Professional Documents
Culture Documents
E L S E F E· .. \,,,/ ..
SOZLUGU
serkan uzun • ü. hüsrev yolsal
Felsefece dü ş ünm e nin tarihinde hemen hiçbir u ğrağ ı a tl am aks ı z ın bir uçtan
di ğe r uca yol alan bu ya pıt, aşağ ıd a s ıralanan özellikle ri yle Türkçede kendi
a l a nınd a yay ıml a nmı ş e n ka p sa mlı başv uru kita bı o larak "ara nılır" olmaya
ad aydır :
" " Felsefe"yi bina eden irili u faklı yüzlerce " fe lsefe i şç i s i " .
,r Arkhe'den zoon politikoıı 'a, amor faıi ' den tabula rasa'ya fe lsefenin bugünkü
sözd ağannı bo rç lu oldu ğ umu z yüzlerce Yun anca ve Latince felsefe terimi
" Metafi zikte n var lıkbil g i s in e , b il g i k u ra mınd a n m a ntı ğa, estetikte n e ti ğe
fe lsefenin ana d a ll arının yanısıra tekno loji fe lsefesi, cin ellik fe lsefes i, spor
fe lsefes i gibi ya kın dö neme özgü felsefe d a ll arı .
"Oy lum lu bir "Türki y 'de felsefe" maddes inin ya nı s ı ra B eş ir Fuat'tan Arda
De nkel' e bu toprakl ard a felsefece dü ş ü n me i e ertme e abalayan onlarca
"T urk fe lsefeci".
" Dü ş ünce nin yatağ ını değ i ştirmeye yazg ılı "aş ırılı ğ ın dört atlı s ı " n a (Nietzsche,
He idegger, Foucault, De rrida) özel bir il g i ile özen; "çekiçle", " aç makl a",
" kazmakl a", "sökmekl e" yaptıkl arı fe lsefelerine daha bir so kulmamı z ı ol a naklı
k ıl a n o nl arca " ku şa tı c ı madde".
" Ya pı sa l c ılıktan post-yapı salcılı ğa, postmodemizmden sömürgecilik sonras ın a,
yorumbil gisinden ya pı sö küme XX . y ü zy ılın ikinci yan s ın a dam g as ını vuran
fe lsefece dü ş ünm e yo rd a ml arını aç ıml aya n k a psa mlı maddeler.
" Doğ u fe lsefesi , İ s l a m fe lsefesi , d il fe lsefesi, ahl ak fe lsefesi, varo lu şç uluk
vd . üzerine doy urucu maddeler.
"Ne ara dı ğ ını bile n oku ra " k ull a nı c ı dostu" bir di zin ile kaynakçabilgisi.
ISBN 975-7298-45-X
KATKIDA BULUNANLAR
R. ·LEVENT AYSEVER Oohn L. Austin ile John R. Searle'ün söz edimleri kura-
mıyla ilgili maddeler; anlam; sözcelem; langue-, parole)
BESİM Kı\RAKADILAR (çözümleyici felsefe ile felsefeciler; dil felsefesi ile dilci
felsefeciler; deneycilik; G. W. Leibniz; David Hume; William James; Kurt
Gödel; S. A. Kripke; Alfred Tarski; Arda Denkel; Suvar Köseraif; yanıltılı
uslamlama biçimleri)
BİLlM VE SANAT
BiLiMVE SANAT YAYINLARI
Y tryıma HaZfrltryan
Erkan Uzun-Serkan Uzun
Dizgi
Ümit Hüsrev Yolsal
Teknik Yardım
İsmail
Serin
Volkan Esat-Korhan Esat
~pak ~fıı·arrmı
UmitOğmel
ISBN 975-7298-45-X
Baskı
Ertem Matbaası
4180711
Cilt
Köksal Gltevi
3841710
"Sözlükler, zorunluluk olmalanna karşın bir o kadar da kamu tehlikesidir/er. "
A. N. Whitehead
"Yazgı bu ya, 'gece'nin bir yansında 'ölüm'le ilgili sözlük maddelerini yoluna koyar-
ken anneannemizin aramızdan ayrıldığı haberini aldık. Bu sözlüğe geçen emeğimizi,
kendisinden yaşama dair çok şey öğrendiğimiz, lafı gediğine oturtan sözdeyişlcriyle
çocukluğumuza renk katan Hikmet Murat'a (1924, Sclanik-2002, Akçay) adıyoruz.·
Son yıllarında ellerinden kayıp giden huzuru çok sevdiği Çamlıbel Tepesi'nde bulma-
sını yürekten diliyoruz."
Erkan Uzun-Serkan l1zun
İçindekiler
VIII
SUNUŞ
Okurun kendi başına yapabileceğini
okurun kendisine bırakmak gerekir.
- Wittgenstein
Büyük Alman filozofu G. W. F. Hegel, Tinin Görüngübilimi başlıklı kitabı
için kaleme aldığı önsözde, 2500 yılı aşkın bir süreyi kapsayan felsefe tarihi bo-
yunca üzerinde neredeyse hiç durulmamış, çoğunluk bile isteye göz ardı edilmiş
bir görüngüye parmak basar. Sıkça alıntılanan bu dönüşlü (reflexive) önsözünde
Hegel, beklendiğinin tersine yazdığı kitabı değişik yollarla okura sunma arayışına
kilitlenmez. Yerleşik ölçütler uyarınca olağan bir önsöz yazmak yerine, kendi
yazdığı önsöz de içinde olmak üzere önsöz olma görevini üstlenmiş bütün me-
tinlerin felsefi değergelerini soruşturur. Bu soruşturmaya bağlı olarak, kitapların
açılış sayfalarında felsefecilerin çalışmaları hakkında verdikleri açıklamaların ana
metnin iç yapısı açisından bakıldığında felsefece hiçbir değer taşımadıkları, dahası
peşine düşülen felsefi hakikat ile uzaktan yakından hiçbir ilintilerinin bulunmadığı
sonucuna varır. Önsöz yazma uygulamasının felsefi bakımdan zorunlu olmak bir
yana, metnin yazarı ile okuruna hiçbir getirisinin bulunmadığının, felsefece hiçbir
anlamı ya da karşılığı olmadığının, herşeyden önemlisi de boş bir uğraş olmaktan
öte bir değer taşımadığının altını koyuca çizer. Kuşkusuz bu sonuca varırken
Hegel, idealist felsefe anlayışından kaynaklanan felsefenin doğasına, felsefi doğ
ruluktan ne anlaşılması gerektiğine yönelik temel önkabullerini soruşturmasının
ardalanında turmayı bir an olsun boşlamaz. Bu derinlikli önkabüllerin felsefi ge-
çerlilikleri ile içerimleri ne olursa olsun, Hegel'in gözünde ayrım gözetmeksizin
bütün felsefe önsözleri doğaları gereği yapıtın özgün düzeninde, metnin içörgü-
sünde, ortaya konan düşüncelçrin felsefi dayanaklarında birtakım kaçınılmaz
bozulmalara yol açmaktadırlar. Hepsi de önüne kondukları "gerçek felsefe met-
ni"ni değişik bakımlardan okuyucuya sunma amacıyla yazılmış, içinde belli açım
lamaların getirildiği bir tür "yalancı-aldatıcı" metinlerdir. İster yapıt tamamlan-
dıktan sonra "geriye dönerek" kaleme alınmış olsunlar, ister daha yapıta baş
lamazdan önce "ileriye yönelerek" tasarlanmış olsunlar bütünüyle yapıtın dışın
dadırlar. Alabildiğine farklı söyleme olanaklarını kullansalar da, okuru yapıta
hazırlamaya dönük gerekli gereksiz bir yığın değinide bulunurlar. Ana metne
geçmezden önce son derece tehlikeli okuma yönlendirmelerinde bulunarak oku-
yucuyu yanlış anlama yollarına doğru yürümeye zorlarlar. Yapıtın felsefi uslam-
lamaları üstüne zorlama yorumlar getirdiklerinden, yapıtın yazılış kaygılarına
yönelik geçersiz temellendirmeleriyle düpedüz yapıtın yazılış amaçlarına aykırı
yönde işlerler. Yapıt boyunca izlenen temel yönelimleri ilgisiz bir felsefe bağla
mına oturtarak, yapıtın kavramsal çerçevesini bütünüyle yanlış bir biçimde çizer-
ler. Kuşkusuz önsözlerin konu olduğu çıkmazları daha da çoğaltmak olanaklı,
ama birşey çok açık görünüyor: Metnin olduğu gibi okunarak alımlanmasırun
önündeki en büyük engel, üstünden başarıyla atlanarak geçilmeleri gereken tam
da önsözlerin kendileridir. Bu demektir ki, ne denli okuyucuyu doğru kavrayış
konumuna getirmek gibi iyi bir niyetle yazılmış olurlarsa olsunlar, hiçbir önsözün
başına konulduğu yapıtı çarpıtma, bilemediniz ereğinden saptırma yazgısından
kurtulması olanaksızdır. Bütün bunlar bir yana, önsöz yazarlığının kayıtsız koşul-
IX
suz yazar egemenliğine dayalı baskıcı bir tutumdan (t)ürediğini, okura sürekli yu-
kardan bakan hastalıklı bir yazarlık yordamını yazıya salgıladığını söylemeye bile
gerek yok.
Hegel'in bu keskin eleştiri yoluyla önsöz yazma uygulamasına düşürdüğü göl-
genin altında, elinizdeki yaklaşık 1750 sayfadan oluşan Türkçede şu ana dek
yayımlanmış en oylumlu felsefe sözlüğünün hazırlanışı, içeriği, kullanımı, geleceği
bağlamında önemli bulduğumuz birkaç noktaya açıklık getirmeyi uygun görüyo-
ruz. Kuşkusuz bunu yaparken, çoğunluk her felsefe sözlüğünün kendi içinde
özgül bir düzen taşıyan değme bir yapıt olduğunu, yerleşik yapıt tasarımlarından
birtakım temel noktalarda ayrılan kendine özgü bir yazı tasarımı üsrüne kurulu
bulunduğunu düşünüyoruz.
Bu çalışma, on dört kişinin irili ufaklı katkılarıyla yaklaşık 2,5 yılda hazırlandı.
Doğrusunu söylemek gerekirse, düşündüğümüz, içinde şunlar da olsa ne iyi
olurdu dediğimiz, olmasını özlediğimiz felsefe sözlüğünü ortaya koyabilmek için
bir 2,5 yıl daha i.ığraşabilmeyi çok isterdik. Ne var ki, yayımcımızın sabrının gide-
rek tükendiğini gördüğümüzden, bizim de sözlüğü yazmayı sürdürmeye yönelik
istencimizde büyük bir eksilme başgösterdiğinden bir süreliğine soluklanmak
üzere kaçınılmaz olarak ara veriyoruz. Bu bekleme sürecinde elbette sözlüğün
yeni basımlaı:ında neler yapabileceğimizi, neleri güçlendirip nerelerde onarımlar
yapmamız gerektiği üstüne düşünmeyi sürdüreceğiz. Bu sürece katkısı olacağını
düşündüğünüz her rürden görüşünüz, izleniminiz, öneriniz ya da eleştiriniz için
elektronik posta adresimiz: logosandtekhne@yahoo.com.
Sözlüğü hazırlarken çoğu yerde "derlemecilik sanatı"nı elimizden geldiğince
sonuna dek görürmeye çalıştık. Ancak derleme etkinliğinin sanıldığı gibi hiç de
kolay bir iş olmadığını, "derme çatma" bir yapı kurmakla da uzaktan yakından
hiçbir ilgisinin bulunmadığını sözlüğün hemen her maddesini yazarken açıklıkla
yaşayarak gördük. Maddelerin altında yer alacak açıklamaları olgunlaştırırken
yalnızca elimizdeki metinlerle sınırlı kalmadık; yeri geldiğinde kendi dağarcığı
mızda, kendi felsefe altyapımızda, kendi kavrayış katmanımızda bulunanları da
derleyerek işin içine kattık. Bu bağlamda, şimdi geriye dönüp baktığımızda yazdı
ğımız yüzlerce maddenin hakkını verdiğimizi, kimileyin az çok doyurucu karşı
lıklar vermekle yetindiğimizi, kimileyinse düpedüz yetersiz kaldığımızı görebiliyo-
ruz. Yine de sorunlu bulduğumuz madde başlıklarının sayısının doyurucu buldu-
ğumuz maddelere göre son derece az olduğunu özellikle belirtmek isteriz. Üstelik
kimileri yapı, kimileri içerik, kimileri deyiş sorunları içerdiğini düşündüğümüz bu
maddelerin, Türkçede varolan sözlüklerde· yer alan karşılıklarına göre her bakım
dan daha iyi yazılmış olduklarını gördükçe, sözlüğün gelecek basımlarında daha
da yetkinleştirilmesine yönelik isteğimiz giderek daha bir çoğalıyor.
Sözlüğün yazımında çok değişik kaynaklardan yararlandık. Bu kaynaklar ara-
sında öncelikle Türkçede yayımlanmış felsefe sözlüklerinden söz etmeliyiz. Bu
sözlükler arasındaysa Bedia Akarsu'nun ilk basımı 1975 yılında TDK'<lan yapıl
mış Felsefe Terimleri Sözlüğü ile Ahmet Cevizci'nin yakın dönemde hazırladığı,
her yeni baskısında da yeni ekleme, çıkarma ve düzeltilerle daha bir geliştirdiği
Paradigma Yayınları'ndan yayımlanmış Felsefe Sözlüğü'nü özellikle anmak isteriz.
Akarsu'nun Felsefe Terimleri Sözlüğü, her ne kadar son otuz yılda felsefede yaşa
nan gelişmeleri kapsamıyorsa da, bir terim sözlüğü için olmazsa olmaz olan özlü
x
anlatımıyla, içtutarlılığıyla,
dile verdiği önemle, önerdiği karşılıklarla bugün bile
aşılamamıştır. Bu iki sözlüğün yanında, Afşar Timuçin'in, Orhan Hançerlioğlu'
nun hazırladıkları felsefe sözlüklerini yazdığımız maddelerin içeriklerini sağlama
almak için sık sık karşılaştırmalı bir incelemeye tuttuk. Kuşkusuz felsefe sözlüğü
hazırlamak demek yalnızca eldeki felsefe sözlükleriyle sınırlanmış bir dünyada ça-
lışmaya koyulmak anlamına gelmiyor. Bu yüzden birbirinden değişik alanlarda
yazılmış sözlükler elimizin altından hiç eksik olmadı. Yeri geldi tek bir sözcük
için Türkçe sözlüklere ya da dil sözlüklerine gitme gereği duyduk, yeri geldi top-
lumbilimden ruhbilime, tarihten edebiyata, insanbilimden siyasetbilime görece
yakın disiplinlerde yazılmış yerleşik sözlüklerin ne dediklerine, neyi nasıl yaptıkla
rına baktık. Bütün bunların yanında özellikle karşılık yazmakta güçlük çektiğimi;ı;
kimi terimbilgisel maddeler için Marxist Düşünce Sözlüğü, Sosyoloji Sözlüğü, Psiko-
loji Sözlüğü, Antropoloji Sözlüğü, Toplumbilim Terimleri Sözlüğü, Yöntembüim
Terimleri Sözlüğü, Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü, İletişim Sözlüğü, Ortak
Kültür Sözlüğü vb.'ni içine alan alabildiğine geniş bir sözlükler ağında dolaştık.
Ayrıca, sözlüğün sonunda tam listesini bulabileceğiniz, Türkçede yayımlanmış
yüzlerce kitaba da gereken her durumda başvuruldu.
Türkçe kaynakların dışında çalışmalarımızın asıl büyük bölümü yabancı kay-
naklar arasında geçti. Kullandığımız yabancı kaynakların birkaç durum dışında
çok büyük bir bölümünün İngilizce olması, yazarken karşılaştığımız birtakım
güçlükleri okuyucuyla paylaşma, okuyucunun yararına birtakım çekinceleri açıkça
ortaya koyma sorumluluğunu doğuruyor. İngilizce yazılmış felsefe sözlüklerinin
önemli bir bölümü (neredeyse tamamı) İngilizce konuşulan ülkelerin felsefe
anlayışı uyarınca yazılmış olduklarından, bu sözlüklerin özellikle "öteki" felsefe
anlayışlarını vermekte, sözgelimi Çağdaş-Fransız ile Alman felsefelerini ilgilendi-
ren maddeler söz konusu olduğunda, bir hayli yetersiz kaldıklarına, hatta bunu
yaparken düpedüz ideolojik bir yaklaşım sergilediklerine açıklıkla tanık olduk.
Doğrusunu söylemek gerekirse geleneksel felsefe tarihi maddeleri için de durum
bundan çok farklı değildi. Böylesine derin bir sorunu kimileyin ilgili metinlerin
kendilerine giderek, kimileyin de metinlerin Türkçe çevirilerine başvurarak elden
geldiğince gidermeye çalıştık. Yine bu aynı sorun karşısında, İngilizce sözlüklerin
bakış açısından ileri gelen eksiklikleri aşmak için, bilgisayar yoluyla sanal dünya-
daki arayışlarımıza ağırlık verdik; ulaşmayı başardığımız metinlerin sunduğu
olanaklardan olabildiğince yararlandık. Dolayısıyla, yakın dönemde gerçekleşen
İnternet devriminin, özellikle de elektronik metinlerin serbest dolaşımının, kay-
nak kullanım alanımızın genişlemesinde bir hayli etkili olduğunu belirtmeliyiz. Bu
bağlamda, çok değişik İnternet sitelerinden, .alabildiğine farklı elektronik metin
kütüphanelerinden, onlarca felsefe ve toplum bilimleri sözlüğünden yararlandık.
İnternetteki geniş metin ağı, doğma büyüme Anglosakson kökenli olmayan ya-
zarlarca İngilizce yazılmış pek çok felsefe sözlüğü ile sözlükçesini kullanmamıza
olanak sağladı. Böylesine geniş bir metin dağarında dolaşabilmenin, biraz önce
sözünü ettiğimiz İngilizce sözlüklerin içerdiği eksikliklerden kurtulmamızın
iinünü açtığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Yararlandığımız elektronik metinler ara-
sında, değişik felsefe ansiklopedilerinin CD'ye yazılmış versiyonlarını da ayrıca
anmayı gerekli görüyoruz. Bu noktada, başımız her sıkıştığında yardımımıza
koşan İnternet yazarları ile sanal dünya yayımcılarına hazırladıkları metinleri üc-
XI
retsiz olarak kullanıma açtıklarından ötürü özellikle teşekkür etmek isteriz.
Sözlüğün içeriği ile kullanımına ilişkin genel bir çerçeve çizmenin çok değişik
yollarının bulunduğu kuşku götürmez. Ancak bizce bunu yapmanın en güvenilir
yolu, kendisine sözlükte yer bulmuş maddeleri 25 ana başlık altında bölümleyerek
ele alınaktan geçiyor. Sözlüğe geçmeden önce aşağıdaki dizelgeye şöyle bir göz
atmanın sözlüğün bir bütün olarak haritasını görmeye yardımı dokunabilir. Di-
zelge incelenirken görüleceği üzere, kimi durumlarda eldeki maddenin birden çok
bölüme konabiliyor olmasını, son çözümlemede herşeyin herşeyle ilintili olduğu
felsefece düşünme etkinliğinin doğasıyla açıklamak olanaklı.
(i) klasik ya da geleneksel felsefe dallan !mantık, metafizik, varlıkbilgisi,
bilgi felsefesi (bilgikuramı), etik (ahlak felsefesi), estetik, siyaset felsefesi, doğa
felsefesi, din felsefesi vd.]
(ü) modem ya da çağdaş felsefe dallanmalan [bilim felsefesi, dil felsefesi,
zihin felsefesi, iletişim felsefesi, eğitim felsefesi, toplum bilimleri felsefesi, tek-
noloji felsefesi, cinsellik felsefesi, spor felsefesi vd.]
(iii) tarihsel dönemleştirmeye bağlı felsefe bağlamları ya da çerçeveleri
[ilkçağ felsefesi, ortaçağ felsefesi, modern felsefe, çağdaş felsefe, aydınlanma
felsefesi, skolastik felsefe, patristik felsefe, Helenistik felsefe vd.]
(iv) genel felsefece araştırma alanlan ya da özel felsefe soruşturma
altalanları [biyoloji felsefesi, devlet felsefesi, edebiyat felsefesi, ekonomi felse-
fesi, hukuk felsefesi, mantık felsefesi, matematik felsefesi, sanat felsefesi, tarih
felsefesi, toplum felsefesi, çevre etiği, intihar etiği, medya eriği, uygulamalı etik,
evrenbilgisi vd.]
(v) felsefe dizgeleri [Platon(culuk), Aristoteles(çilik), Descartes(çılık), Spino-
za(cılık), Hegel(cilik), Kant(çılık), Hume(culuk), Leibniz(cilik), Husserl(cilik),
Marx(çılık) vd.]
(vi) felsefe kavranılan [adalet, aşk (sevgi), beğeni, çirkin-tik, doğruluk (haki-
kat) erdem, güç/iktidar, güzel-lik, gerçeklik, haz, idea, istenç, ödev, öz, sezgi, us
(akıl), ussallık, varlık, varoluş, vicdan, yükümlülük vd.]
(vii) felsefe kuramları [betimler kuramı, doğruluk kuram(lar)ı, idealar kuramı,
resim kuramı vd.]
(viii) felsefe terimleri [anlık, aşkın(lık), bilinç, çatışkı, çözümleme, duyarlık,
eğretileme, göreli, görüngü, hiçlik/yokluk, ilinek, kategori, madde, monad, nesne,
olgu, oluş, olumsal(lık), özne, ölçüştürülemezlik, saltık (mutlak), söylem, şey,
tikel, tin, us, zihin vd.]
(ix) felsefe yöntemleri [dilci felsefe, doğurtma (yöntemi), görüngüb)lim,
kurgusal felsefe, Sokratesçi yöntem, soybilim/ soy kütük yöntemi, tümdengelim,
tümevarım, usavurma (akılyürütıne), uslamlama, yorumbilgisi vd.]
(x) felsefe yaklaşımları ya da anlayışları [aranedencilik, atomculuk, belirle-
nimcilik, bircilik, çokçuluk, çözümleyici felsefe, dirimselcilik, dogmacılık, doğaa
lık, doğalcılık, düzenekçilik, erekbilgisi, evrenselcilik, feminist felsefe, görüngübi-
lim, göstergebilim, idealizm, ikicilik, ilinekçilik, insancılık, istenççilik, kuşkuculuk,
maddecilik, uygulamalı felsefe, varoluşçuluk, yapısalcılık, yapısöküm, yaradan-
ctlık, yoksayıcılık, yorumbilgisi vd. ]
XII
(xi) felsefe akımları [anlıkçılık, bilimsel deneycilik, deneycilik, diyalektik mad-
decilik, gerçekçilik, idealizm, maddecilik, mantıkçı olguculuk, mantıkçı deneycilik,
Marxçılık, nesnelcilik, olguculuk, öznelcilik, pragmacılık, usçuluk, varoluşçuluk,
yararcılık, yeni gerçekçilik, Yeni Hegelcilik, yeni olguculuk vd.l
(xii) felsefe öğretileri [adcılık, akış öğretisi, anlıkçılık, aşkınsalcılık, bengidönüş
(öğretisi), bireycilik, betinileyicilik, bütüncülük, çağrışımcılık, değerbilgisi (değer
öğretisi), dört neden öğretisi, görecilik, görüngücülük, kavramcılık, kuralkoyucu-
luk, mutçuluk, nesnelcilik, önceden kurulmuş uyum, öznelcilik, saltıkçılık, ya-
pıntıcılık, yazgıcılık vd.]
(xiii) felsefe sorunları ya da felsefe açmazları [Gettier sorunu, Russell aç-
mazı, Sokrates sorunu, Sokrates açmazları, tümeller sorunu, yalancı açmazı,
Zenon açmazları, zihin-beden ikiliği sorunu vd.]
(xiv) felsefe okulları ya da çevreleri [Bakhtin Çevresi, Berlin Çevresi, Elea
Okulu, Erlangen Okulu, Frankfurt Okulu, Heidelberg Okulu, İskenderiye Okulu,
İskoç (Ortakgörü) Okulu, İyonya Okulu, Kitene Okulu, Kinikler Okulu,
Marburg Okulu, Megara Okulu, Milet Okulu, Viyana Çevresi vd.]
(xv) felsefe uslamlamalan (Beş Yol, özel dil uslamlaması, Tann'run varlığını
tanıtlayan uslamlamalar, uyuşukluğa varan uslamlama, yanılsamadan kalkan us-
lamlama, yaİııltılı uslamlama biçimleri vd.]
(xvi) filozoflar, felsefeciler, yazar düşünürler [Adorno, Althusser, Aristote-
les, Bakhtin, Barthes, Bataille, Baudrillard, Benjamin, Blanchot, Camus, Cioran,
Cixous, De Man, Deleuze, Derrida, Descartes, Dilthey, Dostoyevski, Engels,
Feyerabend, Foucault, Gadamer, Guattari, Habermas, Hegel, Heidegger, Herak-
leitos, Hobbes, Horkheimer, Hume, Husserl, Irigaray, Jameson, Kant, Kier-
kegaard, Kristeva, Kuhn, Lacan, Leibniz, Lenin, Levinas, Locke, Lyotard, Marx,
Merleau-Ponty, Mill, Nietzsche, Qrtega y Gasset, Parmenides, Pascal, Platon,
Quine, Ricoeur, Rorty, Rousseau, Santayana, Sartre, Saussure, Schopenhauer,
Simmel, Sokrates, Spinoza, Spivak, Taylor, Thales, Tolstoy, Unamuno, Vattimo,
Voloşinov, Voltaire, Weber, Wittgenstein, Zenon vd.J
(xvii) mantık terimleri [çıkarım, devirme, evirme, ilksav, kanıtsav, kipler man-
tığı, kümeler kuramı, niceleme mantığı, önerme, simgesel mantık, tasım, yük-
lemler mantığı vd.]
(xviii) ülke felsefeleri ya da belli bir ulus ya da coğrafya adıyla birlikte
anılan felsefeler [Afrika felsefesi, Alman idealizmi, İngiliz Deneycileri, İslam
felsefesi, Kıta felsefesi, Rus/Sovyet felsefesi, Yahudi felsefesi vd.]
(xix) belli başlı Yunanca, Latince, Almanca, Fransızca felsefe terimleri
[akrasia, arkhe, episteme, epokhe, genesis, katharsis, logos, mimesis, praksis,
telos, amor fati, carpe diem, habitus, rigor mortis, tabula rasa, differance,
jouissance, parole/langue, Angst, Dasein, Lebensphilosophie, Naturphilosophie,
Zeitgeist vd.]
(xx) Doğu felsefesi terimleri [Ahura Mazda, Buddhacılık, Caynacılık, jen,
karma, mandala, Nirvana, Rig Veda, samsara, tao, Üç Mücevher, yoga, zen, Zer-
düşt vd.]
XIII
(xxi) İslam felsefesi terimleri ile İslam filozofları [Eş'ariye, Farabi, Gazali,
Hayyatiyye, İbn Rüşd, İşrikiyye, Kindi, Mu'tezile, Sühreverdi, tasavvuf, vahdet-i
vüclıd vd.]
(xxii) belli bir fılozofa özgü teknik felsefe terimleri [üstinsan, erk istenci,
bengidönüş, Dasein, panoptikon, episteme, doğruluk rejimi, differance, kapanış,
saçılma, simulakrum, şişedeki sinek, dil oyunu, resim kuramı, yönelmişlik vd.]
(xxiii) varoluşçu felsefe terimleri [bırakılmışlık, bulantı, fırlatıl111ışlık, içdaral-
ması, kaygı, kendini kandırma (etiği), sahicilik, saçma, umutsuzluk vd.]
(xxiv) postmodem/post-yapısalcı felsefe terimleri [metin, metinsel(ci)lik,
metinlerarasılık, yapısöküm, saçılma, kapanış; differance, jouissance, içepatlayış,
dışapatlayış, simülasyon, simulakrum, yazıbilim, ikili karşıtlık(lar), üstünü çizme,
sözmerkezcilik, ayrım metafiziği, öznenin ölümü vd.]
· (xxv) Türkiye'de Felsefe ile önemli Türk Felsefecileri [Türkiye'de felsefe
(fürkler ve felsefe), Ahmet Hilmi, Baha Tevfik, Beşir Fuat, Arda Denkel, Teo
Grünberg, Nusret Hızır, İonna Kuçuradi, Konya Enerjitizm Okulu, Takiyettin
Mengüşoğlu, Macit Gökberk, Nermi Uygur, Hilmi Ziya Ülken vd.] ·
Yukarıdıt sıralanan bölüm başlıkları altına doğrudan konamayacak ama ken-
disi de başlı başına bir bölüm başlığı olamayacak terimbilgisel birtakım maddele-
rin de sözlükte yer aldığını belirtmekte yarar görüyoruz. Yine bu bağlamda, söz-
lükte kendisine yer bulmuş maddelere kuşbakışıyla yaklaşılacak olursa, sayıları hiç
de az olmayan kimi maddelerin epey bir kapsamlı yazıldıkları görülecektir. Sözlü-
ğün çatısının kuruluşunda kilit konumunda bulunduğunu düşündüğümüz bu
maddeleri yazarken, bunların kendileriyle doğrudan ilgili öteki maddeleri besle-
mek gibi bir görevi yerine getireceklerini düşünerek öteki maddelerin anlaşılma
sını kolaylaştıracak bir ardalan metni oluşturmayı amaçladık. Bu söylediğimizi
örnekleyecek olursak, "felsefe", "metafizik", ''varlıkbilgisi", "etik", "ilkçağ felse-
fesi", "ortaçağ felsefesi", "modern felsefe", "post-modem felsefe", "kıta felse-
fesi" gibi daha onlarca maddeyi pek çok başka maddeye şemsiye oİmaları düşün
cesiyle özellikle uzun tuttuk. Bu nedenle okuyucuya yalnızca okudukları mad-
deyle sınırlı kalmamalarını, hemen her maddenin altında yer alan bkz. maddele-
rine özellikle gitmelerini öneriyoruz. Belirtmek istediğimiz bir başka nokta da,
sözlüğün sonunda yer alan "Dizinler" ve "Dizinceler" bölümüyle ilgili. Sözlüğün
sonunda lngilizce, Fransızca, Almanca, Eski Terimler olmak ü:-.ere 4 a~'t"ı dizin;
Yunanca, Latince, Felsefeciler, Doğu Felsefesi, İslam Felsefesi, Türkiye'de Felsefe,
Mantık olmak üzere 7 ayn dizince bulunuyor. Sözlüğün bu baskısında, çok iste-
memize karşın, sözlükte yer alan bu dört ayrı dizini de bir arada sunacak karşılaş
tırmalı incelemeye olanak tanıyan bir dizin koyamadık. Önümüzdeki baskıda
büyük bir kullanım kolaylığı sağlayacağını düşündüğümüz bu toplu dizini de
koyarak söz konusu eksikliği gidermiş olmayı umuyoruz.
Değinmek istediğimiz, altını özellikle çizmek istediğimiz son bir nokta kaldı
geriye. Felsefe sözlüklerinin sağladığı büyük yararlar karşısında biraz olsun felse-
feyi deneyimleyişimizde yol açabilecekleri onarılması son derece güç hasarlardan
kendimizi nasıl koruyacağımız üstüne düşünmek istiyoruz. Felsefe metinleriyle
girdiğimiz ilişkide kendilerine sıkça başvurduğumuz sözlüklerin egemenliğine
karşı kendimize ne türden korunaklar bina edebileceğimiz sorusunun araştırılma-
xıv
sından geçiyor bu kuşkusuz. Sözlüklerin önsözlerinde sözlük yazarları sözlük
yazma işinin bitimsiz bir süreç olduğunu fazlasıyla dile getirmişlerdir. Bu bağ
lamda çoğunluk sözlüğün içindeki · eksiklere değinmişlerdir değinmesine ama
özgül bir yapıt uzamı olarak tam da sözlüğün kendisinin okuyucu için taşıyabile
ceği tehlikelere değinildiği pek görülmüş birşey değildir. Sözlüklerin okuyucunun
·en yakın dostları oldukları çok yerde söyleniyor olsa da, yeterince uyanık olun-
madığında okuyucuya belli kötülükler yapabilecekleri de üstünden atlanmaması
gereken bir gerçektir. Üstelik özellikle felsefe sözlükleriyle girilen ilişki için daha
bir doğruymuş gibi görünüyor bu. Nitekim, Heidegger ne türden olursa olsun
önümüzde duran her metne sözlüklerin verdiği yerleşik anlamlar ile "okuma-
yorumlama-anlama" deneyimini daraltıcı bildik anlam kalıplarının dışına çıkarak
yaklaşmamız gerektiğini salık verirken yok yere duyulan bir endişeyi dile getiriyor
olabilir mi? Bir başka filozof Whitehead, daha da ileriye giderek sözlüklere duyu-
lan kayıtsız koşulsuz güveni felsefeyi kendisine uğraş edinmişlerin önündeki en
büyük engel olarak tanımlarken, ancak aşırı titizlenen bir ·insanca yapılacak bir
uyarıda mı bulunuyor? Bu uyarısını bütün felsefe dizgesinin kilit konumundaki
bir terimiyle, "yetkin sözlük aldatmacası"yla sayfalar dolusu çözümlerken gerek-
siz bir işle mi oyalanıyor?. Sözlüklerde verilen anlamlarla yetinildiğinde, felsefece
soruşturmanın ister istemez sonunun geleceği saptamasında boştan yere mi
bulunuyor?
Kesinlikle hayır. Bu nedenle, elinizdeki felsefe sözlüğünün bütün sorumlulu-
ğunu taşıyan bizler, "felsefe okuyucusu"nun sözlükte geçen kavramlar, terimler
ya da öğretiler için verilmiş açıklamaları kesinlikle yeterli görmemesini, belli bir
felsefe anlayışı ya da filozofun adına açılmış başlık altında söylenerılerle asla
yetinmemesini diliyoruz. Husserl'in geçtiğimiz yüzyılın başında felsefe evrenine
savurduğu "kesin bir bilim olarak felsefe: görüngübilim" bildirgesinin belkemiği
konumundaki "şeylerin kendisine dön!" savsözünden özençlenerek, okuyucu-
muzu, gerçek felsefe okuyucusundan beklendiği üzere, vakti geldiğinde doğrudan
filozofların kendi metirılerine dönmeye-çağırıyoruz.
Abdülbaki Güçlü
Erkan Uzun
Serkan Uzun
Ümit Hüsrev Yolsal
Ekim 2003, Ankara
xv
Manuk Simgeleri Kısaltmalar
XVI
Aa
a dicto secundum quid ad dictum len" demektir. J. S. Mill ve W.V.O. Qui-
simpliciter (Lat.) Yalnızca sınırlı ya da ne gibi birkaç düşünür dışında, felsefe
özel bir durum için geçerli olan bir ö- tarihinde pek çok kimse manağın ve
nermeden kalkarak tüm durumlar için matematiğin do[,rrulannın apriori niteliğe
genelleme yapma ya da genel yargılara sahip olduğunu ileri sürmüştür.
varma yanılgısı. Tek tek durumlar için Öte yandan do[,rruluğu, apriori yargı
geçerli ilke ya da kurallardan genel ilke lann tersine, deneyimden, göıdemlerdcn
ya da kurallara sıçramayla yapılan us- çıkan önermeler, düşünceler, yargılar ise
lamlama yanlışı.
Sözı.,relimi "Devekuşu uçamaz" öncü-
a posteriori olarak adlandınlır. Bu terim
lünden "Kuşlar uçamaz" sonucuna ulaş de Latince kökenlidir; "sonradan ı,relen"
mak ya da "Savaş sırasında öldürmek demektir. Usçular ile Saul Kripke ve No-
her zaman için baj:,>1şl:ınabilir bir suçtur" am Chomsky gibi kimi günümüz düşü
öncülünden "Öldürmek her zaman için nürleri dışında, genellikle, deneyden tü-
baj:,>1şlanabilir bir suçtur" sonucunu çı retilen tüm bilgilerin aposteriori olduğu
kannak bu tür yarulgılardandır. kabul edilir.
Aristoteles "apriori" terimini her şey
a dicto simpliciter ad dictum secun· den önce gelen şeyleri betimlemek için
dum quid (Lat.) Herhangi bir koşul ya kullanırdı. Aristoteles, önce gelenin bil-
da sınırlamayı göz önünde tutmaksızın, gisine, belli bir nedensellik ilişkisinin bil-
hiçbir duruma ayrıcalık tanımaksızın ge- gisiyle erişebileceğimizi savundu. Ona gö-
nel ilke ya da kuralların her türden tek re, şeyler arasındaki nedensel ilişkiyi ta-
tek durumlar için geçerli olacağını dü- sımlar mantığıyla oluşturup açıklamak o-
şünmekle içine düşülen yanılgı türü. Ge- lanaklıydı.
nel kabul görmüş bir ilke ya da kuralı, Descartes ise "apriori" terimini genel
uygunsuz, özel bir duruma uygulamak- olarak bilginin temellerini araştınrken
tan oluşan uslamlama yanlışı. kullandı. Ona göre, kendi varlığımızın
Sözgelimi "Herkes konuşma özgür- bilgisi aprioridir; çünkü hem bu duru-
lüj:,>ii hakkına sahiptir" öncülünden yola mun yadsınması çelişkiye yol açar hem
çıkarak "Kalabalık, kapalı bir yerde de varlığımızın do[,ıasını enine boyuna
'Yangın var!' diye ba[,'!rmak benim en ' düşünmek için deneyimlerimize gereksi-
doğal hakkımdır" çıkarımında bulunmak nim duymayız.
böyle bir yanılgıdır. Günümüzdeki kullanımlanna önemli
ölçüde damgasını vuran Kant'tan önce
a priori/a posteriori (Lat.) !apriori/a- apriori/aposteriori terimleri, mantıksal
tanıtlamalarda izlenen yollan birbirinden
posteriori; önsel/sonsal; es. t. kabli/ba-
ayırmak için kullanılırdı. Usavurma "ne-
dil Bilginin temeline, kökenine ya da kay-
denlerden sonuca" doj:,'T'U yapılırsa, ta-
naj:,'lna ilişkin temel ayrım; Kant'tan bu
nıtlama apriori; tanıtlama "sonuçtan ne-
yana bilgi öj:,rretisinde ana kavram ikilisi. denlere" doğru yapılırsa aposteriori sayı
Doj:,rruluğu deneyimlerimize, ı,rözlem lırdı. Bu durum XVIll. yüzyıl ortalarına
lcrimizc dayanmayan savlara, önermele- kadar, özellikle Wolff ile Baumgarten ta-
re, düşüncelere, yargılara a priori denir. rafından sürdürüldü. Humc'un eleştir
Latince'den gelen sözcük "önceden ı.,ıe- diği bu yorumu, Kant büyük oranda ge-
Abbagnano, Nicola 2
sağlaıruşur. Abelardus adı geçen özgün göre yer alırlar. Hem Stoaa etikten hem
kaynaklan gelişkin ve kapsamlı bir "söz- de Hıristiyanlığın "cezalandırma ve ö-
cüklerin ve tümcelerin anlamlandınlınası düllendirme" öğretisinden etkilenen A-
kııramı"nı üretmek üzere kullanan ilk fel- belardus, etik konusundaki düşüncelerini
sefecidir. Abelardus'un manuk kuramı ortaya koyduğu Ethica (Etik) diye de bi-
nın Aristoteles'inkinden ayrıldığı temel linen Sdto it ipı11m (Kendini Taru/Bil) ve
nokta, önermelere (tümcelere) ve öner- Dialogtıı inltr philoıophlim, İlıdae11m el dıriı
melerin (tümcelerin) ·ne söylediklerine te- tiantım (Filozof, Yahudi ve Hıristiyan A-
rimlerden (sözcüklerden) ya da terimle- rasında Diyalog) adlı yapıtlarında insan
rin (sözcüklerin) anlamlarından daha çok ilişkilerindeki öznel öğeyi kurgular ve
ağırlık tarumasıdır. Abelardus'un kuramı "yönelim"in ya da "niyet"in bir eylemin
bir ifadenin anlamını hem ifadenin ad- ;ıhliiki niteliğindeki önemi üzerinde du-
landırdığı şeyden hem de ifadeyle birleş rur. Eylemi kökeni bakımından ele alan
tirilen konuşmacının zihnindeki ideadan ve kötülüğün eylemin kendisinde değil,
ayırır. Abelardus zihinsel imgelerin söz- eylemin kökenindeki yönelimde (niyı:tte)
cüklerin gösterdikleri şeyler olduklarını yatttğını savunan Abelardus, kötülük ile
savlamaktan kaçınsa da zihinsel imgele- günahı birbirinden ayırıp kötülüğün bir
re, tümellere ilişkin görüşlerinden de an- günah değil, günah işlemeye bir yönelim
laşılacağı üzere, düşünmede özel bir rol olduğunu öne sürer. Abelardus'un görü-
verir; bunu yaparken de öznelci anlam şünde "günah", kişinin yapılmaması ge-
kur.ımlarının tuzağıruı düşmemeye özen rektiğini bildiği halde o şeyi yapması ra
gösterir. Bu bağlamda hocası Roscelinus' da o şeyin yapılmasına rıza göstermesi
un mantığın seslerin gönderme için kul- veya yapması gerektiğini bildiği halde o
lanılabileceği şeylere ilişkin değil, seslere şeyi yapmayı atlaması ya da unutmasıdır.
ilişkin olduğu görüşünü benimseyen A- Yalnızca bu eylemler, bu atlayıp unut-
belardus'un sözcüklerin neyi gösterdiği malar kişiyi Tann'nın gözünde suçlu kı
ne ilişkin kurarru önermelerin ve tümel- lar ve Tanrı'nın cezasını hak ettirir. Ya-
lerin anlamına ilişkin görüşüyle yakından pılmaması gereken bir şeyi yapmaya rıza
bağlantılıdır. Yalnızca savlar konuşmaa gösterme ya da eğilim duyma nesnel ola-
yı söylenen şeyin doğruluğuna bağla rak kötü olsa da rıza gösteren kişi bilgi-
maktaysa, bir şey ifade eden herhangi bir siz ya da cahil ise cezalandırılmaz. Rıza
tümce didltm diye adlandırılır. Tümcele- gösterme ya da eyleme olur verme yal-
rin ne söyledikleri (diamar) neye işaret ruzca Abelardus'un Tanrı'nın küçümsen-
ettikleridir. Diıtmar doğru ve yanlışın baş mesi ve aşağılanmasıyla bir gördüğü doğ
lıca öznesidirler; savlar di.talannın doğ runun ve iyinin hor görülüp aşağılanma
ruluğuna ya da yanlışlığıruı g<ire doğru ya sına neden olduğunda günahtır. Buna
da y.ınlış olurlar. Abelardus, görüldüğii k>ırşı, benzer bir akılyiirüımeyle, rıza iyi-
üzere, bu uslamlamasıyla sağlam bir ö- ye, başka bir deyişle Tanrı 'ya saygı, ve
nermeler manuğı geliştirmiş ve benim- sevgi gösterdiğinde ise erdemlidir.
sediği yaklaşımla manuğı, şeylerin göste- Abelardus ıanrıbilime ilişkin diişün
renler olarak kullanımını göz önünde celeriniyse onak izleklerini tannbilimin
bulundurmadan şeyler üzerine doğrudan temel kavramlarından biri olan "üçle-
konuşan fizik gibi bilimlerden ayırmışur. me"nin oluşturduğu Theologia S11111111i Boni
Abelardus'un ahlak felsefesi ile tanrı (En Yüce İyinin Tanrıbilimi), lııtrod11mo
bilimi, manuk felsefesinde tümeller ko- mi ThetJ/ogiam (l'annbilime Giriş) ve Theo-
ıusunda ulaşuğı sonuca dayanır. Başka logia Chtirtiana (Hıristiyan Tannbilimi) adlı
bir deyişle, Abelardus'a göre tannbilimin yapıtlarında sunmuştur. Bu yapıtlarında
dogmaları ve ahlak felsefesinin kavram- Tanrı'nın üçlüğüne, tekliğine ya da birli-
ları birer tümeldir ve dilde bağlamlarına ğine ilişkin çeşitli görüşleri diyalektik yön-
5 acıcılık
tem araalığıyla ele alıp çeşitli uslamlıı Aberdeen Felsefe Topluluğu (İng. Ah-
malar ileri süren Abelardus'un Tann'nın mlee11 Philoıophira/ Soritt:f', Fr. Soıiiti Philo-
varlığını tanıtlayan uslamlamasına göre, ıopbiqNt D:Abmittır, Alm. Abmite11 Philo-
akıllı varlıklar olarıık akıllı olmayan şeyler ıophisrht Gtstllsdıajfj "Bilge Kulübü" (Wisr
dünyasına kesinlikle üstün olsak da biz- Clııb) olarak da bilinen Aberdcen Felsefe
lerin kendimiz tarafından oluşturulmadı Topluluğu l 758'de felsefeci Thomas keid
ğınu?.ı kabul etmemiz gerekir. Eğer dün- ile tannbilimci George Campbell'in ba-
ya kendi kendisinin nedeni olsaydı -va- şını çektiği bir grup düşünür tarafından
roluşu için kendisinden başka hir şeye kurulmuştur. İskoç Ortakgörü Fel•efcsi'
dayanmayan, varoluşu için kendisinden nin yeşermesinde et.kin bir rol oynayan
başka bir şeye dayanan şeye üstün olaca- Aberdeen Felsefe Topluluğu, dönemin
ğından- böyle olamazdı. Dolayısıyla dün- İskoç düşünce topluluklarından farklı o-
ya başka bir şey; bizim "Tann" diye ad- larak ~elenek~el dilbilgi~i. dilbilim ve ta-
landırdığırruz bir yapıa ya da yönetici ta- rih alanlarını dışlayarak tartışma alanını
rafından varoluşa getirilir. Abelardus 'un dikkatli bir biçimde salt "felsefi" konu-
bu uslamlama temelinde ulaştığı sonuç, larla sınırlamaya çalıştıysa da başta siya-
varolan ya da meydana gelen her şeyin set, eğitim, mau:matik, doğa felsefesi, do-
varolmak ya ela meydana gelmek için bir ğa tarihi gibi alanlar olmak üzere doğa
nedeninin olduğudur. Başka türlü olsay- bilimleri ile insan bilimlerinden )taynak-
dı, Tanrı'nın meydana gelmeleri için hiç- lanan sorunlar üzerine de yoğunlaşmak
bir neden bulunmaksızın meydana gd- durumuncla kalmıştır. Her ne kadar bu
mesini olanaklı kıldığı ya da varolmasına bağlamda ele aldıkları konular oldukça
izin verdiği birtakım şeylerin bulundu- geniş bir yelpazeye yayılmış olsa da Ab-
ğı.ınun savlanmasına yol verilmiş olunur- erdeen Felsefe Topluluğu'nun u:mciJe
du. Nitekim Abelardus bu savın düşü ilgilendiği konu "kuşkucu" duruşuyla ö-
nülmesinin bile "kutsal iyiliğin" değerine ne çıkan David Hume'un düşüncelerini
gölge düşürdüğünü düşünür. Abelardus çürütmektir. Bu amaçla Alexander Ge-
bu görüş uyarınca Tanrı'nın yaptıkları dı rard ile George Campbell, Hume'un di-
şında yapmayı unuttuğu savlanan başka ne yönelik eleştirilerini hedef alırken,
şeyleri ne yapabileceği ne de unutabile- . Thomas Reid, John Farauhar ve Jamcs
ceği sonucunu çıkarır. Abelardus Tanrı' Beattie, Hume'un bilgilwrarnının çeşitli
nın aynı oranda en iyi olduklanndan ö- yönlerini eleştirmiştir. Topluluk bu bo-
türü aralarında seçim yapmak için hiçbir yutuyla Humecu kuşkuculuğa karşı or-
gerekçenin bulunmadığı çeşitli seçenek- takgörüye dayalı bir yanıt geliştirmenin
lerle karşılaşmasına izin vermez. Kuşku zeminini oluşturma işlevini yerine getir-
~uz Tann daha iyişi bulunan bir seçeneği miştir. Ayrıca bkz. İskoç (Ortakgörü)
de ~eçmcz. Okulu; ortakgöni felsefeıi.
Abelardus'un diğer önemli yapıtları a-
rasında tannbilim alanında "aynı" konu acıcılık ~ng. Jolorislll", Fr. Joloriıme; Alm.
üzerine öne sürülen "karşıt" görüşler ile JolotismNr, es.t. ekm!:uıJ Yaşamın anlanu-
bıuılann tutarsızlıklannı serimlediği bir nı hazda bulan, hazzı biricik ahlak ilkesi
alıntılar derlemesi olan s;, et No11 (Evet edinen hazcılığın tam karşısında yer alan,
\'e Hayır/Hem Öyle Hem Değil) ile salt "acı"yı başlıca erdem kabul edip insanın
felsefe yazılarının en önemlilerini içeren 'yalnızca acı çekerek kendini aşabileceğini
Diakaita (Diyalektik) daha bir öne çık öne süren öğreti; insanı çetin ya;ıama sa-
maktadır. Abelardus'un dilbilgisi üzerine vaşına ruhsal ve fiziksel açıdan hazırla
yazdığı kitabı (Grammatica) ise günümüze yacak, onun ayakta kalmasını sağlayacak
ulaşmanuştır. Ayrıca bkz. onaçağ felse- u:k gücün "acıya katlanmak" olduğunu
fesi; adcılık; etik. savunan görüş.
açık ahlak/kapalı ahlak 6
Hazzı yadsıyıp acıyı yeğleyen, acıyı ve Diifmanlan (The Open Society and its
her açıdan yücelten bu anlayışın öncülü- Enemies, 1945).
ğünü Julien Teppe ile yandaşlan Rtııue Bergson'un felsefesini biçimlendiren
Doloriste adlı dergi aracılığıyla yapmışlar karşıtlıklar ya da ikilikler (metafizikte sü-
dır. Onların yayımladığı Bir Olağandıplıle re/ uzam; bilgikuramında sezf!)./çözüm-
St1V11nusu: Aaaltle MAniftstosu (Apologie leme; evrim kuramında yaşam/ enttopi)
pour L'anorınal: Manifeste du Doloris- ahlak ve elin li2erine görüşlerini de etki-
me, 1935) ile Aantn B1!JHtganlığt (Dicta- lemiştir. Ahlak felsefesindeki açık/kapalı
ture de la Douleur, 1936) adlı yapıtlar bu ahlak ikiliği, din felsefesinde durağan
öğretinin tanınıp yayılmasında etkili ol- din/devingen din ayrımına bürünmüş
muştur. Acıcılığın savunucuları insanın tür: Yaraucı, canlı ve doğal olmasından
özgürlüğünün "acının yoh.ı"ndan yürü- ötürü gelişmeye açık, yaşamın hızlı akı
mekten geçtiğini, acının insan denilen şına ayak uydurabilen -ve gizemcilikte
varlığın ruhunu arındırıp zenginleştirdi doruğuna erişildiği düşünülen- "devin-
ğini ileri sürer. İlkçağ Yunan felsefesinin gen din" ile insanlara ölümü hatırlatmak
kinizmi ile diğer
rüm çileci öğretiler acıcı tan ve yürünmesi zorunlu kılınan yoldan
anlayışın kaynağında yer alırlar. Aynca sapacaklara aba alundan değnek göster-
bkz. çilecilik; Kinikler Okulu. mekten başka bir işe yaramayan kau, tu-
tucu ve yapay "durağan din".
açık ahlak/kapalı ahlak ~ng. open mo- Bergson'un ahlak ve din öğretisinin
rali!J/ dosed moralitf, Fr. morale ouvertt/ 1110- ardında tinselci metafiziği yatar: "ahlak
rale fm11k, Alm. ojft11e moral/guchlorsene mo- ve dinin iki kaynağı" diye öne sürdüğü
nı-l İdealist yaşam felsefesinin Fransa'da- şeyler, son çözümlemede "anlak" ile
ki öncüsü Henri Bergson'un .4h/ô/e ile "sezgi"den başkası değildir. Sürekli aklın
Dinin İki KqJnağı (Les deux Sources de la gözetiminde olan, anlaktan beslenen ah-
Morale et de la Religion, 1932) adlı yapı ilik, kapalı toplum ahlakıdır. Topluluk i-
tında dile getirdiği açık toplum/kapalı çinde yaşayan insanın kendini güvence
toplum ikiliğinden türettiği karşıt ahlıik altına almak istemesinden ötürü törele-
anlayışları: Kau toplumsal yaptırımlara, rin ve yasaların buyurduğu ödevlerce ku-
yükümlülük ile ödeve dayanan, geçmişin şauJan bu ahlakta özgürlük değil, "uyııl
değerlerine sıkı sıkıya sanlan tutucu bir ması gereken katı kurallar" hüküm sürer.
ahlaka (kapalı ahlıik) karşı; birey.i ve ev- Buna karşılık, sezgiden kaynaklanan, sez-
renselliği öne çıkaran, eskiyi aşıp insan- f!).nin itici gücünü kullanan, içerisinde sev-
lığı ileriye götürme amacı taşıyan, özgür- gi ile özgürlüğün hüküm sürdüğü ahlak
lüğün hüküm sürdüğü bir ahlak (açık ah- ise açık toplum ahlakıdır. Yaşama itki-
lak) anlayışı. sinden, insanın içinde taşıdığı yaşama he-
Toplumları açık ve kapalı diye ikiye yecanından filizlenen bu "esnek" ahlakta
ayıran Bergson'a göre kapalı toplum tö- başat olan "yasa" ya da "yükÜmlülük",
reler, kurumlar, yasalar türünden top- y>1.ni ödevtanırlık değildir artık. Bergson'
lumsal zorlamalarla ayakta durur. Buna a göre, insanın yaşama zorunluluğunun
karşılık açık toplum baskı yerine özgür- ayrılmaz bir parçası olan yaratma içgü-
lüğe başvurur, "sevgi"yi temel ilke edi- düsünün "öykünmeci" yönüyle yakından
nir. Bergson insanlığın kapalı toplumdan ilişkili olan bu ahlak *Jllfam(a) atı/111tln
açık topluma, "zorunluluğun alaru"ndan dan (ila11 vifalj doğar ve yalnızca crmi~er
"özgürlüğün alanı"na geçmesi gerektiği ya da kahramanlar tarafından yaşanır. Bu
ni savunur. Bergson'un kapalı ve açık yönüyle de aslında "toplumsal" değil, ki-
toplum aynmına dayalı bu savunusu, şisel bir ahlaktır.
Kari Popper'in elinde oldukça ses geti-
re!> bir yapıta dönüşmüştür: Aple Toplum açık önerme [İng. optn mtlellce, propu-
7 açıklama
silioııaJfunclimr, Fr. i11011ıi orn.ım, foıtclİOıt hiçbir şeyle kanşmayan, bir başına ken-
Alm. ojfotlf mıssnge, aussa-
propo.ritionıtel/r, dini zihne gösteren bilgi ya da düşünce
gtnfimlehoır, es. L kaziıye fa11!uiJ01111] bkz. ise sepletir. Bütün "seçik" düşünceler "a-
önerme; yüklemler mantığı. çık" olsalar da, bütün "açık" düşünceler
"~çik" olmayabilir. Nitekim Descartes i-
açık toplum ~ng. optıt sode!J; Fr. sodeti çin önemli olan da düşüncelerin açık ya
ouvertr, Alm. o.ffeııe geseUsm'!ftj Henri Berg- da seçik olması değil, açık IJt! seçik c;lma-
son 'un Lu Jeux souras de la morale et de la sıdır. Aynca bkz. Descartes, Rene; a-
rı:ligioıt (Ahlak ve Dinin İki Kaynağı, 1932) paçıklık.
başlıklı yapıunda onaya atıığı, daha son-
ra Kari Popper'in The Optıı S otierJ mu/ its açıklama [İng. explatıatio11, t..'<fJMaliotr, Fr.
Eıtemiu'de (Açık Toplum ve Düşman explanatioıt, txpG«llİotr, Alm. erleliin111g, ex-
lan, 1945) geliştirdiği kavram "kapalı top- pla11aJio11, expli/eaJioıt]
En genel anlamda
lum" terimine karşıt bir anlamda kulla- herhangi bir şeyin anlaşılır kılınması ey-
nılmışttr. Kapalı toplum kapalı dizgeler, lemi; şeyleri anlaşılır ve açık kılan ifade;
kapalı zihinler gibi değişime kapalı ve bir şeyi elden geldiğince ayrınt.ılarıyhı ve
durağandır. Bu toplumlarda bireylerin ya- olabildiğince nedenleriyle birlikte kavra-
pıp etmeleri denetlenir ve baskıcı yön- nılır bir biçimde anlatıp dile getirme.
temler uygulanır. Oysa ki açık toplum- İlkçağ Yunan düşüncesinin ilk dönem-
hırda bireyler kendi edimlerini kendileri lerinde açıklayıo kuramlar ile· açıkfoma
özgürce belirlemektedirler; yine de bu nın doğasına ilişkin kuramlar içiçe geç-
eylemler de izlenir, ancak yalnızca de- miş durumdaydL Bu ikisi arasındaki ay-
mokratik ve liberal yollarla gerektiğinde nm zamanla belirmiş ve gitgide daha bir
eleştirilir. Böylelikle de insanlar belli bir netlik kazanınışttr. Nitekim Thales, Em-
toplumsal program dahilinde yavaş ya- pedokles, Anaksagoras ve diğer birçok
vaş değiştirilir, biçimlendirilir. Dolayısıy Sokrates öncesi Yunan filozofu doğal gö-
la kapalı toplumlarda insanlar zorla belli rüngü açıklamaları ileri sürerken, Platon'
bir biçime sokulurken, açık toplumlarda un "formlar kuramı" hem şeylerin dizge-
aynı şey insanlann görece özgürlükçü o- li bir açıklamasını hem de bununla bağ
lan bir ortamda kendi kendilerine iste- lantılı bir açıklama bilgikuramını ortaya
meleri ile gerçekleştirilmektedir. Başka koymuştur. Yine de açıklamanın doğası
türlü söylendikte, amaç ya da sonuç ba- üzerine ilk aynntılı çalışmanın İleiıtd Çö-
kımından değil de araç ya da yöntem ba- zjimlemeler (Analytika hystera) adlı yapı
kımından bir aytım bulunmaktadır iki ttnda bilimsel açıklamanın değişik bi-
toplumsal program arasında. Aynca bkz. çimleri olarak göİülebilecek dört tür ne-
Popper, Karl; açık ahlik/kapalı ah- denselliği tartışan Aristoteles 'e ait oldu-
lllk. ğu söylenebilir. Aristoteles bu yapıttnda
nedenlerin araşttnlması ile nedenselliğin
açık ve seçik ~ng. ckar mıd disti11ct, Fr. gerçek doğasının araştınlmasını birbirin-
cltıir eı düti11ct; Alni. klar und deııtlich; Lat. den kesin bir biçimde ayırmışttr. Aris-
darus et disliıtdus; es. L ı•4'(fh w miitem~i!fJ toteles'in "son" nedeni dinsel yönelimli
Modem felsefenin babası olarak anılan erekbilgisel açıklamalar için uygun bir ze-
Rene Descanes'ın İlle Felsefe ÜZ!riıte De- min sağladığından ötürü, ortaç-.ığ felse-
ri11diişii11111elerde kesin bilgiye ulaşmak i- fesi Aristoteles'in açıklamaya ilişkin us-
çin doğruluk ölçütü olarak ileri sürdüğü lamlamalannı benimseyerek onlan geliş
birbirine kopmazcasına bağlı ikili: Konu- tirmiştir. Öte yandan bilimsel nitelikteki
su ya da nesnesi hiçbir aracı olmaksızın açıklamayı erekbilgisel açıklamadan ayır
doğrudan zihne sunulmuş bilgi ya da dü- ma yönündeki ilk ciddi adım Francis
şünce aple; konusu ya da nesnesi başka Baron tarafından attlmıştır. Bacon iki
açıklama 8
bölümden oluşan }'111i o,,._ (Novum İJıi açıklamayı kötü bir açıklamadan
bir
Orgaııutn, 1620) adlı yapıtının birinci bö- ayır-.ın
ölçütün açıklayan ile açıklıınan a-
lümünde tümc:vııamlı yönteme: duyulan nısındaki belirli bir mantıksal ilişkide
gereksinimi de alıı:ken, ikinci bölümde bulunabileceği düşüncesi yaygınlaşmışur.
bu yöntemin uygulamalaı:ı üzerinde: yo- Bu yaklaşım "kapsayıa yasa" açıklama
ğunlaşır. Bacon birinci bölümde kc.ndi modelinde en üst düzeyine ulaşmışur.
zamanında yaygın olarak kabul gören A- Bu türden bir açıklama anlayışında "a-
ristotı:lc:sçi a priori tümclc:ngc:limli yönte- çıklama" bir olayın bir yasa altında dü-
mi yadsıyıp insanın anlama yetisini göz- şünülüp incclcncbilmesine ama her şey
lem ve deneyde tı:mc:llcndirir. Bacon'ın den önce bir yasa altında sınıflandınlıp
önerdiği seçenek a postıriori tümevarımlı bölümlendirilebilmesinc dayanır.
yöntc:nidir. Bacon'a gött ilkin doğayı de- Bu genci açıklama anlayışına bağlı o-
neyler aracılığıyla gözlcmlc:mc:yip verileri larak tartışdan diğer önemli bir açıklama
toplamamız, ardından ne bildiğimizi çö- tüı:ü de tümdcngelimli-yasakoyucu (dt·
zümlc:mcmiz ve sonunda da ulaştığımız dtıdiı.,..110111obıgitalj açıklamadır. Bu açık
en güvenilir doğrulara gött hattkct et- lamada ulaşılan sonuç açıklamanın için-
memiz gerekir. Bacon doğaya ilişkin kes- de geliştirilen önermelerin tümdcngelim-
tirimlerde bulunma ile doğayı yorumla- li bir sonucudur. Tüındcngclimli-yasako
mayı birbirinden ayırır: Kestirimlere i- yucu açıklamalar, tekil olgulan betimle-
nanmak için çok az neden bulunmasına yen y.ı da genci düzenlilikleri ifade eden
karşın. bunlar kolayhlda ve acclcyle ina- açıklamalar verirler. Öte yandan manuk-
nılan gencllc:mc:lcrdir. Yorumlar ise şey çı olgucuların bütün açıklama uslamla-
lere nüfuz etmemizi, onlara yaklaşmamı malarının tümdc:ngclimli olması gerektiği
zı olanaklı lalan çeşitli verilere dayanır. yönünde kesin bir tutumlan söz konusu
Yorumlar her zaman kolaylıkla kabul e- değildir. Nitekim mantıkçı olgucular tü-
dilmeseler de açıkçası doğayı açıklamanın mcvanailı-iııtatistiksel açıklamaları da ka-
en güvenilir yöntemi olarak düşünülmeli bul ederler. Tümevarımlı-istatistiksel a-
dirler. çıklamalarda açıklama en azından içlerin-
Modem fclsc:fc döneminde Huınc, den biri olasılık yasası olan önermeler-
Kant ve Mill'in bilimsc:l açıklamanın -a- den tümcvarımlı olarak çıkartılıı:. Man-
yırt edici özdlilderine ilişkin öğretiler o- tıkçı olguculuğun düşünsel ortama tü-
larak görülebilecek yazılan, doğadaki ne- müyle egemen olduğu dönemde kapsa-
denselliğe, yasalara ve düzcııliliklcre ili~ yıcı yasa modeli üzerinde bir uzlaşma söz
kin çeşitli içgörüler sunmuştur. Buna kar- konusu olduysa da 1960'lar ile 1970'ler-
şı bilimsel açıklamaya ilişkin en "radikal" de modelin çeşitli sorunlar içerdiği or-
görüşler manukçı olguculuk ya da diğer taya çıkmış; bu uzlaşma bozulmaya, mo-
adıyla mantıkçl deneycilik (bilimsel de- del de tartışma konusu edilmeye başlan
neycilik) hareketinin gelişmesiyle filizlen- mıştır. Bu tartışmalar sonuı.-unJa açıkla
miştir. Bilimsc:l dcnc:yciliğin önde gelen malan ncdcnscllik bağlamına oturtma yo-
adlan olan Kari Poppcr, C. G. Hempel, luna gidilmiştir. Nedensel açıklamalarda
R. B. Braithwaitc ve Emest Nagcl yazı açıklanan olayların nedcrderinin izi sürü-
larında etkin bir açıklama anlayışı gcli~ lür ve tı:k tek (tı:lı:il) olaylar, sözgclinıi bir
tirıııişlcrdir. Bu düşünürler bilimsel açık köprünün çökmesi, gcııcllikle nedenleri
lamayı, yani açıklanması gcttken olguyu bclirlcncttk açıklanır: "Köprü suyun ba-
ya da düzcnliliği bctimleyc:n ifadeyi, en sıncı ya da kötü inşaattan dolayı çök-
genci anlamda içlerinden en azından bi- müştür" gibi. Bir olayın meydana gelme-
risi doğa yasası olan bir dizi önermeden sinde pek çok farklı etken rol oynamış
tütttilcn bir uslamlama olarak tanımla olabilcccğinden, tikel bir ctkcİ:ıi.n rıc;dcn
mışlardır. Mantıkçı olguculuğun etkisiyle olarak belirlenmesi öncelikle bağlamsal
9 adalet
haktanırlığın hüküm sürmesi; ilkçağ Yu- doğruluk ve haktanırlık olarak adalet an-
nan felsefesinden bu yana dön ana er- layışLınnın ya da tarafsızlık üzerine ku-
demden biri. rulu adalet anlayışLınnın üzerinde temel-
Sokrates öncesi doğa felsefesi döne- lendirilip temellendirilmemesi gerektiği
minde filozoflar neredeyse tümüyle ev- sorusu oluşturur. Üçüncüsü ise devlet ey-
rene odaklandığından, ilkçağ Yunan fel- leyenler ya da bireylerin ekonomik et-
sefesinin bu ilk döneminde "adalet"in a- kinliklere ve diğer tüm etkinliklere gir-
na erdemlerden biri olması dışında pek mezden önce izleyecekleri yol yordamın
konu edildiği söylenemez. Felsefe Sokra- kurallanıu koymalı mı yoksa yalnızca ey-
tes'le birlikte yüzünü "insan"a döndükte, leyenlerin özgür kararlarıııı düzenleyip
doğada hüküm süren yasaların yanında onlara çekidüzen vermekle mi yetinmeli
insan yaşamını ilgilendiren yasaların da sorusu etrafında dönen tartışmadır. Sos-
felsefece ele alınmasiyla birlikte "adalet'" yalistler, liberaller ve tutucular arasında
taSanıruyla daha bir ilgilenilmiştir. No111os · devletin bölüştürücü adaleti ya da top-
C'yasa'? ile pl?Jsis C'doğa"), bir devletin lumsal adaleti sağlamak için ne ölçüde
yasası ya da bir toplumun töresi ile insan müdahale edebileceğine ya da müdahale
doğasının gereksinimleri, arasındaki kar- etmesi gerekip gerekmediğine ve haklı
şıtlık çerçevesinde yürütülen "insanın na- bir biçimde gerekçelendirilmiş bir mü-
sıl ya da neye göre yaşaması gerektiği" dahalenin izleyeceği yöntemlere ilişkin
tartışmasıyla yakından bağlantılı olan a- büyük bir tartışma söz konusudur. Bö-
dalet kavrayışı, Batı felsefesinin en uzun' lüştürücü adaletin temelinde her ne ka-
soluklu tanışmalarından biri olan bu no- dar eşitsizliğin var olmıisı için çeşitli ne-
filos/pf?ysis çekişmesiyle birlikte yol al- denler olsa da kişilere eşit davranılmalı
mıştır. Aristotcles'e, felsefe tarihinin en dır düşüncesi yatmaktadır. Yukarıda sa-
büyük "bölümleme ustası"na gelindiğin yılanlar dışında bölüştürücü adalet üze-
deyse "adalet"in bugün için de hila ge- rine yürütülen incelemelerin genci olarak
çerliliğini koruyan bir biçimde sınıflandı- eşitlikten aynlmayı ya da ondan yana ol-
. nldığını görürüz: genci/özel; düzeltici/ mamayı gerekçelendiren nedenler, dev-
bölüştürücü vb. letin eşitsizliği gidermedeki rolü, bölüş
Kimi yerlerde "toplumsal adalet" di- türmeyi kendi kura!Lırınca yapan siste-
ye de adlandınlan böüiştiiriidi aJakt, her- min kendisi ile refalun en çoğa Çlkartıl
kesin hak ettiğini ya da payına düşeni al- ması arasındaki bağlantı gibi konuLır ü-
ması için kaynakların ve görevlerin adil zerinde yoğunlaştığı söylenebilir. Bölüş
paylaşımını tanımlayan ilkeleri belirler. türücü adalet ücretlerin, fıyatlann ve mü-
Bölüştürücü adalete yönelik başlıca fel- baddenin adil olup olmadığıyla ilgilenen
sefe tartışmalan temcide üç sorunun izi- ı..lenklcştirici adalet ile yakından bağlantı
ni sürerler. Bunlardan birincisi bölüştü lıdır çünkü insanlann aldıkl an ücretler
rücü adalete ilişkin meselelerde karar ve- ne kadar kaynağa .sahip olunduğuyLı bi-
rirken hangi değerler ya da hangi değer rebir ilgilidir. Bunun bir yansıması olarak
ölçütleri öncelikli konumda olmalıdır so- ıiıodcrn felsefede ücret ve fiyata ilişkin
rusu üzerine kuruludur: Hukuksal ya da tartışmalar daha kapsamlı bir soru olan
geleneksel olarak verilmiş haklara her kaynakların adil dağılııru neye dayanır ve
zaman için bir üstünlük tanınmalı mıdır nasıl sağlaıur sorusunca gövdelenmekte-
yoksa ekonomik verimliliği artırmanın dir. Örneğin Marxçı felsefeciler kaynak-
bir yolu olarak "hak etmek" mi üstün ların ihtiyaçlara göre dağılımıııı savunur-
görülmelidir? Ya da tüm bu ölçütler bir- lar. Başka felsefeciler _!taynakların uzun
leştirilerek tek tek durumlara ayn ayn dönemde genel yaran en çoğa çıkartacak
uygulanamaz ıru? İkinci tartışma konu- biçimde dağıtılmasıııı savunurlar. Diğer
sunu bölüştürücü adalet kuramlarının leri adil paylaştırmanın herkesin yaranna
11 adalet
tıklan ile doğalarını ilgilendiren sonınlard kim bu eleştiriyi önemseyen kimi adcılar,
karşı bütünüyle "indirgemeci" bir yakla- daha ılımlı bir adcılık biçimini benimse-
şımı savunuyor olması nedeniyle, "Pla- yerek bu. eleştiriden kurtulma yoluna
tonculuk", "İdealizm", "Gerçekçilik" gi- gitmektedirler. Bu türden "yenilenmiş''
bi anlayışlarla da taban tabana karşıt bir adalık yaklaşımlannda, tiimcl kavramla-
konumda yer almaktadır. Sözgelimi bu rın salt ağızdan çıkarılan birtakım sesler
bağlamda Platonculuk özelliklerin, ilişki olduklarına yönelik genel ada görüş ko-
lerin, önermderin, kümelerin, olgu bağ runmakla birlikte, belli tikellerin hep bel-
lamlarının kendilerinden başka şeylere li sözciikler altında toplanarak düşünülü
indirgenemeyecek ölçüde gerçek bir ya- yor olmalan gerçeğinden hareketle, tlkcl-
pılan bulunduğunun düşünüldüğü bir lerin aralarında birtakım ortak özellikler
varlıkbilgisi çerçevesini savunurken, bu- olduğu düşüncesi olurlanrnaktadır. Nite-
na karşı adcılık dış dünyada 8oıİıut bir kim "yumuşatılmış" adcılık biçimleri bu
varlıkları bulunmayan soyut kendiliklerin olurlamacı açıklamalarıyla, kendilerini so-
varlığını bütünüyle yadsıyarak, bunhırın nuna dek götürülmüş adcılığın konu ol-
gerçekliğin "neliği"ni ya da "nasıllığı"nı duğu öznelcilikten de kaçınmış saymak-
hiçbir zaman betimleyemeyeceklerini ö- tadırlar.
ne sürmektedir. Nitekim çoğu adcılık yak- Adcılık anlayışının felsefe tarihindeki
laşımında, soyut kendilikler üstüne ku- en önemli uğrakları, Eski Yunan Sofist-
rulmuş felsefe söylemlerinin bir biçimde leri, Stoacıhır, yüksek ve geç dönem or-
somut tikeller üstüne kurulmuş benzer ı.ıçağ felsefesi düşünürleridir. Bunun y;ı
söylemler doğrultusunda çözümlenebilir nında, XVII.-XV111. yüzyıl İngiliz De-
oldukları düşüncesi egemendir. neycileri ile XX. yüzyılın gözde akımı
Adcılık anlayışının sonuna dek götü- mantıkçı olguculuğa bağlı kimi felsefe-
rülmüş biçimlerinde, kavramların belli ciler de savundukları görüşlere bağlı ola-
birtakım işlevleri yerine getirmek ama- r.ık adcılık geleneği içine yerleştirilmek
ayla •Jz!aşı yoluyla oluşturulmuş simge- ıedir. Felsefe ı.ırihinin değişik dönemle-
ler olarak kavranmaları gerektiği, aynı rinde adcılık ile Platonculuk (kavram
adla adlandırılan tikellerin gerçekte aynı gcrçekçiliğı) arasında yapılan çeşitli tar-
adla adlandınlrnış olmaları dışında arala- tışmalar, adalık anlayışırun gelişimi üs-
nnda bir ortaklığın bulunmadığı düşü tünde oldukça önemli bir yer tutmakta-
nülmektedir. Bu anlamıyla 11z/apmaltk an- dır. Bu bağlamda Eskiçağ Yunan Felse-
layışına oldukça yakın bir felsefe dunışu fesi'nde Kit1ikkrOk11ltt'nun kurucusu An-
olan adcılık, yerine ve bağlamına göre tisthcnes, her itkarun görünüşler dünya-
ozt1tkilik anlayışının özgül bir biçimi ola- sırun ötesinde gerçek bir varlığı bulun-
rak <la Ot"ğt"rlt"n<lirilmektc<lir. Ne var ki cluğumı <lüşünen Platon'un gerçekçiliği
adalığın bu en uç biçimine sıkça yönel- ne, "Atı görüyorum oysa gerçek dünya-
tilen anlamlı eleştirilerden birinde, eğer . da bana at kavramını anlatan bir at türü
denildiği gibi tikellerin aynı adlan almak görmüyorum" tümcesiyle karşı çıkarak
dışında aralarında belli ortaklıklar yoksa, tarihin bilinen ilk adcılık yaklaşınunı dil-
o vakit neden hep belli nesnelerin hep lendirmiştir. Adcılık anlayışının etkili bir
belli adlarla birlikte anıldıkları sorusunun felsefe konumuna gelişinde hiç kuşkusuz
yüksek sesle dile getirildiği gözlenmekte- ortaçağ felsefesi bağlamında "tümeller
dir. Sözgeliıni bu 5oru bağlamında, ağaç sorunu" üstüne yürütülen tartışmalann
adı altında neden hep belli tikellerin ayrı bir yeri bulunmaktadır. Ortaçağın
toplandığı, neden ağaç adının başb ti- önemli bir böliimünde tümeller sorunu
kellere değil de yalnızca ağaç diye adlan- üstünde en çok durulan felsefe sorunla-
dırılan belli türden varlıklara verildiği nndan biridir. Nitekim XIV. yüzyılda ya-
gerçeğine parmak ba5ılmaktadır. Nite- şamış önemli orıaçağ adcılarından Ock-
adcılık 14
!andırdığı bu tasanmların özel bir içe- içinde bir çelişkiye konu olduğu eleştiri
rikleri b\ılunduğumı, bu içeriklerin tikel- sini getirmektedir. Berkeley bu eleştiriyle
lerin idealanndan o tikcllcre özgü özel- idel:ırın soyut olmaları anlamında genel
liklerin "soyulma'"sıyla oluştuğunu ileri olduk.lan biçimindeki Lockcçu gör(işü
süımektedir. Buna karşı Berkeley ile bütünüyle reddediyor olsa da, bir idea-
Hume, Locke'un soyutlama öğretisine nın genelliğinin taşıdığı özgül içerikten
karşı çıkmış olmakla birlikte, genel te- çok düşüncede yerine getirdiği görevle
rimlere karşılık gelen ideaların içerikleri- belirlendiğini vurgulayarak, genel idea-
nin bütünüyle belirli ve tikel olduklarını, ların gerçekten varoldukları düşüncesini
zihnin aynı türden öteki tikel ideaların onayhımaktadır. Daha açık bir deyişle,
yerine bu genel terimleri kullanmakta Berkeley'e göre idealar Locke'un dediği
olduğunu öne sürmektedirler. Yine ge- anlamda bir soyutlamayla elde edildikleri
nd terimlerin tümellere karşılık gdmedi- için değil de aynı türden bütün tikel
ğini gösterme noktasında Abelardus ile idealan temsil ettikleri için geneldirler.
Ü<:khamlı \Vılliam'ın açtığı yoldan yürü- Bu anlamda zihin içerik olarak bütü-
yen İngiliz filozoflarından Hobbes, va- nüyle belirli bir tikel ideayı alarak, aynı
rolan şeylerin yalnızca tikeller olduğumı, türden öteki bütün idealara genellemek-
genel terimlerin ya da tümd kavramların tc:dir. Öte yanda deneyciliğin önde gelen
gerçekte adların adlan olduklarını dile adlarından Hume, genel ideaların kendi
getirerek benzer bir adcı savunuyu gün- başlarına tikel olduklannı ama buna kar-
deme taşımıştır. Ayru ortaçağlı öncelleri şın ıc:msillerinde genel bir hale geldikle-
gibi, modern felsefenin deneyci düşü rini belirterek, Berkdey'in Locke'un so-
niirleri de bu görüşiin gerek genel te- yııtlama ile genellik açıklamasına getir-
rimlere gerek içsel tasanmlar-.ı gerekse diği eleştiriyi canı yürekten desteklediğini
onlara karşılık kullanılan idealar arasın dile getirmiştir. Bu anlamda, zihindeki im-
daki ilişkiye yönelik doyurucu bir açık ge hep belli tikd bir nesnenin imgesidir,
lama olanağı sunduğunu düşünmüşler ama sözkonusu imgenin düşünceye uy-
dir. Sözgelimi Locke, idealara gönderen gulanması aynı bir tümelin uygulanması
sözcüklerin de gend idealara karşılık ge- gibi olmaktadır.
len ideaların da tikellere ilişkin ideala- Adcılık geleneği, çağdaş fdsefedeki
nmızdan oluşturulmuş soyut idealar ol- deneyci yönelimli gelişinıini bütünüyle
duklarını ileri sürmektedir. Buna karşı felsefenin bilimselleştirilmesini savunan
Berkeley kendi adcılık anlayışında, Loc- mantıkçı olguculuk ile çözümleyici fel-
ke'un betimlediği türden soyut ideaların sefe çevrelerinde sürdürmüştür. Buna gö-
da bulunmadığım savlayarak bir adım re, Ockhamlı William'ın 11esneleri gmkJJte-
daha ileriye gitmiştir. Locke'un görüşün dik.çe fVğ11llml!Jl'1IZ, yollu "varlıkbilgisel tu-
de, üçgen gibi bir geometrik şeklin soyut ıumluluk ilkesi'"nden yola çıkan çoğu
ideasını oluşturma süreci, farklı üçgenleri XX. yüzyıl felsefecisi, dünyadaki nesne-
hirbirlerinden farklı kılan birtakım özel- leri anlamaY,a yönelik bilinı dilini olabil-
1iklerin dışarda bırakılmasından meydana diğince gereksiz terimlerden temizleme
gelm:.-ktedir.Berkeley, Locke'un öne sür- uğraşı içinde olmuşlardır. Sözgelimi bu
dü~li gibi üçgen ideasına böyle bir sü- felsefeciler arasında daha hir öne çıkan
reçten geçilerek varılıyorsa eğer, elde e- Russell, varlığı metafizik kurguyla koyut-
dilen üçgen ideasının ne ikizkenar, ne lanmış tonlarca kategoriyi, sorunu, kav-
eşkenar, ne de dikaçılı bir üçgen olama- ramı, uslamlamayı bütünüyle atarak, bun-
yacağını, dolayısıyla da söz komısu üç- ların yerine varlığı her durumda mantık
gen ideasının aynı anda hem bütün üç- yoluyla temellendirilmiş bir sözdağarına
genleri içereceğinden hem de hiçbir üç- geçmeyi, böylelikle kaynağını adcılıktıın
gen tekini içermeyeceğinden ötürü kendi alan en üst düzey bir varlıkbilgisi eko-
17 adiaphora
sana yaraşır olanın (kathehmta) doğru se- cauer'le birlikte 1. Dünya Savaşı'nın bit-
çimi için "erdem" tek başına yeterlidir. mesine yakın her cumartesi öğleden son-
Bunun ötesinde bilgi, güç, haz, sağlık, ı:-dlan okumaya başladı. Kracauer'in reh-
güzellik, zenginlik ve soyluluk türünden berliği Adomo'ya, bu kitabın yalnızca bir
şeyler insan için doğal olarak "yeğlenir" bilgikuramı kitabı olmadığını, aynı za-
(proegmma) durumlar; bunların yokluğu manda tinin tarihsel konumunun da o-
da "yeğlenmeyen" (apoprrıeg11ıet1a) durum- kunabileceği kodlanmış bir metin oldu-
lar olarak görülür. Bu türden· şeyler ken- ğunu düşündürttü. Annesinin ve kızkar
di başlanna iyi ya da kötü, doğru ya da deşinin etkileriyle müziğe karşı beslediği
yanlış, erdemli ya da erdemsiz olmadık ilgiyi beste yapmaya dek vardıran düşü
lan gibi, bunların varlığı ya da yokluğu nür il. Dünya Savaşı yıllannı ise Califor-
da iyi ya da kötü anlamda ahliki bir tu- nia'da sürgünde geçirdi.
tuma yol açmayacağı için bunlar ahlıik Adomo, 1924'tc Johann Wolfgang
yönünden kayıtsız kalınacak şeylere kar- Goethe Üııiversitesi'nde Edmund Hus-
şılık gelir. Aynca bkz. Stoacılık. serl üzerine yazdığı tezi tamamlayarak
felsefe doktoru deıccesiııi aldı. Bir yıl
adllda (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde sonra Alban Berg ile kompozisyon ça-
"ne hak ne de hukuk gözeten davranış"; lışmak ve Amold Schocnberg etrafında
"haktanır ya da adil olmama durumu" toplanmış müzisyenlere, bestecilere ka-
anlamında kullanılan terim: "adaletsiz- tılmak için Viyana'ya gitti. Viyana gezisi-
lilc". Ayrıca bkz. dike/dlkaiosyne. nin Adomo üzerindeki etkisi çok kalıcı
oldu; "yeni müziğin" hem önde gelen
adil savat kuraım ~ng. theory ofjnst war, bir savunucusu oldu, hem de felsefece
Fr. thlorie feste de gnmr, Alm. theoire des ge- biçemi Schocnberg ile Berg'in "atonal"
mhtm krieges] Savaşa başvurulmasını ge- kompozisyon tekniklerinin izlerini hep
ıckçelendiren bir dizi koşulun flns ad btl- taşıyacak hale geldi.
