bir karşıtlık söz konusudur. Bu, mantıkçı matiğin mantıksal uslamlamaya dayandı-
937 Mao Tse-tung

ğırıısöylemek olanaklı değildi. Yeni man- sesin, ruhsal güçlerin titreşim seviyele-
ıık matematik uslamlamayı arı mantıksal riyle ilişki kurabilmek gibi üstün güçleri
türetme biçimlerine dönüştürmeyi ola- olduğuna inanılır. Çünkü bu inanışa göre
naklı kılıyordu. Mantıkçılar, matematik her organizmanın, ayrıca her cansız var-
tcoıemlcrinin bilgisinin bütünüyle man- bğın da bir titreşim seviyesi vardır. Titre-
tığın temel doğnılanndan yola çıkılarak şim seviyesi bilindikçe bu varlıklar, bu
mantıkça tcmellendirilcbileccğini ve bun- titreşim düzeyinin gizli kullanımı ile da~
laan kullandıkları kavramlar ile varsay- ğııılabilir.
dıklan nesnelerin bütünüyle mantıksal Böyle üstün güçleri olduğu için de
olduğunu ileri sürmüşlerdir. Frcgc, arit- manmdat titizlikle saklanır. Bu işi de
metiğin mantık dışında kalan bir varsa- Tantracı Buddhacılık'ta özel bir önemle-
yıma gcrcksinmcdiğini, sayı kavramının ri olan gımdar (ustalar) yapar. Gımdar an-
an bir mantık kavramı olduğunu, sayıla­ cak sınamadan geçmiş bir talibe (fib.
nn kendilerinin mantık nesneleri oldu- sbirltJa) Tanrıça Kundalini'yi uyandıracak
ğunu söylerken aklında yine aynı tasarını manlr'tlfl öğretirler. S!Jisl!]a bu 1llillllrayı
bulunmaktadır. Bu tasanmın en önemli söyleyince Tamıça Kundalini uyanıp ta-
aşaması rakamın C'sayıt'1 bir manıık kav- libin emrine giıer. Burada !!""' devreye
ramı olan "sınıf' aracılığıyla tanımlan­ girer. Çünkü - l r a iyi amaçla kullanıla­
masıdır. Doğal bir sayı, mantıkçılara gö- bileceği gıbi kötü amaçla da kullanılabi­
re, eşit rakamlar olma anlamında "ben- lir.
zet" olan bürün sınıflann sınıfıdır. Bu ManlrtUr kendi özel dile gctirilişlc­
bağlamda "Bu odada iki sandalye var" riyle söylenmedikçe etkileri olmaz. Er-
önermesi, ''Bu odadaki sandalyeler sınıfı ginlenmcmiş biri tarafından söylendikle-
çiftler (ıkililer) sınıfının bir üycsidir"le rinde anlamdan yoksun olurlar. Bir l,"'11·
aynı anlamdadır. nun yardımı olmakswn da anlamlan
Günümüzde ise Frcgc'nin varsaydığı yoktur. Özel söylenişlerinin bilinmesi ka-
kimi ilkelerin tutarsız olduğunun ortaya dar bedensel bir temizliği de gerektirir-
çıkması ve matematiğin türctilebilcccği ler; temiz bir ağızla söylenmelidirler.
bir mantığın olanaksızlığını gösteren Gö- 0111 M411i PaJmı H11111 (Lotüste Mü-
del'in kuramı matematiği mantıktan tü- cevher Olana Selam), Om WI§' Shari
retme tasansının önemini zayıflatmışıır. H11111 (Sözün Sahibine Selam), 0111 V '9m
Her ne kadar matematiğin tiimden- Pani H11m (Dorje'yi Tutana Selam) çok
gdimli mantığın bir parçası olduğu yollu bilinen -mdardan birkaçıdır.
öğretinin kuruculan olarak Gotdob Fre- Bu ııranmdardan ilkinin yinc1cnmcsiy-
gc ve Bcttrand Russcll anılsa da Fregc le ycnidcndoğuJ çemberinin (*samsam)
bütün matematik için böyle bir yaı:gıda kırılacağına inanılır. Bu *Nİnlaluı demek-
bulunmamaktadır. Richard Dcdekind'ın tir. Aynca bkz. Tibet felsefesi; man-
ise aritmetiğin mantığın bir kolu oldu- dala.
ğunu savunanlar arasında önemli yeri
vardır. Aynca bkz. matematik felsefe- Mao Tse-tung (1893-1976) Çin Halk
si. Cumhuriyeti'nin kurucusu olan devlet
adamı, felsefeci. Huan eyaletinin Shaos-
mantra (San.) Dua ederken ya da me- han köyünde doğmuştur. Babası sonra-
ditasyon yaparken yardıma olduğu dü- dan yoksul düşmüş bir çiftçidir. 1918 yı­
şünülen kutsal, yinclcmclerden oluşmuş lında Changsha'dak:i öğretmen okulunu
dilegctirişlcr. Ozcllikle T antracılıkta mant- bitirmiş; siyasal düşüncelerle karşılaşması
nalar ile ~an, tannsal varlıklan da bu okulda olmuştur. Burada Çinli dü-
canlandırdıklan gerekçesiyle, yaygın ola- şünürlerin yaru sıra Batılı düşünürlerin
rak yararlamlır. Mantrııda dile getirilen yapıtlanru da okumuştur. Okulu bitirdiği
Mao Tse-tung 938

yıl Pekin'e gitmiş; burada Çin Komünist reci yi siyasal gerçekliği dikkate almaksı­
Partisi'nin kurucuları olan Li Ta-chao ile zın uygulama eğilimindedir; bu da bir
Ch'en Tu-hsiu'dan etkilenerek Marxçı yanılgıdır.
düşünceyle tanışmıştır. 1935 yılında ya- Mao çelişki kavramına bir eklenti ya-
pılan Tsunji Konferansı'nda ÇKP'nin pıp "asal çelişki"den söz eder. Aynca
önderi olan Mao, 1 Ekim 1949'da Çin yeni bir kavram, bir çelişkideki "asal uç"
Halk Cumhuriyeti'nin kuruluşunu ilan kavranunı ortaya koyar. Şöyle ki: Dün-
etmiş; öldüğü 1976 Eylülü'ne kadar da yada çelişki tek başına pek ortaya çık­
kurucusu olduğu bu devletin başkanlı­ maz. Üzerinde durulması gereken şeyler
ğını yapmıştır. iki ya da daha çok çelişkinin bileşkesidir.
Mao'nun Maoculuk adı verilen felse- Bu bileşkelerden biri de hep diğerlerin­
fesi Marxçılık ile Leninciliğin -bunların den daha önemlidir. Şeyin ya da duru-
söylediklerini asıl olarak kabul etmekle mun başat belirleyicisi bu asal çelişki ol-
birlikte- yeni bir yorumudur. Mao, felse- duğu için bunun saptanması gereklidir.
fesini iki öğe üzerine kurar. Bunlardan Aynca, tekil bir çelişkideki iki öğeden
biri, Marx'ın Hegel'den alıp diyalektik biri diğerinden daha önemli olacaktır; bu
düşüncenin merkezine koyduğu "çe- da çelişkideki asal uçtur. Bir şeyin yapısı;
lişki" kavramı, diğeri Mao'nun Lenin'in asıl olarak, bir çelişkinin asal ucu tara-
düşüncelerini ele alıp irdelediği bilgiku- fından belirlendiğinden bunu saptamak
ranudır. da önemlidir. Öte yandan asal uçla buna
Mao'ya göre çelişki, bir şeyin ya da bağlı ucun konumlan her an değişebilir.
durumun oluşturucu öğeleri arasındaki Çünkü gerçekliğin yapısı sürekli deği­
gerilimdir. Doğa olaylarının da, toplum şimdir. Bu da Mao'yu Marx'tan ayıran
olaylarının da temel özelliği çelişkidir. bir noktadır. Marx altyapı-üstyapı ilişki­
Mekanik devinim şeylerdeki iç çelişki sinde, altyapının sürekli olarak üstyapıyı
aracılığıyla ortaya çıkar. Bitkilerdeki, hay- belirlediğini savunur. Mao'ya göreyse,
vanlardaki gelişme, çoğalma bunlardaki her çelişkide uçlar her an konumlarını
iç çelişkilerden kaynaklanır. Toplumsal değiştirebildiğinden, Marx'ın bu söyle-
gelişme de asıl olarak içsel gerilimlerden diği kabul edilebilir değildir. Mao'nun
kaynaklanır. İnsan gerçekliği anlamak is- bunu savunabilmesinin temelinde de
tiyorsa, onun iç çelişkilerini anlamak zo- kendine özgü bir özdeşlik kavramı var-
rundadır. Çünkü gerçekliğin yapısını iç dır. Burada söz.konusu olan özdeşlik sa-
çelişkiler oluşturur. Yine çelişki, her za- yısal ya da niteliksel özdeşlik değil birlik;
man her yerde kesintisizce vardır. Çelişki çakışma, karşılıklı gelişme, karşılıklı bağ­
olmadan hiçbir şey varolamaz. Çelişki bir lantıdır.Mao özdeşlik kavramına bu ka-
yanıyla genelgeçerdir, evrenseldir. Başka dar geniş anlam yüklediği için, çelişen
bir yanıyla da tekildir. Dolayısıyla yaşa­ uçların her birinin karşıtına dönüşebildi­
mın her alanında başarılı olmak isteyen ğini savunacaktır. Mao'ya göre her çeliş­
kişiye çelişkinin evrensel olduğunu bil- ki düşmanca bir tutum da sergilemeye-
mek yetmez; kişi her tekil durumdaki te- bilir. Ne ki, düşmanlık taşımayan bir çe-
kil çelişki örneklerini de kavramak zo- lişki düşmanlık taşır hale gelebilir; düş­
rundadır. Çünkü tekil çelişkiler o şeyi baş­ manlık taşıyan da düşmanlık taşımayan
ka bir şeyden ayıran özelliktir. Bu önem- bir hale gelebilir.
lidir çünkü haşan -özellikle de siyasi ha- Mao'nun felsefesinin ikinci öğesi bil-
şan- her tek durumdaki bu tekil çelişki­ gikuranudır. Ona göre bilgi, insanın olan
leri kavramaktan geçer. Mao'nun görüş­ biteni, özellikle de kendisi ile· doğa ara-
lerinin Sovyetler Birliği'ndeki uygulama- sındaki ilişkiyi anlamasını sağlayan mad-
lardan ayrıldığı temel noktalardan biri de di üretim etkinliğine dayanır. Yani, insa-
budur. Mao'ya göre, Sovyetler Marxçı öğ- nın bilgi ortaya koyması, yaşamak için
939 Marcel, Gabriel

gereksinim duyduğu şeyleri üretmek zo- !arı araalığıyla bilenebilcceğini ve bu ya-


runda olmasının bir sonucudur. Dolayı­ salann Kant'ın apriori ilkelerinin ve kav-
sıyla bir bilginin doğru olup olmadığı, ramlannın kullanımını önceden varsaydı­
dünyaya başanyla uygulanıp uygulana- ğını öne süren Cohen, Kantçı doğa bi-
madığına bağlıdır. Doğruluk ölçütü top- limleri idealizmini geliştirmiştir. Cohen'
lumsal uygulanabilirliktir. in Kantçılıktan uzaklaşmasının ardından
Bilginin kaynağı duyu algılan, izle- Paul Natorp ile birlikte -sonralan kendi
nimlerdir. Ama izlenimlerde kalındığın­ özgün felsefe yollarında yürüyecek olan-
da gerçekliğin özü kavmnamaz. Bunun Ernst Cassirer ve Nicolai Harttnann'ın
için ikinci bir düzey gereklidir: ussal ya temsil ettiği Marbuı:g Okulu'nun ilk ya-
da kavmmsal düzey. Toplumsal uygula- pıdan her ne kadar Cohen çizgisindcyse
malar sırasında kavramlar beyinde bi- de daha sonraki yapıdan onun görüşle­
ı;imlenirlcr. Böylelikle kavramlar varlığın rinde değişikliğe gitmiş, bilimsellik anla-
özünü, bütününü, iç ilişkilerini dile geti- yışına daha çok önem vererek Kant'ın
rirler. Bunlar tek başlanna işe yaramaz- "kendinde şey" kavramını eleştirmiş ve
lar. Ancak birbirlerini tamamladıklannda bilimdeki gelişmeleri yakından izlemiştir.
bilgi meydana gelir. Birlikte ortaya koy- Natorp'un manukçı olguculuk ve Viyana
duklan bilginin de eylemde, gerçeklikte Çcvresi'yle yakın ilişkisi, Marburg Oku-
sınanması gerekir. lu'nda bilgikuramı ağırlıklı felsefe anlayı­
Mao, Lcnin'in kültürel bclirlenimcili- şının yerini mantık ağırlıklı felsefe anla-
ğine karşı çıkarak Marxçı inakçılıktan yışına bırakmasıyla sonuçlanmıştır. Bu o-
hep kaçınnuş; sanat ile bilim alanında kulun üyclcri aynca ahlak, dil, din, sanat
birtakım buyruklarla klıni düşünce okul- ve tarih felsefesi üstüne de kafa yormuş­
larının desteklenmesi, klınilcrinin de ya- lardır. Üyelerinin birçoğu Yahudi kökenli
saklanması yollu düşüncenin kültürel ge- olan Marbuı:g Okulu, önde gelen temsil-
lişimin önünü ukayacağını savunmuştur. cilerinin ölümüyle ve Nazizmin yükseli-
Bu, "yüz çiçek tomurcuklansın, yüz dü- şiyle birlikte gücünü gitgide yitirmiş ve
şünce yanşsın" savsözünde ifadesini bu- 1930'lu yıllarda tümüyle dağılmışur. Ay-
lacakur. Aynca bkz. Çin felsefesi. nca bkz. Yeni Kantçılık; Cohen, Her-
mann.
Marburg Okulu [İng. Marlnıtg Schoo},
Fr. Ecole de Marbo~ Alm. Marburger Sc- Marcel, Gabriel (1889-1973) Varoluş­
bule] Baden Okulu'yla birlikte Yeni Kant- çu düşüncenin, özellikle de tanrıbilimscl
çılığın iki önemli okulundan biri. Mar- varoluşçuluğun önde gelen adlanndan
burg Okulu'nun genel çerçevesi daha Fransız düşünür ve oyun yazan. Aynı
çok Hemıann Cohen'in 1870 ile 1880 zamanda müzisyen ve oyun clcştirmeni
yılları arasında Kant üzerine yazdığı !Vmts olan Gabriel Marcel, kendi yaşamındaki
Theorie der Erjabrınıg (Kant'ın Deneyim çelişki ve sorunları yansıtan otuz oyun
Kuramı, 1871) ve !Vmll begrimdımg der Et- yazmış ve birçok fclscfı yapıta imzasını
hilt. nıbst ihrrn At11111t1tltmgen aııf &tht, &6- atmıştır.
gian Hnd Gesthithtr (Kant Etiğinin Temel- Marccl başlangıçta F. H. Bradley'in
lendirilmesi ile Hukuk, Din ve Tarih A- idealizmine yakınlık duyduysa da, sonra-
lanlanna Uygulanması, 1877) adlı çalış­ dan Husserl'den bağımsız olarak bir gö-
malarla çizilmiştir. Cohen'in bakış açısın­ rüngübilim ile Kari Jaspcrs ve Martin
dan Kant "üç eleşriri"sinin her birinde Buber'inkiyle birçok yönden benzeşen.
-bilim alanında olsun, ahlak alanında ol- dinsel bir varlık anlayışı geliştirmiştir.
sun, estetik alanında olsun- "priori bile- Nitekim Marcel ilk Fransız görüngübi-
şenleri ortaya çıkamıaya çalışmıştır. Fi- limcisi ve varoluşçusu olarak kabul edil-
ziksel nesnelerin doğa bilimlerinin yasa- mektedir. Henüz 25 yaşında iken 1914'te
Marcuse, Herben 940

"varoluş"a ilişkin düşüncelerini "Varoluş ğımsız olarak geliştirdiği


'Ben-Sen' iliş­
ve Nesnellik" ("Existence et Objectivi- kisi anlayışına
göre, bu türden bir ilişki
te') başlıklı yazısında dillendirmiştir. Bu kişinin kendi bütünlüğü ile karşısındaki­
bağlamda anılmaya değer diğer bir nokta ler arasındaki bir diyalogdan oluşmakta­
da Marcel'in bu makaledeki temel savla- dır. Bu diyalog kişinin kendisini karşısın­
rını varoluşçuluğun kurucu babası diye dakine (kendisi olmayana) açmaya hazır
anılan Kierkegaard'dan tek satır oku- olmasına, bir başka deyişle kişinin ulaşı­
maksızın ortaya koymasıdır. Buna kar- labilir olmasına ve diyaloga bütün her
şın, varoluşçu olarak adlandırılan tüm şeyiyle katılmasına, yani kendisini ada-
düşünürler arasında Kierkcgaard'a en masına dayanır.
yakın duran adlardan biri de Marcel'dir. Felsefenin bir araştırma işi olduğuna
Marcel ünlü oyunu Kmk Diil!Ja'da (Le ve felsefecinin de sürekli soruşturması
Mcınde casse) modem çağın temel so- gerektiğine inanan Marcel, aşın dizgesel
runu olan parçalanıruş ilişkileri, boşluğu, ve didaktik bulduğu önceki yazma biçi-
yüzeyselliği, yapay etkinlikleri ustaca res- minden vazgeçerek çalışmalarının önem-
meder. Bu oyun, Marcel'e XIX. yüzyılın li bir bölümünü günlük notlar biçiminde
İngiliz ve Alman idealizmini aşmasının, kaleme almaya başlar. Bu çalışmalarında
sorunla giz arasındaki aynmı gündeme sık sık başvurduğu kişisel öykülemeler,
getirmesinin ve insan yaşamına derinlik Marcel'in belirli deneyimler -sözgclimi
ve anlam sağlayan gizlere açıklık getirdiği "yersizyurtsuzluk" ve "umut"- üzerine
varoluşçu bir yaklaşımı geliştirmesinin düşünmenin evrendeki yerimizi anlama-
yollarını açmıştır. Marcel "nesnel varlık" nın anahtarı olduğu inancını doğrula­
ile "varoluş"u varlığın birbirinden tü- maktadır. Aslında bunlar başka varoluş­
müyle farklı iki boyutu olarak gördü- çuların da paylaştığı "varlığın
bilgi karşı­
ğünden, sorun ile giz arasında açık bir ay- sındaki önceliği" duygusunu ve "sorun-
nma gitmiştir. Marcel'in sorun dediği her ları yaşamın gerçek yapısından soyut dü-
insanın nesnel ya da yansız bir seyirci şünme kötü alışkanlığı" suçlamasını yan-
olarak izlediği bir şey, her birimizin ö- sıtmaktadır. Marcel felsefesini somut bir
nünde duran bir durum iken;gizözü ge- felsefe olarak betimler; o tam bir dizge
reği kendimiz dışında varolamayan, biz karşıtı ve soyut felsefe düşmanıdır. Mar-
olmazsak olmayan, "bağlandığımız" bir cel'in felsefe tarihindeki önemi de insan
şeydir. Marccl'e göre, felsefe için önemli deneyiminin felsefi inceleme ve çözüm-
olan da bu gizlerdir; çünkü yalnızca giz- lemeye uygun olmadığı düşünülen yer-
ler yardınuyla varoluşun gizine ya da var- sizyurtsuzluk ve umut gibi konularını
lığın gizemine sokulabiliriz. Bilimin ele derin bir düşünce gücüyle ele almasına
aldığı sorunlar ile varoluşçu felsefenin dayanmaktadır. Marcel, umutsuzluk ve
açıkladığı sorunlar a ynmını ele alan umut, sadakatsizlik ve sadakat, aldanma
"Varlıkbilgiscl Giz Üzerine" r'On the ve aldanmama arasında dengeyi yakala-
Ontological Mystery", 1933) başlıklı ma- maya çalışırken, kişinin varoluş biçimini
kalesinde Marcel, "Ben kimim?", ''Varlık ve yaşamın anlaıruyla ilgili yorumunu et-
boş mu yoksa dolu mu?" sorularıyla yüz- kileyen temel tutumların, eğilimlerin ve
leşir; bedeni ya da cisimleşmiş varlığı, özgürlüğün rolünü tanır.
öznclerarasılığı ve aşkınlığı inceler. Mar-
cel kişinin kendi bedenini farkedişindcn Marcuse, Herbert (1898-1979) Gerek
tutun da insanlarla Tann arasındaki iliş­ Marxçı "Eleştirel Kurarn"a yönelik yad-
kiye kadar herşeyi gerçeklikle dolaysız sınamaz katkılarıyla, gerek Freudcu ruh-
bir bütünleşme anlaıruna gelen "katıl­ bilirnin ufkunu genişletmesiyle tanınan,
ma" kavramı tcmdinde yorumlamaya Frankfurt Okulu'yla birlikte anılan önde
çalışır. Marcel'in Martin Bubcr'den ba- gelen adlardan biri olan Alman asıllı A-
941 Marcuse,Herbert

merikah düşünür. me), 1972 tarihli CoN11femJ!Olulion aırJ Re-


1. Dünya Savaşı'nın etkileriyle kendi ııolt (Karşıdevrim ve Başkaldırı) ile 1978
kuşağından pek çok genç aydın gibi kök- tarihli Tbt Atstbelit Dimmsion (Estetik
tenci eğilimlere yönelen, Almanya'daki Boyut) adlı kitaplan sayılabilir. Marcusc
Kasım 1918 Devrimi'ne katılan Marcusc Almanya'da verdiği bir dizi konferans sı­
savaş. sırasında ve sonrasında Marxçılık rasında hastalanarak 1979 yılında Stam-
ile ilgilenmiş olsa da komünist harekete berg'de öldü.
dahil olmamışur. 1927 yılında Heideg- Marcuse'ün çıkış noktası, üyesi oldu-
gcr'in V tırÜ ile Z-an adlı yapıtını oku- ğu Frankfurt Okulu'nun öteki önde ge-
duktan sonra Heidegger ile çalışmak ü- len üyeleri gibi Gcoıg Lukıics'ın Tarib ııe
zere Frciburg ÜnivcrsitcSi'ne giden Mar- Smf Bi6ırti kitabında ortaya koyduğu iki
cusc Hıgtfin V arlılebiltisi "' Tarihul/ik Ku- hamleye yaslanır. İlki, Lu!W:s'ın Marx'ın
__,,,, Tt111tlleri (Hegels Ontologic und metanın fetişleşmesi kuramını genel bir
die Grundlegung ciner Theorie der Gc- şeyleşme eleştirisine dönüştürmesidir. İ­
schichdichkcit) başlığını taşıyan doktora kincisi ise toplumsal bütünü anlamayı
tezini 1932'de tamamladı; ancak ya Mar- başarabilecek biricik konum olarak pro-
cusc resmen tezini sunmadığı için ya da lctcryanın konumunu göstermesidir. Mar-
Heideggcr tezi siyasal nedenlerle reddet- cusc, savaş sonrası kapitalizmin her tür
tiği için tez onaylanmadı. Hitler'in iktida- iktisadi bunalım eğiliminin üstesinden gel-
ra gelmesinden birkaç hafta önce Al- miş olduğunu savunur. Ancak kapitaliz-
manya'dan aynlarak Edmund Husserl gi- min bolluğa erişme biçimi, özgürleşme
bi düşünürlerin yaı:dımlanyla ABD'deki yaratmak yerine, bireyleri özerk biçimde
Toplumsal Araşıırma Enstitüsü'ne girdi. karar vermekten uzaklaşman ve onlar i-
Frankfurt Okulu'nun resmi yayın organı çin "sahte gereksinimler" üreten yalancı
sayılan Ztitsçbrift ftir Sozjalfarsdnmg dergi- mutluluklar sunar. Sonuçta klasik Marx-
sinde yazılar yazdı. 1942-19 50 yıllan ara- çılığın işçi sınıfına yüklediği sosyalist dev-
sında Amerikan merkezi haber alma ör- rimin önderliği görevinin içi boşalır; ar-
gütü OA'in atası olan Stratejik Hizmet- uk işçi sınıfı kapitalizmin "tutucu top-
ler Dairesi'nde çalıştı. Horkhc:imer ve A- lumsal tabanı" haline gelir. Marcusc'e
domo'nun tersine, il. Dünya Savaşı'nın göre bu değişimler, içerikleri gereği ku-
bitmesinden sonra Frankfurt'a dönmeye- rulu söylem-eylem evrenini aşan görüşle­
rek Amerikan yurttaşı oldlL Bu yıllann rin, ülkülerin, hedeflerin ya dışlanmasını
en önemli düşünsel ürünü, &a.roır ant/ ya da tekil bir davranışa indiıgcnmesini
Revolutiotı (Us ve Devrim, 1941) adlı ya- sağlayan tek boyutlu bir davranış türü-
pıttır. Columbia ve Harvard üniversitele- nün ortaya çıktığının bir göstergesidir.
rinde araştırmalarda bulunan Marcuse, Eleştirel Kuram, bu nedenle varolan top-
1954'ten 1%S'te emekli olana dek Bran- lumu yalnızca olumsuzlamaya zorlanır.
dc:is Üniversitesi'ndc çalıştı. 19SS'te Eros Maı:cuse'ün sözleriyle ifade etmek gere-
mıJ Civiliz.alion (Eros ve Uygarlık), 1958' kirse, "toplumsal değişimi sağlamakla gö-
de Soviet MarxİSlll (Sovyet Manı:çılığı), revli somut kişi ya da kişilerin yoklu-
1964'te Ont-Dimtt1sional Maır (I'ek Bo- ğunda, eleştiri oldukça soyut bir düzeye
yutlu İnsan) adlı yapıtlarını yazdı. 1965- itilir ve bu eleştiri olumlu olamaz." Ne
1970 yılları arasında San Diego'daki Ca- var ki,Jürgcn Habermas'ın da gözlemle-
lifomia Üniversitesi'nde konuk öğretim diği gibi, Herbert Marcuse'ün olumsuz
üyesi olarak bulundu. Mayıs 1968 olayla- düşünme yordamında hali olumlu bir
nna gösterdiği.duygudaşlıkla tanınanMar­ yan vardır. Bu, özellikle Errıı ııe Uygarlık
cuse'ün bu döneminin en önemli yapıt­ adlı yapıunda ortaya çıkar. Marcuse bu
ları olarak 1969 tarihli An Emg on U- yapıtında Marx ile Freud'u, berikinin ruh-
beralio11 (Özgürleşme Üzerine Bir Dene- bilim üzerine yazdıklanndan hareketle
Marx, Kari Heinrich 942

kaynaştırmak ister. Marcuse, Freud'un gü- felsefe alanında doktora yapmış olsa da
dülerin basunlmasının yaşamda kalma akademik çalışma yerine yoğun siyasal
gereksiniminin dayatması sonucu insan etkinlikler içerisine girmeyi yeğlemiş sos-
doğasının değişmez bir özelliği olduğu yalizm kuramcısı düşünür. Marx, 1835'te
savının etkisini azaltmaya çalışır. Bu kav- hukuk öğrenimine Berlin Üniversitesi'
raırun yerine, gereksinimlerin farklı top- nde başlar; ancak, Ludwig Feuerbach'ın,
lumların farklı istekleriyle biçimlendiğini Bruno Bauer'in, Genç Hegelcilerin etki-
ileri sürdüğü "etkinlik ilkesi"ni koyar. siyle hukuk eğitimini yanda bırakarak
Marcuse'e göre sınıf egemenliğinin oldu- 1836'da yine Bertin Üniversitesi'nde baş­
ğu yerde artı değer baskısı ortaya çıkar; ladığı felsefe öğrenimini 1841 'de dokto-
bu baskı ise yaşamda kalma güdüsünce ra derecesini alarak tamamlar. Dönemin
değil, egemen sınıfın çıkarlarınca işlenip siyasal güçlerinin Genç Hegekiler karşı­
biçimlendirilir. Böylelikle baskıya dayalı sında aldıkları olumsuz tutumun etkisiyle
egemenliğin kökleri bilinçdışının derin- genç Marx'ın akademik kariyer umutları
liklerjne uzanır. Eski dünyanın köle a- boşa çıkar. 1842 ile 1848 yılları arasında
yaklanmalarından çağcıl dünyanın sosya- Ren Bölgesi, Fransa ve Belçika'da ya-
list devrimlerine dek baskı altındakilerin yımlanmış çeşitli gazete ve dergilerde
savaşımı hep "daha iyi" bir baskı dizge- çalışır. 1843'te Hegelı:i Hukuk Felıefefinin
sinin oluşmasıyla sonuçlanıruştır. Oysa, Eleştirisi Üz.erine (Zur Kritik der Hegel-
Marcuse'e göre uygarlığın gelişmesi so- . schen Rechtsphilosophie) ile ''Yahudi
nucunda, yabancılaşıruş emeği ortaya çı­ Sorunu Üzerine" C'Zur Judenfrage")
karmak için sarf edilen enerjinin miktarı adlı çalışmalarıyla Genç Hegelcilerden
azaltılabilir. Böylesi bir toplumda Freud' ayrıldığı yönleri ortaya koymaya başlar.
un "ölüm-yaşam güdüleri" dediği güdü- Bilgikııramı ve varlıkbilgisi konuları üze-
ler arasındaki çatışkı aşılacak; iş, oyuna rine görüşlerini özlü biçimde sıraladığı
dönüşecek; Marx'ın "zorunluluklar file- "Feuerbach Üzerine Tezler"i ('"Ibesen
mi" dediği şeyden vazgeç.ilmiş olacaktır. über Feuerbach") 1845'te bitirir.
Marcuse'ün tarih felsefesi anlayışı, in- Marx, 1844'te Paris'teyken yaşaırunın
sanlığın doğa ile uyum içinde olacağı, dönüm noktası olacak bir dostluğun te-
özne ile nesnenin Lukacsçı bir özdeşlik­ melini atar; Friedrich Engels'le tanışır.
ten farklı bir birleşmeyle "kendi başına Bruno Bauer'e karşı bir polemik olan
ve kendisi için" uyuşacağı düşüncelerine K11tsai Aileya da Eleıtirrl Eleştirinin EICfti·
yaslanır. Bu bakımdan Hegel'in Heideg- risı'ni (Die Heilige Familie oder Kritik
gerci yorumuna sadık kalan Marcuse'ün der kritischen Kritik, 1845) Engels ile
yaşama ya da daha gend deyişle doğaya hirlikte yazar. 1845-1846 yıllan arasın­
verdiği önem nedeniyle de Dilthey'a ya- daysa yine Engels'le birlikte, kendi tarih
kın durduğu söylenebilir. Marcuse'ün öz- kuramlarını, özellikle de düşüncelerin top-
ne-nesne birliğini kavramsallaştırmak a- lum içindeki yetini değerlendirdikleri Al-
macıyla yaşama yönelmesi, bütünü ya- man İdeolojisi'ni (Die Deutsche Ideologie)
şama uydurması onun Martin Jay'in de- kaleme alırlar. Proudhon'un S ifa/etin Fel-
yişiyle belki de hep "özdeşliğin ve uzlaş­ sefesi (Philosophie de la misere, 1847)
tırmanın peygamberi" olarak anılmasını adlı yapıtına karşı giriştiği polemik olan
sağlayacaktır. Aynca bkz. Frankfurt O- Felsefenin Sefaleti (La Misere de la Phi-
kulu. losophie, 1847) ise onun gelişmekte olan
ekonomi görüşlerini, dahası tam yirmi yıl
Marx, Kari Heinrich (1818-1883) Ge- sonra yetkin bir biçimde Kapitai'de or-
rek düşünceleriyle gerekse bunları eyle- taya koyacağı iktisat kuraırunın ilk bilgi
me geçirmesiyle çağcıl dünyanın oluşu­ kırıntılarını da içerir. Yine Engels'le or-
munda her yönüyle derin etkileri olmuş, tak yazdığı Komiinisl Manifesto (Das Kom-
943 Marx, Kari Heinrich

munistische Manifest, 1848) ise Marx'ın gramms, 1875) adlı yapıtı da kayda de-
tarih, siyaset, ekonomi üzerine görüşle­ ğerdir.
rinin devrimci sonuçlanrun klasik bildi- Marx'ın felsefece maddeciliğe duy-
risi olur. 1850'de Engcls'le birlikte Ko- duğu ilginin kökler~ onun Demokritos
münist Birliği'nin kurulmasında kilit rol ile Epikuros'un doğa felsefelerini ele al-
oynar; ancak siyasal fırtınalann koptuğu dığı doktora' tezine (Diffm11z. dtr tlemola-
bu dönemde Prusya'dan sürgün edilir. n'tis&he11 N11J epilaNrrisçhe11 NalNtphilosophk,
Londra'ya yerleşen Marx'i burada zor 1841) dek uzanır. Felsefeci olarak Marx,
yıllar bekleyecektir; altı çocuğundan üçü bilinçli biçimde Alman İdealizmini, özel-
yoksulluğun getirdiği kötü koşullardan likle de Hegel'in felsefesini köktenci F-
ölür, kendisinin sağlığı da bir daha dü- ransız Aydınlanması'nın bilimsel madde-
zelmemek üzere bozulur. 1850'ler, 1860' ciliğiyle kaynaştırmaya çabalar. Hegel'in
!ar boyunca sağlığı elverdiği oranda Bri- ve onun izleyicilerinin dinsel öznellik so-
tanya Müzesi'nin kütüphanesine giderek runları olarak kavradıkları bir dizi so-
günde on saat çalışması ilk meyvesini E- runu Maoı:, 1844 E!Jaz.malan'nda (Manu-
/eo11omi PoHtiğill Eleıtirisi (Zur Kritik der skripte aus dem Jahre 1844), maddeci
politischen Ökonomie) başlıklı yapıtın ekonomi politik bilimiyle irdeler. İnsanın
1859'da basılmasıyla verir. Bu yapıtın in!lllnla ve doğayla girdiği ilişkinin do-
önsözünde Marx, maddeci tarih anlayı­ ğurduğu sorunlan aşmak ve ben'in bö-
şının en özlü ve açık anlatımına yer verir. lünmüşlüğüne son vererek yeniden birlik
1867'de kapitalizmin gelmiş geçmiş en olmayı salt felsefece ve/veya dinsel bir
köklü yorumunu ve eleştirisini kapsayan yöntemle sağlamaya çalışan Hegel'e kar-
araştırmalarını biraraya getireceği başya­ şı, ilk kez Marx, bu parçalanmış, bölün-
pıtı Kapitalin (Das Kapital) ilk cildini ya- müş. herşeye yabancılaşmış insan beni-
yımlar. İkinci ve üçüncü ciltleri bitirme- nin kendini yeniden kurmasının, ancak
ye ömrü yetmez; Engels tamamlanama- insanların içinde yaşadiklan toplumsal ve
yan bu ciltlerden ilkini 1884'te, ikincisini ekonomik koşullan, çalışırken sergile-
1893'te bastırır. 1862-1863 yıllarında ya- dikleri etkinlikleri, birbirleriyle girdikleri
zılan ve diğer ekonomistlerin iktisat ku- pratik ilişkileri herşeyin temeline koyma-
ramlarına yöneltilen bir dizi eleştiriyi bir- sıyla olanaklı olduğunu dillendirir. Bu
araya getiren Artı-Dtğtr KNramlım (Theo- nedenle işçi sınıfının görevi, yalnızca en
rien über den Mehrwert) üç cilt halinde başından beri mücadelesini verdiği temel
:XX. yüzyıl başlannda basılırken, 1857- yaşam gereksinimlerinin giderilmesini
1858 yıllarında kaleme alınmış Elr.D11ami sağlamakla sınırlı değildir; onun asıl gö-
Politi§11 Elqtiriti11i11 Aırahatlan (Gnmd- revi, insanlann, "insanlıktan gelen yetile-
risse der Kritik der politischen Ökono- rini geliştirebilecekleri" ve "dilediklerini
mie) ancak 1939'da yayımlanabilmiştir. özgürce yapabilecekleri" koşulların ger-
Ekonomi politik bir yana Marx'ın dö- çekleşmesini sağlamaktır. 1844 E!Jaz.ma-
nemin Fransası'nda geçen siyasal olaylar ltm, ekonomi politik biliminin de göster-
üzerine yazdığı üç kitabı vardır: Frm11a'Ja diği üzere, çağcıl (modern) toplumda in-
Smef Savaptm (Die Klassenkiimpfe in sanın, yaşam etkinliklerinin insanlılı:dışı
Frankreich, 1850); LoNiı B011apartr'm 011- bir biçime bürünmesinin sonucu, ken-
rek;z. Bf'llmairr ~· (Das achtzehnte Bru- dine yabanalaştığını öne sürer. ÇağCıl
maire des Louis Bonaparte, 1852); Fran- toplumun örgütlenişi sürecinde nüfusun
sa'Ja İfSat111f (Der Französische Bürger- büyük çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfı,
krieg, 1871). Ayrıca Marx'ın sosyalizm- ürettiklerinin kendi etkinliğinin bir so-
den ne anladığına ve adalet anlayışına nucu, bir ifadesi olduğunu anlamaktan
ışık tutması bakımından Gotha Progrllllll- gitgide uzaklaşarak, üretimin soyut birer
11111 Eltıtirisi (Kritik des Gothaer Pro- organı ya da aracı haline dönüşmüştür.
Marxçılık 944

Hegel'in ve Feuerbach'ın tersine, Marx'a İdealizminden, toplumların geçirdiği ev-


göre yabanalaşmadan kurtuluş yolu, ya- rimleri maddeci yoldan irdelemek için
şamı felsefece yeniden yorumlamaktan Fransız ütopyacı sosyalizminden, iktisadi
geçmez; gerekli olan şey, dünya üzerinde düzenin dinamiklerini ve etkilerini gös-
varoluşu yepyeni bir biçime büründür- termek için de İngiliz kapitalizminden
mek, insanın insanca yaşama koşullan­ esinlenmiş, üç ayaklı (felsefi/ toplumsal-
nın gözardı edilmcdiği yeni bir toplum siyasal/ ekonomik) öğreti. Marx yaşamı
kurmaktır. Başka türlü söylendikte: "Fi- boyunca öğretisini yasladığı bu üç kay-
lozoflar dünyayı şimdiye değin farklı bi- nağı birbiriyle uyum içinde tutmaya uğ­
çimlerde yorunilamakla yetindiler; oysa raşmış olsa da özellikle ölümünden sonra
ki asıl mesele onu değiştirmekte." görüşleri üzerine türlü türlü yorumlar ya-
Düşünsel birikimini Kapitalde ortaya pılmıştır. Günümüzde Marxçılık denince
koyan Marx, çağal toplumun işleyiş ko- ya SSCB'nin 1990 başlarında yıkılana dek
du olan kapitalizmin "hareket yasalan"nı benimsediği devlet siyaseti anlaşılmakta
ayrıntılı biçimde çözümleyip tanımlama­ ya başka ülkelerdeki sosyalist/komünist
ya koyulur. Kendi kendini üretme yor- partiler düşünülmekte ya da Marx'tan e-
damları bakımından üretim ile üreten a- sinlenmiş kimi Batılı düşünürlerin görüş­
rasına bir set çeken kapitalizmin görü- leri akla gelmektedir.
nüşü ile özü arasında hep bir ayrılık bu- Marxçılığın felsefece bakışaçısına gö-
lunması zorunludur. Marx'a göre bu ay- re insanın temel özelliği olan yaratıcılık,
nlık, işçilerin üretim sırasında daha çok onun gereksinimlerini karşılamak için
toplumsallaşmasına, dolayısıyla da üre- doğada bulunan nesneler üzerinde emek
tim araçlannın özel mülkiyetinin daha harcama yetisidir. Dahası, insan yalnızca
çok yoğunlaşmasına yol açarak kapita- kendi bireysel gereksinimleri için değil,
listler ile işçiler arasındaki çelişkiyi ya da aynı zamanda türünün gereksinimleri
çatışkıyı keskinleştirecektir. O halde, ka- için de çalışır. Yiyecekten sanata, kulü-
pitalizmin sosyalizme yol açması kaçınıl­ beden saraylara insanın yaptığı herşcy,
mazdır. onun tür olarak üretici gücünün farklı
Marx, geleceğin toplumunun, sınıfla­ biçimlerde somutlaştığı insan dünyasını
nn yokoluşunu, üretim araçlarının özel oluşturur. İnsan toplumsal bir varlıktır;
mülkiyetinin ve hatta satış amaçlı meta bir bütün olarak toplum, insanın eme-
üretiminin ortadan kalkışını göreceğine ğinden yararlanmalıdır. Oysa tarihin kay-
inanır. Ona göre, komünist toplum, son dettiği pek çok nedenden ötürü bu ideal
çözümlemede yabancılaşmanın tüm top- ilişki kurulamamıştır. Toplumun çoğun­
lumsal nedenlerini ve insanın istediği hığunu oluşturan bir kesim (proletarya)
gibi varolmasının önündeki tüm engel- tüm yaratıcı enerjisini ya da daha teknik
leri ortadan kaldıracaktır. Ancak, Marx deyişle emeğini ortaya sererken, azınlığı
asla geleceğin bu toplumunu değişmeyen oluşturan öteki kesim (burjuvazı), pro-
bir kusursuzluk hali olarak düşünmez. letaryanın yarattığı herşcyi sömürmekle
Tersine, sınıflı toplumların sonunun gel- yetinmektedir. Demek ki, proletaryanın
mesini, Marx, insanlık tarihinin gerçek kurduğu bu dünya, onun denetiminde
başlangıcı olarak değerlendirir. Aynca değildir; bu dünyayı, emek harcamayan-
bkz. Marxçılık; Engels, Friedrich. ların kümesi, burjuvazi yönetmektedir.
İnsanın kendi emeğinin ürününden ko-
Marxçılık ~ng. Mmxirm; Fr. Marxisme-, parıldığı bu duruma Marx, "yabancılaş­
Alın. Marxismıi!] Kari Marx'ın, belli ölçü- ma" adını verir. Marx'a göre, işçi sınıfı
lerde de Friedrich Engels'in XIX. yüzyı­ kendi emeğinin ürünlerine yeniden ka-
lın ortalarında geliştirdiği; felsefece kav- vuşursa, bu yabancılaşma ve dolayısıyla
ram çerçevesini oluşturmak için Alman toplum içindeki sınıflar ortadan kalka-
945 Marxçılık

cakur. Böylece, Marx'ın gözünde tüm ta- nançlann yoğunlaşması, bu temel öğreti­
rih, sömürenle. sömürülen arasında ge- de birtakım düzenlemeler yapılmasına ne-
çen bir sınıf savaşımına dönüşür. Eski den olur. Marıı:'ın ölümünden sonra bu
tarihçiler, savaşları, buluşları, antlaşma­ gözden geçirmeler, revizyonlar artar. En-
ları, saraylarda sürüp giden entrika.lan gcls'in açtığı yoldan, daha sonra Kari
vb. olaylıın tarihin ana malzemesi sayar- Kautsky ve başkaları yürüyerek, Marıı:'ın
ken, Marx bütün bunların önemsiz ay- tarihin belli bir anında toplumun bclli bir
rıntılar olduğunu savlar. Tarib.in asd itici sınıfına yüklediği görevi tanımlayan dev-
gücü, toplum içindeki bireylerin yiyecek, rimci öğretisini, batışçd biçimde gerçek-
barınak ve öteki mallan edinirken izle- leşecek evrimsel bir zafere dönüştürür­
dikleri yöntemleri betimleyen üretim a- ler. Lenin 'in ellerinde bir kez daha deği­
mçlannın gelişimidir. İşte Marx'ın tarih- şen öğretide, işçi sınıfının kendi başına
sel maddeciliğinin özü budur. Maddi bir devrim yapamayacağı, işçi sınıfına ön-
dünya varolmadan insan varolamaz. Mad- derlik edecek devrimci bir partiye gerek-
di yaşamı sürdürmek için insan, doğayla sinim olduğu ileri sürülecektir. Lenin ay-
ilişki içinde olmalıdır. Bu ilişkiler, insan- nca, sanayileşmemiş ülkelerde de dev-
lığın deneyimlediği tarihsel evrelerle u- rime olanak sağlayacak biçimde Marıı:'ın
yumludur. Yani, XIV. yüzyılda kapitalist tarih çözümlemesini değiştirir. Gelenek-
bulunamayacağı gibi XX. yüzyılda da de- sel Marxçılığın bir parti organıyla böylece
rebeyi bulunamaz. Tarihsel evrclcr diya- birleşmesine -sonraları Doğu Avrupa ül-
lektik bir biçimde dönüşürler; karşıuyla kelerinin resmi ideolojisi olarak da anıla­
etkileşim içine giren bir evre, onurda bi- cak- Marxçılık-Lcnincilik adı verilir. Öte
reşim oluşturarak yeni bir evrenin do- yandan, Otto Bauer'in başı çektiği, A-
ğumuna yol açar. Her bir evrede baskın vusturya Marıı:çılığı adı verilen okul İse
olan üretim araçları, derhal insanla doğa, sınıf savaşımını en uç noktalara taşımak
insanla insan arasında bir dizi ilişkiyi da- isteyenlerin ahlakdışılığına karşdık olarak
yaur. Marx'a göre, tarihsel evrelerin so- sosyalizmin ahlaksal temellerine dönme-
nuncusu olan kapitalizmin dayattığı iliş­ ye çabalar. Komünist devletlerin uygula-
kilerde insanlar insanlıktan çıkmaya, in- dığı Marxçılık, SSCB'den başka, Çin gibi,
sanca yaşamaktan uzak kalmaya yazgılı­ Küba gibi başka ülkelerde de sık sık
dır. Başarısını, arb değer oranını dünya ortodoks Marıı:çılıktan ayrdır. Jean-Paul
çapında inanılmaz düzeylere yükseltme- Sartre ise çağcıl toplumların teknolojik
sine borçlu olan kapitalizm, insanları me- gelişmeler sonucunda karşılaştığı sorun-
taya dönüştürerek kendi )1kımını hazır- lara dikkat çekmenin aracı olar.ık Marx-
1.ır. Sınıf savaşımının keskinleştİ)lİ bu ev- çılığı varoluşçulukla başarılı bir biçimde
rede proletarya ağır sömürünün sonucu bağdaştırır.
insana yaraşır yaşamdan öylesine keskin SSCB'nin birbirine gevşek biçimde
bir biçimde kopacaktır ki sonunda sö- bağlı cumhuriyetlere bölünmesi, Balbk
mürüyü ortadan kaldırmak üzere birleşe­ devletlerinin bağımsızlığı, Varşova Paktı'
rek ortak hareket edecektir. Bu nedenle, nın dağılması gibi :XX. yüzyılın son on
sınıfsız toplumu doğuracak proleterya- yılına damgasını vuran olaylar, Marx-
run zaferi yakındır; işbölümünün ortaya çılığın bir yönetim dinamiği olarak gele-
çıkmasından bu yana kapitalizmin insan- ceğini belirsizleştirmiştir. Ancak, her du-
lıkta yol açbğı yıkımı onaracak olan bu rumda kesin olan gerçek şudur: Son yüz
zafer, tüm insanlığın zaferi olacakur. elli yda yayılmış burjuva felsefesinin geli-
Ne var ki, 1848 Devrimleri'nin başa­ şimini ölçmeye soyunacak hiçbir değer­
rısızlığı, her geçen gün daha çok karma- lendirme Kari Marx'sız yapılamaz.
şıklaşan toplumsal yapının artık Marıı:'ın Marıı:çılığın kendine özgü düşünce o-
çözümlemelerine uymadığına yönelik i- luklanndan felsefece düşünmeye damıtıp
matematik felsefesi 946

akıttığı kalıtlar
için bkz. Frankfurt O- karşı-örnek oluşturduğundan vazgeçil-
kulu; Labriola, Antonio; Gramsci, An- mez bir inceleme konusu olmuştur. Buna
tonio; Lukacs, György; Bloch, Emst; ek olarak, matematik felsefenin başlan­
Lefebvre, Henri; Althusser, Louis; A- gıcında ortaya aulan pek çok sorunun
rendt, Hannah; Jameson, Fredrick; iş dile getirilişi bağlamında bulunduğu ö-
felsefesi; siyaset felsefesi; eğitim fel- nemli katkılarla felsefenin gözünde ayrı­
sefesi; güç/iktidar. Aynca bkz. Marx, calıklı bir yer edinmiştir.
Kari; Engels, Friedrich; Lenin V. İ.; Matematik felsefesinde çözüm ara-
Mao Tse-tung; diyalektik maddeci- nan en önemli sorunlardan biri, mate-
lik; tarihsel maddecilik; bilinç; yaban- matikte kullanılan bağınuların, simgele-
cılaşma. rin, sayıların ve öteki kendiliklerin varlık­
bilgisel değergesini açıklığa kavuştur­
matematik felsefesi [İng. philosopf?y of maktır. Nitekim felsefesinde matematiğe
111othematiu; Fr. philosophie des mathimah~ büyük önem veren ilk büyük dizgeci fi-
q11er, Alın. philosophie der mathematile] En lozof Platon, matematik nesnelerinin ne-
genel anlamda, geleneksel olarak aritme- liklcri sorusu karşısında "gerçekçi" tutu-
tik, cebir, geometri gibi kolları bulunan mu benimsemiştir. Ona göre matematik-
matematiğin doğasını, özünü, amaçlarını, te adı geçen bütün her şeyin bildiğimiz
kapsamını ve içeriğini araştıran; mate- dış dünyadan bağımsız, somut, gerçek
matikte kullanılan ilkelerin, bağıntıların, birer varlıkları vardır. Daha açık söyle-
kavramların, dizgelerin, simgelerin ve iş­ mek gerekirse, Platon matematiğin an-
lemlerin varlıkbilgisel değergelerini so- cak us yoluyla kavranabilir bir gerçekliği
ruşturan; matematik önermelerinin ne olduğunu ama bu gerçekliğin ustan ya da
üzerine oldukları sorusunun ışığı altında zihinden bağımsız olarak da varolduğu­
matematikteki soyut varlıkların varlıkbil­ nu düşünmüştür. En genel anlamda "ger-
gisel ve bilgikuramsal konumlarını açık­ çekçilik" diye adlandırılan bu matematik
lığa kavuşturan; matematiksel bilginin felsefesi konumu, bilginin yetkin bir ör-
değerini, öteki bilgilerden farklarını orta- neği olarak gördüğü matematiğin felse-
ya koymaya çalışan; özellikle felsefe tari- fenin bütün soruşturma alanları için ör-
hinde sıkça kendisine vurguda bulunulan nek oluşturması gerektiğini savunmakta-
matematik ile felsefe arasındaki yakınlık dır. Felsefe tarihinde başlı başına bir ge-
ilişkisinin ana nedenlerini matematiğin lenek olan gerçekçilik, daha yakın za-
felsefeye ilişkin içerimleri üstüne yoğun­ manlara gelindiğinde ünlü İngiliz mate-
laşarak irdeleyen; matematiğin neliğini matikçisi ve felsefecisi RusselJ'ın çalış­
ve değerini bütün yönleriyle dizgeli bir malarında kendisini gösıermekteılir.
biçimde ele alan felsefe alanı. Matematiğin varlıkbilgisel yeri soru-
Matematik Platon'dan Spinoza'ya, Spi- nuna değgin gerçekçiliğe karşı geliştirilen
noza'dan Frege ile Russell'a değin felsefe bir başka önemli konum Alınan fılozof
tarihinin hemen her döneminde fılozof­ Kant'ın felsefesinde yerini bulmuştur.
lann yakın ilgisini çekmiştir. Hiç kuşku­ Kant bütün matematik önermelerinin, da-
suz bu ilginin başlıca nedeni, matemati- ha doğru bir anlatımla matematikte ge-
ğin gözlem ile deneye dayanmaksızın, za- çen bütün "ilksavlar'' ile "kanıtsavlar"ın
man ile uzamın üstünde bilgi sunabilme sentltile apriori yargılar olduğunu belirt-
yetisidir. Özellikle usçuluk açısından ba- miştir. Kant ünlü Kantçı soru sorma ya-
kıldığında matematik yetkin bilginin eş­ pısının ışığı altında sorduğu "Matematik
siz bir örneği olarak değerlendirilmiş, bü- nasıl olanaklıdır?" sorusunu yanıtlamaya
tün bilgilerin deneyden çıkması gerektiği yönelik kapsamlı bir açıklama sunmuş­
düşüncesiyle usçuluğa karşı çıkan deney- tur. Buna göre matematik, içduyu formu
ci felsefeyi çürütecek denli önemli bir zaman ile dışduyu formu uzamın hem a
947 matematik felsefesi

priori hem de tihl olmasından ötürü ola- derili geniş


bir alan olduğunun düşünül­
naklıdır. Anlaşılacağı üzere Kant'ın te- müş olduğunu göstermesi bakımından
melde getirdiği yenilik, gerek Platon'un olduğu denli, doğru olarak görülen bü-
gerekse gerçekçiliğin matematiğe yükle- tün matematik önermelerinin mantıksal
diği metafiziği ve metafizik varsayımları usyürütme yoluyla mantıktan türetilerek
çürütmek olmuştur. Bu amaçla Kant, kanıtlanabileceğini temellendirmiş olma-
matematiği açıklamaya çalışırken, mate- sı bakınundan da son derece önemlidir.
matiksel doğruların apriori olma özellik- Buna karşı, başını L. E. J. Brouewer'
lerini açıklarken, insanın anlama yetisinin in çektiği kimi matematik felsefecileri,
zamandışı ile uzamdışı boyutuna, kendi matematiği bütünüyle mantığa indirge-
başına varolan bir matematiksel nesneler me girişiminin son derece büyük bir
dünyasına başvurmamaya ayrı bir özen yanlış anlama üstüne bina edildiğini dü-
göstermiştir. Böyle ayn bir dünya tasar- şünmektedirler. Bu görüşte olan mate-
lamaksızın matematiksel bilgilere ulaşa­ matik felsefecileri, matematiğin olanaklı
bilir olmanuzı olanaklı kılan ise doğrudan bütün dünyalar için geçerli olmadığını,
kendi insan doğanuzdan başka bir şey matematiğin kendine özgü bir konusu ve
değildir. içeriği bulunduğunu, bunların zihinde
Kant'tan sonra X.."X. yüzyılın ilk yarı­ sezgisel bir boyutu bulunan insan yapımı
sında bir yandan Russell ile Whitehead, şeyler olduklarını belirttikten sonra, ma-
öbür yandan Frege ile izleyicileri mantık­ tematiğin bütün öğeleriyle birlikte insan
sal bir matematik felsefesi geliştirmişler­ sezgisinin bir ürünü olduğunu ileri sür-
dir. Bu yeni konumun ilk göze çarpan mektedirler. Sezgin matematik felsefesi diye
özelliği bir bütün olarak matematiği, o- adlandırılan bu konum, matematiksel
nun en temel ilkelerini, mantıkla temel- doğruların insan zihni ile kavrayışından
lendirme düşüncesidir. Bu düşüncenin bağımsız bir gerçekliği bulunduğunu sa-
belkemiğini matematikte geçen bütün ta- vunan temel gerçekçi anlayışa karşı çıka­
nımların, ilişkilerin, kanıtlamalann ilkece rak, matematikteki nesnelerin varlıkları­
mantık tanımlarına, ilişkilerine, kanıtla­ nın ancak sezgi açısından açıklanabilir
malarına indirgenebilir oldukları önka- olduklarını savunmaktadır. Bir başka ma-
bulü oluşturur. Matematiksel doğrulara tematik felsefecisi Hilbert matematiğin
ilişkin bilgimizin bütünüyle mantık doğ­ mantığa indirgenemez olduğu konusun-
rularına ilişkin bilgimizden türetilebile- da sezgici konumla aynı düşünceyi pay-
ceğini savunan mantıkçı matematik fel- laşmaktadır. Hilhert(İ biçimcilik diye de ad-
sefecileri, kalkış noktası olarak Leibniz' landırılan bu matematik felsefesi konu-
in matematiğin m:tntık okhığıımı i\nr <ii- muna göre, matematiğin temelinde yatan
ren ünlü savını göstermişlerdir. Daha ay- ilksavları olanaklı kılan sayıları, bağıntıla­
rıntılı bakılacak olursa, mantıkçı mate- rı ve terimleri gerçekçiliğin yaptığı üzere
matik felsefecileri savundukları düşünce­ şöyle ya da böyle metafizik bir gerçek-
lerin doğruluğunu tanıtlamak amacıyla likle ilişkilendirmek ya da bunlara felsefi
çalışmalarında bir yandan bütün mate- bir anlam yüklemek olanaklı değildir. Bun-
matik önermelerinin mantık dilinin te- lar için söylenebilecek enson şey, soyut
rimcesiyle dile getirilebileceğini tek tek bir "kalkülüs" (işlence) içinde kalınarak
göstermeye çalışırken, öbür yandan ma- kavranabilir olmalarıdır. Bütün bu mate-
tematikteki doğru önermelerin mantıksal matik felsefesi konumlan dışında, özel-
bakımdan da geçerli olmaları gerektiği likle Wittgenstein'ın matematiğin temd-
düşüncesiyle söz konusu önermelerin leri üstüne düşüncelerinde sergilenen bir
geçerli olduklarını tek tek kanıtlama yo- başka matematik anlayışı daha vardır:
luna gitmişlerdir. Söz konusu çalışmalar, Buna göre, matematiksel nesnderin var-
mantığın bütün matematiği kapsayacak lığını temellendirmek adına birtakım me-
matcria prima 948

tafizik arayışlar içine girmek son derece Hanife'den almaktadır. Ebu Hanife'nin
yersizdir. Matematik önermeleri anlam- görüşleri doğrultusunda iman konusun-
lannı, yani doğru ya da yanlış olma ni- da Kuran ve sünnetle birlikte akla da
teliklerini matematik dilinin içindeki uz- önem veren Maturidiyye genelde Eş'ari­
laşımlardan alırlar. Matematiği öteki dil ye'yle aynı ilkeleri paylaşırken Mu'tezile'
oyunları içinde ne daha üstün ne daha yle ters düşer. Örneğin gerek Ebu Hani-
aşağı bir yerde olmayan bir dil oyunu fe gerekse Maturidi insanın cezalandı­
olarak gören bu uzlaşıma matematile felse- nlması ya da ödüllendirilmesi için edim-
fesi, matematiğin bütün bilgi dallan için lerinden sorumlu olması gerektiğini, bu-
örnek bir bilgi araştırması alanı olarak na bağlı olarak da yaptığı işlerde bir ira-
görülmesini de doğru bulmaz. Matema- desi olduğunu savunmuşlardır. Buna kar-
tiğin tarihte hep önemli bir etkinlik ola- şın "adalet ilkesi" gereği insanın kendi
mk görülmesinin ardında yatanın, mate- edimlerinin yaraucısı olduğunu ileri sü-
matiğin insanın oyun oynama sevgisini ren Mu'tezile'nin insana atfettiği mutlak
bir başka alana göre çok daha doyurucu kudreti kabul etmeyerek Eş'ariye'nin or-
bir biçimde karşılaması yanında, günde- taya attığı kub kavramına yönelmişlerdir.
lik yaşamda sağladığı pratik yararlarda a- Eş'ariye'den farklı olaraksa Maturidiler i-
ranması gerektiğini savunur. Aynca bkz. nanç konusunda insanın yalnızca usa da-
manttklaştıncılık. yanarak, kutsal metin ya da peygamber
olmaksızın da Tann'run varlığına kanaat
matcria prima (Lat.) Ortaçağ felsefe- getirebileceğini, iyiyle kötüyü ayırabile­
sinde Aristoteles'in bütün şeylerin daya- ceğini öne sürerler. Eş'ariye'nin amelin
nağı olan, buna karşın kendi başına va- imana uygunluğunu şart koşmasına da
rolamayan, ancak bir forma kavuştu­ karşı çıkarlar. Aynca bkz. Eş'adye; ke-
ğunda, biçim aldığında etkin duruma ge- lim; Mu'tezile; Selefiyye.
çen "ilk madde"sine verilen ad. Gerek
Aristoteles'te gerekse onu izleyen Sko- mauvaisc foi (Fr.) bkz. kötü niyet (kö-
lastik felsefede terim fiziksel dünyadaki, tü inanç).
doğadaki "değişim" olgusunu tanımla­
mak için kullanılmıştır. McTaggart, John McTaggart Ellis
(1866-1925) Bosanquet ve Bradley ile
materyalizm bkz. maddecilik. birlikte kendilerine çıkış noktası olarak
Hegel'in felsefesini alan "İngiliz İdealist­
mathcai<ı ımivcraalia (Lat.) Descartes, leri" diye anılan felsefe okulunun ve Hc-
Spinoza ve Leibniz ıarnfınclan geliştirilen geki i<le~lizmin şon büyük temsilcilerin
XVII. yüzyıl usçuluğunı.ın temelinde yer den. 1890'lardaki ilk yazılarında -zaman,
alan "evrensel matematik" ya da "genel- zihin ve gerçeklik kavramlarına ilişkin
geçer bilim" tasarısı. Bu filozoflar man- kendi özgün konumunu geliştirmezden
tık ile matematiğe dayalı yetkin bir felse- önce- Hegel'in mantığına ilişkin eleştirel
fenin kurulabileceği inancını paylaşmış­ değeri yüksek açımlamalar yapan Mc-
lardır. Taggart, l 9lO'lara gelindiğinde varlığın
yapısına dair Hegel'den bağımsız bir fel-
Mituridiyye İslam dininde Eş'arlye ve sefe görüşü sunmuştur. McTaggart'ın en
Selefıyye ile birlikte Sünniler için üç te- çok ses getiren görüşü zamanın gerçek
mel inanç mezhebinden biri sayılan ve olmadığı yönündeki savı olmakla birlik-
özellikle Mu'tezile'ye karşı bir tepki ola- te, bundan daha ilgi çekici olan savı dün-
rak ortaya çıkan bu kelam okulu, Ma- yanın enso.n gerçekliğinin bütünüyle bir-
turidi (852-944) tarafından kurıılmasına birini seven algılamalardan oluşan bir
karşın asıl kuramsal dayanaklannı Ebu "benler topluluğu"ndan meydana geldi-
949 McTaggart, John McTaggart Ellis

ğini dile getirmesidir. Genellikle felsefe- mesi için geçmesi gereken bir zamansal
ciler arasında bu sav, McTaggart felsefe- süreç değil, kendimize temel gerçekliği
sinin baştan beri aynlmaz bir parçasını açık etmek için başvurduğumuz bir us-
oluşturan gizemciliğin dışavurumu ola- yürüıme yöntemidir. Hcgelci yaklaşımın
rak değerlendirilmiştir. Bununla birlikte yerine McTaggart, 1901 yılında yayımla­
söz konusu gizemcilik, gizemli içgörü- dığı Hegeld Evrenbilgisi İçinde Araşhmıalar
lerin yalnızca salt usun ışığı altında gö- (Studies in Hcgelian Cosmology) başlıklı
rülebileceği gerç~ne parmak basışıyla kitabında, Saltık'ın bütünüyle birbirini
Spinoza felsefesinin ussal belirlenimcili- seven algılayışlardan oluşan bir "benler
ğini çağrıştırmaktadır. topluluğu"ndan meydana geldiğini ileri
Cambridge'de ~tim gören ve bürün sürmüştür. McTaggart ancak bu türden
yaşamı boyunca aynı okulda dersler ve- bir yapı içerisinde diyalektiğin biçimsel
rerek hocalık yapan McTaggart, 1896 yı­ gereklerinin tam anlamıyla doyuma kıı.­
lında yayımladığı Hegeld Dryaiekıi./e İçinde vuşabileceğini düşünmektedir.
Araşttf'111alar (Studies in the Hegelian Zamanın gerçek olmayışı savı ilk dö-
Dialectic) başlığını taşıyan ilk yapıtında nemindeki Hegelci yazılarında ortaya at-
Hegelci diyalektiğin felsefece uslamlama tığı bir sav olmakla birlikte, McTaggart
için vazgeçilmez bir araç olduğunu sa- 1908 yılında yayımladığı "Zamanın Ger-
vunmuştur. McTaggart'a göre Hegelci çek Olmayışı" ("The Unreality of Ti-
diyalektiğin en güçlü olduğu nokta, son- me') başlıklı makalesinde aynı savı yeni
radan deneyim temelinde kavramlara uy- bir başlangıç noktasından başka bir bi-
gulanacak en küçük varsayımlardan baş­ çimde temellendirme yoluna gitmiştir.
layarak, deneyimin ortaya koyduğu ya- Burada McTaggart bir olayın geçtiği za-
pıya, yani gerçekliğe ilişkin önemli var- manı belirtmenin birbirinden iki ayrı yo-
gılara ulaşmaya olanak tanıyor oluşudur. lu olduğu saptamasında bulunarak yola
McTaggart'ın diyalektik yöntemi bu den- koyulur. Buna göre zamanı ya söz ko-
li önemsemesinin altında yatan, kendi nusu olayın geçmişte meydana geldiğini
metafiziğini en geniş anlamda "mantık­ belirterek, yani yalnızca şu anki dene-
sal" öncüller üzerine oturtma çabası i- yimle ilişkisini kurarak ya da doğrudan
çinde olmasıdır. Bununla birlikte, meta- olayın meydana geldiği tarihi söyleyerek
fiziğin doğrulan söz konusu olduğunda (örneğin M.Ö. 1071), yani olayın tarih
özce gizemli bir şeyin her zaman bu- verme dizgesinin başlangıcı olarak kabul
lunmak zorunda olduğunu da belirtme- edilen tarihten ne lmdar önce ya da ne
den geçme:ı:. Felsefesinin bu iki ana var- kadar sonra olduğunu dile getirerek be-
<a~~mından hareketle McTaggart, yalnız­ lirtiriz. McTaAAatt belli bir kipler dizge-
ca diyalektik yöntemin olağan deneyimi sine göre düzene konulan olaylan "A-di-
aşan bir alanın temel gerçekliğinin tanın­ zisi", buna kıı.rşı belli bir zamanlar dizge-
masına olanak tanıdığı saptamasında bu- sine göre sıralanan olaylan ise "B-dizisi"
lunur. Bu noktada bütünüyle Hegel'in i- diye adlandırmaktadır. Uslamlamanın ilk
zinden yürüyen McTaggart, gerçek olanı bölümü A-dizisinin B-dizisinden çok da-
"Saltık" diye adlandırmaktadır. Ancak ha temel olduğunu, çünkü böyle bir di-
Saltık'ı daha iyi kıı.vramak amacıyla ver- zide yer alan olayların zamana göre dü-
diği çözümlemeler Hegel'inkilerle çok zenlendiğini göstermeyi amaçlamaktadır.
büyük farklılıklar gösterir. McTaggart'ın McTaggart ilk önce değişimin zaman i-
verdiği çözümlemelere göre Saltık, tarih- çin kıı.çırulmaz olduğunu, A-dizisi deği­
sel bir sürecin belli bir sona varmak ü- şim içerirken buna karşı B-dizisinin de-
zere gelişimi olarak kavranabilir bir kıı.v­ ğişmez ilişkilerden oluştuğunu öne sürer.
ram değildir; çünkü diyalektik yalnızca Bunun ardından ikinci olarak zamanın
Saltık'ın kendisini dünyada e,~rçeklcştir- özünde geçmişten geleceğe A-dizisini i-
medicina mentis 950

çerecek, B-dizisini ise içermeyecek bi- suz sayıda bölünebilirliği ilkesi; (iii) var-
çimde yöneldiğini dile getirir. McTag- lıkbilgisel belirlenmişlikilkesi, yani tözde
gart'ın uslamlamasının ikinci bölümü, A- taşınan niteliklerin bütünüyle sınırlı ol-
dizisinin kendi içinde nıtarlı bir yolla maları gerektiği ilkesi. Yapıtın ikinci cil-
olayların sıralanmasına olanak tanımadı­ dinde McTaggart bu ilkelerin yalnız ve
ğını, çünkü A-dizisi olayların değişime yalnız daha önceki idealist düşünceleri­
olanak tanımasının bir ve aynı olayın nin doğru olduklarının kabul edilmesi
hem geçmişte hem de gelecekte meyda- koşuluyla tam anlamıyla yerine getirile-
na geldiğini varsaymak olacağından bu- bileceklerini ileri sürmektedir.
nun çelişkiye yol açacağını bildirir. Son McTaggart'ın dünyanın enson ger-
çözümlemede McTaggart, ne A-dizisinin çekliğinin bütünüyle birbirini seven al-
ne de B-dizisinin olayların zamanda tu- gılamalardan oluşan bir berıler toplulu-
tarlı bir biçimde sıralanmasına yönelik ğundan meydana geldiği savı bağlamında
bir kavrayış sunmadıklarını gerekçe gös- felsefeye önemli bir katkısı da aşk kav-
tererek, zamanda sıralanmış olaylar tasa- ramı için verdiği açıklamada kendisini
nınınuzın bütünüyle bir yanılsama ürünü göstermektedir. Buna göre "aşk", kendi-
olduğu sonucuna varmaktadır. McTag- sini bir başka ben ile yaşanan içtenlikli
gart'a göre gerçekte olan, olayların C-di- birleşme duyumu olarak gösteren bir duy-
zisi olarak bir başka biçimde sıralanıyor gudur. Nitekim McTaggart'a göre, ken-
olmalarıdır; yanlış bir biçimde zamansal dimizi algılayışımız ile başkalarını algıla­
bir sıralanım olarak kavradığımız da işte yışımız bu içtenlikli birleşim duyumunu
bu gerçek sıralanımdır. yarattığından ötürü, "karşılıklı algılayan­
1910 yılında Hegel'in mantığı üzerine lar topluluğu" diye adlandırılan bu dünya
yaptığı Hegel'iıl Manhğt Üz.erine Bir Yomm aynı zamanda bir aşk kentidir de. Mc-
(A Commentary on Hegel's Logic) baş­ Taggart, birbirimizi olağan algılayışımı­
lıklı eleştirel bir çalışmayı tamamlayan zın bu içtenlikli duyumun yaşanmasına
McTaggart, Hegel'in yöntemine bütü- olanak tanıdığını söylemekle bitlikte, in-
nüyle karşı olmamakla birlikte ana us- sanların doğaları gereği bütün yaşamla­
lamlamalannın kimi ayrıntılarında Hegel' rını kendi farkındalıklanna benzeyen bir
in söylediklerinin bütün bütün dışına farkındalığı başkalarında aramakla geçir-
çıkmıştır. İlerleyen yıllarla birlikte kendi diğini belirtmektedir. Ancak böyle bir o-
düşüncelerinin idealist sonuçlarını He- lanağın bütün insanlar için yaşama geçi-
gelci felsefe üzerine bina etme olanağı rilmesinin şimdilik olanaksız olduğunu
kalmadığını gören McTaggart, kendisini belirten McTaggart, bunun başlıca nede-
iyiden iyiye hissettirdiğini düşündüğü ye- nini C-dizisinin şu an için yanlış algılanı­
nı bır metafizik temel inşa etme işine ko- yor olmasına, başka bir deyişle C-dizisi-
yulmuştur. Bu amaçla 1921 ile 1927 yıl­ nin doğru bir biçimde algılanması için
lan arasında yazdığı iki ciltten oluşan henüz yeterli koşulların oluşmamış ol-
V aroluşım Doğası (!be Nature of Exis- masına bağlamaktadır. McTaggart, C-di-
tence) başlıklı kitap, genellikle McTag- zisinin doğru bir biçimde algılanmasının
gart'ın başyapıtı olarak değerlendirilmek­ önü açıldığı vakit bütün algıların açık se-
tedir. Söz konusu yapıtın ilk cildinde çik bir hale geleceğini, böylelikle de aşk
McTaggart, kabul edilebilir türden her kentinin kurulmuş olacağını dile getir-
metafiziğin a priori koşulları olduğunu mektedir. Görüldüğü üzere McTaggart'
ileri sürdüğü üç temel varlıkbilgisi geliş­ ın aşk tasarımında dahi Hegelci "erekbil-
tirmiştir. Bu ilkeler için çok açık olma- gisi"nin izleri kendisini açık bir biçimde
makla birlikte aşağı yukarı şunlar söyle- göstermektedir.
nebilir. (i) birbirinden ayırt edilemez o-
lanların özdeşliği ilkesi; (iı) tözlerin son- medicina mentis (Lat.) Ortaçağ felse-
951 medya etiği/gazetecilik etiği

fesi düşünürlerinin mantığı yüceltmek doğruları yazması gerekecektir. Jeremy


için kullandıkları deyiş: "zihnin ilacı". Bentham ile John Stuart Mill'e dayandı­
nlan yarara eh"k anlayışı ise önceden be-
medya etiği/gazetecilik eriği ~ng. mt- lirlenmiş kurallar ve ilkelerden çok so-
dia ethics/ ethiÇJ ofjo11rnalism; Fr. ithiq11e dıı nuçlarla ilgilenir. Bu etik anlayışa göre,
midie/ ithique d11 jo11rnalisme; Alm. medien- doğru ya da yanlışı belirleyen şey, amaç-
ethik] İnsan davranışlannı, yargılarını, lardan çok sonuçlardır. Bu anlayış şu şe­
eyleme kurallarını ve ilkelerini ahlaklılık kilde dile getirilmiştir: "En çok insan i-
temelinde araştıran, savunan ya da eleşti­ çin en büyük mutluluğu sağlayan davra-
ren bir felsefe dalı olarak etiğin bir nış ahlak bakımından doğrudur." "Ola-
altdalı olan medya etiğinin temel ilgi a-, bildiğince çok sayıda insanın olabildiğin­
lanı, medya çalışanlarının ya da gazeteci- ce çok mutluluğu" ilkesini savunan ve
lerin mesleklerini icra ederken uymak günümüz gazetecilik pratiği açısından da-
zorunda oldukları kurallar ve ilkelerdir. ha kolay uygulanabilir görünen bu etik
Bu bağlamda medya organının kendisi anlayış, katı kuralları bir kenara atmamı­
etik ya da etikdışı olarak nitelenemez; sa- zı, her olayı kendi koşulları içinde değer­
dece bu yayın organında çalışanlar böyle lendirmemizi, olası sonuçlan önceden dü-
bir değerlendirmeye tabi tutulabilirler.Ya- şünmemizi ve kararımızı bu çerçevede
ni medya etiği dediğimizde aslında med- vermemizi istemektedir. Örneğin, "Saklı
yada çalışan kişilerin etik değerlerinden kalması kaydıyla verilen bilgiler, kamu
ya da bu değerlerin nasıl olması gerekti- yararı ciddi biçimde gerektirmedikçe ya-
ğinden söz etmekteyizdir. yımlanamaz" şeklinde dillendirilen Basın
Çeşitli etik kuramları medyada yaşa­ Konseyi ilkesini ele alalım. Bu ilkeye gö-
nan etik sorunları ıartışmak için elverişli re, eğer kamu yararı büyükse, kaynakla-
zeminler sunmaktadır. Sözgelimi, genel rın aktardığı her tür bilgi, kaynağın rızası
olarak, gazetecilik mesleğini iki farklı etik dışında yayımlanabilir. Yani kaynağın hak-
anlayışı çerçevesinde değerlendirebiliriz: ları, kamunun haklanna göre ikincil ko-
ödevd etik anli!Jışı ile yarara etik anli!Jışı. numdadır.
Immanuel Kant'a dayandırılan ödem etik Çeşitli meslek kunıluşlan tarafından
anlayışı, önceden belirlenmiş kurallarla, il- geliştirilmiş bulunan "gazetecilik meslek
kelerle, düsturlarla ilgilenir. Kant'ın "ko- ilkeleri", gazetecilere yol gösteren, doğru
şulsuz buyruk'' şeklinde ifade ettiği bu davranışı teşvik eden, yanlış davranışlar­
anlayışa göre, bir kişinin eyleminin ahlaki dan kaçınmayı öğütleyen ilkelerdir. Bu il-
olarak nitelenebilmesinin temel koşulu, keler ayrıntılı olarak incelendiğinde bu-
ayni eylemin, davraruşın evrensel bir ilke rada iki önemli amacın ön plana çıktığı
olmasından ya da olabilmesinden geç- görülmektedır. Hunlardan ilki gazetecilik
mektedir. Kant bunu şöyle dillendirir: misyonunu, gazetecilere (ya da medya
"Öyle davran ki davranışının evrensel çalışanlarına) biçilen özel görevi koruma
bir yasa haline gelmesini isteyebilesin." altına almaktır. Bu misyon en iyi şekilde
Kant ayrıca, hiçbir kişinin amaca giden "gazetecinin toplumsal sorumluluğu"nu
yolda bir araç olarak kullanılamayacağını işleyen metinlerde ifadesini bulmaktadır.
belirtir. Yani hiçbir koşulda amaç aracı Toplumsal sorumluluk anlayışının teme-
haklılaştıramaz. Gazetecilik mesleğine uy- linde, medyanın demokratik toplumlarda
~ulandığında, bu etik anlayış, hiçbir ko- yurttaşların ussal kararlar verebilmeleri
şulda ihlal edilmemesi gereken ilkelere için gerekli olan yaşamsal bilgilenimi
sahip olmamız gerektiğini söylemektedir. (enformasyon) sağlamakla yükümlü ol-
Örneğin, doğruları yazmak bir erdemse duğu düşüncesi yatmaktadır. Toplumsal
ve bu gazetecilerin evrensel bir ilkesi ha- sorumluluk anlayışı çerçevesinde, med-
line gelecekse, gazetecilerin her koşulda yanın yükümlülüklerinin başında günün
medya etiği/ gazetecilik etiği 952

önemli olaylan hakkında doğru ve tam mak ya da başka bir anlatımla gazeteci-
bilgi sağlama sorumluluğu gelmektedir. liği daha saygın, onurlu, güvenilir bir
Medyanın diğer yükümlülükleri de şöyle profesyonel meslek haline getirmektir.
sıralanmıştır: Farklı yorum ve eleştirile­ Bu etik ilkelerin büyük bir çoğunluğu­
rin değişimi için bir "forum" C'toplutar- nun, gazetecilik misyonundan çok gaze-
tışma') görevini üstlenmesi; toplumu o- teciliğin mesleki saygınlığını öne çıkaran
luşturan tüm grupların temsili bir görün- ve büyük ölçüde olumsuz, yani yasakla-
tüsünün medyada yansıtılması; toplumun yıcı, sınırlayıa ifadelerle dolu olduğu gö-
değerleri ile hedeflerini aktarmada ve a- rülmektedir. Bu ifadelere genel olarak
çıklığa kavuşturmada bir araç görevini bakıldığında, sanki asıl amacın gazeteci-
üstlenmesi. Etik ilkelerin yer aldığı yazılı liğin topluma karşı sorumlu olmasını
metinler genelde bu "misyon" açıklama­ sağlamaya çalışmaktan çok, gazetecilik i-
sıyla başlamaktadır. Örneğin Türkiye Ga- majının iyileştirilmesi olduğu gibi bir gö-
zeteciler Cemiyeti tarafından 1998 yılında rüntü ortaya çıkmaktadır. Bu ilkeler ö-
kabul edilen Türkiye Gazetecileri Hak ve zellikle haberi toplama ve aktarma aşa­
Sorumluluk Bildirgesi'ndeki "misyon" a- masında gazetecilerin izlemesi gereken
çıklaması şöyledir: "Gazetecinin haklan süreçleri açıklamaktadırlar. Bu süreçlere
halkın haber alma hakkının ve ifade öz- ilişkin ilkeleri üç temel kategoriye ayıra­
gürlüğünün, meslek ilkeleri ise dürüst ve biliriz:
doğru iletişimin temelidir." Bu ilkeler, Haber ki!Jna.klarryla ilifkikri diiz.enkye11 il-
gazetecilerin misyonunun halkın doğru keler. Çoğu "etik kod"da gazetecilerin
ve eksiksiz bilgi edinme hakkına hizmet bilgi aldığı haber kaynaklarıyla nasıl bir
etmek olduğunu vurgulayan hükümler- ilişki yürütmesi gerektiği oldukça kesin
den oluşmaktadır. Gazetecilik misyonu a- cümlelerle belirtilmiştir: "Saklı kalması
çılı: bir şekilde, ABD Profesyonel Gaze- kaydıyla verilen bilgiler, kamu yaran cid-
teciler Derneği'nin (SPJ) 1996 yılında di biçimde gerektirmedikçe yayımlana­
gözden geçirdiği "etik kod"un girişinde maz"; "Gazeteci kaynaklannın gizliliğini
ifade edilmektedir: "Profesyonel Gazete- korur. Kaynağın, kamuoyunu kişisel, si-
ciler Derneği üyeleri, kamuyu aydınlat­ yasal, ekonomik vb. nedenlerle yanıltma­
manın adaletin önceli ve demokrasinin yı amaçladığı haller bunun dışındadır";
temeli olduğuna inarurlar. Gazetecinin gö- "Gazeteci, kendisine güvenilerek veril-
revi (misyonu), gerçeği arayarak ve olay- miş bilgilerin ve belgelerin kaynaklarını,
larla sorunlar hakkında adil ve kapsamlı kendileri izin vermediği sürece, mesleki
açıklamalar sağlayarak bu amaa gerçek- gizlilik ilkesi uyarınca hiçbir şekilde açık­
leştirmektir. Tüm medya ve özel nitelikli lamaz"; "Gazeteciler, riim kaynaklarnan
yayın organlarındaki vicdanlı gazeteciler, elde edilen bilgilerin doğruluğunu araş­
kusursuz ve dürüst davranarak kamuya tırmalı ve dikkatsizlikten kaynaklanan ha-
hizmet etmeye çabalarlar." Genel olarak talardan kaçınmak için çaba göstermeli-
söylersek, etik kodlardaki "misyon" açık­ dirler. Bilinçli çarpıtmalara asla izin ve-
lamaları olumlu cümlelerle ifade edil- rilemez". Kaynaklan korumaya yönelik
mekte ve gazeteciliğin önceliklerini or- ilkeler özünde gazetecilerin ham malze-
taya koymaktadır: aktarılan bilgilenimin me (yoğrulmamış bilgi) temin ettikleri ki-
(enformasyon) doğruluğu; kamunun bil- şilere verdikleri sözlerin tutulması gerek-
gi edinme hakkına hizmet edilmesi; ka- . tiği üzerinde durmaktadırlar. Kuşkusuz
muoyunun oluşumunda sorumlu hareket bunun tek nedeni, gazetecinin, dürüstlük
edilmesi gibi. ilkesi gereği, verdiği sözü tutması zorun-
Gazeteciliğe yönelik etik ilkelerin i- luluğu değildir. Haber kaynaklan işten a-
kinci amacı ise gazetecilik mesleğinin gü- tılma, saldırıya uğrama korkusu gibi çe-
venilirliğini güvence altına almaya çalış- şitli nedenlerden dolayı kimlikıerinin a-
953 medya eti{;i/ gazetecilik etiği