/11111) adının konması; savaşın hangi ilke- Frankfurt'taki çalışmalarına dönen A-
ler uyarınca yapılabileceğinin ya da sa- domo, Kierkegaard: Konstmktion des A'sthe-
vaşa hangi durumlarda izin çıkabileceği tis&hm (Kierkegaard: Estetik Olanın Ku-
nin belirlenmesi (insin be/Hı) üzerine so- ruluşu, 1933) adlı kitabıyla doçentlik sı
ruşturmada bulunan kuram. Adil savaş navını verdi. Bu güç kitapta üç konu da-
kuramı Augustinus ile başlayan bir Hı ha bir öne çıkmaktadır: a) Kierkegaard'
ristiyanlık geleneğinden doğan, savaşın da, öznellik kavramında olduğu gibi, va-
ahlak bakımından değerlendirilmesi yö- roluşsal öğeleri soyut kategorilere dönüş
nündeki Batılı bir yaklaşımın uzanusıdır. türmek yoluyla varoluşçuluğun somut-
Daha sonralarıysa adil savaş kuramının laşma arzusunun açığa çıkarılarak eleşti
hem diru hem de dünyevi biçimleri or- rilmesi; b) şeyleşmiş toplumsal dünyanın
taya çıkmışur. Aynca bkz. savat ve ba- yani kişilerin üzerinde baskı kuran öznel-
rış felsefesi. liğin savlarına kayıtsız kalan kurumlar
dünyasının bir okuması; c) tannbilimsel
Adomo, Theodor Wiesengrund (1903- düşüncelerin tarihsel ve maddi somut-
1969) Toplumbilim, ruhbilim ve müzik- laşorılmasının sağlanması girişimi.
bilim alanlarında da çalışmış, Frankfurt Adomo, Hitler Almanyası'ndan 1934'
Okulu'nun "eleştiıcl kuram"ının felsefi te kaçarak Oxford'a Merton College'a
mirİlarlarırıdan olan Alman düşünür. geldi. Burada geçirdiği üç buçuk yıl i-
Sonralan tüm felsefece görüşlerine çinde o zamanlar arkadaşı Max Horkhei-
damgasını vuracak olan Kant'ın An U- mer'in yönetimindeki I11stilHI far Sozfa!for-
11111 Elqtirisi adlı kitabını toplum eleştir st:h1111g'un (I'oplumsal Araştırmalar Ensti-
meni ve sinema kuramcısı Siegfried Kra- tüsü) dergisine makaleler yazdı; daha
19 Adomo, Theodor Wiesengrund
etkinliği, kc:ndisini açıkça sanatsal mo- sinde gücü yetmeme ya da olanaksız ol-
dc:mliğin c:ylc:mlc:rinc: ve: yazgısına bağlar; ma durumu; "güçsüzlük'', "dirençsizlik"
bu nedc:nlc: de: iç tutarlığı eksiksizdir. A- ya da "olanaksızlık".
domo felsefenin foyasını ortaya çıkar
mak ister; usçuluğu ve anlama yetisini, Aenesidemos (M.Ö. ykl. 100-40) M.Ö.
bunlann "özdeşi olmayan ötekisiyle" te- 1. yüzyılda Pyrrhonculuk'un savunuculu-
mellendirmek i~ter. ğunu üstlenen kuşkucu fılozof. Akade-
Adomo'nun diğer önemli yapıtları a- rrüa .kökenli olmasına karşın Akaderrüa
rasında Amold Schoenbcı:g'in atonal mü- Kuşkucul~'nun olasılık öğretisiyle ve
ziğini müzikal modernizmin en üst nok- uzlaşmaa tutumuyla uyuşamayan Aene-
tası olarak savunduğu Philosopbit dtr neue11 sidemos, bu okulla yollarını ayırdıktan
Mıuik(YcniMüziğinFclscfesi, 1949); so- sonra kuşkuculuğun gerrek evi olarak gör-
mut, bireysel deneyimin modem, burju- düğü Pyrrhon'un kuşkuculuğuna yönel-
va toplumundaki yokoluŞuna ilişkin dü- rrüştir. Yeniden canlandırdığı Pyrrhoncu
şüncelerini yansıtan yüz clli üç çarpıcı a- kuşkuculuğun kuramsal çerçevesini oluş
forizmadan oluşan Mitıima Moralia (1951); tumıa işini üzerine alan Aenesidemos,
Husscrl'e ilişkin, görüngübilimin kaçınıl bunu kuşkuculuğun düsturu olagclrrüş
maz soyutluğu ya da aradığı somutluğu yargıda bulunm«ktan kaçınma (!epokht)
yitirmeye yazgılı oluşu üzerinde duran ve: ile bilginin olanaksız olduğu düşüncesini
"yoğun" bir okuma sonucu ortaya çıkan temellendirmek için geliştirdiği tropollar
Zur Metakritik der Erktnmdheom. Studiett (diyalektik uslamlamalar) öğretisiyle ger-
iiber Hımerl ımd die phÖllomenologi;chen An-· çekleştirrrüştir. Bu öğreti daha sonra Sex-
tinomieır(Bilgikuramının Üstelcşcirisi:Hus tus Ernpiricus eliyle geç dönem Helenci
scrl ile Görüngübilimsel Çatışkılar Üst~ kuşkuculuğun olmazsa olmaz ilkesi ha-
ne İncelemeler, 1956); Hegel üzerine de- line gctirilrrüştir.
nemelerden oluşan Dtri Studien Z!' Hegel Kuşkuculuğu haklı çıkarmak için ya-
(Hegcl Üstüne Üç Çalışma, 1963) ile zılmış on trrıpolun ilk yansı özne, diğer
Hcideggcr'in varoluşçuluğunu soyut ve yarısı ise nesne bakımından olup içerik-
tarihdışı olarak yorumladığı Jargon der Ei- leri kısaca şöyledir: (1) Başka başka hay-
gentlidJ/eeiı (Sahicilik Jargonu, 1964) sayı vanlar aynı nesneyi farklı şekillerde algı
labilir. Aynca bkz. Frankfurt Okulu. larlar; (2) Başka başka insanlar aynı nes-
neyi farklı şekillerde algılarlar; (3) Duyu
advaita (San) İkicisizlik. *Upanişadlar oı:ganlannın farklı farklı oluşu, nesneler
sonrası Hint felsefesi içerisinde yer alan üzerine değişik yargılarda bulunulmasıruı
ortodoks olmayan (nastilea) düşünce (or- yol açar; (4) Özneyi etkileyen çeşitli ko-
todoks -astı'lıa- düşünce okulları *Vcda- şullar (hastalık, sarhoşluk, delilik, vb.)
lar'ın yanılmazlığıru kabul ederler) cliz- nesnelerin olduğtından başka türlü algı
gclerindcn Vedanta'nın ikicisizlik öğreti lanmasına yol açarlar; (5) Özne tarafın
sine verilen ad. Bu öğreti, gerçeğin as- dan algılanan nesnenin konumu (yakın
lında ikili olmadığını; her tek ben'in, yani lığı, uzaklığı, yeri, vb.) türlü türlü so-
*Abıratl'ın, sonunda *Brahman'ın benli- nuçlara vıınlmasıııa yol açar; (6) Algıla
ğiyle özdeş olduğunu savunur. Advııita madan ayn tutulamayacak bazı etkenler
(İkicisizlik) Okulu, Vedantaa okulun iki vardır. Nesneler duyulan hiçbir zaman
ana kolundan birim oluşturur. Bu oku- tek başlarına etkilemezler, işin içine her
lun en önemli düşünürü Sankara'dır. zaman başka bir etken (hava, gözyuvarı
Karşıtı için bkz. dvaita. Aynca bkz. Vc- nın konumu, v.b.) daha girer. Sor.uçta
danta; Sankara. insanın algıladığı şey, hiçbir şekilde nes-
nenin saf hali değildir; \!) Nesnenin ni-
adynamia (Yun) İlkçağ Yunan felsefe- celiği, farklı farklı rrüktarlarda olması, al-
21 Afrika felsefesi
yazıya dökülmemiş öğretiler" anlanun- bulunduğu koşullara göre değişir; (5) Ka-
daki terim. Sözgclimi Aristoteles, Fizik nıtlanacak şeyi kanıtın dayanağı yapmak-
adh yapıtında (IV, 209b) "Platon'un ya- tan doğan bir döngüsellik söz konusu-
zıya dökülmmıiş öğrcıileri"ne gönder- dur. herhangi bir ilkeyi tanıtlamaya kal-
mede bulunur. kıştığımızda kendimizi bir kısırdöngü
nün içinde buluruz; başka bir deyişle so-
a.,oraphos nomos (Yun.) İlkçağ Yunan nucu kanıtladığı düşünülen öncül ya da
felsefesinde kaynağını tanrısal yasa dü- öncüller doğruluklarını yine sonuçtan al-
şüncesinden alan, "yazılıolmayan ya da dıklarında, bu öncüllerin sonucu kanıtla
yazıya dökülmemiş yasa" anlamında kul- dığı ya da sağlama aldığı düşüncesi ha-
lanılan terim. vada kalır. Agrippa aynca filozofların bir
yandan akılla ilgili olanı duyularla, bir
Agrippa (M.S. ykl. 1. yüzyılın sonu ile il. yandan da duyularla ilgili olaııı akılla ta-
yüzyılın başı) Ilkçağ Yunan felsefesin- nıtlamaya giriştiklerinden ötürü hep ikili
deki kuşkucu geleneğin, özellikle de Py- bir lasırdöngüye düştüklerini de vurgu-
rrhoncu Kuşkuculuk'un sürdürücüsü o- lar.
lan Romalı kuşkucu filozof. Akademia Agrippa, öne sürdüğü tüm bu ge-
Kuşkuculuğu öğretisiyle yollarını ayırıp rekçe ve kanıtlara dayanarak, ne duyula-
kuşkuculuğun "gerçek evi" olarak gör- nn taıııklığına ne de insanın anlama yeti-
düğü Pyrrhon'un öğretisine yönelen Ae- sine güvenilebileceğini, bu nedenle de
nesidemos 'un ardılı olan Agrippa, kuş hiçbir konuda kesin hükme varılmaması
kucuhığu temellendirmek için Aeneside- gerektiğini savunur. Tıpkı Aenesidemos
mos'un ortaya koyduğu on tropolu (di- gibi o da dogmacılığın bu aşılamaz güç-
yalektik uslatnlama) beşe indirerek kendi lüklerden dolayı tökezlemeye mahkıim
öğretisini kurmuştur. olduğunu düşünür ve ister bilginin ola-
Kuşkuculuğu savunmak, yargıda bu- naklılığı ister varlık ya da gerçeklik üze-
lunmaktan kaçınmayı (*epokhe) ve bilgi- rine olsun her türden yargının askıya a-
nin olanaksız olduğu düşüncesini temel- lınmasını (epokhe) salık verir. Buna karşı
lendirmek için Agrippa'nın türettiği beş lık, Aenesidemos'un daha çok duyu al-
tropos kısaca şöyledir: (1) Aynı konu üze- gılarımızın yol açtığı güçlüklere yoğunla
rinde öne sürülen görüşler başka başka şan tropos'lanyla karşılaştırıldığında Ag-
olup birbirleriyle çatışır; (2) Akılyürütme rippa 'nın tnıposıan, herhangi bir metafi-
ya da öncüllere dayalı kanıtlama özü ge- zik sorununu çözmenin olanaksızlığını
reği bir çıkmazla karşı karşıyadır: her ka- gösteren kanıtları da içerdiğinden, çok
nıtlama aynca kanıtlanması gereken ön- daha derin bir kuşkuculuk barındırır. Bu
cüllere dayandığından ve bu sonsuza dek yüzden kimi felsefe tarihçileri, kuşkucu
böyle sürüp gittiğinden hiçbir akılyürüt luğu Akademia'nın uzlaşmaalığından
me kendi kendini kanıtlama ya da açık kurtarıp eski ihtişatnlı günlerine -katı
lama gücüne sahip değildir; (3) Akılyü Pyrrhoncu kuşkuculuğa- döndürmesin-
rütme sürecindeki bu sonsuz geriye gidi- den ötürü, "yeni kuşkuculuk"un kuru-
şin önünü alabilmek için kanıtlanmamış cusu olarak Aenesidemos'u değil de onu
öncülleri ileri sürmek zorunludur. dog- anarlar. Son çözümlemede, Agrippa insan
maa filozoflar önermeler dizisinde son- bilgisinin, "bilgi" denilen şeyin birtakım
suza dek geriye gitmekten kaçındıkları varsayımlar ile önkabullere dayandığını
için hiçbir zaman kanıtlayamayacakları ve "yetkin" bilgiye ulaşmanın olanaksız
varsayımlar öne sürerler; (4) Hem algılar lığını vurgulamasıyla birçok modem ve
hem de bunlara dayanan yargılar göreli- çağdaş düşünürü öncelemiştir.
dir. gerek algılar gerekse bunlann doğur
duğu yargılar özneye ve öznenin içinde ağaçbiçimli dütünce [İng. trre-like tho-
ahimsa 24
11gbt, Fr. pmste arbonsm1te-, Alm. ba11111-ıılİe şüncc" ile taban tabana ters düşmekte
grtla11ke] Çağdaş Fransız felsefesinin bir- dir. Köksap burada kimi bitkilerin top-
likte yaptıkları ortak çalışmalarla tanınan rağın üzerinde kalan, kendisinde hem
iki büyük düşünürü Felix Guattari ile köklerin hem de yaprakların çıktığı sapı
Gilles Deleuze'ün geliştirdiği, yerbilim- nı anlatmaktadır. Daha açık bir deyişle
den bitkibilime, havabilimden ruhbilimc, köksaplı düşünce, kök yapılan bütünüyle
tannbilimden fdsefeye dek bütün bir aynı olan ama çoğurılukla köklere, sür-
Batı kültürünün düşünsel öğclerini baş günlere, filizlere ya da yapraklara dağılan
tan sona belirlediğini varsaydıkları bilgi- topraküstü bitki gövdesinden oluşan ba-
kuranunı ya da düşünme kipini anlatmak ğımsız bitkilere benzemektedir. Dcleuze,
için kullandıklan eğretilemeli felsefe ta- köksaplı düşünceyi bağlamsal, aynı kök
sanmı. Bu bağlamda Deleuze ile Guat- yapısından doğan bir etkinliğin bağlama
tari'ye göre, Batı felsefesini iki ana eğre göre başkalaşım göstermesini, çoğunluk
tileme yoluyla tüketici bir biçimde anla- la da pragmatik bir değişim geçirmesini
mak olanaklıdu. Bunlardan ilki dışardaki eğretileyerek anlatmak amacıyla geliştir
gerçekliğin bilincin yansıması olarak kav- miştir. Buna göre, insanların düşünsd ve
randığı gerçeğini anlatan "ayna eğretile yaşamsal bütün etkinlikleri, çıplak gözle
mesi"dir. Buna karşı ikinci eğretileme, kolay kolay görülemeyen, birbirlerine
"ağaç eğretilemesi'', zihnin dışardaki ger- önceden verili olan ya da bizden önce
çeklik baklanda ayna yoluyla sağladığı belirlenmiş bulunan kurallarla bağlıdır.
bilgilerin sağlam temellere (yani ağacn Ayrıca bkz. dikey düşünce.
kökleri) oturtulmuş, dizgeli ve sıradü
zenli ilkelerle· kat kat gövdclendirilmiş ahimsa (San.) Şiddetsizlik. Sanskritçe
(yani ağacın gövdesi), tek tek bilgi daua- 'şiddet' demeye gelen bim.radan tiiretilmiş
nna aynştınlrnış (yani ağacn dallan) ol- b11 kavram Gandlü'nin düşüncesinde her
masını betimlemektedir. şeye duyulan sevgiyi anlatır. Gandhi'nin
Deleuze ile Guattari'nin ·ağaç eğreti etik görüşüne göre, yaşamın amacı Tan-
lemesi üzerinden giderek sundukları çö- n'ya hizmet etmektir. Bunu yapmanın
zümlemede, ağaçbiçimli düşünme yapısı tek yolu da abinmıyı uygulamaktır.
Batı felsefesine birlikli, bütiinlüklü, ken· Uygulamada, ahilnsa yolunda yürü-
di içinde tutarlı, kendisiyle özdeş, ıasa mek başkalanna hizmet etmektir. Baş
nmlayan bir özneye dayandınlmış büyük kalanna hizmet etmekse insanın kendi
düşünce dizgeleri kurma olanağı tanımış benliğiyle olan bağlannı, arzulannı yok
tır. Yine bu eğretilemenin anlam olanak- etmesi; kişinin kendisini tamamen sona
larının çözümlemesi sürdürüldüğünde, i- bırakması; kendini sıfıra indirgemesi de-
dea, öz, yasa, doğruluk, adalet, özgürlük, mektir. Kişi kendisini hemcinsleri arasın
iyilik gibi kavramların ağacın dallarında da sona koymazsa kurtulması söz konu-
açmış yapraklar olarak durduğu görüle- su olamaz. Kendini en sona koymak da
bilecektir. Batı kültürüne egemen olan kaçınılmaz bir biçimde özdisiplin ile
bu düşünme yordamının en iyi görüle- kendini sınırlamayı içerir. Abintsa, alçak-
bileceği yerler arasında Platon, Aris tote- gönüllülüğün en uç sınırıdır.
les, Descartes, Hegel ve Kant tarafından
bina edilmiş felsefe dizgeleri başı çek- ahlik ~ng. 111oralr, Fr.111orale; Alm. mora~
mektedir. Deleuzc ile Guattari'nin felse- İnsarıların gerek yaşam ilgileri gerek me-
fe sözdağarlannda kimileyin "dikey dü- tafızik bağlanımlan gerekse değer yöne-
şünce" diye de geçen ağaçbiçimli düşün limleri bakımından kendisine göre yaşa
ce, bu düşüncenin bütün olumsuzlukla- makla yükümlü olduklannı duyumsadık
nndan kurtulmak için bir an önce kendi- ları temelli dünya görüşü; saltık anlamda
sine geçilmesini önerdikleri "köksaplı dü- iyi olduğu düşünülen bir yaşam görü-
25 ahlik
şünde yapılanıp yerleşiklik kazanan, ge- edilmektedir. Çok genel bir deyişle ger-
lenekler ile görenekler yoluyla taşınan, çek ahlak tasarımı, davranış ile karaktere
yazılı ya da yazılı olmayan davranış ku- ilişkin ahlaksal bir kodun ya da bir dizi
ralları; yaşam ülküsü olarak bilinçli ya da ahlak kuralının felsefi bakımdan yeterli
bilinçsiz olarak seçilen yaşama değerleri, bir biçimde temellendirilmiş olmasına,
erekleri ile tasarıları; belli bir top! um i- temellendirilmiş bu kuralların da ilkece
çinde yaşayan insanların kendileriyle, bir- ussal eleştireye açık olma yetisi taşımala
birleriyle, kurumlarla ilişkilerini düzenle- rına karşılık gelmektedir. Bu tanıma uy-
yen ilkeler, değerler, kurallar, töreler bü- gun düşen bir ahlakın olup olmadığı so-
tünü; bir ulustan bir başka ulusa, bir dö- rusu ise, geleneksel olarak ahlak ftlsefm'
nemden bir başka döneme, bir yaşam nin ya da etife'in araşiırma alanuıa gir-
dünyasından bir başka yaşam dünyasına mektedir.
hem kapsam hem de içerik bakımından Türkçe'ye girişi çok da eskilere u-
değişiklik gösterdiği söylenen ahlaksal zanmayan "etik" sözcüğünün, özellikle
değerlemeler alanı; iyi nitelikleri ile kötü yakın dönemlerde giderek ahlak sözcü-
alışkanlıkları bağlamında kişinin karakter ğünün yerini aldığı gözlenmektedir. Ne
sağlamlığını oluşturan tutumlar, eğilimler var ki ahlakı tanımlamak, onu daha geniş
ya da davranışlar; ahlaksal değerlerin ya- kapsamlı olduğu düşünülen etikle karşı
şama geçirilişinde hirinci dereceden bağ- laş11rmak son derece güç bir iştir. İki
· 1ayıa olan yaradılış, doğa, huy, tıynet; tek sözcük arasında, örneğin "kişisel ahlak"
bir kişi ya da bir grup kişi tarafından ile "11bbi etik" deyişlerindeki kullanımla
doğruluğu onaylanmış, sonuna dek uyul- rında görüldüğü üzere, çok belirgin ol-
ması gerektiği düşünülen kurallarca oluş mamakla birlikte belli bir farkın bulun-
turulmuş kavramsal ahlak görüşleri diz- duğu söylenebilir. Aralarındaki ayrımı be-
gesi; yaşamdaki eylemlere, karşılaşılan ya- lirginleştirmenin sıkça başvurulan yolla-
şam sorunlarına ilişkin açıklamaların su- rından birisi, etik kuramlarında bulun-
nulduğu ahlik öğretileri düzlemi; ahlak- duktan halde ahlak kuramlarında bulun-
sal inançlar ile değerler üzerine yürütü- mayan birtakım özellikleri çok genel çiz-
len felsefe düşünmesi gilerle ortaya koymaktan geçmektedir.
Türkçe'de ahlak felsefesi diye de kar- Bu özelliklerin genellikle dört başlık al-
şılanan elife sözcüğü "karakter" anlamına 11nda kümelenmesi söz konusudur: (i) ah-
gelen Yunanca ethos sözcüğünden gelir- laksal ile ahlaksal olmayan arasında yapı
ken; buna karşı Türkçe'deki ah/life söz- lan köklü ayrım; (ii) kesin bir sorumluluk
cüğü ise, kökence "huy", "doğa", "yara- duygusu ya da koşulsuz buyruk (yap-
dılıştan olan haslet" anlamlan taşıyan A- malısın buyruğunda, yapabilirim demek
rapça'daki "hulk" kökünden gelmekte- ki Y.apmalıyım sorumluluğunun içerim-
dir. Bu iki sözcük çoğunluk birbirlerinin lenmesi gibi); (iiı) "ödev'' ile "yükümlü-
yerlerine kullamlacak denli eşdeğer .bir lük" türünden değerlerin en temel ahlak
anlamda anlaşılmaktadır. Batı dillerinde kavramları olarak öne çıkmaları; (iv) baş
ahlak sözcüğünün kökeninde yatan La- kalarının iyiliğine duyulan araççı ya da
tince mons sözcüğü, "uzlaşılar", "pratik- çıkara olmayan köklü ilgi. Daha açık kıl
ler'', "davranış kodları'', "belli bir kişinin mak adına, etik ile ahlak arasındaki ayrım
ya da grubun karakteri" gibi anlamlar ta- çok genel olarak müzik ile müzikbilim
şımaktadır. Bu anlamda belli bir kişinin arasındaki ilişkiye bakılarak anlaşılabilir.
ya da grubun ah!akı denince ilkönce an- Buna göre, aynı müzikbilimin müzik ü-
laşılması gereken o kişinin ya da grubun zerine yapılan değişik düşünümlerden o-
taşıdığı karakterdir. Ancak bu noktada luşması gibi, etik de özce ahlak karşı
bir de toplumsal uzlaşılardan bütünüyle sında bir adım geriye çekilerek ahlaksal-
bağımsız gerçek ahlak tasarımından söz lık üstüne düşünmekten doğmaktadır. Bu
ahlik 26
noktada ahlak, ilk elden inançlarımız ile bileceklerine dayanıyorsa, etik bir düşün
eylemlerimizi yönlendiren iyi ile kötü ta- cedir''. Buna göre yerleşik anlamıyla etik,
sanmlanyla ilgiliyken, buna karşı ahlak ne çokeşliliğin yanlış olup olmadığı tü-
felsefesi ya da etik ahlak alanının üstüne ründen özünde bir ahlak sorunuyla, ne
yükselerek "iyi" ya da "kötü'', "doğru'' de gerçekten bunun yanlış olduğunu dü-
ya da "yanlış", "ahlaksal" ya da "ahlaksal şünen kimsenin olup olmadığı gibi be-
olmayan" niteleçleriyle betimlenen inanç- timleyici etik bir soruyla ilgilenmektedir.
larımızın, eylemlerimizin, deneyimlerimi- Etik böyle bir soru ya da sorun bağla
zin değergelerinin felsefi bir gözle so- mında, "çokeşlilik yanlışur'' denildiğinde
ruşturulmasına karşılık gelmektedir. tam olarak ne söylenmek istediğini açık
Ahlak alanında yapılan çalışmalarda, lığa kavuşnırmanın peşindedir. O neden-
genellikle hangi soruya karşılık ne türden le etik, geleneksel biçimlerine bakıldı
bir yanıun verildiğini seçmek her durum- ğında açıklıkla görülebileceği gibi, yerle-
da olanaklı değildir. Sözgelimi kişinin şik ahlak anlayışlanna bir seçenek oluş
kendi ahlaksal dünya görüşünü ortaya turması nedeniyle daha çok eleştirel bir
koyduğu ahlaksal bir düşünceyi, ilk anda ahlak arayışına karşılık gelmektedir. Ni-
"betimleyici etik" ifadelerle karıştırmak tekim ahlakla arasındaki eleştirel uzaklığı
çok kolay olsa da, "Bunu yapmak yanlış korumaya özen gösteren etik düşünce
olur" türünden bir ahlak ifadesini "Bunu geleneğinde, ahlakın nerede başlayıp ne-
yapmanın yanlış olacağını düşünüyorum" rede bittiği sorusu düşünce tarihi boyun-
türünden betimleyici bir etik ifadeden a- ca çok değişik biçimlerde yanıtlanmıştu.
yırt eunek öyle çok da güç değildir. Çağ Soru ya verilen yanıtlardan belki de en
daş çözümleyici felsefe geleneğinde ya- önemlisi, ahlaksal alanın s.ırutlanrun top-
pılan ahlak taruşmalarında yer tutan ege- lumun yerleşik değerlerince, ortakgörü-
men görüş, aşağıdaki kural izlendiği va- nün kabul edebileceği eylemlerce çizili-
kit ahlak ifadelerinin betimleyici etik ifa- yor olmasıdır. Ancak bu genel yaklaşım
delerden ayırt edilebileceklerini savun- da ahlakın kuralkoyucu yanıyla hep insan
maktadır: "düşünür kendini belli bir ah- özgürlüğü üzerinde kısıtlayıcı olması, ta-
lak anlayışının savunuculuğuna soyuna- rih boyunca derin bir tepki uyandırmış,
cak ölçüde belli bir bakış açısını sahip- buna bağlı olarak da değişik düşünür
lenmişse, burada ortaya konan düşünce lerce değişik biçimlerde eleştirilmiştir.
bir· ahlak düşüncesidir; yok eğer böyle Ahlaka duyulan bu tepki kuşkusuz en iyi
bir ahlaka bağıtlanma<lan, yani bir baş anlatımhırından birini Diderot'nun şu
kası tarafından da savunulan }11 da savu- sözlerinde bulmaktadır: "Ahlak da er-
nulabilecek ahlak görüşleri hakkında dem de boyuneğenler için geçerlidir."
yansız bir biçimde düşiinmektcyse, orta- Her alanda olduğu gibi ahlak alanın
ya koyduğu düşünce ya etik bir düşün da da kuram ile pratik ilişkisinin son de·
cedir ya da betimleyici etik bir düşünce". rece büyük bir açmaz oluşturduğu gö-
Yıne bu aynı egemen görüşe göre, bir rülmektedir. Nitekim işin doğası gereği
düşüncenin etik bir düşünce mi yoksa ayrı bir bilgi alanı olarak ahlakın kuram-
betimleyici etik bir düşünce mi olduğu sal yönlerini pratikteki uygulamalardan
naysa şu yol izlenerek karar verilebilir: bütünüyle ayrı tutmanın olanağı yoktur.
"düşüncenin doğruluğu temel olarak in- Ahlakın hem kuramsal düzeyinde hem
sanların savundukları ahlaksal kanılara de pratik düzeyinde karşılaşılan temel
dayanmaktaysa, eldeki düşünce betimle- sorun, pratik düzlemde hangi eylemlerin
yici bir etik düşüncedir; yok eğer doğ iyi hangi eylemlerin kötü olduklarını, bu-
ruluğu, belli sözcüklerle ne ifade edildi- na karşı kuramsal düzeyde ise pratikteki
ğine ya da insanların belli ahlaksal kanı karşılıklarından bağımsız olarak iyi ile
ları seslendirdiklerinde ne söylemiş ola- kötünün neliklerini kesin anlamda belir-
ahlak duy(g)usu
!emektir. Ahlakın pratik boyutu ile ku- lakı", "evlilik ahlakı","yurttaşlık ahlakı",
ramsal boyutu arasındaki kaJ"tnmak ne- "meslek ahlakı", "devrimci ahlakı" bun-
dir bilmeyen bu uçurumun, ahlak tartış lardan yalnızca birkaç tanesidir. Yine bu
malannda sıklıkla karşılaşılan bir başka aynı bağlamda, değişik altlak tasanntlan
ikilemle, "birey/toplum ikilemi"yle daha arasındaki aynmlan belirginleştirmek a-
da derinleşmesi söz konusudur. Nitekim dına, "Yahudi ahlakı", "Alevi ahlakı",
pratik ile kuram arasındaki karşıtlık bi- "Alman ahlakı", "Burjuva ahlakı", "Türk
rey/ toplum ikilemiyle birlikte dallanıp ahlakı'' türünden din, mezhep, ırk, sınıf,
budaklanarak alabildiğine değişik anlam- ulus temelli ahlak bölümlemelerinin de
lar kazanmaktadır. Bu b-ağlamda her za- yapıldığı görülmektedir. Ne var ki ahlak
man belli ahlaksal değerlerin yükümlüsü alanında yapılan bütün bu ahlak -bölüm-
görülen birey ile bu değerlere uymakla lemeleri, son çözüntlemede kuram-pra-
bireyi yükümlü kılan toplumsal, dinsel, tik karşıtlığı' ile toplum-birey ikilemine
geleneksel değer dizgeleri arasında temel bir biçimde geri taşınabilir türdendirler.
bir çatışma yaşanmaktadır. Kişi ahlakı ile Buna göre, insanların bütün yapıp et-
toplumun genel ahlakı arasında yaşanan melerine yön vermek amacıyla yapılandı
bu çatışkı karşısında ahlakçıların, çatışkı nlmış bütün altlaklann kaynağında, iki
yı ortadan kaldırmak adına ikisi arasında ana ahlaksal bakış açısından ya biri ya da
bir denge kurma, bir üçüncü ort.'l yol öbürü bulunmaktadır. Bunlardan ilki, en-
temellendirme arayışı içinde oldukları son anlamda mutluluğun biricik ölçütü
gözlenmektedir. Bu arayış çerçevesinde olarak bireyi öne çıkaran "mutluluk ah-
kimi altlak felsefecileri, toplumsal ahla- lakı"yken, ikincisi bireyin hep toplum-
kın son çözümlemede "biçimsel ahlak" daki öteki insanlar önündeki yükiintlü-
olduğunu, "gerçek ahlak" denenle uzak- lüklerini ön planda tutan "ödev ahla-
tan yakından bir bağlantısının bulunma- kı''dır. Bununla birlikte pek çok aWak
dığını ileri sürmektedirler. Sözgdimi tam düşünürü, ne birey ile toplum arasına, ne
bu noktada Bergson, bireye belli altlak de mutluluk ile ödev arasına bu denli
kurallarına uyma yükümlülüğü getiren keskin sınırlar çekmek şöyle dursun, ah-
toplum ahlakını- "kapalı altlak", salt bire- lakın varlık nedeni bu iki temel kaynağın
yin kendi değerlerini yaşamasına olanak birbirlerinden bu denli bağımsız dlişü
tanıyan bireysel ahlakı ise "açık altlak'' nülemeyeceklerini, hatta bir ve aynı şey
diye tanımlamaktadır. Bergson'un gö- olduklanru savunmaktadırlar. Öte yanda,
zünde açık ahlak yerleşik anlayışlara, kit- daha yakınlara gelindiğinde, düşüncele
lelerin değerlerine, toplumsal kurumların rini savsözlerle dile getiren XIX. yüzyılın
dayatmalarına karşı çıkışıyla, en iyi anla- çoğu fılozofunun geçen yüzyıllarla bir-
tımını Nietzsche'nin "üstinsan" tasarı likte felsefenin giderek uzaklaşUj:.'1 Sokra-
mındaki "efendi ahlakı"nda bulan, hep tesçi özüne geri döndürülmesinin gere-
bir kahramanlık ahlakı olarak görülmek- ğine dikkat çekerek, ahlak felsefesi ile ya-
tedir. Buna karşı kapalı ahlak, yaşamın şam felsefesini örtüştürme arayışı içinde
bütün akışına rağmen durağan kalmada- olduklan görülmektedir. Bu duruşun ön-
ki ısranyla, varolan değerlerle yetinişiyle, de gelen düşünürleri çoğunluk Schopen-
kendisine sunulanları sorgusuz sualsiz "be- hauer, Nietzsche, Lichtenberg, Wittgens-
nimseyişiyle Nietzsche'nin "sürü ahlakı" tein gibi Alman ya da Avusturya kökenli
diye adlandırdığı "köle ahlıikı"na karşılık fılozoflardır. Aynca bkz. açık ahlak/ka-
gelmektedir. Öte yanda, değişik toplum- palı ahl~k; efendi ahlakı/köle ahl~kı;
sal örgütlenmelerde bireylerden yerine erik; mutluluk ahlakı; ödev etiği; yok-
getirilmesi beklenen ahlaksal davranışlar, sayıcılık.
birtakım başka ahlak bölümlemeleri al-
tında incelenmektedir. Sözgelimi "aile ah- ahlak duy(g)usu [İng. 111oral mmr, Fr.
ahilik felsefesi 28
mıs moraf, Alm. moralischtr ıimı] Ahlaksal ahilik ilkesi [İng. moralpriııdplr, Fr. prin-
balamdan iyi, güzel, doğru davraıuşlara tipe mora~ Alm. moralprinzjp; moralisches
kaynaklık ettiği düşünülen duygu; insan- prinzfp] Ahlaksal olanı belirleyen, ahlak-
ları "dürüstlük", "yardımseverlik", "ö- sal olanı ahlaksal olmayandan ayıran ana
dev bilinci", "kişisel sorumluluk", "insan ilke. "Her durumda doğruyu söylemek
sevgisi" gibi hep olumlu ahlaksal değer iyidir", "Alçakgönüllülük en yüksek in-
lere yönelten, yalnızca ahl:iksallığa konu san erdemidir", "Yardımsever olunması
olgulan duymayı sağlayan insandaki özel gerekir" gibi tek tek eylemlerin ya da
yeti. Felsefedeki özgül anlamıyla, doğuıtatt davranışların değerlerinin dayandırıldığı,
getirildij varsayılan "iyi'yi kötü'den ayırt insana yapılması gerekenle yapılmaması
edebilme görüsü"; bütün ahlaksal eylem- gerekeni gösteren, insana insan olmak-
lerin temelinde yattığı düşünülen doğru tan gelen ödevlerini, sorumluluklannı. ve
eylemleri yanlış eylemlerden ayırma ye- yükümlülüklerini anımsatan kural. Felse-
tisi; insanı yanlışlardan kurtarıp doğrula fe tarihinde kimileyin açık seçik bir bi-
ra yönlendiren, ahlaksal yargılarda bulu- çimde, kimileyinse üstü örtük bir biçim-
nurken, bulunulmuş yargılan değerlendi de tek tek eylemlerin kendisine dayandı
ri tken başvurulacak ölçütleri gösteren sez- nldığı, eylemlerin değerlerinin kendileri
gisel güç. aracılığıyla açıklandığı, belli ahlak ilkeleri
Kimileyin "ahlaksal yeti öğretisi" diye üzerinden gidilerek kurulmuş ahlak fel-
de adlandınlan ahlak duyusu öğretisi, her sefeleri bulunmaktadır. Sözgelimi hena-
durumda özneyi, eyleyeni, kişiyi temele li!t.'te "ben'', islttt(pli!t.'te "istenç", hazrı
koyarak ahlak felsefesi yapan pek çok b!t.'ta "haz",yaramb/ıı'ta "yarar" gibi. Öte
yaklaşım için kilit değerde bir önem ta- yanda Kant'ın ahlak felsefesinde ahlak il-
şımaktadır. Öte yanda, İngiliz ahlak fel- kesi, ahlak yasası karşısındaki ödev bilin-
sefecileri Shaftesbury (1671-1713) ile ci olarak tanımlanmaktadır. Aynca bkz.
Hutcheson'un (1694-1746) ahlôlual sezgi- maksim.
tilik anlayışlarında ahl:ik duyusu, kişiye
ahlaksal balamdan doğruluk ile sağlamlı ahlik öğretisi ~ng. moral aodrine; Fr. do'-
ğın kendine özgü hazzına varma olanağı trine moraf, Alm. moraUehre, sillenlebrr-, es. t.
tanıyarak, onu doğru davranışlarda bu- ahlahyyaij Ahlakın kııynağını, doğasını
lunmaya yönlendirmektedir. Yine bu bağ ve özünü; ahlaklı bir yaşamın koşullanru,
lamda Shaftesbury ile Hutcheson'la bir- ilkelerini ve kurallannı; ahlak eylemleri-
likte ahlak duyusunun varlığından ilk söz nin biçimlerini, önkoşullannı., amaçları
edenlerden Hume (1711-1776), ahlak du- ile sonuçlarını açıklığa kavuşturmak a-
yusunu iyi ile kötüyü değerlendirirken macıyla ortaya atılmış ahlak felsefesi a-
insanın doğasından getirdiği yargılama çıklaması. Bu bağlamda tarih boyunca
gücü olarak tanımlamaktadır. Bu Hume- geliştirilmiş ahlak öğretilerinde, doğru ve
cu anlamıyla ahlak duyusu, hem ahlaksal mutlu bir yaşAm yolunda uyulması gere-
balamdan doğru olanı yanlış olandan a- ken ahlak ilkeleri ile kurallarının belir-
yırmayı sağlayan bilgiyi temellendirmek- lendiği, bunlara uyulduğunda kazanılan
te, hem de ahlaksal bilgi ile ahlaksal ey- ların, uyulmadığındaysa kaybedilenlerin
lem arasındaki kopukluğıı ortadan kaldı ortaya serildiği gözlenmektedir.
ran bir köprü görevi görmektedir. Aynca
bkz. etik; Hume, David; Hutcheson, ahlik yargısı ·~ng. moral jtıdgement, Fr.
Francis. juagemen/ morale-, Alm. moralHrttı'/, moraliH-
hes urtei~ Bir biçimde ahlaksal değerlen
ahilik felsefesi ~ng. moral philosopfry; Fr. dirmeye konu olanlar üstüne belli bir
philosophie morale; Alm. moralphilosophie] çözümleme ve temellendirme sürecin-
bkz. etik. den geçilerek verilen bağlayıcı vargılar.
29 ahilik yasası
yışlarınca ortaya konduğu gözlenmekte- yalıma ulaşması için sunulan ahlak yasa-
dir: (i) doğalcı ahlak yasası; (ıi) usçu ah- sının dayandırılacağı olası
tek temel, Tan-
lak yasası; (ıii) tanrıbilimscl ahlak yasası. n'nın özünde bulunan, Tanrı'nın isten-
Ahlak yasasının doğalcı yorumlarında, cinden kaynaklanan eylemlerdir. Bu an-
ahlak yasasının enson anlamdaki amacı, lamda ahlaklı olmak, tanrısal istencin in-
insan doğasının bütün olanaklanylıı ken- sanlann yerine getirmeleri için koyduğu
disini gerçekleştirmesine ön ayak olmak, kurallar bütününde gövdelenen ahlak
böylelikle de insan doğasına uygun bir yasasına uymaktan geçmektedir.
mutluluğu insana sağlamak olatak konul-
mak~adır. Bu bağlamda ahlak y-asası us ahlıtkçı [İng. moralist; Fr. momlüıt, Alm.
yoluyla bilinmesi olanaklı, her durumda 111orali!t, .ritteıılehnrj Düşüncelerinde olsun
eylemlerin üzerinde bağlayıalığı bulunan eylemlerinde olsun bağlı olduğu ahlak il-
yasadır. Doğalcı ahlak yasasında, ahlaklı kelerini çiğnememeye özen gösteren,
olmak demek, gerçek anlamda insan do- kendi dünya görüşünce "ahlaklı olmak''
ğasına yani insan usunun söylediklerine diye tanımladığına olabildiğince uygun
uygun eylemlerde bulunmak demektir. davranmaya çalışan kimse; bütün herşeyi
Daha açık kılmak adına doğalcı ahlak ya- ahlak bakımından içerimlerini göz önün-
sası anlayışını üç aşamada özetlemek ola- de bulunduratak değerlendiren, ahlaksal
naklıdır: (a) insan doğasının doğal bir değerler alanında uzmanlaşmış yazarlık
düzeni vardır; (b) bu doğal düzen iyidir; ya da düşünürlük konumu; ortaya koy-
(c) demek ki insanlar bu düzene sonuna duğu görüşlerle, verdiği ahlaksal öğütler
dek uymalı, bu düzeni bozacak eylem- le özellikle yaşadığı toplumun halk kat-
lerden uzak durmalıdır. Öte yanda, usçu manında kendisine belli bir güvenin o-
yaklaşımlarda ahlak yasası, insana enson luştuğu ahlak öğretmeni; düşüncelerinin
anlamdaki mutluluğu getireceği düşünü önemli bir bölümünde ahlaklı insan ol-
len insan- doğasının bir bütün olarak ger- manın yeter koşullarını araştırarak, daha
çekleştirilmesi değil, yalnızca usun bu- ahlaklı bir yaşamın olanaklarını gösteren
yurduklannın gerçckleştitilmesi üstüne ahlak eğitmeni; yaşadığı dönemin temel
dayandınlır. Bu anlamda, insan olmak sorunlacnı irdeleyen, içinde soluk alıp
tek başına ahlak yasasına uygun eylem- verdiği toplumun törelerini, değerlerini,
lerde bulunmak için yeterli değildir. İn bir bütün olarak altlak anlayışını eleştirel
sanın doğası gereğince yaşam~sı ya da bir gözle betimleyerek yeni yaşam ola-
salt insan doğasına U}'gUn eylemlerde bu- nakları sunan, yeri geldiğinde alabildi-
lunması, ahlak yasasının kavranıp yaşa ğine farklı bir dünya görüşünün temelle-
ma geçirilmesi için yeterli bir ölçütlen- rini atan, bir anlamda çağının ahlak vic-
dirme olamaz. Önemli olan her durum- danını kendinde taşıyan denemeci ya da
da usun sesini dinlemek, eylemlerin yol yazın adanu. Kimileyin yerleşik değerler
açdcağı sonuçlan ela göz önünde bulun- le yenileri arasında bir bireşime giderek,
durmaktır. Tannbilimsel yaklaşımlarday kimileyin sil baştan yeni bir değer çerçe-
sa ahlak yasası, ne insan doğasından ge- vesi çizerek yaşadığı çağa yön verme a-
tirilen ne de us tarafından keşfedilen bir rayışında olan ahlak düşünürü. Daha dar
yasa olmayıp doğrudan Tarırı'nın bir buy- bir anlamda, XVII. ile XVIII. yüzyıllarda
ruğudur. Tanrıbilimsel ahlak yasası anla- toplumda yaşanan sorunlan hep ahlak
yışı, ahlak yasasının temelinin ne insan bakımından ele almış, Montaigne, Pas-
doğasından getirilen eylem olanaklarında cal, La Rochefoucauld, La Bnıyere gibi
ne usun söylediklerinin dinlenmesinde Fransız düşünürlerini anlatmak amacıyla
ne de sonuçlan us yoluyla değerlendiril kullanılan felsefe terimi.
miş eylemlerde olduğunu savunmakta- Çoğu durumda ahlakçının genel yö-
dır. İnsana enson anlamdaki mutluluk nelimi, değerlerin kökenine ya da teme-
31 ahlikçıltk
line inerek ahlak alanına ilişkin dizgeli ya insanın bütün yapıp etmelerine ahlaksal
da kendi içinde bütünlüklü bir açıklama bir değer biçme, eylemlere ahlaksal bir
vermek değildir. Yıne bu bağlamda ah- amaç belirleme kaygısı güden tek yanlı
lakçılann ahlak için ortaya koyduklan dü- tutum; toplum yaşamında ahlakın vazge-
şüncelerinde, ne ·geçmişte yaşananlara ne çilmez bir değeri bulunduğunu, toplum-
de gelecekte yaşanacaklara dönük bir da belirlenmiş ahlak kurallarına kayıtsız
yaklaşım sergilemek gibi bir kaygı güt- koşulsuz sonuna dek uyulmasını savu-
medikleri, yaklaşımlarının salt çağına öz- nan pratik felsefe öğretisi; karşılaşılan
gü sorunlarla sınırlı kaldığı, çağını aşan toplumsal sorunları çözmede altlakın tek
geniş bir yaşam ufku olmadığı görülmek- başına yeterli olduğu düşüncesi üstüne
tedir. Nitekim çoğu filozofun ahlakçı ol- kurulu felsefe anlayışı. Ahlakı tinsel, e-
maktan çok ahlak felsefecisi ya da ahlak rekbilgisel, varoluşsal etmenlerden ba-
filozofu olarak değerlendirilmelerinin ar- ğımsız olarak kendi içinde özerk bir di-
dında yatan temel neden de budur. Söz- siplin olarak tasarla yan ahlakçılık öğre
gelimi ahlaka da ahlakçılara da sürekli tisi, toplumun hemen bütün kesimlerin-
saldıran Nietzsche'nin, hem geçmişte de kendisini tek yetke, saltık anlamda en
hem de kendi döneminde en yüce de- son yargı makamı olarak görmektedir.
ğerler olarak görülenlerin soykütüğünü Bu bağlamda toplumdaki bireylere ge-
çıkararak geleceğin üstinsanı için iyi ile rekli ahlakın kazandınlması amacıyla eği
kötünün ötesinde yeni bir ahlaksal ya- time ayrı bir önem vermektedir. Anlayı
şam biçimi temellendirmeye çalışmas~ ya- şın hemen bütün savunuculan, ahlakın
şamsal ve düşünsel bir tutum olarak ah- kendi içinde bütünlüklü, başlı başına ayn
lakçılık tutumunu "olumsuzlama"ya dö- bir bilgi dalı olduğunu ileri sürerek, ken-
nük tartışmasız ahlakçılık karşıtı ("ah- disi dışındaki öteki bütün bilgi dallan ü-
taktanımazcı") bir konumdur. Tarih bo- zerinde söz sahibi olduğundan en ufak
yunca ahlakçı düşünürlerin değişik yazın bir kuşku dahi duymamaktadırlar.
biçimlerine başvurduklan, kendilerine öz- Hiç kuşkusuz altlakçılık anlayışının
gü çeşitli deyişler geliştirdikleri gözlen- pratik sorunlar karşısında aldığı genel tu-
mektedir. Sözgelimi geçmişte başarıyla tumun en belirleyici özellikleri, her du-
uygulanmış ahlakçı yazın türleri arasında nımda kötüye karşı iyiyi savunmak, yan-
Sokrates'in "söyleşimleri", Seneca'nın lışlarını göstererek ahlaksal bakımdan
"inceleme yazıları", Horatius'un "yergi- doğru davranmayanları doğruya yönelt-
leri", La Rochefoucauld'un "özdeyişle mek, doğru bir ahlak yaşamına geçmeleri
ri", Montaigne'in "denemeleri" başı çek- için insanlara gerekli eleştirilerde bulun-
mektedil'. Tarihin hemen bütün dönem- maktır. İnsanın ahlaksal doğasının hep
lerinde ahlakçılar, bir yandan yaşadıkları daha da yetkinleştirilebilir oluşuna sar-
dönemlerde iyiden iyiye zıvanadan çıktı sılmaz bir güven duyan ahlakçılık, dışar
ğını düşündükleri toplumlarının kokuş daki koşullar ya da dışardan alınan etki-
muşluklannı okurlarına şikayet ederler- ler ne denli engelleyici olursa olsunlar,
ken, öbür yandan insanın
ahlaksal ba- ahlaksal eylemlerde giderek daha bir yet-
kımdan güçsüzlüğü ile yetersizliğini göz- kinleşmek yoluyla gerçek iyiye ulaşılabi
ler önüne sermeye yönelik bir arayış i- leceğini öne sürmektedir. Öte yanda, ö-
çinde olmuşlardır. zellikle ahlô/eJammaz.alık bakış açısından
ahlakçılık anlayışına yapılan pek çok e-
ahlllkçıllk [İng. 111oralis111; Fr.111oraliJ111e; leştiri, ahlakçı uslamlamalann gerçekte i-
Alm. 111omlis111ur, es. t. ahlt1k!:tJe] Ahlakı yiyi savunuyor görünmekten öte bir de-
en yüksek değer, yaşamın en yüksek a- ğer taştmadıklan, toplumun ahlaksal bo-
macı olarak gqren dünya görüşü; bütün zukluklarını örtme arayışında yerleşik dü-
her şeyi ahlak açısından değerlendiren, zeni ödünsüz sonuna dek savunmaktan
ahlakın soykütüğü 32
yana olan belli ideolojilerin sesi olarak laksal normların konulması kendi güç-
hareket ettikleri gerçeğine parmak bas- süzlük ile yeteneksizliklerinin uyandırdığı
maktadır. hınf ve Öf alma duygularını denetim altına
almalarına hizmet etmektedir.
ahlakın soykütüğü [İng. gentaloo of 1110- Bu anfamıyla alındığında Nietzscheci
rals; Fr. gitıialogit dt la momle; Alın. genealo- soykütükler, betimleyici ve yorumlayıcı
git der moraJI Alınan filozofu Nietzsc- olduklan denli eleştirel ve değerbiçicidir
he'nin adına ahlak denen değer dizgele- de. Sözgelimi, Hıristiyan ahlıikının soy-
rinin ortaya nasıl çıktıklannı, toplumların kütüğünü çıkarırken Nietzsche, bir yan-
yaşarrunda hangi amaçlan hangi araçlarla dan bu ahlakta son derece önemli bir yer
nasıl yerine getirdiklerini, insanların ne- tutan alçakgöniillülük, kibirsizlik, itaat,
den belli birtakım değerlere ve değer ya- sabır gibi kavramların başlı başımı uzun
pılarına bağlanmak gereği duyduklarını birer tarihsel sicilleri olduğunu gösterir-
tanıtlamak amacıyla geliştirdiği kendi i- ken, öbür yandan söz konusu kavramlar
çinde birtakım özel duyarlıkları ve tek- üzerinden ahlak kisvesi adı altında yayı
nikleri bulunan ahlak felsefesi yapma lan köle ruhunu gün ışığına çıkarmakta
yordamı. Varolan duruma nasıl gelindiği dır. "İyilik"in önkoşulları olarak özgür
ni anlamak için birtakım teknikler ve ba- iradeyi, sorumluluğu, suçu, günahı, öte
kışların altında geçmişte iz sürerek ger- dünyada ödüllendirilmeyi ya da cezalan-
çekleştirilen, varolan durumun içindey- dınlmayı ortaya koyan Hıristiyan ahlakı,
ken bu durumdan nasıl çıkılacağına yö- insanı güçsüz ve edilgen bir konuma dü-
nelik öneriler geliştirmek amaayla yürü- şürmektedir. Buna karşı, Nietzsche'nin
tülen özgül felsefe yöntemi. büyük övgüler düzdüğü Sokrates öncesi
Soykütük yordamının inceliklerini, baş Yunanlılar, çoğurıluk Hıristiyanlı~n sürü
ta Ah/ahn S '!'Jkiİliiğii olmak üzere çeşitli ahlakının tartışmasız günah saydığı içgü-
yapıtlarında uygulayarak açıklıkla gösteren düler ile tutkularla belirlenen vollardan
Nietzsche, varolan yerleşik değerler ile kendilerini gerçekleştirmişlerdu'.. Soykü-
geleneksel ahlak anlayışlarının bağlarum tükçü incelemelerinde, Batı Kültürü'nün
lannın altında yatan temelleri ortaya çı temelinde yatan ahlaksal inançların nasıl
kararak kişinin kendi öz değerlerini oluş gelişip nasıl yerleşiklik kazandıklarının
turmasının önünü açmaya çalışan, fyiıİin belli aşamalarını ortaya çıkaran Nietz-
ve Kötiiııiin Öte.rinde diye betimlediği yeni sche, ahlak yasalarının her durumda do-
bir ahlak tasarımının temellerini atmıştır. ğaüstü ya da tarihüstü bir kesinlikleri ol-
Bu bağlamda, öncelikle "efendi ile ktile mayıp insanlarca yapılan şeyler oldukla-
ahlakı", "günah ile suçluluk bilinci", rını, verilen eğitimle, uygulanan cezalar-
"vicdan ile pişmanlık yaşantısı", "çileci la, sen terbiye pratikleriyle sağlama a-
yaşam değerleri" gibi çok temel ahlaksal lındıklarını bildirmektedir. Yine bu bağ
değişmezlerin değergelerini çözümleyen lamda, felsefe tarihinde yaptığı soykü-
Nietzsche, güçsüzlükleri ya da yetenek- tüksel araştırmalanyla duyuların taıuklı
sizliklerinden ötürü bir türlü yaratıcı ey- ğının us yoluyla nasıl çarpıtılmış olduğu
lemlerde bulunamayanların anlaşılır bir nu ortaya sermiş, bunu yaparken görü-
biçimde birtakım ahlak değerlerine ya da nüşler dünyası dışında adına gerçeklik ya
dizgelerine sanldıklanru ileri sürmüştür. da doğruluk denen bir metafizik dünya-
Nitekim Nietzsche için, kendileri yaratıa nın varlığını her durumda yoksaymaya ö-
eylemlerde bulunamayanlann bu tür ey- zen göstermiştir.
lemleri kendileri dışında yaratma yetisi Nietzsche'nin yapıtlarını soykütükçü
taşıyanlara da yasaklamaya çalışmaların çözümleme yoluyla yazmasının ardında
dan daha anlaşılır bir şey yoktur. İnsan yatan temel düşünce, hiçbir kuşkuya yer
ların önlerine belli yasakların ya da ah- bırakmaksızın belli bir tarihleri olmadığı
33 ahliki/ sezilen kesinlik
düşünülen kimi kavram, tasanın ve so- Geniş anlamıyla yalnız ahlaki gerekçele-
nınlann aslında birer tarihleri olduğu, rin çauşması olarak değil kişisel çıkarla
ü.~telik bu tarihte gizlenip üstü örtülmeye nn, ahlaki, dinsel, hukuksal gerekçelerin
çalı~anlan göstermenin bugün yaşanan birbiriyle çattşması olarak da tanımlarur.
lan anlamak bakımından ne denli önemli Daha dar anlamıyla ise birden çok an-
olduğudur. Bu anlamda Nieızsclii:'nin ta- lamı olan ahlaki ikilemler, öncelikle ah-
rihte yaptığı bütün soykü tük yönelimli laksal edimlerin iyi ya da kötü olduğu
çalışmalar, "evrensel", "öncesiz-sonra- nun belirlenemediği durumları karşıla
sız", ''zorunlu", "tannsal" oldukları dü- mak için kullanılmaktadır. İkinci olarak-
şünülen kavramlann bütünüyle "olum- sa ahlıi.ksal olarak yapılması gereken iki
sal" olduklannı, insan elinden çıkmış ol- şeyin aynı anda yapılamadığı durumlan
malan nedeniyle her birinin kurmaca ya anlaur. Üçüncü kullanımda ise ahlaksal
da yapınu bir doğa sergilediklerini tanıt birden çok edim olanağı barındıran ko-
lamaya dönüktür. O nedenle, soykütük- şullarda yapılan her ahlaksal edimin yan-
çü tarihyazımı ele aldığı her kavramın lış olacağı anlamında kullanılmışur. Bu
kendine özgü bir tarihi olduğu farkında son anlamıyla ahlaki ikilem, birden çok
lığıyla hareket ederken, hiçbir şeyin "do- ahlak ilkesine dayanan her ahlak kura-
ğal" ya da "veri" olarak baştan doğru mında ortaya çıkabilecek bir duruma işa
diye alınamayacağı düşüncesi üstüne bi- ret etmektedir.
na edilmiştir. Sözgelimi 1870'lerde ya-
yımladığı "Tarihin Getirileri ile Götürü- ahliki/ sezilen kesinlik png. moral çer.
leri" başlıklı bir yazısında Nietzsche, ta- lain~ Fr. Gt1'1İtNde moralr, Alm. moraliıdıe
rihin ne olduğunu, nasıl yazıldığını, han- geın'rıheiifı Çoğunlukla yanlış anlaşılmışo-
gi amaçlarla kullanıldığını en ince aynn- lan bu eski terim, insan ilişkilerinden ve
usına varana dek incelemektedir. Tarih, insanların durumlarından türetilebilecek
kim olduğumuzu, hangi değedere inana- kesinliği karşılamak amaayla kullarulrruş
cağınuzı, geçmişte olmuş olanlan nasıl ur. Dolayısıyla bu kesinlik, insan ilişkile
anlayacağımızı, günümüzde alanlan nasıl rine atfedilebilir olduğundan ötürü "ah-
göreceğimizi, gelecekte olacak alanlan laki" diye adlandınlmaktadır. Ahlaki/Se-
nasıl öngöreceğimizi çoğunlukla farkına zilen kesinliğin derecesi sağın bilimler-
varamadığımız yollarla bizim adınuza den elde edilen kesinlikıen, karutlannuş
belirlemektedir. İnsanın bağımsız, tarih- kesinlikten daha aşağıdadır. Aristoteles,
dışı, öncesiz-sonrasız değerleri olan bir Ni/wma/ehoı'a Eıi/ıı'te insan ilişkilerinden
varlık olmakla övünç duyması, kendisi- kanıtlanmış, değişmez bir kesinlik türeti-
nin de eninde sonunda karmaŞık bir top- lemeyeceğini; çünkü, doğalarının olum-
lumsal ve siyasal tarih örgüsünün ürünü sal olduğunu yazmışur. Aquinolu Tom-
olduğunu unutması ya da görmezden maso ela Aristoıdes'e gönclermecle bulu-
gelmesi gibi tehlikeli bir sonuç doğur narak pratik işlere yönelik kesinliğin "o-
maktadır. Daha sonralan Nietzsche'nin lası kesinlik" olarak adlandırılması ge-
soykütükçü yaklaşımının izinden yürü- rektiğini savunmuştur. Descartes sezilen
yen Foucault, "delilik", "cinsellik", "ce- kesinliğin yanlış olma olasılığını taşısa da
zalandırma", "ben" üzerine yaptığı araş insanın edimlerini belirlediğin,i söyler-
tırmalarla soykütük yaklaşımını bir adım ken, Hume kanıtlamalı ve sezgisel olmak
öteye taşımışur. Aynca bkz. soybilim/ üzere iki tür akılyürütmeden söz eder.
soykütük yöntemi; Nietzsche, Fried- Bunlardan ilkine kesin sonuçlara vardı
rich; Foucault, Mİchel. ğından dolayı "kanıtlamalı" denirken, i-
kincisine olasılığa dayandığından ötürü
ahliki ikilemler ~ng. moral Jilt111mar, Fr. "sezgisel" denmektedir. Günümüzde te-
dilemmeı mora/er, Alnı. morali«hu dilemmti] rim eski metinlere göre çok daha az kul-
ahlaki rastlantı 34
ahlaklı ile ahlaksız (ayrımı) [İng. mo- ahlaksal biçimcilik bkz. biçimci etik
ral/ immllr'al (dirhiıaioıı); Fr. moml/ i111mora},
Alm. sillGrh/ ımsittGrh] Verili bir yaşam ahlaksal bilgikuramı [İng. moral rpiste-
bağlamında ahlak kurallarına uygun olan 1110/ogr, Fr. ipistimologie morale; Alm. moral-
ile ahlak kurallarına aykırı olanı belirt- rpiste111olo§e] Ahlaksal bilgiyi bütün yön-
mek için yarılan aynm. Ahlaksal bakım leriyle felsefi b-.ıkımdan inceleyen fel~efe
dan iyi olanı ahlaksal bakımdan kötü araştırması. Yaşamda bütün herkesi bağ
olandan ayn tutmak amacıyla konulan, layacak denli geçerliliği bulunan nesnel
kişilerin ya da eylemlerin ahlaksal niteli- doğrulan araştıran; eylemlerin yol açtığı
ğini saptamak amacıyla çizilmiş sınır. sonuçların nesnellik karşısındaki değer
Tek bir insanın ya da belli bir toplumsal gelerini inceleyen; ahlaksal ilkelerin, ku-
grubun yapıp etmeleri iyi ya da kötü ey- ralların, tasanmlann doğruluklarını sor-
lemeleri bakımından genellikle ahlaklı ile gulayan; ahlıiksal değerlere yönelik us-
ahliliız olan aynını temelinde değerlen hımlamalann geçerliliklerinin nasıl sına
dirilmektedir. Bu bağlamda ahlaklı eyle- nabileceklerini, vanlan sonuçların hangi
yen kişinin ahlaklılık durumu ahlak ku- yollardan nasıl temellendirileceklerini be-
rallarıyla uyum içinde yaşıyor olmayı an- lirginleştiren; ahlak alanındaki düşünme
latırken, buna karşı ahlaksız eyleyen kişi süreci üzerinde usdışının, öznel ya ıfa
nin ahl:lksızlık durumu ahlak kurallarını toplum5al koşulların, duygulann etkile-
çiğneme anlamında yerleşik ahlak değer rini açıklığa kavuştur.ın bilgikuramının
leri önünde uygunsuz bir yaşama duru- alt dalı.
muna göndermede bulunmaktadır. Öte Ahlaksal bilgikuramı, ahlaksal bilgi-
yanda Kant'a göre ahlaksal düşünme o- nin kaynaklarını, öteki bilgilerden ayrılan
larak ahl:ikl.ı.lık, ahlak yasası ile uyum i- yanlarını, bu tür bir bilgiyi edinmede
çinde olduğu gibi, salt ödeve karşı duyu- başvurulan yetileri açıklığa kavuşturma
lan saygıdan doğan eylemleri gerçekleş nın peşindedir. Tıpkı bilgikuramının doğ
tirme durumunu tanımlamaktadır. ru bilgiler verdikleri savında olan öner-
melerin doğalarını ve sundukları temel-
ahliklılık [İng. moraliry-. Fr. moraGti; Alm. lendirmeleri çözümlemesi gibi, ahlaksal
111oralitiil', es. t. ahlale!JJe~ Varolan değer bilgikuramı da "iyi ile kötü", "yanlış ile
'~re ters düşmeksizin ahlaksal düzene doğru", "yapılması gereken ile yapılma
katılma, yerleşik ahlak kurallıırına uygun ması gereken"ler bağlamında ahlaksal
35 ahliksal eylem/ (eylemce)/eyleyen
yapıp etmelerin yapıcıları bunları tasarla- nince, cinsellik nesnesine karşı kendi ar-
yarak, bile isteye, doğacak sonuçlan üs- zularını kabul ettiren bir cinsel eyleyen
tüne uzun uzadıya düşünerek yapmamış (stxNal agmi') anlaşılmaktadır. Aynca bkz.
lardır. Eyleyen tek bir kişi olabileceği gi- eylembilgisi (eylem öğretisi).
bi, bir grup kişiden oluşan kolektif bir
eylem grubundan da oluşabilmektedir. ahlaksal görecilik bkz. göreci etik.
Gerek eyleyen gerekse eylem denince
çoğunlukla tek bir kişi anlaşılıyorsa da, ahlaksal idealizm bkz. idealizm.
eylem bir grup tarafından da gerçekleşti
rilebilir bir şeydir. Özellikle kimi bağlam ahlaksal ile ahlaksal olmayan (ayn-
larda insanlar tek tek yaratamayacakları nu) [İng. moral/ non-moral (disti11dion); Fr.
etkileri yaratmak düşüncesiyle belli ey- moral/ 11011111ora}, Alnı. morali.ffh/ niı'ht-111om
lemleri gerçekleştirmek üzere biraraya li.uh, sitılioh/ N1tsittlich] Ahlak alanında de-
gelmektedirler.Yapıp etme türünden ey- ğer, yargı, önerme türleri arasında yapı
lemler genellikle olay türleri başlığı altına lan felsefe ayruru. Aynının bir yarunda
konarak ele alınmaktadırlar. Neden-so- bulunan "ahlaksal" terimi, iyi ya da kötü,
nuç ilişkilerine konu uzay ve zamanda doğru ya da yanlış değerler doğrultusun
meydana gelen olayların neliklerinin a- da tanımlanabilen, bir biçimde ahlakla
çıklığa kavuşturulması varlıkbilgisinin te- ilintisi kurulabilen anlamına gelmektedir.
mel bir konusu olmasına karşın, eylem- Ancak terim, özellikle gündelik dilde, ah-
ler bir şeyi yaparken yalnızca bir şeyin lak kurallanna uygun olaru, buna bağlı
meydana geliyor olmasından öte birşey olarak da adil, erdemli, dürüst gibi ahlak-
olduklarından her koşulda olaylardan da- sal bakımdan iyi diye nitelenen olumlu
ha fazlasını ilgilendirmektcclirler. Aynca değerlere konu eylemleri ya da ahlıikh ol-
hiçbir eylem eyleyenin zihninden bağım mayı anlatmak amaayla da kullanılmak
sız olarak düşünülemeyeceği (Çn, eylem- tadır. Yapılan ayrımı her durumda kesin
lerin özsel bileşenleri arasında gösterilen çizgilerle ortaya koymak olanaklı olmasa
zihin.sel/ ruhbilimsel öğclerin ya da sü- da, bütün insanlar için geçerlilik taşıya
reçlerin bulunması, eylemleri yapıp et- cak biçimde dile getirilmiş önermeler,
melerle sınırlandırılamayacak denli geniş yani zorunlu doğrular olarak ortaya kon-
bir araştırma konusu kılmaktadır. muş yargılar "ahlaksal" olarak nitelen-
Sözgelimi, geleneksel serüven öykü- mektedirler. Buna karşı "ahlaksal olma-
lerinde olduğu üzere, erkek bir eyleyen yan" terimi yerleşik ahlak değerlemeleri
olarak hep belli eylemlerde bulunurken, nin, yüklemleı:inin, yargılannın verileme-
kadın bu eylemlerin değerini bilen, erke- diği durumlan, ahlaksalhkla ölçüştürüle
ğin eylemlerini uzaktan izleyendir, ama mediğinden bütünüyle ahlak alarurun dı
asla eyleyen değildir. Buna karşın kadın şında kalanları nitelemektedir. Nitekim
lann da kendi sınırlı kapasiteleriyle er- ilk bakışta ahlaksal gibi görünmekle bir-
kekten başka bir eylem kipi içinde ol- likte, gerçekte yalruzca kişisel beğeni bil-
duktan düşünüldüğünde, eyleyenin kim- diren, dolayısıyla da olumsal yapılanyla
liğini belirlemenin bütünüyle göreli bir dikkat çeken yargılar "ahl:iksal olmayan'"
konu olduğu, dolayısıyla da kimin eyle- kategorisine dahil edilmektedirler. Söz-
yen olup kimin eyleyen olmadığının her gelimi, "Yalan söylemek kötüdür" öner-
durumda açık olmadığı gibi bir durum mesi her durumda heFkcS için zorunlu
söz konusudur. Nitekim "eyleyen ile ey- bir doğruyu dile getirdiği için doğrudan
leyen olmayan ayruru" özellikle ikinci fe- ahlaksal bir yargıyken; buna karşı ''Türk
minist hareket dalgasıyla birlikte iyiden kahvesi sindirime iyi gelir" önermesi, her
iyiye sorunlu bir hale gelmiştir. Yine bu durumda herkes için zorunlu doğru ola-
aynı bağlamda, "cinsel eyleycnlik" de- mayacak kişisel bir duyumu ya da sağ-
37 ahliksal yalıtılmışçılık
başına
bir felsefe konumu olmaktan çok, ve temel İslam bilimleri eğitimi aldı. Da-
çoğunluk "ahlıiksalgörecilik" anlayışının ha sonra İstanbul'a gelerek Galatasaray
doğal bir uzannsı olarak görülmektedir. Mektebi'ni bitirdi. 1890 yılında Düyıin-ı
Aynca bkz. göreci etik. Umıimiyye İdaresi'n<!e çalışmaya başladı.
Bu idare tarafından memur olarak Bey-
ahliksal yoksayıcılık bkz. yoksayıcılık. rut'a gönderildi ancak siyasi nedenlerden
Mısır'a geçti. Burada Terakki-i Osmaııi
ahliktammaz(cı)lık ~ng. i111111oralirnr, Fr. Cemiyeti'ne girmiş; bir de Ç;glalt. adlı bir
ı'm111oralir111r, Alm. i111111omlir11111r, es. L ll'Y':- mizah gazetesi çıkarmıştır. 1901'de İs
i ahlakW"eJ Ahlakın birer yapunm olarak tanbul'a dönse de bir jurnal üzerine Fi-
önümüze sürdüğü hemen her şeyi; de- zan'a sürüldü. Orada da araşurmalannı
ğerleri, töreleri, ilkeleri ve kurallan tanı sürdürmüş, tasavvufla ilgilenmiştir. Meş
mayıp yadsıma tutumu: töretanımaz(cı) rutiyet'in ilanından sonra İstanbul'a dö-
lık. İnsanlann birbirlerine ve topluma kar- nerek Darülfünıin'da felsefe dersleri ver-
şı ödevlerini belirlediği söylenen birarada di. Ayru zamanda 1908'de İt1ihM·ı İs/tim
yaşama ilkelerine duyulan güvensizlikten adlı haftalık bir gazete çıkarmayil başladı
kaynaklanan, ahlak yasalarına karşı sergi- ve buna 1910'da haftalık Hilt.mel gilzer.e/
,lenen kayıtsızlık. Belli bir toplumca, belli dergisini çıkarmayı da ekledi. Bir yıl son-
bir dönemde, belli bir kültür çerçevesin- ra günlük olarak yayımlamaya başladığı
de benimsenmiş ahlaki değerleri tanıma Hilt.meı gazetesi İttihat ve Terakki hükü-
yan; yürürlükteki ahlak anlayışına karşı metini eleştiren yazıları üzerine defalarca
savaş açıp onu değiştirmeyi ya da yerle kapatılsa da Miibahese, Coşlt.mt Kalmder,
bir etmeyi erek edinen öğreti. MiinaletJfa, Kanat ve Nimet adlannda kısa
Kuşkusuz, bize nasıl yaşanması ge- süreli gazete/dergiler çıkararak yayıncı
rektiğini öğretmeye soyunan, bizim için lığa devam etti. Aynca İkdam ve Ymi
neyin iyi neyin kötü olduğunu bizim adı Tasvir-i Efeôr gazetelerinde, Strôt-ı Miis-
mıza düşünen ahlakçı bakış açısının tam ıalt.im ve Şehbiil dergilerinde yazılar ya-
karşısında yer alan ahlaktanımazcılığın en yımladı.
ödünsüz savunucusu Nietzsche'dir. Tüm Ahmet Hilmi; Baha Tevfik, Abdullah
yaşamı boyunca bütün yapıtlarında (ö- Cevdet ve Celfil Nuri'nin hemen hiçbir
zellikle Ahlôhn S'!)/eiiliiğii Üsıiine ile İyinin deştirel süzgeçten geçirmeden Bau'dan
ve Kiitiinii11 Ötesinde) ahlaka karşı yöneltti- Osmanlı toplumuna aktardıklan mater-
ği eleştirilerinde Nietzsche, sıkı ve bir o yalist görüşlere ortaçağ mantığıyla ve ge-
denli de tutarlı biçimde ahlakın hem ya- leneksel bilgilerle cevap verilemeyeceği
şamın kendi gücünü hem de insandaki ni, bu görüşlerin ancak Batı'da yeni orta-
yaşama gücünü, yani "*erk istenci"ni tü- ya çıkan bilimsel bilgilere dayanan bir
ketip yok ettiğini vurgulayarak kendisini felsefe ile çürütülebileceğini ileri sürer.
iflah olmaz bir "ahlaktanımazcı" diye ad- Bu bakımdan Ahmet Hilmi'de gelenek-
landırmıştır. Ayrıca bkz. yoksayıcılık; teki felsefeye karşı tutumun değişerek,
Nietzsche, Friedrich. felsefi düşüncenin külajrd değerlere uy-
gun hale getirilmesiyle haklılaşunlması
Ahmet Hilmi, Filibeli (Şehbenderzade) gibi oldukça önemli bir gelişme görülür.
(1865, Fılibe-1914, İstanbul) Materyaliz- Bu gelişmede artık felsefe, "niçin" soru-
me karşı spiritüalizmi (tinselcilik) savuna- sunu sorarak varlığın temel sebeplerini
rak gelenekteki kelami düşünceden felse- anlamaya yönelen insanlığın zorunlu bir
feye geçişi temsil eden il. Meşrutiyet dö- düşünce faaliyeti, bir ihtiyaç olarak algı
nemi Osmanlı felsefecisi. lanmaktadır.
İlköğtcnimini Filibe'de yapuktan son- Ahmet Hilmi'nin felsefeye karşı tutu-
ra, bit süre Fılibe Müftüsü'nden Arapça mu, bir yandan geleneksel felsefe karşıu
39 Ahmet Hilmi, Filibeli
düşünceden ayrılırken, öte yandan bu tu- kın olarak ortaya çıkan bilimin kesinliği
tum Tann'ıun varlığı, ruhun maddeden ne ve değerine olan metafizik ve hatta
ayrılığı gibi mateıyalist felsefenin karşı bir tür dinsel inanma ve kabullenme ol-
çıkuğı İslam'ın temel inançlarının savu- gusundan oldukça farklı yeni bir bilim
nulmasında haklılaşurma aracı olarak anlayışını Türk düşüncesine ilk kez geti-
kullanıldığı için gelenekteki "ilim" ve renlerden biri olmasıyla Türkiye'de bilim
"hikmet" anlayışına dönülmüş olmakta- felsefesinin öncüsü durumundadır. Hatta
dır. Gerçekten de onun amacı doğrudan Türk· düşüncesinde bilim felsefesinin ö-
doğruya felsefe .yapmak değildir. O tipik nemli bir boş saha olduğunu belirterek
bir İslamcı düşünür olarak, il. Meşruti bundan yakınır. Cel:il Nuri'nin "Hakika-
yet'te Baha Tevfik ve Cel:il Nuri gibi te ulaşmak için bir tek aracımız vardır:
mateıyalistlerin İslam'ın temel inançla- Bilim" görüşünü, "Acaba hakikat ne-
rıyla çauşnğını ileri sürdüğü görüşlerinin dir?", "Hakikarin ölçüsü nedir?" ve "Bi-
toplumda yaratacağı manevi çöküntüye lim ne demektir ve değeri nedir?" soru-
karşı, onlan Ban'daki bilimsel gelişmele larıyla epistemolojik (bilgikuramsal) plan-
re ve yeni felsefi yaklaşımlara dayanarak da sorgulayan Ahmet Hilmi; Henri Po-
çürütüp bu tehlikeyi savuşturmak ama- incare ve Emile Boutroux'un eserlerine
cındadır. Bu amacını Allah'ı inkar Müm· dayanarak bilimin aslında varsayımlara
kün mü? Yahut Huzur-ı Fende Mesalik-i dayandığını, bu yüzden de değerinin gö-
Küfür (Bilim I<;:arşısında İnkarcı Dokt- reli olduğunu, araşurma ve inceleme son-
rinler) adlı eserinin önsözünde açıkça suz olduğundan bilimin hiçbir zaman son
belirtir. Kaldı ki yayınladıf,'1 haftalık Hik- sözü söylememiş bulunduğunu, o gün-
met ve aynı adı taşıyan günlük gazetede, lerde değişmez prensip olarak kabul edi-
misyonu açısından, 'dof,ınıdan felsefeye len bazı fizik kanunlarının bile temelleri-
def,ıil, İslamcı akımın eğildiği sosyal-poli- nin sarsıldığını vurgular.
tik konulara ağırlık verilmiştir. Aynca bu Ahmet Hilmi, mateıyalizmin ruhu
ve diğer neşrettiği yayınların adlarındaki beynin fonksiyonları olarak ele alan gö-
vurgunun da felsefeye değil "hikmet"e rüşünü reddeder. Ona göre bedenden
olması anlamlıdır. Bununla birlikte onun bağımsız \'e mahiyetçe ondan ayn bir
füellikle Celil Nuri'nin Tarih-i istikbal/. ruh vardır; aynca ruhun bedenin ölü-
Mesail-i Fikriye (Geleceğin Tarihi 1 · Fikri münden sonra dağılmayarak hayatına de-
Problemler, 1913) adlı eserinde Büch- vam etmesi fikri akla aykın ve çelişik de-
ner'den akta dan mateıyalist gôrüşleri e- ğildir. Yine ona göre ebedilik, ezelilik, son-
leştiren Huzur-ı Ak! ü Fende Maddryyun suz ıİ!emler ve Tann hakkında, deneyin
Meslek-i Dataleti (Akıl ve Bilim Karşısında alanına girmedikleri için, bilimle değil,
lerin, Ban'da yeni gelişen fizik, kimya gi- cej:,rini ileri sürmektedir. O kendi felsefi
bi pozitif bilimlerdeki yeni bilgilere ay- mesleğini "Vahdet-i Vücıid" (A 'mak-ı
kırı olduğunu; materyalizmin, metafizik H~al [Hayalin DerinlikleriJ adlı eseri, İs
düşünceye tamamen karşı olduğu halde, lam panteizmi olan bu tasavvuf felsefesi-
bilimin sahasından çıkıp metafizik ve spe- ni dile getiren bir romandır) olarak açık
külasyon yapuğını ileri sürer. lamışsa dıı Darülfümln'da verdiği "Hangi
Ahmet Hilmi, batılılaşma süreciyle bir- ~feslek-i Felsefeyi Kabul Etmeliyiz?" ad-
likte Osmanlı aydınında gittikçe daha bas- lı konferansınJa öğrencilere, mevcut fel-
Ahmet Mithat Efendi 40
scfi doktrinlerin hepsinin bazı yanlış var- tannsL Bu ad sonralan Ohrmazd'a dö-
sayımlara dayandığından ve hiçbirisi mut- nüşecektir. Anlamı ''Bilge Tann" (Aves-
lak olarak bütün hakika deri tek başına ta dilinde ahNra tanrı; m"Zf/a da bilgi, bil-
bünyesinde toplayamadığından felsefe ve gelik demektir) ya da "Bilgelik T ann-
ahl3kta, her doktrinin taşıdığı doğru fi- sı"dır. Kadiri mutlaktır; her yerde hazır·
kirleri seçici bir anlayışla alarak oluştu nazırdır; yaratıadır, koruyucudur, nzk ve-
rulacak eklektik bir yaklaşımı önerir. ricidir; görülemez, dokunulamaz olandır;
Özellikle bilimsel, teknolojik ve eko- doğrudur, adildir, esirgeyendir; bütün i-
nomik alanlarda İslam dünyasının Batı' yiliklerin kaynağıdır.
ya karşı gerilemesiyle XIX yüzyılın son Ahura Mazda'nın yaratma isteği ile
çeyreğinden itibaren İslam 'ın temel gö- düşüncesinin görünüşü Spenta Mai'!}" ya
rüşlerini yeni bir sosyal-politik pratiğin da Kutsal Ruh'tur. Bu, Ahura Mazda'nın
oluşturulmasında referans kaynağı olarak düşüncesinde tasarladıgı bir şey olarak
yeniden yorumlayan İslama aydınlardan mükemmel varlığa işaret eder .. Tannsa!
biti olan Ahmet Hilmi, geleneği sorgula- düşüncenin yaratılışta cisimleşmesi kusur
yan modernist bir düşünürdür. Pu açı demeye gelir. Bu nedenle Spe11ta Mai'!Jll
dan İslam medeniyetindeki kültür ve dü- da kendisinin ayrılmaz zıttı A11gra Mai•911
şünce hareketleri ile sorunlarını ele aldığı -sonralan Ehrimen denecektir- ya da
Tarih-i İılôm Oslim Tarihi) adlı eseri dik- Kötü Ruh tarafından gölgelenir. Bu iki
kat çekicidir. en eski ruh Tann'nın bağrından çıkmış i-
Eserleri: AbJiilbamiJ ııı S t.JJit M11bllHl- kizlerdir. Doğuştan getirdikleri seçime gö-
mıJii'I Mıbtli ııı Asr-ı HafJliJi'Je Altfll-i re Kutsal Ruh "doğruluğu", Kötü Ruh
İıiôm ,,, Smıisiler (1325/1909), Tarib-i İs da "kötülüğü" seçmiştir. Aynca bkz. Zer-
/ôm (2 cilt, 1326/1910), A'môk-ı Ht!Jtil düştçü1ük.
(1326), Vig Kız Beğaği Stvfyor (1326), Ôk-
ıiiz. T"'l."t (1326), İstibJaılm V ahµtltri yı aidios (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde
httt Bir Fetlaimn Ôliifllİİ (1326), A/lab-ı İn "sonsuz,,; "ölümsüz"; "ebedi"; "zaman
frA,- MiimJ.iin miiıliiri Yah11t H11Z!'r-t FmJe içinde sürek!( olma durumu.
MesôliM Kiiftir(1327 /1911), FelrtftJm Bi- Eski Yunanca'da "zaman içinde son-
rina Kitap: İlnı-i Alwôl-i &ıh (1327), y,,._ suza dek varolma" anlamına gelen aidios
lllİna AnrJa Altm-i İı/4m ,,, Allf'lljJa (1327), ile "öncesiz ve sonrasız olma" anlamın
'BtfertJetin Fahr-i Ebedisi Nebimizf Bilelim daki aitınios arasında teıimbilgisi b-.ıkı
(h.1331/1915), M111xılefttitı İfo1n (h.1331), mından fark olmasına karşın, filozoflar
H11Z!'r-t Akl ii FmJı MadJ!IJlitı Merlek-i bu ayrımı her zaman gözetmcmişlerdir.
Da/4/eti (h. 1332/1916), YeniA/uiJ: Ürs- Günümüzde de *iıiıasiz.lik ıonmnz/ık bil-
ii İı/4m (h.1332), H1111gi MerkM Fılsefgi diren İngilizce "eternal" sözcüğü, her iki
Kab11I E1111elfyiz. (1329/1913), Akwim-ı G Yunanca terimi karşılamak için de kulla-
han (1329), Türk Rıthtt Nasıl Yaptfı.Jor? nılmaktadır. Kökenine inildiğinde bu iki
(1329), Tiinle Amrağiını (Ly.), Miiıliimanlar terim arasındaki en belirgin fark, aio11ilıl
Din/e;Jitıı'z. (t.y.). un zamanın düzeninden (lehrrmoı) tama-
mıyla bağımsız olmasıdır.
Ahmet Mithat Efendi bkz. Türkiye' de
fdıefe. aile benzer1ilderi ~ng. fami!J reıemblançr,
Fr. rtıltfllblanıı jl1flliliale, Alm. fafJlilit11iih11-
Ahmet Rıza bkz. Türldye'de felsefe. uhkti~ Felsefenin "dilsel dönemeç"e gir-
mesinin başmiman Ludwig Wittgenste-
Ahmet Şuayp bkz. Türldye'de felsefe. in'ın sonraki dönem felsefesinin belke-
miğini oluşturan "dil oyunları kurarnı"nı
Ahura Mazda Zcıdüştçülüğün en üstün kuşatan ana kavramlardan biri.
41 aisthesis
Gencide yapıldığı üzere, tümel bir aistbesis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
kavramı onun tikel örnekle.-inin hepsin- sinde "algılama" ya da "duyum" anla-
de ortak olan bir özellik ola ak açıklarız. mında kullanılan terim.
Örneğin "san", dünyadaki tüm san şey Felsefeye ilkin bir nesneyi algılamayı
lerde ortak olan bir şeydir deriz. Hatta da içeren fizyolojik süreçleri açıklama
daha da ileri gidip san rengini tüm sarı çabasının bir uzantısı olarak giren ai.tt-
varlıkların elemanı olduğu bir sınıf ya da huiı teriminin fizyolojik bir sorundan
öbek (darr) olarak da tanımlayabiliriz. A- öte tümüyle felsefi bir sorunun parçası
ile benzerlikleri kavramını ortaya atan olması Aristoteles'i beklemiştir. Kuşku
Wittgenstein'a göre ise bu tanım tama- suz bu uzun zaman dilimi boyunca, ö-
men gereksizdir. Çünkü bir tümelin ille zellikle de Sokrates öncesi doğa felsefesi
de tüm tike' örneklerinde onak olan bir döneminin özgün düşünürleri tarafından,
özellik içermesi şan değildir. Tümel de- ai.tthem üzerine kayda değer saptamalar-
diğimiz nenlerin (şeylerin ya da kendi- da bulunulmuştur. Sözgclimi Herakleitm
liklerin) tikdler arasındaki bazı benzer- ile Parmenides bilginin neliğine f.;oia) i-
liklerden çıkardığımız şeyler olduğunu lişkin taşıdıklan bilgikuramsal kuşkulan
savunan Wittgcnstein 'a göre, tikeller ara- öne sürerek airthrrili hakikate ulaştımn
sındaki bu benzerliklerse tıpkı aile ben- "gerçek" bir yol olarak görmemişlerdir.
zerlikleri gibidir. Bir ailede herkes birbi- Özcllikle d~ Parmcnides varlığın özü ge-
rine benzeyebilir ama bu ille de hepsinde reği değişmez olması gerektiği düş önce-
onak olan bir özellik var demek değildir. sine dayanarak zaman ve uzam yasaları
İki aile bireyinin burunlan benzeşir, di- nın hiikiim sürdüğü sürekli değişen gö-
ğer bir ikisinin llb"izı benzeşir vb. Witt- rünüş dünyasını -ai.ttherilin yurdunu- al-
genstein ortaya attığı kavramı açıklamak datıcı dünya diye değerlendirip varlığını
için örnek olarak "oyun" kavramını ver- yadsımıştır. Nitekim bir "giriş" ile iki
miş, tüm oyunlan oyup. yapan ve hepsin- ayn "bölüm"den oluşan (Haki/eat Yolıı
de ortak olan bir özellik bulmamıza ge- ve Giiriiniif 'ı'olıı) felsefe şiirinde, hakika-
rek olmadan birçok sürece oyun diyebil- tin biricik kaynağı olarak •episteme'yi gök-
diğimize dikkat çekmiştir. Ona göre, bir- lere çıkanrken, Giiriiniif 'ı'o.ltlnu aydınla
çok farklı sürece oyun diyebilmemizin tan airthuilin varlık tasarımını yersiz ve
nedeni bunların arasında aile benzerlik- yetersiz bulmuştur.
lerine bttıZ!r türden benzerlikler bulma- Aristotdes'in en tanınmış öğrencisi
mızdır. Yoksa, kimilerinin düşündüğü Theophrastos D1f1ıılar Üıtiinı adlı yapı
nün tersine, hepsini oyun yapan ortak tlnda ilkçağ Yunan felsefesinin aisthuili
bir nokta falan yokwr ortada. Aynca bkz. nasıl kavradığını aynntıSıyla işlemiştir.
Wittgenstein, l.Aıdwig. Theophrastos'a göre dönemin felsefe-
sinde "algılama"mn nasıl gerçekleştiğine
aion (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde ilişkin belli başlı iki tür anlayıştan söz
özellikle Parmenides'ten itibaren "ebedi- edilebilir. Bunlardan birincisi algılamanın
yet" ya da "bengilik" anlamında kullanı "benzerlik"e ya da "benzer olma"ya {ho-
lan terim. Terimin en eski ve felsefe dışı 111oion) dayandığını öne sürerken, diğeri
kullanımında ise aion "yaşam süresi" ya algılamanın "bilen" ile "bilinen şey"in
da "ömiiı:'' anlamını taşır. AristotC!es'in "karşıtlık"ına ya da "karşıt olma"sına
bildirdiğine göre, aİrin eskilerce "ölüm- bağlı olarak gerçekleştiğini ileri sürer.
süz, tanrısal olan"ı nitelemek için tannya Theophrastos ilk öbeğe Parmenides, Em-
ilişkin olarak da kullanılmıştır (Gii~iizji pcdokles ve Platon'u koyarken, diğer ö-
ÜZ!rinı 1, 279 a). beğe Anaksagoras ile Herakleitos'u yer-
leştirir.
aionios bkz. aidios. Theophrastos aynca Empedokles'in
aisthesis koine 42
memesi belirli bir X diliyle bağlantılıdır. Alm. Akademie-, Yun. Akatlemia] Adını
Eğer X dili kapalı ve bağlantılı ise kav- Atina kapılarının önündeki Akademos
ı:amsal aygıtlanmızı her zaman için de- tepesinde.nalan, M.ô. 385 yılında Platon
ğiştirebileceğimizden ötürü deneysel du- tarafından Atina'nın hemen yanıbaşında
rumlar herhangi bir önermeyi kabul et- kurulan okul. Geniş bir alana kurulması,
memizde ya da reddetmemizde etkili o- mimarisi, bahÇesi·ve öğretim tarzıyla gü-
lamazlar. Ajdulı:iewicz'e göre, deney ve- nümüzde bilinen şekliyle üniversitenin
rileri kavı:amsal aygıtlarla yakından bağ ilk örneğidir.
lantılıdır ve her kavramsal aygıt bir Akı!demia adına sürekliliğiİıi koru-
dünya görüşü ürettiğinden kuramlar ve muş felsefi bir gelenekten söz edilemezse
gözlem raporları mutlak kabul edilmeyip de şu ya da bu şekilde kendilerini Pla-
bunların belli bir dünya görüşü ya da ba- ton'un ardılı olarak gören farklı düşün
kış açısına bağlı olduklan söylenmelidir. cedeki pek çok filozofun Platon'un ya-
Bu nedenledir ki Ajdukiewicz'in uzla- pıtına saygıda kusur etmeyip onıi selam-
şımcılığı "radikal" olarak adlandınlır. Aj- laması ve onun üzerine çalışması ortak
dukiewicz sonraları, 1930'lann ortasında, payda olaı:ak •düşünülebilir. Akademia,
bağlantılı ve kapalı diller düşüncesinin uzun tarihi bOyunca, Platon 'la anılan fa-
bir 'kağıt üzerinde kurgu' olduğu sonu- kat diyaloglarında tam anlamıyla, yete-
cuna vararak radikal uzlaşımcılığını an- rince açıklanmayan öğretileri aydınlat
lambilgisel bilgikuramı adına terk etmiş maya hemen her zaman özen göstermiş;
tir. bu "yazıya dökülmemiş öğretileri" (*'{t
Anlambilgisel bilgikuı:amında bilgiku- rapha Jogmata) dillendirmeye, anlan ku-
ı:amı ile varlıkbilgisini birleştirmeye çalı şaktan kuşağa aktarmaya çabalamıştır.
şan Ajdııkiewi.cz, dünya üzerine konu- Akademia varlığını değişik biçimler
şurken bir "*nesne dili" kullandığımı.Zı altında uzun bir süre, MS. 529 yılına ka-
belirtir. Ajdukiewicz'e göre bilgikuramı dar sürdürmüştür. Söz konusu tarihte,
dünya ve onun hakkındaki bilgimize iliş Doğu Roıruı İmparatoru I. İustinianus'
kin olduğundan, bir bilgikuramcı bilgiyi un baskıcı tutumuyla, diğer pagan okul-
ve onun neşnesini kavramak için bir larıyla birlikte etkinliği tamamen son
"*üstdil" kullanmak zorundadır. bulmuştur. Kimi felsefe tarihçileri Aka-
Aynca Ajdukiewicz bilim felsefesinde demia'nın tarihini iki ana bölümde ince-
saptama ya da kaı:ar verme kuramına da- ler: Eski Akademia (Platon, Speusippos,
yanan genel bir yanılabilir çıkarunlar ku- Ksenokrates ve bunların takipçilen) ile
ramı oluşturmaya çalışmıştır. Mantık fel- Yeni Akademia (M.Ô. IU. ve il. yiizyıl
sefesi alanında da çalışan Ajdukiewicz'in lann Kuşkucu Akademiası). Kimileri ise
bu alandaki en büyük katkısı dizimsel Akademia'run tarihinde beş aşamadan
kategoı:iler için geliştirdiği biçimsel yazı söz açarlar: Eski (Platon, Speusippos,
lıştır. Ajdukiewioz'in başlıca yazılan Bi- Ksenokrates); Orta (Arkesilaos); Yeni
6111sel Dii1!J1J Giiriifii ile Diğer Denrmeler (Kameades); Dördüncü (Larissalı Phi-
1931-1963 (!'he Scientifıc World-Pers- lon); Beşinci (Askalonlu Antiokhos).
pective and Other Essays 1931-1963, Platon' un ölümünden (M.Ô. 347} son-
l 978) adlı yapıtta toplanmıştır. Diğer ça- ı:a Akademia'nın başına geçen ve okulu
1.ışmalan arasında Tii111Jengelimli Bilimlerin ölünceye kadar yöneten yeğeni Speusip-
Yönte111bip Üıtiine (Z metodologii nauk pos (M.Ô. ykl. 407-339) ideal sayılar ola-
dedukcyjnych, 1921) ile Dil 11e BiJb Oe- rıık Formlar Kuı:amı'nı terk etmiş olsa
zyk i poznanie, 2 cilt: 1960-1965) sayıla da diğer Platonculaı:a oı:anla matematik-
bilir. Aynca bkz. Lvov-Vaqova Okulu. sel olana daha fazla ilgi göstermiştir. O-
nun yönetimi altında Akademia soyut
Akademia ~ng. Amtlemy; Fr. Amtli11lie; matematiksel çalışmalara yönelmiş; uy-
Akademia 44
sonra, çekim alanı yeniden Atina'ya, Plu- giderek Heidelberg Üniversitesi'nde Ga-
tarkhos'un (M.S. ykl. 45-125) başını çek- damer'in fenomenoloji seminerlerine ka-
tiği birkaç filozofun çalışmalarını yürüt- tıldı ve Scheler üzerine araştırmalar yap-
tüğü Akademia'ya kayar. Plutarkhos'un tı. l 960'ta "Max Scheler'de Kişilik Prob-
felsefe tarihi açısından zengin kaynaklar lemi" adlı çalışmasıyla doçent oldu. 1968'
içeren felsefi incelemeleri Moralia adı al- de Felsefe Tarihi Kürsüsü'nde profesör-
tında toplanmıştır. Etik ve ahlaki eğitime lüğe yükseltildi. Bölümde Ahlak Felsefe-
yönelik ilgisi ise ünlü Romalı ve Aıinalı si, Çağdaş Felsefe Akımlan, Felsefe Ta-
kişilerin birbirine yakın yaşamöykülerini rihi Semineri gibi dersler verdi. Felsefe
kaleme aldığı, en çok bilinen yapıtı Koşut Bölümü başkanlığı. yaptı. 1963-1983 yıl
Ya,ramkırda bclgelenmişıiı>. larında Türk Dil Kurumu yönetim kuru-
Bu dönemden sonra, her ne kadar lu üyeliğinde bulundu ve felsefe terimle-
Platonculuğun bir merkezi olarak kalsa rinin Türkçeleştirilmesi çalışmalarında
da, özellikle de Yeni Platoncu Proklos Macit Gökberk'le birlikte etkin rol aldı.
(410-485) liderliğinde kayda değer şeyler l 984'te emekliye aynldı. l 988-1989'da
yapılsa da, Akademia Platoncu felsefenin Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi'
sıradan bir kolu olarnk anılacaktır. Ay-· nde Felsefe Grubu Öğretmenliği Bölü-
nca bkz. Yeni Akademia; Sokratesçi mü'nün kurucusu olarak görev aldı.
Okullar. l 990- l 996 yıllan arasında ise İ. Ü. Ata-
türk Enstitüsü'nde doktora dersleri ver-
akademik felsefe ~ng. 1Kaıie111i• philosop- di.
1,ıy; Fr. philosophit amdimiqur, Alm. aleadt- İstanbul Üniversitesi'nde Takiyettin
mis.-lıe pbilos11fJbiij Platon 'un kurduğu A- Mengüşoğlu'nun başlattığı fenomenoloji
kademia'da geliştirilen felsefeye aleadtmi ve felsefi antropoloji geleneği Nermi
felsefesi denmesinden ötürü, günümüzde llygur'la gelişirken, Bedia Akarsu Ernst
üniversitelerde, yükseköğreıim kurumla- von Asterfa de etkisiyle daha çok dil,
nnda gerçekleştirilen felsefe çalışmaları kültür ve ahlak felsefelerine eğildi. Dok-
na verilen ad. Buradaki "akademik" sı tora çalışmasında gerek yöntem gerekse
fatı, şimdilerde örtük de olsa, aşırı ku- yaklaşım açısından hocası Alman felsefe
ramsal kalmayı, insan yaşamına doğru tarihçisi Ritter'in oldukça etkisinde kaldı.
dan katkıda bulunamamayı da içerir. Öğrenciliği sırasında izlediği M~güşoğ
lu'nun felsefi antropoloji seminerleri ve
Akarsu, Bedia (1921, İstanbul) İstanbul daha sonra Heidelberg Üniversitesi'nde
Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde yaptığı katıldığı Gadamer'in fenomenoloji semi-
dil, kültür ve ahlak felsefesi çalışmala nerleri ise onun Scheler üzerine çalışma
nyla tanınan felsefecimiz. sııu olumlu yönde etkilemiştir.
Çapa İlkokulu ve Çapa Ortaokulu'n- Bedia Akarsu'nun Kant ahlakına yö-
dan sonra İstiklfil Lisesi'ni bitirdi. Yük- nelmesiyle, l 933 Üniversite Reformu'n-
seköğrenimini 1943 yılında meziın oldu- dan sonra Türkiye'de egemen konuma
ğu İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü' gelen Alman felsefe eğiliminin temelinde
nde yaptı. Aynı bölümde Ernst von As- yer alan Kant, Mengüşoğlu'ndan sonra
ter'in yönetiminde başladığı doktora ça- bir kez daha öne çıkmıştır. Akarsu, Çağ
lışmalannı Joachim Ritter'in yanında 'Wil- diJf Ftlseft Ahı/ilan adlı eserinde de daha
helm von Humboldt'da Dil-Kültür Bağ çok Alman felsefe akımlarını ve filozof-
lannsı' konulu tezle tamamladı (1954). larını tarutır.
Arnold Gehlen ve Hans Freyer'in İstan Eserleri: Wilbelm vot1 Humbolrlt'da Dil-
bul Üniversitesi'nde verdiği bir dizi kon- Kiilıiir BağkmltJt (1955). Max S•heler'de Ki-
feransı ve Rittcr'in derslerini Türkçe 'ye · şilik Problet/Iİ (l 962), Motltm ToplNmda Ka-
çevirdi. 1956-1958 yıllannda Almanya'ya d111 (l 963), Ahlak Öğretileri 1: Mutlulıık
akatalepsia 46
Ahlôkı (l 963), AhlôJ.ı Öğretileri II: I111111a- !arak varkalma sorurılannın yaşandığı bir
11Htl Ka111'111 Ahlôlt. Ftlsefesi (l 968), Çağdllf tarih kesitine denk düşmesi itibariyle, dö-
Felsefe Ah111/an (l 979), Aıatiirlt. Dtı'Tinti ı•e nemin İstanbulu'nda muhtemelen Türk-
Yonı111/an (l 969), Ftlstft Terimleri Söz/ii/Ji çülük akınu çevresinde merkezileşen fi-
(1979), Çağdaş Felıtft: Kmıı'ı1111 Giitıiimii~ kir hayan ve sosyal çevrelerle yakın iliş
Felıtft Ah111/an (l 98 7), Ataliirlt. DtVrimi ı<e kiye girmiştir. Özellikle yatılı olarak o-
Te111elleri (l 995), Afa.y Stheler Felstft.ri'11de kuduğu Yüksek Muallim Mektebi hayatı
Kişi Kavratm 1'11 İıısatJ-Olnta Sorıı11N (l 998), · bu ilişkiler için oldukça elverişliydi. Ziya
Metafizik ve Diıı ÜZ!fiııe Giiriişmeler (Male- Gökalp'in izlerini taşıya.1 D.irülfünun Fr
brmche'tan çeviri, 1946). Ayrıca makale- debiyat Fakültesi ve Felsefe Bölümü de
leri Ftlstft Arlt.iıi, Felıtft Tertii111e/m' Dtfl,ı"sı~ onun fikri gelişiminde etkili oldu. Bu dl>"
Tiirk Dili, Ar'!}lf, Gösteri, Ça/,dtJf Elqtiri nemden hocası olan Mehmet İzzet'in
ve Cogito gibi dergilerde yayımlanan A- "Milliyet Nazariyeleri ve Milli Hayat''
karsu'nun C11111hılriyeı gazetesinde de yazı dersleri ile Akder'in makaleleri arasında
ları çıknuşur. konulan işleyiş yöntemi bakınundan ö-
nemli benzerlikler vardır.
akatalepsia (Yun.) [İng. acatalepsy, Alm. 1928-1933 yılları arasında sırasıyla
alt.atalepne] İlkçağ Yunan felsefesinde Trabzon Lisesi'nde Felsefe, Afyon Orta
"k.1vranılamazlık" ya da "anlaşılıımaz Mekıebi'nde Terbiye, Erzunım Lisesi'n-
lık". Doğruya ulaşmak için elimizde her- de Felsefe ve Erzurum Muallim Mek-
hangi bir ölçütün bulunmadığını ileri sü- tebi'nde Edebiyat öğretmenliği yapan
ren kuşkucu öğretinin vardığı sonuçlar- Necati Akder, 1933'te Maarif Vekfileti
dan biri. Francis Bacon No'lltlm Orgaı111m' tarafından Fransa'ya felsefe öğrenimi i-
da bu Yunanca terimi, "kökten kuşkucu çin gönderildi. Sorbonne Üniversitesi
nun zihnin doğruluğu ya da hakikati Felsefe Bölümü'nü 1936'da bitirdikten
kavr.ıma yetisini yadsıması'' şeklinde a- sonm, Fransız ve Alman felsefelerini in-
çıklar. Aynca bkz. epokhe, antilogia. celeyerek iki kültür arasında karşılaşur
malar yapması için Almanya'ya Berlin Ü-
Akder, Necati (1901, İstanbul-1986, niversitesi'ne gönderildi. Burada dört ya-
Ankara) Sosyolojik ve felsefi bilgilere da- rıyıl öğrenim gördükten sonra 1939'da
yanarak ülke sorurılarıru irdelemeyi te- Türkiye'ye döndü. Ankara Üniversitesi
mele alan idealist sosyal felsefe eğilimi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'ne Fel-
nin Cumhuriyet dönemindeki temsilcisi. sefe Doçenti olarak atandı. Felsefe Bö-
Abdullah Necati Akder, ilköğrenimi lümü Başkanı Olivier Lacombe fakülte-
ni Fatih ve Köprülü Fazıl Ahmet Paşa den ayrılıncaya kadar (1944) Akder hem
rüşdilerindıı okuyarak tamamladı (1916). kendi dersleri olan Genel Felsefe ve Fel-
1918 yılında İstanbul D.ir-ül-muallimin' sefe Tarihi derslerine girdi, hem Lacom-
inin (Ert(ek Öğretmen Okulu) ilk kısmı be'un ders ve seminerlerini çevirerek o-
m bitirdikten sonra bir süre özel ilkokul- na yardımcı oldu, hem de Bölüm Başkan
lar ile· Bebek ve Beykoz dir-ül-eytilmla- Yardımcısı olarak bölümün kuruluşunda
nnda "(yetimler yurdu) muallim olarak ve yöneti'!)İnde görev aldı. 1948'de pro-
çalışu. 1923'te Dar-ül-muallimin'inin or- fesörliiğe atanan Akder, Felsefe Bölümü
ta kısmına girdi; daha sonra Yüksek Mu- başkanlığına getirildi. Yaş haddinden e-
allim Mektebi'ne geçti. Aynı zamanda mekli olduğu 13 Temmuz 1971'e kadar
D.irülfıinun Felsefe Bölümü'nde yüksek- hem bölüm başkanlığını hem de Siste-
öğrenim gördü ve 1928'de her iki okul- matik Felsefe Kürsüsü başkanlığını yü-
dan da mezun oldu. Eğitiminin bu ilk rüttü. Ayrıca 1945-1946 öğretim yılında
döneminde, Meşrutiyet dönemi ve Cum- Kara Harp Okulu'nda Felsefe dersleri,
huriyetfa kuruluşu aşamasında millet o- 1970 yılında ise Kayseri Yüksek İshim
47 Akder, Necati
duğu toplumsal dönüşümlerin sonucun- Çünkü bireyin hürriyetini sıkı bir sosyal
da ortaya çıkan "kültür ve mefkure buh- disiplin içinde eriten bu rejim, faydacılık
ranı"nın mahiyetini irdelemeye ve çö- prensibinin başka bir görünüşünden iba-
zümlerini belirlemeye çalışır. Ona göre rettir. Keza Hitler sosyalizmi de ırk dog-
evrensel çapta bunalım, insanın içinde- matizmi olarak Akder' in eleştirilerinden
dir. Bunalımın gerçek çözüm yolu da in- kurtulamaz. Ona giire zamanımızda "tec-
sanın içinde bir faaliyet olarak felsefede- rübenin spekülasyona set çekmesi", bili-
dir; bilgeliktedir. min ideolojileri, bilimsel felsefenin de
Necati Akder, daha sonra "Bir Aksi- teolojileri tasfiye etmesi beklenirken a-
yon Problemi Olarak Felsefe" (1946) deta birer din haline gelen ideolojilerin
başlıklı incelemesinde felsefenin zamanı toplumlan altüst edişi ibretle gözlemle-
mızda nasıl anlaşılması gerektiğini, bir necek bir tablodur. il. Dünya Savaşı'nın
taraftan skeptisizmdcn (kuşkuculuk) Sok- enkazı altında kalan dünyanın böyle bir
narak ülke sorunlarını irdelemeyi temele un "İnsan nasıl teneffüs ederse, öylece
alan sosyal felsefe eğiliminin Ankara Ü- hem de istemeksizin, hatta farkına var-
niversitesi DTCF Felsefe Bölümü'ndeki maksızın metafizik yapar" sözünü vur-
temsilcidir. Hocası Mehmet İzzet'in ide- gulayıp metafiziğin felsefedeki yeri ve ö-
alizmi ile Ziya Gökalp'in Türk toplumu- nemini dikkate alan bir felsefe eğitimi
nun sorunlarına eğilen sosyolojizmini, anlayışının ortaya çıkmasında etkili ol-
Fransa ve Almanya'da aldığı felsefe eği muştur.
timinin birikimiyle eleştirel bir sosyal fel- Eserleri: Necati Akder'in yayımlan
sefe sentezi ile birleştirip kendi felsefe mış bir kitabı yoktur. Ancak DTCF Der-
kavrayışını geliştirirken, bu kavrayışıyla, gi.ti (1944-1960) ve Tiir/e Kiilliirii (1963-
özcllikle Tiir/e Kiiltiirii dergisinde yayım 1976) dergilerinde yayımlanmış oldukça
ladığı makalelerde, Türk toplumunun i- geniş hacimli makaleleri vardır.. Çok sa-
çinde bulunduğu sorunlara, "kültür buh- yıdaki diğer makaleleri, Öz/eyi/ (1945-4 7),
ranı"nın eğitim, gençlik, milli şuur, ideal ÜJ/eii (1946), Tiir/e Y11rd11 (1954-1961),
ve ideoloji, inkılap ve değerler, üniversi- Din Yo/11 (1956), Devlet Tjyatrofart (1956),
te, demokrasi, din, siyaset ve dil gibi çe- Ôğreı111e11 (1957), Bilgi (1958), İrld1111958),
şitli görünüşleri açısından yaklaşmıştır. Genrlile Dfyor Ki (1960), Tiirk Kiiltiirii A-
Makalelerinde aynı zamanda Türk dü- r411trmalan (1964), Cultun Trmira (1964),
şüncesinin ve aydınlarının zengin bir res- Amşttf7Na (1965), Turana (1967), Bl!)'rak
mi geçidini sunan Akder, yaptığı çözüm- (1969), Belgelerle Tiirk Tarihi (1976) der-
lemeler ve terkiplerle, felsefi bilginin bu gilerinde yayımlanmıştır. Aynca 1945-46
bakımdan da işe koşulduğu bir örnek o- öğretim yılına ait öğrencilerinin teksir ha-
larak kendisini izleyen birinin bulunma- linde çoğalttığı ders notları ile çevirileri
ması aÇlSlndan da "tekörnek" durumun- vardır.
dadır. Öte yandan yalnız Batı'yı merkeze
alan hümanizm anlayışının karşısında Akhillcos ile kaplumbağanın yarışı aç-
"İslam Ortaçağı"nın ortaya koydukları mazı bkz. Zenon açmazları.
nın da ele alınması gerektiğini ve hatta
bunun Türkiye'de felsefi uyanış için te- akıl bkz. us.
mel bir zorunluluk olduğunu vurgulayan
görüşleri, DTCF Felsefe Bölümü'nde Akıl Çağı png. Age ofRİason; Fr. Age de
başat bir eğilimin doğmasında ve geliş la Rairon; Alm. Zeitalter der Vernunft, Ver-
mesinde etkili olmuştur. Nitekim asista- 1111ııftz.eitalterj bkz. Aydınlanma (Çağı).
nı Mübahat Türker Küyel'in "Üç Te-
lıafüt Bakımından Felsefe ve Din Müna- akılcılık bkz. usçuluk.
sebeti" adlı doktora teziyle başlayan bu
eğilimin doğmasında, söz konusu tezi akılyürütme bkz. usavurma.
yönetmiş olması, onun bu rolünü açıkla
yan önemli · bir olgudur. Öte yandan akış öğretisi png. theoıy offlu.-e, Fr. theo-
1933 Üniversite Reformu'ndan sonra İs rie ıle .foıx, Alın.
theorie ılu jluırer] Evrenin
tanbul Üniversitesi Felsefe Bölümii'nde sürekli bir oluş, bir akış, bir değişim i-
ortaya çıkıp gelişen metafizik karşıtı fel- çinde olduğunu ve değişimin karşıtlık
sefe eğitimine karşılık Akder, DTCF lardan, birbiriyle çatışan gerçekliklerden
Felsefe Bölümü'nde verdiği Felsefeye kaynaklandığını öne süren öğreti. Akış
Giriş, Genci Felsefe, Metafizik ve De- öğretisi hiçbir şeyin aynı kalmadığını; her
ğerler Felsefesi dersleriyle ve yönettiği şeyin gelip geçici olduğunu; şeylerin son-
seminerlerle pozitivizme dayanan bili- suz bir akiş içerisinde birbiri ardı sıra
min hem felsefe hem de dinin yerine ko- belirip kaybolduklarını savunur.
nulması anlayışını eleştirerek Meyerson' Sokrates öncesi doğa felsefesi döne-
49 akrasia
minin filozoflanndan, "akış"ın filozofu yüklük olmak üzere üç temel niteliği bu-
diye adlandırılan Herakleitos'a atfedilen lunduğunu öne sürer. Her atom serttir;
akış öğretisi, onun ünlü "Aynı nehirde i- bir direnme gücüne sahiptir. Her ato-
ki kez yıkanılmaz" savsözü ile anılır. mun bir şekli ve bir büyüklüğü vardır.
*Ar/ehe olarak "ateş"i <.PY1' seçen Herak- Ayn ayn büyüklük ve şekillerdeki bütün
leitos, "ateş"le özdeşleştirdiği •logolu da bu atomlar, başlangıçtan beri, boş bir
Parmenides'in devinimsiz ve değişmeyen uzam içinde hareket etmekte, "boşluk"ta
gerçekliğin kendisi olarak öne sürdüğü devinmektcdirler. Demokritos'a göre a-
"Varlık"a karşı bir kavram olarak felse- tomlar renk, ses, sıcaklık, soğukluk gibi
fesinin odağına yerleştirmiştir. Heraklei- niteliklerden ("ikincil nitelikler') yoksun-
tos 'un "her şeyin bir akış içinde olduğu" durlar. Bu türden niteliklerin tümü atom-
düşüncesi bağlamında logos, düzenli akışı ların duyu organlarımız üzerindeki etki-
sağlayan, çeşitliliği bir birlik içinde tutan lerinden, duyulanmızın üzerinde bırak
"evrensel us"tur. Karşıtlıklardan doğan uklan izlerden meydana gelmektedir. Bu-
gerilimin yarattığı "sürekli oluş"un ev- na göre algıya nesnele;den akıp yayılarak
rensel bir dengede durmasını sağlayan il- öznelerin gözeneklerini dolduran parça-
ke olan logos evrende değişmeyen tek şey cıklar <:'"ıiJola) yol açmaktadır. Sonuçta
dir; "evrensel denge" durumuna karşılık renk, salt gören bir göz için; ses, ancak
gelir. Herakleitos'a göre, "değişim "inken- işiten bir kulak için; sıcaklık ya da so-
disinden doğan ve karşıtlıkların çatışma ğukluk da yalnızca dokunan bir el için
sıyla süregiden "evrensel süreç" sonsuz- vardır. Bütün bu olgular duyulara bağlı
dur. Öte yandan Herakleitos da Pıırme dırlar ya da duyu organları olmadan dü-
nides gibi "herşcyin birliği" ilkesine de- şünülemezler. Buna karşılık sertlik, şekil
rinden bağlıdır; ancak onun devingen bir ve büyüklük, yani "birincil nitelikler•·,
denge durumuyla ifade ettiği "birlik" kav- duyu organlarına hiçbir biçimde bağlı ol-
ramı "çokluk"u, "değişim"i ve "karşıtlık mayıp atomların kendilerinde, kendi ya-
lar"ı yadsımaz, tersine bunlar üzerine ku- pılarında .mevcuttur. Ayrıca bkz. atom-
ruludur. culuk; Demokritos.
Platon, Kraıy/os diyalogunda Heraklei-
tosçu filozof Kratylos'la tartışırken gö- alcinetos (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
rüngünün sürekli bir akış içinde olduğu sinde değişimden bağımsız (değişmez)
öğretisinden etkilense de sürekli akış i- olaru, devimsiz ya da devinimsiz (hare-
çinde olan şeyin bilenemeyeceğini öne ketsiz) olaru, dinamik (devingen) değil
sürerek öğretinin anlaşılabilir gerçekliğin de statik (duruk) olanı nitelemek için
bir açıklaması olduğunu reddetmiştir. Ay- kullıınıian terim: "durağanlık".
nca bkz. Her~kleitos; Parrnenides.
akolasia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
aktfkanlar kuramı (İng. theory of effl11- sinde, özellikle de Aristoteles 'te, "haz ya
enas; F r. thiorie J'ef!lı1enar, Alm. thtorie ı'/Jn da zevk düşkünlüğü"; "zevkıl sefa müp-
tfflNences) İlkçağ atomculannın, özellikle telalığı''. Aynca aleolastos "haz tutkunu"
de Demokritos ile Empedokles'irı savun- insanlan nitelemek için kullanılırken, a-
dukları, algıya nesnelerden akıp yayılarak kolastaitıtin de "haz peşinde koşmak" an-
öznelerin gözeneklerini dolduran parça- lamına gelir.
cıkların bıraktıktan izlerin yol açtığı gö-
rüşü. akrasia (Yun.) [İng. aı:rasia] İlkçağ Yu-
Gerçekliği
atomlar ile atomların de- nan felsçfesinde "istenç güçsüzlüğü";
viniminden kalkarak açıklayan ilkçağ Yu- "özdenetim yoksunluğu"; "kendini tu-
nan atomculuğunun başlıca fılozofu De- tamama" ya da "ölçüsüzlük" anlamına
mokritos, atomlann sertlik, şekil ve bü- gelen, Eski Yunanca'da olumsuzluk bil-
akribeia 50
diren a- önekiyle "güç", "erk" ya da yük Albert (Albert der Grorse; Albert the
"denetim" anlamındaki leraıoltAn türe- Grraf; diye de taıiınan, Thomas Aquinas'
tilmiş sözcük. İnsanın eylemelerinde ah- ın hocası ve XIII. yüzyılın önde gelen
liki açıdan kendisi için en iyi olanı bildiği Alman skolastil( filozofu ve tannbilim-
halde, bunu yaşamında uygulayamaması cisi. Engin bilgisi nedeniyle takma adı
durumu. İnsanın bedensel arzularına ve Dottor U11iPmalis (Evrensel Bilgin) olan
duygularına gem vurmakta güçlük çek- Albertus Magnus, Aristoteles'in yapula-
mesi. nnın tamamını yorumlayan ilk skolastik
"İstenç güçsüzlüğü"nü Ovidius şöyle düşünürdür. Nitekim fdsefeye temel kat-
dile getirmiştir: "Kendim adına daha iyi kısını da bir Aristoteles yorumcusu ola-
olanı, daha uygun olanı görüyorum; ne rak yapmış olan Albertus Magnus'un ya-
var ki hep daha kötü olanın peşinden gi- pıtlarının önemli bir bölümü Aristote-
diyorum." Alerasidnın karşıu; "istenç güç- les'in yapıtlarına ilişkin yorumlar ile tan-
lülüğü", "ölçülülük", "özdenctim" anla- nbilim üzerine düşüncelerinden oluşmak
mında kullanılan mlerateiddır. Alerasia te- tadır. Aristot.elesçi öğreti ile Hıristiyanlik
rimi, Aristot.eles'in ahlaki açıdan zayıf in- geleneğini birleştirmeye çalışan Albertus
sanla (alerates) her türden ayarua şeye karşı l\fagnus, felsefe (mantık, etik, metafizik,
koyabilen insan (e11/erales) arasında Ni/eo- doğa bilimleri, havabilgisi, ruhbilim, fiz-
111a/eboı'a Eli/e'te yaptığı ayrımdan türe- yoloji, biyoloji ve hayvanbilim) ve tann-
miştir. bilimde (kutsal kitap yorumları, dizgeli
tannbilim) kendi dönemine varıncaya dek
akribeia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesin- elde edilen bilgileri bir araya toplayan
de, özellikle de Aristotdes't.e, "kesinlik" ansiklopedik bir çalışmalar bütünü üret-
ya da "pekinlik" anlamında kullanılan te- miştir. Albertus Magnus 'un felsefe çalış
rim: "herhangi bir kuşkuya yer bırak maları İbn Sina, İbn Rüşd, Gıızrui, Fa-
maksızın kesin (aleribts) olma durumu". rabi, İbn Tüfeyl gibi İslam filozoflarının
yanı sıra Yunan ve Yahudi filozoflar ile
aksia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde kaynaklara dayanır. Onun çalışmalarının
"değer" anlamında kullanılan terim. Ale- ardında yatan önemli bir itki de Aristo-
rfyoloji C'değer öğretisi'') terimi de Eski teles'in düşüncelerini dizgeli bir biçimde
Yunanca'da "değer" anlamına gden a/e- açıklayıp Latin düny,İsını felsefeye çeke-
rios ile "öğreti" anlamındaki logo/tan tü- rek Yunan ile Yahudi filozofların ve İs
retilmiştir. Aynca bkz. değerbilgisi. lam filozoflarının düşüncelerini Latinlere
tanıtrnaku.
a/csioma (Yun.) İlkçağ Yunan fdsefe- Albertus Magnus'un metafizik alanın
sinde, özellikle de Aristotcles'te, hem daki çalışmalarının belirli bir bağdaştır
"iddia" ya da "sav'' hem de "itibar'' ya macılığın (Aristotclcsçilik ile Hırisıiyan
da "saygınlık" anlamında kullarulan te- lığı bağdaşurma) etkisi alunda olsa da
rim. "Saygınlık" olarak a/erio111a değei ve- özgün bir yönelim içensinde olduğu söy-
rilmeye, dikkate alınmaya ya da güvenilir lenebilir. Doğal akla dayalı bakış açısın
olmaya karşılık gelir. "Sav" anlamındaki dan doğru olduğunu savladığı Aristote-
a/erio111a'nın sonraları büründüğü anlam lesçi evrenbilgisi içerisinde konumlan-
için bkz. ilksav; tasım. dırdığı felsefesinde anlıklar dizgesini ka-
bul eden Albertus Magnus, tannbilimin
aksiyoloji bkz. değerbilgisl üstünlüğünü yadsırnaksızın aklın kendi
başına da '.gerçeğe ulaşabileceğini savu-
aksiyom bkz. ilksav. nur. Felsefe, ona göre, bütün bilgilerin
birleşimidir. Eski Yunanlıların felsefesi-
Albertus Magnus (ykl. 1200-1280) Bü- nin bilinmesinin ve özümsenmesinin ge-
51 Alexander, Samuel
rektiğini öne süren Albertus Magnus, bil- aletbe111ikos (Yun.) İlkçağ Yunan felse-
giye ulaşmanın farklı yolları
olarak gör- fesinde, özellikle de Aristoteles'ıe, yalana
düğü tanrıbilim ile felsefeyi, birbiriyle dolana başvurmaksızın doğru bildiğini
çelişmeyen iki ayn disiplin olarak birbi- söyleyen, dobra dobra konuşan kişiyi
rinden ayırır: tannbilirn vahiy ve inanca nitelemek için kullanılan terim: "doğru
dayanırken, felsefe akla dayaıur. Yapıtla sözlü" (halcikat-gu).
nnda yetkin bir felsefi soruşturma yön-
temi oluşturmaya çalışan Albertus Mag- Alexander, Samuel (1859-1938) Ger-
nus 'a göre felsefe kendi alanında, yani çekçilik akırıuna yaptığı katkılarla taıu
uslamlama ya da akıl.yürütme alanında nan Avustralya asıllı İngiliz felsefeci.
özerk bir disiplindir. Felsefenin bir par- Bilginin zihinsel bir eylem ile bir nesne-
. çası olan mantık ise bilinenden bilinme- nin birlikte bulunmasına dayandığını sa-
yene ulaştıran kurallar bilimi ya da sana- vunan Samuel Alexander, dünyaya iliş
tıdır. kin bilginin bilen özneden bağımsız va-
Albertus Magnus, İslam filozoflarının rolduğunu öne sürerek, gerçekçilik te-
ileri sürdüğü tanrısal özellikleri sayarak, melinde doğala bir metafizik inşa etme-
Tann'ya ait gerçekler tümüyle bilinemese ye çalışrıuştır. Alexander'ın metafiziği, de-
de Tann'nın özelliklerini tanıtlamak için neyimlerimizin özellikleri üzerine derin-
çeşitli verilerin bulunduğunu öne sürer. düşiinmelerden doğ.ın evrimci bir ku-
Ona göre Tanrı varlıkbilgisel kanıtlarla ramdır. Alexander bu kurarıuıu en ö-
tanıtlanabilirse de, bizlerin sonlu, Tanrı' nemli yapıtı olan ve aynca zihnin doğa
nın sonsuz olmasından ötürü onu pür.ü- daki yerine ilişkin gerçekçi açıklamalarııu
nüyle kavrayamayız. Yine de Tanrı ışı da içeren Uz.'!J, Zama11 ve Tattnltk'ta
ğıyla bizi aydınlatır, bütün zihinler on- (Space, Time and Deity, 1920) ort.1ya
dan yayılarak çık:ır. koyar. Bu yapıtta doğa, daha alt düzey-
Abelardus'tan sonra "vicdan" konu- deki nitelikler karmaşıklaştıkça iyiden i-
sunun üzerine eğilen ilk düşünür olan yiye indirgenemez olan daha yüksek ni-
·Albertus Magnus ahlaka ilişkin de özgün teliklerin açıklanamayacak bir biçimde
düşünceler üretmiştir. Ona göre bir akıl art arda ortaya çıktığı varoluş dizileri ola-
yasası olan ve pratik yaşarıun ilkelerinin rak betimlenir. En alt düzeyde gerçeklik,
bilinci olarak doğuştan gelen vicdan, ey- uzaydaki noktalann ve zamanın anları
lemlerimizin iyi mi yoksa kötü mü oldu- nın yeniden dağıtıldığı bir süreçten, u-
ğunu yargılayıp aynı eylemlerin bundan zay-zamandan oluşur. Bir başka deyişle,
sonra gerçekleştirilip gerçekleştirilmeme Alexander uzay-zamanı evrenin temel
si gerektiğine karar verecek güçtedir. maddesi olarak görür. Kategoriler uzay-
Atistotelesçilik ağır bassa da Yeni zamanın yayılan özellikleridir; onlardan
Platonculuk'tan da bir ölçüde etkilenen da maddenin birincil nitelikleri, ikincil
Albertus Magnus'un önemli yapıtları a- nitelikleri ve yaşam ile; zihnin nitelikleri
rasında -Optra omf/İa genel başlığı altında gelişir. Tanrı her düzeyde, özellikle de
toplanan- De tlllİma (Ruh Üzerine), Me- zihnin ortaya çıktığı düzeyde belirir.
ıapl?Jska (Metafizik) ile De çay.rfr el proı:euH Alexander, değerlerin zihinler ile dün-
Httiver.rila/İJ prima çay.ra (Evrenin Neden- ya arasındaki belirli bir ilişkiden doğdu
leri ve Gelişimi) sayılabilir. Aynca bkz. ğunu ileri sürdüğü bir diğer önemli yapıtı
ortaçağ felsefesi; Aristotelelsçilik. GiiZ!Uik ve Değeriıı Diğer Bifimlen'nde
(Beauty and Other Fomıs of Val~e.
aletbeia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesin- 1933) her yönüyle değerleri ele alır. Bu
de "doğruluk" ya da "hakikat" anlarıun yapıunda, uzay-zamanın zaman boyutu-
da kullanılan terim: "düşüncenin gerçek- nun şeylere bir süreç aracılığıyla varolan
le uyuşması durumu". içsel bir boyut, uzay boyutununsa bir-
algı 52
tikte varolma diye adlandırılan dışsal bir pek çok kuram bu sorunlara çözüm ge-
boyut kazandırdığını savunan Alexander, tirmeye çalışnuştır.
öznenin içsel deneyimi olan hoşlanma İnsanın algılarından bağımsız ofarak
ile hoşlanmanın bir nesneyle birlikte var- varolan nesnelerden oluşan bir dünyanın
olma ilişkisini de derind üşünmeye dalma bUtunduğunu varsayan ortakgörü ile ger-
olarak adlandınr. Bu doğrudan ya da do- çekçilik kuramlan dünyanın algılandığı gi-
laysız gerçekçilik renkler gibi ikincil nite- bi olduğunu öne sürerler. Öte yandan
liklere dek uzanır. İkincil niteliklerin yanı gerçekçilik yalnızca deneyimlerimizin öz-
sıra ancak zihinde varolduğunda doğan nel olduğunu değil, algıların salt duyu
ve değerler olarak adlandırılan üçüncül verilerine indirgenebileceklerini de red-
nitelikler de söz konusudur. Üçüncül ni- deder. Tasanmcı ya da yansıtımcı ger-
teliklerin belli başWan güzellik, doğruluk çekçilik de duyulardan bağımsız varolan
ve iyiliktir. Akxander'ın evrimci etik ü- bir nesneler dünyasının bulunduğunu sa-
zerine "Moral ürder and Progress" ("Ah- vunur. Ortakgörü ile gerçekçilik öğretile
laki Düzen ve İlerleme", 1889) adını ta- ri aslında algısal geı:Çekçiliğin birer biçi-
şıyan önemli bir denemesi de bulunmak- midir. Gerçekçi kuramlar bir ağaç gör-
tadır. düğüınüzde ya da telefonun çaldığını duy-
duğumuzda zihinsel duyu verilerinin far-
algı [İng. pmeptiotr, Fr. pempliou, Alm. kına vardığımızı reddedip nesnelerin biz-
ptrzgıhrm, 111ahmeh1111111t Lat. pmrplio; es. t. de özel türden bir deneyime" neden ol-
idrak) Duyıılann sağladığı duyumlar ya duğı.ınu ve fiziksel nesneyi görmeyi ya da
da duyusal uyarımlar araalığıyla dışınuz duymayı olanaklı kılanın nesne ile dene-
daki varlıklar hakkında bilgi edinme ye- yim arasındaki nedensel bir ilişki oldu-
tisi; bu varlıklann bilincine varma yete- ğunu kabul ederler.
neği. Duyularımız araalığıyla bizi kuşa Nedensel algı kuranu gördüğümüz, kok-
tan dünyaya ilişkin bilgi edinmenin kar- ladığınuz, tattığımız şey olan aJgı nesne-
maşık bir yöntemi; dünyanın duyusal u- sinin algılama deneyimimize neden olan
yarımlannı anlamlı deneyimlere dönüş nesne olduğunu savunur. Bir nesneyi al-
türme süreci. gılamak demek, nesnenin uygun türden
Felsefe tarihinde "algı" kimilerince bir deneyimine sahip olmak demektir.
(özellikle Locke, Hume, Berkclcy gibi Nedensel algı kuramı gibi tasarımc,ı/yan
deneyciler ve ardılları tarafından) insan sıtımcı algı kuranu da deneyimlere sahip
bilgisinin biricik kaynağı olarak görülür- olmamıza neden olan zihinden bağımsız
ken, kimilerince de (özellikle Descartes, bir nesneler dünyası bulunduğı.ınu kabul
Spinoza, Leibniz gibi usçular ve ardılları ederek dış dünyayı doğrudan algılamadı
tarafından) bu bilginin kaynaklarından ğınuzı uslamlar. Doğrudan algıladıkları
yalnızca biri, üstelik kimileyin yanıltıcı da nuz nesnelerin bizde yarattıkları etkiler-
olabilenidir. Algı kavramına ilişkin temel dir. Duyu verisi kuramı da dünyadaki
felsefe sorusu, dünyadaki nesneleri yan- gerçek nesnelerin yerine duyu verileri di-
lış algılama olasılığı, duyıılannuzın yanıl ye adlandırılan şeyleri algıladığımızı ileri
samalara neden olabilmeleri ve algıların sürer. G. E. Moore'un felsefeye kattığı
bilgikuramsal bakımdan ne kadar değer "duyu verisi" kavmnu, daha sonra Bert-
lerinin olduğunun açık olmaması gibi so- rand Russell tarafından daha da gelişti
runlardan ötürü, algılannuzı güvenilir o- rilmiştir. Duyu verisi anlayışının algıya
larak kabul edip edemeyeceğimizdir. Fel- ilişkin açıklamalarımızı karmaşıklaştırdı
sefece düşünmenin tarihinde ortakgörü ğıru savunan Gilbcrt Ryle ile J. L Austin
kurann, nedensel algı kuranu, tasarımcı/ ise bu kuranu sıkı bir biçimde eleştir
yansıtımcı algı kuranu, duyu verisi ku- mişlerdir. Aynca bkz. aisthesis; algıcı
ranu ve gerçekçilik başta olmak üzere hk; gerçekçilik; ortakgörü felsefesi;
53 alırlık
olanak tanıyan-
etkileyici nedenselliği a- yeni bir biçim vermiştir. Ekonomi -dlt-
rar.ılığıylıı
çözümlediklerini öne sürmesi- yapı- işleyebilmek için son çözümleme-
dir. Althusser'e göre Marıı:'ın Kapitalinin de belirleyicisi olduğu siyaset ve ideoloji
uslamlama düzlemindeki yapısal neden- gibi diğer alanlara bağımlıdır. Bu alanlar
sellik yapı ve parçaları arasındaki -par- ekonominin varoluş koşullarıdır. Köle e-
çalann yapının varolma koşullannı sağ konomisi ile feodal ekonomi son çö-
ladığı, yapının da parçalannın varolma zümlemede siyasal ve dinsel biçimlerin
koşullannı güvence altına aldığı- bir iliş belirleyicileri olsalar da, ilkçağın siyasal
kidir. Yapısal nedensellik kavramı Alt- sistemi de -tıpkı dinin ortaçağ Avrupa-
husser'in insancılık karşıtlığının bütünle- sı'nın feodal ekonomisinin varoluş ko-
yici bir parçasıdır. Althusser'in söyle- şulu olması gibi- köle ekonomisinin va-
mekten pek hoşlandığı gibi "maddeci, ... roluş koşuludur. Althusser ekonomik
nereden gelip nereye gittiğini bilmediği altyapıya yapılan Marxçı vurgunun gide-
hareket halindeki trene bakan bir adam rek ortadan tamamen kalkması tehlike-
gibidir." İnsanlar, ne yarattıklan ne de siyle karşı karşıya olunduğı.ına işaret et-
denetleyebildikleri bir sürecin "taşıyıcıla mek için toplumun farklı düzeylerinin ya
ndır" yalnızca. da alanlarının "görece özerkFği"ne izin
Bilimci ve insancılık karşıtı Marxçılık verir. Althusser aynca, basit "altyapı üst-
anlayışı sonucu Althusser "Çelişki ve yapıyı belirler" modelini daha da karma-
Aşın-Belirlenme" adlı makalesinde, or- şıklaştıracak, toplumun farklı düzeyleri-
todoks Marxçılığın savunageldiği "Marıı:, nin belirli ölçülerde örtüştükleri ve bun-
Hegel'in idealist dizgesini yadsırken di- ların daha fazla belirlendikleri iddiasında
yalektik yöntemini benimsemiştir" gö- bulunur. Alıhusser'in üstyapıya ekono-
rüşüne açıkça saldırmıştır. Alıhusser'e mik altyapının işleyişinde atfettiği önem
göre dizge ile yöntem arasındaki bu ça- özellikle "devletin ideolojik aygıtlan"
tışkı, Hegcl'in konuyu ele alış tarzıyla da kavr-.ımında görülebilir. Alıhusser kapi-
uyuşmazlığa düşecek olan bir diyalektik- talizm gibi bir sistemin geçen zamana di-
öncesi biçim-içerik aynlığı gerektirecek- renebilmesi için üretim ilişkilerini yeni-
tir. Maddeci diyalektiği tanımlamak, He- den üretmesi gerektiğini savunur. Yeni-
gel'in yöntemini farklı bir nesneye uy- den üretimin önemli bir bölümü siyasi
gulamakla değil, bu yöntemin yapılarıru partileri, din ve eğitim kurumlarını, ai-
dönüştürmekle olur. Althusser, Hegcl ile ley~ kitle iletişim araçlarını, spor, sanat
Marıı:'ın aralanndaki farkı, her iki filozo- ve edebiyat gibi kitle kültürlerini içeren
fun "bütün" kavramını ele alışlarını ör- devletin ideolojik aygıtlannın işleyişi ara-
nekleyerek göstermeye çalışır. Buna göre cılığıyla yapılır. Bütün bu aygıtlar birey-
her ikisinin de toplumu bir bütün olarak leri kapitalist sınıfın tahakkümünü des-
gördüklerini söylemek yanlıJ olmaz; an- t.ekleyen bir dizi düşünce ve değer olan
cak, Hegel'in bir merkez etrafında top- başat ideolojinin tahakkümüne tabi kıla
lanmış tek parça toplumuna karşılık rak, varolan sistemle bütünleştirir. Alt-
Marıı:'ın birbirine indirgenemez pratik- husser'e göre egemen üretim ilişkilerinin
lerden oluşmuş karmaşık toplumu bir- taşıyıcılan olan insanlann görevlerini be-
birlerinden oldukça farklıdırlar. Alıhus nimsemelerini sağlayan bir tür "toplum-
ser, toplumsal bütünün bu karmaşıklığı sal tutkal" olarak hizmet eden ideoloji,
nedeniyle, bireylerin içinden çıkıp gel- gdeceğin sınıfsız toplumlan da içinde
dikleri tarihi anlayamayacaklarını düşün olmak üzere her türden toplumun zo-
mektedir. runlu bir özelliğidir.
Görüldüğü üzere Alıhusser insancılık Ortodoks komünistler ile genç Lu-
karşıtlığında geleneksel Marxçılığın mer- lcics gibi Hegclciler'in yanlış yorumla-
kezinde yer alan alt ve üst yapı ilişkisine nndan kurtulma işini "Marx'a dönüş'·
57 amel
ğini öne süren Platon, ideal toplum yapı Pıırmenides'te 1111t1f,h gerçekliğin elini
suıın genel bir betimlemesini verirken, kolunu bağlayan fıziksd kuşatdmışlıktu.
belirli işlevlerin ya da ödevlerin toplu- Demokritos'sa, Diogenes Laertios'a gö-
mun ortak iyiliği için çalışan belirli sınıf re, "kozmosu oluşturan girdap; burgaç•·
lar tarafından yerine getirilmesi. gerekti- diye görür 1111ngkt'yi. Atomcuların her
ğini ve bu sınıflann sorumluluklannın da türlü ereb."'len (tr&ıltan) annmış, salt fi-
ana erdemlerde temellendiğini· belirtir. ziksel yasaların hükiim sürdüğü mekanik
Dolayısıyla ana enlemler Platon'un bun- zorunluluk düşüncesidir bu. Platon (Ti-
ları ideal devlet yapısında nasd somut- 111nios, 47e-48a), akıl tarafından bir amaç
laştırdığına bakdarak dal1a iyi anlaşdabi doğrultusunda şekillendirilmeye, düzene
lir. sokulmaya kaqı direnen fiziksel dünya-
Platon'a göre yöneticilerin kentdev- dalci, doğadaki akddışı öğeye anngkt der.
letin yönetimine ilişkin kararlan almakla A11ag..fıt kozmosun oluşumunda belirli
sorumlu olduklarından "bilgelik" erde- bir pay almışsa da akıl rı/OllS = *t/tfllİOHr
mine, yani gerçekliği anlamak ve ona iliş goi) fiziksel zorunluluğun üstesinden gel-
kin yansız yargdarda bulunmak yetene- miştir. Aristoteles'teyse terim farklı an-
ğine ya da erdemine sahip olmalan gere- lamlar taşımakla birlikte (µıtajizfk, 1015 ·
kir. Kentdevleti iç ve dış düşmanlara kar- a-c) daha çok mantıksal zonınluluk an-
şı koruma görevini üstlendiklerinden as- lamını da banndımn "olduğundan başka
kerlerin de ''yiğitlik" erdemine, tehlike- ı>lamama durumu" için kullanılmıştır.
lere aldırmaksızın düzeni koruma ka- · Bu, mantık diliyle söylendiğinde, "geçerli
rarlılığına gereksinimleri Vllrdır. Kentdev- bir tasımın sonucunun öncüllerinden çık
letin geri kalan çoğunluğunun, halkın ise ması gerekliliği"dir. Aynca bkz. zorun-
kendi özel çıkarları peşinde koşmak ye- (lu)luk.
rine liderlerini izlemeleri gerektiğinden
"ölçülülük,. erdemine sahip olmalan, ki- anagnoresis (Yun.) İlkçağ Yunan felse-
şisel arzularını daha yüksek amaçlar uğ fesinde "birdenbire bilgisizlik durumun-
runa bırakabilmeleri gerekir. Adaletin dan bilgililik durumuna geçme" anla-
kendisi herhangi bir sınıfın özel sorum- mında kullandan terim; "sarsıcı bir ·bll-
luluğunda olmasa da "adalet" ·erdemi luş" ya da "ani bir kavrayış"la bilgiye
toplumun her bir bileşeninin diğerleriyle erme.
karşılıklı uyumlu ilişkisinden doğar. Pla-
ton, tüm sınıflar kendi yükümlülüklerini anaisthesia (Yun.) İlkçağ Yunan felse-
uygun bir şekilde yerine getirdiklerinde fesinde, özellikle de Aristoteles'te, du-
ve diğer sınıfların işlevlerini ele geçir- yumsama yeteneği körrlmiş ya da duyar-
meye çalışmadıklarında kentdevleıin ger- lılığını yitirmiş olma durumunu nitele-
çek adalet olan "uyum"u (barmoma) gös- mek için kullanılan terim: "duyarsızlık".
tererek bir bütün olarak düzgün işleye
ceğini saYunur. Ortaçağ felsefesinde ana Anaksagoras (M.Ö. 500-428) Sokratr.s
erdemlere üç tannbilimsel erdem; "i- öncesi doğa felsefesi döneminin önde
nan", "umut" ve "yardımseverlik" ek- gelen adlarından biri olan Eski Yunanlı
lenmiştir. Aynca bkz. aretc; erdem fdozof. Anaksagoras evrenbilgisi kura-
mına temel olarak A!lalr.simenes'in evren
anagke (Yun.) "Zorunluluk". Sokrates tasanmını almışur. Bu yüzden kimi fel-
öncesi felsefede kullanınu çeşitlilik gös- sefe tarihçileri ~ağdaşı Heiakleitos'un ya-
termekle birlikte, terim ilkçağ Yunan fi- nısıra sonradan Atina'ya geçerek tanrıta
loroflannca genellikle "bağlayıcı doğal nımazlıktan sürülene kadar yaşamını ora-
şiddet" ya da "zorlayıcı fiziksel güç" an- da sürdüren Anaksagoras'ı da İyonya Fi-
lamında kullanılmışur. zikçileri'nden biri olarak gö,sterir. Ancak
Anaksimandros 60
İyonya Okulu'nun bir "maddi neden" in arlehe'si çoklukta birlik arayışının bir
olarak *ar/ehe arayışını yeterli bulmayan sonucu olarak her şeyin yapıtaşı olarak
Anaksago.ras, doğaya mekanik bir zorun- gördüğü "su"dur. Anaksimandros ise ni-
luluğun egemen olduğunu; yeryüzündeki telik bakımından belirli, nicelik bakımın
bütün varlıklann, bütün bu "oluş"un tek dan sınırlı bir madde olarak gördüğü su-
nedeninin zorunluluğa dayalı bir düze- yun yerine sonsuzluğu, sınırsızlığı vurgu-
nek C'atomlann devinim alanı'') oldu- layan ve algılanamaz olan başsız sonsuz
ğunu öne süren Demokritos'un atomcu *aptiro,,'u koyarak Thales'in ar/ehe anlayı
öğretisine karşı Elea Okulu filozoflannın Şllll köklü bir biçimde değiştirmiştir.
"oluş" üzerine; nesnder dünyasının ol:ı Anaksimandros'un aptiroN'dan yola çıka
şumu, "değişim" ve "nesnderin çoklu- rak oluşturduğu sonsuz evren tasanmı
ğu'' üzerine ortaya attığı sorulara "erek- nırı merkezinde-, o dönemki genel kanı
bilgisd" bir düşünce tarzıyla yanıt ara- nın aksine hiçbir şeyden destek almadan
mıştır. Bilindiği üzere Parmenides'in kur- duran dünya bastk bir silindir biçiminde
duğu Elea Okulu'nun doğa fdsefesinde ve devinimsizdir. Bir dünya haritası da
zaman ve uzamda değişmeyen, türdeş o- çizdiği söylenen Anaksirnandros'un ilk
lan saltık varlığı kavramanın tek yolu kez ortaya koyduğu bu son derece diz-
"düşünme"dir. Panncnides'in açtığı yol- geli evren tasarımı kendinden sonra ge-
dan ilerleyen Anaksagoras da sözcük an- len fılozoflan ve gökbilimcileri oldukça
lamı "zihin" olan No11.r'u evreni yöneten/ etkilemiştir. Ayrıca bk:z. ilkçağ felsefe-
düzenleyen ilke olarak felsefesinin temel si; Milet Okulu.
kavramı haline getirmiş; onu bütün her
şeyden ayn tutarak, her şey hakkında her Anaksimencs (M.Ô. Vl. yüzyıl) Sokra-
bilgiye ve sonsuz bir gÜce sahip olan en tes öncesi doğa felsefesi döneminde
iyi ve en arı şey (Parmenides'in Varlık'ı) Thales ve Anak:simandros ile birlikte fd-
olarak tasarlamıştır. Ancak Varlık'ı "Bir" sefenin doğuşunu muştulayan Miletliler
olarak gören Parmenides'in "tekçi" öğ olarak bilinen "Eski Yunan'ın ilk filo-
retisinden aynlan Anaksagoras, No11lu di- zoflan"ndan biri. .Milet Okulu'nun ü-
ğer şeyleri humanlayıp onları başka baş çüncii ve son üyesi olan Anaksirnenes,
ka varlıklara ayıran, onlann yönünü çi- Anaksimandros'un öğrencisidir. Thales
zen, böylelikle de evreni çekip çeviren ve Anaksimandros'u izleyerek oluştur
ilke olarak tanımlarken "çokçu" bir dün- duğu evrenbilgisi kuramında *ar/ehe ola-
ya görüşünden hareket eder. Ayrıca bkz. rak her yeri dolduran "hava"yı ('"att}
ilkçağ fdscfesi; İyonya Okulu. seçmiş ve bu iki öncelinden farklı bir
biçimde birlikten çokluğa; "tek olan'·dan
Anaksimandros (M.Ô. ykl. 610-546) "çok olan"a geçiş siirecine odaklanarak
Sokratcs öncesi doğa felsefesi dönemin- içindeki her şeyin havanın sıkışıp gen-
de Thales ve Anaksirnenes ile birlikte leşmesiyle oluştuğu bir evren tasarlamış
.Miletliler olarak bilinen "Eski Yunan'ın tır. Buna göre sonsuz bir devinim içinde
ilk filozofları"ndan biri. Ussal ve doğal olan aelin en yoğun (aynı zamanda en
açıklama yordamıyla fdsefeyi başlatan soğuk) halleri toprak gibi katı maddeler
Thales'in çok genci hatlanyla çerçevesini iken en seyrek (ve en sıcak) hali ateştir.
çizdiği felsefece. düşünce kalıtını devra- Anaksimenes'in ortaya koyduğu yoğun
lan Anaksirnandros, kendisinden sonra laşma ve seyrelmeye dayalı bu evren ta-
gden Milet Okulu'nun son üyesi Anak- sarımı ile maddenin halleri arasında yap-
simenes'in de hocasıdır. Thales'in bir ilk tığı niceliksel ·dynm, özellikle kendisiyle
olarak ortaya koyduğu şey, her şeyin on- birlikte İyonya Fizikçileri arasında göste-
dan türediği öncesiz sonrasız bir "ilk rilen Herakleitos ve Anaksagoras eliyle
madde" olarak *ar/ehe arayışıdır. Thales' sonraki kuşaklara taşınarak Batı düşünce
61 analogon rationis
}ı..'VIJ. yüzyıl
Usçu filozofu Leibniz tara- edilen bu duruma geçiş dönemini r~ da
fından hayvanlara özgü olan en düşük yöntemini şiddet kullanmaya dayandır
bilinç düzeyini nitelemek için kullanıl dıklarını da unutmamak gerekir. Ancak
mıştır. bu anarşi döneminin bir özelliği değil,
bu döneme geçişin bir yöntemi olarak
ana/ysis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesin- algılanmalıdır.
de bileşik olaru "ayrıştırma'' ya da "yeni- Kendini anarşist olarak tanımlayan
den ayırma"; ayıklama, çözme, sökme ya ilk dÜşünür olan Pierre-Joseph Proud-
da parçalama anlamında kullanılan terim: hon (1809-1865), anarşiyi bir efendi ya
*çözümleme. da bir hükümdarın olmadığı geleceğin
toplumsal düzeni olarak tanımlamakta
anamnesis bkz. anımsama. dır. Bu tanımda Proudhon, iktidar ve
yetkeyi toplumsal düzenin sağlayıcısı ya
anaphora (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe- da koruyucusu olmaktan çok düşmanı
sinde, özellikle de Aristoteles'te, ilişki olarak reddeder ve anarşi yanlılarına yö-
lendirmek ya da ilintilendirmek anlamın neltilen toplum ve düzen karşıtı olma
da kullanılan terim: "ilgi kunna". Gü- suçlamalarını gerisin geriye anarşi kar-
nümüz dilbiliminde "yinelem"e karşılık şıtlarına yönlendirir. Bu yolla, karalanan
gelir. ve hor görülen terimi arındırıp hak ettiği
yere yerleştirmeyi amaçlar.
anaplerosis (Yun.) İlkçağ Yunan felse- Tarihsel olarak anarşi ve anarşizm çe-
fesinde, özellikle Empedokles'in hazzın şitli yanlış anlamaların esiri olmuştur. O-
kökenini ve doğasını açıklarken kullan- nu daha çok yoksayıcılık ve yıkıcılıkla
dığı, gereksinilen şeyi yerine koyarak kar- özdeş gönne eğilimi anarşiim tartışma
şılamak ya da doyurmak anlamına gelen larının çerçevesini oluşturagelmiştir. Oy-
terim: "bir şeyin tamamlanması" ya da sa ki bütün yeniden yapılandırma tasarı
"boşluğun doldurulması". Aynca bkz. larına yaptıkları keskin eleştirilere karşın,
kenosis. anarşistlerde yıkıcılık kurucu tek öğe ola-
rak görülmemiş, her zaman yeni bir dü-
anarşi [İng. anarrl!J; Fr. aııarrhie; Alm. zenin kurulması ya da kurulac;ığı öngö-
mıarchit] Yunanca'da "yönetimi olma- rülmüştür. Anarşiye giden yolda anar- ·
yan", "yönetimsiz" anlamına gelen aJ/ar- şistlerin her zaman şiddet eğilimleri ol-
lehoı sözcüğünden türetilmiş terim. Yay- muştur; ancak, anarşist öğretinin temel.
gın olarak iktidar ya da erk tanımazlık dayanağı şiddet eğilimi değil yeni, ikti-
· olarak bilinen, kimileyin bilinçli olarak darsız ve ahlaklı özyönetime dayanan bir
olumsuz anlamlar yüklenen "anarşi" te- toplumsal düzen özlemi olmuştur ve
rimi, gerçekte geniş anlamıyla düzenin olacaktır da. Ayrıca bkz. kaos; anar-
sürclüriilmesi için yönetimin ya da yöne- şizm
tici bir iktidarın, bir "baş"ın gereksiz ol-
duğunu vurgular. Bu bakımdan "anarşi" anarşizm [İng'. anarrhimr, Fr. anarchirme;
olumsuz bir yaklaşımdan çok olumlu bir Alm. anarrhism11s] En temcide devletin ya
toplumsal talebe karşılık. gelmektedir. da iktidarın olmadığı bir toplum düzeni-
Başka türlü söylendikte, topyekün bir nin kurulmasını amaçlayan dünya görü-
karmaşa durumundan çok herhangi bir şüne verilen ad; "insanın özgürleşmesi"
kişi ya da kurumun ötekiler üzerinde ta- nin yolunu tıkayan, insanların üzerinde
hakküm ünün ortadan kalktığı, iktidar i- tahakküm kurarak onlann yaşam alanla-
lişkilerinin dışlandığı ya da ötelendiği bir rını belirlemeye soyunan her türden ku-
toplumsal düzene karşılık gelmektedir. rumun kökünün kurutulması gerektiğini
Yine de kimi anarşist düşünürlerin sözü savunan toplum ve siyaset felsefesi öğ-
63 anarşizm
retisi. Düşünsel kökenleri daha eskilerde namayacak, hatta yapıp ettiklerinin doğ
bulunabilse de (genelde köklerinin ilkçağ ruluğunu değerlendiremeyecek duruma
Yunan felsefesine, Kinikler ve Stmmlara gelecek olmasıdır. Bu nedenle anarşist
dek uzandığı söylenir) anarşist öğreti bir görüşlerin tamamında öyle ya da böyle
kuram olarak asıl biçimini XVIII. yüzyıl devletin ortadan kaldırılması tasıınsının
sonu ile XIX. yüzyıl başlannda almıştır. izlerini bulmıık olanaklıdır.
Anarşist öğ(etinin dayandığı belli başlı Bu tasarının ilk izlerini anarşist gele-
temellendirilmiş ilkeler şöyle s~ılanabi neğin erken dönem düşünürlerinden ve
lir: (i) İnsanların devletin ya da iktidarın öncülerinden Wılliam Godwin'in (1756-
yönlendirmelerine, sınırlamalarına uyma- 1836) yapıtlarında bulmak olanaklıdır.
ları için hiçbir zorunluluk yoktur. (ıi) Bu Godwin'e göre devletin varlığı mülkiye-
nedenle devlet ve iktidar ortadan kaldı tin varolan yönetimini ve paylaşımını in-
nlmalıdır. (iiı) İktidarsız (erksiz), devlet- sanların toplam mutluluğunu gözardı e-
siz (hükümetsiz) bir toplumsal düzen o- derek haksız bölüşüme neden olacak bi-
lanaklıdır ve bu düzene ulaşmak -insa- çimde güvence altına almaktadır. Elbette
nın "gerçek doğası" düşünüldüğünde bu yaklaşım insanların genci mutluluğu
istenmelidir. (iv) İktidar, devlet, özel mül- nu gözetmesinden ötürü bir balama ya-
kiyet insanın özgürlüğünün önündeki en rarcı bir yaklaşımdır. Devletin olanaklı
önemli engellerdir. mutluluğun ya da refahın eşit bölüştü
Tarihsel olarak 'anarşist yaklaşımlar rülmesini engellediği, eşit paylaşımın ö-
birçok yönelim göstermiş olsalar da hep- nüne geçtiği ve her şeyden önemlisi de
sinin birden üzerinde uzlaşmaya vardığı insanların kendilerine yabanalaşmalanna
ilkeler olmuştur. Sözgelimi, tüm anarşist yol açtığı ileri sürülmektedir. Öte y,andan
öğretiler devletin ve iktidarın olumsuz Godwin'in devletin ortadan kaldırılma
etkilerine vurguyu öne almışlardır. Ayn- sına ilişkin düşüncelerinde mükemmelli-
ca özlem duyulan anarşist toplum düze- yetçi bir tutum olduğu da dile getirilme-
ninin koşullanndan birinin de özdene- lidir. Godwin'e göre, mükemmel bir ki-
tinıe vurgu yapan bir tür ahlakçılık oldu- şiliğe evrilebilecek olan insan doğası dev-
ğu da söylenmelidir. Bir başka önemli letin engelleyici ve ket vurucu niteliği ne-
ortaklık da özel mülkiyetin ortadan· kal- deniyle kendini gerçekleştirememektedir.
dınlması gerekliliğinde kendisini göste- Benzer bir mükemmelliyetçilik anlayışı
rir. Ne var ki burada ortaya çıkan sorun ya da arayışı bütün anarşist gelenekte iz-
iiretirnin nasıl paylaşılacağı olmuştur ve leri sürülebilecek bir izlektir. Bakunin,
anarşist öğretileri birbirinden ayıran da Kropotkin ve öteki anarşistler de biricik
bu soruna yaklaşımlan olagelmiştir. Gü- olan insan doğasının ilerletilmesi ve ken-
nümüzde ise anarşist öğretiler yukarıda dini gerçekleştirmesine izin verilmesi ge-
sayılan ilkelerin savunulmasına ~ olarak rektiğini savunmuşlardır. Ne var ki dev-
sermayenin vatansızlaşması, küreselleş let bütün aygıtlarıyla bun.un önündeki en
me gibi konulan da tartışmalannın oda- büyük engeldir.
ğına alarak varlıklarını, dolayısıyla da ey- Devletin olumsuzluklanııın scrimlen-
lemlerini sürdürmektedirler. mcsine koşut olarak anarşist tasan, dev-
Felsefi anarşizmin bildik başlangıç letsiz bir toplumsal düzenin istenebilir
noktası devletin ya da iktidarın dayattığı ve olanaklı bir toplumsal düzen olduğu
herhangi bir kural ya da yasaya bireylerin nun temellendirilmesine yönelir. Anar-
uymaları için geçerli hiçbir gerekçe ol- şist düşünürler devlete ve iktidara karşı
madığı düşi,incesidir. Bu savın temellen- -yöntemsel olarak ayn ayn da olsa- ide-
dirilmesinde kullamlan akılyürütme ise olojik olarak ortak bir duruş benimsemiş
böylesi kurallan ya da yasaları kabul e- olmalarına karşın, devletsiz toplum tasa-
den kişinin kendi yargıyeteneğini kulla- nlannda birbirlerinden aynlmışlardır. Söz-
amqizm 64
son çeyreği de göz önüne alındığında üç yola çıkarak anarşizm ile postmoderniz-
ana düşünce çizgisinin anarşist öğretiyle min yakınlıklarına odaklanmaktadır. Bu
yakın bağlar kurduğu, anarşizmin temel alanın önemli adlarından Todd May ol-
savlarını kendi düşüncelerine başlangıç dukça ses getiren yapıtı Posl:Japısala A-
noktası yaptıkları görülmektedir: femi- narfİz.lllİn S!Jaseı Felsejen'nde (1994), özel-
nizm (ftminist anarfiz.m); ekoloji (ekolojik lilde Foucault'nun bir kazıbilimci gibi "ik-
anarşizm); postmodernizm rpost:Japunla a- tidar", "devlet", "yetke" türünden kav-
11arfiz.m). rdmları çözüştürmek adına egemen de-
Öncülüğünü E;mmıı Goldman'ın (1869- ğer dizgelerinin ııltını oyduğu soykütük-
1940) yapuğı feminist anarşizm, devletin çü yaklaşımını temel alarak post-yapısalcı
her yönüyle ataerkilliğin tipik bir kuru- bir anarşizm kuramı geliştirmiştir. May'
mu, erkek-egemen dünyanın belirgin bir in temel savı merkezsiz, her yerde bulu-
dışavurumu olduğunu savunur. Kadınla nan, üretici bir erk ya da iktidar an-
nn kendilerine özgü doğalanyla, kadınlık layıştnı savunan post-yapısalcı siyaset fel-
içgüdüleriyle dünyada hüküm süren ada- sefesinin doğası gereği "anarşist" öğeler
letsizliği sonlandırabileceğini; her türden içerdiği yönündedir. Aynca bkz. Baku-
yetkeye başkaldırabilecek anarşist gizil- nin, Mihail; Godwin, William; Kıo
gücün kadınlarda doğuştan bulunduğu potkin, Peter; Proudhon, Pierre-Jose-
nu öne sürer. ph; Stirner, Max; Tolstoy, Lev; Win-
Günümüzde başlıca savunucusu Mur- stanley, Gerard; Rus felsefesi; Rus
my Bookdıin (1921) olan ekolojik anar- yoksayıcılığı; yoksayıcılık.
şizm, anarşizmin ülküleriyle çevrecilerin
amaçlannı birbirleriyle örtüştürmeye ça- andreia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
lışarak alternatif bir teknolojiyi savunur. sinde, özellikle Platon'dan itibaren *ana
Bookchin Kıtltlt. Sonmsı A11arfİZ!", Ekolo- erdeılfkrden biri: "yiğitlik". Platon'a göre
jik Topluma Doğm ile Ôr.giirliiğiin Ekolojisi yiğit (andreios) olma ya da yiğitlik erdemi
başlıklı yapıtlarında, devletin ürettiği po- en iyi örneğini "ideal devlet" teki asker-
litikalarla doğayı denetim aluna alınması lerde ya da koruyucularda bulur.
gereken bir güç olarak gören anlayışı kış
kırtuğını; doğal dünyayı insanlar tardfın ~oSt (Alm.) Heidegger felsefesinde ö-
Jan feı11e<lilmeyi bekleyen bir nesneye nemli bir yeri olan A11gst, "içdaralması"
dönüştürdüğünü öne sürer. Bookchin'e anlamına gelmektedir ve felsefe diline
göre, çevrenin ya da doğal yaşamın yı Kierkegaard tarafından sokulmuştur. Hei-
kımıyla sonuçlanan _bu süreci durduracak degger felsefesinde dünyanın. olağan, alı
tek toplum modeli, aynı zamanda anar- şılmış kavranılışından sıyrılarak, yokluk/
şist bir toplum da olabilecek, "ekolojik hiçlik karşısında bir içdaralması yaşan
toplum"dur. Bookchin'in görüşlerinin ması ve bunun sonucu olıırak da insanın
kökenine inildiğinde, bunların Kropot- kendi varoluşunu kurması anlamında ele
kin'in merkezsizleştirilmiş bir sanayiden, alınmışur. Başka türlü söylendikte, insa-
kent ile ktr yaşamının uyumlu hale geti- nın verili olanların öyle olmasının zo-
rilmesinden,, _çalışma ve eğitimin bütün- runlu olmadığının, baŞka türlü de olabi-
leştirilmesinden söz açtığı Tarialar, Fab- leceğinin ayırdına vardığı "zihin duru-
rikalar ve İflileler adlı yapıtındaki düşün mu"dur. Aynca bkz. içdaralması.
celerin oldukça geliştirilmiş bir biçimi ol-
duğu görülmektedir. anımsama (anamnesis) [İng. rr•olkctı~
Postmodernist ya da post-yapısalcı on, remi11isana; Fr. rrmiııisrmçe-, Alın. anam-
anarşizm ise Foucault, Deleuze ve Lyo- 11esis-, es. t. 11im-tahatliifı Bilginin, daha ön-
tard gibi düşünürlerin metinlerindeki ör- ceden bilinen bir şeyi yeniden anımsa
tük ama bütünlüklü siyaset kuramından maktan geçtiğini savunan Platon'un bil-
anima 66
maşık bütünlükleri ele alan daha üst bi- Ne var ki Ankara İstanbul'dan daha sağ
çimidir. Parçanın temel anlamayla kavra- lıklıya da sağlıksız olabilir; Deniz de Bü-
nabilen bir anlanu varken, bütünün par- lent'ten daha sağlıklı ya da sağlıksız ola-
çalarının düzenli bir birlikteliğinden kay- bilirse de, İstanbul'un Deniz'den sağlıklı
naklanan ve daha üst düzey anlamayla mı yoksa sağlıksız mı olduğunu sormak
kavranan bir anlamı vardır. Üst diizey anla.msızdır. Karışık bir tümce ya da söz-
anlamaya çoğunlukla yalın anlamanın bir dizirnsel olarak karmaşık bir ifade de
hatası ya da kışkırtması neden olur. Söz- çokanlarnlı sözcükler ıçermemesine kar-
gelimi birisinin eylemini anlayamazsam, şın, birden daha fazla temel yapıya sa-
kültürünü ya da bir bütün olarak yaşa hipse çokanlamlı olabilir. Örneğin "kü-
mını araştınnm ya da okuduğum kitap- çük kızlar kampı" ifadesinde hem kızlar
taki bir cümleyi anlayamazsam bütün ki- hem de kamp küçük olabilir. Bu tür çok-
tabı yeniden okuyarak yorumlarım. Do- anlarnlılıklar ikizleme (amphibofy) diye de
layısıyla Dilthey'a göre üst düzey anlama, adlandırılırlar. Sözgelimi "Bülent Deniz'
yalnızca gündelik yaşamın olağan anfam e ve Murat da ona vurdu." ifadesinin
çerçevesine oturtulabilen genel bir an- çokanlamlılığı "ona" sözcüğünden değil,
lama yaklaşımından değil, çoğunlukla bi- "ona'' ile kime göndermede bulunuldu-
reylerin dünyalarının kimi olağandışılık ğunun belirsizliğinden kaynaklanmakta-
ları ile inceliklerinin de anlaşdmasından dır.
geçmektedir. Aynca bkz. Dilthey, Wil-
helm; yorumbilgisi. anlamlandırma edimi ~ng. rhetic act,
Fr. atte rhltiq11r, Alm. rhetiscber aklJ bkz.
anlama yetisi bkz. anlık. düzsöz edimi.
melde yetinirken, "anlık"sa usun getirdi- zenleyen bir yeti olarak algılanmasına, u-
ği bu bilgilerin özüne odaklanıp "bil- sun da yine yalnızca saltığı soruşturan,
gilerin bilgisi"ne yöneliyor ve bizi "idea- salt metafizik yönelimli bir yeti olduğu
ların bilgisi"ne ulaşunyordu. Ortaçağ fel- yollu düşünceye yol açmışt.ır. Ayrıca bkz.
sefesiyle özdeşleşen skolastik felsefe de us; anlıkçılık.
Aristoteles felsefesiyle iç içe geçmişliğin
den ötürü sözü edilen aynını (us/ anlık) anlıkçılık ~ng. intellemıalimr, Fr. inıeller
gözetmiş ve anlığı (intelledm) gerçek bil- Alm. inteUekmaüsm11r, es. t. zjh-
l#alis1111",
giyi edinme sürecinde duyum (sensatio) i- nb!1t] İnsanın anlıksal yetilerinin; anlama,
le usun (ralio) üstünde tutmuştur. düşünme ve bilme yetilerinin önemini
Kimi felsefe tıırihçilerinin yaptığı ü- vurgulayan, bilginin temel olarak salt in-
zere felsefeyi en genel anlamda üç ayn san anlığından türetilebileceğini savunan,
tarihsel döneme (Klasik/Modem/Çağ bu anlamda usçuluk ve idealizm gibi a-
daş) ayırarak ele alıp Klasik Felsefe'yi de kımlarla aşağı yukan aynı görüşü dile ge-
ilkçağ ve ortaçağ felsefelerinin toplamı tiren bilgi kuramı ya da öğretisi. Aynı
olarak adlandıracak olursak, Modem Fel- zamanda ahlak felsefesinde de insan an-
sefe'yle birlikte, genellikle Descartes'la lığının ve bilginin ahlaklı edimler için ki-
başlaulan dönemeçten itibaren us ile an- lit kavramlar olduğunu savunan görüş.
lık arasındaki "ast-üst ilişkisi"nin us le- Felsefe tarihinde, gencide felsefede özel-
hine yol almaya başladığını söyleyebiliriz. deyse ahlak felsefesinde, en belirgin ola-
Skolastik felsefenin hemen ardından usla rak göze çarpan arılıkçı filozoflara örnek
bir görülmeye başlanan anlık, Aydınlan diye en başta Sokrates verilebilir. Bilgi-
ma sonrasında ise tüm bilgi ya da bilme nin ahlaklı edimler için yeterli olduğunu,
sınıflandırmalarında usun alunda yer al- erdemin bilgiyle bir ve aynı şey oldu-
maya başlamışur. Sözgelimi, XVII. yüz- ğunu düşünen Sokrate~.'in bir tiir usçu
yılın üç büyük usçusu için anble, sırasıyla olduğunu da kabul edecek olursak usçuc
Descartes'ta "anlama yetisi"ne; Spinoza' luk ile anlıkçılığın aynı bağlamlarda bir-
da "doğru kavrama yetisi"ne; Lcibniz'de birlerinin yerine kullanılabilir kavramlar
de "kavrama gücü"ne karşılık gelmekte- olduğunu söyleyebiliriz.
dir. Deneyciliğin gerçek kurucusu olarak Felsefedeki en genel anlamıyla, ağır
anılan Locke ise anlığı "isteme gücü"ne lığı us ile bilmeye değil de istence veren,
Qstenç) karşıt olacak biçimde "düşünme bilgi sürecinin temeline istenci koyan is-
gücü"yle, yani usla özdeşleştirir. Kant'a tenççiliğin tam karşısında yer alan anlık
gelindiğindeyse, felsefedeki hemen her- çılık, düşünmeye dayalı görüngülerin is-
şey gibi anlığın konumu da değişir. Kant temeye dayalı görüngülcri önceleyip be-
us ile anlığın Klasik Felsefe'deki anlam- lirlediğini savunan görüşe; anlığın ege-
larını ters yüz etmiş, kavramlar oluştura menliğini kayıtsız koşulsuz kabul ederek
rak adım adım ilerleyen düşünme yetisini tüm varlığı anlıksal öğelere indirgeyen
anlığa, buna karşı her ne kadar insan usu öğretiye karşılık gelmektedir. Felsefe ta-
ulaşamayacak olsa da idcalann bilgisini rihinde anlıkçılığın izi sürüldüğünde, Pla-
de usa yüklemiştir. Kant'a göre, kavram- ton'dan XVII. yüzyılın üç büyük usçu fi-
lara dayalı bir bilgi türü olduğundan an- lozofu Descartcs, Spinoza ve Lcibniz'e,
lığın bilgisi sezgisel değil gidimli bilgidir; Lcibniz'in sıkı ardılı Wolfrtan Kant ile
anlık yalnızca deneyin bize sunduğu vc- Hegel'e karlar pek çok filozofun -her ne
cileri kategoriler aracılığıyla bilgiye dö- kadar tek tek ele alındıklarında .felsefeleri
nüştürür. Kant'ın bu öğretisi, onun ge- arasında pek çok aynlıklar bulunsa da-
nel felsefesi göz .önüne alındığında ol- bu başlık alunda toplanabileceği görül-
dukça yanlış bir yoruma, anlığın yalnızca mektedir. Aynca bkz. usçuluk; idea-
deneysel olarak bize sunulanı işleyip dü- lizm; istenççilik.
anomali 70
anomali [İng. atıoma!J; Fr. a1ıomalie; Alm. ğünden türetilmiş terim. Toplumbilimde
ımo11ıaliejFelsefede, özellikle de bilim fel- toplumun ve bireyin geleneksel, özellikle
sefesinde qylemltle, lelfraldıplt/e; toplumbi- de ahlaki normlarının zayıfladığı ve bu-
limde diizgiisiiz!iile, leuraldtpble; ruhbilim- nun ardı sım bireyin topluma bağlılık
de snpaleble; gökbilimde '!)rtleitle diye kar- duygusunun da aşındığı genel bir karışık
şılanabilecek, en genel anlamda alışılmı lık, çöküntü ve çatışma durumunu nite-
şın dışında gerçekleşen bir olayı, olağan lemek için kullanılan "anomi" terimi, il-
sayılamayacak bir durumu nitelemek için kin Emile Durkheirn'ın yapıtlarında kar-
klıllanıfan terim. şımıza çıkmaktadır. Durkheim Topl11111da
Felsefede "aykınlık" terimi bilim fel- İfbô1iimii (De la division du travail soci>ıl,
sefesinde devrim yaratan düşünceleriyle 1893) ile İt1tihar (U Suicide, 1897) adlı
tanınan Thomas Kuhn tarafından kulla- çalışmalarında anominin en çok ekono-
nıma sokulmuştur. Kuhn'a göre ayırt e- mik değişimin ahlaki düzenlemelerin ye-
dici özelliği belirli bir bilimsel dalın uy- tişemeyeceği denli hızlı olduğu eknno·
gula~'lcıları arasında kabul görmüş genel mik bunalım ve çöküntü dönemlerinde
bir uzlaşım ile özel bir araştırma yöntemi gözlendiğini savunur. Bu dönemlerde bi-
olan olağan bilim döneminde bilim uzun reyler topluma bağlılık duyguhmnı yiti-
süre hiçbir temel değişikliğe uğramaksı rerek çıkara bürünmüş sonu gelmez is-
zın işler. Kuhn'un olağan bilim betim- teklerini en uç noktalara taşırlar. Durk-
lemesine göre, bu dönemde bilim adam- heim İ11tihaı'da anomiyi intiharın dört a-
ları aykırılıklarla, yani paradigmanın (bir na nedeninden biri olarak gösterip ano-
anlamda, örnek problemler ve çözümler mi dönemlerinde bireyin ruhsal bakım
sağlayan evrensel olarak onaylanmış bi- dan düzensizlik ve anlamsızlık durumu-
limsel başanlar kümes~ beklentileriyle na sürüklendiğini belirtir. Anomi terimi
çelişen görüngü, olgu ya da sorunlarla 1950'1erden bu yana bireyin geleneksel
karşılaşsalar da, karşılaşılan bu aykırılık kökenlerini yitirerek nıhsal çöküntüye bo-
lar genellikle ilk elde olağan araştırmanın yun eğişini tanımlamak için de kullanıl
yönlendirici kuralları konusunda şüphe maktadır.
uyandırmazlar; bunlar yalnızca ve yal-
nızca özel durumlarda önemli aykırılıklar Anschauung (Alm.) Dünyanın doğru
haline gelebilirler. Kuhn önemli aykın dan, aracısız algılanması, dolaysız kav-
lıklann kimilerinin zamanla içinden çıkı ranması anlamındaki At1Srha1111wg, Kant'ta
lamayan sorunlar yaratarak bilimde bu- dışsal ve içsel olmak üzere ikiye ayrıl
nalıma, dolayısıyla olağanclışı bilime yol maktadır. Dışsal olan nesnelerin kendi
açtığını ve olağandışı bilim dönemindeki bütürılükleri içinde tam olarak algılan
araştırmaların bu önemli aykırılıklar ile ması, kavranması iken; içsel 1Jlan i nşaoın
onlann bağlamları üzerinde yoğunlaştığı kendini "tamalgılama"sıdır. Husserl'e ge-
nı öne sürer. Kuhn'a göre eğer olağan lindiğinde is-= terim anlam değişimine uğ
clışı bilim dönemindeki araştırma bilim- ['d mış, özlerin doğrudan kavranmasına,
sel topluluk tarafından kabul edilen yeni "özü görüleme"ye karşılık olarak kulla-
bir kurama yol açarsa, bu durum bilimde nılmıştır. Bu bakımlardan terimin "tam-
yeni bir evreye yol açacağından ötürü, algı", "sezgi", "görü,, anlanılarıru da i-
bilimsel bir devrim gerçekleşmiş olur. çerdiği söylenebilir. Aynca bkz. Kant,
Aynca bkz. Kuhn, T. S.; paradigma. Immanuel; Husserl, Edmund.
"budala" (''akılsız'), daha büyüğü diişü Platonculuk'tan açık izler taşıyan, Tanrı'
niilemeycn varlığın en azından anlama nın varlığını salt akılyürütme yoluyla ta-
yetisinde varolduğunu kabul etmek zo- nıtlamayı deneyen Mo11plogioıı (Monolog;
rundadır. Daha büyüğü düşünülemeyen 1076'da kaleme aldığı bu yapıt için An-
varlığın yalnızca anlama yetisinde varo- selmus şöyle der: "Exemplum meditat1di de
lup gerçeklikte varolmaması da olanak- ratiotıe ftdei"/"İnancın ussallığı üstüne de-
sızdır çünkü Tanrı yalnızca anlama yeti- rindüşünme örneği'); Tanrı'nın varlığını
sinde varolsaydı Tann'dan başka daha salt tanımından yola çıkarak varlıkbilgiscl
büyüğü düşünülemeyen bir varlık dü- uslamlamayla tanıtlamaya çalışan Proılo
şünmek de onun varolması da olanaklı !)otı (Söylev; 1077-1078 yıllarında yazılan
olurdu -ki bu olanaksızdır. Ayrıca daha bu yapıtın ilk başlığı "Fides q11aemtı iıı
büyüğü düşünülemeyen varlıktım daha telltchlm" /"Anlığı Soruşturan İnanç"tır);
büyük bir varlık düşünmek mantıksal özellikle "anlam" kavramı üzerine yo-
olarak da çelişkilidir: apaçıktır ki daha ğunlaşan dilbilgisi yapıtı De grammatfro
büyüğü düşünülemeyen varlık, yani Tan- (Gramerci Üzerine, ykl. 1080-1085); bil-
n, hem anlama yetisinde hem de gerçek- gi ve ahlak felsefesi sorunları üzerine dü-
likte vardır. İşin özü Anse!mus için dü- şüncelerini içeren, Tann'nın öncesiz son-
şüncede varolmak demek gerçeklikte de rasız hakikatiyle özdeşleştirdiği "hakikat"
varolmak demektir. Anselmus'un bu us- tanımını sunduğu De veritate (Hakikat Ü-
lamlamasına ilk olarak çağdaşı bir keşiş, zerine, ykl. 1080-1085); "özgür seçim"
Marmoutier manastırından Gaunilon U- kavramını irdeleyen De libertate arbitrii
ber pro it1sipiertte (Budala Yanlısı Kitap) (Özgür İstenç Üzerine, ykl. 1080-1085);
adlı yapıtıyla meydan okumuştur. Gauni- ahlak ve özgürlük konulan eşliğinde gü-
lon Anselmus'un sözden kavrama, kav- nah ile özgür istenç arasındaki ilişkiyi iş
ramdan da gerçekliğe geçerek oluştur leyen De r11.111 diaboli (İblisin Düşüşü Üze-
duğu varlıkbilgisd uslamlamasına karşı rine, ykl. 1085-1090) olarak sıralanır. Tan-
sözcüklerin anlamlı olabilmeleri için zih- nbilirn yapıtları ise "kutsal üçleme" öğ
nimizdeki bazı algı ve deneyiml«re karşı retisini savunduğu, bu öğretinin gizemini
lık gelmeleri gerektiğini, Tanrı sözcüğü soruşturduğu Dt it1camafi0t1e V erbi (Söz'
nün de anlamını bilmediğimiz herhangi ün Bedenlenişi / Tannsözü'nün Varlığa
bir sözcük gibi deneyim alanında bir Gelişi Üstüne, 1092-1094); Tann'nın ni-
karşılığı bulunmadığından Tanrı kavra- çin İsa kılığında yeryüzüne inip insanla-
mının budalanın zihninde anlamsız bir nn arasına karıştığını çözümleyen, "kur-
sözcük olarak kalacağını ileri sürer. An- tuluş" ile "bedenleşme" dogmalarını ir-
selmus Gaunilon'un bu savı karşısında deleyen, Hıristiyan tannbiliminin başya
l iber apologetimı cımtra Gmmilot1em (Gau- pıtları arasında gösterilen C11r deus homo
nilon'a Karşı Savunma Kitabı) adlı bir (fann Niçin İnsan Oldu?, 1098); "ilk
yapıt kaleme almış; düşüncede varolma- günah" da dahil olmak üzere günahın
dan gerçeklikte varolmaya geçişin yal- doğasını tartışan De aıt1cept11 virgit1ali et ori-
nızca "en yetkin varlık" (ms peefemsıi git1ali peccala (Eldeğmemişlik. ile İlk Gü-
mum) için geçerli olduğunu ve bu tanı nah Üstüne, 1099-1100); Augustinusçu
mın geçerliğinin de yine yalnızca inanca etkilerin daha bir öne çıktığı, Üçleme ile
dayandığını savunmuştur. Birliğin enine boyuna tartışıldığı De pro-
Her ne kadar Anselmus'un kendisi çestiot1e Spirit111 Sat1cti (Kutsal Ruh'un İ
felsefe ile tannbilim arasında açık bir ay- lerleyişi, 1102) ve son olarak daha ön-
nma gitmese de felsefe tarihçilerinin bü- ceki yapıtlarında sıkça üzerinde durduğu
yük bir kısmı onun önemli yapıtlarını "özgür istenç" ile "özgür seçim" kav-
hep bu iki başlık altında anar olmuşlar ramlanru derinleme~ine ele aldığı De rot1-
dır. Anselmus'un felsefe yapıtları Yeni rordia praesamtiae et praedestit1atiomı et gra-
Ansiklopedi/Ansiklopediciler 74
titıe
dei m111 libero arbitrüldur (Önceden- pr-.ıtik yararlanrun öne çıkarılması düşün
bilme, Yazgı ve Tann'nın Kayrasırun Öz- cesinin Ansiklopedicilerin üzerinde ö-
gür Seçimle Uyumu Üzerine, H07-l 108). nemli etkileri olmuştur. Ansiklopediciler
Aynca bkz. ortaçağ felsefesi; varlıkbil düşüncenin pratik uygulanışının üzerin-
gisel uslamlama. de duruyor, hep insanı baş köşeye otur-
tan bir ilgi ve anlayışla ekonomik, sivil
Ansiklopedi/Ansiklopediciler ~ng. E- ve siyasi özgürlük taleplerini bıkıp u-
nrydopaedia/ Et1ıydop11edisıs-, Fr. Etııyclopi sanmaksızın ı•eniden ve yeniden dile ge-
die/ E11rydopedistes-, Alnı. E11z;•klopiidie/ Eıı tiriyorlardı. Aflsiklopedtyi hazırlayan dü-
ijlrJopadistm; Yun. mkyklopaidri ("öğren şünürler farklı farkhdallardan gelmelerine
me çemberi"; "genel eğitim"); es. t. 11111- karşın, hepsinin de nihai amacı usa dayalı
hft-iil-maiirif) "Aydınlanma Çağı''run
ru- bilgiyi alabildiğine ilerleterek kilise ve
hunu dillendirmek üzere Diderot ile devlet içinde konumlanmış gerici güçlere
d'Alambert'in öncülüğiinde geniş bir ka- karşı koymaku. Jfosiklopedlnin genel ya-
tılımla kaleme alınmış yapıt: Et1tydopidie, yın yönetmenliğini Denis Diderot, yar-
011 dictiot111aİrf raisomıi
des stimctt, des arts eı dımcı yayın yönetmenliğini ise J ean Le
des 111itiers (Ansiklopedi ya da Bilimler, Rond d'Alembert yapmış; Chevalier de
Sanatlar ve Zanaatlar Açıklamalı Sözlü- Jaucourt'tan Turgot'a, Voltaire'den Rous-
ğü, 1751-1765). XVIII. yüzyıl Fransası' seau'ya dönemin pek çok ünlü ya da ün-
nın düşünsel, toplumsal ve siyasal yaşa süz düşünürü çeşitli konular üzerine ma-
mına damgasıru vurmuş bu yapıta irili u- kaleleriyle bu dev yapıta katkıda bulun-
faklı katkılarıyla el veren düşünürler de muşlardır. Aynca bkz. Aydınlanma; mo-
"Ansiklopediciler" diye arulmaktadır. Her dem felsefe.
biri ayru zamanda birer "Aydınlanma
Düşünürü" olan Ansiklopedicilerin ara- anthropos (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
sında şu adlar daha bir öne çıkmaktadır: sinde "insan". At1thropit1os ise "insana da-
Diderot (1713-1784), d'Alambert (1717- ir" ya da "insanla ilgili" demektir. İnsan
1783), Condillac (1715-1780), Condorcet bilim (antropoloji) terimi de a11ıhropos ile
(1743-1794), Helvetius (1715-1771), Hol- "bilim" anlamındaki logoltan türetilmiş
bach (1723-1789), Montesquieu (1689- tir.
1755), Rousseau (1712-1778), Turgot
(1727-1781), Voltaire (1694-1778). antilogia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
Yerleşik düşünce kalıplarıru yerle bir sinde, özellikle de kuşkucu öğeler barın
etmek adına yola koyulan Ansiklopedi- dıran öğretilerde, herhangi bir konuda
cilerin üstüne titrediği A11siklopedtnin en öne sürülen her savın karşısına aynı öl-
görünür amaa Aydınlanma'nın bakış a- çüde "güçlü" ve "iddialı" karşıt bir savın
çısından insanlığın bütün bir biiı;sinin konulabileceği diişiirıcesini; daha~ı, sav-
alfabetik bir sırayla serimlenmesiydi. Ay- lara bel bağlamak durumundaki temel-
dınlanma'run bilgi araalığıyla ilerlemeye lendirmelerle yürütülen akılyürütmenin ya
duyduğu inanan bir dışawrumu olan da uslamlamarun "sonuçsuz" bir çaba o-
At1siklopedlye katkıda bulunan düşünür larak kalmaya yazgılı olduğunu dile ge-
ler önyargıya, ayrımcılığa, hoşgörüsüz tirmek için kullanılan terim. Aynca bkz.
lüğe ve dogmacılığa karşı eleştirel, araştı akatalepsia; epokhc
na, akılcı bir yaklaşımı temellendirme ve
benimsetme işini üstlerine almışlardı. Pi- Antisthenes (M.Ö. ykl. 445-365) Si-
erre Bayle'ın, Fontenelle ve Montesqu- noplu Diogenes'in hocası olarak Kinik-
ieu'nün yazılarının, Locke'un deneysel ler Okulu'nun kurucusu kabul edilen ilk-
yönteminin, Newton'un bilimsel ilkeleri- çağ Yunan fılozofu. Bir yoruma göre
nin, Francis Bacon'ın savunduğu bilginin Kinikler Okulu adıru Antisthenes'in Ati-
7S apaçıklık
~ndental pragmatü11111s) anlayışını savun- mel felsefe anlayışı arasında çok yakın
maktadır. Bu anlayış çerçevesinde Ame- bir felsefi benzerlik söz konusudur. Ni-
rikalı pragmacı dil felsefecisi Peirce'ın tekim Apel geliştirdiği yenilikçi felsefe ö-
göstergebilimsel izleklerinden önemli o- nerisinde Kantçı paradigmayı aşkınsal bi-
randa yararlanarak, "yanlışlamaalık" an- linç alanından apriori dil alanına taşıma
layışına getirdiği eleştirilerle "en son an- uğraşı içerisindedir. Apel'e göre bu taşı
lamda bir temellcndirmeciligin" olanak- ma uğraşının birinci ve en önemli getiri-
hınru belirlemeye çalıştığı görülmektedir. si, daha önceki aşkınsal !mşulların a pnim·
Apcl'in özellikle ilk çalışmalarında başta olarak kamusal alana taşınarak hem tek-
Heidegger ile Gadamer olmak üzere Al- bencilik hem de bireycilik tarafından· ku-
man yorumbilgici geleneğinin belli başlı rulmuş tuzaklara yakalanmamaktır. Dilin
düşünürlerinden derinden etkilendiği de bu anlamda her bakımdan "toplumsal"
gözlenmektedir. Nitekim yorumbilgici iz- üstüne kıırulu olduğu saptamasında bu-
lekler ile erdemlerin baştan beri egemen lunan Apel, bu saptamaya bağlı olarak 'a
olduğu gözlenen Apel'in felsefesinin kal- priori"nin sınırlarını Habermas tarafından
kış noktasıru, özellikle Dilthey, Alman çok kapsamlı bir biçimde betimlenen
Tarih Okulu ve Alman Yeni Kantçılığı "ideal iletişim ortamı"nın uzlaşı alanı i-
tarafından ortaya aulan pmnnial ("demir- çerisinde çizmektedir. Apel'in aşkınsal us-
baş") soruların dizgeli bir biçimde yeni lamlamasının dilsel 'a prion'''yi her ba-
baştan soruşturulması oluşturmaktadır. kımdan "iletişimse! eylem"le özdeşleştiri
Söz konusu sorular, Habermas'ın deyi- yor olmas~ yaklaşımının çoğunluk "prag-
şiyle, Apel için tam anlamıyla bir yaşam matik" olarak nitelendirilmesinin de baş
biçimi olan Heidegger'in "varoluşçu fel- lıca nedenidir. Bu bağlamda Apel'e göre
sefesi" ile bir potada eritilmiş gibidir. her türden iletişim eylemi, dilsel göster-
En genel anlamda bakıldığında, Apel' gelerin anlamlan yoluyla konuşmacı ile
in felsefesinin bir bütün olarak "uslam- dinleyici arasında bir uzlaşı sağlamaya
lama'' sorunu çerçevesinde hem bilginin yönelik olarak gerçekleştirilmektedir. Bir
hem de etiğin koşullarının araştırılması başka deyişle iletişimsel eylem sözü, ko-
na yönelik olduğu söylenebilir. Bir başka nuşmacı ile dinleyici arasında gerçekleş
deyişle, ne geçerli .ne de olanaklı bilginin mesi beklenen bu uzlaşının başarıyla ku-
söz konusu olmadığı aşkınsal koşullar, rulduğu anlamına gelmektedir. Uzlaşı her
burada doğrudan hem uslamlama olana- zaman için daha önce toplumsal ve dilsel
ğına hem de etkin dilsel iletişim ola- ortak anlaşılarla belirlenmiş anlambilgisel
naklarına karşılık gelmektedir. Apel'e gö- belirlenimler doğrultusunda, ancak ideal
re, olanağın aşkınsal koşul olarak görül- bir iletişim topluluğunda gerçekleştirile
mesi, ilk bakışta anlaşıldığının tersine, er bılecek bır enson amaçur. Bu noktada
ya da geç "tekbencilik"e götüren bilıncin her uslamlamanın ikili bir yapı sergiledi-
enson anlamdaki koşullarına değil, doğ ğini dile getiren Apel, bunlardan ilkinin
rudan doğruya enson anlamda tek temel söylenmiş olanın "önermese! içeriği" ol-
olarak temellendirilen dilin kendisine gön- duğunu belirtirken, ·ikincisinin birtakım
dermektedir. Dolayısıyla Apel'in felsefe- geçerlilik ölçütleri uyarınca belirlenen belli
sinde bir bütün olarak dile, bütünüyle sözcüklerin kullanılmasıyla denmek is-
"konuşmacılar arasındaki iletişim eylem- tenmiş olanın "edimsel içeriği" olduğu
leri" doğrultusunda her bakımdan ve her nu s.'lvunmaktadır. Bu parametreler göz
durumda "pragmatik" (edimbilimsel ya da önünde bulundurulduğunda, Apel'e göre
knllan1111bili1111tl} bakımdan yaklaşılmakta "doğruluk diye bir şey yoktur" türünden
dır. Bu noktada Apel'in kalkış noktası ile bir sav daha baştan bütünüyle yanlışur;
John Searle'in Söz. Edimleri (Speech Acts, çünkü savın önermese! içeriği ile edimsel
1969) başlıklı çalışmasında geliştirdiği te- içeriği kendi içinde bir çelişki içermekte-
Apel, Karl-Otto 78
dir. Daha açık söylemek gerekirse, savın !erken, "baştan beri istenç ile bilincin ı
doğruluğu savın edimsel içeriğince var- şığı altında yaşam•ı karşı ödünsüz savu-
sayılanı olumsuzlamaktadır. Bu durumda nulan bir ussal bakış felsefesi" sözlerine
da edimsel içerik evrensel bir doğruluk yer vermektedir. Bu bağlamda ussal söy-
savı gibi gözükürken, öte yanda önerme- lemin gereklerine dayalı bir ahliık arayışı
se) içerik bu tür bir olanağı dışarda bıra ile enson anlamda bir "temellendirme"
kan bir sav ileri sürmektedir. nin olanağı arasında yaşanan gerilimler
A priori olarak, sözlerimiz ya da ey- Apel felsefesinin en dikkat çekici yönle-
lemlerimiz olmaksızın dilsel uzlaşılarla rini oluşturmaktadır. Baştan kendi ko-
koşullandırılmış olmamızın olanaksız o- numumuzu sağlama almak için başvur
luşu gerçeğinden dolayı Apel, iletişimse! duğumuz dayanakların her zaman söy-
eyleme enson anlamda bir temel olacak lem içinde değişime açık olduklarını sa-
biçimde gönderimde bulunmaktadır. Söz vunan Apel, enson temele doğnı evrilen
konusu temel, varlıkbilgisel ya da meta- sağlam dayanaklar arayışı tasarınuyla Ha-
fizik bir temel olmayıp bütünüyle anlam- bermas 'ın "düzenleyici ilke" anlayışının
bilgisel bir temeldir. Bu anlamıyla aynı sonuna dek yanında olmuştur.
zamanda hem bilgikuramının hem de e- Yüzyılımızda meydana gelen kıyameti
tiğin enson sının olarak temellendiril- andıran olaylara karşı çoğunlukla sağ
mektedir. Nitekim Apel'e göre, Popperci lamlıkları her zaman için kuşkuya açık
"yanlışlamacılık" gibi bilgi felsefesi okul- birtakım romantik duygulanımlarla yanıt
ları dahi "enson temel" tasarımının sun- verildiği gerçeği ve ussallık istemlerine
duğu parametreler altında bölümlenme- karşı gösterilen postmodem dirençler ile
liditler. Popper'in özellikle "hepeleştirel gönülsüzlükler göz önünde bulundurul-
usçuluk" diye adlandırılan felsefe akımı duğunda, Apel'in düşüncelerinin ana e-
na bağlı Hans Albert, Gerard, Radnitz- sin kaynağı olan ussallık arayışının çağ
ky, Wılliam W. B-art!ey gibi kimi öğren daş felsefede çok ayrıksı bir konum işgal
cileri, Apel'in "enson temel" üzerine or- ettiği açıktır. Bununla birlikte Apel, te-
taya attığı sava, eleştiriden etkili olması, melleri sağlam bir demokratik toplumda
istediğini tam olarak yapması bekleni- farklı geçerlilik savlarının hep bir arada
yorsa eleştiri tasarımına bir başka kav- bulunduğu "göreci" ya da "yorumbilgi-
ram ile sınırlama getirmenin son derece ci" bir çoğulculuğa yer olduğunun, an-
yanlış olduğunu dile getirerek şiddetle cak kıyameti andıran bir belirsizliğin
karşı çıkmışlardır. Popper'in söz konusu egemen olduğu, geleceğe dönük büyük
öğrencilerine göre, "temellendirmecilik'' kararların alınması gereğinin başgöster
ten ya da "inakçılık"tan kaçınmanın tek diği durumlarda söz konusu çoğulculu
yolu eleştiri kavramına sonuna dek öz- ğun her zaman için başarısızlığa mah-
gürlük tanımaktır. Kendisine yöneltilen kum olduğunun altını özellikle çizmek-
bu eleştirilere karşı Apel, hepeleştirel us- tedir.