çıklanmasını istememektedirler. Örneğin, le sıradan ve ünlü insanların özel yaşam


anışunnaa gazeteciliğin en önemli ör- alanlanna girilmesi; bilgi ve belge elde
neklerinden birisi olan Watergate skanda- etmek için gizli kamera gibi aygıtların
lı,kendilerine gizlilik sözü verilen haber kullanılması; haber kaynaklarıyla gazete-
kaynaklarının yardımıyla ortaya çıkarıla­ ciler aı:asında bulunması ya da korunma-
bilmiştir. sı gereken mesafenin ortadan kalkması;
Habm le8nN okın leq;lerr ilif/Un ilkeler. Etik çıkar çatışmalarının içeriği belirlemesi gi-
kodlar içindeki çoğu ilke habere konu o- bi sorunlar devam etmektedir. Bu sorun-
lan kişilere nasıl davranılması gerektiğine ların çözülememesinin en başta gelen
ilişkindir: "Yayınlaı:da hiç kimse; ırkı, cin- nedeni piyasa koşullaı:ıdır. Piyasa koşul­
siyeti, toplumsal sınıfı ve dini inançları lan, bir ülkede gazetecilerin etik bakım­
nedeniyle kınanamaz, aşağılanamaz"; "Ki- dan uygun davnınış dışına çıkmalarına
şileri ve kuruluşları, eleştiri sınırlarının ö- iki biçimde yol açmaktadır. İlk olanık,
tesinde küçük düşüren, aşağılayan veya kurallardan arındırılmış ya da başka bir
iftira niteliği taşıyan ifadelere yer verile- deyişle kı.ıralsızlaştırılmış bir medya piya-
mez"; "Suçlu olduğu yargı kararıyla be- sası kolaylıkla tekelci bir yapıya bürün-
lirlenmedikçe hiç kimse suçlu ilan edi- mektedir. Medyada tekelleşmenin en o-
lemez"; "Gazeteci, kamuya mfil olmuş lumsuz sonucu içerikte benzeşmeye ve
bir şahsiyet bile olsa, halkın haber alma, çeşitliliğin ("çoksesliliğin') azalmasına yol
bilgilenme hakkıyla doğrudan bağlanulı açmasıdır. İkinci olumsuz sonucu ise pi-
olmayan hiçbir amaç için, izin verilme- r~sa denetimini eline geçiren medya pat-
dikçe, özel yaşamın gizliliği ilkesini ihlal ronlarının sahip olduklaı:ı medya kuru-
edemez". Genel olarak bakıldığında, bu luşlarını kendi siyasal ve ekonomik çı­
ilkelerin, en başta kişilerin özel yaşamına kaı:laı:ı adına kullanmaktan kaçınmama­
müdahale edilmemesi; haksız suçlama- laı:ıdır. Piyasanın koşullaı:ı aynı zamanda
lardan kaçınılması; çocuk suçluların ve izleyici/okur için de öldüriicü rekabeti
tecavüz kurbanlaı:ının kimlik.lerinin giz- teşvik etmekte, rekabet ise içerikte ma-
lenmesi; aynmcı dil kullanmaktan kaçı­ gazinleşmeyi, en düşük ortak paydaya
nılması gibi kişileri korumaya yönelik seslenen ve böylece en çok izleyiciye/
hükümler içerdiği göriilmektedir. okura ulaşabilen program türlerini, basit
Haber toplamayô"n1t111lerine iliflei1t ilkeler. E- ve sansasyonel haberciliği körüklemek-
tik kodlardaki bazı il.keler de haber top- tedir. Etik sorunların çözülememesinin
lama sürecinde kullanılabilecek yöntem ve giderek artmasının bir başka nedeni
ve teknikleri belirlemektedir. Özellikle ye,- de gazetecilerin ya da medya çalışanları­
ni iletişim teknolojilerinin sağladığı ola- nın sosyal güvencelerinin olmamasıdır.
naklar, habercilik mesleğini gizli kamenı, Sendikasızlaşmanın artttğı bir sektörde,
ses kayıt cihazı, teleobjektif gibi silahlarla daha fazla ücret almak, patronun gözüne
oldukça tehlikeli hale getirmiştir. Bu mes- girmek, vazgeçilmez olmak için etikdışı
leki silahların kullanılıp kullanılmayacağı praıik.lere onay vermek neredeyse kaçı­
ya da hangi durumlarda kullanılabileceği nılmaz hale gelmiştir.
son yıllarda büyük tartışmalara yol aç- Bir ülkede demoknısinin sağlıklı bi-
maktadır. Bu konudaki yaygın kanı, ga- çimde işleyebilmesinin önkoşullarından
zetecinin bilgi, haber, fotoğraf, görüntü, birisi özgür medya ise, gazetecilerin etik
ses, belge elde etmek için yanıltıa yön- ilkelere uygun davnınabilmelerinin ön-
temler kullanamayacağı yönündedir. koşulu da medya sektöründe tekelleşme­
Her ne kadar etik ilkeler, yaşanan so- yi önlemek, gazetecilerin ya da medya
runlara ilişkin bazı reçeteler sunuyor gö- çalışanlarının sosyal güvenceye kavuşma­
riime de etik ilkelerin ihlallerinin orta- larını sağlamak ve medya organlarının
dan kalkmadığı da bir gerçektir. Özellik- patronun borazanı olmasını engelleyecek
megalokindynos/mikrokindynos 954

bir mekanizma olan "editöryal özerkliği'' acılığın kurucusu Kıbnslı Zenon'un da


kurmaktır. Aynca bkz. iletişim felsefe- derslerine katılarak Stoacı mantığı kurar-
si. ken büyük ölçüde etkilendiği iki düşü­
nür, Stilpon ile Diodoros Kronos en ö-
megalokindynos/nıilaokindynos (Yun.) nemlileridir. Düşünsel açıdan aralarında­
İlkçağ Yunan felsefesinde, özellikle de ki bağlar pek kuvvetli olmayan, ancak
Aristoteles'te, "büyük işlerin adamı" ile ortak felsefe yapma yolu olarak *Sokra-
"küçük işlerin adamı" anlarrunda kulla- ıesçi yiinte111 diye bilinen diyalektiği seçen
nılan terimler: "büyük tehlikeleri göze a- filozoflardan kurulu bu okul, etkinliğini
lan adam"/"küçük tehlikelerin adamı". M.Ö. III. yüzyıl başlannda yitirmiştir. Ay-
nca bkz. didişim; Sokratcsçi Oktıllar.
megalopsykhia (Yun.) İlkç.ığ Yunan
felsefesinde, özellikle de Aristoteles 'in megcthos (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
ahlak felsefesinde, belli başh erdemler- sinde, özellikle de Aristotcles 'te, ölçüle-
den biri: "gönlü yücelik" ya da "yüce bilir bir nicelik C:-poso11) olarak "büyük-
gönüllülük". lük" anlarrunda kullanılan terim. Aristo-
teles uzamla ilgili olmasından ötürü "bü-
Megara Okulu [İng. Megıırian (Megııric) yüklük''li geometrinin temel konusu ola-
Schoof, Fr. E«Jle de Megan; Alm. Megarische rak ele almıştır.
Sı:b11/e] M.Ö. iV. yüzyıl başlarında, Pla-
ton 'la birlikte Sokrates 'in ilk öğrencile­ Mehmet İzzet (1891, İstanbul-1930,
rinden biri olan (Megaralı) Eukleides ta- Bertin) Türkiye'de eleştirel bir yaklaşımla
rafından Antik Yunan kenti Meg.ıra'da idealist sosyal felsefe anlayışının yerleş­
kurulan, felsefe tarihindeki yerini daha mesinde etkisi olan Cumhuriyet döne-
çok Aristoteles eleştirileri ve mantık (di- minin ilk felsefecilerinden.
yalektik) alanında yaptığı katkılarla be- İlköğrenimini İstanbul'da çeşitli okul-
lirleyen Sokratesçi okul. Adı Platon'un larda, ortaöğrenimini ise Galatasaray Sul-
Phaidon ve Theaitefos diyaloglarında geçen ııl.nisi'nde yaptı. Daha sonra Hukuk Fa-
Eukleides 'in hiçbir yazısı günümüze u- kültesi'ne girdiyse de (190_7) bu okulu
laşmarruştır. Buna karşın Sokrates'in yaru bitirmeden il. Meşrutiyet'in ilanından
sıra Parmenides'ten de oldukça etkilen- sonra hükümet tarafından Fransa'ya yük-
diği ve kurduğu okulla *Elea Okulu'nun seköğrenim için gönderildi (1909). Birin-
görüşleriyle Sokrates'in ahlak anlayışının ci yıl Paıis'te Louis Le Grand Lisesi'nde
bir bireşimine ulaşmak istediği bilinmek- öğrenim gördü. Daha sonra S0rbonne
tedir. Eukleides'c göre Parmenides'in Üniversitesi Felsefe Fakülıesi'n<le nktulu
Bir'iyle Sokrates'in İyi'si bir ve aynı şey­ fakat bitinneden il. Balkan Savaşı sıra­
dir. Eukleides'in çizgisindeki Megara O- sında İstanbul'a döndü (1913). Hilal-i
kulu, Sokratesçi diyalektik yöntemi etik Ahmer (Kız.ılay) Genel Merkezi'nde ça-
amaçlarla kullanarak ağırlığı felsefenin lışmaya başladı. 1. Dünya Savaşı'ndan
öğretici yönlerine vermiştir. Okulun Mi- sonra kısa sürelerle Darülfünun Edebi-
Jetli Eubulides 'in başını çektiği, daha son- yat Fakültesi Müdürlüğü, Tıp Fakültesi
ra "Didişimciler'' olarak tanınacak kanadı ve Mülkiye Mektebi'nde Fransızca hoca-
ise --özellikle de Eukleides'in ölümünden lığı yaptı ve Medresetü'l-Mütehassisin'de
sonra- daha çok mantık (diyalektik) ala- felsefe dersleri verdi (1919). Aynı yıl E-
nıyla ilgilenerek bir savı ya da görüşü debiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nde
saçmaya indirgeyip çürütme amacı gü- Felsefe Tarihi muallimliğine atandı. Bir
den akılyürütmeler üzerine kurulu "didi- süre sonra Mehmet Emin Erişirgil1e
şim" yöntemini geliştirmiştir. Megara 0- kürsülerini değiştirerek Alılak muallimli-
kulu'nun öteki temsilcileri arasında, Sto- ğine atandı. Cumhuriyet'in ilanından son-
955 Mehmet İzzet

ra müderrisliğe yükseldi (1924). 1927'de mesinde "büyük adam''ın yaraucı rolü-


Necmettin Sadak'ın mebus olması nede- nün olduğunu savunur. Daha sonra A-
niyle Sosyoloji dersleri de verdi. 1928'de merikalı yeni idealistlerden James Mark
hastalanması üzerine Paris'e tedavi ama- Baldwin'in genetik yönteminden fayda-
ayla öğrenci müfettişi olarak gönderildi; lanan Mehmet izzet, sosyal evrim görü-
oradan da Berlin'e nakledildi. şü ile insanlık düşüncesi arasında ilişki
Mehmet İzzet, 20 Ocak 1928 tari- kurmuştur.
hinde İstanbul'da kurulan ilk Türk Fel- Makalelerinde diyalektik taruşma yön-
sefe Cemiyeti'nin kurucuları arasında yer temini ve Sokratesçi ironiyi sıklıkla kul-
aldı ve bu derneğin bilimsel toplantıla­ lanan Mehmet izzet, Halil Nimetullah'ın
rında felsefi ve sosyolojik içerikli bildiri- Levy-Bruhl ve Ribot'dan etkilenerek ileri
ler sundu. İlk makalesi olan "Zenon ve sürdüğü bilim mantığı ile toplum mantı­
Muakipleri"ni Fransa'dan İstanbul'a dön- ğını birbirinden ayıran ikili manuk tezini,
dükten hemen sonra Bi(gi Met71111arı'nda H'!J'aldergisinde yayımladığı "Parçalı Ruh
yayımladı (1913). Daha sonralan Biiyiik Yekpare Olamaz mı?" makalesinde irde-
Meçqma, Darii!flit11111 Edebfyat Fak.iiltesi Mu- leyerek tüm kişilik ve tek mantık görü-
nı11arı, Dariilfiin11n İlahıjat Fak.iiltesi Met71111- şünü savunur. Mili!Jet NaZfZtiJekri ve Mi/il
a.rt ve özellikle Hf!)lal dergisinde felsefe Hq;•at adlı felsefi idealizmi öne çıkan ve
ve sosyoloji ile ilgili çok sayıda makale hatta sosyal spirütüalizme (tinselcilik) va-
yayımladı. ran kitabında, milliyetin oluşumunun coğ­
Mehmet İzzet, Ziya Gökalp'in sos- rafi, ekonomik, antropolojik teorilerle a-
ı•olojik ve felsefi bilgilere dayanarak ülke çıklanamayacağını, bu oluşumda "mane-
sorunlarını irdelemeyi temele alan sosyal vi hayat"ın etkili olduğunu ileri sürer.
telsefe eğiliminin önde gelen temsilcilc- Ona göre milliyet, insani idealin, insani-
rimkndir. Ne var ki Gökalp'in sosyal fel- yetçiliğin yeni anlamı ve yeni görünüşü
sefesini ideoloji biçimlendirirken, o bil- olarak bu yolda atılıruş bir adımdır. Meh-
>~iye, insana, topluma, dine, ahlaka, tari- met İzzet'in bu görüşlerinde Baldwin'in
he ve bunlarla ilişkili sorunlara herhangi yeni romantizminden açık bir biçimde
bir ideolojik yaklaşımla eğilmemiştir. O- etkilendiği görülür.
na göre Durkheim sosyolojisinin sosyal Mehmet İzzet, "bilim için bilim yap-
determinist ve pozitivist yaklaşımı terk mak" ilkesiyle düşünmüş, hem felsefi
edilerek ahlakı merkeze alan, sorumluluk anlamıyla hem de 19şilik özellikleriyle i-
ve yükümlülüğün dayanağı olarak bireyin dealizmi temsil etmiş yakın dönemin ö-
hürlüğü ıizerinc temellendirilebilecek bir nemli Türk felsefecilerindendir. Döne-
iclt'llli?me yöndinmeliclir. Bu amac;la veni minin siyasal ve ideolojik çevrelerine ka-
Alman romantiklerinin idealizminden ha- tılmaması ve genç yaşta ölmesi, onun u-
reket eden Mehmet İzzet, onların diya- nutulmasıru açıklamakta hiç de yeterli
lektik sentezini kulla~arak birey ve top- değildir.
lumun, hürriyet ve zorunluluğun birbiri- Eserleri: Kant'tn Ameli Felıeftsi (1919),
ni tamamladıklarını ileri sürmüştür. Bu MiUiyet Nnz.atiJekri tVI AliUi Hf!Yat (1923),
çerçevede Ziya Gökalp'in üzerinde dur- Yeni İffi11tniyat Derskri (1927). Çevirileri:
tlu~u ve esasen Carlyle'a ait olan "Büyük Aıncli Ah/dk (Abel Rey'den, 1919), Na-
Adamlar'' sorununu Daıii!fii1111n Edeb!yaı zari Ablak (A. Rey'den, 1920), İıtima!Jnt
Fak.ii/te,-i Met71111aJ1 dergisinde yayımladığı Ders/en' (Hesse ve Gleyze'den, 1924), Fel-
"İçtimaiyat, Muasır Hayat ve Büyük A- sefi Tarihi (Kari Vorlander'den, 1927),
damlar" (1923) başlıklı bir dizi makale- Ah/dk Felıefi..ri (Höfding'ten, yayınlanma­
sinde ele alarak "büyük adam"ın yarau- mış), Din Felseftsi (Hüfdiııg'ten, yayınlan­
alığında toplumun sosyal özelliklerinin mamış). Makaleleri birkaç eksiğiyle der-
ve buna karşılık da toplumun biçimlen- lenerek yeni harflerle yayınlanmışur: M11-
mekanikçilik 956

kaltltr, Haz. Coşkun Değirmencioğlu retilerin tamamının us yoluyla temellen-


(Kültür Bakanlığı Yayınlan, Ankara, clirilebileceğine inanmış, Kant'ın birinci
1989). E/eştin'sindeki (An Usun Eleştirisı) karşı
görüşlerine rağmen savlarının sonuna
mekanikçilik bkz. düzenekçilik. kadar arkasında durmayı bilmiştir. Din
ile devlet işlerinin ayrılmasını da savunan
Melissos bkz. Elea Okulu. Mendelssohn, dinlerin de ortak ilkelerde
birleşebileceğini öne sürmüştür.
me/os (mousikc) (Yun.) İlkçağ Yunan . Mendelssohn'un diğer önemli yapıt­
felsefesinde, özellikle de Aristoteles'in ları arasında Leibniz'in felsefesine öv-
*katharsis (arınma) öğretisinde, ruhun bo- güler düzen ilk yapıtı Philosophische Ges-
zulan uyumunu yeniden bina etmek için pr{khe (Felsefece Konuşmalar, 1755) ile
bir araç olarak düşünülen "müzik" ya da düşünce özgürlüğüne ne din erkinin ne
"musiki" anlamında kullanılan terim. de yönetim erkinin dokunabileceğini sa-
vunduğu Jerusakm, odrr übtr relfiöse Machı
Mendelssohn, Moses (1729-1786) Da- 11ndJ 11denı11111 (Kudüs ya da Dinsel Erk ile
ha çok Alman topraklarında yaşayan Ya- Yahudilik Üstüne, 1783) sayılabilir.
hudilerin yutttaşlık konumlarının iyileşti­
rilmesine yönelik çabalarıyla tanınan, Ay- Menedemos bkz. Elis-Eretria Okulu.
dınlanma hareketinin öncülerinden Ya-
hudi Alman düşünür. Bilgeliğiyle ''Ya- Mengi'ışoğlu, Takiyettin (1908, Malat-
hudi felsefesinin Sokrates'i" diye anılan ya-1984, İstanbuQ İstanbul Üniversitesi'
Mendelssohn, anadili İbranice olmasına nde Hartmann'ın yeni-ontolojisinden ha-
karşın sonradan Almanca, Fransızca, İn­ reketle fenomenoloji (görüngübilim) ve
gilizce, Latince ve Yunanca öğrenmiştir. felsefi antropolojiyi (felsefi insanbilim)
Zamanının önemli yazarları ile dost olan temsil eden felsefeci.
Mendelssohn, bunlardan ünlü tiyatro ya- Mengüşoğlu ortaokulu Malatya'da o-
zan G. E. Lessing'in onun ölümünden kuduktan sonra Sivas Lisesi'ni bitirdi
sonra yazdığı Nathan der Weise (Bilge (1928). 1929'da felsefe yükseköğrenimi
Nathan) başlıklı oyunun ana kişisinin de için devlet bursuyla Almanya'ya gönde-
esin kaynağı olmuştur. rileli. Burada önce Tübingen'de Schulp-
Felsefeye Locke, Spinoza, Leibniz ve horta Jimnazyumu'nda okudu; daha son-
Wolff'un felsefelerini derinlemesine in- ra Göttingen Üniversitesi'ne devam etti.
celeyerek başlayan Mendelssohn, Platon' İki yarıyıl sonunda Berlin Üniversitesi'nc
dan esinlenerek kaleme aldığı en bilinen geçti (1931). Bumda Nicolai Harrmann'
yapıtı Phiidon oder iiber die Unsterblichkeiı la yaptığı doktorasını, 1937'de Über die
dtr Seele'de (Phaidon ya da Ruhun Ölüm- Grenzen der Erkennbarkeit bei H11sstrl 1111d
süzlüğü Üzerine, 1767) maddeci görüşle­ Scheler (Husserl ve Scheler'de Bilinebilir-
re karşı ruhun ölümsüzlüğünü, Leibniz' liğin Sınırlan Üzerine) adlı teziyle bitireli.
in T ann anlayışını desteklemek üzere Aynı yıl Türkiye'ye döndü ve 1938'de
yazdığı son yapıtı Morgensıımden'de (Sa- İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü'ne
bah Saatleri, 1785) ise Tanrı'nın varlığına asistan olarak atandı. Çalışmalarını Hart-
duyulan inancın ussal olarak temellendi- mann'ın yeni-ontoloji felsefesi üzerine yo-
rilebileceğini kanıtlamaya çalışmıştır. Da- ğunlaştırarak 1942 yılında "Nicolai Hart-
ha çok Kant'ı da etkileyen estetik kuramı mann'ın XX. Asır Felsefesindeki Yeri"
ile tanınan Mendelssohn, bu kuramında adlı çalışmasıyla doçent oldu. 1952'de pro-
biri metafizik öteki estetik olmak üzere fesörlüğe yükselen Mengüşoğlu, 1961 'de
iki tür yetkinlik olduğunu ileri sürmüş­ Edebiyat Fakültesi Dekanı iken 147'lik-
tür. Öte yandan dinsel ve metafizik öğ- ler listesiyle üniversiteden uzaklaştırıldı.
957 Mengüşoğlu, Takiyettin

Daha sonra geri dönerek Sistematik Fel- ye bizzat kendisi çevirdi.


sefe ve Mantık Kürsüsü'nü emekli oldu- Mengüşoğlu fenomenolojiden hare-
ğu l 978'e kadar yönetti. l 974'te kurulan ket ederek yeni-ontoloji üzerinden felse-
Türkiye Felsefe Kurumu'nun kurucu ü- fi antropolojiye geçmiştir. Kont t'f Scheler'
yelerinden olan Mengüşoğlu, çeşitli dö- de İnran Problemi: Felsefi Antropolt!Ji İçin
nemlerde Tübingen, Köln, Berlin ve Tenkidi Bir HaZf1'lık adlı incelemesinde,
Münster üniversitelerinde de dersler ver- Reichenbach'ın metafiziği dışlayan, fi-
miştir. zikte olasılığı savunduğu halde psikolo-
Takiyettin Mengüşoğlu'nun çalışma­ jide determinist ve davranışçı bir yakla-
larıyla İ.Ü. Felsefe Bölümü'nde sistema- şımla bireyin özgürlüğünü kabul etme-
tik felsefe daha bir ağırlık kazanmaya yen görüşüne ve Hegel'in insanı ve taril'Iİ
başlamışur. Mengiişoğlu bölümde Aris- "Geist"ın belirlenimleri içinde silikleşti­
toteles Etiği, Bilgi Teorisi Tarihi, Scho- ren spekülatif yaklaşımına karşılık, Kant'
penhauer: Ahlak Felsefesi, Antropoloji, tan aldığı "autonomie" (özerklik) kavra-
Kant: Prolegomena, Tarih Ontolojisi, Ta- mıyla Hartrnann'ın ontolojisiyle felsefi
rih ve İnsan Felsefesi Semineri, İnsanın antropolojiyi "Bugün felsefi antropoloji,
Varlık Yapısı, Ontolojik Bilgi Teorisi, artık birbiriyle ilgisi olmayan bir Geist
Aristotoles Semineri gibi dersler vermiş­ (Tin) ve psycho-vital (ruhdirirnsel) mer-
tir. Bölümün akademik dergisi olan Fel- tebelerden teşekkül eden veyahut birbir-
refe Arkivı'ni (194 5) ilk çıkaranlar da Er- leriyle alakası olmayan akıl ve tabiattan
nst von Aster, Walter Kranz, M. Şevket ibaret olan bir insanı hareket noktası ala-
İpşiroğlu, Macit Gökberk ve Takiyettin maz. Bugünkü insan felsefesi, insanı 'ex-
Mengüşoğlu'dur. Ancak derginin editör- istenzial, konkret' ('varoluşsal, somut)
lüğünü daha çok Mengüşoğlu yapmışur. bir bütün olarak görmek mecburiyetin-
Derginin ağırlıklı olarak sistematik felse- dedir" sözleriyle temellendirme girişi­
feye ilişkin yazıların yer aldığı ilk sayı­ minde bulunur.
sında "Önsöz"ün aluna düşülen notta Takiyettin Mengiişoğlu'nun araşur­
"T.M." kısaltması görülür. Aynca bu sa- malarını · yeni-ontoloji ve fenomenoloji
yıda ilk makale olarak Nicolai Hart- üzerinden giderek felsefi antropoloji ü-
mann'ın yeni-ontoloji hakkındaki maka- zerinde yöğunlaşurmasının temel nede-
lesinin yı1yınlanmasında Mengüşoğlu'nun ni, çağın baş sorununun insan olduğu
hoeasııııı yaptığı ricanın rolü büyüktür. düşüncesidir. Ona göre çağdaş felsefe-
Mcngüşoğlu'ndan önce Almanya'da nin esas sorunu insandır. Aslında özel-
amşurmalar yaparak dönen Hilmi Ziya likle Alman felsefesindeki bu gelişim,
(liken, Yirminci Arır Filozoflan'nda (1936) XIX. yüzyılın insanın diğer nesneler ara-
fenomenolojiyi Türkiye'ye ilk kez tanıt­ sındaki özgün varlığını yadsıyan, onu
mış; yine Almanya'da Bonn, Hamburg nesneleştiren, onun toplumsal olaylar
ve Berlin üniversitelerinde felsefe ve sa- karşısındaki özgürlüğünü tanımayan po-
nat tarihi eğitimini tamamlayan Mazhar zitif bilim anlayışına bir tepki olduğu ka-
Şevket İpşiroğlu da fenomenolojiyi ve dar, aynı zamanda insanı teknolojinin
Max Scheler'in felsefi antropolojisini esiri yaparak insani niteliklerinin gelişi­
l 'J:l'J'da Felıefe Semineri Dergjrlnde ince- mini engelleyen XX. yüzyılda evrensel
lemişti. Ancak doktorasını Husserl ve çapta yaşanılan savaşlara karşı da felsefi
Schcler'in fenomenolojik bilgi görüşü ü- düşüncenin evrensel insan değerlerini
zerine yap-An Mengüşoğlu, bu akıma da- ortaya koymaya yönelik bir açılımı olarak
ha sistemli bir şekilde yöneldi. Felr~fe Ar- görünmektedir. Nitekim onun felsefi an-
kiı•lnin ilk sayısında fenomenolojiyi in- tropolojiyi, "ontolojik temeli olan bir in-
celediği gibi, hocası Hartrnann'ın yeni- san görüşünü" temellendirme işleminde
onıolojiyi tanıtan makalesini de Türkçe' insanın varlık yapısını ve niteliklerini a-
Mensiyüs 958

raştırmak isterken "insanın hiçbir top- dirmede ayru görüşten hareket etmiştir.
lumda eksik olmayan" evrensel başarıla• Mengiişoğlu'nun son dönem asistanı o-
nnı ortaya koyma ve "bu başarıların ayru lan Akın Etan da lisans ve doktora tezle-
zamanda onun 'varlık koşulu' olduğunu" rini Hartmann .üzerine yaprruştır.
göstermeye çalışma olarak anlaması, bu Takiyettin Mengüşoğlu sonralan Ha-
çerçevede değerlendirilebilir. cettepe Üniversitesi Felsefe Bölümii'nün
Takiyettin Mengüşoğlu, Alman gele- düşünce yolunu çizecek olan İoanna
neğindeki felsefe anlayışının, özellikle de Kuçuradi üzerinde de etkili olmuştur.
yeni-ontolojiyi felsefenin temeline koya- 1959'da İ.Ü. Felsefe Bölümii'nü bitiren
rak diğer bütün disiplinleri yıı bundan Kuçuradi, lisans tezi olarak Mengüşoğlu'
çıkarmaya çalışan ya da çıkmayanları yok mm yol göstericiliğinde "Max Scheler ve
sayan, felsefe kabul etmeyen kendi fel- Nietzsche'de Trajik''i; doktora tezi ola-
sefi anlayışının İstanbul Üniversitesi Fel- rak da "Schopenhauer ve Nietzsche'de
sefe Bölümü'nde önemli ölçüde egemen İnsan Problemi"ni (1965) hazırlamıştır.
olmasında etkili oldu. Ondan sonraysa Doktora tezinde de hocasının felsefi ant-
bölümde fenomenoloji bir diğer önemli ropolojiyi esas alan yaklaşırrunı sürdüren
felsefecimiz Nermi Uygur'la önemli bir Kuçuradi, aslında doçentlik tezi olan İn­
açılım kazandı. 1948 yılında İ.Ü. Felsefe fan ve Değerlen'nde ise Mengiişoğlu'nun
Böliimü'nü bitiren Uygur, 1950 yılında Değiımez. Değerler ve Değiıen Davmmıkır
AJmanya'dan gelen Heinz Heimsoeth'iin -Feüeft Eıhik İpn Kntik Bir HaZfrble- adlı
asistanlığını yaprruş ve doktorasını onun- eserindeki antropolojik-ontolojik bir etik
la birlikte hazırlamış olsa da Mengüşoğ­ kurma girişimini, daha sınırlı bir alanda,
lu'nun da etkisinde kalrruştır. Mengüşoğ­ "değer problemi" çerçevesinde gerçek-
lu'nun 1933 Üniversite Reformu sonra- leştirmeye çalışrruştır.
sında Alman geleneğindeki felsefe kav- Eserleri: Ober die Grcnz.en der Er/eenn-
rayışının yapıt düzeyinde Türkiye'deki ilk bar/eeit bei Huuerl und S ebeler (193 7), Kant
örneği olan Felsefeye Gin{inden (19 58) ve Scheler'de İnsa11 Probleı11i: Felsefi Antropo-
sonra, Uygur da Felsefe Arkivı'nde yayın­ lqji İpn Teııkidi Bir HaZfrlık (1949), Felse-
lanan "Bir Felsefe Sorusu Nedir?" feye Giri/ (1958), Değipnez. Değerler ı-e Deği­
(1960) adlı makalesiyle felsefeyi sorula- /etl Daı'1"anıılar -Feüeft Ethik İpn Kritik
rından hareketle aydınlatma çabasına gir- Bir HaZfrlık- (1965), Feüeft Antropologi I:
miştir. Uygur'un bu felsefe kavrayışı Men- İnfanm Varlık Y apm ve Nitelikleri (1971),
güşoğlu'nun başlattığı felsefe tarihi araş­ Fmomenologi 11t Nicolai Hartmann (1976),
tırmalarından ayrılarak felsefe sorunları­ İnsan ve Hqyva11, Diiırya ve Çeı,,-e: İnsan ve
nı temele alan, ancak felsefe tarihini <le Htryı>a111n V nrbk Yapmnda Ortf9·a Çık.mı
bütünüyle yadsımayan sistematik felse- Zil Fenomenler(l 979), İnsan Felfeje.ri (1988).
feye yönelişin önemli bir aşamasıdır. İ. Ü. Çevirileri: İnıanın Kainallaki Yeri (Max
Felsefe Bölümü'nde fenomenoloji ve fel- Scheler'den, 1947), Imvıan11el Kant'ın Fel-
sefi antropoloji Bedia Akarsu'nun çalış­ fejeıi (Heinz Heirnsoeth'den, 196 7). Ma-
malarıyla daha da gelişmiştir. Akarsu ü- kaleleri özellikle Felsefe Arkivı'ndc yayım­
zerinde hocası Mengüşoğlu'nun felsefi lanrruştır; ayrıca Anadol11 Arll/hrmalan ve
antropoloji seminerlerinin etkisi önemli- İftanbul Ümversitesi Bii/tem adlı yayınlarda
dir. Aynca onun •-Jnt ahlakına yönelme- da bazı yazılan çıkrruştır.
siyle Kant, İviengüşoğlu'ndan sonra tek-
rar önem kazanrruştır. Nicolai Hartmann' Mensiyüs M.Ö. 371-289 yıllan arasında
ın yeni-ontolojisi Mengiişoğlu için felsefi yaşarruş Çinli felsefeci. Asıl adı Menge
antropolojiyi temellendirmede nasıl ö- K'e'dir ama daha çok Latince söylenmiş
nemli bir dayanak olmuşsa, İsmail Tu- adıyla, Mensiyüs olarak bilinir. Konfüç-
nalı da kendi sanat ontolojisini temellen- yüsçü düşünce geleneği içerisinde yer a-
959 Mensiyüs

lan Mensiyüs'ün yaşaıru hakkında pek az ren şeydir. Bu nedenle de yinin ya da ey-
şey bilinmektedir. Shangtung eyaletinin lemin doğruluğunun vurgulanması dün-
Tsou kentinde doğmuş; babası kendisi yadan kötülüğün kovulması için zorun-
küçükken öldüğü için annesi tarafından ludur.
büyütülmüştür. Konfüçyüs'ün torunu T- Mensiyüs'e göre kötülüğün üç tür
zu Ssu'dan ders alıruş; kısa bir süre öğ­ kaynağı vardır: i) Dış koşullar. İnsan do-
retmenlik; daha sonra da yönetici saray- ğası iyi olmasına iyidir ama bu iyi doğa
larında danışmanlık yapıruştır. Düşünce­ yaşam koşulları yüzünden bozulabilir.
leri, Konfüçyüs'ün düşüncelerinin anla- Gerek toplum gerek kültür yanlış ey-
tıldığı dört temel yapıttan dördüncüsü lemler ile dünyada kötülüğün olmasında
olan Mensiyüs Kitabı'nda yer alır. Bu sorumluluğu olan kavramlardır. ii) Ben'
yapıtta Mcnsiyüs'ün Konfüçyüs'ün öğ­ in terk edilmesi. İnsan doğasında olan
retilerine düştüğü açımlamalarla katkılar iyilikten vazgeçer. Yapısının iyiliğe doğru
vardır. Kitabın kendisi tarafından mı açılmasına izin vermez. iiı) Hislerin, duy-
yoksa öğrencileri tarafından ıru yazıldığı guların beslenmesinde başarısızlık. Niyet
konusu bugün de bilinmemektedir. iyi bile olsa kişi doğru karar verecek bil-
Mensiyiis de Konfüçyüs gibi )enin, er- giden yoksunsa doğru davranmayabilir.
dem ile iyiliklerin kaynağı, temeli oldu- Mensiyüs ahlakında da kişi ahlakı
ğunu kabul eder. Yine /inin )enin geliş­ toplum ahlakı ile siyaset ahlakının önko-
mesi, açığa çıkması için gerekli olduğunu şuludur. Baba ile oğul birbirini sevmeli-
düşünür. Ona göre de h.<iao iyiliğin baş­ dir; yönetici ile yönetilenler arasındaki
langıç noktasıdır. Ne ki, Mcnsiyüs'ün ilişki adilane; kan ile koca arasındaki i-
düşünce dizgesinde yinin yeri Konfüç- lişki ölçülü; ağabey ile kardeş arasındaki
yüs'ün düşünce dizgesindekinden daha ilişki ast-üst ilişkisini gözetir; arkadaşlar
lıüyük bir öneme sahiptir. Mensiyüs'e arasındaki ilişki de içten olmalıdır. Kişi­
göre yi, )enin gelişip işlenmesinin asıl ler arasında ortaya konan insancıllık ile
;ınahtarıdır. Mensiyüs'ün yiyi vurgulama- doğru eylemenin siyasete de yansıması
sının gerekçesi, iyilikle doğruluk arasında gereklidir. Devletin görevi ahlaklı bir
yaptığı ayrıma dayanır. fen insan doğ.ısı­ toplumun koşullarının yerine gelmesini
nın temeli olan iyiliğe, yi de insan ey- sağlamaktır. Siyasal yaşam asıl olarak ah-
lemlerindeki doğruluğa göndermede bu- laka dayalı bir yaşamdır. İnsan dünyasını
lunur. Bu ayrııru yapmaksa zorunludur. hayvan dünyasından ayıran budur. Bu
Mcnsiyüs'e göre insanlar doğuştan iyi- yüzden en iyi yönetici 'bilge kral'dır. İn­
dirler. Onlarda bunun dört belirtisi var- sanlara ahlak eğitimini kendi örnek dav-
ı l!r: acıma, utanma, incelik, doğru ile ranışlanyla ka?an<lıran yönetici hiiyle bi-
yanlışı ayırabilme. Her insanda jen, yani ridir. Bu eğitimi zorla kazandırmak iste-
insancıllık vardır ama her insan doğru yen yönetici ise kötü yöneticidir. Çünkü
lıiçimde eylemez. İnsan ahlaklı bir canlı­ böyle bir yöneticinin isteklerine kaba
dır. Yapısında olan iyilikten ötürü de güçten ötürü boyun eğilir; buna karşı ah-
doğru ile yanlışı bilir, bunları birbirinden lakın dönüştürücü etkisine bile isteye
ayırabilir. Burada bir sorunu, böyleyse boyun eğilir.
dünyada kötülüğün nasıl olup da varol- Tıpkı Konfüçyüs gibi gerek toplum-
duğunu açıklamak gerekmektedir. Men- sal gerek siyasal olarak olumsuz bir or-
siyüs'e göre kötülük yanlış eylemler yü- tamda yaşayan, düşüncelerini bu olum-
zündendir. Dolayısıyla da eylemlerin yan- suzlukların giderilmesi için ortaya koyan
lışlığı ile insan yapısının iyiliğini birbirin- Mensiyüs'ün ustası Konfüçyüs'ten ayrıl­
den ayırmak gerekir. İyiliğin varlığına dığı kimi noktalar vardır. Konfüçyüs in-
karşın insanlar kimi zaman yanlış eyle- sanda olanak halinde bir iyilik olduğunu
yebilirler; bu da dünyaya kötülüğü geti- vurgularken Mensiyüs doğasının bir par-
Merleau-l'onty, Maurice 960

çası olarak insanda gerçek bir iyilik ol- nı oluşturan algıya ilişkin bir açıklama
duğunu ileri sürer. Konfüçyüs iyilikle sunmak olmalıdır. Nitekim Merleau-Pon-
doğruluğu bir tutarken Mensiyüs bu iki- ty yaşamı boyunca Fransız bilinç felsefe-
sini ayırır. Ayrıca bkz. Konfüçyüs; Kon- cisi olarak bilinmesine karşın düşüncele­
füçyüsçfılük; hsiao; jcrr, li, ch'i riyle kendi konumunu aşama aşama Sar-
tre ile Husserl'in görüngübilimsel konum-
Merlcau-Ponty, Maurice (1908-1961) larından ayırmıştır. Bu anlamda Merleau-
Sartre ile birlikte varoluşçu felsefe ile gö- Ponty'e göre görüngübilimsel epolehe, ya-
rüngübilimsel felsefenin önemli kurucu- şanan yaşantının bilincinin içkin özleriyle
ları arasında gösterilen Fransız felsefeci. ilişkiye geçme olanağı sunmaktadır. E-
Varoluşçuluk ile görüngübilim arasında polehe'lerin burada oynadığı başlıca rol,
kesin çizgilerle bir ayrım yapmak güç ol- bütün nesnelliğiyle birlikte verili doğal
makla birlikte, Maurice Metleau-Ponty dünyadan bir kopmayı sağlıyor olmaları­
çoğunluk "varoluşçu görüngübilim" a- dır. Düşüncelerini her zaman için Des-
dıyla anılan felsefesini çok büyük ölçüde cartesÇı "Cogito"nun ("Düşünüyorum,
Husserl'in düşünceleri ışığı altında geliş­ demek ki vanm') soyutluk ile boşluğun­
tirmiştir. Metleau-Ponty'nin hemen bü- dan olabildiğince ayrı tutmaya özen gös-
tün düşünsel yaşamı boyunca kendisine termiş olan Merleau-Ponty, bedenli ol-
hedef olarak belirlediği temel sorun, manın belli bir dünyaya bağlı olmak ol-
Sartre'ın varoluşçuluğuna da yer ettiğini duğunu göstermeyi erek edinerek gele-
düşündüğü Descartesçı felsefenin doğal neksel anlamda ruh ya da zihin karşı­
içerimi olan özne-nesne ikiliğidir. Hus- sında ikinci plana itilen bedene saygınlı­
serl'in "öndeyileyici yönelmişlik" tasarı­ ğını yeniden kazandırmaya çalışmıştır.
mı ile Heidegger'in "dünyada bulun- Bu anlamda Merieau-Ponty'e göre be-
mak'' olarak insan varlığına getirdiği yo- denimiz baştan beri hep dünyada ola-
rumun ışığı altında Metleau-Ponty, ken- gelmiştir; dolayısıyla "kendinde beden"
dimizi içinde bulduğumuz bir deneyim diye bir şeyin varlığından söz etmek ola-
alanı olarak dünya betimlemesini geliş­ naklı değildir. Algı bu anlamda hep belli
İirmiştir. Sartre'ın "özgürlüğe mahku- bir bağlamda ya da durumda gövdelen-
muz" görüşüne karşı Merleau-Ponty, miş bir algıdır; yoksa "kendinde algı''
bütün insanların birer "anlam avası" ol- diye bir şey söz konusu değildir. Özetle
duğunu dile getirerek hepimiz de "anla- "algılıyorum" demek kesinlikle Descar-
ma mahkumuz" düşüncesini öne çıkar­ tes'ın "düşünüyorum"una karşılık gelen
mıştır. Ortaya attığı düşüncelerle kişinin bir şey değildir; ne de "algılamak" nesnel
kendisini ancak başkaları üzerinden Li- Lir Liçimdc görülerek evremelleştirilehi­
lebileceğini, bu anlamda düşüncelerimi­ lir bir eylemdir. Algılayan öznenin göv-
zin de eylemlerimizin de bizi tanımladı­ delenmiş olma değergesi bu anlamda ya-
ğını, bunun da önemli tarihsel içerimleri şanan anın görüngübilimsel betimleme-
bulunduğunu savunmuştur. Gerçek in- sinin yapılabilmesinin önünü açmakta-
san doğasının asla değişime dur demeye- dır. Bu noktada Merleau-Ponty'e göre
ceğini belirten Merleau-Ponty, felsefeyi böyle bir betimleme içinde, yani görün-
doğruluğu varlığa getiren bir sanat ola- gübilimsel epolehe içindeyken algılanan
rak görmüştür. şey, kendisi hakkında söylenen şeye eşit­
Merleau-Ponty'nin çıkış noktasını ö- tir.
zünde Hussetl'in *epolehe düşüncesi oluş­ Merieau-Ponty 1942 yılında yayımla­
turmaktadır. Ancak ona göre amaç Hus- dığı daha ilk kitabı D11vmnıpn Yapm'nda
seri'de görüldüğü üzere Descartes 'ın kuş­ (La Structure de comportement) döne-
ku felsefesinin yapısı içine sıkışıp kalmak minin ruhbilimi ile fizyolojisindcki ege-
değil, cam tersine yaşananın can damarı- men anlayışların kapsamlı bir eleştirisini
961 Merleau-Ponty, Maurice

sunduktan sonra algının varolan bütün de ise C'L'Oeil et l'esprit", 1961) bede-
her şey karşısındaki önceliğini temellen- nin dünya ile olan ilişkisinin niteliğini
dirmeye çalışmıştır. Bu arada geleneksel resmetmeye çalışmıştır. Benzeri bir ça-
felsefenin algıya salt halüsinasyonlardan bayı, dil üstüne düşüncelerini Saussurecü
(varsamlardan) aynlığını tanıtlamak ama- dilbilimi görüngübilime sokarak derin-
oyla yaklaşmasının altında yatan neden- leştirdiği ve algoritmik bir dilin olanaklı­
leri sorgulayarak, kuşkuculuktan kurtul- lığını savunduğu çeşitli yazılarının top-
mak adına algıya yaklaşılmış olmasının, landığı Göstergelerde de (Signes, 1960)
algının edimsel anlamıyla araştırılmayışı­ görmek olanaklıdır. Merleau-Ponty'e gö-
nın başlıca nedeni olduğunu ileri sür- re bir yanda bilim öbür yanda aşırı soyut
müştür. Algı görüngüsüne geleneksel püşünme alışkanlığı, felsefenin her nes-
yaklaşımın ne denli yetersiz olduğuna neyi, her kişiyi, düşünülebilecek her gö-
kanıt olarak da "yalnızca yeni bir algı a- rüngüyü bir veriler toplamı olarak dü-
dına bir önceki algıdan kuşku duyma" şünmeye başlamasına yol açmıştır. Felse-
alışkanlığını ya da gerçeğini göstermiştir. fecilerin başlıca ödevinin şeylerle düşün­
Bir yanılsamanın ya da varsamın kurbanı sel ilişkiye geçerken onları bilimin be-
olunduğunun bulgulanması bu anlamda timlediği gibi değil de olduktan gibi gö-
algının bütün bütün yoksayılması için rüp öyle de göstermeleri olduğuna ina-
yeter neden değildir. Merleau-Ponty tam nan Merleau-Ponty, bu bağlamda her-
bu noktada düşünüm ile düşünümün ol- günkü dolaysız deneyimlerimizde karşı­
madığı yaşantıda "verili olan" arasında laştığımız yaşamdünyasına (Lebennvell) ge-
bir aynma gitmiş; bu aynm doğrudan ri dönmemiz gerektiğini savunmuştur.
doğruya Merleau-Ponty'nin sürekli eleş­ Çoğurıluk Merleau-Ponty'nin Saussu-
tirdiği çözürrıleme anlayışına karşı seçe- re'ün Genel Dilbilim Derskn'nde sunulu
nek olarak önerdiği "köktenci düşünüm" dil kuramını kendi görüngübilimini sağ­
tasarımını doğurmuştur. Buna göre çö- larrılaş urmak amacıyla kullandığı bilinse
zümleyici düşünce yaşantıyı (deneyimi) de burada Merleau-Ponty için yapısalcı
duyumlar, özellikler ve bunlar arasındaki dilbilim ve göstergebilirn kuramlarının
ilişkiler olmak üzere önce parçalarına a- odağında bulunan iki Saussurecü ilke ö-
yırmakta, sonra da bunları kendi içinde zellikle önemlidir. Bunlardan ilki anla-
tutarlı bir bireşime ulaştıracak, yaşan ular mın dilde göstergeler arasındaki "sesçil-
dünyasının birliğini ve bütünlüğünü ye- ler" aracılığıyla oluştuğuyken, ikincisi di-
niden kuracak özel bir güç arayışına gi- lin sesçilliğinin araşunlmasıyla varolan
rişmektedir. Bu eleştiriye karşın Merleau- kullanımların doğasının açıklanamayaca­
Pnntv'nin yapıtlarının çözürrıleyici felsc- ğıdır.Nitekim Merleau-Ponty, Dünya Ya-
fi:ciler arasında öteki görüngübilimcilere Z?JI (La Prose Ju nıunde, \ 969) başlıklı
göre çok daha büyük bir okuyucu kitlesi çalışmasında, "Saussure'ün kuşkuya yer
bulmuş olması ilginçtir. bırakmayacak bir açıklıkta ... sözcüğün ya
Merleau-Ponty'e göre beden ne öz- da dilin tarihinin şu anki anlamını belir-
nedir ne de nesne; ama buna karşın bü- lemediğini" dile getirmektedir. Merleau-
ı ün bilme etkinliklerimizi derinden etki- Ponty'nin bir göstergebilimci olarak ya-
leyen anlaması son derece güç bir varo- pısalcı dilbilimde bulduğu, hiç kuşkusuz
luş kipidir. Hemen bütün yazılarında be- öznenin dünya ile yaşadığı deneyim üs-
denin dünya ile girdiği ilişki açılırrılarını tüne yapılan önemli vurgudur. Bu bağ­
araştıran Merleau-Ponty, bu araştırmaları lamda Descartes'ın "Cogito"sunu "dün-
boyunca deneysel koşullar altında özerk yaya ait iken kendime de aidim" biçi-
bilgi istemiyle yola koyulan bilimsel ve minde dönüştüren Merleau-Ponty, dün-
felsefi düşüncelere karşı çıkmıştır. Daha yayı bir bilgi nesnesi olarak kurma uğraşı
geç tarihli bir yazısı olan "Göz ile Tin'' içinde olan her türden çabanın, bedenin
nıeson, nıesotes 962

dünyaya katılışını kavrama çabası önün- "orta karar davranma"nın, aşırıya kaç-
de ancak ikincil değerde bir felsefe ola- mamanın, erdeme (!'arefe) giden yolda
cıık görülmesi gerektiğini savunmuştur. "zorunlu" bir uğrak olduğunu öne sür-
Nitekim Merleau-Ponty başyapıtı sayılan müştür: Erdemli kişi aşırılık ile eksiklik-
A/gtmn Gô"riingiibi/imi (Phenomenologie ten kaçınır; iki ucun ortasını, kendisine
de la perception, 1945) başlıklı kitabında göre "orta olan"ı arar ve bulur. Erdem,
geliştirdiği özgün düşüncelerle seçkin bir "ona"yı erek edinir (Nikomakhor'n Etik,
beden felsefecisi olarak değerlendirilir l 106a-1109b).
olmuştur. Merleau-Ponty'nin büyük bir
felsefe dayanışması içinde olduğu Sartre Meşşıiiyyun Yunan felsefesinde Peri-
ile ilişkileri, Sovyetler Birliği'ni ve yurt- patosçular olarak bilinen "Gezimciler"in
taşlarına yönelik uygulamalannı kayıtsız Arapça'daki karşılığı olan bu sözcük, İs­
şartsız savunmasıyla kopma noktasına lam felsefesinde de Aristotelesçi akımı
gelmiştir. Buna karşın ölümüne dek Marx- temsil eden filozofları nitelemek için kul-
çılığını sürdürmekle birlikte, Sovyet Ko- lanılmıştır. Bunlar arasında en önemlileri
münist Partisi'ne yönelik eleştirilerde bu- Kindi, Farabi, İbn Sina, İbn Bacce ve
lunmaktan da geri kalmamıştır. İbn Rüşd'dür. Meşşailer aynı zamanda
Merleau-Ponty'nin başlıca diğer ya- İslam dünyasında Jetasift olarak adlandı­
pıtları şurılardır: Marxçı bir gözle yazıl­ rılan Yunan felsefesi çizgisindeki fılozof­
mış Humattisme et temur (İnsancılık ve ların ilk örnekleridir.
Şiddet, 1947); yazın ile resim üzerine ya- İslam felsefesindeki Aristotelesçilik
zılarını da içeren bir ilk yazılar toplamı genel hatlarıyla Aristoteles'in öğretisine
olan S ens et non-senr (Anlam ile Anlam- sadık kalmışsa da ait olduğu dizgeye u-
sızlık, 1948); Marxçılık üzerine bir yazı­ yum sağlamak bakımından yer yer deği­
lar toplamı olan Ler Aventurer de la diakc- şiklikler göstermiştir. Bu değişikliklerde
tique (Diyalektiğin Serüvenleri, l 955) ve Yeni Platonculann etkisi de oldukça faz-
Merleau-Ponty'nin kendi görüngübilimi- ladır. Eski Yunan felsefesi İslam dünya-
nin ana izleklerini yeniden ele aldığı ta- sına büyük ölçüde Yeni Platoncular'ın
mamlanmamış kitabı Le Viribk et l~nviri­ yapıtlarıyla aktarıldığından Meşşailerin
bk (Görünen ile Görünmeyen, 1964). felsefelerinde de Platon ve Aristoteles 'in
görüngübilim; beden. Yeni Platoncu yorumu ağırlık kazanmış­
tır. Bu dönemde başta Aristoteles'in ve
meson, mesotes (Yun.) İlkçağ Yunan Plotinos gibi Yeni Platoncuların -ço-
felsefesinde, özellikle de Aristoteles'te, ğunlukla Aristoteles 'in zannedilen- ya-
"orta (karar) olma", ne fazla ne de eksik pıtları olmak üzere pek çok Yunanca
olma anlamında kullanılan terim: "aşırı­ metin bu filozofların katkılarıyla Arapça'
lık ile eksikliğin ortası". ya çevrilmiştir. Aristoteles'in özgün ku-
Pythagorasçılar varolan şeylere iki uç ramını bağlılıkla izleyen tek fılozof ise o-
ya da karşıtlıklar (*enantia) acıısındaki nu kaynağına inerek inceleyen İbn Rüşd
dengede olma durumu (*ironofllİtı) açısın­ olmuştur. İbn Rüşd bu tavrıyla Batı'da
dan yaklaşıp "kötü"yü sınırsızın (!'apei- da Averroes adıyla "Yorumcu" olarak
ron), "iyi"yi ise sınırlının (*pera.r) özelliği tanınmış;onun etkisiyle XIIJ. yüzyıl son-
sayıyorlardı. Her ne kadar bugünkü a- larında Hıristiyan dünyasında yayılan A-
dıyla orta yol öğretisi (*altın orta) kıvamını ristotelesçi düşünce akımına da "İbn
Aristoteles'te bulmuşsa da "orta" düşün­ Rüşdcülük" denmiştir.
cesini ahlak felsefesine ilk taşıyan Platon Aristotelesçiliğin etkisiyle Arapça'da
olmuştur (Phikbor, 23c-26d). Aristotelcs ·"varolan" arılamına gelen viictid teriminin
en başından itibaren duygulanımlar (*pat- Tann'yı da içine alıp almayacağı tartışıl­
hor) ve eylemlerle (Jırakseis) ilgili olarak maya başlanmış; bu tartışma sonunda
963 metafizik (fızikötesi)

"mevcı'.id olanlar" arasında Aristoteles sefece düşünmenin akışı, bazı felsefe ta-
felsefesindeki varlık kategorilerine (Ar. rihçilerinin iddia ettiği gibi durmayıp, iki
maknlal) dayanarak bir sıradüzen kurul- ayrı oluktan devam etmiştir: bunlardan
muş; özellikle Meşşfiller tarafından geliş­ biri tasavvuf, diğeri ise kelamdır. Aris-
tirilen bu düşünce dizgesine İslam felse- totelesçilik de bu kollar içinde yer alan
fesi tarihinde "vüctidiyye" felsefesi den- düşünürlerin en çok karşıtlık kurduğu
miştir. Bu İslam metafiziğine gfüe viicfid- düşünce akımı olarak İslam felsefesinde
iil-111111/ak olarak adlandırılan Tanrı bütün etkisini sürdürmüştür. Tasavvufta *İşra­
varolanların yaratıcısı ve en yücesi olarak kiyye akımının kurucusu Sühreverdi ile
dizgenin en üstünde yer alır. Meşşailer'in kelamda İbn Teymiyye bu konuda akla
varlıkbilgisi alanında Yeni Platoncu Plo- ilk gelen örneklerdir. Ayrıca bkz. Aristo-
tinos'un mdlır (*türüm) kuramıyla des- telesçilik; Farabi; Gazfilt; İbn Rüş<I;
tekledikleri bu dizgenin tasavvuf öğreti­ İbn Sina; Kindi; kelam; tasavvuf; vü-
sinin *vahdet-i viklıd ("varlığın birliği') an- cüd(iyye).
layışında da önemli etkileri olmuştur. Sii-
dlır kuramı evrende sürekli bir oluşa, ger- meta-anlatı bkz. üstanlatı.
çekleşmeye karşılık gelir. İslam fdsefesi-
nin varlık tasarımında varlığın kaynağı meta-etik bkz. üstetik.
olarak Tanrı görüldüğünden, bu kurama
göre varlıklar yukarıdan aşağıya doğru meta-felsefe bkz. üstfelsefe.
aşama aşama Tanrı'dan türemekte, mdlır
etmektedirler. Siidlır kuramını da içine a- meta-mantık bkz. üstmantık.
larak Farabi'nin biri varlığı olanaklı olan
"olumsal" varlıkları (*miimkirı-iil-viidid), di- meta-matematik bkz. üstmatematik.
ğeriyse varlığı zorunlu olan varlığı -yani
Tanrı'yı-niteleyen (*vadb-iil-viidid'j iki var- metabole (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
lık kategorisi olduğu yollu savıyla ta- sinde, özellikle de Aristoteles'te, en geniş
mamlanan bu yeni metafizik tasarım, "o- anlamıyla "bir durumdan bir diğerine ge-
luş"u neden-sonuç ilişkisinin doğal bir çiş" için kullanılan terim: "değişme" ya
sonucu olarak görüp Tann'run yaratım da "dönüşme". Aristoteles'te metabole te-
sürecindeki mutlak iradesini yadsıması rimi, "değişme" töz düzeyinde gerçek-
nedeniyle özellikle kelamcılar tarafından leştiğinde yerini genesile (oluş); nitelik
reddedilmiştir. Razi ve Biruni gibi düşü­ (poion), nicelik (posorı) ve yer/uzam (pou)
nürler de kendi doğa felsefelerinde Yeni kategorilerinden birinde gerçekleştiğinde
Platoncu etkilerden uzak kalıp doğruJ,uı iı;c kiııcıiı'c (devinim) bırakır (Fizik V,
Platon'a yönelerek Meşşfillerin dayandığı 224a-225b).
Aristotelesçi doğa felsefesine karşı çık­
mışlardır. metafizik (füikötesi) ~ng. metapl?Jsics;
Eski Yunan felsefesinin bilgikuramın­ Fr. metaphysique; Alm. metapftysik; es. t.
dan ve metafiziğinden yola çıkan Meş­ ma-ba'd-et-tabtiyye] En genel anlamda bü-
şaiyyı'.\n, İslam düşüncesini sadece vahye tün bir varoluş gerçekliğinin doğasını
dayalı olmaktan çıkarıp ondan bağımsız her yönüyle açıklığa kavuşturmaya çalı­
ussal bir zemin üzerine oturtmuş; ancak şan fdsefe dalı. Yerleşik felsefe dilindeki
kimi noktalarda İslam'ın temel inançla- daha özel anlamlarıyla, ensen anlamdaki
rına ters düştüğü gerekçesiyle özellikle gerçeklik ile varlığın neliğini ya da özünü
Gazili tarafından ağır biçimde eleştirile­ araştıran; evreni yöneten görünürdeki il-
rek İbn Rlişd'ün ölümünden (l l 98) kısa kelerin gerisinde yatan değişmez ilkeleri,
bir süre sonra etkinliğini yitirmiştir. Ne yasaları, kesinlikleri soruşturan; şeylerin,
ki, İbn Rüşd'den socıra da İslam'da fel- nesnelerin, kendiliklerin varlıksal özlerini
metafizik (fızikötesi) 964

neyin ya da nelerin oluşturduğunu açığa olmasına karşın, metafiziği bazen aşağı


çıkaran; gerçekten varolan varlık türleri- yukarı varlıkbilgisi anlamına gelecek bi-
ni tanımlayarak gerçekten varolmayan çimde "varlığın bilimi" olarak da adlan-
varlık türlerinden ayıran; evrenin kaç dırmıştır. Bu anlamda metafizik terimi,
türden ayn varlık katmaıundan oluştuğu­ felsefe tarihinde ilk kez "fizikten sonra
nu çözümleyip bunların arasındaki iliş­ gelenler" anlamında "İlk Felsefe" olarak
kileri temellendirerek açıklayan; bir bü- gördüğü konulara geçilmekte olduğunu
tün olarak varlığın ya da gerçekliğin en belirtmek için attığı başlıkla Aristote-
temel dayanaklarına, yapıtaşlanna ve ni- les'in yazılarında dolaşıma girmiş olmak-
teliklerine yönelik olarak kapsamlı bir a- la birlikte, Aristoteles'in ölümünün üs-
çıklama sunmak amacıyla yürütülen diz- tünden görece epey bir süre geçtikten
geli soruşturmalar bütünü; hep en temel- sonra fark edilerek yerleşiklik kazanmış­
de yatanı araştırması nedeniyle herhangi tır. Metafizik teriminin felsefe sözdağa­
bir dalı olmaktan çok felsefenin kökü nna girişi, çoğunlukla ardıllarından Ro-
olduğu düşünülen felsefe alaru. Zihin, doslu Andronikos'un Aristoteles'in ya-
beden, Tanrı, uzam, zaman, nedensellik, zılanru derlerken sözcükle karşılaşması­
dünya, özdeşlik, varlık gibi en temel fel- na bağlanmaktadır. Daha doğrusu, M.S.
sefe kavramları ile kategorilerinin, ilke ve 70 yıllanrun Roması'nda yaşayan bu Yu-
ilişkilerinin neliğini, özünü ya da doğa­ nanlı peripatosçu filozofun, Aristote-
sıru açıklığa kavuşturmaya çalışan felse- les'in yapıtlanru derlerken bir yapıtına
fece düşünmenin en temel biçimi. Bütün Pf?y.rikddan (Fizik) sonra gelmesinden ö-
bir varlık alanının açıklanmasına yönelik türü Meta fa Pf?y.rika adını vermesi üze-
köklü bir araştırmaya karşılık gelen so- rine metafizik teriminin dolaşıma girdiği
ruşturmalar bütünü; sorulan sorular ile sanılmaktadır. Aslında Aristoteles'in ken-
verilen yanıtlar, ortaya konan sorunlar ile disi bu yapıtına "Prote Philosophia"
getirilen çözümler, kurulan dizgeler ile C'İlk Felsefe') adını vermiştir. Aristote-
bunlara karşı kurulmuş dizgeler, yürütü- les'in kendisi felsefenin bu olmazsa ol-
len uslamlamalar ile -bunlara karşı yürü- maz bölümünü, bir yanda Tann'run do-
tülmüş uslamlamalar düzlemi. Felsefe- ğası üzerine düşünüldüğü için "tannbi-
nin, saltık gerçekliğin en temelinde yatan lim" (theolo!)ke), öbür yanda birincil de-
değişmez ana ilkelerini bütün yönleriyle ğerde önemli konuların, yani ilk neden-
araştıran, öteki felsefe dalları arasındaki lerin bilgisi soruşturulduğu için de "ilk
en belirleyici bölümü. felsefe" <.pmıe philosophia) diye adlandır­
Eski Yunanca'da "sonra", "ötesi'', maktadır. Ne var ki Aristotelcs dedcme-
"ondan sonra gelen", "peşinden gelen", cisi Rodoslu i\ndronikos, fizik üzerine
"izleyen" gibi anlamlar taşıyan meta(ta) yazılnuş yazılardan sonra geldiği düşün­
ile "fizik" ya da "doğa" anlamına gelen cesiyle bu her iki başlığı da göz ardı ede-
pl[Jsika sözcüğünün meta ta pl?JJi/ea biçi- rek "fizikten sonra gelenler'' diye yeni
minde birleştirilmesiyle oluşturulduktan bir başlık atmıştır. Buna bağlı olarak da
sonra kısaltılmış haliyle felsefe sözdağa­ meta (ta) pf(J.rika, yani "fiziği izleyen" ya
nna yerleşen "metafizik" terimi, sözlük da "fizikten sonra gelen" ilk ftlrefe diye
anlamıyla "fiziğin peşinden gelen", "fi- bilinir olmuş; daha sonra "metafizik" di-
zikten öte" ya da "fizikten sonra" gibi ye kısaltılarak kullanılmasıyla birlikte fel-
anlamlar taşımaktadır. sefenin ana dalıru adlandıracak denli de
Metafiziği "ilk felsefe" <.prote philoJop- oturmuştur. Terimin bµ tarihsel kökeni
hia) olarak gören Aristoteles, sözcüğü karşısında, yani terim Andronikos'un yap-
doğal şeylerden sonra gelen konulan, ya- tığı Aristoteles derlemesi aracılığıyla do-
ni doğa araştırmasından sonra gelen a- laşıma sokulduktan sonra, Aristoteles yo-
raştırmayı anlatmak amacıyla kullanrruş rumcuları ya bu gerçeğin ayırdında olma-
965 metafizik (fızikötesi)

dan metafizik sözcüğünün kendinden yo- Çin felsefesindeki Konfüçyüsçülük başta


la çıkarak değişik tanımlar verme arayı­ olmak üzere hemen her kültürün ya da
şına girmişler ya da metafizik sözcüğü­ uygarlığın kesinlikle Batı metafiziğine in-
nün kullanılmasını destekleyecek türden dirgenemeyecek kendine özgü bir meta-
uslamlamalarda bulunmuşlardır. Bu bağ­ fizik tasarımı olduğu kuşku götürmez bir
lamda sözgelimi, "doğanın ötesindeki gerçektir.
dünya bilimi", "görünen dünyanın dı­ Değişik bölümlemeler olmakla birlik-
şındaki görünmeyen dünya bilimi", "fi- te çoğu yerde metafiziğin kendi içinde
ziksel varlığı olmayan dünya bilimi" gibi üç ana araştırmaya ayrılarak incelendiği
Aristoteles'in kendisinin söylemediği de- görülmektedir: Varlığın doğasını araştı­
ğişik tanımlar ortaya konulmaya başlan­ ran varltkbilgisi; evrenin doğası ile başlan­
mıştır. ·Bununla birlikte, "metafizik" te- gıcını ya da kökenini araştıran evn11bilgisi;
riminin felsefe çalışmaları arasındaki za- evrenin evrilişini araştıran evn11ta.ranm.
mandizinsel ya da eğitbilimsel amaçlı bir Geleneksel olarak metafizik düşüncenin
düzen anlamında kullanıldığı da görül- özünü oluşturan en temel alan, varlığın
mektedir. Sözgelimi, ortaçağın önemli A- enson anlamdaki özünü ya da doğasını
ristotelesçi filozoflarından Thomas A- açıklamaya çalışan var/ık.bilgisi araştırması
quinas bu durumu şu sözleriyle açıkça olmakla birlikte, kimi metinlerde ftlrefi
dile getirmektedir: "Metafizik bilimler, tannbilim ile ntbbi5m de metafiziğin öteki
fiziksel dünyayla ilgili bilimlerde ustalaş­ önemli araştırma alanlan olarak anılmak­
tıktan sonra üzerinde çalışmamız gere- tadır. Felsefenin öteki bütün dallarıyla
ken bilimlerdir." Ne var ki aradan çok metafiziğin çoğu durumda birbirinden
geçmeden "metafizik" maddi dünyayı ya ayrılmaz denli içiçe geçmiş ilişkiler taşı­
da somut gerçekliği aşan bir soyutluk o- dığı açıktır. Nitekim felsefe tarihinde pek
larak anlaşılmaya başlanmasıyla giderek çok filozof metafiziğin, başta felsefe
gerçek anlamından uzaklaşmış; özellikle dallan olmak üzere, bütün bilme giri-
günümüz halk dilinde yaşamdan kopu.k- şimlerinin en temelinde yatan bir kô'kbi-
luk, ne idüğü belirsiz, boş, gereksiz, hiç- /im olduğunu dile getirmişlerdir. Bunlar-
bir işe yaramayan gibi kötücül yananlam- dan en azından birini örneklemek adına,
lar edinmiştir. Nitekim metafizik denin- sözgelimi bilgi sorunu bağlamında, me-
ce çoğunluk gerçek yaşamda karşılığı ol- tafiziğin bilginin kaynağını, bilgi savları­
mayan boş sözler üfürmek anlaşılırken, nın geçerliliklerini, bir bütün olarak bil-
metafizikçi de kafası fazlasıyla kanşık, ne me sürecini araştıran "bilgi felsefesi"yle
elediğini kendisi de bilmeyen bir üfürük- ya da "bilgikuramı"yla son derece yakın
çüyle eş değer tutulmaya başlanmıştır. hir ilişkiler ağı sergilediği görülmektedir.
Meta fizik teriminin bu yanlış anlamları Bilginin temeli nedir sorusu felsefe tari-
karşısında XX. yüzyılın başlarında Witt- hinde çoğunluk ya a priori olarak, yani
genstein, özellikle metafizik sözcüğünü bilginin yalnızca us yoluyla elde edilebi-
düşünerek "kimi sözcükler arınmaları i- leceği düşüncesi doğrultusunda ya da a
çin bir süreliğine dolaşımdan çekilmeli- posteriori olarak, yani bilginin ancak de-
dirler, sonra gerekirse yeniden dolaşıma neye, olguların deneyiminden elde edilen
sokulabilirler" sözüyle son derece çarpıcı duyumlara gidilerek elde edilebileceği
bir gerçeğe parmak basmaktadır. Bugün düşüncesi doğrultusunda yanıtlanmıştır.
bildiğimiz metafizik sözcüğünün kökeni Bilginin temeli sorununa karşılık verilen
Eski Yunan Felsefesi'ne dayanıyor ol- bu iki ana çözüm felsefe tarihi boyunca
makla birlikte, metafiziğin yalnızca Batı'ya geçerliliğini hiç yitirmeden sürdüren çok
özgü bir anlayış olduğunu düşünmek son temel iki felsefe konumunun, dolayısıyla
derece yanlış bir yaklaşımdır. Nitekim birbirinden özce ayrı iki felsefece araştır­
Eski Hint felsefesindeki Buddhacılık ile ma izlencesinin doğmasına yol açmıştır.
metafizik (fızikötesi) %6

Bilgi felsefesinde karşılaşılan bu izlence- sorusuna çıkmak durumundadır. Bu yüz-


lcrden ilki, usa dayalı bilginin ya da /1 den, metafiziğin önemini ya da metafizik
priori ilkelerin aıaştırılması üstüne ku- düşüncenin varlığını yadsıyan bilimada-
rulmuş UsÇHIHk izlencesiyken, ikinci yak- rru, hem kendi bilgi alaru bakımından
laşım deneye dayalı bilginin ya da /1 pos- hem genel dünya görüşü bakımından
teriori ilkelerin araştırılması üstüne ku- hem de bütünlüklü bir bilgi, ussallık ve
rulmuş Dm9alik izlencesidir. Ortaya a- bilimsel etkinlik içgörüsü bakımından
tılrruş alabildiğine değişik felsefe kuram- güdük kalmaya mahkumdur. Öte yanda
ları bağlarrunda düşünülecek olursa, ço- metafizik, gerek tanrıbiliınle gerekse din-
ğu durumda gerçekliğin doğası ile bilgi- le yakın bir ilişki içerisindedir. Özellikle
nin doğasına yönelik ortaya konan us- tanrıbilim ile metafiziğin kimi noktalaıda
laınlamalan birbirinden ayırmak son de- birbirlerinden ayırt edilemeyecek denli
rece güç olduğundan, yani metafiziğin ortak tutumlar sergilemeleri, neredeyse
nerede başlayıp bilgi felsefesinin nerede birbirleriyle özdeş alanlamıış gibi algı­
bittiğini kesin sınırlarla çizmek çoğu du- lanmalanna yol açrruşur. Ancak metafi-
rumda olanaklı olmadığından usçuluk ile zik ile tannbilim arasında son derece ö-
deneycilik gibi pek çok bilgi felsefesi nemli aynmlat bulunduğu açıkur. Kuş­
yaklaşımı aynı zamanda özünde birer kusuz bu ayrımlann en önemlisi, metafi-
metafizik yaklaşırrudır. Bu temel sapta- ziğin hiç bir sınır tanımaksızın sonuna
ma varlıkbilgisinden siyaset felsefesine, dek özgür bir araşurma olmasıyken, tan-
etikten estetiğe felsefenin bütün bölüm- nbilimin çoğunluk Tann, inanç, iman,
lenmiş dallatı için de tümüyle geçerlidir. vahiy, peygamberlik gibi kavramsal dog-
Ôtc yanda tek tek bilimlerin getirdik- malarca sınırlan çizilmiş bir alanda kala-
leri açıklamalatda varsaydıklan pek çok rak araştırmalarını yürütebiliyor olması­
sorun, ilişki, varsayım, kavram ya da ta- dır. Sözgelimi Tanrı kavramı hem meta-
sanın metafizik temcllendirme gereğini fiziğin hem de tannbilimin temel araştır­
doğurmaktadır. Sözgelirni, kimyadaki ma konuları arasında yer almakla birlik-
maddenin değişik hallerde oluştuğuna te, aynı kavrarru her iki araşurmarun da
yönelik açıklama ister istemez "madde çok farklı biçimlerde düşünüp, çok farklı
nedir?" yollu metafizik sorusunu gün- biçimlerde çözümledikleri görülür. Bu-
deme getirirken, biyolojideki yaşamın nunla birlikte her iki alanın da birbirle-
doğası ile kökenine ilişkin sorulaı da rinden önemli ölçülerde beslendikleri a-
doğrudan "yaşam nedir?" gibi bir meta- çıkur; ta ki metafiziğin tanrıbilimsel araş­
fizik soruya yanıt aramayı zorunlu kıl­ urmanın varlık nedenini sorun haline
maktadır. Yine ayru biçimde, "neden getirecek birtakım uslaınlamalarda bu-
nedir?", "nicelik ile nitelik atasındaki ay- lunduğu yere gelinene dek.
nın nasıl teincllendirilebilir?", "O sayısı­ Kimileyin felsefe tarihinde metafizi-
nın metafizik bir anlamı vat rrudır?" gibi ğin birtakım okullara bağlı düşünürlerce
değişik sorular yanında, başta matematik salt zihinsel görüngüleri araştıran bir bi-
ile fizik olmak üzere bilim dilinde kulla- lim olarak, büyük bir indirgemeci yakla-
nılan çeşitli terimler, betiler, ömekçeler, şım içerisinde oldukça daralulmış bir an-
eğretilemeler metafizik araştırmanın ko- lamda anlaşıldığı görülmektedir. Nitekim
nusudurlar. Daha açık bir deyişle, bili- birtakım düşünürlerin gözünde metafi-
min dünyası her durumda bütünüyle zik, neredeyse ruhbilimle özdeş bir bilim
metafizik dünya ile dön bir yandan çev- olarak görülmektedir. Örneğin Hamil-
rilidir; bu bağlamda ister bilimsel ister ton, deneysel ruhbilimin ya da tinsel gö-
bilimdışı olsunlar ilkece bütün bilgi araş­ rüngübilinyn bilinç olguları üstüne yo-
urmalannın yolu er ya da geç ya bir me- ğunlaşırken, buna kaı:şı ussal ruhbilim ya
tafızik araşurmasına ya da bir metafizik da tinsel noolojinin zihin görüngülerinin
967 metafizik (fızikötesi)

bağlı olduğu yasaları araştırdığını, meta- değer ilk metafizik dizgeleri olarak göze
fiziğin ya da çıkarımsal ruhbiliminse bu çarparlarken, XVII. yüzyılda Descartes,
iki inceleme alanında yapılan çalışmalar­ Spinoza, Lcibniz, Malebranche tarafın­
dan hareketle belli birtakım vargılar çı­ dan temellendirilmiş usçu metafiziklerin
kardığını öne sürmektedir. Metafiziğin ikinci önemli metafizik dizgeler kuşağını
bu indirgemeci yaklaşımla ruhbilim ola- oluşturduğu görülmektedir. Kant meta-
rak anlaşılmasının kökeninde, kuşkusuz fızik soruların ilkece yanıtlanmalannın
Descartes'ın metafiziğin kalkış noktasını olanaklı olmadığım açıklıkla tanıtlayarak,
bütünüyle "ben" olarak temellendirmesi, metafiziğin gerçek araştırma konusunun
bir başka deyişle "metafizikte ortaya ko- ancak insan düşüncesinin dünyayla iliş­
nan bütün düşünceler öznel ya da zihin- kisinin sınırlarının açıklanması olabilece-
sel görüngülere dayalıdırlar" türünden ğini ileri sürmüştür. Nitekim Kant önce-
son derece büyük tartışmalara yol açmış si metafizik genellikle /emgHı:u meta.ftzjk
bir varsayım yatmaktadır. Descartesçı fel- diye anılırken, buna karşı Kant sonrası
sefenin bu öznel metafizik anlayışına kar- yapılan metafizik araştırmaların hemen
şın, felsefe tarihinde gerek Aristoteles'in bütünü beti111/~iti metafizik diye adlandı­
izleyicilerince gerekse onun yetkesini ta- rılmaktadır. XVIII. yüzyılda Kant'ın "e-
nımayanlarca metafizik en başından beri leştirel felsefesi"yle metafizik araştırma­
çok daha geniş bir kapsam içinde, hem nın özünde meydana getirdiği kırılmanın
öznel hem nesnel gerçekliği bütün yön- hemen ardından, Alman İdealizmini göv-
leriyle kavrama savında olan temel bir delendirmek amacıyla Fichte, Schelling
bilim olarak anlaşılmıştır. Bu açıdan ba- ve Hegel'in kurduklan metafizik dizgeler
kıldığında, bütün metafizik arılayışlarda gelmektedir. Öte yanda XIX. yüzyılın
üç kavrama yönelik olarak sunulan felse- ortalarına gelinmesiyle bir yanda yaşam
fece temellendirmelerin, ortaya konan felsefesi anlayışının yükselen değer ola-
metafizik yaklaşımın özniteliğini kavra- rak felsefede ışıldaması, öbür yanda her
mak bakımından son derece belirleyici türden metafizik savın geçerliliğini yad-
bir önemi vardır: "Varlık", "Töz", ''Ne- sıyan olguculuğun giderek daha bir ege-
den". Nitekim bu kavramların her biri men konuma gelmesiyle birlikte metafi-
başlı başına büyük metafizik araştıtmala­ zik dizgenin varlığına duyulan inanç bü-
nn konusu olduklarından, çoğu yerde yük bir sarsıntı geçirmiş; hem metafizi-
"varlık metafiziği", "töz metafiziği", "ne- ğin kendisi hem de metafizik dizge tasa-
den metafiziği" başlıklarıyla bölümlene- rımı sorun haline gelmiştir. Nitekim XX.
rek ele alınmaktadırlar. yüzyıla girilmesiyle "Varoluşçuluk", "Dil-
Metafizik denince öncelikle düşü­ ci Felsefe", "Görüngübilim", "Yapısal­
nülmesi gereken konuların başında fel- alık", "Post-yapısalalık'', "Postmoder-
sefe tarihinde kurulmuş metafızik dizge- nizm", "Yorumbilgisi" gibi değişik fel-
leri gelmektedir. Platon'dan Kant'a geli- sefe çerçevelerinde geleneksel felsefonin
nene dek pek çok filozof hangi türden metafizik yaklaşımına karşı yürütülen
varlıklann varolduğunu belirlemek ama- temel eleştiriler sonucu metafizik düşün­
ayla çeşitli metafizik sorunların çözü- cenin kendisiyle birlikte metafizik dizge
müne yönelik olarak son derece değişik kurma tasarısı da bütün bütün ortadan
soruşturmalarda bulunarak, alabildiğine kalkmaya yüz tutmuştur.
değişik metafizik dizgeleri kurup olanca Bir bütün olarak gerçekliğin doğasıyla
değişik metafızik uslamlamalarda bulun- ilgilenen metafizik araştırmaların çok bü-
muşlardır. Nitekim "Kuşkuculuk", "Pla- yük bir bölümünün felsefe tarihi bo-
tonculuk", "Aristotelesçilik'', "Epikuros- yunca üç ana gerçeklik tasarımı doğrul­
çuluk", "Stoaalık" ve ''Yeni Platoncu- tusunda, dolayısıyla da üç ana metafizik
luk" klasik felsefe döneminin en dikkate düşünme kipi çevresinde kümelendikleri
metafizik (fızikötesi) 968

görülmektedir. Bunlar en yalın anlamla- leceği


gibi, her durumda zihnin üstünlü-
nyla şu biçimde sıralanabilirler: (i) zihin ğünü ve önceliğini savunan, buna karşı
ya da bilitıf temelli meta.ftzj/e; (iı) maddeya da maddeyi zihnin bir yansıtmu ya da bilinç
.ftzjlesel varlık trme/5 meta.ftzj/e; (ıii) hem yaşantısında gerçekleşen nesnelleştirme
zihni hem de ma~i Oflltl tt1 yiiktele varlıle olarak gören idealizmin karşısavıdır. Do-
ftt11tlli metafizjle. Bu metafizik düşünme layısıyla metafizik maddecilikte, fiziksel
üçlemesi, felsefe tarihinde İdea5Z!'f, Mad- nesneler ile bunların birbirleri arasındaki
dedlile ve Afletnsalolık diye anılan üç ana değişik ilişkilerinden meydana gelen dün-
metafizik düşünce okulunun ana öğreti­ ya bütünüyle zihinden bağımsızdır. Me-
lerinin oluşumuna da kaynaklık etmeleri tafızikte, bütün gerçekliği tek bir madde-
bakımından ayrıca önemlidir. Felsefede sel tözden türeten sonuna dek götürül-
İdealiZ!'f, dünyanın temellendirilmesinde müş saltıkçı maddecilik çoğunluk "mad-
en önemli görevin, bilince ya cia maddi deci bircilik" diye adlandırılmaktadır. Öte
olmayan zihne yönelik bir gerçeklik ku- yanda bircilik anlayışı içinde yer alan zi-
ranu geliştirmek olduğu düşüncesi üstü- hin-madde birlikteliği kuramı, zihin ile
ne kurulmuştur. İdealizm anlayİşının te- maddenin eşdeğer varlık kategorileri ol-
melleri ilkin Platon'un "İdealar Dünyası duğunu, birinin ötekinin yalnızca bir gö-
Kuramı"yla atılmış olmakla birlikte, da- rünümü olduğunu ileri sürmektedir. Ya-
ha sonra çeşitli filozoflarca ussal düşün­ kın dönemlere gelindiğinde, modern fel-
ceye yönelik olarak sunulan metafizik sefe döneminde metafizik maddeciliğin
savunularla iyiden iyiye güçlendirilmiştir. çok büyük ölçüde Darwin'in "evrim öğ­
Buna karşı metafizikte idealizm, bütün retisi"nin etlcisi altına girerek bu kuram
fiziksel nesnelerin bütünüyle zihne ba- içinde özümsenmiş olduğu söylenebilir.
ğımlı olduklan, onlann bilincinde olan İdealizm ile maddeciliğe seçenek olarak
bir zihin olmaksızın metafizik anlamda ortaya atilan bir üçüncü yaklaşım olan
hiçbir varlıklan olmadığı anlayışına kar- Afkmsalalık, felsefede genci anlamıyla,
şılık gelmektedir. Bir başka deyişle, me- hem duyulara dayalı deneyimden elde
tafizik idealizme göre gerçeklik her du- edilen gerçeklikten hem de insan usuyla
rumda zihne bağımlı olduğu için gerçek- ulaşılabilir olduğu öngörülen gerçekliğin
liğin gerçek bilgisi ancak tinsel bir bilinç bilgisinden çok daha yüce ve yüksek bir
kaynağına başvurularak elde edilebilirdir. gerçeklik olduğunu öne sürmektedir. Bu
Buna karşı, idealizm ile taban tabana zıt anlamda neredeyse bütün aşlansalcı öğ­
bir konuma yerleştirilip temellendirilen retilerin tinsel alan ile maddesel alan ay-
MaJdea"/ik, zihnin ya da bilincin bütün nmı üstüne temellendiıildikferi söylene-
bütün fiziksel öğcler ile süreçlere indir- bilir. Yalnızca düşünsel sezgi yoluyla ger-
genebileceğini savunmaktadır. Felsefede çek anlamda bilinebilir bir nitelik taşıyan
maddecilik, bütün varlığın maddeyle, "Saltık İyi"nin deneyötesi varlığını kesin-
maddenin bir yüklemi ya da etlcisiyle a- leyerek, "aşkınlık" kavramını bir felsefe
çıklanıp temellendirilebilir olduğu anla- kavramı olarak ilk Platon geliştirmiştir.
yışı üstüne kurulmuştur. Maddeciliğin a- Daha sonralan ise tannbilim yönelimli
na öğretisine göre, kendisi dışında ya da ortaçağ filozofları aşkınlık kavranunı tan-
kendisinin ötesinde bir başka varlık bu- rısallığa uygulayarak, Tann'nın deneyden
lunmayan madde enson anlamda gerçek- elde edilmiş tasanmlar yoluyla ne be-
liktir. İdealizmin savunduğu gibi bilinç timlenebilir ne de anlaşılabilir olduğu dü-
görüngüsü maddi varlığı olmayan kay- şüncesi doğrultusunda "olurrısuzlamacı
naklara gidilerek değil, ancak sinir siste- tanrıbilim" yaklaşımını temellendirmiş­
mindeki birtakım fızyo-kimyasal süreçle- lerdir. Nitekim Tann'nın doğanın dışın­
re odaklanmak yoluyla açıklanabilirdir. da varolması anlamında aşkın olması dü-
Metafizikte maddecilik, açıkça görülebi- şüncesi Hıristiyanlık, Yahudilik ve Müs-
969 metafizik (fıziköteıi)

lümanlık dinlerinin, özellikle de bu din- ya tek bir yönüne ya da belli birtakım


lerin ortodoks ıanlayışlarının en temel il- yönlerine yoğunlaşmaktadırlar. Sözgeli-
kesidir. Modem felsefenin başlanndaki mi, fizik nesnelerin niteliksel yönlerini
aşkınsalalık yaklaşımı, bütün gerçekliğin araşıınrken, matematik şeylerin yalnızca
tümüyle saltık tinin ya da ist.encin dışa­ niceliksel yönleriyle ilgilenmektedir. Bu
vurumu olduğunu savunan XIX. yüzyı­ ıanlamda metafizik dışındaki bütün bi-
lın egemen felsefe akımı saltık idealizmin limler, varlığın kendilerini ilgilendiren yö-
doğuşunu hazırlaıruştır. nüyle ilgili olmalan nedeniyle ilgilendik-
Felsefe tarihinde metafızikten ne an- leri yönün sınırlamalanna konuyken, me-
laşılması gerektiğine yönelik alabildiğine tafizik varlığı bütün yönleriyle soruştur­
değişik metafizik tanımlan olmakla bir- duğu için bu türden hiçbir sınırlamaya
likte, bunlardan özellikle beşinin metafi- konu değildir. Araştırma alanı bütün yön-
zik tasanmımwn oluşumu üzerinde kilit leriyle bütün gerçeklik alanıdır. Nitekim
değerde bir önemi bulunmaktadır. Ger- tin, us, varlık, Tann gibi metafiziğin en
çekte bu beş tanımın da birbirlerinden üst düzey araştırma konulan renk, kolo.ı,
farklı tanımlar olarak görülmeleri yerine, hacim ya da ağırlık gibi fiziksel özellikler
cnson çözümlemede bir ve aynı bütünün taşımadıklarından fiziksel araştırmanın
değişik görünümleri olaııık birbirlerine konusu olamazlarken, aynı biçimde nice-
dest.ek olacak biçimde genel metafizik liksel özellikler göstermediklerinden ötü-
tasanırumızı oluşturdukbnnın bilinmesi rü de matematik araştırmasının alanı içe-
önemlidir: risine girmemektedirler. Bununla birlikte
© Mıtajizjk varlık alt.ırak varlığm bilimitlir. bunlar birer varlık oldukları kuşku gö-
Bu ilk metafizik tanııru Aristot.eles'in ver- türmeyen bir açıklıkta tanıtlandıklan sü-
diği bir tanımdır (Mıtafizjk, VI, 1026 a, rece metafizik araştırmanın değişmez ko-
31). Söz konusu tanımda metafizik, kuş.­ nusudurlar. Demek ki metafiziğin mad-
kuya yer bırakmayacak bir açıklık taşıyan desel nesnesi bütün bir varlık alanıyken,
bilimler arasındaki aşamalanma düzenin- biçimsel nesnesi de yine aynı biçimde
de, bilimlerin en gerçeği olarak en yük- "varlık" ile "varlık olmaktalık"tır. Aris-
sekt.eki bir konuma yerleştirilmektedir. toteles'in de söylediği gibi, "filozofun Çi-
Bir bilim olarak metafiziğin öteki bilim- devi bütün herşeyi soruşturmaktır" (Me-
lerle taşıdığı ortak yön, şeylerin bilgisini tafizjle, iV, 1004 a, 34). Oysa tek tek bi~
her durumda nedenleriyle birlikte araştı­ !imlerin biçimsel araştırmasını şeylerin ya
nyor olmasıdır. Ancak metafiziği bu nok- belli bir aşaması, ya belli bir görünümü
tada öteki bilimlerden ayımn temel özel- ya dıı belli bir niteliği oluşturduğundan,
liği, her durumda "varlığı varlık olarak" her bilim dalı varlığı ancak kendisine gö-
düşünüyor olmasıdır. Bu deyişte metafi- ründüğü kadanyla, kendi bakış açısın­
ziğin araştırma konusu olarak bir yanda dan, kendi özel ilgileri doğrultusunda
maddi nesneler, öbür yanda düşünsel ile araştırdığından metafizikle karşılaştınldı­
biçimsel nesneler uyum içinde biraraya ğında son derece sınırlı bir kavrama ye-
gelmektedirler. Burada maddi nesneden tisi taşımaktadır. Sözgclimi insan ruhbi-
ıanlaşılması gereken varlık, "öznel" ya da limin, etiğin, insanbilimin, toplumbilimin,
"nesnel", "olanaklı" ya da "asal", "so- dilbilimin, ayrıca daha başka bilimlerin
yut" ya da "somut", "sonsuz" ya da maddesel araştırma nesnesidir.Ancak bü-
"sonlu", "fiziksel" ya da "fiziksel olma- tün bu bilimlerin biçimsel araştırma nes-
yan" gibi metafizik kategorileriyle betim- neleri birbirinden bütünüyle başkadırlar.
lenen bütün bir gerçeklik dünyasıdır. Bir Ruhbilimin biçimsel araştırma nesnesini
başka deyişle varolan bütün herşey me- zihinsel görüngüler oluştururken; etiğin­
tafiziğin araştırma konusu içine girmek- kini insanın yazgısı ile arasındaki ilişki;
tedir. Buna karşı öteki bilimler varlığın toplumbiliminkini insanın toplumdaki ö-
metafizik (fızikötesi) 970

teki insanlarla, kurumlarla, yasalarla, ge- nbilim", evrenin kökeni ile enson an-
lenek ve göreneklerle ilişkisi; insanbili- lamdaki ilkelerini araştıran "evrenbilgisi"
minkini insanın kökeniyle değişik insan olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Buna
ırkları arasındaki ilişkiler; dilbiliminkiniy- karşı, maddesel olmayan kavramlar yani
se insanların aralarında kullandık.lan ya- maddeyi gerektirmeyen genel tasarımlar
zılı ve sözlü dil kullanımları uyannca in- üzerine yoğunlaşan metafizik araştırma­
sanın dil ile ilişkisi oluşturmaktadır. Bu lar "genel metafizik" ya da varlığın bilimi
anlamda nasıl ki fizik varlığı fiziksel ö- olarak "varlıkbilgisi" başlığıyla adlandı­
zelliklerden yola koyularak, öte yanda rılmaktadır. Metafizik, hem özgül hem
matematikse varlığın niceliksel özellikle- de genel metafiziği kapsamına alacak bi-
rine odaklanarak araştırıyorsa, metafizik çimde maddesel olmayan varlığın bilimi-
de kendisini varlığın hiçbir özelliğiyle ya dir diye tanımlandığında açıkça görüldü-
da yönüyle sınırlamaksızın olduğu gibi ğü üzere bir önceki tanımda verilen var-
bütün yönleriyle varlığı varlık olarak a- lık olarak varlığı araştıran bilim taruıruyla
raştırmaktadır. Metafiziğin maddesel nes- örtüşmektedir.
nesi tüm bir varlık olduğu için, metafi- (ıii) Meta.ftzjk en Sf!YUI kavramlann bilimidir.
zikçi hem olan hem de olabilecek olan Bu üçüncü metafizik tanımı, metafiziğin
her şeyle ilgilenmektedir. Yine bu bağ­ insan düşüncesinin en üst düz.ey soyut-
lamda metafiziğin biçimsel araştırma nes- lama alanı olduğuna dikkat çekmektedir.
nesini de varlık oluşturduğundan, meta- Kuşkusuz fizik ile matematik gibi bilim-
fiziğin bakış açısı bütün öteki bilimlerin ler de çeşitli soyutlamalarda bulunurlar,
bakış açılarından bütünüyle ayrıdır. Bu- ancak metafiziğin soyutlamaları hem kap-
mınla birlikte, metafizik bütün bir ger- sam olarak onlardan çok daha geniştirler
çekliği araştırır düşüncesi temelinde, me- hem de çok daha derin bir kavrayışın ü-
tafiziğin tek tek bilimlerin bakış açıları­ rünüdürler. Nitekim bu durum metafizik
nın toplamı olarak da algılanr.ıaması ge- soyutlamaların çoğu insanın ortakgörüye
rekir, çünkü metafiziğin tümel bakış açısı dayalı kavrayışına aykırı kaçıp çoğunlukla
bilimlerin tikel bakış açılarının toplamı­ uçuk kaçık deli saçmaları olarak görül-
nın çok ötesindedir. mesinin de başlıca nedenidir. Metafizik,
(ıl) Meta.ftzjk maddesel olmf!Yan varlığın bi- varlığı en iyi biçimde kavramak amaoyla,
5ımdir. Meta fiziğin bu ikinci tanımı bağ­ doğa bilimlerinin tersine, her durumda
lamında Aristoteles, "İlk .bilim olarak me- maddesel varlığa yönelik nicelik ya da
tafizik hem maddeden ayn hem de de- nitelik bildiren soyutlamalarla yetinme-
vinmeyen şeylerle ilgilenendir'' diye yaz- diğinden, maddesel gerçekliği bulunma-
maktadır (Mttaftzjk, VI, 1026a, 16). Öte yan varlığa yönelişinde "töz", "varlık",
yanda Thomas Aquinas, Aristoteles'ın "tümel" gibi kendi soyutlamalarını ya-
verdiği tanıma şöyle bir bölümlemeyle a- ratma gereği duymaktadır. Bütün bu me-
çıklık getirmektedir: Maddesel olmayan tafızik soyutlamalar da açıkça yalnızca
varlıklar (.guoad esse), yani maddesel var- varlığı, onun en temel belirlenimlerini a-
lığı olmayan "Tarırı" ya da "tin" gibi var- çıklığa kavuşturmak için tasarlanıruşlar­
lıklar; maddesel olmayan kavramlar (quo- dır. Ancak sanıldığının tersine soyutlama
ad ronceptum), yani anlaşılmalan için mad- düzeyinin son derece yüksek olması, me-
denin varlığına gerek olmayan "töz", tafiziği gerçekdışı ya da yaşamdan kopuk
"neden", "nitelik" gibi kavramlar. Mad- bir araştırma kılmayıp, bütün bilimlerin
desel olmayan varlıklara yönelen metafi- arasındaki en gerçek, yaşamla en yakın­
zik genellikle "özgül metafizik" diye ad- dan ilgili araştırma alanı kılmaktadır. Bu-
landırılır; kendi içindeyse insan ruhunu nun en temel kanıtı metafıziğin gerek tek
araştıran "ussal ruhbilim'', Tanrı'run var- tek bilimlerin yaptığı genellemelerden
lığı ile yüklemlerini araştıran "ussal t.an- gerekse gündelik dilin içerdiği soyutla-
971 metafizik (fızikötesi)

malardan sıyrılarak, başta bilimler olmak tafızik başhğı altında ele alınmakla bir-
üzere bütün her şeyin kaynağı ile köke- likte, kimileyin bu konuların özgül meta-
ninde yatan varhğı varhk olarak düşüne­ fizikte de incelendikleri görülmektedir.
bilmenin önünü açmak adına üst düzey (v) Metaftzjk ille ilkelerin bilimidir. Metafi-
soyutlamalara başvunnasıyla anlatılabilir. ziğin bu tanımı da yine ilk olarak Aristo-
(iv) Metafizik m liiflltl kAvr""'lamı bilİf!IİJir. teles tarafından veri.imiş olmakla birlikte,
Metafiziğin bu dördüncü tanımı açıklıkla pek çok metafizikçi arasında da yaygın
bir önceki tanımından çıkarsanabilir ni- bir biçimde benimsendiği görülmektedir.
telikte bir tanımdır. Çok iyi bilinen bir Aristoteles, tek tek bütün bilimlerin şey­
mantık yasasına göre, bir kavramın ya da lerin ilkeleri ile nedenlerini araştırdığını,
terimin kapsam alanı çoğaldıkça sundu- buna karşı metafiziğin ise bütün ilkelerin
ğu kavrayış da çoğalmaktadır. Dolayısıy­ gerisindeki ilk ilkeleri, bütün nedenlerin
la, en soyut kavramlarla uğraşan bir bi- kaynağındaki ana nedenleri araştırdığını
limin bu yüzden en tümel kavramların düşünmektedir. Buna göre, neden ile il-
bilimi olmasından daha doğal bir şey o- ke kavramlarını olduğu denli, "maddesel
lamaz. Metafizikte en soyut kavram var- neden", "biçimsel neden", "etkin ne-
hk olmakla birlikte, çoğunluk varhğın en den", "sonu! neden" gibi değişik türden
temel belirlenimleri olarak her varhkla nedenler üzerine düşünmek de metafızi­
birlikte olduğu düşünülen (örneğin, var- ğin en önemli ödevleri arasındadır. Öte
hk birdir, iyidir, doğrudur tümcelerinde yanda, bilginin metafizik düzeyine geçil-
olduğu gibi) "aşkınhk", bütünlük", "bir- diğindeyse, değişmez bilgi ilkelerinin bil-
lik", "doğruluk", "iyilik'', "güzellik" kav- gisini araştırmak, ortaya atılan "özdeşlik"
raınlan da en az varhk kavramının ken- ile "çelişmezlik" gibi kimi ilkelerin geçer-
disi denli geniş bir tümdliğe konudurlar. liliklerini soruşturmak en başta gelen ko-
Bu tümel kavramlardan daha sonra ge- nular arasındadır. Bütün bu metafizik ta-
len, çoğunluk mptrme genem diye adlandı­ nımları ilkece Aristoteles felsefesinin ü-
rılan "töz", "ilinek", "'öz", "varolu~", rünleri olmakla birlikte, Descartes ile
"olanaklılık", "olanaksızhk", "asalhk", başlayan modem felsefede pek çok ko-
"olasılık" gibi kavramlar da yine oldukça nuda olduğu gibi metafizik araştırmanın
yüksek bir tümellik düzeyi içermekte- da köklü bir değişim geçirmesi söz ko-
dirler. Bütün bu kavramların, metafizik nusudur. Nitekim Aristotelesçi metafizik
düşünme sürecinde filozofların kendi tasarımında, enson anlamda gerçekliğin
metafizik tasanmlan uyarınca değişik çö- bilimi olarak metafiziğin gerçekliğin de-
zümlemelere dayah olarak temellendiril- neyime sunulduğu biçimiyle mi yoksa
dikleri görülmektedir, Dolayısıyla varlı­ deneyden bağımsız olduğu biçimiyle mi
ğın beliı:lenimlerinden ne anlaşılması ge- araştırılacağı gibi bir sorunun varhğından
rektiği sorusuna verilen yanıt, çoğu du- söz edilemez. Ortaçağ skolastik felsefe-
rumda metafizikten ne anlaşılması ge- sinde çeşitli biçimlerde, "ana mantık" ya
rektiği sorusuna da açıkhk getinnektedir. da "eleştirel mantık" ile günümüzde
Sözgdimi zaman ile uzamın varlığın en bilgikuramına karşılık gelen "uygulamalı
tümel bağlanımları olarak varsayıldığı bir mantık" ayrımı bağlamında ilk kez dil-
metafizik çerçeve, zaman ile uzamın hiç- lendirilmiş olmakla birlikte, bu soru da-
bir biçimde varhğın belirlenimi olamaya- ha çok modem metafizik anlayışında
cağının düşünüldüğü bir metafizik çer- çok temel bir sorun konumuna gelmiştir.
çeveden açıkça son derece farklı metafi- Ne var ki XX. yüzyıla girilmesiyle bir-
zik öncüller üzerine kurulmuştur. Meta- likte, özellikle çözümleyici felsefe çevre-
fiziğin en tümel kavramlannın neler ol- lerinde, söz konusu bilgikuramsal sorun
duğu, bunlardan tam anlamıyla nelerin büyük bir yanhş anlamayla metafiziğe
anlaşılması gerektiği çoğunluk genel me- yiiklenir olmuş; bu durum da felsefenin
metafizik (fızikötesi) 972

iki ana dalının, metafızik ile bilgikuraını­ nmla bu görüngülere dayalı sonuçlar or-
nın birbirine kanşunlması gibi, felsefi a- taya koyma; (iiı) nesnel a postmori yöntenr.
raştırmanın güvenilirliği bakımından son aynı öznel a posterion' yöntemin içgözle-
derece sakıncalı bir sonuç doğurmuştur. me dayalı olgular üzerinden sonuçlar or-
"Eskiçağ Yunan Metafiziği" ile "Sko- taya koyması gibi deneysel olguların ken-
lastik Metafizik" başta olmak üzere kla- dileri üzerinden sonuçlar ortaya koyma.
sik metafiziğe karşı en çok yöneltilen e- Bu yöntemlerden ikincisi, düşünme sü-
leştirilerden birisi, izlediği yöntemin bü- reçlerimize yoğunlaşarak bütün felsefeyi
tünüyle usdışı ya da bilimdışı bir nitelik "Düşünüyorum, demek ki varun" öner-
sergiliyor olmasıdır. Metafizik doğası ge- mesi uyarınca sağlam temeller üstüne o-
reği apriori yani önsel bilginin yolundan turtmayı amaçlayan Descartes ile izleyi-
yürüdüğünden, genellikle doğanın araşu­ cilerince etkinlikle kullanılmıştır. Söz ko-
nlmasında etkinlikle kullanılan a posterion' nusu yöntem, ruhbilirnsel temelleri gü-
yani deneysel yöntemi kendi soruştur­ vensiz bularak metafiziği "koşulsuz buy-
malarında kullanmaktan özenle kaçın­ ruk" uyarınca, yani "Yapmak zorunda-
maktadır. Nitekim bu bağlamda metafi- yım, demek ki özgürüm" önermesiyle bü-
ziğe yöneltilen eleştirilerin en önemlile- tünüyle ahlaksal temeller üstüne oturtma-
rinden biri Bacon tarafından ünlü "ö- ya çalışan Kant ile izleyicilerinin de baş­
rümcekler ile arılar eğretilemesi"yle dile vurduklan bir yöntemdir. Üçüncü yön-
getirilmiştir. Bacon'a göre, aynı örümce- tem, Aristotelesçi kavramları, özleri, töz-
ğin kendi gövdesinden ağını örmesi gibi leri, nedenleri bütünüyle yadsıyarak, bun-
metafizikçi de metafizik yapısını çevre- ların yerine güç, kütle, ağırlık gibi bütü-
sindeki dünyadan hiçbir veri toplamak- nüyle deneysel kavramları kullanan de-
sızın, doğadaki hiçbir kaynağa başvur­ neyci felsefecilerC:e kullanılan bir metafi-
madan salt- kendi zihninin içeriklerinden zik yöntemidir. Bu yöntemin uygulayıa­
oluşturmakta, kendi zihnindekileri kılı lan, her bilimin kendi özel doğasına öz-
kırk yaran bir özenle işleyerek metafizik gü kavramlarını bir deneysel-eleştirel me-
ilkeleri durumuna getirmektedir; üstelik tafizik dizgesi içinde toplama arayışıyla
çiçeklerden topladığı özleri kendi vücu- metafizik yapmaktadırlar. İkinci ile ü-
dunda işleyip bala dönüştüren anlar gibi çüncü yöntemler karşısında, bütünüyle
çiçeklere yani dış dünyaya da başvuruyor sözcüğün gündelik dildeki kullanımıyla
değildir. Yeniçağ bilim anlayışının genel "bilirndışı" olmakla suçlanan birinci yön-
metafizik eleştirisini oldukça iyi yansıtı­ temin izleyicileri arasında, gerçek felsefe
yor olmakla birlikte, Bacon'ın eğretile­ bilgisinin kaynağının dünyada ya da çev-
mesi metafıziğe ilişkin çok önemli bir remizde olmayıp kesinlikle bizim üstü-
yarıiış anlama üstüne kuruludur. Bacon' müzde bulunduğunu düşünen başta Pla-
ın eleştirisi metafiziğin salt tek bir yön- ton olmak üzere klasik fılozofların he-
temle gerçekleştirilen bir bilme etlı:i.ıiliği men bütünü bulunmaktadır. Nitekim bu
olduğunu varsayar; oysa ki metafiziğin yöntemle düşünen filozoflara göre, me-
değişik bağlamlarda kullandığı üç ayrı tafiziğin başlıca amacı tümellerin bilgisi-
düşünme yöntemi bulunduğunun alu ö- ne ulaşmakur; bu bilgi ise deneye gi-
zellikle çizilmelidir: (i) aprioriyöntem: bir- dilerek değil ancak düneyüstü yüksek bir
takım kendinden açık koyutlardan, ilk- doğruluk düzeni ile bu düzenin saluk
savlardan, kanıtsavlardan ya da doğru ta- metafizik ilkelerinin düşünsel sezgisine
nımlardan tümdengelim yoluyla bu var- dayanarak elde edilebilir.
sayımlarda içcrimlenen sonuçlan çıka­ Modem Felsefe'de pek çok düşünce
rımla ortaya koyma; (ıi) ÖZJ1el a posteri6n' okulunca yürürlüğe konan, bütün öğele­
yiintenr. birtakım bilinç görüngülerini in- riyle birlikte klasik metafizik anlayışın
celeyerek deneysel yolla, yani tümeva- çürütülerek yadsınması amacı, hiç kuş-
973 metafizik (fızikötesi)

kusuz maddecilikten deneyciliğe, Kant'ın çuluk ile deneycilik konumları arasında


deştird fdsefesinden görüngübilim ile son derece başarılı bir bireşime giden
yorumbilgisine, çözümleyici fdsefeden Kant'ın "eleştirel felsefe"sinde temellen-
postmodernizme dek Descanes sonrası dirdiği metafiziğin geleceğine yönelik ye-
felsefderin gündemlerinin birinci başlı­ ni fdsefe izlencesi, hem kendinden son-
ğına karşılık gelmektedir. Bu nedenle raki metafizik anlayışların temel · yakla-
klasik metafiziğe yönelik yerleşik bakış şımlarını belitlemek bakımından hem de
açısındaki en küçük bir değişiklik, son klasik metafiziğe karşı kendinden önce
derece büyük metafizik farklılıklar üstü- sunulmuş olumlu olumsuz pek çok çö-
ne kurulu felsefe anlayışlarının . doğma­ zümlemenin felsefe değergelerine açıklık
sına yol açmıştır. Bu bağlamda, bir yanda getirmek bakımından açıkça bir kırılma
metafiziğin "aşkın bir ay ışığı"ndan öte noktasıdır. Önemli kitaplarından birine
bir değeri olmadığı savı temelinde meta- Geleaıkle Bilim Olarak Ort'!Ya Çıkabilecek
fiziğin bütünüyle boş bir uğraş olduğunu Her Tiinlen Metafi:efğe Pnılego111e11a (1783)
düşünen, bu nedenle de bir an önce bu başlığını veren Kant, klasik felsefe eleşti­
etkinliğe son verilıriesi gerektiğini savu- risine başlangıç noktası olarak "felsefect.
nan irili ufaklı pek çok olumsuz görüş sı­ bilinemezcilik" konumunu almıştır. Bu-
ralanırken, öbür yanda metafiziğin bu na göre, kendinde şeyin (Ding an sich) il-
haliyle bütünüyle yanlış yolda olduğunu, kece bilinmesinin olanaksız olduğunu i-
bu yüzden de bir an önce "ortakgörüye leri süren Kant, maddesel varlığı bulun-
yanaştırılması" gerektiği savunusu teme- madığı halde gerçekten varolduğu düşü­
linde metafiziği yeniden yapılandırmaya nülen, bundan da önemlisi bu düşünülen
çalışan bir dizi yenilikçi felsefe izlencesi varlığın bilinebilir olduğu varsayımıyla
bulunmaktadır. "Maddecilik" doğal ola- yola koyulan bütün metafizik girişimle­
rak metafıziğin maddi olmayan gerçekli- rin felsefece değerlerini bütün bütün
ğin bilimi olmaya yönelik temd savına yadsımaktadır. Kant, kurgusal us yoluyla
şiddetle karşı çıkmaktadır. Madde dışın­ yürütülen bütün metafızik düşüncelerin,
da gerçek anlamda hiçbir şeyin varola- deneyimin dışına çıkmaya çalıştıkların­
mayacağını kabul eden maddecilik için, dan ötürü çuvallamak zorunda oldukla-
maddesel olmayan gerçekliğin bilimi gibi rını belirterek, buna gerekçe olarak da
bir tasarımın temellendirilmesi hiçbir ko- bilginin ancak deneyden edinilen duyu
şulda söz konusu değildir. Bununla bir- verilerinin anlama yetisinin a prirori kate-
likte pek çok felsefecinin gözünde mad- gorilerince işlenmesiyle olanaklı olduğu­
<kcilik açıkça bir gerçeklik kuramı sun- nu göstermektedir. Bir başka deyişle,
duğundan ötürü biitüniiyle yadsıdığı me- deney alanı içinde kalmayan her türden
t.-ıfizik araştırmaya önemli bir katkıda bilgi araştırması, ilkece neyin bilinebilir
bulunmaktadır. Öte yanda "deneycilik'. neyin bilinemez olduğu sorusunu temel-
cje insan deneyiminde kendisini göster- lendiremediği için, kendinde şey alanının
meyen, duyu organlarınca algılanması o- hiçbir durumda bilmeye açık olmadığı
lanaklı olmayan birtakım gerçeklerin ara- gibi çok önemli bir felsefe gerçeğinin üs-
nışı olarak klasik metafızik tasarımına tünden atlamaktadır. Kant'a göre, klasik
karşıdır. Bununla birlikte sahip olduğu metafiziğin en büyük yanlışı da insan
hem bilgikuramsal hem de varlıkbilgisd bilgisinin hangi koşullarda olanaklı oldu-
son derece önemli felsefe savları, çö- ğu sorusunu yeterince araştırmadan tez
zümlemderi ve temellendirmeleri nede- elden enson gerçeklik diye önüne koy-
niyle deneyciliğin de klasik metafizikten duğu kendinde şey dünyasını soruştur­
ayrı olmasına karşı eninde sonunda bir maya koyulmuş olmasıdır. Metafiziğin
metafizik anlayışı olduğu kuşku götür- hem Kantçı hem de deneyci temellerde
mez. Yine aynı sorun bağlamında, us- olanaksızlığının gösterilerek çürütüldüğü
metafizik davranışçılık 974

görece yeni anlayışların başındaysa hiç likte "*ruh göçü" anlamında kullanılmaya
kuşkusuz "manukçı olguculuk" gelmek- başlanan terim. "Ruhun ölümsüzlüğü"
tedir. Bütün bilgilerin deneye açık olgu- ve "yeniden doğuş" öğretileriyle içiçe
lar ile yine deneye açık olgulararası iliş­ düşünülmesi gereken bu terim, ayrıca
kiler üzerine olduğiınu ileri süren man- Doğu felsefesinde, özellikle de gelenek-
ukçı olguculuk, bu bilgikuramsal gerçeğe sel Hint felsefesi ile Buddhacılık'ta,
karşı felsefe yapmanın, yani deneyin ala- *sa111sara öğretisinin önemli bir öğesine
nının dışına çıkarak klasik metafiziğin karşılık gelir. Ayrıca bkz. palingenesis.
kurgusal düşünme kipiyle bilgiyi araşur­
manın saçma bir uğraş olduğunu bildir- metheksis (Yun.) Sözcük anlamı "pay
mektedir. Metafiziğin saçmalığını en iyi alma", "bir etkinlikte payı bulunma'',
biçimde tarutlandığıru düşündükleri Witt- "kaulma" olan bu terim, Platon tarafın­
genstein'ın Traçfat11s Logiaı-Philosophiauad­ dan tek tek algılanan değişen nesneler ile
lı kitabını kendi konumlarının adeta fel- düşünceyle kavranabilen değişmez idea-
sefe anayasası olarak benimseyen man- lar arasındaki ilişkiyi betimlemek için
tıkçı olgucular, Hume'un açıkça metafi- kullanılmışur.
ziğe öldürücü son darbeyi vurduğu dü- Bir başka deyişle, Platon'un "duyıılur
şünülen ünlü tümcesini de kendi felsefe dünya"sı ile "düşünülür dünya"sı arasın­
anlayışlarına temel ilke yapmışlardır: "De- da köprü işlevi gören metheksis, formlar
neyimin dışına çıkmak olanaksızdır." ile bu formlardan pay alan, böylelikle
Açıkça görüldüğü gibi, modern fel- aynı zamanda onlara kaulmış da olan ti-
sefe bağlamında metafiziğin olanaksızlı­ keli er arasındaki ilişkiyi niteler (Phllido11,
ğının gösterilerek çürütülmesi düşüncesi 100d; Pıırmenides, 130c-131a). Aristoteles
başlı başına bir felsefe sorununa dönüş­ metheksis ile diğer bir Platoncu terim olan
müştür. Ancak bu bağlamda verilen pek *mimesis (taklit; öykünme) arasında, söy-
çok çözümlemenin bilgikuramsal temel- leyiş farkı dışında, herhangi bir ayrım
ler üzerinden gidilerek yapılmış olması, bulunmadığını, her ikisinin de Platon'un
dolayısıyla metafiziğin bilgikuramına in- felsefesinde aynı işlevi gördüğünü ileri
dirgenerek çürütülmeye çalışılması, me- sürmüştür (Metafizik, 987b).
tafiziğin Eski Yunan'daki özünün, sözün Yeni Platoncu düşünürlerden Ploti-
özü metafizik bağlarurnlann insan yaşa­ nos başka eğretilemeler kullanmayı yeğ­
mındaki yerinin yeterince iyi algılanma­ lerken, Proklos'un felsefe dizgesinde
dığını göstermesi bakımından olduğu ka- metheksis önemli bir yer tutar. Proklos
dar, modem felsefenin pek çok şeyden Tllnnbili11tin Öğe/m•nde bu terimin meta-
vazgeçmek pahasına ne denli bilgi ağır­ fi:rik içermelerini derinlemesine taruşır.
lıklı bir felsefe tutumu sergilediğini gör-
mek bakımından da oldukça öğretici bir methodos (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
değer taşımaktadır. Aynca bkz. felsefe; sinde, özellikle de Aristoteles'te, "sorup
varlıkbilgisi. soruşturma'', "irdeleme" ya da "kovuş­
turma" anlamında kullanılan terim: "a-
metafizik davranışçılık bkz. davranış­ raştırma".
çılık.
metin ~ng. text, Fr. fe.""<te; Alm. texı] En
metafizik idealizm bkz. idealizm. genel anlamda, yapıt, belge, dilekçe, yasa,
önerge gibi çeşitli dilsel anlatım düzenle-
metafizik istenççilik bkz. istenççilik. rine göre oluşturulmuş; yerleşik dilbilgisi
kuralları uyarınca yazılmış; yazılırken belli
metempsykbosis (Yun.) İlkçağ Yunan retorik stratejiler, konu, içerik, biçem
felsefesinde, özellikle Pythagoras'la bir- gibi birtakım biçim özellikleri gözetilmiş;
975 metin