çuluğun kendi içinde barındırdığı çeliş Apel'in belli başlı yapıtları ar.ısında
kilere dikkat çekerek, kendi felsefe us- Die Idee der SprMhe i11 der T raditio11 des H11-
lamlamalannın geçerliliklerini dolaylı bir m1J11irm11s von Dante bis Vico (Dante'den
yolla da olsa kanıtlama yoluna gitmiştir. Vico'ya İnsancılık Geleneğinde Dil Ta-
Yaşamının önemli bir bölümünü Hit!er sarımı, 1963), Transjormation der Philosop-
Almanyası'nın kıyameti aratmayan görü- hie (Felsefenin Dönüşümü, 2 cilt, 1972-
nümü altında geçiren Apel, savaş sonrası 1973), Der Denkweg vo11 Charles Sanders
dönemle birlikte sağlam "temeller"in bu- Peirce (Charles Sanders Peirce'ın Dü-
lunması gerektiği yönündeki düşüncele şünme Yolu, 1975), Die Erkliiren: Verste-
rini her fırsatta dile getirmiştir. Haber- he11. Konıroııerse in traııszendental-pra/!,lllllfİsc
mas, Apel'in felsefesinin doğasını betim- her Sicht (Anlama ile Açıklama, 1979) sa-
79 Apolloncu/Dionysosçu (ilkeler)
aphobia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesin- apolaustikoıi bio.~ (Yun.) İlkçağ Yunan
de, özellikle de Aristoteles'te, "korku felsefesinde, özellikle de Aristoteles'te.
nedir bilmeme" ya da "korkusuz olma" hazza adanmış, hazzı erek edinmiş ya-
anlamında kullanılan terim: "korkusuz- şanu nitelemek için kullanılan terim:
luk". "haz yaşamı".
için her biri varlığın özel bir kipi olan Aristoteles gibi Aquinas da düşünsel bil•
Aristoteles 'in on kategorisini -töz, nite- meyi anlığın algılanan şeyin formu tara-
lik, nicelik ve diğerleri- kullanmaktır. Var- fından bilgilendirildiği bir süreç olarak
lığa eklemeler yapmanın ikinci yolu ise sunar. Bu form bir şeyin olduğu türden
daha az bildik bir yoldur ve her varlığı algılanmasını olanaklı kılar. Aynca Aqui-
salttk olarak ıralayan "varlığın beş genel nas etkin anlığın, anlama yetisinin (duyu
kipi"nden oluşur: şey-lik; tek-lik; birşey izlenimlerindeki temel fomılan ayırt et-
lik; iyi-lik; doğru-luk. Bu beşi -"var- me yetisinin) her insana bireysel olarak
lık"ın kendisiyle birlikte- varolan her şe ait olan bir şey olduğunu savunur. Yani
ye eksiksiz biçimde yüklenebilen "aşkın ona göre, İbn Rüşdcülerin savunduğu
lıklar" dır. Her varlık bütün özgülleşmiş gibi herkes için tek bir evrensel usun
varlıkların zorunlu kipleri olduklan için varlığı söz konusu değildir. Buna karşı
kategorileri aşan bu beş kipi gösterir. Bu- insan her arılama eyleminde kutsal ay-
radaki "iyi-lik" bir varlığın arzulama nes- dınlanmaya başvurur; başvurmak zorun-
nesi olarak, "doğru-luk" da anlama nes- dadır. Burada da İbn Sina'nın felsefesin-
nesi olarak uygunluğunu ifade eder. den izler bulmak mümkündür. Son çö-
Aquinas'ın "üstetik,.' öğretisinin te- zümlemede, Aquinas bir önerme oluş
mel savı da bu "aşkınlıklar kuramı"ndan turma, bir uslamlama öne sürme ya da
doğmuştur. Bu, "varlık'' ve "iyi-lik" te- doğruya ulaşma gibi konularda insan dü-
rimlerinin aynı göndergeye sahip olup şüncesini düşünsel bilmenin en aşağı bi-
yalnızca anlamca farklı olduklan yollu çimi -meleklerin yanılmaz bir biçimde
metafizik ilkesidir. Bu ilkeye göre arzu kolayca doğruya ulaşma biçimlerinin yet-
edilen her şey "iyi" olarak kabul edilir. kin olmayan bir uyarlaması- olarak gö-
,Diğer bir deyişle, "arzu edilirlik" iyiliğin rür.
temel bir boyutudur. Bdirli türden bir Aquiııas'ın bilgikuramı genellikle iki
şey o türün bir üyesi olarak türünün en bakış açısından ele alınmaktadır. Bir gö-
mükemmel örneği olduğu ölçüde arzu rüşe göre Aquinas'ın bilgikuramı, bütün
edilirdir. Bir şeyin türünün en mükem- olası bilgi kiplerini kapsadığı ve her tür-
mel örneği olması ise onun türünü aynı den bilgi türünün koşullarını gösterdi-
cinsteki diğer türlerden ayıran özgül gi- ğinden, evrenseldir. Diğer görüşe görey-
zilgüçlerini edimselleştirebilmesine bağlı se insan bilgisine özgü sınırlılıkları ve
dır. Bir şeyi özgülleştiren gizilgüçlerin koşullan tanımladığından ötürü eleştirel
cdimselleşmesi, ilk elde, o şeyin kendisi dir. Birinci görüş, Plotinos ve Proklos'
olarak varolduğunun göstergesidir. Bu un geliştirdikleri Aristotelesçi bir dile-
anlamda o şeyin bir "varlık" olduğu söy- getirişi -"ruh her şeydir"- Aquinas'ın
lenebilir. Buna karşı bir şeyi özgülleşti kendi felsefesine uyarlama biçiminden
ren gizilgüçlerin edimselleşmesi, "etkin kaynaklanır. Buna göre duyulur şeylerin
hale gelme" bağlamında; o şeyin kendi- algılanması, algılayan kadar algılanan için
-sini tam olarak gerçekleştirmesi, tam, ek- de ortak olan bir eylemle, ruha madde-
siksiz, kusursuz bir varlığa sahip olması leri olmaksızın biçimlerini ya da fomıla
bağlamında bütün şeylerin doğal olarak nnı bırakmalarıyla gerçekleşir. Dahası bu
amaçladıklan duruma gönderme yapar. eylemde anlık ya da anlama yetisi kavra-
Bu anlamda da o şeyin "iyi" olduğu, "iyi- dığı şeyle özdeştir: bilgi ile bilinen şey
lik" niteliğine sahip olduğu söylenebilir. arasında fark yoktur. İster duyularla is-
Yani genel olarak "varlık" ve "iyi-lik" ay- terse tanrısal görüyle ulaşalım, bilgi bili-
nı göndergeyc sahiptirler: özgül gizilgüç- nen nesnenin bilen öznedeki kesin mev-
!~rin etkin hale gelmesi. cudiyetidir. Ama bu kesinlikle bilinen nes-
Aquinas'ın bilgikur.ı.mı ile zihin felse- nenin bilen özneyle aynı kılındığı bir
fesi de kesin bir biçimde Aristotelesçidir. kaynaşma ya da katışma olarak da düşü-
85 Aquinaı, Thomaı
nekten töze ilerleyen bu tarutlam:ı bi- 1268); Seııtentia sırptr Physkam (Aristote-
çimi, bir şeyin varlığını o şey hakkında les'in Fizik'i Üzerine Yorum, 1268-1269);
önceden bilgiye sahip olmaksızın ve de Senteııtia sırptr Meteora (Aristoteles 'in Ha-
onu bize getiren sonucu ürettiğinden vabilim'i Üstüne Yonım, 1268-1269);Sen-
başka bir şey bilmeksizin öne sünnemize teııtia sıtptr De seııs11 rt seıısato (Aristote-
olanak tanır. Aquinas'ın Tann'nın varlı lcs'in Duyular ve Duyum Üzerine'sine
ğını tarutlayan uslamlamalan arasında en Yorum, 1268-1270), Tab11/a libri Etbi&o-
önemlisi ve en bilineni "beş yol"dur. Beş r11111 (Aristotcles'in Etiğinin Çözümlemeli
yol uslamlaması Tann'nın varlığım, özel Tablosu, 1270); Smtentia s11per De 111e111oria
bir bilgi ya da düşünme kipine başvur et rrminiscmtia (Aristoteles'in Bellek ve A-
maksızın, akılyürütmenin sıradan süreci- nımsama Üzerine'sine Yorum, ykl. 1270);
ni kullanarak tanıtlama çabası olarak o- Smıentia sıtper Peri btr111enias (Aristoteles'
kunabilir. in Yorum Üzerine'sine Yorum, 1270-
Öte yandan pek çok felsefe tarihçisi, 1271); Sententia mper Posteriora a111ı~li.-a
ortaçağ felsefesinde siyaset felsefesi bağ (Aristotcles'in İkinci Çözümlemcler'i Üs-
hırrunda "devlet" kavramına gereken ö- tüne Yorum, 1271-1272) Sentmtia libri Po-
nemi veren ilk filozofun Thomas Aqui- litkDf71m (Aristoteles'in Politika'sı Üstüne
nas olduğunu öne sürmüştür. Aquinas Yorum, 1269-1272); St11lt11tia libri EtbiıY1-
y:ışaıru boyunca bağlı kaldığı Aristoteles' mı11 (Aristotcles'in Nikomakhos'a Etik'i
in ağırlıklı olarak Politika adlı yapıtında Ü11tüne Yorum, 1271-1272); Seııtmtia s11·
ortaya koyduğu devlet tasarımım ken- per Meıapf?ys«am (Aristoteles'in Merafizik'
dine özgü bir biçimde -insanın toplum- i Üstüne Yorum, 1270-1273); Sı:ııteııtia
~al-siyasal bir hayvan olduğu vurgusunu sıtptr librss De raelo ti mundo (Aristoteles 'in
koruyarak, buna insan doğasının temel Gökyüzü ile Yeryüzü Üzerine'sinc Yo-
gereksinimlerinin karşılanması zorunlu- nım, 1272-1273); Senteııtia mper li/mu De
luğunu katarak- yeniden carılandınnıştır. geııeratione et corrnptioııe (Aristoteles'in O-
Thomas Aquinas'ın diğer önemli ya- luş ve Yokoluş Üzerine'sine Yorum,
pıtları arasında başyapıtı T annbi6111 Tii111- 1272-1273). Ayrıca Aquinas hem Kutsal
ynpth'ndan sonra en önemli çalışması di- Kitaba hem de bu kitaba yönelik yorum-
ye gösterilen S11111111a amtra genli/es (İnanç lara ilişkin gerek felsefece gerekse tanrı
sızlara Karşı Tümyapıt, 1259-1265), bü- bilimsel onlarca "yorum-kitap" kaleme
tün insanlar için tek olan aşkın bir usun almıştır. Aynca bkz. ortaçağ feJsefesi;
varlığını savunan İbn Rüşdcülere karşı Aristotelelsçilik; Beş Yol; Duns Sco-
yazdığı De 1111İlate i11tclleaıu, amtra Ave,.- tus; İbn Rüşdcülük; etik; intihar eti-
roİllas (İbn Rüşdcülere Karşı, Usun Bir- ği.
liği Üstüne, 1270), GCrard d'Abbeville'in
Hıristiyanlığı yeren bir kitabına yanıt ola- araççılık ~ng. i11stm111entalism; F r. inslrll-
rak yu.dığı De pnftctione spiriı11a/is ıiıae menıali.sntr,
Alm. ins1r11111ı:ııtalism11ij Felse-
(Tinsel Yaşaırun Kusursuzluğu Üstüne, fede, özellikle de bilim felsefesinde, ö-
1269-1270) ile hakikatten erdeme, kötü- nermelerin ya da kuramların olası doğ
lükten yardımseverliğe ve umuda pek ruluk ya da yanlışlıklarına bakılmaksızın
çok konunun irdelendiği ve onlarca kü- yararlı kestirim araçlan olarak kullanıla
çük kitaptan oluşan bir "dizi~kitap" olan bileceklerini savunan görüş; her türden
Q11aestio11es Jisp11talae (Tartışmalı Sorular, düşüncenin doğruluğunun sorun çözme-
1256-1273) sayJabilir. Thomas Aquinas' deki başarısına, yaşamdaki yararlılığına
ın tümünü 1267-1273 yılları arasında ka- bağlı olduğunu öne süren öğreti.
leme aldığı Aristoteles yorumları ise şun Araççılık ilk elde John Dewcy'in Wıl
lardır. Sententia sıtptr De anima (Aristote- liam James'in pragmacılığıru geliştirerek
les'in Ruh Üzerine'sine Yorum, 1267- oluşturduğu bir kuramdır. Dewey'e göre
87 aranedencilik
doğanın bir parçası olan insanın başlıca se daha çok kuşkucu uslamlamaların et-
amacı, doğal ve toplumsal çevreye uyum kisi altındadır. Bu türden bir "kuşkucu"
sağlamaktır. Deneyim bu çerçevede ger- araççılığın çıkış noktası ya da itici gücü
çekleşir ve orgaıiizmanın çevresiyle ara- "kuramın her zaman için kanıtlamanın
sındaki işlemlerden, alışverişlerden olu- belirlenimi altında olduğu" yollu düşün
şur. Dcwey için bilgi, olguların edilgen cedir. Kuşkucu araççılık bu görüşe karşı,
bir biçimde gözlenmesi ve kaydedilmesi aynı konuda ortaya atılan farklı kuramla-
değil, çevremizle etkileşimimizi daha u- rın gözlenebilir aynı kanıtlarla kanıtlana
yumlu hale getirmede bize yol göstere- bileceğini, yani farklı kuramların aynı ka-
cek kavramların oluşturulması için yapıcı nıt tarafından eşit. ölçüde desteklenebile-
bir etkinliktir. Dewey'in araççılığırun özü ceğini öne sürer. Kuşkucu araççılığın en
de gerek düşünmehiıı gerekse düşünme temelde savunduğu düşünce, nasıl ki geç-
sonucu ortaya çıkan kavramsal çerçeve- mişteki bilimsel kuramların hemen hep-
lerin -yani bilginin- uyum sürecinde or- sinin yanlış olduğu ispatlandıysa, şimdiki
taya çıkan sorunsal durumların çözümü ve gelecekteki kuramların da yanlış ol-
için birer araç olduğu düşüncesinde yat- duklarının zaman içinde gösterilebilece-
maktadır. Dewey'e göre düşünceler, kav- ğidir. Ayrıca bkz. pragmacıhk; uzla-
ramlar ve yargılar deneyimlediğimiz dün- şımcılık.
yada işleyen ve geleceği belirleyen araç-
lardır. Dewey'in araççılık kuranunda öner- aranedencilik [İng. ocı'tl.fİot1aJimr, Fr. oıc
meler, araştırma süreci içerisinde doğru casionaliıme; Alnı. olekıısio11ali.r111ııs, es. t. İf·
ya da yanlış olarak değil de etkin ya da tiftilıı!Jye, ven/edlik] Ev.rende gerçekleşen
etkin değil diye ayırt edilebilen araçlar o- tüm olayların, bütün olan bitenin geri-
larak görülürler. Yargıların doğruluk de- sinde yatan "gerçek neden"in Tanrı ol-
ğerleri, uygun olup olmadıklarına ya da duğu kabulünden ya da Öğretisinden yo-
yararlılıklarına bağlıdır. Başka bir deyişle, la koyularak., zihin ile bedenin birbirini
uslamlamaların doğruluğu kestirim araç- nedensel olarak etkilemediğini, ikisi ara-
ları olarak yararlılıklarına dayalıdır. Dü- sındaki nedaısel gibi görünen ilişkinin
şünceJer ile uygulama araçlar gibi birlikte gerçekte Tanrı tarafından kunılduğunu
işlerler: diişünceler kestirimi olanaklı kı savunan görüş.
lan deneyimleri aktarırlar ve ardından yi- İlk kez ortaçağ felsefesinde İslam tan-
ne deneyim aracılığıyla sınanırlar. nbiliminin büyük düşünürü Gazali tara-
Araççılık Ernst Mach gibi gerçekçilik • fından dolaşıma sokulan ancak Maimo-
karşıtı bilim fdsefecilerinin bilimsel ku- nides ile Thomas Aquinas'ın sert deşti
ranun değergesiııe ilişkin geliştirdikleri rilerine maruz kalıp Hıristiyan tanrıbili
görüşte farklı bir anlam ve boyut kazan- minin etkisindeki ottaçağ felsefesinde
nuştır. Bu görüşe göre, kuramlar katıksız kendine pek yer bulan1ayan araııedenci
araçlar, aletler ya da başka başka gözlem lik., modern felsefe döneminde Kartez-
önermelerinden (veriler) yeni gözlem ö- yen (Descarıesçı) ikiciliğin ürettiği be-
nermeleri (kestirirrıler) türetmeye yara- den-zihin ayrımının bir sonucu olarak
yan çıkarım aygıtlarıdır. Bir başka anla- ortaya çıkan beden ile zihin arasındaki i-
tımla, kuramların başlıca işlevi bir dizi lişkinin nasıl kurulduğu ya da bu ikisi a-
veriden bir diğerine geçiş yaparken kes- rasındaki etkileşimin nasıl gerçekleştiği
tirimde bulunmaya yardım etmektir. So- sorunlarırun aşılması amaayla başta Ar-
nuç olarak bu kuramların doğruluğu ya nold Geulincx (1624-1669) ile Nicolas
da yanlışlığı gibi bir sorun söz konusu Malebranche (1638-1715) olmak üzere
olmadığından bu kuramlar yalnızca araç Johannes Clauberg (1622-1665), Geraud
olarak kavranırlar. de Cordemoy (1626-1684), Louis de la
Günümüzün araççılık uyarlamaları i- Forge (1632-1666) gibi XVII. yüzyıl fel-
arbitrum Jibcrwn 88
rederek yaşama'). Bunlardan ilki üzerin- insanın üç temel yetisi olan düşünme,
de durarak insanların doğanın bir parçası isteme ve biline yetilerinin doğasını ve
olmasıyla onun yasalanna tabi olduğunu birbirleriyle ilişkisini çözümler. Arendt'e
ancak aynı zamanda doğayı aşma yeti- göre vita &rmtemplativa iki biçimde bulu-
sine sahip olmasıyla da gerçekten özgür- nur: felsefede kendisini gösteren düşün
ce ve saygın bir biçimde davranabilece- me ve bilimde ortaya çıkan bilme bi-
ğini sawnmuştur. Arend_t, insan etkinlik- çimleri.
lerini aşağıdan yukarıya yükselen "emek", Hannah Arendt, siyasal felsefenin dü-
"iş", "eylem" adlarım verdiği üç evreye şüşe geçtiği bir dönemde yeni sorular so-
ayırır. Emek insan yaşamının sürekliliği rarak, eski yanıtların yerine yenilerini ö-
ni sağlayan en temeldeki etkinlikleri; iş, nererek, dizgeli siyasal felsefenin ayrıntılı
insanın doğayı denetim altına aldığı, ken- bir dizge kurmak zorunda olmadığını gös-
disiyle doğa arasında kalıcı insani bir tererek siyasal felsefe geleneğinin sürme-
dünya kurduğu etkinlikleri; eylem ise in- sini sağlamıştır.
sanın doğayı aştığı, kişilerarası ve öteki-
lerle ilişkiye girdiği etkinlikleri temsil e- aretai logikai (Yun.) İlkçağ Yunan fel-
der. Kuşkusuz, insanı özgürlüğe götüren sefesinde, özellikle erdemleri akıl ve ruh
biricik etkinlik türü işte bu eylem alanına erdemleri diye bölümlendiren Aristote-
giren etkinliklerdir. Konuşmak, taruşmak, les'ten başlayarak "akıl erdemleri" anla-
sorumluluk almak, kötülüğe karşı dur- mında kullanılan terim.
mak gibi etkinlikJerin örneklendiği ey-
lemleri yaşamın her alanında görsek de arete (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde
Arendt'e göre bu etkinliklerin en iyi ya- genelde "erdem", yer yer de "mükem-
pıldığı alan siyasettir. mellik" ya da "yetkinlik" anlamında kul-
İflsafllık DHr11mtlndan sonra Arendt lanılan terim.
bir dizi kitap daha yazdı. Siyasal yetke, Erdem kavramının, felsefenin ana
özgürlük, siyasal yargı ve kültür gibi ko- konulanndan biri hatta başlıca sorunsalı
nulan içeren Gepnişle Geleak Ara.tlf/da olmazdan önce, Yunan kültüründe uzun-
(Between the Past and Future) adlı ki- ca bir geçmişi vardır. Sokrates öncesi
tabı 1%1'de; özgürlüğe sağlam bir çer- felsefede temel ilgi *pby.ri.r (doğa) üzerine
çeve oluşturma amaa taşıdığını ve siya- yoğunlaştığından, arıte hakkında kayda
sal eylemin en yüksek biçimi olduğunu değer pek bir şey çıkmamıştır. Heraklei-
ileri sürdüğü devrim düşüncesini ele alan tos'un en yüce erdem olarak basiret, sağ
Devrim Üdiifle (On Revolution) adlı ça- görü tasanrnıru ya da Demokritos'un arı
lışması t963'te yayımlandı. te'nin insanın içinden gelen bir nitelik ol-
l 963'te basılan Eimmafltı Kııdiis'te (Ei- duğunda ısrar etmesini saymazsak, arıte
chmann in Jerusalem) adlı yapıtında bir felsefede hak ettiği yeri, felsefece önemi-
Nazi olan Eichmann'ın il. Dünya Savaşı ni, Sokrates'le birlikte sağlama almıştır.
sırasında işlediği suçlan, verilen buyruk- Kaldı ki Sokrates'ten önce bu terim in-
lara körü körüne uymakla açıklaması, sanların erdeminden çok nesnelerin belli
Arendt'in pek çok Yahudi ve hatta Ya- bir alandaki yetkinliği için kullanılıyordu.
hudi olmayan çevrelerce aforoz edilme- Sokrates'in erdemle bilgiyi özdeşleş
sine yol açtı. tirmesinin ardından, onu izleyen ardıllan
Arendt 1960'lann ikinci yarısında gi- -öğrencisi Platon "Sokratesçi diyaloglar"
derek artan bir ilgiyle vita .-tmle"fPlativa ında, Arisooteles ise etik üzerine yazdık
üzerinde durdu ve sonuçta üç cilt olma- larında (Eudemos'a Etik 1, 1216b; Nilt.o-
sını tasarladığı çalışmasının ancak ikinci malt.hos'a Etik VII, 1145b)- çeşitli erdem-
cildini, Zilmifl Y ll{af/t1 (The Life of Mind, lerin tanımlanmasına yöneldi. Platon'a
1978) adlı yapın verebildi. Bu yapıtında gelene dek, geleneksel görüş bir kişinin
argumcntum ad••• 90
bir erdemi tümüyle taşırken, bir diğerin Tiı] İnananların ölümden sonra cennete,
de kusurlu olabileceği yönündeydi. Söz- yani Arı Ülke'ye götürüleceğini söyleyen,
gelimi kişi "yiğit" olabilirdi ama "bilge" M.S. iV. yüzyılda Çin'de kurulmuş ö-
bir kişi olmayabilirdi pekala. Platon ise nemli bir Buddhacı okul.
Pnıtngoras cliyalogunda Sokrates 'in ağzın M.S. iV. yüzyılda Buddhacılığın Çin'
dan mrte'nin birliği düşüncesini; kişinin de etkili olmasından sonra, Çin düşünce
bir arrılye sahip olduğunda diğer erdem- sinin önünde yeni ufuklar açılmıştır.
lerin de tümünü birden taşıyabileceği sa- Buddhacı düşünceye yerel kimi özellikler
vını ortaya attı. Aristoteles içinse erdem kazandırılmış; özellikle de Mahayana
bir ortayol, ılımWık ya da ölçülülük me- Buddhacılığı'na dayanan ondan fazla o-
selesidir. Aynca o, alıl:ik.i ve düşünsel er- kul kurulmuştur. Bu okullardan biri de
demler aynmına da gitmiştir. Sokrates'in Chin Tu Tsllng'dur (Arı Ülke Okulu).
salt bilgiye, alda dayalı erdem anlayışını Kökleri Çin'de olan bu okul, Honen
korumakla birlikte, Aristoteles işin içine (1133-1212) ile öğrencisi Shinran (1173-
istence dayalı öğeler katip rprnmmis: ter- 1262) tarafından Japony-a'da yaygınlaşu
cih) bu anlayışı yumuşatarak dengeleme nlnuştır. Arı Ülke Buddhacılığı'nın temel
yoluna gitmiştir. Stoacı felsefede ise mrtt' öğretisi, selamete bir tek Amida Buddha'
nin özü doğayla uyum içinde yaşamaktır. run adının NamN AmidH B11tJH (Arnida
Ayrıca bkz. erdem; ana erdemler; er- Buddha'ya Saygı) *ma"trası aracılığıyla
dem eriği. çağrılarak erişilebileceği yönündedir. Böy-
le yapanlar Amida Buddha'nın Arı
argumcntum ad •. .(Lat.) Bir tartışmada Ülkesi' nde yeniden doğacaklardır.
öne sürülen savları
desteklemek ya da Japon düşüncesinin bu okula kattığı
doğrulamak adına karşı tarafı ikna etmek bir şey daha vardır. O da kişinin daha
için girişilen akılyürütme çabasında içine )'aşarken, bu dünyada kendisine bu yolu
düşülen yanılgılara ya da yanı!tilara kar- açabileceğidir.
şılık gelen Latince tamlama; atgNmeııtıım An Ülke Okulu'nun Sih kolunu ku-
ad baaı/Nm, arg11111mtN111 ad ho11ıi11tm, atgN· ran Shinr.m ise kişinin yeniden doğu
flltlllNlll "" igt1ora11tİal11, atgN!lltl/INfll mljNdi- munu bütünüyle güvence altına· alması
ı:üım, argumtt1INm ati mistrironliam, mgıımtfl· nın, Arnida'run dile getirdiği İlk Söz'ü
IN111 ad per.ro11am, argt1mm1t1111 ad popNIHm, bütün kalbiyle kabul etmesine bağlı ol-
argume11IN111 ati verea111diam ve diğer yanıltı duğunu söylemiştir.
kalıplaniçin bkz. yanıltılı uslamlama An Ülke Okulu Lo/HJ SHtra'nın yetke-
biçimleri. sini tanımaz. Yetkesini tanıdığı "'s11trlllar
Biiyiik SNkhaııatiıyuha ile J.Vi(iik S111ehtJ1•a-
arhat (San.) Ermiş kişi; evliya. Aydın tiıy11ha, bır de Amilt!JNr-df!Jatıa .\11tra'dır.
lanmaya (Ninıa111lya) erip bedenin acı Bu özellikleriyle Arı Ülke Buddhaa-
çekmesinin bitmesini sağlayan kişi; bu lığı bir felsefe okulu olarak görünmekten
yolla kişisel kurtuluşa ermiş kişi. Aydın çok dinsel bir okul olarak görünür. Ayrı
lamnaya ulaşmada kişisel başarı ile özcli- ca bkz. Buddhacılık.
siplini ön plana çıkanın Theravada (Hi-
nayana) Buddhacılığı'run h-•şanlacak en annma bkz. katharsis.
üst aşaması olan arhat, Mahayana Budd-
haalığı'run bodhisattıım.ıyla çelişen bir ki- Aristippos [Kireneli) (M.Ö. ykl. 435-
şilil.."tir. Ayrıca bkz. Theravada Buddha- 355) Hazcı Kirene Okulu'nun kurucusu
cılığı; Mahayana Buddhacılığı; hodhi- olan Eski Yunanlı fılozof. Aristippos'un
sattnı; Nirvana. yazılanndan hiçbiri günümüze u!aşama
nuştır. Sokrates'in öğrencileri arasında
An Ülke Okulu Oap. )Ot/o; Çin. Chi11g para karşılığı ders veren ilk fılozof olmn-
91 Aristoteles
sı nedeniyle aynı zamanda bir sofist ola- yişleri belirlemiş olmasıyla, hem de ola-
rak da bilinen Aristippos'un hocasını iz- naklı bütün bilgi türleri ile bunların han-
leyerek geliştirdiği uygulamaya yönelik e- gi bilimlerce nasıl soruşturulacaklarına
tik ağırlıklı felsefesine göre yaşamın biri- yönelik vermiş olduğu geniş çözümle-
cik anlamı "haz"dır. Buna göre iyi bir melerle Batı düşüncesi üzerinde silinme-
y-dşam adına "acı"dan mümkün oldu- si olanaklı olmayan derin izler bırakmış
ğunca kaçınarak hazzın peşinde koşmak tır. Yine bu aynı bağlamda, "genel araş
insanın tüm yapıp etmelerinin yeg.ine a- tırma tasarırnı"mızın oluşumuna yönelik
macıdır. Aristippos'a göre mutluluğun yaptığı son derece önemli katkılarla, do-
ana kaynağı "yaşanan andaki haz duy- ğa bilimlerinden metafiziğe, siyasetten e-
gusu"dur. Ancak bir sofist olarak du- tiğe, mantıktan estetiğe dek düşüncenin
yumlardan yola çıkuğı bu felsefede in.~a işletildiği bütün etkinlik alanlarının geli-
nın arzularının esiri olmadan doğru yar- şimi üzerinde son derece belirleyici ol-
gılarda bulunabilmesi için özdenetimin muştur. Özellikle insan düşüncesinin bil-
önemine de vurgu yapmayı ihmal etmez. gi yolunda en iyi nasıl işletileceğini ke-
Aristippos insanlar-d bir yandan "acı çek- sinlemek amacıyla geniş bir yelpazede
mek"ten uzak durmalarını öğütlerken bir sunduğu ayrıntılı çözümlemeler arasında,
yandan da "aa vermek"ten de kaçınma "kanıtlama ile tanıtlama ölçünleri", "tü-
larını salık verir. Başka bir deyişle, insan- meYarımlı ile tümdengelimli düşünme
lar kendi paylarına düşen "haz''zı arar- yöntemleri", "doğru düşünme 1--uralları",
ken başkalannın "haz arnyışı"na engel "geçerli uslamlama biçimleri", "doğru
olmamalıdır. Aynca bkz. Kirene Okulu; soru sorma yollan", "olanaklı usyürütrne
haz; hazcılık; hedone, ilkçağfelsefesi. biçimleri", "yanıltılı uslamlama biçimle-
ri", "savların en iyi nasıl temellendirilip
Aristoteles (M.Ö. 384-322) İlkçağ Y11- n:ısıl çürütülecekleri" gibi konular b11n-
nan felsefesinin hocası Platon ile birlikte larclan yalnızca birkaçını oluşturmakta
en büyük iki dizgeci filozofundan biri, dır. Bu çözümlemeleriyle Aristoteles, ma-
çoğu filozof ile felsefe tarihçisinin gö- tematiğin kullaıidığı yöntemlerin doğa
zünde bütün zamanların en önemli bir- nın bilgisine ulaşmak için kullanılan yön-
kaç filozofundan biri. İçinde bilgi ile bil- temlerden farklılıklarının neler olduğu
me etkinliğinin geçtiği hemen her alana nu, buna karşı doğa bilimlerindeki kanıt
öyle ya da böyle büyük etkilerde bulun- toplama yollarının ahlaksal ya da siyasal
muş Eski Yunan filozofu; Batı felsefesi soruşturmalardan hangi bakımlardan ay-
tarihinin gelmiş geçmiş en "öğretici", en n olduğunu tek tek en ince ayrıntısına
"bölümlemeci", en "çözümlemeci", en varana dek tanıtlayarak, bütün felsefe ta-
"bireşimci", en büyük "dizgeci" düşünü rihinde XIX. yüzyıla gelinene dek bir eşi
rü. daha bulunmayan en kapsamlı, en bü-
Aristoteles, bir yandan deneysel göz- tünlüklü, en yetkin bilimler bölümleme-
lemlere dayanırken, öbür yandan mantık sini sunmuştur.
yasaları doğrultusunda yürünerek doğal Aristoteles, felsefesinin hemen her
dünyanın araştırılmasını savunan yönte- bölümünde, doğanın hiçbir aracıya konu
miyle, pek çok bakımdan yalnızca felse- olmaksızın doğrudan gözlemlenmesinin
fenin değil, çağdaş dünyada halen yü- ne denli önemli olduğunu vurgulayarak,
rürlükte bulunan çoğu bilgi dalı ile araş kuramsal düşüncelerin ancak olgulardan
tırma alanının da temellerini atmıştır. Ni- sonra gelmesi gerektiğinin altını özellikle
tekim değişik bilgi türlerine yönelik çe- çizmiştir. Felsefeyi, bütün bilgilerin te-
şitli araştırma izlencelerinin yapılandınl melini oluşturan kendinden açık, değiş
ması bağlamında, hem tek tek bütün bil- meden kalan, mantıksal bakımdan tersi-
gi dallan için uygun yöntemler ile işle- nin düşünülemeyeceği "ilk ilkeler"in a-
Aristoteles 92
ruluğunu savunmaktadır. Bir başka de- ıine eğitsel bakıcılığını üstlenmiş bulu-
yişle, bilginin kökeni sorusu bağlamında nan Proksenos tarafından 17 yaşınday
Platon gibi "usçuluk"u savunmakla bir- ken eğitimini tamamlaması amacıyla dün-
likte, Platon'un tersine bilgi nesnelerinin y-.ının kültür merkezi Atina'ya gönderil-
varolma alanının ne olduğu tam olarak miştir. Burada dönemin seçkin felsefe
belli olmayan idealar dünyası değil, bil- okulu A/t.oJemia'ya kaıılarak, Platon'un
diğimiz, tanıdığımız, her gün deneyimle- M.Ö. 347 yılındaki ölümüne gelinene
diğimiz gerçek dünya olduğunu ileri sür- dek yaklaşık yirmi yıl boyunca Platon'un
mektedir. Bu noktadan hareketle, Pla- felsefe derslerini izlemiştir. Aristoteles,
toncu İdealann ya da Formlann her du- Platon'un kurduğu Akiıoia içinde hem
rumda şeylerin kendilerinde olduğunu dü- okulun etkin ve başanlı bir üyesi olarak
şünen Aristoteles, doğal nesnelerin bu- hem de okulun genel felsefe yaklaşımlan
lunduğu doğal dünya dışında salt dü- karşısında kendi tekliğini korumayı başa
şünce yoluyla kavranabilen metafizik bir rarak yer almışur. Bu yıllar Platon'un
dünyanın varlığını bütünüyle yadsımak "önceki dönem diyaioglan"nda ele aldığı
tadır. Bu bağlamda Demokritos'un "bi- konulan yeni baştan düşündüğü, başlar
limsel usçuluk" anlayışı ile Platon'un "de- da savunduğu kimi önemli öğretileri bı
ğerbilgisel usçuluk''u arasında üçüncü rakarak yeni düşünce çizgilerinden yü-
bir felsefe konumu belirleyen Aristote- rümeye başladığı Sofist, Tİ11111İ1ıs, Philebos,
les, felsefe tarihçileri arasında genellikle Devkt, Yasalar gibi en önemli diyalogları
idealizm ile materyalizm arasında bir ye- nı yazdığı yaşamının son yıllandır.
re yerleştirilmektedir. Kuşkusuz Aristoteles'in düşünsel ba-
Aıistoteles, günümüzde Yunanistan' şanlan üzerinde, AMJemitlda Platoncu-
ın kuzeyindeki Makedonya toprakları luk adı altında dogmacı bir Platonculuk
içinde kalan Trak:ya'da bfr kıyı kenti olan öğretisinin öğrencilere aşılanmasından
Yunan kolonisi Stagiros'ta doğmuş ol- çok, her durumda olabildiğince özgür,
ması nedeniyle kimileyin "Stagiroslu A- araştırmacı ve eleştirel düşünmenin ö-
ristoteles" diye de anılmaktadır. Aristo- zendirildiği Sokratesçi felsefe ruhunun
teles'in doğduğu yıllarda Makedonya solunuyor olmasının son derece önemli
Krallığı'nın başında Philippos vardır. bir yeri olduğu söylenebilir. Nitekim A-
Aradan çok geçmeden krallığın başına /t.oJımia'ııın bu olumlu niteliğinden de
sonradan "Büyük İskender" diye anıla yararlanan Aristoteles, Platon'un felsefe
cak Philippos'un oğlu İskender geçmiş dizgesinde dile getirilen görüşlerin körü
tir. Aslen Atinalı olmamasına karşın, ge- körüne bir izleyicisi olmadığı gibi, bu fel-
rek öğrenci gerekse hoca olarak yaşamı sefe dizgesıne karşı çıkıp özellikle çöker-
nın önemli bir kesimini Atinalı bir yurt- teceğim diye acemice bir kaygı da duy-
taş olarak geçiren Aristoteles, pek çok mayarak kendisini bütünüyle kendi öz-
Yunanlının gözünde saldırgan tutumları gün felsefe dizgesini kurmaya verebil-
nedeniyle tekin olmayan yabancılar ola- mi~tir. İlerleyen yıllarla birlikte, gerek
rak görülen Makedonya Kmlları ile ister Platon'dan gerekse Akmlemiddan kendi-
istemez yakın bir bağlantı içinde olmuş sini bütün bütün koparan Aristoteles,
tur. Buna bağlı olarak da başta Atina başta retorik (sözbilgisı) ile konuşma sa-
olmak üzere Yunan kentleri ile Make- natının incelikleri olmak üzere, kendi ba-
donya arasında bugünden yanna değişik ğımsız felsefe anlayışı doğrultusunda
lik gösteren belirsizlikten payına düşen dersler vermeye başlamıştır. Platon'un ö-
leri fazlasıyla almışur. Makedonya yöne- lümünün ardından (rivayetler muhtelif
timine yakınlığıyla bilinen Nikomakhos olmakla birlikte) okulım bünyesinde
adlı bir hekimin çocuğu olarak dünyaya kendisi denli bir ikinci büyük düşünür
gelen Aıistoteles, babasının ölümü üze- daha olmayışı nedeniyle A~run
Aristoteles 94
sonm "Peripatosçu Okul"un başına ge- ulaştığını serimlemesi bir yana, ilkçağ
çen öğrcncisi Thcophrastos tarafından Yunan felsefesinin hemen tüm fılozofla
koruma altına alındığı bildirilmektedir. nnın metinleri için geçerli olan "kesin-
Theophrastos, elindeki Aristotcles yazı lik" sorunsalını vurgulaması bakımından
lan derlemini (kendi elyazmalanylıı bir- da bu noktada anılmaya değerdir.]
likte) kendinden sonra koruma altına al- En genel anlamda Aristoteles yazıla
ması için öğrencisi Neleus'a bırakmıştır. rını üç ana başlık altında toplamak ola-
Neleus'tan sonra gelenler Aristoteles'in naklıdır: (i) halka ya da kamuya yönelik
bu son derece değerli kitaplarını hırsız yazılmış olmalarıyla dikkat çeken, ilk ba-
lardan korumak amaayla bir mahzene kışta söyleşi havası uyandıran yazılar; (ıı)
gizlemiş olduklarından, burada uzun yıl bilimsel çalışmalarda kullanılmak üzere
lar kapalı kalan kitaplar rutubet ile bö- olgusal bilgiler ile deneysel karut ve ve-
ceklerin verdikleri zararlar nedeniyle bir rilerin biraraya toplandığı yazılar; (ıii)
hayli yıpmnınıştır. Kitapların gizlendiği kendi içlerinde son derece üst düzey bir
yer, aşağı yukarı M.Ô. il. yüzyılın sonun- tutarlılık ve bütünlük taştmalarıyla dikkat
da elinde büyük bir kitap koleksiyonu çeken, çoğu durumda "gidimli", "u~lam
bulunduran kitapsever Teoslu Apellikon lamalı", "dizgeli" bir nitelik sergileyen
tarafından tesadüfen keşfedilmiştir. Da- salt felsefe içerikli yazılar. İlk başlığa gi-
ha sonııı, M.S. 86 yıllarında Sylla tarafın ren, yani doğrudan halk katmanlarındaki
dan Atina'nın Roma egemenliğine gir- sıradan insanların kavrayış düzeyine ses-
mesiyle birlikte Roma'ya getirilen kitap- lenecek biçimde yazılmış yazılardan yal-
lar, burada çok geçmeden araştına bil- nızca Atinablamı De11kt YöNelimi Üstii11e
ginlerin derin ilgisini çekmiştir. Romalı başlıklımetin günümüze ulaşmayı başar
değişik araştımıacılarca dört koldan yü- mışur. İkinci başlık altında yer alan ya-
rütülen hummalı çalışmalar sonucunda pıtlardan ise, Aristoteles Okulu'nca top-
kitapların boy boy değişik derlemeleri lanıp bilimsel araştırmalarda kullanılmış,
yapılmasına bağlı ofamk, çok geçmeden çoğu fragmanlar halinde yazılı yaklaşık
gerek yapılan Aristotcles çalışmalarının 200 ayn başlık bulunmaktadır. Bu çalış
önüne geçilmez bir ivmeyle çoğaldıkları malardan sayısı hiç de azımsanamayacak
gerekse de bütünüyle ilkçağ Yunan ru- bir bölümünün Aristoteles'in ölümün-
hunun egemen olduğu değişik uğraşlar den sonraki en önemli izleyicisi Thco-
yoluyla felsefenin yeni bir soluk kllzan- phnıstos eliyle yazıya alındıkları sanıl
dığı görülmektedir. Bu dönemde yapılan maktadır. Yıne aynı başlık altında ayrıca
derlemeler, elimize ulaşan günümüzdeki 158 ayn Yunan kentdevlctinin anayasa-
Aristoteles yAzılarının da temelini oluş ları bulunmaktadır. Üçüncü başlığın kap-
turmalttııdır. Ancak ilginç olanı Diogc- samını oluşturan dizgeli yapıtlar açıklık,
nes Laertios tarafından verilen Aristotc- seçiklik ve duruluklanyla Aristoteles'in o
les'in yapıdan çizelgesinde bugün bildi- ünlü yazma biçeminin anında ayırt edil-
ğimiz yAzıların hiçbirinin de bulunma- diği yazılardır. Bu son grupta yer alan ya-
masıdır. Felsefe tarihçileri bu durumun zıların çok büyük bir bölümünün, Aris-
nedenini, Diogenes'in söz konusu çizel- toteles yaşarken kamuya açılmasından ö-
geyi gerçek Aristotcles yapıtlarının göz- zenle kaçınıldığı, ölümünden sonra çoğu
den kayboldukları bir dönemde yapmış son halini almamış elyazmalanndan der-
olmasına bağlamaktadırlar. [Theophras- lendiği sanılmaktadır. Önemli Aristoteles
tos'un Karahtrkr'ini dilimize kazandıran u:ımanlanndan Jaeger'in 1912 yılında
Candan Şentuna'nın kitabın başında yer son halini verip yayımladığı dönemsel
alan "Metnin Tarihi" adlı kısa yazısı, A- bölümlemeye gelinene dek, bu yazılann
ristotcles ile Theophrastos'un yapıtları büyük ölçüde Aristoteles'in görüşlerinin
nın ne badirelerden geçerek günümüze dizgeli açıklamaları olduldan diişünül-
Aristotclcı 96
müştür. Daha. önce kendisine pek büyük tasarımına ilişkin açıklamalar); TİNBİ
bir karşı çıkıfta bulunulmamış bu yerle- LİM YAPITLARI: (i) Tin Üıliine ("du-
şik anlayışa karşı Jaeger, Aristotcles ya- yular", "zihin", "imgelem" gibi belli baş
zılarının bütünü için üç ayn dönem be- lı tinsel yetilere yönelik açıklamalar), (ıı)
lirleyerek; "ilk dönem yazılar"ın Platon' BeUe/t. Ostiitıe ("anımsama'', "düş", "tan-
un formlar kuramı ile ruhun ölümsüzlüğü rısal yaşantt" durumlanna yönelik açık
öğretilerinin bütün bütün izinden yürü- lamalar); DOGA TARİHİ YAPITI.ARI:
düklerini, "orta dönem yazılar"ın Platon' (i) Hi!Jva11lamı Tarihi (hayvanların "fizik-
un düşüncelerinin hemen tamamını top- sel ile zihinsel yetileri", "dürtüleri'', "iç-
tan yadsıdıklarını, daha deneysel bir yö- güdüleri", "alışkanlıkları"ııa yönelik açık
nelim taşımalanyla öne çıkan "son dö- lamalar), (ıı) Hl!Jı"'nlantı Biiliimleri Üstiiııe
nem yazılar" ın ise kendi içlerinde çeşitli (hayvanların organları ile gövdesel süreç
L>içimlerde aynca bölümlenme gereksi- ve işleyişleri doğrultusunda hayv;m ana-
nimi gösteren dizgeli yapttlardan oluş tomisine ilişkin açıklamalar), (ıiı) Hl!J-
tuklarını ileri sürmektedir. Bu yazılar ara- vanların Tiireyişleri Üstiine, (iv) Hi!Jva11/arı11
sında üçüncü başlık alttnda toplanan ya- Gelişimleri Üıliine, (v) Hi!Jvanlamı Devi-
zılar için önerilen değişik bölümlemeler nimleri ÜsliitJe-, SALT FELSEFE İÇE
olmakla birlikte bunlardan en çok be- RİKLİ YAPITLAR: (i) Som(n)lar (zihin
nimseneni şöyledir: MANTIK YAPIT- açmaya, kavrayışı keskinleştirmeye, dü-
LARI: (i) &tegoriler (terimler için öneri- şünme alışttrması yapmaya yönelik ola-
len 10 ayn bölümleıne doğrultusunda rak ortaya attlmış, şeylerin ya da olayların
getirilen açıklamalar), (ıı) Yom111 Üstiine 11ifin öyle olduklannı soruşturmaya çağı
C'önermder", "doğruluk", "kipler" üs- ran sayısız ''Niçin" sorusu), (ıi) Belli Bir
tüne getirilen açıklamalar), (ıiij Biritıd ç.lr- Biitii11/ii/t. Tapmqyan Çeşitli Felsefe Kon11lan
zji111/e111eler C'tasımsal manttk" üstüne a- Üıliine YaZJlar (kadınlar, erkekler ve kö-
çıklamalar), (iv) İkinci Çözjiı11/mteler ("bi- leler üstüne izlenimler, doğumdan ölü-
limsel yöntem" ile "tasım" üzerine açık me değişik yaşam olaylarına ilişkin felse-
lamalar), (v) Topikler ('etkili uslamlama" fece değiniler), (ıiı) Metaftzjle ('töz", "ne-
ile "usa dayandınlmış ikna amaçlı tartış den", ''form'', "olanaklılık'', "olanaksız
ma kurallan"na yönelik olarak getirilen lık", "zorunluluk", "asallık" /"edimsd-
açıklamalar), (vi) Sofistlerin Yanlış Çıka lik'', "gizilgüçlük" gibi en temel varlık ta-
m11/arı Ü zµine (geçerli olmadığı halde ge- sanmları ile kavramlarına ilişkin açıkla
çerliymiş izlenimi uyandıran uslamlama- malar), (iv) Ni!eo111a/ehoı'a Etik ("ıin",
lara, yani "yanılttlı" ya da "yanıltmacalı" "mutluluk", "erdem", "arkadaşlık" gibi
uslamlamalara yönelik olarak getirilen konular üstüne getirilen açıklamnlar), (v)
açıklamalar); FİZİK YAPITLARI: (i) fademoı'a Etik., (vi) Bi!Jiilt. Eti/t. (Ethika
Fizj/t. ("değişim", "devinim", "boşluk", megala/Magna moralia), (vii) Politi/t.a (en
"zaman" gibi belli başlı fizik tasanmla- iyi "devlet modelleri", "ütopyalar", "ana-
nııa yönelik olarak getirilen açıklamalar), yasalar", "devrimler" üstüne düşünceler),
(ıi) Evrenler Üsliine C'ayüstü" ile "ayaltt" (viii) &tori/t./Söz.bift,isi (ıkna etmeye yö-
evrenlerinin yapısı, "gökyüzü" ile "yer- nelik konuşma sanattnın olmazsa olmaz-
yüzü"nün öğderine yönelik açıklamalar), larına ilişkin belirlemeler, siyasal ile hu-
(ıii) OIHş ve Yo/t.omş Üsliine (doğal nesne- kuksal tarttşmalann ana öğderi üstüne
lerin maddesel yapıtaşlannın biraraya ge- düşünceler), (ix) Poetilt.a/ Şiir Sana11 (tra-
lip birbirlerinden uzaklaşmalan bağla jik ile epik şiir üstüne düşünceler). Bu
mında "oluş" ile "bozuluş" sorusunun yapıtlardan kimilerinin, özdlikle Evrenler
yanıtlanmasına yönelik olarak getirilen a- Üstiine ile Bi!Jii/t. Eti/t.'in özgünlüğünün,
çıklamalar), (iv) Gölt.Jiizji Üstiine (dünya- daha doğrusu Aristoteles'in kendi elin-
nın açıklanması bağlamında kendi evren- den çıkıp çıkmadığının. tarttşmalı oldu-
Ariıtoteles
teles bu dört neden çözümlemesi doğ denlerin gerisinde yatan ilk neden tasa-
rultusunda, şeylerin nedenlerinin "genel nmırun salt anlama yetisi olduğunu, bo-
terimler''den çok "özel terirnler''le orta- zulmadan kalan yetkin bir birlik taşıdı
ya konulduklarında daha iyi anlaşılabile ğını, zaman ile uzamdan bağımsız oluşu
ceklerini savunmaktadır. Bu anlamda dü- nedeniyle de değişmez olduğunu düşün
şüncelerinin bütününde erekhilgise/ bir an- müştür. Aristoteles'in evren anlayışında
layış doğrultusunda adımlayan Aristote- doğa, en genel anlamıyla bir organik
les, Platon'un tersine çoğu durumda şey kendilikler dizgesi olarak betimlenmek-
lerin enson anlamdaki temellerini tüm- tedir. Bu dizgenin felsefi bakımdan kav-
dengelim yöntemiyle değil tümevarım ranmasını olanaklı kılan. temel etmense,
yöntemiyle soruşturmuş, a posteriori so- doğadaki ortak formların varlıklarının
nuçlara ulaşmak için tikel olgulardan tü- "tür" ile "cins" kategorileri alunda top-
mel sonuçlara, etkilerden nedenlere doğ lanarak bölürnlenebilmesi, buna bağlı
ru ilerleyen bir araşurma manuğının olarak da doğanın ilkece doğal bir düzen
doğruluğunu savunmuştur. Buna bağlı içine konabilir olmasıdır. Her türün bir
olarak mannğın temellerini atarken, iki formu ile bir amacı, bu iki temel belirle-
öncül ile bu öncüller üzerinden gidilerek nim uyarınca da tanımlanabilir olan bir
ulaşılan bir sonuçtan oluşan değişik "ta- gelişim gösterme kipi bulunmaktadır. Bu
sım'" türleri doğrultusunda tarihin bili- açıdan bakıldığında, kuramsal bilimin te-
nen ilk "tümdengelimli çıkanın kura- mel amacı özsel formlar ile amaçları ta-
mı"nı geliştirmiştir. nımlamak, bütün türlerin gelişim kiple-
Metafizik alanda, Aristoteles Platon' rini doğal düzenleriyle birlikte ortaya çı
un formu maddeden ayırıp başka bir karmakur. Aristoteles'in kılı kırk yaran
varlık alanına yerleştirmesine bütünüyle bu sıradüzenli doğa bölümlemesi, dinsel
karşı çıkarak, formların idealar dünya- inançlarla son derece yüksek bir uyum
sında değil onların örneklendiği somut içinde olduğu düşünüldüğünden, bütün
tikel nesnelerin kendilerinde bulundu- bir ortaçağ boyunca Hıristiyan, Yahudi
ğunu ileri sürmüştür. Nitekim Aristote- ve Müslüman tannbilimcilerince tek yet-
les için form ile madde doğaları gereği ke olarak yaygın bir biçimde benimsen-
bütün şeylerde birbirinden ayrılamaya miştir.
cak bir içiçelikle varolmaktadırlar. Yine Arist.otcles, evreni bir yanda madde-
bu aynı bağlamda gerçekten varolan her siz biçimin öbür yanda ise biçimsiz mad-
şeyin "asal" ile "gizilgüç" varlık katego- denin bulunduğu iki uç arasında varolan
rilerinin bileşimiyle varolduğunu öne sü- varlıkbilgisel bir ölçek doğrultusunda çö-
ren Aristotcles, bir şeyin varlığını doğru zümlemektedir. Buna göre, maddenin
olarak kavrayabilmek için salt olduğu biçime geçişinin doğa dünyasının çeşitli
haliyle değil olabileceği, yani henüz ol- aşama ve süreçlerinde görülmesi zorun-
mamış haliyle de düşünmenin zorunlu luyken, buna karşı doğa dünyasında bi-
olduğu saptamasında btılunmuştur. Aris- çimden maddeye geçiş erekler ile sonu!
toteles'in gözünde bu temel saptamaya amaçlara doğru bir devinimi zorunlu kıl
istisna oluşturan tek bir durum vardır. maktadır. Nitekim doğada varolan her
Tanrı ile insanın anlama yetileri salt şeyin bir varoluş ereği ya da gerçekleş
form olduklarından, salt form olan bir tirmekle yükümlü olduğu sontıl biı işlevi
şey de zaten en yetkin biçimiyle varol- bulunmaktadır. Doğanın her yeri bu an-
duğundan, bunların olabilirliklerinden ya lamda ussal bir düzen ile erekbilgisel do-
da gizilgüçlerinden söz etmek manuk dı ğaüstü bir tasanmlanmanın kaıutlarıyla
şı bir olanağı düşünmekle eşdeğerdir. Bu doludur. Dolayısıyla hiçbir fizik öğretisi
noktada Aristoteles, devi11111ryen dwitıdirid nin devinim, oluş, uzam ve zaman tasa-
olarak ilk devindirici ya da bütün ne- nmlarını açıklamaksızın temellendirilme-
Aristoteles 100
si ilkece olanaklı değildir. En yalın açık dek) bölünebilir olduklarını ancak asal
lamasıyla devinimin maddenin forma ge- (edimsel) anlamda sonsuza dek bölün-
çişi olduğunu ileri süren Aristoteles, do- melerine olanak olmadığını ileri sürmek-
ğada dört tür devinim olduğunu belirt- tedir. Bir başka deyişle, düşünce düzle-
mektedir: (i) bir şeyin tözünü etkileyen minde zamanı sonsuz kere bölmek ola-
devinim, özellikle de başlangıcı ile sonu- naklıyken, gerçek anlamda yani doğada
nu; (ıi) şeyleri çoğaltarak ya da azaltarak devinen nesneler dünyasında böyle bir
niceliklerinin değişmesine yol açan devi- bölme işlemini zaman üzerinde gerçek-
nim; (ıiı) şeylerin niteliğinde değişimlere leştirmek olanaksızdır.
yol açan devinim; Qv) yer değişimine ya Aristoteles bütün bu düşüncelerle bir
da bir yerden bir başka yere taşınmaya anlamda doğanın fıziksel çatısını kur-
yol açan devinim. Aristoteles'e göre bun- duktan sonra, doğa felsefesinin en temel
lardan sonuncusu yani yer değiştirmeye konusu varlık ölçeğine yönelmektedir.
kaynaklık eden devinim eiı temel ve en Söz konusu ölçeğe ilişkin olarak önce-
önemli devinim türüdür. Öte yanda, A- likle belirtilmesi gereken, bu ölçeğin her
ristotelesçi evrende boşluğun uzam ola- şeyden önce bir değerler ölçeği olması
rak tanımlanması hiçbir durumda ola- dır. Nitekim vatlık ölçeğinde daha yük-
naklı olmadığından, boş uzam için -c- sek bir değerle varolan, ölçeğin hep daha
rekbilgisel evren tasarımı gereği- belli üst bir aşamasında yer almaktadır. Ölçe-
bir erek tasarlanamayacağından doğada ğin en üst aşamasında "salt biçim" bulu-
boşluğa yer yoktur. Bir başka deyişle, nurken, en alt aşamasındaysa "salt mad-
boş uzam düşüncesi hem mantık hem de" bulunmaktadır. Bu anlamda ölçeğin
de metafizik bakunınclan başlı başına daha yüksek konumlarına gidildikçe da-
olanaksız bir tasanın olduğundan dolayı ha organize olmuş organik varlıklarla
doğada boşluk bulunmamaktadır. Yine karşılaşılırken, buna karşı daha alçak a-
bu bağlamda Aristoteles, Platon ile şamalanna inildikçe, organik varlıktan i-
Pythagorasçılarca ileri sürülen doğanın norganik varlığa doğru bir seyrin izlen-
temel geometrik biçimlerden oluştuğu diği, en altta ise inorganik maddelerin
yollu düşünceyi de bütün bütün yadsı bulunduğu bir aşamalı düzenlenişin söz
maktadır. U zaıru cismi kuşatan sınır yani konusu olduğu görülmektedir. Her ba-
kuşatılanın kuşatılma sının olarak tanım kımdan vatlık ölçeğinde bulunan türlerin
layan Aristoteles, zamanı ise "daha ön- yerleri bcngisel anlamda bir sabitliğe ko-
ce" ile "daha sonra" ı.asarırnlan doğrul nu olduklarından zaman içerisinde ev-
tusunda devinimin ölçülmesi olarak gör- rilerek yerlerinin değişmes.i olanaklı de-
mesi nedeniyle, zamanın varlığının her ğildir. Varlık ölçeğindeki daha yük.<ek
durumda devinimin varlığına bağımlı ol- organik vatlıklann içsel organizasyonla-
duğunu öne sürmektedir. Daha açık bir nııı olanaklı kılan ana ilke yaşamdır ya da
deyişle, Aristoteles 'e göre evrende deği Aristoteles'in deyişiyle organizmanın ti-
şim olmasaydı, zaman diye bir şeyin var- nidir. Bu açıdan bakıldığında, insan tini
lığından söz etmek olanaklı olmazdı. Ay- dahi bedenin organizasyonundan öte bir
nı biçimde devinimi duyan, buna bağlı şey değildir. Bitkiler ölçekteki en düşük
olarak da ölçen bir zihin olmasaydı za- yaşam fomılanna karşılık gelirken, tinlcri
manın varlığından söz etmek yine ola- salt kendi varlıklarını sürdürmelerini sağ
naksızlaşırdı. Zaman ile uzamın sonsuz layan "beslenme" üstüne kurulu bir öğe
sayıda bölünebilirliği düşüncesinden yola den oluşmaktadır. Bitkilerin bir üstün-
çıkarak Elealı Zenon'un ortaya attığı aç- deki aşamada bulunan hayvanların tinle-
mazlara da bütünüyle karşı çıkan Aris- rinin belirleyici özelliği ise, bclJi duyum-
toteles, bu bağlamda zaman ile uzamın lar, yönclirnler, istekler duymalarını sağ
gizilgüç anlamda ad i".ftni111111 (sonsuza ladığı gibi kendilerine devinme yetisi de
101 Aristoteles
kazandıran "iştah" dürtüsüdür. Öte yan- lukla genci ilkeleri tikcllerden ya tümew-
da insan tiııleri, bitkilerdeki bcslcııınc it- nm ya doğal gözlem yoluyla türeten A-
kisi ile hayvanlardaki iştah dürtüsünü ta- ristotelcs, doğal gözlem araştımıasııun
şımakla bitlikte, bunlarıı ek olarak salt kavramlannı tikcllerin nedeni olarıık gör-
insan tinine özgü düşünıncyc bı:şılılı: ge- mektedir. Aristoteles'"ın genci mantık ko-
len ussallıklanyla ölçeğin daha üst bit a- nulan üstüne yazılannı aıaç gereç anla-
şamasında bulunmaktadır. mına gelen Orgattott başlığı altında topla-
Hiç kuşkusuz Aristotcles'in en önem- yan son dönem "Peripatosçu" düşünür
li başarılarından biri, manuk alanında lerin bakış açısına göre, manuk ile us-
modem mantığın bulunuşuna dek geçer- yürütme bilimsel araşurmaya hazırlıkta
liliğini yüzyıllar boyunca sürdürmeyi ba- yararlanılan en önemli ilci alettir. Ne vıır
şaran, çoğunluk "geleneksel manuk'' ya ki Aristotcles'in kendisi "mantık" teri-
da "Aristotdes manuğı" diye arulan man- mini sözlü usyürütmeye kaı:şılık gelecek
tık sanaunda kendisini göstennekta:lir. bir anlamda kullanmıştır. Bu bağlamda
Bu bağlamda Aristotcles'in Birina Çö- Aristotcles'in daha önce tek tek sayılan
zji,,,/mıtkn, "tasım" kııraınıııa dayandı on btcgoriden oluşan Kal'lf'rikn öncı:
nlmış tarihte bilinen ilk tümdcııgelimli mclcrin tenine tek tek sözcüklerin bö-
biçimsel mantık dizgesi kurma girişimi lümlcnettk biraraya toplanmış biçimle-
olması bakımından oldukça önemlidit. ridir. Dikbtli bir gözle bakıldığında bü-
Öte yanda Wna Çiziimlttatler, söz ko- tün bu kategorilerin de, bir nesneye iliş
nusu dizgeyi şaşmaz kcsin1ikte bit doğa kin bilgi edinmeye çalışırken sorulan so-
bilgisi yöntemi geliştirmek amacıyla kul- rular üzerinden gidilerek belirlendikleri
lanmaktadır. Aristotclcs'in anladığı biçi- görülmckta:lir. Sözgclimi, önce bit şeyin
miyle mantık, çoğunlukla sanıldığının ter- ne olduğu sorusu sorulduktan sonra, ne
sine salt önermdcıin doğruluk değerle türden bit fey olduğu, derken o şcyiıİ. ne
riyle ilintili bit araşarma olmayıp dilin, kadar büyük olduğu sorusu yöneltilmek-
anlamın ve bunlann dilsel olmayan ger- tedir. Bu sorular arasında töze yönelik
çeklikle ilişkilerini de araşaran bit dü- soruyu her zaman en önemli soru olarıık
şünme dalıdır. Nitekim Aristotcles Man- göttn Aristotcles, aynca tözleri kendi a-
tığı'nda, başta ~riltr, y.,.,,, Üıliin, rıılannda birittdl töz.ltr ile ikiıuil li~ diye
Topikllr başlıklı metinlerinde olmak üzc- ikiye ayırmaktadır. biıincil tözler tek tek
ıc, yer alan pek çok konu ile sorun gü- nesnelcıc brşılık gelirlerken, ikincil töz-
nümüzde dil felsefesi ile mantık felsefesi ler birincil. tözlerde ya da nesnelerde do-
ya da felsefi manuk alanlannda incdcn- ğası gcrcj bulunan tmitr'dir.
mclttcdir. Manuğı hem JtCncl düşünce Aristotclcs'e göre tasanmlann öteki
lere yani 'dealara hem de varlık teklerine tasanınlardan aynldıklan vakit salt ken-
yani algı.ja sunulan göriiegülett yönelik dileri olarak "doğruluk'' ya da ''yanlış.lılı:"
bir araştÜrna olarak tanımlayan Aristo- bildiımdcri olanaklı değildir. Tasanmlar,
teles, tüındcngclimli düşünmenin temel brşıhk gcldi1dcri düşüacclcr aracılıbyla
işleyiş mantığını, doAru olduğu kesinlikle bit tümcede ya da önermede birarııya
bilinen iki öncül önermeden bit üçüncü- gelmdcri kofuluyla doğru ya da yanlış
sünün sonuç olarak çıbrımlandığı tasım olma :y1:tisi kazanmaktadırlar. Sözciildc:.
üstüne bina etmektedir. Aristotclcs bU ıin bidqimi ussal konUfllla ile düşünce
bağlamda, tümdcngclimlcrin tikdlcrdcki )": yol açmakuı, böylcliklc hem tümcenin
gcnc1 ilkclcri tanıtlayabileccldcrini ama bölümlerinde hem de bütiiniinde bir an-
buna bqa genci ilkclerin lrı:ndilerini tc- lam taşınmasını olanaklı kılmalı:uchr. A-
mcllcndiıemcyecclderini, dolayısıyla da risıoWcs, bu tür düşünccleıin çok çqidi
yeni bilgiler suruna yetisi taşımadıklarıru biçimler llabilcccldcrini, ama rmmıpı.
ileri sürmektedir. Düşüncelerinde çoğun- yalnızca doğruluk ile yuıbfbğa konu ol-
Aristotcles 102
ma yetisi taşıyan tanıtlamalı biçimler üze- da sınırlan kesin çizgilerle belli olmadık
rine düşünmekle yükümlü olduğunu be- lannda; (ii) kapsarnlan çok geniş tutul-
lirtmektedir. Öte yandan Aristoteles için, duklarında; (ıiı) özsel ya da temel özel-
önermelerin doğrulukları ya da yanlış likleri dile getirmediklerinde. Aristoteles
lıkları her durumda karşılık geldikleri ol- bu bağlamda tarurnlann bularuklığının ço-
gularla örtüşüp örtüşmcdiklerine bakıla ğu durumda, eşanlamlı sözcüklerin, eğ
rak belirlenecek bir konudm. Felsefe ta- retilemeli deyişlerin ya da genelde alışıl
rihinin bu ilk "uygunlukçu doğruluk ku- madık anlatımların kullanılmasından kay-
rarru" en özlü anlatımını Aristoteles'in naklandığını düşünmektedir. Kuşkusuz
şu tümcesinde bulmaktadır: "Olıın bir Aristoteles mantığının en temel bölümü-
şeyin olduğunu, olmayan bir şeyin ol- nü tasım konusu oluşturmaktadır. Nite-
madığını söylemek doğru; buna karşı o- kim ''Bütün insanlar ölümlüdür''; "Sok-
lan bir şeyin olmadığını, olmayan bir şe rates bir insandır"; "Demek ki Sokrntes
yin olduğunu söylemekse yanlıştır.'' Bu ölümlüdür" biçiminde klasik tasım ör-
tümceden de açıkça görülebileceği üzere, neğinde ortaya konan mantıksal uslam-
Aristotcles için önermeler ya "olumlama" lama biçimi, iki bin yılı aşkın bir süre
amaçlıdırlar ya da "olumsuzlama" amaç- boyunca mantık alanında egemenliğini
lı. Bu anlamda önermeler ya tümeldirler korumuştur.
ya da tikeldirlcr, ya da bu ikisinden biri Tin (ruh) ile beden arasındaki ilişkiyi
olmadıklannda tümellik ile tikellik karşı yine "Madde ile Form" öğretisine dayalı
sındaki konumlan belirsizdir. Bu nokta- olarak açıklayan Aristotcles, bu bağlam
da Aristotelesfa üstünde durduğu ö- da sunduğu tin ya da zihin felsefesi araş
nemli konulardan birini de tant111 oluş tırmasına değişik varlıklarda değişik tin
turmaktadır. Aristotcles, tanımı bir ko- türlerinin bulunduğu öncülünden yola
nunun özsel niteliğini, hem cinsini hem çıkarak başlamaktadır. Aristoteles'in gö-
de öteki cinslerden ayrılıklannı içerecek rüşünde, tin her zaman için yaşayan bir
biçimde dile getiren önerme diye tanım bedenin formu olarak görülmek zorun-
lamaktadır. Doğru bir tanıma ulaşmak i- dadır. Bu temel zorunluluk doğrultusun
çin yapılması gereken, tarurru yapılacak da, söz konusu formun bitkilerdeki, us
konudan ayn düşünüldüklerinde çok da- taşımayan varlıklar olan hayvanlardaki ve
ha geniş bir kapsamı bulunan, ama bir- us taşıyan hayvanlar olan insanlardaki
likte düşünüldüklerinde ise kesinlikle bir- değişik görünümlerini inceleyen Aristo-
biriyle eş olan cins içindeki nitclikleri teles, bu bağlamda beslenmeden algıla
ortaya çıkarmaktır. Örneğin, hem "tek maya, düşünmeden arzulamaya, anımsa
!iiayı'' hem "çift !ii;'tyı" hem de .. s:.ıyı" t~k madan imgelemeye çeşitli yaşam etkinlik-
başlanna birbirlerinden ayn olarak alın lerine ilişkin oldukça ayrıntılı çözümle-
dıklarında "üçlü sayı" dan (üç kaya der- meler sunmuştur. Bununla birlikte Aris-
ken olduğu gibi üç nesnenin biraradalığı) toteles'in zihin felsefesi alanıyla doğru
daha geniş olmalanna karşın, birlikte a- dan ilinrili iki çalışması Tin Üz.eri11e ile
lındıklarında ona eşittirler. Dolayısıyla Parva Nat11ralia'da tinbilim, fizyoloji, bil-
cins tarumlaİI ilkece hiçbir türü dışarıda gikuramı, eylem kurarru gibi alanlara yö-
bımkmayacak biçimde vcrilmelidirler. nelik de önemli açıklamalar bulunmak-
Cins ile türler arasındaki aynmlar belir- tadır. Aristotcles en genel anlarruyla tini,
lendikten sonraki aşamada yapılması ge- doğal bir bedenin olabilecek en üst dü-
rekense, değişik türlerin ortak özellikle- zey bir yetkinlikteki dışavurumu ya da
rini saptamaktır. Aristotcles'e göre tanım kendisini eksiksiz gerçekleştirimi olarak
lar ilkece üç ana nedenden ötürü yeter- tanımlamaktadır. Bu tanımdan da açık
sizlik ya da eksiklik gösterebilmektedir- lıkla görüleceği üzere, Aristotcles insanın
ler: © belirsiz, bulanık olduklannda ya tinsel durumlarıyla fizyolojik işleyişleri ya
103 Aristoteles
da süreçleri arasında çok yakın bir bağ duyma algısının özel nesnesi sestir; (ıı)
tlantı bulunduğunu düşünmektedir. Bu çeşitli duyularca aynı anda birlikte algıla
anlamda tin ile bedenin tıpkı et ile tırnak nan ortak. nesneler, sözgelimi devinim
gibi birbirinden ayrılmaz olduklannı sa- gibi; (ıiı) çıkanma dayalı nesneler, sözge-
vunan Aristotcles, kendinden önceki me- lirni beyazı algılayınca algıladığımız nes-
tafizikçilerin tini bütünüyle bedenden a- nenin beyaz bir nesne olduğunu algıla
yırarak bedenden bağımsız bir varlığı mak gibi. Aristoteles beş duyu organı a-
bulunduğunu düşünmeleriyle son derece rasından, dokunmayı en az bilgilendirici,
büyük bir yanlışın içine düştüklerini dile duymayı en çok öğretici, görmeyi ise en
getirmektedir. Nitekim, insanın tini ya değerli duyum olar.ık değerlendirmekte,
da zihninin bedenin fizyolojik koşullan hiçbir duyu organının da doğrudan algı
nın bir ürünü olmaktan çok, bütünüyle lamayıp her durumda 'hava' taıııfından
"bedenin hakikati" olduğunu ileri sür- etkilendiklerini dile getirmektedir. Hatta
mektedir. Daha açık bir deyişle, bedenin en doğrudan duyum olarak görülen do-
tözsel varlığı ancak bedensel koşullar a- kunmanın dahi belli ölçülerde havanın
ıııalığıyla gerçek anlamını edinebilmekte, araalığına gereksinimi vardır. Bu bağ
buna karşı tin ise kendisini doğrudan bi- lamda Aristotelcs için 'kalp' hem bütün
yolojik gelişime karşılık gelen "beslen- duyu nesııelerinde içerilen ortak nitelik-
me" (bitkilere özgü), "devinme" (hay- leri tanıdığından, hem de insana duyum
vanlaııı özgü), ."düşünme" (insanlaııı öz- bilincini kazandıııın en önemli duyum
gü) gibi aşamalarda gerçekleştiı:diği et- merkezi olduğundan en temel duyma or-
kinliğiyle ya da edimselliğiyle göstermek- ganıdır. Ôtc yanda Aristoteles zihnin en
tedir. Aristoteles için zihin bütün bö- önemli yetilerinden imgelemi, "asal du-
lümlerinde tam bir bütünlük ve birlik yuma yol açan devinim" diye tanımla
sergilerken son derece yüksek düzey bir maktadır. Bir başka deyişle, imgelem du-
uyumla varolmaktadır. Dolayısıyla, Pla- yu izlenimlerinin zihinde canlandınhp
ton'un öne sürdüğü gibi zihnin bir bö- görüntülendirildiği bir süreçtir, bu ne-
lümünün arzularken başka bir bölümü- denle özü gereği belleğin de temelini
nün kızgınlık duyduğunu düşünmek son oluşturmaktadır. İmgelemin sunduğu re-
derece saçmadır. simler usun temel düşünme malzemclc-
Aristotcles felsefesinde duyu organ- rini oluşturmaktadır.Yanılsamalar ile düş
lan aıııalığı.yla algılama, dışaodaki nes- ler de yine aynı biçimde duyu organının
nelerin biçimlerinin hangi maddeden o- uyanlmasına bağlı olaııık, dıtyu görüngü-
luştuklarından bağımsız olar.ık alımlan sünün gerçek varlığı tarafından belir-
malan anlamına gelmektedir. Sözgelimi lmmektedirler. Bellek bu bağlamda du-
tahtadan yapılma bir sandalye algısı san- yulardan gelen nesne resimlerinin zi-
dalyenin tahtalığından değil, sandalyenin hinde kopyalanarak sürekli koruma altı
sandalye biçiminde olduğunun algılan na alınması etkinliğidir. Buruı bağlı ola-
masından ileri gelmektedir. Bu anlainda r.ık anımsama ya da zihne geri çağımıa
tıpkı izlenimler gibi algılar da bir tür ni- ise, düşüncelerimiz aııısındaki çağrışım i-
teliksel değişime bağlı olarak gerçekleşti- · lişkilerini düzenleyen temel düşünme ya-
rilen bir devinim aıııalığı.yla olanaklılık salaoruı dayanmaktadır. İlk ilkelerin bil-
kazanmaktadırlar. Bu yüzden de salt a- gisinin ana kaynağı olan us, duymanın
'hmlayıa bir duygularum olarlık edilgen- tersine ne duyularla ne de tikellede sınır
likle bir tutulmalao bütünüyle yanlıştır. lanmış olmayıp bütünüyle özgür ve tü-
Aristotcles bu noktada duyularoı. algıla meldir. Duyu organlannca alınan duyum-
nan nesneleri üç ana başlık altında top- lar görüngüleı:in somut ve maddesel gö-
lamaktadır: © özel nesneler, sözgelimi rünümleriyle ilintiliyken, buna karşı usun
gömıe algısının özel nesnesi renkken, düşünceleri bu aynı görüngüleı:in soyut
Aristoteles UM
nıcak denli özünden uzaklaştırılarak kav- dan fizik kuramlarının tarihi ile evrenbil-
ranmış, hatta son deı:cce yanlış bir bi- gisi üstüne oldukça başaolı çalışmalardıı
çimde yer yer Yeni Platonculuk ile yer bulunmuştur. Okulun bir başka önemli
yer de Skolastik Felsefe ile eşdeğer bir üyesi Eudcmos, bilinen ilk matematik ta-
fclscfe konumu olarak anbşılmışar. rihini yazarken, Aristokscnos ise özünde
.ı\ristotclcs'in felsefeye bıraktığı. si- Aristotelesçi yaklaşımın inccliklerini ser-
linmesi olanaklı olmayan izlerin derinliği, gileyerek müzik üzerine oldukça değerli
felsefe dilinin sözdağannda bugün dahi düşüncclcr ortaya koymuştur. Geı:ck T-
kullanılan pek çok terim ya da kavramın heophrastos gerekse okulun ondan sonr.ı
özünde Aı:istotcles tarafından geliştiril başına geçen ikinci başkanı Straton, ho-
miş olduğu gerçeğine balalarak görüle- atlarının düşüncelerini körü körüne iz-
bilir. "Metafizik", "tasım", "kategori", lemekten çok, açıkça eleştirerek üzerinde
"öncül'', "sonuç", "töz", ''öz", "ilinek", durdukları konularda kendi özgün gö-
11 tür'', "cins''. 11gizilgüç", "istenç güç-
rüşlerini temellendirecek denli gözüpck,
süzliiğü'" C:alemsia) bunlardan yalnızca yaratıcı ve bağımsız düşünürler olmala-
birkaçıdır. Bu bağlamda günümüzün e- nyla dikkat çekmektedirler. ~keiou'un
tik, siyaset felsefesi, zihin felsefesi, meta- Aristoteles'in ölümünden sonraki bu ilk
fizik gibi alanlannda çalışma yapan çığ döneminde, çeşitli kaynaklarca okulda
daş felsefeciler dahi, düşüncelerini geliş yaklaşık 2000 öğrencinin· bulunduğu,
tirirken Aristotclcs'tcn önemli oranda bundan da önemlisi okulun içinde son
etkilendiklerini açık yüreklilikle dile gc- derece sıcak bir düşünsd alışveriş orta-
ıirmck:tcdirler. Aristotdcsçi düşünce çiz- mının kurulmasının olabilecek en iyi bi-
gisini olurlayao bu çağdaş düşünürlerin çimde başarıldığı bildirilmektedir. Söz-
karşısında yer alan öteki düşünürler de, gclimi "Stoacılık"ın kurucusu Kıbrıslı
Aristotelcsçi görüş ve yaklaşımları yad- Zenoo, Theophrastos'un topluluğunun
sımak adına Aristotelesçilik ile yüzleşir kendi topluluğundan hem sayıca daha
ken yine ister istemez onun etkisi alunda büyük olduğunu hem de aynı anda hep
kalmı'1ardır. Kuşkusuz XX. yüzyılda da- birlikte uyum içinde daha yüksek bir ses
hi Aristoteles'e böylesine derinden bir il- çıkarwklannı söyleyerek bu durumdan
ginin duyulabiliyor olması, salt günü- ötürü kendi okulu adına yazıklanmakta
müzde üı:ctilmiş yapınu bir ilgi olmaktan dır. Ne var ki Lyluiaa'da Aristotdesçilik
çok, bütün bir Batı Fclscfcsi tarihi içinde geleneğinin ilk temelleri daha yeni yeni
evrile evrile oluşmuş uzun Aristotclesçi- atılmaya başlanmışken, M.Ô. III. yüz-
lik geleneğinin doğal bir sonucudur. yılda Aristoteles'in belli başlı felsefe ko-
.ı\ristotelesçiliğin felsefe tarihinde iz- nıılanndaki temel görüşlerini çürütmek
leri geriye doğru sürüldüğünde pek çok amacıyla Stoacılığa ek olarak Platoncu,
önemli aşaması bulunduğu görülmekte- Epikurosçu ve Kuşkucu felsefe okulları
dir. Nitekim daha ölümünün üzerinden gibi çeşiıli felsefe okullannın dört koldan
birkaç yıl geçmemişken kendi kurduğu yürüttükleri değişik felsefe etkinlikleriyle,
felsefe okulu f..:1/r.ewıı, Aristotelesçi dü- Lyh.ioa giderek gözden düştüğü gibi,
şünceler tCmcıindc bilimsel ve felsefi a- merkezi konumunu yitireı:ck çok geç-
raŞurmaların en önemli merkezi konu- meden de dağılmıştır. f..:1/uioa'un dağıl
muna gclmiştir. Bu bağlamda Aristote- masıyla l;ıirlikte Aristotdesçilik kendi i-
les'in ölümü üzerine L.Jklitm'uo başına çinde büyük bir sarsıntı yaşayarak, çoğu
geçen öğrencilerinden Thcophrastos, bir birbirinden habersiz ve bağımsız çalışan
yandan hocasının biyoloji alanındaki a- düşünürlerin çalışmalarıyla ayakta kalma-
raşurmalanrun kapsamını özclliklc bitki- ya çalışmıştır.
bilirn alanında yaptığı incelemeler yoluy- M.Ô. I. yüzyılda Aristotclcs'in elyaz-
la genişletip derinleştirirken, öbür yan- malarının Rodoslu Andronikos tarafın-
Aristotclcsçilik 108
dan derlenmesine bağlı olarak Aristote- pıtlan üstüne yaptıkları yorumlarla filo-
lcs'in düşünceleri felsefe okullarının dar zofun düşünsel mirasını geliştirip ileri
sınırlan içinde kalmaktan kurtularak, de- götürme arayışındaki Suriyeli, Arap ve
ğişik bölgelerden farklı düşünütlerce yay- Türk düşünürlerin önemli bir yeri vardır.
gın bir biçimde ele alınıp işlenmeye baş Nitekim Aristotelesçiliği çok büyük öl-
lanmışur. Nitekim M.S. II. ile VI. yüzyıl çüde bu önemli İslam filozoflarından
lar arasında bir dizi araşnmıacı bilgin, öğrenen Avrupalı düşünürler, sundukları
söz konusu yazılan kılı kırk yaran bir özgün çalışmalarla XIII. yüzyıl Batı
Av-
özenle inceleyerek, Aristotı:les 'in mantık, rupası'nda Aristotelesçiliğe bir anlamda
fizik ve metafizik konularındaki düşün çağ atlatmışlardır. Aristoteles'in Batı'da
ccletine çok ayn bir dikkatle eğilmişler yeniden keşfedilmesine önayak olan, A-
dir. Bu bağlamda Aphrodisiaslı İskender ristotelesç~n İslam felsefesindeki u-
(M.S. il. yüzyıl) ile Porphyrios (M.S. III. zantısına karşılık gelen düşünürler ara-
yüzyıl) bir yanda, Philoponos ile Simp- sında en önemlileri olarak İbn Sina (Avi-
likios (M.S. VI. yüzyıl) öbür yanda Aris- cenna) ile İbn Rüşd'ün (Averroes) adları
totelesçi geleneğin gelişimine en önemli sayılabilir. Bu bağlamda Aristoteles'in e-
katkılarda bulunan düşünürlerdir. Bu dö- limize ulaşmayı başarmış bütün yapıtları
nemde Aristotelesçi gelenektı: yer alan üstüne aydınlatıcı değeri yüksek son de-
düşünürlerden sayısı hiç de azımsanama rece başarılı yorumlar sunması, İbn Rüşd'
yacak bir bölümünün, Aristoteles'in gö- ün Batı'da "Yorumcu" diye anılma.~ına
rüşlerini salt yorumlamakla yetinmeyip yol açmıştır. ( O dönemde Aristoteles'e
bir dizi önemli eleştirilerde de bulunduk- de "tek"~ni vurgulamak için "Fılozof'
lan açıklıkla görülmektedir. Sözgelimi A- denmekteydi.) İbn Rüşd'ün yaptığı yo-
ristoteles'in yazılarındaki düşünceleriyle rumlara eşlik eden temel düşüncesi, A~
arasına eleştirel bir uzaklık koymaya ö- ristoteles'in mantık, doğa bilimi ve me-
zen gösteren düşünürler arasında başı. tafizik araşnmıalannı başlattığı gibi bu
çeken Philoponos, Aristotelcs'in "devin- ar-~şnmıalann nasıl yapılacağını da en
bilgisi (dirıamik)" anlayışına birtakım kök- yetkin biçimiyle temellendirmiş olduğu
lü karşı çıkışlarda bulunarak kendi geliş yönündedir. Arapça yazılmış Aristoteles
tirdiği değişim ile devinim açıklamalannı yazılan ile yorumlannın Larince'ye çev-
temellendirmeye çalışmıştır. Kimi felsefe rilmesi yoluyla İspanya üzerinden Batı'ya
tarihçilerinin gözünde "Aristotelesçiliğin yı:niden gelen Aristoteles'in düşünceleri,
Birinci Rönesansı" diye de adlandırılan yalnızca büyük yankılar uyandırmakla
Aristotelesçi~n giderek ivme kazandığı kalmamış, çok geçmeden başgösteren
bu yükseliş dönemi, 1. İustinianos'un geniş ve derin ilgiyle doğru orantılı ola-
MS. 529 yılında Arina'da kurulu bulu- rak Aristotelcsçiliğin geleceği üzetinde
nan bütün felsefe okullarını kapatmasıy önemli etkilerde bulunan çalışmalar peş
la son bulmuştur. Aristotelesçiliğin Ati- peşe birbirini izlemiştir. Ne var ki Aris-
na'da yaşadığı bu olumsuzluğa karşın, toteles'in bu ikinci kez keşfedildiği dö-
bir başka önemli merkez İstanbul'da A- nemin daha henüz başlarındayken, orto-
ristoteles'in düşünceleri uzun yıllar bo- doks Hıristiyanlığa karşı önemli bir teh-
yunca araştmlıp incelenriıeye devam et- like olarak görülmesi nedeniyle, 1210 yı
miş olmakla birlikte, burada yapılan ça- lında Paris Konsülü Aristotelesçi temel-
lışmalann geleneğin sonraki gelişimi üs- lerde doğa felsefesi üzetine çalışma ya-
tünde belirleyici olacak denli önemli ü- panların sorgusuz sualsiz aforoz edilece-
rünler ortaya koyamadığı görülmektedir ğini açıkça duyurmuştur. Ancak bu tür
Öte yanda tarihte "Aristotelesçiliğin Kilise bas kılan Aristoteles 'in yapıtlan ü-
İkinci Rönesansı" diye anılan dönemin zerine yaygın bir biçimde çalışılmasının
başlamasında, bilimsel ve metafizik ya- önünü almayı başaramamışur. Aradan
109 Aristotelesçilik
çok geçmeden HaçWann İstanbul'da Yu- dini barıştırmaya yönelik temel amacı
ıµııılı yorumcularca oldukça eksiksiz bir doğrultusunda, Aristoteles felsefesini, Hı
biçimde Latince'ye çevrilmiş Aristotcles ristiyanlığı ve döneminin bilimsel düşü
elyazmalannı bulması, buna bağlı olarak nüşünü bir potada eriterek kaynaştırma
da söz konusu yazılan kolaylıkla ulaşıla arayışı içinde olmuştur. Aquinas 'ın bu üç
bilir bir konuma taşıması Aristotclesçilik alan arasında kurduğu son derece başa
geleneğinin yeniden ivme kazanması gibi rılı bireşim, Aristoteles'in düşünceleri te-
önemli bir sonucu da beraberinde getir- melinde oluşan Hıristiyan yönelimli A-
miştir. ristotelesçilik anlayışının uzun yüzyıllar
İzleyen birkaç kuşak içersinde, Aris- seçkin bir konumda varlığını sürdürme-
toteles yazılan Avrupa'da ki üniversite sinin önünü açmıştır. Nitekim Aristote-
yaşamının da birincil değerde önemli bir les'in yalnızca felsefe tarihinde değil, tan-
parçası, felsefe eğitiminin olmazsa olmaz nbilim tarihinde de tartışmasız en büyük
metinleri konumuna yükselmiştir. Kuş filozof .olarak görülmesi gerçeği en iyi
kusuz bu durumun oluşumunda, Alber- anlatımım Dante'nin Aristotcles için ver-
tus Magnus ile Thomas Aquinas adlı iki diği "bilenlerin ustası" betimlemesinde
büyük tannbilimcinin, Aristoteles'in dü- bulmaktadır. Bununla birlikte Aquinas.'ın
şüncelerine duydukları düşünsel yakınlık Aristoteles felsefesine yönelik bireşimci
uyarınca, söz konusu düşünceleri Hıris yaklaşımının, Aristotelesçiliğin sonraki
tiyanlıkla bir çelişki içermeyecek biçimde gelişimi üzerinde -özellikle kimi nokta-
ustalıkla yorumlamayı başatmış olmala- lar düşünüldüğünde- yararları yanında
rının katkısı yadsınamaz. İki düşünür de oldukça büyük zararları da olmuştur. Ni-
ellerinden geldiğince Aristoteles felsefe- tekim XIII. yüzyılın sona erişiyle birlikte
sinin temel ilkelerini dönemin Hıristiyan Aristoteles, dolayısıyla da Aristotelesçilik
düşüncesiyle dizgeli bir yolla bütünleş büyük ölçüde varolan duzenin körü kö-
tirmeye çalışmışlardır. Bu bağlamda Al- rüne korunmaya çalışılması anlamında
bertus Magnus, Aristotcles XIII. yüz- stat11s q11o'culuk ile birlikte anıldığı gibi,
yılda yaşasaydı, bütün yeni gelişmelerden daha yenilikçi düşünceler ile bilimsel bu-
haberdar olsaydı acaba neler söylerdi so- luşlara karşı duyulan dogmacı direnişle
rusu temelinde,Aristotclesçi terimler doğ özdeşleştirilir olmuştur. Doğal olarak bu
rultusunda bütün doğanın açıklamasını durum karşısında çok geçmeden Ock-
sunmayı amaçlamıştır. Öte yanda Tho- hamlı Wılliam Oxford'da, baştaJean Bu-
mas Aquinas'ın temel amaanın ise, A- ridan ile Saksonyalı Albert olmak üzere
ristoteles'in yazılarında kesin olarak var- pek çok düşünür Paris'te Aristoteles'in
dığı sonuçlardan hangisinin günün ko- kendi düşünceleri ile bu düşüncelere ge-
şullan düşünüldüğünde bir anlam taşıdı tirilen yorumlardan yola çıkarak Aristo-
ğını açıklığa kavuşturmak olduğu görül- telesçiliğe karşı saldırıya geçmişlerdir.
mektedir. Sözgelimi bu noktada dinine XIV. yüzyılın sonlarına doğru aynı ken-
içtenlikle bağlı bir Hıristiyan olarak A- dilerinden çok önceki Philoponus gibi,
quinas, Aristoteles'in dünyanın bir baş tutuculuğa açık kapı bıraktığını düşün
langıo olmadığına yönelik savını çürüt- dükleri Aristotdes'in devimbilgisi ile gök-
meye çalışırken, dünyanın başlangıo so- bilim alanlarındaki görüşlerini eleştiri yağ
rusunun yanıtının ancak vahiy yoluyla muruna tutmuşlardır. Böylelikle. kayıtsız
bilinebilir bir konu olduğunu ileri sür- koşulsuz yüzyıllardır tek egemen duru-
mektedir. Bir başka deyişle, Aristoteles' munda bulunan Aristotdes fiziğinin ilgili
in yanıtladığı sorunun özünde felsefece bölümlerinin çökertilmesi bağlamında
uslamlamaya açık bir konu olmadığını Nicolaus Copemicus ile Galileo Galilei'
dile getirerek Aristoteles'e karşı açık bir nin önü açılmış, işleri bir hayli kolaylaş
eleştiri getirmektedir. Aquinas, felsefe ile mıştır. Çok büyük bir olasılıkla uzun
Aristotelesçilik 110
!arından önemli bir koluna karşılık gelen da, öteki alanlar bir yana özellikle iki
sanat fdsefesi alanında, Aristoteles'in alanda, eylem fdsefesi ile metafizik tar-
Poth'luı ile '&torik adlı yapıtlarının etkisi- ~şmalar bağlamında son derece güçlü ve
nin XVII. yüzyılda derinden duyumsan- canlı olarak wrlığını sürdürdüğü görül-
dığı görülmektedir. Bu bağlamda Ari.,to- mektedir. Eylem fdsefesi alanında ça-
tcles,.ın çizdiği çerçevede kendilerini tra- lışmalar yapan pek çok çağdaş felsefeci,
gedya yazmaya adayan Fransız oyun ya- "Bir eylemi eylem kılan nedir?", "Ey-
zarları Comeille ile Racine'in çalışmaları lemler birbirlerinden nasıl aynlabilirler?'',
ayrı bir yer tutmaktadır. Comeille, Aris- "Ussal eylemleri usdışı eylemlerden ayı
totcles'in temcllcndirdiği dramatik ilkde- nrkeı;ı başvurulacak ölçütler nd~rdir?"
rin bütün insanlar ve bütün zamanlar i- gibi sonılann ışığı altında insan eylemle-
çin geçerli olduğunu bdirtcrek açıklıkla rini açıklığa kawşturmaya çalışırken, A-
Aristotclesçiliğini ilan etmiştir. Öte yan- ristoteles'in usdışı eylemleri anlatmak i-
da XIX yüzyıl biyoloji biliminde Dar- çin başvurduğu *t1~t1 Qstenç güçsüz-
win, çok derinden etkilendiği Aristote- lüğii) çözümlemesinden geniş oranda ya-
lcs'in biyolojik gözlemleri ile kuramları rarlanmaktadırlar. Öteden beri Aristote-
karşısında Aristotclesçiliğini şu sözlerle les 'e ayrı bir yakınlığın duyulduğu, hatta
dile getirmektedir: "linneaus ile Cuvier kimilerinin gözünde çözümleyici felse-
benim tannlanmdı, oysa onlar eski koca fenin ilk temellerini atan filozof olarak
Aristoteles'in öğrencisi olabilirler yalnız görüldüğü İngilizce konuşulan ülkelerin
ca." Anciık. Daı:win'in bu sözleri Aris- çözümleyici felsefe geleneğinde, Austin,
totcles'in bilimsel açıklama, metafizik ve Anscombe, Von Wright ve Davidson
mantık alanlarındaki temel görüşlerinin gibi fdsefecilerin başı çektiği bir dizi dü-
ya bütünüyle ya da belli bölümleriyle çü- şünür, Aristotcles'in eylem üstüne gö-
rütülmüş olduğu gerçeğini değiştirme rüşlerini yeniden canlandırarak çözümle-
mektedir. Nitekim Darwin'in kendi dü- yici temeller üstüne kunılu çağdaş bir A-
şünceleri de Aristotcles,.ın öne sürdüğü ristotelesçilik yorumu sunma arayışı içer-
biyoloji biliminin araştırma konusu olan sine girmişlerdir. Öte yanda yine Aristo-
görüngülerin yalnızca "erekbilgisd" çö- telesçiliğin etkileri, "çözümleyici metafı
zümleme kipi doğrultusunda açıklanabi zilc" yapan iki Amerikalı felsefeci Saul
lir olduklannı bütünüyle yadsımaktadır. Kripke ile Hilary Putruım'ın çalışmala
Son iki yüzyılda Aristotelesçilik gelene- nnda kendisini açıklıkla göstermektedir.