çeşitli anlarım ya da söyleme olanaklarıy­ nin nesnel bir içeriğinin, anlamının, an-
la kurulmuş sözcükler bütününe, basılı lamasının, dolayısıyla da nesnel bir oku-
ya da değil her türden yazı parçasına ve- masının olduğu, buna bağlı olarak da ya-
rilen ortak ad. Metinler, kimileyin tek bir zarın yazdığı metnin tek yetkesi olduğu­
yazarca, kimileyin iki ya da daha çok ki- dur. Hatta geleneksel anlayışt.-ı metnin
şiden oluşan ortakyazarlarca, kimileyin yazarının Tanrı konumuna yerleştirilmesi
de belli bir yazı komisyonunca kaleme söz konusudur. Yazar-egemen bu gele-
alınırlar. Bu bağlamda yazılı bir iletişim neksel anlayışa karşı yapısalcılar, özellikle
yolu olarak metin hep önceden varsay- de post-yapısalcılar metnin yazar ile okur
dığı belli bii: okur öbeğine seslenir. Bu arasında yalınkat bir iletişim olanağı ol-
seslenişiyle, hedef okur kitlesi olarak be- duğu düşüncesine karşı çıkarak, metnin
lirlediği ya da öngördüğü okuyucularına bir kültürel dönemin söylem kodlarıyla
belli iletiler yollayarak kendilerinde çe- yazın kurumunca belirlenmiş bir biçim-
şitli etkilere yol açmaya çalışır. Yerleşik ler dizisi olduğunu savunmaktadırlar.
felsefe dilindeki kullanımıyla yazılı bir Aynca yazarın söylediklerini kayıtsız
anlamlandırma biçimi olan "metin" te- şartsız anlamaya çalışan edilgen okur ko-
rimi, genellikle belli bir bağlam içinde numunu eleştirerek, bir yandan yazarın
okura belli felsefe konularında çeşitli dü- yetkesini kökünden sarsmayı ·amaçlar-
şünceler iletmek amacıyla oluşturulmuş ken, öbür yandan okura yazar önünde
yazılı metinler için kullandır ve bu tür yitirdiği değergesini yeniden kazandır­
metinler de "felsefe metni" diye adlan- maya çalışmaktadırlar. Bu çabalarıru des-
dırılırlar. teklemek amacıyla, metin bir kez yazıl­
Metin terimi özellikle XX. yüzyılın dıktan, yazarının elinden çıkıp baskıya
önde gelen düşünce akımları ''post-yapı­ verildikten sonra, metnin yazardan ba-
salcılık", "görüngübilim" ve "yorumbil- ğımsızlığını da kazandığını belirterek, o-
gisi" çerçevelerinde savunulan temel dü- kurun metni ilkece metnin yazarından
şüncelerin etkisiyle büyük bir önem ka- daha iyi kavrama konumunda olduğunu
zanmışur. Günümüzde her metnin ken- dile getirmektedirler. Bu nedenle klasik
disini oluşturan, kendi metin olmak- okuma yordamında olduğu üzere yazarın
talığını belirleyen, kendini öteki metin- söylediklerini olduğu gibi anlamaya çalış­
lerden ayıran birtakım yapı ve soy özel- mak, yazarın kafasındaki niyetleri yaka-
liklerinin toplamı olarak ele alınması ge- lamak ya da yazarın metindeki sesini
rektiği düşüncesi sıkça dile getirilmekte- bulgulamak, yazarın egemenliğine teslim
dir. Kuşkusuz bu düşüncenin alunda olmak anlamına gelen yersiz arayışlardır.
yatan, metinlerin bağımsız birer ,·arlığı XIX yiizyılda Dilıhey'ın çalışm:ıla­
olan "kendilikler" olarak görülmeleridir. nyla canlanmaya başlayan, XX. yüzyıl­
Buna göre her yazılı metnin sözden daysa yeni bir solukla, yepyeni bir görü-
farklı olarak yazarın yazdığı bağlamdan nümle Gadamer'in falsefea yorumbilfjsı•nde
ayn bir varlığı vardır. Geleneksel metin doruğuna ulaşan "yorumsamacı" gele-
anlayışında, belli bir iletiyi belli okurlara nek için "metin" terimi, kilit değerde bir
taşıma, iletme isteğinin doğal sonucu önemi bulunan, sürekli yeniden yorum-
olarak görülür metin. Metnin anlamaya lanması gereken bir terimdir. Özellikle
açık bir içeriği söz konusudur; bu içerik anlama ile yorumlama gibi iki temel in-
de yazarca belirlenmiştir. Yazar, metnini san etkinliği üstüne yoğunlaşan yorum-
kaleme alırken kişisel güdülenimlerini, bilgisi, bu iki etkinliği doğru bir biçimde
amaçlarını ya da niyetlerini kimileyin kavramanın ancak kapsamlı bir metin
açıkça kimileyin farkında olmadan üstü anlayışırun oluşturulmasından geçtiğini
örtük biçimde açığa vurur. Bütün bu dü- düşünmektedir. Hiç kuşkusuz yorumbil-
şüncelerde savunulan ortak görüş, met- gisinin metin üzerine getirdiği açımla-
metin 976

maların pek çoğu anlam ile anlamın ta- lamaya çalı\ffllayı savunmanın, anlama gi-
rihselliği olgusuna dayanmaktadır. Bu ol- bi çok önemli bir insan etkinliğini met-
gu üzerinden metin anlayışımızı geliş­ nin sınırlarına kapatmak· olacağını dü-
tirmeye yönelik olarak ortaya konmuş şünmektedir. Öte yanda ikinci öbekte
düşünceleri en genel anlamda iki öbeğe yer alan okurun niteliklerine gdince, bu
ayırarak ele almak olanaklıdır. Bunlardan konuda dile getirilen düşüncelerin çok
ilki doğrudan metnin kendisinin taşıdığı büyük bölümünün daha ilk bakışta gele-
nitelikleri ilgilendirirken, ikincisi metni neksel metin anlayışının üstüne bina
anlamak amacıyla metne yaklaşan oku- edildiği "yazar-okur ikiliği"ni çözüştür­
run nitelikleriyle ilgilidir. İlk öbekte an- meyi amaçladıkları gözlenmektedir. Bu
lain varlığı olarak metne yönelik belirle- amaçla ortaya konan düşüncelerden en
melerden en önemlisi, her metnin belli önemlisi, metni yazarken yazann kafa-
bir tarihsel bağlamda yazılmış olduğu sından geçeni olduğu gibi anlamak, do-
gerçeğine parmak basan "tarihsel uzak- layısıyla da yazarın egemenliğine kayıtsız
lık" düşüncesidir. Buna göre metinler şartsız boyun eğmek yerine, kişinin ken-
geçmişte çoğunluk düşünüldüğünün ter- dini anlamasına katkıda bulunacak okur-
sine ilkece her bakımdan anlamamıza egemen bir okuma tarzı içinde metne
açık değildirler. Metnin yazıldığı dönem- yaklaşmasının gerekliliğidir. Yorumbilgi-
le aramıza giren süre metnin anlaşılma­ ci felsefenin metin tasarımında her me-
sını her geçen gün bizden daha bir uzak- tin, her okunduğunda kişiye kendini an-
laştırmaktadır. Bu b-ağlamda Aristoteles' laması bağlamında değişik olanaklar su-
in Metaft'ik adlı kitabının tarihin bütün nan, yeni katkılarda bulunan, özetle ken-
dönemleri için aynı anlaşılma değergesini disine hiç bakmadığı yönlerden bakma-
taşıdığı söylenemez. Farklı dönemler için sına olanak tanıyan bir anlama yaratıcılı­
farklı anlama düzeylerinin söz konusu ğının beşiğidir.
olması, kişilerin anlam yetilerinin gerile- Metin sorunu bağJ.amında gerek post-
mesinden ya da körelmesinden ileri ge- yapısalcılardan
gerek yorumbilgicilerden
len bir durum olmayıp daha çok metnin daha da ötelere giden postmodernler,
yazıldığı dönemdeki anlama biçiminin metin kavramını salt yazılı metinlerle sı­
bütün içeriğiyle birlikte evrilip başkalaş­ nırlamanın doğru olmadığını düşündük­
masından kaynaklanmaktadır. Bu düşün­ lerinden, karşılaşılan bütün olayların, va-
cenin doğrudan bir içerimi olarak yo- rolan bütün görüngülerin okunması ge-
rumbilgici düşünürler, geleneksel felse- reken birer metin olduklarını ileri sür-
fede üstünde önemle durulan "önyargı­ mektedirler. Her şeyin metin yapılması,
lar"dan b~ımsız bir anlama arayışının hf"r şeye bir metin olarak yaklaşmak an
da yanlış anlamalara meydan vermeden lamına gelmektedir. Postmodernler met-
doğru anlamaya ulaşma ülküsünün de ni herhangi bir kısıtlama olmaksızın nes-
boş istekler olduğuna dikkat çekmekte- nel içeriğinden özgürleşmiş bir bütünlük
dirler. Özellikle Gadamer anlama anlayı­ olarak gördüklerinden, bir metnin hiçbir
şımızı baştan aşağı değiştirecek denli okumasının bir başka okuma önünde ne
aşın uç bir açıklamada bulunarak, önyar- daha iyi ne de daha doğru bir okuma
gılann anlama önünde bırakın engel o- olmadığını savunmaktadırlar. Metin üze-
luşturmayı tam tersine anlamayı olanaklı rine ortaya çıkan bu yeni düşünsel ko-
kıldıklarını belirtmektedir. Bütün anla- num en iyi anlatımını Fransız yapısö­
maların eninde sonunda kişinin kendini kümcü düşünürü Derrida'nın "Her me-
anlaması demek olduğunu savunan Ga- tin başka bir metne gönderme yapar:
damer, geleneksel yaklaşımda olduğu gi- metnin dışında hiçbir şey yoktur'" sö-
bi metinleri önyargıdan uzak bir biçim- zünde bulur. Bu yeni metin anlayışıyla
de, metinde söylenenleri olduğu gibi an- oluşturulan postmodem metin, birbirin-
m metinselcilik

den bağımsız bir parçalar derlemesidir. metinlerarasılık [İng.i11tmextNali!J; Fr.


Yeri geldiğinde metnin birliği ile metnin i11tel'text11aliti; Alm. i11/trltx/Nalitiit] Post-
kendi içinde tutarlı olması gibi gdenek- modern ile post-yapısala düşünme yor-
sel ülkülerin bile isteye çiğnendiği, yeri damlannda, varolan her metnin diğer
geldiğinde çelişkiye düşmekten çekinil- varolan tüm metinlerle ilişki içinde oldu-
meyen bir anlam örgüsüdür postmodern ğunu, bu ilişki temelinde de metinlerin
metin. Sonsuz sayıda okumaya açık bir geniş bir anlam dağarağı ya da aruam-
yorumlama ağı olması bakımından da landırma dağarı oluşt~rduğunu, böyle-
"çoğulcu"dur. Umberto Eco'nun "Açık likle de metinlerle örülmüş uçsuz bucak-
Yapıt" diye adlandırdığı bu tür metinler, sız bir düşünme patikaları ağı oluştu­
okur ile her katşılaşmasında yeni baştan ğunu dile getiren kavram. Daha yazınsal
yazılan, yorum üreten birer makine gi- bir gözle bakıldığında ise, verili bir met-
bidirler. Bu yüzden okuru daha etkin ol- nin diğer metinlerle evirmece/çevrikle-
maya, metnin tüketicisi olmayı bırakıp me (anagram), anıştırma/dokundurma,
üreticisi olmaya çağırırlar. Kimileyin "ya- uyarlama, aktarma/ çeviri, gülünçleme/
zılabilir metirıler" diye de adlandırılan a- yansılama (parodi), yankı, benzek/ben-
çık metirılerin en belirgin özdlikleri, de- zetl/öyküntü (pastiş), taklit/ öykünme ve
ğişik: yorumlara uygun olmalan, farklı diğer dönüştürme yollanru kullanarak i-
anlamlara gebe olmalan, farklı anlama- lişkiye geçmesi ya da ilişkili olması.
lara yol açacak özgün ve karmaşık oku- Son dönemlerin gözde postmodern
malara olanak tanımalandır. :Bunun kar- kuramcısı Zygmunt Bauman "metinler-
şısına yerleştirilen "okunabilir'' ya da arasılık" dendiğinde bundan anlaşılması
"kapalı metinler"in en temel özellikleriy- gerekenin, son derece karmaşık , iç içe
se, edilgen, salt kendisine sunulanı alan geçmiş ilişkiler düzleminde "metirıler a-
bir konumdaki okur için yazılmış olma- rasında herhangi bir yere varmadan ya
ları, okura tek ve değişmez bir anlamı da üzerinde anlaşılmış bir noktada dur-
dayatıyor olmaları, yeniden yazılıp başka durulmadan sürdürülen sonsuz konuş­
bir biçimde anlaşılmaya karşı korunaklı ma" olduğunu söyler. Öte yandan me-
olmaları biçiminde özetlenebilir. Bu tür tinlerarasılık Julia Kristeva 'run gösterge-
metinler, okuma süreci boyunca, değişik biliminde anahtar bir kavramdır. Kriste-
yorumlara, farklı anlam ve anlamalara, va'ya göre bir metin bdirli bir anlamı
özgün okumalara karşı direnen metirıler­ olan veı:ili bir şey olarak görülemez. Bir
dir. Postmodernler, "us-egemen", "fal- metin ancak ilişkili olduğu diğer "yazı''
lus-egemen", "erkek-egemen", "ırk-ege­ ların özümsenmesi ve döniişti\rülmesiyle
men'' gibi ilkece her türden egemenci anlaşılabilen bir mozaiktir. Bir metin di-
yaklaşımlara karşı çıkmalarına karşın, ki- ğer metinlerden hiçbir biçimde bağımsız
mi fdsefeciler metne yüklenen böylesine olamaz. Her metin birçok "yazı"run; ya-
büyük bir anlamı gerekçe göstererek zann, okuyucunun, tarihsd ve kültürd
postmodern yaklaşımı benimseyen düşü­ bağlamların birleştiği bir kavşaktır. Kris-
nürleri "metin-egemen" bir yaklaşım i- teva bu meıinlerarasılık kavrayışını yal-
çinde olmakla suçlamaktadır. Postmo- nızca bildik anlamdaki metirılere değil,
dernlerinse yapılan bu deştiriyi çoğun­ anlamlandırılabilen, anlam üretilebilen
lukla, her metnin öteki bütün metinlerle her şeye uygular. Aynca bkz. metin;
ilişki içinde olduğunu, bu ilişki temelinde metinsellik; metinselcilik.
de metirılerin geniş bir anlam ağı oluş­
turduğunu dile getiren "metinlerarasılık" ınetinselcilik (İng. te:.:/Nalis111; Fr. ıe.-.:/Na/.
düşüncesine başvurarak göğüsledikleri İS111e; te:ı.:INalimtNs] En genci anlamda
Alm.
gözlenmektedir. Ayrıca bkz. jouissancc, yalnızcametni odağa yerleştirerek bak-
kuşku yorumbilgisi; saçılma. ma tutumu. Yerleşik fdsefe dilinde, me-
metinsellik 978

tinlerin yazıldıklarıtarihsel ve toplumsal büyük ölçüde sıyrılmıştır. Günümüzde


bağlamı yoksayarak, meınin yazıldığı dö- metinselcilik düşüncesi salt yazılı metin-
nemdeki kültürel etmenleri göz önünde lere yönelik bir yaklaşım olmaktan gide-
bulundurmaksızın yalnızca ama yalnızca rek uzaklaşmaktadır. Her şeye okunacak,
metiıi, metnin kendisini odağa koyan fel- yorumlanacak bir metin gözüyle bakma
sefe yaklaşımı. eğilimi giderek ağır basmaktadır. Metin-
Metinsekilikte, başta felsefe metinleri selcilik yaklaşımı bu anlamda özellikle
olmak üzere toplum ve siyaset üzerine yakın dönemin gözde akımları post-ya-
yazılmış metinlerin, kendi iç örgüleri dı­ pısalcı ile post-modern düşüncelerin o-
şında yer alan tarihsel, toplumsal ve kül- murgasını oluşturduğu gibi yorumbilgi-
türel kuŞatanlar doğrultusunda okunma- sinin çağdaş biçimleri için de kilit Önemi
sının metiıin en iyi biçimde anlaşılması bulunan bir kavrayış haline gelmiştir. Ay-
önünde önemli bir engel oluşturduğu nca bkz. post-yapısalcılık; Rorty, Ric-
düşünülmektedir. Özellikle sonuna dek hard; Derrida, Jacques; De Man, Pa-
götürülmüş biçimlerinde metnin dışında ul.
ya da ötesinde başka hiçbir şey bulun-
madığını savunan metinselcilik, anlamın metinsellik ~ng. textualiry, Fr. textualite;
da anlamanın da metinle sınırlı olduğu­ Alm. text11alitiiij Bir metiıi metin yapan
nu, felsefi anlamda metnin dışına çık­ ana ilkeyi, buna bağlı olarak da bir met-
manın olanaksız olduğunu ileri sürmek- nin metin olmaktalığını belirlerken baş­
tedir. Terimin bu uç kullanımı, metnin vurulacak felsefece olmazsa olmazları
dışına çıkarak gerçekliğe gönderme yap- anlatan, "yorumbilgici" ile "yapısöküm­
manın olanaklı olduğunu savunan post- cü" felsefe dağarlarının kilit değerde ö-
modern ya da post-yapısala düşünürler­ nemi bulunan terimi. Metnin metinselliği
le girdiği. tartışmalarda Amerikalı düşü­ ilk balaşta görüleceği üzere, metinlerin
nür Rorty tarafından geliştirilmiştir. Hiç en iyi nasıl okunup nasıl yorumlanacak-
kuşkusuz "metnin dışına çıkarak gerçek- ları sorusu temelinde, her biri felsefenin
liğe göndermede bulunulamayacağı" dü- değişik bir kolundan yürütülen bir dizi
şüncesinin esin kaynağı, XIX. yüzyıl Al- araştırmayı olanaklı kılan bütün bir an-
man felsefesinde dile getirilen "düşün­ lama düzlemine göndermektedir. "Post-
celerin dışına çıkılarak gerçekliğe gidile- modernizm", "post-yapısalcılık", "gös-
meyeceği" savsözüdür. Rorty eleştirileri­ tergebilim", "yorumbilgisi", "yapısöküm­
ni özellikle "post-yapısala" diye bilinen cülük" gibi çağdaş felsefenin dikkate de-
Foucault, Derrida, Paul de Man gibi dü- ğer çerçevelerinde metinsellik düşünce­
şiiniirlere yönelterek, "pragmatik" yöne- sinin üstüne kurulduğu 'metin' sözcüğü,
limli gerçeklik tasanmını bir biçimde ko- salt bir yazı parçasına karşılık gelen yer-
rumanın gerekliliğine dikkat çekmiştir. leşik sözlük anlamı yerine, daha çok te-
Ni~ekim Rorty'e göre "öznelerarasılık" rimin kökence geldiği Latince'deki texere
terimi yerine öneı:ilen "metinlerarasılık" sözcüğünün "örmek" ya da "dokumak"
terimi son çözümlemede öznelerarası i- anlamlan göz önünde bulundurularak
letişim olmadan temellendiı:ilemeyecek düşünülmektedir. Bu anlamda, bir met-
. bir terimdir. Dolayısıyla metinselcilik te- nin okunuşu her durumda metinselliği
riminin felsefe sözdağarcığına ilk girişi, ya da metinsellikleri aracılığıyla olanaklı­
metinletin ötesine geçerek gerçekliğe u- dır. Bir başka deyişle, metin okuma edi-
laşabileceğimizi savunan görüşlere karşı mi gerçekte metnin metinselliğinin sö-
kötücül bir anlamda olmuştur. Ne var ki külmesinden başka birşey değildir. Metin
başlarda bu kötücül anlamda kullanılan denilen metinde okunan(lar)ken, buna
terim, sonraları kıta felsefecilerince sa- karşı metnin metinsellik(ler)i doğrudan
hiplenilmesiyle bu kötücül anlamından metnin nasıl okunduğuyla ilintilidir. Ni-
979 metinsellik

tekim, bir metnin yorumlanması demek, metnin kararverilemezliği metnin ürete-


metnin metinde açığa vurulan metinsel- rek ya da yeniden üreterek sunduğu bil-
liklerinin metnin anlam yapısı olarak ta- gilerden kaynaklanmaktan çok, üretimin
nınıp anlaşılması demektir. Metnin yo- ya da yeniden üretimin gerçekleştiği me-
rumlanması bu anlamda, metnin içindeki tinsel sunum düzleminin degcrgcsinden
metinselliği ya da metinsellikleri metnin doğmaktadır. Genellikle metnin metin-
dışına çıkartarak, yani metni özel bir selleştirme sürecinde ortaya çıkan "ka-
biçimde özgül bir anlam düzlemine taşı­ rarverilemezlik", kendisini metinde açığa
yarak açımlamaktan geçmektedir. Açıkça vururken kendisiyle birlikte kararverile-
görüleceği gibi, metin metinselliğini a- mez olan bir metinselliği de açığa vur-
raştıran okumaları ile yorumlarından ayrı maktadır. Daha açık bir deyişle, tam da
bir şeydir, oysa metnin metinselliği ya da metnin metinselliği kararverilemez oldu-
metinsellikleri ancak okumaları ile yo- ğu için metnin kendisi kararvcrilemczdir.
rumlanyla ortaya çıkanlabilirdir. Sözge- Derrida'nın altını çizdiği gibi, metnin
lirni tanınmış Fransız göstergebilimci Ro- metinselliği kararverilemezdir çünkü me-
land Barthes, "yapıt" ile "metin" arasın­ tinsellik, metne yönelik tanımlama ça-
da son derece önemli bir ayrım yapmak- balarına, metinden kesin sonuçlar çıka­
tadır. Buna göre yapıt, anlamı kuşku nlmasına, metnin birtakım yerleşik an-
duyulmayacak bir biçimde belli, sınırları lam kalıplarına sığdırılmasına ya da bir-
iyiden iyiye çizilmiş kapalı ve sonlu bir takım anlam yapılarına oturtulmasına kar-
yapıya gönderirken, buna karşı metin şı dirençli ve korunaklıdır. Paul de Man,
hem okuyucusu değiştikçe, hem de aynı metinlerin bu kayg.ınlıklannı ''betileşti­
okuyucu tarafından yapılan her yeni o- rllemezlik" diye tanımlamaktadır. Metin-
kumada sonsuz bir yeniden yorumlama sellik, metnin kendi merkezlerini merkez
sürecine konu, her durumda anlamsal bir konum olmaktan çıkardığı yerde baş­
belirsizliğini koruyan açık uçlu bir yapıyı lar. Bu anlamda metnin merkezsizliğiyle
anlatmaktadır. Öte yanda, Edward Said' dokulu metin örgüsü, yani metinselliği,
in belirttiği üzere, metinsellik ilk bakışta metnin kendisinde birtakım özgül il-
göründüğünün tersine salt metnin metin mekler atılmasına bağlı olarak değişik
olmaktalığını anlatan soyut, edilgen, can- merkezsizleştirme stratejileriyle örülmüş­
lılığını yitirmiş herhangi bir kavram de- tür. Burada üzerinde durulmasi gereken
ğildir; bütün yönleri ve bileşenleriyle bir- bir dizi önemli soru ortaya çıkmaktadır:
likte ba~ı başına yaşamsal bir "pratik"tir; Metin bir biçimde kararverilemez, me-
çünkü çatısı ancak metinselliği yoluyla iyi tinselliği de kararverilemezliği ise, o hal-
kurulmuş bir metin arılanılı bir şey ola- uc bir metnin okunması ye yorumlan-
bilmekte, kendisi olarak yalnızca kendi ması ne anlama gelecektir? Metin, me-
metinsellik çatısı altında eyleyebilmekte- tinselliğiyle birlikte bütün bütün bir ka-
dir. ı'llrverllemczlik sergiliyorsa, ne türden yo-
Bu bağlamda, başta Derrida olmak ü- rumlar ya da okumalar yapmak olanaklı­
zere yapısöküm yönelimli pek çok düşü­ dır? Hepsinden de önemlisi, her durum-
nürün ileri sürdüğü gibi, metinler için gös- da kararvcrilemez bir metni okuyup yo-
terilebilecek en temel metinsellik ilkesi rumlamaya ne adına, neden gerek var-
''kararverilemezlik"tir; metinlerde ensen dır? Bu önemli soriılara bir biçimde ya-
anlamda bir anlama ulaşmanın olanaklı nıt olacak bir açıklamanın kuşkusuz ka-
olmadığını ileri süren bu ilke, metnin rarverllemezliğin hem doğasını hem de
şaşmaz bir sağlamlıkta anlaşılmasına yö- yenni çok iyi bir biçimde saptaması zo-
nelik geleneksel yorumbilgisi amacına runludur. Metnin bir yere, bir bağlama
hiçbir zaman gerçekleştirilemeyecek bir ya da bir di.izleme yerleştirilmesiyle, met-
ülkü olarak bakmaktadır. Bu anlamda, nin kararverilemezlik sergileyen bütün
"mış" felsefesi 980

bir örgüsü bir anda açıklığa kavuşmakta­ dır. Burada açıkça ortaya konan görüş,
dır. Yani bir başka deyişle, metnin karar- metinde görünmez olanın, gizlenmiş ya
verilemezliğinin değerlendirilip çözülme- da saklanmış bulunanın ancak metnin
si, metinselliğinin kararverilemezliğinin metinselliğinde kendisini açığa vurabilir
değerlendirilip çözülmesinden geçmekte- olmasıdır. Ancak metne ilişkin ne kadar
dir. · şey kesinlenerek aydınlığa kavu;;turulursa
Bütün bu söylenenlerden çıkan en ö- kavuşturulsun, metnin kendisine yönelik
nemli sonuç, post-yapısalcılık ile yapısö­ belirleme ile belirginleştirme çabaların­
kümcülük başta olmak üzere çoğu post- dan daha çok kaçmakta oluşu, kendi-
modem metin anlayışında metnin me- sinde gizli olanı daha da bir gizliyor o-
tinselliği denince bundan anlaşılması ge- luşu metinselliğin en ayırt edici özellikle-
rekenin kararverilemezlikten başka bir rinden biridir. Derrida'nın metnin "açık
şey olmadığıdır. Bu anlamda, "metin bir yüzü" ile "gizli yüzü" üzerinden giderek
şeydir metinselliği başka bir şeydir" var- sunduğu bu iki katlı metinsellik çözüm-
sayımı son derece yanlış bir anlayıştır. lemesini, çok büyük ölçüde Heidegger'in
Ne var ki metnin dillendirme mantığı varlığın bir yandan kendisini açığa vu-
çoğu durumda kolaylıkla izlenebilir ol- rurken öbür yandan gizliyor olduğu yol-
masına karşın, metinselliğini belirleme- lu temel varlıkbilgisi saptamasından ha-
nin hiç de öyle kolay bir yolu olmadığı reketle geliştirdiği kuşku götürmez. Ni-
açıktır. Karar verememe durumu okuyu- tekim metnin belli bir şey anlatırken,
cunun kendisinden, kafasının karışık ol- olanaklı bir dünyayı ortaya sererken, çe-
masından ya da ruhsal durumundan kay- şitli seslere, düşüncelere, ritimlere, söz
naklanan bir eksiklikle açıklanamayacak oyunlarına başvuruyor olması metni gö-
denli karmaşık bir süreçtir. Dahası met- rünür kılan açık yüzüdür. Ama öte yan-
nin göndermelerinin açık olmayışlarına da, metin kendi metinselliğini ya da me-
bağlanacak bir durum da değildir. Nite- tinsdliklerini gizlemeye de ayn bir özen
kim başta felsefe ile yazın metinleri ol- göstermektedir. Bunu yaparken de için-
mak üzere, hemen bütün metinlerin de taşıdığı anlamlar ile anlam yapılarının
dünyanın gerçekliğiyle ya da gerçekliğin üstünü örtmektedir. Derrida'nın gözün-
dünyasıyla ne türden bir ilişki içinde ol- de metinselliğin gizlenişinin başlıca ne-
duklarını açık seçik bir biçimde ortaya deni, metnin belli türden bir okuma yor-
koymadıkları bilinen bir durumdur. Bu- damıyla okunmayı istemesi, dahası belli
nun yanında pek çok metnin gerçek bir biçimde anlaşılması için duyurduğu
dünyaya rağmen, birtakım olanaklı dün- çağrının kendisidir. Dolayısıyla metinsel-
yalar tasarlayıp kurmalan, metinsellik ko- liği gizlenmiş hir metnin olağan okıım•<ı
nusu bağlamında üstünden atlanamaya- ancak yüzeydeki anlamı görme yetisi ta-
cak denli önemlidir. Ancak yine de bü- şıdığından, bu okumanın metnin gizemli,
tün bu sıralanan durumların hiçbiri de üstü örtülmüş, kararverilemez anlamla-
metnin kararverilemezliğini tek başına rını fark edip peşlerine düşmesi ya da
betimlemek için yeterli değildir. Metnin izlerini sürmesi olanaklı değildir. Aynca
kararverilemezliği, onlar aracılığıyla ken- bkz. metin; metinselcilik; yapısöküm;
disini bir metin olarak kurduğu metinsel- yorumbilgisi.
liği ya da metinselliklerinde yatmaktadır.
Derrida'nın metinsellik tasarımına "mış" felsefesi [İng. as-ifphilo.rophy, phi-
göre, metnin metinselliğinde her zaman loıopl!J of (the) a.r-if, Fr. philıı.rophie de romme-
için bir şey saklanmaktadır; metin hem ıi; Alm. philoıophie deı al.r-ob] Alman dü-
kendinde olan bir şeyin hem de ken- şünür ve felsefe tarihçisi Hans Vaihin-
dinde olmayan bir şeyin kendi metinsel- ger'in (1852-1933), Kant'ın "bulgusai/
liğinde gizlenmesine olanak tanımakta- buldurucu yapıntılar" (heuriıtic.ftı1ionı) te-
981 Milarepa

riminden yola çıkarak kendine özgü bir yımın doğrulanabilir ya da sınanabilir


biçimde geliştirdiği felsefesine verilen ad. olma yetisinitaşımak durumunda olma-
Türkçe'de "vıırmış gibi", "tut ki" ya da sına karşılık bir y•pıntının doğru olma-
"sanki" felsefesi deyişleriyle de karşıla­ masının bilerek kabul edilmesidir. Bir
nabilecek Vaihinger'in savunduğu "mış" varsayım bir kez sınanıp doğrulandı mı
felsefesinin temel savı, hemen hiçbir a- onun kuram içindeki vıırsayınİlığı düş­
landa elimizde bizi doğruluk ya da ha- müş olur; o artık doğruluk mertebesine
kikate ulaştıracak bir reçetenin bulunma- yükselmiştir. Oysa ki bir yapı.atı asla
dığı yönündedir. Düşünce tarihi bir ya- doğrulanamaz; ona biçilen değer gerek-
pıntılar, bir "kurmaca" tarihinden başka çelendiıilmiş ya da meşrulaştınlmış ol-
bir şey değildir: "Düşünce yapıntılarla, masından gelir. V aihingcr yapıntıların,
yanlış olduğu bilinen düşünce ya da tasa- uyduruk ya d& uydurma olanın birçok
nmlar!a ilerler, bunlarla yol aldığını dü- alanda işe yaradığını düşünmüştür. Söz-
şünür." gelimi, ''atom" ya da "kendinde şey" te-
Kant'ın dışında Schopenhauer'un kö- rimleri bilim ile metafizik için vıızgeçil­
tümser(ci)liği ile Nietzsche'den de izler rncz ölçüde önem taşırlar. Din ile. etik
taşıyan Vaihinger'in "mış" felsefesi, tüm alanında da bu türden birçok olmazsa
değerlerin birer "yapıntı", bilimsel oldu- olmaz yapıntı mevcuttur. Ancak her şey­
ğu savında bulunan kuramlann da nes- den önemlisi, insan etkinliği bakımından
nel temellerden yoksun birer "kurgu" en vıızgeçilmez önemdeki yapıntının ah-
olduğunu öne sürer. Bilimsel önermele- laki -açıdan özgür eyleyenlermişçesine e-
rin doğruluklanrun yalnızca kendi. içle- dimde bulunmamız olduğunun artık iyi-
rinde "tutarlı" olmalanndan kaynaklandı­ ce su yüzüne çıkmış olmasıdır. Vaihin-
ğını, bu önermelerin bize hiçbir şekilde ger'in _geliştirdiği "mış" ya da "sanki"
nesneler ya da dış dünya üzerine bir felsefesi görüşü, yapıntıların gerçek ol-
doğruluk bildiremeyeceğini, gelgelelim masalar da düşünmek ve yaşamak için
bizim yine de dış dünya sanki bifylgmişçe­ gerekli olduğunu öne sürmesiyle yapıntı­
sine davranıp yaşadığımızı, önermelerimi- alığın önünü açmıştır. Öyle ki kimileyin
zi nesneler sanki bôylgmiı gibi dile ge- "mış" fdsefesi ile yapıntıcılık bir tutul-
tirdiğimizi vurgular. muştur. Ayrıca bkz. Vaihinger, Hans;
Kant Sah Akim Eleıtirislnde yalnızca yapuıucüık.
akla dayalı düşüncelerin "oluşturucu" de-
ğil de "düzenleyici" bir kullanıma sahip Milarepa (1052-1135) Tibet Buddhaa-
olduğunu belirtir. Sö:ı:gelimi, her ne ka- lığı'nın önemli fclsefccilerinclen biri. Ge-
dar "ruh"un yalın bir töz olduğunu ta- nellikle Jet~iin ya ela Kut~al Kişi niye
nıtlayamasak da ruh tasanmı (ya da "bul- anılır. G1m1Su (ustası) Marpa'dır. Öğreti­
durucu yapıntı"sı) düzenleyici bir düşün­ leri, Tibet klasikleri arasında sayılan iki
ce olarak işimize yarar: "ruh bölünmez- ilahi kitabında, Jetm-KhabH111 (Jetsün'den
mişçesine davranır, edimde bulunuruz."· Yüz Bin Söz) ile Mila GllriJN111'da (Mi-
Tüm burılan dikkate alan Vaihingcr, la(repa)'nın Yüz Bin İlahisi) dile getiril-
1911 tarihli Die Philosophie det als-ob miştir. Jetsiin-KhabN111 aynı zamanda onun
("Mış" Felsefesı) adlı yapıtında Kant ve yaşamöyküsünü de anlatır.
Nietzsche okumalanna dayanan kendi Gu'71Su Marpa, Milarepa'yı öğrenci­
"yapıntı" kavrayışını ortaya koyar. Vai- liğe kabul etmeden önce, manevi ilerle-
hinger'e göre, bir yapıntı ile bir varsayım mesini engelleyebilecek bencilliğinin ö-
arasında ayrıma gitmek her zaman için nüne geçerek istemesini kırmak için onu
kolay olmasa da bunları birbirinden ayır­ bedensel olarak aşırı yoracak işlerde ça-
mak gerekir. Bir yapıntıyı bir varsayım­ lıştırdı. Ona ıssız bir dağda evler yaptınp
dan ayıran en belirgin özellik, bir varsa- yıktırdı. Sonunda Milarepa'yı öğrencili~e
Milet Okulu 982

kabul edip ona Fısıluyla Aktarım Okulu' için alu şey gereklidir: 1) iman; 2) bir gu-
nun (Iib. bKa' rgy11tl pa) öğretilerini öğ­ mnun önderliği; 3) iyi disiplin; 4) inziva;
retti. 5) kararlı bir biçimde temrin yapmak; 6)
Marpa'dan ayrıldıktan sonra Milarepa meditasyon. Bunlardan özellikle temrin
on iki yıl boyunca bir mağarada inzivaya gerçekliğe giden yolu izlemek için zo-
çekildi. Yaşamın geçici olduğunu kavrı­ runludur. Gerçekliğe uslamlamayla değil
yor, bundan mutlak özgürleşmeyle, ay- temrinle varılır.
dınlanmayla kurtulmak istiyordu. Sonun- Özgürleşmeye giden yolda us bir en-
da da tam özgürlüğe erişti. Bundan son- gel oluşturabilir. Bu durumda kişi, bir
ra yaşamını dhar111ayı vaaz ederek, öğ­ g11mnun yol göstericiliğinde Tantracıyoga
retmeye değer gördüklerine Tantracıyo­ yapmalıdır. Fısıluyla Aktarım Okulu'nda
gayı öğreterek geçirdi. bunu sağlayacak temrin maha11111dradtr.
Milarepa'run felsefe görüşü Mahaya- Özgürleşmeye ya da aydınlanmaya, yani
nacı Madhyamika ile Yogacara öğretile­ Buddhalığa, ulaşmak için kullanılan ma-
riyle Tibet felsefesinin karışımından olu- ha11111dra yogası dört aşamada gerçekleşti­
şur. Yogacara öğretisinden mutlak ola- rilir. Sonunda Buddhalık durumuna eri-
nın us olduğunu, Madhyamika öğreti­ şen benin istekleri hiçleşir; geriye bir tek
sinden de usun doğasının boşluğun do- şey kalır: sevecenlik.
ğası olduğunu alıp bu iki savı biraraya Aslında Milarepa'ya göre kişinin öz-
getirir. gürleşmeye, aydınlanmaya, Buddha ol-
Y ogacara öğretisi, gerçekliğin ;amsara' maya giden kendi yolunda yaşadıklan di-
yı oluşturan bireyler ile nesneler dünya- le getirilir şeyler değildir. Bunlar yalruzca
sının dışında değil de kişinin yüzeysel yaşanırlar. Aynca bkz. Tibet felsefesi;
benliğinin derinliklerinde bulunabilece- Fısıltıyla Aktarım Okulu; Madhyami-
ğini savunur. Madhyamika öğretisine gö- ka Okulu; Yogacara Okulu; bardo;
reyse gerçeklik kavramlarla yapılan be- dharmz, mahamudrz, sarnsarz, sun-
timlemelerden bağımsız, mutlak olarak yatz, yoga.
bölünmemiş bir birliktir. Hakkında hiç-
bir şey dile getirilemeyeceği için de sonu! Milet Okulu [İng. Mi/e,üın Sdıool; Fr.
gerçeklik boşluktur (m!Jafa). Milarepa Ecole de Mi/ete; Alın. Miksische Schule]
bunu sıklıkla vurgular: "Gerçeklik söz- Miletliler olarak bilinen Antik Yunan'ın
cük oyunlarının ötesindedir''. üç eski fılozofu Thales, Anaksimandros
Milarepa'ya göre gerçeklikle, onun ve Anaksimenes'in M.Ö. VI. yüzyılda
hakkında bilgi sahibi olar-.ık değil, onu Batı Anadolu'da, bugünkü İzmir'in gü-
yaşayarak temasa !(Cçilİr. Bütün bunları neyinde yer alan ve iyonya'nın en geliş­
da bardo kavramıyla açıklar. Ona göre miş kentdevleti olan Milet'te kurdukları
her türlü görünüm ustadtr; bu yüzden felsefe okulu. Bu üç Miletli aynı zaman-
insanın gündelik deneyimlerinin tümünü da ilk İyonyalı filozoflardır. Bu nedenle
sa111Sara bardosu olarak adlandmr. Dolayı­ onların içinde yer aldığı okula, Efesli
sıyla insanın kavramsal bilgilerinin tümü Hcraklcitos'u da kapsayacak biçimde ge-
samsaraya dairdir. Bu da insanın gerçek- nişletilerek, İyonya Okulu da denmekte-
liği yaşamasında engel oluşturur. dir. Bu filozoflar hakkında en sağlam bil-
Bu durumda bilen ile bilinen ayrımı gilerimiz Aristoteles'in Metqfi~k'ine da-
yapmak doğru değildir. Gerçekliğin yu- yanmaktadtr.
karıda dile getirilen doğasının farkına va- Sokrates öncesi doğa felsefesi döne-
nlırsa bu ayrım kendiliğinden çöker. minin ilk okulu sayılan Milet Okulu'nun
Gerçekliğin bu biçimde farkındalığı ise kurucusu, aynı zamanda kendisi de Aris-
özgürleşme, aydınlanma demeye gelir. toteles'in Metqfizjk'inde "ilk filozof' ola-
Milarepa'ya göre, bu zorlu yolu yürümek rak gösterilen, M.Ö. VI. yüzyılın ilk yarı-
983 Mill,James

sında yaşadığı bilinen Thales'tir. Thales, nes'le son bulur. Ancak bu filozofların,
Yunan tarihinde "Yedi Bilge" olarak anı­ özellikle de Anaksimenes'in ortaya koy-
lan grubun içinden sıyrılarak görece "bi- duğu evren tasarımı, ar/ehe'si "ateş" (pyi)
limsel", felsefece düşünme tarzıyla Yu- olan bir başka İyonyalı filozof Heraklei-
nan felsefesi tarihinin -ve dolayısıyla da tos'u da oldukça etkileyecektir.
sırtını bu felsefeye dayayan Batı düşünce Felsefece düşünme açısından bakıldı­
tarihinin- başlangıç noktasını oluşwr­ ğında bu filozoflardaki asıl önemli nitelik
muştur. Thales felsefe tarihinde çevre- soyutlama ve genelleme yetisinin ilk kez
sindeki doğa olaylannı gözlemleyerek bu düzeyde kullanılmış olmasıdır. Bu
yerleşik düşüncelerle yetinmeyip basit bağlamda söylensel gerekçelerle yetin-
varsayımlarla bunlara '.'akılcı" ve "doğal" meyerek insanın tüm bir düşünce tari-
açıklamalar getiımeye çaiışan ilk kişidir. hini oluşturmasının önünü açan "usa-
Bu bağlamda Milet Okulu filozofla- wrma" yöntemine ilk başvuranlar Milet
nııın bir ilk olarak ortaya koyduklan şey, Okulu filozoflan olmuştur. Aslında çev-
çevrelerindeki her şeyin yapıtaşı, her şe­ relerine bakarak depremlerin, rüzgılnn,
yin ondan türediği öncesiz sonrasız bir yağmurun, yıldınmın, taşın, toprağın na-
"ilk madde" olarak *ark.he arayışlarıdır. sıl oluştuğu gibi "yalın" sorulara cevap
Böyle bir arlehl arayışı ilk kez Milet O- aramışlardır; ama onlann her şeyin için-
kul~ fılozoflarında görülmüş; Aristoteles den çıktığı ve her şeyin içinde varlığını
onlann bu ar/ehe arayışını bir tür "maddi değişmeden sürdüren öncesiz sonrasız
neden" arayışı diye tanımlamıştır (Meta.ft- bir töz (ark.he) arayışı, bir anlamda hem
:efle, 983-985b). Bu aynı zamanda çok- fiziğin hem de metafiziğin başlangıcı ol-
tanrılı Yunan söylenbilgisine karşı tekçi muştur. Ayrıca bkz. ilkçağ felsefesi;
bir yaklaşımla çokluk içinde birlik, do- Thales; Anaksimandros; Anaksime-
ğalcı bir yaklaşımla bir "ilk ilke", evrenin nes; Herakleitos; lyonya Okulu.
düzenini belirleyen bir "doğa yasası" a-
rayışıdır. Evrenin nasıl oluştuğuna dair Mili, James (1773--1836) Felsefi kök-
yarı söylenlerden yan akılyürütmelerden tenciliğin önde gelen savunuculanndan
hareket ederek kendi evren tasanmlarını İskoçyalı fılozof. Aynı .zamanda ünlü bir
dizgeli bir biçimde dile getiren, bu yüz- iktisatçı ve tarihçi olan J ames Mill,
den Milet Evrenbilimcileri olarak da bi- Londra'da bağımsız gazeteci olarak çalı­
linen bu fılozoflann arkhe'leri, felsefc;le- şırken Bentham ile tanışıp dost olmuş,
rindeki evren tasarımını da doğrudan daha sonra aralannda hukuk filozofu
belirleyen öğedir. Örneğin Thales'e göre John Austin ile iktisatçı Da\'İd Ricardo'
her şeyin kaynağı "su"dur; her şey sudan nun da bulunduğu yarara ve özgürlükçü
türemiştir ve sonunda tekrar suya dönü- "radikal felsefeciler" grubunun bir üyesi
şecektir. Bu nedenle Thales dünyayı su- olmuştur. Her ne kadar yazdıklannın ö-
yun üzerinde yüzen düz bir tabak gibi nemli bir bölümü yararcı ilkelerin eğitim,
düşünür. Onun ardılı olan Anaksiman- basın özgürlüğü, devlet gibi konulara uy-
dros'un ar/eln'si ise sonsuzluğu, sınırsız­ gulanması ise de Bentham'ın öğretisini
lığı wrgulayan ve algılanamaz olan baş­ arkasına alarak Hume ve Hartley'in bağ­
Sız sonsuz *aptiron'dur. Anaksimandros' daştırmacı (çağrışımcı) ruhbilimi üzerine
un sonsuz evren tasanmında merkezde iki ciltlik AN Anafyıis of the Phet10111ma of
yer alan dünya, basık bir silindir biçi- the H11111an Mindi (İnsan Zihni Görüngü-
mindedir. Milet Okulu, ar/ehe olarak her sünün Bir Çözümlemesi, 1829) yazmış­
yeri dolduran "hava"yı (aery gören, dola- tır. Mill'in yararcılıkla uyumlu bir zihin
yısıyla da havanın sıkışıp genleşmesiyle felsefesi olarak gördüğü bağdaştırmacılı­
ve havada asılı duran gökcisimlerinden ğa (çağrışımcılık) göre eğitimin ödevi öğ­
oluşan bir evren tasarlayan Anaksime- rencilere bireysd haz ile toplumun refa-
Mill, John Stuan 984

hını birleştirmeyi, bu ikisi arasında bir Tümevarım sorununa da deneyci bir


denge kurmayı öğretmektir. Bu bağlam­ bakış açısından yaklaşan Mill, tümevarı­
da denilebilir ki James Mill'in en büyük mın kendisinin deneyden yola çıkarak
yapıtı oğlu ve tilmizi John Stuart Mill'i sayma yoluyla genellemeden öte bir şey
bağdaştırmacı (çağrışıma) eğitim kura- olmadığını savunur. Deneyden genelle-
mının canlı bir örneği olarak yetiştirme­ me temel edimlerimizden biridir ve bu-
sidir. Mill'in bir diğer önemli çalışması nun ayırdında olunduğu sürece de böyle
da felsefi köktenciliğin görüşlerini Ricar- kalacaktır. Sayarak tümevarım hem do-
do'nun iktisat kuramı ekseninde özetle- ğadaki düzenliliklerin ortaya çıkarılması­
diği Elemeııtt of Politiral Erononry'dir (Siya- na yardımcı olmaktadır hem de yeni a-
sal İktisadın Öğeleri, 1821 ). raştırma yöntemlerinin önünü açmakta-
dır. Belleğe dayanmanın ve deneyden ge-
Mill, John Stuart (1806--1873) Ülke- nellemelere geçmenin meşru olduğuna i-
sindeki özgürlükçü ve deneyci geleneğe nanan Mill, bilimlerin de benzer bir yön-
Locke'unki ile karşılaştırılabilecek ölçüde temle çalıştığını savlamıştır. Genel doğ­
katkıda bulunmuş İngiliz düşünür; felsefi ruların kaynağı olarak "sayarak tümeva-
köktenciliği savunan toplum kuramcısı. rım" Mili metafiziğinde de önemli bir rol
John Stuart Mill en genel anlamda Ay- oynamıştır. Bilincin dışındaki nesnelerin
dınlanmacı us ile Romantik tarihsel ve bilgisinin içimizdeki bilinç durumları o-
ruhbilirnsel sezgiyi birleştirmeye çalış­ larak ortaya çıktığını söyleyen Mill, nes-
mıştır. Bütün bilginin deneye dayandığı­ nelerin yalnızca olanaklı duyu durumları
nı savunan Mill, arzu, amaç ve inançla- sunduğunu savunmuştur.
nmızın ruhbilimsel kökenleri olan ilişki­ Etikte ise Mili, mutluluğun insanlığın
lendirme yasalarının ürünleri olduğuna "asıl amaa" olduğunu düşünmüştür. Bir
inanmıştır. Bcntham 'ın herkes için en şey, ancak herkesin mutluluğunun bir
büyük mutluluğa ulaşma ülküsüne dayalı parçası olduğu ya da bu mutluluğun bir
yararcılık ilkesini benimsemiş; bunu Ay- aracı olduğu durumlarda arzulanır. Bu
dınlanma 'nın kalıtı olarak değerlendirip nedenle erdemler de mutluluğun bir par-
Romantizmin kişilik ve kültür tasanmla- çasına dönüştürülmelidirler. Bu erdemle-
nyla birleştirmiştir. rin ruhumuzda ahlak eğitiminin dayandı­
Bilgikuramında Mili, köktenci bir de- nlabileceği doğal temelleri vardır. Mili,
neyci olarak, Kant'ın analitik ve sentetik Bentham 'ı izleyerek, temel ahlaki nor-
önermeler arasında yaptığı aynına ben- mun "yararlılık ilkesi" olduğunu, yani bir
zer bir ayrımı dilsel ve gerçek önermeler eylemin insan refahını artırmak şartıyla
arnsında yapmıştır. Ne \-ar ki, Kant'tan doğru olduğunu savunur. Kişiler daima
ayrı olarak mantıkta da gerçek önermele- kendi hazlarını attırmak için uğraşsalar
rin olduğunu savunmuş; sentetik gerçek da insanlığın refahı peşinde koştukları
önermelerin apriori olduğunu reddetmiş­ hazların arasında olabilir ya da bu haz-
tir. Mill'e göre matematik ve mantık, larla örtüşebilir. Mill ruhbilimsel bir olgu
öteki bilimler gibi, genel doğa yasalarına olarak insanların yalnızca hazzı aradıkla­
bütünüyle deneyden yola çıkarak var- rını ileri sürer ve bundan başka bir şey
maktadır. Mantık ve matematik ilkeleri- yapmalarını beklemenin anlamsız olacağı
nin a priori olarak değerlendirilmesinin sonucuna ulaşır. Deneyimden öğrendik­
nedeni yalnızca doğru olamayacakları bir lerimiz de hazdan başka amaçlan dışla­
durumun tasarlanamamasıdır. Mili, son maktadır. Mill'e göre öteki ahlaki kural-
çözümlemede mantık ve matematik ö- lar da yararWıklannın ölçülmesi ve dene-
nermelerini temellendirdiğimiz olayların yimlerin sınanması ya da süzgeçten geçi-
kendilerinin a potteriori olduğuna inan- rilmesi yoluyla temellendirilebilirler. Söz-
maktadır. gelimi adalet ilkeleri belirli temel insan
985 mimesis

gereksinimlerine hizmet etmedeki rolleri varıma güveni pekiştiren ve onu daha


tarafından temellendirilirler. Mili, Ben- kesin bir düzeye yükselten eleyici tüme-
tham'ın toplam mutluluk görüşünü alıp varımlı akılyüriitme ile sıralayıa tümeva-
geliştirmiş; bu mutluluğun ölçütlerinin rımlı akılyiirütmeden hareket ederek do-
gündelik yaşanun normlarıyla uygunlu- ğa üzerine ushımlamada bulunmak için
ğunu XIX. yüzyılın tarihsel bakış açısı ile beş ayrı yöntem önetir: uyuşma yöntemi;
değerlendirmiştir. farklılık yöntemi; birleşik uyuşma ve
Mili'in özgürlük öğretisi adalet anla- farklılık yöntemi; eşzamarılı değişim yön-
yışıyla koşutluk göstermektedir. Adalet, temi; artıklar ya da arta kalanlar yöntemi.
toplumun güvenli bir biçimde bir arada Mili bu yöntemlerin yalnızca doğa bi-
yaşamasını sağlayan yükümlülüklerden o- limlerine uygulanabilir olduğunun, top-
luşur. Bu güvenli ortam sağlanarak kişi­ lum ya da insan bilimlerine uygun düş­
lerin olduğu kadar toplumun da mutlu- mediğinin altını özellikle çizmiştir.
luğu gözetilmiş olur. Mili On Liberl] (Öz- I\.fill'in diğer önemli çalışmaları ara-
gürlük Üzerine, 1859) başlıklı deneme- sında mantığın neliğine ve insan bilimle-
sinde insanların başkalarının çıkar, mut- rindeki yansımalarına yönelik görüşlerini
luluk ya da yararlarına zarar vermedikleri ortaya koyduğu A System of LotJ; (Bir
sürece kendi amaçlarına ulaşmada özgür Mantık Dizgesi, 1843); siyasal iktisat üs-
olduklarını yazmıştır. Mili bu görüşiinü tüne düşüncelerini dizgeli bir biçimde
iki temele dayanarak savunmuştur. Böyle ele aldığı Pn"tıdple.s of Political Ero110111J (Si-
bir yaklaşım insanların bireysel olarak yasal İktisadın İlkeleri, 1848); birer de-
kendilerini dile getirmelerine olanak sağ­ mokrasi savunusu olmakla birlikte de-
lamasının yanı sıra yetenek, beceri ve ya- mokrasinin kötü işletilmesiyle doğacak
ratıcılığın ortaya çıkmasını ateşleyerek olumsuz sonuçlara da değinen Tho11ghtr
kültürel ilerleme sağlamakta; böylelikle 011 Parlia1Jte11tory Reform (Parlamento Sis-
de toplumun ahlakı ve mutluluğu art- teminin Reformu Üstüne Düşünceler,
maktadır. 18 59) ile Conrideratio11r oıı Repmetıtative
Öt-e yandan Mili'in tümevarınun ya- Gonrmeııt (femsili Yönetim Üzerine Dü-
nılabilirliğinien aza indirebilmek için or- şünceler, 1861); etik anlayışını serintledi-
taya koyduğu akılyürütme yöntemleri gü- ği Utilitaria11is111 (Yararcılık, 1863); Com-
nümüzde "Mili yöntemleri" olarak anıl­ te'un toplum kuramıru eleştirel bir gözle
maktadır. Bilgikuramında kökten deney- incelediği Aııgı1rte Comfe aııd Po.ritiıirm
ci bir tutumu benimsemiş olan Mili'e (Auguste Comte ile Olguculuk, 1865);
giire bilim, bağlantısız tek tek doğal gö- kadın haklarını enine boyuna tartışan ve
rüngülcr ya da deneyimin tikel boyutla- cinsiyetten kaymklanan eşitsizliğe karşı
rına ilişkin "kendiliğinden" ve "bilimsel duran The S11ijectitı11 of Wometı (Kadınların
olmayan" tümevarımla başlamıştır. İn­ Bağımlı Kılınması, 1869) ile ölümünden
sıııtlar bu genellemeleri biriktirip bunlar- sonra yayımlanan Three Eu'!JS 011 &ligion
dan bir bütün oluştururken, bütün gö- (Din Üstüne Üç Deneme, 1874) sayıla­
rüngülerin tek bir biçimliliğe tabi olduğu bilir. Aynca bkz. deneycilik; yararcılık;
ve hepsinin keşfedilebilmesi için yeterli yöntem.
koşulların bulunduğu sonucuna ulaşmış­
lardır. Mili bu genel tekbiçimlilik ilkesi- mimesis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
nin evrensel nedensellik yasası haline sinde, özellikle de Platon ile Aristoteles'
geldiğini ve doğayı düşünmenin yeni bir in sanat anlayışlarında, yaratma sürecin-
yordamı -eleyici ya da ayıklayıa tümeva- de bir şeyin başka bir şeye örnek oluş­
rımlı akılyürütme ile sıralayıcı ya da dü- turması bağlanunda, "taklit" ya da "öy-
zenleyici tümevarımlı akılyüriitme- için künme" anlanunda kullanılan kavram.
zemin ha~:ırladığını savunur. Mili tüme- Her türlii sanatsal yararının temelinde
l\linerva'nın Baykuşu 986

mime.ris'in, yani öykünmenin olduğunu i- niyordu. Ancak onlara göre sanatçı taklit
leri süren Aristoteles, sanatın doğayı tak- etmekten çok, kendi yaraucı etkinliğini
Lit etmeye çabaladığını düşünüyordu. An- hammaddesi)fo yoğurup ortaya ycpı":-ni.
cak Arist.oteles'in mimesiranlayışı, Platon' özgün bir yapıt; özerk, bağımsız bir ne'-
un "duyulur dünyadaki nesnelerin taklit ne koyayordu. Aynca. bkz. sanat felse-
edilmesi'" kavrayışından oldukça farklı fesi; estetik.
lıir amaca hizmet eder. Aristoteles'in Po-
elika'sının en temel kavramlanndan biri Minerva'nın Baykuşu [ İng. Oıı•/ ~/Mi­
olan mimesi.s, yalnızca basit bir öykünme, nemı; Fr. Hiboıı
de Minenvr, Alnı. E11/e tlu-
bir nesneyi ele alıp "yeniden sunma" o- M.inen•a] lhıu
felsefesi tarihinde gelcııek­
ları değildir; aynı zamanda, işin içine ger- sel ı)larak "erdem"i simgeleyen Mineı­
çekleşmenin, edimselleşmenin, yani *mcr· · va'LUn Baykuşu en çok Hegcl'in H.11/uık.
geia'nın girdiği ülküselleştirici bir etkin- Felrifesı'ne yazdığı önsözünde ona dc:ğırı­
liktir. mesiyle ünlenmiştir: "Felsefe k,ı r.uılığa
Platon, tiim felsefece düşünmesini ü- gömüldükçe yaşamın bir biçimi tiiken'.
1.~rine bina ettiği görünüşler dünyası ile dikçe tükenir. Mir.erva'nın füıykı!.~Ll ;,•.
idealar dünyası ayrımından yola çıkarak, kanatlarını yalnız.en akşamın alac;ıkaran·
her türden sanat yapıtının birer kopya- lığı çökünce açar.'' Hegel Mineıya'ruıı
nın kopyası olduğunu, sanatın uğraş a!a- Baykuşu'n:ı dn göndermede bulunduğu
nının "gerçeklik" olmayıp "görüntüler"le bu bölümde, felsefeyi k•.ıran ya da yapan
sınırlı kaldığını öne sürmüştür. Başka bir özbilinçli düşünmelerin ancak !;eçmekte
deyişle sanatın kendisine konu edindiği, olan yaşamın ve akrı:ıakta olan ?.am:ınııı
öykündüğü nesneler, ideaların birer göl- yeterli bir biçim~ ya da ana gelme'i ile
gesinden başka bir şey değildir. Bu bağ­ ortaya çıkacağıru söylemektedir.
lamda, üretmek için ınimesis'e gebe olan
sanat, ancak imgeye, görüntüye, yansı­ modern felsefe ~ııg. modem p/;iı;m;pl~·c
maya dayalı bir dünya yaratabilir. Böyle- Fr. philo.rophic 111ııdenu; Alnı. 111otlcn1e philo-
likle de Platon'un çizgi benzetmesinde JOphieJ :xvn. yüzyılın ortalarında Descar-
(Dl'vlet, 509e) yalnızca görüntüleri ve tcs ile ba.şbtılıp XIX. yüzyılın ortalarında
yansımaları algılama durumu olarak ni- Kant ile sonlandırılan, yerine ya da bağ­
telediği bilmenin en aşağı düzeyinden bir lamına r,öre "Ycniçağ Felsefesi" diye de
adım öteye geçemez. Bu yüzden Platon ııdlandırıl~r., "ortaçağ felsefesi''ndcn son-
bize gerçekliğin yolunu açacağına ondan ra, "çağdaş felsefe''den ise önce geldiği
gitgide uzaklaşmamıza neden olduğunu düşüniikn fel~cie rnrihinin iiçünc:ii ana
düşündüğü sanau, deyim yerindeyse, bor felsefe di>n•:mi. "Ortaçağ FeJ,eft·<i"nden
görmüştür. Güzel sanatları yadsımış; top- hemen her konuda, hemen her bakım­
hıma ahlaki açıdan zararı dokunduğu ge- dan kesin çizgilerle son derece açık bi~
rekçesiyle sanatçıları "ideal devlet"inden kopuşun yaşandığı, kendi içinde birbi-
dışlamıştır (Devlet, 377d-e; 392e-398b; rinden değişik sorunların. yöntemlerin,
606c-608b). :ırastırma izleoceleriiı.in, yazma biçemle-
Öykünmeci (rnimetik) sanat anlayışı, rinin bulunduğu, "özgül" felsefe yapm:•
Romantizmin yükselişine dek Batı'da a- ı•ordamın; anlatmak amacıyla kullanılan
ğırlığını koruyarak bir kuram olarak ege- felsefe terimi. Kimilerine göre daha :\.\.'.
menliğini sürdürmüştür. Romantiklerle yüzyıldaki belli düşünsel eğilimlerde ken-
birlikte ise sanat yapıtının yalnızca bir dis.ini açıklıkla dış:ıvurduğu, buna kar~ı
taklit olarak görülmesine kuşkuyla yak- modern felsefeye özgii birtakım "in-
laşılması süreci başlamıştır. Kuşkusuz sancı" izlcr.ce ve ülkülere karşı tepki ola-
Romantikler için de sanatçı Doğa'ya ya rak doğan \'e günümüzde ağırlığını git-
da Taıırı'y:ı öykünüyor, onlardan esinle- gide daha da bir yakından duyumsatan
987 modem fdsefe

"post-modem felsefe" dönemi ile ka- dınlanıldığına, yüzyıllardır tutsak düşülen


pandığı, dolayısıyla da X...X. yüzyılın or- genel bilgisizlik durumundan çıkılmakta
talarına dek çeşitli biçimlerde yaklaşık olunduğuna, insanlığa hakettiği onur ve
500 yılı kapsayan bir dönem boyunca saygının gerçek anlamda verilmeye baş­
varlığını etkin bir biçimde sürdürdüğü landığına yönelik önemli değişimlerin al-
savunulan fdsefe anlayışı, yaklaşımı ya unı çizmek amacıyla dönemin düşünür­
da tutumu. Büyük bölümü "usun de- lerinin aralıksız başvurdukları bir terim-
ğergesinin açıklanması", "anlama yetisi- dir. Nitekim bu bağlamda, "Karanlık
nin çözümlenmesi", "bilginin kaynağı ile Çağ" diye anılan ortaçağ felsefesinin ka-
kökeninin bdirginleştirilmesi", "özne ile panışıyla, Yeniçağ Dönemi düşünürleri­
nesne ayrımı temelinde ben'in konum- nin çok büyük ölçüde yüzlerini, başta
landırılması" gibi bilgikuramsal ağırlıklı Platon ile Aristotcles olmak üzere, Eski
fdsefe sorunlarına yanıt bulmak ama- Yunan ve Latin fılozoflarının özgün me-
cıyla gerçekleştirilmiş alabildiğine değişik tinlerine dönmüş oldukları görülmekte-
felsefe etkinliklerini, içerdikleri belli ya- dir. Dolayısıyla, Yeniçağ'da ortaya konan
kınlıklar ya da ortaklıklar temdinde tek düşüncderin önemli bir kesiminin ilkçağ
bir çau alunda toplayarak derli toplu bir fılozoflannca yazılmış metinlerin gözden
biçimde anlatmak için kullanılan felsefe geçirilip dönemin gereklerine ve genel
tarihi terimi. Tek bir sorun ya da konu havasına uyarlanmasıyla oluşturulmuş ol-
alunda toplanamayacak denli geniş bir ması, modern felsefe döneminin düşün­
çeşitliliğe konu birbirinden değişik öğe­ me çerçevesinin biçimlenişi üstünde ol-
lerin hep bir arada durduğu kendi içinde dukça belirleyici olmuştur. Nitekim bir
bütünlüklü özgül felsefe düzlemi ya da yanda önüne geçilemez bir hızla yükse-
çerçevesi. Hiç kuşkusuz bu öğeler ara- len yeni bilim anlayışının etkisiyle, öbür
sında, değişik fılozo!larca ortaya konmuş yanda kuşkuculuğun değerinin yeniden
düşünceler bir yanda, çeşitli "felsefe diz- keşfedilip genel kuşkucu yaklaşımın yeni
geleri", "okullan", "anlayışları" ya da açılımlar kazanmasına bağlı olarak, mo-
"öğrctileı:i"nce savunulan görüşler öbür dern fılozoflar felsefenin değişik alanla-
yanda "modem felsefe"nin ana yapısını nnda ortaçağ felsefesinden bütünüyle
oluşturmaktadırlar. Bunun yanında, ki- kopulduğunu tartışmaya yer bırakmaya­
mileyin birbirlerinden koparılamayacak cak bir açıklıkla gösteren son derece ö-
denli içiçe geçmiş bir bölümü olarak nemli düşünceler ortaya koymuşlardır.
modern felsefe döneminin içine yerleşti­ Aydınlanma Düşüncesi'nin tarihte iz-
rilen, kimileyin de modem felsefenin do- leri geriye doğru siirüldüğiinde, XVJJ.
ğum sancılarının yaşandığı dönem olma- yüzyılda, hatta daha da önce yaşaıruş çe-
sı anlamında modem felsefeden hemen şitli düşünürlere kadar uzandığı görül-
bir önceki evre olarak görülen Aydın­ mektedir. Dönemin genel havasına ba-
lanma Fdsefesi, Fransız Devrimi öncesi kıldığında, iki ayrı toplumsal etmenin
XVIII. yüzyıl Avrupası'nda ortaya ko- son derece belirleyici bir konumda ol-
nan düşüncelerde, yazılan mektuplarda, duğu görülmektedir. Bunlardan ilki bi-
yürütülen taruşmalarda sıkça karşılaşılan limde yapılan yeni buluşların insanlığın
bir dizi özg\il izlek ve eğilimi anlatmak kendine duyduğu güveni giderek daha
amacıyla neredeyse modern fclse fe ile bir pekiştiriyor olmasıyken, ikincisi Av-
özdeş bir anlamda kullanılmaktadır. Bu rupa dışındaki dünyaya yapılan keşif ge-
anlamda "Aydınlanma" sözcüğü, karan- zilerinde görülen başka kültürlerin dö-
lık çağlardan bütün bütün çıkılmakta nemin "kültürel görecilik" ruhunu gide-
olunduğu yönünde duyulan genel bir rek yaygınlaştırıp yüreklendiriyor olma-
farkındalığın dışavurumu ohırak, us ile sıdır. Kuşkusuz dönemin önde gelen fı­
bilim konularında giderek daha bir ay- lozoflan ile aydııılarının hemen hepsi
modern felsefe 988

için geçerli temel düşünce, doğru biçim- maz istek ise, en az onun kadar önemli
de işletildiği sürece sonu hiç gelmeyecek olan bir başka özelliği de hemen her
bir ilerlemeyi sağlayacağı yönünde insan alanda alııbildiğine değişik yollarla yep-
usuna duyulan sarsılmaz güvendir. Ay- yeni düşünceler bulma yönündeki hiç
dınlanma düşünürlerinin "ilerleme"den eksilmeden süren tutkusudur. Nitekim
anladıkları bilgiden teknolojik buluşlara, yerleşik alışkanlıklara, değerlere ve öğre­
ahlaksal değerlerden dinsel öğretilere, tilere karşı takındığı bu aşm eleştirel tu-
toplumsal örgütlenmeden devlet yöne- rumu nedeniyle, özellikle XVIII. yüzyılın
timine kültürün hemen her alanını ku- ilk yarısı boyunca Aydırılanma Felsefesi'
caklayan oldukça geniş bir kavramdır. nin öncülerinin dillendirdikleri düşünce­
Çoğu aydınlanma düşünürü Kilise'yi, ö- lerin hemen tamamı çok büyük tepkiler
zellikle de Roma Katolik Kilisesi'ni geç- uyandırmıştır. Kimileri yazılarından ötü-
mişte insan zihnini köle haline getiren rü hapse atılmış, kimileri ele savundukları
başlıca unsur olarak görüyor olsa da, bu görüşlerden dolayı hem devlet tarafın­
düşünürlerin dini bir bütün olarak orta- dan sansürlenmiş hem de Kilise tarafın­
dan kaldırmak gibi bir amaç gütmekten dan ağır saldırılara maruz kalmıştır. Ne
çok, ussal bakımdan kabul edilebilir sı­ var ki yüzyılın geri kalan bölümü Avru-
nırlara çekmekten yana oldukları gözlen- pa'da Aydınlanma hareketinin tam bir
mektedir. Nitekim bu bağlamda ilk baş­ zaferiyle son bulmuştur. Gazetelerin, der-
larda Tanrı'run varlığını bütünüyle kabul gilerin, kitapların yapraklaruu Aydırılan­
ederek her türden tanrıcılık biçimine macı doğasıyla dikkat çeken pek çok ye-
karşı oldukç.ı sıcak bakan çoğu aydınlan­ ni düşünce boydan boya kaplamıştır.
ma düşünürü, buna karşı ilerleyen yüz- Modem Felsefe Dönemi'ne genel
yılla ela birlikte dindışı çıkarlar gereği Hı­ hatlarıyla bakıldığında, tıpkı ilkçağ felse-
ristiyan tannbiliminin eklediğini düşün­ fesi ile ortaçağ felsefesinde olduğu üzere
dükleri çeşitli baskıcı ve dayatmacı öğre­ fılozofların kendilerini yine bütünüyle
tileri bütünüyle reddetmişlerdir. Bundan düşünmeye verdikleri, düşündüklerini de
da önemlisi, insanların paha biçilmez de- karşı çıkılamayacak bir kesinlikte yazıya
ğerdeki yaratıcı esirılerini ölümden son- geçirmeye uğraşukları görülmektedir. Ne
raki bir başka yaşam olanağına kenetle- var ki daha önceki çağlarda karşılaşıl­
nerek heba etmeleri yerine, bütünüyle mamış derecede "şeylerin olma biçim-
budünya yaşamının iyileştirilmesine yön- leri"nde başgösteren önemli değişiklik­
lendirmelerinin kayıtsız koşulsuz doğru­ ler, dünyanın artık öteden beri bilinen
luğunu ~avunmuşlardır. Açıkça görüle- dünya olmadığına yönelik önceki felsefe
ceği üzere, Aydınlanma Düşünccsi'nde clönemlerincle lmhınmayan salt modern
dünyasal mutluluk ülküsü dinsel kurtuluş felsefeye özgü bir farkındalığın oluşu­
söyleninin her bakımdan önüne geçmiş muna kaynaklık etmiştir. Hiç kuşkusuz
bir konumdadtr. O nedenle, Aydınlanma söz konusu farkındalığın oluşumunda,
Tasarısı 'na dar kalıplar içine sığdırılacak özellikle xvı. yüzyıldan başlayarak mo-
bir dizi düşünsel izlence ya da erek ola- dem felsefeye geçişin mayalanma süreci
rak bakmak yerine, onu dünyaya, yaşama boyunca, dünyada yaşanan ve bir daha
ve insanlığa karşı alınan genel bir varol- geri dönülmesini olanaksız kılan dev-
ma tutumu, bir dünya görüşü, bir dü- rimlerin meydana getirdikleri inanılmaz
şünme çerçevesi olarak değerlendirmek derinlikteki kırılmaların ayrı bir yerleri
çok daha gerçekçi bir yaklaşımdır. Bu bulunmaktadır. İçerimleri toplumsal ya-
bakımdan, Aydınlanma'nın belki de en şamdan sanata, bilimsel düşünceden in-
belirgin özelliği, · geçmişten devralınan san haklarına, evrene bakıştan doğa tasa-
bütün düşünceler ile değerleri baştan so- rımına dek çok değişik alarılara uzanan
na sorgulamaya karşı duyulan dayanıl- devrimler, öteden beri bilinen dünyanın
989 modem felsefe

temı:l yapısını değiştirdikleri gibi, bun- ile bilime saplantıderecesinde duyulan


dandı önemlisi dünyanın nasıl algılanıp kayıtsız koşulsuz güvenin, yaklaşık iki
nasıl kavrandığı üstünde de keskin bakış yüzyıl boyunca bütün bir Avrupa'yı ka-
kaymalarına neden olmuşlardır. Nitekim sıp kawran nesnel bilgi olanağına gös-
modem fclscfe döneminin konu olduğu terilen derin ilginin ayn bir yeri bulun-
süreç boyunca gerçekleştirilen devrimler makıadu.
arasında "Fransız Devrimi'", "Amerikan Hiç kuşkusuz modem felsefenin te-
Devrimi", "Sanayi Devrimi" bunlardan melinde, yeni bilgilere bir susamışlıkla,
yalnızca üç tanesidir. Yeniçağın "Dev- yeni bilgi araştırma izlencelerine duydu-
rimler Çağı" olarak anılmasına yol açan ğu büyük bir istekle Francis Bacon eliyle
bu durum içerisinde, ister istemez felse- temellendirilen .Yeni felsefe yaklaşımı yat-
fenin de payına düşeni fazlasıyla aldığı, maktadır. Nitekim bu noktada, özellikle
felsefece düşünmenin tek bir başlık al- kökleri XV. yüzyıla dek uzanan modern
tında kategorize edilemeyecek denli çok felsefenin Descartes öncesi bölümünde,
yönlü düşünsel başkalaşımlar geçirerek, iki büyük düşünce dizgesi arasında sürüp
yepyeni yönelimler ile ilgiler kazandığı giden keskin bir çatışmaya tanık olun-
görülmektedir. Bu anlamda modem fel- maktadır. Bütün bir modem felsefeye
sefe, kendisine gelinene dek geleneksel mal olan bu yaygın tartışmanın bir ya-
felsefenin genelgcçer yaklaşımlarından, nında evrenin "düzenekçi" ve "madde-
alışkanlıklarından ve önceliklerinden çok ci" terimler doğrultusunda yorumlanma-
büyük kopmaların yaşandığı bir döneme sı gerektiğini savunan "Maddecilik" bu-
karşılık gelmektedir. Sözgeliıni bu kop- lunurken, onun tam karşısında insan dü-
malardan belki de en önemlisi, geçmişte şüncesi ile usunun tek gerçeklik olduğu­
hep yapılagcldiğinin tersine modem dü- nu ileri süren "İdealizm" yer almaktadır.
şünürlerin başta Platon ile Aristoteles Her iki felsefe anlayışının da kendi bakış
olmak üzere bütün büyük filozofların açılarından geliştirdikleri özgün düşün­
düşüncelerini salt metafizik sınırlar i- celerin birbirleriyle girdiği etkileşim, hem
çinde kalarak değerlendirmek yerine, söz modern bilimin yükselişi üzerinde hem
konusu filozofların savundukları öğreti­ de modern siyasal hareketlerin ivme ka-
lerin özellikle pratik yönlerini öne çıkar­ zanmasında önemli etkiler doğurmuştur.
maya dönük bir yaklaşım sergilemiş ol- Bacon, bilginin yüzyıllardır kuşku du-
malarıdır. Kuşkusuz bu açıdan bakıldı­ yulmaksızın kabul edilmiş kimi yetkele-
ğında modern felsefenin başhca özellik- rin eline bırakılamayacak denli ciddi bir
1crinden birisi, metafiziğin geçmişte tıışı­ konu olduğunu, bund.ın böyle yapılması
.lııi;ı ulumlu d~eri önemli oranda yitire- ııerekenin bıkıp usanmadan deneye wt-
rek yerini hemen bütünüyle "bilgikura- mek, bilgiye yönelik her türden araştırma
mı" ile "pratik felsefeye" bıraktığı bir sürecini deneyimle başlatıp deneyimle
felsefe çerçevesi olmasıdır. Modem fel- sonlandırmak olduğunu son derece et-
sefede metafiziğin gözden düşme seyri- kileyici bir dille duyurmuştur. Çoğu yer-
nin izleri ıarihte geriye doğru sürüldü- de, Bacon'ın çığır açıcı değerdeki bu dü-
ğünde, bu süreç üzerinde asıl belirleyici şünceleri, modern felsefenin' en büyük
olanın, daha lSOO'lü yıllarda başlayan felsefe okullanndan "Deneycilik" anlayı­
büyük bilimsel buluşlar aracılığıyla, ger- şının da temellerinin atılışı olarak değer­
çekliğin metafizik uslamlama yoluyla bi- lendirilmektedir. Buna karşı, modem fel-
linebilir olduğuna yönelik geleneksel an- sefenin bir başka önemli okulu "Usçu-
layışın giderek daha bir kuşku götürür luk" anlayışının temelleri çok büyük öl-
konuma gelmiş olmasının olduğu gö- çüde "Düşünüyorum, demek ki varım"
rülmektedir. Nitekim metafiziğin büyük savsözü ile Descartes tarafından atılmış­
oranda güçten düşmesinde, matematik tır. "Saltık Tin" ol.ırak Tann'ya inarulan,
modern fdsefe 990

dolayısıyla da zihnin açık seçik bir biçim- estetik deneyimin olanaklarını açıklığa
de görünen dünyanın dışındaki bir ger- kavuşturmuştur. Çoğu kişinin gözünde
çeklik düzenine ait olarak tasarlandığı bir bütün zamanlann en büyük birkaç filo-
felsefe dizgesi geliştiren Descartes, do- zofundan biri olan Kant, ortaya koyduğu
ğanın kendisiyle ancak matematik dilini eleştirel felsefede, bir bütün olarak fel-
kullanmak koşuluyla yetkin bir biçimde sefe etkinliğinin içeriğini, yöntemlerini,
iletişime geçilebileceğini ileri sürmüştür. amaçlarını, geleceğini, daha da önemlisi
Bir yanda deneycilik öbür yanda usçuluk sınırlar.ını en ince ayrıntısına dek be-
tarafından çizilen modem felsefenin bu timleyerek oluşturduğu yeni felsefe tasa-
en temel iki ayn gerçeklik resmi, sonra- rımıyla, kendinden önce yapılan felsefe-
dan gelen modern felsefecilerce değişik lerin "Kant Öncesi", kendinde sonra
bakımlardan benimsenip değişik bakım­ gelen felsefelerinse "Kant Sonrası" diye
lardan eleştirilerek değişik renklendirme- anılmasına yol açmıştır.
lerle daha ilerilere taşınmıştır. Bu bağ­ Daha ilk bakışta modern felsefe dö-
lamda altı çizilmesi gereken önemli bir neminden hemen bir önceki felsefe ev-
nokta, usçuluk büyük ölçüde "Kıta Av- resi olan Yeniçağ Felsefesi'nde ortaya
rupası"nda büyük bir destek bulan bir konan felsefelerin hemen tamamı belir-
felsefe anlayışıyken, buna karşı deneyci- gin bir biçimde "olumsuz" ya da "yıkıcı"
liğin çoğunluk "Britanya Adası" filozof- doğalarıyla dikkat çekerlerken, buna kar-
larınca benimsenmiş bir yaklaşım olma- şı modem felsefelerin hemen bütünü-
sıdır. Nitekim Descartes, Spinoza, Leib- nün "olumlu" ya da "yapıcı" amaçlarla
niz gibi en büyük modern usçu filozoflar temellendirilmiş oldukları görülmektedir.
kıta kökenlilerken, buna karşı Hobbes, Hiç kuşkusuz modern felsefenin bu ayırt
Locke, Hume gibi modem deneyciliğin edici özelliğinin ardında, geçmişten ge-
en büyük filozofları daha çok ada kö- len bütün yerleşik dogmalara karşı koya-
kenli oluşlarıyla dikkat çekmektedirler. bilmeyi, geleneksel bütün yapılardan sıy­
Aralarındaki bütün ayrılıklara karşın, ge- nlarak kendi bağımsızlığını kazanabilme-
rek usçuluk gerekse deneycilik, bambaş­ yi başarmış olması yatmaktadır. Bu bağ­
ka izlencelerden yürüyerek son derece lamda modem felsefeyi başlatan iki bü-
farklı savlar ortaya koymuş olsalar da, yük düşünür diye görülen Rene Descar-
her iki yaklaşım için de ortak olan birşey tes ile Francis Bacon, kendi özgül ba-
varsa o da başından sonuna dek zihinsel kışlarıyla genelde bilginin konu olduğu
süreçleri açıklığa kavuşturmaya yönelik bütün araştırma alanları için, daha özel-
bir felsefe arayışı içinde olmalarıdır. Öte deyse felsefece düşünme için son derece
yanda Kant, usçuluk ile deneycilik ara- üretken bir gelrrek çizmişlerdir. Bu bağ­
sında kurduğu üretken ilişki sonucunda lamda Descartes, her durumda bilinç ve-
her iki yaklaşımın savunduğu doğruları rileri üstüne dayandınlmış bir tinsel fel-
kendi felsefe dizgesinde bir araya getire- sefe olanağını temellendirerek, Maleb-
rek modern felsefede kimileyin "Coper- ranche, Spinoza, Leibniz gibi öteki bü-
nicus Devrirni"yle karşılaştırılacak dere- yük modem filozoflara, yöntembilgisi
cede başlı başına önemli bir devrim ger- başta olmak üzere pek çok bakımdan
çekleştimıiştir. Kant peşpeşe üç ayn e- yürümeleri gereken olanaklı yolları gös-
leştiri yazarak, bunlardan ilki An Unın termiştir. Öte yanda Bacon, duyum ile
E!eştirist'nde usun gizilgüçleri ile sınırları­ duyu verilerinin olanaklı tek bilgi kay-
nı belirlemiş; ikincisi Pratik Unın Eleşti­ nağı olduğunu açıklıkla tanıtlayarak, ö-
mlnde, ilk eleştirisinde vardığı sonuçlar zellikle XVII. ile XVIII. yüzyıllarda İn­
doğrultusunda etiği yeni bir bağlama giltere'de oldukça belirleyici bir konuma
verlestirmış; üçüncüsü Y argıgüdinün Eleş­ yükselecek olan "Deneycilik" akımının
tirisı"nde ger.elde estetiği, daha özeldeyse doğuşunu hazırlamıştır. Nitekim, çok
991 modem felsefe

geçmeden Baconcı duyumculuğun izin- !iz Deneyciliği'nin bütün bir XVIII. yüz-
den yürüyen Hobbes, Locke, Berkeley yıl boyunca büyük bir yayılma göster-
ve Hume, büyük ölçüde "öznelcilik"ten mesi söz konusudur. Nitekim bu yayıl­
de yararlanarak her biri deneyciliğin fel- manın en açık izlerinin görülebileceği
sefi bakımdan gelişiminin değişik aşa­ yerler, Condillac ile La Mettrie bir yanda,
malarına karşılık gelen önemli düşünce Ansiklopediciler öbür yanda önde gelen
yapıları ortaya koymuşlardır. Deneyci Yeniçağ düşünürlerince yazılmış yapıt­
gelenek içinde bütün bunlar olurken yi- lardır. Özellikle bu bağlamda, Voltaire
ne duyumculuktan esinlenen bir başka duyumculuk arılayışını halk katmanlarına
önemli yaklaşım, "çağrışıma ruhbilim" indirerek popülerleştirmeyi başarırken,
anlayışının değişik yollarla dolaşıma gir- buna karşı Jean-Jacques Rousseau ise bu
diği, çok geçmeden de kendisini bağım­ anlayışı Kilise'nin sözcülüğünü yaptığı
sız bir araştırma alanı olarak kabul ettir- Hıristiyan inancının altını oyacak biçim-
diği görülmektedir. Brown, Hartley, Pri- de yeniden yorumlayarak sunmuş; buna
estly gibi düşünürlerin başını çektiği bir bağlı olarak da 1789 Devrimi'nin kuram-
dizi kurama birbirlerinden bağımsız ola- sal altyapısını oluşturmakla kalmayıp,
rak çeşitli yönlerden "düşüncelerin çağ­ Fransız halkını pek çok bakımdan bu
rışımı kuramı"nı geliştirmişlerdir. Ne var yeni duruma hazırlamıştır. XVIII. yüzyıl
ki aradan çok bir süre geçmeden, mo- modern felsefe döneminin Almanya ka-
dern felsefede oldukça egemen bir ko- nadında ise başta "Wolff Okulu" ile Ba-
numa yükselen duyumculuk anlayışına umgarten'in "Estetik Okulu" olmak üze-
karşı, en etkili olduğu İngiltere toprakla- re ortaya konan hemen bütün düşünsel
nnda dahi oldukça önemli eleştiriler ses- etkinliklerin, ya doğrudan ya da dolaylı
lendirilmeye başlanmıştır. Kuşkusuz bu olarak bir biçimde Leibniz felsefesi ile
eleştirilerden en dikkate değeri, başta Sa- bağlantı içinde bulundukları söylenebilir.
muel Parker ile Ralph Cudworth olmak Ancak bu dönemdeki Alman fılozofları­
üzere, "Cambridge Okulu Gizemci Pla- nın çalışmaları üstünde pek çok açıdan
toncuları"nca yönelrilmiş olanıdtr. Du- asıl belirleyici olan, Kant'ın ortaya koyup
yumculuğa karşı yöneltilen bu karşı çıkı­ son derece büyük başarıyla temellendir-
şın, XVIII. yüzyılda Thomas Reid tara- diği çığır açıa değerleriyle öne çık..ın fel-
fından kurulan İskoçya Okulu'nca etki- sefe görüşleridir. Nitekim Kant ile mo-
sinden hiçbir şey yitirmeden sürdürül- dern felsefenin derin bir kırılma yaşadığı,
müş olduğuna bakılırsa, büyük ölçüde sonraki bütün felsefelerin öyle ya da
gdeneklcşmeyi başardığı rahatlıkla söy- böyle etkileneceği eleştirel bir yöneLim
lcrıcbilcccktir. Öte yanda, Hobbes 'un k,tzandığı görülmektedir. Kant'ın mo-
"benci" dizgesi Bentham eliyle ''Benci dern felsefede gerçekleştirdiği kırılma,
Yararcılık" diye anılan bir ahlak aıllayı­ kimilerine göre modern felsefenin ikinci
şına dönüştürülürken, "Özgecilik"in ön- bölümüne geçilmesi olarak yoruinlanır­
de gelen savunucularından Adam Smith, ken, kitnilerine göreyse "Çağdaş Felsefe"
önemli üç düşünür Shaftcsbury, Hutche- diye anılan başlı başına ayrı bir felsefe
son ve Samuel Clarke'ın birlikte oluştur­ dönemine adım atılması olarak değer­
dukları "ahlaksal duyumculuk kuramı"na lendirilmektedir. Bilgikuramını, etik ile
karşı oldukça etkili bir eleştiri geliştir­ estetik dizgesini, metafiziğe yönelik gö-
miştir. Bunun yanında yine İngiltere'de riişlerini çok büyük ölçüde zihnin yapısı
felsefece bir din temellendirmeye yöne- üstüne verdiği çözümleme üstüne da-
lik bütün olumlu din görüşlerini yadsı­ yandıran Kant, XVIII. yüzyılın Alman
yan Yaradancılık anla yışırun da olanca felsefesinde yer alan hemen bütün ö-
bir hızla geliştiği görülmektedir. Fransa' nemli fılozofları Kantçılık ile yüzleşmek
ya dönüldüğündeyse, Bacon çıkışlı İngi- durumunda bıraknuştır. Bu bağlamda,
modern felsefe 992

Alman idealist filozofları


Fichte, Schel- yandaysa "Ato~cuların Maddeciliği" ile
ling ve Hegel ortaya koydukları
felsefe- "Skolastiklerin Tinselciliği"ni bağdaşu­
lerle modem felsefenin üstünde üçlü bir ran yeni bir metafizik gerçeklik tanımı
"tümtanrıcılık egemenliği" kurriıuşlardır. yapmayı daha uygun bulmuştur. Deneyci
Buna karşı Schopenhauer ise istenç te- felsefe geleneğine dönüldüğünde, İngiliz
melli metafiziğiyle modem felsefede ö- Deneyciliği'nin en önemli filozofu Loc-
nemli bir düşünme yatağına karşılık ge- ke, bütün bilgimizi iki ana kaynakla yani
len yaşam felsefesi arayışların>! hem esin "duyum" ile "düşünüm" etkinlikleriyle
kaynağı olmuş hem de yeni bir soluk ka- sınırlayarak, deney olguları ile bilinç ol-
zandırmış ur. guları dışında bir metafizik araşurma o-
Modem felsefe dönemine bir başka lanağını bütünüyle yadsıınışur. Locke'un
açıdan yaklaşıldığında, metafizik kurgu- temellerini attığı bu yeni deneyci felsefe
ların kapsamları ile değerlerine yönelik çizgisi, en özlü anlaumıyla bir başka de-
birbirinden alabildiğine değişik görüşle­ neyci filozof Hume tarafından "dene-
rin dillendirildiği temel tartışma çerçeve- yimin dışına çıkmak olanaksızdır" sav-
sinin son derece belirleyici bir konumda sözünde dile getirilınijtir. Bu genel de-
olduğu görülmektedir. Kuşkusuz bu de- neyci konum, aşağı yukarı XIX. yüzyılın
ğişik görüşlerin en önemlileri arasında, hemen bütün maddeci düşünürlerince
modem deneyci geleneğin başlangıcı sa- de aynen benimsenmiştir. Öte yandan,
yılan "Baconcı felsefe" ile modem usçu modem felsefenin bir başka önemli filo-
geleneğin temellerinin atıldığı "Descar- zofu Berkeley, öncelikli amacı doğrulu­
tesçı felsefe" başı çekmektedir. Bacon, ğun açıkça görülmesini engelleyen söz-
sonu! nedenler arayışına dayalı deneyüs- cüklerin örtüs ünü kaldırmak olmasına
tü felsefeyle yüzyıllardır boştan yere uğ­ karşın, daha sonra deneysel maddecilik-
raşıldığını öne sürüp, buna bağlı olarak ten aşama aşama ayrılarak metafizik ne-
da çok büyük bir vakit kaybına yol açu- densellik ilkesine dayalı bir Platoncu ide-
ğını düşündüğü skolastik felsefenin me- alizm dizgesine yönelmiştir. Kant'ın "e-
tafizik anlayışına kesin çizgilerle karşı çı­ leştirel felsefe"sine gelinmesiyle birlikte,
karak, cisimlerin özsel niteliklerinin bi- metafizik biliminin gerek İçeriğine gerek-
limi olarak metafiziği yeniden tanımla­ se kapsamına yönelik köklü soru büyük
maktadır. Buna karşı Descartes, felsefeyi bir dönüşüme uğramıştır. Kant'ın ayrın­
kökleri metafizik olan bir ağaca benzete- tılı çözümlemeleriyle vardığı sonuca gö-
rek, metafizik biliminin kayıtsız koşulsuz re, "kendinde şeyler"i bilme amacıyla
öznel bilinçten edinilecek veriler üstüne yola koyulmuş bütün metafizik arnşur­
kurulması gerektiğini ileri sürmektedir. malar, ilkece olanaksız olanın peşine
Öte yanda modem felsefenin en önemli düşmüş olduklarından daha baştan yan-
filozoflarından Spinoza, Descartes 'ın ö- lış temeller üstüne kurulmuşlardır.· Nite-
nerdiği bu sınırlamayı ilkece benimse- kim Kant, yalnızca geleneksel felsefe
mekle birlikte, felsefesinin odağına en anlayışlarının değil, modem felsefenin
başından beri etik alanı yerleştirmiş ol- kendisine gelinene dek geçen Descartes
ması nedeniyle, tinin bağlarından nasıl sonrası aşamasının da bütünüyle yanlış
kurtarılacağını göstermeye yönelik "tfun- bir metafizik tasarımın kurbanı olduğu
tanrıcı" bir gerçeklik dizgesi temellendir- saptamasında bulunarak, hem metafizi-
miştir. Modem felsefenin bu ilk dönem- ğin deneyci felsefelerce ortaya konmuş
lerinde yer alan bir başka önemli filozof çürütürnlerinin hem de usçu felsefelerce
Leibniz, görece çok daha nesnel bir gö- yapılmış savunularının bütünüyle yarılış
rüş ortaya koyarak, bir yanda Platon'un olduğunu ileri sürmüştür. Bu noktada
idealizmi ile dönemin bilimsel araştırma­ Kant'ın gözünde, deneyciler deneyimin
larından elde edilen yeni bulguları, öbür dışına ya da ötesine gidemeyeceğimizi
993 modern felsefe

savladıkları için, buna karşı usçular ise tafiziğe yönelik bu son bakış, çoğunluk
salt kuramsal an us yoluyla deneyimin değişik bilim dallarında elde edilen deği­
dı~ ~ da ötesine çıkabileceğimizi var- şik sonuçlar arasında bir bireşime ulaş­
saydıkları için daha baştan yanlış felsefe manın amaçlandığı *Wıltan.rrhtm1111g (dün-
izlencelerinin tuzağına düşmüş durum- ~görüsü) terimiyle birlikte anılmaktadır.
dadırlar. Bu saptamadan hareketle Kant, Çoğu yerde modern felsefenin ba-
yalnızca "pratik us"un, ~ni ahlaksal bi- bası, atası, kurucusu gibi deyişlerle anılan
linç yetisinin insanı deneyimin dışına gö- ünlü Fransız bilimadamı, matematikçi ve
türme olanağı taşıdığını. kendinde şeyle­ filozof Descartes, Baron ile Galilei'nin
rin bilgisinin ancak pratik us yoluyla elde izlerinden yürüyerek var olan yerleşik
edilebileceğini öne sürmüştür. Kant'a gö- yöntemler ile inançların eleştirisini suna-
re hiçbir aracı~ konu olmaksızın dolay- mk yola koyıılmuştur. Desca:rtes, göz-
sız bir biçimde ayırdında olduğumuz lemlenmiş olgular üstüne kurulmuş tü-
pratik us, dolayısıyla da ahlak ~sası, ola- mevarım yönteminin doğruluğunu savu-
naklı bir metafizik biliminin olası tek te- nan Bacon'ın tam tersine, matematiği
melini oluşturmaktadır. Kant'ın bu ö- bütün bilimler için model konumuna ta-
nemli düşüncelerinin felsefeye açtığı yeni şıyarak, bütün bilgi alanlarına tümeva-
yoldan yürüyen Fichte, Schclling, Hegel, nına ile çmümleyici düşünme yöntem-
Schopcnhaucr ve Hartmann gibi Kant lerini uygulamıştır. Descanes Yöntem Üı­
sonrası Alınan fdozoilan öteki pek çok tiine Konn1111a (1637), İlk Felsefe Üstiine Dı­
konuda değişik düşünüyor olsalar da, rinılii{İİflreler (164 l ), Felstfenitt İlktleri (1644)
hepsi de aralarında onak bir karar almış­ başlıklannı taşıyan en önemli üç ~pıtın­
çasına metafıziğin temel amacını deney- da bilimin, meilikle de matematiğin tü-
üstü saltık gerçekliğe ulaşmak olarak mevarımcı ussal yöntemlerini felsefeye
görmüşlerdir. Nitekim Fichte'de "Ben", Lıygulamaya çabalamıştır. Bu bağlamda,
Schelling'de "ayrımsızlığın saltıklığı", He- mantıksal bakımdan tersi düşünülemcye­
gcl'de saltık düşünce ~ da tin olarak ne, zorunlu doğru olduğunu kuşku~ yer
"Geist" ile Schopcnhauer'da "İstenç", bımkmayacak bir açıklıkta kanıtla~na
Hartmann'da da "Bilinçdışı" terimleri dek ilkece varolan bütün inançların doğ­
hep bu aynı saltık gerçekliği anlamlan- ruluğunu ~dsımak yoluyla insan bilgisi-
dımıak amacıyla kullanılmıştır. Yine me- nin bütününe şaşmaz kesinlikte saltık bir
tafiziğin temellendirilmesi sorunu çerçe- da~nak araştırmıştır. Descanes'ın "yön-
vesinde Kant'a bağlılıklarıyla dikkat çe- temsel kuşkuculuk" adı verilen yöntem-
ken bir başka anlayış da "ampriokriti- bilgisi de işte bu da~nak arayışından
sizm" (deneyci-eleştiricilik) diye anılmak­ doğmuştur. Descancs, araştırmalarının
t.ıdır. Söz konusu anlayışın üyeleri, meta- Ardından olanaklı tek gerçek bilginin en
fiziğin başlıca ödevini deneyimin eleşti­ iyi anlatımını ı"agito ırgo s11111 (düşünüyo­
rel bir gözle incelenmesi amacı doğrultu­ rum, demek ki varım) savsözünde bul-
sunda bilginin temel ilkelerinin soruştu­ duğunu düşünüp, düşünen bend~n var
rulması olarak görmektedirler. Modern olan benin doğallıkla çıktığına yönelik,
felsefenin özellikle sonlarına doğru yine felsefi içerimleri son derece önemli bir
Alman felsefesinin içinde bir başka me- sonuca varmıştır. Bu temel gerçeğe da-
tafızik tasannunın kendisini açıktan açı­ ~narak Tanrı'nın varlığını da tanıtlayan
ğa duyumsattığı görülmektedir. Bu yeni Descartes, Tann'nın herşeye yeten gü-
anlamıyla metafizik, her durumda tek tek cüyle bütün gerçekliği oluştururken, ilki
bilimlerin sınırlarını aşan gerçekliği ya "düşünen tözler", ikincisi de "uzamlı
belli bir yönüyle ya da bir bütün olarak tözler" olmak üzere birbirinden bütü-
~ni bütün yönleriyle ele alan araştırma nüyle bağımsız iki ayrı tür töz yarattığını
yordamına gönderme yapmaktadır. Me- ileri sürmüştür. Descartcs, bütün bir ya-
modern felsefe 994

şamı boyunca Roma Katolik Kilisesi'nin pernicus'un kuramını yadsımaya dönük


öğretilerinden derinden etkilenmesine düşünceler ortaya koyma arayışı içinde
bağlı olarak, düzenekçi bir evren tasarı­ olmuştur. Öte yanda, Descartes'ın ma-
mını savunmuş olmasına karşın, ruhun ö- tematiğe yaptığı en büyük katkı, analitik
lümsüzlüğüne yönelik geleneksel din öğ­ geometriyi başarılı bir biçimde dizgesel-
retisini sonuna dek içtenlikle benimse- leştirrniş olmasıdır. Bu bağlamda Des-
miştir. Bu durumu açık kılmak amacıyla, cartes, geometrik eğrileri kendilerini üre-
zihin ile bedenin bütünüyle ayn tözleri ten eşitlik türlerine göre bölümlemeye
bulunduğunu, dolayısıyla da zihnin dü- çalışan tarihteki ilk matematikçidir.
zenekçi doğa yasalanndan bütünüyle ba- Öte yanda, Batı Felsefesi'nin ilk mo-
ğımsız olduğunu öne sürmüş; böylelikle dem düşünürlerinden İngiliz siyaset ku-
istenç özgürlüğüne de olanak tanımıştır. ramcısı ·ve filozofu Hobbes, siyasal dev-
Descartes'ın zihni bedenden bütünüyle let için sunduğu ilk "dindışı" temellen-
ayırmasına bağlı olarak yapılandırdığı an- dirmeyle ortaçağ felsefesinin kapanış sü-
layış yerleşik fi:lsefe dilinde "ikicilik" te- recinde bir başka önemli açıdan modern
rimiyle adlandırılmaktadır. Ne var ki, felsefenin açıkça altyapısını kurmuştur.
Descartes~ın zihin ile beden ayrımı üstü- Hobbes'un yayımlanış sıralarıyla en ö-
ne temellendirdiği ikicilik anlayışı, iki ay- nemli yapıtları Kiiçük Deneme (1637), Do-
n tözün arasındaki ilişkiyi, özellikle de ğal Hukuk ik S!Jasa/ Hukukun Öğekn·
çeşitli etkileşimlerin nasıl gerçekleştiğini (1640), Yurtıarlık Üstiine (1642), Leviatha11
açıklamadan bırakmıştır. Descartes'tan (1651) başlıklarını taşımaktadır. Hobbes,
bu yana söz konusu temel sorun sorun siyaset üzerine görüşlerinin önemli bir
olmaktalığıru sürdürmekle birlikte, özel- bölümünü, "I. Charles ile Parlemento a-
likle XX. yüzyılda sorunun olanaklı tek rasındaki anayasa mücadelesi", "İngiliz
çözümünün tam da soruna yol açan ay- Uluslar Topluluğu'nun Oliver Cromwell'
nının kendisinin çözüştürülmesinde yat- in yönetimi altına girmesi", "II. Charles'
tığının yüksek bir sesle dillendirildiği gö- ın Kral olarak yeniden tahta geçişi" gibi
rülmektedir. Daha açık bir deyişle, çağ­ döneminin önemli olaylarından etkilene-
daş filozoflar gerçekte bir ve aynı olan rek geliş tirmiştir. Gerek siyaset gerekse
bir bütünü, beden ile zihin diye önce etik üstüne görüşlerini ortaya koyarken,
ikiye ayırıp sonra da ümitsizce bunların "kendi çıkarını ya da ya..~rını gözetme"
arasındaki ilişkinin nasıl kurulacağı gibi ile "kendini koruma" düşünceleri teme-
yapıntı bir soruna çözüm aramanın boş linde doğalcı ve benci bir yaklaşım ser-
bir çaba olduğunu düşünmektedirler. Ki- gileyen Hobbes, doğaları gereği yabanıl
mileyin Kartezyen Felsefe diye de amlan ve saldırgan olduğunu düşündüğü in-
Dcscartes Felsefesi, özellikle ortaçağ fi- sanların, hem dünyevi hem de dinsel ko-
lozoflannın tam olarak ne oldukları belli nularda devletin saltık üstünlüğüne bo-
olmayan bulanık tinsel kavramları yerine, yun eğmelerinin her durumda zorunlu
fiziksel görüngüleri düzenekçi (işleybi­ olduğu saptamasında bulunmuştur. Hob-
limsel) bir yorumlama dizgesiyle açıkla­ bes'un gözünde saltık devletin gücü, us
mayı önermiş olması bakımından mo- yoluyla yaşayabilmek için zorunlu oldu-
dem felsefeye geçişi temsil eden felsefe ğu gibi, kişilerin kendilerini hiçbir sorun
tarihindeki son derece önemli bir kırılma yaşamadan kesintisiz koruyup sürdüre-
noktasıdır. Copernicus'un devrimci ev- bilmelerinin de başkoşulunu oluşturmak­
ren kuramını başlarda kabul etme eğili­ tadır. Siyaset kuramında, hükümetin de
minde olduğu görülen Descartes, Roma toplumsal adaletin de "toplumsal sözleş­
Katolik Kilisesi'nin söz konusu kuramı me"ye dayalı olarak devamlılığı güç yo-
bütünüyle sapkın ilan etmesi üzerine, bu luyla sağlanan yapıntı yaratılar olduğunu
eğiliminden bütünüyle vazgeçerek Co- savunan Hobbes, kurulu barış durumu-
995 modem felsefe

nu korıımak ya da bozulan banş duru- olduğunu öne sürmüştür. Bunlardan il-


munu yeniden kurmak için saltık monar- kini, haz getirecek gibi görünen nesneye
şinin varolan en iyi yönetim biçimi oldu- yönelme devinimine karşılık geleni "ka-
ğunu ileri sürmüştür. Bu bağlamda Hob- pılım" (appelill) diye tanımlayan Hobbes,
bes'a göre, toplum sözleşmesine önsel buna karşı ikincisini, acı getirecek gibi
ya da toplum sözleşmesinden yoksun bir görünen nesneden kaçınma devinimi ile
yaşam alanı "yalnı#n", "sefaletin", "iğ­ özdeş olanı ise "sakınım" (mıersion) diye
rençliklerin", "kısa ömürlülüğün", özetle adlandırmıştır. Düşüncelerinin en başın­
bütünüyle hayvanlara özgü incelikten yok- dan itibaren bilgi ile inanç arasında kesin
sun kaba saba yaşama etkinliklerinin be- bir aynm yapan Hobbes; Tann'nın bilgi-
şiğidir. Öte yanda etik kuramına dönül- ~nin elde edilmesinin hiçbir durumda o-
düğünde, Hobbes'un insan davranışları­ lanaklı olmadığını açıklıkla dile getirmiş­
nın temel kurallannı yine ilkece kendini tir.
konuna yasasından türettiği, en doğal in- Modem felsefede "tümtanrıcılık" an-
san eğilimlerini bencil eylemlerin kaçı­ layışının en büyük savunucusu olarak
nılmaz varlığıyla temellendirdiği görül- değerlendirilen Felemenk kökenli fılozof
mektedir. Kimilerine göre yararcılık öğ­ Spinoza, felsefe tarihinde bütün zaman-
retisinin de ilk temellerini attığı düşünü­ ların en büyük birkaç yapıtından biri o-
len Hobbes, özellikle etik ile siyaset üze- lan Elilf.a adlı başyapıtında sunduğu ge-
rine belli yazılarıyla ünlü İtalyan siyaset ometrik düzen doğrultusunda tanıtlan­
kummcısı Niccolo Machiavelli'ye büyük mış felsefe dizgesiyle yalnızca modern
bir esin kaynağı olması bakımından da felsefeye değil daha sonraki felsefe dö-
aynca önemlidir. Bunun yanında Hob- nemlerine de damgasını vurmuştur. Spi-
bes, en ince ayrıntısına varana dek büyük noza'nın en önemli yapıdan yayımlanış
bir titizlikle geliştirdiği maddecilik dizge- sıralarıyla şöyledir: Tann ilı İnsan 1'11 İnsan
sinde, zihni bütünüyle bedenin içsel de- M11tlıılllj,11 Üstiine Dın1111e (1656), Tannbi-
vinilerine indirgeyerek, "zihin-beden" i- limsel-S!yasal İnı:ıkmı (16 70), Geometrik Dii-
kiliği sorununa da yeıü bir çözüm ö- Z!nk Tanlflan1Jll/ Etik (1677), Anlama Yt-
nermiştir. Bu noktada işleybilimin (me- tisinin bmıtirillli Üstiine (1677). Spinoza
kanik; düzenekbilgisi) ilkelerini varolan daha ilk bakışta, "zihin ile beden iki-
bütün bilgi alanlarına tek tek uygulayan liği"ne, "din ile bilim çatışkısı"na, "etik
Hobbes, her. bir alanın kendisine özgü değerlerin düzenekçi yollarla doğal dün-
"yaşam", "duyum", "değer", ''.adalet" gi- yadan dışlanması sorunu"na yönelik ol-
bi temel kavmmlarıru madde ile devinim . dukça sağlam dayanaklar üstüne kunılu,
terimleri doğrultusunda tek tek tanımla­ kendi içinde tutarlı ve bütünlüklü, hay-
yarak, bütün görüngüleri fiziksel ilişki­ ranlık uyandıracak denli özgün bir çö-
lere indirgerken, aynı biçimde bütün bi- zümler dizgesi temellendirmiştir. Spino-
limlerin de ilkece "mekaıük" bilimine za, tümtanncı metafıziğiıü birbirlerinden
(işleybilime) indirgenebilir olduğunu sa- ayrılamayacak denli içiçe geçmiş kilit de-
vunmuştur. Buna bağlı olarak Hobbes, ğerde önemi bulunan temel felsefe kav-
insan etkilenimleri ile toplumsal örgüt- ramları üstüne yapılandırmışıır. Bunlar a-
lenmeleri açıklamak amacıyla, doğrudan msında ·en önemlileri olarak "töz", "kip",
işleybilimsel ilkeleri kullanarak, modem "düşünce", "uzam", 11ncdcnsellik", Hko-
nıhbilim ile toplıımbilime de önemli kat- şutluk", "öz", "varoluş" kavramları başı
kılarda bulunmuştur. Sözgelimi ruhbilim çekmektedirler. Spinoıa felsefesinin en
alanında, bütün insan eylemlerine maddi iyi dile geldiği Eti/erlda evren bütün her
görüngülerin neden oldıığıınu düşünen şeye neden veren, ama buna karşı kendi-
Hobbes, temelde insan eylemlerine bir- si kendisinden· başka bir kaynaktan ne-
birine taban tabana zıt iki gücün egemen den almayan Tann ile özdeştir. Nitekim
modern felsefe 996

Spinoza için töz kavramı, kesinlikle salt nın zihin ile beden arasındaki etkileşim­
maddesel gerçekliği nitelemek amacıyla leri açıklamakta son derece yetersiz kal-
başvurulmuş bir kavram olmayıp bütün dığım görerek, maddesel nesneler ile dü-
gerçekliğin kendine yeten, varolmak için şünceler arasındaki nedensel etkileşim­
· başka bir şeye gereksinim duymayan, us- leri açıklamak amacıyla "koşutluk" kav-
sal bakımdan zorunlu, kendi içinde bü- ramını geliştirmiştir. Spinoza'nın Descar-
tünlüklü ve kapsamlı bir metafizik yapı tesçı zihin-beden ikiliği sorununu çöz-
olduğuna gönderme yapmaktadır. Spi- mek amacıyla önerdiği koşutluk açıkla­
noza, Tanrı ile Doğa'nın bir ve aynı şey masına göre, her düşüncenin fiziksel bir
olmak anlamında birbirleriyle özdeş ol- karşılığı (eşleneğı) varken, buna karşı ay-
duklaruu tanıtlamaya çalışırken, fiziksel nı biçimde her maddesel nesnenin de
nesneler olsun düşünceler olsun bütün düşünsel bir karşılığı (eşleneği) bulun-
şeylerin Tann'nın değişik yönleri ya da maktadır. Bunlar aynı tözün, her bakım­
kipleri olduğuna yönelik temel tümtan- dan birbirlerine tam anlamıyla koşut iki
na sonuca varmıştır. Spinoza açısından biçimini yansıttıklarından, her durumda
töz ile doğal dünya arasındaki ilişki en birbirlerini eşit ölçüde etkiledikleri gibi,
yalın biçimiyle şöyledir: Töz (ya da Tan- birbirlerinden de eşit ölçüde etkilenmek-
n) 11af11ra 11afllra11s, yani "yaratan doğa" tedirler. Daha açık bir deyişle, bedende
dır; yaratma etkinliğine bağlı olarak do- başgösteren en ufak bir değişim doğru­
ğanın kendi bütün kiplerinin belirleyeni- dan zihinde etkisini gösterirken, buna
dir. Kipler 11afllra 11at11rata, yani "yaratıl­ karşı zihinde olan biten her şey Je aynı
mış doğa" dırlar; kendi dışavurumlarının biçimde bedende bire bir karşılığını bul-
çokluğundaki doğanın görünümleridirler. mak zorundadır. Spinoza'nın felsefesin-
Kipler gelip geçiçi olduklanndan, varo- de bu dünyanın gerçeklikleri ya zamanın
luşlan zamansallığını daha baştan varsay- bütünüyle dışındaki sonsuz "düşünsel a-
mak zorundadır. Töz ya da Doğa bengi- lan" a aittirler ya da zamana konu sonlu-
sel olduğundan, varoluşu bütün kipsel luğun egemen olduğu "maddesel alan"a
değişimlere aşkındır. Bu bağlamda Spi- aittirler. Bunlardan ilkini "özler dünyası"
noza için tözün yüklemlerinin ya da öz- olarak tammlayan Spinoza, ikinci alanıy­
niteliklerinin sayısı sonsuzdur; buna kar- sa "varoluşlar dünyası" diye adlandır­
şılık insanın anlama yetisi doğası gereği maktadİr. Buna göre özler dünyası içkin
bunlardan yalnızca ikisini kavrayabil- varlığın, yani varoluşlar alamna içkin bir
mektedir. Bir başka deyişle, tözün bütün olmanın alanıdır, dolayısıyla da öz varo-
yüklemleri ya da öznitelikleri zorunlu o- luşun "içkin nedeni"dir. Bu bakımdan
larak iki temel kategori yoluyla kendile- Spinoza'ya göre içkin neden olarak iiz
rini açığa vurmaktadırlar. BuıılarJan ilki doğrudan doğruya kendi kendınin ne-
belli birtakım düşünceler olarak Tanrı' deni olduğundan, kendini yine kendisi
nın kiplerinin kendini açığa vurduğu belirlediğinden bütünüyle "özgür olmak''
"düşünce" iken, ikincisi fiziksel nesneler anlamına gelmektedir. Uzam olsun dü-
olarak Tann'nın kiplerinin kendini açığa şünce olsun her iki yüklemle l'tıro/11ş da
vurduğu "uzam" kategorisidir. Spinoza' "bağlanmış olmak" demektir çünkü va-
nın dizgesinde düşünce ile uzam hem roluş içindeki bütün herşey birbirlerine
birbirlerine bağımlı olarak düşünülmekte nedensel zincirlerle zorunlu olarak bağ­
hem de bunların tek bir tözün yani lanmış durumda bulunurlar. Her nesne
Tann'nın enson anlamdaki gerçekliğinde teki ya da belli bir tikel düşünce her du-
varolduklan savunulmaktadır. Tam bu rumda başka nesnelere ya da düşüncele­
noktada Spinoza, zihin ile maddenin re bağlı olduğundan, varlığının biçimi
birbirinden bağımsız iki ayrı töz olarak bağlı olduğu bütün öteki nesnelerle ya
tasarlandığı Descanesçı ikicilik anlayışı- da düşüncelerle belirlenmektedir. Bu
997 modem felsefe

bağlamda Spinoza'run etiği de, tıpkı düşünme yöntemırun doğruluğunu sa-


Hobbes gibi, insanların yalnızca kendi vunmaktadır. Bu savunudan hareketle
öz çıkarlarınca eyledikleri düşüncesine bütün düşünceleri deneyin yalın öğcle­
dayalı doğala bir ruhbilim anlayışı üstü- rine indirgeyen Locke, temcide deneyin
ne kuruludur. Söz konusu etikte, takdiri iki ana kaynağı bulunduğunu ileri sür-
ilahi olarak Tann'nın istencine yer olma- müştür. Bunlardan ilkini dış dünyaya
dığı gibi, felsefe tarihinde büyük tartış­ yönelik bilgi sağlayan "duyum" olarak
malara konu olmuş istenç özgürlüğü ta- tanımlarken, ikincisini zihne yönelik bilgi
sarımı da bütünüyle saçmaya indirgene- veren "düşünüm" olarak adlandırmıştır.
rek çürütülmüş olmaktadır. Spinoza'run Locke, gerek metafiziğin kavramlarının
geleneksel anlayışlarla açıkça ters düşen içerdiği bulanıklığı açılı:lıkla tanıtlamış
Tanrı tasannu, çok geçmeden yaşadığı olmasıyla, gerekse zihnin dışındaki
dün-
dönemin Yahudi cemaatinin büyük tep- yaya iliş~n çılı:anmların şaşmaz bir ke-
kisini çelımiştir. Nitekim yerleşik Yahudi sinlikle kanıtlanamayacaklannı göstermiş
öğretilere aylan düşünceler savunuyor olmasıyla, modem felsefe içinde yer alan
olması gerekçe gösterilerek hem Yahudi- sonraki dönem İngiliz Kuşkuculuğu'na
lik'ten hem de yaşadığı kent Amster- da büyük bir esin kaynağı olmuştur. Öte
dam'dan uzaklaştınlmıştır. yaada siyaset felsefesindeki düşüncele­
İngiliz Deneyci Felsefesi'nin kurucu- rine son biçimlerini verirken, aynı ken-
larından Locke, özellikle bilgikuranu ile dinden önceki Hobbes gibi, "Stuart'ın
siyaset felsefesi alanlannda ortaya koy- monarşi yönetiminin başa gelmesi", "Ka-
duğu düşüncelerle modem felsefenin tolikler ile Protestanlar arasında dinmek
kendi gelişim çizgisi içinde önemli bir bilmeyen savaşım", "Wılliam ile Mary
aşamadır. Locke'un en önemli yapıdan Devrimi", "1689'un Hoşgörü Dalgası"
yayımlanış sıralanyla şöyledir: İ11sa11111 An- gibi XVII. yüzyıl İngilteresi'nin değişik
lama Yetisi Üstii11e D111eme (1690), Devkt tarihsel olaylarından pek çok noktada
Yö11etimi Üıtii11e İ/eJ Yazı (1690), Eğitim yararlanmıştır. Bu bağlamda filozofun
Üs!Ülle Birtakım Diişii11aler (1693), Hırirti­ kendinden sonraki siyaset felsefelerine
yanbğ111 Usa Yathnbğı (1695). Locke, önemli katkılarıyla dikkat çeken siyaset
Descartes'ın hem "ikicilik" anlayışını kuramlannı en ~erli toplu biçimleriyle
hem de doğanın düzenekçi terimlerle Devlet Yönetimi Üıtiine I/eJ Yatı başlıklı
betimlenmesi yaklaşımını büyük ölçüde yapıtında bulmak olanaklıdır. Söz konu-
benimsemiş olmasına karşın, felsefeyi su yapıtta dile getirilen düşüncelerde
salt fiziksel dünya üstüne düşünen tekbi- ortaya konan en önemli noktalardan biri,
çimli bir araştırma olmaktan çekip ko- Hobbes'un kralların bütün haklarıııı ve
partarak en başından beri felsefenin ger- güçlerini Tann'dan aldıklarına yönelik
çek ilgi konusu olduğunu düşündüğü kuramına karşı, Locke'un egemenliğin
bilgikuramına yeniden yönlendirmiştir. kayıtsız koşulsuz devletin yetkisi altında
Locke, Francis Bacon ile başlanuş bulu- olmaktan çok, her koşulda halk ile bir-
nan deneyci geleneğe son derece değerli likte paylaşılması gerektiği yönündeki
katkılarda bulunmakla kalmanuş, deney- saptamasıdır. Bu düşünceye bağlı olarak
ci felsefe anlayışına dizgesel bir anlatım Locke, devletin ancak "sivil ve doğal
kazandırarak onu özellikle usçuluğa karşı hukuk" araalığıyla belirlenmek koşuluyla
her bakımdan sağlam ve dirençli bir fel- en üstün konumda bulunabileceğini dile
sefe konumu kılnuştır. Locke'un deney- getirerek, "yabancılaştırılamaz doğal hak-
ciliği, bilginin elde ediliş sürecine yönelik lar" ile "mülkiyet haklan" gibi değişik
düşünsel sezgilere dayalı kurgular ile tüm- haklan hüküınctin her durumda koru-
dcngelimli düşünme yöntemi yerine, du- ması gereğinin altını koyultarak çizmiş;
yu deneyinin, dolayısıyla da tümevanmlı "çoğıınluğun yönctimi"nin olumlu ve o-
modern felsefe 998

lumsuz yönleri üstüne değişik yorum- zamanların en önemli filozoflarından bi-


larda bulunmuştur. Halk devriminin yal- ri olarak görülmektedir.
nızca bir hak olmaktan öte kimileyin Modem felsefenin bir başka büyük
bütünüyle kaçınılmaz ya da zorunlu ol- düşünürü Alman matematikçi ve fılozof
duğunu belirten Locke, hükümet etme, Leibniz, daha yaşarken dönemdaşı bir-
dinsel özgürlük ve kilise ile devletin ay- çok uğraşdaşınca evrensel bir dahi ola-
nmına ilişkin bir dengeler ve denetimler rak görülmüştür. Yalnızca matematik ile
dizgesi önermiştir. Locke'un anayasa te- felsefe alanlarında değil, tanrıbilimden
melli hükümete, dinsel hoşgörüye ve hukuka, diplomasiden tarihe, fılolojiden
doğal haklara yönelik olarak dillendirdiği (örübilim) fiziğe çok geniş bir düşünsel
siyasal savunular, XVIII. yüzyıl boyunca yelpazede son derece değerli görüşler or-
başta İngiltere, Fransa ve ABD olmak taya koyan Leibniz'in en önemli yapıt­
üzere, liberal düşüncenin gelişimi üze- ları, yayımlanış sıralarıyla şöyledir: Me-
rinde oldukça önemli etkilerde bulun- tafi~k Üstiine Kon111111a (1686), Yeni Doğa
muştur. Sözgelimi Locke'un siyasal 'dü- Dizgeti (1695), İnsanın Anlama Yetisi Üı­
şüncelerinden pek çoğu, Amerikan ve fiine Yeni Denemeler (1704), Teodise (1710),
Fransız devrimlerini meşrulaştırmak a- Monadoloji (1714). Matematiksel mantığın
macıyla kullanıldıkları gibi, özellikle ABD gelişimi üzerinde başlı başına özel bir ye-
Anayasası'run yazımı sürecinde büyük öl- ri bulunan Leibniz'in öteki pek çok kat-
çüde yine bu düşüncelerden yararlanıl­ kısı arasında kuşkusuz söz konusu alana
mıştır. Etik alana dönüldüğünde, bilgi- en buyük katkısı sonsuz küçüklüklerin
kuramsal bağlamda insan zihnini doğum hesaplanmasının .en temel ilkelerini bul-
anında bütünüyle bir tab11/a rasa, yani he- gulamış olmasıdır. Öte yanda, büyük tar-
nüz deneyimle üstüne bilgi yazılmamış tışmalara yol açmayı günümüzde dahi
boş bir levha olarak gören Locke, her sürdüren Leibniz'in "dünya metafiziği",
türden sezgi tasarımını yadsıdığı gibi, en yalın biçimiyle Monadoloji adlı yapıtta
doğuştan getirilen birtakım kavramlar ya sunulmaktadır. Söz konusu metafizikte
da bilgiler olduğu düşüncesine de açık evren, birbirinden bağımsız varlıkları bu-
bir biçimde karşı çıkınışnr. Nitekim bu lunan, her biri ayn birer rinsel güç ya da
düşüncelere dayanarak, bütün insanların enerji merkezine· karşılık gelen, sonsuz
iyi, özgür ve birbirleriyle eşit olarak doğ­ sajııdaki bilinçli moııaddan oluşmaktadır.
duklarından en ufak bir kuşku dahi Her "monad"ın kendine özgü evrenini
duymanuştır. Y ıne kimi felsefe tarihçile- bireysel (tekil) küçük birer evren olarak
rinin belirttiği üzere, en çok sayıda insa- tasarlayan Leibniz, bu anlamda bütün
nın mutluluğunu ne ölçüde gerçekleştir­ momıdlan değişik yetkinlik biçimleri ol-
diği ölçütüne bakarak eylemlerin doğru­ maları bağlamında aynı bir ayna gibi
luklarını ya da yanlışlıklannı değerlen­ bütün bir evreni yansıtan kendilikler ola-
dirmeyi savunan modem yararcılık anla- rak betimlemiştir. Monadlann tümünü
yışının ilk izlerine Hobbes'la birlikte de doğalan gereği ıinsd varlıklar olarak
Locke'un yazılarında da rastlanmaktadır. tasarlayan Leibniz, en karışık algılardan
Locke, deneysel çözümleme yöntemini oluşanların cansız nesnelere karşılık gel-
etikten siyasete, dinden bilgikuramına diğini, buna karşı kendi bilincinde olma
dek etkinlikle uygulayarak, modem fel- ile düşünme yetileri bulunan, yani açık
sefe üzerinde kolay kolay silinmesi ola- seçik algılan olan monadların ise insan
naklı olmayan derin izler bırakmıştır. cinleri ile zihinlerini meydana getirdikle-
Nitekim çoğularırun gözünde Locke, yC- rini ileri sürmüştür. Monadlaiın oluştur­
ni bir soluk kazandırdığı deneycilik an- duğu evrenin tanrısal planın en üst yet-
layışıyla modem felsefe dönemine dam- !Pıılikteki uyum anlayışının sonucu oldu-
gasını vurduğu gibi, aynı zamanda bütün ğunu savunan Leibniz, buna bağlı olarak
999 modem felsefe

yaşadığımız dünyanın "olanaklı dünyala- önemli bir yanıt geliştiriyor olması ba-
nn en iyisi" olduğunu dile getirmiştir. kımından aynca üzerinde durulmaya de-
Leibniz'in evreninde Tanrı, hem bütün ğerdir. Bu noktada Bc:rkeley'in sunduğu
öteki monadları yarattığı için hem de temel uslamlamayı üç ana basamakta ö-
"önceden kurulmuş uyum" doğrultu­ zetlcınck olanaklıdır: (i) duyulur şeylerin
sunda onların gelişimlerini önceden be- "varbğı" ıılgılaruyor olmalanndan geç-
lirlediğinden Monadlann Monadı olarak mektedir; (ıı) ıılgılanan her şey gerçektir,
kavranmaktadır. Leibnizci bu "iyimser'' wrolduklan kesin olarak bilinen şeyler
evren tasannu Fransız yazarı ve düşünü­ yalnızca algılanabilenlerdir; (iiı) varolmak
rü Voltaire'in '/VmJiJ (1759) adlı roma- demek algılanmış olmak demektir, va-
nında alaycı bir dille taşlanmış olmasına rolmaları gereken şeyler gözlemlencmi-
karşın, Leibniz'in bütün şeylerin organik yorsa, bunların varolma\arı için Tann ta-
ve tinsel olduklan yönündeki temel me- rafından algılanmayı sürdürüyor olmalan
tafızik görüşü "XVIII. yüzyıl idealizm gerekmektedir. Berkcley'in bu son dere-
geleneği"nin ba'1angıcı olarak değerlen­ ce önemli düşünceleri çağda'1annın ço-
dirilmesi bakımından oldukça önemlidir. ğunca gözardı edilmiştir. Bununla bera-
Geııellikle modem idealizm okulu- ber, duyusal görüngülerin olanaklı tek
nun kurucusu olarak görülen İrlandalı bilgi nesneleri olduklan savı §jriillgiiı:iil#k
filozof ve Anglikan Piskoposu Berkeley, (maddenin yalnızca duyular doğrultu­
İngiliz felsefesinde son derece etkili bir sunda çözümlenebilir olduğunu savunan
konumda bulunan deneycilik ile kuşku­ algı kuranu) diye bilinen bilgi felsefesi
culuğu birleştirmek yoluyla, öteden beri anlayışının temellerini attığı gibi, sonra-
"İngilizce Konuşulan Ülkelerin Felse- dan modern fclscfede büyük bir yükse-
fesi"nde kendisine pek sıcak bakılmayan lişe geçen olg11aı1Nk akı.nurun da büyük
idealizmi güçlü bir konuma taşımıştır. ölçüde önünü açmıştır. Berkeley'in dü-
Berkeley'in en önemli yapıdan yayımla­ şünceleriyle temellendirdiği metafizik diz-
nış sıralanyla şöyledir: iman Bilpjsit1in il- gesi kendisinden sonra çok az yandaş
keleri Üıtiittt (1710), fblas ile Philot10111 A- bulmuş olmasına karşın, zihinden ba-
mst'1fh Ü; SiiJlep (1713). Bc:rkelc:y, mad- ğımsız dünya tasanmı ile madde kavra-
denin hiçbir durumda zihinden bağımsız mına karşı getirdiği değerli eleştiriler gü-
olarak kavranamayacağıru, duyu deneyi nümüzde dahi geçerliliklerinden hiçbir
görüngülcrinin ancak aralıksız olarak in- şey yitirmiş d~rdir.
san zihninde algılama olanağını canh tu- Ôtc ymda lskoçyalı tarihçi ve filozof
tan tanrısal bir gücün· varlığını olurla- Hume, geliştirdiği düşüncelc:de modem
makla açıklanabileceğini ileri sürmüştür. fclscfcde hem kuşkuculuğun hem de de-
Zihnin ötesinde dünyaya ilişkin bilgi sav- neyciliğin gelişim:inc çığır açıcı değerde
larında Locke'un duyduğu kuşkuları da- katkılarda bulunmuştur. Özünde Lockc
ha da ilerilere taşıyan Berkeley, bütü- ile Berkeley'in görü'1erinden yola koyu-
nüyle insan zihninden bağımsız olarak lan Hume'un deneycilik anlayışı, şeyler
böyle bir dünyanın varolduğunu kanıt­ üstüne sunulan ama doğrudan· duyular
lamanın olanaksız olduğunu, çünkü e- aracıbğıyla algılanamayan bütün metafi-
ninde sonunda gözlemlenebilen biricik zik savlannın ilkece anlamsız olduklarını
şeylerin duyumlardan başka birşey olma- savunmaktadır. Hume, söz konusu genel
dığını savunmuş, hu duyuınlann da dış deneyci savunu temelinde daha da ileriye
dünya denilen yerde değil kesinlikle in- giderek, gerek bir bütün olarak usun
san zihninde oldukları sonucuna varınış­ kendisinin gerekse ussal olduğu varsayı­
m. Berkeley'in çoğu yerde "meta6zik i- lan birtakım yargılann değişik duyumlar
dealizm" diye adlandınlan bu yaklaşımı. ile deneyimlerin alışkanlıklarına belir-
kuşkuculuk ile tanntanımazlığa karşı da lenmiş bir dizi çağnşım olmaktan öte bir
modern felsefe 1000

değerleri bulunmadığııu ileri sünnüştür. nedensellik üzerinden giderek olguların


Hume'un en önemli yapıdan yayımlaıuş kendilerine yönelik bilgi edinmek bütü-
sıralanyla şöyledir: insan Doğası Üz.erine nüyle olanaksızdır. Hume, nedensellik
Bir fnçt/eme (üç cilt, 1739-40), Ahlak ile tasarımına uyguladığı bu genel kuşkucu
Sfyaset Üstiine Denemeler Qki cilt, 1741-42), tutuma dayanarak, töz, tinsel, maddesel
İn.ramn Anlama Yetisi Üstüne Bir Somı­ gibi en temel metafizik kendilikler ol-
ftmlla (1748), S!Jasal Konupnalar (1752), dukları düşünülen felsefe kategorilerinin
ingiltm Tarihi (altı cilt, 1754-1762). Doğal varlığııu da bütünüyle yadsımıştır. Bu
Din Üstiine Sijyleşimkr (1779). Hume, fel- bağlamda Hume, insanların kendilerine
sefe tarihinde tartışmasız devrimci bir a- başka biri olarak kesintisiz bir algıyla
dım atamk, usun ilkece asla bir nesne ile yaklaşmalaruun olanaksız olduğunu öne
bir başkası arasındaki bağlantıyı kurma- sürerek, benin varlığını olurlayan felsefe
sının ya da kurulu bir bağlantıyı taıutla­ savlarının doğruluğunu da bütün bütün
masııun olanaksızlığııu göstermiş, böyle- reddetmiştir. Nitekim Hume'un gözün-
lilcle hem felsefe metinlerinde hem de de "ben" denilen şeyin değişik algıların
bilimsel araştırmalarda yere göğe sığdı­ bölük pörçük biraradalığı ya da yumağı
n!amayan nedensellik tasanmııu açıkça olmaktan daha öte bir değeri yoktur. E-
yerle bir etmiştir. Hume, hem sunulacak tik üzerine düşüncelerine dönüldüğünde,
hiçbir mantıksal temellendirmenin her- Hume etik bakımdan "doğru" ile "yan-
hangi iki olay arasında nedensel bir bağ­ lış" kavrarıılannın ussal olmadıklarını,
lantı olduğunu göstenneye yetmeyeceği­ bunlann daha çok kişilerin kendi mut-
ni, h..:m de geçmişteki olaylardan hare- lulukları karşısında taşıdıkları ilgiyle ilin-
ketle geleceğe dönük nedensel öndeyi- tili olduklarııu savunmuştur. Hume için
lerde bulunulamayacağını dile getirmiştir. düşünülebilecek $-n üstün ahlaksal değer,
Hume'un sunduğu nedensellik eleştiri­ bireyin enson anlamda mutluluğu ile öz-
sinde "nedensellik ilkesi"nin geçerliliğini deş gördüğü toplumun genel refahı için
açıkça çürütmüş olması, doğrudan doğ­ duyulan bencil olmayan kaygıya karşılık
ruya tümevarım yoluyla elde edilmiş bü- gelen "iyilik yapma isteği"dir. Öte yanda
tün bilimsel yasaların da doğruluklarını tarihçi kişiliğiyle Hume, geleneksel ola-
tartışmaya açıyor olması nedeniyle son rak yapıldığının tersine geçmişte yapılmış
derece önemlidir. Bilimin, özünde bir o- savaşları salt öykülemek ya da devletlerin
layın zorunlu olarak bir başka olaya yol yapıp ettiklerinin zamandizinsel açıkla­
açıyor olması gerçeğinin yeterli sayıda malarını sunmak yerine, kendi ülkesinin
gözlemlenmesine bağlı olarak, bu ilişki­ olmaktalığı üzerincle önemli rol oynayan
nin hep meydana geleceğini öndeyilerek değişik etmenleri ve güçleri betimleyip
aralarında nedensel anlamda hep zorun- açık kılmaya çalışmıştır. Nitekim Hume'
lu bir bağlantı olduğu düşüncesi teme- un İngiltere Tarihi başlıklı çalışması gü-
linde yapılandığı göz önünde bulundu- niiıi:ıüz tarihçilerinin gözünde İngiliz ta-
rulduğunda, Hume'un geliştirdiği neden- rihi üzerine yazılmış bir klasik olarak gö-
sellik eleştirisiyle sağlam temeller üstüne rülmektedir. Diğer yandan, İskoçyalı fel-
kurulduğu varsayılan bilimsel etkinliği de sefeci ve iktisatçı Adam Smith başta ol-
köklerinden salladığı açıktır. Daha açık mak üzere ondan sonra gelen çoğu ikti-
bir deyişle, insanlar pratik yaşamm ge- satçıyı da derinden etkileyen Hume'un
rekleri nedeniyle neden ile sonuç tasa- iktisat kurarnııun en önemli bölümünü,
nmları doğrultusunda düşünüp yaşıyor refahın paraya değil de mülkiyete dayalı
olsalar da (tersi düşünüldüğünde insanla- olduğu düşüncesine yönelik sunduğu te-
nn algılarının geçerliliğinden kuşkulan­ mellendirme ile toplumsal koşulların e-
maları gerekir ki bu doğrudan doğruya konomi üzerindeki kaçınılmaz etkilerini
deliliğe çıkan bir yoldur), Hume'a göre göstermeye yönelik ayrıntılı çözümleme-
1001 modern felsefe

ler oluşturmaktadır. dilerini açığavururlar; (ii) manaksal ba-


Kant'ın "eleştirel felsefe"sine gelin- kımdan deneye önsel olmaları, kategori-
mesiyle birlikte modern felsefenin son leri aşkınsal kılmaktadır; bu nedenle ka-
derece derin bir kırılma yaşadığı görül- tegoriler gerçek ya da olanaklı bütün de-
mcktir. Nitekim yalnızca modern felse- neyimleri aşmaktadırlar; (iii) kateı.,roriler
fenin değil bütün bir felsefe tarihinin ya da yapısal ilkeler bütün deneyimi be-
akış yönünü değiştiren Alman filozofu lirliyor olsalar da, hiçbir biçimde "ken-
Kant; yazdığı üç ayn "Eleştiri" ile kap- dinde şeyler"in doğalarını etkilemeleri o-
samlı bir felsefe dizgesi bina ederek, Baa lanaklı değildir; (iv) deneyimin zorunlu
kültürünün tartışmasız en büyük düşün­ koşullan olan bu ilkelerin bilı.,risinin, ken-
sel başanlanndaiı birini gerçekleştirmiş­ dinde şeyler üzerine değişik yollarla o-
tir. Kanı'ın felsefesinin kilit değerde ö- daklanarak elde edilebilmesi söz konusu
nemi bulunan temel düşüncelerinin çok değildir; (v) apriori kategorilerin bilgisi-
hüyük bir biilümü, insan bilgisinin temel- nin şeylerin insan algısına göründükleri
lerini inceleyerek her bakımdan sağlam biçimiyle ve kadarıyla duyu orı.,'llnlannca
ve kendi içinde bütünlüklü bir bilgiku- kavranması olanaklıdır. Kant'ın insan bil-
ramı geliştirdiği Arı Usun Eleştirisi baş­ gisinin sınırlarını çizmek amacıyla dene-
lıklı "1. Elcştiri"de bulunmaktadır.
Ken- yimin nasıl olanaklı okluğu sorusu çer-
disinden çoğunlukla "aşkınsalcılık" diye çevesinde sunduğu uslamlama, iizünde
söz edilen Kant'ın bilgikuramı, en genel felsefesinin eleştirel bir felsefe ("eleşti­
anlamda deneycilik ile usçuluk arasında relcilik") diye anılmasının da başlıca ne-
sağlam bir bireşime gitme amacından denidir. Nitekim Kant'ın eleştirel felse-
yola koyularak yapılandınlmışar. Buna fesinin kalkış noktasını, insan zihninin il-
göre Kant, bir yanda bütün bilginin kay- kece salt düşünce yoluyla deneyimin dı­
nağının yalnızca deney olduğunu, ·bilgi- şına çıkarak kendinde şeyler alanının en-
nin ancak tümevarım yoluyla elde edile- son anlamdaki gerçekliğini kavramasının
hilirliğini savunan deneyciliğin kimi öğe­ olanaksızlığını tanıtlamak oluşturmakta­
lerini seçip alırken, öbür yanda bilginin dır. Yine bilgikuramının bir başka önem-
kaynağının yalnızca us olduğunu, bu an- li bölümünde Kant, birbirinden ayn üç
lamda bilginin de ancak tümdengelim ile tür bilgi bulunduğu saptamasında bu-
ı ılanaklı olduğunu düşünen usçuluğun lunmuştur: (i) analitik a priori: kesin ve
birtakım yiinlerini yeniden yorumlaya- tam olmasına karşın, tanımda zaten içc-
r:ık, bu iki bilgikuramı anlayışını oldukça rileni daha açık kılmaktan öte yeni bir
tutarlı bir biçimde kaynaştırmıştır.. Bu bilgi vermeyen bilgi; (ii) senıeıik a posıeri·
bağlamda da Kant, deneyimin içeriği her ori: dış dünya hakkında deneyim· yoluyla
durumda deneyimin kendisi aracılığıyla bilgi vermesine karşın, duyu algılarının
keşfedilmek zorunda olsa da zihnin bü- yanlışları ile yanılgılarına açık olduğun­
ıün deneyimlere belli bir form ve düzen dan şaşmaz bir kesinlik taşımayan bilgi;
kaımndırdığını, bu form ile dü.zenin yal- (iii) senıetik apriori: salt görü yoluyla elde
nızca a priori olarak, yani üzerine düşü­ edilen, zihnin bütün deneyim nesnele-
nümde bulunarak keşfedilebilir olduğu­ rine yüklediği zorunlu koşullan dışa vur-
nu savlamıştır. Kant'ın kurduğu metafi- duğu için kesinliği ile tamlığı kuşku gö-
zik dizge en yalın biçimiyle şu önerme- türmeyen bilgi. Diğer yandan Kanı, baş­
lerle özetlenebilir: (i) zihin ilkörnck form- ta Ahtak Metafizigi (1797) olmak üzere
larla ya da en temel kategorilerle (uzam, değişik yapıtlarında ortaya koyduğu etik
zaman, nedensellik, töz, ilişki gibi) dene- dizgesinde, temelde usun ahlaksallık için
yimleri biçimlendirmektedir; bu katego- başvurulacak "enson yetke" olduğu dü-
riler her bakımdan deneye önsel olmala- şüncesinden yola koyulmuştur. Bu bağ­
rına karşın, her durumda deneyde ken- lamda, Kant'a göre, her türden eylemin
modern felsefe 1002

etik balamdan değeri us tarafından uyan- gerçekler olarak gören Kant, bu tür kav-
dınlan bir ödev ahlakı duyumu doğrultu­ ramların bilimsel bilgi ya da felsefece dü-
sunda değerlendirilmek zorundadır. Bu- şünme yoluyla değil ahl:iksal inanç te-
nunla birlikte, salt yasalara, gdenek ya da melinde anlaşılabilir olduklannı öne sür-
göreneklere uymak adına, yalnızca top· müştür.
!umun birtakım beklentilerini doyuma Modem felsefenin önemli bölümünü
kavuşturmak adına belli eylemlerde bu- oluşturan "Aydınlanma Çağı" çoğunluk
lunmak söz konusu eylemleri ahlaksal 1789 Fransız Devrimi ile sonlandınl­
kılmak için yeterli değildir. Ahlak ilkde- maktadır. Bu anlamda Aydınlanma Dü-
rinin doğalan gereği uyulması gerekli ko- şüncesi, devrim öncesinde devrim için
şulsuz buyruklar olduğunu kesin bir dille gereken düşünsel ve top)umsal altyapıyı
savunan Kant, istisna kabul etmeyen bir hazırladıktan sonra, devrimin gerçekleş­
kesinlik taşıyan usun salıık buyruklannın mesiyle birlikte bir anlamda kendi göre-
hiçbir durumda ne hazla ne de kişisel vinin son bulmasıyla kapanmıştır. Fran-
pratik yararlarla ilintilendirilemeyecekle- sız Devrimi, Aydınlanma düşünürlerinin
rini ileri sürmüştür. Öte yanda siyasal ve gösterdiği birtakım ülküleri yaşama ge-
toplumsal düşüncelerine dönüldüğünde, çirmiş olmasına karşın, özellikle ilk yılla­
Kant'ın gdeneğe ve kökleşmiş yetkelere nnda yaşanan şiddet eylemlerine bağlı
karşı us ve özgürlük hareketinin en önde olarak Avrupa insarunın gözünde pek
gelen filozoflanndan biri olduğu açıklık­ çok Aydınlanmacı düşüncenin değersiz­
la görülmektedir. Nitekim Pratik Unm leşmesine de yol açmıştır. Ancak her du-
Elqtirisi (1788) başlıklı "II. Eleştiri"de rumda Aydınlanma Felsefesi usa duyu-
bireyin kayıtsız koşulsuz özgür olduğuna lan büyük güven, her alanda bilgilenme
duyduğu inancı açık bir biçimde dilegeti- tutkusu, daima daha çok ilerleme isteği
ren Kant, söz konusu özgürlüğün yasa- gibi birtakım ülkülerin alevlendirdiği hiç
sızlığın ya da yasatanımazlığın kol gezdi- dinmeyecek bir düşünsel ateşi XIX ile
ği bir özgürlük durumu olmaktan çok, XX. yüzyıllara kalıt olarak bırakmıştır.
us tarafından söylenenler uyannca kişi­ Bundan da önemlisi Aydınlanma, Kilise'
nin evrenin yasalanna bile isteye uyarak nin düşüşüne karşı modem laikliğin yük-
kendini yönetme özgürlüğüyle özdeş ol- selişe geçmesi üzerinde kilit değerde ö-
duğunu belirtmektedir. Kant, din üstüne nemi bulunan bir aşama olarak, önünü
görüşlerini büyük ölçüde, kişisel vicdan- açtığı siyasal ve ekonomik liberalizm bir
da kendini gösteren Tann'nın tam anla- yanda, insancılık anlayışıyla bütün bir in-
mıyla ahlaksal bir ülkü olduğunu ileri sanlığın yeniden kucaklanmasına yönelik
sürdüğü Salt Unm Sfltfriarı İçtrisinde Dıiı dillendirdiği izlekler öbür yanda, kendin-
(1793) başlıklı yapıtında ortaya sermiştir. den sonraki düşünürlerce olumlu ya da
Bir bütün olarak Kant'ın felsefe dizgesi- olumsuz pek çok tepki almıştır. Aydın­
nin yerine getirmeye çalıştığı temel a- lanma Düşüncesi'nin ateşli savunucula-
maçlardan biri de bilim ile dini aynı dün- nnın hemen tamamı, sözcüğün gerçek
yanın iki ayrı düzeyi olarak tasarlayarak anlamdaki kullanımıyla "filozof" değil­
aralarında bir uzlaşı sağlamaktır. Kant, lerdir. Ancak buna karşın, Aydınlanma'
bu düzeylerden ilkini duyularca algılan­ nın temel görüşleri ile savunulannı ga-
mayıp salt us yoluyla kavranan noumena zetelerde, dergilerde, kitapçıklarda deği­
(kendinde şeyler alanı) diye adlandınr­ şik biçimlerde dillendirerek. Aydınlan­
ken, ikincisini duyulara göründükleri bi- ma'yı halk katmanlanna indirerek yay-
çimleriyle kavranan phenomena (görünüş­ gınlaştırdıkları da üstünden atlanamaya-
ler alanı) olarak tanımlamıştır. Bu aynm cak bir gerçektir. Aydınlanma Dönemi'
uyarınca Tann, özgürlük, ölümsüzlük gi- nde yapılan felsefe çalışmalanna genel
bi konuları "kendinde şeyler alanı"na ait olarak bakıldığında, temelleri Locke tara-
1003 modem felsef'e

fından atılan deneycilik anlayışının izin- içindeki değişik güçleri birbirlerinden a-


den yürüyen pek çok XVIII. yüzyıl dü- yınp aralannda sağlam bir denge kurma-
şünürünün, bilginin doğuştan getirilme- nın gereğine değinmektedir. Başka bir
yip bütünüyle usun gözeticiliğinde deney deyişle, Montesquieu Locke'un öncülü-
ile gözlemden elde edildiği düşüncesin­ ğünü yaptığı "güçler awhğı" kuramını
den artık en ufak bir kuşku dahi duyma- sürdürmüş; hatta daha da ileriye t11şımış­
dıkları görülmektedir. Buna göre "Ay- tır.
dınlanma Tasansı"nın en belirgin savu- Fransız oyıın ve roman yazarı, sanat
nusu, gerekli donanım ve beceriler ka- ve yazın eleştirmeni, bir başka Aydın­
zandınldığı sürece, insanlığın kendini de- lanmacı düşünür Diderot, dönemdaşla­
ğiştirebilmesinin, kendi doğasını daha nyla karşılaştınldığında hem çok daha
iyiye, daha güzele doğru geliştirebilmesi­ usçu bir düşünür olmasıyla hem de çok
nin önünde ilkece hiçbir engel olmadığı daha kuşkucu bir tutum sergilemesiyle
yönündedir. göze çarpmaktadır. İlk önemli yapıtı Fel-
Aydınlanmacı düşünürlerin başında nftre Diipit1rtler'de (1746), Hıristiyanlığa
hiç kuşkusuz Fransız yazar, hukukçu ve karşı yaradancı felsefesini genel çizgile-
siyaset felsefecisi Montesquieu gelmek- riyle ortaya koyan Diderot, d'Alembert'
tedir. irat1 Mıhrplan (1721) başlıklı en le biı:likte yayınlanmasını üstlendiği ve
önemli yapıtlanndan birinde Montes- çoğulanna göre en önemli yapıtı olan 35
quieu, varolan toplumsal koşullara, Fran- ciltlikAt1siklopııli'de (1751-1765), varolan
sız siyasetine, Kilise'nin uygulamalarına, bütün bilgileri derli toplu bir biçimde el-
kimi yazın yapıtlanna yönelik ağır taşla­ den geldiğince biraraya getirmeye çalış­
malarda bulunmuştur. Özellikle Bourbon Uğı gibi, Aydınlanma ile Aydınlanma'ya
monarşisinin egemenliği alundaki Fran- karşı çıkan konumlann temel düşüncele­
sız yerleşik kurumlanna yönelttiği eleşti­ rini açımlayarak, bu oylumlu çalışmayı
riler, Fransız Devri~'nin mayalanması Aydınlanma karşıtlanna karşı polemik
sürecinde önemli yankılar uyandırmıştır. amaçlı bir silah olarak kullanmıştır. At1-
Montesquieu'nün '&malılant1 Bi!Jiikliiğii sik/opedlye eşyazar olarak katkıda bulu-
ile Çiı'kiifİİtlİitl Nedmleri (1734) başlıklı di- nan düşünürlerin arasında d'Alembert,
ğer bir önemli yapıtı, tarih felsefesi ala- Voltaire, Montesquieu, Rouesseau gibi
nında yazılmış en önemli kitaplar arasın­ dönemin en seçkin Aydınlanmacılan da
da gösterilmektedir. Yine en çok ses ge- bulunmaktadır. At1siklopedi, özellikle Ki-
tiren yapıtlarından Yasalann Lbtlnda lise'nin yetkesine, batıl inançlara, tutu-
(1748) Montesquieu, hep yapılageldiği culuğa, dönemin yan feodal toplumsal
üzere. tarihteki üç ana yönetim hiçimi yapılarına karşı güçlü bir propagandanın
olarak düşünülen monarşi, aristokrasi ve yaşama geçirilmesine olanak tanıdığı. için
demokrasi biçimindeki klasik ayrımı yad- çoğunluk Aydınlanma İdeolojisi'nin en
sımış, bunun yerine kendi bölümlemesi- güçlü çıkışı olarak nitelendirilmektedir.
ni temellendirerek; erdeme dayalı "cum- Nitekim başta Diderot olmak üzere At1-
huriyet", onura dayalı "monarşi" ve kor- siklopeHye madde yazan düşünürlerin he-
kuya dayalı "despotizm" (despotluk) uy- men tamamı, Aydınlanma İdeolojisi'nin
gulamalarını tek tek oldukça aynnuh bir sözcüleri olmak gibi bir göreve soyıın­
çözümlemeden geçirmiştir. Kitapta ayn- muş oldukl~dan, hem Kilise'nin hem
ca bir bölgenin iklimi, coğrafi konumu, de dönemin hükümetinin tepkilerini Ü-
genel bölgesel özellikleri ile iktidarda o- zerlerine çekmişlerdir.
lan hükümet biçimi arasında doğrudan Kuşkusuz Aydınlanma Dönemi'nin
bir ilişki olduğuna dikkat çeken Montes- en önemli düşünürlerinden biri de, özel-
quieu, bireysel haklar ile özgürlükleri gü- likle Aydınlanma'nın belki de en etkili
vence altına almak amacıyla hükümet taşlamalanru dillendiren Fransız yazar ve
modern fdsefe 1004

felsefeci Voltaire'dir. Çoğunluk "Fran- günden yarına değişen, tutarsız, samimi-


çois Marie Arouet" takma adıyla düşün­ yetsiz gibi niteleçlerle değerlendirilmesi­
celerini yazıya alan Voltaire, düşünsel ya- ne neden olmuştur. Usdışı, kavranması
şaırunın ilk aşamalarında daha çok ti- olanaksız, doğaya aykırı olan her şeyin
yatro oyunları ile şiirler yazıruştır. Ancak varlığını açık bir dille reddeden Voltaire,
kendisine asıl ün kazandıran yapıtlar ya çağdaşlanna sık sık hoşgörüsüzlüğe, ti-
da çalışmalar, sonradan yazdığı yararlı ki- ranlığa, hurafelere karşı bütün güçleri ve
tapçıklar, denemeler, taşlamalar, Avrupa' yürekleriyle savaşmalarını salık verirken,
nın hemen her köşesinden değişik ya- bir anlamda Aydırılanma Felsefesi'ııin de
zarlarla yaptığı yazışmalar ve en önemlisi genel ruhunu dile getirmiştir. Voltaire'in
de döneminin bilimi ile felsefesini po- ahlak anlayışına bütününde bakıldığında,
pülerleştirdiği kısa romanlardır. Voltaire, kayıtsız koşulsuz düşünce özgürlüğü ile
en çok ruhban sınıfın zenginliği ile mal bütün bireylerin kişisel haklarına saygı
varlığına, Kilise'ııin özgür düşünceyi bas- gösterme üstüne kurulu olduğu görül-
tırarak toplumsal kokuşmaya yol açması­ mektedir. Aynca Voltaire, gerçek yazın
na karşı açık saldırılarda bulunduğu eleş­ yapıtında aranması gereken en temel
tirilerle adından söz ettirmiştir. Görüşle­ özelliği, her durumda giinün yaşanan so-
rinden ötürü kendisini defalarca mahkılm ruplanru göz önünde bulunduruyor ol-
etmeye çalışıruş pek çok kişinin, karşıla­ ması, daha da önemlisi bu sorunlara ger-
nnda kendisini oldukça sağlam bir reto- çekçi çözümler önerebilmiş olması ola-
rikle (sözbilgisiyle) dile getiren hep güçlü rak beli.ı:lemiştir.
bir savuıunacı bulmuş olmalan dikkat Aydınlanma düşünürlerinin kuşkusuz
çekicidir. Voltaire, önemli yapıtları ara- pek çok bakımdan en renkli kişiliği Ro-
sında gösterilen Kandit:!de (l 759), yeryü- usseau'dur. Nitekim Rousseau'nun yazı­
zünü saran bir örümcek ağına benzettiği lanna şöyle bir göz gezdirildiğinde, fel-
din yoluyla halka yutturulanlan ortaya sefeden toplum ile siyaset kuramına,
sererek kötülük sorununu çözümlemiş­ müzikbilimden bitkibilime, ruhbilimden
tir. İnsanlığın ilerlemesi üzerine yazdığı tarihe pek çok düşünsel yönelimin bir-
Geııel Tarih ve UIHI!anıı Giirenekleri ik Ka- arada bulunduğu görülmektedir. Bunun
rakterleri Üitiiııe Deııeme (l 756) başlıklı yanında Rousscau'nun yazılannda en
kitabında doğaüstücülüğü yerden yere yetkin biçimde geliştirdiği yazı biçemi,
vuran Voltaire, Tann'nın varlığına içten- çoğulannca "Aydınlanma Yazısı"nın te-
likle inandığını açıkça ortaya koymakla mel biçemsel özelliklerinin ilkörneği ola-
birlikte, dine, en Önf:mlisi de ruhban sı­ rak görüldüğünden değişik yazarlarca
nıfın gücüne son derece ağır eleştiriler değişik biçimlerde hep yeniden üretil-
getirmiştir. Nitekim Locke ile öteki libe- miştir. Kalkış noktası olarak uygarlığın
ral düşünürlerce başlatılan Yaradancılık insanın doğasını çürütüp kokuşturduğu
geleneğini daha da ilerilere taşıyan Vol- savından yola koyulan Rousseau, "devlet
taire, doğanın araştınlmasına bağlı olarak yurttaşlarıyla bir toplum sözleşmesi ya-
doğadan ussal çıkarım yoluyla temellen- parak halkın istencini en iyi biçimde yan-
dirilebilen şeylerle dinsel inançlan bir bi- sıtmalıdır" yollu Hobbes'un siyaset öğre­
çimde sınırlamanın önemini vurgulainış­ tisini geliştinne arayışı içinde olmuştur.
tır. Voltaire'in iç dünyasında yaşadığı ça- En önemli yapıdan arasında gösterilen
tışkılar kendilerini en iyi yazılarında açığa İ11•a11/ar Aranııdalti Eşitnz.fiğiıı 14J11ağt Ü•-
vurmaktadır. Bu anlamda aynı yazıda bi- tiiııe KoııH/mdda (l 755) bilim olsun sanat
le birbirine taban tabana karşıt konum- olsun felsefe olsun bütün hepsinin de
lan yeri geldiğinde aynı anda savunabili- insanlığı yozlaştırdığı düşüncesini enine
yor olması, çoğu çağdaşının gözünde boyuna irdeleyen Rousseau, doğal ve il-
Voltaire'in güvenilmez, aşırı duygusal, bu- kel durumdaki devletin uygar devlet bi-
1005 modemizm

çimleriyle karşılaştırıldığında tartışmasız son derece uç noktalarda yaşanan duy-


daha üstün olduğunu ileri sürmüştür. guları anlata bilmek için yeni bir "deyiş"
Yazılannın biçiminden kaynaklanan ikna ya da "söyleyiş" geliştirdiği görülmekte-
etme yeteneğinin son derece üst bir dü- dir. Rousseau, söz konusu her iki yapıtta
zeyde olması, büyük tcpkisiıü uyandır­ da yoğun kişisel deneyimlere duyduğu ö-
dığı çağdaşı Voltaire'in yıkıa eleştirilerde zel ilgiyi açıklıkla yansıttığı gibi, ahlaksal
bulunmasına yol açmıştır. Bunun yanın­ ile duygusal değerler arasında baştan beri
daysa Rousscau, ünlü ToplNm Söz!qmesi olduğu söylenen temel çatışkının izlerini
(176'1:) başlıkh incelemesinde, yetkin bir sürmüştür. Rousseau'nun yazılannda ge-
sivil özgürlük durumu geliştirmeye çalış­ liştirdiği kimi biçemsel yenilikler, özellik-
mış; özellikle hallan istenciıü tanrısal is- le XIX. yüzyılın başlannda gerek yazın
tence karşı ödün vermeden savunaNk gerekse felsefe çevrelerinde önemli yan-
Fransız Devrimi'nin ideolojik altyapısı­ kılar uyandırmıştır. Bunun yanında özd-
nın oluşumuna önemli bir katkı sağla­ li1de "özgür istenç" kavramı üstüne yap-
mıştır. Bireysel özgürlük düşüncesini so- tığı wrguyla, ilk günah öğretisini kö-
nuna kadar destekleyip kilise ile devlet.in künden yadsıyışıyla, ussal çözümlemeler
saltık iktidanna karşı büyük bir kavga yapmak yerine doğrudan yaşayıp deneye-
içinde olmasına kaı:şın, özellikle halk is- rek öğrenmenin doğruluğunu savunu-
tenciıün gövdelcnmcsi olarak devlet an- şuyla bir yanda XX. yüzyılın varoluşçu
layışı savı ile bu savı temellendirmek felsefesi ile ruhçözümleme kuramının o-
amacıyla sunduğu uslamlamalar, gerek luşumüna, öbür yanda eğitbilim ile ruh-
siyasal gerekse dinsel iktidarın mevcut bilim alanlannda yapılmış özgün pek çok
durumunu daha da pekiştirmesine ola- çalışmaya esin kaynağı olmuştıır. Ayrıca
nak tanıdığı gerekçesiyle kimilerince to- bkz. felsefe; postmodem felsefe; me-
taliter ideolojinin ana kaynağı bir anlayış tafizik; varlıkbilgisi.
olarak değerlendirilmiştir. Rousseau, ol-
dukça etkili olmuş bir başka yapıtı modern özne tasannu bkz. özne.
Emile'de (1762), çocuğun kendi denge-
sini bulabilmesi için özgür düşünmesini modernizm [İng. 111adenıis111; Fr. 111odmı­
bastırmak yerine kendisini olabildiğince is111e; Alm. moJenıirmllS] Sanatın başlıca a-
özgürce ifade edebilmcsiıün önemiıü macının gerçekliği olduğu gibi, nasılsa
vurgulayan yeni bir eğit.im kuramı geliş­ öyle temsil etmek olmadığını, bunun bi-
ıirmişt.ir. Rousseau'nun eğit.im kuramı, lincinde olmakla, bu ülküyü sanat yapı­
çocuk bakımına yönelik ruhbilim yöne- tında gerçekleştirmekle yükümlü sanat-
limli eğitbilimscl yöntemlerin gelişimin­ çının hepten zaman aşın değerlere yö-
de etkili olduğu gibi, modem eğitim fel- nelmesi gerektiğini ~-avunan; ı,.ok büyük.
sefesinin önde gelen düşünürlerine de ölçüde "gerçekçi estetik" anlayışına karşı
tartışmasız büyük bir esin kaynağı ol- tepki olarak XIX. yüzyıl sonlarında doğ­
muştur. Rousscau 'nun düşüncelerinin ge- muş; kimileyin "soyutlamacılık." adıyla
nci yapısı, temelde us ile bireysel özgür- da anılan estetik öğretisi. Gdenektcn bü-
lüklerin büyük bir tutkuyla savunulduğu tün bütün bir kopuşu sağlamak amacıyla
XVIII. yüzyıl Aydınlanması ile ussal dü- ortaya çıkmış; sanat dalları ile yazında
.şünccye karşı bütünüyle öznel deneyim- yenilikçi deyişler, olağandışı sunum tek-
leri savunan XIX. yüzyıl Romantizmi a- nikleri ve yepyeni söyleme biçemleriyle
r.ısında köprü görevi görmüş olması ne- yaratma etkinliğine yeni bir soluk kazan-
deniyle ayrıca dikkate değerdir. Nitekim dırmış sanat akımı. Kimileyin "yeniçağ"
Yeni Htloirt (1761) adlı aşk romanı ile ya da "çağcıllık" diye de anılan modem-
kendi özyaşamöyküsünü yazıya aldığı İti­ izm, kendinden önceki hemen bütün ge-
mjlar'a (1782) bakıldığında, Rousseau'nun lcneksd sanat yaklaşımlannın ileri sürdü-
ınodernizm 1006

ğünün tersine, sanatın ille de bir amacı zelliğine karşılık gelmektedir. Moderniz-
olacaksa bunun sanatçının o anki yaşa­ min bu çok önemli niteliği "dönüşlü­
dıklannı dile getirmekten öte bir anlamı lük"; yani kendine ilişkin farkındalığın
olmadığını; bu anlamda değme sanatçı­ farkında olarak belli bir izlence yönünde
nın sunumcu ya da yansıtımcı olmayan bilinçli olarak ilerlemedir. Bu anlamda
soyutlamalarla, imgelerle ve düşlemlerle modernist yapıtlar da dönüşlü yapıtlar­
bezeli deyişlerle kendi dünyasını dile ge- dır.
tirirken olabildiğince özgür davranması Kültür tarihinde hep özel bir dönem
gerektiğini savunmaktadır. Bu temel sa- olarak görülen modernizm, çoğunlukla
vunusu nedeniyle çoğu yerde "soyut dı­ kaynakları Avrupa ile Amerika'da bulu-
şavurumculuk" olarak da görülen mo- nan ilerici, yenilikçi ya da avangard (ön-
dernizm, pek çok felsefeciye göre genel cü) birtakım düşünsel ve sanatsal akım­
felsefe yaklaşımlarından "öznelcilik" an- ların genel doğasını nitelemek amacıyla
layışının estetik koluna karşılık gelmek- kullanılıyor olsa da, modernizm terimi-
tedir. Modernist sanat yapıtının en belir- nin çok daha genel ölçekte kimi özgül
gin özdliği, kendisine bakandan hep toplumsal koşullar ile tutumlan betim-
özenli ve dikkatli bir biçimde bakmayı lemek amacıyla kullanılıyor olması hep
istiyor oluşudur. Nitekim modernist ya- daha ön plandadır. Pek çok yazın tarih-
pıtların hemen bütünü, klişeleşmiş yargı­ çisi ile plastik sanatlar eleştiricisine göre,
lara sığınmadan sanatçının yapıtında dile modemizm adıyla anılan dönem tarihsel
getirdiği gerçekleri, tasarımları ve bir bü- olarak 1880'lerin sonlarından başlayarak
tün olarak yaşantı dünyasını olduğu gibi II. Dünya Savaşı'run patlak verişine dek
görmeye yönelik değişik çağrıların dillen- sürmüş bir zaman dilimidir. Bu anlamda
dirildiği yapıtlardır. Paul Cezanne genel- modemizm, hem "modem tarih" deyi-
lilde sanatta modemizmin kurucu babası şindeki ortaçağdan sonra gelen her şeyi
olarak anılmaktadır. Modernizmin en bü- adlandırmak anlamında kullanılan "mo-
yük örnekleri olarak anılan felsefi, yazın­ dern" teriminden, hem de -"modern ya-
sal ve sanatsal akımlar arasında "Küp- şam" deyişindeki çağdaş popüler tutum-
çülük'' (Kübizm), "Fauvicilik", "Dışavu­ ları adlandırmak anlamında kullanılan
rumculuk", "Gelecekçilik", "Simgecilik", "modem" teriminden kesin sınırlarla ay-
"İmgecilik", "Dadacılık", "Vorticilik",. nlmaktadır. Nitekim modernizm terimi-
"Gerçeküstücülük'' ile "İzlenimcilik Son- nin tam olarak anlamını kavrayabilmek
rası" akımlarının değişik biçimleri yer al- için modernizm terimindeki "-izm" son-
maktadır. Ancak verilen bu tür bir di- ekinin kilit değerde bir önemi bulun-
zelge her durumda eksik kalmak duru- maktadır. Öte r~nda, dinler tarihine ~öy­
mundadır çünkü açıkça görüldüğü üzere le kısa bir göz atılarak bakıldığında, mo-
hem bu akımlardan herhangi birine gir- dernizm teriminin oldukça dar bir an-
memesine karşı modernist olarak nitele- lamda kullanıldığı, yalnızca XIX. yüzyılın
nebilecek akımlar bulunmaktadır; hem sanlan ile XX. yüzyılın başlarındaki Ro-
bu akımların değişik bileşimlerinden ku- ma Katolik Kilisesi'nin durumuyla yine
rulmak.lıı birlikte herhangi bir akım altına aynı dönemler arasında Protestanlık ile
konamayacak modernist akımlar bulun- köklü bir reform geçirmiş Yahudilik i-
maktadır; hem de mimariden felsefeye, çindeki birtakım yenilikçi hareketlere
toplum bilimlerinden doğa bilimlerine göndermede bulunduğu görülmektedir.
pek çok değişik alanda yaşam bulmuş Bu anlam bağlamında modernizm, XIX.
binbir türlü modernist gelişme söz ko- yüzyılın birtakım eleştirel yöntemlerinin,
nusudur. Ama yukarıda sıralanan tüm a- özellikle de pragmatik yönelimli olanla-
kımların ortak bir yanı vardır ki bu aynı rının, kutsal metinler ile birtakım tanrı­
zamanda modernizmin de en önemli ö- bilimsel öğretilerin yorumlanmasında et-
1007 modemizm

kin bir biçimde uygulanması çabasına zamansal yönelim içersine girdikleri duy-
karşılık gelmektedir. Bu dinsel hareket gusuna kapılmalarına neden olmaktadır.
bağlamında adı geçen modernizm, kül- Kuşkusuz böyle bir duygu yaşıyor olma-
tür tarihindeki bildik anlanuyla moder- nın başlıca nedeni, Rönesans ile başlayıp
nizm döneminin birtakım temel yakla- XIX. yüzyılın ortalarındaysa hemen bü-
şımları ile değerlerini paylaşmakla birlik- tünüyle sona ermiş, özellikle yazın ya-
te, ondan bütünüyle bambaşka bir şeye pıtlarında yaratıcılarının gözünde ölmüş
karşılık gelmektedir. Modemizm döne- olan okurun yeniden diriltilmesine yö-
minin kendinden önceki dönemlerle kar- nelik bıkıp usanmadan verilen uğraşların
şılaştırıldığında gerek son derece yoğun bir sonuç vermeyeceğinin anlaşılmasıyla
olması gerekse de alabildiğine karmaşık başlayan yeni bir zaman ve uzam du-
bir dizi toplumsal ve düşünsel olayla yumu yaratmanın kaçınılmazlığıdır. Ge-
örülmüş olması göz önünde bulunduru- leneksel kozmik yalnızlıkla belirlenen sa-
lacak olursa, en belirgin dış avurumlan natsal ve düşünsel uzamlara karşı yaratı­
olarak baştan beri hep modemizmi ni- lan bu yeni uzamın hiç kuşkusuz en be-
telendirmiş belli başlı değerlerin neler ol- lirgin özelliği, uzamın dört bir yanında
duklarına açıklık getirmenin ayn bir öne- aynı şiddetle duyulan sarsıntının yaşantı­
mi olduğu açıktır. Kuşkusuz burada sö- laruşının yaşantılandığı biçimiyle dışaw­
zü edilen değerler bütünüyle bağlayıcı rumudur. Değişik türden modern sanat
bir yapı sergilemedikleri gibi, kimileyin yapıtlarında, modernliği ağır basan top-
birbirine taban tabana karşıt tutumların lumsal, bilimsel ve felsefi düşüncelerde
dahi yaı:ı. yana durduğu modemizm çer- söz konusu sarsıntının etkilerini görmek,
çevesini tüketici bir biçimde bütünüyle ortaya neler çıkardığını açıklıkla izlemek
kavramak için de yeterli değillerdir. Bu olanaklıdır. Picasso ile Braque'nün re-
değerlerin hemen bütünü 1880'lerden simlerinde, Stravinsky ile Schoenberg'in
başlayarak 11. Dünya Savaşı'na gelene müziklerinde, Kafka ile Faulkner'in ro-
ı;!ek gerçekleşmiş en temel düşünsel et- manlarında, Y eats ile Eliot'un şiirlerinde
kinlikleri bir yandan belirlerken bir yan- hiçbir aracıya konu olmaksızın doğrudan
dan da onları taşınuş egemen değerler­ yaşanan "bilgikuramsal sarsıntı", sanki
dir. "modem estetik"te verili olan bir şey­
Kuşkusuz modernizmin en önde ge- mişçesine, modem estetiğin yazgısını be-
len değerlerinden birisi "bilgikuramsal lirleyecek ölçülerde başat bir duyumdur.
sarsıntı"dır (epistemi.- traııma); bir başka Daha açık bir deyişle, modern estetik an-
deyişle, "bilgi"nin uğra(tıl)dığı onulmaz layışının bir anlamda bilgikuramsal sar-
iJrselcnme. Söz konusu tasarım, moder- sıntıya yönelik izlenimlerin dışavuru­
nist yapıtlarda sıklıkla geçen anlaşılmaz muyla kendiliğinden temellenmiş bir es-
tuhaflıklar ile bulanıklıklara, ortakgörü- tetik olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bir
nün çiğneniyor oluşuna, kılı kırk yararca- başka açıdan bakıldığında, modem sanat
sına bir özenle temellendirilmiş gerçeklik kültürünün tam olarak izlenebilmesinde
sezgilerinin inceliklerine yönelik olarak, karşılaşılan güçlük, matematik ile doğa
daha işin başındayken karşılaşılan bir bilimlerindeki yeni gelişmelerin yerleşik
güçlüğe parmak basıyor olması bak.ınun­ bilim anlayışına.karşı içine düştükleri du-
dan önemlidir. Belli ölçülerde modemiz- rumu andırmaktadır. Her iki alanda da
min bilgikuramsal ardalanında açıklıkla yaşanan güçlük, ilk başta düşünüleceği
kendisini duyumsatan, belli ölçülerdeyse gibi yeni tekniklerin geliştirilmesinden ya
kimi modemist sanatçılar ile düşünürle­ da eski bildik tekniklerin yeni uygulama-
rin yapıtlarında açıklıkla görülen bu "ö- larla alabildiğine karmaşıklaşnuş olma-
tekilik", kendisiyle bir biçimde karşıla­ sından ötürü değil, daha çok geride bıra­
şanların çok özel türden bir uzamsal- kılmış olanların doğalarından kaynakla-
modernizın 1008

nıyordu. Bu bağlamda, çoğularının gö- ken') dönem modernizmde, Cezanne


zünde sanat ile yazın yapıtları gibi kültü- görsel doğa deneyimimizden çok daha
rel değerlerin taşıyıcısı olarak görülen büyük bir doğruluğa yönelirken, kalkış
"görelilik kuramı" oldukça çarpıcı bir ör- noktası olarak belirlediği tek noktalı ba-
nektir. Pek çok fizikçi için bu "özel ku- kış açısından yola koyulmaktadır. Öte
ram"ın daha başlangıç aşamasındayken yanda, Henry James gerçekçilik gelene-
konu olduğu güçlük, Einstein'ın XIX. ğince hoş görülmeleri asla olanaklı ol-
yüzyılın eter varsayımını "gereksiz", "ol- mayan belirsizlikleri ortaya getirmeye
masa da olur" bir fazlalık olarak gör- b,1şlarken ya da Max Planck "kuanta e-
mesi, dolayısıyla da fiziğe iyiden iyiye nerjisi"ni, değişik çarpıtmalar ile güç-
kök salmış, sorunsuz olduğu düşünülen lükleri, avangard olmak gibi seçkinci bir
buna benzer onlarca varsayımın büyük değeri gündeme getirmeye başlarken tek
emekler harcanması pahasına köklerin- bir ana güdünün ya da etkinin üretiminin
den budanması gerektiğini önerebilmiş peşinde değillerdir. Ancak aradan çok u-
olmasında yatmaktadır. Aralardan sıyrı­ zun bir.süre geçmeden, Picasso'nun in-
larak yüzünü göstermeyi başaran hemen sanın görünümünü "Les Demoiselles
bütün modernist görünümler de gele- d'Avignon"da yeni baştan resmettiğine,
neksel olarak taşıdıkları anlamlarına kuş­ buna karşı Kafka'nın ise Başkalaşım'da
ku duymadan sonuna dek güveniyor ol- kahramanını böceğe döniiştürecek denli
maları nedeniyle gerçekte ellerinin altın­ ileri gittiğine, Einstein'ın "Genel Göreli-
da bulunan, hatta burunlarının dibinde lik Kuramı"nda ise sonlu ama sınırsız bir
duran çeşitli teknikleri ve nitelikleri göz- evren modelini dile getirmek için bula-
den kaçırmışlardır. Sözgelimi, resimde nık bir matematik kullandığına tanıklık
tek noktalı bakış açısı, müzikte tonalite edilecektir. Bu açıdan bakıldığında, İno­
(titremsellik), öykülemede yansız ve tek- dernizmin hem geleneksel kültürlere
biçirnli zaman, fizikte değişmeden kalan karşı bir başkaldırı hem de popüler kül-
zamansal ile uzamsal gönderme çerçe- türe düşmanca bir tutum içinde olduğu
veleri gibi. rahatlıkla söylenebilir. Bu konuda Orte-
"Bilgikuramsal sarsıntı"nın bu temel ga y Gasset'in 1925 yılında söyledikleri
değerinden bir dizi bilişsel niteliğin orta- konuyu en iyi biçimde özetliyor gibidir:
ya çıktığı görülmektedir. Buna bağlı ola- "Modernist sanat toplumsal kitlelere, yı­
rak da modernizm, gerçekçilik geleneği­ ğın insanına oldum olası karşıdır. Özün-
nin bakış açısından bakıldığında gereksiz de bütünüyle popüler olmayan bir sanat-
yere karşılaşılan ya da nedensiz yere tır; üstelik de popüler karşıtıdır." Bu an-
kendinden öncekilerin kökünü kazıma lamda, modernizmin halkın beğenisini
isteği olarak görünenlere, ya salt kendi- yansıtan popüler kültüre düşman oluşu
leri için ya da sırf avangard olabilmek tersine çevrilebilir bir ilişki olmadığı gibi,
için olabildiğince büyük bir hızla yakın­ zamanla "ciddi sanat" ile "popüler sa-
laşmaktadır. Gerçekten de çoğu yerde nat" arasında iki ayn çatal oluşturacak
modernizm tartışmalarının düzenli ola- denli son derece keskin bir karşıtlığın
rak avangard hareketle bir tutulduğuna doğmasına aşama aşama yol açmış ol-
tanık olunmaktadır. Gerçi bu türden bir duğu da açıktır.
özdeşleştirme düşüncesi çoğunluk her i- Modernist yönelimli yapıtlarda en iyi
ki terim arasındaki işlevsel ayrılıkları göz biçimde görüleceği üzere, modernizmin
ardı ediyor olsa da modernizmin olabil- en önemli, ayrıca da önü arkası kesilme-
diğince uçlara ·doğru ilerlemeye yönelik den süren başarısı, ilişkiye geçmenin il-
temel bağlanımından kaynaklanan şaşır­ kece olanaklı olduğu ama bütünüyle in-
tıcılığı ile izlenmesi güçlüğünü daha bir san algısından bağımsız ayn bir varlığı
göz önüne getirmektedir. Önceki r'er- bulunan "nesnel" gerçeklik öncülünün
1009 modemizm