ğinde birtakım önemli kınlmalann ya- Ötekilerden daha çok Arisıoteles 'in
şandığı görülmektedir. xıx. yüzyılda a- "töz'', "öz", "doğal türleı'' üstüne dü-
raştırmacılar 1831 yılında basımı yapıl şüncelerine yoğunlaşan bu iki düşünür,
mış Berlin edisyonu üzerinden Aristote- pek çok konuda Aristotcles'in çözüm-
les'in yapıtlarının daha sağlam, daha gü- lemderiyle wrdığı sonuçlan çağdnş yol-
venilir bir edisyonuna ulaşmak· amacıyla larla tanıtlamanın peşindedirler. Günü-
onarılmış bir baskı yapma işine soyun- müz çağdaş felsefesinde kimse kendisini
muşlardır. Daha sonradan gelen kimi A- doğrudan Aristotdcsçi olarak tanımla
ristotelesçiler, Aristoteles'in söylenecek madığından bir felsefe geleneği ya da
her şeyin enson anlamda söylenmiş ol- okulu olarak Aristotelcsçiliğin izlerini
duğu bütünüyle bitmiş bir dizge ortaya seçmek her durumda olanaklı olmamak-
koymaktan çok, gdiştirilme ve değişti la birlikte, son dönem fdsefe metinlerin-
riJmeye olanak tanıyan açık uçlu bir dü- deki Aristotcles göndermelerinin gerek
şünce demeti bıraktığı görüşünde birleş içeriğine gerek yöndimlerine bakılacak
mektedirler. olursa, xvıı. yüzyılda başgösteren Aris-
Aristotdesçiliğin XX. yüzyıl çağdaş totdesçilik karşıtlığından bu yana, Aris-
fclscfcsindeki son durumuna bakıldığınc totelesçiliğin tarihinde bir eşi daha bu-
arkada§lık siyaseti 112
ona indirgeyemediğimiz ama hep yakı Arkcsilaos (M.Ö. ykl. 315-242) İlkçağ
nı1I112da ve yanı1I112da olduğunu
duyum- Yunan felsefesinin gözde felsefe okulu,
sar gibi olduğumuz kişi olduğunun altını Platon'un kurduğu Akadcmia'nın Kra-
özellikle çizmektedir. Gerçek arkadaşlık tes'ten sonraki yöneticisi. Eski Yunan fi-
ilişkisi bu anlamda, hep birbirlerinin ben- lozofu Arkesilaos, Akademia Kuşkucu
lik sınırlarına göz dağı veren, karşılıklı luğu diye de bilinen Yeni Akademia'nın
olarak birbirlerinin yapıp etmeleri karşı kurucusudur. İlk kez onun eliyle Akade-
sında hem "izleniyorum" hem de "izli- mia 'nın felsefesine kuşkucu öğeler so-
yorum" duygusunu aynı anda birlikte ya- kulmuştur.
şayan, birbirlerinin yerleştikleri ben ko- Hem Akademia'nın içinde iyiden iyi-
numlarını yıkmak amaayla sahiplenilmiş ye yer etmiş dogll)aa Platoncu metafi-
benlik korunaklarını çökertmeye yönelik ziğe, hem de Stoacılarca geliştirilen bilgi
bir ötekilik ilişkisiyle birbirlerine yakla- üzerine dogmaa görüşlere karşı çıkan
şan kişiler ar.ısında olanaklıdır. Bir başka Arkesilaos, ılımlı bir kuşkuculuktan yana
deyişle, benim için gerçek arkadaş bir olmuştur. Bu duruşu, kendisine herhangi
türlü tanımlayamadığım, ne yaparsam ya- bir konuda yargıda bulunmaktan kaçın
payım bir yere yerleştiremediğim, her du- ma ('*epolehe) tavrını düstur edinmesiyle
rumda varlığıyla, söyledikleriyle, bakışla iyice belirginleşir. Arkesilaos bir yandan
nyla benimi ezen, benimin sınırlarını çiğ da Sokratesçi *tle11kholt.'ln etkilenerek, o-
neyen, beni sınırlarımın ötesine çıkmaya mın yönteminin kuşkucu yönlerini öne
zorlayarak ötekiliğine çağırandır. Bu doğ çıkartmaya uğraşır. Hatta Sokmtes'ten
rultuda arkadaşlık siyasetinin "ben'', "bi- de ileriye gidip "tek bildiğim bir şey var-
rey", "özne" tasarımları ile bunların tii- sa, o da hiçbir şey bilmediğimdir'' tüm-
revleri üstüne kurulu olası bütün siyaset cesinden bile emin olmadığını dile getir-
yapılarını yapısöküme uğratııcağını öne miştir. Aynca bkz. Akademia; Yeni A-
süren Derrida, söz konusu tasarımı kuş kademia.
kusuz Levinas'ın düşüncelerinde ortaya
konan öteki için duyulan sorumluluğun arkhe (Yun.) Sözcük olarak "başlangıç";
yapısökümcü bir değişkesi olarak dola- "ilk olan"; "ilk ilke"; "köken''; "ilk ne-
şıma sokmaktadır. Bu tasarımıyla Derri- den"; "yönetici ilke" türünden birçok
da genel ilkeler, temeller ve kurallar koy- anlamı olan; ilkçağ Yunan felsefesinde i-
maya ya da önce keşfedip sonra temel- se daha çok "tüm şeylerin varlık kaynağı;
lendirmeye dayalı geleneksel etiği, hiçbir her şeyin kendisinden çıktığı, değişmeyi
durumda "kavramsallaştırarak düşünme yaratıp da kendisi değişmeyen ilk töz ya
olanağı" bulunmayan öteki deneyiminin da ilke'' anlamında kullanılan terim.
beşiği arkadaşlık ilişkisine taşımaktadır. Her ne kadar arkhe tasarımını felsefe-
Derrida, bu yapısökümcü etiğe bağlı ola- nin ilk tohumlarını atan Thales'e borçlu
rak, arkadaşlıkta yeri bulunmayan, kime olsak da bu anlamıyla arkhe ilk kez Sok-
seslendiği belli olmayan siyaset söylemi- rates öncesi felsefede doğa 6lozoflan i-
nin genci jargonu ile klişeleri yerine, yüz çerisinde yer alan Anaksirnandros tara-
yüze iletişimde bana seslenen, beni yanı fından kullanılmıştır. Kendisinden sonrn
na çağıran, ama bir türlü seslenişine ku- gelen ilkçağ Yunan düşünürleri de onu
lak verip yanına gidemeden kendisini de- izlemiştir. Aristoteles, Sokr.ıtes öncesi fel-
neyimlediğim ötekinin ötekiliğinde göv- sefenin atie.he arayışını bir tür maddesel
delenen bir siyaset biçimi tasarlayarak, neden arayışı diye tanımlamıştır (Mtıaji
bu tür bir siyasetin taşıdığı yapısökümcü :efk, 983-985b). Anaksimandros'un dışın
olanaklar üzerine hep birlikte düşünme daki İyonyalı fılozoflar (fhales, Anaksi-
önerisinde bulunmaktadır. Aynca bkz. menes vd.) arkhe diye su, hava, ateş, top-
Derrida, Jacqucs; philia. rak gibi elle tutulur ya da gözle görülür
arkhitektonike 114
Eski Yunanca'da "temelini atmak/ Sık sık zamanın önde gelen felsefe-
kurmak" ya da "inşa etmek" anlamına cileriyle, tannbilimcileriyle sıkı tartışma
gelen arlehitektonein'den türetilen bir te- lara giren Amauld'nun yaşadığı dönemin
rim olarak arkiteletonik ise "bilginin bü- en keskin ve en çalışkan düşünürlerin
tünlüklü düzcnlenişi"ne ya da "bilginin den biri olduğu kabul edilmektedir. Ar-
dizgeleştirilmesi"ne karşılık gelir. Bu te- nauld Doğru ve 'iim6ş Dii/iinrekr Üz.erine
rimin felsefe dilinde yerleşiklik kazan- (fraite des vtaies et des fausses idees,
ması önce Kant (Sah Ale611 Eleştirisi, 1683) adlı yapıtında Malebranche'ın Do-
1781) ardından da C. S. Peirce eliyle ger- ğa ve Kqyra Üz.erint (rraite de la na ture et
çekleşmiştir. Peirce, 1890'lann sonunda, de la gclce, 1680) adlı yapıtındaki "her
felsefenin arkitektonik bir niteliğe bürün- şeyi Tann'da görebiliriz" ve "Tann özel
dürülmesi, kendi kendini denetleyebilen bir istençle değil genel bir istençle eyler"
"dizgeli" bir yapıya kavuşturulması ge- savlanna dayalı tasanmcılığını kıyasıya
rekliliğinin aluru çizmiştir. Peirce'ın fel- eleştirir. Amauld, Malebranche'a yönelt-
sefe için önerdiği biçimiyle arkitektonik ciği eleştirilerinde, Malebranche'ın dü-
yapının temel amacı, birbirinden kopuk şüncelerinin Tann'yı dünyanın doğrudan
biçimde yol aldığını düşündüğü felsefe yönetiminden çekip alarak Katolik inan-
dallarını ya da onun deyişiyle "felsefe bi- an olmazsa olmazı ''Tanrı'nın kayrası"
limleri"ni birbirinden "haberli" hale ge- öğrecisini zayıflattığını ve Tann'nın is-
tirmek; her bölümü birbiriyle uyum i- tencinin etkinlik alanını daralttığını sa-
çinde "iç içe" geçmiş bir "bütün" (diz- vunur. Amauld aynca Leibniz'in ona gön-
ge/felsefe) oluŞturmaktır. Pcirce'ın ardı derdiği Metafizik Ü~riflt Kon11ş111a (Dis-
na düştüğü bütünlüklü felsefe, deyim ye- cours de metaphysique, 1686) adlı yapı
rindeyse, bir "anca beraber kanca ber-d- tını ayrıntılı bir biçimde eleştirmişti.:. Ar-
ber" felsefesidir. Aynca bkz. Peirce, nauld'nun zorunluluğa, nedenselliğe, te-
Charles Sanden. kil. özlerin doğasına, özsel ve ilineksel ni-
telikler ayrımına ilişkin eleştirileri Lcib-
Arkhytas bkz. Pythagoras. niz'in öğrecisini daha derinlemesine dü-
115 artzamanlı/epamanh
kışı onaya seren bir tür film şeridi gibi- sinJemek adına ya da ussal amaçlar uğ
dir. Başlıca amaa ·şeylerin zaman içinde runa bastırmakur. Geleneksel usçu dü-
nasıl değişim gösterdiklerini açıklıkla or- zeneklerin hemen tümü, arzunun diledi-
taya sermektir. Buna karşı eşzamanlı yak- ğince, alabildiğine özgür bir biçimde ak-
laşım, dilsel bir dizgenin zamana hiçbir masını engellemek için tasarlanmış gibi-
göndermede bıılunmaksızın hep belli bir dirler. Söz konusu düzenekler, arzuyu
durum içindeki halinin incelenmesinden dengede tutarak durağanlaştırmak için
meydana gelmektedir. Belli bir dizgenin arzuyu yoğun bir denetim alunda tutar-
anlık bir resmini sunan şipşak çekilmiş larken, arzunun bütün yaraucı gücünü,
bir fotoğrafı andırmaktadır. Sözgclimi, bütün üretkenliğini de yok etmektedirler.
belli bir anda eldeki sözcüğün öteki söz- İki düşünürün arzunun doğal akışına
cüklerden nasıl ayrıldığının bir kenara karşı işleyen modem düşünceye karşı çı
not edilmesi eşzamanlı bir yaklaşıma ör- karlarken geliştirdikleri arzu felsefesi, bü-
nektir. Bu anlamda eşzamanlı yaklaşım yük ölçüde Nietzsche'nin "erk istenci"
temelde belli bir dizgenin bclli, bir anda (güç istenu) anlayışından esinlenmiştir.
her bir parçasının dizgeyle nasıl uyum Ddeuze ile Guattari'ye göre arzu, do-
içinde oldukları sorusu üstüne odaklan- ğası gereği yitirdiği nesneyi yeniden bufa-
maktadır. Dilin anlaşılması çabası bağla rak kendisini gerçekleştirmeye çalışan bir
mında eşzamanlı yaklaşımın önemi, Saus- eksiklik olmaktan çok, hep kişiyi yeni i-
sure'ün her göstergenin kendi eşzamanlı lişkiler, yepyeni başlangıçlar, bambaşka
dizgesi içerisinde kendisini tanımlayan deneyimler aramaya yönlendiren üretken
özgül ilişkileri dışında hiçbir özclliği ol- bir enerjidir. Bu anlamda arzu felsefesi
madığını vurgulamasında yatmaktadır. anlayışında arzunun hep bir eksiklik ola-
Yaptığı bu aynından hareketle Saussure, rak kavrandığı idealist, diyalektik, yok-
XIX. yüzyıl filolojisinin (betikbilim) düş sayıcı yorumlara karşı açık bir karşı çıkış
tüğü anzamanlı yaklaşım yanlışına karşı, söz konusudur. Bu nedenle Deleuze ile
araştırmalarda eşzamanlı boyuta ya da Guattari arzuyu edilgen bir konum ola-
eksene öncelik tanınması gerektiğini
sa- rak tasarlamak yerine, onu "dinamik bir
vunmaktadır. Çoğulannın gözünde yapı makine" biçiminde etkinliğin temel kay-
salalık anlayışı eşzamanlı bir yaklaşım nağı olarak temellendirmektedirler. Buna
üstüne kurıılmuş bir kuramdır. Aynca göre arzu, hem dışandaki nesnelerle hem
bkz. Saussure, Ferdinand de; yapısal de başka arzulayan makinelerle girdiği
cılık. ilişkilerde dünyayı ve dünyadaki şeylerin
gerçekliğini meydana getirir. Bir bütün
arzu felsefesi [İng. philoıopl!J of Jeıire-, Fr. olarak Deleuze ile Guattari'ııin arzu fd-
philosophie d11 diıir, Alm. philosophit deı sefesi çözümlemeleri, aile ortanu, eğitim
ll'llnsmes] Son dönem Çağdaş Fransız kurumlan, toplumsal yasalar ve gdenek
Felsefesi'nin en önemli düşünürlerinden görenekler yoluyla arzu yaşanusının nasıl
Deleuze ile Gııattari'nin modem düşün dört bir yandan kuşatıldığını açık bir bi-
ce tasarımlarının egemenliği karşısında çimde sergileyerek, arzuya yaraucılığını
ezilen, çeşitli baskı stratejileri yoluyla iğ yeniden kazandırmayı amaçlamaktadır.
diş edilen arzuyu yeniden ayağa kaldıra Arzunun, libidonun bilinçdışı kısmı tara-
rak olumlu yaraucı bir güç olarak öz- fından çok çeşitli ilişki örüntüleri aracılı
gürlüğüne kavuşrıırmak amacıyla ortaya ğıyla sürekli yeniden üretildiği düşüncesi
atuklan bir dizi düşünceyi anlatan felsefe üstüne kurulan arzu felsefesi, arzuyu ta-
terimi. Bu düşünürlere göre, modem dün- hakküm alunda tutarak kendilerini yeni-
yanın en belirleyici özelliği, genel bir us- den üretmeyi başaran geleneksel yapı ve
sallaşurma süreci uyannca arzuyu hep us- kurumlara, arzuyu olumsuzlayan mo-
sal bilinç yaşanusının doğruluğunu ke- dem tasanın ve düşüncelere karşı bir sa-
117 Aster, Ernat von
vaş çağrısı gibidir. Ayrıca bkz. Dcleuze, kültesi'nde Hukuk Felsefesi derslerine
Gilles; Guattari, Felix. girdi. Tatil için gittiği İsveç'teki ölümüne ·
(1948) kadar görev yaptığı 12 yıl içinde,
Askalonlu Antiokhos (M.Ö. ykl 130- Alman hocalar arasında Türkiye'de en
68) Larissalı Philon 'un öğrencisi, Yeni uzun süre kalanlardan biri olarak, Walter
Akademia'nın son önemli temsilcisi olan Kranz 'ın da desteğiyle oldukça verimli ça-
ilkçağ Yunan filozofu. Antiokhos'la bir- lışmalar yapu.
likte, Arkesilaos'tan bu yana Akademia' Emst von Aster, 30 Aralık t 936 tari-
yı eline geçirmiş olan kuşkuculuk bir ya- hinde dekanlığa verdiği bir dilekçede,
na bırakılıp, Eski Akademia'run Platon- Genel Felsefe ve Bilgi Teorisi derslerinin
culuğuna geri dönülmüştür. Antiokhos Felsefe Tarilıi dersleri ile ayru elde top-
seçmeci bir felsefe tutumunu benimseye- lanmasını doğru bulduğunu bildirir; bu
rek Platon, Aristoteles ve Stoaa felsefe- nedenle de Felsefe Bölümü'nde duyulan
nin görüşlerini harmanlamış, bunlan uz- öğretim üyesi ihtiyacının karşılanabilme
laşurmayı denemiştir. si için Almanya'dan Halle Üniversitesi
Orta Dönem Platonculuk'un kurucu- Klasik Filoloji profesörlerinden Walter
su da sayılan Antiokhos'un yapıtları eli- Kranz'ın getirilmesini önerir. Onun bu
mize ulaşmamışsa da düşünceleri Cicero' girişiminin arka planında bölümde oturt-
nun eliyle bize taşınmışur. Cicero onun mak istediği -R.eichenbach'a zıt- eğitim
bilgikuramını Afademfra'da; Stoaa ahlak çizgisi vardır. Aster'e göre felsefe tarilıi
eleştirisini De .ftnibııı IV'te; Aristotelesçi bilinmeden sistematik felsefe yapılamaz.
ahlak üzerine görüşlerini de De .ftnibııs Türkiye'de felsefe alanındaki ilk aka-
V'te özetlemiştir. Ayrıca bkz. Akade- demik periyodik girişimine önayak olan
mia; Yeni Akademia. da Aster'dir. Felteft Sentit1eri Dergiri bu gi-
rişimin başlangıadır. Bu derginin ilk ya-
Ast, Friedrich bkz. yorumbilgisi. zısında Aster, Felsefe Bölümü'nde veri-
len felsefe eğitiminin dayandığı felsefe
Aster, Emat von (1880, Berlin-1948, anlayışını, R.eichenbach'ın bilim felsefe-
Stockholm) Nominalizmi (adcılık) epis- sini temele alan yaklaşımına bir tepki
temolojiyle (bilgikuramı) temellendirmek olarak, felsefe tarilıini temele alan bir
isteyen ve "felsefe tarihi"nin bağımsız yaklaşımla savunur: Lojistiğe dayanan bi-
bir disiplin olarak Türkiye'de gelişmesin lim felsefesi ne kadar önemli bir disiplin
de rolü bulunan Alman felsefeci. olursa olsun felsefenin ve bilgi kuramı
Prusyalı soylu bir aileden gelen Aster, nın en temel problemlerini konu almaz
Bcrlin'dc başlayan yükııeköğrenimini dıı ,.e çözümlemez. Felsefenin imkansızlığı
ha sonra Münih'te felsefe eğitimiyle sür- ru ya da gereksizliğini ileri sürmek ve te-
dürdü. Münih Üniversitesi'nde doçent mellendirmeye çalışmak mümkün değil
ve profesör oldu. 1920'de Giessen Üni- dir. Felsefe tarilıini dikkate almadan fel-
versitesi'ne geçti. t 933'te Naziler politik sefe problemlerini incelemenin asla im-
görüşlerinden dolayı görevine son verdi. kıinı yoktur. Felsefe problemlerinin bu
Bir süre İsveç'te yaşadı. 24 Ekim 1936 özelliği, bunların ebedi bir karakter taşı
tarihinde İstanbul Üniversitesi Felsefe malarından doğmaktadır. Felsefe tarihi ö-
Bölümü'nde Felsefe Tarihi Kürsüsü'nde lünün değil canlının; halihazırın tarihidir.
göreve başladı. Reichenbach'ın 1938'de Bu bilimin tarih olabilmesi için felsefe
A.B.D.'ye gitmesi üzerine Felsefe Bö- tarilıinin bizzat "felsefe" olması gerek-
lümü başkanlığına getirildi. Burada Yu- mektedir.
nan Felsefesi Tarillİ, Çağdaş Felsefe Ta- Aster akademik periyodik girişimini
rihi, Felsefe Tarihi Semineri, Bilgi Teo- bundan alıı yıl sonra yeni bir solukla tek-
risi gibi dersler verdi. Aynca Hukuk Fa- rar başlaur. Felsefe Arkivi adlı bu derginin
asylum ignorantiae 118
milerinceyse sakınılması gereken bir "tut- !una giden ve genelde "İslam gizemci-
ku" ya da sağaltılması gereken bir "has- liği" diye adlandırılan tasavvuf öğretisi,
talık". evrenin yaratılışını ke11z.-i mal'.ft ("gi7.li ha-
Aşk çoğunlukla birine ya da bir nes- zine'') hadisine dayandırır. Çoğu hadis
neye önüne geçilemez bir bağ(ım)lılık ve bilgininin haJls-i meı•zji' ("uydurma ha-
ona karşı tutkulu yaklaşma ya da adan- dis") diye gördükleri, buna karşı "tasav-
mışlık biçiminde ortaya çıkan güçlü bir vuf bilginleri" diyebileceğimiz mutasav-
duygulanım olarak değerlendirilmiştir. vıflann hep savunageldikleri bu h.1dise
Birtakım yaklaşımlara göre ise aşk hiç de göre, Allah evreni "gizli bir hazine iken
bu türden bir duygulanım değildir; olsa tanınmayı", yani "gizini açmayı" istediği
olsa birşeyin (fann'nın, Sevgili'nin, Ben' için ya da "güzelliğini doya doya seyret-
in vb.) iyiliğini istemedir. Başka görüşler meyi" arzuladığı için yaratmıştır. Bu ne-
ise yalın bir biçimde aşkın karşılıklı bir denledir ki tasavvuf anlayışına göre ev-
ilişki olduğunu ileri sürmüştür. Bu ayn renin yaratılış ya da varoluş nedeni "bil-
ayrı aşk tasanmlarının ötesinde bir de gi" ile "sevgi"dir; evreıi de temôi-i 111Hllak
ayn ayn aşk biçimleri bulunmaktadır: e- ('saltık güzellik'') olan Allah'ın güzellik-
rotik/ romantik/ platonik aşk, dost aşkı, lerini yansıtan bir aynadır. Dolayısıyla
evlat aşkı, yurt aşkı, doğa aşkı, Tann güzele Qşık olan insan da aslında Allah'a,
aşkı, insanlık aşkı... daha felsefece düşü evrende yansımasını bulan Allah 'ın saltık
nürsek bilgelik aşkı, hakikat aşkı, erdem güzelliğine aşık olmaktadır.
aşkı, güzel aşkı, iyi aşkı vb. Ü stündcn at- Buradan yola devam eden mutasav-
lanmaması gereken bir diğer konu da aşk vıflar ttfk-ımeçdz! C'geçici aşk'') ile ttfk-ı
ıınlayışının, aşkı kavrayışın, çağdan çağa, htıkiki ("gerçek aşk") arasında bir ayrıma
kültürden kültüre değişiklikler gösterme- giderler. "Gerçek aşk"a götürecek bir
sidir. köprü işlevi gören "geçici aşk", Allah'ın
Aşkın kendi her kişide başka biçim- güzelliklerinden yalnızca bir tanesine, bir
lerde ortaya çıktığından, her kişide etkisi güzele gönlünü kaptırmaktır. Mutasav-
ve düzeyi başka olduğundan ve en ö- vıflara göre, "geçici aşk"ta yaşantılanan
nemlisi her kişide kendiyle ilgili başk:ı tümüyle adanmışlık duygusu, kendini
başk:ı sorunlar yaratuğından tanımı ko- karşılıksız bırakış ya da kendi benini
laylıkla ve kesin bir biçimde verilemez. yoksayma ve sevgiliyi yüceltme deneyim-
Aşk, birçok felsefeci tarafından insan ya- leri "tevhid" (Allah 'ın birliğine inanma)
şamının zenginliği ve güç kaynağı olarak için bir önhazırlık niteliğindedir. Bu duy-
değerlendirilmiş olsa da aynı zamanda gunun olgunlaşıp evrilmesiyle kişi tek bir
erdemli bir yaşamın önünde engel olabi- güzelden tek tek güzellere, tek tek gü-
leceği de vurgulanmıştır. Batı felsefe ge- zellerden de güzelliğe, yani "gerçek aşk"
leneği içinde yetişmiş felsefeciler, bu ne- aşamasına geçer. Insanlık ile evrende
denle, aşkın kötü sonuçlarını ortadan kal- varlığa gelen, kendini bunlarda gösteren
dıracak, sağladığı güzelliği ve gücü koru- tek bir güzelliğe, saltık güzelliğe, yani
yacak yaklaşımlar ortaya koymayı dene- Allah'a, Allah aşkına ulaşır. İşte bu ne-
mişlerdir. denle, tasavvuf öğretisine göre İslam di-
İslam felsefesine bakıldığındaysa, aşk ni sözcüğün tam anlamıyla bir "aşk di-
üstüne felsefece düşünmede tasavvuf öğ ni"dir.
retisinin daha bir öne çıktığı, hatta felse- İlkçağ Yunan felsefesinde "aşk" kav-
fesini neredeyse tümüyle aşk anlayışına ramının izini sürmek için bkz. agape,
dayandırdığı görülmektedir. Allah'ın var- eros; philisr, Platoncu/platonik aşk.
lığını, birliğini, niteliğini vahJıı-i vikuJ Ayrıca bkz. amor fati; amoıu de soi/
Cvarlığın birliği"), yani yaratılanla yara- . amoıU"proprc, McTaggart, J. M. E.;
tanın bir oluşu öğretisiyle açıklama yo- cinsellik felsefesi.
121
atkın gösterilen [İng. tnzımrndmtal sigııj karşı "aşkın'" sozcugu gerek gündelik
jittf, Fr. tranumdtntal sig11ifiir, Alm. trans- dilde gerekse felsefede sayısız bağlamda
Z!ndmtaler signijikatJ Post-yapısalcı yazın kullanılır. Örneğin ortaçağ felsefesinde
da bir metinde göndermeyi ya da anlamı Tanrı'nın diinyayı yarattığında kendisini
sabitleyen dışsal, nesnel, dilden bağımsız aştığı söylenir. Tanrıcılar ya da daha doğ
noktayı ya da kısmı göstermek için kul- ru bir deyişle tanrıtanırcılarsa aşkın teri-
lanılan "kötüleyici" terim. mini Tanrı'nın yamtılrnış dünyadan ba-
Varlığın anlama yetisiyle tüketileme- ğımsız ve onun ötesindeki varoluş kipini
yeceğine inanan Heidegger için \•arlık betimlemek için kullanırlar.
anlama yetisine önseldir ve onu aşar. Kant Salt Ak/111 Eleştirislnde aşkın ile
Dolayısıyla varlık bütün gösterenlerin "ıransendental"i C'aşkınsal') birbirinden
gösterdiği sonu!, aşlan bir gösterilendir. kesin bir biçimde ayırmaya ayn bir özen
Post-yapısalcı gelenekten gelen Derrida gösterir. Transendental, bilginin zorunlu
ise gösteren ile gösterilen arasında bire- koşullarıyla ilgilidir; transendental bilgi
bir bir ilişki olmadığını ileri sürerek aşkın de olanaklı bilginin sınırlannı aşmayıp
gösterileni yadsır. Anlamın yalnızca tek sorup soruşturan bilgidir. Bizi yanlış bir
bir göstergeye bağh olmadığından ötürü biçimde herhangi bir olası deneyimin ö-
bir gösterenler zinciri boyunca devindi- tesine taşıdıklan savlanan ilkeler ise "aş
ğini ileri süren Derrida, bir sözcüğün kın" dır. Kant'a göre aşkın şeyin bilgisi
anlamı için sözlüğe baktığımızda bir gös- diye bir şey söz konusu olamaz. XIX.
tergenin başka bir göstergeye gönderdi- yüzyıl olguculan, Kant'la çeşitli neden-
ğini anımsatır. Gösterenler ile gösterilen- lerden dolayı anlaşamasalar da bu konu-
lerin yeni birleşimler içinde birbirlerin- da onunla hemfikirdirler. Olguculann bu
den koptuklarının ve yeniden biraraya konudaki görüşleri en iyi anlatımını Al-
geldiklerinin altını çizer. Bu süreç içeri- man fizyolog Emil Heinrich Ou Bois-
sinde gösterenler gösterilenler içinde kar- Reymond'un (1818-1896) "(11,11om11ms; ~-
şılıklı dönüşürler; başka bir deyişle, ken- 11ombinml' C'Bilrniyoruz; bilmeyeceğiz'":
disi gösteren olmayım sonu! bir gösteri- gerçekliğin nihai doğası hakkında daima
lene, yani aşkın gösterilene ulaşılamaz. cahil kalacağız) savsözünde bulur: bilim
görüngüyü yalnızca betimleyebilir; ger-
afkın(lık) [ing. /rfJllSnndeııt/ transnndnın; çek anlamda açıklayamaz. Spencer'ın "bi-
Fr. trm"nndant/ transnndana; Alm. trans- linemezlik kuramı" da bu konudaki bir
Z!ndmt/ tranSZ!"dtnz; es. t. miittd.1 En ge- başka örnektir. Bu bağlamdaki bilinemez-
nel anlamda bir şeyin ya da bir düzeyin cilik bilmenin algısal yollanndan başka
öt.esine geçme ya da ötesinde olma; bir yollarına sahip ol<luğıımu7u ''f' deneyi-
şeye "içkin" olmama. Yerleşik felsefe di- min ötesinde kalan şeyin bilinemez ol-
linde, en azından Kant'tan bu yana, ması gerekmediğini savunan felsefeciler
duyu deneyimlerinin konusu ya da nes- tarafından reddedilir.
nesi olan dünyanın dışında kalan; ola- Maddeciler ise deneyim dünyasının
naklı her türden deney ile bilginin sınır ötesinde "aşkın" bir şeyin olup olmadığı
larının ötesine taşan: "insan bilincini a- sorusuna XVIII. yüzyıldan beri olumsuz
şan." Aşkın terimi genellikle olası bir yanıt vermektedirler. Bu soruya diğer bir
deneyimin sınırlarının ötesinde olma an- olumsuz yanıt da XX. ıüzyılda felsefeye
lamında kullanılır. Buna göre bir konu ya dilsel bir yönelim veren felsefeciler tara-
da sorun, çözümü bütünüyle matematik fından verilmektedir. Bu fdsefccilerin us-
ya da mantığa ait değilse ya da hem duyu larnlaması genelde şöyledir: Dilde kullan-
deneyiminin hem de duyu deneyimine dığımız ifadelerin anlamlı olabilmeleri i-
yanıt verebilen bir kuramın uygun kulla- çin belirli koşullan yerine getirmeleri ge-
nım alanının ötesinde ise aşkındır. Buna rekir. Bu koşullar, örneğin Tann gibi, du-
aşkınsal ben 122
yu deneyimini aşan bazı şeylerin varol- yin ancak ona göre bir nesne olduğu salt
duğunu savlay-Arak yerine getirilemez. Aş bilinç, bütün anlamın temeli ve yapısıdır.
kın oldukları söylenen şeyler deneylerle Giovanni Gentile'ye göreyse aşkınsal ben,
sı:1mamadıklanndan anlamsızdırlar (yal- kişi düşüncesini dil aracılığıyla ifade etti-
nızca anlamı duyu deneyimine indirge- ğinde bilince gelen, varlığı salt eylem o-
nebilen ifadeler anlamlıdırlar); dolayısıyla lan ben'dir.
bunların doğru ya da yanlış oldukları da
söylenemez. Bu yaklaşımın en bilinen aşkınsal estetik [İng. lratısmıdmıal aes-
örneği Carnap, Schlick, Ayer gibi felse- thetitr, Fr. esthitiq11t tra11smıde11talr. Alm.
fecilerin öncülüğünü yapuğı manukçı ol- lmtıszµıdmıale iisthetik] Kant, estetik kav-
guculuktı.ır. Aşkınlık bağlamında manuk- mmına terimin XVIII. yüzyıl Almanyası'
çı olguculuğun karşıu olan görüş ise bi- ndaki kullanımıyla uyum içinde iki anlam
limsel araşurmaya açık maddi, elle tu- yükler: Apriori duyular bilimi ve beğeni
tulur bir dünya olan doğanın, yani dene- eleştirisi ya da sanat felsefesi. İlk kulla-
yim dünyasının kendi bütünlüğü içinde nım, A11 Us11tı Eleıtirin'nde Aşkınsal Es-
kendi kendini açıklayamadığı için aşkın tetik başlıklı bölümün konusudur. İkinci
olması gereken bir bağımlılık ilişkisi i- kullanım ise Yargıgiicii11ii11 Eleıtirin•nin ilk
çinde olduğunu varsaymamız gerektiğini bölümü olan Estetik Y argıgücünün E-
ileri sürer. leştirisi'nin konusudur. Kant'ın da belirt-
tiği gibi söz konusu iki kulhınım da
aşkınsal ben [İng. trans{f!nde11ıal I, tran- \Volffçu filozof A. G. Baumgarten'den
scendmtal ı:gıı;
Alm. tra11sze11de11talu ldı, kaynaklanmaktadır. Baumgarten Şiir Sa-
lrt11ıJZ!1ıdtntales
SelbstJ Varoluşu dünyaya ""'' ÜZ!riııe Deri11 Dii/iinı-rler (l 735) ile A-
ilişkin bilgimiz için zorunlu bir varsayım eıthetica (1750-1758) adlı yapıtlarında,
olarnk görülen ben ya da zihin. Aşkınsal Wolffun dizgesi içinde duyular alanı ile
ben'in, gerçekte varolan bireylerin zih- sanat alanında ortaya çıkan sorunlara ça-
niyle özdeş olmasa da ona içsel olduğu re bulmak için Eski Yunan dilinden *ais-
düşünülmektedir. thesis kavramını ödünç alır. \Volffun us-
Kant aşkınsal
ben (transz.mdmıaks leh) çuluğu duyular aracılığıyla edinilen bilgi-
tasarımını dünyaya ilişkin bilgimizin tu- leri ussal yetkinliğin bulanık algısına in-
tarhlığını açıklamak için kullanır. Kant'a dirgemiş ve saruıun felsefece ele alınışına
göre aşkınsal ben, duyumlan anlamanın olanak bırakmamıştır. İşte Baumgarten
kategorileriyle birleştirir. Fichte'ye gö- her iki sorunu da aynı anda çözmek ü-
reyse bütün felsefe ve gerçeklik aşkınsal zere duyulardan gelen bilginin ya da es-
bcn'le, ilk deneyim üzerine belli belirsİ7 tetik bilginin kendine özgü bir yiiı:eliği
süren bir düşünümde ancak keşfedilebi olduğunu, ussal bilgiye katkıda bulundu-
len ve kolay ele geçirilemese de ulaşıldı ğunu ve sanaun yetkinliğin algılanabilir
ğında epeyce etkin olan bu Kantçı ben' görüntülerini sağlayarak bu bilgiyi ör-
le, bilinçli ben'le birlikte başlar. Kendi neklediğini ileri sürer. Baumgartcn 'in, Yu-
alaruru yalnızca manuk kategorileri ve nanca terimi (aisthesis) yeniden canlandır
bunlann gerekli kıldığı düzenleyici ilke- mak yoluyla olsa da, sanat ile duyular-
lerle sınırlayan bu bilinçli varlık, her şeyi dan gelen bilgiyi bir görmesinin eski za-
anlamak için kendisini sonsuzca genişle manlardan kalma bir örneği daha yoktur.
tir. Aşkınsal ben kavramının Husserl'in Kant, A11 Us1111 Eleıtirin'nin ilk baskı
çalışmalarında da ayn bir yeri bulunmak- sında estetik kavramını, sanat felsefesini
tadır. Aşkınsal ben (transzmdeııtales Selbst) dışanda bırakarak, "duyarlık öğretisi" o-
ya da salt bilinç tekil zihinlerden farklı larak kullandı. Bu öğretinin büyük bö-
bir zihindir; varolmak bu bilincin nesnesi lümü, kavramlardan ve duyarlık konula-
olmaktır. Husserl'e göre, varolan her şc- ondan soyutlanıruş an duyarlık biçimle-
123 aşkınsal idealizm
riyle ilgilidir. Kant, neyin görülebileceği acının duyumsanmasıyla ilişkili bir ilkeye
ni belirleyen ve kavramlmn yargılarda boyun eğer.
uygulanmasının sınırlarını çizen bu tür- Sclı.iller ile Hegel'den Derrida ile Lyo-
den iki arı görü biçimi olduğunu savu- ıard'a kadar tüm Kant eleştiricileri este-
nur. Bunlardan ilki "dış" duyarlığın bi- tik deneyimi betimlemek için Kant'ın
çimi ya <la uzam, ikincisi "iç'' duyarlığın kullandığı yargı tablosunun yanıltıcı ol-
biçimi ya <la zamandır. duğu konusunda aynı düşüncededirler:
Aşkınsal Estctik'te, Kant duyarlık ko- Estetik yargı kuramsal felsefeden ödünç
nusundaki kendi görüşlerini Leibniz ile alınmış mantıksal bir çerçevenin içine
Wolfrunkinden ayınr. Duyarlık ile us a- sığdırılamaz.
rasındaki ilişkinin, duyarlığın nesnel us- XX. yüzyılda Kant'ın estetik üzerine
sal düzenin yalnızca bulanık hali olduğu görüşlerinin ele alınışı, söz konusu me-
nu düşünmekten çok daha kannaşık ol- tinlerin açık uçlu oluşunu vurgulayan ve
duğunu düşünür. Uzam ile zaman ne filozofun özgürlük ile zorunluluğu u-
nesnel ussal düzenin bulanık algılarıdır, yuşturmak için verdiği sözü tutamııyışını
ne de gözlemler sonucu edinilen dene- öne çıkaran, büyük ölçüde bağlamdan
yimlerin bir soyutlamasıdır. Uzam ile za- kopuk çalışmalar yoluyla olmuştur. Söz-
man içindeki algılann kendilerine özgü gelimi; Theodor Adorno özgürlükle zo-
k.-ıynaklan ve içerikleri vardır; uzam ile runluluğun uyuşmasının sanatla sınırlan
zaman ne algılardan ne de anlama yeti- masının estetik ve siyasal sonuçlarına dik-
sinden türetilebilirlcr. Bunların, anlama kat çekerken, Hannah Arcndt estetik dö-
yetisinin kavramsal çerçevesiyle ilişkisi, u- nlişlü yargının iletişim gücünü vurgula-
zamsal/zamansal deneyimleri soyut kav- mıştır.
biz yine de bunlann yanıltıa olduklarını Waldo Emersen (1803-1882) ile 1-Ienry
kavrayabiliriz. Kant aşkınsal yanılsamala David Thoreau'nun (1817-1862) yaptığı
n Al'7 Unın Elqtirisi'nin "Aşkınsal Di- "seçmeci" bir düşünce hareketini adlan·
y.ılektik" adlı bölümünde ele almıştır. dmr. New England Aşkınsaleılığı diye de
11rulan bu hareketin öğretisi Platonculuk
aşkınsalcılık (İng. tranmmde11talisnr, Fr. ile Yeni Platonculuktan, Alman idealiz-
tra11smıde11talismr, Alm. transZ!11dentalism11s] mi ile romantizminden derin izler taşır.
Felsefede, en genel anlamıyla, hem du- Derinlerde yatan doğrulara ulaşılmasında
yulara dayalı deneyimden elde edilen sezginin us ile deneyime üstünlüğünü sa-
gerçeklikten hem de insan usuyla ulaşıla vunan, tinin saltık ilerleyişine inanan bu
bilir olduğu öngörülen gerçekliğin bilgi- hareket, yarı gizemci yan tümtanncı bir
sinden çok daha yüksek ve yüce bir ger- doğrultuda yol almıştır. Aynca bkz. me-
çeklik olduğunu öne süren öğreti. İnsa tafizik.
nın görünüşlerin ötesine geçen bilgiye u-
laşabileceğini ya da bu bilgiyi deneyimle- atarakhos (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
yebileceğini savunan görüş. sinde "dingin" anlamında kullanılan te-
Bu bağlamda neredeyse bütün aşkın rim. Ayrıca bkz. ataraksia.
sala öğretilerin tinsel alan ile maddesel
alan aynını üstüne bina edildikleri söyle- ataraksia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
nebilir. Nitekim aşkınsalcılığın en belir- sinde Stoacılık, Epikurosçuluk ve Kuş
gin özelliği idealist eğilimli bir felsefe öğ kuculuk gibi belli başlı akımlar tarafın
retisi olmasıdır. Yalnızca düşünsel sezgi dan baştacı edilen, sözcük anlamı gün-
yoluyla gerçek anlamda bilinebilir bir delik yaşamın gürültü patırtısından uzak
nitelik taşıyan "Saltık İyi"nin deneyötesi durmayı da içeren "durulma" ya da "sar-
varlığını kesinleyerek "aşkın" kavrayışını sılmazlık" olan terim: "ruh dinginliği".
bir felsefe öğretisi olarak ilk Platon ge- Stoacı felsefede doğayla uyum içinde
liştirmiştir. Daha sonralan ise tanrıbilim yaşamayla varılacak, bilgeliğin biricik a-
yönelimli ortaçağ filozoflan aşkınlık kav- macı, aşınlıklardan kaçınmayı, tutkular-
rairuru tanrısallığa uygulayarak, Tanrı'run dan arınmayı başarmış bir ruh dinginliği
deneyden elde edilmiş tasarımlar yoluyla dıirumuna, ataraksia'ya ulaşmaktır. Epi-
ne betimlenebilir ne de anlaşıla bilir ol- kurosçuluk için de ataraksia mutluluğun
duğu düşüncesi doğrultusunda "olum- temel direği; insanın yaşamında karga-
suzlamacı tanrıbilirn" yaklaşımını temel- şaya yer vermeyip onu acıdan uzak tuta-
lendirmişlerdir. Nitekim Tann'nın doğa aık, huzura erdirecek olan en yüce er-
nın dışında varolması anlamında aşkın demdir. Kuşkucular da ne konuda olursa
olması düşüncesi Hırisıiyanlık, Yahudilik olsun her türlü yargıda bulunmaktan ka-
ve Müslümanlık dinlerinin, özellikle de çınmayı ("epokhe) savunduklan için ata-
bu dirılerin ortodoks anlayışlarının en te- ra/uia'yı selamlamışlardır.
mel -ilkesidir. Modern fdscfcnin başla
rındaki aşkınsalcılık yaklaşımı, bütün ger- ateizm bkz. tanntanımaz(cı)lık.
çekliğin tümüyle saltık tinin ya da isten-
cin dışavurumu olduğunu savunan XIX. athanasia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
yüzyılın egemen felsefe akımı "saltık ide- sinde "ölümsüzlük" anlamında kullanı
alizm"in doğmasına da zemin hazırla lan terim. Aynca bkz. athanatos.
mıştır.
kullanılan terim: ruhu olan doğal beden- beni, yani Atman'ı kabul etmelidir. Böyle
lerin yok edilemezliği. biri gerçek benin, gerçek varlığın özünü
Sonraları, özellikle Hırisıiyanlık öğre öğrenir. Kalbindeki bilisizlik düğümü çö-
tisinin gelişimiyle birlikte, ruhun ölüm- zülmüş, arzu ateşi sönmüş olan ölümlü
den sonra da "şu ya da bu şekilde" va- kişi ölümsüz olur.
rolduğu savunusuna; ruhun ölümsüzlü- Brahman'ın zihninin başaracağı en
ğüne, sonsuza dek yaşayacağına duyulan üst, en ıralayıa şey. Atman'ı biİinçli kişi
inana savunan öğretiye atha11atiZ!" den- lik ile bedenin altında yatan bağımsız,
miştir. bozulmaz bir varlık olarak keşfetmektir.
Olağan olarak bilinen her şey, aynca ki-
atılı ok açmazı bkz. Zenon açmazları. şinin kendisine ilişkin dile getirişler, de-
ğişmeler alanına, zaman-uzam alanına a-
Atman (San.) İç benlik. Hint dininde ittir. Ne ki, Atman asla değişmez; tadı
canlıdaki, özellikle de İnsandaki ruh ya kokusu yoktur; o zaman-uzam dışıdır;
da "ben"dir; Brahman'ın benliğidir. U- göz eriminin dışındadır; ölçülemez; ne-
panişadlar'ı anlamak için Brahman'la bir- densellik dışıdır.
likte bilinmesi zorunlu olan iki kavram- Atmmı doğmamıştır; herhangi bir ne-
dan biridir. Bu iki kavram Hint felsefe- denin sonucu değildir. Ölmez, yok ol-
sinin üzerine kurulduğu iki temel direk- maz; beden yok olsa dahi Atman yok
tir. Atman Sanskritçe 'soluk' demeye ge- olmaz. Ebediyen her şeyin özünde olan
lir. bu ben, en küçük şeyden daha küçük; en
Atman tek bir varlıktır ama tıpkı tek büyük şeyden daha büyüktür. Hareket-
.bir varlık olan ateşin yaktığı ya da yine sizdir ama her şeyi hareket ettirir; devi-
tek bir varlık olan havanın içerisine gir- nimin içinde dahi sonsuzca devinims.iz-
diği her nesnenin şeklini alması gibi i- dir; yerinde durduğu halde çok uzaklara
çinde bulunduğu her nesnenin şeklini gider; şeklin iç.inde olduğu halde şekil
alır. Atmat1'ın biçimi yoktur; biçimi ol- sizdir.
madığı için sının da yoktur; sırun olma- Atman uslamlamayla ulaşılan her tür-
yansa her yerdedir; her yerde varolan, lü bilginin ötesindedir. Alman'la Brah-
ebedi olan Tanrı'dır. Simgesi kutsal OM man'ın ayru varlık olduğu ancak bilge bir
hecesi olan Atman, Brahman'dır. Atınat1, kişi aracılığıyla öğrenilir.
Brahman'la ayru varlık olduğunu anladı Kişi, kötülüklerden arınamadığı,
duy-
ğında ölümsüzlüğün sırrına erer; böyle- gulanru denetleyemediği, zihnini huzura
likle de Tann'ya ulaşır. Bu bağlamda iki kavuşturamadığı, tefekkürle düşüncenin
kavram birbiri yerine kullarulır. derinliklerine dalamadığı sürece Annan'a
Hint düşüncesine göre insan doğası erişemez. Alman'a ulaşmak için yalnızca
nın birtakım öğeleri vardır. Atman, be- öğrenim yetmez.
denin *ıamıaraya ait öğeleri ile bireysel Katha Upanişatfda bu, bir araba ben-
bilinç ya da zihin (San. jiva) dışındaki zetmesiyle şöyle anlatılır:
öğesidir. Her bir insanda bir varlık daha "Beden bir araba, Atman bu arabanın
vardır: insarun ölümsüz asıl varlığı, yani içindeki yolcu gibidir. Us, arabarun sürü-
Atman. cüsü; zihin de dizginleridir.
Başka türlü söylenirse, insanda iki "Atlar kişinin duygulan; yollar da is-
ben vardır. Bunlardan biri kişilik olarak tenen amaçlardır... Aynmlar yapamayan,
tanımlanan, yüzeysel olan görüntü ben; zihnini denetleyemeyen kişinin duygula-
diğeri de varlığın özünde gizli olan ger- n, arabanın zapt edilemeyen huysuz atla-
çek ben, yani Atman'dır. İnsarun gerçek rına benzer. Ayrımlar yapabilen, zihnini
varlığı, gerçek kişiliği Atman'dır. Kişi denetleyebilen kişinin duygularıysa bir
kendi gerçek varlığı olarak bu gerçek sürücünün terbiyeli atları gibi dizginlere
atomcu ile atomcu olmayan ... 128
boyun eğer." Aynca bkz. Brahman; U- atomları birbirinden ayıran tek belirgin
panitadJar. fark, atomların büyüklükleri ile biçimle-
rinden kaynaklanır. Doğadaki çeşitlilik i-
atomcu ile atomcu olmayan toplum le değişkenlik, görülür şeylerin sonsuza
felsefeleri bkz toplum felsefesi. dek uzay-.ın çeşitliliği, onları meydana ge-
tiren atomların farklı farklı biçim ve
atomculuk ~ng. tllonıi.mr, Fr. atonıiınıe, boyda oluşlanyla, atomlann farklı farklı
Alm. atomi.<11111;, es. t fii~i.frrd!YJeJ İlkc;ağ şekillerde biraraya gelişleriyle açıklanabi
Yunan felsefesi kaynaklı, maddenin a- lir. Çevremizde olup biten tüm gözle gö-
tom adı verilen bölünemez parçacıklar rülebilir değişmeler, devinim etkisiyle a-
dan oluştuğunu, evrenin de gözle görü- tomlann bileşimlerinde ortaya çıkan de-
lemeyen bu "temel parçacıklar'' dan mey- ğişmelerin sonucudur; ancak atomların
dana geldiğini savunan; doğadaki değiş birleşmeleri ya da aynlmalan sırasında,
kenlik ile çeşitliliğin açıklamasını bu a- atomlann kendileri bir değişikliğe uğra
tomların devinimine dayandıran felsefe maz, yani içsel olarak değişmeyip aynı
öğretisi. kalırlar.
M.Ö. V. yüzyılda Leukippos ve De- Gerçekliği atomlar ile atomların de-
mokritos'la, yani Abderalı Filozoflar'la viniminden kalkarak açıklayan ilkçağ Yu-
başlayan ilkçağ Yunan atomculuğu, E- nan atomculuğunun başlıca fılozofu De-
lealı fılozoflann, özellikle de Parmenides mokritos'a göre, atomlann sertlik, şekil
ile Zenon'un ortaya koyduğu "değiş ve büyüklük olmak üzere üç temel nite-
me(zlik)" sorunlarına bir yanıt arama gi- liği vardır (biri11cil '1İtelikler'). Her atom
rişimi olarak ortaya çıkmıştır. Başka bir serttir; bir direnme gücüne sahiptir. Her
deyişle, Abderalıların atomculuğu, "o- atomun bir şekli (yuvarlak, kare, çıkıntılı,
luş"u yadsıyıp varlığın değişmez ya da oyuk vb.) ve bir büyüklüğü (gözle gö-
bölünmez bir "durağanlık" olduğunu sa- rülemeyecek kadar küçük atomlardan ki-
vunan Eleaa öğretinin, gerçekliğin özü- mi özel durumlarda gözle görülebilecek
nü değişmeyen varlıklarda bulan anlayı büyüklükte olanlara vanncaya dek) var-
şın üzerine bina edilmiştir. Lcukippos ile dır. Ayn ayrı büyüklük ve şekillerdeki
Demokritos'un geliştirdiği ilkçağ Yunan bütün bu atomlar, başlangıçtan beri, boş
atomculuğu, insanın "duyusal deneyim'' bir mekan içinde hareket etmekte, "boş
inin verilerini Eleacılığın maddenin de- luk"ta devinmektedirler. Yine Demokri-
ğişmez olduğu savıyla bağdaştırma giri- tos'a göre atomlar ~nk, ses, sıcaklık, so-
şimi olarak da okunabilir. Lcukippos ile ğukluk gibi niteliklerden (jki11cil 11iıelikler')
Demokritos niteliksel değişmenin ola- yoksundurlar. Bu türden niteliklerin tü-
naksız ya da kavranılamaz olduğu konu- mü atomların duyu organlarımız üzerin-
sunda Parmenides'le hemfikirken, nice- deki etkilerinden, duyulanmızın üzerine
liksel değişmenin olanaksızlığı konusun- bıraktıklan izlerden meydana gelmekte-
da onunla aynı görüşü paylaşmazlar. İlk dir. Buna göre algıya nesnelerden akıp
çağ Yunan atomculuğu, matematiksel yayılarak öznelerin gözeneklerini doldu-
akılyürütmelerin ya da mantıksal uslam- ran parçacıklar r:'eidola) yol açmaktadır.
lamaların konusu olmasından ötürü ni- Sonuçta renk, salt gören bir göz için; ses,
celiksel değişmelerin olanaklı olduğunu ancak işiten bir kulak için; sıcaklık ya da
ve temellendirilebileceğini savunur. Yi- soğukluk da yalnızca dokunan bir el için
ne, bu görüşü destekler nitelikte, De- vardır. Bütün bu olgular duyulara bağlı
mokritos da görünür biçimlerin nitelik- dırlar ya da duyu organlan olmadan dü-
sel çokluğunu kabul etmezken, salt nice- şünülemezler. Buna karşılık, sertlik, şekil
liksel değişikliklere dayalı bir çokluğu ve büyüklük, yani birincil nitelikler, duyu
onaylar. Sonuç olarak, Demokritos için organlarına hiçbir biçimde bağlı olmayıp
129 Augustinus
leştirilmesi aşamasında en çok pay sahibi dininde olduğu gibi maddeci bir ikicilik
olan düşünürlerden biridir. Augustinus anlayışından kaynaklanmayıp, türüm ku-
bunu yaparken yeteneklerini Hıristiyan mnu çerçevesinde, saluk bir birlikten baş
kültürünün Eski Yunan-Roma kültürü layan ve daha aşağılara doğru aşama a-
karşısındaki üstünlüğünü göstermek için ş;ıma çeşitlenerek ve çoğalarak en aşağı
kullannuş; daha çok Eski Yunan-Roma da duyularla algılanan yalıtık parçaaklar-
kültürünün Hıristiyan kültürüne aktarıl dan oluşan maddi nesnelerin ahınında
masına ve dönüştürülmesine çalışmıştır. sona eren büyük bir varlık sıradüzeni i-
Augustinus'un felsefi gelişiminde dö- çinde, tinci bir tekçilik anlayışıyla temel-
nüm noktası olan olay, onun klasik üni- lendirilmiştir. Nitekim Augustimıs Hıris
versite eğitimini aldığı Karıaca'dan sonra tiyan inancından yola çıkarak bu saltık
gittiği Milano'da 384 yılında Yeni Pla- "bir''liği Tann olarak alıp yukarıdan aşa
toncuların yazarlan belirsiz kitaplarıyla ğıya doğru sıralanan tüm diğer şeylerin
karşılaşmasıdır. Kartaca'da aldığı retorik enson kaynağı ve kökeni olarak -Bir'i
eğitiminin de etkisiyle felsefeye yönele- Varlık ve İyilik gibi niteliklerin ötesinde
rek usa daha çok öncelik verdiğini dü- ~ren Yeni Platoncuların aksine- Varlık,
şündüğü *Mani dinini benimseyen Au- iyilik ve Doğruluk kavramlarıyla özdeş
gustinus, Milano'da bu Yeni Platoncu leştirdiği Tann 'yı gösterir. Doğal olarak
yapıtların da etkisiyle kesin olarak Hıris Augustinus'un düşüncesinde türüm ku-
tiyanlığa döner (386). Crmfeuionu111 ibri ranunın her varlığın kendi üstünde yer
treJea111'de (İtiraflar, 397-401) bu yapıt alan bir önceki varlıktan türediği biçi-
larla karşılaşmasının Kutsal Kitap gele- mindeki varsayınuna da yer yoktur. Tan-
neğini düşünsel olarak yeterli sayıp so- rı, buyruğuyla oluşmuş bu sonsuz sıra
runlara kendi içinde çare bulabilen bir düzendeki her şeyin dayandığı Arşimet
içeriğe sahip diye görmesini olanaklı kıl noktasıdır. Ruh yüceltilir ve Tanrı'ya ya-
dığını belirtmektedir. Öte yandan Au- kın olarak görülür; madde ise bu vıırlık
gustinus 'un yapıtlarını salt Yeni Platoncu sıradüzeninin en altına, Tanrı'dan en u-
çerçevenin Hıristiyan öğretisine sorgu- zak yere konulur.
suz sualsiz uygulanı~ olarak görmek de Augustinus'un, bütün bu farklılıklara
yanlış olur. Augustinus, sözgelimi Yeni ve düşüncesinde zamanla meydana gelen
Akademia'nın kuşkuculuğunu çürütmeye değişmelere rağmen, Yeni Platoncu var-
çalıştığı Cof/lra a(adelllİcos (AkademiaWara lıkbilgisinde hiç değişmeyen vurgusu du-
Karşı, 386) gibi erken dönem çalışmala yulur (maddi) olanla düşünülür (tinsel)
nnda iki geleneğin birbiriyle bütünüyle olan arasındaki temel ayrım ve bu ikisi-
bağdaştığından emin olsa da Coııjessio- nin altlı üstlü sıralandığı sıradüzen üzeri-
11u111'u yazdığı sırada iki gelenek arasın nedir. Augustimıs özellikle ilk çalışmala
daki önemli aynlıkların bilincindedir. Ni- rında duyulur olanla düşünülür olan ara-
tekim De avitate Det'yi (Tanrı Devleti Ü- sındaki karşıtlık üzerinde durarak, duyu-
zerine, 413-427) yazarken Platoncu ge- lur dünyada aradığınuz her şeyin aslında
lenek konusunda övücü şeyler söyleme- düşünülür dünyada olduğunu savunur.
sine rağmen vurgusu Roma Katolik Kili- Duyulur dünya geçici nesnelerin alanıy
sesi'nin karşılaştığı sorunları çözmeye ye- ken düşünülür dünya kalıct gerçeklikleri
tecek içsel kaynağa sahip olduğu üzeri- içerir; duyulur dünya zamansallığın kötü
nedir. etkilerine açıkken düşünülür olanı zaman-
Augustinus Yeni Platonculann kitap- dışı öncesiz sonrasızlık tanımlar. Augus-
larında duyulur (maddi) olanla düşünülür tinus düşünülür dünyanın, arkadaşlık ve
(tinsel) olan arasında temel bir ayrımın aşkta aradığımız ama duyulur dünyaya
söz konusu olduğu bir varlıkbilgisiyle gömüldüğümüz sürece ulaşamayacağımız,
karşıla~. Ancak bu ayrım, örneğin Mani kendimizi tamamlamaya, "bir"liğe ulaş-
131 Augustinus
diye ve bur-Jdaya ait olduğundan "bura- daha bir kaçınılmaz olmaktadır; (ıi) sanat
da olan"dır, hem de uzakta ve bir başka ancak eleştirel düşünmeye, bundan da
yerde olduğu için "burada olmayan" ola- önemlisi eleştire eleştire yaşamaya ola-
rak buradalaştınlmaktadır. Benjamin'in nak tanıyorsa "başanlı"dır; (ıii) çağdaş
belirttiği üzere, Eski Yunan'da yontul- kültür dünyası baskıcı ideolojilerin nasıl
muş bir V'=nüs heykeli Yunan geleneği yeniden üretilip yayıldıklannın en iyi gö-
bağlamında ululama nesnesi olarak bu" rülebileceği uzamdır; (iv) fonograf (ses-
lunurken, ortaçağ geleneği bağlamında yazar), film (özellikle sinematografı), fo-
keşişlerin gözünde herşeyi yapma yetisi toğraf gibi yeni medya teknolojileri, sa-
taşıyan Tann'nın idolü olarak bulun- natın "aura"sını bozdukları gibi, kitlesel
maktadır. Her iki dönem de heykeli belli kültürde sanata yeni roller, farklı deyiş
bir aımm bulunan, yani burada olan ama ler, el değmemiş kullanım alanları ve o-
buradan uzak olan, burada olmasıyla an- lanakları sağlayarak, bütün öğeleriyle bir-
lamı tüketilemeyen birşey olarak dene- likte sanat yaratma sürecinin büyüsünü
yimlemektedir. O nedenle Benjamin için de bozmaktadırlar; (v) izleyici ya da din-
a11rtl'jı, bakanın şimdisinden bakılanın leyici, yaratım sürecinde yapıtın yaratıcı
şimdisine uzanan bir ağ olarak değerlen sına eşlik ederek katılımcı konumuna
dirmek daha doğru bir yaklaşımdır. Ben- yükselmekte, onun etkin bir işbirlikçisi
jamin'in astra deneyimi ile Heidegger'in olarak kendisini kurmaktadır. Kısaca be-
"varlığın sesini duyma" deneyimi arasın lirtilen bu noktalardan da anlaşılacağı gi-
da son derece yakın bir benzerlik bulun- bi, Benjamin günümüzde klasik sanat
duğu üstünden atlanamayacak bir ger- t111rt1sı bakışını savunan pek çok eleştir
çektir. mence yerden yere vurulan yeni sanat
Yalnızca sanat yapıtlarının değil aynı teknolojilerinin icat edilmelerin~ "özgür-
zamanda insanların da mtralanndan söz leştirimci" etkilerini öne çıkararak son
edilebi!eceğine özellikle dikkat çeken Ben- derece olumlu bir gelişme olarak karşı
jamin, a11ranın üç temel değeri bulundu- lamaktadır. Benjamin'in sanatın gelenek-
ğunu, bunların da sırasıyla "özgülük", sel "aura"sına karşı işleyen bu tür tekno-
"teklik" /"biriciklik" ve "sahicilik" olduk- lojileri olumlayışı, kendisini açıkça XX.
lannı belirtmektedir. Benjamin, doğanın yüzyıl modemizminin egemen seçkinci
düzenine ait dağlar, ırmaklar, kuşlar gibi bakışıyla karşı karşıya getirmektedir. Ay-
doğa nesneleri ile gök gürültüsü, dep- nca bkz. hergünkü (gündelik) yaşa
rem, fırtına gibi doğa olaylannın a11rası mın estetikleştirilmesi.
bir yanda, tarihin düzenine ait sanat ve
düşün yapıdan ile kişilik ya da kar-.ıktcr- . Aurclius, Marcus bkz. ilkçağ felsefesi.
!erin oluşturulması türünden insan ya-
pımı yaratılar öbür yanda olmak üzere, Austin, John (1790-1859) Hukuk ile
taşıdıklan a1tra bakımından aralannda bir ahlak arasındaki aynının altını koyuca
ayrıma gitmekle birlikte, bunların tümü- çizmeyi kendine ödev edinen, "buyruk-
nün de aslında aynı "auracıl düzen"in çu" hukuk kuramıyla tanınan yararcı İn
farklı görünümleri olduklannı dile getir- giliz yasabilimci ve hukuk felsefecisi. Hu-
mektedir. Benjamin'in a11ra tasarımı doğ kukun doğasına "pozitif" yaklaşımında
rultusunda verdiği kapsamlı çözümleme- Jeremy Bentham'ın düşüncelerinden de-
lerden çıkan birkaç önemli sonucu şu rinden etkilenen Austin, ölümünün ar-
biçimde sıralamak olanaklıdır: (i) kültür dından Bentham'la birlikte döneminin
bir bütün olarak meta üretim endüstrisi- en önde gelen hukuk felsefecileri arasın
ne dönüşmekte, buna bağlı olarak da da gösterilmiştir. Bugünden bakıldığında,
kültür ürünlerini "şeyleştirme" ya da bu Austin'in pozitif hukuk kuramına ilişkin
ürünlere şeyleştirerek bakma giderek açıklamalan XIX yüzyıl hukuk felsefesi-
135 Austin, J ohn Langshaw
nin en tutarlı ve en kabul gören açıkla ise siyasi toplumdaki egemenin· buyurdu-
malarıdır. ğu ödevlerdir.
John Austin yaşarken yayımladığı tek Tüm yaşamını hukuk kavramlarını çö-
yapıu Tht Provintt of JıtrispmJ11ıa Dettr- zümlemeye adayan, bu çözümleme et-
mineJ anJ Usu of tht Sı114J of Jnrispm- kinliğinin hukuk bilimi ile yasabilimin te-
ıitııtlta (Yasabilimin Alanının Belirlen- melinde yer alması gerektiğini düşünen
mesi ve Yasabilim Araştırmasının Yarar- Austin'in ölümünden sonra yayımlanan
lan, 1832) yararcı bit ahLik anlayışı ge- diğer kitabının adı ise Lettnm on the Phi-
liştirir; hukuk ile }rasal sistemi ve arala- losopby of PositWe Law'dıt (Pozitif Hukuk
nndaki ilişkileri çözümler~ huL.-uk ile ah- Felsefesi Üstüne Dersler, 1861). Austin
lak arasında sınırkoyma sorununa eğile bu kitabında ilk yapıtında değindiği tüm
ıı:k ikisi arasında olması gerektiğine i- hukuk kavramlannın ayrıntılı bir çözüm-
nandığı aynını belirginleştirmeye çalışır. lemesine girişmiştir. Austin'in ortaya koy-
Austin bu yapıunda "pozitif" bir yakla- duğu görüşler, :XX. yüzyıl hukuk fdsefe-
şımla varolan hukuk ile vıırolması gere- sinde eleştiri oklarına epey bir hedef ol-
ken hukuk arasında katı bir ayrıma gider. salar da (özellikle de görüşlerinin "siyasi
Yasayı egemenin isteğini bııyunnası ola- egemen"e fazla ağırlık tanımasıyla devlet
rak tanımlayan Austin, yasaları en genel tiranlığına yol açmaya meyilli oluşuna
anlamda ikiye ayırır. Tamı'mn insanlar yönelik eleştiriler) onun çözümleyici hu-
için koyduğu yasalar ile insanların insan- kuk bilimini, berrak bir yasabilimini te-
lar. için koyduğu yasalar. Her ne kadar mellendirmeye girişmesi her zaman için
Austin Tann'nın koyduğu yasaları "do- anılmaya değerdir.
ğal yasalar'' olarak görse de ,bunlara
"kutsal yasalar" demenin daha uygun o- Auatin, John Langshaw (1911-1960)
lacağını belirtir. Austin'e göte insanların 1950'1et ve 60'larda çok etkili olmuş
koydukları yasalar da kendi içinde ikiye gündelik dil felsefesinin en önemli tem-
ayrılırlar: siyasi egemenin koyduğu yasa- silcilerinden olup felsefe sorunlarına dil-
lar C'pozitif hukuk') ile diğer toplumsal bilimsd çözümlemelerle yaklaşılması ge-
güçlerin koydukları yasalar C'pozitif ah- rektiğini savunan İngiliz felsefeci. Tek-
lak"). Buyruklar, ödevler ve yükümlü- nik bir fdsefe dili uğruna gündelik dilin
lükler her iki tür yasada da bulunan or- açık ve anlaşılır aynmlannı belirsizleşti
tak kavramlardır. Nitekim Austin egeme- ren felsefeciler, Austin'e göre, felsefe so-
nin buyurduğu eylemin aynı· zamanda runlannı çözmek yerine büsbütün kar-
hem bit buyruk hem de bit ödev oldu- maşıklaştırmakıııdırlar. Austin felsefede-
ğunu belirtir.· ki karmaşıklıkların çözülebileceğini ve
Yasabilimin a1aıunı katı pozitif bir bu sayede, eğer dilsel çözümlemeler dik-
anlayışla betimleyen Austin bu kez de katlice yapılıısa, felsefede ilerlemenin
Locke'u izleyerek üç tür ödev belirler: mümkün olduğunu savunmuştur. Austin
Yararcılık ilkesiyle ya da en büyük mut- aynca dilsel çözümlemelerde simgesel
luluk ilkesiyle uyum içinde olan din ö- mantık kullanılmasına, simgesel mantı
devleri, Tanrı bizim mutluluğumuzu ar- ğın gündelik dile göre çok hantal yani
zuladığından Tann tarafından buyurulur- gündelik dilin kıvraklığından çok uzak
lar. Ahlak ödevleri Austin'in (vı: kuşku olması gerekçesiyle karşı ·çıkmıştır. Aus-
suz Bentham'ın) sözcük dağaıcığında bir tin'in ölümünden sonra yayımlanan ö-
topluma egemen olan ahLik kodhırı tara- nemli kitaplan şunlardır: Philt>sophkal Pa-
fından bilditilen ödevletdir. Bu i1<levler pm (Felsefe Yazılan, 1961);Sm11 anJ Sm-
toplum tarafından buyurulduklanndan sibilia (Duyum ve Duyumlananlar, 1%2
hem birer yükümlülük hc:m de biıı:r buy- -bu kitapta Ayet'in duyu verileri kura-
ruk olarak okunabilirler. Hukuk ödevleri mını eleştirmiştir); How to Do Things Mıh
autarkeia 136
Wonlr (Sözcüklerle Birşeylerin Nasıl Ya- durumumuzu kabul ettirmek için kullan-
pılacağına Dair, 1%2). Bu son kitapta dığımız ikna amaçlı tümceler olduğuna
Austin, söz edimleri kuramı olarak bili- dikkat çekmiştir.
nen ve ardılı John R. Searle tarafından Austin'e yakın olan felsefeciler onun
iyiden iyiye geliştirilen dil felsefesinin en açık seçik, sınanabilir sonuçlarla dizgeli
önemli kuramlarından birini ortaya at- bir" biçimde düşünmeye olan tutlrnsun-
mıştır. Dilin yalnızca yaıgı tümceleriyle dan ve çözümleme yeteneğinden -so-
işlemediğine, özellikle konuşma dilinde runları ustalıkla p-.ırçalayıp tekrar topar-
davranışla -edimle ya da eylemeyle- bir lamasından- söz açarlar. Bunların ya-
bütün olan söz vermek, rica etm~k, ye- nında yine Austin'in belirsizlikten, kapa-
min etmek, emir vermek, yalvarmak, so- Wıktan, eğretilemeli dil kullanımından,
ru sormak gibi çeşitli kullanımların oldu- retorikten ve vaı:lıkbilgisel hayallerden
ğuna dikkat çeken Austin gündelik dilin hep kaçındığından dem vurulur. Bazıları
farklı kullarumlannı söz edimleri başlığı Austin'in bakış açısının Wittgenstcin'ın
altında çözümlqip sınıflamışur. Austin durumuna benzer olarak felsefenin so-
bu yolla gündelik dili daha iyi anlayıp nunu getirdiği yorumunu yapmışur. Oy-
felsefedeki bularuklıklann kaynağını da- sa Austin'e göre savunduğu görüş her
ha iyi kavramayı amaçlamışttr. Ölümün- şeyin başlangıcıdır. Karşılaştığı sorunlara
den sonra yayımlanan ilk kitabı olan Ftl- sanki onlarla ilk kez karşılaşıyormuşça
aft YatıJan'nda da yer alan "Other Minds" sına yaklaşan Austin'i, A: J. Ayer yalnız
("Başka Zihinler'', 1946) ve "I fs and başına koşmak istemeyen ama yine de
Cans" C'İseıer ve 'Yapabilme'ler", 1956) etrafındakileri ısırarak onunla koşamaz
gibi yazılar Austin'in kendi yöntemini uy- hale getiren bir köpeğe benzetmiştir.
guladığı önemli çalışmalanndandır. Bun- Gerçekten de Austin de upkı Wittgcns-
lardan birincisinde, bilginin olanaklılığı. tcin gibi felsefe konusunda her felsefe-
na dair felsefi sorunlarımw 'bilme' söz- cide rastlanmayan türden bir duyarlılığa
cüğünü kullanma biçimimizle ilişkilendi sahip ender felsefecilerdendir. Wittgens-
ren Austin'e göre, felsefede 'bilme' söz- tı:in'ın Austin'in başı çektiği gündelik dil
cüğünü öyle bir kullanırız ki sanki neye felsefecilerine benzetilmesinin Witı:gens
bilme dediğimizin ya hiçbir ölçütü yok- tein'a karşı yapılmış bir haksızlık oldu-
tur ya da şimdiye kadar hiç kullanma- ğunu söyleyenler, belki de Wittgenstein'a
dığımız bir ölçütü var gibidir. Bu nokta- yapıldığını düşündükleri haksızlığın bir
da Austin'in sorduğu zor soru "Nasıl benzerini bu haksızlığı dile getirirken A-
olur da 'bilme' sözcüğünü bir ölçütü ol- ustin'e yapmaktadırlar. Aynca bkz. dil
maksızın ya da hiç karşılaşmadığımız bir felsefesi; gündelik dil felsefesi; dilci
ölçüt yardımıyla kullanabiliriz?" sorusu- felsefe; Searle, John R.; Wittgenstein,
dur. Sözü geçen ikinci yazıda ise, yani Ludwig; söz edimleri; düzsöz edimi;
"Ifs and Cans"te istenç özgürlüğü soru- edimsöz edimi; etkisöz edimi; edim-
nuna eğilen Austin en başta büyük so- sözgücü; edimseller;gözlemlcyicilcr.
ruyu sormaktansa -buradaki büyük soru
"Özgür müyüm?"dür- dikkatli bir şekil autarkeia (Yun.) Eski Yunanca'da "ken-
de ' ...-cbilirdim' ve 'Eğer X'i yapmayı di" anlamına gelen aNIO- öncki ile "yeterli
seçseydim ...-cbilirdim' türünde ifadele- olmak", "elvermek", "doyurmak" anla-
rin gündelik kullarumlannı incelemiş ve mındaki arka'n'den türetilmiş bu sözcük,
bu kullarumlan felsefedeki kullanımla kı ilkçağ Yunan felsefesinin ahlak öğretile
yaslamışttr. Bu tür ifadelerin edimleri- rinde insanın erdemli bir yaşam sürebil-
mizi belirleyen gerek veya yeter şartlar mesi, mutluluğa erişebilmesi için gerekli
olmadıklarına, yalnızca benzer durumda olan kendi kendine yetmesi durumu;
olanlara öğüt vermek için ya da kendi "kendine yeterlik koşulu" aruamında kul-
137 Avenarius,Richard
nın Biriııa Emsi ik İleinıi t'e Oplıııii Evre- !arı bulunan evrensel değerleri ön plana
leri Aranııdaki İlişkiler Ü!r!ri•1t (Über die çıkarır. Bu yönüyle Aydınlıınma hareketi,
beiden ersten Phasen des Spinozischen tüm insanların tüm zamanlarda temelde
Pantheismus und das Verhiiltniss des z- aynı doğada olduklarını, zaman içerisin-
weiten zur dıitten Phase, 1868), kısa ol- de ortaya çıkan farklılıklarınsa önemsiz
masına karşın oldukça çok okunan ve olduklarını savunduğundan tarihdışı bir
sık sık alıntılanan Diiııy1111111 En Az Eııtrji arılayış olarak görülebilir. Ancak, buna
Sarfedi/111tsi İlkesi11e Go·re Diişiiıliilmesi Ola- ~ırşın tarih yazıcılığınİn üzerindeki etkisi
rak Felsefe: Salı Deııryimi11 Eleşh"risi'tıc Ö11- kayda değerdir. Sözgelimi, "philosophie
Jgiş (Philosophic als Denken der Welt de l'histoire" (tarih felsefesi] deyişini
gemiiss dem Prinzip des kleinsten Kraft- yerleştiren Voltaire, Essai snr fes 1111tnrs et
masses: Prolegomena zu einer Kritik der f erpriı des ııatioııs adlı çalışmasında, tari-
reinen Erfahrung, 1876) ile İ11saıı111 Dii11- hin, insanın ussal kültür için verdiği ilerici
ya Kavrt!Jıp (Der menschiche Weltbeg- savaşımı olduğunu ileri sürdüğü standart
ıiff, 1891) sayılabilir. Aydırılanmacı görüşü ortaya koyar. Öte
yandan, Montesquieu ulus olmanın ya-
Averroes bkz. İbn Rüşd. salarını tarihsel ve doğal koşullara bağlı
olarak açıklamaya girişir.
Avicenna bkz. İbn Sina. Doğuşundan b-.ışlayarak ağır eleştiri
lere maruz kalnuş olan Aydırılanma ha-
Aydınlanma (Çağı) ~ng. Enlighteıımeııt, reketi en çok da XVJII. yüzyıl sonlann-
Age ofEıılightmmeııt, Fr. Edairemeııı, Su"es da eleştiri almıştır. Ortaçağ fılozoflanrun
de Ltımieres; Alm. Aufeliinmg, Zeitalter der görüşlerinin yalnızca yetkeye dayandığı
Aujkliimııg, es. t. teııewiir ılevn] x\ru. yüz- savının, bu fılozoflann yapıtları okundu-
yılda ingiltere'de başlanuş, xvııı. yüz- ğundıı kolay kolay ayakta kalacak bir sav
yılda Fransa ile Almanya'da olgunluğa olmadığı görülür. Geleneksel inançlann
erişerek tüm Avrupa'da etkin olmuş dü- ve kurumların toptan yadsınması ise geÇ-
şünce hareketi. Bu hareketin egemen ol- ıniş kuşakların birikmiş bilgeliklerinin tek
duğu dönemeyse Aydınlanma Çağı ya da bir fılozofun düşüncelerinden çok daha
Akıl Çiığı denir. doğru olabileceğini dillendiren Edmund
Aydınlanma çoğunlukla "Karanlık Çağ" Burke'nin (dil konu.~undaysa sonraları J.
diye anılan onaçağla eş görülen usdışıhk L Austin'in) tepkjsini çeker. Bireyin tüm
ve baul inançlara yönelik eleştirel yakla- düşüncelerini eleştiri süzgecinden geçir-
şımıyla tanınır. Aydınlanma hareketi, in- mesi ve us dışında başka bir yetke unı
sanın temel özelliğini, yalnızca düşünme maması gerektiği savıysa, kişinin kendi
sini sağlamakla kalmayıp onu doğru dav- güdük deneyimleri ile önünde duran bil-
ranmaya da götüren us sahibi oluşunda gi alanı arasındaki açıldık ya da boşluk
görür. İnsanların doğasını doğuştan iyi nedeniyle hüsrana uğrar. Aydırılanma ta-
sayan ve hukuk önünde, toplum yaşa sarısına yönelik eleştiriler en çok, kişiler
mında kadın-erkek herkesi eşit gören arasındaki ilişkilerde tüm saltık değer
Aydınlanmacı düşünürlere göre, inançlar kavramlanru kaldıran liberal felsefe si yü-
din adamlarının sözleriyle, kutsal kjtapla- zünden Adam Smith ile: insan eylemle-
rın yazdıklanyla ya da geleneklerle temel- rini gerçekten tetikleyen karmaşık güdü-
lenı:lirilemezler; inançlar ancak usun e- leri göz ardı ediyor görünen özerklik ve
leştirel süzgecinden geçirildikten sonra ahlaksal ödev arılayışından ötürü lmma-
benimsenebilirler. Ayrıca, Aydınlanmacı nuel Kant'a yapılnuştır. Özellikle Kant
yaklaşım, yerel önyargılan ya da göre- soyut usun ışığında yapılmış evrensel ya-
nekleri de bir kenara koyarak, herkeste salara bağlılığı, iyi olan yerine doğru o-
ve her yerde ortak olan, ussal dayanak- lanı yeğlemesi, farklılığa kayıtsız kalan
139 Aydınlanma (Çağı)
sinin kitleselleşmesi ise uzmanlann gö- şü benimsemiştir. II. Dünya Savaşı sıra
rüşlerini topluma aktarma olanağı sağlar; sında askeri istihbaratçı olarak görev ya-
böylelikle bu kimseler toplum içinde si- pan Ayer savaşın ardından Londra'daki
yasal bir varlık haline gelerek belli ölçü- University College'da Zihin ve Mantık
lerde iktidardan pay alırlar. Fdsefesi Profesörü oldu. Daha sonra
Aydınlanma'nın, insanın usdışı yönle- Oxford'daki New College'a Mantık Pro-
rini ve kültürler arası farklılıkları küçük fesörü olarak geçti. Bu tarihten itibaren
görüşü, Hegel gibi kimi düşünürlerin e- kamu önüne sıkça çıkan, radyo ve tele-
leştirisiyle yanıt bulur. Hegel, Aydın vizyon programlarına katılan Ayer, 1952'
lanma 'nın bireyci usçuluğunu birbirleriyle de İngiliz Akademisi'ne üye seçildi~
sıkı sıkıya kenetlenmiş kalıo bir toplulu- l 970'te kendisine "Sir" unvanı verildi.
ğun gereksinimleriyle uyuşturmaya çalı Gençlerin felsefeye kazandınlmasını ö-
şırken, Nietzsche eşitlik, ilerleme inancı zellikle arzulayan felsefecinin 1978'de e-
ve usun üstünlüğü de içinde olmak üzere mekli olmasından sonra da bu çabası
Aydınlanma hareketinin ideallerini geniş sürdü. Dört kez evlendi; 1977 ve 1984
ölçüde yadsır. tarihlerinde olmak üzere iki de fa yaşam
Aşağı yukarı başlangıç tarihi belli o- öyküsünü kaleme aldı.
lan Aydınlanma Çağı'nın, bitişi konu- Ayer felsefe bakımından kendisini Loc-
sunda aynı belirginlik görülmez. Pek tu- ke ve Hume'la başlayan Mili, Russell ve
tulan bir yoruma göre Aydınlanma'nın Moore'la süren İngiliz Deneyciliği'nin bir
bir sonucu olan, halk egemenliğini, ya- parçası olarak görür. Üretken bir yazar o-
salar önünde eşitliği ve özgürlüğü hayata lan Ayer bilim felsefesi ile zihin felsefesi
geçirmiş Fransız Devrimi'yle bu çağ ka- üzerine yazdığı pek çok makalenin yanı
panır. 1940'1ı yıllarda Adorno ile Hork- sıra özellikle bilgikuramına katkıda bulun-
heimer ise Aydınlama'nın batıl inançlara, muştur. Aynca Hume, Russell, Moore,
dine ve fizikötesine karşı bir silah olarak Wittgenstein, Amerikan prııgmaoları Pe-
kullandığı usun ta kendisinin onun so- irce ile James üzerine de kitaplar yaz-
nunu hazırladığını savunurlar. Deneyci mıştır.