değersizliğini değişik yollarla tanıtlıyor lunduğu düşünülmektedir. Söz konusu


olmasında yatmaktadır. Geleneksel ger- orta yer modemizmin bilgikuramsal yer-
çekçiliğe bakıldığında, sanatçılann, top- leşim alanının da sınırlannı çizmektedir.
lum deştiricilcrinin, düşünürlerin, bilim Temel odak noktası ne özne üzerinedir
adamlarının nesnel olduğu düşünülen bu ne de nesne üzerine. Daha baştan varol-
gerçekliğe ilişkin dolayımsız birtakım duğu varsayılan, ama gözlemci olmadan
doğrulan ilkece dile getirebildiklerini dü- da varolmayı sürdürdüğü hiçbir biçimde
şündükleri görülür. İster doğaya, ister kanıtlanamayacak dış gerçekliği bıraka­
topluma, isterse insan tinine yöndik ol- rak insanın gözlemleme edimi üstüne
sunlar, bu doğruların olduklan gibi dile yönelmiştir. Modernist resimde de yine
getirilmeleri bütünüyle olanaklıdır. Bu bu aynı bakış kaymasının kimi başka iz-
temel gerçekçi çerçeve önünde moder- leriyle karşılaşmak olanaklıdır. Sözgdimi,
nizm doksan derecelik bir dönüş yaparak, Küpçülük'te yalnızca gerçekçi bakışın
hep dışarda olana yönelmiş "gerçekçi bozularak kaydırılması değil, bakışa ko-
bakışı" kırmaya, dikkatleri insanın kendi nu şişelerin, masaların, insanlann ve her
bakışı üzerine yönlendirmeye çalışmak­ türden nesnenin de bu yeni bakış altında·
tadır. Oldukça zengin, bir o denli de de~ görülmüş biçimlerinin resmedilmesi söz
rin boyutlan olan bu modernist kalkış konusudur. Bir başka deyişle, burada
noktasını birkaç tümceyle betimlemek gcrçckleştiı:jlen şey, bakışın yine bakılan­
son derece güç olmakla birlikte, modem dan bakışın kendisine döndürülmesin-
fizikten verilecek bir örneğin oldukça ay- den başka bir şey değildir. Bu yeni bak-
dınlatıcı bir katkısı olacaktır. Doğa bi- ma tutumunda tarihsel, dinsel, duygusal
limlerinde nesnel, süreklilik gösteren, dı­ bakımdan öteden beri hep ayn ve özel
şımızda bulunan, biz olmasak da hep o- bir önem taşıdıklan düşünülmüş özne ya
lacak olan evren modeli tartışmaya yer da konulann küçük düşürülmeleri amaç-
bırakmayacak bir kesinlikle Newton iş­ lanıyor gibidir. Başta "Çarmıhtaki İsa"
leybilimine dayanmaktadır. Einstein, bu ile "Mona Lisa" olmak üzere, hemen bü-
kendi içinde tutarlı ussal yapıya yönelmiş tün klasik yapıtlann resmetme biçimleri,
bakışı, gerçekliğin doğasından ölçmenin yapılış estetikleri, biçemsel dilleri sorun-
doğasına, yani doğrudan ilişki içinde ol- sal bir hale getiı:ilmektedir. Bu anlamda
duğumuz doğaya yönelik bakıştan, bu Picasso'nun "Ambroise Vollard" portre-
ilişkiyi nasıl ölçmekte olduğumuz üzeri- sinde önemli olan öznenin kendisi. yani
ne yönlendirerek yeniden yapılandırmış­ birtakım fiziksel dış görünüm özellikleri
ıır. Nitekim Einstein 1905'te yazdığı "Ô- değil, Ambroisc Vollard'ı Picasso'mın na-
?rl Görelilik'' başlıklı yazısında, eskiden sıl gördüğü ya da nasıl ıcsmet.miş oldu-
hep yapıldığı üzere "zaman nedir?" diye ğudur. Tıpkı Görelilik Kuramı'nın bakışı
llOrmak yerine, zamanı nasıl ölçmekte ol- gerçekliğin doğasından ölçümün ya da
duğumuzu, bir olayın zamanı ile ne de- gözlemlemenin doğasına çevirmesi gibi,
mek istediğimizi sormaktadır. Görelilik en belirgin modernist sanat biçimlerin-
kuramında yapılmış bir ölçüm, ne bir den Küpçülük'ün de son çözümlemede
başkasınca iletişim kurulması olanaklı ol- yaptığı, bakışın odağına resmedilen yeri-
mayan, tek bir zihinde yaşanan belli bir ne resmedilenin nasıl resmedildiğini koy-
olay olma anlanunda öznel bir izlenim- muş olmasıdır. Söz konusu bakış kayma-
dir: ne de bizden bağımsız, dışarda va- sının benzer örneklerini yalnızca moder-
rolan bir nesnenin ya da olayın zorunlu nist sanat ve yazın yapıtlannda değil, fel-
ve aralıksız bir betimidir. Bunun yerine sefedeki modcrnist gelifİm!erde de en
ölçümün, gözlemci ile gözlemlenen gö- açık biçimiyle görmek olanaklıdır.
rüngü arasında orta bir yerde durduğu, Modemizmin uygulayıcılarının, artık
sözlük anlamıyla aracı bir konumda bu- kendilerini özne ile nesne, d'.l ile dünya,
modemizm 1010

içerisi ile dışarısı gibi bir dizi ikilik üstü- nist felsefe ile ilişkisinin temellendirilme-
ne bina edilmiş gerçekçi sunum mantı­ si olmamakla bitlikte her iki dizge ara-
ğına tutsak olmak konumundan çıkar­ sında en azından çok önemli iki ortak
mayı arzulamaları, geleneksel anlamdaki yön bulunduğu söylenebilir. An Usun E-
felsefenin tanımının yeniden yapılmasına leştirisı'nin kuramsal ya da kurgusal bilgi-
varacak denli önemli felsefe hareketleri yi görüngülcr dünyasına ya da deneyim
doğurmuştur. Modern düşünürlerin her alanına indirgeyen, dogmayı dinin gerçek
biri değişik yollardan yürüyerek, nesne temelinden ayırmak amaçlı belirgin bir
ile nesnenin yerleştirildiği uzam ya da o- uslamlama ortaya koyan bölümü moder-
lay ile olayın zamansallığı arasındaki so- nizmin altına imza atacak denli olurlaya-
nu gelmez etkileşimi aralıksız soruştur­ cağı bir düşünme çerçevesi temellendir-
muşlar; bu soruşturmalara bağlı olarak mektedir. Buna karşı aynı yapıtın diğer
da özne, nesne, dünya gibi eski felsefe bir yüzüne bakıldığında, modernizmin
kategorileri geçmişteki sağlamlıklarını bü- Kantçılık'tan birtakım temel noktalarda
yük ölçüde yitirmişlerdir. Modernist öz- açıkça ayrıldığı görülmektedir. Kant için
gürleşim girişimi temelinde, moderııist inanç gerçek anlamda zihnin ussal ya-
gerçeklik modellerinin kendileri, küpçü pışunasıdır; bu yüzden de pratik usun
resim ile kuantum kuramında olduğu ü- koyutlanyla yapışık ikizler gibi bütünle-
zere gözlemcilerin aynı zamanda katı­ şik bir konumdadır. İstenç, ahlak yasası­
lııncı .olduğu ayn birer alan konumuna nı benimsemekte ya da yadsımakta bü-
gelmişlerdir. Aynca okurların meuıin ya- tünüyle özgürdür; bu yüzden Kant bu
ratımına çok daha etkili bir biçimde ka- seçimin olumlu yönde yapılmasını inanç
tılmalarının özendirilmesine dayalı ola- olarak tanımlamaktadır. Ahlak yasasının
rak, yaratıcı ile okuyucu arasındaki gele- benimsenmesiyle birlikte, usun Tanrı'nın
neksel ayrımın karşılıklı katılım ve etkile- varlığını, özgürlüğü, ölümsüzlüğü tiını­
şime büyük olanak tanıyan Kafka'nın Şa­ maktan başka yapacağı bir şey, gideceği
to'su gibi modernist yapıtlarda bütün bü- bir yol yoktur. Buna karşı modernist i-
tün yıkılmasıyla, yeni bir okuma edimi- nanç her durumda bir duyma konusu-
nin ve yeni bir yaşam özgürlüğünün de- dur; kişinin bilinmez olana savrulması,
neyimlenmesinin önü iyiden iyiye açıl­ bu savrulmanın da felsefi bakımdan us
mıştır. yoluyla temellendirilmesi söz konusu de-
Pek çok felsefecinin gözünde felsefe ğildir. Kant'ın felsefe dizgesinde dogma-
tarihinde modern felsefenin kurucusu lar ile dinin bütün bir olumlu çerçevesi
Descartes olarak biliniyor olsa da mo- yalnızca çocuklar için ya da sıradan in-
dernizmin felsefece temellerini atan filo- sanlar için gereklidir. Bunlar açıkça bir-
zofun Kant olduğundan en küçük bir takım imgeler ya da benzetiler yoluyla
kuşku bile duymak olanaklı değildir. Bir çeşitli anlamları canlandırmaya kolaylık
başka deyişle modernist felsefenin daya- sağlayan simgesel karşılaşurmalardır. Bu
nağı çok büyük ölçüde Kant'ın eleştirel bağlamda modcrnist simgelerin durum-
felsefesidir; çünkü usun kurgusal ya da larına bakıldığında ise değişken ve oynak
kuramsal bir yoldan yürüyerek duyular- bir yapı sergiliyor olmalarına karşın, in-
üstü dünyanın gerçek bilgisini sağlayaca­ san doğasının bir yasası bulunduğu tasa-
ğını bütünüyle yadsıyan modernist bütün rımı üstüne bina edildikleri açıklıkla göz-
bilinemezcilik türleri ilkece Kant'ın özel- lenmektedir. Çok genel anlamda bu sim-
likle An Usun Eleştirisi'nde ''Bilgi nasıl geler, Kant'ın schwiirmerei dediği etkileyici
olanaklıdır?" sorusu ışığı altında insan u- dinsel duyarlılıkları besleyip inceltmeye
su ile bilgisinin sınırlarına yönelik verdiği yardıma olmaktadır. Kant, bir usçu ola-
temel açıklamaya geri taşınabilir. Burada rak, doğaüstü bir din anlayışını bütü-
temel amaç Kant'ın felsefesinin moder- nüyle yadsırken, buna karşı modcrnistler
1011 monad/monadoloji

doğal din tasanmını yararsız bir soyutla- modus tollens (Lat.) bkz. çıkarım.
ma olarak gördüklerinden, dinin özünü
oluşturanın düzenli olarak ibadet edip moksa (San.) "Kıırtuluşa erme" demeye
insancılığı sağlaınlaştına etkinliklerde bu- gelen Sanskritçe sözcük. İnsanın Brah-
lunmak olduğunu savunmaktadırlar. Tam man'ın bilgisine erişerek yenidendoğuş
bu noktada modemizmin, en azından çemberi olan ıamıartıdan kurtulması.
dinsel yönünün, Kant'a çok şeyler borç- Hint dininde, insanın dinsel çabayla var-
lu olmakla birlikte, ondan ayn kendi öz- mak istediği ruh durumunu; gerçeğin asıl
gün felsefe dizgesini kurmayı bilmiş bü- doğasına bakışla ulaşılan durumu anlatır.
yük Alman tannbilimci-fılozof Schleier- Bu durumda kişi her türlü istekten kur-
macher'in düşünce gövdesinden sürgün tulur.
verdiği öne sürülebilecektir. Nitekim Sch- Hint felsefesinin geleneksel okulla-
leiermacher, dinde reforma gitme yö- rına göre 1110/esa, hem ruhun maddesel
nündeki modemist tasanyı temelde bilim varlığın bütün bağlarından kurtulduğu
ile din arasında uzlaşı sağlamak olarak hem de haz ile acının olmadığı bir du-
kavramaktadır. Aynı modemistler gibi Sc- rumdur. Carvaka Okulu ise ne ruhun
hlciermacher de yeni dinsd savuncaların bedenden ayn bir varlığı olduğunu, ne
düşünü kurmakta, gerçek anlamda bir de insanın haz ile acıdan kurtulduğu bir
Hııistiyan olmak istediğini açıklıkla dile duruma, yani 1110/esaya erişebileceğini ka-
getirmekte, bütün fdsefelerden bağımsız bul eder. Çünkü Carvaka Okulu düşü­
olduğunu vurgulamakta, salt bir soyut- nürlerine göre bu dünyanın ötesinde
lama olarak gördüğü doğal dini yadsı­ cennet ya da cehennem diye bir şey
makta, dogmayı dinsd deneyimden özd- yoktur. Haz cennet, aa cehennemdir.
lilde ayırmaktadır. Ortaya koyduğu yeni Caynacılığa göreyse tanrılar bile kur-
tannbilim yaklaşımıyla Schlciermacher, tuluşa doğrudan ulaşamazlar. Kurtuluşa
kendisininkinden çok daha ılımlı ve öl- ermeyi ummadan önce, burada insan o-
çülü temciler üstüne kurulmuş moder- larak doğınalan gerekir. Bunlara göre in-
nist din tasanmının doğuşunu hazırla­ san 1110/es.mın yolu gibi görülmektedir.
mıştır. Daha yakın dönemlere gelindiğin­ Çünkü yalnızca insan, ruhsal özgürlüğü
de, özellikle XX. yüzyılın ikinci yansında dde etmeden önce "köldiğin zincirlerini
modernizmin temel tasanmlannın, anla- koparmak" için zorunlu koşul olanyogayı
yışlarının, en önemlisi de ideallerinin, uygulayabilir. Bu dünyadaki insan yaşa­
kendisine tepki olarak doğan postmo- nun sonu! amaana en yakın olan varlık
dernizm çerçevesinde baştan aşağı so- diye görüldüğü için, insanın çok şanslı
runsallaştınlarak eleştirel bir gözle kap- olduğu düşünülür. Ayrıca bkz. Hint fel-
samlı incelemelerden geçiıildiği görül- sefesi; Carvaka Okulu; Caynacdık;
mektedir. Bu bağlamda modernizmi baş­ Brahman; samsara; yoga.
ta felsefi boyutları olmak üzere olumlu
olumsuz bütün yönleriyle birlikte kav- monad/monadoloji [İng. 111D11atle/111011a-
raınarun kuşkusuz en iyi yollanndan biri, ıiology; Fr. 111onatle/ 111D11adolot)e', Alnı. 111011a·
yüzyılın en önemli düşünürlerince dillen- de/ 111onadologit] Eski Yunanca'da "bir o-
dirilen aydınlatıcı değeri oldukça yüksek lan" anlanuna gelen 111D1111ltan türetilen
düşüncelerin ortaya konduğu postmo- 111onad, G.W. Leibniz'in çokçu varlık ku-
demizmin modemizm eleştirisi ü~tüne mımnın tekil tözlerine; "bölünmez bir
odaklanmaktan geçmektedir. Ayrıca bkz. birlik olan sonsuz sayıdaki tözlerin her
poıtmodernizm;gcrçcküıtücülük;ge­ birine" veı:ilen addır. Monadoloji terimi de
lecckçilik. Leibııiz'in monad diye adlandırdığı tekil-
tözlerle ilgili kuramını sunduğu eserin
modus ponens (Lat.) bkz. çıkarım. (Monadology. 1714) başlığından gelir.
monas 1012

Monadoloji'de I..eibniz, diğer her nca bkz. Leibniz, G. W.


şeyin yapı taşı olan yalın ıözlerden, yani
monadlardan söz eder. Monadlar temel monas (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde
parçalan olmayan, bölünmez tözlerdir üzellikle Pythaı,10rasçılardan itibaren "tek"
ve karmaşık şeyler bu yalın tözlerden ya da "bir" olan anlamında kullanılan te-
meydana ı,>elir. Yalnız, monadlar fizikteki rim. Aynca bkz. dyas.
atomlardan farklıdır. Atomlar bölünebi-
lir oysa monadlar bölünmez ve boyut- Montaigne, Michel Eyquem de
suzdurlar; uzamda yer kaplamazlar, bu (1533-1592) İnsanın kendini tanıyıp bil-
nedenle de şekil ya da büyüklükleri yok- mesinin önemine yaptığı vurguyla "Fran-
tur. Her monadın kendine özgü özellik- sız Sokrates'i" olarak ünlenen düşünür
leri vardır ve bu özelliklerin neler olduğu ve deneme yazan. "Deneme" türünün
-~'ltni bir monadın hangi yüklemleri ala- üncüsü olan· Montaigne, tüm yaşamını
bileceği- daha yaratılırlarken Tanrı tara- adadığı yapıtı Denemeler'de (Essais, 1580)
fından belirlenmiştir. Leibniz buna •önce- Eskiçağın kuşkucu ve stoacı felsefeleri-
den kurulmuş uyum ilkesi der. Leibniz'e nin konu ve sorunlarını kendine özı.,>ii
ı,röre Tanrı evreni bir saat gibi kurmuştur biçemiyle kuşkuculuk ve kültürel göre-
ve bu sayede her şeyin şaşmaz bir işleyişi cilik bağlamında irdelemiştir. Özellikle
vardır. Bütün monadlann ortak özellik- us ya da duyular yoluyla elde edilen
lerinden biri fiziksel etkileşimle yaratıla­ bilginin dayanaksızlığı, insanların bilgi-
mamalan ve yok edilememeleridir. Mo- nin ölçütünü bulmadaki yetersizlikleri,
nadlar Tann'nın bir mucizesiyle yaratılır ahlak yargılarının ve ilkelerinin göreceliği
ve yok edilirler. Her monad çevresindeki gibi konulan kuşkucu bir yaklaşımla ele
mo'nadlan algılar, ama bu algılamada her almıştır. Montaigne'in kuşkuculuğu Av-.
monadın bilinç düzeyi -algılamasındaki rupalı düşünürleri derinden etkileyip bil-
açık seçiklik...: aynı değildir (örneğin, in- giyi yeni biçimlerde temellendirmenin
san ruhunu bir monad olarak ele alırsak, yollarını bulmaya itmiş; çağdaş felsefenin
onun başka düzeneklerde bulunan mo- sözcük dağarının oluşmasına da katkıda
nadlara göre, mesela bir bitkideki mona- bulunmuştur. Kuşkuculuğa ve göreciliğc
da veya monadlara göre daha bilinçli ol- olan bağlılığı dine duyulan inancı yalnız­
duğunu söyleme eğiliminde oluruz). Her ca inan temelinde kabul etmesine neden
monadın dünyaya bir bakış açısı vardır. olmuştur. Sextus Empiricus'un temsil et-
Bu bakış açısı monadlann algılan topla- tiği geleneği canlandırarak inançların çe-
mınca -veya bilinç düzeyince- tanımlı­ şitliliğini ve yanılabilirliklerini gi>stcrmc-
dır. Monadlar herhan!!i bir fiziksel deği­ ~·e çalışmışnr. Aynca Fransa'da Katolik
şime uğramazlar ama kendi içlerinde de- !er ile Protestanlar arasında yaşanan din
ğişirler. Görüngüdeki değişim aslında mo- savaşlarında her iki tarafın liderlerinin
nadlann kendi iç değişimlerinin bir yan- dostu ve danışmanı olarak bütün inan-
sımasıdır. Bir anlamda her monad de- mışlara hoşgörüyle yaklaşılmasını salık
ğişmekte olan diğer monadlan algıladığı vermiştir. Rönesans'a yön veren en etkili
ve buna bağlı olarak değiştiği için dün- düşünürlerden biri olan Montaigne'in
yanın geri kalanının bir temsilidir. "yapıt"ı bugün bile felsefe ve edebiyatın
I..eibniz'in Monadoloji'de yapmaya ça-· başyapıtları arasında sayılmaktadır.
lışuğı, hayatı boyunca savunduğu çokçu
ı,riirüşü dizgeleştirmek ve ilkçağ Yunan Montesquieu, Charles Louis de Se-
felsefesinden beri süregelen birlik ve çok- condat (1689-1755) Fransız Aydınlan­
luk sorununa Descanes'ın ve Spinoza'nın ması'nın önde gelen adlarından, modern
çözüm önerilerinde eksik bulduğu yanla- toplumbilim ile siyasetbilimin kuruculan
n tamamlayarak bir yanıt vermektir. Ay- arasında gösterilen siyaset felsefecisi ve
1013 Montesquieu, Charles Louis de

kuramcısı. Montesquieu düşünceleriyle, biçimi arasında doğrudan bir ilişki oldu-


iizellikle de "güçler ayrılığı" kuramıyla, ğuna dikkat çeken Montesquieu, bireysel
Hume, Ferguson, Smith gibi İskoç Ay- haklar ile özgürlükleri güvence alana al-
dınlanması'nın iinde ı.,rclen düşünürlerini mak amacıyla hükümet içindeki değişik
etkilemiş; Durkheim'ın düşüncelerinde ı.,rüçleri birbirlerinden ayırıp aralarında
de belirgin bir iz bıraknuştır. sağlam bir denge kurmanın gereğine de-
XVlll. yüzyıl başlarının Paris hayatı­ ğinmektedir. Başka bir deyişle, Montes-
nı yergiyle bezeli bir dille yorumladığı 1- quieu Locke'un öncülüğünü yaptığı "güç-
ran Mektuplan (Lettres persanes, 1721) ler ayrılığı" kuramını -yasama, yürütme
başlıklı ilk yapıtında Montesquieu, varo- ve yargı güçlerinin birbirlerinden ayrıl­
lan toplumsal koşullara, Fransız siyaseti- ması gerektiği düşüncesini- sürdürmüş
ne (iizelliklc kral, monarşi ve parlamento hatta daha da ileriye taşımıştır.
üçgenine), Kilise'nin uygularİıalanna (ö- Montesquieu toplumu biçiqılendiren
zellikle Katolik dininin dogmalanna), ü- öğelerin arasına, daha önce rastlanılma­
niversitenin yapısına ve kimi yazın yapıt­ yan bir biçimde, siyaset dışı öğeleri (söz-
larına yönelik ağır taşlamalarda bulun- gelimi iklimin toplumsal yapı üzerindeki
muştur. Özellikle Bourbon monarşisinin etkilerini) katmasından ötürü toplumbi-
egemenliği altındaki yerleşik Fransız ku- limin ve toplumsal tarihin kurucuların­
rumlarına yönelttiği eleştiriler, Fransız dan biri olarak görülmüştür. Nitekim
Devrimi'nin mayalanması sürecinde ö- Montesquieu, Yasalann Ruhu'nda insan
nemli yankılar uyandırmıştır. Montes- yasalarını yönetimle, iklimle ve ülkenin
quieu 'nün Romalılann Büyüklüğü ile Çökü- genel karakteri, gelenekleri ve diniyle iliş­
şünün Nedenleri Üstüne DüJünceler (Consi- kili olarak incelemiştir. Montesquieu, Ya-
dcrations sur les causes de la grandeur salann Ruhu'nun çok farklı çevrelerden
dcs Romains et de leur dccadence, 1734) çok çeşitli eleştiriler alması üzerine bu
başlıklı diğer bir önemli yapıtı, tarih fel- eleştirilere yanıt olarak 1750'de Bazı A-
sefesi alanında yazılmış en önemli ki- çıklamalarla Birlikte Yasalann Ruhunun
taplar arasında gösterilmektedir. Mon- Savunusu (Defense de L'Esprit des lois iı
tcsquieu bu yapıtında olaylan anlatmak- laqueUe on a joint quelques cclaircis-
tan daha çok, olaylar zincirleri arasındaki sements) adlı yapıtını yaznuşar.
bağlantıları bulgulamaya yönelmiş; bun- Karşılaştirmalı bir yöntem kullanarak,
lara neden olan kaynakların derinlerinde dizgeli bir biçimde siyaset üzerine dü-
yatan siyasi boyutu ortaya çıkarmaya ça- şünmeyi denemiş olan Montesquieu, dö-
lışmıştır. Bu yapınnın ardından girdiği neminde benzer düşünceleri dile getiren
qzun bir çalışma diineminin sonucunda başka Aydınlanmacı düşünürler olması­
orta)'a çıkan başyapıtı Yasaların Ruhu'nda na karşın, bu yönüyle tektir. Mon-
(De l'esprit des lois, 1748) ise Montes- taigne'in kuşkuculuğunu izleyen Mon-
quieu, hep yapılageldiği üzere tarihteki tesquieu, "saltıklar"ın olmadığı durum-
üç ana ı•önetim biçimi olarak düşünül.en larda "daha iyi/daha kötü" ayrımının
monarşi, aristokrasi ve demokrasi biçi- karşılaştırmalı bir çözümlemeye dayanan
mindeki klasik aynmı yadsımış, bunun yargılara varabilmek için olanaklı tek
yerine kendi bölümlemesini temellen- yöntem olduğunu savunmuştur. Bu bağ­
direrek; erdeme dayalı "cumhuriyet", o- lamda güzel, iyi, yüce, kusursu7. gibi te-
nura dayalı "monarşi" ve korkuya dayalı rimlerin de bu terimleri kullananlara gö-
"despoti7.m" (despotluk) uygulamalarını reli olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre
tek tek oldukça aynntılı bir çözümleme- yalnızca bir tek "saltık" gerçek vardır; o
den ı.,rcçirmiştir. Kitapta aynca bir bölge- da ne pahasına olursa olsun kesinlikle
nin iklimi, coğrafi konumu, genel bölge- uzak durulması gereken despotizmin yı­
sel özellikleri ile iktidarda olan hükümet kılması zorunluluğudur. Aynca bkz. mo-
Moore, Gcorge Edward 1014

dem felsefe. alamı"na karşı giriştiği mücadele 1898'de


bitirdiği teziyle başlar. Burada Moore de-
Moore, George Edward (1873-1958) neyci bir bakış açısından çok ortakgö-
Gerek etik alanında ortaya koyduğu gö- rüye başvurur ve ideacılığı ortakgörü na-
rüşlerle "üstetik"in ya da "çözümleyici mına eleştirir. Çokçu bir gerçekçiliği be-
etik"in yolunu açmasıyla, gerekse idea- nimseyen Moore'a göre kavramlar ve i-
lizme yönelttiği sıkı eleştirileriyle tanı­ lişkiler zihinden bağımsız varlıklardır.
nan, :XX. yüzyılın ana felsefe damarla- Moore 1899'da yayımlanan ''The Nature
rından çözümleyici felsefenin ilk ve ba- ofJudgement" C'Yargının Doğası", Mind
şat adlarından biri. Hem metafizikte -yeni dizi- 8: 176-193) adlı yazısında tüm
hem de bilgikuramı ile değcrbilgisinde gerçekliğin önemıelerde biraraya gelen
"gerçekçilik''in savunuculuğunu üstlen- kavramların bir toplamı olduğu iddiasını
miş olan İngiliz felsefeci. ortaya atmıştır. Moore için önermeler,
Akademik yaşamını hemen hemen gerçeklikle uyuştuklannda doğru, uyuş­
bütünüyle Cambridge Üniversitesi'nde madıklarında da yanlış olan nenler (ken-
geçiren Moore, Russell, Ramsey ve Witt- dilikler; şeyler) değildir. Önemıeler biz-
genstein gibi çözümleyici felsefenin öne zat gerçekliğin parçalarıdır. Moore'un bir
çıkan adlarıyla· birlikte çalışıp düşünce a- sonraki önemli yazısı da -"The Refu-
lışverişinde bulunmuş; aynca çözümleyi- tation of Idealism" C'İdeacılığın Çürü-
ci felsefenin boy atmasında çok önemli tülmesi", 1903)- gerçekliğin öznel, tinsel
bir işlev üstlenen Mind dergisinin edi- veya zihinsel olmadığının temellendiril-
törlüğünü uzun bir süre (1921-194 7) yü- mesidir. Bu yazının asıl hedefi George
rütmüştür. 1890'ların başlarında Cam- Berkeley'in "varolmak algılanmaktır" (*es-
bridge Üniversitesi'nde felsefe öğrenimi se est pmipı) şeklinde özetlenebilecek i-
gömıeye başladığında McTaggart'ın da deacı görüşüdür. Aynı yıl yayımlanan ve
etkisiyle dönemin egemen felsefe anla- ahlak felsefesinde bir klasik olan başya­
yışı idealizmin büyüsüne kendisini kaptı­ pıtı Prit11:ipia Ethi&a (Ahlak Fdsefesinin
ran Moore, bu sürecin sonunda sıkı bir İlkeleri, 1903) ile Moore yavaş yavaş çö-
F. H. Bradley yandaşı olup çıkmıştır. zümlemeci tavrını ortaya koymaya baş­
Her ne kadar daha sonralan idealizmin lamıştır. Moore dilsel bir ifadenin anla-
en amansız eleştiricilerinden biri olarak mını, kullanımını ve benzeri özelliklerini
anılsa da Moore'un kendi özgün felsefe- bilmeyle bir ifadenin çözümlemesinin
sine sızan kimi metafizik öğelerin başlıca yapılmasının farklı ilci şey olduğunu söy-
kaynağı felsefedeki bu ilk gözağrısıdır. lemiş; çözümlemenin bir anlamda bir üst
Moore'ıın felsefeyle ilgili ilk ya:ı:ıl~n e- bakış gerektirdiğini ve daha felsefi bir
tiğin temelleri ile Kant'ın ödev ahlakının tavır olduğunu belirtmiştir. Söz konusu
eleştirel bir gözle ele alınmasından oluş­ farklı iki şeyin aynı düzeyde kabul edil-
maktadır. Kimi felsefe tarihçileri Moo- mesi Moore'un Pri11apia Ethiı:a'da üze-
re'un felsefe yazılarını ilci öbeğe ayırarak rinde en çok durduğu konu olan "doğal­
inceleme yoluna gitmişlerdir: Bir yanda cılık yanılgısı"na yol açar. Doğalcılık ya-
idealist metafiziğin sıkı bir eleştiri süzge- nılgısı Moore'un ahlak konusunda asıl o-
cinden geçirildiği ve etik değerlerin in- larak üzerinde durduğu meseledir. Moo-
dirgenemezliğinin savunulduğu "önceki re'a göre, ahlakbilgisel yani etik olgular
dönem yazılan"; öte yanda ortakgörü sa- -basitçe "değerler"- doğal olamazlar ve
vunusu ile felsefi çözümleme kavrayı­ öyle olduğunu düşünen bilişsel doğalcı­
şının daha bir öne çıktığı "sonraki dö- lık görüşü Moore'un doğalcılık yanılgısı
nem yazılan". İdealizme (ideacılığa) karşı dediği kusuru işlemektedir. Moore'a gö-
geliştirdiği uslamlamalardan hemen her re değerler bir üst bakışı, ahlaki bir sez-
zaman söz açılan Moore'un bu "düşünce giyi ya da görüyü gerektirir. Felsefeyi bir
1015 morphe

kavram çözümleme işi olarak gören Moo- !um yaşamından aile içi ilişkilere yarın­
re'un ahlak felsefesinde bulduğu o üst caya kadar birçok konuyu içermekte ve
bakış olanağı büyük savını ortaya atma- zamanının toplumsal kurumlarını yapıtta
sını kolaylaştırmıştır: Moore'a göre fel- serimi.enen imgesel eşleri ile karşılaştır­
sefenin görevi tüm evrenin genel bir be- maktadır. More'un, Platon'un Dev/e/"ın­
timlemesini yapmaktır. Some Main Prob- den esin alarak yazdığı yapıtı, aklın yo-
kms of Philosopl?J (Felsefenin Bazı Temel luyla yönetilen ortaklaşmaa bir düzene
Sorunları, 1953) adlı kitabında dile getir- dayanan bir kentdcvletini betimlemekte-
diği bu görüş, Moore'un felsefeyi bilim- dir. Birey ve toplumun bencilliğine tek
lerden ayn bir çalışma alanı olarak gör- çözüm olarak ortak miilkiyeti gören Mo-
mesinin nedenini de anlamamızı kolay- re'un Ülojrya'smda para, özel mülkiyet
laştırır. Moore'a göre felsefe bilimlerden yoktur; toplumsal işbölümü sayesinde
daha genel olan ve "doğal olan"la ilgi- insanlara mutluluklarını artırabilecekleri
lenmekten çok daha fazlasının yapılabil­ ilgi alanlarına yönelmek için zaman da
diği bir alandır. kalmaktadır. More'un alaysamayı (ironı)
Moore'un felsefece düşünmeye yöne- sevmesi, ÜtoJ!1a'nın başka başka biçim-
lik katkıda bulunmuş diğer önemli yapıt­ lerde yorumlanmasına neden olmuştur.
ları şunlardır: Ahlılk felsefesi üzerine· dü- More'un diğer önemli çalışmaları arasın­
şüncelerini işlediği ve etik kur-amını daha da Kilise'nin niteliği üzerine kaleme al-
da bir açımlamaya giriştiği Ethirs (Etik, dığı The Cof11taçyon of Tyndals Answere
1912); 1903 ile 1919 yıllan arasında ya- (fyndals'ın Yanıtlarına Yalanlama, 2 cilt,
yımlanmış önemli yazılarının toplamın­ 1532-1533), Katolik inancını sawnduğu
dan oluşan Philosophical S tudies (Felsefece Apohıo (Savunma, 1533) ve DebeUa9•on
İncelemeler, 1922); bu kez 1923-1955 (Fatih, 1533) ile Hıristiyan edebiyatının
yılları arasındaki yazılarından derlenen başyapıtlarından biri kabul edilen A dia-
ve ölümünden sonra yayımlanan Phihı­ hıge of romfort against tn'b11/adon (Acıya Kar-
sophiral Papers (Felsefece Yazılar, 1959); şı Bir Yatıştırma Söyleşimi, 1535) bu-
1929-1934 yıllarında Cambridge'de ver- lunmaktadır.
diği derslerin notlarından oluşan LertNres
on Pbilosopl!J (Felsefe Dersleri, 1966). more geometrico (Lat.) "Geometri tar-
Ayrıca bkz. doğalcı etik; doğalcılık zında", özellikle de Eukleides'in (Öklid)
yanıJgısı; güzel-lik. ortaya koyduğu biçimiyle "geometrik
yönteme uygun şekilde" anlamında kul-
More, Thomas (1477-1535) İngiliz in- lanılan Latince terim.
sancı yazar, hukukçu ve devlet adamı. Eukleides'in Elemanlar (Stoikheia) ad-
Londra'da doğan ve burada hukuk eği­ lı yapınnda serimlediği "geometnk yön-
timi alan Thomas More, 1534 yılında tem" öteden beri ussal tanıtlamanın zir-
VIII. Henry'nin yeniden evlenmek için vesi olarak görülmüştür. Descartes, Spi-
Katolik inancı hiçe sayarak çıkarttığı im- noza, Leibniz gibi yeniçağ felsefesinin
tiyaz yasasına bağlılığını bildirmeyince bdli başlı düşünürleri bu yöntemi kendi
tutuklanmış, yargılandıktan sonra da i- yapıtlarında uygulamayı denemişlerdir.
dam edilmiştir. Bunun en yetkin örneğini Spinoza 1677
Bütün bir "yapıt"ıııı oluşturan parça- tarihli başyapıtı Ethira, Orditıe Geometrico
lar arasında yaşamöyküsü, şiir, mektup Demonslrata (Geometrik Düzene Göre
ve dinsizlik karşıtı değiniler de bulunan Tanıtlanmış Törebilim) ile vermiştir.
More, daha çok felsefece çalışması Uto-
pia (Ütopya) ile tanınmaktadır. 1516'da motpbe (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesin-
Latince yayımlanan bu başyapıtı devlet- de, özellikle de Aristoteles'in dört neden
ten eğitime, cezalandırmadan dine, top- öğretisinde, "biçim" (form) ya da "şekil"
Mounier, Emrnanuel 1016

anlamında kullanılan terim. "aynlmış olanlar"dır. Okulun kurucusu


olan Vasıl İbn Aci (ö. 748) büyük günah
Mounier, Eınmanuel (1905-1950) Ki- işleyenlerin ne mümin ne de kafır sayıla­
şi(sd)ci düşünce hareketinin önde gelen bileceğini öne sürerek diğer kdamcılar­
savunucularından Fransız düşünür. Fd- dan ayrılmış; böylelikle o ve izleyicisi
sefenin odağına kişi(sel)cilik olarak ad- Amr İbn Ubeyd (ö. 761) İslam felsefesi
landırılan kişisel değerler ile özerkliği ko- tarihinin en önemli okullanndan birini
yan Mounier, !eip ile birry arasında bir ay- kendilerini zamanın İslam topluluğun­
nına giderek düşüncderini bu ayrımdan dan ayırarak kurmuşlardır. Bu aynı za-
yola çıkarak temellendirıniştir. Bir insa- manda İslam düşüncesinin ilk usçu akı­
nın !eip olabilmesi için kendine özgü, öz- mıdır.
gürce seçilmiş değerler bütünü olması Mu'tezile öğretisi sonraki yüzyılda
gerekmektedir. Aynca kip hem yaratıcı­ merkezi Bağdat'ta bulunan Abbasi Hali-
dır hem de öteki insanlarla iletişim için- feliği'nin Halife Memun'dan başlayarak
dedir. Oysa birry özgün yaşamı olmayan, yaklaşık otuz yıl boyunca resmi öğretisi
bencil, maddiyatçı ve derin bir anlayıştan olmuştur. Ancak yenilikçi bir okul olan
yoksun biri olarak yalnızca kala balığın ve bu yüzden kendilerine "Ehl-i Bid'at"
bir üyesidir. İnsanın maddi gereksinimler denen Mu'tezile Şii kaynaklı yorumunu
ve ortak araçlardan önce gddiğini, on- devlet diyle fazlasıyla dayatınca -ki bu
lara üstün olduğunu savunan kişi(sel)ci­ 111ibne adı verilen sorgu düzeniyle yapılan
lik, komünizm ve kapitalizmin insandışı işkencdere kadar varmıştır- gelenekçi ve
yani insanı yok sayan eğilimlerine karşı usçuluktan uzaklaşma eğilimi gösteren
çıkar ve insanı yalnızca bilimsel çalışma­ Sünni kelam okullarının ortaya çıkması­
nın nesnesi ya da ekonomik yaşamın ara- na neden olmuştur (bkz. Eş'iriye; Mi-
cısı olarak görmelerine direnir. 1932 yı­ turidiyye). Etkinliği geleneksel öğretiye
lında kurulan Espril dergisi ve Mounier geri dönen Halife Mütevekkil dönemin-
ile birlikte anılan bu fdsefe hareketi ken- de azalmaya başlayan Mu'tezile okulu,
dini toplumsal adaletsizlik, varolan dü- buna karşın İran, Basra ve Bağdat gibi
zensizlik ve çağdaş dünyanın "kişi" ol- İslami eğitim merkezlerinde bu dönem-
mayı engelleyen güçlerine karşı savaşıma de de belirleyiciliğini korumuştur. Ancak
adamıştır. Mounicr'nin başlıca çalışmala­ Sünııileoce "sapkınlık" olarak nitelenme-
n arasında Rivo/11tion personnaGste et ço111- ye başlanan Mu'tezile öğretisi XI. yüz-
11111na11taire (Kişiselci ve Toplulukçu Dev- yılda Bağdat'ta, XIII. yüzyılda da Bas-
rim, 1935), Manifeste flll servitf d11 ptr.ron- ra'da ortadan kalkmış; etkisi Şiilerin yo-
nalisme (Kişiselciliğin Hizmetinde Mani- ğunlukta olduğu İran ve Yemen'lc sınırlı
festo, 1936), lntrodlltlion i2llX existentialis- kalmıştır. Bugün de Şii kelamcıların çoğu
mes (Varoluşçu Felsefelere Giriş, 1946), Mu 'tezile'yle ilişkilendirilir.
Q11'est-a q11e le personnalisme (Kişiselcilik Tannbilim alanında din ile felsefeyi,
Nedir?, 1947) ile Le Personnalisme(Kişisel­ biri "us" diğeri "vahiy" yoluyla elde edi-
cilik, t 949) bulunmaktadır. len iki tür bilgi olduğu anlayışıyla uzlaş­
tırmaya çalışan Mu'tezile, bu ikisinin çe-
Mu'tezile İslam fdsefesinde çalışma a- lişmesi durumunda daima usa öncelik
lanının sorunlu ve yoruma dayanan bir vererek, inanç konusunda insanın yal-
alan olması nedeniyle birçok kehim o- nızca usa dayanarak, kutsal metin ya da
kulu ortaya çıkmıştır. Bu okullar arasın­ peygamber olmaksızın da Tanrı'nın var-
da en eskisi olan Mu'tezile, VIII. yüz- lığına kanaat getirebileceğini, iyiyle kö-
yılda Basra kentinde biraraya gelen miite- tüyü ayırabileceğini öne sürer. Buna göre
kellim (kelamcı) topluluğunun genel adı­ vahiyle gelen bilginin usavurulması iman
dır. Mu'tez!le sözcüğünün sözlük anlamı açısından bir gerekliliktir. Başka bir de-
1017 Mu'te.zile

yişlc Mu'tezile aklı vahiy karşısında mut- neliktir.


lak bir ölçüt olarak kabul etmektedir. Dördüncü ilke, Mu'tezile okulunun
Mu'tezile öğretisi kendi içinde bö- ort.aya çıkışında temel etken olan Vasıl
lünmeler gösterse de Mu'tezilc kclama- İbn Ata'run büyük günah işleyenler hak-
larının tümünün kabul ettiği beş temel kındaki görüşüyle ilgilidir. "Orta durum"
ilke söz konusudur: © Tann'nın birliği olarak adlandınlan bu ilkeye göre gü-
(ttPhiel); (ıı) ilihi adalet (aJI); (ıiı) ödüllen- nahlar, küçük günahlar (.r'«a/t} ve büyük
dirme ve cezalandırma (va'd ii vaitl); (iv) günahlar (kebafi'; olmak üzere ikiye ayn-
orta durum (mtt1~le 1My11-el-mtt1zj/ef9n); (v) lır. Küçük günahlar alışkanlık haline ge-
iyiliği buyurma, kötülüğü önleme (emri tirilmedikleri sürece kişinin artık bir
bi-1-ma'nif, 1111{/i a11-il-111ii11ker'). mümin sayılmamasına neden olmazlar.
Birinci ilke olan "Tanrı'nın birliği" il- Kii.fr (I'anrı'yı inkar) ve ıirk (I'ann'ya eş
kesi İslam'ın en temel dogmalarından bi- koşma) dışındaki büyük günahlar için de
ridir ve yalnızca Mu'tezile okulunun öne durum aynıdır: bu günahlar kişinin bir
sürdüğü bir yargı değildir. Ancak Tann' orta durumda kalmasına, yani artık ne
nın varlığının ve bu varlığın "bir"liğinin mümin ne de kifir olarak görülememe-
yorumlanmasında da aykın düşünceler sine neden olmaktadır. Yaygın inanan
öne süren Mu'tezile, Tann'nın zatından aksine bu kişiler tövbe ctmezleı:se Tann
ayn gcrçekliklcr olarak görmediği Ku- tarafından bağışlanmaları mümkün de-
ran'daki sıfatlanru tümüyle reddeder. O- ğildir. Ancak işledikleri günahla mümin
kula göre bu sıfatlan Tann'nın zatından olmaktan çıkmakla birlikte bu kişiler yi-
ayn ve czcli olarak görmek Tann'ya eş ne de fıkıh açısından hala İslam toplu-
koşmakla (/irk) birdir ve Tann 'nın birliği munun birer üyesidirler ve İslim huku-
ilkesiyle bağdaşmaz. Sonuç olarak Tann kundan yararlanma hakkına sahiptirler.
ne görünür, ne de bir biçimi vardır. Beşinci ve son ilke olan "iyiliği bu-
Mu'tezilc bu ilkeye bağlı olarak oldukça yurma, kötülüğü önleme", yalnız kişinin
yaygın olan Tann'nın ihiı:ette insanlara kendisinin iyiye yönelmesi değil aynı za-
görüneceği. inananı reddetmiş ve diğer manda içinde bulunduğu toplumu da i-
kelam okullarının aksine Kuran'ı da "ya- yiye yöneltmesi gerektiği biçiminde açık­
ratılmış" (mah/Jik) olarak kabul etmiştir. lanabilir. Bu ilkeye göre hem tek tek
İkinci ilke olan "ilihi adalet" ahlak müminler hem de bir bütün olarak İslam
sorunsalını kapsamakta ve Tann'nın hiç toplumu ilihi adalet ilkesine koşut olarak
kimseye zulmetmcycceği gerçeğinden yo- kendilerini gerçekleştirebilecekleri bir
la çıkarak insanın kendi edimlerini yarat- toplumsal örgütlenme modeli geliştir­
ma ıtücüne sahip oldu~ sonucuna var- mek durumundadır. Mu'tezile kclamcıla­
maktadır. Başka türlü söylcndilrtc ilihi n bu ilke uyannca Müslüman olsun ol-
bir adalet olduğuna göre insanın yapıp masın zalim saydıkları yönetimlere karşı
etmeleri konusunda özgürlüğünün ve girişilen hareketleri desteklemekten çe-
sorumluluğunun da olması gerekir ki söz kinmemiş; bu da onlann siyasal alanda
konusu ilahi adalet öbür dünyada tecelli da doğrudan ya. da dolaylı roller üstlen-
ederek ödül ya da cezaya dönüşebilsin. melerine neden olmuştur.
Mu'tczilc kclimalan bu ilkeden yola çı­ Mu'tezile usçu yöntemi kullanarak
karak yazgı.alığı; iyinin ve kötünün Tan- din ile felsefeyi uzlaşttrmaya çalışmış; İs­
n 'dan geldiği inananı da reddetmiştir. lam inancının düşünsel temellerini oluş­
Üçüncü ilke olan "ödüllendirme ve turma yolunda büyük çabalar harcamış;
cezalandırma" ilkesi Mu'tezile'nin ikinci bu çabalarıyla kendinden sonraki Sünni
ilkede ortaya koyduğu adalet tasanmıyla ve Şii kelim okullarının ortaya çıkma­
doğrudan bağlantılıdır ve öbür dünyada sında da başlıca etken olmuştur. Aynca
insanı nelerin beklediğim açıklamaya yö- bkz. adalet ilkesi; kelim.
mucize (tansık) 1018

mucize (tansık) [İng. mirade; Fr. mira&le; te (Sartre, Romantik Usçu, 1953) üze-
Alm. Wllndeı'J Gündelik dilde beklenme- rinde önemli etkileri olan Sartre'ı eleşti­
dik ya da olağanüstü bir olayın ortaya rel bir gözle incelemiştir. Başlıca felse-
çıkması durumu için kullanılan mucize fece ilgisi etik olan Mıirdoch 1992'de ya-
sözcüğü, felsefe tartışmalarında tanrısal yımladığı Metaphysi" as a Guide to Moral/
istencin görünümü ya da doğa düzeninin ta (Ahlakın Yol Göstericisi Olarak Me-
değişmesi, doğa yasaları ile uyuşmayacak tafızik) iyiliğin soyut da olsa bu dünyada
bir durumun ortaya çıkması anlamına gerçek bir varoluşa sahip olduğu kura-
gelmektedir. Birtakım felsefecilere göre mını geliştirir. Murdoch'a göre iyiliğin e-
mucize, doğanın tek başına ortaya çıka­ dimsel varoluşu Tanrı düşüncesini anla-
ramayacağı, doğa yasaları ile uyum içinde manın biricik yoludur.
olmayan olaylardır ki bunlar yalnızca do- Felsefe çevrelerinde modern bir Pla-
ğa yasalarına bağlı kalınarak açıklanamaz. toncu olarak görülen Murdoch, The Fin
Öte yandan başka kimi felsefeciler ise and The 51111 (Ateş ve Güneş, 1977) adlı
mucize olarak adlandınlan olayların şim­ çalışmasında Platon'un sanata karşı ta-
dilik eldeki doğa kummları ile açıklana­ kındığı olumsuz tavrın düşünsel temelle-
mayacağını, ancak doğal yollarla ortaya rini sorgular ve "sanat" ile "sanatçılık"
çıkan bu türden olayların yeni ve daha kavramlanııın onun metinlerinde geçiş
kapsamlı doğa kuramları ile kolaylıkla ya da yer alış biçimlerini araştırır. Mur-
açıklanabileceğini savunmuşlardır. Cice- doch bu incelemesinde aynca "gerçek"
ro'dan tutun da Hume'a varıncaya dek kavramı ile sanat yapıtı arasındaki ilişkiyi
pek çok filozof "mucize" üstüne de kafa soruşturarak Platon'un "sanatçılar gerçe-
yormuşlardır. ği çarpıtan kişilerdir" savını !artar. Ro-
manlarında işlediği konulara felsefece bir
Muhyiddin Arabi bkz. İbnü'l-Arabi, bakış açısından yaklaşan yazar, açıkça
Muhyiddin. parçalanmış ve anlamsız bulduğu bu
dünyaya karşı ahlak ve dinsel düşünceyi
mundus intelligibüis/mundus sensi- Platoncu koruyucular olarak ele alıp sa-
bilis (Lat.) Platon'un felsefeye soktuğu, vunmuştur. Eğitim ve din üzerine de
yalnızca akıl yoluyla kavranılabilir ger- yazmış olan Murdoch'un bir diğer ö-
çeklerin dünyası ile duyular aracılığıyla nemli felsefece çalışması da The Soı•mig­
algılanabilir şeylerin dünyası arasındaki nt; of Gootfdur (İyinin Egemenliği, 1970).
ayrımın Latince dile getirilişi: "düşünülür
dünya/ duyulur dünya". mutatis mutandis (Lat.) Aynntılarda
MımdNı intelligibilit salt us yetisiyle eri- ıı;izlenmiş farklılıkları hesaba katmak,
şilebilir olan Platon'un idealar dünyasına göz önüne almak bağlamında kullanılan
ya da Kant'ın numenler/noumenon'lar "gerekli değişiklikler yapılmış olarak" ya
alanına karşılık gelirken, mNnı:htı muibilis da "gerekli değişiklikler yapıldıktan son-
duyu yoluyla ulaşılan Platon'un görü- ra" anlamındaki Latince terim.
nüşler dünyasına ya da görüngülerden o-
luşan maddi dünyaya denk düşer. Bun- mutçuluk (mutlulukçuluk) ~ng. eNdai-
lardan ilki bilginin uygun nesnesi iken monism; Fr. eNdimonisme, Alm. e11dİİl!lonit-
ikincisi yalnızca kanıların alanına girer. 11111s-, Yun. t11daimoniI111os-, es. t. istis'ôıliyye]
İnsanın tüm yapıp etmelerinin, bütün
Murdoch, iris Jean (1919-1999) İrlan­ eylemlerinin altında yatan amacın "mut-
da asıllı İngiliz romancı ve felsefeci. Fel- ltıluk" olduğunu; insan yaşanunın anla-
sefeciliğinden daha çok romancılığı ile mının mutlulukta yattığını öne süren ah-
tanınan iris Jean M urdoch ilk felsefece liik: öğretisi: "mutluluk ahlakı". İnsan ya-
çalışması olan Sartre, Ramanti' Rationalisf şamını anlamlı kılacak "en yüksek iyi"yi
1019 mümkin-ül-vücıid

mutlulukta bulan, insanın tüm çabasının türen "erdem" ya da "bilgelik'' yolunun


mutluluğa ulaşmak olduğunu savunan kişinin kendi kendine egemen olmasın­
ahlak anlayışı. dan geçtiğini savunur.
Mutçuluk, ilkçağ Yunan felsefesi dö- Skolastik felsefenin ağır bastığı orta-
. neminden başlayarak, felsefe tarihi bo- çağ felsefı;sinde de mutçuluktan söz açı­
yunca çeşitli biçimler altında ortaya çık­ .labilir. Ancak burada ulaşılmaya çalışılan
ıruştır. Bunun ana nedeni, filozoflann mutluluk, "bu dünya mutluluğu"ndan
insan yaşamının son ereğinin "mutluluk" daha çok, bir "öbür dünya mutluluğu"
olduğu düşüncesinde birleşmelerine kar- dur.
şın, bu mutluluğun ne olduğu ya da ona Yeniçağ felsefesine gelindiğinde ise
nasıl ulaşılacağı konusunda yollannın ay- tek tek kif.İlerin mutluluğuna dayandın­
rılıyor olmasıdır. Sözgelimi genel bir çer- lan bireysel mutçuluk, yerini tüm bir
çeveden bakıldığında tüm bir ilkçağ Yu- toplumun mutluluğunu ya da iyiliğini
nan felsefesinin ahlaka bakış açısının gözeten bir toplumsal mutçuluğa bırakır.
mutçu bir nitelikte olduğunu, Demokri- Aydınlanma felsefesi ve diğer toplumsal
tos'tan itibaren ahlak felsefesinin temel- gelişmelerin de etkisiyle mutçuluğun "e-
de bir "mutluluk ahlakı" olarak ele alın­ reksel" niteliğinin yönü değişir. Bundan
dığını söyleyebiliriz. Bu çerçeveyi biraz böyle mutluluk kavraıru "benci" bir ba-
daralttığııruzda ya da tek tek fılozoflann kış açısından değil de "özgeci" bir bakış
düşüncelerine eğildiğimizde ise mutluluk açısından ele alınır. Modem devlet an-
kavramına yüklenen anlama göre farklı layışırun ortaya çıkmasıyla bu özgeci du-
mutçuluk öğretileriyle karşılaşınz. Söz- ruş, "elden geldiğince çok insanın elden
gelimi hazcılık, mutluluğun kaynağını geldiğince çok mutlu olması" görüşünü
"haz"da arar: Kirene Hazcılığı ya da A- dillendiren "yararcılık"a ya da "yararcı
ristippos'un ahlak öğretisinde insan ey- mutçuluk"a geçiş yapar.
leminin biricik ölçütü kişinin ulaşacağı Felsefe tarihi içinde mutçuluğı.ın en
haz miktarıdır; yaşamın amacını "en yük- sıkı eleştiricisi, insan davraruşını ahlaki
sek haz"za 'erişmekte bulan bu öğreti i- açıdan yargılamayı olanaksızlaştırmasın­
çin en yüksek haz ise en yoğun olanı ya dan ya da "ödev'' ile "yükümlülük'' kav-
da yaşananıdır. Diğer bir hazcı filozof E- ramlannı atlamasından ötürü ahlaka bu
pikuros içinse önemli olan hazzın yo- türden bir yaklaşıırun savunulamayacağı­
i,'llnluğu değil sürekliliğidir; ruh dinginli- nı öne süren Kant olmuştur. Aynca bkz.
~inc C:ataraktia) ulaşmak demeye gelen Aristoteles; ödev etiği.
"mutluluk'', kalıcılığını hazzın bu sürekli
oluşuna borçludur. Arisıotcles ile Stoacı­ mutlak bkz. saltık.
lık'ta ise iyi bir yaşamın reçetesini sunma
peşindeki ahlik felsefesinden hazcılığın mutlakçılık bkz. saltıkçdık.
kazınıp, mutlulukla özdeşleştirilen "er-
dem"e ağırlık verildiğini görürüz. Stoacı mutluluk ahlikt bkz. mut.çuluk.
felsefe, insanı körleştirip güçten düşüren
bir duygulanımdan ibaret olmasından ö- mutluluk hesabı ~ng. fa/ki.fi.- çaf.·ullls]
türü "haz"zı hor görür; hazzın öznel bkz. haz hesabı.
yaşantılanmasırun bir yana bırakılıp mut-
luluğun <:"tuılmmoma) nesnel koşullannın mümkin-ül-vüclld (&.) Faribi'nin vii-
oluşturulmasını salık verir. Gerek Aris- &ıl tartışması çerçevesinde orraya koy-
toteles gerekse Stoacılık, Sokrates ile öğ­ duğu iki varlık kategorisinden birinin adı
rencisi Platon'un "mutluluğu" insanın olan bu terim, İslam felsefesinde varol-
kendisini tam olarak gerçekleştirmesinde ması olanaklı olan ancak zorunlu olma-
görmesine benzer şekilde, mtıtluluğa gö- yan, başka bir deyişle "olumsal" varlıklar
MünifPaıa (Mehmet Tahir) 1020

için kullanılır. Bu türden varlıkların olma- Felsefenin "söylen"e karşı takındığı


ması, hiç olmayacaklan anlamına gelmez: geleneksel tavrın çıkış noktası, logos ile
Düşünülmeleri varlıklarının olanağını "!)'tlxıs karşıtlığıdır: İlki akılcı, çözümle-
sağlamaktadır. Ne var ki varolabilmcleri yici ve doğru bir açıklamanın peşine
için en az bir ilincğe gereksinim duyarlar. düşmüşken; diğeri tanrıların, efsanelerin,
Öteki varlık kategorisi ise varlığı zorunlu kahramanların, masalların anlattıklarına
olan varlığı, yani Tann'yı niteleyen vdcib- güvenmekte ayak direr (Platon, PhaidD11
iil-llİİ&litldur ki onun düşünülmesi bile 61 b; Timaios 26e). Logos/ ll!Jfhos karşıtlığı,
varlığını zorunlu kılar. Zira 111ii111kin-iil-11ii- felsefe tarihi boyunca theologos (tannbi-
ı:Ud kategorisinde yer alan diğer varlıkla­ liın) ile po/sikos (doğabilim) ayrımıyla ko-
rın varoluşları ona bağlıdır. Aynca bkz. şut bir biçimde ilerlemiş; hem Sokrates
vidb-ül-vücl1d, vücud(iyye). hem de Platon yoğun bir şekilde gele-
neksel söylenlere karşı ahlaki itirazlarını
Münif Pa,a (Mehmet Tahir) bkz. dile getirmişlerdir (ENtl?Jtk111os, 00.-c; Phai-
Türkiye'de felsefe. dros, 229c-230a; Devlet, 376e-380c). Bu
tür bir "!)'thos eleştirisi geleneği Ksenop-
Mürcie İslam felsefesinde insanı11 bü- hanes'c dek geri götürülebilir. Ksenop-
yük günahlardan birini işlemesi halinde hanes özellikle Homeros ile Hesiodos'
bile dinden çıkmayacağını, bunlarla ilgili un insanbiçimci çoktanncılığına eleştiri­
yargının ancak Tanrı tarafından verilebi- ler yöneltmiş; tannların birer insaruruş­
leceğini savunan okul. En eski mezhep- çasına ele alınmasına, insanlardaki kusur-
lerden biri olan Mürcie'ye göre iman a- ların tanrılara yüklenmesine karşı çıkmış­
melden önce gelir; başka bir deyişle a- tır. Aslında filozofların 111.Jlhola bu denli
melin imana uygunluğu şart değildir. karşı oluşlannın en önemli nedenlerin-
Mürcielerin temel savı, büyük günah iş­ den biri, insanların çoğunun eski söylen-
leyenleri dinden çıkrruş sayan Haricilerin lerin ardında gizli bir anlam f.:" hyponoia)
tersine imanın silinmez olduğudur. Ha- barındırdığına; onların bize bir şeyler
riciler Emcvi iktidarına karşı cihad ilan sezdirmeye çalıştığına inanmasıdır.
ederek onları kafir olarak görmüş; buna Tüm bu çabalara karşın felsefeyi myt-
karşılık Mürcielerse hiçbir Müslüman ik- holtan arındırmak. hiç de kolay değildir.
tidarın küfürle suçlanamayacağını ileri Sözgelimi Aristoteles, Sokrates öncesi
sürmüştür. Adil olmayan iktidarlara karşı doğa felsefesi döneminin evrendoğum
yalnızca pasif direnişi meşru sayan bu öğretilerinde, logos ile ll!Jfholun iç içe
anlayış doğal olarak Emeviler tarafından geçr:iğinin, hangi düşüncenin hangisin-
da destclclenmiştir. Mürciclerin öne sür- den kaynaklandığını anlamanın güç ol-
düğü ikinci sav ise temel savlarının bir duğunıın farkındadır (Metaftzjle, 982b,
türevidir: Eğer bir insanın imanı varsa 1074b). Üstelik "!)'tholtan bunca yakınan
günahlarına rağmen kıyamet günündeki filozofların hemen hemen tümü başlan
durumu için umut beslenebilir. Aynca sıkıştığında ya da bir eğretileme kullana-
bkz. amel. cakları zaman hemencecik "!)'lhos'a sığı­
nırlar -özellikle de Platon'un diyalogları
mythos (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe- bu tür örnclclerle ün salmıştır. Sözün ö-
sinde "söylen" ya da "mit" anlamında zü, "söylen" söylenmemiş olana ya da
kullanılan sözcük; çağlan aşıp kulaktan söylenecek olana yol göstermeyi şöyle ya
kulağa yayılan söylenmiş ya da duyulmuş da böyle sürdürmüştür. Ayrıca bkz. söy-
söz. len; söylenbilgisi.
Nn
Naess, Arne (1912) Derin Ekoloji'nin ye görülebilir. Nagatjuna sıradan düşün­
felsefece gövdesini bina eden Norveçli medeki çelişmclcri karşı karşıya getiren;
fclscfcci Erken dönem yapıdan deney- her savı yadsıma çiftleri haline getitcrek
cilik ve davranışçılık etkisinde biçimle- bütün savlardaki aşınlıklardan düşünceyi
nen Naess, bu döneminde fdsefeci ol- kurtarmaya çalışan; böyldikle de aydın­
mayanlann "hakikat" ve buna bağlı kav- lanmaya ulaşmak için usu özgür kılan bit
ramlardan neler anladıklan üzerine de- diyalektik uslamlama geliştirmiştir. Bu-
neysel bit çalışmayı da yürütmüştür. Us- r-ada diyalektik, bilgi edinmenin değil de
lamlamalann çözümlenmesi üzerine ya- arınmanın bir yoludur.
zılan da bulunan düşünür, 1960'tan son- İındi, karşı karşıya konan iki düşün­
ra Spinoza ve Gandhi etiklerinin kay- cenin uslamlama yoluyla yadsınabileceği
naştırılması üzerine çalışmalarda bulun- kabul edildikte, zihin gerçekliğin bu ikisi
muştur; çalışmalarının ana izlekleri ço- de olmadığına karar verebilit; böyldikle
ğunlukla insanlık bağlamında edilgin di- de boşluk ya da hiçi duyumsayabilit (ne
reniş ve dayanışma olmuştur. Asıl ününü ki, bu hiççilik değildir). Böylesi bit boş­
ise Derin Ehıloji ve onun felsefece özü luk yaşantısı zeka ile sezginin birarada
olan "ckosofi kuramı" ile kazanmıştır. olduğu "mükemmel bilgelik" (Jırtgnapa­
Ekosofı, ekoloji ile insanlann çevrele- ramita) durumu diye kabul edilir. Boşluk
riyle olan ilişkilerini anlatan temd norm- (111nyata) kavraıru Nagarjuna'nın fdsefe-
lara yapılan vurgudan esin alan gend bir sinin temd kavramlanndan biridir.
görüştür. Bu görüş evreni bir bütün ola- Burada sözü edilen diyalektik uslam-
rak de almaktadır. Naess'in en önemli lamada dört adım vardır: Birinci adım
yapıtları arasında 1968'de yayımlanan savı olumlamak; ikinci adım savı olum-
Sceplit:i.mı (Kuşkuculuk), 1972'de çıkan suzlamak; üçüncü adım hem olumlama-
The P/11raliıt anJ Possibiliıt Asptd of the nın hem olumsuzlamanın olumlanması;
!frie11tift' Enlerprise (Bilimsel Uğraşının dördüncü adımsa hem olumlamanın hem
ı;oğulctı ve Olasılıkçı Boyutu) ile 1989' olumsuzlamanın olumsuzlanmasıdır.
,fa basılan EtrJlogy, Co11111111niJy, and Ufts!Jle Nagatjuna, bu uslamlamayla belli bir
tbkoloji, Topluluk ve Yaşam Biçimi) sa- lr.ı.kı~ a\.ısııu yıkıp bunun yerine kaqıunı
yılabilit. Ayrıca bkz. Derin Ekoloji. koymamaktadır. Ona göre, karşıtlar ara-
sındaki başkalıklar yanlış başkalıklardır
Nagaıjuna Mahayana C'Büyük Araç'') ya da nedene uygun bdirtilmiş karşıtlık­
Buddhacılığı'nın iki kolundan biti olan lar arasında temdde bir başkalık yoktıır.
Madhyamika Okulu'nun temdini atıp Görünüşteki karşıtlıklar gerçekte yoktur.
yaygınlaşmasını sağlayan büyük Hint dü- Karşıt olduğu söylenenler arasında as-
şünürü. M.S. il. yüzyılda Güney Hin- lında hiç fark yoktur. Dolayısıyla ıamıara
distan'da yaşadığı, Hint toplumunda en ile Nirvaııa arasında da fark yoktur.
üstün kast olan Brahmanlardan olduğu Bu yöntemin işleyişi, Nagarjuna fd-
sanılmaktadır. scfesinde önemli bit yer tutan, nedensd-
Nagatjuna'nın fdsefesi, Buddha'nın likle ilişkili "bağlı yaratılış" tasanıru ele
hazlara aşırı düşkünlük ile aşırı çilecilik alınarak ömeklcndirilit. Nagatjuna, ne-
arasında bit yaşamı savunan Orta Yol denselliği irdelerken üç durum varsayar.
öğretisinin mantıksal bir dile getirilişi di- Bunlardan birincisi, nedende içerilmiş
Nagel, Emest 1022

sonucu da banndıran özdeşliktir; ikin- kavram ve terimlerin kullanımlarını tar-


cisi, sonucu nedenden ayn olan özdeş-­ tıştığı The Stmthırr of S ı:ience (Bilimin Ya-
sizliktir; üçüncüsü, bir nedenin, varoluş pısı, 1961) başlıklı yapıtında dile getirdiği
öncesi bir nedenin sonucu sayıldığı bir görüşleri nedeniyle son başat deneyci ve
durumdur. olgucu düşünür olarak ünlenmiştir.
· Nagarjuna bu üç durumun üçünün Russell ve Camap, Phillip Frank gibi
de savunulamaz olduğunu ileri sürer. Bi- Viyana Çevresi düşünürlerinin yolundan
rincileyin, bir sonuç zaten kendi nedeni- giderek felsefece düşünme ile bilimsel a-
nin bir parçası olarak varsa türemiş de- raştımıanın ilişkisine dikkat çeken Nagel,
ğildir. İkincileyin, bir sonuca neden olan manuk:taki gelişmeler, matematiğin kö-
koşullar sonuçtan başkaysalar her şey kenleri ve olasılık kuramlarına karşı ilgi
her şeyden türer; ne ki, nedensellikten duymuştur. Aynca yazılannda Peirce ve
anlaşılan bu değildir. Üçüncü durumun Dewey pragmacılığından esin alan M. R.
kabul edilemezliği de ilk ikisinin kabul e- Cohen'in düşüncelerinden etkilenerek
dilemezliğinden çıkartılabilir. Böylelikle kendisinin "bağlama doğalcılık" dediği
nedenselliğe ilişkin bu üç açıklama saç- görüşü geliştirmiştir. Nagel'in bağlamcı­
maya indirgenir, ortada savunulacak bir lığına göre belirlenimcilik, olasılık, açık­
nedensellik anlayışı kalmaz. Bu da boş­ lama ve indirgeme gibi tasarımlar, bilim-
luk kavramının anlaşılabilmesinin önko- sel ya da bilimin çalışma alanıyla ilgili ku-
şuludur. ramlar bağlamında değerlendirildiğinde
Bu noktada Nagarjuna'ya, bu düşün­ anlamları bir biçimde ortaya çıkarılabilir
celerinin Buddhacı "bağlı yaratılış" anla- tasarımlardır. Bu tutumu, daha sonraki
yışını bir kenara attığı yollu eleştiriler istatistiksel açıklama, işlevsel açıklama,
yöneltilir. Ne ki, nedensellikle ilişkili doğa ve toplum bilimlerinde bir kuramın
olan "bağlı yaratılış" anlayışı da bütün ötekine indirgenmesi gibi konular hak-
karşıtlıklann yadsınıp gerçekliğin Orta kındaki düşüncelerinin olgunlaşmasını
Yol'da olduğunu kabul etmektir. Bütün sağlamıştır. Nitekim Nagel mantıksal ve
karşıtlıklann yadsınması Buddha'nın şu matematiksel ilkelerin varlıkbilgisel zo-
sözleriyle dile getirilir: "ne üretme ne runluluğunu reddetmiş ve mantığın do-
yok etme; ne yıkım ne kalım; ne birlik ne ğalcı yorumunu benimseyerek bu ilkele-
çokluk; ne gelen ne giden." rin araştırma alanlanndaki işlevlerine gö-
Nagarjuna, geleneksel Buddhacılığın re ele alınmalan gerektiğini savunmuş­
aydınlanmaya (Nirvana'ya) erip acısının tur.
dinmesi için çabalayan arhalını da kabul Başlıca yapıtlan arasında olasılık he-
etmez. Ona göre günlük yaşamın erdem- saplamalannın uygulamalarını felsefece
leri küçümsenmemeli ama aşılmalıdır. soruşturduğu Pritıdpks of tht Theory of Pro-
Kendisini aydınlanmaya varmaya ada- babili!J (Olasılık Kuramının İlkeleri, 1939),
yan; ne ki, aydınlanmaya ulaşmayı amaç- doğa ve toplum bilimlerinde kullanılan
layan başkalanna yol göstermek uğruna bilimsel yöntemin mantıksal ilkelerini ele
Nirvana'ya ulaşmasını geciktiren bodhitatt- aldığı An Introd11dion to Logit antl Stienti.ftc
va, Nagarjuna'run kabul ettiği kişiliktir. Method (Mantığa ve Bilimsel Yönteme
Aynca bkz. Madhyamika Okulu; Ma- Giriş, R. M. Cohen ile birlikte, 1934) ile
hayana Buddhacılığı; arhat, bodhi- mantığın doğalcı yorumunu savunduğu
sattva; Nirvana; samsara; sun_yata. ugit Witho11t Metapl.fysitı (Metafiziksiz
Mantık, 1957) sayılabilir.
Nagel, Emest (1901-1985) Bilimin ne-
liğine yönelik çalışmalanyla öne çıkan Nagel, Thomas (1937) Yugoslavya a-
Çek asıllı Amerikalı felsefeci. Bilimsel sıllı Amerikalı ahlak ve siyaset kuramcısı.
kuramlar ile bilimin yapısını, bilimsel Thomas Nagel Cornell, Oxford ve Har-
1023 Naturphilosopbie

vard'da eğitimini tamıı.mlayıp Berkeley, varolan ve kendi yoluyla kavranan Tann


Princeton ve New York üniversitelerin- anlamına gc:lir. Tann'nın doğadaki görü-
de dersler vermiştir. Çalışmalarının oda- nümlerinden, "yaratılan doğa"dan (nallt-
ğında ahlaksal güdülenmenin doğası ile ra nahırata) aya olarak, Tann'nın kendi-
ussal bir ahlaki-siyasi itaat kuramının o- sini tanımlar.
lanaklılığı konulan yer almaktadır. "Ya-
rasa Olmak Neye Benzer?" (''What is it natura naturata (Lat.) Ortaçağ fdsefc-
like to be a Bat?') başlıklı makalesi çağ­ sinden başlayarak, özc:llikle de Spinoza'
daş zihin fdsefesinde en çok tartışılan da, c:dilgiıı. yaraulmış doğayı, "yaratılan
yazılanndan biri olmuştur. Nagd bu ya- doğa"yı; Tana'da olan ve Tann olmaksı­
zısında deneyimin doğa bilimlerinin nes- zın ne varolabilc:n ne de kavranabilen
nel yöntemlerinin ve işlevselcilik gibi bu görüngülc:r alanını nitelemek için kulla-
yöntemlerle çalışan felsefelerin anlaya- nılan Latince terim.
mayacağı, ortaya çıkaramayacağı, indir- Bu terim Spinoza'nın tümıanaci diz-
gemeye gelmez, öznel bir yönü oldu- gesinde Tann'nın özniteliklerinin tüm
ğunu savunur. Nagcl'in karşı çıktığı yak- görünümleri olarak, Tann'nın doğadaki
laşımda, insan doğanın parçası olarak tutamaklan olarak, Tann'nın kendisine
değerlendirilir; oysa ki ona göre bu tu- değil de "doğayla özdeşleşmiş Tann"ya
tum deneyim, düşünme, karar verme gi- (!'dı111 sive nalllra) karşılık gc:lir. Spinoza
bi öznel öğcleı:i gözardı etmektedir. Bu Tann'yı biricik töz ve tüm görüngülerin
tutumda ısrar ermek, insanın nedensellik içinde bulunan "neden" saymakla Tann
zincirinin bir halkası olarak, düşünme­ ile Doğa'yı özdeşleştirmiş oluyordu.
den başına olaylar gelen bir şey oldu-
ğunu da kabul etmek anlamına gclmck- natura non facit saltus (Lat.) İlkçağ
tedir. Oysa Nagel bu tutumun karşısında Yunan felsefesinden, özellikle de Aris-
durmakta ve karşılıklı ilişkilerin ya da toteles'ten itibaren geliştirilen bir düşün­
birbirini etkileyen ikiliklerin ahlik ve a- ce olarak "doğada hüküm süren sürekli-
dalet kuramlarına katılması gerektiğini liği" vurgulamak üzere ilkin İsveçli do-
ileri sürmektedir. ğabilimci Carolus Linnaeus (Kari von
Nagcl'in önemli çahşmalan arasında LinnC, 1707-1778) tarafından kullanılan
The Possibi1i!7 ofAltntism (Özgeciliğin O- deyiş: "Doğa sıçrama yapmaz."
lanaklılığı, 1970), MorflJ/Q111slİD11S (Ölüm- Linnac:us türlc:rin dönüşümünü ya da
lü Sorular, 1979), The Viav Jro111 No111hnr değişebilirliğini yadsımış; nasıl yaratıl­
(Bilinmedik Bir Yerden Bakış, 1986) ile mışlarsa öyle kaldıklannı öne sürmüştür.
FJjwfi!J atlfi Partialiry (Eşitlik ve Yanlılık.
1991) bulunmaktadır. NaturphilotJOpbie (Alnı.) En parlak
günlerini 1790'lı yıllar ile 1830'lu yıllar
Namık Kemal bkz. Türkiye'de felsefe. arasında Alman felsefesinde yaşayan, dö-
nemin genel dünya görüşüne olduğu ka-
natura naturantJ (Lat.) Ortaçağ felsefe- dar bilimsel ve yazınsal etkinliklerine de
sinden başlayarak, özc:llikle de Spinoza' damgasını vuran özgül doğa felsefesi an-
da, etkin, yaraua doğayı, "yaratan do- layışı; doğal tarihe felsefece yaklaşımıyla,
ğa"yı; her şeyin en son ilkesi olan, yara- bu bağlamda ortaya attığı çeşitli "orga-
tılmamış, öncesiz ~onra.~ız varbğı, Tann' nizmacı" öğretileriyle: adından söz ettir-
yı nitelemek için kullanılan Latince te- meyi günümüzde dahi sürdüren fdsefe
rim. akımı. Namrphilosophit çcrçcvc:sinde yapı­
Bu terim Spinoza'nın tümtanncı diz- lan doğa felsefesinde, modern bilimin
gesinde her şeyin nedeni olan ancak ken- doğaya yönelik "atomcu-düzenekçi" yak-
disi bağımsı~ bir neden olarak kendinde laşımına karşı ·',.,rganik-dinamik" bir do-
Nsturphilosopbie 1024

ğa ve doğa bilimleri tasarımı savunul- doğayı bütünlüklü ve birlikli bir yapı ola-
muştur. Nitekim, Na1Hphilosophie yöne- rak değerlendirirken pek çok Alman dü-
limli düşünürlerin, hem bir bütün olarak şünürün görüşlerinden, sözgelimi Goe-
doğayı hem de onun tek tek parçalaruu the'n.in organik ile inorganik doğa alan-
durağan terimlerle açıklamak yerine, da- lan arasındaki ayrımı ortadan kaldırmak
ha çok doğanın gelişmeye ya da evril- üzere bunlann kökenlerinin birliği üzeri-
meye yönelik niteliğini öne çıkaran gö- ne geliştirdiği biçimbilimsel uslamlama-
rüşler dillendirdikleri gözlenmektedir. Bıı lardan, önemli ölçüde yararlanmıştır. Yi-
gelişimi aşamalı bir evrim dizilişinin so- ne bu bağlamda akımın savunucuları, en
nucu olarak kavramaya çalışan bu anla- başından beri, Aristoteles felsefesinin
yış, bu sürecin çoğunlukla birbirine kar- modem·uzanttsı olarak algıladıkları Kant'
şıt güçlerce devinime geçirildiği ve yine tan, genelde ilerleme düşüncesini, daha
bu· karşıt güçlerce hiçbir kesintiye uğra­ özeldeyse türler ile hayvanların gelişimine
maksızın sürdürüldüğü düşüncesi üstüne yönelik erekbilgisi tasarımını alarak ken-
kuruludur. Natuphilosophie'nin belli başlı di düşünsel çerçevelerine yedirmişlerdir.
temsilcileri arasında Fichte, Schelling, Bunun sonucunda doğaya bütünüyle, bi-
Hegel gibi "Alman İdeal.izmi"n.in önde çimbilimsel ve dirimbilimsel gözlemlerin
gelen filozoflarının yanında, Lorenz 0- harmarılanmasıyla elde edilmiş, en üstte
ken, Hans Christian 0rsted gibi döne- insanoğlunun durduğu belli sıradüzenler
min önemli doğa bilimcilerin.in de bu- doğrultusunda bakmayı savunan dizgin
lunduğu gözlenmektedir. Kendi içinde vurulamayacak devingenlikte etkin bir
oldukça ayrışık bir yapı sergileyen bu metafizik kuramı çıkmıştır onaya. Nite-
özgül doğa felsefesi konumunun düşün­ kim bu çerçevede kalarak düşünmeye ça-
sel kaynaklan ise "Alman İdealizmi" ile lışan hemen bütün filozofların, "Fransız
geç dönem "Klasisizm" ve "Romantizm" Ansiklopedicileri"nin "düzenekçi madde-
anlayışlarına dek geri götürülebilmekte- cilik"lerine zemin hazırlayan Descartesçı
dir. Aynca bu temel kaynaklar yanında, madde/ zihin ikiciliğine karşı, Spinoza'nın
akımın ortaya son derece etkili gelişim tek bir tözün birbirlerini destekleyip bü-
kuramları koyan Goethe ile Herder'den tünleyen iki kipi olarak tasarladığı iki
de önemli oranlarda beslendiği açıklıkla yönlü zihin-madde kuramının izinden yü-
görülmektedir. Ne var ki Hegel'in 1831 rüdü.ıcleri görülmektedir. Bu devingen sü-
yılında, Goethe'nin ise 1832 yılında öl- reci kavramak amacıyla geliştirilen mo-
melerinden sonra Natuphilosophie olanca dellerse ya Kant gibi kimi·önemli felsefe
bir hızla düşüşe geçerek bütünüyle orta- kaynaklarından ya aynı anda hem ben'i
<lan kalkmaya yüz tutmuş; ama yine <le hem <le hen-olmayan'ı koyutfayan Fich-
Alman kültürü ile biliminde yapılan pek te'n.in "kendi kendini belirleme" düşün­
çok çalışmada değişik yollardan XX. yüz- cesinden ya da dönem.in değişik alanlar-
yıla gelinceye dek etkilerini sürdürmüş­ da geliştirilmiş bilimsel kuramlarından
tür. benzeşim yoluyla alınmışlardır. Öte yan-
Felsefe açısından bakıldığında, daha da, bir başka Kant sonrası idealist fılozof
ilk bakışta, Natuphilosophie çerçevesi i- Hegel de Naımphilosophie bağlamında ö-
çinde yer alan çeşitli eğilimler arasında nemli düşünceler ortaya koyınuştur. He-
Schelling'in doğa felsefesinin ayrı bir yeri gel, Schelling'den belirgin bir biçimde
ve önemi bulunduğu görülebilir. Schel- etkilenmesine karşın sonuçta özünde bü-
ling'in görüşleri üzerindeyse önce Kant, tünüyle başka bir doğa dizgesi temellen-
daha sonraysa Fichte tarafından dillendi- dirmiştir. Hegel için, kendi ötekiliği i-
rilen düşüncelerin belirleyici bir konum- çinde ideanın (Begriff) alanı olarak doğa
da oldı!ltlan kuşku götürmeyecek dere- evrimsel bir süreç olarak değil, ideanın
cede açıktır. Öte yandan Natuphill>sophie, kendi bilgioine ulaşması yolunda onun
1025 Natutphilosophie

kavramsal gelişimi olarak, diyalektik bir açılımı ya da son bir uzantısı da, çok sa-
süreç olarak kavranmak zorundadır. yıda fizyolog ile ruhbilimci yanında, içle-
Yukanda belirtilenlerden de anlaşıla­ rinde Dtr Logiıtht ARjbaH dtr Wtlt (Dün-
cağı üzere, Naturphiloıophit çerçevesi bağ­ yanın Mantıksal Yapısı, 1928) başlıklı ya-
lamında kimileyin aynntılarda birbirin- pıtıyla Rudolf Camap'ın da yer aldığı bir
den ayrılık gösteren farklı yııklaşımlar dizi felsefeci tarafından savunulan iki
sunulmuş olsa da bu yaklaşın'llarda ken- yönlü zihin-beden anlayışında bulunabi-
disini hep yeniden gösteren birtakım or- lir.
tak eğilimler belirlemek olanaklıdır. Bun- Na111rphiloıophit'nin ikinci bir öğretisi
lardan ilki ve en önemlisi, "madde ile oı:ganizmacı açıklama modelinin her ko-
zihnin birliği" öğretisini savunmaya dö- şulda üstürılüğünün, dolayısıyla da kaçı­
nük görüşlerdir. Schclling ve birçok baş­ rulmazlığının savunulması üstüne kuru-
ka Na111rphiloıopht11, madde ile zihnin bir- ludur. Kant için olduğu gibi Schelling i-
liğinin ya da "özdeşliği"nin, ilkece doğa­ çin de düzenekçi terimlerle doğaya geti-
nın yasalarını zihnin yasalarından, buna rilen açıklamalann her durumda oıganik
karşı zihnin yasalarını da doğanın yasala- terimlerle desteklenmeleri gerekmektedir.
rından çıkarsamaya olanak tanıdığını ileri Organizmalar kendine yeter etkin kendi-
sürmektedirler. Bu noktada Schclling'in likler olduklarından, kendi kendilerinin
"Doğa dizgesi aynı zamanda zihnimizin nederıleri ve sonuçlan olduklanndan ö-
de dizgesidir, doğa görülebilir tin iken, türü kendi kendilerine dcvinebilirler; bu-
zihin görünmeyen doğadır" tümcesinde na karşı nedensel düzenekler ancak dışa­
dile getirdiği görüş, açıkça hem Descar- rıdan dcvindirilebildiklerinden ötürü öz-
tesçı ikiciliğe hem de XVIII. yüzyıl mad- ce bütünüyle edilgindirler. Schclling, 1797
deciliğine karşı yöneltilmiş olması bir ya- ile 1806 yıllan arasında kendi doğa felse-
na, özellikle bilim ile yazın alanlan ol- fesi anlayışını çeşitli bakımlardan ilerilere
mak üzere Romantik akım üstünde ol- taşımış, bu çerçevede yaptığı çalışmalar
dukça derin izler bırakmıştır. Sözgelimi çok geçmeden Fichte'nin tinsiz, düze-
1820'de Naturphiloıophit'riin doğayı de- nekçi doğa tasarımıyla derin bir çatışkıya
vindiren içkin karşıt güçler arayışına uy- düşmesine neden olmuştur. Nat1ırphiloıo­
gun olarak elektromanyetiği keşfeden phil özellikle 1801 yılından başlayarak
Hans Christian 0rsted, bütün nesnelerin Schelling'in gözünde aşkınsal felsefeden
maddeleştirilmiş düşünceler olduğunu ö- bütünüyle bağımsızlığını kazanarak on-
ne sürerken, biyolog Lorenz Oken zih- dan daha birincil bir konuma yükselmiş­
nin yasalannın doğa yasalarından ayrı ol- tir. Bu yeni çerçevede Schelling, doğayı
madıklarını, her ikisinin de birbirlerini deneyimimize sunuldukları biçirrıleriyle
yansıttığını göstermenin Naturphiloıopbie' yalnızca ürettiği sonuçlara bakarak araş­
nin en dikkate değer başanlanndan biri tırmakla kavrayamayacağımızı; çünkü bu-
olduğunu belirtmektedir. Bu açıdan ba- nun açıkça doğayı salt edilgin bir yapı,
kıldığında doğa felsefesi ile zihin felse- yani *11at11ra 11alllrata olarak görmek oldu-
fesi son çözümlemede birbirleriyle örtü- ğunu savunmuştur. Oysa, her durumda
şen alanlar olarak tasarlanmaktaydı. Ne "üretkenlik" ya da "saltık etkinlik" ola-
var ki ilerleyen yıllarla birlikte, Naturphi- rak arılaşılması gereken doğa, "sonsuz
lnsophie'nin en keskin eleştiricilerinden oluş"u içerisinde, ona *ntılllra natlırans,
Hermann von Helmholtz, bu arılayışın yani kendi ürürılerinden kristalleşen ü-
temel yanlışının doğanın zorurılu yasala- retken bir süreç, canlı bir özne olarak
nyla zihnin kendiliğinden etkinliğini ka- yaklaşılmayı gerekli kılmaktadır. Bu gö-
nştırmak olduğuna yönelik oldukça ö- rüş, çOk geçmeden modern bilimin pa-
nemli bir saptamada bulunmuştur. Doğa radigması olarak anılan Newton'un dü-
ile zihnin özdeşliği öğretisinin önemli bir zenekçi fiziğine yönelik bir eleştiriye dö-
neden 1026

nüşmüştür. Schelling bu noktada, bili- çıklamamıza olanak tanıyan şey. Etkiyle


min deneysel ve deneyimsel yanına kııışı kıırşılıklı ilişki
içindeki neden, bu ilişki­
çıkmamakla birlikte, doğadaki öznel ö- nin sonucunun varolmasına kııtkıda bu-
ğeyi ve onun gelişmeye açık özniteliğini lunuyor olarak düşünülür. Sözgelimi, a-
gözardı eden bilimin olgunlaşmamış nes- teş yakıldığında yükselen dumanın ne-
nelciliğini son derece sert bir dille e- deni, ateştir; duman ateşin etkisi ya da
leştirmiştir. sonucudur denir. Ateş-duman örneğin­
Nallıtphilosophit'ninüçüncü temel öğ­ deki ilişkiye ise nedensellik ilişkisi denir.
retisi, doğaile güçlerinin birliğini, buna Neden-sonuç kııvramlanrun tanımından
bağlı olarak da bilimin birliğini savun- çok bu ikilinin ilişkisinin niteliği önemli-
maktadır. Bu öğretinin temelinde, bütün dir. Tarihsel açıdan, "neden" teriminin
yönleriyle doğanın az sayıda temel güç- açıklayıcı yönü nedeniyle geniş bir kulla-
ten oluşup geliştiğini ortaya serme eğili­ nımı vardır. Sözgelimi, Aristoteles 'in
minin ağır bastığı görülmektedir. Sözge- maddi, biçimsel, etkin ve ereksel neden-
lirni 0rsted'e göre, sıcaktan soğuğa, kim- ler adını verdiği dört neden öğretisinin
yadan elektriğe, manyetik alandan yerçe- arkasında her bir nedene denk düşen
kimine doğada bulunan alabildiğine de- açıklama yapma özelliği vardır. Nedenin
ğişik fiziksel güçler, "güçlerin birliği" il- doğru çözümlemesinin yapılması konu-
kesiyle tek bir bütünün fiziği olarak bir- sunda felsefeciler arasında büyük tartış­
ataya getirilerek ele alınmak durumun- malar çıkmışur. David Hume, doğada
dadırlar. Buna göre, organik ile inorga- düzenli olarak arka arkaya gelen olayla-
nik alanlar temelde aynı yasalara konu nn arasında zorunlu bir bağ olduğundan
oldukJanndan aralarında özsel bir ayrılık hareket ederek neden tanımlaması ya-
bulurunamaktadır. Ne var ki bu durum panlan eleştirir. Hume'a göre doğa yasa-
kesinlikle doğanın bir düzeneğe indirgen- larının olumsallığı, bu yasalara zorunlu-
diği anlamına gelmeyip, daha çok inor- luk yüklemeyi engeller.
ganik dünyanın organik doğal sürecin bir Çağcıl felsefede İse neden kavramı,
ürünü olarak kavrandığı anlamına gel- bir şeyin başka bir şeye yol açtığı bir iliş­
mektedir. kiyle bağlantt içinde ele alınır. Böylelikle,
Nallitphiloiophie'nin temelinde yatan belli türden olaylan önleyerek ya da yeni
bir diğer öğreti de doğanın araşttrılma­ olaylann olmasına "izin vererek insan
sında kullanılan kııtegorilerin ilkece kül- çevresini değiştirme olanağını elde eder.
tiire, topluma, hatta devlete dahi uygula- Ancak, uygulamadaki bu kolaylığa felse-
nabileceğine yönelik bütüncü yaklaşım­ fe alanında rastlanmaz; neden kavramı­
dır. Nitekim bu noktada herşeyin her- nın sonucun zorunlu ve yeterli koşulu
şeyle koparılmaz bir ilişki içinde olduğu olarak görülmesi bile "neden" kavramını
düşüncesi doğrultusunda ortaya atılan betimlemeye yetmeyecektir. Ayrıca bkz.
görüşler, hem geç dönem "maddecilik" aitiz, dört neden öğretisi; nedensellik
in hem de "doğalcılık"ın devlet ile top- (ilkesi); yeter neden ilkesi.
lum bakışlarındaki organik tasanmların
oluşumuna temel hazırlamışlardır. Ayn- nedenbilgisi [İng. aetiology, etiology; Fr.
ca bkz. doğa fe]sefesi. etiologie; Alm. aetNılogitJ Eski Yunanca 'da
"neden", bir sonucu gerekçelendiren "a-
neden [İng. cOHse; Fr. t'llllse; Alm. Hrsache; çıklayıcı etmen" anlamına gden *aitia'
Yun. aititr, Lat. cOHsa; es. t. ille4 Bir ola- dan türetilmiş terim. Nedenleri araştıran;
yın, durumun ya da şeyin ortaya çıkma­ belirli türden bir olayın, olgunun ya da
sını, varolmasını sağlayan gerekçe; bir görüngünün nedenini ya da nedenlerini
şeyin sonucunun niçin şu ya da bu şe­ saptayıp inceleyen bilim kolu: "nedenbi-
kilde değil de olduğu gibi olduğunu a- lim".
1027 nei/cos

nedensellik (ilkesi) (İng. t1111ra6!J/prin- Kant'a göre bir olayın nedeninin bekle-
aple of 'lllUa/İ!T. Fr.. t1111ralitl/pri11tipe ek (411- nen sonuçlardan bambaşka bir sonuç do-
raliti; Alm. Awnalittil/ kmualitiitspri11zjp; es. ğurması, nedensellik ilkesinin kendisinin
L if#.ut~ Her şeyin, her olayın bir nedeni varlığından kuşku duymaya yetmez. Hu-
olduğunu; aynı koşullar altında aynı ne- me'un yalnızca bir düzenlilik dediği du-
denlerin aynı sonuçları doğuracağını dile rum, Kant'ın ellerinde apriori çerçevenin
getiren ilke. En yalın anlaıruyla biri diğe­ yapıtaşlan olacaktır. Hegel 'le birlikte ne-
rinin nedeni olan iki şey arasındaki iliş­ densellik ilkesi, ideanın gelişim biçimine
kinin dayandığı ilkeye nedensellik ilkesi dönüşür. Hegel, kendi başına saltığın
denir. Kuşkusuz, bu noktada iki olaydan başkalık olarak açığa çıkan görünüşleri­
birinin neden, ötekinin sonuç olmasını nin yeniden kendisine dönerek özdeşliği
sağlayan şeyin ne olduğu önem kazan- doğurduğunu öne sürer. Nedensellik yo-
maktadır. Genellikle bu sorun, nedenin lunda olup biten herşey, Saltık Tın'in ken-
·sonuçtan önce gelmesiyle çözümlenme- dini açarak başkalaşması; sonunda ken-
ye çalışılmıştır. Günümüz felsefecileri ne- dine döneR:k özdeşlik kazanmasından
denselliği daha çok tek yönlü bir ilişki başka bir şey değildir.
olarak ele alır; yani a, b'nin nedeniyse; b, Nedensellik ilkesi, metafizik kuraınla­
a'nın nedeni olamaz. n açısından oldukça kapsamlı ve güçlü
Ortaçağ felsefesi boyunca süren A- bir aygıt olma özelliğiyle önplana çıkmış
ristoteles'in dört neden öğretisinin ağır olsa da, özellikle: Hume'un getirdiği e-
etkisi, XVi. yüzyıldan başlayarak kırılır. leştirilerden sonra, bütünlüklü bir bakış
Çağcıl (modem) felsefenin nedensellik açısı sağlamada oldukça zayıf kalmıştır.
ilkesine bakışının biçimleneceği bu sü- Ayrıca bkz. neden; Hume, David; Na-
reçte aslan payını temel bilimlerin sağla­ garjuna; belirlenimcilik; düzenekçi-
dığı olanaklar alacaktır. Özellikle w üze- lik; rasdanh.
rine incelemeleriyle dikkat çeken No1111m
Orga111111lun yazan Francis Bacon ile o- nefs (Ar.) .Eski Arapça'da dönüşlü adıl
nun ardından Rene Descartes, doğadaki olan tllft sözcüğü, daha sonra İslaın fel-
gözle görülecek kadar çeşitlilik arz eden sefesinde "ruh" ve "istenç" anlaınlannda
değişimin nedeni olarak devinimi görür. kullanılmaya başlanmıştır. Kuran'da da
Descartes, Aı:istoteles 'in mirası skolastik dönüşlü adıl olarak kullanılmasının yanı
biçimsel ·neden anlayışını bir kenara ko- sıra "insan ruhu" anlamında kullanıldığı
yarak, maddeyi devinimsiz saysa da artık bölümler bulunmaktadır. Ancak bu ruh
nedensellik ilkesinin eski dönemlerden insanın arzu ve istelclerini denetleyerek
daha fıırklı bir yeri olacaktır. Giderek onu yönlendiren bir ruh olduğundan
güçlenen nedensellik ilkesine ilk ciddi e- "istenç" yerine de kullanıldığı söylenebi-
leştiriyi David Hume getirir. H~, ne- lir. Temel niteliği körülüğe yönelmişlik
denselliği bir önkabul olarak benimse- olan 11eft, bu nedenle İslam felsefesinde
mekten yana değildir; nedenselliği, idea- iyileştirilmesi gereken bir şey olarak gö-
lar (düşünceler/kavramlar) arasındaki i- rülmüştür. Bu bağlamda, örneğin, tasav-
lişkiye indirgeyen Hume, ideaların köken- vufun bu işe yönelik sağaltıcı bir felsefe
lerini ruhbilimsel açıdan açıklayan bir olduğu söylenebilir.
görüş geliştirir. Olaylar arasındaki dü-
zenliliğin yinelenmesinin doğurduğu alış­ neikos (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesin-
kanlıktan beslenen Hume, nedensellik il- de, özellilcle de Empedokles'te, *philia'
kesinin varlığından kuşku duyulmasına nın sevgi ve iyilik yayan etkisiyle sürekli
yol açar. Hume'un felsefesinde can bu- bir savaşım içinde olan "kin" ya da "nef-
lan bu keskin kuşkuculuğu Alman filo- ret''. Aristoteles "kin" için lllİnJr sözcü-
zof Immanuel Kant dengeleyecektir. ğünü de kullanmıştır.
nesne 1028

nesne [İng. objecl", Fr. objtl", Alın. objekt, sorusu büyük ölçüde varolan "somı:t/
timi{. es. L fryj Çok genel bir
gtgt11slmuJ, fiziksel nesneler" ile nasıl bir ilişkileri
deyişle, duyulardan en az biriyle algılan­ bulunduğu temelinde yanıtlanmaya çalı­
maya açık olan; uzam ile zaman içinde şılmaktadır.
somut bir varlığı bulunan; bilince veril- Descartesçı felsefenin "özne ile nes-
mişliğiyle ya da sunulmuşluğuyla bilincin ne aynmı"na bağlı olarak modem felse-
ayırt edip tanıdığı; düşünen özneye karşı fede kilit değerde önemli bir konuma ta-
düşünülen "şey": Birbirinden değişik an- şınan nesne kavramını en iyi biçimde
lama edimleri araalığıyla bilgisine, algı­ kavramanın yollarından biri, Kant'ın fel-
sına, kavrayışına ya da duygusuna ulaşa­ sefesinde sunulan nesne çözümlemesi-
bildiğimiz herşey; öznenin kuşkulanır­ nin, özellikle de nesneyle yalcından bağ­
ken, tasarlarken, özlerken kendisine yö- lantılı kimi terimler arasında yapılan ay-
neldiği nen. Türkçe'ye de "obje" olarak nmlann belirginleştirilmesinden geçmek-
geçmiş olan Batı dillerindeki karşılıkları­ tedir. Kant'ın değişik dönemlerde yaptığı
nın kökeni ''karşıda bulunan", "karşıda nesne açıklamalarının, aralarındaki ince
duran", "karşıya konulmuş" anlamlarına ayrımları gözardı etmek pahasına da ol-
gelen Latince'deki objtctum sözcüğüne u- sa, kendi içinde tutarlı bir bütünlük ser-
zanan nesne terimi, yerleşik felsefe dilin- gilediği söylenebilir. Bununla birlikte,
de çoğunluk bağWaşığı durumundaki "öz- Kant'ın "şey" (Din~, "karşıda duran"
ne" terimiyle birlikte, ya onun "ardalanı" (Gegenstand), "nesne" (Of?jek~ arasında
nda ya da onun "gölge anlamı"na bağlı yaptığı ayrımlar çoğunlukla göz önünde
olarak dolaşmaktadır. Buna göre, düşü­ bulundurulmadığından, özellikle de öteki
nülebilen ya da düşünceye konu edilebi- dillere yapılan çevirilerde korunmadığın­
len her şey temelde bir nesne olduğun­ dan, Kantçı nesne tasarımının anlaşılma­
dan, öznenin karşısındaki bütün dünya bir sında son derece büyük güçlüklerle kar-
"nesneler alanı" oluşturmaktadır. Bunun şılaşıldığı da üstünden atlanamayacak bir
yanında, düşünme ediminin dönüşlü do- gerçektir. Kant nesne açıklamasını orta-
ğasına bağlı olarak düşünen öznenin ken- ya koyarken, çok büyük ölçüde Roma
disi üstüne düşündüğü her durumda öz- hukukunda yapılan "kişiler'' ile "şeyler''
ne de düşünülebilir bütün yönleriyle bir- aynnurun izinden yürümektedir. Yapılan
likte nesne olabilmektedir. Felsefe me- bu ayrıma göre, eyle.mleri kendisine yük-
tinlerinde yapılan değişik bölümlemeler lenebilen "özne" iken, "şey" eylem dahil
uyarınca farklı nesne türlerinin varlığın­ kendisine hiçbir şeyiiı yüklenemediğidir.
dan sıkça söz edildiği görülmektedir. Bu öyle ki her koşulda "özgürlük" ile "ken-
bağlamda, kendisine doğrudan yönelmiş diliğindcııli.k"in taşıyıcısı olarak tasarla-
düşünsel bir edim olmaksızın varolama- nan özne birtakım ussal ilkelere göre
yan, düşüncenin konusu olarak salt bi- eylemde bulunabilme yetisi taşırken, öz-
linçte bulunan, yalnızca düşünme edimi- gürlük ile kendiliğindenlikten bütünüyle
nin önünde duran nesne ideal nesne, öz- yoksun olma olarak tasarlanan şey kav-
neden, bilinçten ya da düşünceden ba- ramına bağlı olarak bir insan varlığının
ğımsız olarak dış dünyada varolan, dış salt kendisine yönelen etkilere edilgenlik
dünya gerçekliğinin bir parçası olarak bi- içinde karşılık vermesi, o insanı öteki ki-
zim dışımızda, biz olmasak da varolan şiler ya da şeyler karşısında başka so-
nesne ise ger;ek neme diye adlandırılmak­ nuçların aracısı kılmakta, yani şey kıl­
tadır. Yine aynı bağlamda "sayılar", "tü- maktadır. Edilgenliğiyle, özerklikten yok-
meller'', "geometrik şekiller" uzam ile sunluğuyla, özgür bir eyleyen olmama-
zaman içinde yer almadıklarından ötürü sıyla kişiden bütünüyle ayrılan şeyin bü-
s~11ı nesneler olarak tanımlanmakta; bun- tün bu nitelikleri, aynı zamanda Kant'ın
lann gerçekten varolup varolmadıklan kuramsal felsefesinde genel olarak şeyin
1029 nesne

ya da nesnenin karakterini belirler. Nite- bilgisi" (Dastin) ile metafizik töz ile eşm­
kim tam bu noktada Kant, deneyimin lamlı olan "şeylerin belirlenmemiş var-
açıklanmasında bütünüyle edilgen bir oluşu" nu (Dasein ıJer Dinge) birbirinden
konumda gördüğü şey tasanmı uyarınca, kesin çizgilerle ayırır.
insan anlığının karşısında çeşitli biçim- Kant'ın şey ya da nesne kavramı üs-
lerde duran "şeyler alanı" ile "nesneler tüne sonraki yoğunlaşmaları. belirgin bir
alaru."m birbirinden ayımıamn önemini dönüşle Dmgden Gt§!nstanti ile Objı/eJ~
özellikle wrgulamaktadır. doğru kaymıştır. Bu noktada Gt§!nstanti
Kant'ın her biri için ıayn bir Almanca ile Objılet arasındıa yapılan aynm, Kant'ın
sözcük kullandığı (Ding, Gegensta11J, Ob- aşkınsal felsefesini anlamak bakımından
je/el) bütün bu farklı "şeylik" kipleri gö- son derece önemli bir yer tumıaktadır.
ründükleri farklı bağlamlarda farklı fel- Nitekim bu durumu Kant, "deneyimin
sefi işlevler yerine getirmektedirler. Söz- olaııaklılığının koşulları genelde nesnele-
gelimi Kant'ın eleştirel felsefesinde en az rin (Gegtnstantlt) olanaklılığının da koşul­
başvurduğu Dmg terimi, onun Wolffçu landır" biçiminde dile getirmiş; bu ikisi
Okul'un "dogmacı metafizik"inden "e- arasındaki "karşılıklı gerektirme ilişki" si-
leş ıird felsefe''yi ayırma çabasına bakıla­ nin aynı. biçimde kavram ile görü arasın­
rak açıklıanabilir. Wolff ile izleyicileri Ding dalı:i ilişkiyi de öngerclı:ıirdiğini belirt-
terimini gerçekten olmayanlar da içinde miştir. Gt§lnstmıtiı C'karşıda duranlar')
olmak üzere olanaklı bütün herşeyi kap- deneyimin nesneleridir ya da anlama ile
sayacak biçimde kullanmışlardır. Wolff- görülemcnin sımrlarını çizen görünüm-
çuların neredeyse hiç kullanmadıkları Ob- lerdir; "ıanlamanın işlevleriyle ilişkili ol-
je/et ile Gegmstanti sözcüklerini An Umn maksızın", görüdeki görünümler olabile-
E/eştirin'nde sıklıkla kullanan Kant ise cekleri gibi, hiçbir biçimde kavranmala-
Ding sözcüğünü, en açık biçimiyle "aş­ nndan ayrı tutulamayacak "bilincin nes-
kınsal olumlama" ile "aşkınsal olumsuz- neleri" de olabilmektedirler. Dolayısıyla
lama" tartışmasında görüldüğü üzeR:, ço- deneyimin nesneleri (Gegtnstantiı) bilgi-
ğunluk sadece "metafizik şeylik" düşün­ nin nesneleri kılındıklan zaman Obje/etı
cesiyle doğrudan ilgili bağlamlarda kul- r•nesnder") haline gelmck.tedirler. Bu
lanmayı yeğlemiştir. Bu çerçevede Kant, bağlamdıa "anlamanın bilgisi", belli bir
"aşkınsal olumlama"nın gerçekliği kur- Obje/et için verili tasanmlar ile verili gö-
duğunu ve bu yolla nesnelerin şeylik ta- rünün çokkatWığımn birleşmesine bağlı
şıma yetisi kazandıklanru.; "aşkınsal o- olarak ona karşılık gelen kavramca be-
lumsuzlama"nın ise olumsuzlama olana- timlendiği biçimle Obje/elin kendisi arıa­
ğını kurduğunu, bundan daha da önem- sındıaki kesin belirli ilişkiden meydana
lisi sınırlamıa açıkça bir olumsuzlama bi- gelmektedir. Dolayısıyla Kantçı çerçeve-
çimi olduğundan bütün sınırlama ola- de, ''verili görü" ya da Gigmstdllti böyle-
naklanru. kurduğunu ileri sürmektedir. likle "*tamalgı"nın birliği koşulu altında
Bu durumda "belirlenmemiş" olan şeylik Obje/et haline gelmiş olmakta, anlamanın
kavramına, Gegtnstanti ya da Objdıt an skh kavramlıanyla bilinebilen özgül bir bilgi
demclı: yerine, "kendinde şey'' 0'-Ding,., nesnesini, bir deneyim nesnesini yani
.ridJ) adım veren Kant, Dingile Gıgenstdllti Geglnstmıılı zorunlu kılmaktadır. Kant'a
arasındaki aynını deneysel düşüncenin göR:, bu türden nesnelerin olabilmesi
koyutlannda ayn bir önem vererek in- için hiçlikten başka birşcyin olması zo-
celemiştir. Bu bağlamda Kant, ancak ne- runlu bir koşul.dur, çünkü hiçlik dışında
densellik yasalan uyarınca algıya sunulan vıırolma, yani şeylik (Dmm, kendinde
öteki durumlardan ileri gelen etkilerin şeylik (Ding ,., siçh) metafiziğine girdi-
varoluşuna ya da götünüşüne bağlı ola- ğinden dopsı gereği bilinmıezdir. Bu a-
rak bilinebilen "belirlenmiş varoluşun çıdan bakıldığında Kantçı nesne tasa-
nesne dili 1030

nıru, varlıkbilgisi geleneğiyle arasındaki olanın; düşünceden de deneyimden de


uzaklığı çok açık bir biçimde ortaya koy- bağımsız olan ya da başka bir deyişle
maktadır. Nitekim filozofun kendisinin 'ben'in dışında bulunanın varolma bi-
de vurguladığı gibi, geçmişteki varlık­ çimi. Bilincin dışında kendi başına varlığı
bilgiciler "birşeylik" ile "hiçlik" kavram- bulunan, varolmak için bilinç tarafından
larıyla başlamışlar ama bu ayrımın aynı tasanmlanmaya gerek duymayan, özne
zamanda genelde nesne kavramına iliş­ olmadan da varolan; kişinin dünya görü-
kin yapdan bir aynm olduğu gerçeğini şünden, yaşam biçiminden, öznel tasa-
bütünüyle unutmuşlardır. Bu yüzden nmlanndan, yaşadığı dönemin metafizik
Kant, "aşkınsal olumlama" ile "aşkınsal bağlanımlarından bütünüyle bağımsız o-
olumsuzlama" yoluyla kendi içinde bir- lan; insanın kendi öznel görüşünden ba-
şeylik ve hiçlik olarak ikiye aynlan, genel ğımsız olması anlamında genelgeçer o-
"nesne" kavramıyla, yani öncelikle Ding lan; yaşantıyla ya da deneyimle doğrulan­
ile yola koyulmuştur. Daha sonra Ding, maya gerek duymaksızın bütün durum-
deneyim nesnesi Gegeıutmıd olarak tasar- larda geçerli olan us doğrusu. Kişiler için
lanmış; en sonunda da geleneksel varlık­ önyargdarın etkisinde kalmaksızın yargı­
bilgisinin bütünüyle eleştirel felsefe süz- da bulunma, sonuç çıkarma, karar ala-
gecinden geçirilmiş yeni biçimiyle bilgi bilme yeteneği; öznel duygulanımlardan,
nesnesi olarak Oijekt temellendirilmiştir. kişisel beğenilerden ve çıkarlarından sıy­
Aynca bkz. özne; şey; kendinde şey. nlarak şeylere, olaylara, durumlara, iliş­
kilere öylece bakma yetisi. Belli bir dü-
nesne dili [İng. oiject language-, Fr. langage şünce, bilgi ya da sav için gerçek olay-
d'oijet, Alm. oijektsprache] Dış dünyada lara, verilere ve kanıtlara dayandırdmış
varolan, nesnel gerçekliği olduğu varsa- biçimde tanıtlanmış olan. Bu açılardan ba-
ydan şeylerin adlandınlmasında ya da kılınca nesnel gerçeklik tasarımının geri-
onlardan söz etmede kullanılan dile ve- sinde, en azından belli şeylerin zihinden
rilen ad; mantıkta, dilbilim ile anlambi- bağımsız olarak dış dünyada varoldukları
liınde nesnelerden söz edilirken kullanı­ düşüncesinin yattığı açıktır. Bununla bir-
lan gündelik dil Öte yandan seyrek de likte, gerek "Eskiçağ Usçuluğu"nda ge-
olsa kimileyin kendine inceleme konusu rekse "Modem Usçuluk"ta insan usunda
olarak dilin kendini seçen, dilin doğası kendisini açığa vuran, düşüncede karşdı­
üzerine konuşmada kullandan dile de ğı bulunan herşey nesnel olarak görül-
nesne dili denilmektedir. Yani dil felse- mektedir. Sözgelirni Descartes'a göre,
fesinde kullanılan herhangi bir üstdil ay- nesnel anlamda varolmak demek, salt zi-
nı zamanda nesne dili olabilmektedir. hinsel bir tasanm olarak ancak u~ yoluy-
Aynca bir üstdilin kendi de başka bir la kendisiyle ilişkiye geçilebilen bir "ide-
üstdilin nesnesi olabilmektedir. Tanımla­ a" olarak varolmak demektir. Öte yan-
rının ayrı ayrı olmasına karşın bu iki ad- dan Alman düşünürü Baumgarten, nes-
landırmanın "eşsesli" olmasının nedeni nel terimini salt düşüncede varolan tasa-
iki dilin de kendilerine nesne seçtikleri rımlar için kullanmak yerine, bütünüyle
şey üzerine konuşmada kullanılıyor ol- zihinden bağımsız varlığı bulunanı an-
masıdır. Aynca bkz. üstdil latmak amaayla kullanarak, terime bu-
günkü anlamını kazandırmış; nesnel te-
nesnel [İng. oijectiw, Fr. oijeçlij, Alm. riminin klasik anlamını yeryüzüne in-
oije/ı:tiv; es. t. afaki, şry'4 Nesneye ilişkin dirmiştir.
ya da nesneyle ilintili olanın; nesnenin Felsefede çoğunluk yapddığı üzere
kendisiyle örtüşen, nesnenin gerçekliğiy­ "nesnel" olan ile "gerçek" olanı birbi-
le uyum içinde bulunanın; karşıtı olduğu rinden ayırma zorunluluğu vardır. Nite-
"öznel" olandan kesin bir biçimde ayrı kim bu bağlamda nesnel olan kendisini
1031 nesnel ge~-ekiik

ussal olanda gösteriyor olsa bile, dün- miyle birlikte oluşturdukları "nesnel ile
yada somut bir varlığı bulunmayabilir, öznel aynmı"na yoğunlaşmaktan geç-
herhangi bir gerçekliğe karşılık gelmeye- mektedir. Söz konusu aynm, şeylerin ol-
bilir. Örneğin, zamandan ve uzamdan maktalıklan ile bu olmaktalığın insanlar-
bağımsız olarak salt ussal bir kendilik o- ca nasıl düşünülüp nasıl duyulduğu bağ­
larak tasadadığııruz "uçan at" imgesi lamında ortaya konan önermeler ve yar-
nesnel bir kavramken gerçek bir kavram gılar arasında yapılmaktadır. Bu ikisi ara-
değildir. Ne var ki çoğu felsefe metnine sındaki ayrımı kesin çizgilerle yapmanın
bakıldığında, nesnel olanın öznel olan- bir hayli güç olduğu, yapılan aynmların
dan bütünüyle ayn olması gerektiği var- da oldukça büyük tartışmalara konu ol-
sayımı temelinde, nesneli hep nesneyle dukları belirtilmek koşuluyla, nesnel ifa-
ilgisi kurulmuş olarak düşünmenin daha delerin doğruluklannın bütünüyle öznel
yaygın bir tutum olduğu görülmektedir. ifadelerde içerimlenen görelilik içeren ö-
Nitekim bu mantık uyarınca, kişinin ne ğelerden bağımsız oldukları öngörülmek-
düşündüğünden bağımsız doğrular "nes- tedir. Buna göre örneğin, "Kar beyaz-
nel doğrular" diye adlandırılırken; buna dır" ifadesi nesnel bir ifadeyken, "Kan
karşı öznel yargılann, kişisel eğilimlerin, seviyorum" ifadesi öznel bir ifadedir. ö-
peşinen verilmiş yargılann dışında bi- te yanda, "insanların yaklaşık üçte ikisi
linçten, zihinden ve algılayandan bağım­ yağmuru sever" ifadesi, belli öznelere
sız olarak vuolma biçimine "nesnel va- yönelik olarak söylenmiş nesnel bir ifa-
roluş" denmektedir. Nesnel varoluş te- dedir. Nesnel · ile öznel aymnı felsefe
rimiyle nitelenen kcndilikler, herkes tara- metinlerinde sıklıkla geçiyor olmasına
fından açıkça gözlcmlendikleri gibi, ken- karşın, bilen öznenin nesnelliği gerçek-
dilerine her bakıldığında hep aynı şeyle­ leştirip gerçekleştiremeyeceği ya da nasıl
rin görüldüğü kendiliklerdir. Terimin bu gerçekleştireceği çok da belirgin olmadı­
genel aıılamlanndan örnekseme yoluyla ğından, ayrımın geçerliliğine yönelik ola-
içinde "nesnel" sözcüğü geçen birtakım rak özellikle yakın döneinletde oldukça
deyişlerin anlamlannı da türetmek ola- derin kuşkular dile getirilmektedir. Bu a-
naklıdır. Sözgelimi "nesnel tin" denildi- rada nesnel doğruların çoğunlukla değeri
ğinde bundan anlaşılması gereken, tek gözardı edilemeyecek bir ikna gücü taşı­
tek insanlan aşması nedeniyle kişilerüstü dıkları düşünüldüğünde, nesnel oldukları
olan ama aynı zamanda onları birleştirip savıyla ortaya atılan görüşlerin, yaklaşım­
bütünleyen, tinin öznenin dışına çıkarıık ların, düşüncelerin çoğu durumda dü-
ortaya koyduğu ahlak, sanat, bilim gibi şünsel ya da toplumsal anlamda kurul-
özgül bir yaşama alanıdır. Yine bu yolla mak istenen baskının araçlan olaıak kö-
felsefe metinlerinde sıkça geçen "nesnel tüye kullanıldıklan da üstünden atlana-
doğruQ.ar)" deyişinin anlamı için de yak- mayacak bir gerçektir. Kuşkusuz bu o-
laşık aynı şeyler söylenebilir. Buna göre, lumsuz durumun en iyi görülebileceği
nesnel doğru denince bundan öncelikle yerlerin başında, "bilimsel" ile "nesnel"
anlaşılması gereken, kişinin ne düşündü­ in neredeyse özdeş bir anlamda kullanı­
ğünden bağımsız olarak doğru olandır. larak, bilimsel söylemlerin kendi özçıkar­
Örneğin, "dünya güneşin çevresinde lannı sağlama almak adına dışlayıcı, bas-
dönmektedir'' önerinesinde dile getirilen kıcı, totaliter bir tutum içinde öteki söy-
olgu, Copernicus'un bu durumu keşfet­ lem biçimlerine yaşama şansı tanımak is-
mesinden önce de sonra da nesnel doğ­ tememesi gelmektedir. Karşıtı için bkz.
ruluk değerini aynı biçimde korumakta- öznel. Ayrıca bkz. nesnellik.
dır.
Nesnel terimini kavrayabilmenin en nesne] gerçeklik [İııg. ol!je&li11e reali!r, Fr.
iyi yollarından biri, karşıtı "öznel" teri- ria/iti oijemw, Alm. oijıhm rıaRtil] Var-
nesnel gerçeklik 1032

lığı kendisini gözlemleyen ya da algılayan şünülen nesnelerin kendilerine göndere-


iizneden bağımsız olduğu düşünülen; in- cek biçimde kullanıldığı görülmektedir.
sanların isteklerinden, duygularından, i- Modern deneycilikteki bu anlamıyla te-
nançlarından kesin çizgilerle ayn bir var- rim, düşüncenin ya da dilin gönderimde
lığı bulunan; ancak us yoluyla tasarımla­ bulunduğu şeylerin dış dünyadaki varlı­
nan bir şeyin yetkinlik biçimi. N esnet ğını; gerçek varlığı bulunanın, gerçekten
ı.,rerçeklik denince özellikle klasik felsefe varolanın insan zihninden bağımsız ola•
metinlerinde, duyu oq,'llnlannca algılana­ rak varolmasına bağlı gerçeklik biçimini
mayan, kendisini salt düşüncelerde gös- anlatmaktadır. Bu bağlamda örneğin, a-
teren özgül bir "kesinlik alanı" ya da tomlar ya da dağlar nesnel gerçeklerdir
"varlık katmanı" anlaşılmaktadır. O ne- çünkü hiç kimse onların farkında olmasa
denle, nesnel gerçeklik deyişi, geçtiği ço- dahi varolmaktadırlar; buna karşı yaşa­
ğu bağlamda genellikle birtakım "aşkın" nan bir acı her durumda acıyı yaşayan
düşüncelerin, kendiliklerin, değerlerin birine gerek duyduğundan acının nesnel
varlığını bildirmekte ya da nitelemekte- gerçekliğinden söz edilemez. Yine aynı
dir. Felsefe tarihine dönüldüğünde teri- biçimde, kişinin kendisine yönelik olum-
min öncelikle, yapılan "görünüş ile ger- lu bir öznel görüşü olsa da başka kişile­
çek aynmı"nı kesinlemek için, şeylerin rin kendisini olumsuz bir kişi olarak
nasıl göründüklerini değil de gerçekten görmeleri olanaklı olduğundan, kişinin
nasıl olduklarını anlatmak amacıyla kul- kendisini nasıl gördüğünün bir önemi
lanıldığı görülmektedir. Buna göre, gö- yoktur; bu anlamda kişinin nesnel ger-
rünüş bütünüyle şeylerin belli bir algıla­ çekliği hem kendisinin hem de ötekilerin
yana ya da duyulara nasıl göründüğüyle görüşlerinden bağımsızdır. Günümüzde
ilintili bir durumken, görünüşlere baka- pek çok felsefecinin ağız birliği etmişçe­
rak hiçbir bakımdan bilinemeyeceği dü- sine söyledikleri şeyse, deneyci felsefenin
şünülen "nesnel gerçeklik"in görünüşler­ nesnel gerçeklik düşüncesinin ilk biçi-
den bağımsız varlığı ancak us yoluyla miyle Aristoteles tarafından dile getirilen
kavranabilirdir. Sözgelimi, idealist ya da "tutarlılık (doğruluk) kuramı" üstüne bi-
usçu sözdağarlannda nesnel gerçeklik, na edilmiş bir tasarımdan ibaret olduğu­
ancak düşüncede varolan, us yoluyla dur.
kavranabilen gerçek varlıkları anlatmak- Nesnel gerçekliğe düşünce yoluyla u-
tadır. Terimin bu temel anlamını kazan- laşmanın hangi ölçülerde olanaklı olduğu
dığı yerlerin başında gelen Platoncu me- sorusu ya da nesnel gerçekliğin hangi
tafizikte, nesnel gerçeklik alanının olası koşullarda zorunlu olduğu sorusu, felse-
tek adresi olarak "Formlar Dünyası" fe tarihi hoyunca geniş tarnşmalara konu
gösterilmektedir. Platon'a göre, Formlar olmuştur. Bu bağlamda, modern döne-
(ya da İdealar) görünürdeki dünyadan min filozofları nesnel gerçeklik alanının
başka bir dünyada, duyu organlarınca al- varhkbilgisel değerini olumlamalanna kar-
ı,11lanamayan, salt düşünce yoluyla duyu- şın, bilgikuramsal içeriğini bütünüyle o-
labilen bir biçimde varolmaktadırlar. Bu lumsuzlarnışlar; bu alanın ilkece insan
bağlamda Platon, "adalet", "güzellik", kavrayışı ile bilme yetisine açık olmadı­
"iyilik", "aşk" gibi nesnel kavramları içe- ğını savunmuşlardır. Bu bağlamda söz-
ren bilinebilir Formları nesnel gerçek- gelimi, Locke'un "şeyin tözü" açıklaması
likler olarak tanımlamaktadır. ya da Hume'un "bilgimizin deneyimler
Buna karşı özellikle deneyci bilgiku- alanıyla sınırlı olduğu"na yönelik görüşü
ramında, nesnel gerçeklik teriminin usçu nesnel gerçeklerle ya da şeylerin doğru­
ya da idealist anlamının tepetaklak edile- dan kendileriyle ilişkiye geçmenin ola-
rek taban tabana zıt bir anlamda, insan naksızlığını vurgulamaktadır. Kant'a ge-
usundan bağımsız olarak varolduğu dü- lindiğinde ise nesnel gerçeklik bütünüyle
1033 nesnelcilik

insan düşüncesine kapah olan, ustan ba- rine göre kimileyin bs/aµlpn ~~
ğımsız olarak vaıolan, dolayısıyla us yo- diye de adlandırılan nesnel görecilik, şey­
luyla doğası gereği bilinemeyen gerçeklik lerin değişik öznelerce, değişik bakış açı­
anlamında kullanılmaya başlanmışur. Ö- lanndan algılanmasıyla edinilmiş görüşle­
te yandan XX. yüzyıl felsefesinde, Ric- rin, aralarında hiçbir ayrım olmaksızın
hard Rorty'nin iki ayn "nesnel gerçeklik" aynı ölçülerde gerçek olduldannı, şeyle­
tasanınını birbirinden özellikle ayırdığı rin bütün bu görünümlerinin her birinin
görülmektedir. Bunlardan ilki, dışarıda de nesnel bir temeli bulunduğunu ileri
olana karşılık geldiği, bir tür algoritmayla sürmektedir. Aynca bkz. nesnel; göre-
kcşfcdilcceği varsayılan nesnel gerçek- cilik; nesnelcilik; öznelcilik; saltıkçı.­
lerdir. Rorty, bunu nasıl başaracağımıza hk.
yönelik hiçbir fikrimiz olmadığım gerek-
çe göstererek bu tür bir nesnel gerçeklik nesnel idealizm [İng. objı&lm iJeaiism;
tasanmının varlığını bütünüyle yadsımak­ Fr. iılialismı obfadif, Alm. obje/ııti111r itlıalis­
tadır. İkinci nesnel gerçeklik tasanmıysa mNJ] bkz. idealizm.
ussal taruşmalar sonucunda benimsenmiş
düşünüşlere karşılık gclmcktcdir. Rorty'e nesnelci etik [İng. dbiml objet/Wis11r, Fr.
göre bu ikinci tasanm olmasını umut e- obfaetİPİmlı İlbİljHI', Alm. ıthisdıer obje/etiııit­
debileceğimiz tek nesnel gerçeklik biçi- mlls} Ahlik felsefesinin temel kavramla-
midir. Aynca bkz. nesnel; nesnellik. nnın, bizim onlan nasıl kavradığımızdan
bağımsız olarak varolduklannı savunan
nesnel görecilik [İng. obfam rrlalı"vimr, öğreti; ahlik felsefesinde ahlaki açıdan
Fr. rrlatİıJİ!mt objtdif, Alm. obfalelivr rrlati- "iyi" ya da "değerli" olanın bu "iyiliği"
S'iım11s) Değerlerin her durumda özneye ya da "değerliliği" insandan almayıp ken-
göreli olduğunu, bütün değerlerin bir in- dinde, kendi içinde nesnel olarak taşıdı­
sandan bir insana, bir dönemden bir dö- ğını öne süren görüş.
neme, bir yaşam bağlamından bir başka Ahlak felsefesinde, öznelcilik ile gö-
yaşam bağlamına değişiklik gösterdiğini, rcciliğin karşısında yer alan nesnelci ah-
bu yüzden bunların birinin diğerinden lak anlayışı, değerlerin insanlığın dışında
ne metafizik ne de bir başka bakımdan bir gerçekliğe dayandığuıı ileri sürer.
daha üstün bir konumda bulunmadığını Alılikın dile getirdiği önermelerin nesnel
ileri süren ahlik felsefesi anlayıp. Algıya olarak doğru olduğunu, bir özneye ya da
konu nesnenin olası bütün bakış açıla­ bir kültüre göre değişmediğini vurgular.
nndan elde edilmiş tek tek görünüşle­
rinden her birinin nesnellik bakımından neanelcilik [İng. objtdilJimr, Fr. objetti-
eşit ölçüde doğru olduğunu savunan bil- ııitme; Alm. obje/etivism11;, es. t. ılfii/e!ut]
gik.uramı öğretisi. Değerlerin her durum- Zihinden bağımsız bir gerçeklik oldu-
da insanlann doyum arayışlanna göreli ğunu; insan ya da başka bilinçli canWann
olduldannı; buna karp insanın hem do- söz konusu varlıldan kavrayış biçimle-
yuma kavuşturmaya çalıştığı. temel ge- rine bağlı olmaksızın varoJanlann var-
reksinimlerinin neler olduğunun hem de lıklarını sürdürdüklerini ileri süren görüş.
bu gereksinimlerin nasıl doyuma kavut- "Gerçeklik nesnel midir yoksa öznel mi-
turulacaldannın ancak deneysel olarak dir? sorusu bağlamında, öznelcilik ile gö-
nesnel anlamda belirlenebileceğini savu- reciliğe karşıt olarak, gerçekliğin bütü-
nan değer kuramı. Açıkça görülebileceği nüyle zihnimizden ayn, dolayısıyla da in-
gibi. nesnel görecilik bu temel anlamla- sanın bilme yetisinden bağımsız kendine
nyla kendisini "nesnelcilik", "öznelcilik", özgü metafizik bir varlığı olduğunu sa-
"saltıkçılık'' anlayışlannın karşısına ayn vunan öğreti. Nemelerle ilgili yaı:gı bildi-
bir seçenek olarak yerleştirmektedir. Ye- ren önermeler nesnel, öznelerle ilgili yar-
nesnellik 1034

gı bildiren önennelerse öznel sayılır. Söz- dışında var olduğundan öznenin -kendi
gclirni, "Top yuvarlakur'' önermesinin bilişsel sınırlılıklannın da bilincinde ola-
bildirdiği yargı nesnel bir yargıdır; doğ­ rak- olurlamak durumunda olduğu bire-
rulanması ya da yarılışlanması yalnızca yi aşan gerçekliğin niteliği; insanın, öz-
insanların kendi başlarına vereceği bir nenin ya da bireyin duygularını, düşün­
kararla gerçekleşmez. Öte yandan "Ya- celerini, yargılarını işin içine katmaksızın
lan söylemek kötüdür" önermesi ise öz- bir nesneyi, olguyu ya da görüngüyü
nel bir yargı bildirir. Günlük yaşamda sık kavrama tutumu; bilgi edinme sürecinde
sık yansızlık anlamında kullanılan nes- kişinin yeğlemelerini, önyargılannı uzak-
nellik, aslında nesne odaklı yargılar için ta tutarak yalnızca ve yalnızca varolanı
kullanılır. belirleme, olanı biteni saptama amacı ta-
Felsefenin bilgikuramı kolunda nes- şıyan bilgiye ulaşma tavrı. Sözgelimi,
nelci yaklaşım, doğruyu bireyden bağım­ dağlar, ağaçlar, kuşlar, böcekler, çiçekler,
sız ele alarak, doğruluk kuramlarına uy- atomlar gibi dünyada ne varsa bunlann
gunluk (mm.rpondmre) kavramını sokar. nesnel varlığı birinin onların bilincinde
Ne var ki, idealistler de düşüncede va- olmasını gereksinmez. Ne var ki "acı"
roluşun, gerçek varoluşun biricik biçimi gibi nesnel varlığı olmayan bir şey onu
olduğunu savunmak için nesnelliği kul- duyumsayan biri, bir özne olınaksızın
lanır. Sözgelimi, Platon Formlar Dünya- varlığını sürdüremez ya da onun varlı­
sı'yla ilgili olmayı nesnellik sayar. Böyle- ğından söz edilemez. Hiç kuşkusuz te-
likle, çağımız anlayışıyla taban tabana zıt rimin yaygın kullanımındaki anlamı "ki-
bir durum ortaya çıkar; duyu organlann- şisel yargılardan bağımsızlık"tır. Başka
ca gözlemlenmesi olanaksız, ancak us türlü söylendikte her ne türden olursa
yoluyla bilinebilecek bir dünyayı Platon olsun yargıların kişisel ölçütlerden ba-
nesnel diye niteler. ğımsız olması durumuna işaret eder, yar-
Çağcıl (modem) dönemde ise felse- gılann yansızlığı anlaınına gelir. Bir yar-
feciler, erişilmesinin olanaksız olduğunu gının oluşumunu kişisel önyargılar, be-
savunsalar da nesnel bir dünyanın varol- ğeniler gibi ilgisiz değişkenler değil de
duğunu kabul etmeye eğilimlidirler. John konuyla ilgili değişkenler belirliyorsa o
Locke'un bir şeyin tözünü ele alırken ya yargı nesnel bir yargı olarak değerlendi­
da Kant'ın tüm bilgimizi görüngülerle sı­ rilebilir.
nırlarken izlediği yol bu durumu örnek- Felsefede nesnellik bütün bilginin bi-
lemektedir. :XX. yüzyıldaysa artık nes- limsel anlamda doğrulanabilir olınası ge-
nellik dışımızda varolan dünyayla uy- rektiğini savunan mantıkçı olgucuların
gunluk içinde olına çabasından çok, ko- temel amacıdır. Bu anlayışta en genelde
nunun taratlan arasında sağlanmış uyla- bilimin, bilimsel yöntem nesnel olmayı
şımın sonucu belirlenmiş ilkeleri nitele- zorunlu kıldığından ötürü nesnelliği ge-
mek için kullanılınaktadır. Richard Rorty rektirdiği kabul edilir. Bilimin başlıca a-
gibi kimi felsefccilerse nesnelciliğin vanp maçlanndan biri dünyadaki görüngülerin
varacağı son noktanın bu olduğunu dü- kesin bir biçimde betimlenmesidir: Ge-
şünmektedirler. Aynca bkz. nesne; nes- nelgeçetlilik ya da evrensellik ya da doğ­
nel; nesnel gerçeklik; nesnelci etik; ru olduklan konusunda hepimizin hem-
öznelcilik; görecilik. fikir olduğu olgulara dayalı bilimsel ger-
çeklik. Öte yandan neRnellik sorununu,
nesnellik ~ng. objectiviry-, Fr. objertivitf, belki de en güzel, nesnelliğin bir eşza­
Alın. objelelivitiit, es. t. ôfak!Jyat. f!Y'!V'e~ marılı "görüngeler toplamı" (perspektif-
Öznel değil de nesnel olduğundan, nes- ler bütünü) gerektirdiğinin altını çizen
nelerin gerçeğine dayandığından ve en ö- Mauricc Merleau-Ponty ifade etmiştir.
nemlisi de bilinçten bağımsız ya da zihin Merleau-Ponty özneler olarak, somutlaş-
1035 Newton, Isaac

maıruzın bir sonucu olarak, yalnızca ola- Almanca olarak gerekse İngilizce'ye çev-
naklı olan fiziksel yerimizden ya da du- rilerek son yıllarda yeniden derlenmekte
rumumuzdan değil, deneyimimizden de ve yayımlanmaktadır. Aynca bkz. Viya-
türeyen belirli bir görünge/bakışaçısı na Çevresi; manukçı olguculuk; fi-
(perspektif) tarafından sınırlandınlmak zikselcilik.
yerine gerçekten nesnel bir görüşe sahip
olabilmemiz için aynı anda her yerde Newton, Isaac (1642-1727) Bilimsel
olmanuz gerektiğini, ama yalnızca tanrı­ dünya görüşünün öncülerinden İngiliz
nın aynı anda her yerde olabileceğini sa- fizikçi ve matematikçi. Isaac Newton,
wnur, Aynca bkz. nesnel; nesnelcilik. Galileo Galilei'nin düzenekçiliğini diz-
geleşıirmiş, evrensel kütle çekimi yasası­
Neurath, Otto (1882-1945) Avusturyalı nı bularak fizikte, diferansiyel ve integral
felsefeci ve toplum kuramcısı. Manukçı hesabı bularak da matematikte birer dev-
olguculuğwı gelişiminde önemli bir rol rim gerçekleştirmiş, ışık ve yansıma ku-
oynayan Otto Neurath, felsefenin yanı raınlanna da katlalarda bulunmuştur.
sıra toplumbilim, siyaset ve eğitbilimle Lincolnshire'da doğan Newton Trini-
de etkin bir biçimde ilgilenmiştir. 1929 ty Koleji'nde eğitimini tamamlamış, ya-
yılında Viyana Çevresi'nin ilk bildirgesini şamının büyük bölümünü geçirdiği Cam-
de yazan Neurath bu okulun en etkili bridge Üniversitesi'nde uzun yıllar mate-
düşünürlerindendir. Neurath özellikle matik profesörü olarak çalışmıştır. New-
manukçı olguculuğwı yayın organı Er- ton Cambridge'deki bu döneminde Des-
/eennhliite yayımlanan yazılan ile tanın­ cartes, Gasendi ve Boyle'un yeni düze-
mıştır. Başta 1932'de yayımlanan "Pro- nekçi felsefelerinin, Vieta, Descartes ve
tokollsatze" başlıklı yazısı olmak üzere Wallis'in birlikte ortaya koydukları yeni
yazdan ile Viyana Çevresi'nin bilginin te- cebir ve analitik geometrinin, Galilei'nin
mellerini yalın ve yorumlanmamış duyu düzenekbilimi ile Copernicusçu gökbi-
deneyimlerinde aramak yerine daha fi- limin etkisi altında kalmıştır. Bu etkile-
zikselci ve bütüncü bir bilgilruramına yö- nimler altında yazdığı başyapıtı Philosop-
nelmesini sağlamıştır. Geliştirdiği fizik- hiae natnmlis prinapia mat/JemaJiça (Doğa
selcilik kuramı, anlamsız ve eşsöz olanlar Felsefesinin Matematik İlkeleri) 1687 yı­
dışında bütün deneye dayalı yargıların il- lında yayınlanmıştır. Newton yalnız dün-
ke olarak uzamsal ve zamansal nesneler ya yüzeyindeki nesnderin değil, ay, dün-
üzerine yargılara dönüştürülebileceğini ya ve öteki gezegenlerin de devinim ya-
öne sürer. Neurath bu kuramının gerek safannı incelediği bu yapıtında mekani-
tek bir bilimsel dilin varlı~n gerekse ğin (düzenekbilim) üç temel yasası ile
kişilerarası anlaşma olanağının önünü a- evrensel kütle çekimi yasasını ortaya
çacağını düşünmektedir. Neurath'ın fi- koymuş, yöntem olarak da gözleme ve
zikselciliği farklı bilimlerin dillerinin arzu tümevarıma dayanan bir yöntemi izle-
edilir bir bireşimini vaat eden dilsel bir miştir.
öğretidir. Yöntem birliğine dayalı birle- Newton yöntem konusunda Descar-
şik bilim idealine dayanan 6zikselcilik tes ile çatışmış, Leibniz ile de hem dife-
aynı yöntemlerin yeterli ölçütleri sağla­ ransiyel ve integral kalkülüsü (işlence)
yan her türden düşünsel araştırmada kul- kimin kurduğu hem de saltık/göreli uzay
lanılabileceği düşüncesini içerir. Neurath' aynmı konularında tartışmıştır. Newton'
ın bir diğer önemli görüşü de doğrula­ un fiziksel güçler ve matematiksel eşit­
manın söz ile deneyin değil de sözleri likler aracılığıyla tanımladığı evren tasa-
birbirleriyle karşılaştırma ile gerçekleşti­ rımı, dinin enson nedenlerinin gündelik
rilebileceğini savlamış olmasıdır. oluşumları anlamada önemli olmadığını
Otto Neurath'ın bütün yapıdan gerek i)ne sürer. Newton tanrıyı evrenin yara-
niceleme ·mantJğı. 1036

tıcısı olarak gönneyi sürdürse de, onun yerleşik ahlak değerleri ile Hıristiyan ku-
tannsı ve evreni kendinden önceki Hı­ rumlarına yönelttiği keskin eleştiri okla-
ristiyanlarınkinden epeyce farklıdır. Tan- nyla bütün dönemlerin en özgün, en et-
n bir mimar, bir matematikçi ya da bü- kili, adından en çok söz ettiren Alman
yük bir saat yapımcısı, evren de büyük filozofu. Düşünsel yaşamına filolog (ö-
bir saat gibidir. Tann dünyayı yarattıktan rübilimci) olarak başlayan Nietzsche, çok
sorıra, dünya -insanın da anlayabileceği genç yaştayken bu alanda profesör un-
türden olan- kendi yasalanna, kuralları­ vanı almasına karşın Schopenhauer'un
na, niteliklerine göre işlemeye başlamış­ düşüncderiyle karşılaşmasının ardından
tır. Newton'un bu savı evrenin doğa ya- felsefeye yönelmiştir. Nietzsche, hemen
salanrun ahlaki değil, matematiksd ol- bütün yazılarında yaşamı, yaratıcılığı, tin-
duğu düşüncesini içerimler. İnsan doğayı sel ve bedensel sağlığı, dünyaya aşkın
son neden olarak tannya başvurarak de- saltık hakikatlerden çok yaşanan dünya-
ğil, güçler, kütle ve ivme arasındaki iliş­ nın gerçeklerini öne çıkarmıştır. Y alruzca
kilere dayanarak açıklayabilir. Evrenin özünde Platoncu temeller üstüne kurul-
mekanik (düzeneksd) bir şey olarak ta- duğunu düşündüğü Akademik Felsefe'yi
nımlanması, dünyaya ilişkin olgusal be- değil, kutsal ve değerli olduğu inancıyla
timlemelerin ahlaki savlardan aynlmasını tapınılası derecede göklere çıkarılan ne
C'*olan/olması gereken ayrımı"ru) ifade varsa; Tanrı'yı, ahlakı, eşitliği, demokra-
etmektedir. siyi, Iiıristiyanlığı, bütün modem kurum-
Newton, her ne kadar "akıl çağı"nın lan sözünü sakınmadan sorguya çekmiş­
babası olarak görülse de, tannbilimle de tir. Bu açıdan bakıldığında, Nietzsche fel-
ilgilerırniş, İncil ve Iiıristiyanlık üzerine sefesinin kilit taşını, yaşam enerjilerini a-
toplamı bir milyon üç yüz bin sözcüğü damakıllı iğdiş eden bütün öğretilerin,
bulan elyazmalan bırakmıştır. Üstelik P- değer dizgderi ve anlayışlanrun içtenlikli,
ri11tipia'da tanıtlamaya çalıştığı kütle çe- dürüst, sonuna varıncaya dek sorguya
kimi yasasının tannnın varlığına inanmak çekilmesinin amaçlandığı "yaşamın olur-
için yeterli kanıt olduğunu da savlamış­ lanması" düşüncesinin oluştunluğu söy-
tır; Newton'a göre yalnız düzenek ilke- lenebilir. Nietzsche, büyük bir önem
leri tek başına böyle düzenli bir devini- verdiği "erk istenci" anlayışını, eleştirdiği
min doğmasını, oluşmasını sağlayamaz­ yerleşik köhne değerlerin yerine yenile-
dı. rini yaratma yetisi taşıyan "üstinsan" (il-
XVII. ve XVIII. yüzyıl filozofları, ö- btr71te11ıdı) olmaya giden yoldaki yön gös-
zdlikle İngiliz deneycileri ile Kant, New- terici olarak önermiştir. Üstinsan sözcü-
ton'dan derinden etkilenmişlerdir. Hume' ğünü ilk olarak tannbilimci yazar Hcin-
un kendisi için insanoğlunun ortaya çı­ rich Millcr'in XVII. yüzyıl sonunda yaz-
kardığı az karşılaşılır ve büyük dahiler- dığı Geiıtlicbm Erquiçksm11tkn başlıklı ya-
den biri dediği Newton, Locke felsefesi- pıtında kullanmış olduğu bilinmekle bir-
nin de önemli dayanaklanndandır. likte, üstinsan tasamru özdlikle Nietz-
sche' nin sunduğu etkileyici çözümleme-
niceleme mantJğı. bkz. yüklemler man- lerden sonra yaygınlık kazanmıştır. Nietz-
tığı. sche'ye göre dünyanın içindC"ki her şeyin
bütün anlamı Übemmıı,h'te yatmaktadır.
Nicolaus Cusaiıus bkz. ortaçağ felse- Üstürılüğün cisimleşmiş hali olan Üw-
fesi. 111mı"1 için Nietzsche şunlan söylemiştir:
"Işıl ışıl parlayan denizlere bakarken,
Nietzschc, Friedrich (1844-1900) Fd- Tann, hiç değilse size şunu demeyi öğ­
sefe tarihinde kök salmış geleneksel me- rettim demiştir: Ühermmı,h." Ne var ki
tafızik. tasanmlara, modem dünyadaki Nazi kuramcılan Nietzsche'nin kimi dü-
1037 Nietzıche, Friedrich

şünccleıiyle, özellikle de "üstinsan" tasa- sağlığının bozulduğu saptamasında bu-


rımına dayalı görüşleriyle Hitler Alman- lunmuştur. Bu bağlamda yeni bir kültü-
yası'nın ülküleri arasında birtakım bağlar rün doğuşunun başkoşulu olarak, yüzyıl­
kurarak Nietzsche'nin ismini çoğunluk lardır bastınlan ya da unutturulan yarat-
kötüye kullanmış olsalar da, Nietzsche' ma ve varolma neşesi olarak kendisini
nin yazılarında Alman ulusçuluğu ile açığa vuran sanatsal Dionysosçu enerji-
Yahudi düşmanlığına bütünüyle karşı ol- lerin yeniden açığa çıkanlmasının gereği
duğunu açıkça gösteren bölümceler bu- üstünde duran Nietzsche, Trage4J1111m Do-
lunmaktadır. Pek çok yerde varoluşçulu­ btfl' adlı bu ilk kitabının sonlanna doğru
ğun öncüleri arasında gösterilen Nietz- bu kültürel canlaruşın tohumlannı başta
sche, düşünceleriyle yalnızca felsefecilere Wagner olmak üzere döneminin müzi-
değil, şairlere, toplumbilimcilere, ruhbi- ğinde görmektedir. Kimi Nietzsche araş­
limcilcre, sanatçdara hatta modem dans- tırmacdan, Nietzsche'nin bu ilk döne-
çılara dahi esin kaynağı olmayı günü- mindeki düşünsel konumunu belirlemek
müzde de sürdürmektedir. açıSJndan, hatta sonraki düşünceleri için
Nietzsche'nin 1872 yılında yayımla­ dahi kilit değeri bulunan çalışmasının,
nan Miizi6ıı Tinindtt1 Tragtt[ytmm DoğHfl' "Ahlıikdışı Bir Anlamda Doğruluk ile
(Die Gcburt der Tragödie aus dem Yalan Üstüne" C'Übcr Wahrheit und Lü-
Gciste der Musik) başlıklı ilk çalışması, ge im aussermoralischen Sinne'') başlıklı
kitabının önceki haline ilişkin kendi e- yayımlanmamış yazısı olduğunu ileri sür-
leştirel düşüncelerini ortaya koyduğu mektedir. Bu yazısında Nietzsche, evren-
"Bir ÖZcleştiri Denemesi" başlığını taşı­ sel bağlayıcılığı olan bütün düşünceleri
yan bir önsözle birlikte 1886 yılında T ra- tanımayarak, "doğruluk denenin hare-
gedyatııt1 DoltıfH yada He/mi/ile ile Kô"/ii111- ketli bir eğretilemeler, düzdeğişmecelcr,
smilile başlığıyla yeniden yayımlanmıştır. insana benzetimler ordusu"ndan başka
Tmgeef111t1111 Dobtfll en genci anlamda bir şey olmadığını öne sürmektedir. Bir
XVlII. yüzyılın sonlanyla XIX yüzydın başka yerde ise "doğruluk denenin belli
başlanndaki egemen Yunan kültürü an- türden bir varlığın asla kendisinden vaz-
layışına karşı yeni bir bakış geliştirme a- geçemediği bir şey'' olduğunu söyleyen
macıyla yazdmıştır. Bu ilk döneminde Nie12sche, kadınlara yönelik düşmanca
Alman Romantizm~ Wagner'in müziği tutumuyla tanınmasına karşın "diyelim
ve Schopenhauer felsefesinin derin etkisi ki doğruluk kadın olsun" sözüyle bir an-
altında olan Nietzsche, usdışı güçlerin lamda doğruluğu hep eril olarak tasarla-
bütün yaratıabğın hatta gerçekliğin te- yan yerleşik Batı felsefesi bakışını ters-
melinde yattığını belirterek, büyük bir yiiz etmeye yönelik genci ~avunusunu
hayranlık duyduğu Sokrates öncesi Yu- örneklemiş olmaktadır. Öte yanda "bir
nan kültürünün özünde içgüdülerin se- kafa doğruya ne kadar dayanabilit'' sö-
sini dinleyen, ahlaktanımaz, canlı, bütü- züyle ise bütün bütün doğruluğu yadsı­
nüyle yaratıcı ve sağlıklı güçler üstüne mayıp hiç değilse belli çekinceler koya-
kurulmuş "Dionysosçu" bir kültür oldu- rak en azından belli noktalarda doğruluk
ğunu savunmuştur. Nietzsche buna bağlı tasanmını korumak istiyor gibidir. Yine
olarak Batı kültür tarihini kabaca gözden bu bağlamda kavramlar, Nietzsche'nin
geçirerek, Dionysosçu yaratma enerjisi- felsefesine en başından beri egemen o-
nin "Apolloncu" mantıksal ve ussal güç- lan Jofplalık anlayışının gözünde, bütü-
ler yoluyla nasd bastınlıp iğdiş edildiği­ nüyle sinir sisteminin uyanmlannın im-
nin izini sürmüştür. Buna bağlı olarak gelere dönüşümüyle oluşturulmaktadır.
da, Sokrates'ten başlamak üzere Avrupa O nedenle, adına "doğruluk'' denen şey­
kültüiünün Apolloncu tek yanlı bir ya- se salt pratik amaçlar uyarınca yerleşik
pılanış içerisinde giderek güdükleşerek uzlaşdarın icadından öte bir şey değildir.
Nietzsche, Friedrich 1038

Yazılannda sık sık kendisini gösteren bir kültürün önünü açmak için bir an
söz konusu doğnıluk yaklaşııru, Nietz- önce kurtulunması gereken bu ülkü, il-
sche yorumcuları arasında çoğunlukla kece yalnızca Batı felsefesi ile din anla-
"perspektivizm" (bak.ışaçısıcılık) adıyla yışlarında değil Doğu felsefeleri ile din
anılmaktadır. Nietzsche'nin bak.ışaçısı­ anlayışlarında da bulunmaktadır. Nite-
cılık anlayışında, bizim yüklediklerimiz kim bu bağlamda Nietzsche'ye göre, çi-
dışında dünyanın kendisinde nesnel bir leci din adamları belli türden eylemleri
düzen ya da saltık bir yapı yoktur. Öte bencilce ya da hayvanca oldukları, daha
yanda yine aynı yazısında Nietzsche, açık bir deyişle doğal içdürtüleri olur-
daha insanlar yeryüzüne gelmezden önce ladıklan için yanlış ya da günah olarak
de bir bengiselliğin varolduğunu,insanlık yorumlarken, öte yanda çileci filozoflar
bütünüyle ortadan kalktığında bile bu ise doğruluk, erdem, felsefe, bilgi adına
bengiselliğin değerinden hiçbir şey yi- değerli olan ne varsa bu türden kendi-
tirmeksizin, sanki hiçbir şey olmamış gi- likleri doğa dünyasının dışında aramak
bi süreceğine olan derin inancını açıkça gerektiğini, doğada bu türden şeylerin
ortaya koymaktadır. bulunamayacağını, bunların deneysel a-
Nietzsche'nin felsefeye ilgisinin, Eski raştırmaya açık olmadığını düşündükle­
Yunan kültürü ile karşılaştırıldığında rinden değerli olan bütün her şeyi hep
boş, yalancı ve yapay bulduğu modern doğal olmayan terimlerle açıklama yolu-
Batı kültürünün değerlerinden tiksinti na gitmişlerdir. Nietzsche çileci ülkü ü-
derecesinde duyduğu derin rahatsızlıkla zerine daha sonraki düşüncelerinde "çi-
başladığı söylenebilir. Sorunun kaynağı lecilik etiği"nin er ya da geç kendi değer­
olarak bilimi (bütün bilgi ve kuramsal lerinin kökünü kazıma noktasına gr.lmek
araştırma alanlannı kapsayacak anlamda zorunda olduğu saptamasında bulunmuş­
biliıru) gören Nietzsche, Batı kültürünün tur. Nietzsche için bu durumun en belir-
bilgi peşinde koşan sözde bilginlik al- gin göstergesi ahlak ile Tanrı'ya duyulan
datmacasına karşı, Eski Yunan'ın bütün inançta kendisini göstermektedir. Tanrı'
önceliği sanat ile söylene tanıdığı gerçe- ya duyulan çileci değerler üstüne kunılu
ğine dikkat çeker. Bu bağlamda Nietz- inanç "Tanrı'nın ölümü"ne yol açıruştır;
sche, Batı kültürü için tek kurtuluşun sırada ise bu inançtan türeyen ahlılksal
Eski Yunan'ın sanata verdiği değere geri değerlerin aşama aşama yeryüzünden bü-
dönerek, sanatın en yüksek amaç oldu- tünüyle kalkmaları vardır. Bu anlamda
ğu, olası tek metafizik etkinliğin sanat Nietzsche'nin gözünde ahlak olanaklı
etkinliği olarak görüldüğü bir yaşam bi- tek etik yaşam biçimi olmaktan çok, çi-
çimi kurmaktan ııeçtiğini düşünmekte­ leci ülkiice ortaya konmuş belli türden
dir. Özellikle daha sonraki yazılarında bir yaşam biçimidir. Buna göre Nietz-
Nietzsche, Batı J...-ültürünün çöküşünü sche'nin Sokratesçi kültür diye adlandır­
(dekadatu) ahlılk değerlerine sökülüp atı­ dığı modern dünyanın dekadans kültürü,
lamazcasına kök salıruş olduğunu sapta- özünde yaşamın en yüce amacının fel-
dığı "çileci ülkü"ye yönelik olarak sun- sefe ile bilimin peşinde koştuğu doğrulu­
duğu .roykiitiileçü çözümlemelerle açıkla­ ğun kuramsal yolla kavranması olduğu
ma yoluna gitmiştir. Batı kültürünün bü- inancı üstüne kunılmuştur. Bu durum
tününde yaşam enerjilerinin tümüyle yi- karşısında kuramın doğruluk getireceği
tirilmesi gibi son derece ağır bir yam a- inancının saçmalığının ve gidimli usyü-
çan bu ülkü, en somut ifadesini kişinin rütmenin kendinde şeylere değil eni so-
kendisini yadsımasında, içinden gelen nu görünüşlere götürdüğü gerçeğinin kuş­
dürtü ve istekleri her durumda olumsuz- kuya yer bırakmayacak bir biçimde Kant
lamasında bulmaktadır. Nietzsche'ye gö- ile Schopenhauer felsefelerince açıkça
re hem tek tek kişilerin hem de bütün gösterilmiş olduğunu belirten Nietzsche,
1039 Nietzsche, Friedrich

Avrupa kültürünü kurtaracak tek ilacın lan "değerlerin yıkımı", "kozmik amaç-
meaıfizik kaygılardan sıyrılmış, bütünüy- sızlık", "Tanrı'run ölümü" gibi izlekler
le insanın yaşam etkinlikleri üstüne ku- yalnızca kendinden sonraki felsefeciler i-
rulmuş yeni değerler yaratma uğraşında­ çin değil, başta sanatçılar ile toplum eleş­
ki bir yüksek sanat anlayışı olduğunu sa- tiricileri olmak üzere kültürün hemen
vunmuştur. Yazı yaşamının hemen bü- her dalından araştırmacılara büyük bir e-
tün dönemlerinde Nietzsche, sanatın sun- sin kaynağı olagelmiştir.
duğu, yaşam gereksinimlerince sınırlan­ Nietzsche, orta dönemini yansıtan İn­
mamış bir kuramdan daha iyi bir kültür sança, Pek İnsança ile Tan KıZflltğı (Mor-
yıkıcısı bulunamayacağına olan inancını genröte, 1881) başlıklı kitaplarında, şaş­
aralıksız yinelemiştir. Bu bağlamda özel- maz bir yöntemle kazanılmış minik doğ­
likle önceki dönem ile orta dönem yazı­ rulan göklere çıkaran yüksek kültür an-
larında, çok büyük ölçüde, kuramlarımı­ hıyışına övgüler yağdıran düşünceler dile
zın ya da inançlarımızın doğruluğundan getirmiştir. Bu bağlamda kendi düşünce­
söz edilmesine şiddetle karşı çıktığı gö- lerinin, doğruluğu sunma yetisi taşıyan
rülmektedir. Ne var ki son dönem yazı­ olanaklı tek doğa bilimi olduğu savunu-
larında gerçek anlamda karşı çıktığı tek sunda bulunur. Aynca önceden oldukça
doğruluk anlayışı metafizik türden doğ­ tehlikeli bulduğu doğalcılığın doğruluğu­
ruluktur. Bu anlamda "metafiziğin top- na kendisini bütünüyle adayarak, insan-
tan devrilmesi izlencesi" Nietzsche'nin lar ile diğer hayvanlar arasında öz bakı­
felsefesinin köşetaşlarından birisine kar- mından önemli bir ayrım bulunmadığını,
şılık gelmektedir. Nietzsche'nin alaşağı e- insanlara ilişkin bütün her şeyin hayvan-
dilmesini öngördüğü metafizik, bütü- lardaki temel özellikler doğrultusunda il-
nüyle gerçek dünya ile uzaktan yakından kece açıklanabileceğini ileri sürmüştür.
bir ilintisi olmayan türden bir doğruluk Bu döneminin başlarında daha çok do-
dünyasına duyulan inanç üstüne temel- ğalcılığın değerlere adanmışlıkla nasıl bağ­
lendirilmiş olmasıyla tanımlanmaktadır. daştırılabileceği konusu üstünde duran
İnsanca, Pek İnsanca (Menschliches, All- Nietzsche, yaşamda . bir değer arayarak
zumenschliches, 1878-80) adlı kitabında onu bulacağını sanmanın büyük bir ya-
bu metafizik inancın bir soykütüğünü nılsama olduğunu açıklıkla belirtmiştir.
sunan Nietzsche, deneysel olmayan, de- Özellikle Tan KıZJlltğı adlı yapıtında "erk
neyime dayanmayan bir dünyanın uydur- istenci" anlayışının ilk tohum!anyla kar-
macadan öte bir değeri bulunmadığını şılaşılmasi yanında, Hıristiyanlığın ahlak-
belirtirken, açıkça doğruluğun kendisini sal değerlerine ilişkin eleştirel düşüncele­
yoksaymayıp yalnızca metafizik doğruluk rinin daha da bir keskinleştiği göıden­
tasarımına karşı çıkmaktadır. Daha açık mektedir. 1882 tarihini taşıyan Şen Bilim
bir deyişle, Nietzsche'nin doğruluktan (Die Fröhliche Wissenschaft) ile başla­
anladığı yalnızca deney öncesi Dionysos- yan Nietzsche'nin son dönem yazıları,
çu bir sanatın kapısını aralayabileceği bir doğa karşısında izleyici konumunda ol-
olanaktır. Nitekim "doğruluk belli türden ma anlayışını bir kenara bırakarak, bu-
bir insan tipinin kendisinden asla vazge- nun yerine "varoluş dansına doğrudan
çemediği bir dürtüdür" derken Nietz- katılan şölen ustası bir bilen" anlayışını
sche, filozofların hiçbir sorgulamadan savunur. Bu yeni anlayış Nietzsche'nin
geçirmeden araştırmaya başladıkları ke- çoğunluk "bilgi" diye adlandırdığı doğal­
sinliklerin varlığını yadsıdığı gibi, filozof- cılık anlayışı ile değerler arasında bir bağ­
ları da hastalıklı bir dürtünün egemenli- daşım kurmasına da olanak tanımıştır.
ğine boyun eğmiş insanlar olarak nite- Bu dönemde yine .sanatı kutlayarak gök-
lemektedir. Nietzsche'nin son derece et-. lere çıkarmayı sürdüren Nietzsche, bir
kileyici yoksayıcılık açıklaması:ıda yer a·· yandan Sokrates sonrası düşünce t2ri-
Nietzıche, Friedrich 1040

hinde yaşamın olumsuzlanmasına hiz- kendi adına çarpıttığı, belli bölümleri a-


met ettiğini düşündüğü değerleri gözünü tıp belli bölümleri alırken seçimlerinde
kırpmadan eleştirirken, öbür yandan fı­ bütünüyle taraflı davrandığı söylenmek-
lozoflann "doğruluk istenci"nin ardında tedir. Bununla birlikte söz konusu yapı­
yatanın temelde "erk istenci" olduğunu tın yakın dönemlerde yapılan epeyce o-
savunmaktadır. Nietzsche'nin Şerı Bilim' narılmış bir haliyle yeni basımı çok daha
in ardından 1883 ile 1885 tarihleri ara- sağlam bir metin olarak gözükmektedir.
sında kurmaca bir öykü olan Bqyle B1!J11r- Nietzsche'nin felsefe yazılannın he-
d11 Zerdiişfü (Also Sprach Zarathustra) men tümü daha ilk bakışta dizgesclliğe
kaleme alması, "üstinsan", "erk istenci", karşı açılmış amansız bir savaştan doğan
"bengidönüş" gibi Nietzscheci felsefe- biçemsel özellikleriyle dikkat çekmeleri-
nin ana öğretilerinin en iyi anlatımlarının ne karşın, Nietzsche'nin düşünceleriyle
bulunabileceği yer olması bakımından neye karşı çıkmaya çalıştığını, felsefede
aynca önemlidir. Öte yanda, Nieızsche' neyi başarmak istediğini, dünyanın gele-
nin son döneminde yazdığı en önemli ceğine nasıl bir yön çizmek istediğini
kitaplar arasında İJıinin ve Kötünün Ötesinde görmek açısından yazdıklarının satır ara-
(Jenseits von Gut und Böse, 1886) ile larında kendisini hemen belli eden birta-
Ahlôhn Soyleiitiiffi (Zur Genealogie der kım özgül felsefe izlenceleri ve öğretileri
Moral, 1886) başı çekmektedir. Her iki belirlemek de olanaklıdır. Savsözlü (apho-
kitap da pek çok Nietzsche yorumcu- ristische) yazma biçemiyle çağdaş felsefe-
suna göre gerek bir düşünür gerek bir de "bölük pörçük felsefe yapma" yorda-
yazar olarak Nietzschc'nin en olgun ol- mının da başlatıcısı sayılan Nieızsche, bu
duğu dönemi yansıtmaktadır. Nictzsche' kendine özgü biçemi Batı felsefesi gele-
nin yaşamının bu son döneminde yaz- neği ile kültürünün değerlerini yerine ye-
dığı, her biri başlı başına anılmayı hak nilerini koymadan yıkabilmek için büyük
eden Wagner Oi'!jı (Der Fail Wagner, bir özenle tasarlamış gibidir. Nitekim ken-
1888), Putların Alacakaranlığı (Die Göt- di felsefe yapışını "çekiçle felsefe yap-
zen-Dammerung, 1888), Deccal, Hıris­ ma"ya benzeten Nieızsche, yeni değerle­
f!yanlığa Lanet (Der Antichrist, 1888), Ec- rin yaratılabilmesi için öncelikle varolan
er Homo (1888), NiefZ!clıe Wagner'e Karşı bütün değerlerin tek tek yıkılması gerek-
(Nietzsche contra Wagner, 1888) gibi bir tiğini düşünmektedir. "Değerlerin Yeni
dizi yapıtı yanında, bitiremeden öldiiğü Baştan Değerlendirilmesi" adını koydu-
ama- felsefesinin tamamını anlamak açı­ ğu bu izlencenin temel ayaklanndan bi-
sından son derece değerli olduğu düşü­ rini, yerleşik yoksayıcılık (nihilizm) anla-
niilen bir kitabı daha buhınmakıarlır. }1şlan rlışındaki bir yoksayıcılığın insan-
Erle İstemi: Değerlerin Yeni Baştan Değerlen­ lığın önündeki kaçınlmaması gereken
dirilmesi Çabası (Der Wılle zur Macht, son fırsat olarak göriilmesi oluşturmak­
1)Ç6) başlığıyla ölümünden sonra derle- tadır. Buna göre çoğunluk kötücül an-
nerek yayımlanan bu yapıt [Nachlars], lamlanyla anılarak kendisinden özellikle
Nietzsche felsefesinin karanlıkta kalmış uzak durulan yoksayıcılık anlayışının Ni-
pek çok düşüncesini aydınlığa kavuş­ etzsche'nin felsefe sözdağarında bam-
turmak adına adeta yol gösterici bir nite- başka, üstelik de bütünüyle olumlu bir
lik sergilemektedir. Gelgclelim kitabın ö- anlamla dolaştığı gözlenmektedir. Kötü-
zellikle kızkardeşi ve yayına hazırlayanlar cül yananlamlarıyla anılan yoksayıcılık
tarafından Nietzsche'nin not defterlerin- anlayışı, Nietzsche'ye göre Schopenhau-
den (1883-1888) seçilip derlenmiş bir ya- er felsefesinde doruğuna ulaşmıştır. Bu
pıt olmasına da bağlı olarak, Nietzsche' yoksayıcılık biçimini "edilgin yoksayıcı­
nin kızkardeşinin Hitler hayranı kocasın­ lık" olarak tanımlayan Nietzsche, yaşama
dan ötürü bu kitabın ana kavramlarını istencinin bütünüyle yitirildiği bu erksiz-
1041 Nietzsche, Friedrich

lik durumunun en belirgin göstergesi o- sü üzerine yapılanmıştır.


lamlı: "Tanrı'nın ölümü" olayını göster- Nietzsche, gerçek mutluluğun hazla-
mektedir. Nietzsche, Tann'yı düştüğü­ nn egemen olduğu bir yaşamla değil, sı­
müz edilgin yoksayıcılığımızla bizim öl- nır tanımaksızın "erk"in olabildiğince ço-
dürmüş olduğumuzu kesinledikten son- ğaltılmasına yöndik bir yaşamla elde e-
ra, "sonuna dek götürülmüş yoksayıcı­ dilebileceğini düşünmektedir. Böylesi bir
lık" adını verdiği etkin bir yoksayıcılık mutluluğa varmak, kişinin asla özdisip-
anlayışı ortaya atar. Buna göle, sonuna liiıİ elden bımkmamasından, yeri geldi-
dek gitmiş bir yoksayıcı, kendisini de yok ğinde kendisine sert ya da haşin davran-
saymak pahasına bütün değerleri yık­ makta en ufak bir dumksama bile yaşa­
maktan başka bir yol bulunmadığını, mamasından geçmektedir. Nitekim hay-
yoksayıcılığın en son fırsatı olduğunu an- vansı içgüdülere, sımdan hazlara, yarar-
lamış kişidir. Eğretilemeli bir biçimde sız tutkulara kapıldığı sürece, insan üst-
söylenecek olursa, yeni bir yapı bina ede- insanda olduğu öngörülen erk istencin-
bilmek için bütün bir yapının önce baş­ den bütünüyle yoksun . kalacaktır. Duy-
tan sona yıkılması, sonra da yıkıntıların gulan ile tinsel eğilimlerini yönetebilen
bir güzel ortadan kaldırılması gerekmek- insan, hayvanlara özgü varoluş duru-
tedir. Nietzsche'nin izlencesine gött an~ mundan sıynlarak yüksdiı:, kendisini bü-
cak o zaman yeni bir yapının bina edile- tünüyle gerçeldeştİttttk gerçek insarılık
bilmesi olanağı doğacaktır; çünkü yıkık uzamına yerleşir. Bu açıdan bakıldığında
dökük bir yapıyı birtakım eldeme çıkar­ Nietzsche'nin üstinsan ideali bütün in-
malarla onanp ·yenileyettk bumdan gör- sanlığın temel amacı olmalıdır. Böyle bir
kemli bir yapı ortaya çıkarma çabası ister insan önündeki hazır değerlerle yetin-
istemez yapının yıkık dökük halinden de mez; iyi ile kötünün neler olduğunu an-
tehlikeli sonuçlara yol açacaktır. Dolayı­ latan yetkelerin söylediklerine körü kö-
sıyla varolan değerleri onarmaya çalış­ rüne teslim olmaz. Bu dünyada insan ya-
mak o değerlerin yol açtığı hastalıklı hal- payalnız, tek başına olduğunun farkında
leri daha da azdırmaktan öte bir anlama olarak, yaşanun a:ılamını, bağlanacağı de-
gelmeyecektir. Açıkça görülebileceği gibi, ğerleri tek tek yeni baştan kendisi özgür-
Nietzsche'nin yazılarının çok büyük bö- lük içinde yaratmakla yükümlüdür. Tam
lümünde modern dünyanın durumu bü- bu noktada Nietzsche'nin bir bafka ö-
yük ölçüde hastalık eğretilemeleriyle be- nemli öğretisi olan "üçkatlı insan" anla-
timlenirken, çözüm yollan da buna bağlı yışıyla karşılaşılmaktadır: "insanımsı";
olarak sağaltım cğreıilemeleriyle dillendi- "insan''; "i.istinsan". Nietzschc'nin sıra­
rilmektedir. Söz konusu eğretileme örgü- düzeııli insan anlayışının en alt basama-
sü uyarınca, modern dünyanın başbdası ğında "insanımsı" diye adlandırdığı sıra­
edilgin yoksayıcılık salgınını bir an önce danlığa konu "sürü insaru"nın doğası
iyileştirilmesi gereken bir hastalık olamk bulunmaktadır. İnsanımsı bu anlamda
okuyan Nietzsche, söz konusu hastalığın doğrudan . sürü insanının değerlerini, o
bdirtilerinin her yerde; dinde, sanatta, değerlerle girilen ilişkinin özniteliğini be-
felsefede, kültürün hemen her alanında timlemektedir. Nitekim "insanımsı in-
açıklıkla teşhis edilebileceğini savunmak- san" sürü mantığıyla yaşayan, kendisine
tadır_ Bir başka deyişle söylenecek olur- verilenlerle yetinen, hiçbir şeyi sorgula-
sa, Nietzsche'nin izlencesinin ilk bakışta mayan yığın insanıdır. Toplumun, töre-
çelişkili gibi görünmesine karşın temel lerin, dinin, gelenek ve göuneklerin de-
varsayımı, istenmeyen bir durumun an- ğerlerini kayıtsız şartsız baştan doğru
cak sonuna dek, kaçmadan, cesaretle, diye kabul edenleri Nietzsche "insanım­
her şeyi göze alarak yaşanabildiğinde sı" diye adlandınrken açıkça bunlann in-
kendiliğinden ortadan kalkacağı öngörü- san dahi olmadıldan gerçeğine parmak
Nietzsche, Friedrich 1042

basmaktadır. İnsanımsıdan daha üst bir başka önemli özelliği Nietzsche tarafın­
katmanda bulunan ise "insan"dır. İnsan, dan sonsuz bir süreç olarak değerlendi­
Nietzsche'ye göre, varolan değerlerle il- riliyor oluşudur. Nitekim Nietzsche'ye
gili yaşadığı sorunların ayırdında olan a- göre belli bir erk konumuna yerleşmeye
ma eyleme gücünün yeterince yüksek ol- çalışmak ve orayla yetinmek, daha aşağı­
mayışı nedeniyle bu değerlerin ancak daki bir konumun görece erksizliğine
belli bir bölümünü yıkabilme yetisi taşı­ düşmek gibi zorurılu bir sonuç doğura­
yan kişidir. İnsan, doğası gereği varolan caktır. Bu erk konumları arasındaki yük-
değerleri hiçbir zaman bütünüyle yıka­ selme ve geri düşme durumu Nietzsche'
mayacağı için değeryaratıcısı olmak gibi nin bir başka arılayışı "bengidönüş" öğ­
bir şansı da yoktur. Sıradüzenin en üst a- retisinin odaklandığı temel konudur. İn­
şamasında yer alan "üstinsan" ise insa- sanın insan olarak kaldıkça, üstinsanlık
nın ve onun bütün değerlerinin aşıldığı, aşamasına geçemedikçe erk ile erksizlik
"iyinin ve kötünün ötesinde" varolundu- konumları arasındaki bengidönüşte sü-
ğu arılamına ·gelmektedir. Bir başka açı­ rekli bir yineleme içinde olacağını savu-
dan yaklaşıldığında, Nietzsche'nin üstin- nan Nietzsche, ancak kahkahalarla neşe
san tasarırnı ile arılatmak istediği daha içinde yaşayabilerılerin erk istençlerini
çok, bütün değerlerin görece oldukları, çoğaltma şansına sahip olduklarını özel-
bu arılamda da hep insan teklerinin öz- likle vurgulamıştır. Söz konusu öğreti,
nel değerlemeleri doğrultusunda görülüp çizgisel zaman tasarımına karşı yaşantı­
benimsendikleri gerçeğidir. Bu bağlamda nın döngüsel zamanını öne çıkarması
Nietzsche amacın, ulaşılması gereken ül- bakımından da ayrıca önemlidir.
künün her zaman için üstinsan olduğunu Nietzsche hemen bütün düşüncele­
bdirterek insanın ancak üstinsana bir riyle yinelediği "yaşama dön" çağrısıyla,
köprü olması arılamında bir arılamı bu- felsefe yazınına getirdiği biçemsel yeni-
lunduğunun altını özellikle çizmiştir. İn­ liklerle, ele aldığı soruları bambaşka bir
sanlığın kurtuluşu üstinsan olanağı karşı­ gözle işleyişiyle, günümüzün önde gelen
sında, bütün insarıları bir arılamda üstin- post-yapısalcı ya da postmodern düşün­
sanın gelişini hazırlama gibi önemli bir celerine sürekli bir esin kaynağı olmayı
ödevin beklediğini vurgularken, kendisi- sürdürmektedir. Bu bağlamda Nietzsche'
nin de üstinsan olmanın çok uzağında nin "Felsefe tarihi unutulmuş, unuttu-
olduğunu içterılikle bdirtmiştir. Açıkça rulmuş, hatta göz göre göre saklanmış
görüleceği gibi sıradüzenli
insan tasarımı düşüncelerin de tarihidir" sözü gerek soy-
doğrudan doğruya Nietzsche'nin belki kütükçü gerekse de yapısökümcü anla-
de en önemli öğretisine karşılık gelen yışların felsefe tarihini başka bir gözle o-
"erk istenci" tasarımının doğal bir uzan- kuma tutumlarının da temel çıkış nokta-
tısıdır. Gerek insanımsı gerek insan ge- sını oluşturmaktadır. Nietzsche felsefeye
rekse de üstinsan aşamaları Nietzsche' getirdiği bölük pörçük felsefe yapma
nin gözünde tam arılamıyla birbirinden yordamıyla, kendinden sonra gelen pek
ayrı birer "erk konumu"durlar. Burada çok büyük düşünür üstünde hem yazın­
"erk"ten arılaşılması gereken bir başka­ sal yenilikler bakımından hem de felse-
sını ya da başkalarını kendi iktidarıyla fece duruşunun özgürılüğü bakımından
egemerıliği altına almak değil, eyleme gü- önemli etkilerde bulunmuştur. Yapıtla­
cünü yani yaşama istencini taşıyabiliyor nnda sıklıkla karşılaşılan eğretilemeler,
olma halidir. Bu arılamda Nietzsche, Ba- söz oyunları, ironiler bir bütün olarak
tı'nın çileci değerlerini, can sıkıntısıyla Nietzsche felsefesine hep yeni yorum-
boğuşan günümüz insanının erksizlik lara olanak tanıyan "açık yapıt" olma ye-
halınin başlıca sorumlusu olarak gör- tisi kazandırmaktadır. Bununla birlikte
mektedir. Erk İstenci tasarımının bir kimileyin aynı anda dillendirilen çelişki
1043 Nirvana

derecesindeki karşıt konum alışlar, birbi- nihil ex nihi/o fit bkz. ex nihilo nihil
riyle taban tabana zıl Nietzsche yorum- fit.
larının yapılmasının başlıca nedenidir.
Günümüzde hemen her yerde kendile- nihilizm bkz. yoksayıcılık
rini "Nietzscheci" diye adlandıran şair­
lerle, felsefecilerle, oyun yazarlarıyla, a- nike (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde,
narşistlerle, postmodernlerle, toplum e- özellikle de Aristoteles'te, "utku" ya da
leştirmenleriyle karşılaşmak olanaklıdır. "zafer" anlamında kullanılan terim: "yen-
Ne var ki Nietzsche fdsefesinin en te- gi".
mel iletilerinden birisi, "gerçekten Nietz-
scheci olmak için önce Nietzscheci o- Nirvana (San.) [Pal. Nibbana] 'Sönme',
lunmaması gereklidir'' yollu kendi içinde 'bitme' demeye gelen Sanskritçe sözcük.
çelişik görünümlü savsözde dile gelmek- "Aydınlanma"yla aynı şey demek olan
tedir. "lurs, nefret, düş ateşinin sönmesi" anla-
Nietzsche'nin yukarıda anılanlar dı­ mında kullanılır.
şında kalan bir yapıtı daha bulunmakta- Buddhaa öğretiye göre ruh, bir b;·-
dır: 1873 ile 1876 yıllan arasında yayım­ dendcn diğerine geçerek, yeniden beden-
lanan Umzyitgemiije Betnzdıtımgen (Zaman- Jenişlerle çeşitli yaratıklarda yaşamaya
sız Düşüncder). Nietzsche'nin ilk dö- devam eder. Bu yenidendoğuş çemberi-
neminde yazdığı Zamansız. Dii1ii11rekr dört ne s11111sara denir. Ne ki, bu yeniden do-
küçük kitaptan oluşmaktadır: David Stra- ğumlar acı vermekten başka bir şeye yol
ım, der Bekemıer ımd der Sdhnftsteller (Da- açmazlar. Öte yandan insan karması ge-
vid Strauss, İtirafçı ve Yazar, 1873); Vom reği bu çemberi kıramaz. Elinden gelen
N 11tz!n 1111d Nachteil der Historie Jiir das ancak daha iyi bir bedenleniş, daha iyi
Lehe11 (Tarihin Yaşam İçin Yararları ve bir doğum sağlamaktır (bkz. bardo).
Zararları Üstüne, 1874); Sdıopenha11er ak Bu yenidendoğuş çemberini kırmaksa
Erztiher (Eğitimci Olarak Schopenhauer, Nirvana'ya ulaşmakla, aydınlanmayla o-
1874); F.khard W~ner in Btryt?11th (Ric- lur. Ancak Nirvana insanı sonu gelmez
hard Wagner Bayreutlı'da, 1876). Aynca aalar çevriminden çıkartabilir. NiTValta'
bkz. yoksayıcılık; perspektivizm; çi- ya ulaşmak için aşınlıklardan kaçınıp
leciJik; üstinsan; erk istenci; bengi- dengeye, uyuma varmak önemlidir. Tüm
dönüş; Tanrı'nın ölümü; Apolloncu/ Buddhaa metinler Nirvana'ya ulaşmak i-
Dionysosçu (ilkeler); değerlerin yeni çin sıkı bir disiplin altına girmek gerekti-
baştan değerlendirilmesi; efendi ah- ğinde birleşirler. Hu da kişinin başkala­
lakı/köle ahlakı; ahlakın soykiitiiğfı; nna değil ancak kendisine uygulayabile-
amor fatf, rigor mortis, aşırılığın pey- ceği bir disiplindir. Nirvana insanın için-
gamberleri. den gdmdidir; hiçbir biçimde dışardan
verilemez.
'
nihil estin intellectu quod non prius Buddhaalığın iki kolu arasındaki te-
fuerit in sensu (Lat.) Deneyci bilgikura- mel ayrım da Buddha'run Nirvana'ya u-
mının özünü oluşturan, bilginin kayna- laşmakla ilgili söylediklerinin başka baş­
ğının yalnızcaduyulara dayalı deneyimler ka yorumlanmasına dayanır. Theravada
olduğunu, deneyden bağımsız bir bilgi- Buddhacılığı özdisiplin ile kişisel başarıyı
nin olanaksız olduğunu, daha önce du- öne çıkarır; burada amaç arhaJ olmaktır.
yularla algılanmamış hiçbir şeyin düşü­ Mahayana Buddhaalığı ise bodhisaJtva ol-
nülemeyeceğini dile getiren Latince de- mayı amaç olarak ortaya koyar. Bodhi.rat-
yiş: "Zihinde daha önce duyum yoluyla t;•a kendisini aydınlanmaya varmaya ada-
izlenimi edinilmemiş hiçbir şey yoktur." mış; buna karşın başkalarına yardım et-
Ayrıca bkz. deneyciJik. mek için Nirvana'ya ulaşmasını gecikti-
nisus 1044

ren, samsarada kalan kişidir. Mahayana na ise olumlu ya da olumsuz bir yanıt
Buddhaalığı'nın bu yaklaşımına göre Nir- vermez.Ayrıca bkz. Buddhacılık; Budd-
va11a gelecekteki bir durum ya da yer de- ha; Brahman; arhat, bodhisattva; sam-
ğildir. Doğru anlamadır; şimdi ve bura- sara; karma.
dadır. Kavramsal aynmlann sonu! olarak
gerçek olmadıklan anlaşıldığında N irvmıa nisus (Lat.) Rönesansla birlikte terk edi-
ile samsara arasındaki ayrım da ortadan len Aristotelesçi doğa anlayışında doğa­
kalkacaktır. daki değişimi ve devinimi açıklamak için
Aslında Hint dininden alınma bir kullanılan temel kavrama verilen Latince·
kavram olan Nin,l(J11a, geri döndürüle- ad.
mezliğinden ötürü mutlak bir huzur, Sözcük anlamı "çaba"; "eğilim"; "itici
mutlak bir mutluluk durumu olarak be- güç"; "itki"; "dürtü" ya da "içten gelen
timlenir. Kimileyin de bütünüyle olum- kuvvetli istek" olan 11isus, şeylerin varlığa
suz terirrılerle anlatılır. Buna göre Nirva- geldikleri, ait oldukları yere doğru çelı:il­
11a, ne yeı:yüzünün, ne suyun, ne ateşin, meleri bağlamında doğadaki değişim ve
ne havanın, ne sonsuz uzay küresinin, ne devinimi açıklamak için kullarulrruş tır.
sonsuz bilinç alanının, ne de boşluğun
olduğu; ne gelenin, ne gidenin, ne bir noema (Yun.) Husserl'in görüngübili-
duraklayışın, ne düşüşün, ne de yükseli- minde düşüncenin yöneldiği nesne ya da
şin olduğu bir durumdur. Onda yalnızca "düşüncenin içeriği" anlamında kullanı­
hareketsizlik, temelsizlik varclır. Nirva11a lan terim. Husserl bu teri.mi, onunla sıkı
aslında dile getirilemez diye de düşünü­ sıkıya bağlı olan, düşünmenin yönelmiş
lebilir. etkinliği ya da "düşünme edimi" anla-
Hint dininde Nin,l(J11a, bireyselliğin mındaki *11oesis'le birlikte kullanır. Hus-
bütünüyle ortadan kalktığı, evrenin so- ser~ Yunan felsefesinden ödünç aldığı
nu!, mutlak gerçekliği olan Brahman'la noema/ noesis ikilisini zihinsel eylemin yö-
bir olma durumu olarak tanımlanır. Ne nelmişliğini vurgulamak adına felsefesine
ki, Brahman kavramının Buddhacılık'ta­ uyarlamıştır. Husserl, Edmund.
ki kullanımı bundan farklıdır. Birincile-
yin, Brahman'ın varlığı evrenin soriul, noesis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde
birleştirici gücü diye kabul edilmez. İkin­ "düşünme edimi"; *nous'un işleyiş biçimi
cileyin, Brahmanca mutluluğa ererek so- ya da çalışma tarzı anlamında kullanılan
nu! kurtuluşa kavuşma yeteneği olan bir terim. Noesis duyuma, duyu organları a-
bengi ruh da yoktur. raalığıyla algılamaya karşıt olarak "dü-
Göçüp duran sonsuz bir ruh yoktur, şünrne"ye; gidimli, adım adım ilerleyen
bunun yerine biten bir yaşamın eğilimi­ akılyürütmeye karşıt olarak da "sezgi"ye
nin, yani karmanın gelişmesinin koşullan (aracısız sezgisd kavrayışa) karşılık gelir.
ile yeni bir bedenlenişe doğru sıçraması Gerek Sokrates öncesi filozoflar, ge-
vardır. Buddhaa metinlerde ölen birinin rek Platon ile Aristotdes, gerekse Ploti-
kamıası, gebe bir kadının cenininde, geç- nos ile diğerleri bilginin türlerini ayırır­
miş yaşamına uygun bir bedeni bulma ken ya da bilginin sıradüzenini oluştu­
olarak dile getirilir. Böylelikle bir önceki rurken mmile başka başka da olsa felse-
yaşamın eğilimi bir sonraki yaşamın içe- felerinde yer açmışlardır. Sözgelimi Pla-
risine yerleşip, oluşturulmuş bu yeni ton'da noesis en yüksek bilgi türüne; ma-
'ben'i etkiler. tematiksd bilgiden bile daha ileride olan
Buddhaalık kurtulmuş bir varlığın, "tümellerin bilgisi"ne denk düşer.
yani "Aydınlanmış", Ninıa11a'ya ermiş bir Bunun dışında, Husserl'in görüngü-
varlığın ölümden sonra belli bir biçimde bilirninde de "düşünme edimi" olarak
yaşamını sürdürüp sürdürmediği sorusu- noe.rif önemli bir yer tutar. Bu kullanım
1045 norm/ normatif' (düzgü/ düzgükoyucu)

için bkz. noem11. Ayrıca bkz. Husserl, karşılık geldi.