Lolit (Dil, Doğruluk ve Manuk, 1936) yum içinde bulunabileceğini öne süren
işte bu doğrulamacı anlam ölçütünü ta- bağdaşırcılık görüşünü savunmakta bul-
nımlar ve doğurabileceği sonuçların çe- du. Bağdaşmazalığı savunanların düştü
şitli felsefe tarttşmalanndaki izini sürer. ğü yanlışın, bir şeye yolaçıın davranışın
Kısmen kendine duyduğu güven ve sal- zorunluluğu içerdiğini düşünmeleri oldu-
dırgan biçemi kısmen de Tann'nın varlı ğunu ileri sürdü. Ayer'e göre nedensellik,
ğını tanıtlamaya yönelik savlann anlam- olaylann birbirleriyle bağlanu içinde ol-
sızlıklanyla ilgili ve etik bildiri.mlcrin çö- masından öte bir şey değildir; aralannda
zümlemesinin hiçbir bilişscl öneme sa- herhangi bir zorunluluk ilişkisi içermez-
hip olmaksızın yalnızca duygulanmızı i- ler.
fade ettiğine yönelik aynına savları yü- Ayer, il. Dünya Savafl yıllannda, fi-
zünden kitap "kötü" bir nam salmışur. zik nesneler üzerine söylenebilecek her
Bu savlann taruşmalı doğası gözönüne şeyin bir dizi duyu verileri önermelerine
alındığında, daha çok olgucu anlam öl- çevrilebileceğini savunan görüngücülüğü
çütünün, doğrulamacı ilkenin başanlı bir benimsedi. Ancak, savaştan sonra bu gö-
yorumu üzerine yaslanıldığı görülecektir. rüşü terlretti. Thı Cınlral Q11ulio111 of Phi-
L#ıg11agr, Tnttb anıl Lo§t büyük oranda lomplfy'de (Felsefenin Temel Sorunlan,
Ayerrın doğrulamaa anlam kuramının a- 1973) "karmaşık gerçekçilik" adım vere-
na hatlarını ortaya koyar. Bu kitapta fizik rek kaba gerçekçilikten ayırdığı bir görüş
nesnelerin varlığı gerçek ve olası duyu ortaya attL Ayer'e göre, fizik nesnelerin
verilerine bağlanır, başka zihinlerin wrlı algılanmasına dayanan yargılannuz, ge-
ğına ilişkin bildiri.mlcr, söz konusu zihin nellikle örtük biçimde yapılan ve çok da-
sahiplerinin davranışlannın doğrulanma ha güvenli bir taban üzerine oturan bir
sına dayandınlırlren, bir kimsenin kendi çıkanma bağlıdır.
zihninin varbğına yönelik bildirimler Ayer'in diğer önemli çalışmalan şun
davranışçı bir gözle ele alınmaz. Ayer, lardır: görüngübilimi ele aldığı Thı Fo1111-
Ltmll"'#, Tnttb anıl Lolit adlı yapıunda · dalio111 of Empiriml Kmıw/edgı (Deneysel
mantığın ve matematiğin öncrmcleri ile Bilginin Temelleri, 1940); özgürlük ile
ahlak önermelerine ayn bir yer verir. belirlenimcilik, görüngücülük, yararcılık,
Mantık ve matematik doğrularının an- başkalannın zihni ve wrlıkbilgisi üzerine
lamsız sayılamayacağını söylerken, bunla- denemelerinden oluşan PbilosopbkaJ Et-
nn deneyle doğrulanabileceği düşünce ıtgı (Felsefece Denemeler, 1954); bilgiye
sine ise karşı çıkıır. Böyle zorunlu doğ ilişkin düşüncelerini dile getirdiği, aynca
rulann analitik doğrular sayılmasını ve kuşkuculuğa dair bir taruıımayı da içeren
doğruluklarının yalruzca belli birtakım Tbt Problem af Knon./etlgr (Bilgi Sorunu,
terimleri kullanma yöntemimizle sınır 1956); doğruluk, özel diller, doğa yasala-
landınlmasını savunur. n, kişi kavramı ve olasılık üzerine dene-
Ahlak yargılanyla ilgili olarak Ayer, melerinden oluşan Thı Con&fJJI ofa Pınarı
bunlann bilişsel bir önemden yoksun ol- anıl Oı!Rr Essl!Js (Kişi Kavramı ve Diğer
duklannı söyler. Davranışlanmızdan ya Denemeler, 1963); Amerikan pragmaa-
da yapıp etmclerimizden ahlaken sorum- lan Peirce, James ve Dewey'i ele alan
lu olup olmadığımız konusunda oldukça TIR Origirıı af PragmaliZ!" (Pragmacılığın
kafa yormuş Ayer açısından belirlenim- Kökenleri, 1968); çözümleyici felsefenin
ciliğin egemen olduğu bir evrende ahlaki kaynaklarım araşuran RRmU anıl Moorr:
sorumluluğun olamayacağı açıkur; çünkü Tha Ana!Jlica/ Heritega (Russcll ve Moo-
yapmaktan kendimizi alamadığımız, do- re: Çözümleyici Düşünce Kalıu, 1971);
layısıyla özgür olmadığımız, bir davranış Russcll'ın felsefesine bir giriş niteliğin
tan sorumlu tuwlamayız. Aycr çözümü, deki Bırtranıl RR11e/I (1972); Hume'un fel-
özgürlük ile belirlenimciliğin birarada, u- sefesini açımladığı &1111 (1980); XX. yüz-
ayıklamacı maddecilik 142
yıl felsefesindeki başlıc-a gelişmeleri ele k.'lyda değerbir kur-amda yerlerinin ol-
aldığı Pmloıopl!J i11 Tıı•mtieıh Gt11ı111y (XX. madığını öne sürer. Bu bağlamda sözge-
Yüzyılda Felsefe, 1982) ile Wittgenstein'ı limi tanrıtarurnazcılarırı Tann 'ya yakla-
yorumladığı IFlttgeMei11 (1985). Ayer ay- şımları ayıklamacılıktan yana bir tavırdır.
nca özyaşamöyküsünü iki ayn ciltte ya- Günümüz felsefesinde ise ayıklama
zıya dökmüştür: Part of My Life (Yaşa cılık daha çok zihin felsefesi ve bilim fel-
mımdan Bir Kesit, 1977) ile Morr of ı\1;ı sefesiyle anılır olmuştur. Zihin felsefe-
4fc (Yaşamımdan Birkaç Kesit. Daha, sinde gerekli öncülleri yerine getiren uy-
1984). gun bir kur-amın içinde inanç, arzu, niyet
ya da diğer bilinç durumları türünden
ayıklamacı maddecilik [İng. eliı11inatiı't zihinsel süreçlerin yer almaması gerekti-
materialiınr, Fr. 111aterialitı11e iimİlıaloirr, ğinin altı koyuca çizilir. Bilim felsefesin-
Alm. eli111i11ativer 111<11erialiS11111iJ İnsanda bi- de ise ayıklamacılık bilimsel araşurmarun
rer zihinsel görüngü olarak var olup da içinden dogmacı her tür inancı kazıyıp
dış dünyada karşılığı bulunmayan şeyle atmanın bir yöntemi olarak kullanılır.
rin, özellikle de tanrı ya da ruh kavramı
türünden maddi olmayan şeylerin dü- aykırı tekçilik ~ng. a110111a/011I 111011üm;
şünce dizgemizdcn çıkarulması gerekti- Fr. anoı11al 111011iıı11e Alm. attomaler 111011is-
ğini ileri süren maddeci anlayış; "inanç" 11111iJ bkz. Davidson, Donald.
içeren tüm zihinsel süreçlerin yadsınma
sını ya da felsefeden ayıklanmasını savu- ayrım ilkesi (İng. dijferetıce priıı.iple-, Fr.
nan öğreti: "yadsımacı maddecilik". prindpe dt di.fferrmı; Alm. dijferetızpritızfp] A-
merikalı ahlak ve siyaset felsefecisi John
ayıklamacı tümevarım [İng. eliı11inative Rawls'un ortııya koyduğu "hakkaniyet (ya
i11d11ı1İon; Fr. i11d11ctio11 iliı11inaloirr, Alm. da hak-tanırlık) olarak adalet" kuranunın
elimitttlhl't ind11ktio11] Felsefede, özellikle sacayaklarından, üç temel adalet ilkesin-
de bilim felsefesinde, bilimde öne sürü- den biri. Rawls'un kuramında "ayrım il-
len bir varsayımın doğruluğunu, rakip kesi"ni bir adalet ilkesi kılan şey, adaletin
kuramların aynı konudaki savlarını yan- topluma ayrım gözetmeyen, tarafsız bir
lışlayarak ya da çürüterek pekiştirme iş gözle bakmayı temd alması gerektiği dü-
lemine verilen ad. Ayıklamacı tümeva- şüncesidir. Başka bir deyişle Rawis, ada-
rımı savunanlar, bu yöntemle olanaklı letin topluma, kendi beceri ve yetenek-
varsayımların içinden doğruya en yakın leri üzerine bilgiden yoksun olan ama
olanına ulaşılacağı savındadır. '',ıkılcı" davranacağı varsayılan kendi çı
karı peşindeki insanların "cehalet perde-
ayıklamacılık fİng. elimi11ativiınr, Fr. ili- si" alunda seçim yaparak bir anlaşmaya
mi11ativit111e-, Alm. eli111inativit111111] Felsefe- vardıkları hayali bir "ilk konum"dan bak-
ce akılyürütmelerde, dış dünyada karşı mayı temel aldığını düşünmektedir. Raw-
lığı olmamasından öt.ürü işe yaramadığı ls'a göre, bu şekilde adil, tarafsız bir se-
düşünülen kimi varlık ya da kategori çim yapmaya zorlanan insanlar, salt ken-
türlerini dışarıda bırakmaktan yana olan dileri ola ki bir gün o gruba düşmesinler
anlayış; felsefece dilegeti.rmelerde kulla- diye toplumun en kötü durumdaki ke-
nılan dilin bu türden kategorilerden a- simlerinin refahını en üst düzeye çıkar
rındırılması gerektiğini savunan görüş. m:ıya çalışacaklar, eşitsizlikleri yalnızca
Felsefe tarihinde birçok farklı ayık bu çerçevede, ancak yoksulların refahına
lamacı tutunıla karşılaşılır: Kimi düşü kıııkıda bulunduğu sürece benimsemeye
nürler ruhun ya da Tanrı'run varlığını y•ınaşacaklardır. Rawls, "ayrım ilkesi"nin,
yadsırken, kimileri de zamanın ya da y:ılruz ve yalnız az bulunur metaların ya
maddenin var olmadığını, bu nedenle de da kıt malların (güç, para, sağlık hizmet-
143 ayrım metafiziği
bu yeni anlamııu kazandımkeıı, Saus- şına çıkma isteğinin doğal bir sonucu-
surc'ün verdiği "Dil sesler ya da yazılar dur. Bu nedenle Derıida, ayrım ile den-
dan oluşan anlamlandırma etlı:inliğinin mek istenenin ne bir sözcüğe, ne bir
olumlu içeriği değildir; en genel anlamda kavrama, ne de geleneksel anlamda bir
bir aynhklar dizges~ bir ayrılıklar yapısı varlığa karşılık gelmediğinin aluru özel-
dıı:" yollu genci dil tammının ne Saus- likle çizmektedir. Ancak bu noktada dik-
sure'ün keııdisi.nce ne de bir başka dü- kat cdilmcsi gereken, Dcrrida'ıun bildik
şünürce yeterince işlenmemiş olduğu ger- anlamda iki şey arasındaki benzemezlik
çeğinden yola çıkmaktadır. İşte bu yete- temelinde kurulan bir ayrımdan söz et-
rince üstünde durulmadığııu düşündüğü mediğidir. Çünkü böylesi bir ayrım anla-
tanım doğrultusunda Derrida, ayrım te- yışı zaten özdeşlik üstüne bina edilmiş
rimini söz konusu aynlıklann bir biçim- düşüncemizde içerilmektedir. Sözgclimi
de ortaya çıkmasına olanak tamyan dü- bu bağlamda bir başka önemli Fransız
şünsel devinmeyi anlatmak için kullan- düşünürü Dcleuze'ün, "aynm"ın birincil
maktadır. Bu bağlamda böyle bir devi- önemdeki terim olduğu bir dünyada, "öz-
nim hem zamansal hem de uzamsal an- deşlik" ya da "aynılık"ın ikincil önem-
lamda bir devinimdir. Derrida'ıun deyi- deki terim olarak yeniden kavramsallaş
şiyle söylenecek olursa, aynın bir bi- urma gereğinin baş göstermesi bir yana,
çimde geleneksel felsefedeki bilincin aş özdeşlik ile aynm arasındaki ilişkinin de
kınlığının, kavramsallığın ya da dilsel yeni baştan düzenlenmesi gerekeceğini
anlamlılığın koşu~a gönderimde bu- dile gctimıcsi oldukça anlamlıdır. Delcu-
lunmaktadır. Bu açıdan bakıldığında ay- zc böyle bir düzenleme için kavraması
rımları ortaya çıkaran bir devinim, gele- son derece güç olan ''yinclcmc" kavra-
neksel felsefede olduğunun tersine dü- mııu önermektedir. Aynca bkz. bulunuı
şünmeyi ciddi bir iş olmaktan çıkaı:np mctaf"ıziği; Derrida, Jacques.
ona daha bir "oyun yaşantısı" niteliği
kazandırmaktadır. Özetle ayrım metafi- aynıık (heterojen) ~ng. hetenıgeneour,
ziği terimi, düşünmemize yer etmiş "öz- Fr. hftirııgine; Alm. heİenıgen; es. t. ugr-i
deşlik mantığı"ıun içerisine bir türlü yer- 111iiteçanilj Eski Yunanca'da "başka" ya da
leştirilemeyen, özdeşlik ilişkisi doğrultu "ayn" anlamına gelen hetenıı ile "cins",
sunda kavranması olanaklı olmayan son- "tüı'' ya da "soy" anlamındaki gttto/tan
suz anlam ufkunu göstermektedir. An- türetilmiş terim: hetmgeııa (''ayntürden").
lam zaman içinde evrilen, dönüşen, deği Kendisini oluşturan her bir öğcsi ya da
şip başkalaşan bir şey olduğu için, parçası ayıu özelliği taşımayan, ayrı ayrı
Derri<la'ıun deyişiyle son çözümlemerle ilzellikler sergileyen "bütün"ü nitelemek
sonsuza dek "enelenen", "geciktirilen", için kullanılan "ayrışık" terimi bağdaşık,
"sonraya bırakılan"dır. Bunun böyle ol- bir türden ya da türdeş olana karşıt bi-
masının altında yatan da işte bu ayrım il- çimde farklı tür ve cinsten olan, tek ya-
kesidir. Bir başka deyişle aslında ertele- pılı değil de çok yapılı olan, birbirine
nen, geciktirilen, sonraya bırakılan şey, benzemeyen nitelikleri bulunan iki ya da
yerleşik anlam kavrayışımıza gelmeyen, daha fazla şeyin birleşimini; bütün ha-
ortakgörünün anlam uzlaşımlanıu aşan, linde tek bir örnek yapısı olmadığı için
kııvramsallaşurılarak ya da izleksellcşti onu oluşturan birbirine benzemeyen paı:
rilcrck ayıulık kategorisine indirgeneme- çalanyla birlikte düşünüleni anlaur. Ay-
yen bir ayrımdır. Bu bağlamda Dcrrida' nca bkz. türdq (homojen).
ya göre bütün kavramlar ilkece açıkla
mayı ertelemek zorundadırlar; çünkü her azalucı doğruluk kuramlan bkz. doğ
tür açıklama çabası dilin sınırlanıun dı- rulıık.
Bb
Babllik XIX. yüzyılın ortasına doğru ğiştirilebileceklerini savunurken, aynı za-
ortaya çıkan, önceleri İslami bir tarikat manda olağan duyu deneyimlerini veri-
iken sonradan siyasal bir oluşuma ve leri çerçevesinde tanımlayan yalın ger-
zamanla ayn bir dine dönüşen Babilik, çekçiliği de yadsıyarak bilimsel kavram-
kendini Bab (Şiilerin beklediği on ikinci ların ve düzerılemelerin varlıkbilgisel o-
ve son imama açılan "kapı") ilan eden ve luşumlanna önem vermez. Öte yandan bu
vahiy yoluyla yazdığını söylediği Bıymı tür bir gerçekçiliği reddetmenin idealiz-
başlıklı yapıunda görüşlerini dile getiren mi kabul etmek anlamına gelmediğini sa-
Mirza Ali Muhammed tarafından kurul- vunan Bachelard, yalın gerçekçilik yerine
muştur. Kendilerine "Ehl-i Beyan" da usun oluşturucu eyleminin önceden ve-
denilen Babilerin iran'da yürüttükleri si- rilmiş bir neı.neye yönelmiş olması ge-
yasal mücadele Şah'ın zor kullanmasıyla rektiğini kabul ederek, usun bilginin nes-
son bulmuş; Mirza Ali Muhammed tu- nelerinin oluşturulmasındaki etkin rolü-
tuklanırken önde gelen Babiler de İran'ı nü onaylayan "uygulamalı usçuluk"u des-
terk etmek zorunda kalmışlardır. Sonriıki teklemiştir. ·
dönemlerde Babiler gelenekçi sayılabile Usçu bilgikuramından yola koyulan
cek, sayıca da az olan Ezdiler ile kendini Bachelard bilimi sürekli büyüyen bir bil-
Men YNz/Jimhıtllab (''Allah'ın yeryüzün- gi yığını olarak değil, us ile deneyim ara-
deki zuhuru") ilan ederek daha büyük sındaki, bilimsel olguların zihnin keşifleri
bir din kurmaya yönelen Baha'.ullah'ı iz- denli yaratımları da haline geldikleri et-
leyen Bahailer olarak ikiye aynlmışlardır. kin bir diyalog olarak görür. Nitekim
1850 yılında idam edilen Babiliğin kuru- Bachelard Yetıi Bilimsel Tiıı (Le Nouvel
cusu Mirza Ali Muhammed, tutuklan- esprit scientifiqıie, 19'.~4) adlı çalışmasın
masından kısa bir süre önce kendisiyle da Yeni Kantçı ve olgucu bilimsel bilgi-
birlikte yeni bir dönemin başladığını du- kuraınlannı, özellikle de birikimci bilim
yurmuş;· beklenen peygamber (İmam-ı anlayışını yadsıyıp, Nelson Goodman,
Mehdf) olduğunu savlayarak bütün hü- Thomas Kuhn ve Paul Feyerabend gibi
kümlerin yenilendiğini söylemiştir. Bu ba- günümüzün önemli bilim felsefecilerini
kımdan birçok İslami hükmün değiştiril . önceleyerek, bilimsel bir kuramın salt
diği Babiliğin yeni bir din olduğu kabul verilerle belirlenmediğini, onun aynı za-
edilir. Aynca bkz. Bahiiilik. manda yaratıcı bir girişim olduğunu öne
sürer. Bachelard'ın yenilikçi bilim felse-
Bachelard, Gaston (1884-1962) Tarih fesi anlayışının temelinde üç önemli kav-
yönelimli bilim felsefesinin temel.ini atan ram yatmaktadır: bilgikuramsal kopuş, bil-
Fransız felsefeci. Bachelard, görecelik ku- gikuramsal değer, bilgikuraınsal engel
ramı ile kuantum mekaniğinin klasik fi- Bachelard bilimin bilgikuramsal ko-
zikte yarattığı gelişmeleri izleyerek oluş puşlarla ya da kesik kesik, aralıklı olarak
turduğu bilim felsefesini, Descartes 'ın yaşanan değişimlerle geliştiğini ileri sü-
"bilginin ilk doğrulara dayanması gere- rer. Us ile deneyim arasındaki diyalogun
kir" yollu savını yadsıyan, yani Kartez- ya da diğer adıyla diyalektik usa vurmanın
yenci olmayan bir bilgikuramında temel- en açık örneklerini matematikte bulabi-
lendirmiştir. Bachelard bütün bilgi savla- leceğimizi belirten Bachelard'a göre, ör-
nrun gelecekteki olayların sonucunda de- neğin Eukleidesçi geometriden Euklei-
147 Bachelard, Gaston
desçi olmayan bir geometriye, sınırlı bir nin gözde düşünce akımları görüngübi-
dizgeden sınırsız olanına, belirli bir açı lim ile varoluşçulLtğa karşı önemli bir se-
dan kapalı olan bir çerçeveden daha açık çenek sunarak Fransız felsefesinin dü-
olanına geçiş kendilerine özgü birer di- şünce yatağının akış yönünün değişme
yalektik hareket örneğidir. Diyalektik ge- sinde de önemli bir rol oynamıştır. Mic-
lişim, bilimi kavramsal yeniliklere, biliş hel Foucault'nun da açıklıkla belirttiği
sel alanlann yeniden düzenlenmesine ve gibi Bachelard'ın bilgikurarru, tarih ve
yeniden değerlendirilmesine zorlayarak bilim felsefesi alanlannda ortaya koy-
bilişsel kopuşlar yarattığından ötürü bil- dukları, hem Foucault'nun kendisinin
gikuramsal bir kopuş meydana getirir. hem de Louis Altlıusser'in çalışmalanru
Bachelard'a göre, sözgelimi günümüz u- anlamakta vazgeçilmez bir önem taşır.
zay kavramının, yaşadığı diyalektik geliş Öte yandan kimi eleştiriler de alan Bac-
meler nedeniyle, Eukleidesçi ve New- helard, Fransa'da postmodernistler tara-
toncu öncülleriyle artık mantıksal bir fından Kant'ın miras bıraktığı "eleştirel
bağlantısı bulunmamaktadır. Bilgilı:uram felsefe" nin yöntemlerine inancını koru-
sal kopuşun içerdiği kopukluk yalnızca duğu için, Marxçılar tarafından da insan-
mantıksal bağıntılann bozulması anlanu- cılığından ötürü yerilmiştir.
na gelmemekte, geçmişte bilgi olarak ka- Bachelard modem bilime ilişkin on
bul edilen şeylerin ve bunlar arasındaki iki, zaman ve bilinç üzerine iki ve şiirsel
iliş kilerin yeniden değerlendirilmesini de imgelem üzerine on yapıt yayımlamıştır.
zorunlu kılmaktadır. Geçmişteki tanıtla Büyük bir okuyucu kitlesine ulaşan bu
malara atfedilen bilgikuramsal değerler çalışmaların belli başlılan arasında bilgi-
zamanla değişir. Eski çıkarımlar bütü- kuramsal kopuşun ilk aynntılı açıklama
nüyle terk edilmeseler de Eukleides'in sını bulabileceğimiz Göreliliğin Tiimevanm-
kanıtsavlarında olduğu üzere artık birer a Değeri (La valeur inductive de la relati-
cıınıtlama olarak da kabul edilemezler. vite, 1929); şiirsel imgelem kuramını ge-
Bilgikuramsal engeller ise "birbirine ko- liştirmeye başladığı ve ateşi bilgikuramsal
şut koyutlar zorunlu olarak doğrudur'' bir engel olarak tartıştığı Atqin Rnhfii-
türünden sorgulanmaya açık olmayan bir z!imkmesi (La Psychanalyse du feu, 1938);
kanıya katkıda bulunan öznel etmenler- bilimsel bilginin oluşturulmasında öznel
dir. Bilgikuramsal engeller bir kopuş mey- ile nesnel arasındaki ilişkiyi ele aldığı ve
dana geldikten ve bu kopuşun ilerlemeci bilgikuramsal engel kurarrunı geliştirdiği
bir hareket oluşturduğu kabul edildikten Bilimsel Tinin 01Nf11111N: Nesnel Bilginin Rnb-
sonra geriye dönük bir değerlendirmeyle çöz!imkmesine Bir Katkı (La formation de
belirlenebilirler. Diyalektik hareketi zor- l'esprit scientifıque: contribution a ııne
laştıran, düşüncenin ilerlemes;nin önü- psychanalyse ·de la connaissance objec-
nün kesilmesine katkıda bulunan bilgi- tive, 1938); diyalektik ve modem bilimin
kuramsal engeller, ilerlemenin olanaklı diyalektik gelişiminden ne anladığını en
olabilmesi için başa çıkılması gereken et- açık biçimde sunan H'!Yır Felsefesi: Yeni
menler olarak ortaya çıkarlar. Üstelik bu Bilim.re/ Zihin Felsefesi (La Philosophie du
etmenler işbaşındayken bile fark edile- non: essai d'une philosophie du nouvel
meyebilirler. Bilgikuramsal engellerin ze>- esprit scientifıque, 1940); Bachelard'ın i-
runlu olarak içinde oluştuklan disiplinin yice olgunlaşrruş bilim felsefesinin öz-
bilişsel temellerinde aranması gerekme- gürılüğünü ve verimliliğini sunan, idea-
mektedir; bu engeller düşüncenin biçim- lizme, Husserlci görüngübilim ile vare>-
lenişinde biz farkında olmaksızın da rol luşçuluğa yetkin eleştiriler getiren Uygu-
oynayabilirler. lamalı UsfUINk (Le rationalisme applique,
Gaston Bachelard bilim felsefesine 1949) ile UsfU MaJdealik (Le marerialis-
bulunduğu katkılann yanı s!Ia dönemi- me rationnel, 1953) sayılabilir. Bachelard'
Bacon, Francia 148
ın açtığı yoldan yürüyüp onun düşün sel bir pratiğe dayanan yeni bir tutum ve
celerini daha da ileriye taşıyan bir düşü yöntembilgisi olduğunu düşünür. Bilgiye
nür için bkz. Canguilhem, Georges. ulaşmanın amacı her şeyden önce insan-
lığın iyiliğidir. Bacan tasarladığı bu uy-
Bacon, Francis (1561-1626) Kimi fel- gulamalı bilimden doğmaSı gereken top-
sefe tarihçilerinin "modern felsefe"yi ço- lumsal düzeni, daha doğrusu varmayı
ğunluk yapıldığı üzere Descartes 'la değil umduğu toplum düzenini Y mi Atlaırtis
de kendisiyle başlattıkları, bilimsel de- adlı ütopyada betimlemiştir. Doğa bilim-
neycilik düşüncesinin öncülüğünü yap- lerinin yeniden düzenlenmesi üzerine pek
mış İngiliz filozof ve denemeci. Locke' çok deneme yazan Bacon'ın bu konu-
tan Hume'a, John Stuart Mill'den Bert- daki en önemli çalışması Yeni Otganon'
rand Russell'a uzanan İngiliz deneycili- dur. Adını Aristotelcs'in "mantık külli-
ğinin kurucusu olarak görülen Francis yatı"ndan C"Organoır) alan Yeni Orgaıroır
Bacon geniş bir yelpazeye yayılan ku- geleneksel bilimsel araştırma yöntemle-
ramsal ve yazınsal yapıtlar üretmiştir. rinden kopuşun ilk işaretlerini verir. Bu
Aslında Bacon bilimleri yeniden düzen- yapıt Bacon'ın bilimleri yeniden düzen-
lemek amaayla InstaHratio Magıra (Büyük leme girişiminin bir parçası olarak da gö-
Yenileme) adlı dev bir yapıt yazmayı ta- rülebilir. İki bölümden oluşan Yem Orga-
sarlamıştı. Bacon'ın bu tasansı bilimlerin 11oır'un birinci bölümü tümevarımlı yön-
yeniden bölümlendirilmesini, yeni bira- teme niçin gereksinim duyulduğunu te-
raştınna yöntemini, bilimsel gözlemlerin mellendirirken, ikinci bölüm bu yönte-
ve olgulann toplanmasını, yeni yöntemin min uygulamaları üzerinde yoğunlaşır.
örneklerini ve bu yöntemin uygulama- Bacan birinci bölümde kendi zamanında
sından doğacak olan yeni felsefenin ken- yaygın olarak kabul gören Aristotelesçi a
disini açıklamaktan oluşuyordu. Ne var prion' tümdengelimli yöntemi reddedip
ki Bacon bu dev çalışmanın yalnızca ki- insanın arılama yetisini gözlem ve de-
mi parçalannı tamamlayabilmiştir. (Her neyde temellendirmeye girişir. Bacon'ın
ne kadar Bacon bu adı taşıyan bir kitabı önerdiği seçenek açık bir biçimde a pos-
1620 yılında çıkarmışsa da yayımlanan teriori tümevarımlı yöntemdir. Bacan'a gö-
kitap tasarladığı dev yapıtın yalnızca bir re ilkin doğayı deneyler aracılığıyla göz-
taslağı niteliğindeydi.) Bu parçalardan lemleyip verileri toplamamız, ardından
biri olan Bilimlerin Sl!Jgtttlığt 11e Gtlifimi ne bildiğimizi çözümlememiz ve sonun-
(De dignitate et augmentis scientiarum, da da ulaştığımız en güvenilir doğrulara
1623) adlı çalışma İngilizce yazılmış ilk göre hareket etmemiz gerekir. Bacon do-
önemli felsefe yapıtı olan Öğrrırmm;ır İ ğaya ilişkin kestirimlerde bulunma ile do-
lerl9işlnin (The Advancement of Lcar- ğayı yorumlamayı birbirinden ayırır: Kes-
ning, 1605) gözden geçirilmiş bir uyar- tirimlere inanmak için çok az neden bu-
lamasıdır. Tamamlanamayan büyük ça- lunmaktadır; bunlar kolaylıkla ve aceley-
lışmanın diğer parçalan arasında Aristo- le vanlan genellemelerdir. Yorumlar ise
telcsçiliğin egemenliğinin sona erdirilme- şeylere nüfuz etmemizi, onlara yaklaş
si gerektiğini savunan ı't1Iİ Otgatıoır (No- mamızı olanaklı kılan çeşitli verilere da-
vum Organum, 1620) ile kayda değer bir yanır. Yorumlar her zaman kolaylıkla ka-
ütopya örneği olan Yeni Atlaırtis (Nova bul edilmeseler de açıkçası doğayı açık
Atlaıitis, 1627) bulunmaktadır. lamanın en güvenilir yöntemi olarak dü-
Bacon erken modern bilimin başarı şünülmelidirler. Bacon'a göre bu "yeni
larından doğan "yeni" deneyciliğin ön- mantık", bu yeni düşünme yolu Aristo-
cülüğünü yapmıştır. Yetkelere başvurul telesçi tasımın, örnekleri basit sıralamaya
masına ve dolayısıyla skolastisizme karşı dayanan tümdengelimli mantığın yerini
çıkan Bacan, insanlığa gerekenin bilim- alacaktır. Eski mantıkların, eski düşün-
149 Bacon, Francis
mc geleneklerinin hiçbiri de doğa yasala- gelme gibi eğilimleri içerir. İnsanlann do-
nnın gerçek bilgisini üretecek yetkinlikte ğayı insanmerkczci ya da insanbiçimci
değildir. Bacon yeni teknolojilerin keşfe bir gözle düşünmeye yatkın oluşlanyla
dilmesine götüren "deneysel denetim" yakından bağlantılı olan bu putlar, do-
ya da "denetimli deney" araalığıyla do- ğayı olduğu gibi görmemizi engeller; do-
ğayı egemenliğimiz altına alarak ona mü- ğanın amaçlar~la insanlığuı amaçlarını
dahale etmemiz gerektiğini düşünmekte birbirine kanştırmamıza yol açar. Adını
dir. Ancak doğaya egemen olmak için Platon'un '"•mağara benzctmcsi"ndcn a-
önce onu iyice tanımak, hangi nedensel lan "mağara pudan" (iJola rpentr) ise tek
yasalarla nasıl işlediğini iyice bir anlaroak tek bireylere özgü eğilimlerden oluşur.
gerekmektedir: "Bilmek, egemen olmak- Bireyler kişisel alışkanlıklarından ve do-
tır." Ne var ki nedensel yasalann bilgi- layısıyla önyargılanndan etkilenmeye yat-
sine ıılaşmanın önünde çok iyi bilinen kındırlar. Bireyler çevre, eğitim, toplum-
engeller bulunmaktadır: İnsan zihni bir- sal ilişkiler ve biraz da okumalarından
!Wam boş düşüncelerle, ıvır zıvır ku- edindikleri davranış kalıplanna dayanan
runtularla dolup taşmaktadır. Bacon do- kanılar oluşturmaya sonuna dek açıktır
ğayı yorumlayarak açıklamaktan çok ona lar. Böyle olunca da her birey doğaya
ilişkin acele kestirimlerde bulunmamıza kendi küçük penceresinden baktığından
yol açan yanlış kanı ve önyargılarıı dayalı doğanın bütününü ıskalar. Baron'ın dile
düşünceleri "zihnin pudan" (iılols of tlıe çıkmazcasına yerleştiğinden ötürü zihnin
111it1tl) diye adlandım. İnsanoğlu doğayı pudanrun · en tehlikelisi olarak gördüğü
kendi gerçekliği içinde kavrayıp ona yö- "çarşı pudan" (iılola .fan), soyut ve an-
nelik doğru bilgilere ulaşmak istiyorsa, lamları muğlak sözcüklerin kullanımın
ilk yapması gereken şey, insan zihnine dan kaynaklanır. Kimi sözcüklcr-enlamlı
yer etmiş bu "pudar"dan bir an önce olduklan düşünülse de- gerçek dünyada
kurtulmaktır. Bu "kuruntular"ın kökü ka- hiçbir karşılığı olmayan, varolmayan şey
zınmadıkça "doğaya egemen olma" tasa- leri temsil edctken, kimi sözcükler de
nsı ya da ülküsü boş bir hayalden öteye gerçek, varolan şeyleri adlandırmalarına
geçemez. . karşın kafa katıftıracak ölçüde karmaka-
"Putlar kuramı" Bacon'ın insanın dil, Dfık tanımlanıp kullanılmaktadırlar. So-
gelenek ve imgelem tarafından yaratılan nuçta, bflirli bir düşünceyi aktarmak için
yapıntılara körü körüne bağlanmasının yanlış sözcük ya da sözcükler seçilirse,
zararlı ve yıkıcı etkilerini betimleyen Ymi sözdağan dayanaksız temciler üzerine ku-
n~llOll adlı yapıtında genci bir ideoloji Nlursa, ifade edilen düşünce de yanlış
kur-~nuna dönüştürülür. Bacon gerçek olmtıya yazgılı olur. "Zihnin putlıırı"nın
bilgiye ulaşma yolunda insan zihnine çe- sonuncusu "tiyatro putlan" (itlaf,,, lbealri)
şitli sorunlar çıkaran hatalı akılyürütmc ise eski öğretilere gönüllü kulluk etmek-
lcrin kaynağı olarak tanımlayıp gencide ten, sırf yıllarca bcnimscndiklerindcn ö-
yanlış varsayımlar, yanılsamalar, önyargı türü basmakalıp kııramlan olurlamaktan,
lar, yanlış kanılar ve eğilimlerden oluş her türden düşünsel yetkeye sorgusuz
tuğunu düşündüğü "zihnin putlan"nı sualsiz boyun eğmekten oluşan önyargı
dört ayn öbeğe ayırır:
"Soy putlan" (iıJsla lar yumağıdır. Aslında tüm bu dogmalar
lrib11r) insanın doğasından kaynaklanan, yığınının sahip olduğu tek özcllik ustaişi
insan soyuna özgü doğal ama yanıltıcı sözel inşalar olmalarıdır. Oysa ki gerçek
zihinsel önyargılardır. Soy pudan duyu- bilgi edinme süreci sözcükleri ustalıkla
lııra dayalı algıya gözü kapalı güvenme, kullanmaya değil, doğa yasalannın keşfi
aşın genellc(ştir)mc, hemen sonuca sıç ne dayaıur. Görüldüğü üzere, Bacon zih-
rama C'acelc genelleme yanılgısı'), görü- nin tüm pudanrun deneye dayanmayan
şümüzle çelişen kanıdan görmezlikten düşüncelerden kaynaklandığını, zihnin an-
Baoon, Francis 150
c.ı.k derinlerine işleyen kendi yarattığı put- biçimleri anlamak için bütün sıcak şeyler
lardan kurtı:ılduğunda doğa yasalarının de- incelenir ve hangi durumlarının ortak
neye dayanan bilgisini araştırmak için olduğu görülür. Yokluk çizelgesi, bulun-
kendisini özgür kılacağını öne sürer. Ba- mayış ya da olmayış tablosu benzer gö-
con'ın başlattığı çizgide, zihnin putları rünglüerin ortak olmayan durumlarının
nın yerle bir edilmesi tasarısı, Nietzsche' incelenmesini içerir. Nitekim sıcaklığı an-
nin P11ılarm Ala112knrmıbğt'nda · Sokrates lamak için öncelikle soğuk şeyler çizelge-
ve Kant'a yönelik eleştirilerinde; Marx sini incelememiz ve yoğunluk gibi sıcak
ve diğer toplum eleştiricilerinin toplum- lığın oluşmasıyla ilişkisiz olan özellikle-
sal ve ekonomik yapıları gizemlerinden rini ayırt etmemiz gerekir. Derece çizel-
arındırma çabalarında; son çözümleme- gesi ya da ölçütler tablosu ise bir du-
de insanlara gerçekte varolmayan ama ruıµu değişen derecelerde içeren görün-
insanlar üzerinde gücü olan şeylere düş gülerin incelenmesini içerir. Bu görün-
künlüklerinden kunulmalarımı yardım et- güler her biri kendi içinde farklı derece-
mede felsefece önemini korumuştur. ler alabilen birden fazla durumu da ba-
Bacon Y mi Orgaqoılun ikinci bölü- rındırabilir. Örneğin sıcaklığı anlamanuz
münde yönteminin olguların toplanma- için farklı sıcaklıktaki şeyleri gözlemle-
sına yönelik bölümünü açıklamaya giri- memiz ve parçacıkların düzensiz hare-
şir. Bilindiği üzere Aristoteles bilimin ketlerindeki değişen )uzları gibi değişen
öncelikle bir görüngünün nedeninin keş derecelerde hangi durumların ortaya çık
fedilmesini içerdiğini ileri sürer. Örneğin tığına dikkat etmemiz gerekir. Böylelikle,
sıcaklığın doğasını anlamak için sıcaklı bu üç aşamalı işlemden sonra, karşılaştı
ğın nedenlerini bulmalıyızdır. Aristote- rılabilir bir örnekler çizelgesi oluşturamk
les'e göre bu süreç sıcaklığın dön nede- yoğurtluk gibi ilişkisiz özellikleri eler ve
ninin -bic;imsel, maddesel, etkin ve erek- parçaakların düzensiz hareketleri gibi te-
sel- belirlenmesini içerir. Bacon. Arisro- mel özellikleri tam olarak belirlerız. Ba-
teles 'in tümdengelimci tasımalığını red- con'a göre bu yöntem tümevarımın en
detse de bilimi nedenlerin ve özellikle de doğru biçimidir. Bacon her üç çizelge
biçimsel nedenlerin keşfedilmesi olarak için sınırsız sayıda örneği inceleyemeye-
gördüğünden bu noktada Aristoteles'i iz- ceğimizi kabul eder ve incelemeyi belirli
ler. Bacon'a göre bir şeyin biçimsel ne- bir noktada durdurarak örnekleri bütü-
denleri onun fiziksel nitelikleridir. Şeyler, nüyle ele almanuz gerektiğini belirtir.
bu nitelikleri nedeniyle varolduklan bi- Bacon'ın önerdiği tümevarım yöntemi
çimdedirler. Örneğin, sıcaklığın biçimi günümüzde kullanılan tümevarım yön-
C'form"u) parçaokJann düzensiz h;ıre temiylt' karşıl~ştınl<lığında epey bir so-
ketinden kaynakl11nır; sıcaklığın biçimini run . barındırsa da Bacon 'ın ortada bir
keşfederek sıcaklığın bilimsel doğasını "yöntem sorunu" olduğunu düşünüp bu-
ortaya çıkarırız. Baron bir şeyin biçimi- nu çözmeye uğraşması bile başlı b-aşına
nin bir dizi bilimsel yöntemin kuralları a- kayda değer bir çabadır -ki bu çaba aynı
raalığıyla onaya çıkarılabileceğini öne sü- zamanda "modem felsefe"nin doğumu
rer. Bacon özgün tümevarıma yöntembil- nu da muştulamaktadır.
gisini varlık çizelgesi (ıab11/a praesmtiae), Bacon 'ın Dmemelet'i (Essays, l 597) i-
yokluk çizelgesi (tabula abmıtiae) ve dere- se ayrı bir önem taşımaktadır. Bilim için,
ce çizelgesinden (ıab11/a grad1111111) oluşan doğanın bilgisine uhışmak için tasarladığı
üç b-.ı.samaklı bir karşılaştırılabilir örnek- yöntemini gelişririrken insan ilişkilerini
ler çizelgesinde temellendirir. Varhk çi- de göz ardı etmeyen Bacon, Dmemeler'de
zelgesi benzer görüngülerin ve bu gö- insanın davranış ve ~üdülerini inceleyip
rüngülerin ortak durumlarının incelen- genellemelere varır. içerdiği dilin güzel-
mesini içerir. Sözgelimi, sıcaklığa ilişkin liğinden ve taşıdığı bilgelikten ötürü De-
151 Badarayana
nemeler her dönem okuyucu kitlelerini rer. Öte yandan Bacon Kutsal Kitabın
kendisine çekmiştir. Ayrıca bkz. mo- insan bilgisinin temeli olduğunu savlasa
dem fdsefe; yöntem. da bilgiye ulaşmada aklımızı da kullana-
bileceğimizi belirtmekten geri durmaz.
Bacan, Roger (1220-1292) Doğaya da- Akılyürütme sonucunda ulaşılan düşün
ir öğrenilecek daha çok şey bulundu- celerin deneyle sınanıp kanıtlanmadıkça
ğunu öne sürerek deneysel bilimlere bü- varsayım olarak kalacaklarını eklemeyi
yük bir önem veren ilk skolastik ortaçağ de unutmaz. Kendi bilimsel çalışmaların
felsefesi düşünürü; İngiliz bilimadamı ve da pek başarılı olamasa da Bacon yaşa
Fransisken keşişi. Roger Bacon'ın felsefe dığı dönemde ısrarla deneyin önemi üze-
tarihindeki önemi yeni bir öğreti oluştur rinde durmasıyla modem bilimsel deney
masından çok döneminin kalıplaşmış yön- düşüncesini önceleyen birkaç düşünür
temlerine ve öğretilerine getirdiği eleşti den biri olmuştur. Buna karşılık, Tanrı'
rilerden kaynaklanmaktadır. Yaşadığı ça- nın olağanüstü gücüne derinden inanan
ğa egemen olan dinsel öğretileri de kor- Bacon, deneyin yanı sıra Tanrı'nın biz
kusuzca eleştirdiğinden yaşamının bir insanlara bahşettiği, en uç örnekleri "es-
bölümünü hapishanelerde geçiren Bacon rime" ve "kendinden geçme" olan iç de-
tanrıbilim, felsefe ve bilim üzerine clü- neyin, b-~şka bir deyişle "kutsal aydınla
şüncelerini S11m11k dia/emçrs (Diyalektiğin nış"ın da önemi üzerinde dur-arak aklın
Özeti, 1250), Opıu maiııs (Büyük Yapıt, bilgiye ancak Tanrı'nın araalığıyla ulaşa
1267), Op11s min11s (Küçük Yapıt, 1267- bileceğinin aluru koyultarak çizmektedir.
68), Opus Terti11m (Üçüncü Yapıt, 1267- Bacon'a göre, ancak Tanrı aracılığıyla u-
68), Co111m11nia natıırali11111 (Doğa Felsefe- laşılan bilgi insanı "doğanın yarauası"
sinin Genel İlkeleri, 1268), Commımia nın bilgisine götürecektir.
matbematica (Matematik Biliminin Genel Öte yandan Roger Bacon DtJakletiii11
İlkeleri, 1268), Co11ıpendi11m sllldü pbilo- ôZ!ıi, Bi!Jiile Yapıı, Tmınbilim ôzrti gibi
sophine (Felsefe Özeti, 1271-72) ile Com- yapıtlarında dil felsefesine, özellikle de
pendi11m st11dii ıheologiae (fannbilim Özeti, göstergelerin doğasına ve sözcüklerin gös-
1292) adlı yapıtlarında ortaya koymuştur. terge olarak nasıl işlediklerine ilişkin öz.-
Bacon, Yeni Platonculuğun etkisi alun- gün düşünceler üreuniştir. Bacon doğa
daki Aristotelesçi bir tutumu benimse- dan ve ruhtan doğan göstergeleri birbi-
diği ve uzun uzun felsefi taruşmalara rinden ayırdığı gibi "doğal anlamlandır
girdiği bu yapıtlarında, en genelde, İb ma" ile anlamın bir ya da daha fazla bi-
ranice ve Yunanca yapıılann Kut.sal Ki- rey tamfından belirtik ya da örtük bir bi-
tabı anlamak için \ azgeçilme7. olduğunu;
0 çimde dayatılmasından kaynaklanan "uz-
geometri, gökbilirn ve yıldız falcılığını da laşın1a dayalı anlamlandırma"yı da birbi-
içeren matematiğin deneyle birlikte bü- rinden ayınr. Bacon sözcüklerin, uzlaş
tün bilimlerin anahtarı olduğunu; tanrı maya dayalı olarak yalnızca "şimdi" de
bilime hizmet etmede önemli bir yeri ol- varolan şeyleri gösterdiklerinden ötürü,
cluğunu düşündüğü felsefenin, inanma- varolan ve varolmayan kendilikleri yal-
yanların dine döndürülmesine yardım e- nızca "çokanlamlı" olarak gösterdiklerini
derek bu yönde de tanrıbilime katkıda savunur.
bulunabileceğini savunur. Tüm bu uğraşlarının yanı sıra Bacon
Bütün felsefi ve bilimsel çabaların ayrıca kau ortaçağ eğitim sistemini yeni-
tanrıbilime hizmet ettikleri sürece değerli leştirme yönünde- yoğun çaba harcamış
olduklarını düşünen Roger Baron, bi- bir eğitim reformcusudur. Ayrıca bkz. or-
limlerin en soylusunun tanrıbilim oldu- taçağ felsefesi.
~>Unu ve felsefenin görevinin de bu soylu
bilime hizmet etmek olduğunu öne sü- Badarayana M.Ô. II. yüzyılda yaşadığı
Badarayana 152
betimler; buna karşı seçimlerin gelişigü Karagöz, Ef'Tf. Şehbal, Teııkit, Serbtsı gibi
zel belirlendiği ve kişinin kendisine ait gazete ve dergilerde yazılar yazmış; Hôle,
olmadığı iddiasını çürütmek için de eyle- Diişiiııi!Jor11111, Piyano, Felsefe Mtı711Uast, Ze-
yenin usu dahil olmak üzere çeşitli et- kıi, Yi1111iııci Anrda Zekıi, Yine O, rl-Mô-
kenlerin olasılıklan sınırladığını ve seçim- /11m, Çomk Dı!Jgns11 gibi çok sayıda dergi
leri zorunlu kılmaksızın etkilediğini iddia çıkarmıştır.
ederler. Karşıtı için bkz. bağda§ırcılık. Baha Tevfık'in felsefeye olan ilgisi,
Aynca bkz. belirlenimcilik. oldukça erken dönemde, İzmir İdadisi'
nde okuduğu yıllarda başlar. Bu dönem-
bağıntı yüklemi ~ng. relation predicate; de yazdığı fakat yayımlamadığı Bimz. Fel-
Fr. pridicat relatiomıef, Alm. rrlatiotısprae sefe eserinin adı bile onun felsefeye olan
dikat) bkz. yüklemler mantığı. ilgisini açıkça göstermektedir. Bu eserin-
de yer yer materyalist fikirler ileri süren
Baha Tevfik (1881, İzmir-1914, İstan Baha Tevfik'in felsefeye ve materyalizme
bul) Materyalizmi felsefi ateizme varacak olan eğilimi yükseköğrenimini yaptığı
ölçüde savunan il. Meşrutiyet dönemi Mülkiye Mektebi'nde daha da güçlenmiş
Osmanlı felsefecisi. olmalıdır. Kendisinden önce bazı Os-
İlk ve orta öğrenimini İzmir'de yap- manlı aydınlarında b-.ışlayan ve Beşir Fu-
tıktan sonra İstanbul'da Mülkiye Mek- at'ta önemli bir ivme kazanan dinin ye-
tebi'ni bitirdi (1907). Gazete ve dergi ya- rine bilimi geçirme şeklindeki zihniyet
~arlığına il. M~şrutiyet'in ilanından önce değişimi, Baha Tevfik'te doğrudan felse-
lzmir'de başlayan Baha Tevfik, 31 Mart fenin dinin yerine geçirilmesi çabası bi-
Olayı'ndan soma İstanbul'a gelerek daha çiminde yeni bir boyut k.ızandı. Felsefe
çok felsefe merkezli olmak üzere olduk- .MemtHan'nın kapağındaki "Din gayr-i ih-
ça yoğun bir yayın faaliyetine girişti. Ay- tiyari bir felsefe, felsefe ihtiyari bir din-
nı zamanda Rehber-i İttih:id-ı Osmani dir" C'Din irade dışı bir felsefe, felsefe
Mektebi'nde ölümüne kadar felsefe öğ kasıtlı bir dindir') ibaresi, bir taraftan
retmenliği yapu. Kendisinden önce Beşir Baha Tevfık'te ortaya çıkan bu yeni bo-
Fuat'ın yolunu açtığı pozitivist-materya- yu tu açıklarken, diğer taraftan da onun
list düşünce, il. Meşrutiyet'te Baha Tev- hem felsefe anlayışını hem de felsefeden
fik ile yeni bir açılım kazanarak daha da beklediği işlevi ifade etmektedir. Baha
netleşir. Öyle ki, Beşir Fuat'ta poziti\'ist Tevfik, Felsefe Mell'1111a.rı'nda Ali Kemfil'in
ve materyalist öğelerin tüm baskınlığına İlm-i Ahlak adlı eserini eleştirirken gele-
rağmen din karşıtı düşünce - en •lzından neğe karşı çıkar ve İslam hikmetinin üs-
islam dini bağlamında- açıkça ortaya çık tlinlli~ü görüşünü reddederek bunun ye-
mazken, Baha Tevfık'in materyalizmi rine, Islam düşüncesi felsefe adına kayda
bütünüyle felsefi bir ateizme varacak öl- değer bir şey ortaya koyamadığından,
çüde keskindir. Baha Tevfık'in felsefeye dikkatleri Batı felsefesine çevirmenin ge-
olan ilgisi ve faaliyetleri Beşir Fuat'a göre reğini vurgular. Onun bu görüşleri, as-
daha doğrudandır. l 910'da kurduğu "Te- lında felsefeyi xıx. yüzyıl Batı biliminde
ceddüd-i İlmi ve Felsefi Kütüphanesi" meydana gelen gelişmelere dayanan ev-
Türkiye'de felsefi düşünceyi uyandırma rimci materyalist yaklaşımla sınırlandır
amacıyla doğrudan felsefe eserleri yayın ma anlayışından kaynaklanmaktadır. Dü-
layan ilk yayınevi olduğu gibi, yayınladığı şünceyi dahi beynin maddesel bir işlevi
Felsefe MeıY1111an (1913) da ilk felsefe der- olarak kabul eden biyolojik materyaliz-
gilerindendir. 1910 yılında kurulan Os- min ileri sürdüğü çerçevede psikolojiye
manlı Sosyalist Fırkası'nın kuruculann- dayanan ve metafiziği tamamen dışlayan
dan biri olan Baha Tevfik bu partinin bir bilimsel felsefe anlayışıyla, yalnız İs
yayın organı olan İıtirale dergisinde ve lam felsefesini değil Batı felsefesini de,
155 Baha Tevfik
htin, ayrıca en önemli yapıtları arasında yaptığı çalışmasıyla büyük bir esin kay-
gösterilen, tartışmasız bir "klasik" olarak nağı olmuştur. Bu noktada ilgi çekici o-
nitelenen Dostoyevski üzerine yazdığı lan, Voloşinov, Medvedev ve daha pek
Dortoyeııski'nin Poetilt.ası'nm Sorutılan'nı (P- çok düşünürün tersine Bakhtin'in, yaşa
roblemı tvorçestva Dostoyevskoğo, 1929) dığı sürgün yıllan boyunca düşün~el or-
yayımlamıştır. Aynı yıl hem burjuva geç- tamdan uzak kalmasına, ayrıca da ço-
mişi hem de din ile Marxçı olmayan ğunlukla yalıtık bir yaşam biçimini be-
yaklaşımlara duyduğu yakın ilgi nedeniy- nimsemiş olmasına karşın Rus düşünsel
le, Sovyetler Birliği'nde komünist rejimin yaşamında unutulmadan kalmayı başaran
kuşkulu kişiler listesinin öteden beri en ender düşünürlerden biri olmasıdır. Ya-
başlarında yer aldığı için tutuklanmıştır. şamının son dönemlerinde dinsel ya da
Ağır yaşam koşulları altında çalışma kam- tannsal çağrışımlar olmaksızın kimileyin
pında tııtuklu kalmasının ölümüne yol a- yeryüzünün azizi olarak göklere çıkarılan
çacağı endişesiyle, cezası son anda altı Bakhtin, söyleşim (diyalog) tasanmı doğ
yıllığına Kazakistan'a sürgüne yollanarak rultusunda kültürün temel sorunları üze-
hafifletilmiştir. Sürgün yıllan boyunca, rine denemeler yazmayı sürdürmüştür.
bir yandan kendisiyle hiç ilgisi olmadığı Bakhtin, yazın türlerini en genel an-
halde yaşamını sürdürebilmek için bir famda yaşanan belli bir deneyimin du-
çiftlikte ürün toplama işinden bir kitap- yumunun somut dışavı.ırumlanrun dile
çıda muhasebecilik yapmaya dek çok de- getirildiği örtük dünya görüşleri olarak
ğişik işlerde çalışırken, öbür yandan an- görmektedir. Özellikle felsefe sözdağa
cak 1975 yılında yayımlanabilen dil ile nndan devşirdikleri birtakım kavram, iz-
roman üzerine düşüncelerini kağıda dök- lek ya da sorunlar çevresinde dolanarak
tüğü klasik denemelerini (Yazı11 ı•e Estetik örülmüş anlatılar onaya koyan romancı
S orunlarr, Voprosı literatun i estetiki) yaz- lar-.ı şiddetle karşı çıkan Bakhtin, tarihte
mıştır. Bu dönemde aynca toplumsal bilinen en büyük yazınsal ya da düşünsel
normlann dizgeli parodi (gülünçleme) buluşların öncelikle roman yazarlarınca
yoluyla tersyüz edilmesi olarak betimle- yapıldığını, ancak bunların daha sonraları
diği "Şenlik/Karnaval" üstüne çalıştığı çoğunlukla da gerçek özlerinden çok
gibi, "Rabelais" başlıklı (Franroi.r Rabe/air şeyler yitirerek soyut felsefe diliyle yeni-
ve Riine.ran.r Diinemiııde Halk Kii/tiil'İİ", Tv- den dillendirilerek "kayıtlara geçtiğini"
orçestva Fransua Rable i narodnaya kul- ileri sürmektedir. Sözgelimi tam bu bağ
tura srednevekovya Rönesansa, 1941) lamda Bakhtin, XIX. yüzyılın büyük ro-
Batı'da ilk ve en çok bilinen çalışmasının mancılarının daha filozoflar konunun a-
taslağını da çıkarmıştır. Bu ikinci çalış yırdına varıp üstüne düşünmeye koyul-
ması daha sonra doktora tezi olarak ka- mazdan çok daha önceleri "modem ta-
bul edilmesine karşın, "Rabelais"nin ba- rihsicilik tasanmı"nı keşfetmiş oldukla-
sımı 1965 yılına gelinene dek olanaklı ol- nnın aluru çizmektedir. Bakhtin bu bağ
mamıştır. 1936 yılında Mordovya Devlet lamda felsefe ile yazın arasındaki ilişki
Öğretmen Okulu'nda profesör olarak üstüne önemli gördüğü bir noktaya dik-
göreve başlayan Bakhtin, henüz aradan kat çekerek, filozoflann öteden beri can-
uzun bir süre geçmemişken kitlesel top- la başla peşinde olduklan bilgeliğin an-
lum olaylarının yoğunlaştığı bu dönemde cak yazın yapıtlannın hem biçimlerinin
onalıkta çok görünmek istemeyişine hem de içeriklerinin derinlemesine araş
bağlı olarak görevinden istifa etmiştir. il. tırılmasıyla edinilebilir olduğunu savun-
Dünya Savaşı sonrasında 1950 yılında maktadır. Ne var ki &akhtin tıpkı yaşam
yeniden profesör olarak görev alan Bak- da olduğu gibi yazında içerimlenen bil-
htin, dönemin Moskovası'ndaki aydınlar geliğin de dizgeli bir bütünlüğe kavuştu
arasında özellikle Dostoyevski üstüne rulmasının olanaklı olmadığını, ancak belli
Ba(k)htin, Mikhail Mikhailoviç 158
ölçülerde "yaklaşık" yönelimlerin k:ıv düş kırıklığından başka bir yere çıkması
mmsallaşurılabilir olduğunu dile getir- söz konusu değildir. Bakhtin'e göre, ger-
mektedir. Bakhtin'in anlayışına göre, söz çekçi romanlar hiçbir başka düşünce bi-
konusu sııurlı kavramsallaşunm felsefe- çiminin dile getiremeyeceği bir yetkin-
den çok yazın eleştirisinin başlıca öde- likte yaşamın sıradan arılaırunı yakalaya-
vidir. rak ortaya koydukları için en büyük ya-
Bakhtin'in değişik roman türleri ara- zın yapıtlarıdır.
sında en çok tuttuğu roman türü "ger- Bir yanda ohımsallığa öbür yanda öz-
çekçi roman"dır. Romanların her du- gürlüğe duyduğu sarsılmaz inançla Bakl1-
rumda Bau düşüncesinin dil duyumu- tin, genelde kültürel varlıkları, özeldeyse
nun, ruhbilimsel kaynaklanıun, zaman bireyi "sona erdirilemez" olarak görmek-
tasarıırunın, bundan da önemlisi etik yö- tedir. Bu açıdan bakıldığında, her insanın
nelim ve bağlarumlanrun en iyi görüle- yaşamın herhangi bir anında kendisin-
ceği yerler olduğunu düşünen Bakluin, den hiç beklenmeyecek şaşırtıcı eylem ve
nasıl ki şiir ile dramaya yaklaşırken uy- davranışlarda bulunabilecek olması, in-
gun kavramları kullanarak klasik şiirin saıun hiçbir durumda bütünüyle kavra-
gerçek değeri ölçülemiyorsa, aynı biçim- nabilir bir dizgeye indirgenip o dizgenin
de romanlara da birtakım romana özgü içine sıkışunlıp kapaulamayacağının en
değer kalıplarıyla yaklaşarak değer biç- belirgin kanıudır. Bu düşünce bağlamın
meye çalışmanın son derece boş bir çaba da özellikle Dostoyevski'nin romarıları
olduğunu belirterek, açıkça genelde ç:ığ nın içerimlerini açımlayan Bakhtin, yap-
daş yazın çalışmaları, daha özeldeyse ro- ağı derin çözümlemelerden hareketle in-
man çözümlemeleri üstünde çığır açıcı san olmanın en temel niteliğinin "kendi-
bir kınlma meydana getirmiştir. Bakhtin sine yönelik sona erdirme çabalarını bo-
bu düşüncesi doğnıltusunda özellikle şa çıkarma yetisi" olduğunu ileri sürmek-
"düş gücünden yoksun kavrayış" diye tedir. İnsan canlı olduğu sürece henüz
adlandırdığı kavrama biçiminin özü üs- sona ermemiş, henüz en son sözünü et-
tüne yoğunlaşarak, Bakhtin yorumcula- memiş olduğuna yönelik bir farkındalıkla
rının "düş gücünden yoksun şiir" adını yaşamaktadır. Bakhtin, etik bakımdan
verdikleri seçenek olabilecek bir şiir an- bir insana yapılabilecek en biiyük kötü-
layışı temellendirmiştir. Bu yeni şiir arıla lüğün, ona vakti gelince sona erdii için
yışı Bakhtin'in doğrudan yaşama nasıl tüketilip bir kenara bırakılan ikinci el bir
bakuğını yansıtuğı gibi, başta dil olmak insanmış gibi davranmak olduğunu söy-
üzere pek çok konudaki yaklaşımı üstü- lemektedir. Öte yanda ruhbilimsel ba-
ne son derece belirleyici bir konumdadır. kımdan ise hiçbir insanın ilkece kendi-
Düş gücünden yoksun olmaktalık ile siyle örtüşmesinin olanaklı olmadığını di-
Bakl1tin, hergünkü dünyanın olağan, bil- le getiren Dakl1tin, felsefenin ürılü "öz-
dik, şaşırtıcı olmayan olaylarıyla belli bir deşlik ilkesi"nin hiçbir durumda hiçbir
dizgeselliğe konu olmaksızın yaşayan in- insan tekine uygulanamayacak denli an-
saıun deneyimlerinin gündelik düzenini lamsız olduğunu savunmaktadır. Tam
arılamaktadır. Bu arılamda Bakhtin için tersine, gerek insan olmanın gerekse ya-
kültürde düzenin öncede11 görülerek ku- şaırun gerçek anlaırunın insan ile kendisi
rulması hiçbir durumda olanaklı olm:1dı ~rasındaki örtüştürülemezlikte yatağını i-
ğından kültür düzeni hep gerçekleştiril leri süren Bakhtin, bu temel gerçeğin dı
mesi gereken bir ödev olarak önümüzde şında bir insan tasarlamanın istencinden
durmak zorundadır. Aynı biçimde her- bağımsız olarak o insanı belli sınırlar i-
günkü yaşaırun olumsallıklarınca kesinti- çinde tanımlayarak, öndeyileyerek, belli
ye uğraulan yapıtın enson anlamda ta- bir yere yerleştirerek bir madde yerine
mamlanıp bitirilmesine yönelik düşün koyınak anlamına geleceğinin alunı özel-
159 Ba(k)htin, Mikhail Mikhailoviç
tembilgisel savunularından destek almak- söz konusudur. Nitekim dile yönelik gö-
tadır. Çoğu durumda Bakhtin'in bu iki rüşlerinde Bakhtin, kişinin bir dil edindi-
düşünce çevresinden kendi düşüncesine ğinde bir bilinç, bir yaşam görüşü, en
neleri katUğının izini sürmek olanaklı önemlisi de bir "ben" edindiğini, dolayı
olmasa da, en azından "Aydınlanma Es- sıyla bütün öğeleriyle birfil.-te "ben'in ya-
tetiği" ile "Kantçılık" arasında temel bir pımı"nın özünde dilsel bir doğa sergile-
bağlantı kurmaya yönelik bir felsefe tasa- diğini ileri sürmektedir. Sanıldığının ter-
nsı içinde bulunduğu kuşkuya yer bırak sine ben duyumunun dile getirilmemiş
mayacak bir açıklıkta söylenebilir. Kant, değişik duygular, görüler, sezi ya da ön-
temelde estetik olanı "çıkargözetmezlik" sezilerle belirlenmediğini savunan Bakh-
le, yani temsilin kendisinden belli bir a- tin, kişinin kendini anlamasının ya da
maç ya da belli bir yarar gözetilmemesi kendi benini tanımasının her durumda
gerektiğiyle temellendirirken çok büyük söyleşime dayalı bir dilsellikle gerçekleş
ölçüde estetik yaf]'} üstüne yoğunlaşmak tirildiğini bildirmektedir. Buna göre dili
tadır. Oysa Bakhtin Kant'ın estetik yar- bütünüyle söyleşimlerde gerçekleştirilen
gıya tanıdığı bu önceliğe karşı, özneler- dilsel etkileşimlerle öğrenınekte, aynı tür-
arası ilişki kipinin özneler arasında karşı den söyleşirnleri tek başınayken çoğun
lıklı kurulmasına olanak tanıyacağını dü- lukla kısaltılmış biçimleriyle içimizde ya
şündüğü "estetik etkinlik" üstüne yo- · da kafamızda dillendirmekteyizdir. Bak-
ğunlaşmayı savunmaktadır. Nitekim Ba- htin bu bağlamda yaşamımızda önemli
khtin'in bu temel casansını gerçekleştir bir yer tutan insanların kendi iç konuş
meye yönelik uğraşları kimileyin başka malarımızdaki söyleşimlerde sıklıkla ken-
başka biçimler altında olsa da hemen dilerine seslendiğimiz kişiler olduklarını
bütün yapıtlarında açık bir biçimde gö- belirterek, ben denilenin de son çözüm-
rülmektedir. lemede kendi içinde seslendiği kişilerle
Bakhtin, öteki insanları onların ken- girdiği söyleşimlerin toplamından öte bir
dilerini görmedikleri bir gözle gördüğü anlamı olmadığını ileri sürmektedir. Bak-
müz gerçeğinden yola çıkarak, kendi ba- htin'in dile yönelik anlayışının ruhbilim-
şımızın arkasını ya da dalıp gittiğimizde sel bakımdan da önemli içerimleri bu-
kendi yüzümüzün nasıl bir ifadesi bu- lunduğu açıktır. Nitekim bu noktada be-
lunduğunu da ötekilerin gördüğü gözle nin toplumsallaşması gereken bir şey ol-
göremediğimizi belirtmektedir. Bakhtin, duğunu savunan Freud'a, birtakım yeni
ben ile öteki arasındaki ilişki çerçevesin- iç söyleşim türleri ve ilişkileri ortaya ata-
de, kendi benimizi ötekilerden gördükle- rak karşı çıkan Bakhtin, benin zaten top-
rimizle, çoğunlukla da sanatsal yaratım lumsal olduğunu çünkü özünde dilsel söy-
ları aratmayacak bir beceriyle oluşturdu- leşimle yapılandığını ileri sürmektedir.
. ğumuzu dile getirerek, benin ötekilerden Bakhtin, d_üzenin her zaman için ger-
alınmışlığına bağlı bu anlamını tinsel bir çekleştirilmesi gereken bir ödev olduğu
armağan olarak değerlendirmektedir. E- gerçeğine bağlı olarak, kendi içinde bü-
tik bakımdan ötekinin duyduğu acıları tünlüklü bir dilin birlikli düzeninin verili
onunla bir duygudaşlık kurarak paylaş bir şey olmayıp özce kurulması gereken
manın yanlışlığına parmak basan Bakh- bir şey olduğunu savunmaktadır. Dil,
tin, böyle bir durumda etik bakımdan tıpkı kültürün geride kalan bölümleri gi-
doğru olanın öteki içerde yaşarken ken- bi, "merkezkaçlı güçler"in zorlamasıyla
dimizi dışarda tutarak ötekinin benin- dizgesel olmayan çeşitli biçimlerde par-
deki acılardan kurtulmasına olanak sağ çalanıp darmadağın edilmektedir. Kül-
lamak olduğunu yazmaktadır. "Ben''in o- tür, merkezkaççı güçlerin yol açtığı bu
luşumu bağlamında Bakhtin'e göre ben ciddi sorunun üstesinden gelmek adına,
ile dil arasında son derece yakın bir ilişki hiç değilse belli ölçülerde dilin birliğini
161 Ba(k)htin, Mikhail Mikhailoviç
ve bütünlüğünü koruyabilmek adına de- çok insan tarafından aynı anda yeterince
ğişik sözlükler ile dilbilgisi kitapları yaz- yinelenir olduğunda dilin de gelişme gös-
ma yoluna gitmektedir. Bu anlamda Bak- termesine olanak tanımaktadır. Bakhtin
htin'e göre hangi dil olursa olsun, ister bu düşünceleriyle, dili soyut ve dizgeli
Rusça ister Türkçe, bir dil önemli ölçü- bir yapı sergileyen birtakim ilkeler ara-
lerde dilsel olmayan dildışı basınçların cılığıyla gelişen, her durumda soyut bir
(toplumsal baskıların) bir uzantısıdır. Ne dizge olarak gören "Rus Biçimcileri"nin
var ki birlikli ya da bütünlüklü dil ülküsü görüşlerinde dizgesel olmayan önemli ge-
adına sözlükler ile dilbilgisi kitaplarında dikler açmıştır. Nitekim bu gediklerden
konulan dile karşı işlemeyi sürdüren baş en önemlisi, önde gelen iki Rus Biçim-
ka konuşma biçimleri de bulunmaktadır. cisi Roman Jakobson ile Yuri Tynianov'
Bakhtin, farklı konuşma biçimleriyle ko- un onaya atuklan, "bir dizgenin tarihi-
nuşanların başlarından geçen aynı dene- nin kendisi de bir dizgedir" düşünce
yimleri farklı biçimlerde kavradıklarını sinde kendisini açığa vurmuştur.
belirterek, her mesleğin, her kuşağın, de- Bakhtin, hemen bütün yaşamı bo-
ğişik yerel ya da etnik grupların kendile- yunca, başlarda "kuramcılık" (theot'tfiım)
rine özgü ağızlan ile sözdağarlan oldu- diye adlandırdığı, daha sonraysa dil üze-
ğunu, birbirlerine bambaşka biçimlerde rine yaptığı çalışmaların ışığı altında dün-
seslendiklerini, biçemleri ile vurgulama- yanın temcide düzenli olduğu, deneyi-
lannın birbirlerinden kesin çizgilerle ayrı min de ilkece soyut terimlerle kavranabi-
olduğunu, dolayısıyla da her dil toplulu- lir olduğu düşüncesi üstüne kurulu "tck-
ğunun kendince düşünüp dünyayı kendi sözlülük" (mo110/ogism) diye tanımladığı tu-
diliyle gördüğünü dile getirmektedir. Ni- tumla savaş içinde olmuştur. Bu bağlam
tekim bu anlamda dil her durumda tek da en başından beri Bakhtin, kuramların
bir dilden değil dillerden oluşmakta, Bak- ussal bilgi sunmak adına deneyimin bü-
htin'in deyişiyle bir hetenıgloısia'dan (raz- tün canlılığıru boğazlayarak, tüm dene·
norccie), yani aynşık konuşma ve söyle- yimleri kansız cansız olay kayıtlan haline
me dünyalarından meydana gelmektedir. getirdiklerini ileri sürmektedir. Sözgclimi
Bir dilin içinde yer alan bütün bu bir- usçuluk geleneğinin her durumda olayla-
birinden değişik "diller"i tanımlamaya o- rın ya da olay örgülerinin temel yasalarla
lanak tanıyacak tek bir ilke ya da daya- açıklanabilir olduğu yönündeki temel sa-
nak yoktur, çünkü bu dilleri birbirinden· vunusuna dikkat çeken Bakhtin, bu tür-
ayn kılan, hep belli bir toplumsal etkinlik den her yaklaşımın ister istemez olayla-
doğrultusunda sayısız biçimde dile geti- rın "olay olmaktalıklan" üstüne odaklan-
rilmeleri, farklı farklı deneyimlenen dün- mak durumunda olduğundan, olaylan an-
yaların kavramsallaşttrılmalan olmaları cak anlık kesitler olarak canlandırabildi
dır. Bakhtin, bu açıdan bakıldığında bü- ğini, buna karşı olayların gelecekte konu
tün herkesin değişik yaşam çevrelerine olduklan sayısız olanağı ise bütünüyle
girip çıktığından ötürü tek bir dilin he- göz ardı ettiğini belirtmektedir. Bu du-
temgloısia'sına konu olduğunu, yani bir rum doğrudan dile uygulandığında, ku-
dilin içinde birden fazla dil bildiğini dü- ramcılık ya da teksözlülüğün soyut dil
şünmektedir. Bir başka deyişle, belli bir dizgesi olarak *langue ile tek tek konuşma
dil için geçerli olan belli bir deneyim ala- edimleri kurallannın yalnızca örneklen-
nına çoğunluk öt.eki dillerin deneyim t.u- me•i olarak *parrıle arasında yapılan Saus-
tumlanyla yaklaşmamız kaçınılmaz oldu- surecü ayrımın doğmasına neden olduğu
ğundan, dillerin hetemglouidsının kendi açıklıkla görülmektedir. Öte yanda in-
aralarında söyleşime girmelerinden daha sanlara uygulandığındaysa, insanların bü-
doğal bir şey yoktur. Bu durum insanın tün aynşıklıklanru tektipliliğe indirgediği,
deneyim duyumunu değiştirdiği gibi, pek ortaya konan belli bir nitelikler dizgesi
Bakhtin Çevresi 162
temelinde bütün insanları olmuş bitmiş nelde varoluşçu felsefenin "*sahicilik" an-
soyut kendilikler olarak sonlandırdığı gö- layışına, daha özeldeyse Sartre'ın "*kötü
rülmektedir. Nitekim Bakhtin'in etiğe inanç" ta~anmına yakın bir yerde dur-
yönelik genel duruşu da çok büyük öl- maktadır..
çüde insana olmuşbitmişlik bildiren bir
gözle yaklaşmaya karşı verilen mücade- Bakhtin Çevresi (İng. &khti11 Cin-fr.,.Sı'
lenin doğal bir ürünüdür. Bakhtin, etik hoo/ ofBakhlitr, Fr. Cmk de Bokhti11, Emle
bakımdan en önemli eylemlerin, önce- de Bakhtitı; Alm. Knir "Bakhti11, S dı11k t'IJll
den verili kategorilere dayalı olarak kesti- Bakhti11] Büyük Rus felsefeci Bakhtin'in
rilmesi olanaklı olamayan olgularca çev- temel düşüncelerinden yola çıkarak, bir
rili öndeyilcnemez eylemler olduğunu yanda Rus Devrimi'nin öbür yanda Sta-
savunmaktadır. Buna bağlı olarak, etik lin Rejimi'nin yol açtığı kültürel ve top-
seçimin özünü neyin oluşturduğu soru- lumsal sorunlan felsefece bir gözle İrde
suna yönelen Bakhtin, belli bir etik ey- lemek amacıyla bir araya gelmiş önemli
lem için öne sürülen "yapmam gereki- Rus düşünürlerince oluşturulmuş yakın
yor" koşulsuz buyruğunun doğrudan dönem çağdaş Rus felsefesinin en ö-
doğruya "olayların olay olrnaktalıklan" nemli düşünce okulu. Bakhıin Çevresi'
düşüncesine dayandınldığından, eylem- nin düşünceleri en genel anlamda "kül-
lerin etik özlerinin bütünüyle ahlaksal us tür felsefesi" diye adlandınlabilir. Nite-
yürütme sürecinde yitirildiğini ileri sür- kim Bakhtin Çevresi'nin üyeleri, çalışma
mektedir. Etik bu nedenle, genelleştiril lannın büyük bölümünde genelde top-
miş hiçbir insan, değer ya da eylem kate- lumsal yaşamda, daha özeldeyse sanat
gorisine gitmeden, her insanı kendi te- yapıtlarında karşılaşılan "anlamlandırma"
killiğiyle de almak, aynı biçimde her ey- başta olmak üzere değişik göstergebilim
leme de kendi özel bağlamı içinde yak- sonınlanyla ilgilenmişlerdir. Bu bağlamda
laşmak zorundadır. Bakhtin'in etiğe yö- Bakhtin çevresine bağlı düşünürlerin kal-
nelik bu yaklaşımının en iyi anlatımı "be- kış noktasını, Bakhtin'in kuşkuya yer bı
nim tarafımdan başanlabilir olan bir şey rakmayacak bir açıklıkta tanıtladığı dilsel
bir başkası tarafından asla başarılabilir üretimin her durumda söyleşime dayalı
değildir" tümcesinde bulunmaktadır. En (diyalojik) bir doğası bulunduğuna yöne-
yüksek değer yine insanın kendisidir; do- lik temel düşünce oluşturmaktadır. Özel-
layısıyla insanın yerine getirmesi gereken likle değişik halk katmanlarında geçerli
birtakım ödevlere ya da eylemlere gön- olan söyleşim (diyalog) biçimlerine o-
dermelerde bulunarak çeşitli değer tc- daklanan Bakhtin Çevresi düşüı:ıürleri,
meUendirmeleri ne girişmek !Kln derece yönetici katmanın dilini söyleşim olana-
büyük bir etik yanılgıdır. Nitekim Sov- ğını baştan olumsuzlayan tek bir totaliter
yetler Birliği'ndeki komünist rejime karşı (tümcül) söylem biçimi olarak tanımlar
Bakhtin, bütün sorumluluğu soyut bir ken, buna karşı alt tabakaların dillerinin
yetkeye bağla yan, kurallara mekanik bir söyleşimi gerçekleştiremeyecek denli ken-
biçimde uyulmasını zorla benimseten i- di iç konuşmalanna (monolog) kapan-
deolojik düşünme biçimini kıyasıya deş mak durumunda bırakıldıldan saptama-
tirmiştir. Kurallar ile ruhbilimsel düze- sında bulunmaktadır. Yine Bakhtin'in dü-
neklerin çoğu durumda insanlar için ya- şünsel çizgisinden yürüyerek başta ro-
şamı daha kolaylaştırdığına dikkat çeken man olmak üzere değişik yazın alanla-
Bakhtin, oysa bunun sorumluluk almak- rında yaptıldan çalışmalanyla dikkat çe-
tan kaçınılmasına yol açtığı, kişinin ken- ken bu düşünürler, tüm yazın türleri ara-
disini kandırmasına olanak tanıdığı için sında romanın ideologiekritik ('ideoloji e-
hiç de kabul edilebilir olmadığını düşün leştirisi") yapmaya en uygun alan oldu-
mektedir. Bu düşünceleriyle Bakhtin ge- ğunu ileri sürmektedirler. Özellikle Baulı
163 Bakunin, Mihail Aleksandıoviç
kaynaklarda daha çok "Bakhtin Okulu" reciyle evrildiğini, bu sürecinde son de-
diye anılan çevrenin en önemli üyeleri rece anlamlı oldıığunu ileri sürerken
arasında Matvei Isaviç Kagan (1889- doğru bir saptamada bulunuyor olması
1937), Pavel Nikoleviç Medvedev (1891- na karşın, söz konusu yararımın yasala-
1938), Lev Vasilieviç Pumpianski (1891- rını bireysel ruhbilim yasalarıyla tanım
1940), lvan lvanoviç Sollertinski (1902- larken, farklı gösterge dizgesi yapılarına
1944), Valentin Nikoleviç Voloşinov ad- konu olmalarına karşın sanatsal yaratım
ları daha bir öne çıkmaktadır. ile dilsel yararımı aynı kefeye koyarken
Bakhtin Çevresi'nin göstergebilime yö- bütünüyle yanlış yola sapmaktadır. Volo-
nelik düşüncelerinin en iyi anlatımını, şinov, yaptığı bu eleştirilerin sunduğu iç-
Voloşinov'un daha önce değişik yerlerde görüler doğrultusunda, değişmez bir dil-
yayımladığı bir dizi yazısını kitap haline sel göstergeler dizgesi tasarlamanın il-
getirdiği en önemli yapıtı Mtır>."fllt/e ile Dil kece daha baştan olanaksız olduğunu,
Fe/.refesı'nde bulmak olanaklıdır. Söz ko- bunun bilimsel bir soyutlama olmaktan
nusu kitapta Voloşinov Çağdaş Felsefe' daha öte bir değeri bulunmadığını ileri
nin iki egemen dil anlayışına karşılık gel- sürmektedir. Voloşinov'un gözünde dil-
diğini düşündüğü iki ayn dil tasarımını sel yaratım süreci konuşmacıların hem
dil ile ideoloji ilişkisi doğrultusunda çö- toplumsal_ hem de sözsel etkileşimlerine
zümlemektedir. Voloşinov, Saussure'ün yer etmiş olduğundan, dilsel yar-.ıtım sü-
ölümünden sonra yayımlan.-ın ders not- recinin yasalarının her durumda toplum-
larından hareketle çeşitli düşünürlerin el- sal yasalar olmalarının zorunlu olduğunu
birliğiyle temellendirilen dil anlayışını belirtmektedir. Nitekim Voloşinov, dil-
"soyut nesnelcilik" diye adlandırırken, sel ile sanatsal yaratıcılık her bakımdan
öte yanda Wilhelm von Humboldt'un örtüşmeseler bile, her türden yaratıcılığın
düşüncelerinden hareketle başta Croce . son çözümlemede kaçtrulmaz olarak hem
ile Vossler olmak üzere romantik idealist dil deneyimine hem de dilin yapısını do-
düşünürler tarafından geliştirilen dil an- yuma kavuştura,n ideolojik anlamlar ile
layışını ise "bireysel öznelcilik" diye ta- değerlere odaklanması gerektiğinin altını
nımlamaktadır. Bu iki akımın da usçuluk özellikle çizmektedir. Günümüzde pek
ile romantizm akımlarından türetildikle- çok yorumcu, özellikle Voloşinov'un bu
rini, dolayısıyla da ister istemez her iki düşüncelerinden yola çıkarak, "Bakhtin
akımda içerilen güçlü ve zayıf yanları ay- Çevresi"nin başta post-yapısalcılık ol-
nen yansıttıklanna dikkat çeken Voloşi mak üzere dilsel dönemeçten geçmiş fel-
rıov, soyut nesnelciliğin dilin dizgesel ile sefe anlayışlarınca dillendirilen eleştirile
toplumsal niteliklerini özdeşleştirmekle, rin pek çoğunu öncelediği konusunda
toplumdaki dil kullanımlarının ana kay- görüş birliği içindedirler. Hatta kimi a-
nağı olarak "kendisiyle özdeş biçimler raştırmacılara göre, Bakhtin Çevresi'nin
dizgesi"ni görmekle büyük bir yanlışa esin kaynağı olan Bakhtin, çağdaş felse-
düştüğünü, buna bağlı olarak da dilin fenin gündemine pek çok bakımdan Der-
canlı gerçekliğini kullanımlarının tarihsel rida ile karşılaştırılabilir katkılarda bu-
bağlamından soyutladığını dile getirmek- lunmuştur.
tedir. Açıklıkla göri.ileceği üzere, Voloşi
nov'un soyut nesnelcilik yönelimli dil bakışaçısıcılık bkz. perspektivizm.
anlayışına karşı getirdiği bu eleştiri, Bak-
hcin'in "kuramcılık" eleştirisinin doğal Bakunin, Mihail Aleksandroviç (l 8 l 4-
bir uzanrısıdır. Buna karşı Voloşinov'un 1876) XIX. yüzyıl anarşizm ruhunu ha-
bireysel öznelcilik diye adlandırdığı i- rekete geçiren devrimci Rus düşünür.
kinci yaklaşım, dilin özünde sürekli yeni Rusya kırsalında küçük "toprak sahibi"
olanaklara açık kesintisiz_ bir yaratım sü- bir ailenin çocuğu olarak düniaya gelen
Bakunin, Mihail Alcksandroviç 164
Mihail Bakunin, bir topçu okulunda as- nsızlıkla sonuçlanan bu ayaklanmanın ar-
keri eğitim aldıktan sonra Polonya sını dından bu kez tutuklanır. Bakunin Avus-
nnda görevlendirilir. Burada disiplin, ik- turya'daki çeşitli hapishanelerde bir süre
tidar ve yetkeye karşı derin bir nefret tutulduktan sonra Rusya'ya teslim edilir.
duygusu geliştiren Bakunin kendini oku- Burada önce ömürboyu hapis cezasına
maya adar. Ancak bir yıl kadar orduya çarptırılan Bakunin, Çar'a hitaben yazdı
katlanabilen Bakunin izin almaksızın or- ğı etkileyici itirafnamenin yardımıyla bu
dudan aynlır ve uzun bir süre asker ka- ağır cezadan kurtulur; altı yıl hapis yat-
çağı olarak yaşamak zorunda kalır. Ax- tıktan sonra cezası hafifletilir ve Sibirya'
dından öğrenimini tamamlamak üzere ya gözetim altında yaşaması koşuluyla
gittiği Almanya'da Genç Hcgelcilere ka- sürgüne yollanır (185 7). Bakunin 1861
tılır. Daha sonra Fransa'ya geçer; Fransız yılında Sibirya'dan kaçarak epey zahmetli
sosyalizminden etkilenir, Alcxandr Her- bir yolculuğun ardından Londra'ya ulaşır
zen ve yandaşlarıyla tanışır. Yıne de bu ve kısa bir süre için de olsa yeniden Pa-
dönemde gerek sosyalist gerekse anarşist ris'e döner. Burada yaşamını derinden
öğretilerden etkilendiğini gösteren açık etkileyecek Marx, Lelewel, Sand ve en
bir kanıt bulmak oldukça güçtür. Ycni- önemlisi de Proudhon ile tanışır. Sonra-
den Alrnanya'ya giden Bakunin, burada dan Proudhon'un birçok görüşüne karşı
birkaç yıl kaldıktan sonra Rusya'ya döne- çıkacak olsa da onun için "Proudhon
ceği sıralarda sosyalist devrimci yazarlar hepimizin üstadıdır!" der. Bu dönemden
ve kitaplarla tanışır. Dönemin aydınla sonra Bakunin bir anarşist olarak öne
nndan ve Genç Hegelcilerin önde gelen çıkmaya başlar.
üyelerinden biri olan Axnold Ruge'yle Bakunin bu dönemde anarşist felse-
taruşıklığı.nın da etkisiyle ilk ve önemli fenin en etkili dilegetirilişlerinden birini
denemelerinden birini ("Alrnanya'da Ge- ortaya koyar, Marxçılığa yönelik en kes-
ricilik') takma adla Deilflme fahrbiicherde kin ve içgörülü eleştirileri geliştirir. Ba-
yayımlar. Bu dönemde hala üzerinde kun'in I. Entemasyonal'da sosyalizmin
Genç Hegelci etkiler görülen Bakunin ('proletarya diktatörlüğü"nün) baskıcı ve
anarşist öğretiyle henüz tam olarak ta- yetkeci yüzünü eleştirerek Marıı: ile yolla-
nışmamıştır; ne var ki, kendi anarşist öğ rını ayırması, Avrupa devrimci hareketi-
retisinde önemli bir yeri olacak isyancı nin bölünmesine yol açmıştır. Bakunin
ve devrimci yıkıcı öğeyi bu yazısında Marx ile yollarının ayrılmasına neden o-
bulmak olanaklıdır. Nitekim bu bildiri- lan anarşist öğretisinde, ister burjuvazi-
denemenin sonunda yer alan "Yıkma nin ister proletaryanın elinde olsun siyasi
dürtüsü ayru zamanda yaratıcı bir dürtü- iktidann doğ.ısı gereği baskıcı oldıığı.ımı
dür" tümcesi sonralan klasik anarşizmin iddia eder ve gerçek özgürlüğün ancak
en çok arulan savsözlerinden biri olmuş siyasi iktidarın ortadan kaldırılmasıyla o-
tur. Daha sonra Zürih'te tıpkı Proudhon lanaklı olabileceğini savunur. Siyasi ikti-
gibi kendini yetiştirmiş bir işçi olan Al- dar, iktidarın birkaç kişinin elinde top-
man komünist Wılhelm Weitling ile kar- lanması anlamına geldiği sürece ort.-ıdan
şılaşır, onun devrim sonrası toplum dü- kaldınlması gereken bir aygıttır: siyasi ik-
zenine ilişkin yorumlarından etkilenir. tidar varolduğu sürece daima yönetenler
Weitling ile giriştiği yeraltı çalışmaları so- ve yönetilenler, efendiler ve köleler, sö-
nucu tutuklanmaktan son anda kurtulan mürenler ve sömürülenler de varolaca-
Bakunin, birkaç yıl sonra (1849) arala- ğından ötürü, siyasi iktidar diye adlan-
nnda sonraları klasik müzik alanında e- dınlabilecek her şeyin hem ilke olarak
pey ünlenecek olan besteci Richard hem de uygulamada bütünüyle ortadan
Wagner'in de bulunduğu bir grupla D- kaldırılması zorunludur. Siyasi iktidarın
resden'deki ayaklanmayı başlatır ve başa- yerini, özgür birlikler federasyonları ara-
165 Barthes, Roland
o metin tasarımına dayanarak yazıya dair tindir. Modern yazıcı verili ıııılamlarla
genel kanılar üzerine eleştirilerini sivri- çalışmak yeı:i.ne, geçici olıırak yazıımk
leştirmekle kalmamış, aynı zamanda bu arılıımla ilişkiye geçen, böylelikle de en-
eleştirileri kapsam bakımından da bir son gösterileni sürekli erteleyerek bir an-
hayli genişletmiştir. Sözgdimi Balzac'ın lamlar çokluğu yııratmaııın peşinde olan
bir öyküsünün eleştirel plc çözüm- kişidir. Barthes'a göre bu tür bir yazı a-
lenmesinden oluşan t 970 yılında yayım çıkça bir özgürleşim biçimidir; Tanrı'yı
ladığı S / Z baflıldı kitabında yapısalcılığın ve buyruklarını, usu, bilimi ya dıı yasa!Bn
metni aıılaşıhr kılmak içiıı vazgeçilmez hiçe sayan tannbilim karşıtı bir etkinlik-
gördüğü yazınsal kocllann yazın metnin- tir. Söz konusu yeni yazma biçeminde,
de ııasıl işledilderiııin araştırılmasının ge- · ister özyaşamöyküsel, ister tarihsel, ister-
reğini vurgulamaktadır. Bu derin konum se de biçimselci olsun geleneksel eleştiri
değişiminin en belirgin izlerini, daha da aıılayışlan toptan yoksayıhr. Yazı'nın öde-
önemlisi kuramsal temellerini Barthes 'ın vi dile getirilen anlamı ortaya çıkarnıak,
Ya~ann Ôliimii başlığıyla l968'de yayım metnin gizlerini aramak ya da metinde
ladığı metinde bulmak olanaklıdır. Bar- üstü örtülü olanın örtüsünü kaldırmak
thes burada ''yazar"ın modem bir beti değil, gerektiğinde metnin anlamını baş
(figür), bireyin saygınlığını bütünüyle ka bağlamlara taşıyarak, metinde söyle-
keşfetmiş bir ürün olduğu gerçeğinin al- nenleri doğrudan ilintili olmadığı başka
tını koyuca çizmektedir. Barthes'a göre söylemlerde yeniden dillendirerek met-
yazar metnin babası ya da tek sahibi ola- nin anlamlanru alabildiğine çoğaltmaktır.
rak görülmekte, buna bağlı olarak da Modem "yazar"ın ödevi bu biçimde
metnin birliğini olanaklı kılan, metnin ııınımlandığıncla, "okuyucu"ya metnin
bütün okumalarının kendisine yöneldiği biı:liğini sağlamak gibi çok önemli bir
metnin en son gösterileni olarak değer ödev düşmektedir. Bu ödevi yerine ge-
lendirilmektedir. Bu egemen anlayışa kar- tirmesi kendisinden beklenen okuyucu,
şı Barthes, dilin açık bir iletişim aracı yazann tersine tarihsiz, yaşamöyküsüz,
olması nedeniyle yazılmış olanın yalnızca ruhbilimi olmayan bir konumda bulun-
yazarın yetkesine indirgenemeyeceğini be- duğundan kişisel değildir. Okuyucu, ya-
lirtmektedir. Bu bağlamda özellikle Joyce zılı metnin bıraktığı izleri tek bir alanda
ile Mallanne gibi birtakım yazarlann me- biraraya toplayan birisidir yalnızca. Bu
tinlerine göndermede bulunan Barthes, biçimde metni biraraya getirirken oku-
yazmanın son çözümlemede eylemde bu- yucu, metııe salt tüketilecek bir ürün gö-
lunan öznenin olduğu yere değil, dilin züyle yaldaşan birisi değildir ıırtık. Tam
bulunduğu yere ulaşması gerektiğini ileri tersine kendisinden beklenen etkin ve
sürmektedir. Yazar, bir yazı örneği ol- sürekli bir üretim etkinliği içinde olma-
maktan daha fazla bir şey olmadığı için, sıdır. Bir başka deyişle, metnin gerçek-
yazı da bütün köken ya da kaynak nok- leştirilmesinde ·yazar ile işbirliği yapan
talannı kırmak ya da yıkmak içiıı olandır. kişi konumuna yükselen okuyucu, metni
Böylelikle Barthcs bir aıılamda kendi ya- aıılamın kısıtlanndan kurtararak onu öz-
zarlığı ile yazılarını da şu söylediğiyle ay- gürlüğüne kavuşturma yetisi taşıyan tek
nı düşüncenin bir uzantısı kılmış olmak- kişidir.
tadır: "B~n diye yazıyor olmamdan daha t 970'li yıllar boyunca Barthcs, yazın
öte bir şey değilim ben." eleştirisinde normatif (düzgükoyucu) öl-
Yazarın ölümüyle birlikte, bambaşka çütler temellendirme arayışına ilişkin kuş
türden bir yazma deneyimi içerisinde bu- kuculuğunu çeşitli biçimlerde dile getir-
lunan "yazıa"nınellerindekimodcm mc- meyi sürdürmüştür. t 973 tarihini taşıyan
rin, bundan böyle aıılıımlaııdırılmasının },!ehtİlt Haw (Le Plaisir du texte), ku-
çoğalmasınıı sıııır konulamayan bir me- r.ımsal balnmdan alttan alta ruhçözümle-
başkalannın iyiliği için eyleme 168
gibi adaletin de temelinde yer alır. Baş ginin gerek farkına varmanın bütünüyle
kalannın iyiliğini isteme erdemine ulaşa olanaklı olduğu öncülünden yola koyu-
mayan insan, ne adaletin ne de eşitlik il- lan kendilik bilgisi ile kendilik farkın
kesinin varlığına inanabilir. dalığını sağlama almaya yönelik Hegelci
felsefe yapma biçimine yönelmelidir. Ço-
başkalık (İng. alterity; Fr. ahmıl; Alm. ğunluk sanıldığının tersine postmodem
anılerıhti4 İnsanın karakterinin belli yön- düşüncenin bu iki karşı çıkışı, zorunlu
lerinin üyesi olduğu
toplumun öteki in- olarak başkalığı sonuna dek savunmaz,
sanlarından farklılığı, değişikliği, ötekili- daha çok ben'in özdeşliği düşüncesini
ği. Ben'den bütünüyle ayn olan, benliğin kökten başkalık doğrultusunda kavra-
sınırlan dışında bulunan başka benleri, maktan yanadır. Çağdaş felsefede Battail-
nesneleri, özellikleri, ilişkileri anlatmak le'dan Derrida'ya, Deleuze'den Lyotard'
amacıyla kullanılan felsefe kavramL Le- a dek pek çok önemli düşünürün başka
vinas felsefesinde düşünen ben'e ya da lık üstüne sundukları görüşlerin temelin-
özneye dayalı ikili karşıtlıkların ötesine de Levinas'ın çığıraçıçı çalışmaları yat-
uzanan ötekilik üstüne geliştirilmiş öz- maktadır. Kendine özgü bakışında Levi-
gün bakış açısı. nas, ötekinin başkalığının etik bakımdan
Özellikle X:X. yüzyıl felsefesinde ö- her türden "ben yansıtımlı düşünme"ye
nemli bir konuma gelen başkalık sorunu, önsel olduğunu ileri sürmektedir. Levi-
çoğunluk ya ben'in karşıtı bir konumda nas, Husserl ile Heidcgger'in düşünceleri
tasarlanarak ya da öznelliğin karşısına üstünde uzunca bir süre durduktan sonra,
yerleştirilerek kavranmaktadır. Başkası' sonunda başkalık görüngübiliminin ne
nın öncelikli bir felsefe sorunu haline Husserlci bilinç görüngübilimi doğrultu
gelmesinde, Husserl'in "başkasının beni sunda ne de Heideggerci varoluş yorum-
sorunu" çerçevesinde sunduğu görüngü- bilgisi aracılığıyla yapılamayacağına karar
bilimsel çözümlemelerin katkısı büyük- vermiştir. Nitekim Levinas'ın "başkalık
tür. Ben'in öteki benler karşısındaki, ö- felsefesi"nin başlıca amacı, geleneksel
teki benlerin de ben karşısındaki felsefi varlık felsefelerinin ilı:ilikçi yapılarında,
değergesi varoluşçu felsefenin de değiş varlıkbilgisinden etiğe, arılamdan duyu-
mez soruşturma konulan arasında gel- ma, görüngüden "yüze", bilgiden yakla-
mektedir. Gerek görüngübilimci gerekse şıma, aynılıktan başkalığa, ben'den öteki'
varoluşçu felsefe bağlamında sorunun ye geçişin yaşanmasına olanak tanıyacak
özüne inildiğinde, en altta, benimizde derin kınlmalar meydana getirmektir. Le-
gövdelenen öznel yaşantılarımızın çev- vinas bu noktada fırsat buldukça, oldum
remizdeki başkalarına nasıl açılacağı ya olası Varlığın yüzünü göstermesinin yü-
da ben'e özgü durum, duygu ve tasarıla zü suyu hürmetine kişilere eğilen Hei-
nn dışımızdaki başkalarına nasıl iletilebi- dcggcr'e ağır eleştiriler yöneltmektedir.
leceği sorusunun yattığı görülmektedir. Sözgclimi, sürekli cesaretle "kaygı"yla
Dolaşımdaki başkalık görüşleri, mo- yüzleşen kendine yeter kahraman bir öz-
dem felsefeyi modem yapan en azından ne varsayan Heideggerci felsefe, ölümü
iki belirleyici özelliğe karşı çıktıklarında güçlü bir ben olabilmek için verili bir
postmodem olarak nitelendirilmektedir- varoluş olanağı olarak tasarlamaktadır.
ler. Kısaca söylenecek olursa ilk karşı çı Oysa Levinas, Heideggcrci ölüm tasarı
kılması gereken, dolaysız bir biçimde mına karşı, saltık Öteki karşısında ezilen
kendisini bilebilir bir konumda görülen ben tarafından ölüm kaygısının hep bir
bir özne tasarımı temelinde şaşmaz ke- güçsüzlük deneyimi olarak yaşandığını sa-
sinlikte bilgiyi güvence altına alan daya- vunmaktadır. Daha açık bir deyişle, Le-
nak bulmaya yönelik Descartesçı arayış vinas'a göre asıl olan ben'in ölümü değil
tır. Karşı çıkışlardan ikincisiyse, gerek bil- başkası'nın ölümü olduğundan, hem Hei-
Baştak, Naci Fikret 170
deggerci şaira~ bir dille yazılmış ben çünkü tutuklu teriminin de açıklıkla bil-
öyküleri hem de geleneksel özne tasarı dirdiği üzere ben en başından beri baş
ıru geliştirilen başkalık konumu karşısın kalık karşısında yaşanan yalınkat bir edil-
da bütün egemenliklerini yitirmiş olmak- genlik durumudur. Ayrıca bkz. Levinas,
tadırlar. Enunanuel; öteki(lik).
Yine Levinas'ın başkalık düşüncesi,
Lacan ile Kristeva 'nın çalışmaları başta Baştak, Naci Fikret bkz. Konya E-
olmak üzere çağdaş ruhçözümleme kU- nerjetizm Okulu.
raırunda, arzu diyalektiğinin "ben'in b-.ış
kalığı" deneyimiyle çözümlenmesi bağ Bataille, Georges (1897-1962) Fdsefe
lamında önemli bir yer tuunal""tadır. Ni- yapıtları yanında, sanat tarihi inceleme-
tekim Levinas iki önemli yapıtından biri leri, yazın eleştirileri, felsefe içerikli ro-
olan Biitiinliile ile Sonmz/11/e'ta arzuyu, sal- man ve öyküleriyle de adından çok söz
tık anlamda başkalığa duyulan arzu diye ettiren çağdaş Fransız düşünür, yazar ve
tanımlamaktadır. Varolan bütün herşey denemeci. Bataille'ın düşüncesinin genel
kendisine arzu duymak için yetersiz ol- yapısına bakıldığında, düşünce gövdesi-
ckığundan, arzunun anlamı "b-.ışka'nın nin çoğunluk akademik felsefe geleneği
başkalığı"nda yatmaktadır. Bu noktada içinde kabul edilemez konular üstüne
Levinas'a göre, a11frlllnin (belli bir kişi kurulduğu gözlenmektedir. Bu konular i-
tekinin başkalığı) görüngübilimsd beti- çinde en çok dikkat çekenler arasında
mi, kuramsal yaklaşımlarla ya da çözüm- "kurban", "erotizm", "genel ekononµ"
lemderle anlaşılabilir bir konu değildir, diye adlandırdığı anlam çerçevesi doğ
çünkü başkalık doğası gereği tanımlana rultusunda ortaya konan "gider'' türleri
bilir, yani belli bir aynılık yapısına otur- sayılabilir. Bataille'ın çok çeşitli kaynak-
tulııbilir bir izlek değildir. Biitiinliile ile hırdan beslenerek çalışmış olması düşün
Sonsuz.lııle özndliği sonsuzluğun doruğu ce çizgisinin bir başka belirgin özelliği
na ulaştığı yerde Başkalığın buyur edilişi dir. Bataille, kimileyin Hegel, Kant, Niet-
olarak, başkası'na gösterilen konuksever- zsche gibi fılozoflarla söyleşiye geçmiş,
lik olarak betimlemektedir. Bu bağlam kimileyin Dostoycvsk.i, Kafka, Sade gibi
da, yalnızca varlıklann bütünlüğü bütü- edebiyatçıların romanlanndan esinlenmiş,
nüyle başkasına bağlı olarak değil yüz kimileyin de felsefe, edebiyat, insanbilim,
görüngüsüne bağlı olarak da ayrımsan dinler tarihi gibi çok çeşitli alanlarda ü-
maktadır. Levinas'ın görüşünde, asla ay- rünler vermiş çok yönlü bir düşünürdür.
nılığa indirgenemeyecek olan başkalık (ne Bütün bu değişik çalışma konularına kar-
bilgikuranu alanındaki cogito'ya, ne de şın, Batııille'ın hemen bütün yaşamı bo-
varlıkbilgisi alanındaki "varlığın aynılığı" yunca değişmeden kalnuş ana düşünme
na), etiğin ilk felsefe olarak temdlendi- izlekleri "sanatın insan yaşamındaki ye-
ıilişine kaynaklıketmektedir. Buna karşı ri", "eskiçağdan modern döneme kurban
Levinas Ôzjin Ötesinde V arltletan da ôıe/ei etme kültürü", "özndliğin anlaşılmasın
başlıklı ikinci büyük yapıtında, öznellik- da ölümün yeri" ve "bilginin sınırları"
ten artık konukseverlik olarak değil "tut- başlıklarıyla özetlenebilir. Adı düşünce
saklık" olarak söz eunektedir. Ben yal- çevrderinde çoğunluk gerçeküstücülük
nızca başkalık tarafından tutsak alınmak ile birlikte anılan Bataille'ın gerçeküstü-
la kalmayıp, bir tutsaklık hali olarak baş cülük ile ilişkisi günümüzde tartışmalı bir
kasının yerine geçerek tutuklu haldeki konudur. Nitekim azımsanamavacak sa-
başkasırun bütün sorumluluğunu yük- yıda bir araştırmacı öbeği, B;taille ile
lenmektedir. Kendi içinde açmaz oluştu gerçeküstücülük arasında kurulan ilişki
ran bu sorumluluk, kendisini ortaya ko- nin fazlasıyla zorlama olduğunu savun-
yan bir ben özne olarak tasanmlanmaz, maktadır. Öte yandan ölümünden sonra
171 Bataille, Georgeı
ortaya çıkrruş bir sözcük olmasına karşı, şantılar gerekse kişinin kendi öznelliği
günümüzde Bataille çoğunluk postmo- nin aşılmasıyla birlikte yaşanan derin acı
demizmin önde gelen düşünürlerinden yaşantısı dıı yaşanır olmaktan çıkacaktır.
biri olarak değerlendiplmektedir. Böyle bir yaşantıyı çoğunluk ölüm izle-
Bataille'ın çoğu yapıtı dizgeliliğc di- diğinden, bu türden bir aşkınlık üzerine
renen, kendi içinde bir bütünlüğü bulu• araştırmada bulunmak hem tehlikelidir
nan yorumlardan özellikle kaçınan me- hem de yinelenmesi son derece güçtür.
tinlerden oluşmaktadır. Nitekim Bataille, Nitekim söz konusu iç deneyin içerdiği
bütünlüklü olmayan bu yorumlannı "ay- tehlikeler Bataille'ı "Kutlu" ile ilişkiye
nşıklar" (~ diye adlandırmaita geçmenin başka yollannı aramaya götür-
dır. Söz konusu ayrışık metinler doğru müştür. Ancak değişmeden kalan tek bir
dan ötekiyle ilişkiye geçme amacıyla ya- şey varsa o da Bataille'ın ölüm kavramı
zıldıklanndan, bir anlamda dil ile düşün na düşüncesinde verdiği önemli yerdir.
ce için zorunlu olan özde'1ildere indir- Bataille daha sonraki çalışmalannda
genmeye karşı dirençlidirler. Bataille'a gö- geliştirdiği genel ekonomi anlayışında
re, ayrışık olanı düşünmeye çalışmak de- "gider" görüngüsü üstüne• önemli bir
mek bütün olanaksızlığına kaqın dışa vurguda bulunmuştur. Ekonominin te-
nda olanı düşünmek, dolayısıyla da dü- mel kavramlan "artı değer" ile "gider"
şüncenin sınırlarının ötesine geçmenin üstüne yoğunlaşması, Bataille'ın siyasal
yolunu aramak demektir. Bu bağlamda ekonomi ile giderin ya da artı değerin bir
Bataille, bilimin sıruılanrun ötesine geçe- biÇimde dışavurumu olarak gördüğü iç
ni, gündelik dilin dışına çıkanı, ortakgö- deney, erotizm, din gibi konular arasında
rünün kavrayışını aşaıu, saatteki yerleşik bağlantı kurmasına olanak tanımıştır. Bu-
verili zamandan kurtulanı "Kutlu" diye rada Klltlu, bireysel deneyimlerden çok
adlandırmaktadır. Bununla birlikte, Mar- toplumsal pratiklerde açığa vurmaktadır
cel Mauss 'un etkisiyle geliştirdiği genel kendisini. Özellikle araçsal ussal açıkla
ekonomi üzerine düşüncelerinde, birta- maıun sınırlanmn dışına çıkan toplllmsal
kım dizgesel ve yapısalcı öğeler içeriyor davranış üzerine yoğunlaşan Bataille, in-
olmaktan tam anlamıyla kaçınamadığı san yaşamında ussal tanımla(n)maya kar-
gözlenmektedir. şı direnmenin şöyle ya da böyle binlerce
Bataille'ınLaSomfllfathloloifRe_C'Tan yolu bulunduğunu ileri sürmüştür. Ener-
ntanımazlıkbilgisi Külliyatı") diye adlan- ji akışına ilişkin genel ekonomi kavramı,
dırdığı önemli metinlerinin pek çoğu yalıuzca ekonomik görüngülerin değil,
"Kutlu"yu gerek bireysel gerekse top- toplumsal, insanbilimsel, dirimbilimsel ve
lumsal düzeylerde incelemektedir. Batail- fiziksel pek çok görüııgünün de çözüm-
le, bireysel düzeyde C'iç deney') günde- lenmesinin önünü açmaktadır. Genel e-
lik yaşamdaki bireysellik anlayışımızı at- konominin ele alınması gereken temel
ma olanağını araştınr. Yaptığı araştırma sorunu "aşınlık" konusudur. Dünya ara-
ların hemen tümü tek bir amaca ya da lıksız bir güneş enerjisi alıcısıdır ve bu
belli bir bilgiye ulaşmak amacıyla tasar- enerjiyi bir biçimde kullanmak ya da da-
lanmış olmaktan çok, yaşantının kendi- ğıtmak zorundadır. Bu fazla enerjiyi kul-
sinin görüngübilimsel betimini sunma a- lanan toplumlar aradan çok geçmeden
macı gütmektedir. Nietzsche'ye gönder- üretimin tüketimden çok daha fazla ol-
mede bulunarak, yaşantılar ile duygula- duğu bir noktaya ulaşırlar. İşte bu aşı
mmlann onlan deneyimleyen özneden nlığın ya da fazlalığın gider ile ilişkiye
(ince geldikleri gerçeğine parmak basar. geçtiği süreç, çoğunluk Kutlu'yu açığıı
Bu temel saptama uyarınca Bataille'a gö- vuracak bir biçimde meydana gelir: kur-
re, doğru yaşantı türleri seçildiği vakit ban etme ya da savaş aracılığıyla. Bu tür
gerek çok temel acılann yaşandığı ya- bir kurban anlayışı, Aztek toplumunda
Bıiunilik 172
olduğu gibi doğrudan sözlük anlamıyla gelinen dünya artık asla eski gündelik
anlaşılabildiği gibi, modem tüketim top- yaşamın dünyası değildir.
lumunda olduğu üzere eğretilemeli bir Felsefe tarihç"i.lerinin yoksayıcıhğın a-
anlam da kazanabilir. ma özellikle de Nictzschcci yoksayıcılı
Bataille'ın belirttiği üzere kurban et- ğın mir-.ısçısı saydığı, edebiyat tarihçileri-
me ile savaş pratikleri Kutlu'ya yaşamını nin ise "lanetlenmiş yazar" diye etiketle-
yitirenleri yüceltme olanağı sunmaktadır. diği bu kendine özgü düşünürün belki
Kurban edilenler ya da savaşta şehit dü- de tek kaygısı vardı, o da "hayvansal ya-
şenler bu anlamda ebedi olarak ortadan şama saygı duyulması"; "gündelik yaşa
kalkıyor değillerdir. Kutlu, şeyleri lı:ulla mın getirip götürdüklerine, hele hay hu-
nıin alanından çıkararak, onlan zaman i- yuna hiç aldırış etmeyen, çalışma denilen
le uzamın, zorunluluk ile nedensellik ala- o ne idüğü belirsiz şeye boyun eğmrycn
nının üstüne yükseltir. Bu süreçte, yal- hayvansal yaşama saygı." Ölüm ile cin-
nızca us ile gidimli düşünme alanlarının selliğin "doğru" anlamlandırılmasına bir
bıralalması değil bütünüyle yok edilme- çağn olarak da okunabilecek Bataille'ın
leri de söz konusudur. Ancak us alanının Yapıtı'nı oluşturan kitapların başlıcaları
yok edilmesi yalnızca belli bir süreliğine şunlardır. Hi.stoire de foeil (Gözün öy-
gerçekleşebildiğinden Bataille'ın gözün- küsü, l 928); L 'E.xplrit11« i11thittlre (Jç
de bu durum us üzerine konuşmayı da Deney, 1943); Le Coupable (Suçlu, 1944);
bir o kadar güçleştirmektedir. İnsanoğ SHr Nitız.s•ve (Nictzsche Üzerine, l 945);
lunun Kutlu'ya doğru yol alışı önü alına L4 Part Maı1tlitt (Lanetli Pay, 1949);
maz bir güçlükle kuşatılmıştır. Ama yine Las"111x; 011, la t1aissa11« Jı /'art (Lascaux
de Kutlu, aşkın'a yönelerek zorunluluk ya da Sanatın Doğuşu, 1955); Lı Ut1em-
alanından kendilerini kurtarma olan:ığını 1Htr ıt le mal (Edebiyat ve Kötülük,
tanımaktadır insanlara. Ne var ki böylesi 1957); Le Ble11 J11 del (Göğün Mavisi,
bir aşkın'a yönelişin zorunluluk alanını 1957); L'Emtinm (Erotizm, 1957); La
terk etmesi sonu ölümle sonuçlanacak Tbloriı J11 &Jigio11 (Din Kuramı, 1958) ve
bir sürece karşılık gelmektedir. Baıail Leı Larmeı J'Emı (Eros'un Gözyaşları,
le'ın bu son derece güç durum karşısında 1961).
önerdiği çözüm, kurban olma anlanna
bir sınır koyarak, aşkın'ın, zaman içeri- Biunilik İslam felsefesinde kutsal met-
sinde kalarak ölmeden kavranabilmesine nin görünen (zfilıin) anlamının yanında
ve yaşanabilmesine olanak tanıyacak bir bir de içrek (bıitıni) anlamı olduğunu sa-
konuma yükseltilmesini sağlamaktır. Bu- vunan İsmiili okul. Görünen anlamdan
nun ilk örneği şölendir, ikinci örnekııc ziyade bu içrek anlama ağırlık veren Ba-
pek çok katılanın ölümüyle son bulma- tınilik temcide bir yorumlama yöntemi
sına karşın yine de savaştır. Baıaille, aş olduğundan, "içrckçilik" de denilen bu
kınlık sorununa erotizme ilişkin yaptığı yöntemi benimseyen tüm düşünce Ve
araştumalarla da kapsamh bir açıklama inanç dizgeleri Batınilik diye anılır.
getirmeye çalışmıştır. Erotizm aynı anda Özellikle Şiiliğe bağh bir mezhep o-
hem somutlanmış yaşantının en yetkin lan İsmailiyye ve ona yakın olan eği
biçimidir hem de Diyonizyak şölen gibi limler kutsal metnin yorumlanmasında
gerek bedcruıcl gerekse zamansal sınırlan kendilerine özgü bir yöntem geliştirmiş
aşma yetisi taşımaktadır. Tıpkı şölen gibi lerdir. Bu yöntem simgesel ve alegorik
erotizm de saltık anlamda yeryüzünden bir okumaya ağırhk vermekte, kapalı
yok olup gitme çekincesi taşımakla bir- metni çözerek içindeki gizli anlamı or-
likte, genellikle yeryüzüne, gündelik dün- taya çıkarmayı amaçlamaktadır. Bu yön-
yaya geri dönüşe de olanak tanımaktadır. temi temel alan Batınilik görüşünün dört
Kuşkusuz bir kere bile olsa gidilip geri ana sacayağı vardır: Batın, te 'vil, has ve
173 Batuhan, Hüseyin
dilin yaşamsal
önemi üzerine yoğunlaşan çalışmalarında Baudrillard, bir yandan
post-yapısalcı bir düşünür olarak nite- modem toplumların yaşamında medya-
lendirilen Baudrillard, giderek sanallaşan, run son derece büyük bir !uzla artan ö-
elektronikleşen, teknolojikleşen en son nemini ve etkisini açıklamaya çalışırken,
iletişim biçimlerinin insan toplumların- . öbür yandan gündelik yaşamda önüne
d>ıki yansımaları ile bunl.ınn gerçek de- geçilemez bir çılgınlığa dönüşen tüketim
ğerlerinin anfaşılması >ımacıyla geliştirdi etkinliğinin ohısı anlamlandırımları na yö-
ği yeni tasarım ve kavramlarla son dere- nelik bir çözümleme sunmaktadır. Bu iki
ce büyük yankılar uyandırmışur. Kimile- yapıunda da Marxçı kavram ile terimleri
yin kendisinden postmodem dünyarun bütün bütün bırakmadığl görl\len Baud-
peygamberi ya da tanrısal vicdaru olarak rillard'ın, Marxçı terimceye ek olarak çö-
söz edilen Baudrillard, Foıımıı/Jyıı U111ıt zümlemelerini yer yer göstergebilimsel
ınalt. (Oublier Foucault, 1977) ile Kiirfaz yer yer de ruhbilimsel terimlerle besledi-
Savaşı Hif Olmadı (La Guerre du Golfe ği gözlenmektedir.
n'a pas eu lieu, 1991) gibi yapıtlarından Baudrillard'a göre, modem dünyada-
da açıklıkla görüleceği üzere, baş göste- ki tüketim olgusunun tam olarak kavra-
ren yeni durum ve olaylara ilişkin olarak nabilmesi için öncelikle yapılması gere-
yazdığı polemik nitelikli yazılarla, Bau ken, tüketim etkinliğinin belli şablon ya
dünyasının düşünsel gündemini belirle- d:ı didıe açıklamalarla kestirip aulabilecek
yecek ölçüde yakın dönemin pek çok bir konu olmadığının adamakıllı ayırdına
kültürel taruşmasına damgasını vurmuş vaı:makur. Tüketim toplumu kültürü pek
tur. çok durumda yerleşik anlama alışkanlık
Baudrillard'ın toplum ve kültür eleş larımızı kökünden sallayacak denli sıra
tirilerinin kalkış noktasıru gerek Maıxçı dışı bir kavrayış tutumuna geçmeyi zo-
eleştirmenlerce gerekse de Frankfurt O- runlu kılmaktadır. Öyle ki çoğu kuram-
kulu kuramcılarınca öteden beri hep aşa cırun sandığırun tersine modem bireyin
ğılarup hafife alınmış olması nedeniyle tüketim pratikleri liberal siyaset söylem-
ı;ercken ilginin yeterınce ·gösterilmediği lerinin üretim sürecini açıklarken kullan-
ıı.i düşündüğ(\ ya da Marshall McLuhan dıkları kavramlarla, sundukları çözümle-
ı;ibi düşünürlerce taşıdığı olanakları gök- melerle kavranamayacak denli karmaşık
lere çıkartmak dışında kendisine yönelik bir süreçtir. Bu nedenle tüketim olgusu-
yetkin bir eleştirel duruşun geliştirileme na, kendi iç dillendirme mantığı doğrul
diğini dile getirdiği popüler kültürün de- tusunda bir göstergeler dizgesi olarak
ğişik yönlerinin kuramsallaştırılması a- ~ündelik yaşam pratiklerinde nasıl işle
m:ıçlı bir arayış oluşturmaktadır. Bu bağ dikleri üzerine sürekli yeni örnekolaylar
lamda Baudrillard, temelde kitle iletişim yoluyla yaklaşmak gerekmektedir. Nite-
>1raçları ile tüketim toplumunun yol aç- kim Baudrillard daha bu ilk yapıtlarında,
tığı sorunlara bildik yaklaşım yollarırun yepyeni bir toplumsal/kültürel durum ile
bütünüyle dışında bir gözle eğilen bir a- karşı karşıya olduğumuzu, bunun geç-
raştırma mantığı geliştirmiştir. Kimi eleş mişteki durumların hiçbirisine uzaktan
tiricilerince ciddiyetsiz bir "postmodern ya kından benzemediğini belirterek, bu
yıldız" olmakla suçlanmış olsa bile, Ba-. yeni durumu anlaşılır kılmak için çok be-
udrillard'ın bütün çalışmalarında baştan lirgin bir biçimde olmamakla birlikte belli
'ona ciddi, titiz, temelleri son derece ölçülerde post-yapısalcı yöntemi kullan-
'>ığlam bir dü~ünsel yaklaşımın varlığı maya başlarruşıır. Baudrillard'ın post-ya-
kendisini hemen belli etmektedir. Nes11e- pısalcı yaklaşıma başvurması bir bakıma
ler Dizgesi (La Sysreme des objets, 1968) kaçırulmazdır; çünkü düşünceleriyle bir
ile Tıiketıin Toplıım11 (La Societe de con- yanda liberal *homo ero110111iı:us m:ıntığıru
sommation, 1970) başlıklarıru taşıyan ilk çürütmeyi amaçlarken, öbür yanda da·
Baudrillard, Jean 176
gözünde her türden toplum kuramı araş mek için günümüzde insanların giderek
tırmasının öncelikle yapması gereken, bu artan oranlarda vakitlerinin çok büyük
yeni anlamlandırma dünyasının nasıl iş bir bölümünü elektronik iletişim ortam-
lemekte olduğunu, en göz önünde bulu- larında geçirdiklerine (radyo frekansları
nandan kalkarak en ince ayrıntısına va- arasında o dalgadan bu dalgaya dolaşa
rana dek nasıl açıklanacağını belirginleş r.ık, televizyon karşısında o kanaldan bu
tirmektir. Nitekim bu sorun temelinde kanala gezinerek, bilgisayar ekranı karşı
reklamların yapısını çözümlemek ama- sında saatlerce oturarak, yüz yüze ko-
cıyhı göstergebilimsel olanaklardan ya- nuşmalarda geçirdikleri zamandan çok
rarlanan Baudrillard, reklamlar aracılığıy daha fazlasını telefon, elektronik posta,
la dilin nasıl yeniden yapılandırılıyor ol- faks yollama, "chat" yapmaya ayırarak)
duğunu tanıtlamaya çalışmıştır. Sözgc- dikkat çeken Baudrilhrd, elektronik rha-
lirni C«a-Cola reklamlan üstüne yoğunla kinelcrin aracılık ettiği simgesel değişim
şarak burada reklamı yapılanın yalnızca ya da alışveriş nedeniyle "sahici" yüz yü-
asitli bir içecek olmadığını, Co<a-Coh'nın ze ilişki dünyasının gitgide ortadan. kal-
salt bir içeceğe göndermekten çok genç- karak, bunun yerine "yüzlerarası" sanal
lik, cinsellik, eğlence imgelerine gönder- bir dünyanın geçtiğini bildirmektedir.
mede bulunan, çevreye bir yığın anlam- Baudrillard, bu yeni doğan sanal kültürü
landırma saçan bir gösterge olduğunu gerçeğin kendisinden daha gerçek anla-
söylemektedir. Nitekim 1978 yıhnda yaz- nunda "aşıngerçck" diye tanımlayarak,
,fığı Sessiz. ÇoğımlN/elar111 Gölgesinde ya da aşıngerçekliğin bizden yeni bir bakış, tu-
Topl11111sn/111 So1111 (A l'ombre des majori- tum ve duyarlık isteyen yeni kültürel il-
ıes silencieuses, ou la fın de la social) keler üstüne bina edildiği olgusuna par-
adlı bir başka kitabında Baudrillard, kit- mak basmaktadır. Bu yeni iletişim_ orta-
lelerin tepki vermeyecek derecede uyuş mında simgesel yapımlar, artık eskiden
muş olduklan gerçeğine parmak basar-.ık, olduğu üzere canlı bir konuşmaya ya da
eski devrim anlayışının artık yersizleşti yazılı gerçek bir metne göndermede bu-
ğini, bu nedenle günümüzde varolan tü- lumıyor değillerdir; daha çok tam da su-
ketim dizgesine karşı yeni bir direniş bi- numun kendisinin aynı anda hem gerçek
çimi geliştirilmesinin gereğine artık uya- hem de kopya olduğu bir "simülasyon-
nılması gerektiğini vurgulamaktadır. hır" dizgesine dönüşmesi söz konusu-
Baudrillard'ın çoğunluk olgunluk dö- dur. Sözgelirni bu anlamda Baudrillard'a
nemi olarak gösterilen 80'li ile 90'lı yıllar göre, televizyonda verilen haberler ken-
arasında yazdığı kitaplarda, hem bir bü- dilerinden beklendiği üzere dışarıda, ger-
tün olarak medyayı hem de medyada yer çek dünyada olan bir şeyi rapor ediyor
alan tek tek reklamlara ilişkin olarak su- ya da sunuyor değillerdir, burada haber
nulan çözümlemelerini geniş bir post- değeri taşıyan şey, çeşitli imgeler ve e-
modem kültür bağlamına yerleştirdiği lektronik olanaklarla haberlerde dillendi-
gözlenmektedir. Nitekim 1981 yılında rilen medyatik sunumun kendisidir. An-
yazdığı Si11111lakr11111/ar tJe Sit11ülaıyo11/ar (Si- laması son derece güç olan "aşıngerçek
mulacres et simulations) ile 1991 yılında lik"in mantığı alabildiğine sanal bir kül-
yazımını tamamladığı Son l'amlsa111ası (L' türün oluşmasının başlıca nedenidir. Ni-
IUusion de la fin) başlıklı kitaplarında, tekim Baudrillard'ın son dönem çalış
yeni tüketim kültürünün zorunlu bir so- malarında bu olağandışı kültürel oluşum
nucu olarak gerçekliğin çok köklü bir bi- lara yönelik özenli betimlemelerinin ne
çimde değişime uğradığı, gerçeklik diye denli umut verici bir değerleri varsa, bu
bildiğimiz o eski şeyin yerinde bugün oluşumların doğurduğu sorunlardan ve
yeller estiği yönünde çok önemli bir sav sınırlamalardan nasıl kurtulunabileceğine
ortaya atmaktadır. Bu savını temellendir- dönük bir kötümserliğin sergileniyor ol-
Baudril~ard, Jean 178
olması; siyasette düşüncenin kendisi yok- her şey felsefidir ve hepsinden önemlisi
ken siyaset oyununun gizli bir umarsızlık de 1968 döneminin en başat sloganla-
içinde herkesin gözleri önünde sürüyor nndan birinde dile geldiği gibi: "Her şey
olması; kullanılabilir nükleer gücün bin- siyasaldır; arzu, bilinçdışı, önceleri siyasal
de biri dünyayı ortadan kaldırmaya ye- olmadığı düşünülen her şey, hatta siyasal
terliyken dünyanın hala var olmayı sür- olmayanın kendisi bile." Şeffaflık bu açı
dürüyor olması bu tuhaf durumun yal- dan bakılınca kategorilerin olabildiğince
nızca birer değişkesidirler. genelleşerek bütün özgüllüklerini yitir- .
Baudrillard, gelinen bu durumun ne melerinin, bütün diğer kategorilerce e-
denli ciddi boyutlara vardığını daha açık milmeletinin doğal bir sonucudur. Her
kılmak amacıyla aynı şeffaflık mantığı şey cinsel olduğunda artık hiçbir şey cin-
nın, çeşitli kavramların beraberce bu- sel değildir; cinselliğin bütün anlamını
lunmasıyla varolah birtakım soy kavram yitirmiş olduğu anlamına gelir bu. Her
alanlanna dahi bulaşıp yayıldığını dile şey siyasal olunca siyaset sözcüğü an-
getirmektedir. Bütün soy kavram gökyu- lamsızlaşır. Her şey estetik olduğunda,
varları, sınırlan içinde dolaştırdıkları, do- güzel ya da çirkin diye bir şey kalmaz ge-
laşıma soktuktan kavramlarla aynı yazgı ride. Modem tüketim toplumlarında de-
yı paylaşmak zonındadır; yani onlar· da ğerlerin birbirlerine dolanıp kendi Üzer-
şeffaflık değergesine uçuşmuşlardır. Tıp lerine katlanarak şeffaf kendilikler olarak
kı kavramların seçildiğinin ortadan kay- dolaştıklarını söyleyen Baudrillard, bü-
bolması gibi toplumsal yaşam alanları da tün tikel kategorilere şeffaflık virüsü bu·
aralarındaki keskin sırurlann şeffaflaşma !aştığından böyle bir dünyada taşıyıcı ka-
sıyla, seçikliklerini seçemez olduğumuz tegorilere karşı savaş verecek, Arşimet
bir sanal anlamsallığa gömülmüşlerdir. noktası olabilecek virüse karşı bağışıklığı
Yine cinsellik eğretilemesinden yürüyen olan bir antivirüsün, yani şeffaf olmayan
Baudrillard, cinsel özgürleşme dönemiy- bir kategori aramanın boşuna olduğunu
le birlikte en az üremeye karşı olabildi- · savlamaktadır. Bağışıklık kaybı, bütün
ğince çok cinsel ilişkiye girmenin en ba- varlık kategorilerinin gerçekte yokken
şat cinsel yaşam ilkesi konumuna gelerek varmış gibi varolmalanna yol açmakta-
cinselliğin de içinin boşaldığını bildir- dır. Cinsellik artık yalnızca cinsellikte de-
mektedir. Cinselliğe ilişkin bu temel dü- ğildir, başka her yerdedir; medyada, sine-
şüncesini desteklemek için Baudrillard, mada, edebiyatta. Siyaset siyasette değil
bedenin soykütüğünü çıkarırken şunları dir yalnızca, bütün alanlara saçmal<-tadır
~ykmektedir: "Vaktiyle beden ruhun eğ mikrobunu; dine, sanata, felsefeye, bili-·
rctilemesiydi; ardından cinselliğin eğre me, üniversiteye. Baudrillard durumu da-
tilemesi oldu; bugünse hiçbir şeyin eğre ha iyi canlandırmak amacıyla şöyle sor-
tilemesi değil." Daha. açıkça söylemek maktadır: "Çiçolini bugün İtalyan Par-
gerekirse, Baudrillard'ın gözünde mo- lamentosu 'nda milletvekili seçilebiliyorsa
dern tüketim toplumlannın yaşamında bu tam da transseksüel ile transpolitiğin
eskiden olduğunun tersine belli bir şeyin aynı yerde ironik birlikteliği demek değil
belli bir şeyi eğretilemesi yerine, her şe midir?" Böylece siyasal, medyatik, ileti-
yin her şeyi eğretilediği şeffaflık döne- şimse! bir kültür çorbası içinde her birey
mine geçilmiştir. Baudrillard bu söyledik- ancak belli belirsiz anımsayabildiği bir
leriyle bir gün gelip şeffaflığın da yitiril- insanlığın insanımsı kalıntısı haline gel-
miş olacağı, hiçbir şeyin hiçbir şeyi eğre mektedir.
ıilemeyeceği kaotik bir dünyanın . gel- Baudrillard açısından bakıldığında,
mekte oluşunu haber vermektedir. Nite- şeffaflık çağı her şeyi her şeye katmaktan
kim, kaos öncesinin şeffaflık dünyasında kendimizi alamadığımız, her şeyin her
her şey ekonomiktir, her şey cinseldir, şey olabildiği, herkesin her şeyi söyleye-
Baumgarten, Alexandeı Gotdieb 180
bildiği, herkesin her şeyi yapabildiği bir çekten silahlı soygun yapan halis çete ü-
çağın adıdır. İronik olam ise kimilerince yelerinden daha ağır bir cezaya çarpa-
yönetimde, siyasette, parti içi demokra- rılmasım andırmaktadır. Burada anadü-
side modem toplumun yükselen değeri şünce şudur: Gerçeklik ilkesinin çiğnen
olarak hala daha çok şeffaflık isteniyor mesi gerçek saldırıdan çok daha ciddi bir
olmasıdır. Baudrillard'ın gözünde, böyle saldırıdır. Gerçekten kurtulunca gerçek-
bir dünyada zorunlu olarak hepimiz de ten daha gerçek, aşırıgerçek olur insan.
"transckonomik"izdir çünkü üretime da- Yeniden üretmeye, yeniden yaşamaya zo-
yalı gerçek t:İmnomi yerine sanal ekono- nınlu olduğumuz bütün düş ve ülküler
minin seyrine tutsağızdır; "transpolitik" yapmacık, yapmacık olduğu kadar da
izdir çünkü politik açıdan ayrımsız var- şeffaf görüntülerle sonsuz biçimde ço-
lıklanzdır; transseksüel olduğumuzu da g.ılırlar. Arak aranan şey güzellik, çirkin-
düşünürsek zihinsel açıdan siyasetin tra- lik ya da cinsellik değil, eni sonu rek-
vestileri olup çıkarız bir anda. Hangi a- lamda sorulan o taklitçe sorunun yamtı
landa olursa olsun bir şeyi o şey olarak dır: "Sen hangi televizyonun görüntüsü-
kavramamız olanaklı değildir bundan sün?" Bu bir zamarıların "Düşünüyo
böyle. Şeffaflık Çağı'run asıl özniteliğini rum, demek ki varım" varlık kanıtsavı
oluşturan çağın bir simülasyon, düzme- nın yerine, "Görülüyorum, demek ki gö-
ce, yapay dünyalardan oluşan bir taklit- rüntüyüm" yapınıısırun geçmesi demek-
çeler (simN!ams) evreni olmasıdır. Bu tak- tir. Ne var ki Baudrillard'a göre, bun1da
litçe evrenindeki her şey insandan tutun dile getirilen ya da dile gelen şey, çağcıl
da bilgisayarlardaki virüslere değin sanal bir özseverlik tarzının gelişini muştula
bir dünyanın varlıksılandır. Varlıksıdırlat yan bir "olma" yordamı değil; herkesin
çünkü hepsi de gerçekten varolmayan, kendi görünüşünün menajeri haline gel-
varoluyormuş gibi yapan; kaynağı, köke- diği bir dünyanın şeffaflığına uyanmış
ni, ilkömeği olmayan birer kopyadırlar. reklamcının düzmecesidir. içepatlayış;
Dahası, hep bir orijinali olduğu varsayı dışapatlayış; simülasyon; simulak-
lan, bir yerden aşırmaya, devşirmeye, a- rum.
lıntılamaya dayalı kopya tasarımı dahi baş
kalaşmış, şeffaflaşıp tuhaflaşmıştı.r. Bu Baumgarten, Alexander Gottlieb
yüzden Baudrillard, taklitçe teriminin ke- (1714-1762) "Estetik" terimini felsefe
sinlikle taklit ya da kopya etmeye karşılık dilinde ilk kez dolaşıma sokan, estetiğin
gelmediğinin altım önemle çizmektedir. bir felsefe dalı olarak yerleşmesinin yo-
Taklitçcler Dünyası, tarihte yazılmış lunu açan Alman filozof. Aynı zamanda
olanaklı blitün senaryolar gerçek ya da l.ıir eğitimci olan Baumgarten'in mctafi·
sanal olarak defalarca oynandığından, bü- zik ve etik üzerine ders kitabı olarak yaz-
tün bu senaryoları yeniden oynamaktan dığı metinler [Met~.ai-a (Metafizik,
başka bir çıkar yol da olmadığından her 1739); Eıbim Philoıophita (Felsefi Etik,
şeyin "mış gibi" deneyimlendiği bir ya- 1740); lnitia Philoıophiae PrtUfiçae Prima
şama alamdır. Bütün toplum ütopyaları (Pratik Felsefeye Giriş, 1760)] Kant tara-
gerçekleştiğinden, sanki gerçekleşmerniş fından da ilgiyle karşılanmış, onun ders-
ler gibi yaşamayı sürdürmek gerekmek- lerinde de okutulmuştur.
tedir. Soru, olanaklı her şeyin gerçekleş Genel felsefe çizgisi bakımından
tiği bir dünyada insanın ne yapacağıdır? J<..'VII. yüzyıl usçuluğunun, özellikle de
Baudrillard'ın deyişiyle "aşırıgerçekleştir Leibniz 'in felsefesinin bir uza nası olan
mektir" yapılacak olan, çağın yeni ger- Baumganen, aynca "sıkı" bir Leibnizci
çeklik kipi de "aşıngerçeklik"tir bu an- olarak bilinen Christian Wolffun da öğ
lamda. Aşıngerçcklik, ııpkı yalandan bir rencisidir. Baumgartcn bir· yandan adı
soygun yapan düzmece bir çetenin, ger- geçen fılozoflann doğruluğun ölçütünü
181 Baumgarten, Alexander Gottlieb
ğün salt eğitici-öğretici ya da öğretisel bir ha çok edel:ıiyat alanında ürettiği yapıt
ruha bürünmemesi için, sözlüğü öğreti larla tanınan, varoluşçu ve görüngübi-
selliği bozacak alıntılar, kısa öyküler, yo- limci geleneğe bağlı Fransız feminist ya-
rumlar ve uzun notlarla donatmıştır. Bay- zar ve felsefeci. Simone de Beauvoir, va-
le bu uzun yorumlan aracılığıyla kendi- roluşçu geleneğin kurucusu olarak gö-
sinden önceki tarihçilerin yanlışlarını dü- rülen Kierkegaard ile bu geleneğin önde
zdtmeye ve tarihi kayıtlan saptırmaksı gelen mirasçısı Same'ı izleyerek, insanı
zın olduğu gibi ortaya koymaya çalışmış kendi yaşamını oluşwrması ve ona an-
tır. Bayle'in düşünürler ve onlann dü- lam vermesi gereken "içsd" özden yok-
şünceleri üzerine yapuğı uzun soluklu sun bir varolan ya da varlık olarak ta-
soruşturmalar sonucunda ulaştığı sonuç, nımlar. Beauvoir bu insan tanımını, Sar-
her türden felsefi ve tanrıbilimsel kura- tre'ın insanı boş bir tutku yumağı olarak
ma ya da uslamlamaya dizgeli bir kuş değerlendiren görüşünü bütünüyle dö-
kuyla yaklaşılması gerektiğidir. nüştürdüğü Belim'zlikAh/ôh Ü:(!rine (Po-
Şeylerin varolduğuna ve Tann'nın bi- ur une morale de l'ambiguite, 1947) adlı
zi hiçbir zaman yanıltmadığına duyulan yapıunda ortaya koymuştur. Sartre\ı gö-
inancı akılla temellendirmenin boşunalı re, insan hem varlığın yokluğu (varlığın
ğını, inancın ancak "inan"la, yani inanç eksik oluşu) hem de gerçekleştirilmemiş
temelli düşünceyle, bilinmeyene bağlan arzular (doyurulmamış tutkular) tarafın
mayla temellcndirilcbileceğini savunan dan tanımlanmaktadır. Varoluşun olum-
Bayle, bütün inançlann akıldışı ve dü- lu yanına işaret ederek. Sartre'ın görüşü
şünsel olarak savunulmaz olduklarım gös- ne Heideggcrci "açığa vurma" kavramını
terdiğinden dinin altım oymaya çalışmak ekleyen Beauvoir'agöreyse, varlıktan yok-
la suçlanmasına karşın, amacının yalnızca sun insan varlığı yalnızca arzulamakla
dinin sadece ve sadece inan (ıman) te- kalmayıp onu açığ.ı da vurmak istemek-
melinde kabul edilebileceğini göstermek tedir. Beauvoir, düşünce çizgi.sinin en ba-
olduğunu belirtmiştir. Bayle, Hıristiyan şından beri, özgürlüğü insanın temel a-
olmayan, hatta tanrıtanımaza görüşler yırt edici özelliği olarak kabul eder. İn
de dahil olmak üzere bütün görüşlere ve san bilincinin özgürlüğünü toplumsal ve
dinlere hoşgörülü olunmasını salık verir. siyasal bir gerçeklik olarak özgürlükten
Bayle'e göre yanlış bir dinsel wtuma ça- ayınr. Ahlik görüşünün merkezinde yer
kılıp kalmak tanntanımazlığa hiç de yeğ alan düşünce de özgürlüğün birey tara-
lenir bir durum değildir; üstelik tannta- fından oluşturulup yine kendisi tarafın
rumazlar da toplumun ahlak bakımından dan hiç ödün vermeksizin savunulması
dürüst üyderi olabileceklerinden onlara dır. Ôt.c yandan bu özgüdüğün olumlu
hoşgörülü davranmak gerekir. bir biçimde gerçekleştirilebilmesi için top-
Tıpkı Pascal gibi aklın her şeyin üste- lumun da koşulları olabildiğince kolay-
sinden gelebileceğine yöndik inanca de- laştırması gerekmektedir. Belirsizlik Ah-
rin bir kuşku duyan, aklın da dinin de lôh Ü~rine'de üstünde durulan bir başka
kendilerine özgü dogmaları olduğuna i- önemli konu da insanlar arasındaki kar-
nanan Bayle, gerek özgün "Sözlük"üyle şılıklı bağımlılıktır. Her bilincin ancak bir
gerekse dizgeli kuşkuculuğuyla kendin- başka bilinci "yıkarak" varolabileceğini sa-
<lcn sonraki pek çok düşünürü, özellikle vunan Beauvoir, ben-öteki ilişkisinin öz-
ıle Oidcrot ile d'A.lembcrt'in başını çck- ne-neııne ilişkiııi denli içinden çıkılama?.
ıiı'ti "Ansiklopediciler'" ile Shaft.csbury ve bir sorun olduğunu öne sürer. Beauvoir
Mandeville gibi ahlak lilozoflannı derin- bir diğer önemli çalışması olan İkittti Cillli·
den etkilemiştir. yeft.c (Le Deuxieme sexe, 3 cilt, 1949)
insanlar arasındaki karşılıklı bağunlılığı
Bea,ıvolr, Siınone de (1908-1986) Da- yine Heideggerci bir terim olan "'birlikte
beden 184
(var)olma'' kavramı aracılığıyla ele alıp sal ve tarihsel durumun sınırlan içerisin-
işler. de toplumun ürettiği cinsiyet olarak ta-
Beauvoir'un felsefesinin ahlikın yaru nımlar. Son çözümlemede Beauvoir ba-
sıra üzerinde durduğu diğer başlıca konu ğımlı bir toplumsal cinsiyet kimliği taşı
"baskı"dır. Kayda değer bir ''baskı çö- malan ve egemen erkeğin bakış açısın
zümlemesi" olarak da okunabilecek İkin dan Öteki olmalanndan ötürü, kadınla
ci Cinsfyelte varoluşçu insanbilim ile etik, rın hemen her zaman iyi ya da kötü, az
Hegel ve Maıx'ın düşüncelerinin ışığı al- ya da çok "belirlenmiş" bir doğaya sa-
unda dönüştürülür. Bu y.ıpıtta bilinç ta- hipmişçesine tanımlandıklarını savunur.
rihin araolık ettiği bir şey olarak tanım Kadınlar açısından bu yazgıyı değiştir
lanırken, toplumun insanları konumlan- menin tek yolu ise örgütlü mücadeleden
dırdığı savunulur. "Erkeklik" tasanmının ve boyun eğmemekten geçmektedir. Ay-
tarihsel bir düşünce olduğunun aluru çi- nca bkz. feminizm; feminist felsefe.
zen Beauvoir, Hegel'i, özellikle de Hegel
okumalarıyla tanınan Fransız düşünür beden [İng. botfy; Fr. totpr, Alm. leilr,
Alexandre Kojeve'yi izleyerek, insanlığın Yun. soma; Lat. roıp11.ıj Canlı varlıkların ci-
gelişim çizgisinin eşitsizliğin ve baskının simsel yapısı; insan v.ırlığının ya da öz-
başlamasına da yol açan "erkekler ara- nenin duyulara görünen somut yüzi.i; tek
sındaki bir tanınma mücadelesi" tarafın tek varlıkların ya da bir bütün olarak
dan belirlendiğini öne sürer. Hegelci e- varlığın duyulan, algılanan, dokunulan
fendi-köle diyalektiği ile üretim etkinli- somut biçimi; insan tinine ya da zihnine
ğini insanın ve toplumun gelişiminin a- karşıt bir konuma yerleştirilerek düşünü
nahtan olarak gören Marxçı düşünceyi len fiziksel gerçeklik boyutu; Aristoteles
birleştiren Beauvoir, bu birleştirmenin metafiziğinde tini/ ruhu biçimleyen var-
sonucunda, yeniden üretimdeki işlevle lık formu; Descartesçı felsefede tinle/
rinden ya da fiziksel güçsüzlüklerinden ruhla birlikte insanın ya da canlı varlıkla
ötürü "kabul edilme"nin, üretim etkinli- rın özsel bileşeni olarak tasarlanan ikinci
ğinin, dolayısıyla da "tarunma"nın temel töz. Batı dillerinde beden ile cisim ço-
diyalektiğinin dışında yer aldıkları için ğunluk aynı sözcükle karşıfandığından,
kadınların saltık Ötekiler olarak tarum- canlı bir varlığın bedensel gerçekliği ile
landıkları uslarnlamasına ulaşmıştır. Ka- cansız bir varlığın fıziksel gerçekliği aynı
dınlara erkeklerle olan tüm ilişkilerinde kavram altında düşünülmektedir.
asla özne haline gelemeyen bir nesne ro- Felsefe tarihinde ortaya konmuş pek
lü biçilmi,tir. Kadınların nesne olarak çok felsefe anlayışı, beden konusunu
görülmeleri özel mülkiyetin ve devletin hep zihnin karşısına yerleştirerek düşün
gelişmesiyle birlikte ataerkil toplumda gi- müş, zihne yükle<likleri bütün olumlu
derek kurumsallaşmıştır. Kadını "Öteki" niteliklere karşı salt zihinsel olmadığın
olarak tanımlaması Beauvoir'un felsefeye dan bedensel olanı çoğu durumda olum-
ve feminist kurama belki de en önemli suz niteliklerle birlikte anmışlardır. Ge-
katkısıdır. Bcauvoir varoluşçuluğun "öz leneksel olarak bede11 ik zjbin '!Jn1N1'nın
varoluşu öncelemez" ya da "varoluş öz- yapılmasına yol açan bu genel tutumda,
den önce gelir" yollu düşüncesini be- beden zihnin doğasını, yetilerini, işleyi
nimseyerek doğuştan k:.ıdınlık düşünce şini bozan olarak tasarlandığından, değ
~ini yadsır ve "kadın olarak doğulmaz; me bir felsefe çalışmasının yönelmesi
kadın olunur" savını temellendirmeye ça- beklenen sorun dağarcığının çok büyük
lışır. Dolayısıyla Beauvoir biyolojik cinsi- ölçüde dışına iteklenmiş ya da atılmıştır.
yet ile toplumun dayattığı toplumsal cin- Nitekim beden, daha Eski Yunan Fdse-
siyet k:.ıtegorileri arasında keskin bir ay- fesi'nden başlayarak, bu-dünyadaki ya-
rıma gider. Toplumsal cinsiyeti toplum- şam boyunca insan tinini (ruhunu) tut-
185 beden
sağı olarak kendi içinde taşıyan bir kafes her ikisi de sorunu beden gerçeğini bir
olarak görülmüştür. Buna bağlı olarak biçimde yoksay-.ırak çözme yoluna git-
fılozoflann çok biiyük bir bölümü, insan mişlerdir. Bu bağlamda ister zihinde çö-
tinini bedenden ya da bedensel olandan züştürülerek kavranıyor olsun ister mad-
ayırarak düşünmeye, bedeni hep zihinle denin uzantısı olarak tanımlansın, mad-
taban tabana zıt bir konuma yerleştire deci ya da idealist indirgemeci yaklaşım
rek anlamaya ayn bir özen göstermişler ların hemen tamamı bütün yönleriyle be-
dir. Yine aynı biçimde ortaçıığ felsefesi- deni kavrama sürecinde büyük açmazlar-
ne bütünüyle egemen dinsel ya da tanrı la karşılaşmaktadırlar.
bilimscl yönelimli düşünüş, Tann'nın yü- Hiç kuşkusuz ortaçağ Hıristiyan tan-
ce değerleri karşısında insan bedenini obilimi ile idealist felsefe yaklaşunları baş
kötülüklerin ana kaynağı olarak görmüş, ta olmak üzere bedene yönelik tarihe
bedensel istekleri öbür-dünyada vaad e- mal olmuş bu olumsuz b-.ıkışın gerisinde
dilen yaşama ulaşmak adına bu dünyada Platoncu felsefenin temel tasarunlan,
yerine getirilmesi gereken ödevlerin ö- varsayımlıuı ve öğretileri yatmaktadır.
nİindeki en büyük engel olarak değer Platon'un beden üstüne görüşlerinin derli
lendirmiştir. Sözgelimi, insanın ahlaksal toplu obir biçimde görülebileceği yerlerin
değerini bütünüyle tinsel yaşamının nite- başında, temelde hazzın doğasının tartı
liğiyle tarttya çıkaran Hıristiyan düşün şıldığı Pbilebos söyleşimi gelmektedir. Söz
cesi, sürekli bedensel hazlann, özellikle konusu söyleşimde Platon, bir yanda tar-
de alçaltıa bulduğu cinsel hazlann pe- tışmanın ana çııtısını haz yaşantısının ö-
şinde koşan bir insanı günahkir olmakla zünde· bedene ait bir yaşantı mı yoksa
suçlamıştır. Bedenin felsefeden dışlanma tine ait bir yaşantı mı olduğu sorusu üs-
sına varan bu kötücül beden bakışının tüne kurarken, öbür yanda hazzın fizik-
en iyi görülebileceği yerler arasında Pytha- se!~ değil, gerçek bilgiye yakın olan
gomsp!tlt, Phloııaıllllt, iılealiZf1', Usf11IHlt, tinsellikle ilintili bir yaşanb olduğunu
Ot'ta(ağ S ltolastil& FJsıfen gelenekleri başı göstermeye çalışmaktadır. Bu bağlamda
çekmektedir. Buna karşı felsefe tarihinde Platon'un konuşturduğu Sokrates, doğru
bedene yönelik bu olumsuz yaklaşıma, bir haz yaşantısından ne anlaşılması ge-
başta Stoanült ile Spiııotaa!tlt olmak üze- rektiğini belirginleştirmek için öncelikle
re çeşidi felsefe öğretilerince kesin çiz- yapılması gerekenin, sırasıyla ''duyum"
gilerle karşı çıkıldığı. zihin ile beden ay- un, "bellek"in" ve "arzu"nun tek tek
rımının bütünüyle yadsındıjtı, zihin ile doğalannı kavramak olduğu belisleme-
bedenin birbirleriyle özdeşleştirecek denli sinde bulunarak hazzın doğ.ısını ı.aruş
yakın bir ilişki içinde kavraruhklan Ja maya b-.ışlamaktaJır (Phiiebas, 38a-40).
görülmektedir. Bunun yanında felsefe ta- Buna göı:c haz, gerçek anlamda bir du-
rihinin iki büyük anlayışı Matldealilt ile yum biçimi olarak yalnızca bedende de-
iJealiZf1', genel duruşlıuı ile temel savu- neyimlenebilir bir şeydir. Her türden du-
nıılanna bağlı olarak, beden sorunu kar- yum için belli bir beden teki gerekiyor
şısında bütünüyle birbirleriyle karşıt sav- olsa da, yalnızca tine özgü bir etkinlik
lar ileri sürüyor olmalarına karşın, bu iki- içinde olmak duyuma yol açmaktadır.
sinin son çözümlemede aynı sonuca var- Tam bu nokta bedenin bütün bir felsefe
mış olmalan dikkate değerdir. Nitekim, tarihi boyunca dışlanmasına yol açıın
maddecilik tinsel kendiliklerin varlığını Platoncu düşünceyi görebilmek bakımın
yadsıyarak zihni bütünüyle maddenin bir dan oldukça önemlidir: şu ya da budu-
işlevi ya da türetimi olarak ıcmcllcndirir yuma maruz kalmak dışında hiçbir işlevi
ken, buna karşı idealizm ise hem bedeni olmadığından, beden bütünüyle edilgen,
hem de bedensel öğeleri zihnin ya da bi- dirençsiz, adeta tepkisiz bir uzamdır. Bu-
lincin içerikleri olarak değerlendirirken, na karşı tin bedenin bilmediklerini bil-
beden 186
mek, yapamadıklarını yapmak gibi bir karşısı~a res txleıısa olarak nitelendirdiği
yetiyle donatılmış olduğundan, beden- bedensel/ cisimsel (uzam sal) tözü yerleş
den bağımsız olarak tek başına bütün tirmiştir. Açıkça zihinsel olanı bedensel
duyumlan "etkin" bir yolla kurmaktadır. olandan ayrı olarak düşünmeleriyle ö-
Platoncu beden açıklaması, kesin çizgi- zünde "Descartesçı İkilik" üstüne kurul-
lerle birbirleriyle ilintisiz göriilen beden muş bütün öğretiler, Descanes'ın iki ayn
ile zihin ayrımı üstüne kurulmakta, bu töz olarak tasarladığı zihin ile beden ara-
ilintisizliğe bağlı olarak Platoncu çerçe- sındaki ilişkiyi açıklamada yaşadığı güç-
vede duyum, her koşulda bedende yer liiklerin hepsine konudurlar. Bu güçliik-
alan ama asla bedene indirgenemeyecek lerden kurtulmak amaayla önerilmiş, bii-
tinsel bir etkinlik olarak tasarlanmakta- tünüyle birbirine karşıt savlar ileri süren
dır. Platon'un gözünde tinden başka bir- iki konum bulunmaktadır. Bunlardan ilki
şey olmayan duyum, zihnin bedenin et- her durumda beden ile zihnin aralıksız
kilenimlerini kavranır kılmasıyla meyda- bir etkileşim içinde olduğunu, koparıla
na gelmektedir (Philebos, 35d-37). Nite- mayacak bir içiçelikle birbirlerine bağlı
kim bir başka söyleşimde Platon, bede- oldukla~ını savunan *etkileşimdlik'tir. Et-
nin duyumun beşiği olmasına karşın, zi- kileşirncilikte bedende olan en ufak bir
hinsel anlamda duyuma hiçbir katkısı kıpırtının dahi zihinde bir karşılığının
olmadığını söylemektedir (Pbidoıı, 96b). bulunduğu, aynı biçimde zihinsel olan
Bu söylenenlerden de açıkça görüleceği her şeyin de bedensel bir etkisi ya da
üzere, Platon gerek duyum etkinliğini değergesinin söz konusu olduğu düşü
gerekse tinin işleyişlerini bütünüyle be- nülmektedir. İkincisiyse, zihinsel olanla
denden bağımsız bir konumda düşün bedensel olanın birbirlerine hiçbir etkide
müş, böylelikle de tinsel yaşamın önün- bulunmaksızın .varolduklannı düşünen,
deki en büyük engel olarak gördüğü ti- dolayısıyla da zihin ile bedeni iki ayn a-
nin bedene bağımlılığını kırıp onu öz- lan olarak tasarlayan *koıııır11fttk'wr. Ko-
gürleştirmenin yolunu gösteren bir fel- şutçulukta, zihinde olanlar ile bedende
sefe kapısı aralamışur. Philebos'ta sunulan olanlar arasında ilkece nedensel bir ilişki
haz incelemesine göre, tini bedenden kurmanın olanaksız olduğu düşünüldü
kurtarmanın tek yolu, hazzı fiziksel bir ğünden, etkileşirnciliğin yapUğı gibi zi-
etkilenim olarak yaşamaktan bütünüyle hinsel olanın bedensel karşılığını ya da
vazgeçerek, tinsel bir yükselişin devindi- bedensel olanın zihinsel dcğergesini a-
ricisi olarak algılamaya geçip zihin kay- raştıran her türden çabanın felsefi ba-
naklı haz arılarını olabildiğince çoğalt kımdan "kategorik yanlış" üstüne kurul-
maktan geçmektedir. duğu öne süriiliir.
Modern Felsefe'ye gelindiğindeyse fel- Daha önce söylenenlerden de anlaşı
sefe tarihinin iki önemli okulundan ilki lacağı gibi, felsefe tarihinde beden üs-
"Kıta Usçuluğu" na bağlı düşünürlerin be- tüne yapılan çözümlemelerin önemli bir
den sorununu genellikle töz metafiziği bölümiinün, "bedensel duyumlar" diye
çerçevesinde ele aldıkları, buna karşı di- adlandırılan beden deneyimleri üstüne
ğer okul "İngiliz Deneyciliği"ne bağlı dü- yoğunlaşmak yoluyla gerçekleştirildiği gö-
şünürlerinse aynı soruna daha çok du- rülmektedir. Geniş anlamıyla bedensel
yum ya da algı başlığı alunda bilgikuram- duyum denince, gıdıklanma, kaşınma,
sal bir çerçevede çözüm aradıkları görül- karıncalanma gibi bedensel etkilenimler;
mektedir. Çoğu kaynakta bu dönemin aa, ağrı, haz gibi beden~el duygular;
kendisiyle başlatıldığı Descartes, kendin- yorgunluk, bitkinlik, güçlülük gibi be-
den önceki töz düşüncesi geleneğinde ö- densel izlenimlerin konu olduğu oldukça
nemli bir kırılma gerçekleştirerek, res .-o- geniş bir bedensel duyuş yelpazesi anla-
gitaı/S olarak adlandırdığı düşünen tözün şılmaktadır. Bu bağlamda pek çok fılo-
187 beden
zof, bedensel duyumların dış dünyanın kenara bırakılabilecek bir nesne değildir.
duyu organlan aracılığıyla elde edilen al- Bu yaklaşım çerçevesinde özellikle göriin·
gılarından kesin çizgilerle ayrı bir yerde giibilimde yürütülen çalışmalar, geçmişten
durduklarını diifündüklerinden, beden- gelen önyargılardan bağımsız olarak be-
sel duyumlan algılardan ayn kılanın bu deni kavramaya yönelik son derece de-
duyumlann duyulmakta olduğunun far- ğerli düşünceler ortaya koymaktadırlar.
kında.lığıyla birlikte oluşması olduğunu Kuşkusuz bu düşünsel çizgi doğrultu
öne sürmektedirler. Ôte yanda, bu genel sunda insan bedeni üstüne yapılmış en
yaklaşıma karşıt bir görüş, her duyumun ayrıntılı çtılışma Merle11u-Ponty'nin A(gı-
kişinin kendi bedenine yönelik bir far- 11m Gorii11giibili111i (1 %2) adlı yapıtıdır.
kındalık kipine karşılık geldiğini ileri sür- Merleau-Ponıy'nin dışımızdaki şeyleri al-
mektedir. Söz konusu görüşte, duyumlar gılarken bedenin değergesi sorusu teme-
bütünüyle kişinin kendi bedeninin özel- linde geliştirdiği beden açıklamasının ay-
likleri ile durumlannı algılamasıyla özdeş n bir yeri bulunmaktadır. Merleau-Ponty
bir konumdadırlar. Ama her durum da söz konusu beden açıklamasında, fizyo-
bedensel duyumlar, doğa bilimlerince te- lojik bir kendilik olarak değerlendirilebi
mellendirildiği biçimiyle maddi dünyanın lecek "nesne1 beden" ile asla fizyolojik
bir uzanası olarak görülen zihnin açık bir kendilik olarak düşünülemeyen, de-
lanması çabası önünde ciddi bir sorun o- neyimlediğim biçimiyle bedenime karşı
larak durmaktadırlar. lık gelen "görüngüsel beden" arasında
Geçmiş felsefelerde "zihin ile beden bütün bir beden tasarımımızı değiştire
ikiliği" sorunu çerçevesinde sunulan gö- <.-Ck denli önemli bir ayrım yapmaktadır.
rüşler dışında neredeyse bedene yönelik Bu bağlamda bedenin belli bir uzam ke-
kapsamlı bir felsefe yaklaşımı sunulma- sitinde yanyana gelmiş organların topla-
mış olması gerçeğine karşın, çağdaş fel- mı olmadığını düşünen Merleau-Ponty,
sefede beden konusunun alabildiğine yo- "bedenim beni dünyaya açan, dünyada
ğun bir ilgiye kaynaklık ettiği, beden bana belli bir durum aldırandır" tümce-
üstüne yapılan çalışmalarda patlama de- sinden de görülebileceği gibi insan bede-
recesinde bir araşın olduğu görülmekte- nini asla cisimsclliğc indirgenemeyecek
dir. Nitekim XX. yüzyıl felsefesinde, be- bir düzlemde yeniden yapılandırmakta
densel süreçlerin işleyişi ile düşünsel sü- dır. Merleau-Ponty'nin açıklamasına gö-
reçlerin işleyişi arasında üstünden atla- re, bedenin algılayışı ya da beden yoluyla
namayacak bir bağlana olduğu düşün algılama kafanın içerisindeki bir bakış a-
cesi geniş ölçüde olurlanmaktadır. Yine çısından deneyimin salt edilgen bir yolla
bu bağlamda, dilci felsefelerden görün- alımlanmasına bağlı bir alıcı konumuııdıı
gübilimci felsefelere, post-yapısala felse- gerçekleşmez. Bedensel varoluş, varolu-
felerden yorumbilgici felsefelere çoğu e- şun olmazsa olmaz bileşeni olması ne-
leştirel üstfelsefe anlayışı, zihin ile beden deniyle, duyu organlan taşıyan, bu or-
arasında ne amaçla olursa olsun belli bir ganlar aracılığıyla dünyayı değişik biçim-
ayrım yapmanın felsefi bakımdan son lerde algılayan bir edilgenlik olarak tasar-
derece büyük yanlışlar doğurduğuna dik- lanamaz. Tersine, devinim ile uzam far-
knt çekmektedirler. Sözgelimi varoluşçu kındnlığının canlı bireşimcisi olarak hep
folscl'Cciler, kendisini en iyi davranışlarda etkin bir durumdadır. Bu anlamda kişi
ııçığd vurduğunu düşündükleri bedeni, nin bedenini algılayışı, özne ile nesne ay-
bıı,k:ısıyln ya da başkasının beni'yle giri- nmı yaparak bunları birbirinden koparan
len ili~kinin temel belirleyeni olarak ye- "dönüşlü düşünme" geleneğine karşı ye·
niden tanımlamaktadırlar. Bu bağlamda, ni bir felsefe bakışıyla yaklaşmayı gerekli
bc:ılen zihnimizin dışında, dışımızdaki kılmaktadır.
dünyanın parçalan olarak açıklanıp bir Beden konusu üstüne yapılan çalış-
beğeni 188
malar, özellikle XX. yüzyılın ikinci yan- birisinin "bu çiçek güzel" diye savlaya-
sında ortaya konmuş post-yapısalc;ı pra- bilmesinin nedenini vermekle kalmayıp
tikler ile postmodem yazın ya da sanat "beğeni ölçütü" diye adlandırılan şeyin
ürünleriyle son derece değerli yeni açı deneysel temellerini de sağlar. Kant gü-
lımlar kazanmıştır. Kuşkusuz beden üs- zelliğin temelde beğeninin uygulanışı sı
tüne yapılan çalışmaların doğasında mey- rasında deneyimlendiğini olurlasa da be-
dana gelen bu kırılmanın en temel ne- ğeninin uygun bir şekilde uygulanıp uy-
deni, öteden beri birtakım metafizik, etik gulanmadığını belirleyecek. herhangi bir
ve varlıkbilgisel varsayımlar doğrultusun deneysel sınamanın ya da ölçütün bu-
da anlaşılan bedenin, toplumsal, tarihsel lunduğunu kabul etmeye yanaşmaz. Kant
ve kültürel etmenlerin etkisiyle değişen bir yandan "beğeni yargısı" nın nesnel bir
bir kendilik olduğunun kuşkuya yer bı yargı olmadığının üzerinde dururken, bir
rakmayacak bir açıklıkta tanıtlanmış ol- yandan da "beğeni yargılan"nın insanın
mas1<lır. Bu bağlamda, post-yapısala fel- mantıksal ve nesnel yargılar diye adlan-
sefe çerçevesinin, bedeni nasıl temsil et- dırdığı yargılar da dahil olmak üzere her
tiğimize, bedeni nasıl kurduğumuza yö- türden yargıda bulunma yeteneğinin eş
nelik getirdiği çözümlemelerle beden an- siz ve temel bir örneği olduğunu ileri ~ü
layışımıza yönelik önemli katkıları bu- rer. Hume ise bir başka yerde, beğeniyi
lunmaktadır. Söz konusu çerçevenin ön- "sanat ve doğa nesnelerini oluşturan ö-
de gelen düşünürlerinden Foucault yap- ğeleri saptama yeteneği'" diye tanımla
tığı kazıbilim çalışmalanyla, insan bede- maktadır.
ninin salt biyolojik olarak verili bir ken- Beğeni X.X. yüzyılın ortalarından baş
dilik olmadığını, her durumda toplumsal layarak genellikle sanat ve doğa nesnele-
olarak kurulup yapılandığını açıklıkla gös- rinin belirli özel niteliklerini ayırt etme
termiştir. Foucault ayrıca bedene yönelik yeteneği olarak tanımlanmaya başlanmış
yazdığı soykütüklerde, cinsellikten kapat- tır. Bir anlamda Kant ve Hume'un sa-
maya, disiplinden denetime değişik ikti- vundukları beğeni anlayışının bir almaşı
dar pratikleriyle !>edenin nasıl yapıldığını, ğını oluşturan bu beğeni anlayışı, "este-
söylemlere işlemiş iktidar/bilgi rejimle- tik özellikler diye adlanclırılan güzellik,
rince bedensel deneyimlerin nasıl yeni- incelik, ölçülülük, orantı vb.nin değer
den üretildiğini ortaya koymuştur. Ayn- lendirmeye alınan nesnelerde bulunan
ca bkz. Foucault, Michel. gerçek nesnel özellikler olsalar da ayın
edilebilmek için özel bir yeteneğe gerek-
beğeni (İng. tastr, Fr. uıil", Alm. ges'h- sinimleri vardır" yollu düşünceye dayalı
1111Xle; Lat. gıtılNı] En genel anlamda "gii- dır.
zel'" ile "çirkin"i birbirinden ayırabilme Ahlakta karakter ne denli önemliyse,
yeteneği; estetik olanı tanıyabilme, "es- estetikte de beğeni o denli önemlidir. Ev-
tetik nesne"yi seçebilme yetisi. Belirli rensel bir beğeni ölçütünün söz konusu
sanat ve doğa nesnelerinden haz alma olup olamayacağı çok sık tartışılmış ve
yeteneği; sanat ve doğa nesnelerini oluş halen de tartışılan bir konudur. Sözge-
turan öğeleri saptama ya da bunların be- limi kimi çağrışımcı felsefeciler güzellik
lirli özel niteliklerini ayırt etme yetisi. kaynaklarının çok boyutlu doğasından
"Belirli sanat ve doğa nesnelerinden ötürü böyle bir ölçüt için herhangi bir
haz alma yeteneği" olarak beğeni tanım gerçek evrenselliğin söz konusu olama-
laması daha çok David Hume ile lmma- yacağını ileri sürerlerken, idealist düşü
nuel Kant'ın yapıtlarında karşımıza çık nürler güzelliğin evrenselliğini savunarak
maktadır. Estetik deneyimlerin ve dü- evrensel bir ölçütün bulunduğunda ısrar
şüncelerin yerinin beğeni olduğunu öne etmektedirler. Aynca bkz. estetik; gü-
süren Hume'a göre, bu yetenek yalnızca zel-Iik. ·
189 belirlenimcilik (belirlenmişçilik)
lemi yaparken kişinin seçeceği yolu (ör- bellek ~ng. memory; Fr. mimoire; Alm. ge·
neğin kişinin evine Güvenlik Caddesi'n- dikhtııi.r, Lat. mımoıia; es.t. Mftıı:a] Geç-
den mi yoksa Hoşdere Caddesi'nden mi mişte yaşananları gerçek somut varlıkları
yürümesi gerektiğinı) belirlemesini ge- olmadığı halde tasanmlan, imgeleri, gö-
rektirmez. Beliıleıunezciliğin bu ilginç u- rüntüleri yoluyla şimdiye çağırarak dü-
yarlaması davranışlarımızın hiçbir man- şüıuneyi sağlayan zihinsel işlev; dene-
tık ve anlam içermeyen kararsız davra- yimleri, duyumları, izlenimleri, algıları,
nışlar olduğunu savlıyor değildiı:. Yalnız kavrayışları yeniden canlandırmak üzere
ca evine yürümek için bir nedeni olan saklayarak tutma yetisi; geçmişi şimdiye
kişinin bir yolu diğerine yeğlerken ne iyi taşıma gücü; geçmişte tanık olunanların
bir nedeni ne de önceden belirlenimi ol- saldarup tutulduktan varsayılan zihinsel
mayabilir demektedir. yer; gerek bilginin gerekse kişisel özdeş
Belirlenimcilik ve belirlenmezcilik ıar liğin ("ne olduğumuzun') oluşum süre-
ıışmasırun ahlak felsefesinde ayrı bir yeri cinin özsel bileşeni; anımsayan öznenin
bulunmaktadır: "Evren önceden belirlen- geçmişte algıladığı nesnelere, yaşadığı de-
miş bir dizge gibi hareket etmekteyse, · neyimlere, kavradığı gerçeklere ilişkin
iıısarun özgürce eylemde bulunması ola- bilgi halini almanuş görüsü; geçmişte ya-
naklı mıdır?"; "Eğer yapıp ettiğim her şanmış bilinç durumlarını şimdideki bi-
şey daha önceki olaylar tarafından belir- linç durumlarına taşımayı sağlayan far-
leniyorsa, eylemim nasıl benim özgür se- kındalık; zamanı kurduğu, zamanla giri-
çimim olabiliyor?''; "Şu andaki davranı len ilişkiyi belirlediği düşünülen iç zaman
şım ben doğmadan önceki şeyler tara- yaşantısı.
reli bellek" (KSB) ile "uzun süreli bel- neler yaptığından konuşmakta, çocuklar
lek" (USB) ayrımıdır. Buna göre, KSB bir önceki gün nder yaptıklannı arka-
yaşanan bir deneyimin kendisi ile anım daşlanna coşkuyla anlatmaktadırlar. Ne
sanması arasındaki sürenin kısa oluşuna var ki bir felsefe terimi ya da sorunu ola-
bağlı olarak tanımlanırken, buna karşı mk bellek, anlığın işleyişi, bilginin elde
USB aynı sürenin uzun oluşuna bağlı o- edilmesi, deneyimin olanaklı kılınması
larak belirlenmektedir. Ancak bu nokta- bağlamında ancak baiılı kültürlere, onla-
da sürenin "kısalığı" ile "uzunluğu"nun nnda belli dönemlerine özgü bir konu
neye göre belirleneceği konusunda ya- başlığıdır. Nitekim Batı felsefesine dö-
pılmış araştırmalar arasında belli bir gö- nüldüğünde, Sokrates öncesi fılozoflar
rüşbirliği bulunmadığı, bu alanda birbi- dan elimize kalan sınırlı sayıdaki frag-
rinden değişik pek çok ölçütlen~irmenin manda aynı Doğu uygarlıklarında olduğu
yapıldığı gözlenmektedir. gibi tek bir yerde olsun belleğin sözünün
Bugünün bakış açısıyla bakıldığında, edilmediği görülmektedir. Öyle ki Ho-
felsefe tarihinde bellek üstüne yapılmış meros'un şiirlerinde gövdelenen söylen-
yığınla çalışmanın iki ana bellek kuramı se! felsefenin egemenliği boyunca bellek
altında toplanarak ele alınabileceği gö- konusu, ne Homeros'un kendisince ne
rülmektedir: (i) "imgeci bellek kuramı"; dönemin filozoflarınca ne de bir başka
Qi) "tasarımcı bellek kuramı". Çok genel sınca ele alınıp enine boyuna tartışılmış
bir deyişle bu iki kuram çerçevesinde ya- bir konu değildir.
pılan hemen bütün çalışmaların, iki te- Felsefe öncesi dönemlerde us belir-
mel soruya yanıt aradıkları söylenebilir. lenimli bilince karşı bir konumda bulu-
Bunlardan ilki, ''Bellek neden meydana nan arkaik: bilinç, şeyleri bambaşka bir
gelmektedir, belleğin özsel bileşenleri ne- yolla kavradığı gibi, ussal bilincin anla-
lerdir?" sorusu uyarınca belleğin varlık makta bir hayli güçlük çekeceği .türden
bilgisel temellerini araştırırken, buna kar- bir bellek tasarımı içermektedir. Arkaik
şı ikincisi "Belleğe dayalı olarak bir şeyi bilinç durumu açıkça, bir ilkeden bir
bilme süreci nasıl işlemektedir, bellek bil- başka ilkeye, bir başlangıç önermesinden
gisinin öteki bilgiler önünde değergesi bir sonuç önermesine varmak adına iş
nedir?" sorusu doğrultusunda belleğin letilen gidimli düşünme kipine bütünüyle
bilgikuramsal temellerini soruşturmakta yabancıdır. Buna karşı söylenbilgisel a-
dır. Açıkça görüleceği üzere, her iki yak- çıklamaların betilerle bezeli dilince örü-
hışım da bütünüyle saltık:çı nesnel temel- len arkaik kavrayış biçiminde yapılan
ler bulma arayışıyla yola koyulmuş fel- açıklamalar, ortakgörüye dayalı düşünce
sefe izlenc-eleridir. lere, ussal kavramalara, hergünkü dünya
Tarihe damgasını vurmuş eski büyük deneyimlerine bağlı olmaktan çok, do-
uygarlıklardan kalma metirılere dönüldü- ğaüstü güçlere, usdışı imgelere, tanrısal
ğünde, örneğin Çin ve Hint felsefeleri- öğelere başvurmak yoluyla somut kendi-
nin temel anlayışlarının görülebileceği iki liklere öykünmeye dayanmaktadır. Bu o-
yerleşik özlü bilgiler kitabında, "bellek", lağandışı bilinç durumunun bellek üs-
"anımsama" (rrmini.rana), "zihne geri ça- tünde son derece önemli içerimleri ol-
ğırma" (rr.TJ/fe,lion) gibi kavramlara bire- duğu kuşku götürmeyen bir gerçektir.
bir karşılık gelen tek bir sözcük olsun Arkaik bilinç belleğinin, özellikle bütü-
bulunmayışı oldukça ilginç bir durum o- nüyle başka bir ben tasarımıyla, alabildi-
larak karşımıza çıkmaktadır. Kuşkusuz ğine farklı bir zaman duyumuyla çalışı
doğulu toplumhırda bellekle ilgili Avrupa yor olması nedeniyle, bir yandan kişinin
dillerindeki sözcüklerle aşağı yukarı eşle kendi "özel belleği"yle ilişkisi, öbür yan-
nebilecek sözcükler yok değildir. Bu an- dan "evrensel bellek"in işleyişi üzerin-
lamda doğulu bir kişi de bir süre önce deki içerimleri de düşünüldüğünde, bü-
193 bel.ek
tünüyle modem biı: zihnin kavrayış ala- yeryüzüne gelişle birlikte hepsinin yeni-
nının ötesinde olduğu üstünden atlana- den anımsanana dek unutulduklannı dile
mayacak bir gerçektir. Daha açık biı: de- getirmektedir. Plat.oncu bakış bu konuda
;işle, kişinin nasıl biı: bellek deneyimi ol- insanların geçmişteki yapıp· etmelerini
duğu bütünüyle hem kendisini hem de önemli bulan Homerosçu geleneği bü-
zamanı nasıl deneyimlaliğinden ayrıla tün bütün reddettiği gibi, temellerine yer
. mayacak bir konudur. O nedenle Sokra- etmiş eril bellek. tasanmından dolayı ço-
tes öncesi felsefede ne türden bir bellek cuklara temel bilgilerin kazandınlmasıyla
anlayışının geçerli olduğunu kavrayabil- yükümlü olmalarına karşın kadınlan da
mek için öncelikle yapılması gereken, bu dışlamaktadır.
dönemin zaman ile ben tasarunlarını a- Bellek konusunun, Platon'un bütün
çıklığa kavuşturmaktır. Sokrates öncesi bir felsefe dizgesi düşünüldüğünde, di-
dönemin fılozotlanrun arkaik zaman ta- ğerleri araıunda herhangi bir felsefe so-
sanmları için öncelikle vurgulanması ge- runu olarak incelenmediği, hemen bütün
rekense, aynı zincirin üç ayn halkası ola- felsefe açıklamalannda çok özel biı: yer
rak zamaıu "geçmiş", "şimdi", "gelecek" tuttuğu görülmektedir. Nitekim Platon
diye üç zaman kategorisine bölümleyen gerek felsefenin gerekse fılozofun baş
çizgisel modem zaman tasarımından bü- lıca ödeVini insanlara unuttuktan bilgileri
tünüyle ayn olduğudur. yeniden anımsatma olarak tanımlarken,
Sokrates ö.ncesi felsefenin kapanışıyla bu taıunu felsefeciyi "ebe"ye felsefe yap-
birlikte, Platon'un Sokrates'"m ağzından mayı da "doğurtma"ya benzeterek te-
rdZlya aldığı söyleşirrılerde, Homerosçu mellendirmiştir. Temelde Sokratesçi di-
şürlerin doğrııluk/hakikat önünde son yalektik yöntem, eıkin bir anımsatma
<lerec tehlikeli görülmı;sine yönelik ola-. yöntemi olar:ık, yeryüzüne gelinmesiyle
nık ortaya konan düşünceler bağlamında unutulan idealar dünyasının gerçeklerini
ııecmişle ııirilen ilişkiye bağlı olarak bel- insanlara yeniden anımsatmak için belle-
lek konusu felsefenin gündemine gir- ğin çalıştınlması amacı üstüne kurulmuş
nıişıir. Platon bundan bir adım daha ile- tur. Buradaki felsefi öykülemede Platon
riye giderek, Thtoitetos ile P/Jikbo.r söyle- açıkça "bilmek" ile "anımsamak" edim-
şimlerinde felsefe tarihinde bellek üstü- leri arasında yakın bir bağlantı olduğunu
ne yapılmış ilk gidimli, ussal, diyalektik so- ileri sürerek, bilme sürecinin aıumsama
ruşturmayı dillendirmiştir. Özellikle Pla- süreciyle özdeş olduğunu, dolayısıyla bel-
ıon'un Thtoitetoı başlıklı söyleşiminde bel- leğin en temel bilme yetisi olduğunu sa-
lek, daha önceki deneyimlerin insan ru- vunmuştur. Platon'un bilgiyi belleğin ö-
hunu ka7.ınması, dah:ı önce olmuş olanın teki yüzü, buna karşı belleği de bilginin
iz bırakması eğretilemesi doğrultusunda öteki yüzü olarak dillendirmesi, kuşku
ılüşliniilmektedir. Platon'un duyu dene- suz felsefe tarihinde bellek konusuna du-
yinin yetersizlikleri olmaksızın bilginin a- yulan yoğun ilginin de ana nedenlerin-
nımsıınarak elde edildiğine yönelik açık- - den biridir. Gerçek bilgiye, şaşmaz ke-
bıması, felsefe tarihinin bilinen ilk bilgi sinlikte doğruya ulaşmak adına özünde
açıklaması olduğu denli, belleğe yönelik Platoncu· biı: izlenceyle bellek konusu
ilk felsefe kavrayışı olması bakımından üstüne eğilinmesi, felsefe tarihinde uzun
''" önemlidir. Bu çerçevede Platon'un bir süre boyunca geçerliliğini koruyan
konuşturduğu Sokrates en başından beri bilgikuramsal yönelimli bellek araştırma
bilginin anımsama olduğunu savunmak- lan çerçevesinin yapdanmasına yol aç-
la<lır. Şimdide yaşanan duyumların bilgi mış~. Bu bağlamda Platon'un Phattlmı
ütttme yetisi taşımadıklannı ileri süren (274d-275c) söyleşiminde biı: Mısır söy-
Sokrates, bütün bilgilerin doğumdan ön- lenine atıfta bulunarak anlattığı bir öy-
<'.e insan ruhunda bulunduklarını, ancak künün, Platoncu bellek anlayışını daha
bellek 194
iyi kavramak bakınundan kilit değerde sında ruha tanınan önceliğin doğal bir
bir önemi bulunmaktadır. Dönemin Mı sonucudur. Nitekim Platon'un gözünde
sır kralı, insanlık için devrim değerinde "güçlü belleği var denince" bundan an-
"yazı" diye yeni birşey bulduğunu düşü laşılması gereken, bedene yönelik bir
nerek ödüllendirileceği inancıyla kendi- güçlülükten çok zihne ya da ruha yönelik
sine başvuran bilgini, bulduğu şeyin ya- bir güçlülük halidir.
rar getirmekten çok insanlık için büyük Ne var ki Platon'un öğrencisi Aris-
bir tehlike içerdiği düşüncesiyle cezalan- toteles, pek çok konuda olduğu üzere
dırmıştır. Rivayete göre.Kral, yazı'run in- bellek konusu bağlamında da ortaya at-
sanların belleklerini tcmbelleştireceğini, tığı sorularla, gerçekleştirdiği çözümle-
dolayısıyla da insanların belleklerini ça- melerle, sunduğu açıklamalarla tarihin bi-
lışunnaktan giderek vazgeçeceklerini ge- linen ilk di~geli bellek felsefesini kur-
rekçe göstererek, yazı denilen bu bellek muştur. Nitekim Platon'un tarihin ilk u-
uyuşturucusunun bir an önce yok edil- sa yatkın bellek açıklamasının hemen ar-
mesi emrini vermiştir. dından Aristotcles, De Memorin (Bellek
Platon, bütün bir felsefesi üzerinde Üstüne) başlıklı İncelemesinde doğrudan
bağlayıcı bir konumdaki bellek konusuna belleğin nasıl işlediğine yoğunlaşarak, et-
yönelik bu genel yaklaşımdan ayrı olarak, kileri modem felsefe dönemine dek sü-
Philebos söyleşiminde belleğin en temel recek bir bellek anlayışının temellerini
işlevlerinden birinin duyurnlan depola- atrnışur. Platon'un bellek açıklamasının
}".ı.rak korumak olduğunu savlamaktadır. ayrıntılı bir eleştirisi olarak da görülebi-
Savını temellendirmek amacıyla "bellek" lecek bu çözümlemesinde Aristotelcs, ol-
ile "zihne geri çağırma" (~'olltı:titm) ara- dukça karmaşık bir bellek anlayışı ortaya
sında bir ayrım yapan Platon, zihne geri koymakla birlikte, iki temel usla mlamada
çağırmanın bütünüyle bedenden bağını bulunmaktadır. Bunlardan ilki, belleğin
sız olduğunu, buna karşı belleğin bütü- her koşulda geçmiş deneyimlerle sınırlı
nüyle ruhun bedenle girdiği ilişkiden do- bir konu olduğunu ileri sürerken, ikincisi
ğan bir etkinlik olduğunu belirtmektedir Platon'un düşündüğünün tersine belle-
(PmkbOJ, 34b 6-8). Platon'un bu usavu- ğin zihinle ilgili olmayıp bütünüyle du)
rumuna göre, bellek duyumu düşünülür yum alanına özgü bir etkinlik biçimi ol-
bir konu kılarak aynı anda duyumu da duğunu savunmaktadır. Aristoteles ilk us-
olanakh kılmaktadır. Platoncu çözümle- lamlama bağlamında belleği geçmiş de-
menin bakış açısıyla, bellek duyumu ola- neyimler yoluyla tanımlarken, geleceğin
naklı kıldığı gibi. kavrama yetisine işle yalnızca kestirim ile beklentinin konusu
mesi için gereken zihinsel malzemeyi ya- olabileceğini, şimdinin ise <luyu algısı ile
ni imgeleri de sunmaktadır. Platon'un a- düşünmenin konus.u olduklaıını belirt-
çıkça belirttiği üzere, ruhun etkinliği bel- mektedir (De Memoria 1, 449b 10-13).
lek aracılığıyla duymanın kaçınılmaz bir Aristoteles açıkça bu noktada Platon'un
gereğiolduğundan, bellek "duyumun ko- karşısına tam anlamıyla gözleme dayalı
runması" olarak tantrnlanmaktadır (Phi- bir kanıtla çıkmaktadır: Platon'un söyle-
kbos, 34a l O). Bellek, olanaklı bütün be- diği gibi bellek zihnin bir işlevi olsaydı,
densel deneyimleri yorumlayarak, yalnız hayvanların hiçbir biçimde bellek taşımı
ca şimdide bedenin yaşadığı duyumu de- yor olmaları gerekird~ oysa yakından ba-
ğil, hem geçmişte yaşadığı duyumları kıldığında hayvanlar, özellikle de eğitile
hem de gelecekte yaşayacağı duyumları bilir türden olanları, belli ölçülerde bel-
olanaklı kıldığı için felsefi bakımdan be- lek taşımaktadırlar, dolayısıyla da Platon-
denden daha önce gelmektedir. Kuşku cu görüş bütünüyle yanlıştır (De Me11ıorio
suz Pl.aton'un bellek karşısındaki bu ge- 1, 450a 16-18). Aristotelesçi bellek yakla-
nel duruşu, her durumda bedenin karşı- şımında yalnızca geçmiş duyumlar belle-
195 bellek
ğin gerçek nesneleri arasında görülmek- rikalı ortaçağ fılozofu Augustinus, şim
tedirler. Bellek, her durumda duyulur nes- dinin yalnızca şu andan oluşmadığını, i-
nelerce olanaklı kılınan duyumdan sonra çinde geçmişte kalmış anlarla gelecekte
gelmesi nedeniyle, geçmiş zaman duyu- olacak anların da içerimlendiğini bildir-
munu, dolayısıyla da geçmiş zamandan miştir. Peşpeşe birbirlerini izleyen anlar
belli bir süreliğine uzaklaşmışhk duyu- >1kışı olarak "çizgisel" ya da "birikimli"
munu gerekli kıldığından, Platon'un de- zaman tasanmırun geçirdiği köklü sar-
diği gibi belleğin duyumu olanaklı kılan sıntıya bağlı olarak, geçmiş gerçekliği salt
ruhsal bir yeti olarak görülmesine olanak anımsama yoluyla tanımlayan, geçmişi
yoktur. Bu noktada pek çok yorumcu- hep bellek yoluyla diı:iltilme gereksinimi
mın da dikkat çektiği gibi, Aristoteles, duyan ölü bir ceset olarak tasarlayan,
bütünüyle Platoncu clilin kavramlan ve buna karşın geleceği de günü gelince öle-
>1yrımlarını kullanmasına karşın onun var- cek bir ölü olarak gördüğünden geçmiş
dığı sonuçlara karşıt sonuçlar çıkarmıştır. olasılığı dışında göz önünde bulundur-
Yine sunduğu bellek çözümlemesin- mayan şimdiki zaman belleği resminin
de Aristotcles, bütün düşünme etkinlik- geçerliliği tartışmalı bir konuma düşmüş
ler.inin imgeleri kullandığını, düşünce ta- tür.
r.ı fından kullanılan bütün imgelerinse Modem felsefe dönemine gelinme-
duyum eliyle sağlandığını öne sürmekte- siyle birlikte ortaya çıkan "ben" kavramı,
dir. Bir başka deyişle, uzamlı nesneler belleğin nasıl kavrandığı üzerinde son
(isıüne düşünmek zorunlu olarak imge- derece belirleyici olmuş, geçmişteki bel-
lt"rİ kullanmaktan, dolayısıyla da duyum- lek açıklamalarından büsbütün başka
lard:ın doğmaktadır. Buna karşı uzamsız bellek açıklamalannın doğması sonucunu
nesneler üstüne soyut düşünme, imgeleri doğurmuştur. Nitekim bu bağlamda "bm
yeri geldikçe kullandığından, duruma gö- kavramsız bellek"tcn "ben kavramlı bel-
re olumsal bir anlamda duyumdan doğ lek"e geçiş bellek anlayışımız üzerinde
ımıktadır. Buradaki canalıcı soru kısaca derin bir kınlma meydana getirmiştir.