Edmund. Nomos ile MJsis karşıtlığı, yani bir
devletin yasası ya da bir toplumun töresi
noesia noeseos (Yun.) İlkçağ Yunan ile insan doğasının gereksinimleri arasın­
felsefesinde Aristoteles'in *Devinmeyen daki karşıtlık çerçevesinde yürütülen "in-
Devindirici olarak gördüğü Tann'yı nite- sarun nasıl ya da neye göre yaşaması ge-
lemek için kullandığı terim: "Düşünce­ rektiği" taruşması, Ban felsefesindeki ilk
nin Düşüncesi". ciddi ahlak tarnşmasıdır. Plflsilten yana
olanlar, yasalann insanın doğasıyla çeliş­
noetik (noeaiıatik) Eski Yunanca'da tiğini; adaletin yalıuzca yasalara körü kö-
"algılamak", "anlamak" ya da "kavra- rüne itaat etmekle sağlanamayacağını sa-
mak" anlamına gelen 11oeJilııolt:m (1101/os) vundular. Sözgelimi Thrasymakhos, ada-
türetilmiş sözcük. İlkçağ Yunan felsefe- letin gücü elinde bulunduranlann bir ica-
sinde, duyular ya da deneyle değil de yal- dı olduğunu; iktidardakilerin yasaları ken-
nızca akıl (*110111) yoluyla kavranılan bilgi di çıkarlarına göre koyduklarım, sonra da
türü için kullanılan genel bir terimdir, bizden adalet adına bu yasalara boyun
Duyumdan ve deneyimden bağımsız salt eğmemizi beklediklerini dile getirir (Pla-
düşüncenin ürünü olan kavramların ge- ton, IJn,/ıt, 359a-c). No1110ltan yana saf
nel bir ifadesi için de kullanılır. Aynca tutanlar ise yasanın olmadığı yerde in-
bkz. noeton. sanlıktan uzak bir yaşamın hüküm süre-
ceğini; toplumda kargaşanın hakim ola-
noeton (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesin- cağını; düzene ruhunu veren ahlak ku-
de insaıun akılla kavrayabilme yeteneği; rallanıun çökeceğini öne sürdüler. No-
duyulabilir (aistheto11) olana karşıt biçim- molun en sadık savunucuları olan Platon
de kavranabilir olaıu ifade etmek için ile Aristotc!es, 11011101 ile pftysis arasında
kullanılan terim. Noeto11 ayıu zamanda sürüp giden bu çatışmayı (110111osipl?Jsii),
zihnin işleyişinin ya da aklın (110111) nes- yasayı insan doğasırun özünde bulunan
nesi olarak da görülmüştür. temel bir yön gibi algılama yoluna gide-
rek sona erdirmeyi denediler.
nominalizm bkz. adcılık Aynca, Yunan felsefesinde 1101110/la
ilişkili olarak nomothetes "yasakoyucu"; 110-
nomos (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde 1110thttilu de ''yasama sanatı" için kullanı­
yazılı ya da yazılı olmayan "yasa", "yerle- lan terimlerdir.
şik kural", "gelenek görenek" ya da "tö-
re•· anlamında kullanılan terim. norm/normatif (düzgü/düzgükoyu-
Nomolun felsefi söylemde yerini al- cu) ~ng. 11orm/ nomıatiw, Fr. norme/ 110r-
ması M.Ö. V. yüzyılda doğa (*Jıl!ysis) an- 111aJif, Alm. flDf'lll/ 110171111/İv, Lat. 11of'llta; es.
layışııun gitgide gerçek evi olan fiziksel t. kaide, ıliiı!Hr/ ılii.rt#riJ İnsanın belli bir
alandan etik alanına kaymasııun ardın­ denetiin alanı içinde eylemesini ..sağlayan,
dan gerçekleşti. Böylelikle de, kendini davraıuşlanıu biçimlendiren kural ya da
doğada temellendirilmiş olarak bulan 110- kurallar bütününe verilen ad; toplum bi-
mos, doğada hüküm süren düzenliliğe, limlerinde yerleşik ya da beklenen top-
doğa yasalanna karşıt bir biçimde, top- lumsal davranış biçimi; ne yapılması ge-
lumda insanlar arasındaki ilişkileri dü- rektiğine ilişkin üstü örtük toplumsal ku-
zenleyen ve uzlaşmayla oluşturulmuş ku- ral ya da ömekbiçim. Norm kavramım
rallar bütünü; yasa anlamında kullanılır toplumsal olgu çözümlemesinde gelişti­
oldu. Kimi zaman da bu anlamı aşıp ren Emile Durkheim, normlann birey-
kutsal bir kimliğe bürünerek "tannsal lerden bağımsız varolan ve uyulması zo-
kökenli, yazılı olmayan evrensel yasa"ya runlu türünden etki uyandıran da'\T.llllŞ
notumperse 1046

uzlaşımları ve değer ölçünleri (standart- lanılabilir sözcüklerdir. Dilbilirnin dilsel


ları) olduğunu öne sürer. kullanımın işleyişini (insanların gerçekte
Bu bağlamda dilbilgisi normlarından, nasıl konuşup yazdıklarını) açıklamaya ya
hukuk normlarından, görgü normların­ da tanımlamaya uğraşan altdalına "be-
dan ya da ahlak normlarından söz edile- timleyici dilbilim" denirken, kullanımda­
bilir. Bu çerçeveyi geniş tutacak olursak ki dilin saltık ölçünlere kavuşmasına (in-
insanın tüm eylemlerinin normlarca be- sanların aslında nasıl konuşup yazmaları
lirlendiğini de söyleyebiliriz. Normların gerektiğine) odaklanan koluna ise "düz-
felsefe ile ilişkisi ise daha çok ahlak fel- gükoyucu dilbilim" denmektedir.
sefesi (etik) başta olmak üzere hukuk Düzgükoyucu (normatif) deyişi ya da
felsefesi ile dil felsefesi alanlarında orta- niteleci betimleyici ya da tanımlayıcı (des-
ya çıkar. Sözgelimi normların doğası, criptive) olmaktan çok kımtlkoyucu (pm-
yetkelerinin kaynağı, ne: biçimde olmaları ı:riptive) ya da değerbiçici (eva/11ati11e) ol-
gerektiği her etik kuramının şu ya da bu mayı öne çıkaran disiplinleri (etik, este-
şekilde odağında yer alır. Ahlak felsefe- tik, mantık vb.) adlandırmak için de kul-
sinde "norm" genellikle eylemin doğru lanılmaktadır.
olup olmadığının kendisine göre belir-
lendiği kuralkoyucu ilke ya da yasaya; notum per se (Lat.) Ortaçağ felsefesin-
eyleme değer biçmek için kullanılan öl- de, özellikle de tannbilimde, hiçbir ara-
çüte karşılık gelmektedir. Bunun dışında aya gerek olmaksızın "kendisi aracılı­
normlar, insan ya da toplum bilimlerinin ğıyla bilinen" ya da "kendinden açık"
doğa bilimlerinden ayrılması konusunda anlamında kullanılan Latince terim.
da belirleyici rol oynarlar.
Öte yanda hukuk felsefesinde Avus- noumenon (Yun.) İlkçağ Yunan felse-
turya asıllı Amerikalı hukuk felsefecisi fesinde duyularla algılanan şeylerin, gö-
Hans Kelscn'in (1881-1973) ortaya koy- rüngülerin (phai11omeno11) karşıtı olarak
duğu "temel norm" (Grı111d11orm) tasarımı salt akılla kavranabilen şeyler için kulla-
oldukça ses getirmiştir. Kelsen'in geliş­ nılan terim; deneyle ya da deneyimle ula-
tirdiği "arı hukuk kuramı"nda temel şa bildiğimiz olgular alanına karşıt olarak
norm, bir hukuk dizgesinde diğer tüm yalnızca akılla ulaşabileceğimiz görünüşe
normların da hukuki geçerliliğini belirle- gelmeyenin alanı.
yen "enson norm"dur. Toplumun büyük Kant, Platon'dan ödünç aldığı 110111ne-
çoğunluğunun benimsediği genel ve var- 11011'u kendinde şey (" Diıı!;tın-sıifı), ger-
sayımsal bir hukuk kuralı olan temel çekliğin ta kendisi diye görerek daha da
norm, bir hukuk dizgesini ayakta tutan ulaşılmaz kılmıştır. Tıpkı Yunan düşii­
en önemli cunenJir. "An'' niteleciyle nürler gibi Kant da onu duyular dünya-
hukuk kuramının tüm diğer disiplinlerin sına, görünür ya da bilinir olanın dünya-
kuramlarından özerk olması ve mantık­ sına (phenomeno11) karşıt olarak bilinemez
sal bir tutarlılık içinde normatif (düzgü- ya da görünmez olanın alanını nitelemek
koyucu) değerlere dayandınlması gerek- için kullanmıştır. Ancak Kant için, böy-
tiğine vurgu yapan Kelsen'e göre, bir hu- lesi bir alanı duyuları sınırlı olan, duyu
kuk kuraıru hem hukuk biliminde açıkla­ organlarıyla eli kolu bağlanmış olan in-
yıcı (betimleyici ve tarumlayıa) bir işlev sanın algılaması mümkün değildir; 11011me-
görmeli, hem de hukukun düzgükoyucu 11011 insan taratindan olsa olsa düşünüle­
(yasakoyucu ve kuralkoyucu) ilkeleri ile bilir ya da kavranılabilir. Nitekim Kant'a
kurallarını oluşturmalıdır. göre 11011mt11ot1, herhangi bir algılayan öz-
Dil felsefesinde ise düzgükoyucu (11or· neye ihtiyaç duymayan, tek başına var
mative) ile kuralkoyucu (presı:riptive) ni- olan gerçeklerin dünyasıdır. Ayrıca bkz.
temleri tam olarak birbirinin yerine kul- görüngü; kendinde şey.
1047 nous

nous (Yun.) Sözcük anlamı "zihin" ya un işlevi, ideaları


bilmek ve ruhun öteki
da "akıl" olan bu terim, İlkçağ Yunan parçalarınıyönetmektir. Devlet'te yaptığı
felsefesinde insanın ayırt edici en yüksek bütün benzetmeler, gerçekliğin aşamala­
yeteneği olar.ık "kavrama ya da anlama rını, bizim onları bilme tarzımızı ayır­
yetisi"; kavramlarla düşünerek bilme ye- maya hizmet eder; "bilinemeyen" görün-
tisi anlamında kullanılmıştır. günün görünür dünyası ile değişmeyen
Terim Platon, Aristoteles ve sonraları "düşünülür" formların dünyası arasın­
Plotinos'un felsefelerinde anahtar bir te- daki ayrımı belirginleştirmeye yarar. Pla-
rim olarak sözcük anlamını aşıp daha ton tam da bu noktada no11lu gidimli,
çok tinsel, aşkın bir bağlamda kullanıl­ adını adını ilerleyen diğer bir zihinsel
mıştır. Noulu dönemin fılozoflanrun gö- yetiden; uslamlamaya dayalı düşünceden
zünde değerli kılan, onun metafizik öne- (diaııoia) ayırır. No11s ruhun ideaları doğ­
midir: Platon'un olgunluk ve yaşlılık di- rudan, tanrılara yaraşır bir biçimde algı­
yaloglarında, daha dizgeli bir biçimde de lamasıdır. Bundan böyle Platon için no11s,
Aristoteles ile Plotinos'ta notu, yalnızca idealara yönelmiş düşünme edimleri ola-
insan ruhunun en yüksek etkinliği değil, rak akla dayalı etkiniiğin doruk noktasını
aynı zamanda kozmik düzenin tanrısal temsil eder.
ve aşkın ilkesidir. Aristoteles'te de no11s insan ruhunun
Sokrates öncesi felsefenin kimi düşü­ ayırt edici bir yetisidir. Aristoteles'in ge-
nürlerinde noıu, terimin felsefe öncesi nel ruh modelinde, ruhsal işlevler be-
kullanımını andırır biçimde, genel zilıin­ densel gizilgüçlerin gerçekleşmesiyle iş­
sel süreçlerden çok, duygulanımları da ler hale gelir. Oysa ki noıu, düşünmeye
içerecek şekilde yalın bir zihin etkinliği başlamazdan önce ne gerçek bir varolu-
olarak geçer. Herakleitos'un *logoluyla şa, ne de ona karşılık gelen, onun algıla­
başlayan süreçte, Parmenides no11lun ge- masını başlatan bir duyu organına sa-
rek bilgikuramsal gerekse varlıkbilgisel hiptir. Tıpkı Platon gibi Aristoteles de
içeriğini kullanıp, onu zaman ve uzamda noulu maddi olmayan formların ('şeyle­
değişmeyen; türdeş olan mutlak varlığı rin tanımlanabilir özlerinin") diişünül­
kavramanın tek aracı saymıştır. Parmeni- mesi süreciyle ilişkilendirir. Ancak Pla-
des 'in açtığı yoldan ilerleyen Anaksago- ton'un var olmak için kendisinden başka
ras, no11lu evreni yöneten/ düzenleyen hiçbir ;eye bağımlı olmayan formlarına
ilke olarak görmüş; onu bütün her şey­ karşıt bir biçimde, Aristoteles'in formları
den ayn tutarak, her şey hakkında her yalnızca düşünüldüğünde gerçek "dii-
bilgiye ve sonsuz bir güce sahip olan en şünce nesneleri'' olurlar. Başk;ı bir de-
iyi ve en arı şey olarnk ıa~arlamışıır. A- yişle, düşünme giic:ü olarak 11011.f diişiin­
naksagoras'a göre 11011s diğer şeyleri har- meye başladığı andan itibaren kendi et-
manlayıp onları başka başka varlıklara a- kinliğiyle özdeş hale gelir; bir tür edimde
yıran, onların yönünü çizen, böylelikle bulunmuş olur. Yine, Platon'un nous an-
de evreni çekip çeviren ilkedir. layışının tersine, Aristoteles için no11s yal-
Platon'un diyaloglarında da no11s'un e- nızca "imgelem"in (!'pha11tatia) sağladığı
le alınışı, terimin önceki kavranılış bi- veri yardımıyla etkinliğini sürdürebilir.
çimlerinden oldukça etkilenmiştir. Phai- İmgelem de ruhun bize duyusal bilgiyi
don'da Sokrates, no11s'un evreni olabilecek sunan diğer bir yetisi olarak, yalnızca ku-
en iyi şekilde düzenlediği düşüncesini ramsal etkinlikte değil, aynca gündelik
ortaya atar. Yine Timaios'ta nous, *demio11r- yaşamın amaç gözeten eyleminde de ara-
.~o.r'un -Dünya Ruhıi'nun yaratıasının­ alık hizmeti görür. Aristoteles ayrıca
elinden çıkmış olan dünyanın ereksel o- Rııh OZ!rine (3. Kitap, 4 ve 5) adlı yapı­
luşu bağlamında ele alınır. Platon'a göre, tında no11s'u, 110111 pathetikos C'edilgin a-
insan ruhunda içkin olarak bulunan noul kıl') ve no11s poietikos ("etkin akıl') diye
nouthetesis 1048

ikiye ayınr. Bunlardan "edilgin akıl" zih- yüceltmiştir. Bu bağlamda us ile imge-
nin duyularla elde ettiğimiz verileri an- lem, düşünsel yetiler ile şiirsel güç ara-
lamlı hale getiren, bilgi yapan parçasına sındaki ayrımlar üzerine yaptığı çözüm-
karşılık gelirken; "etkin akıl" zihnin yal- lemeleri oldukça önemlidir. Novalis, bu
nızca tüm şeylerin kökeninde bulunan iki alanın birbirini tamamlayıa ilişkileri­
ilk ilkeleri, öncesiz sonrasız tözleri ya da nin öne çıkanlması ile felsefe ve şiirin
şeylere özünü veren formlan kavrayan birliğinde ısratcıdır. Diğer bir önemli yö-
parçasına denk düşer. Bu yüzden, "etkin nelimi ise insan ve doğa, nesne ve özne,
akıl" kimi yorumcular tarafından "ölüm- iç dünya ve dış düny-d arasındaki ilişkile­
süz" olarak nitelendirilmiş ve Aristote- _ re yaptığı vurgudur. Novalis, bu ikilikle-
les'in Devinmeyen Devindiricisi'yle (tıoe­ rin gerçekte olmadığını savlamış, bu iki-
iİI 11oueor. "düşüncenin düşüncesi") öz- liklerin birbirleri ile uygunluk içinde ol-
deşleştirilmiştir. Ancak Aristoteles insan duğunu, hatta bir ve aynı şey olduklannı
düşüncesinde tannsal bir yön olduğunu öne sürmüştür. Bir yandan her alanı in-
düşünmekle birlikte, onun doğrudan san zihninin bir eğretilemesi, simgesel
Devinmeyen Devindirici'nin bir ürünü imgesi olarak görürken öte yandan da
olduğunu öne sürmüş değildir. insan zihnini bu alanların eğretilemesi,
Plotinos'ta noulun kullanımı ise genel simgesel imgesi olarak tasarlamıştır.
hatlanyla Platoncu geleneği izler: no11• Genç yaşta ölen Novalis'in dizgeli bir bi-
"temel gerçekliği" içeren idealar dünya- çimde yazmak yerine çoğunlukla parça-
sının, akılla kavranan dünyanın, akılla lar biçiminde "bölük pörçük" dile getir-
kavranabilir varlıklar alanının ilkesidir. diği felsefece düşünceleri şiir, felsefe ve
Plotinos bu ilkeyi, her şeyin nihai (en- bilimi alegorik bir dünya yorumuyla bir-
son) ilkesi, sözle anlatılamayan Bir'den leştirdiği Bliitemta11b (Çiçek Tohumu,
doğan bir *tiiriim diye tarumlar. Aslında 1798) ve Glauben 11nJ Litbe (İnanç ve
Plotinos'un no11.r'u ele alışı, Platon'un Aşk, 1798) adlı yapıtlarında bulunabilir.
Formlanyla Aristoteles'in Devinmeyen Ayrıca bkz. romantizm.
Devindiricisi'nin çatışan yönlerini uyum-
lu hale getirme çabası olarak da düşü­ Nozick, Robert (1938) Anmrl?J, Sıaıe
nülebilir. and Uıopia (Anarşi, Devlet ve Ütopya,
1974) ile Philorophiı:al E:ı.:platıa/İotıi (Felse-
nouthetesis (Yun.) İlkçağ Yunan felse- fece Açıklamalar, 1981) adlı yapıtlarıyla
fesinde, özellikle de Aristoteles'te, "öğüt tanınan Amerikalı çağdaş felsefeci. Ro-
ya da salık verme" anlamında kullarulan bert Nozick günümüzde siyaset felsefe-
terim: "yol gösterme". sinin başyapıtlanndan sayılan A11arfi,
Deıılet ve Ütopya'da "doğal kişisel haklar"
Novalis (1772-1801) Felsefe ile şiir'in anlayışını geliştirerek devletin hareket a-
ayrılmazlığının altınıkoyultarak çizen, u- lanının sırurlandınl.ınasına ve belirlenme-
sun egemenliğini kırmaya çalışan roman- sine çalışmıştır. Verimli bir siyaset felse-
tizmin serpilmesine büyük katkılarda fesi çalışması olan bu yapıtında adil bir
bulunan, asıl adı Friedrich von Harden- durumun adil yollarla değiştirilmesi du-
bcrg olan Alman romantik filozof-ozan. rumunda ortaya çıkacak yeni durumun
Kendi dünya tasarunına ve felsefesine da adil bir durum olacağını savunmuş,
başlangıç noktası olarak Fichte'nin dü- Rawls'a Chaktanırlık olarak adalet" öğ­
şünmeye dayalı aşkıncı felsefesini seçen retisine) karşı bireysel hakların önceliğine
Novalis inanç, aşk, şiir ve din gibi dü- dayanan "yetkitarurlık olarak adalet" ku-
şünsel deneyim biçirnlerini kullanarak ve ramını (entitlement theory of fartice) ortaya
onlara eş, özerk varlık durumlan tasarla- koymuştur. Nozick, ideal devlet yöneti-
yarak Fichte'nin felsefece düşüncelerini minin serbest piyasaya dayalı ekonomiye
1049 Nyaya-Vaisesika.

benzemesi gerektiğini, yani kendiliğin­ !ar. Okulun adının da "ayn" demeye ge-
den oluşması gerektiğini ve devletin gö- len Sanskritçe visesa sözcüğünden geldiği
revinin de düzeni korumak ve kendili- sanılmaktadır. İki okulun birlikteliği, N-
ğinden oluşmayan kamusal hizmetleri yaya Okulu'nun bilgikuramıyla mantığını
sağlamakla sınırlı olması gerektiğini öne Vaisesika Okulu'nun varlık felsefesine
sürmüştür. Ona göre, kamu gönencini dayandırmasından kaynaklanır. Amaçlan
arttırmaya çalışmak ya da mülkiyet ile bakımından da temelde aynı şeyi isterler:
sermaye dağılımını yeniden düzenlemek "bireyin özgürlüğü". Vaisesika hem bir
devletin asli görevleri arasında sayılamaz. felsefe okulu olarak hem de *s11tr11 ola~ak
Nozick, devletin, yurttaşlarını başkaları­ Nyaya'dan daha eskidir.
na yardım etmeye ikna etmek amacıyla Nyaya Okulu'nun derli toplu ilk ki-
ya da insanların kendi yararlarına olan tabı, Gautama'nın aşağı yukarı M.Ö. III.
eylemlerini engellemek için zora dayalı yüzyılda yazmış olduğu Ny'!Ja-sııtra'dır.
aygıtlar kullanamayacağını söyleyedurur. Önemli diğer kitaplar, Ny'!J11-s11tra'ya a-
Nozick ahlaken temellendirilebilir tek çıklama olarak Vatsyayana'nın yazmış ol-
devlet olarak gördüğü "küçül devlet"in duğu Nyaya-bha.711 (M.S. ykl. IV. yüzyıl)
(mittimal f/ate) düşseverlerin ütopyacı ile Uddyotakara'nın yazdığı Nyqya-vartti-
arzularını en iyi dillendirip gerçekleştire­ ka'dır (M.S. Vl. yüzyıl).
bilecekleri devlet olduğunu öne sürer. Vaisesika Okulu'nun ilk kitabı ise
Bilgi.kuramı alanında daha çok *Get- Kanada'run yazmış olduğu V aisesik11-s11t-
tier Sorunu ile ilgilenen Nozick, ayrıca ra'dır. Vaisesika-s11trdya yazılıp günümü-
bilimsel düşünmeden epeyi ayn olan bir ze kalmış bir açıklama ya da bhasya yok-
düşünme yolu olarak felsefece düşünme­ tur. (Seylan Kralı Ravana'nın böyle bir
nin doğasıru nasıl kavradığını Thc Exn· açıklama yazdığı söylenirse de günümüze
mined Ufa (Sorgulanmış Yaşam, 1990) ad- böyle bir kitap kalmamıştır.) Bu yüzden
lı kitabında enine boyuna serirnlemiştir. Prasastapada'nın M.S. iV. yüzyılda yaz-
Ayrıca bkz. adalet mış olduğu Padartha-Jhaf71Ja-snmgraha adlı
kitabı Vaisesika-mtrdnın açıklaması ola-
nür (Ar.) Sözcük anlamı "ışık" olan mir, rak kabul edilir.
İslam felsefesinde Tanrı ile özdeş. olarak Yaklaşık olarak M.Ö. lll. yüzyılda
kullanılmıştır. Her şeyi bilen Tarın in- Gautama ile Kanada'yla başlatılan Nya-
sanlar için de her şeyi bu ışık aracılığıyla ya-Vaisesika Okulu, yine yaklaşık olarak
bilinir kılmaktadır. İslıimiyet'in birinci XIII. yüzyılda yaşamış olan Gangesa adlı
yüzyılından başlayarak Tanrı'nın töz ba- düşünürle sona erdirilir. Başlangıcından
kımından ışık olduğu, dolayısıyla bilginin M.S. 900 yılına kadar olan döneme "ilk
kaynağının da ışık olduğu kabul görmeye dönem", bu tarihten c.;.angesa'nın 1225
başlamıştır. Tasavvuf düşüncesinde de u- gibi yazdığı Tattvacilfta-mani adlı kitaba
laşılmak istenen işte bu nlir'dur. kadar olan döneme de "son dönem"
Nyaya-Vaisesika denir.
Nyaya-Vaisesika Temel olarak mantık­ Hint mantığının başlangıcında Nyaya
la uğraşan bir Hint felsefe okulu. Sans- ile Vaisesika gelenekleri vardır. N.J'!Ja-
kritçe "yöntem" demeye gelen ~a, beş mtrdda dile getirilen mantık, V aisesika-
öğesi olan bir tanıtlama yöntemidir. 111/rdda dile getirilen mantıktan daha ileri
"Mantık" diye de çevrilir. Nyaya Okulu bir evreyi temsil eder. Bunlar arasında
asıl olarak mantıkla, aynca da bilgikura- şöyle bir ayrım vardır: Vaisesika-s11tra çı­
mıyla ilgilenir. V aisesika Okulu ise temel karımsal süreçle, Ny'!Ya-s11tr11 ise tanıtla­
olarak fizik, metafizik, bir de varlık felse- mayla ilgilenir. Dolayısıyla Vaisesika ta-
fesiyle uğraş". Dünyanın ayrı, indirge- sım biçiminde dile getirilemez. Çıkarımı
nemez oluşturucularını sınıflayıp tanım- ömeklere başvurmak diye görmez; çıka-
nyn 1050

nmı doğrudan şeylerin gerçek ilişkilerine lüdür: Birinde örneklendirme suret ara-
dayandırır, gerçek ilişkileri çıkannun te- cılığıyla yapılır, diğerinde suret aracılığıy­
meli olarak alır. Nyaya ise gerçek ilişki­ la yapılmaz. Suret aracılığıyla örneklen-
leri çıkarımın temeli olarak almak yerine dirme, sürekli olarak prrıband11111la birlikte
örneğin işlevini vurgulayıp çıkarınu ben- olan "işaret"in görülmesidir. Örnekse,
zeyişe dönüştürür. "devinen şey bir töz olarak vardır -ok
Çıkarım, laingikam jn1111a111, yani "bir gibi". Suret aracılığıyla olmayan örnek-
işaretten ya da imden çıkan bilgi" diye lendirme, probatıd111ndan ayn olduğu yer-
tarumlanır. Gerçek ilişkilere dayalı bu çı­ de "işaret"in yokluğunun görülmesidir.
karım iki türlüdür: i) görülen şeyin imi Örnekse, "töz olmayan şey devinmez -
(deneyimi doğrudan olan); iı) görülme- varlık gibi".
yen şeyin imi (suretten deneyimlenen). Dördüncü adım, uygulama, örnekteki
Bu ikincisi, genellikle "surette görülen" özellikle birlikte görülen "işaret"in özne-
diye tanımlanır. Örnekse, bir ruhun, fi- sine yapılan yüklemedir. Örnekse, "rüz-
zik niteliklerin dayanağı olarak varlığının gar devinir". Bunun bir de olumsuz bi-
kanıtlanması savları bu çıkarım türünce çimi vardır: Özelliğin olmadığı yerde,
sağlanır. "işaret"in yokluğuna vardıktan sonra,
Bu iki tür çıkanın ayrımı, Vaisesika "rüzgar töz değilse devinmez de" denir.
kaynaklı olarak, başka mantık okulların­ Beşinci adım, sonuç, birinci adımda
da da görülür. Örneğin Sabara, Bhaşyll (önermede) söylenen, ama o anda kesin
adlı kitabında şöyle der: "Çıkanın iki tür- olmayan önermeyi tanıtlanrnış olarak ye-
lüdür: i) algıyla deneyimlenen ilişki; iı) su- ııiden söylemektir -"dolayısıyla rüzgar
retten deneyimlenen ilişki". Bunlardan töz olsa gerektir" gibi.
ilkine, yani deneyimi doğrudan olana Yukarıdaki '!}aya örneği şöyle sırala­
Hint mantık kitaplarında genellikle şöyle nabilir:
bir örnek verilir: İnekten başka bir hay- 0111111/Jı biçinı:
vanda gerdan olmadığı deneyiminden 1- Rüzgıir tözdür.
yola çıkıp, başka bir yerde, yalnızca bir 2- Çünkü devinir.
gerdan görüp o yaratığın inek olduğu çı­ 3- Devinen şey bir töz olarak vardır -ok
karılır. Bu çıkarımın özelliği, bir şeyden, gibi.
bütünüyle aynı olan başka bir şeye gi- 4- Rüzgar devinir.
dilmesidir. İkinci tiir çıkarımda ise dene- 5- Dolayısıyla rüzgar töz olsa gerektir.
yimi edinilen bir şeyden deneyimi edi- Oft11nı11z bifİIH: 3. ile 4. adımlar değişiktir.
nilmeyen başka bir şeye gidilir. 3- Töz olmayan şey devinmez -varlık gi-
Daha önce de belirtildiği gibi Nyaya bi.
mantığı beş parçalı bir uslamlama üze- 4- Rüzgar töz değilse devinmez de.
rine kuruludur. Bu beş parça sırasıyla Genellikle kullanılan bir başka örnek
şunlardır: 1) önerme (Jıratffeıa); 2) gerekçe de şudur:
(het11); 3) örnekle birlikte genel bir öner- 1-Tepede ateş var.
me (11daharana); 4) uygulama (11panaya); 5) 2- Çünkü dumanlı.
sonuç (nigama11a). 3- Dumanlı tüm nesnelerde ateş vardır -
Birinci adım, önerme, çelişki taşıma­ ocak gibi.
yan bir proband11111 bildirir -"rüzgıir töz- 4- Tepe dumarılı.
dür" gibi. 5- Dolayısıyla tepede ateş olsa gerektir.
İkinci adım, gerekçe, "işaret"in (orta
terimin) dile getirilişidir -"çünkü devi- nyn (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde, ö-
nir" gibi. zellikle de Aristoteles'te, "an" ya da
Üçüncü adım, örnekle birlikte genel "şimdiki an" anlamında kullanılan terim:
bir önerme, yani 'örneklendirme' iki tür- "şimdi".
Oo
Oakeshott, Michael (1901-1990) Tutu- UberaJ Learııinjte (Özgürlükçü Öğren­
cu bir çizgide yürüyen İngiliz siyaset fel- menin SesQ ise öğrenmeyi söylemlerin
sefecisi ve kuramcısı Oakcshott, Cam- ya da söylem dünyalanrun birbirleriyle i-
bridge Ü niversitcsi 'ndc tarih eğitimi al- letişimlerinin anla~ması olarak değer­
mış olmasına karşın McTaggart'ın felşe­ lendirmiştir. Oakeshott'a göre eğitimin
fesinden etkilenerek felsefeye yönelmiş, bu biçimde değerlendirilmemesi, her söy-
Almanya'nın önde gelen iki üniversitesi lemin birbirinden ayrı, kendi sınırlan
Marburg ile Tubingen'dc de bu ilgisini olan, kendi kendine yeten birer alan ola-
ilerletmiştir. 1933 yılında yayımlanan, Hc- rak ele alınmasına neden olacaktır -ki bu
gel geleneğinden dizgeli bir çalışma olan da deneyimin bir bütün olarak kavran-
Experietıa anJ its Motkt (Deneyim ve masını olanaksız kılacaktır. Oakeshott di-
Kiplen) adlı ilk önemli felsefe yapıtı, dö- ğer çalışmalannda -On ıhe H11111a11 Cotı·
nemin Britanya felsefesinin çözümleyici dua (İnsan Davranışı Üzerine, 1975) ile
felsefe eğilimli olması nedeniyle bütü- On History (rarih Üzerine, 1983)- tarih-
nüyle gözardı edilmiştir. Buna karşın bu sel ve gündelik deneyimin, özellikle de
yapıt daha sonraki yazılarında Montaig- dinsel, ahlaksal ve siyasal deneyimlerin
ne'nin kuşkuculuğu ile Hobbes ve Bur- koyutlaruu ele almıştır. Bu çalışmalann­
kc'nin· siyaset felsefelerinden derinden da bir söylem türii olarak tarih ile
etkilenerek geliştirdiği eğitim ve siyaset Hobbes'un ahlaksal ve siyasal öğretileri­
üzerine düşüncelerini anlamak için ufuk ne odaklanmıştır.
açıadır. Oakeshott'un temel çalışma ko-
nusu bağımsız söylem dünyalan olarak obiectum quo/obiectum quod (Lıt.)
değerlendirdiği insan deneyimleridir. Oıı.­ Ortaçağ felsefesinin skolastik bilgikura-
keshott'a göre insan deneyimi tutarlı ol- mında nesnenin kavramıyla nesnenin ken-
duğu sürece anlaşılabilir olan bir düşün­ disini ayırmak için kullanılan terim ikili.~i.
celer ile tasarımlar dünyasıdır. İlk başta Sözgclimi bir cimanın ne olduğunu bilen
ı:ırih, bilim ve gündelik deneyim olarak biri için elma ohiett11111 q11od iken, onun ci-
-.r:ılaclığı bu söylem diinyalarının arıısına ma kavr.ımı obie.111111 q11o'dur.
d:ıh·.ı mora e~tetik clenf'yimi ılf' eklemiş­ ()?.ellikle insan bilgisinin dolaylı, kllt-
tir. Felsefe ise deneyime dayanan bir söy- sal bilginin ise dolaysız olduğunu vur-
lem değildir, o daha çok bir bütün olarak gulamak için kullanılan bu ikili, insanın
deneyim ışığında bu söylemleri ve birbir- bilgi sahibi olması için kavramlara gerek-
leriyle olan ilişkilerini inceler. sinim duyduğunun, buna karşılık Tanrı'
Oakcshott Ralionalism in Po/i/içs (Siya- nın, zaten bildiği her şeyi o yarattığı için,
sette Usçuluk, 1962) ;ıdlı yapıtında siya- böyle bir gereksinimi olmadığının altını
setin ne sığınmak için bir limanın, ne çizer.
.!emir atmak için bir dibin, ne de bir
başlangıç ya da vanş nokt.asının bulun- obscıuwn per obscıuiua (.Lat.) Anla-
duğu uçsuz bucaksız bir denizdeki yol- şılmaz olanı açık kılmak adına yapılan
culuğumuzda bizi denizin üstünde tut- açıklamanın konuyu daha da anlaşılmaz
nı.ıyı amaçlayan bir "onarım sanatı" ol- kıldığıdurumlarda kullanılan Lıtince de-
duğunu söyler. 1989 yılında makalelerini yiş: "Zaten bulanık olan bir şeyi oldu-
bir amya ~ıirdiği son yap1t1 The Voit"t of ğundan daha bulanık hale getirmek".
Ockhamlı William 1052

Ockhamlı William (ykl. 1285/1287- Sonuç olarak Ockhamlı William'ın


1347/1349) En çok kendisine atfedilen felsefe dizgesi temelde yalnızca tikellerin
"nesneleri gerekmedikçe çoğaltmayınız" varolduklan, tümellerinse sözlü, yazılı ve
yollu varlıkbilgisel tutumluluk ilkesiyle zihinsel göstergelerden başka bir şey ol-
('Ockhamlı'nın usturası") tanınan İngi­ madıkları düşüncesi üzerine kuruludur.
liz kökenli Fransisken tannbilimci ve fi- Ona göre, somut bir varlığı bulunmayan
lozof. Bu varlıkbilgisel ilke, mantıksal o- metafizik kendiliklerin başka sözcüklere
larak zorunlu olmadıkça olması gere- göndermekten öte bir değerleri yoktur.
kenden daha fazla şeyin varlığını varsay- Ockhamlı tümeller konusunu Porphy-
mama düşüncesi üstüne kuruludur. Duns rios'un !tngogt adlı yapıtında ortaya koy-
Scotus ile birlikte Aquinas sonrası orta- duğu sorular ışığında ele almışnr: "Tür-
çağ felsefesinin iki büyük filozofundan ler ('keçi' gibi) ile cinsler ('hayvan' gibi)
biri olan Ockhamlı William, görülüp al-. zihnin dışında kendi başlarına var mı­
gılanması olanaklı olmayan "formlar", dırlar, yok mudurlar? Tümeller cisimsel
"özler", "tümeller'' gibi skolastik felsefe bir varlığa sahip midirler, değil midirler?
kategorilerinin varlığına duyulan inancı Yalnızca tikel varlıklarda mı yer alırlar,
kökünden sarsacak denli etkili bir varlık­ yoksa onlardan ayn varolurlar nu?'' Bu
bilgisi geliştirmiştir. William Ockham, noktada Ockhamlı, tümellerin kendi baş­
Ockhamlı Guillaume, Guilelmus de lanna bir gerçekliği olmasa da zihnin dı­
Ockham ya da Wilhelm von Ockharn şında onları örneklendiren tikellerde de
adlarıyla da bilinen Ockhamlı William, varolduklan yollu bir görüşü savunan
böylelikle yalnızca varlıkbilgisi ile tanrı­ Thomas Aquinas ile Duns Scotus gibi
bilim düzleminde değil, bütün düşünsel filozofların "ılımlı" gerçekçiliğini .büyük
alanlar için "adcılık"ın en olgun biçimini bir felsefi yanlış olarak niteleyerek bu
temellendirmiştir. türden gerçekçi görüşlerin mantıksal ola-
Felsefe yapıtlarında en çok, ortaçağ rak kendi içinde çelişkiye düşmeye yaz-
felsefesinin önemli tartışma konulann- gılı olduğunu savunur. Şöyle ki, bu tür-
dan tümeller sorunu üstünde duran Ock- den görüşlerin öne sürdüğü gibi, eğer
hamlı Wılliam, "gerçekçi" konuma kesin tümel doğa ile tikel şeyler gerçekten bir-
bir dille karşı çıkarak tümellerin bütü- birleriyle özdeş ıseler bunlardan biri için
nüyle usun ürettiği yapıntılar olduklarını, doğru olanın diğeri için de doğru olması
gerçek anlamda bir varlıkları bulunmadı­ gerekir ki bu da bizi aynı şeyin hem tü-
ğını, varolan her şeyin tikellerle sınırlı ol- mel ve tümel olmayan hem de tikel \'e
duğumı dile getirmiştir. Bu anlamda "ad- tikel olmayan olduğu gibi saçma bir so-
cılık" teriminin kullanımlarından biri doğ­ nuca götürür. Buna karşılık tümellik ve
rudan doğruya Ocklıamlı Williarn'dan et- tikellik gıbi karşılaştırılamaz yüklemlerin
kilenen birtakım XlV. yüzyıl geç dönem sırasıyla ortak doğaya ve tikel şeylere at-
skolastik düşünürlerince dillendirilmiş fedilmesi gerçekte bunların birbirlerin-
bir dizi tannbilim yönelimli felsefe dü- den ayrı olduklarını göstermek için ye-
şüncesine gönderme yapmaktadır. Tü- terlidir. Çünkü mantıksal olarak bir şey
meller konusunda Ockharnlı \Vılliam'ı için doğru olan diğeri için değilse bu iki
izleyen Jcan Buridan gibi ortaçağ adcıla­ şeyin birbirinden ayrı olması gerekir.
nnın birçoğu -bazı noktalarda onun ad- Mantığın dışında Ockharnlı tümeller
c.ılık anlayışından ayrılsalar da- tümelle- konusunu "Tanrı hakkında ne gibi bir
rin, zihnin birçok şeyi şöyle ya da böyle bilgimiz olabilir'' sorusuna bağlı olarak
kavrayabildiği kavramlar olmaları dışın­ tanrıbilimsel bir çerçeveden de düşün­
da, gerçekte bulunmadığını savunmuş; müş; bu bağlamda varlıkbilgisini tanrısal
varlıkbilgilerinde yalnızca tikel tözlerin "her şeye gücü yeterlik" ilkesıne dayan-
ve niteliklerin varlığını kabul etmişlerdir. dırmıştır. Buna göre tümellerin zihnin
1053 Ockhamlı William

dışında varolduldan düşüncesi Tann'nın hamlı kendinden önceki ortaçağ düşü­


her şeye gücü yeterliğini de sınırlamak­ nürlerinin "doğ'al tannbilim" ülkülerine
tadır: Eğer tümel bir "keçi" her bir keçi- son derece mesafeli yaklaşır. Ona göre
ıün ortak parçası olsaydı, Tann herhangi ussal tanıtlamalar tannbilimden bütü-
bir ıikel keçiyi bütünüyle yok edemez, nüyle dışlanmanuş olsalar da en remel
onun bir parçası olan tümel "keçi"yi yok varsayımlan yalnızca dini inanç temelin-
etmesi için tek tek bütün keçileri yok de kabul edilir. Aynca birtakım tannbi-
etmesi gerekirdi Oysa ki her şeye gücü limsel doğrular ile doğal aldın ileri sürdü-
yeterlik ilkesi uyarınca Tann'nın yapabi- ğü doğrular çelişebilirler. Sözgelimi Ock-
leceği şeyler alanı çeliş ki içermeyen bü- hamlı, Hıristiyanlığın "kutsal üçleme"
tün mantıksal olasılıkları içereceğinden öğretisinin bir felsefeci olarak kesinlikle
Tann'nın herhangi bir olumsal varlığı reddedeceği birbirinden ayrı ama birbi-
diğerlerinin varoluşunu koruyarak yok e- riyle ilişkili kendiliklerin etkin varlığını i-
debilmesi gerekir. Bu tannbilimscl us- çermesini bir tannbilimci olarak kabul e-
lamlama Ockhamlı'nın en temel felsefi der. Böyle durumlarda Ockhamlı daima
varsayımlarından biri olan ''varolan her aklın ve deneyimin doğruları karşısında
şey mantıksal olarnk diğerlerinden ba- dinsel inancın önceliğini vurgulamıştır. Bu
ğımsız olmalıdır" görüşüne de zemin ha- anlamda felsefe ile tannbilim onun dü-
zırlar. Bu görüş bir tür varlıkbilgisel a- şiincesinde ve yapıtında hiçbir zaman
tomculuğa karşılık gelir. Thomas Aquinas ya da Duns Scotus'ta
Ockhamlı William'ın ortaçağ felsefe- olduğu gibi içiçe girmemiştir.
sinde gerçekleştirdiği en önemli kırılma­ Ockhamlı'nın yaşachğı XIV. yüzyıl,
lardan biri de çağına damgasını vuran bir ''skolastik:" felsefeye adını veren üniver-
girişimle bilim ile tannbilimi birbirinden sitelerin P.apalığa karşı ağırlığını iyiden
ayırmasıdır. Ockhamlı "bilginin örgütlü iyiye hissettirmeye başladığı, siyasal yet-
yapılan" olarak gördüğü bilimleri ıikel kelerin de giderek: güçlenmesiyle bu üni-
bilenlerin zihıündeki "düşünsel alışkan­ versitelerde yetişen tannbilimcilerin siya-
lıklann ya da niteliklerin (habitNS) top- sal yapılanmalarda etkin olarak yer aldığı
lanu" olarak tanımlar. Birilerinin, sözge- bir dönemdir. Nitekim tannbilim eğiti­
limi, dilbilgisi gibi bir bilimin kesin bilgi- mini Oxford'da tamamlayan Ockhamlı
sine sahip olduklarını söylemek, Ock- da yaşamının son yirmi yılını kendisini
hamlı 'ya göre, onlann gerektiğinde dil- mahkum etmeye çalışan Papa X.XII. Jo-
bilgisinin genel önermelerini oluşturma­ hannes'ren ~çarak: sığındığı -Papa'nın
larını olanaklı kılan belirli düşünsel nite- daha önce aforoz etmiş olduğu- İmpa­
likleri zihinlerinin gerçek nitelikleri ola- m tor Bavyeralı iV. Lnd~ııig'in konıma~ı
rak içselleştirmiş olduldan anlamına ge- alunda Münih'te geçirmiştir. Yaşamının
lir. Bilimin nesnelerinin de tıpkı bilginin bu son döneminde impaıatorluğu Papa-
ya da inancın nesneleri gibi kendinde lığa karşı savunmak üzere siyaset felse-
şeyler olmayıp zihinsel önermelerden i- fesi alenın.a giren çeşitli polemikler yazan
baret olduğunu imleyen bu bilim anlayışı Ockhamlı'nın bu polemiklerindeki birin-
Ockhamlı'nın adcı felsefesiyle de uyum- cil amaa Papa XXII. Johannes'in Ki-
ludur. Ockhamlı bilimin kendiliğinden a- lise'yi sefalete sürükleyen hatalannı ve
çık genel önermeler ya da iyi oluşturul­ sapkınlıldanru açığa vurmak olsa da bu
muş deneye dayalı genellemelerden ta- me~leler üzerine düşünmek Ockhaınlı'
sımsal usyürütıne yoluyla zorunlu sonuç- nın uygun bir siyaset kuramının nasıl ol-
lara ulaşırken, daha çok inan ve vahiy ması gerektiği konusuyla da ilgilenme-
üzerine kurulu tannbilirnin doğal us yo- sine yol açmıştır. Ockhamlı bu yazıla­
luyla ortaya konan bölümünün çok sı­ nnda en temelde dünyevi iktidann ru-
nırlı olduğunu savunur. Bu yüzden Ock- hani iktidardan aynlması gerektiğini sa-
Ockhaınlı'nın usturası 1054

vurunuş; Kilise'nin dünyevi siyasetten ha111s parsimonitgesetfı Ortaçağın önde ge-


elini eteğini
çekmesi gereğini ısrarla vur- lert adcı filozoflarından Ockhamlı Wil-
gulamışur. İktidar Kilise'den değil halk- liam'a atfedilen, felsefede ve bilimlerde
tan kaynaklandığı için imparatorların se- düşünsel bakımdan izlenmesi önerilen
çimlerinin Papa tarafından onaylanma- tutumluluk ilkesi. Bu ilke, olguları en ya-
sına gerek olmadığı gibi Papa tarafından lın biçimde açıklayan savı yeğlememizi
da azledilemeyeceklerini ileri süren Ock- salık verir. Felsefede daha çok soyut nen-
haınlı'ya göre halkın rızası meşruiyetin lerin (kendiliklerin ya da şeylerin) varlığı­
özgün kaynağıdır. Mevcut siyasal düze- nın yetkiıi bir varlıkbilgisi için zorunlu
nin doğruluğu ise son çözümlemede iş­ olmadığını savunan adcı görüşün temel
levlerini ne denli yerine getirdiğiıie daya- ilkelerindendir. Bilindiği gibi adcılar so-
nır. Ockhamlı bu laik siyaset düşünce­ yut nenlerin varlığını ileri sürmeden de
siyle kendinden sonraki siyaset kuram- dünyayı anlayabileceğimizi ve anlatabile-
cılannı derinden etkilemiştir. ceğimizi; yani başarılı bilgikuramları ve
Sonuç olarak dini yetke ile siyasal varlıkbilgisi kuramları oluşturabileceği­
yetkenin etkiıi bir mücadele içinde ol- mizi savunurlar. Diğer yandan varlık bil-
dukları bir dönemde yaşayan Ockhaınlı gimizi gereği olmayan nenlerle şişirmek
Wılliam, tannbilim ve felsefe yapıtlarının Ockhamlı'nın tutumluluk ilkesine göre
yanı sıra polemiğe dönük birçok siyasal dünya hakkında bizi yanıltan kuramlar
yapıt da kaleme alrruşur. Bu bağlamda, ortaya atmamıza yol açmaktadır. Söz ko-
Luther'in theologims logic11s (tannbilimci nusu ilkenin bir usturadan söz açmasının
mantıkçı) olarak nitelediği Ockhamlı'nın nedeni, kuramlanrruzı gereği olmayan
önemli çalışmaları arasında o dönemler- nenlerden temizlemek için bu gereksiz
de tanrıbilim eğitiminde zorunlu ders nenleri düşüncemizden koparıp atmamız
kitabı olarak okut.ulan Petrus Lombar- gerektiğini eğretilemesindendir.
dus'•ın S ententiarum'u (Hükümler) ile A- En iyi anlaumını -her ne kadar bili-
ristoteles ve Porphyrios'un yapıtları üze- nen yapıtlarının hiçbirinde izine rastlan-
rine yazdığı yorumların yanı sını manuk masa da Ockhaınlı Wılliam'a atfedilen-
yapıtları Summa !ogicat (Mantık Tümya- "nenlerin sayısını zorunlu olmadıkça ço-
pıtı, 1322-1327) ve Eltmentari11111 lo!Jcae ğ.ıltmamak gerekir" (11011 sıınt 11111!tip!ica11da
(Mantığın Öğeleri, 1340-1347) ile siyaset e11tia praeler "ecwitatrmi) savsözünde bulan
yapıtları Dia!ogus (Diyalog, 1334-1347), Ockhamlı'run tutumluluk ilkesi, bir yan-
Breviloquium de potestate Papae (Papa'run dan "dilde varolanlar" ile "gerçeklikte va-
İktidarı Üzerine Kısa Bir Söylev, 1339- rolanlar'' arasındaki ayrımı elden bırak­
1340) ve De imperatorum et po11tijit11111 po- mamak gerektiğinin alunı koyult.arnk çi-
feslate (İmparatorların ve Papaların İkti­ zerken, öte yandan "her özd ada karşılık
darı Üzeriıie, 1346-1347) sayılabilir. Her gelen bir varlık ya da kendilik aranma-
ne kadar biliıien yapıtlarının hiçbirinde ması" gerektiğine vurgu yapmaktadır. Söz
izine rastlanmasa da Ockharnlı William'a konusu varlıkbilgisel tutumluluk ilkesi,
atfedilen "tutumluluk ilkesi" için bkz. yiizyıllar içinde gerek modem bilimin ge-
Ockhaınlı'nın usturası. Ayrıca bkz. ad- rekse felsefenin temel ilkelerinden biri
cılık; her şeye giicü yeterlik (tüm- olarak yerleşiklik kazanrruşur. Ayrıca bkz.
güç). Ockhaınlı William.

Ockhaınlı'nın usturası (Ockhaınlı' oikeiosis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-


nın tutumluluk ilkesi) ~ng. Ockham's sinde, özellikle de Epikurosçuluk ile Sto-
. ra!{pr/Ocleham'.r pri11ciple of parsimo'!J', Fr. acılığın ahlak felsefelerinde, birisinin
rasoir d'Oc/eham/pri11cipe de parrimonie d' kendi varlığını kabul etmesi, ona sahip
Ockham; Alnı. Ockhams rasiermesser/ Q,'k,. çıkması bağlamında kullanılan "kendini
1055 olan/olması gereken aynını

onaylama" ya da "özsevgi" anlamındaki dukça önemli bir felsefe tartışmasının a-


terim. Oikeioıilin karşıt anlamlısı, birisi- na konusunu oluşturuyor gibi görünseler
nin kendi varlığından uzaklaşması, ona de, içerdiği sorunlara bakıldığında "olgu-
yabancılaşması bağlamında kullarul•n ve sal ifadeler" ile her türden normatif (düz-
"öz-yabancılaşma" anlamına gele;-: d,;ıtri­ gükoyucu) "ahlaksal ifadeler" arasındaki
oliltir. ilişki çok daha genel bir tartışma konu-
sudur. Bu bağlamda, modern düşüncede
okhema (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe- yapılan olan/ olması gereken ayrımı, bü-
sinde, özellikle de Platon ile Platoncu tün bir ilkçağ ile ortaçağ felsefesi bo-
geleneğin son döneminde, insan ruhu ile yunca geçerli olan ahlak üstüne düşün­
ilişkilendirilen "yarı-fiziksel cisim"; gü- me geleneğinde derin bir kırılma yarat-
cünü gök cisimlerinden, yıldızlardan alan mış; buna bağlı olarak da "özgürlük",
insan bedeninin gizli tamamlayıcısı ya da "iyi-lik", "kötü-lük", "sorumluluk" gibi
kendini göstermeyen karşı (diğer) par- temel etik değerler karşısında etiğin ye-
çası. niden yapılandırılmasının önünü açmış­
tır. Nitekim geçmiş dönemlerde varlıkla
olan/olması gereken aynını (İng. il/ değer, bilgiyle ahlak arasında tam bir
oNght Jİllİ11&/İIJ11; Alın. ıei11/ sollt11 #'1tersthei- "örtüşme" olduğu varsayıldığından, olan
dN11g] Modern felsefenin bilgikuramı a- ile olması gereken ayrımı diye bir şeyin
ğırlıklı genel tutumunun doğal bir sonu- varlığından söz etmek olanaksızdır. Ne
cu olarak, şeylerin nasıl oldukları ile nasıl var ki modern felsefe çerçevesine dönlil-
olmaları gerektiği arasında yapılan, aynı düğünde, bu ayrım yapılmaksızın düşün­
zamanda olgu önermeleri ile değer ö- menin her iki alan için de gereksiz bir
nermeleri arasındaki ayrıma da temel teş­ kuı:gusal metafiziğin başgöstermesine o-
kil eden felsefe ayrımı. Özellikle modern lanak tanımak anlamına geleceği düşü­
felsefede ahlaksal alanı bilgi alanından nülmektedir. Yapılan aynının bir başlıa
kesin çizgilerle ayırmanın gereğini vur- önemli sonucu da kendisini doğrudan
gulayan, "olgu" ile "değer" dünyalarının, doğa ile inanç, doğ.ıbilim ile tanrıbilim
"olan" ile "olması gereken" kategorileri- arasındaki sınınn kesin çizgilerle çekil-
nin birbirlerinden bütünüyle başka, bir- mesinde göstermektedir. Nitekim olguya
birlerine indirgenemeyecek denli ölçüş­ değer yüklemenin ya da bilgiye inanç
türülemez olduklanıu savunan ahlik fel- katmanın insanlığa uzun yüzyıllar boş
sefesi görüşü. Bu ayrım, olgulara yönelik yere vakit kaybettirdiğine inanan mo-
yansız betimlemelerden yola çıkarak bir- dern fılozoflar, bilginin her durumda ya
ıakım ahllik~al yargı ya ela kanılara var- duyu verilerinin ya da usun bir ürünü
manın, yapılmış olgu gözlemlerinden bir- olması gerektiğini, dolayısıyla da ahlakın,
ınkım ahlik ilkeleri ya da kuralları çıkar­ metafiziğin, tannbilimin ya da olgular-
samaıun ilkece olanaksız olduğu düşün­ dan bağımsız doğaüstü bir başka alanın
c:esi üstüne yapılandırılmıştır. Sözgelimi, bilgiye temel oluşturamayacağını kesin
"A kişisi hiç yalan söylemiyor" yollu göz- bir dille ortaya koymuşlardır.
lemsel betimleme önermesin~ dayana- Olan/ olması gereken ayrımının çev-
mk, "Bütün insanlar her ne olursa olsun resini saran tartışmayı daha iyi kavraya-
yıılan söylememelidir" türünden, genel- bilmek için öncelikle yapılması gereken,
ı.,-cçer bir ahlak ilkesi bildiren bir öner- "Hume Yasası" ile bu yasanın altında ya-
meye varmak doğru bir uslamlama biçi- tan felsefi varsayımların açıklığa kavuş­
mi değildir. turulmasıdır. Hume Yasası olgusal ifa-
İlk bakışta "olan"ı dile getiren ifade- deler C'... dır") ile ahlaksal ifadeler (" ...ma-
ler ile "olması gereken"i ortaya koyan i- lıdır') arasında oldukça kullanışlı bir ay-
fadeler arasındaki ilişkiye dair sorular ol- nm yapıyor olsa da kuşkusuz "verilen
olan/olması gereken ayrınu 1056

sözü tutmak" örneğinde olduğu gibi ger- yapılması gerekmektedir'' önermesi, ola-
çekte pek çok ahlaksal ifadenin "tutul- ğan mantık b."Uralları aracılığıyla geçerli
malıdır" türünden bir "olması gerekirlik" biçimde çıkarsanabilirdir. Dolayısıyla o-
içerdiği önvarsayınuna dayanmaktadır. lan/ olması gereken ayrınunın başarılı bir
"Doğrudur", "iyidir" ya da "olmalıdır" şekilde tartışılması için ortada ahlaksal
gibi terimlerin ahlaksal bir kullanışları terim ve kavramları ahlaksal olmayan te-
olduğu kabul edilecek olursa, adına ah- rim ve kavramlarla birbirine bağlayan
laksal ifadeler denilen ifadeler, "doğru", analitik bir köprü ilkenin bulunması
"iyi" ya da "olmalı" gibi ahlaksal terimle- şarttır. Ahlaksal terim ve kavramların ah-
rin değerlemeye konu nesnelerin yükle- laksal olmayan türlü betimsel terim ve
mi olduğu ifadelerdir. Buna karşı ahlak- kavramlarla analitik olarak bağlantılan­
sal olmayan ifadelerse ahlaksal terimlerin dırılması ayrılığın ortadan kaldırılmasına
değerleme nesnelerinin yüklemi olma- hizmet edecek olsa da, bu türden analitik
dıkları bütün ifadeleri imler. Buna göre bağlantılar bulma yönündeki en ciddi
olgusal ifadeler, ahlaksal olmayan ifade- felsefi çabaların doğalcı etiğin uyarlama-
lerin, şeylerin, olayların, ilişki bağlamla­ larını temsil ettiği unutulmamalıdır. Do-
rının ya da buna benzer durumların var- ğalcı etik bu noktada, bilimsel araştırma­
lığını ortaya koyma ya da bunları "doğ­ nın temel ahlak terimleri ile kavramlarını
ru", "iyi" ya da "olmalı" terimlerind= çeşitli doğal özellikler ya da ilişkilerle
başka bir sözdağarcığı kullanarak be- betimleme; olmadı bunlara bir biçimde
timleme amaondaki uygun bir altdizisini göndermede bulunan terimler ya da kav-
temsil etmektedirler. Bu bağlamda Hu- ramlar aracılığıyla tanımlama girişimine
me Yasası'nın arkasındaki asıl düşünce, karşılık gelmektedir. Burada özellikle be-
bir "olması gereken" ifadesini bir dizi lirtilmesi gereken önemli bir nokta, Hu-
olgusal ifadeden geçerli bir biçimde çı­ me Yasası'nın, yani olan/ olması gereken
karsamanın olanaksız olduğu yönünde- ayrımının doğruluğunu tanıtlamanın, an-
dir; çünkü Hume'a göre burada, "böyle- cak değişik doğalcı etik yorumlarınca
clir" ya da "böyle değildir" türünden ifa- ortaya atılan savların çürütülmesiyle ola-
delerin kendilerinde içerilmey= yeni bir naklı olduğudur. Nitekim Humecu olan/
ilişki ya da doğrulama dile getirilmekte- olması gereken aynını temcll=dirmesi-
dir. Sözgelirni, "Hemen hemen bütün nin en güçlü savunulanndan biri, ahlak-
ins~nlar x türünden eylemlerin yapılma­ sal terim ve kavramları doğalcı terim ve
sını onaylar" biçimindeki olgusal öner- kavramları kullaı'larak tanımlama girişim­
meden "x türünden eylemlerin yapılması lerinin "*doğalcılık yanılgısı"na
mahküm
gerekir" biçimindeki ahlaksal yargı öner- olduğunu sa';'Unan G. E. Moore tarafın­
mesini geçerli bir biçimde Ç1karsayama- dan ileri sürülmüştür. Buna karşın John
yız. Searle, 1964 tarihli "How to derive
Hume Yasası'yla, buna bağlı olarak 'Ought' from 'Is"' C' 'Olması Gereken'
da olan/ olması gereken aynnuyla başa 'Olan'dan Nasıl Çıkarsanır?", Philosophi-
çıkmanın yollarından biri, olgusal ifade- ral &view, 73) adlı makalesinde, bir dizi
ler dizisi arasında ahlaksal terimleri ah- olgusal önermeden bir "olmalı" önerme-
laksal olmayan terimlerle birbirine bağla­ si çıkarsayarak olan/ olması gereken ayrı­
yan, dolayısıyla da olgusal önermelerden mına karşı çıkmıştır. Searle'ün çıkarınu­
geçerli ahlaksal sonuçların çıkarımına i- nın temel adımlan şunlardır: (i) Erk, U-
zin veren "ahlaksal köprü ilkeleri" deni- laş'a "Sana 5 milyar lira ödeyeceğime söz
len şeyi bu sürecin içine katmaktır. Buna veriyorum" der; (ıi) Erk, Ulaş'a 5 milyar
göre, "Hemen hemen bütün insanlar x lira ödeyeceğine söz vermiştir; (iii) Yani,
türünden eylemlerin yapılmasını onaylı­ Erk kendisini Ulaş'a 5 milyar lira ödeme
yorlarsa, demek ki bu türden eylemlerin yükümlülüğünün altına sokmuştur; (iv)
1057 olanaklı dünyaların en iyisi

Öyleyse, Erk'in Ulaş'a 5 milyar lira öde- lirme-, Alm. posribilinn111] Bilgikuraınında
mesi gerekir. Searle, felsefecilerin genel- yalnızca etkin ya da edimsel olanın değil,
de "Erk 183 cm uzunluğundadır" gibi olanak ya da gizilgüç halinde bulunanın,
yalınkat olgulann yanı sın evlilik, söz olması mümkün olanın ya da olumsal
verme ve özel mülkiyet gibi belirli ku- olanın da gerçekte varolduğunu kabul
rumları varsayan birtakım "kurumsal ol- eden öğreti. Bu öğreti ahlak felsefesinde
gular" da olduğunu fark edemedikleri yö- de insanın seçimlerinde olanaklı olanın
nünde önemli bir saptamada bulunmak- en iyisine yönelmesi gerektiği biçiminde
tadır. Bu kurumlar daima belli kural diz- anlaşılır.
geleri tarafından tarumlanmakta, söz ver- Ahlak felsefesinde etkinciliğin karşıtı
me kurumunun kurallannda olduğu gibi olan olanakçılığa göre seçim sırasında
bunlardan kimileri belli yükümlülükler yapılacak en doğru şey eyleyenin yapa-
ve sorumluluklar içermektedirler. Searle' bileceğinin en iyisini göz önüne alarak
ün çıkanını, söz vermenin ne olduğunu seçim yapmasıdır. Bu durum "söz ver-
tanımlayan kurucu kurallan göz önünde me"yi konu alan bir örnekle şu biçimde
bulundurarak, Erk'in ne yapması gerek- açıklanabilir: Birinci durumda kişi, söz
tiğine ilişkin çıkarımda bulunulmasına o- verme (.A) ya da söz vermeme (-.A) se-
lanak tanıyan kurumsal bir olguya (Erk çenekleriyle karşı karşıyadır. Kişi söz ve-
söz verdi) bağlı olarak işlemektedir. Ay- rirse önünde iki seçenek daha belirir -
nca bkz. olgu/ değer aynını. sözünü tutma (Aa); sözünü tutmama
(-.Aa). Bu durumda "söz verme" ve
olanak [İng. poııibility; Fr. poııibiliti; "sözünü tutma" (A"Aa) birinci en iyi;
Alm. miiglichleeit, Yun. efynamis; Lat. poıri­ "söz vermeme" (-.A) ikinci iyi; "söz ver-
bilitas, poıentia; es. t. im/ean] Belli koşullar me" ve "sözünü tutmama" (A/\-.Aa) ise
alunda gerçekleşebilecek olan ya da belli üçüncü iyi seçenek olarak gözükmekte-
varsayımlardan hareket ederek gerçekle- dir. İşte böyle bir durumda etkincilik,
şebileceği ileri sürülen şey; olmasa bile kesin olan en iyi seçeneği seçerek "söz
olması herhangi bir şey tarafından engel- vermeme"yi (-.A) önerirken; olanakçılık,
lenmeyen durum: "olabilirlik". Bir başka olanaklı olan en iyi seçeneği hedefleye-
tanıma göre ise olanaklı şeyler ya da du- rek "söz verme"yi (A) önerir. Aynca
rumlar, kavramları çelişki içermeyen şey­ bkz. etkincilik.
ler ya da durumlardır. Nitekim manukta
olanak, herhangi bir çelişkinin bulunma- olanaklı dünyaların en iyisi ~ng. best
dığı durumları imler. of ali poıriblt worldr,Fr. meiUe11r de /011s le.r
Olana)iın felsefedeki önemi zorun- monJer poıribles; Alm. beste al/er moglirhen
luluk ile olumsallık arasındaki karşıtlığın welten] Kıta usçuluğunun önde gelen ad-
açıklanmasında yararlanılan temel kiplik larından Leibniz'in tannbilimciler için
ulamlarından biri olmasından kaynak- yanıtlanması her zaman için bir sorun
lanmaktadır. Aristoteles olanağın zorun- oluşturan "Tanrı iyi ise dünyada neden
lulukla bağlantılı ele alınması gerektiğini kötülük var?" sorusuna; kötülük sorunu
ileri sürerek "Bütün insanlar ölümlüdür" diye bilinen, dünyada kötülüklerin va-
zorunlu önermesinin birşeyin özüne iliş­ rolrnasının her şeye gücü yeten ve ahla-
kin bir yargı iken, "Bazı insanlar uzun ken kusursuz Tanrı anlayışıyla nasıl bağ­
boyludur" olumsal önermesinin birşeyin daşabilir olduğu sorununa getirdiği çö-
iliniksel niteliğine ilişkin bir yargı oldu- züm: ''Tann olanaklı dünyaların içinden
ğunu belirtir. Aynca bkz. olanakçılık; en iyisini seçmiştir."
olumsal(lık); zorun(lu)luk. Usçu felsefenin yanında tannbilime
de önemli katkılarda bulunan Leibniz,
olanakçılık ~ng. po11ibilirm: Fr. posribi- Tann'run varlığını tanıtlayan uslamlama-
olasıcılık 1058

sında, varlıkları zorunlu olmayan olgula- ğunu, buna karşınolumsal bilgiye ulaşa­
nn bütününün varlığını olanaklı kılan bir bileceğimizi savunan "olasıcılık"ın ahlak
yeter-nedenin olması gerektiğini, bunun felsefesindeki karşılığı, kesinlik imkansız
da Tanrı dediğimiz, kendi varlığının ne- olsa da olasılık inanç ve eylemleri yö-
deni olan zorunlu bir varlık olduğunu netmek için yeterlidir yollu öğretidir.
koyutlar. Görüldüğü üzere, Leibniz Tan- Öte yandan günümüz ahlak felsefesinde
rı 'nın varlığını tanıtladığı bu uslamlama- olasılık kavranuru temele alarak bir ey-
sını felsefesinin de temel taşlarından bi- lemin doğruluğu belirlenirken, eylemin
rini oluşturan yeter-neden ilkesine da- fiili değil olası sonuçlarırun göz önüne
yandırmıştır. Yeter-neden ilkesi, gerçek- alınması gerektiğini savunan sonuççu
leşen her şeyin gerçekleşmesi için bir kuramlar da olasıcı olarak adlandırılmak­
yeter-nedenin bulunması gerektiğini, ya- tadır. Dogmacılık ile kuşkuculuk ara-
ni bir olgunun olduğu gibi olup da başka sında salınan olasıcılık, mutlak doğruya
türlü olmamasının bir nedeni olması ge- ulaşmamızın, yani mutlak gerçeği kav-
rektiğini bildirir. Leibniz'e göre, yeter- ramamızın olanaksız olduğunu, dolayı­
neden ilkesi Tanrı'nın içinde bulunduğu­ sıyla da kesin ve doğru bilgiden değil
muz dünyayı yaratmak için bir yeter-ne- doğru olma olasılığı daha fazla olan var-
dene sahip olması gerektiğini içerimle- sayımlardan söz edebileceğimizi savuna-
mektedir. Ancak Tanrı'nın her şeye gücü rak, daha fazla olası olan ile daha az olası
yeterliği ve ahlaki kusursuzluğu göz ö- olanı birbirinden ayırmakta kullanabile-
nüne alındığında bu nedenin seçilen dün- ceğimiz kuralları ve yöntemleri belirle-
yanın değerleriyle de bağlantılı olması meye çalışır.
gerekir ki bu da seçilen dünyanın ola- Öte yandan kimi yerlerde abartılı bir
naklı dünyaların en iyisi olmasını gerekti- nitelemeyle "olasıcılığın babası" olarak
rir. Nitekim Leibniz'e göre varolan hiç- gösterilen skolastik tanrıbilimci Bartolo-
bir şey yarauanın her şeye gücü yeterliği, meo Medina (1527-1580), bir görüşün
ahlaki kusursuzluğu ve tümiyiliğiyle tu- ahlaki bir ikilemin olası çözümü olarak
tarsız olamaz. kabul edilebilmesi için onu destekleyen
Yaşadığımız dünyanın olanaklı dün- görünür nedenlerin bulunmasının ya da
yaların en iyisi olduğu yollu anlayışın i- insanların çoğunun onu desteklemesinin
çerimlediği görüşler, ilkin Aydınlanma yeterli olduğu yollu tannbilimsel görüşü
düşünürü Voltaire tarafından, ardından reddederek, bir görüşün ancak önce bil-
da bu dünyanın "olanaklı dünyaların en ge kişiler tarafından ortaya konup yetkin
kötüsü" olduğunu savunan kötümser- nedenlerle desteklendikte, sonra da ye-
(ci)liğin babası Schopenhauer eliyle sıkı niden kanıtlanmaya ihtiyaç duyulmaksı­
bi~ eleştiri süzgecinden geçirilerek yer- zın olduğu gibi izlenebildikte bir olasılık
den yere vurulmuştur. Ayrıca bkz. Leib- olarak görülebileceğini öne sürer. Medi-
niz, G. W.; iyimser(ci)lik; kötümser- na'ya göre ahlaki ikilemlerin çözüme ka-
(ci)lik; her şeye gücü yeterlik; tüm- vuşturulmasında kullanılabilecek tek ge-
iyi(lik). çerli ölçüt budur.

olasıcılık [İng. probabilism; Fr. probabi- olasılık [İng. probability, Fr. probabiliıt;
lisme; Alnı. probabilismNr, es. t. ihtimôJi.ıye] Alın. probabilitiit, wahmhei11/ichkeit, Lat.
Çok genel bir deyişle, "olasılık" kavra- probabilitar, es. t. Jbfimfı4 En genel an-
mını öğretilerinin temeline yerleştiren lamda, "kesinlik"e karşıt olarak, görü-
akımların ya da kuramların tümüne bir- nüşe bakılırsa olması beklenenin, olması
den verilen ad. Bilgikuramında bilginin olanak dahilinde bulunanın durumu: bir
yalnızca olasılıklı bir değeri olabileceğini, şeyin gerçekle~ebilirlik ya da ohı bilirlik
kesin bilgiye ulaşmarun olanaksız oldu- derecesi. Felsefedeki genel kullanımıyla,
1059 olgu/değer ayrunı

"doğruluk"a aşama aşama yaklaşma bağ­ olgu/değer ayrımı ~ng. fntt/mlHe ıJi.r.
lanunda, belli bir yanılgı payı içerse de Jindion; Fr. distinctİlın entre le /ait et la vakıır,
"doğru" olarak sayılmak için yeterli ve Alm. latsadu-werı HnltmheiJuııg] Şeylerin
geçerli nedenleri banndıranın niteliği; gerçekte nasıl oldukları (olgular) ile nasıl
gerçekleşmesi zorunlu olmayan bir du- olmaları gerektiği (değerler) arasında, ilk
rumun belirme olanağının en üst aşa­ kez İngiliz deneyciliğinin en önemli fılo­
maya çıkması. Aynca bkz. olasıcılık; o- zoflarından Hume tarafından yapılan,
lumsal(lık); Carnap, Rudolf. ahlaksal zorunluluk bildiren savlann salt
olgu önermelerinin doğruluklarından hiç-
olgu [İng. f«t, Fr. fait, Alm. fakı, tatrache; bir biçimde geftrli olarak çıkarsanamaya­
Lat. fadNnr, es. t. ıwha] Düşünülmüş cakları düşüncesi üstüne kurulu, usa da-
olana karşıt olarak yapılınış olan, olmuş yalı her türden ahlak felsefesi girişimini
olan; duyulanınızla ulaştığımız verilerin olanaksızlaştıran felşefe ayrımL Olgu Ö·
ya da düşüncelerimizin dayandığı verili nermelerinin (olgusal ifadelerin) değer
gerçeklik; gerçek olan bir olay ya da ·ger- yargısı içeren ya da değer biçici önerme-
çekleşmiş olan olaylar dizisi. Genellikle lerden (değer yargılarından) farklı türden
olguların dünyada düşünce ve dilden ba- önermeler olduklarını, bu nedenle de ol-
ğımsız bir varoluşa sahip olduğu, nes- gu önermelerinden değer yargisı bildiren
neler \•e ilişkilerin bileşiminden oluşan önermelere hiçbir biçimde geçilemeyece-
içsel bir yapısı bulunduğu kabul edilir. ğini savunan ahlak felsefesi görüşü.
Gerek varoluşları gerekse doğası gü- Kimileyin "olgu/ değer ikiciliği" diye
nümüz felsefesinde de önemli ıaruşma de adlandırılan olgu/değer ayrımı gö-
konularından biri olmayı sürdüren olgu- rüşü, değer yargısı içeren önermelerin ol-
ların felsefede önemli bir kuramsal rolü gusal önermelerden mantıksal olarak ba:
bulunmaktadır. Felsefe açısından olgula- ğımsız olduklan belirlemesine dayana-
rın gözlemlenmesi olgusal önermeyi doğ­ rak, bütün olgular önümüzde verili ol-
rulamaya yarayan kuramsal bir sürecin salar dahi, bu durumun ahlaksal bakım­
olmazsa olmaz bileşenidir. Nitekim ol- dan nasıl değerlendirileceğinin yine de
gular doğru olgu önermelerinin (olgusal belirsiz kalmak durnmunda olduğunu i-
ifadelerin) göndefbresİdir. leri sürmektedir. Ayrım ilk kez Hume e-
Olgulara dayanan en bildik dizgeli liyle yapılmış olmakla birlikte, başta C.
felsefelerden biri her türden bilgi araş­ L. Stevenson ile R. M. Hare olmak üzere
tırmasının kayıtsız koşulsuz olgulara ya "bilişselci etik karşıtları"nın sonuna dek
da gerçeklere dayandırılması gerektiğini bu ayrımın •lrkasında durdukları görül-
savunan olguculuk ise bir diji:eri de Witt- mektedir. Bu düşünürlere göre insanlar,
genstcin'ın "önceki dönem"ini yansıtan belli olguların eldeki yalınkat betimleri
Tractatus Logim-Philosophims (1922) adlı ya- üstünde bütünüyle anlaşsa da, iş bunla-
pıtında geliştirdiği, olgula:rı mantıksal bir rın ahlaksal değergelerini belirlemeye ge-
uzamdaki yalın mantıksal yapılar diye ta- lince anlaşma yerini büyük bir anlaşmaz­
nımlayan "olgular felsefesi" dir. Wittgen- lığa bıraktığından, olgu betirnlerine karşı
stcin'ın Trat:tahls Logim-Philosophims'ta or- ne türden eylemlerle tepki verileceği nok-
taya koyduğu varolan dünya tasarımına tasında derin · ayrılıklar söz konusu ol-
göre, dünya birbirinden bağımsız sayısız maktadır.
olgudan, bu olguların her biri de yalın Olgular gerçek durumlan ya da olay-
nesnelerin birbirleriyle değişik kombinas- larıimler. Buna karşı değer ya doğruluk
yonlar yoluyla girdikleri ilişkilerden oluş­ gibi iyi olan bir şeyin taşıdığı niteliği ya
maktadır. Ayrıca bkz. olgu/değer ayrı­ da bir şeyin iyi olduğu yönünde taşınan
nu; olan/ olması gereken ayrımı; ol- inancı anlatmaktadır. Bu anlamda sözge-
guculuk. limi, "Yalan söylememek en önemsedi-
olgu doğrulan/us doğrulan 1060

ğim değerlerimden biridir" demek, "Ya- iki ayn kola ayrılmaktadır. Kollardan ilki,
lan söylememenin iyi olduğuna inanıyo­ "doğalcı etik", değerlerin doğal olgular
rum" demektir. İşte bu noktada, gerçek oldukları. bunun da doğa bilimleri araş­
olı,1\1 durumlan ile her iki anlamdaki de- tırmalarına açık olan olgularla özdeş ya
ğerler arasında bir ayama giden olgu/ da onlar tarafından oluşturulmuş olgular
değer aynını, ya da doğrudan bununla i- olduktan anlamına geldiği düşüncesinde­
lintili "olan/ olması gereken aynını" gibi dir. Buna karşı değerleri kendilerine öz-
kimi başka ayrımlar, XX. yüzyıl üstetik gü olgular olarak gören ikinci kol, "do-
tarnşmalannda kilit değerde bir önem ğalcı olmayan etik'', değerleri doğal ol-
taşımaktadırlar. Bu aynının son çözüm- gularla özdeşleştirmeye yönelik her türlü
lemede değerlemelere ilişkin olduğunu girişimin, yani değer biçici terimleri yine
düşünenler, değerlemelerin asla olguları değer biçici terimler kullanarak tanımla­
belirleme girişimleri olarak görülemeye- ma girişiminin "doğalcılık yanılgısı" ola-
ceklerini ileri sürmektedirler. Bu görüşe rak adlandırdıkları geçersiz bir uslamla-
yönelik en etkili tanıtlamayı sunan Hu- ma biçimi olmaktan öteye geçemeyece-
me, "olan"a yönelik olarak dile getirilmiş ğini ileri sürmektedir. Öte yaiıda, değer
önermelerden "olmalı" biçiminde }'argı biçici terimlerin değer biçici olmayan te-
bildiren kanıların mantıksal olarak türe- rimlerle tanımlanması gerektiği görüşü­
tilemcycceklerini kesin bir dille karutla- nü kabul eden, ama buna karşı değer bi-
mıştır. 1-lume'un tanıtlamasına göre, ge- çici terimlerin betimleyici anlamlannın
çerli bir uslamlamanın görünüşte yalnız­ olması gerektiği savını reddeden "duy-
ca olgulara göndermede bulunan bir bi- gucular" (örneğin, A. J. Ayer, C. L. Ste-
çimde yapılması gerektiği başarılı bir bi- venson) ile "kuralkoyucular" (örneğin,
çimde ileri sürülecekse, bunu yaparken R. M. Hare) değer biçici terimlerin dilde
kullandığınız önermelerden en az birinin belli özgüllükleri ı,röstermekten başka bir
üstü örtük de olsa bir "olmalı" yargısını rolleri olduğunu, değer biçici dilin birin-
kaçınılmaz olarak içermesi gerekmekte- cil rolünün betimlemek değil kural koy-
dir. mak olduğunu öne sürmektedirler. Duy-
Yine aynı bağlamda, nelerin olgusal guculuğa göre, X'in iyi olduğunu savla-
önerme nelerin olgusal olmayan önerme mak ya da X'e yönelik olumlayıcı bir
olarak sayılacakları noktasında, olgu/ de- tutum ortaya koymak, başkalarını da bu
ğer ayrımı görüşünden çok daha dar bir tutumu benimsemeleri için cesaretlen-
anla}ışı benimseyen uyarlama görüşler dirmek gibi bir işlevi yerine getirmekte-
büyük iincm taşımaktadır. Çi\zümleyici dir. Kuralkoyuculuk ise bu durumun zo-
ahlak felsefecileri. olguların aynı doğa bi- runlu hir doğnı olar.ık anlaşılma'! gC'-
limlerinde olduğu gibi, salt doğal betim- rektiğini savunmaktadır. Nitekim her iki
lemelerle sınırlandıktan düşünüldüğün­ görüşe göre de "yiğitlik" gibi belirli söz-
de, değer yargılarının olgu sunumu olarak cükler, olı,1\Jsal bir içeriğe sahip olabilir-
görülemcyeceklerini, dolayısıyla da "iyi" lerse de, bu içerik en azından km·ramsal
ya da "doğru" gibi sözcüklerin salt be- açıdan değerleme içeriğinden ayırt edile-
timlemeye indirgenemeyecek özel birta- bilirdir. Aynca bkz. olan/olması gere-
kım rolleri bulunduğunu öne sürmekte- ken aynını; doğalcılık yanılgısı.
dirler. Buna karşılık, "gerçekçi etik" ko-
numunun savunucuları, değerlerin bu olgu doğrulan/us doğrulan bkz. veri-
dünyanın bir parçıısı olduklarını, bu ne- tes de faitlvhites de raison.
denle de aynı olgu önermeleri gibi de-
ğerlemelerin de önü sonu birer olgu su- olguculuk (pozitivizm) !İng. positivism;
mımu olduklarını öne sürmektedirler. Fr. positivisme; Alm. positivismus; es. t. ispa·
Gerçekçi etik ı-,>lirüş kendi içinde aynca tiyyej Her türden bilgi araştırmasının ka-
1061 olguculuk taruımaal

yıtsız koşulsuz olgulara ya da gerçeklere olmadığıdır." Tıpkı Bacon gibi Comte


dayandırılması gerektiğini savunan; bilgi da dünyayı değiştirip dönüştürme yo-
edinme sürecinde yalıuzca olgular dün- lunda bilim ile felsefeye büyük işler düş­
yasını, onun temelini oluşturan deneye tüğünü savlamaktadır. Comte'a göre bi-
açık yasaları esas alan; kurgusal metafizi- lim bize doğruyu gösterir; cfağruyu gör-
ğin açıklamalanrun ilkece doğrulanıp sı­ mekse eylem için üstünden atlanamaya-
namaya açık olmadıklarından ötürü an- cak bir zorunluluktur. Öte yandan ona
lamsız olduklanru ileri süren; deneyle de- göre bilimden öngörü, öngörüdcnsc ey-
netlenemeyen sorulan sözde soru olarak lem doğmaktadır. Bu anlamda olguculu-
nitelendiren; yaruu sorunun kendisinde ğun bilim anlayışı ile felsefe anlayışı ara-
içerilmeyen sorulan gerçek soru olarak sında son derece yakın bir ilişki söz ko-
görmeyerek bütün metafizik sorulan dış­ nusudur. Hatta olgucu felsefe anlayışının
layan; verdiği kapsamlı gclcneksel felsefe doğrudan olgucu bilim anlayışından zo-
eleştirisi doğrultusunda felsefenin gele- runlu olarak çıktığı ya da onun doğal bir
ceğine yeni bir yön çizme amacıyla XIX. sonucu olduğu rahatlıkla söylenebilir. Ö-
yüzyılda filizlenip XX. yüzyılda iyice ye- zetle, Comtcçu olguculuk anlayışında bi-
şermiş felsefe anlayışL "Olgu" terimi üs- lime kayıtsız şartsız duyulan sarsılmaz
tüne kurulmasına karşın olguculuk anla- bir inanç söz konusudur. Aynca bkz.
yışında bu terim düşünürler arasında de- Comte,Auguste; manukçt olguculuk;
ğişik anlamlara gelmektedir. Ancak hep- bilim felsefesi; Viyana Çevresi.
sinin iizcıinde birleştiği temel bir konu
varsa o da doğa bilimlcrinin evren tasa- olguculukaonruı nng.pod-positİllİl11r,
nını ile araşunna yöntemlerine sıkı sıkıya Fr. pon-positivimtr, Alnı. postpositil!İmlllij
uymanın zorunluluğudur. Bu amaç doğ­ bkz. bilim felsefesL
rultusunda olguculuk, metafizik temel-
lere dayalı bilgi olanağırun bütünüyle bı­ olguculuk tanlfması nng. po.ritil!İ1111 Jis-
rakılarak, apriori doğruların varlığı sayıl­ pııtı;Fr. Jisamioıı positiwtı; Alm. pontivis'
ası üzerine bina edilen bilgi önermeleri- mııııhriij Olguculuğun yükseliş ivmesinin
nin bütün içeriklerinin "analitik önerme- inişe geçtiği 1960'larda, özcllilde Alman
ler''in içerikleriyle sınırlanması gerekti- felsefe ortamında baş gösteren, toplum
ğini savunmaktadır. bilimlerinin doğası, yöntemleri, amaçları
Olguculuğun kökleri çok eskilere, ve en önemlisi de doğa bilimleri önün-
Rönesans ile birlikte gelen bilimci bakış deki değcrgcsi sorunları bağlamında yü-
açısına, başta Galileo Galilci'nin bilimsel rütülen büyük yankılar uyandırmış fel-
görüşleri olmak üzett 8acon ile Oe!<car- !IC~ tartışması. Tartışmaya clüşünccleriy­
tes'ın felsefelerine uzanmaktadır. Olgu- le katkıda bulunmuş fclscfccilcrin en
culuk terimi bilginin doğasını açıklamak başta gelenleri arasında, bir yanda eleşti­
için sunduğu temel yakla~ nitelen- :rel usçuluk konumunun savunuculaıı Al-
dirmek amacıyla ilk kez Auguste Comtc bcrt ile Popper, öbür yanda Frankfurt
tarafından kullaruhnışur. Olguculuğun Okıılu'nun önde gclcn eleştirel lı:ıırama­
genci bakışaÇlSJDa gön:, insan zihni do- lan Adomo, Horkheiıncr ve Habcrmas
ğası gereği şeyleri saluk yapılar yoluyla adlan sayılabilir.
kavr-.ıma, şeylerin enson nedenlerini or- Tartışmanın taraftan bilimin nesnel-
taya koyma yetisi taşımamaktadır. Bu liği, bilimsel bilginin doğllsı, bilimin tek
yüzden önccliklc yapılması gereken, in- yetke olarak görülmesinin sakıncalan ü-
san zihninin izleyebildiği olgulararası iliş­ zerine sıcak bir düşünce alışverişine gir-
kilere dönmektir. Tam bu bağlamda mişlerdir. Bu bağlamda, özellikle "Frank-
Comte şöyle demektedir: "Saluk: tek bir furt Okıılu"ndan Adomo, Horkhcimcr
kural vardır, o da saluk diye bir şeyin ve Habcrmas bilimsd etkinliğin toplum-
olgusallık 1062

sal ve siyasal boyutları üzerine odaklana- luşan bir ardyöreye karşı verilen bir sa-
rak, çoğunluk bilimin göz ardı edilen vaşımdır. Başka bir anlatımla, olgusallık
yönlerine ilişkin etkili bir olgucu (poziti- Sartre'da "kendisi için-varlık"ın (etre po-
vist) bilim ideolojisi eleştirisi sunmuşlar­ 11r-soz) dünya ve kendi geçmişiyle, yani
dır. Toplum bilimlerinin ya da Alman bir anlamda "kendinde-varlık"la (etre m-
geleneğindeki adıyla tinbilimlerinin nes- soı) kurduğu zorunlu bağıntıdır. Heideg-
nelliği, öznel değerlerden bağımsızlığı, ger ise varoluşumuzu taııırrılayan kişisel
yöntembilgisi ve en önemlisi de siyasal çözümümüzü, bir kimlik ve bir değerler
ve toplumsal ödevleri, tartişmanın kavga dizgesi aracılığıyla, kendi seçimimiz ol-
derecesine varacak denli keskinleştiği mayan toplumsal olgusallığın içinde uy-
konuların başında gelmektedir. Tartışma, gulamaya koyduğumuzu ileri sürer. Ay-
olguculuğun yöntembilgisel dayatmala- nca bkz. Heidcgger, Martin; Sartre,
rına karşı, toplum bilimlerine doğa bi- Jean-Paul.
limleri ekseni doğrultusunda çizilen uf-
kun dışında toplum bilimlerinin yeniden olumlu/ olumsuz yararcılık ~ng. positi-
yapılandırılmasına yönelik bir arayışın ı~/ negatiııe 11tilitaria11ism] bkz. yararcılık.
başlamasına kaynaklık etmiş olması ba-
kımından son derece önemlidir. olumsalQık) [İng. mntinge11t, coııti11ge11ry;
Fr. contingmt, continge11re; Alm. ko11ti11gent,
olgusallık [İng. faai&iry, jaçfHali~; Fr. Jac- kontingenz, Yun. endekhome11os; Lat. co11ti11-
tiatf, Alm. f aktizjtii~ Düzanlamı bir olgu gens, contingentia] En genel anlamda, zo-
olmarun ayırdedici niteliği ya da koşulu runluluk ile olanaklı olmayanın karşıtı o-
olan terim, varoluşçu felsefede, özellikle larak, olması da olmaması da olanaklı o-
de Heidegger ile Sanre'da, insan yaşamı­ lan şeyin durumu. Başka türlü söylen-
run olumsal koşullanru, varoluşun insa- dik:te, gerek varlığa gelmede gerekse ey-
run özgür seçimine olumsal yönünü dile leme geçmede zorunlu olmama, değişi­
getirmek için kullarulır. min ve özgür istencin etkilerine açık ol-
Olgusallık Heidegger ile Sartre'ın in- ma durumu; değişime ve rastlantıya tabi
san varoluşunun kendisini içinde biıldu­ olan, rastlantıların insafına kalmış varlı­
ğu koşullar ya da karşı karşıya bırakıldığı ğın durumu ya da niteliği. Mantık diliyle
olgular tarafından belirlenip tarumlanan söylendikte, önermelerin zorunlu olarak
boyutuna verdikleri addır. Olgusallık, bir doğru ya da yanlış olmaması durumu;
yandan üzerinde hiçbir denetimimizin hem kendisi hem de değillemesi olanaklı
bulunmadığı olgusal ayrıntılan -doğum olan önermelerin niteliği.
tarihi ve yeri, ebeveynlerimizin kimler Bir şeyin olum~al olarak meydana
olduğu, yeteneklerimiz vb- içerirken bir geldiğini söylemek, onun meydana gel-
yandan da insan olmanın doğasını ve sı­ meyebileceğini de söylemektir; dünyayı
ııırWığıııı, Hddegger'in dramatik bir bi- olumsal olarak düşünmekse onun va-
çimde "Ölüm-için-Varlık" ("Ölüme doğ­ rolmayabileceğini de düşünmektir. Fel-
ru Varlık"/ Stin Zf'11t Tode) diye adlandır­ sefede, özellikle de mantıkta, ne zorunlu
dığı şeyi, yani bütün insanlann bir gün olarak doğru ne de zorurılu olarak yanlış
ölecekleri olgusunu içerir. Olgusallığın olan önermelere olumsal önermeler de-
Sartre ile Heidegger'd~ önemli bir yeri nir. Olumsal bir önerme doğru olabile-
vardır çünkü onlara göre olgusallık bü- ceği gibi yanlış da olabilir. Başka bir de-
tün eylemlerimizin zorunlu zeminini o- yişle, olumsal önermeler zorunlu değildir
luşturur. Sartre yalnızca durumlar içeri- ama olanaklıdır; o halde bunların karşıt­
sinde özgür olabileceğimizi söyler. Ey- ları da olanaklıdır. Zorunlu bilimsel ya-
lem özgürlüğümüz, koşullarımızı aşma salarla açıklanabilen dünyanın bilimsel
yeteneğimiz -aşkınlığımız- olgulardan o- olarak zorunlu olduğunu düşünen kimi
1063 oreksis

felsefeciler, bilimsel zorunluluk ile man- söz konusu zorunluluk bilgisinin "Tanrı'
tıksal zorunluluğun birbiriyle kanştınl­ nın bilgisi" anlamına geldiği çok açıkµr.
ması nedeniyle dünyanın olumsal gözük- Aynca bkz. endekhomenos, zorun(lu)-
tiiğünü savunmaktadırlar. Öte yandan luk; rastlantı.
mantıkçı deneycilerin, zorunlu doğrula­
rın mantıksal bakımdan analitik ve to- olumsuz(lamacı) tannbilim ~ng. 11ega-
tolojik (eşsözlü; genelemelı) olmaların­ fipe theolog, Fr. thiololfe negative; Alm 11eg11·
dan ötürü dünya hakkında yeni bilgiler tiv theololfe; es. t. menfi i/ahiya~ Sonlu ve
verip veremeyeceği konusunda kuşkulan sınırlı bir varlık olarak insanın, sonsuz ve
bulunmaktadır. Bütün bunlar, bize nere- yüce bir varlık olan Tann'yı yeterince
deyse tüm deneyim ve bilgimizin olum- kavramasının olanaksızlığıni vurgulayan;
sal türden olduğunu düşündürtebilir. Tanrı'nın ne olmadığı dışında Tanrı'yla
Tanrıbilimde ise olumsallık varolan ilgili söyleyebilecek pek fazla sözümüzün
herşeyin, bütün yaratılışın olumsal ya da olmadığının altını çizen tanrıbilim türü.
yaratıcının istencine bağlı olduğu düşün­ "Apophatik tanrıbilim" diye de geçen
cesine göndermede bulunur. Klasik or- olumsuz tanrıbilim, Tanrı'yı Tanrı yapan
taçağ tannbilim düşüncesine göre, dün- temel niteliklerin insanın anlama yetisini
yanın ya da doğanın varoluşu olumsal, aştığını; Tanrı üzerine bilgimizin, Tanrı'
yani Tanrı'nın istencine ve özüne bağlıy­ nın ne olduğuna değil de ne olmadığına
ken, Tann'nın varoluşu olumsal değil ilişkin düşünceler üzerine kurulabilece-
zorunludur. Nitekim ortaçağ felsefesinin ğini öne sürer. Aynca bkz. via negati-
en önemli düşünürlerinden Thomas A- va/ via affırmativa; din felsefesi.
quinas, Summa. Theololfae'da (fanrıbilim
Tümyapıtı, 1266-1273) Tanrı'nın varlığı­ oluş ~ng. becoming; Fr. devenir, Alm. wer-
nı tanıtlamak için öne sürdüğü beş sav- den; Yun. genesir, Lat .fteri-, es. t f'!)'nİn~
dan üçüncüsü olan olumsallık uslamla- İlkçağ Yunan felsefesinden, özellikle de
masında, dünyada varolan şeylerin olum- Herakleitos'tan bu yana, bir halden baş­
sal niteliğinin varoluşun farklı bir düze- ka bir hale, bir durumdan başka bir du-
yini, yani zorunlu bir varoluşa sahip olan ruma geçiş olarak değişme; değişmelerin
bir şeyi gerektirdiğini; çünkü ancak zo- sürekli bir biçimde ardarda gelerek ev-
runlu bir varlığın (fann'nın) başka şeyle­ rende tüm olan biteni olanaktan gerçek-
rin ya da olumsal varlıkların nedeni ola- liğe taşıması: "değişme olarak değişme".
bileceğini savunur. Ancak özellikle tek- Ayrıca bkz. genesiç, aktş öğretisi; He-
tanrılı dinlerin Tanrı anlayışlarına taban rakleitos.
tahana zıt bir bicimde dünyanın ya da
doğanın varoluşunun zorunlu olduğunu oneiros (Yun.) İlkçağ Yunan ti:lseti:sin-
savunan bir görüş de söz konusudur. de "düş" anlamında kullanılan terim.
Nitekim Tıınrı'yı Doğa ile özdeşleştire­ Düş'ü öznel bir "içe-yönelme" ya da
rek "tümtanrıcı" bir Tanrı tasarımını sa- "içe-dönüş" olarak ele alıp felsefeye so-
vunan Spinoza, töz olarak düşündüğü kan Herakleitos olmuştur. Ksenophanes
Tanrı ya da Doğa'nın, dolayısıyla evren- ise düşlerin gerçek doğasının tanrısal
de olan her şeyin hep mantıksal bir zo- esinli ya da kutsal olduğu şeklindeki gö-
runluluk uyarınca varolduğunu, bıina kar- rüşü tümüyle yadsıyıp uzun bir yol kat-
şı öteden beri filozofları uğraştıran felse- eden düş üzerine ussal bakışaçısını ye-
fedeki olumsallık kategorisinin özünde şertmiştir.
zorunluluk bilgisi eksikliğinden kaynak-
landığını savunmuştur. Spinoza'nın Tanrı ontoloji bkz. varlıkbilgisi.
ile Doğa arasında kurduğu bu özdeşlik
ilişkisi göz önünde bulundurulduğunda, oreksis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesin-
organik birlik 1064

de, özellikle de Aristotcles 'te, "iştah" ya Buna göre, bir bütünün özgül değeri
da "arzu" anlamında k:ullanılan terim. A- parçaların her birinin özgül değerlerinin
ristotcles'te "arzu edilen şey" (orrkto11), toplamına eşit olmak zorunda değildir.
ruhun ele geçirmeye hevesli olup peşini Öyle ki bir parçanın özgül değeri ile o
bını.kmadığı şeye karşılık gelir (P.ııh ÜZ!- parçanın varlığının bütünün özgül değe­
n'tte, 43 ta, 433a-b). Aristoteles'e göre, rine katkısı arasında oransal bir ilişki
ruhun özlemini çektiği onılt.Iiı, duyumsa- yoktur.
ma (aistbeiis) ve düşünmeyle (11oesis) bir- Organizmacılık toplumsal kurumlara
likte ruhtaki devinimin başlıca nedenidir. ve bir bütün olarak evrene de uygulan-
Aristoteles yer yer terimi, arzu anlamına mıştır -bunun en güzel örneğini Alfred
gelen diğer bir sözcük epitl!Jmia ile eşan­ North Whitehead'in felsefesinde bulabi-
lamlı olarak da kullanır. liriz. Organik benzetme yalnızca bütü-
nün parçalarının içsel ilişkiler tarafından
organik birlik ~ng. orga11ü uniry; Fr. uniti birleştirildiğini değil, bütünün ayırt edici
organique-, Alm. organisı:he einheiij bkz. or- bir yaşam döngüsüne ya da oı:ganizmala­
ganizmacıhk. nnınki gibi bir gelişme sürecine sahip ol-
duğunu içerimler.
organizma felsefesi ~ng. philosopl!J of
organism] Alfred North Whitehead'in or- organon (Yun.) [Lat. oıganumJ Sözcük
taya koyduğu biçimiyle "süreç felse- anlamı "alet" ya da "araç" olan bu terim,
fesi"ne verilen diğer ad. Whitehead'in aynı zamanda Aristoteles'in mantık üze-
kendisi de "doğa felsefesi"ni bu .başlıkla rine kaleme aldığı yapıtlarının bütününe
adlandırmayı yeğlemiştir. Aynca bkz. or- verilen addır.
ganizmacılık; süreç felsefesi; Wlıite­ Aslında Aristoteles'in mantık için
head, A. N. kullandığı ya da yeğlediği terim analytika
olmakla beraber, Organon adı onun ölü-
organizmacılık (örgencilik) ~ng. orga- münden sonra Peripatosçular, özellikle
nid..rm', Fr. organimme-, Alm. otganizjrmus] de Rodoslu Andronikos tarafından onun
Gerçekten oı:ganik olmasalar da şeyleri "mantık külliyatını" nitelemek için kon-
organik bir bütün olarak görüp buna muştur. Pcripatosçulann bu adla vurgu-
göre değerlendiren öğreti; bütün karma- lamak istedikleri, mantığın kendi başına
şık: bütünlerin, oluştukları organizmala- bir amaç ya da başlı başına bir bilim ol-
nn ayırt edici özelliği olan bir tür dizgeli madığı; yalnızca doğru akılyürütmenin,
birliğe sahip olduğu şeklindeki kuram. Bir tutarlı düşünmenin yöntemi ya da bilim-
organizma bir düzenek ya da kütleden sel araştırmanın ilkelerine, bilimsel bil-
parçalaruıın doğasının ve varoluşunun giye varmamızı sağlayan bir araç oldu-
bütündeki yerlerine bağımlı olmasıyla ay- ğudur.
rılır. Bir el yaşayan bir gövdeyle birleşik İngiliz deneyciliğinin öncüsü saytlan
ise bir eldir, başka türlü değişmeden Francis Bacon da kendi tümevarımcı
kalır. Görüldüğü üzere organizmacılık yönteminin Aristoteles'in tümdengelimci
parçaların yapıları ile parçalar arası iliş­ yöntemini aştığını vurgulamak üzere ya-
kilerin, ancak organik bir bütün olarak pıtına Noııum Otganum adını vermiştir.
değerlendirilebildiklerinde anlaşılabilece­ Aynı başlık, Johann Heinrich Lambert
ğini savunmaktadır. Bu bağlamda deni- tarafından en önemli felsefi çalışması i-
lebilir ki biitiitt parçaların tamamından, çin de kullanılmıştır (Neues Otganofl).
toplamından başka bir şeydir. G. E. Modem mantığın doğuşuna dek tüm
Moore, Prittcipia Ef/Jiça'da bütün ve par- bir felsefece düşünme dizgesini derinden
çaların özgül değerlerini gözönüne ala- etkileyen Aristoteles'in Organofl'u altı ki-
rak "oı:ganik birlik" ilkesini önermiştir. taptan oluşur:
1065 ortaçağ felsefesi

dileyebilir; hiç kimse kurtuluşu yadsıya­


cak denli altlıru ve özgürlüğünü yitirmiş
olamaz; cezalandırmadaki amacı eğitim
olan Tann zora başvurmaksızın cezalan-
dınr.
Origenes, Eski Yunan felsefesi ile
Hıristiyan öğretisini kutsal metinlerin
Aynca bkz. tasım. kurgul ve simgesel yorumlarıyla bağdaş­
tırmaya çalışmıştır. Hıristiyan inançları­
Origenes (ykl. 185-254) Erken Hıristi­ nın açıklanması ve savunulması amacıyla
yanlık döneminin önde gelen tannbilim- geliştirdiği yorumbilgisine göre kutsal
cisi ve Kitabı Mukaddes bilgini. İskende­ metinler üç biçimde okunabilirdi: Belli
riye Kilisesi'ne bağlı olan Origenes Mı­ bir kutsal metin, anlattığı mesellerle bir
sır'da doğmuş ve eğitimini tamamladık­ "tarihsel ileti", bir "ahlaksal ileti'' ve
tan sonra da İskenderiye münazara (ey- simgesel anlatımıyla da "tanrısal" bir ileti
tişme) okulunun başına geçmiştir. Pla- içermektedir. Kutsal metinlerde düz, ah-
tonculuktan etkilenen Origenes 'in Hek- laki ve simgesel üç anlam bulunduğun­
tapla, Peri Arkhon 01k İlkeler Üstüne), dan İnı:ifin her bir parçasında derin ve
Peri anaı/areoı (Diriliş Üstüne), SITrıfllllltİJ çeşitli anlamlar bulunabilir. Bunlar ara-
(Çeşitlemeler) ve ConJra Celmı (Kelsos'a sında daha önemli olansa simgesel an-
Karşı) başlıklarını taşıyan kitapları bu- lamdır; çünkü, çok az insan bu türden
lunmaktadır. Origenes'in en önemli ya- bir anlamın ayırdına varabilir, Bu yorum,
pıtı olarak görülen, İbranice metinleri İnı:i!in herkesçe anlaşılan ve bilinen bir
temel kabul eden Yahudi düşünürlerle anlamı olduğu gibi bir de yetkin ve yet-
tartışabilmek için sağlam bir temel oluş­ kili kişilerce anlaşılıp yoruılılanabilen bir
turmaya çalıştığı Htkrapld da altı İbranice başka anlamı olduğu düşüncesine dayan-
iki Yunanca Erki Ahit ile bunlar üzerine maktadır. Bu bakımdan Origcnes'in seç-
yorumlar bulunmaktadır. Peri Arkhon'da kinci bir düşünür olduğu da söylenebilir.
ise daha sonradan sapkın sayılan Oğul
ve Kutsal Ruh'un Baba'ya göre ikincil ortaçağ felsefesi ~ng. medievai phi!tuop-
olduğunu, ruhların önceden varoldu- ~; Fr. philıııophie Ju ml!Jtn agr, Alm. mittel-
ğunu ve ruhların dünyaya gelmeden gü- altırlidıe philoıopbU] M.S. 400'lü yı1lann
nahkar olduğunu savunan düşüncelerini ortalarından başlayıp M.S. 1400'lü yılla­
erken dönem Hıristiyan tannbiliminin nn ortalanna dek, yaklaşık 1000 yılı kap-
en dizgeli biçiminde dile getirmiştir. Ori- sayan bir dönem boyunca varlığını etkin
genes ConJra Celruı başlıklı yapıtında bir biçimde sürdürdüğü düşünülen, "İlk­
Yeni Platoncu felsefecilerin ve putatapar çağ Felsefesi"nden özellikle belli nokta-
düşünürlerin eleştirilerine karşı Hıristi­ larda kesin çizgilerle son derece açık bir
yanlık öğretisini savunmuştur. Origenes kopuşun yaşandığı felsefe tarihinin ikinci
bu çalışmasında felsefece düşünmenin ana felsefe dönemi. Büyük bölümü tan-
Hıristiyanlık düşüncesinde yeri olduğu­ nbilim ağırlıklı felsefe sorulanna yanıt
nu, Hıristiyan inancının yalnızca bilgisiz bulmak amacıyla gerçekleştirilmiş alabil-
yığınlann bir ~aplantısı olamayacağını sa- diğine değişik felsefe etkinliklerini, içer-
vunur. Origenes'in Tann'run iyiliğine ve dikleri belli ortaklıklar temelinde tek bir
yaratılanların özgür olduğuna dayanan çatı altında toplayarak derli toplu bir bi-
tanrıbilimi en temelde şu düşünceleri di- çimde anlatmak için kullanılan felsefe ta-
le getirir: Kurtuluş -Tann'nın kayrasıyla rihi terimi. Çoğunluk Augustinus ile baş­
gerçekleşen büyük bir eğitimdir; şeytan latılıp Giordano Bruno'nun yakılışı ola-
bile günahlarından dolayı bağışlanmayı yıyla sonlandırılan, tek bir sorun ya da
ortaçağ felsefesi 1066

konu altında toplanamayacak denli geniş Felsefi doğruluk ile tanrısal doğruluğun
bir çeşitliliğe konu birbirinden değişik ö- özdeşleştirilmeye çalışıldığı bütün bir or-
ğelerin hep bir arada durduğu kendi i- taçağ felsefesi boyunca, Yahudi olsun
çinde bütünlüklü özgül felsefe düzlemi Hıristiyan olsun Müslüman olsun bütün
ya da çerçevesi. Ortaçağ felsefesine coğ­ ortaçağ filozofları, felsefe ile din arasın­
rafi açıdan bakıldığında, özellikle döne- da geçmişten gelen anlaşmazlıkların gi-
min uygarlık merkezi İtalya başta olmak derilerek bu iki alanın kaynaştırılıp bü-
üzere, bütün bir Avrupa kıtası ile Batı tünleştirilmesine yönelik değişik felsefe
Asya, Mısır, Kuzey Afrika gibi Akde- arayışları içinde olmuşlardır. Nitekim bu
niz'in Latince konuşulan değişik bölgele- bağlamda ortaçağ felsefesinin en önemli
rinde yapılmış sayısız felsefe çalışmasıyla felsefe konumlarından Yeni Plat011cul11k
biçimlendiği görülmektedir. Hiç kuşku­ anlayışının, özellikle tannbilim yönelimli
suz bu öğeler arasında, değişik filozof- öğretilerin oluşturulmasında İlkçağ Fel-
larca ortaya konmuş düşünceler bir yan- sefesi ile Ortaçağ Felsefesi arasında köp-
da, çeşitli felsefe "dizgeleri'', "okulları", rü görevi görecek denli etkili bir ko-
"anlayışları" ya da "akımları"nca savu- numda olduğu görülmektedir. Ortaçağ
nulan öğretiler öbür yanda ortaçağ felse- felsefesinin kökleri Yeni Platonculuk ü-
fesirii.n düşünsel bakımdan ana iskeletini zerinden İlkçağ Yunan ve Roma felse-
oluşturmaktadırlar. Ortaçağ fılozoflarının felerine uzanıyor olmasına karşın, bu fel-
çok büyük bir bölümü dönemin üniver- sefenin tarırıbilimsel dogmaları kesinle-
sitelerinde hoca olarak ders verdiklerin- meye yönelik olarak sağlam felsefi te-
den tarih boyunca "okullu" anlamında meller sunmak gibi temel bir amaç üs-
Skolastik diye adlandırılmışlar, buna bağlı tüne kurulmuş olması, ister istemez İlk­
olarak ortaçağ felsefesi de yaygın bir bi- çağ Yunan Felsefesi'nin gerçek ruhunun
çimde Skolastik Felsefe ya da Skolastik Fel- ortaçağ tanrıbiliminin içinde çözündürü-
sefe Dii11e111i diye anılır olmuştur. lüp bozulması gibi olumsuz bir sonuç
Eski Yunan-Roma Uygarlığı'nın çö- doğurmuştur.
küşüyle birlikte, Batılı fılozofların dik- Ortaçağ Felsefesi, tanrıbilimsel yöne-
katleri, çok büyük ölçüde doğaya yönelik limli metafizik felsefeye çok fazla ağırlık
bilimsel İncelemeler ile insanın dünyada verilen bir felsefe dönemi olduğundan,
yaşarken mutluluğu elde etmesinin ko- Batı Felsefesi geleneği içinde çoğunluk
şullarının soruşturulduğu etik araştırma­ İlkçağ Felsefesi'nden sonra felsefenin
lardan, her bakımdan daha iyi olduğu girdiği bir "duraklama" ya da "geriye git-
varsayılan bir "öbür dünya tasarımı'' doğ­ me" çağı olarak görülmüştür. Bu olum-
rultusunda bir başka yaşamda tinsel suz bakış, genelde ortaçağ felsefesinin
kurtuluş olanağına çevrilmiştir. Nitekim daha özeldeyse ortaçağda yapılan değişik
M.S. III. yüzyılın sonlarına doğru Hıris­ felsefe etkinliklerinin günümüzde dahi
tiyanlığın Roma İmparatorluğu'nu bir son derece olumsuz niteleçler aracılığıyla
uçtan öbür uca bütünüyle kaplamasıyla düşünülüyor olmasına bakılarak daha iyi
birlikte "Matta", "Markos", "Lukas", görülebilir. :XX. yüzyılda öteki felsefe dö-
"Yuhanna" başlıklı kitaplarda temellen- nemlerinde karşılaşılmayan kendine öz-
dirilen İncil'e yönelik dinsel öğretiler ile gü inceliklerinin birer ikişer yeniden keş­
Kilise'nin üst düzey papazlarınca yapılan fedilmesine dek, ortaçağ felsefesi çok ge-
kutsal kitap yorumlan bir yanda, İlkçağ niş bir oranda "Karatılık Ortaçağ"ın ka-
Yunan ve Roma felsefelerinin pek çok ranlık felsefesi olarak değerlendirilmiştir.
kavram, yaklaşım ve anlayışları öbür Helenistik Felsefe'nin sonunda, yani M.
yanda, Ortaçağ Felsefesi'nin hemen bü- S. 427 yılında Batı Roma İmparatorlu­
tün dönemleri için geçerli olan yeni bir ğu'nun çökmesiyle birlikte, Avrupa Kül-
felsefe çerçevesi meydana getirmiştir. türü duraklamayı andıran bir ivmeyle son
1067 ortaçağ felsefesi

derece ağır aksak bir gelişme sürecine Ortaçağ felsefesinin bu olumsuz ge-
girmiştir. Nitekim bu dönem boyunca, nel havasına karşı, sayılan hiç de azımsa­
bir yanda belli bir sonuç vermekten uzak namayacak bir dizi filozof, dönemin ağır
tanrıbilimsel tartışmalardan, öbür yanda koşullarından sıyrılarak özgür düşünme
geleneksel Hırisıiyanlık öğretisinin kesin- etkinliğini sürdürdükleri gibi, en azından
lenmesi amacıyla sürekli yinelenen sığ belli konularda felsefeye önemli katkılar­
savunulardan ötürü dönemin düşünsel da bulunmayı da başarmışlardır. Bu açı­
enerjisinin yeterince iyi değerlendirile­ dan balaldığında, ortaçağ felsefesinin ge-
memiş olması, çoğulannın gözünde söz nel çerçevesinin büyük ölçüde birbirine
konusu dönemin "Karanlılı: Ortaçağ" di- bütünüyle karşıt ilci konum arasında ge-
ye anılmasına neden olmuştur. Karanlık çen düşünsel etkileşimlerle çizildiği söy-
geçtiği söylenen bu yüzyıllarda, Kilise' lenebilir. Bu karşıtlığın bir yanında tan-
nin denetiminde yürütülen çakşmalar ço- nbilimsel sonuçlan kesinlemeye yönelik
ğu durumda özgür felsefece düşünmeyi olarak temellendirilmiş "ortodoks görüş­
yüreklendirmek yerine, Hıristiyanlıktan ler" bulunurken, öbür yanda özgür felse-
sapılacağı çekincesiyle düşünceleri bütü- fece kurgularda dillendirilen "sapkın gö-
nüyle bastırarak etkisiz kılmaya yönel- rüşler" yer almaktadır. Bu iki karşıt ku-
miştir. Kilise'nin ağır baskısı altında, din tup arasında yürütülen sonu gelmez kes-
tarafından dikte edilen düşüncelerin dı­ kin tartışma, ortaçağ felsefc~inin bütünü
şına çıkılması yasaklanırken, yalnızca Ki- üstünde son derece önemli içerimleri
lise'nin sınırlarını önceden çizdiği bir a- bulunan en önemli felsefe düzlemlerin-
lan içinde kalarak düşünmeye izin veril- den birinin de oluşumuna kaynaklık et-
miş olması, felsefe bakınundan oldukça miştir.
verimsiz bir dönem geçirilmesi gibi bir Ortaçağ Felsefesi'nin hemen bütün
sonucu da beraberinde getirmiştir. Kuş­ fılozofları, İlkçağ Yunan Felsefesi'nin ta-
kusuz ortaçağ felsefesine yönelik bu son rihsel bakımdan izleyicileri olmaları ger-
derece olumsuz görüşün oluşumunda, çeği bir yana, pek çok bakımdan orıların
bu dönemde yapılan felsefenin bağlamı­ doğal felsefe mirasçılan oluşlanyla da
nın kendi iç dinamikleri ne denli önem- dikkat çekmektedirler. Bununla birlikte,
liyse, Rönesans ile başlayan modem fel- tarihsel koşullar gereği ilkçağ fılozofla­
sefede önü alınamaz bir yükselişe geçen nyla doğrudan ilişkiye geçme olanağı bu-
ımrı deneyci yan olgucu bilimsel bakış lamadıklarından, çoğu durumda düşün­
:ıçısırun egemenliği de bir o denli önem- sel öncülerinden ancak dolaylı yollardan
lidir. Nitekim çağın yükselen yeni değeri belli etkiler aldıkları görülmektedir. Öte-
olarak yarar~ı:z metafizik kurgnlardan bü- ki tarihsel ve toplumsal nedenler bir ya-
tünüyle anndınlmış felsefe olanağını ya- na bu durumun başlıca nedeni, yaklaşık
şama geçirmeye yönelik modem felsefe 1125 yılına gelene dek, ortaçağ felsefe-
ülküsü, onaçağ felsefesinde yapılmış dü- sinde yer alan fılozofların ilkçağ Yunan
şünsel çalışmalann hemen bütününü, ne felsefesi metinlerinin çok azının özgün
idüğü belirsiz sorunlara yönelik hiçbir biçimlerine ulaşabilmiş olmalarıdır. Da-
pratik getirisi ya da felsefece değeri ol- ha ilk bakışta, ilkçağ felsefesinin çok bü-
mayan yığınla gereksiz tartışma olarak yük ölçüde felsefe öğretilerinin egemen-
görerek bu bütünü bir kenara bırakma­ liğinde geçmiş bir felsefe bağlamı oluş­
nın doğruluğunu savunmaktadır.Daha a- turmasına karşı, ortaçağ felsefesi bağla­
çık bir deyişle, modem felsefede ortaya mında her durumda asıl belirleyici olanın
atılan a'dan z'ye bütün felsefe anlayışları, tannbilimsel öğretiler olduğu görülmek-
bütünüyle ortaçağın yerleşikleşmiş tann- tedir. Ortaçağın sonlanna doğru bilimler
bilimscl felsefe yapma biçimine karşı du- birer ilcişer felsefeden aynlarak kendi ö-
yulan deriıı tepkiden doğmuşlardır. zerk vıırlıklarını temellendirmeye başla-
ortaçağ felsefesi 1068

mış olsalar da, toplum bilimleri en azın­ maktadır. Bu anlamda Aristoteles'in me-
dan birkaç yüzyıl daha felsefenin sııurlan tafizik kurgusunda, cismani . ya da kimi
içinde kalarak varlıklarını bu biçimiyle cismani olmayan tözlerin madde ile
sürdürmeye devam etmişlerdir. Hiç kuş­ formdan oluştukları düşünüldüğü gibi,
kusuz bu durumun ana nedenlerinden kendi başınayken belli bir yapıdan bütü-
biri, insan eylemleri ile davranışlarına yö- nüyle yoksun olan maddenin, formun
nelik temel araştırma konularının her kendisine belli bir biçim kazandırması i-
durumda tannbilimsel araştınnalann ala- çin malzeme olmaktan öte aynca var-
nıyla yakın bir bağlantı içinde olmasıdır. lıkbilgiscl bir değer taşımadığı savunul-
Buna bağlı olarak onaçağ felsefesinin maktadır. Bir başka deyişle, form mad-
hemen bütününde toplum bilimleri Hı­ deye belli bir yapı ya da düzen kazandı­
ristiyan Kilisesi'nin güdümüne girmiş, rarak, maddeyi belli bir şey yaparak, o
görüşleriyle yerleşik Kilise anlayışına en şeyin o şey olarak varolmasına olanak ta-
aykırı sayılması gereken düşünürler dahi nımaktadır. Sözgelimi bu anlamda Sok-
onaçağın bu genel havasından ister is- rates'in ruhu, Sokrates'in bedeninin mad-
temez etkilenmişlerdir. Nitekim Hıristi­ desel varlığına kanlılık ve canlılık sağla­
yanlığın iV. yüzyılın başlarından itibaren yarak, Sokrates 'e belli bir insan teki ola-
Roma İmparatorluğu'nun tamamına ya- rak yapı kazandıran form'dur. Aynı bi-
yılmasıyla birlikte, yaklaşık 1000 yılı kap- çimde Sokrates'in boyu ya da gözünün
sayan uzun bir dönem boyunca felsefe rengi de birer form türüdür, ama bunlar
büyük ölçüde Kilise'nin gölgesinde var- varlıklarını maddeden değil de doğrudan
lığını sürdürmüştür. Yine hiç de şaşırtıcı doğruya tözün kendisinden almaktadır­
olmayan bir biçimde, ortaçağ felsefesi- lar. Bu bağlamda Aristoteles, ilinekleri
nin en büyük filozofları ya Kilise'dendir- varolmak için her durumda tözlere gerek
ler ya da Kilise'yle öyle ya da böyle açık duyan, varlıkları bütünüyle tözün varlı­
bir bağlantı içindedirler. ğıyla olanaklılık kazanan birtakım töz
Ortaçağ felsefesi için en belirleyici özellikleri olarak tanımlamaktadır. Aris-
gerçeklerden biri, Platoncu/11/e ile Yeni Pla- toteles tarafından tözler ile ilinekler me-
tontıt/11/e anlayışlarının, doğrudan İncil'de tafiziği bağlamında sunulan bu çözüm-
söylenenlerden hareketle türetilmiş bir- lemeye dayalı olarak, onaçağ felsefesinin
takım tannbilimsel ilkeler doğrultusunda çok büyük ölçüde cismani tözlerin temel
Hıristiyanlaştırılarak yeniden yapılandırıl­ bileşenleri "madde" ile "form"un ger-
mış olmasıdır. Bunun yanında ortaçağın çekliğin açıklanmasındaki en temel açık­
tannbilim yönelimli düşünürlerinin, man- lama ilkeleri olduğu varsayımından yola
tıksal açıklamalar yoluyla Hıristiyan öğ­ çıktığı görülmektedir. Tıpkı Aristoteles'in
retilerine ussal temeller kazandırmak a- ileri sürdüğü gibi, ortaçağ felsefesi için
macıyla, Aristottlesfilile geleneğinden de de bir şeyin oluştuğu maddesi (maddesel
geniş oranda yararlandıkları görülmekte- nedenı) ile formu (biçimsel nedenı) hem
dir. Nitekim bütün bir ortaçağ felsefesi- doğada olup bitenleri hem de insan ya-
nin altında yatan temel metafizik yapı, pıp etmelerini açıklamada kullanılacak
gerçekliğin en genci anlamda "tözler" ile temel metafizik ilkeleridir. Aristotelesçi
"ilinekler" olmak üzere iki ayn kategori- erekbilgiscl evren tasarımında, bu iki te-
ye bölünerek incelenebilir olduğunu sa- mel ilkeye ek olarak, ilki "etkin neden"
vunan Aristoteles metafiziği üstüne ku- ikincisi "ereksel neden" olmak üzere iki
ruludur. Tözler, varolmak için kendileri ayrı ilke daha bulunmaktadır. Aristoteles
dışında başka şeylerin varlığına gereksi- etkin nedeni her türden devinimi ya da
nim duymayan bağımsız varlıklar olduk- oluşu başlatan güç olarak tanımlarken,
larından, varlıkbilgisel bakımdan gerçek- buna karşı ereksel nedeniyse her türden
liğin en temel yapıtaşlan olarak tasarlan- etkinliğin, sürecin ya da oluşun yöneldiği
1069 ortaçağ felsefesi

enson amaç ya da sonu! iyi olarak tasar- ile tanımlamışlardır. Bu anlamda ortaçağ
lamaktadır. Ortaçağ felsefesi, çok büyük felsefesi, insanın doğası sorunu karşı­
ölçüde Aristotelesçi metafizik dünya a- sında bütünüyle ruh ile beden aynmını
çıklamasını benimsemiş olmakla birlikte, kesin çizgilerle olurlayan bir felsefe çer-
söz konusu açıklamanın özellikle dinsel çevesi olarak, "iyi-kötü", "beden-ruh",
öğretiler açısından tehlikeli bulunan ke- "us-usdışı" gibi kavramsal ikiliklerin açık
simlerine karşı çıkmayı, tannbilime yö- bir sorgulamadan geçirilmeksizin baştan
nelik kimi içerimleri ile sonuçlarını çü- varsayıldığı Platoncu felsefenin kavram-
rüterek açıkça olumsuzlamayı da kendi- sal örgüsüyle yapılanmıştır. Ortaçağ fel-
sine görev saymıştır. Sözgelimi bu nok- sefesinin bir başka dikkat çekici özelli-
tada, Tann, melekler, ruh gibi cismani ğiyse, gerek "İlkçağ Felsefesi"nin gerek-
olmayan tözlerin de aynı cismani tözler se "Modem Felsefe"nin tam tersine, en
gibi madde ile formun biraraya gelişiyle temel bilgikuramsal sorunlar üzerine da-
oluştukları düşüncesine şiddetle karşı çı­ hi neredeyse yok denecek kadar az dü-
lalarak, bunların hiçbir biçimde madde- şünülen bir felsefe dönemi olmasıdır.
sellik içermeyen salt formlar oldukları Nitekim ortaçağ felsefesinin çok geç
savunulmuştur. Yıne bu aynı bağlamda dönemlerine gelinene dek, ortaçağ fılo­
onaçağ felsefesinin bir başka önemli tar- zoflan kuşkuculuk okulunun temı:J sav-
tışma konusunu da, Sokrates'in düşün­ larını yanıtlamak türünden bir kaygı duy-
düğü gibi tözlerin yalnızca tek bir töz madıklan gibi, bilginin ya da doğrunun
formundan mı (Sokrates'in ussal tinı) o- zorunlu ve yeterli koşullannın neler ola-
luştuğu, yok.~a birden çok töz formunun bileceği üstüne düşünmeyi de pek ge-
(beden, devinme yetisi, isteme yetisi) bir- rekli görmemişlerdir. Her durumda belli
likteliğiyle mi oluştuğu sorusu oluştur­ türden bilgilerimiz olduğunu baştan var-
maktadır. Tözün tekliği ile çokluğu so- sayan onaçağ filozoflan, bu bilgilerin na-
runu çerçevesinde savunulan düşünceler sıl ve hangi koşullar altında elde edildi-
ne olursa olsun, ortaçağ felsefesinin ge- ğini, doğruluklannın hangi ölçütlerle sı­
nel metafizik anlayışı başından sonuna nanabilir olduğunu içeren bilgikuramsal
dek tözler ile ilinekler ayrımı temelinde sorunlan bütünüyle yok saymışlardır.
madde ile biçim kategorilerinin açıklığa Bunun yerine maddesı:J olmayan, bengi-
kavuşturulma.'l!na yönelik değişik arayış­ sel, değişmeden kalan tümı:Jler ile zorun-
larla belli bir yapı kazanmıştır. Nitekim lu doğruların bilgisine nasıl ulaşılacağı
ortaçağ fılozoflannın çok büyük bir bö- konusu felsefenin asıl sorusu olarak gö-
lümü, bu temel metafizik ayrımın sun- rüldüğünden, değişim ile oluşa konu
duğu olanaklann bütün öteki felsefe so- maddesel dünyanın gerçekleri ile tikel
runlarının çözümünde etkinlikle kullanı­ ne.~nelerin varlıklarına yönelik bilgi ola-
labilir olduğundan en ufak bir kuşku da- nağı bütün bütün fı:Jsefece araştırmanın
hi duymamışlardır. dışında bırakılmıştır. Tümellerin bilgisine
Ortaçağ felsefesine bir başka açıdan nasıl ulaşılacağı sorusu karşısında, orta-
bakıldığında, insan varlığının doğasının çağ felsefesinde genellikle iki ayn yakla-
yine form ile madde aynını üstüne bina şımdan ya birinin ya da ötekisinin sun-
edilen değişik metafizik görüşler doğrul­ duğu yoldan yürünerek değişik açıkla­
tusunda açıklandığı görülmektedir. İnsa­ malar sunulmuştur. Buna göre, bir kesim
nın düşünme yetisi taşıyan ussal tinini ortaçağ filozofu değişmeyen sonsuz var-
salt insana özgü bir yeti olarak kavrayan lıkların bilgisine ancak tanrısal ışığın yol
hemen bütün ortaçağ filozofları, insanın gösterdiği düşünsel bir açılım yoluyla
büLün olumlu ve iyi özelliklerini "form" ulaşılabileceğini düşünürken, geri kalan
ile özdeşleştirirken, buna karşı bütün kesimdeki filozoflar daha doğalcı bir
olumsuz ve kötü özelliklerini "madde" yaklaşımı benim.,eyerek, insanın bilişsel
ortaçağ felsefesi 1070

yetilerinde içerimlenen tümellcrin bilgi- le bir mutluluğun ise ancak ölümden


sinin bir biçimde duyu algılarıyla ilişki­ sonra Tanrı'da yeniden yaşam bularak
lendirilmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. elde edilebilir olduğunu ileri sürmüşler­
Açıkça görüleceği üzere, bu yaklaşımlar­ dir. Nitekim ortaçağ felsefesinin hemen
dan ilki çok büyük ölçüde Platoncu te- her aşamasında, böyle bir mutluluk ola-
meller üstüne kurulu bir yaklaşımken, nağı karşısında bu dünyada yapılması ge-
ikincisi Aristotelesçi genci bilgi edinim rekenler ile yapılmaması gerekenleri be-
izlencesinin temel varsayımlarını olurla- lirlemeye yönelik olarak geliştirilmiş ala-
yarak yürümekten yana bir yaklaşım ser- bildiğine değişik yaklaşımlar bulunmak-
gilemektedir. Öyle ki ortaçağ felsefesi, tadır. Yine bu bağlamda, Yunan felsefe-
yalnızca bu özel sorun bağlamında değil sinin adalet, cesaret, doğruluk gibi doğal
felsefenin bütün öteki sorunları karşı­ erdemlerine ek olarak, iman, umllt, yar-
sında da, Platonculuk ile Aristotelesçilik dımseverlik gibi değişik tannbilimsel er-
gelenekleri arasında geçen amansız tar- demlerin değerlerine yönelik ayrıntılı çö-
tışmanın en üst düzeyde canlı tutulduğu zümlemeler sunulmuştur. Ortaçağ felse-
bir felsefe düzlemi olarak değerlendirile­ fesinin etik tartışmalarında sıkça üstünde
bilir. durulan bir konu da, insanın sonsuz
Aynı biçimde etik alanında da ortaçağ mutluluk halinin Tanrı sevgisi gibi özün-
felsefesinin bütünüyle İlkçağ Yunan Fcl- de bir "duygulanım" durumu mu oldu-
sefesi'nin kavramsal çerçevesi ile sorun ğu, yoksa bir tür Tanrı görüşü ya da bil-
örgülerinden kurulu düşünceler üstüne gisi gibi bir "bilişsel" durum mu oldu-
bina edildiği görülmektedir. Eski Yumın ğunu belirlemeye yöneliktir. Bu temel
öğretilerinin kapsanılan ile içeriklerini sorun karşısında kimi ortaçağ tilozofları
her durumda Hıristiyanlıkla çelişki içer- birinci seçeneği benimseyerek erdemle-
meyecek bir biçimde yeniden yorum- rin daha çok duygusal yönlerini öne çı­
lama arayışındaki çoğu ortaçağ filozofu, karan yaklaşımlar sergilerken, buna karşı
özellikle Platon'un "nesnelci değer ku- ikinci seçeneğin doğruluğunu savunanlar
ramı" ile Aristoteles'in "mutQuluk)çu iyi bütünüyle bilgiye dayalı erdemleri gerçek
açıklaması" doğrultusunda, ahlaksal geli- erdemler olarak tanımlamışlardır. Bütün
şim sürecinde belli erdemlerin önemleri öteki tartışmalar bir yana kuşkusuz orta-
üzerine değişik vurgularda bulunmuşlar­ çağ felsefesinde etik alanda yürütülen en
dır. Ortaçağ filozofları bu noktada, Yu- önemli tartışma, eylemlerin doğrulukları
nan düşüncesinden devralınan "iyi" ile ile yanlışlıklarının ya da davranışların iyi-
"varlık" arasında birbirinden ayrılamaya­ likleri ile kötülüklerinin Tanrı'nın "İyi
cak denli içiçe geçmiş zorunlu bir bağ­ İstenci" ile ilişkisinin nasıl kurulacağı
lantı olduğuna yönelik temel düşünceye üzerinedir. Kimileyin "kötünün varlığı­
içtenlikle sonuna dek bağlı kalmışlardır. nın temellendirilmesi sorunu'' olarak da
Bu düşünceden yola koyularak değişik adlandırılan bu temel soruna karşı son
iyi metafizikleri temellendiren ortaçağ fi- derece değişik açıklamalar getirilmiş ol-
lozoflan, varlık çoğaldıkça iyiliğin de zo- makla birlikte, bunlardan en önemlisi,
runlu olarak çoğaldığını ileri sürerek, kö- doğası gereği hep iyilik isteyen Tanrı'run
tülüğü özünde şeylerin olumlu bir varlık­ dünyadaki kötülüklerin kaynağı olama-
bilgisel özelliği olmaktan çok bütünüyle yacağı, dünyada bize kötü görünen belli
varlık eksikliğiyle ilintili bir sorun olarak eylemlerin gerçekte kötü olmadıkları, bu
açıklama yoluna gitmişlerdir. Yaşamdan eylemlerin bize kötü olarak görünmesi-
sonra öte dünyada Tanrı ile birleşme ta- ninse Tanrısal planda taşıdığı gerçek an-
sarımına her bakımdan ayrı bir önem lamlarını göremiyor oluşumuzdan kay-
yükleyen ortaçağ filozofları, insanın va- nııklandığı yönündedir. Buna göre, yer-
roluş amacının mutluluk oldLJğunu, böy- yüzündeki kötülükler "kendinde kötü-
1071 ortaçağ felsefesi

lükler" olmayıp bütünüyle insan kavrayı­ kurmaya adamıştır. Bu bağlamda dinsel


şının eksikliğinden ötürü kötü olarak al- inanç ile felsefece düşünmenin özünde
gılanmaktadırlar. hiçbir bakımdan çelişmediğini tanıtlama­
XX. yüzyıl felsefesine gelinene dek ya çalışan Augustimıs, düşüncelerini ge-
felsefe tarihinin başka hiçbir döneminde liştirirken en iyi arılatıınını *mdo ut inte/li-
daha mantık ile dil felsefesi konulan üs- gia111 ("Anlayabileyim diye inanıyorum")
tünde ortaçağ felsefesinde olduğu kadar savsözünde bulan yöntembilgisine sıkı
yoğun bir biçimde durulmadığı açıklıkla sıkıya bağlı kalmıştır. Bu yöntembilgisel
söylenebilir. Kuşkusuz bu yoğun ilgiyi ilkeden açıklıkla görüleceği gibi, Augus-
açıklamanın en geçerli yolu, ortaçağ fel- tinus için genelde insan usu, daha özel-
sefesinde Aristoteles mantığının taşıdığı deyse felsefe yalnızca gerçek anlamda i-
büyük öneme odaklanmaktan geçmek- nanarılar için yararlıdır. İnançsızların dü-
tedir. XII. yüzyılın başlarına dek, ortaçağ şünceyle ya da felsefeyle sağlam bir kav-
düşünürleri Yunan felsefesine yönelik rayış edinmeleri olanaklı olmadığı gibi,
hemen bütün bilgilerini Aristoteles'in doğru bir yaşam için gereken olmazsa
mantık üzerine yazılmış belli başlı birkaç olmazları görmeleri de söz konusu de-
metnine borçlu olduklarından, ortaçağ ğildir. Augustinus'un geliştirdiği inanç
felsefesinin tartışma gündemini çok bü- yönelimli düşünce dizgesi, kendinden
yük ölçüde bu metirılerde ortaya konan sonra gelen ortaçağ fılozoflarının gö-
sorurılar ile görüşler oluşturmuştur. Bu zünde biricik yetke konumundaki temel
bağlamda özellikle Porphyrios 'un İsago­ Hıristiyanlı.k öğretisi olarak görülmüştür.
ge'si Boethius'tan sonraki ortaçağ felse- Augustinus'un yazılan, Yunanlı fılozof­
fesinin bütününde, başta tümeller soru- lann usa verdikleri büyük önemin dinsel
nu olmak üzere Aristoteles mantığının duygulanımlarla bütünleştirilmesine yö-
hemen bütün düşüncelerini arılamaya nelik değişik manastırlarda sürdürülen
yönelik ana kaynak olarak üniversitelerin yaygın Hıristiyan arayışlarının en iyi bi-
eğitim programlarında dahi baş köşedeki çimde görülebileceği kaynaklardır. Nite-
yerini almıştır. Özellikle Aristoteles'in kim çok büyük ölçüde Augustinus'un
I'opika (Başlıklar) ile Sofistlerin Yanlış Çı­ derin etkisiyle birlikte, Hıristiyanlık ege-
karım/arı Üstüne başlıklarını taşıyan iki menliği altındaki ortaçağ felsefesinin,
mantık içerikli yazısı, tannbilimsel dü- XIII. yüzyılda Aristoteles'in oldukça et-
şünme bağlamında felsefe uslamlamala- kili bir güç olarak yeniden keşfiyle bir-
nnın en iyi nasıl kullanılacaklarını gÇır­ likte canlanmasına dek, Platoncu bir fel-
mek açısından ortaçağ felsefesindeki fi- sefe çizgisinden yürüdüğü görülmekte-
lo~ofla ra ufuk açıçı birtakım olanaklar dir. Aynı Yeni Platoncular gibi, tinin ya
sunmuştur. da ruhun her bakımdan bedenden çok
Kimileyin Hippolu Augustinus diye daha yüksek bir varoluş düzeyi olduğunu
de anılan Augustinus, kuşkusuz ortaçağ savunan Augustinus, gerçek bilginin be-
felsefesinin sözcüğün gerçek arılamıyla den kaynaklı her türden duygulanım ile
ilk büyük fılozofııdur. Köken olar.ı.k Ku- yine duyular üstüne kurulu imgelerden
zey Afrikalı bir retorikçi olan Augusti- bütünüyle arındırılmış Platoncu idealar
nus, çoğularının gözünde kutlu bir insan ile hemhal olunmasıyla ulaşılabilir oldu-
olarak görülen dönemin büyük kilise pa- ğunu ileri sürmektedir. Bu bağlamda Au-
pazlarından Ambrosius'un etkisiyle, Ma- gustinus, Platoncu felsefeyi dünyayı ya-
ııia'fik arılayışını başarıyla Hıristiyanlığa ratıp yazgısını önceden belirleyen Hı­
uyarlamışur. Augustinus hemen bütün ristiyan arılayışındaki Tanrı tasarımıyla
düşünsel yaşamını, Hıristiyan ortodoks bütürıleştirerek, insanlığın çürüyüp çö-
kilisesinin ana öğretilerini Yeni Platoncu züşcrek toptan yok olmasını İsa'nın ye-
öğelerle destekleyen bir felsefe dizgesi niden dirilmesi için yaşanması zorunlu
ortaçağ felsefesi 1072

bir süreç olarak nitelendirmektedir. Tan- filozofu Boethius, Eski Yunan ile Roma
nbilim ağırlıklı bu düşüncelere ek olarak Felsefeleri'ne yüzyıllar içinde aşama aşa­
Augustinus, metafiziğin üç ana sorunun>ı ma giderek azalan ilgiyi yeniden uyan-
yönelik olarak ussal çözümler önermiş­ dırmaya, özellikle de Aristoteles'in man-
tir. Bunlar sırasıyla "'özgür istenç' ile tığı ile metafiziğini yeniden canlandırma­
'önceden belirlenmişlik' aı?.~ındaki ayrım ya yönelik çalışmalarıyla dikkat çekmek-
sorunu", "Tann'nın saltık iyiliği karşı­ tedir. Filozof olmasının yanısıra hem et-
sında dünyadaki kötülüklerin varlığı so- kili bir deviet adamı hem de önemli bir
runu", üç ayrı kişi doğasının birleşimiyle bilgin olan Boethius, pek çok felsefe ta-
tek bir doğada oluşumu anlatan "Hıristi­ rihçisine göre Augustinus'un ölümünün
yanlığın Üçleme Ôğretisı'nde Tann'nın var- üstünden geçen üç yüzyıl boyunca Batı
lığının tarutlanniası sorunu"dur. Bütün Felsefesi'nin kayda değer bir katkıda bu-
bu sorunlara karşı Augustinus'un öner- lunabilmeyi başarmış tek düşünürüdür.
diği çözümlerin kaynağında, her bakım­ Boethius'un büyük ölçüde Yeni Platon-
dan yetkin, bütün herşeyi yapma yetisi cu öğeler üstüne kurulu De ronsolalione
taşıyan Tann'run iyi istencinin insanın philosophiae (Felsefenin Avuntusu Üstü-
anlama yetisini bütünüyle aşan evrensel ne) adlı başyapıtı, Tanrı sevgisiyle bilge-
bir kavrayışı olduğu saptaması bulun- liğin peşinde koşmayı mutluluğun gerçek
maktadır. Augustinus yaimzca bu konu- kaynağı olarak betimlemektedir. Felsefe-
larla yetinmeyerek, toplum yaşamına iliş­ sinin hemen her bölümünde, iyi yaşam
kin olarak da son derece değerli düşün­ yolunda yerine geciıilınesi gereken etik
celer ortaya koymuşrur. Bu bağlamda ta- ilkeler ile düşünsel yasalara ayrı bir önem
rihi, bir yanda "Tanrı Kenti'nin kuralları veren Boethius, ussal söyleme etik bağ­
ile azizler topluluğunun öngörülerine iç- laruırun başanlı bir yaşam geçirmenin
tenlikle bağlılıkta dile gelen insanlığın baş koşulu olduğunu ileri sürmektedir.
iyiliği, öbür yanda "dünyevi kent"in Boethius'un, iyi yaşam yolunda insanın
maddi değerlerine tutsak düşen insanlı­ yürüyüşüne engel çıkaran hastalık dere-
ğın kötülüğü olmak üzere, iyi ile kötü cesine varan kişisel bozuklukları ayrıntılı
arasında geçen amansız bir savaş olarak bir incelemeye tutmasına karşın, söz ko-
tanımlayan Augustinus, ölümden sonra nusu hastalıkların nasıl iyileştirileceği
öte dünyada yeniden dirilene dek yaşam bağlaırunda açık seçik bir reçete öner-
dünyasında mutluluğun olanaksız olduğu mekten özellikle kaçındığı gözlenmekte-
düşüncesinden hareketle insan yaşamına dir.
yönelik olarak alabildiğine kötümser bir IX. yüzyıla gelindiğinde, İrlandalı ke-
yaklaşım sergilemiştir. Nitekim Augusci- şiş, tanrıbilimci, çevimıen ve filozof Jo-
nus 'un Hıristiyan tanrıbilimine yaptığı en hannes Scotus Eriugena'nın Hıristiyan İ·
önemli katkılardan biri, insanın kötülüğe nana ile Yeni Platonculuğu kaynaştır­
ne denli açık olduğunu göstermek için mayı amaçlayan düşünceleriyle ve ken-
sunduğu ruhbilimsel çözümlemelerde dinden önceki çeşitli düşünürlerin yapıt­
yatmaktadır. İnsanın doğası gereği gü- larına getirdiği son derece özgün yorum-
nahkar olduğunu, bu durumdan da asla larla ortaçağ felsefesinin kendinden son-
kaçınamayacağını düşünen Auguscinus, raki gelişimine açıkça damgasını vurduğu
bu temel gerçek karşısında inanç, ümit, söylenebilir. Özellikle başyapıu olarak
yakarma, itiraf gibi belli başlı "dinsel er- gösterilen De divisione nat11rae (Doğanın
dem!Lr'' ~dinilmeden, cesaret, adalet, bil- Bölümlenme;i Üzerine) adlı kitapta, E-
gelik, kişilik sağlamlığı gibi "doğal er- riugena'nın gt rek diyalektik felsefeyi ge-
demler"e ulaşmanın baştan olanaksız ol- rekse kendinden önceki tanrıbilimcilerin
duğu sonucuna varmıştır. düşüncelerini oldukça yakından tanıdığı
Ortaçağ felsefesinin bir başka önemli açıklıkla görülmektedir. Genel olarak ba-
1073 ortaçağ felsefesi

kıldığında Eriugena'nın felsefesinin kal- de S!ı18/aıli/e Fıltefr diye anılan, lı:iınilcyin


kış noktasını, Yeni Platoncu aydınlanış bir bütün olarak ortaçağ felsefesiyle öz-
öğretisi ile Hıristiyanlığın yaratma anla- deşleştirilecek denli önemli bir felsefe
yışı arasında bir uzlaşıma gitme arayışı­ çerçevesinin temcilerinin aulmasını do-
nın oluşturduğu söylenebilir. Türntanncı ğurmuştur. Skolastik düşüncenin geneli-
teıncllcrdcn haıckcde kimi noktıılarda ol- ne bakıldığında, yeni olgulamı ya da il-
dukça sapkın olarak nitelenebilecek yeni kdcrin araşunlarak ortaya konulmasın­
bir Hıristiyanlık yorumu sunan Eriugcııa, dan çok, varolan yerleşik dinsel inançla-
Hııistiyan inanışındaki kutsal üçleme öğ­ nn kanıdanarak daha da pckiştirilıncye
retisini Bir, Lo§Jı ve Yeni Platonculuğun çalışılmasının temd amaç olduğu görül-
Dİİl!Jtl Tini tasarıınlanyla özdeşleştirmek­ mektedir. Dinsel doğrulann tanıtlanma­
tedir. Özcllilde kutsal üçlemeye yönelik sında ya da kanıtlanmasında skolastik fi-
olarak getirdiği bu açıklaması nedeniyle, lozoflar daha çok diyalektik, gidimli, us-
kilise tarafından uzun süre hapis cezası­ lamlamalı düşünme yöntemine başvur­
na çupunlan Eriugcna, upkı Augustinus muşlardır. Nikctim bu düşünce yönte-
gibi hem inancın hem de usun Tann ile minin zorunlu bir sonucu olarak mantık
esrik bir bütünleşmeye ulaşmak için aynı ile girilen yoğun ilişki, yalnızca tannbi-
ölçüde zorunlu olduğunu sawıımakta­ limde değil mantık alanında da önemli
dır. gelişmelerin doğmasına yol açmışur.
XI. yüzyılda, felsefece düşünmenin XI. yüzyılın önde gelen filozoflann-
daha önce görülmeyen bir canlanış süre- dan Canterbury başpiskoposu skolastik
cine girmesiyle birlikte, ortaçağ fdsefc- düşünür Aıısclmus, Augustinus'un iman
sinin akış yönünde önemli bir değişimin ile us arasında kurduğu aynlmaz ilişkiyi
meydana geldiği gözlenmektedir. Bu ö- bütünüyle benimseyerek, Platonculuk ile
nemli değişimin hiç kuşkusuz ana ne- Hıristiyan tannbiliınini bütünleştimieye
denlerinden biri, Bau Dünyası'nın deği­ yönelik oldukça özgün bir felsefe ko-
şik bölgelerinin eskisine oranla daha ya- numu bina etmiştir. Bu bağlamda Ansel-
kın etkileşimlerde bulunabilmesinin önü- mus, türncllerin dünyadan bağımsız var-
nün açılmasıykcn, bir diğeri de Röne- lıklarını dile getirmeye yönelik olarak ta-
sans 'ta en üst düzeyine ulaşacak birtakım sarlanmış Platoncu idealar kuramından
kültürel ilgilerin yoğunluk kazanmasıdır. yola çıkarak, Platoncu l!.aramıalalıle an-
Yıne bu aynı bağlamda Platon ile Aris- layışının skolastikleştirilıniş biçimi olarak
toteles başta olmak üzere, önemli hemen değerlendirilebilecek 111a11t1/esal ger;elqilik
bütün Yunan filozoflamun yapıdannın diye aıulan ortaçağ felsefesi içindeki ö-
Müslüman bilginlerince çcvrilcıck Av- nemli konumlardan birine karşılık gclcn
rupalı düşünürlerin dikkatine sunulmuş bir fdsefe yaklaşımının çausıru kunnuş­
olmasının da ayn bir önemi bulunmak- tur.
tadır. Ortaçağ felsefesinin bu bölümün- Öte yanda, Fransız skolastik filozofu
de Müslüman, Yahudi ve Hıristiyan dü- ve tannbilimcisi Roscclinus, tümdlcrin
şünürlerinin dört bir koldan, ilkçağ felse- doğalan gereği sözsel anlaumlar olmak-
fesinin büyük Yunan fılozoflannın yapıt­ tan daha öte bir değerleri bulunmadığını
lannı yorumlayıp açıklığa kavuşturmaya, ileri sürerek, aJa/ıle anlayışının sonuna
felsefece düşünme ile dinsel inanç ara- dek götürülmüş en uç yorumunu dillen-
sındaki çauşkılan ortadan kaldırmaya, dirmiştir. Ortaçağ felsefesinde önemli
dinsel dogmalara ussal tcmdler kazan- fdscfe yaklaşımlarından biri olan AJa/ıle,
dırmaya çalışuklan görülmektedir. Müs- yalnızca tek tek nesnelerin ya da somut
lüman olsun, Yahudi olsun, Hıristiyan tikcllcrin gerçekten varolduğunu, buna
olsun ortaçağ 61ozoflamun bu doğrultu­ karşı Platoncu anlamda nesnelerin ör-
da sarfcttiklcri emekler, çok büyük ölçü- neklendiği türncllerin, formların ya da i-
ortaçağ felsefesi 1074

dealann varolmadığıru, dolayısıyla da tü- )erde belli nitelikler olarak bulunurlar-


mellerin bütünüyle özgül nesneler üstün- ken, buna karşı şeylerin dışındaki varlık­
den gidilerek oluşturulmuş genel adlar- lanru zihinde kavramlar olarak bulun-
dan daha öte bir anlamlan bulunmadığı­ malarıyla kazanclıklanru ileri sürmüştür.
ru ileri sürmektedir. Skolastik felsefe çer- Abdardus, bir yanda yalruzca tikel şeyler
çevesinde tümellerin varlıkbilgisel değer­ ile onların belli birtakım özelliklerinin
gelerini belirlemeye yönelik olarak ger- gerçek anlamda varolduklanru savunur-
çekçilik ile adcılık arasında geçen bu tar- ken, öte yanda ortaklaşa kullandığırruz
tışma, genelli.kle "tümeller sorunu" baş­ genelgeçer kavramlarımızı da tümel diye
lığı altında incelenmektedir. Platoncu ge- tarumlayarak, bunun ötesinde tümellerin
leneğin izinden yürüyen Ge'ftkp'/er, her aynca metafizik bir varlığının söz konu-
tümelin tikellerden ayn olarak bağımsız, su olamayacağı sonucuna varrruştır. A-
kendine özgü bir varlığı bulunduğunu, belardus'un tümeller sorununa getirdiği
bütün vatlık teklerinin bu tümele katıla­ bu yeni çözüm, en az üç yüz yıl boyunca
rak ya da ondan pay olarak varolma ye- ortaçağ düşünürleri arasında oldukça
tisi kazandı.klarıru savunurlarken, buna yaygın bir biçimde kabul görmüştür. Ay-
karşı Adalar daha çok Aristoteles'e yakın nca vahiy yoluyla peygamberlere indi-
bir duruşu benimseyerek yalnızca varlık rilmiş din öğretisinin us yoluyla en ince
teklerinin gerçek anlamda varolduğumı, ayrıntısına varana dek temellendirilmesi
tümel diye arulan belli sözcüklerinse var- gerektiğini savunan Abelardus, kişisel
lık tekleri arasında gözlemlenen ortak vicdan üstüne dayalı bir etik anlayışı ge-
özelliklerin ya da benzerliklerin genelle- liştirerek Protestan düşüncesini öncele-
mesinden başka bir şey olmadığıru öne meyi başarmıştır. Abelardus'un Helois 'e
sürmektedirler. Ortaçağ Skolastik Felse- duyduğu trajik aşk da ortaçağ tarihindeki
fesi'nde yapılmış en çetin tartışmalardan en romantik aşk öykülerinden biri olma-
birine karşılık gelen bu taraşmarun ö- sı bakırrundan anılmaya değerdir.
nemli bir özelliği, tartışmarun taraflarının Geç Dönem Skolastik Felsefe'ye ge-
kendi savunulannı destekleyip tanıtla­ çildiği XIII. yüzyıla gelinmesiyle birlikte,
maktan çok, hep karşı tarafın uslamla- Hıristiyan Avrupa'run gerek Yahudilerce
malannı çürütmeye yönelik bir arayış gerekse Müslümanlarca oluşturulmuş dü-
içinde olmalarıdır. Nitekim bu temel ö- şünsel gelenekleri kendi bünyesine kata-
zellik bütün bir skolastik felsefe için ge- rak özümsemeye başlaması söz konusu-
çerli tartışma ortamının genel havasıru dur. İlkçağ Yunan Felsefesi'nin metinleri
yansıtmak bakırrundan da aynca dikkat ile İslam felsefesi kaynaklı yorumların
çekicidir. Arapçıı'oan Latince'ye çevrilmesi genci·
XII. yüzyılda yaşamış Roscelinus'un de Yunan felsefesini, daha özeldeyse
çağdaşı bir başka Fransız tannbilimci Aristotelesçi felsefeyi Batılı düşünürlerin
Petrus Abelardus, birbiriyle uzlaştınlma­ uzun bir süre temel ilgi odağı konumuna
sı olanaklı olmayan bir çatışkı içinde bu- taşırruştır. Ortaçağ felsefesinin kendi ta-
lunan bu iki taban tabana zıt konumun rihsel gelişimi içinde başgösteren bu kı­
içerdiği güçlüklere karşı önerdiği üçüncü nlmaya bağlı olarak, Avrupa'run belli
bir seçenekle, ilerleyen yüzyıllarda adın­ başlı büyük kentlerinde ilerde önemli iş­
dan epey bir söz ettirmiştir. Abelardus, levler yerine getirecek üniversiteler ku-
adcılık ile gerçekçilik arasında bir uzlaşı rulduğu gibi, kilisenin kayıtsız koşulsuz
kurmayı amaçladığı "kavramsalcılık'' di- egemenliği yavaş bir ivmeyle de olsa si-
ye anılan bu yeni yaklaşımında, tümelle- yasal ve düşünsel bir denetim altına gir-
rin tikellerden bağımsız varlıkları bulu- meye haşlamıştır. Ortaçağ felsefesinin
nan kendilikler olduğu düşüncesini bü- yine bu geç döneminde birbiriyle aman-
tünüyle yadsıyarak, tümellerin tikel şey- sız bir savaşa tutuşmuş iki büyük tanrı-
1075 ortaçağ felsefesi

bilimsel düşünce okulunun varlığı pek Magnus, hem Aristotelcs hem de günü-
çok düşünsel konumda belirleyici ol- nün doğa bilimleri üzerine başlıbaşına
muştur. Bu okullardan ilki, önderliğini ansiklopedi ~ddesi olacak· değerde yo-
Bonaventura'nın yaptığı geleneksel Au- rumlamalarda bulunmuştur.
gusıinusçu tannbilim ile klasik Yeni Pla- Y-ıne aynı dönemde yaşamış İngiliz
toncu felsefenin izinden yürüyen Fraıı.ris­ Fransisken keşişi Roger Baron, doğaya
/enıltr iken, bunun tam karşısında yer ilişkin olarak öğrenilecek daha çok şey
alan ikincisiyse, düşünsel temellerini bü- bulunduğunu savlayarak, deneysel bilim-
yük ölçüde Thomas Aquinas'ın attığı, lere büyük bir önem veren ilk skolastik
özellikle Aristoteles'in yazılarından etkin ortaçağ felsefesi düşünürü olmuştur. Ba-
bir biçimde yararlanarak usun kullanımı­ con Kutsal Kitabın insan bilgisinin te-
na büyük bir önem veren Dolltİnil!.eııler' mdi olduğunu savlasa da bilgiye ulaş­
dir. mada aklımızı da kullanabileceğimizi be-
XIII. yüzyılda yaşamış İtalyan filozo- lirtmekten geri durmaz. Akılyürütme so-
fu ve Fransisken keşişi Bonaventura, di- nucunda ulaşılan düşüncelerin deneyle
ne yöndik düşüncelerini Platoncu felse- sınanıp kanıtlanmadıkça varsayım olarak
fe ile genci Hıristiyanlık öğretisinin sko- kalacaklannı eklemeyi de unutmaz. Ken-
lastik bir bireşiminin doğruluğunu te- di bilimsel çalışmalannda pek başanlı o-
mellendirmek amacıyla dillendirmiştir.. lamasa da Bacon yaşadığı döru:mde ıs­
Tıpkı Ansclmus gibi Bonaventura da an- rarla deneyin önemi üzerinde durmasıyla
cak felsefe yöntemlerinin dinsel inancın modern bilimsel deney düşüncesini ön-.
ışığıyla aydınlatılması koşuluyla felsefe ccleyen birkaç düşünürden biri olmuş­
uslamlamalannın doğruluğa ulaşma yetisi tur.
taşıdıklannı ileri sürmektedir. Bu anlam- İtalyan kökenli Dominiken keşişi
da Bonaventura'ya göre, Tann'run varlı­ Thomas Aquinas (ya da Aquinolu Tom-
ğını tanıtlamaya yöndik bütün çabaların maso) tartışmasız geç dönem ortaçağ
dinsel inanç üzerinden kurulmaları zo- felsefesinin en büyük fılozofudur. İlk
runludur. Bonaventuı:a, Platoncu ile A- ciddi felsefe egitimini çömezi olarak ya-
ristotelesçi ilkeleri bir potada eriterek, nında yetiştiği Albertus Magnus'tan alan
ruhun ölümsüzlüğünü kanıtlamak için Thomas Aquinas, temelde Aristotelesçi
tözsel biçim ya da maddesel olmayan töz bilim ile Augusıinusçu tannbilimi olağa­
kavramını ortaya atmıştır. Düşünceleri­ nüstü kapsamlı bir düşünce dizgesinde
nin genci yapısına bakıldığında, Bona- kaynaştırmıştır. İlerleyen yüzyıllarla bir-
ventura'nın son çözümlemede tümtanrı­ likte Roma Katolik Kilisesi'nin rc~mi
a bir gizemcilik temelinde felsefenin bü- felsefesi konumuna gelen Aquinas'ın dü-
tün bütün sonunu ilan ederek, Tann ile şünce dizgesinde, bilim ile felsefe alanla-
kendinden geçme deneyiminden doğan nnda düşünülebilecek hemen her şeyin
bir bütünleşmeyi sawnduğu görülmek- açıklıkla ortaya konduğu, felsefe sorula-
tedir. nnın neredeyse tamamının yanıtlandığı,
XIII. yüzyılın Alman kökenli bir baş­ açıkça yanıtlanmamıf olanlara da en a-
ka önemli düşünürü Albertus Magnus zından yanıt arandığı görülmektedir. A-
(Büyük Albert), Thomas Aquinas'ı önce- quinas'ın S11111111a ıheolo!faa (I'annbilim
leyerek Aristoteles 'in bütün bir felsefe Tümyapıu) ile S11111111a rontra geııtiles (İ­
dizgesini yorumlayıp en ince ayrıntısına nançsızlara Karşı Tümyapıt) başlıklı en
dek Hıristiyanlıkla destekleyen ilk Hıris­ büyük iki yapıtı, günümüzde halen Batı
tiyan düşünürü olması bakımından ayrı düşüncesi üzerinde önemli etkilerde bu-
bir yer tutmaktadır. Oldukça önemsediği lunmayı sürdürmektedir. Yazılan ağırlıklı
Müslüman ile Yahudi Aristotelesçilerin olarak ortaçağ felsefesinin değişmez ko-
yazılarını da yukından inceleyen Albertus nuları dinsel inanç ile enson anlamda in-
onaçağ felsefesi 1076

sanın kurtuluşu lronularına ayrılmış olsa lunmuştur.


da, daha ilk bakışta döneminin us, doğa, Kuşkusuz "Aquinas Sonrası Ortaçağ
dünyevi mutluluk gibi konularına ilişkin Felsefesi"nde, Tommasocu Fclsefe'nin
olarak yenilenmiş bir ilgi ile özgün bir en önemli eleştiricileri arasında Duns S-
bakış varbğııu açıklıkla göstermektedir. cotus ile Ockharnlı William başı çek-
Aquinas, en başından beri büyük bir tar- mektedir. Fransisken filozofu ve tanrıbi­
tışmaya giriştiği Latin İbn Rüşdcülerine limcisi Duns Scotus, Aquinas'ın "us te-
karşı, inanç doğrulan ile us doğrulan ara- melli felsefe"yi "vahiy temelli din" ile
sında özce bir çattşkı bulunmadığını, gö- örtüştürme çabasını bütünüyle yadsıyıp
rünürdeki çatışkılann daha çok bunların İbn Rüşd'ün "*ikikatlı doğruluk" öğreti­
iki ayn doğruluk alanı olarak görülme- sinin değiştirilmiş bir biçiminden yola
sinden kaynaklandığını ileri sürr.1ektedir. çıkarak, manttksal olarak kanıtlanabilir
Doğa bilimleri ile felsefenin doğrularının olduğunu düşündüğü Tanrı'nın varlığı
deneyim olguları üzerine düşünülmesiyle konusu dışındakibütün dinsel inançların
elde edildiğini, buna karşılık vahye dayalı yalnızca inancın konusu olabileceklerini
"üçleme öğretisi" ile "dünyanın yaraulış ileri sürmüştür. Aquinas'ın Tanrı'nın us-
öyküsü" başta olmak üzere, bütün öteki sal doğasına uygun olarak eylediği yollu
Hıristiyan dogmalarındaki dinsel doğru­ görüşüne de karşı çıkan Duru Scotus,
lann doğaları gereği ussal kavrayışın öte- tanrısal istencin tanrısal usa öncel oldu-
sinde bulunmalarına karşın, kesinlikle us ğunu, bu anlamda Tann'nın usuyla değil
ile çelişmediğini ve bunların inanç teme- istenciyle yaratttğını ileri sürerek, doğa
linde görülmeleri gerektiğini savunmak- yasaları ile etik sorunlar bağlamında öz-
tadır. Metafizik, bilgikuramı, etik, siyaset gür istenç tasarımına kendisine gelinene
felsefesi gibi klasik felsefe dallarına yö- dek verilmemiş bir önem yüklemiştir.
nelik düşüncelerini çok büyük ölçüde Gerçekçilik ile Adcılık arasındaki ortaçağ
Aristoteles'in kılı kırk yaran incelikteki felsefesinin temel tartışma konusu tü-
bölümlemelerinden türeten Aquinas, A- meller sorunu bağlamında, Abclardus'u
ristoteles'in dünyevi mutluluk ereği uya- andırır biçimde her iki konumu barış­
rınca geliştirdiği doğal etiğinde temellen- tırinak amaayla tasarlanmış üçüncü bir
dirdiği kapsamlı erdemler çizelgesine i- konum temellendiren Duns Scotus, nes-
nanç, umut, iyilikseverlik, enson anlam- neler ile bu nesnelerin ait oldukları kav-
da kurtuluş amaa gibi öbür dünyaya yö- ramlar ya da formlar arasındaki ayrımın
nelik yeni etik değerler eklemiştir. Aqui- gerçek bir ayrım olmaktan çok manuksai
nas Aristotdes ile İbn Sirui'nın düşün­ bir aynm olduğunu öne sürmüştür. Or-
celerini Hıristiyan tannbilimine uygular- taçağ fel:oefe~in<le bir eşi daha bulunma-
ken oldukça temkinli ve özenli davran- yan oldukça teknik ve ayrınulı bir meta-
mış olmasına karşın, bu aynı özeni ken- fizik dizgesi kurmuş olmasına karşın, iz-
dinden sonra gelen ortaçağ felsefesinin leyicilerinin bağnazlığı nedeniyle Duns
düşünürlerinin göstermedikleri açıklıkla Scotus adı ironik bir biçimde İngilizce'
görülmektedir. Bu nedenle Aquinas'tan deki "dunce" sözcüğünde en iyi biçintde
sonra ortaçağ felsefesinde Aristotelesçi- görülebileceği üzere ahmaklığın simgesi
liğin temel öğelerini Hıristiyan düşünce­ olarak anlaşılır olmuştur.
sinin genel çatısı altına yerleştirmeye yö- Öte yanda, Aquinas sonrası ortaçağ
nelik çabalar her zaman için tarttşmaya felsefesinin öteki büyük filozofu Ock-
açık bir doğa sergilemektedirler. Nitekim hamlı Wılliam, ele avuca gelmez, görü-
bu bağlamda XIII. yüzyılda yaşamış ço- lüp algılanması olanaklı olmayan form-
ğu Yeni Platoncu Fransisken, Aristotc- lar, özler, tümeller gibi skolastik fdsefe
les 'in yetkesine sarsılmaz bir güven du- kategorilerinin varlığına duyulan inancı
yan Dominikenler'e ağır saldırılarda bu- kökünden sarsacak denli etkili bir var-
1077 ortaçağ felsefesi

lıkbilgisi ilkesi geliştirmesiyle tanınmak­ deri ise Mcister (Üstat) Eckhart'ur. Öte
tadır. XIV. yüzyılda yaşayan İngiliz kö- yanda, İslim gclcneğinde ise "mutasav-
kenli bu Fransiskcn tannbilimci, ''*Ock- vıf'' diye adlandınlan gizemcilerin orta-
hamlı'nın Usturası" deyişiyle arubn ve çağ gizemci felsefe arayışının bir başka
yalnızca ortaçağ felsefesine değil, kendi- önemli kolu olduğu söylenebilir. XV. ve
sinden sonraki bütün bir felsefe tarihine XVI. yüzyılla birlikte bilimsel ilginin pat-
mal olan bu ilkesiyle sonuna dek götü- lama derecesinde gelişme gösrcrmcsine
rülmüş bir adalık anlayışını dillendir- bağlı olarak söz konusu gizemciliğin yer
mektedir. Ockhamlı Wılliam'a göre, so- yer doğalcılıkla ya da tümtanncı gizem-
mut bir varlığı bulunmayan metafizik cilikle de bütünleştiği gözlenmektedir.
kendiliklerin başka sözcüklere gönder- Roma· Katolik lı:ilisesi başpiskoposu Ni-
mekten öte bir değerleri yoktur. ''Nes- colaus Cusanus, ortaçağ felsefesinde var-
neleri gerekmedikçe çoğaltmayınız" sav- olan bütün çelişik eğilimlcri kucaklayan,
sözünde en iyi anlatımını bulan bu var- bütün karşıt konumlan rck bir düşünce
lıkbilgisi kuralı, manuksal olarak zorunlu çausı altında bir araya toplayaıi yeni bir
olmadıkça olması gerekenden daha fazla felsefe dizgesi kurmaya çalışmışur. Bu
şeyin varlığını varsaymama düşüncesi üs- çabası uyarınca Nicolaus Cusanus, felsefe
tüne kurulmuştur. Söz konusu varlıkbil­ geleneği içinde görünürde varolduğu sa-
giscl tutumluluk ilkesi ilerleyen yüzyıllar­ nılan bütün çauşkılı durumlann manuk-
la birlikte gerek modem bilimin gerekse sal çelişki içerip içcrmcdiklcıinc bakıl­
felsefenin temel ilkesi olarak yerleşilı:lik maksızın alabildiğine kapsamlı tek bir
kazanmışur. bütün olarak kucaklanması gerektiğini sa-
XIV. yüzyılın sonlarından itibaren, vunmuştur. Aynca Nicolaus Cusanus,
Duns Scotus ile Ockhamlı William 12ra- kendi adıyla anılan devrimi gerçekleşti­
fından geliştirilen eleştirel bakış ruhu gi- ren Polonyalı gökbilimci Copcmicus'u
derek etkisini yitirmiş, buna bağlı olarak öncclcycrek, dünyanın güneşin çevresin-
da ortaçağ felsefesinin fclscfe ile din ge- de döndüğünü, dolayısıyla insanlığın sa-
leneklerini kapsamlı bir düşünce dizgesi nıldığının tersine evrenin merkezinde
araalığıyla banşurmaya yönelik ana iz- buluıunadığını savlayarak bütün tepkileri
lencesine duyulan temel inanç da derin bir anda üstüne çekmiştir. Nicolaus Cu-
bir sarsınuya uğramışur. Nitekim XIV. sanus, yerleşik kanı ve değerlere bütü-
yüzyılın Fransız kökenli tannbilimcisi ve nüyle ters düşen bu sava bağlı olarak, yi-
ada filozofu Autrccourtlu Nicholas, yüz- ne hep düşünülegelenin tersine evreni
yıllardır felsefe uslamlamalannı Hırisıi­ sonsuz olarak tasarlayıp Tanrı ile özdeş­
yan öğretisine uygulamaya dönük verilen leştirerek "cvrcnbilgisel tümıanncılık" an-
onca emeğin başansız olduğunu, dolayı­ layışına varmışur. Nicolaus Cusanus'un
sıyla böyle bir çabadan bütün bütün vaz- ardından İtalyan gökbilimci, matematikçi
gcçilmcsi gerektiğini açıklıkla dile getir- ve filozof Giordano Bruno, evrenin
miştir. Öte yanda, ortaçağ felsefesinde Tann ile özdeş olduğu düşüncesi teme-
başgöstcren bu bunalım karşısında kimi linde, Copcrnicus'un kuramının felsefi i-
başka düşünürlerse, ussal yöntemleri kul- çerimlerini en ince ayrıntısına varana dek
lanarak ortaya koyduklan kendi içinde geliştirmiştir. Bruno'nun yan bilimsel ya-
açmazlı durumlardan harckctle, gcıçek n tümtanncı düşüncclcri yaşadığı XVI.
insan bilgi~nin ancak Taıın ile gizemli · yüzyıl için bütünüyle sapkın kaçtığından,
bir bütünleşme yoluyla sağlanabilir oklu- önce düşüncdcrini yalanlayıp geri alma-
ğunu tanıtlama arayışı içinde olmuşlar­ ya çağrılmış ancak bunu yapmadığı için
dır. Söz konusu gizemcilik arayışının Ya- yakılarak ölüm cezasına çarptınlmıştır.
hudilik içindeki en önemli savunucusu Bruno'niın savunduğu düşüncclcrdcn öl-
Hasdai Crescas'ken Hııistiyanlıktaki ön- mek pahasına geri adım atmayışı, kendi-
ortaçağ felsefesi 1078

sinden sonra ortaya çıkan modem bili- gerek çalışmalarııun geniş bir alana ya-
min doğuşunun önemli bir esin kaynağı yılmış olması gerekse düşüncelerinin öz-
ve Reform hareketlerinin savunucuları­ günlüğü bakımından İslam dünyasırun
ıun gözünde tarihin ikinci Sokrates vaka- Aristoteles'i gibidir. Filozofluğu yaıunda
sı olarak özgür düşüncenin simgesi diye ayıu Aristoteles gibi bilginliği ve fizikçi-
görülmüştür. liğiyle de dikkat çeken İbn Sina, Yeni
Öte yanda, ortaçağ felsefesinin ö- Platoncu düşünceler ile Aristotelesçi öğ­
nemli uğraklarından birini oluşturan İs­ retileri İslam dininin genel doğrularıyla
!Jm Felseftsı'nde, çoğu Arap, Fars ve ustaca kaynaştırdığı oldukça kapsamlı bir
Türk kökenli Müslüman filozoflann tıp­ felsefe yapısı ortaya koymuştur. İbn Si-
kı Hıristiyan uğraşdaşlan gibi, gerek fel- na'nın dünya görüşü büyük oranda Yeni
sefe ile tanrıbilimi gerekse inanç ile usu Platoncu türüm kuramına dayalıdır. Tıp
bağdaştırmaya ~rönelik sorun ve konu- çalışmaları sırasında Aristoteles dizgesini
larla ilgilendikleri görülmektedir. İslam anlamak amacıyla yazılanıu defalarca o-
filozoflanıun içinden çıktıklan kültür ilk- kumasına karşın anlamadığını açıklıkla
çağ felsefesinin özünü pek çok bakım­ dile getiren İbn Sina, Aristoteles'i neden
dan koruyabilmiş, daha sonra da Batı'ıun sonra Facibi'nin yorumlan sayesinde kav-
gündemine yeniden sokmayı başarmış radığını söylemektedir. İbn Sina büyük
bir kültür olması nedeniyle, Arap, Farslı bir önem verdiği, hemen her düşünce­
ve Türlt düşünürler, Latin fılozoflarııun sinde bakmadan edemediği her iki kay-
büyük ölçüde gözardı ettiği Yunan dün- nağın düşüncelerinden yola çıkarak, A-
yasııun kültürel ve felsefi zenginliklerinin ristoteles'in "devinmeyen devindirici" ta-
hem daha ayırdındadırlar hem de değer­ sarımı ile Yeni Platonculuğun sıradüzen­
lerini çok daha iyi bilmektedirler. Çoğu sel varlık anlayışı doğrultusunda, Tann'yı
yerde İslam felsefesinin ilk büyük filo- bütün herşeyin kendisinden türediği te-
zofu olarak anılan IX yüzyılda yaşamış mel gerçeklik olarak evrenin merkezine
FJ-Kindi, kendinden sonra gelen İslam yerleştirmektedir. Ortaçağ felsefesinin a-
düşünürleri kuşağı üstünde son derece dından en çok söz ettiren yarı İspanyol
derin etkiler bırakması bir yana, Yeni yarı Arap fdozofu İbn Rüşd, Hıristiyan
Platonculuğun hemen farkedildiği bir olsun Müslüman olsun Aristoteles'i ger-
felsefe anlayışıyla İslam felsefesinin pek çek bir filozof olarak gören pek çok
çok konu ve sorun bağlamında genel skolastik düşünürün gözünde en önemli
çerçevesini çizmiştir. Bir başka önemli Aristoteles yorumcusudur. İbn Rüşd'ün
İslam filozofu Farabi, Aristoteles'in man- Aristoteles bilimi ile felsefesi üstüne
tık iiurİnl" yazılarından yararlanarak, Tan- yaptığı yonırnlann hem aydınlatıcı de-
n'ıun varlığını kaıutlamak amacıyla yine ğerlerinin yüksek olması hem de kavra-
Aristoteles metafiziği üstüne dayandırıl­ ması oldukça kolay açık seçik bir dille
mış birtakım uslamlamalar ortaya koy- yazılmış olmalan ortaçağ felsefesinde bi-
muştur. Ortodoks tektanncılığa ussal bir rinci elden Aristoteles kaynağı olmalan-
temel kazandınna amacıyla geliştirilen ıun başlıca nedenidir. Kendinden önce
bu uslamlamalann pek çoğu, yalnızca gelen İslam düşünürleriyle usun felsefe
İslam felsefesinin kendi sırurlan içinde sorunlanna nasıl uygulanacağı bağlamın­
kalmayarak, özellikle XIII. yüzyılda ya- da keskin bir ayrılık gösteren İbn Rüşd,
pılan Hıristiyan tannbilirni çalışmalanna felsefece düşünmeyi yürüten usun dinsel
da ışık tutacak denli geniş bir alanda et- vahiyden bütünüyle üstün bir konumda
kili bir konuma gelmişlerdir. Kimilerine bulunduğunu, daha da önemlisi gerçek
göre İranlı kimilerine 'göre ise Türk ol- doğruluk bilgisine ulaşmanın ana kay-
duğu düşünülen, XI. yüzyılda yaşamış en nağı olduğunu savunmaktadır. Dine kar-
önemli İslam filozoflarından İbn Sini, şı felsefenin önceliğini temdlendirdiği
1079 ortaçağ felsefesi

bu savunusuyla, döneminin din adaınla­ öğeler üstünde daha fazla durarak işle­
nnca sapkın olarak nitelenen İbn Rüşd'e dikleri gözlenmektedir. Yahudi Felsefesi
karşı pek çok saldıada bulunulmuş ol- deyince hiç kuşkusuz ilk akla gelen fılo­
makla birlikte, bunlardan en felsefece zof, Yahudiliğin Altın Çağı diye anılan
olanı iman ve inancın us karşısındaki tar- Xl. yüzyılda İspanya'da yaşanuş İbn Ga-
tışmasız üstünlüğünü savunan Gazfili ta- - birol'dur. Çoktannlı Yunan felsefesiyle
rafından dillendirilmiştir. İbn Rüşd'ün fel- tektanncı Yahudi dini arasında bir bire-
sefeye yaptığı önemli katkılardan birisi şime gitmeye çalışan İbn Gabirol, Plo-
de, ilki bilimsel doğrular bütünü, ikincisi tinos'un yaratılnuş bütün gerçekliğin
ise dinsel doğrular bütünü olmak üzere kendisinden doğduğu Tann anlayışını
özünde birbirinden bütünüyle farklı iki felsefesinin bütününde ödün vermeksi-
doğruluk dizgesi bulunduğu yollu bir ay- zin içtenlikle benimsemiştir. Bir başka
rıma gitmesinde ve buna dayanarak sun- önemli Yahudi filozofu Moses Maimo-
duğu Aristoteles felsefesi ile vahye dayalı nides (İbn Meymun) yalruzca Yahudi
din yaklaşımı arasındaki çatışkılan orta- felsefesinin değil, bütün bir ortaçağ fel-
dan kaldınnaya yönelik çözfüıılemelerin­ sefesinin en büyük filozo ilan arasında
de yatmaktadır. "İkikatlı doğruluk" öğre­ sayılmaktadır. Yazdığı Kafan Kanp/elar İ­
tisi diye de anılan İbn Rüşd'ün bu ku- çin KPav11z. adlı başyapıtı felsefe klasikleri
ranu, ortaçağ felsefesinde soluk alıp ver- arasında anılan Maimonides, enson ger-
miş pek çok Müslüman, Yahudi ve Hı­ çeklere yönelik olarak ortaya konan dü-
ristiyan düşünürü derinden etkisi altına şünceleri çoğu sıradan insanın kavrama-
almıştır. Bu kuranun doğruluğunu yadsı­ sının zorunlu olmadığını, üstelik bu zor-
yan kimi başka düşünürler olmasına kar- lama çabanın onların kafalannı karıştır­
şın, desteklensin ya da desteklenmesin maktan Öte bir yaran da olmadığını canlı
İbn Rüşd'ün yaptığı ayrım ortaçağ felse- örneklerle tanıtlamaktadır. Maimonides'
fesinin sonlaana varana dek önemli bir e göre, sıradan insan için en doğru olanı
konu olarak varlığını sürdürmeyi başar­ felsefece düşünmeye yönelmek değil din-
nuştır. sel inancın yolundan yürümektir. Aynca
Ortaçağ felsefesinin üçüncü bölü- filozofluk ile peygamberlik kurumlan ya
münü oluşturan Y ah11di Felsefesı'ne gelin- da konumlan arasında sağlam bir denge
diğinde, başından sonuna dek bütün bir kurmaya çalışan Maimonides, Tanrı'nın
ortaçağ boyunca Yahudi düşünürlerin varlığını kanıtlamaya yönelik olarak Aris-
kişisel, toplumsal ve düşünsel özgürlük totelesçi yönleriyle dikkat çeken değişik
bakımından hem Müslüman hem de Hı­ tanıtlamalar önermiştir. Bu bağlamda çı­
ristiyan uğr.ışdaşlanndan çok daha rahat kış noktası olarak, kutsal kitapta sözü ge-
bir konumda oldukları gözlenmektedil:. çen evrenin yaratılış öyküsü ile cismani
Bununla birlikte Yahudi düşünürlerken­ insan varlığının ölümsüzlük olanağına yö-
di dinlerinde buldukları rahatlığa karşın, nelik açıklamalar üzerine incelikli felsefe
İslam ve Hıristiyan dinlerinin keskin Ya- yorumlan getirmiştir. Maimonides, Aris-
hudi düşmanlıklan nedeniyle zor anlar totelesçi bilim ile dini bütünleştirmeye
yaşanuşlardır. Aynı Hıristiyan ve Müs- çalışırken açıkça İbn Rüşd'ün izinden
lüman düşünürleri gibi, ortaçağ felsefe- yürüyor olmakla birlikte, birbiriyle ça-
sinde yer alan Yahudi düşünürler de ge- tışkı içeren iki ayn doğruluk dizgesinin
niş ölçüde din ile felsefe arasındaki uz- aynı doğru üzerine konuşamayacağını i-
laşmazlığı gidermeye yönelik bir düşün­ leri sürerek İbn Rüşd'e karşı çıkmıştır.
sel arayış içinde olmakla birlikte, kendi- Ayrıca bkz. skolastik felsefe; patristik
lerine çıkış noktası olarak aldıkları Yeni felsefe; Yeni Platonculuk; Platoncu-
Platoncu felsefeyi, Hıristiyan ile İslam lulc; Aristotelesçilik; İslim felsefesi;
filozoflarıyla karşılaştırıldığında gizemci Yahudi felsefesi; etik; adcılık.
onakgörü felsefesi 1080

onakgörü felsefesi ~ng. aımmon sense zam" ile "zaman" kavramlan, her türlü
pbilosophy, Fr. philosophit Je sens crımmım; algılama onları önceden varsaydığından,
Alm. çommon sense philosophiilı Temel ola- nesneler ancak uzamsal, olaylar da za-
rak İskoç filozof Thomas Rcid'in (171 O- mansal bağlamda algılanabildilderinden,
t 796) çalışmalanna ve bu çalışmaların deneyimle cdinilmemişlerdir. Sonradan e-
başhca kaynağını oluşturduğu İskoç fel- dinilmcdiklerine göre doğuştan gelen bil-
sefesine göndermede bulunmak için kul- gilerle desteklendikleri açık olan bu kav-
lanılan "ottakgörü felsefesi" deyişi, bu ramlar ve yargılar Rcid'in "ottakgörü il-
anlamıyla XVIII. yüzyılda Rcid tarafın­ keleri" diye adlandırdığı şeyi oluşturur­
dan geliştirilip İskoç (Ottakgörü) Oku- lar. Sözgclimi, olan biten her şeyin bir
lu'nun temsilcileri tarafından sürdürülen, nedeni olduğu, nesnelerin bizim onları
felsefenin başta bilgikuramı ve etik ol- bilmemizden bağımsız olarak varolduk-
mak üzere tüm alanlarını kapsayan ger- lan ya da insanların kendi eylemleri üze-
çekçi felsefe konumuna karşıhk gelir. rinde az ya da çok belirleyici oldukları
Ottakgörü felsefesinin biçimlenmesinde yollu düşünceler bu türden ilkelerin ör-
ilk elde en önemli katkıyı 1758-1773 yıl­ nekleridirler. Rcid'e göre açık ve seçik
lan arasında İskoçya'da faaliyet gösteren olmamalanna karşın temellendirmeye ge-
Abcrdccn Felsefe Topluluğu yapmıştır. reksinim duymayan bu ortakgörü ilkele-
Rcid'in tannbilimci Gcorge Campbcll ile rinin birinden kuşkulanmanın tek kabul
birlikte kurduğu bu topluluk, İskoç Ay- edilebilir nedeni başka bir ortakgörü il-
dınlanması'nın önemli isimlerinden Da- kesiyle çelişmesi olabilir. Bu tür yargılar
vid Hume'un dönemin düşünce iklimine yanhş olduklannı göstermek için tasarla-
egemen olan kuşkucu görüşlerinin çü- nan gidimli uslamlamalara göre öncelikli
rütülmesini kendisine temel hedef diye olduklarından, dahası evrensel olarak ka-
belirleyerek ottakgörüye dayalı gerçekçi bul gördüklerinden ve onları reddetmek
bir felsefe çizgisinin ada felsefesine ege- asla hergünkü yaşamda onlardan kurtul-
men olmasını sağlamıştır. Rcid'in felse- mak anlamına gelmeyeceğinden adeta
fesinin önde gelen izleyicileri arasında bir dokunulmazlığa sahiptirler. Bu yüz-
hiçbir ,zaman Abcrdeen Felsefe Toplu- den Rcid'e göre bir felsefe öğretisi or-
luğu'nun bir parçası olmasa da adı daima takgörü ilkeleriyle çelişiyorsa baştan yan-
Rcid'le birlikte anılan tannbilimci J ames hş sayılmalıdır. Saltık idealizm ile kuşku­
Oswald (1703-1793), Abcrdccn Felsefe culuk doğrudan reddedilmesi gereken bu
Topluluğu'nun en önemli üyelerinden biri tür felsefe anlayışlannın başında gelir.
olan James Bcattie (1735-1803) ve İskoç Bilgikuramında her insanın ortakgörü
(Ottakgörü) Okulu'nun Rcid'den sonra yoluyla doğnıluğıı ve gerçekliği doğru­
gelen başhca temsilcisi Dugald Stcwatt dan kavrayabilme yetisine sahip olduğu­
(1753-1828) sayılabilir. nu savunan ortakgörü öğretisinin ahlak
Her ne kadar ortakgörü felsefesinin felsefesindeki uzantısı da sıradan insanın
tüm temsilcileri aynı düşünceleri savun- kuramlara önsel olan ahlfilti yargılarına
masalar da üzerinde hemfikir oldukları göndermede bulunarak, bunlan başanh
ortak bir öz söz konusudur. Bu okulun bir ahlak kuramının dizgeleştinnesi, a-
üyeleri ortakgörüyü tersini savlayamadı­ çıklaması ya da temellendirmesi gereken
ğımız ve araştırmaya gerek duymadan "olgular" olarak görür. Nitekim Rcid, ah-
kabul ettiğimiz, kuramlara önsel olan lfilti usyürütmcnin ahlakın doğrudan kav-
düşünceler ya da tasarımlarla özdeşleşti­ ra yabilcceğimiz açık ilk ilkelerinden baş­
rirler. Hume'un deneyci anlayışına karşı laması gerektiğini savunur. Aynı oranda
Rcid gündelik dilde kullanılan birtakım doğru olan ama çelişen pek çok temel
kavramların ve yargıların deneyimle öğ­ ah1:ik ilkesinin bulunduğunun da çok iyi
renilmediği kanısındadır. Sözgclimi "u- · farkında olan Rcid, bir ilkenin yap dediği
1081 Ortega y Gasset,Jose

şeyi bir diğerinin yasakladığı durumlarda ekonomik kuramları ifade eder. Aynca
ahLik ilkeleri arasındaki kendiliğinden a- bkz. özgecilik.
çık, sezgisel önceliğe dayanmamız gerek-
tiğini savunur. ortalama yararcılık bkz. yararcılık.
Ortakgörü felsefesi, XIX. yüzyılın bi-
rinci yansında Britanya Adası'nda anada- Ortega y Gasset, Jose (1883-1955)
mar felsefe akımı halini alınış; yüzyılın Varoluşçu cğilimler de taşıyan İspanyol
sonuna doğru etkisi özellikle Dugald "insancı" felsefeci; modem kitle top-
Stewart'tan etkilenen P. Royer Collard lumu üstüne eleştirel bir gözle yazıp çİ2-
eliyle Napoleon sonrası Fransası'nda ya- dikleriyle tanınan toplum düşünürü. Fel-
yılmış; Fransa'da bu gelenek içinde yeti- sefeciliğiyle olduğu denli yazarlığıyla da
şen Victor Cousin ile Thcodore Jouffroy tanınan Ortega y Gasset Madrid'de doğ·
gibi düşünürlerin ve onlardan da önce muş; felsefe eğitimini önce Madrid ar-
erken yaşta Amerika'ya göç ederek Reid dında da Leipzig, Berlin ve Marburg'ta
ile Stewart'ın düşüncelerini bu yeni ül- tamamladıktan sonra oldukça genç bir
kede yaymaya başlayan George Camp- yaşta Madrid Ünivcrsitesi'nde metafizik
bell ile John Witherspoon gibi İskoç fel- profesörü olmuştur. İspanya ve Latin A-
sefecilerin çabalarıyla Amerika Birleşik merika'da etkin ve etkili bir düşünür
Devletleri'ne kadar uzanarak yanm yüz- oİan Onega y Gasset yazılarında yalın
yıl daha varlığını sürdürmüştür. XX. yüz- bir dil kullanmış, di2geli felsefelerin ya-
yılda özellilcle Witıgenstein'ın ve daha rattıkları, ortaya çıkardıkları kendilerine
farklı bir biçimde Wılfrid Sellars ile J. L. özgü dillerini kullanmaktan kaçınmıştır.
Austin'in çalışmalarında da ortakgörüye İlk başlarda Marburg'ta okumasının
verilen önem aynı yoldan gündelik dil da etkisiyle Yeni Kantçı düşüncelerin et-
felsefesi çalışmalarına kaydırılmıştır. Ay- kisi altında kalmışsa da sonraları kendine
nca bkz. Reid, Thomas; Aberdeen özgü felsefe yolunu wemiştir. Zihne
Felsefe Topluluğu; İskoç (Ortakgö- vurgu yapan idcali2m ile şeylere vurgu
rü) Okulu. yapan gerçekçilik arasında bir ara yol
bulmaya çalışan felsefeci, önceliği yaşa­
ortaklll§acılık ~ng. mlleaivi.snr, Fr. tolfeai- mın kendisine vermiştir. Temel gerçekli-
vimte-, Alm. /eollek/Wis11111s] Siyaset ve ahLik ğin insanın kişisel yaşamı olduğunu sa-
felsefesinde bireyin eylemlerinin ken- vunan Ortega y Gasset, saltık aklın yeri-
dinden daha çok içinde yaşadığı t6plu- ne kişisel aklı, saltık doğruların yerine de
luk, toplum ya da devlet türünden bir kişilerin kendi yaşamlanruı dayanan pers-
onak örgütlenmeye hizmet etmesi, onun pektiflerini (IY.ıkışaçılannı) koymuştur.
yararını ya da çıkarını gözetmesi gerekti- Onega y Gasset'in perspektivi2mi (ba-
ğini savunan öğreti; toplum içinde bir- laşaçısıcılık) olarak da bilinen bu anlayışa
likte yaşamayı erek edinmiş bireylerin göre, her bir yaşam evrene ayn bir ba-
hedeflenen amaçlara ulaşmak adına or- laşaçısı anlamına gelmektedir ve bu ne-
tak eylemesi gerektiğini öne süren görüş. denle hakikat çoğuldur ya da her yaşama
Liberal bireyciliğin karşısında yer alan biçimine göre başka bir hakibt söz ko-
siyaset kuramındaki ortaklaşacılık, ahlak nusudur. Bu başka başka hakikatlerden
felsefesindeki özgeciliğe sıkı sıkıya bağlı­ herhangi birinin ötekine üstünlüğünden
dır. Toplumbilimde ortaklaşacılık ise da- hiçbir biçimde söz edilemeyeceğinden ö-
ha çok üretim ve dağıtım araçlanrun özel türü biri ötekinden daha doğru da değil­
kişilerin değil de kamunun malı olmasını dir. Bu bağlamda varoluşçu bir yaklaşımı
ya da en azından devletin denetiminde olduğu da söylenebilir felsefecinin. Ken-
olmasını öngeren; komüncü mülkiyetin di de felsefesine "dirimsel usçuluk" ya
önemini vurgulayan siyasal ya da sosyo- da "usçu dirimselcilik" felsefesi adını
oudenmaOon 1082

vermiştir. Dirimsel us yaklaşımı bir diz- ousia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde,
genin evrensel ilkelerini ortaya çıkarmak­ özellikle de Aristoteles'te, yer yer "öz",
tan çok, tarihsel olarak belli, çetin ve öne yer yer de "töz" anlamında kullanılan te-
çıkmış fclse fe sorunlarını çözmeye yö- rim. 011sia kimi zaman da, özellikle Pla-
nelik bir yöntemdir. Ancak geliştirdiği ton'da, "varlık" ya da "kendilik" anlamı
bu yöntemin yetkinleşmesiyle birlikte Or- taşır.

tega y Gasset XX. yüzyılda karşılaşılan Platon'Lın Kraıylos diyalogunda (401c)


kuramsal ve uygulamaya dayalı felsefece Sokrates dilin kökeni üzerine soruştur­
sorunlan çözmeye yönelmiştir. masını sürdürürken 011sia'nın geçirdiği
İlk yapıtlarından biri olan Meditaıio"ts evrimi de ele alır. Buradan anlaşıldığı ka-
de/Q11ijote (Don Kişot Üzerine Düşünce­ darıyla Sokrates terimin felsefi kökeninin
ler, 1914) İspanyol kültürü üzerine Cer- Pythagorasçılardan geldiğini düşünmek­
vantes dolayımıyla yaptığı görüngübilim- tedir. Genel olarak bakıldığında ise 011.ria
sel çözümlerrİeleri içermektedir. La des- teriminin Platon'un diyaloglarında farklı
humaniz.acio" del arte (Sanatın İnsancılık­ farklı bağlamlar

You might also like