~tiyle dile getirilebilir. "Bellek imgeleri Sözgelimi, bu bağlamda modem ben ta-
zonınlu olarak mı kullanmaktadır, yoksa sanmının kurucusu XVII. yüzyıl fılozofu
duyulur nesneler üstüne gerçekleştirilen Descartes, anlık düşünme sürecinde usu
soyuı düşünmede olduğu gibi olumsal belleğe dayandırmaktan özellikle kaçın
cıl>1rnk mı kullanmaktadır?" Soruya yarut masına koşut biçimde, ünlü yöntembil-
ol:ır:ık Aristoteles şu açıklamayı vermek- gisel kuşkuculuğunu belleğe uygulama-
tc•lir. bellek, "zamanın algılanması"nı 7.o- yarak, bellek konusunu köklü sorgula-
nmlu kıldığlııdan zorunlu olarak <luyu- masının dışında tuuna gereği duymuştur.
hırln >1l~ılama yetisinin alanına aittir. Bu Yine bu aynı bağlamda geçmişe dönük
Mll'l"nınya bağlı olarak Aristoteles, belle- bütün anlamalann kişisel belleğe dayan-
•1in herhangi bir imge· gibi, olumsal ola- dınlmasırun Locke ile Hume tarafından
rıık ıllişlinme yetisine ait olduğunu da da sorgulanmadan öylece bırakıldığı, a-
iizrllikle belirtmektedir. Bellek zillİnie ma buna karşı her iki düşünürde de bel-
yıılnıl\c:ı olumsal anlamda bir ilişkiye gir- leğin geçerliliği için sunulan bütün ta-
ıliAimlen, hem kavrayışın hem de düşün nıtlamaların, kanıtlamaya çalıştıklarında
menin bütünüyle dışında bir konudur. zaten içerilmesi anlamında kanıtlanması
(~tr yıınd>1, Aristoteles'ten yaklaşık sekiz gerekeni kanıt olarak ileri sürdükleri (J>e-
ytizyıl sonrd, hem Platoncu bellek tasa- titio pnndpil) gözlenmektedir. Bu çerçe-
rınılıırıııın hem Aristotclesçi bellek felse- vede Locke ortakgörüyü yeterli bir kanıt
le•lııin hem de geçmişin nasıl kavrana- diye görürken, Hume son derece kuşku
'~ııAı "urusunun derin bir çıkmaza sürük- cu sonuçlar ortaya koymuşmr. Kant, Hu-
lcnıliAi !(iirülmektedir. Nitekim Kuzey Af- me'un kuşkulu hale getirdiği bilgi form-
beUum ornnium contra omnes 196
tarının gerçekte her türden tutarlı dene- çıkışından önce insanların yaşamlarını
yimin koşullan olduğunu göstermeye ça- sürdürebilmek için birbirleriyle sürekli
lışmışur. Sözgelimi Kant'ın gözünde, belli savaş halinde olduklarını anlatmak için
bir sonlu zaman dilimi içinde bir şeyin kullandığı Latince deyim. "Herkesin her-
ne olduğuna yönelik farkındalığı sürdür- kese karşı savaşı" anlamına gelen bu söz,
mek, bu tür bir düşünülür deney koşu Devlet'in doğuşundan önce insan top-
ludur. Şeylerin düzenine zihnin verdiği luluğunun içinde bulunduğu "doğal du-
katkı üstüne yapılan bu vurgu, zihnin rum"u ya da "*doğa durumu"nu nitele-
dünyanın kendisini değil kendi tasarım m"k için kullanılmışur. Aynca bkz. Hob-
formlarını bilebileceği yolundaki yeni bir bes, Thomas.
idealizm anlayışının doğmasına yol aç-
mışur. Ortaya çıkan bu yeni idealizm kar- Ben ile Sen (ilişkisi) [İng. 1 0111/ Tho11, l-
şısında, Descartcs ile Hume tarafından Tho11 relationship; Fr. 111oi ti 111, relatio11s 111oi-
devinim kazandırılan kuşkucu deneycilik t11; Alm. leh ımd D11, Mı-D11-IJe~eh111ıg]
geleneği derin bir sarsıntı geçirmesine bkz. Buber, Martin.
karşın bir biçimde yıkılmadan ayakta dur-
mayı başarabilmiştir. Bu bağlamda kuş bencilik ~ng. rgoiwr, Fr. igois111e; Alm.
kuculuk geleneği, bilginin kaynaklarını egois11111s; es. t hodkm11/tk] Ahlak felsefe-
deneyimin öğeleri içersine yerleştirirken sinde kişinin tüm yapıp etmelerinde
açıkça deneyciliğ.;n izinden yürümekte- kendi benini ve çıkarını öne koyması ge-
dir. Öte yanda xıx. yüzyılın sonlarına rektiğini savunan; "başkalarının mutlu-
doğru, Frege, Brentano ve Meinong'dan luğunu gözetme", "toplumun refahı için
esinlenen Husserl'in, deneyciliğe karşı gö- eyleme" ya da "başkası için yaşama" tü-
rüngübilim adım verdiği kapsamlı bir se- ründen yaşam reçetelerini yadsıyıp tek
çenek geliştirdiği görülmektedir. Hus- doğru ve anlamlı yaşam reçetesinin "ben
serlci görüngübilimin temel amacı, bel- ya da kendi için yaşama" olduğunu öne
lek de içinde olmak üzere, önyargılardan şüren öğreti. En geniş anlamıyla, herke-
bağımsız dünyayı deneyimleme biçimle- sin kendi yararlarını ya da çıkarlarını gö-
rimizi araştırmaktır. Yaptığı sayısız ince- zeterek eylemde bulunması gerektiğini,
leme sonunda Huss.,rJ, toplumsal olarak doğal olanın da böyle yaşamak olduğunu
anlamlı bir dünyanın etkin bir parças! ileri süren ahlak felsefesi öğretisi. Ben'i
olan insan bedenini bilinç yaşantısının şu ya da bu biçimde merkeze ya da te-
merkezi olarak düşünme noktasına gel- mel" alan görüş; "iyi" nin kendi çıkarını
miştir. Bell"k çalışmalarının odağının zi- gözetmeye dayandığını savunan ahiak ku-
hinden bedene kayması gibi Platonculuk ramı; özgecilik karşıtı.
karşıtı bir sonuç doğuran bu yaklaşım, Bencilik terimi modem ahlak felsefe-
Heidegger, Sarue, Merleau-Ponty gibi sine yararcılıkla koşut biçimd" yapılandı
düşünürlerce daha da ilerilere taşınmış rılmış bir tür ahlak kuramına etiket ola-
tır. Çözümleyici felsefe kanadındaysa rak sunulmuştur. Yararcılık kişinin her-
Wittgenstein, Ryle, Austin gibi düşünür kesi gözetmesi ve iyi ile kötü arasında en
lerce, zihin merkezli deneyciliğe karşı ö- üst dengeyi sağlaması gerektiğini savu-
zellikle "dilsel dönemeç" tasarımı doğ nurken, bencilik tam tersine herkesin
rultusunda yeni seçeneklerin yapılandı kendi iyiliğini olabildiğince yükseltmesi
nlarak geliştirildiği görülmektedir. gerektiğini öne sürer. Bencilik, upkı ya-
rarcılık gibi, yapılan her doğru şeyin be-
bcUum omnium concra ornnes (Lat) lirli bir iyi üreteceğini savunduğundan
xvıı. yüzyılda yaşayan ve daha çok siya- erekseldir. Ahlak kuramlarının bu bi-
set felsefesi üzerine yoğunlaşan İngiliz çimde sınıflandırılmasını, yararalık ile
düşünürü Hobbes'un, Devlet'in ortaya bencilik arasında yapılacak seçimi ahlak
197 bcngidönüı
ıafızik ya da varlıkbilgisi öğretisi. Nietz- gisel yüklerinden sıyırarak daha çok ev-
sche'nin Sokrates Öncesi Yunan Felse- renin şaşmaz tarihinin kendisini sürekli
fesi'nden esinlenerek Bi[yle B1!Jurd11 Zer- yinelemekte oluşu anlamında evrenbil-
tliiıt başlıklı kitabının kurmaca karakteri gisel bir çerçeveye yerleştirdiği görül-
Zerdüşt'ün ağzından dillendirdiği, herşe mektedir. Nitekim bu bağlamda geliştir
yin geçip gittiğini, sonra yeniden geldi- diği bengidönüş açıklanıasının, döne-
ğini, varlık ya da yaşanı çarkırun bengisel minde geliştirilmiş evrenbilgisi kuramla-
anlamda aralıksız döndüğünü ileri süren nnd.ı içerimlencn döngülü zaman tasa-
felsefe söyleni. rımlarını da doğrulııdığını düşünmekte
Bengidönüş öğretisi Eskiçağ Felsefe- dir.
si'nin iki büyük felsefe okulu Pythago- Nietzsche "Tann'nın ölümü" olayıyla
rasçılık ile Stoaalık anlayışlanrun temel resmetmeye çalıştığı genci insanlık duru-
görüşlerinden biri olmakla birlikte, öğ mundan kunulmak için benJ!idö11ii1 öğrttilİ
reti günümüzdeki önemini büyük ölçüde ni geliştirmiştir. Buna göre, Tann'run öl-
Nietzsche'nin elinde "umut etme"ye düğünü duyurmak, bundan böyle insan-
pratik bir temel kazandırmak amacı doğ lann Tanrı diye aşkın bir vaı:lığa inana-
rultusunda yeniden anlamlandınlnuş ol- mayacaklannı, dolayısıyla da evrende tan-
masından almaktadır. Tarihin sonu gel- rısal bir doğruluk ya da tanrısal bir dü-
mez bir döngüler dizgesi olarak meyda- zenlilik bulunduğuna asla inanç besleye-
na geldiğini ileri süren bu öğreti, "Yal- meycceklerini duyurmaktır aynı zamanda.
ruzca anıa yalruzca yinelemekten mutlu- Nietzsche'nin bakış aç1S1Ddan, nesnel bir
luk duyacağın şeyleri yap" türünden etik doğruluk ya da düzenlilik düşüncesinin
bir meydan okuma olarak değerlendiril kaynağında, kaotik bir varoluşun ürkünç-
mesinden tutun da, ''Yaşamı yinelemeye lüğüne dayanamayan irısan doğasının ev-
değecek biçimde yaşa" türünden estetik rende bir amaç ya da anlam bulunduğu
bir yaşam dürtüsü olarak değerlendiril na irıanma gereksinimi yatmaktadır. Ev-
mesine dek çok çeşitli biçimlerde yo- rende olan her şeyin sonsuza dek ken-
rumlanagelmiştir. Kuşkusuz bu denli dilerini yineleyeceği anlamına gelen ben-
farklı yorumların yapılabilmiş olmasının gidönüş öğretisi, her türden "düzenle-
başlıca _nedeni, Nietzsche'nin bengidö- me", "ilerleme,,, "anlanılandırma", "a-
nüş tasanmına yönelik verdiği açıklama maçlandırma" etkinliklerinin boşunalık
ların kendi içlerinde pek çok açmazlar ya larını tarutlayarak, bu durumu yücegö-
da güçlükler barındırmasıdır. Sözgelimi, nilllülükle neşe içinde olurlayan bir ya-
kendisini sürekli yineleyen bir oluş süreci şam olanağının önkoşulu olarak temel-
içinde üstinsan olanağına ulaşmayı te- lendimıişıir. Bengidöniişlii bir evren an-
mellendirmenin nasıl olanaklı olacağı so- layışında Qstcr felsefi, ister bilimsel,
rusu bunlardan yalruzca birisidir. Öte isterse dinsel alanda olsun) insanın bü-
yanda, Nietzsche'nin açtığı yoldan yü- tün bir yaşam boyunca verdiği mücade-
rümesiyle tanınan önemli Fransız düşü leleri, gösterdiği çabalan anlamlandır
nürü Gillcs Dclcuze, Nietzschcci bengi- maya yarayacak bir temel yoktur; adına
dönüş söyleninin Kant'ın koşulsuz buy- ilerleme denilen o paha biçilmez değerin
ruğunun "Sonsuza dek yinelenmesini is-. de modem insanlığın en büyük kandır
temediğin hiçbir eylemde bulunma" bi- macası olmaktan öte bir değeri yoktur.
çiminde yorumlanması olduğunu savun- Nietzsche, bengidönüş anlayışına yöne-
maktadır. Bu bağlamda kendisini her şey lik uslamlamalarının çok büyük bir bö-
den önce bengidönüş öğreticisi olarak lümünü ölümünden sonra Erk İstena
tarumlayan Nietzsche'nin, özellikle sun- başlığıyla yayımlannuş defterlerinde ge-
duğu aynnulı çözümlemelerle bengidö- liştirmiş; yaşarken yayımladığı hiçbir ki-
nüş tıısartnunı metafızik ya da varlıkbil- tabında ne bengidönüş öğretisini ne de
199 Benjamin, Walter
erişebileceğinden çok daha: köklü ve ya- diye adlandırdığı, bilim savlarına ve de-
pıa bir evreni ancak sanaun ifade edebi- neysel bilgiye karşı kuşku duyan duruş
leceğine inanan Nietzsche belirlemekte- tur. Melankolik sanatçı Tann'nın gerçek-
dir. Nictzsche'nin pek çok izleyicisi aynı liğine erişmenin umutsuz bir çaba oldu-
görüşü insan bilimleri için de savunmak- ğunu göstermek için alegoriler (yerine-
tadır. Bu yaklaşımlara, sanata tarih içinde ler) ve nükteler tasarlar. Barok trajik dra-
bir yeri uygun gören .Marxçılar karşı çık maları bu tavrın tipik bir örneğidir. Ne
ıruşur. Onlara göre bu tarih, siyasaldır ve var ki bu, öykünmeci gerçekliğin ya da
sanaun doğası, siyasal mücadelesi için simgeciliğin sorunlarına karşı aceleyle
seçtiği tarafı belirlerken tüketilmiştir. Bir verilmiş bir tepkidir. Zira, sanatçıların
başka deyişle, sanat kendi doğasını bile müdahaleci pragmacılık denebilecek ü-
kurmaktan uzaktır; sanat yalnızca siyasal çüncü bir seçenekleri daha vardır. Bu,
altyapının üstyapıdaki yansımasıdır. İşte sanatçıların, kendi etkinliklerini daha ge-
çağcıl (modern) estetik kurama egemen niş siyasal bir çerçeve içerisinde algılama
bu ilci kamp arasındaki Benjamin hem yetilerine bağlıdır. Benjamin'e göre sa-
kişisel yapısı hem de ilişkilerinin sonucu natçılar bunu yapabilirlerse, "tarihin açık
daha çok Marxçılara yakındır. gökyüzü alunda uyanacaklardır"; ancak
Benjamin'in tasansı, birtakım "geliş müdahaleci sanaun bu kesin doğası, ilk
meci" basit ölçütlere saplanıp kalmadan, dönem yapıtlarında bulanık kalmıştır.
özerk biçimde ekonomi politik ilkelere 1920'lerin sonlanndan başlayarak Ben-
uygun olarak betimlenebilecek çerçeve- jamin'in yapıtlarının, sanatın nasıl bir si-
lerle sanatın uğraşma biçemini açığa çı yasal kimlik varsaydığını ortaya koymak-
karma olarak görülebilir. Marxçılann sa- la ilgili olduğu görülür. Bu evrede önem-
natı yalnızca bir üstyapı görüngüsü ola- li olan, sanatın toplumun önüne nasıl çık
rak ele alışını böylelikle bir kenara koyan tığı ve söz konusu toplumun çatışkıla
Bcnjamin, bir anlamda Nietszche'nin me- nnca, gönüllü ya da gönülsüz, nasıl ö-
tafizik görüşlerine de yakınlaşıruş olur. zümsendiği konularıdır. Böylelikle de
Benjamin'in görüşleri iki evrede ele Benjamin'in gözünde teknoloji kuramı
ıılınabilir. "Gocthcs Wahlverwandtschaf- ve tarih kuraıru aıılayışlan daha bir ön
ten" ("Goethe'nin Seçmeci Yakınlıkla plana çıkar.
n", l 922) adlı yazısıyla başlayan ve Al- Benjamin'in sanat ve teknoloji üze-
maıı Tragtdyasımn Kiikeııi (l 928) adlı yapı rine en önemli denemesi, "Das Kunst-
tıyla doruğa ulaşan ilk evrede Benjamin, werk im Zeitalter seiner technischen Re-
sanatın pragmatik duruşları benimsediği produzierbarkeit"dır ("Tekniğin Olanak-
tarzların açığa çıkarılmasıyla uğraşır. Ken- larıyla Çoğalulabildiği/Yenidenüretilebil
disinin sanata "simgeci" yaklaşım adını djği Çağda Sanat Yapıtı, 1935). İlkel top-
verdiği bu noktada, ister eleştirmenlerce lumsal koşullar alunda sanat, kutsallığın
isterse sanat yapıtlamun kendilerince sa- simgeselleştirilmesi gibi, temelde tören-
vunulmuş olsun, sanat gerçekliğin zo- sel bir işleve sahiptir; yüksek bir "kült"
runlu yapılarıyla doğaüstü bir ilişki i- (tapınç; tapılası şey) olarak değerlendiri
çindedir. Sanat, (Gocthe'de olduğu gibi) lir. Ancak, halkın bunlara erişme olanağı
boş inançlarla dolu yazgıcılık içinde ya oldukça sınırlıdır. Oysa çağcıl dönemde
da (XVII. yüzyıl dramalarının kimile- yüksek kültür, sanat yapıtlannı müzeler-
rinde olduğu gibi) Tann'nın yaratma ye- de, konser salonlarında ve operalarda
tisinin anlaşılması için sanaun sığasına seçkinlere sunar. Kitle iletişim· araçları
(kapasitesine) duyulan saf güvenle piya- nın katkısıyla, özünü yitirmeden çoğaltı
saya ya da görücüye çıkar. labilen ama ereksiz kalan sanat artık
Bu görüşle taban tabana karşıtlık i- müdahaleye açık hale gelmiştir. Böylece
çindeki görüş, Benjarnin'in "melankoli" sanat, siyaset gibi geniş toplumsal dina-
201 Bentham, Jeremy
ham'a göre belirli bir hak başkalarına ö- görüşe göre haz ve acı nesnel duyumlar
devler yüklenerek birine sağlanan yarar- olup yoğuııluklan, süreleri, verimlilikleri
dır. Kuşkusuz ödevler de kurgusal ken- (gelecekteki daha başka haz olasılıkları a-
diliklerdir ama bunlar da cezalandırma çısından), saflıkları (hazza acının bulaş
tehdidine ilişkin tümcelerle açıklanabilir maması açısından) ve büyüklükleri aracı
ler. Cezalandınna ise Bentham'a göre acı lığıyla ölçülebilirler. Bu bir eylemin ya da
verme tehdididir. Böylelikle Bentham'ın durumun hem nesnel olarak belirlenme-
"gerçek kendilikler" dediği şeye; yani al- sine hem de başka eylem ya da durum-
gıyla doğrudan anlayabileceğimiz açık ve larla karşılaştırılmasına olanak tanımak
y-.ılın düşüncelere ulaşmış oluruz. Bent-' tadır.
ham, acı ve hazzın anlamını öğrenmek Bentham'ın bu köktenci hazcılığına,
için bir hukukçuya gitmemizi gerektir- insanın doğal olarak çıkarlannı kollaya-
meyen sözcükler olduğunu söyler. Hatta cağı yollu ruhbilimsel benciliği eşlik et-
ona göre hukuk acı ve ha:ı: kavramları a- mektedir. Bentham kişinin çıkarlannın
racılığıyla hem hukukçulara hem de baş toplumsal çıkar yıı da diğer bütün insan-
kalarına açıklanabilir. ların çıkarları karşısında baskın olduğunu
Bentham'a göre ahlik ve hukuk bi- belirterek, insanların eylemlerinin ama-
limsel olarak tanımlanabilirse de böyle cı~ kendi mutlulukları olduğunu ve in-
bir tanımlamanın insan doğasına ilişkin sanın doğal bir yetisi olan usun bu ama-
bir açıklamaya gereksinimi vardır. Ona cın uşağı olarak düşünülmesi gerektiğini
göre doğanın ti:ı:ik yıısaları aracılığıyla a- sawnur. Bentham'ın insan tekini değer
çıklanması gibi insan doğası da iki temel lerin kaynağı olarak alan insan doğasına
itki, "haz" ve "acı" aracılığıyla açıklana ilişkin bu açıklamasıyla ahlaki bir birey-
bilir. Bu görüş Bentham'ın "ruhbilimsel cilik de ortaya koyduğu söylenebilir.
hazalık'' kuramının temelini oluşturmak Nitekim Bcntham'ın ahlfilc felsefesi
tadır. İnsan doğasına ilişkin böyle bir çö- de onun "yararWık ilkı:si" ya da "en bü-
zümlemenin doğrudan kanıtlanmasının yük mutluluk ilkesi" diye adlandırdığı "en
söz konusu olmadığını bilse de Bentham çok sayıda insana en yüksek düzeyde
"doğanın insanı iki egemen efendinin, mutluluk" ilkesinin bir yansımasıdır. Ben-
haz ve acının yönetimi altına yerleştirdi tham yararlılık ilkesini bir eylemi ya da
ğini" savunur. Ona göre bir yandan doğ durumu genel mutluluğu arurması y:ı d:ı
runun ve yanlışın ölçütü, öte yandan ne- azaltmasına göre onaylayan ya da onay-
denler ve sonuçlar zinciri acı ve hazzın lamayan ilke olarak tanımlar ve en çok
krallığına tabidir. Acı ve haz bütün yap- sayıda kişi için en büyük mutluluğu ü-
uklanmızda, bütün söylediklerimizde ve retmeyen her türlü eylemin ahlaken yan-
bütün düşündüklerimizde bizi yönetmek- lış olduğunu söyler. Mutluluk ise hazzın
tedir; tabiliğimizden kurtulma yönündeki çokluğuna ve acının yokluğuna bağlı ola-
bütün çabalarımız da bu krallığın iyice a- rak hcsaplanabilirdir. Bu bağlamda Beri-
çığa çıkıp onaylanmasına hizmet etmek- tham'ın ahlik felsefesi insanın temel gü-
tedir. Sadece ne yapmamız gerektiğini düleyicileri haz ve acıdır yollu ruhbilim-
göstermekle kalmayıp ne yapacağımızı scl hazcılık görüşünü de yansıtmaktadır.
da doğrudan belirleyen haz ve acı eyle- Burada alu çizilmesi gereken önemli bir
me ilişkin açıklamaların yanı sıra kişi için nokta da mutluluk hesabı yapılırken her
"iyi"nin tanımlanmasında da temel oluş bir bireyin bir diğerine eşit olarak alın
turmaktadır. Buna dayanarak Bcntham, masıdır.
her bireyde varolan acı ve haz tenıclinde Sonuç olarak Bentham için ruhbilim-
bir değer hesabı oluşturabileceğimi:ı:i öne sel hazcılık ve bencilik ile yararlılık ilkesi
sürer. "Haz hesabı" ya da "mutluluk he- arasında hiçbir uyumsuzluk söz konusu
sabı" f.fo6tijt MhlRı) olarak bilinen bu değildir. Öte yandan Bentham'in mutlu-
Bentham, Jeremy 204
luğu artırma amacı pratik bir amaçur ve bir insan-bir oy ve gizli oy verme hakkı
onun bu yönde bir Panama kanalı yapıl gibi önerilerle açıkça dile getirmiştir.
ması ya da bezelyelerin dondurularak Bentham'ın bu demokratik önerileri
kullanılması gibi birçok farklı önerisi de ahlak felsefesinin "en çok sayıda insana
olmuştur. Bentham'ın bu prdtik amaçlı en yüksek düzeyde mutluluk" ilkesi ve
önerilerinden en önemlisi ise "panopti- ruhbilimsel bencilik ~rüşleriyle de u-
kon" diye adlandırdığı hapishanedir. Ben- yumludur. Ruh bilimsel benciliğe göre her-
tham'ın dönemin hapishanelerinde yaşa kes kendi çıkarlarının peşinde koşmak
nan karmaşayı sona erdirmek için tasar- taysa, bu demektir ki yönetimler ve yö-
ladığı bu hapishane modeli, merkezdeki neticiler de kendi çıkarlarının peşinde
gardiyanların onlara gözükmeden tutuk- koşabilirler. Dolayısıyla diktatörlere, kral-
luları göz alunda tuttuğu daire biçiminde lara ve oligarşilere güvenilmemclidir. Yö-
bir yapıdır. Bentham özel olarak işletil netimlerin gerçek amacı olan "en çok
mesi gerektiğini düşündüğü ve sözleş sayıda insana en yüksek düzeyde mutlu-
meli olarak kendisinin yönetmeyi planla- luk" ilkesi ancak yönetim en çok sayıda
dığı bu hapishane ile yalnızca tutukluları insanın elinde olduğunda güvende olabi-
güvenilir birer insan haline getirmeyi de- lir, Eğer halkın tamamı siyasal güçle do-
ğil zaman içerisinde para da kazanmayı na~sa, hepsi yalnızca kendi çıkarlanru
tasarlaıruşur. Ama bu tasarısı hapishane- izleyerek bu amaca hizmet etmiş olacak-
nin kurulacağı yerin çevresindeki arsa lardır.
sahipleri tarafından engellenince işin so- Bcntham'ın demokrasi ve yararcılık
nunda hem zaman hem de para kaybet- anlayışına bağlı olarak geliştirdiği özgür-
miştir. Panoptikon tasarımına kadar ö- lük anlayışı günümüzde "olumsuz öz-
nerilerin ve anlaşmaların hayata geçiril- gürlük" diye adlandırılan özgürlüğe kar-
mesi için aydın yönetimlere başvurma şılık gelmektedir. Özgürlüğü "engelleme-
nın yeıerli olacağına inanan Bentham, nin olmaması" olarak tanımlayan Bent-
bunun yeterli olmadığını fark ettiğinde ham, bireyin engellenmediği oranda öz-
demokrasiyi desteklemeye b-dŞlamışur. gür olduğunu söyler. Özgürlüğün doğal
Locke da dahil olmak üzere kendinden olduğunu ya da bireyin egemen olduğu "
önceki sayısız filozofun siyaset felsefesi- priori bir özgürlük alanının bulunduğunu
nin temelini oluşturan doğal hak, doğal yadsır. Bu özgürlük açıklamasıyla b-ağlan
hukuk ve toplum sözleşmesi gibi kav- ulı olarak Bentham hukuku da olumsuz
ramları benimsememiş olan Bcntham, da- olarak tanımlar. Değer ölçütünü haz ve
ha önce de belirttiğimiz gibi, bu kav- acının sağhıdığı göz önüne alınırsa Ben-
ramları kurgusal kendilikler olarak adlan- tlrnm için özgürlük haz verdiği için İ)~y
dınp bunların bir gerçekliğinin bulunma- ken, sınırlandınlması aa verdiğinden kö-
dığını savunuyordu. Bu tür kavramlar o tüdür. Devletin denetimi ne denli sınır
dönemde devlete itaatin kaynağı ve meş lıysa birey o denli özgürdür. Öte yandan
ru devrimin koşullan nedir sorulanna Bentham iyi yönetimin temelini oluştu
yanıt olarak sunulmaktaydL Bentham i- ran toplumsal düzen için hukukun zo-
taati anlaşmaya dayandıran bu tür dü- runlu olduğunu kabul eder. Toplumun
şünceleri eleştirerek yönetime itaatin te- ilerlemesinde hukukun oynayabileceği o-
mellendirilmesinin yarara, yani itaatin o- lumlu rolü kabul eden Bentham, huku-
lası zararının direnişin olası zararından kun kişilerin ekonomik ve kişisel gerek-
daha az olup olmayacağınınhesaplanma- sinimlerini karşıladığı ve koruduğu ölçü-
sına dayandığını savunmuştur. )3entham' de bireyin çıkarını yansıtuğını savunmuş
ın bu karşı çıkışı yalnızca terim düze- tur. Bentham, kendinden önceki birçok
yinde kalmanuş hukuk dizgesinin ve yö- düşünürden farklı olarak hukukun doğal
netim dizgesinin değişmesi gerektiğini hukuktan doğmadığını, onun yalnızca e-
205 Bergson, Henri-Louis
Bergson'a göre gerçeklik sürekli "o- çimde ifade edilemez, ancak imgelerle
luş'" halinde olan bir süreçtir. İnsan sü- sezdiıilebilir.
reç olar.ık gerçekliği, her ikisi de içgüdü- Son çözümlemede Beıgson için, bil-
nün evrimiyle ortaya çıkan zeka (anlak) menin birbirinden bütünüyle ayrı iki yo-
ve sezgi yetisiyle bilir. Evrim sürecinde lu bulunmaktadır: İlki, bilimde ve onun
hayaua kalma aracı olarak ortaya çıkan uzantısı teknolojide en ileri düzeyine ula-
uka bo1110 faber'in (alet yapan insanın), şan, zamansal ve uzamsal bağları içeri-
sezgi ise bomo sapinJlin (ustaşıyan insa- sinde her şeyi somut ve durağan gör-
nın) yetisidir. Bu iki yeti, iki ayrı bilgi tü- meye eğilimli olan, dahası buna yazgılı
rü ortaya koyar: Zeka, bilimsel bilgiyi; da olan, zekaya dayanan çözümleyici
sezgi ise felsefi-metafizik bilgiyi üretir. yoldur; ikincisiyse özdeşleyim ya da "iç-
Zeka gerçekliğe esas olarak pratik ya- ten duyma" yoluyla şeylerin özüne do-
rar ya da uygulama açısından yaklaşır. Ü- laysız, doğrudıı!) doğruya ulaşan, şeyleri
zerinde eylemde bulunabilmek için, sü- devingenliği içinde bütünlüklü kavrayan
rekli bir akış, oluş halindeki gerçekliği araasız sezgidir. Kuşkusuz ilk yol, in-
canlılığı ya da devingenliği içinde değil sanlığın şu yeryüzünde tutunmasını sağ
de, donmuş, katı, ayrık nesneler olarak lar; bize çekip çevirebileceğimiz, zaman
kavrar; önceden düşündüğü eylemi ha- ve uzam olarak sınırları belli ayrı nesne-
zırlamak için onu çözümler. Zeka dün- ler, yönetilebilir birimler halinde bölün-
yayı katı nesnelerden oluşan, belirlenimci müş bir dünya sunar. Ancak zekaya (an-
nedensel yasalara göre işleyen cansız bir lak) dayalı bu yol "süre"yi ve sürenin an-
madde olarak betimler. Değişmeyi ve sü- cak sezgi ile kavranabilen kesintisiz akı
reci de sinematografık olarak, birbirin- şını görmezden geldiği için şeylerin özsel
den kopuk, saatle ölçülebilir farklı anlar- gerçekliğine yaklaşamaz bile. Bu. bağlam
da nesnelerin farklı durumları olarak be- da Bergson'un felsefeye ilişkin tüm ça-
timler. Böylelikle de ister istemez zamanı basının, bütün her şeyin ardında yatan
uzamla özdeşleştirmiş olan zeka (yani bi- gerçeklik diye gördüğii "siire"ye ilişkin
lim), gerçekliği ancak dışarıdan kavraya- sezgi(si)nin anlamı ve sonuçları üzerine
bilir. Kuşkusuz cansız madde dünyası yetkin bir sonışturm:ı olduğu söylenebi-
söz konusu olduğunda zekanın sağladığı lir.
bu bilgi, gerçekliğin maddi görünümünü Evrim konusundaysa Bergson, evri-
esasen doğru olıır.ık betimler ve başarılı mi bir "gerçek" olarak tanır tanımasına
uygulamaya da olanak tanır. ancak evrimin düzenekçi ve crekbilgisel
Gelgelelim maddi gerçeklikten öte yorumlarına tümüyle karşı çıkar. Ona
bir de biricik, anlara bölünemez, nitelik- göre bu yorumlar, evrimin yolunun ön-
sel, yoğun ve sürekli, dinamik, akış/ o- ceden belirlenmiş olduğunu varsayarlar
luş/ atılım halinde, saf "süre" olan yaşam -ki bu son derece sakıncalı bir varsa-
ve bilinç alanı vardır. İşte zeka bunu yımdır. Oysa ki evrim canlı, sürekli yeni
kavrayamaz, kavrasa bile çarpıtarak kav- biçimler yaratan "yaşam(a) atılımı"nın (i·
rar. Bu alan ancak ve ancak hayvanlarda laıı viıal) kendini açığa vuruşundan oluş
da bulunan nesneleri özdeşieyirnle içeri- maktadır. Bu güç evrimi önceden belir-
den ve yanılmadan kavrama yetisinin in- lenmiş bir amaca doğru yöneltmese de
sanlardaki evrilmiş şekli olan "sezgi" ile yine de ileri gitmeye zorfar.
kavranabilir. Yalnızca insana özgü ve ö- Bergson, hiçbir biçimde saf biçimle-
zel bir çaba ile harekete geçirilebilen sez- riyle onaya çıkmasalar da (daha sonra
gi, felsefenin (metafiziğin) bilme yetisidir Popper tarafından tüm bir felsefe tari-
ve gerçekliği dolaysız olar:ık içeriden an- h.ine uyarlanacak olan) kapalı ve açık ol-
cak o kavrayabilir. Sezgi yoluyla e!de edi- . mak üzere iki tür ahlak ayırt eder. Kapalı
len bilgi ise açık, tam ve kesin bir bi- ahlak kişileri hesaba katmayan, toplu-
l07 Bergsonculuk
oldukça yaygınlık kazanmış Frans12 fel- H11111an Knowkdge (İnsan Bilgisinin İlke
sefe okulu. leri Ü zerine Bir Soruşturma, 171 O) adlı
Döneminin Fransası'nda oldukça ses kitaplarıyla tanınan İrlandalı felsefeci. İn
getirmiş olan bu okul, her ne kadar san Bilginnin İlkeleri ÜZ!rine'de Berkeley,
Bergson'un kendine özgü felsefesinin ta- dış, maddi dünyanın varolmadığını, ev-
şıdığı derinliğin yanına yaklaşamasa da, ler, ağaçlar, dağlar gibi "dışımızda" va-
onun sezgiciliğe dayalı dünya görüşünü rolduğundan hiç kuşkularunadığımız şey
geliştirmeye çabalamıştır. Tıpkı Bergson' lerin hep "düşüncede" varolduğunu ileri
un kendisi gibi, bu okulun üyeleri de bir sürer. Yeni Bir Görme Kura111t'nda bu çar-
yandan "bilim ·eleştirisi" ile "bilimcilik pıcı iddiasının ilk temellerini atan Berke-
karşıtlığı"ndan, öte yandan da "pragma- ley, Hyltu ile Philonous Arannda Üç Konuş
cılık"tan beslenmişlerdir. Yine Bergson' ma'da ikinci kez görüşlerini savunmaya
u aratmayacak hatta onu aşacak ölçüde girişir. Öteki yapıtları arasında De Mofll
felsefelerinin dirimselci ve usdışıcı öğeler (1721), Alciphron (1732) ve Siri; (1744)
banndırdıklan söylenebilir. Felsefe tari- sayılabilir.
hinde özgünlüklerinden çok köktencilik- Berkeley'in hiç kuşkusuz en çok et-
leriyle anılan bu felsefeciler, öte yanda, kisi altında kaldığı filozof John Locke'
Bergson'un çizgisinin biraz da olsa dışı tur. Özellikle Locke'un İn;anm Anlmna
na çıkarak, istenççiliğin altını daha bir Yetisi Üstiine Deneme'sini daha öğrenciy
koyultarak çizmişlerdir. Gerek istencin ken derinlemesine incelemiştir. İnsan Bil-
anlak karşısındaki üstünlüğünü vurgula- gisinin İlkeleri ü zerine'ye yazdığı uzun
malarıyla, gerekse doğruluğun ya da ha- "Giriş"te Berkeley, Locke'un soyutlama
kikatin dirimsel bir değeri olduğunu dü- görüşünü eleştirerek soyut düşünceleri
şünmeleriyle bu felsefecilerin son çö- sınırlayabileceğimizi öne sürer. Locke'un
zümlemede istenççi-dirimbilimsel bir fel- "düşünceden" bağırns12 kendi başına
sefe kurmaya giriştikleri söylenebilir. nesnelerin var olduğu, birincil ve ikincil
Bergsonculuğun önde gelen adlan ara- nitelikler arasında bir ayrım olduğu gö-
sında ruhbilimci Maurice Pradines, ah- rüşlerini uygunsuz yapılmış soyutlamalar
lakçı Jean De Gaultier (1852-1942) ile olarak suçlar. Öte yandan, Berkeley tut-
köktenci bilimcilik karşıtlıklarıyla· en a- tuğu notlarda Locke'taıi büyük bir öv-
zından bu konuda Bergson'u çok geri- güyle söz ederek kendisinin ustası ve u-
lerde bırakan Maurice Blondel (1861- laşmak istediği felsefi.. hedefi olduğunu
1949) ve Edouard Le Roy (1870-1954) da kaydeder. Bu nedenle Berkeley'in, üç
sayılabilir. Aynca bkz. Bergson, Henri- büyük usçu fılozof olan Descartes, Spi-
Louis. noza, Leibniz'in karşısında Lockc'tan
sonra Hume'dan önce gelen üç büyük
Berkeley, George (1685-1753) Felsefe İngiliz deneyciden biri olarak sayılması
tarihinde gerek önde gelen "İngiliz De- anlaşılır hale gelmektedir. Berkeley'in
neycileri"nden biri olmasıyla, gerekse i- kendi görüşlerini biçimlendirirken aklın
dealizme yaptığı katkılarla öne çıkan; ço- da hep Locke'un görüşlerinin olduğunu,
ğu felsefe tarihçisi tarafından "modern örneğin Locke'un İniamn Anlmna Yetili
idealizm"in kurucusu olarak gösterilen; Ü;tiine Deneme'si yazılmamış olduğu var-
oldukça genç yaşlarda yayımladığı An sayıldığında Berkeley'in başlıca yapıtları
Em!J TowardI a New Theory of ViJion nın da bugünkü halleriyle ortaya çıkama
(Yeni Bir Görme Kuramına Yönelik A- yacağını söylemek pek de yanlış olmaz.
raştırma, 1709), Three Dialoguu Betınen Ancak, Berkeley özellikle Kartezyen ge-
1-[ykı; and Philonous (Hyl.as ıle Philonous lenekten gelen Malebranche, Pierre Bay-
Arasında Üç Konuşma, 1713) ve özel- le gibi düşünürlerle 'de ilgilenmiş; her ne
likle A T reatise Conçerning the Principles of kadar madde-ruh ayrımını yapan Des-
209 Berkeley, George
Hatta l 72S'te elde kalan nüshalarının ka- alındığı yedinci söyleşidir. Bu yapıtı
paklan değiştirilerek ikinci baskıynuş gi- l734'te Londra ve Dublin'de aynı anda
bi sauşa sunuldu. Bu yapıtında sağduyu basılan The Anafyst; or" Disroflm Addrrs-
ya (''ortakgörü") yaptığı vurgunun daha sed to an lnftdel Mathemalİ<İan (Çözümle-
yoğun olması dışında Berkdey'in savın yici ya da İnançsız Bir Matematikçiye
da önemli bir değişiklik göze çarpmaz. Söylev) izler. Berkeley bumda, bir yanda
Kitabın daha başlarında maddeciliği sa- Newton'un diferansiyel hesabını, öte
vunan Hylas ile Berkeley'in sözcülüğünü yanda Hıristiyan öğretisini yoksayarak
yapan Philonous sağduyuya uyduğu gö- ç-.ı.lışmalarıru sürdüren matematikçileri e-
rülen göriiJlerin doğru ve kuşku götür- leştirir. Berkeley aynı yıl Cloyne başpis
mez olduğunda anlaşırlar. Böylelikle du- koposu olur. Bu dönemde yüzleştiği İr
yularınuz aracılığıyla anında algılannuş landa'nın yoksulluğu onu derinden etki-
şeyler gerçek şeyler olur. ler. The Qııerİ!t (Sorgucu, l 735-1737)
İkinci kez çıkuğı Kıta Avrupası gezi- böylece ortaya çıka~. Berkeley bu çalış
sinden döndükten sonra Berkeley, bilim masında, gerçek zenginliğin yaşanun ge-
felsefesi alanında kendisinin en önemli reksinimleri ve konforunun yeterince
yapıu sayılacak De Molll; si11e, De mobu karşılanması olarak tanımlandığını öne
prindpio et nalllra, et de 'aıua '01111111111i.-a- sürer. Kamu kurumlarının temel görevi-
Iİ0'1İs 111011111111 (Devinim Üstüne; ya da nin yurttaşlann dirlik ve düzen içinde
Devinimin Doğası, İlkesi ve Devinimle- mutlu olma~ıru sağlamak olduğunu dü-
rin İlişkilerinin Nedeni Üstüne) adlı ya- şünen Berkeley, uzun erimli bir eğitim
. pıtı l721'de yayımladı. Kari Popper'a programının yanı sıra tam istihdama yö-
göre Berkeley, bu yapıtta Newton'un sal- nelik toplumsal bir tasarım üzerinde de
uk uzam, zaman ve devinim kavramları durur. Kimi yorumcular, bu yönüyle o-
na karşı çıkarak bir görelilik kuranu or- nun, David Hume ile Adam Smith'e esin
taya koymuş, böylece Mach'ın ve Eins- kaynağı olduğunu savunurken kimileri
tein'ın öncüsü olduğunu gösterqıiştir. de onu Lord Keynes'in atası sayar. Sorg11-
l 752'de birkaç önemsiz değişiklikten ı:ılnun belki de en iyi bilinen bölümü
sonra yeniden basılacak olan bu yapıtta para kuramının anlauldığı yerlerdir. Şey
Berkdey kuvvet ve çekim konularında lerin fiyatını ya da değerini arz-talep den-
önermeler ortaya koyar. gesiyle tanımlayan Berkeley, iktisada o-
Döneminin siyasal çalkanulan ve o- lan ilgisini yalnızca kuramla sınırlamaya
laylan karşısında Eski Dünya'dan yılan rak iflah olmaz aylaklar için atölyeler
Berkeley Yeni Dünya'ya yelken açacak, kurmaya, yoksulları doyurmaya, hastaları
orada hem yerlileri Hıristiyanlığa kazan- iyileştirmeye çabalar. Hatta katran suyu-
dırmak hem de İsa'nın Krallığı'nı yeryü- nu her derde deva bir ilaç olarak ele al-
zünde kurmak amacıyla bir okul kurmak dığı son büyük yapıtı Siris: A Chain of
isteyecektir. Ancak, kendisine Avam Ka- Philosopbi'al Refkxions 0'1d lnq11iries Coııa:r
marası'nın göndereceğini vaat ettiği para ning the Vif'f11es of Tar-uıater, attd dilltf'S other
gelmez, tasan başarısızlıkla sonuçlanır. .Sllbjem 'onne'1ed togeıher and arisi,,g One f
Ameıika'dayken Berkeley "özgür düşü rom A,,oıher (Siris: Felsefece Düşünme
nürler"e ya da "yaradancılar"a karşı tipik ler, Katran Suyunun Yararları ve Birbi-
bir din ve Hıristiyanlık savunusu olan riyle İlişkili Çeşit Çeşit Konular Üstüne
Aldphron: or the Min11te Philosopher (Alcip- Araştırmalar) bu etkilerle yazılır.
hron: Küçük Filozof) adlı yapıunın en Berkdey, felsefe tarihinde en çok, İn
azından büyük bir bölümünü kaleme a- ıa11 Bilgisinin İlkeleri ÜZ!f'İ11e ile Hylas ile
lır. Yedi söyleşiden oluşan bu yapıtın Philtmo11S Anmmla Üf Kon11f111dda ortaya
felsefe açısından en önemli söyleşisi, di- koyduğu metafızik görüşleriyle tanındı.
lin duygu uyandıran kullanımlarının ele Kuşkusuz metafiziği mahkfun eden türlü
211 BqYol
bilmesi olanaklı değildir çünkü o zaman y.t da değildir. Zonınluluklan için başka
ayru şeyin aynı anda hem gizilgüç du- şeye bağımlı olan zorunlu varlıklar son-
rumda hem de edimsel halde olması ge- suza dek geri götüriilemezler. Bundan do-
rekir ki bu da açıkça olanaksızdır. So- layı kendi kendis~n zorunluluğu olan,
nuçta devinim halindeki her şey her du- zorunluluğu için başka bir nedene ba-
rumda başka bir şey tarafından devinime ğımlı olmayan bir varlığın olması gerekir
geçirilmektedir. Bu devindiricilerin varlı ki bu da Tanrı'dır.
ğı sonsuza dek geriye götürülemeyece- DiirJii#cii Sav (fa1111 'nm varllğt111 tamtlt9a11
ğinden de bir "ilk devindirici"nin olması Yeth11lik Dereceleri U.rlamlama.tı): Dünya-
gerekir; eğer "ilk devindirici" yoksa ne d>ıki şeylerin değerlerinin mutlak bir öl-
başka bir devindiriciden ne de devinimin çüte göre sıradüzenli bir biçimde sırala
kendisinden söz etmek olanaklıdır. Bu nışı en değerli, en yetkin olıın bir şeyin
durumda başka hiçbir şey tarafından de- varlığını gerektirir. Bazı şeyler diğerlerine
vinime geçirilmeyen bir "İlk Devindiri- göre daha iyi ya da daha kötü, daha yüce
ci"nin varolması zorunludur ki bu da yıı. da daha az yücedirler. Ama bir şeyin
Tanrı'dır. başka bir şeyden daha iyi ya da daha
İhl/t:i Sm• (fann't1111 varlıif111 tamtf,gan eı~ kötü olduğunu söyleyebilmek için ya da
m1bif#tl 11.tlamlama Jiyt Je bili#ett İlk Ne- şeyleri belli bir niteliği taşıyıp taşımadık
den U.tlamlammı): Evrende hüküm süren larına göre derecelendirmek için karşı
etkin nedenler zinciri bir "ilk neden"i zo- laştırılan özelliğin ya da şeyin en yüksek
runlu kılmaktadır. Doğadaki tüm şeyle derecesinin varolması gerekir. Bu bağ
rin bir nedeni vardır; ancak hiçbir şey lamda en yüksek derecede olan bir şey,
kendisinin nedeni değildir. Hiçbir şey y-.ılnızca bir tane olan bir "en yüksek iyi"
kendisinin etkin nedeni ('1111.ta e.ffit:ie11.t) o- vardır. Thoınas Aquinas savının ikinci
lamaz çünkü her şeyin kendisini öncele- kısmında verili bir tür içinde en yüksek
yen bir etkin nedeni olması gerekir. Bu- derecede olanın diğer şeylerin nedeni ol-
na karşı birbirini izleyen etkin nedenler duğunu, dolayısıyla da diğer şeylerin var-
zincirinde bir ilk halkanın olması zornn- lıklarının, iyiliklerinin, diğer yetenekleri-
ludur çünkü etkin nedenlerin sonsuza nin ve özelliklerinin nedeni olan bir şe
dek geriye götürülmesi olanaksızdır. E- }in var olduğunu, bunun da Tanrı oldu-
ğer ilk etkin neden yoksa, ne aradaki ne- ğunu ileri sürer.
denlerden ııı: de son nedenlerden söz &p11ci Sm• (fa#n'nı11 ıwrltğ1111 ta111ll<!Jtlll e-
açmak olanaklıdır. Bu uslamlamanın so- rekbi/yj.tel 11.tlanr/ama d_iye Je bili#m Diizett ik
nucu diğer şeylerin varolmasına neden Atlldf Uı/amlamaıı): Dünyada ofan biten
olsa da kendisinin varolmasına başka bir her şeyin, canlı cansız evrendeki tüm
şeyin neden olmadığı en az bir şeyin va- şeylerin amaçlı bir biçimde eylediği, bir
rolduğudur. Aquinas buradan da herke- ereğe doğru evrildiği açıktır. Böyle bir
sin Tanrı adını verdiği bir "nedensiz ne- amacın varoluşu da onu buyuran bir
den"in varolduğu, herkesin Tanrı diye varlığı zorunlu kılmaktadır. Bu düşünce
adlandırdığı bir "ilk neden"in varlığını evrendeki şeylerin yönetilme ve yönlen-
kabul etmemiz gerektiği sonucuna ulaşır. dirilme biçimine dayanmaktadır. Tho-
Üfii#di Sav (0/11111.tallık U.tlamlama.rt): Dün- mas Aqunias evrendeki şeylerin çoğu
yada varolan şeylerin olumsal nitel.iği va- nun kendi başlarına bilme yetisinden, bir
roluşun farklı bir düzeyini, yani zorunlu amaç için eylemde bulunma yetisinden
bir varoluşa sahip olan bir şeyi gerektirir. yoksun olduklıı.nnı gö:r.lemler. Ancak bu
Çünkü ancak zorunlu bir varoluş, başka şeyler yine de en iyiye ulaşmak için da-
şeylerin ya da olumsal varlıkların nedeni ima aynı biçimde hareket etmektedirler.
olabilir. Her zorunlu olan şey de zorun- Bu gözlem şeylerin amaçlarına şans eseri
luluğu için başka bir şeye ya bağımlıdır değil, düzenlenip belirlenmiş bir prog-
213 Beşir Fuat
Charles Dickens, Gustave Flaubert, Au- diği eser, gençleri bizim klasik Kelama-
guste Comte, Ludwig Büchner, Herbert ların zincirlerinden kurtararak daha geniş
Spencer, d'Alembert, De la Mettrie, ufuklar-a götürüyordu" diyerek Beşir Fu-
Chambers, Diderot, Claude Bemard, Ri- at'ın o günkü kuşaklar üzerindeki büyük
baut, Littre, J. S. Mili, H. G. Lewcs, etkisini belirtmektedir. Ancak bu etki,
Gabriel Tarde gibi Baulı edebiyatçılar ve pozitivizmin ve onun vurguladığı biçi-
filozoflarla ilk defa tanışmasında Beşir miyle bilimin; Comte'da da görüldüğü
Fuat'ın eserlerinin rolü önemlidir. gibi, kendisinden sonraki aydınların dü-
B.eşir Fuat önce Yunan filozoflarını şünce dünyasında yeni zincirler oluştur
ı~ıııtmakla felsefeye başlar. 1883 yılında masına da yol açmış; Tanpınar'ın ifade-
l.ewes'ten "Fılozof, Herakleitos", "Sok- siyle bu görüşlerin "ilim mistiği'" derece-
rates'in Nutku'', "Anaksagoras" adlarıyla sinde bir metafizik olarak algılanması so-
küçük parçalar çevirir. Onun felsefi dü- nucunu doğurmuştur. Beşir Fuat'ın etki-
şüncelerinin oluşmasında pozitivizm ve sinde kaldığı diğer bir kişi de Fr-msız fiz-
materyalizm kadar realizm ve natüralizm yolojist Claude Bernard'dır. Fizyoloji ile
gibi edebi akımlann da etkisi büyüktür. ilgili Beıer adlı eserinde, madde için ge-
Bu bakımdan Fransız edebiyatında ro- çerli olan yasalann beden ve hayat için
mantizmi temsil eden Victor Hugo'yu de geçerli olduğunu, bedende "hayat
tııruttığı aynı adı taşıyan biyografik eseri, kuvveti" gibi metafizik nedenler arama-
Turk edebiyatının ilk eleştirel denemesi nın uygun olmadığını ileri sürerken, Bcr-
olduğu kadar natüralizmi Türkiye'ye ge- nard'ın Deııryse/Ttp İnalemesine Giriı ( 1865)
ıiren ilk eser olarak da önemlidir. adlı eserindeki pozitivist görüşlerinin et-
Beşir Fuat'ın natüralizmden poziti- kisindedir.
vizme ve materyalizme yönelişini göste- Beşir Fuat, fdsefi bir akım olarak po-
ren Voltaire (1304/1888) biyografisi ise zitivizmi Türkiye'ye ilk kez getiren, Türk
Türkiye'de Batılı bir düşünür hakkında aydınına tanıtan ve savunan kişi olarak
yazılan ilk eserdir. f/"frtor Hıtgo ile gele- Türk düşünce tarihindeki yerini almışur.
neksel Osmanlı edebiyaunın santimanta~ Eserleri: Viaor HHgo (1302/1886),
lizmini (duyguculuk) ve romantizmini Miftı:ih-ı Bedreka-i Usii11-1 Franseı11· I-11
yıkmaya çalışan Beşir Fuat, pozitif bilim (1302/1886), Beşer (1303/1887), Voltairr
ve düşüncenin savunusunu yapuğı Vol- (1304/1888), i11ıikad (1304/1888), ı"vlif
ıaire ile bir adım daha atarak, Doğu'nun tdJ>.ı Ustil-i Ta'lıi11 (1304/ 1888), Mekt11hiit
dini düşünce etrafında oluşan metafizik (1313/1897).
karakterdeki kelamının skolastik zihniye- Çevirileri: İki Bthek (Victor Bcrn.1fd-
ıini yıkıp yerine, C:omte'un yaptığı tarz- Eugene Granger'den, 1300/1884), Bi11·
da, meta fiziği dışlayan, yalnız gözlem ve b"fl Davet (K.F.Mor'dan, 1300/1884), Bi-
deneye dayanan pozitif bilimler üzerine rinci Kat Qames Cobb'dan, 1301/1885),
bir felsefe anlayışını getirmek ister. Btdreka-i Usihı-ı Franıevi (Emil Otto'dan,
Beşir Fuat. pozitivizmi Türkiye'ye ge- 1301/1885), Cinl!Jetin Tesiri (Emile Zola'
tirirken esasen Comte'un görüşlerinden dan, 1302/1886), Abnança M11allimi (E.
etkilenir. Bu etki, diğer felsefi sistemler- Otto'dan, 1303/1887), ilıgiliz..-e M11allimi
den yalnızca ismen söz ettiği halde, po- (E. Otto'dan, 1303/1887), U111/-i Ta'lıin
zitivizmi tanımlamasında ve materya- (E. Otto'dan, 1303/1887).
lizmle ilişkisini belirtmesinde açık olarak
görülür. Materyalizmi ülkeye sokarken betim/leme/ler (kuramı) [İng. ıbeory of
ise daha çok Büchner'in MaJde ve Klıwet Jmriptioır. Fr. tbiorie des description; Alm.
(l 855) adlı eserindeki kaba bilimci ma- theom der kenttZfidJnHngen, kcnnZ!id1111111gs-
teryalist görüşlerin etkisi altındadır. Hü- tbeorie, /Jesçhmb1111gıtheorie) Betim(leme)ler
seyin Cahit Yalçın, "Büchner'den çevir- Bertrand Russell'ın doğruluk değeri taşı-
215 betimleyicilik
yan bilgi nesnelerini doğruluk değeri ta- kaldırır: (A)ltın dağ vardır ancak ve an-
şımayanlardan ayırmak ve adlandırmak cak bir .'< vardır, o x altındır, dağdır ve
için tek başlık altında topladığı dilsel ifa- herhangi bir y hem altın hem de dağ ise
delerdir. Russell'a göre doğruluk değeri o y x ile bir ve aynı şeydir. Niceleme
taşımayan bilgi nesneleri hakkındaki bil- mantığı sembolleriyle yazarsak: (A)ltın
gimiz tanışıklık sayesinde edindiğimiz bir dağ vardır ancak ve ancak 3x (x alundır
bilgidir; Russell buna "tanışıklık yoluyla & x dağdır & 'Vy(1 altındır & y dağdır) --.
bilgi" (knoaıftdge l!J acq11ai11tance) der. Di- x=y). Bu ifade de hem alun hem de dağ
ğer yandan doğruluk değeri taşıyan bilgi olmayan bir şçy olmadığından yanlışur.
türü "betimleme yoluyla bilgi'"dir (k.110- Russell'a göre, tanışıklık yoluyla hak-
Jl'ledge l!J descripti011). Örneğin elmayı tanı larında bilgi edinilen şeylerin varlığı var-
şıklık yoluyla biliriz ama tanesi bin kilog- lıkbilgisel olarak sorunsuz iken, betim-
ram olan meyveyi eğer böyle bir meyve leme yoluyla haklarında bilgi edindiğimiz
varsa betimleme yoluyla biliriz. şeylerin varlığı sorunludur. İşte, Russell'
BetimQeme)le: kuramı ise gönderimi ın betimleme kuranunın amacı da hak-
olan ifadeleri gönderimi olmııyanlardan kında betimlemeler yoluyla bilgi edindi-
ayırabilmek için yine Russell tarafından ğimiz şeylere ilgili varlıkbilgisel sorunları
ortaya atılmış kurama karşılık gelmekte- ortadan kaldırmaktır.
dir. Betimler Kqranu'nın getirdiği çö-
züm felsefe tarihinde çokça işlenmiş, ör- betimleyici etik (İng. dermpti.11t eıhür, Fr.
neğin a/Jm dağ türünden, bildik örnekle- ithiq11e dermptiw, Alm. derkripti.11t eıhik]
rine benzemeyen, yeryüzünde varolmıı Ahlak felsefesinin, tek tek toplumların
yan bir şeyin gönderiminin olup olmadı ya da bir insan topluluğunun ahlaki e-
ğı epeyce tartışılmıştır. İngilizce'de be- ğilimlerini hiçbir yargıda bulunmaksızın
timlenen şeyin biricikliğini belirtmek için inceleyen; bir grubun ahlaki inançlarını,
betimin öneki gibi kullanılan "the" be- tutumlarını ve uygulamalarını yalnızca
tim edaunın yol açuğı sorun, gönderimi resmetmek için, yargılamak ya da sonuca
olmayan ifadelerin sanki gönderimi var- varmak adına değil de betimlemek için
nuş gibi kullanılmasıdır. Türkçe'deki "al- soruşturan dalına verilen ad. Aynca bkz.
tın dağ" sıfat tamlaması eğer tek bir şeye betimleyicilik
gönderimde bulunuyorsa, İngilizce çevi-
risi olan "golden mountain" ifadesinin betimleyici yöntembilgisi bkz. yön-
başına "the" betim edatı eklenir ve "the tembilgisi.
golden mountain" denir. Doğal olarak
İngilizce'de "thc golden mountain" den· betimleyicilik [İng. descriptiıi111r; Fr. drs·
diğinde, bu sanki varolan bir nesnenin ıTiptivis111r, Alm. deskriptiııis111Hij Ahlaki yar-
adıymış gibi kullanılır. İngilizce'de sorun gılann temd işlevinin insanlara yapılması
olan "tlıe" betim edatına Türkçe'de ya- ya da olması gereken şeyi bildirmek ol-
pay bir karşılık kullanırsak Russell'ın çö- duğunu savunan kuralkoyuculuğun kar-
zümü daha rahat anlaşılabilir. Örneğin şısında yer alan; ahlaki yargıların buyu-
baş harfi büyük ve paranteze alınnuş rucu ya da kuralkoyucu değil de yalnızca
"(A)ltın dağ" ifadesi İngilizce' deki "the "betimleyici" olduğunu, alılaki değer yar-
golden mountain" betiminin tam çevirisi gılarını dile getiren önermelerin de ancak
olsun. Bu durumda "altın dağ diye bir olgusal olduğunda "anlamlı" olacağını ö-
şey vardır'' dediğimizde bu apaçık yarılış ne süren etik öğretisi.
olacak, ama "(A)lun dağ vardır'' dediği İngiliz ahlak felsetecisi R. M. Hare'in,
mizde de sorun çıkacakur. Şimdi, Rus- sawnuculuğunu üstlendiği kuralkoyucu-
sell'ın bu sorunlu betimsel ifade için ö- luğun kuramsal temellerini atarken kendi
nerdiği mantıksal açılım sorunu ortadan görüşünün karşısına yerleştirdiği betim-
bhakti 216
deneyimin apriori boyutu olarak görmüş ran ki kendi eyleminin herhangi bir za-
tür. Kant'a göre deneyimin bilgisinde manda ve yerde herhangi bir kimse için
maddi olan duyu verilerinin yanı sıra bir de evrensel bir yasa düzeyine çıkarılma
de a priori biçim söz konusudur. Duyu sını isteyebilesin" savsözünde bulan Im-
verileri ancak düşüncenin maddeye iliş manuel Kant'ın biçimci (ödev) etiğinde
tirdiği bu a priori ilkelerle kavranabilir ve matematik felsefesinde David Hil-
hale gelir. Kant'ın aşkınsal felsefesinde bert'in biçimci "program"ında ön pfona
zaman ve uzam kavramlan ile kategori- çıkmış; ruhbilimde ise Alman İdealizmi
ler, Platon ve Aristoteles'in onlara atfet- kendisini, temel olarak bütünün kendini
tiği varlıkbilgisel temelden yoksun bi- oluşturan parçalardan farklı özerk bir ya-
çimler olarak, bilgi ve deneyin insan du- pı olduğu düşüncesi üzerine kurulu Gcs-
yarlığı ile insan anlığındaki zorunlu ko- talt kuramıyla (Gesta/11/ıtom), "çağrışımcı
şullan olarak kavranır. Aynca bkz. bi- ruhbilim"e karşı ruhsal olaylann bir bü-
çimcilik; İdealar Kuramı; madde. tüne bağlı olup anlamların bu bütünden
alındığı yollu görüşü savunan "biçimci
biçimci etik [İng. eıhkal farmaliınr, Fr. ruhbilim" olarak ortaya koymuştur. Ya-
farmalisnıt lıhiq11e; Al m. eıhis•her farnıalis- zın alanında ise biçimcilik, yaklaşık 1915'
111mj Ahlak felsefesinde, bir eylemin ah- ten 1929'a kadar Rus yazınında etkinli-
lak açısından uygun ya da doğru olup ğini sürdürmüş olan, Roman Jakobson'
olmadığını belirleyen şeyin, o eylemin un öncülüğünü yaptığı, yazınsal metinle-
iı,.-erdiği öz ya da eylemin içeriği değil de rin çözümlenmesine ve eleştirilmesine
biçimi olduğunu öne süren öğreti; ahlaki yönelik özel bir yaklaşımın adıdır. Bu
bir ölçütün ya da yasanın, kural olarak yaklaşım içeriğe yönelik öznel yorumlar-
ortaya koyduğu şeyin geçerli olup olma- dan kaçınıp anlatım teknikleri, ses ile an-
masından bağımsız olduğunu savunan lain özellikleri arasındaki ilişkiler ve çe-
görüş. şitli yapısal ayırt edici özellikler üzerine
Bu bağlamda Kant'ın ahlak felsefesi- yoğunlaşır. Aynca bkz. biçim; biçimci
nin biçimci bir etik anlayışı olduğu kabul etik.
edilir. Sözgclimi Max Scheler, Kant'ın
biçimsel ahlak öğretisini ifornıafiıı ethile) biçimsel dil [İng. forma/ lang11age; Fr. lan-
karşısına alarak, görüngübilimi de arka- g11e fanneUt; Alm. fonnak ~a•he] Yorum-
sına alarak temellendirdiği içeriğe dayalı lanmamış bir göstergeler (örneğin bir
değerQer) öğretisini ortaya koymuştur. sözcükteki s, p, r harfleri gibi) dizgesi.
Mantık, matematik ya da matematiksel
biçimcilik (İ ııg. .fon11afimr, F r. .forma/isme; mantık gibi <lalhırda kullaıulaıı biçimsel
Alm. farmaliı11111r, es. t. ıek€2"e] En genel diller yalın simgeleriyle ve biçimleniş ku-
anlamda, herhangi bir düşünce alanında rallarıyla ayırt edilebilirler. Başka bir an-
biçimi, biçimleri ya da biçimsel öğcleri latımla biçimsel diller satrançta olduğu
vurgulayan ve onların arasındaki ilişkiler gibi kurallar aracılığıyla düzenlenip sıra
üzerinde yoğunlaşmayı savunan görüş. lanabilen işaretler dizisidir. Biçimsel dil
Yerleşik felsefe dilindeyse varlığın neli- tasarlamanın bir nedeni de· -örneğin
ğini oluşturanın biçim olduğunu, ger- Türkçe, Almanca gibi- doğal dillerdeki
çekliğin ancak biçime odaklanarak kav- muğlaklıkları ortadan kaldırmaktır. Bi-
ranabileceğini, gerçekliğe ulaşmada özün çimı;el diller (yorumlanmamış işaretler
ya da içeriğin değil de biçimin belirleyici dizgesi) ile yapay dillerin (doğal olmayan
olduğunu öne süren öğreti. Hemen he- ama yorumlanmış biçimsel diller) bir-
men bütün düşünce alanlannda rastlaya- birleriyle karıştınlmaması gerekir.
bileceğimiz biçimcilik, özellikle, ahlak fel- Biçimsel dil standart birinci basamak
sefesinde en güzel ifadesini "ôyle dav- mantığında değişkenler, değişmezler,
bileşik idea 218
lcdge?", Ana!Jsit 23, s. ~21-123) başlıklı ortaya atılan kuramlar içselci ve dışsalcı
kısa yazısında Platon'un bilgiyi halt.lı nrıle olmak üzere ikiye ayrılır. İçsel haklı ne-
ııi vtribni//gmlr.plt11diri/111q/ le111tlleı1tlirilmif den gösterme bilen öznenin zihinsel du-
"doğru kanı" olarak tanımladığını belirtir. rumunu gözetir ve haklı neden göster-
Tanımı açarsak: Bir insan ''jl' olgusunu meyi bilenin inandığı şey için makul bir
biliyordur ancak ve ancak p olduğuna neden gösterebilme yetisine dayandırır.
inanıyorsa (yani p olduğu kaıusındaysa), Buna karşılık dışsal haklı neden gös-
p olduğu doğruysa ve p olduğuna dair terme bilen ile bilinen amsında keskin
haklı nedeni varsa. Gcttier Platon'un ta- bir ayrımı kabul eder ve aralarında ger-
nımına uyan ama bilgi olması kabul edi- çek anlamda varolan bir bağlanu arar.
lemez örneklerin varlığına işaret etmiştir. Dışsalcı kurama göre, bu bağlantının
Örnekse: Ali'nin pinokyo marka kırmızı Gettier sorununa çözüm olarak önerilen
bir bisikleti olduğunu bilen Ahmet, Ali'yi nedensel bilgikuramında olduğu gibi bi-
Ayşe'nin kırmızı pinokyosuna binerken zim dışımızda varolan bir şeye ait olması
gördüğünde "Ali kırmızı pinokyosuna gerekmektedir.
biniyor veya Ayşe evde annesine yardım
ediyor" önermesinin doğru olduğunu bilgilnıramıal idealizm bkz. idealizm.
söyleyecektir. Bu önermeye kısaca p di-
yelim. Ahmet p olduğunu biliyor diye- bilgikuramsal kopuf [İng. episte111olotfaal
meyiz, çünkü biliyoruz ki Ali'nin bindiği brrale-, Fr. tonptm lpillİllloloiqg, Alm. tpis·
bisiklet Ayşc'nin kırmızı pinokyosu. Öte ıemololiıther brom] bkz. Bachelard, Gas-
yandan Ayşc'nin o an evde annesine yar- ton; Canguilhem, Georgcs; Althusser,
dım ettiği doğru olsun. Bu durumda "p" Louis Piette; episteme.
önermesi doğru 9Jacaktır. Yani sonuç o-
larak Ahmet, p olduğuna inanmasına, bilgikııramsal yoksayıcılık bkz. yok-
bunun için haklı nedeni olmasına ve p' sayıcılık.
ııin gerçekten de doğru olmasına rağmen
Ali'nin p olduğunu bildiği söylenemez. bilginin kazıbilimi (İng. mrhtolog of
Ali yalnızca şans eseri p olduğunu tut- lr.no111ltdge; Fr. arrhiologie tin 1"'10İr, Alm. ar-
turmuştur ve bu bilgi sayılmaz. Bu tür ,-Jıiiololit ıles wisımı] Fransız felsefeci Mic-
örnekler üzerine Platon'un bilgi tanımını hel Foucault eliyle geliştirilmiş yan fel-
iyileştirmek için ntdmsel bilgiltım11111 deni- sefi yarı wihsel yönelimiyle dikkat çe-
len bir bilgikuramı ortaya atılmışur. Bu ken, insanlann ya da toplumların geç-
kurama göre Platon'un öngördüğü ko- mişten günümüze bırakuklannda hep
şullara ek olarak, bir düşüncenin bilgi ol- belli pmtik yamrlar dde etmek am:ıcıylA
·ması için haklı nedeninin bilenle bilinen yapılan düşünsel kazı çalışmalarıyla ger-
şey arasında ncdens.el bir. ilişkiye dayan- çekleştirilen araşarma tekniği. Ele alınan
ması gerekir. Örneğe göre, Ali'nin p için söylemin düzeninin enine boyuna ka-
haklı nedeninin Ayşe'nin evde annesine vuşturularak incelenmesi. Düşünsel ya-
yardım etmesiyle nedensel bir bağı ol- şamının başlarında yazdığı kitaplan birer
malıdır ki Ali p olduğunu biliyor diyelim. lr.af(Jbilim çalışması olarak niteleyen Fou-
Gcttier'in ortaya koyduğu zorluğun yüz- cault, yapısalcılığın kullandığı yöntemle-
yıllar boyunca farkcdilmemiş olması çok rin temel varsayımlarının tam tersine,
ilginçtir. Bu ilginç tarihi olgunun yarat- bilgiyi ya ela bilgiyle ilintili bütün kav-
tığı bir sonuç olarak bugün, özellikle çö- ramları hem bilinçten hem de belli bir
zümleyici felsefede bilginin halr.lı nttlen yapı düşüncesinden bağımsız olamk salt
§J"sle1711e (i11ıtif1talioır. temellendirme) kav- toplumsal ve dilsel düzeydeki pratikler
ramı ile ilişkisi üzerinde ·durulmaktadır. üstüne yoğunlaşacak biçimde tasarla-
Haklı neden göstermeyi açıklamak için mışur. Ne var ki kimilerinin gözünde
bilginin kazıbilimi 222
Foucault'nun bilginin kazıbilimi yönte- tam da bunların alunda yatan dilsel ya-
mi, başından sonuna dek yansız nesnel pıları gözden kaçıran yerleşik düşünce
bir konumdan, kendi deyişiyle yüzü bu- tarihi karşısında kazıbilim yönteminin
lunmayan bir kişi olarak konuşarak, de- üstünlüğünden yararlanarak varmıştır.
ğişimi açıklamaya yönelik nedensel ku- Bu anlamda söylemsel pratikleri olduk-
ramlardan uzak durmaya ayn bir özen ları biçimleriyle betimleyen kazıbilim ile
gösterdiği için özünde yapısalcı bir doğa söylemlerin gerisindeki iktidar ilişkilerini
sergilemektedir. Bu bağlamda Foucault' araşuran soybilimin (soykütük yöntemi)
nun "kazıbilim düzeyi" diye adlandırdığı birbirlerini besleyip destekledikleri açık
düzey, doğrudan bir olayı, belli bir du- ur. Ancak bu noktada özellikle alu çizil-
rumu ya da olguyu olanaklı kılanın araş mesi gereken, soybilimin kesinlikle bilgi
uolmasına karşılık gelmektedir. yapılarını oluşturan söylem kurallarını or-
Foucault'nun en gelişkin biçimiyle taya çıkarmaya çalışan kazıbilimin yerini
kazıbilim yöntemini temellendirişi, belli alamayacak olmasıdır. Aralarındaki ay-
başlı düşünce dönemlerinin dil dizgele- rım soybilim tarafından gidilerek yapıla
rini çözümlediği Lt.r Mots et /es dıom: 11ııe cak olursa, tarihsel ilerlemeyi, dolayısıyla
ardıialogit ıies srienm h11111ait1t1 (Sözcükler süreklilik düşüncesinin varlığını bütün
ile Şeyler: İnsan Bilimlerinin Kazıbilimi, bütün yadsıyan soybilim, kazıbilim ça-
1966) başlıklı kitabında bulunmaktadır. lışmalannın söylemlerin tarihine odakla-
Burada Foucault, "genel dilbilgisi", "do- narak ortaya çıkardıklarını toplumların
ğal tarih", "varsıllık çözümlemesi" gibi iktidar ilişkilerindeki pratik değişimlerle
klasik disiplinler bir yanda, felsefe, bi- ilişkilendirerek açıkladığı için kazıbilimin
yoloji, ekonomi gibi onlann yerine geçen bir adım öteye taşınmış hali gibidir. Da-
modern disiplinler öbür yanda olmak ü- ha açık bir deyişle, kazıbilim soybilimin
zere bütün bu disiplinlerin temelini o- değerlendirmesi için bulgu toplarken,
luşturan dil dizgelerini betimleme uğra soybilim kazıbilimin önüne çıkarıp koy-
şısı içindedir. Bu üç klasik disiplin ile di- duğu bu bulguları işleyip değerlendirerek
ğer üç modern disiplin arasında güçlü eleştirel bir yaklaşım geliştirmektedir.
yapısal bağlanular bulunduğunu, ama bir Foucault, ortaya önemli bilgiler koy-
bütün olarak alındığında klasik düşünme duktan savıyla dolaşımda bulanan belli
kipi ile modem· düşünme kipi arasında başlı "söylem pratikleri"ni ya da önemli
derin bir kıolmaıun söz konusu olduğu "söz edimleri"ni ileri sürdükleri "doğru
nu ileri sürmektedir. Bu belirlemeden ha- luk"ları bakımından değil, tarihleri ya da
reketle Foucault, örneğin bir XIX. yüzyıl kökenleri bakımından çözümlemiş, doğ
düşünürü Darwin gibi bir dirimbilimciye ruluk savlarının tarihini ortaya sermek
XVIII. yüzyıl doğa tarihçisi Lamarck'ın amacıyla bir "bilgi kazıbilimi" yapuğı sa-
ortaya koyduğu düşüncelerin süreklilik vunusunda bulunmuştur. İlerleyen yıllar
gösteren bir gelişimi olarak bakılabile la birlikte kazıbilimlerini, hem Nietzschc'
ceği varsayımııu bütünüyle reddetmek- den aldığı soybilim yaklaşımıyla hem de
tedir. Foucault özellikle bu özgül konu Maı:x'ın ideoloji çözümlemelerinden ya-
bağlamında, Darwinci evrim tasanmııun rarlanarak olgurılaşurnuşur. Bilginin ge-
Lamarck'ta ya da herhangi başka bir li~mi sürecinin her durumda siyasal ikti-
klasik düşünürde olduğuna yönelik tek Jar düzeneklerinin gelişim süreciyle ay-
bir iz dahi bulunmadığı gerçeğine par- olmayacak denli iç içe geçmiş olduğunu
mak basmaktadır. Hiç kuşkusuz Fou- tanıtlamayı amaçlamıştlr. Ancak Manı:'ın
cault böylesine değerli sonuçlara, çoğu tersine, bulunacak temel bir doğruluk,
durumda belli kavramlara, belli sorun- keşfedilmeyi bekleyen derin bir yapı ol-
lara, belli düşünürlerin kuramlanna farklı duğu inancının kesin çizgilerle karşısında
yaklaşması nedeniyle, başka bir deyişle, yer almışur. Bu anlamda Foucault için
223 bilim etiif.
kurulan "mantıkçı olgucu" öğretinin yük- nin.Jiiııte111bilgiıi diye adlandırılan ayrı bir
selişiyle birlikte, ayn bir felsefe dalı ola- kolu altında ele alınmaktadır. Bilim fel-
rak özerkliği felsefenin geniş kesimle- sefesinin omurgasıru oluşturan bu ana
rince tanınmıştır. Bundan daha da ö- kolda, bilimsel çalışmaların dünyaya iliş
nemlisi, doğa bilimleri ile onlaan araş kin doğru bilgileri elde ederken kullan-
tırma mantığına olabildiğince yakın dur- dıkları yöntemler ile bu yöntemlerin te-
mayı felsefenin birincil ödevi sayan belli melinde yatan ana ilkeler üstüne yoğun
felsefe çevrelerinde, günümüz felsefesi- laşılmaktadır. Bir başka deyişle söylene-
nin en verimli dalı, hatta kimileyin tek cek olursa, bilimsel bilginin ussal daya-
verimli dalı olduğu savunulmaktadır. Bi- naklarını !ioruşturmak amacıyla ortaya a-
liıİı felsefesi çözümleyici felsefe gelene- tılmış sorulardır bunlar. Bu bağlamda ya-
ğinde çoğunluk deneysel bilimler ya da nıt aranan temel sorulardan birkaçı şun
doğa bilimleri üstüne yoğunlaşmayı ken- lardır: "Bilimsel yöntem bilgiye ulaşma
disine ödev edinmiş bir felsefe dalı gibi nın olanaklı tek yolu mudur?", ''Bilimde
ele alınıyor olsa da XIX. yüzyıldan bu bilimsel geçerlilikleri tanınmış kuramla-
yana özellikle Alman düşünürlerin kıta rın olmazsa olmaz özellikleri nelerdir?",
felo;cfesi yönelimli çerçevelerinde ku- "Karut ile varsayım arasındaki ilişkinin
ramsal bilimler, tinsel bilimler ya da doğası nasıl kavranmalıdır?", "Gözlem
toplum bilimleri diye nitelenen bilim verilerine dayanarak bilimsel savlann 'sı
dalları da bilim felsefesi araştırmalarının nanabilirlik'leri hangi ölçütler uyarınca
odağında yer almaktadır. Bu bağlamda ~lirlenmclidir?". Açıkça görüleceği üze-
bilim felsefesinden tam olarak ne an- re, bilimlerin yöntemlerine yönelen bir
laşılması gerektiği bütünüyle bilimden araşnrma dalı olarak bilim fel~efesi daha
ne anlaşıldığına bağlıdır. Sözgelimi salt çok geleneksel mantık ile bilgikuramına
deneysel bilimleri bilim diye gören bir karşılık gelmektedir. Bilim felsefesinin
felsefeciyle, tarihle bir biçimde ilgisi bu- yöntembilgisi konularına eğilen bölü-
lunan kaıo.ıbilim, insanbilim, dilbilim gibi münde daha çok "tümevarım•·, '"tüm-
alanlan da bilim olarak gören bir felse- dengelim", "varsayım", "doğrulama•·,
fecinin bilim felsefesi tasarımları birbi- "sınama'', "deney", "ölçüm", "bölüm·
rinden oldukça başka olacakur. leme" gibi terimlerin tanımlarının yapı
Bilim felsefesinde yanıt aranan so- lıp açıklığa kavuşturulmalanyla uğraşılır.
ruları en genel anlamda üç ayn başlık Bilimin doğrudan kendisini ilgilendiren
altında toplamak olanaklıdır: (i) genelde sorunlardan "bilgikuramı" ya da "yön-
bilimin doğrudan kendisini ilgilendiren tcmbilgisi"nin dışında kalanlar ise daha
sorunlar; (ıi) ayrı bilim dallan arasındaki çok geleneksel felsefenin 111etafizjk ala-
ilişkileri ya da bütün bilimleri dizgeli bir nına karşılık gelmektedir. Bu bağlamda
biçimde bölümlemeyi konu edinen so- yanıt aranan sorular arasındaysa bilimsel
runlar; (ıii) tek tek bilim dallarının kar- yasalann doğası, gözlemlenemeyen şey
şılaştığı kavramsal sorunlar. lere göndermeler yapan bilimsel kuram-
Felsefe tarihinde, Francis Bacan dı lann bilişsel içerikleri ve bilimsel açık
şarıda tutulmak koşuluyla, bilim (elsefe- lamaların yapısına yönelik sorular en
sinin konu edindiği sorunlardan genelde önemlileri olarak öne çıkmaktadır. Bilim
doğrudan bilimi ilgilendirenler, araların felsefesinin bu bölümünde bu sorulara
da tam bir örtüşme olmamakla birlikte, dayalı olarak aynca bir yandan bilimsel
öteden beri hemen hep "bilgikuraıiu" kuramlarda yer alan temel kavramlar,
run kapsamı içinde düşünülmüş, soruş önkabuller, sayıltılar incelenirken, öbür
turulmuş ve çözülmeye çalışılmışnr. Gü- yandan bilimin dayandığı ussal, deneysel
nümüzde ise bilgikuranunın konu edin- ve pragmatik dayanaklar açıklığa kavuş
diği sorunlar çoğunlukla bilim felsefesi- turulmaya çalışılmaktadır. Bilim felsefe-
bilim felsefesi 226
sinin bu boyutu, bilim adanunın baştan niyle, söz konusu buluşların etik bakım
sorgulamaksızın doğruluğunu varsaya- dan geçerliliklerini sorgulamak amacıyla
rak kullandığı "neden", "nicelik'~, "za- geçmişte karşılaşılmayan birtakım yeni
man", "uzam", "bilimsel yasa" gibi en etik sorular da dile getirilmiştir: "Bilimin
temel kavramlan sorgulayarak, bilimin toplumla, özel sektörle, devletle ilişkileri
felsefi bakımdan eleştirisini vermeye ça- nasıldır, nasıl olmalıdır?", "İnsanın gen
lışmaktadır. Bumda bilimsel etkinliğin haritasını çıkartmak etik bakımdan doğ
konumunu temellerinden sarsacak "dış ru mudur?", "İnsanın ırksal, kültürel,
dünyanın varlığı", "doğada bulunduğu toplumsal koşullarını ya da 'koşullan
öngörülen düzen düşüncesi", "mutlak mışlığını' hiçe sayarak birtakım zeka
uzam ile mutlak zaman düşüncesinin o- testleri yoluyla düşünsel yetilerini ölç-
lanaklılığı" gibi konulann kuşkuculuğu mek ne ölçüde kabul edilebilirdir?'',
elden bırakmaksızın incelendiği de olur. ''Bilimin doğanın işleyiş düzenine ver-
Bilim felsefesinin bu alanı daha çok ula- diği zararların önü nasıl alınabilir?".
şılan bilimsel sonuçların anlamlan ile Nükleer silah yapımına olanak tanıyan
içeriklerinin açık kılınmasına yönelik ol- fiziğin belli altalanları, insan sağlığına ve
duğundan dil felsefesi ile metafiziğe ya- doğaya onanlmaz hasatlar veren mad-
kındır. Bilim felsefesinin Jilfelrefui vt mt- deler üreten kimya endüstrisi, insanın
ıajizjk ağırlıklı sorunlanndan en önemli- doğal yapısını bozmaya yönelik etkinlik-
leri şunlardır: ''Bilimsel kuramlar ger- lere yer veren biyoloji ile tıp bilimleri bu
çekliğin olduğu gibi yansıtılması mıdır, alanda yapılan etik tartışmaların en çok
yoksa şeylerin olduğu gibi betimlenmesi yoğunlaştığı bilim dallarıdır.
mi?", "Elektron, atom, yörünge, bilinç- Daha önce belirtildiği üzere, bilim
altı gibi birtalam kuramsal terimlerin so- felsefesinin çözüm aradığı ikinci sorun
mut bir varlıkları var mıdır, varsa kümesini ayn bilim dallan arasındaki i-
bunları nasıl açıklamak gerekir?", ''Bi- lişkileri ya da bütün bilimleri dizgeli bir
liınde kuramlar yalnızca deneye bağlı biçimde bölümlemeyi konu edinen so-
verilere dayalı olarak öndeyileme yap- runlar oluşturur. Söz konusu sorunlar-
maya yarayan birer araç mıdırlar, yoksa dan önemlice bir bölümü "bilimin bir-
göriingüler arasındaki ilişkilerin özünü liği" düşüncesi üstüne kurulmuş sonm-
açıklayan ussallığı taruşılmaz kesinlikler lardır: "Toplum bilimleri ya da tin bi-
mi?". Bilimsel etkinliğin doğrudan ken- limlerinin özce doğa bilimlerindekinden
disini ilgilendiren sorunlardan bilgikura- farklı bir araştırma mantıkları mı vardır,
nu ile metafizik alanlan dışında kalanları yoksa bütün bilim dallan için geçerli tek
çoğunluk etik sorunlar b~lığı altında in- bir bilimsel araştırma mantığı tasarla-
celenmektedir. Bunlardan büyükçe bir mak olanaklı mıdır?", "Ruhbilim ve in-
bölümü felsefe tarihinde öteden beri ge- sanbilim gibi farklı bilim dallarının yön-
nel anlamda bilme etkinliğine yöneltilen tem ya da yasaları arasında bir 'indirge-
"başsız sonsuz" (pemınialj felsefe sorun- me' ilişkisine gidilebilir mi?", ''Bilim dal-
lanndan oluşmaktadır: ''Bilimde bilim a- lannın ele aldıkları farklı görüngülere hep
damından beklenen ödev ve sorumlu- aynı temel yasalarla yaklaşılabilir mi?".
luklar nelerdir?", "Belli alanlarda bilim- Bilim felsefesinde bu iki genel çalış
sel araşnrma yapmak etik açıdan doğru ma alanına ek olarak, çoğu durumda ol-
mudur?", ''Bilimsel bilginin geleneksel dukça üst düzey bir özel uzmanlık bilgi-
bilgi anlayışımız karşısındaki sorunlu yan- si gerektiren, yalnızca konunun uzman-
lan nelerdir?". Buna karşın, özellikle tek larına açık, çok daha teknik konulara
tek bilimlerde yapılan birtakım yeni bu- yanıt aramaya yönelik bir üçüncü soru
luşlann toplumsal bakımdan ağır sonuç- kümesi daha bulunmaktadır. Söz konu-
larının olduğunun düşünülmesi nede- su alanda araşurmalar, çoğunluk fizik,
bilim felsefesi
matematik, biyoloji gibi tek tek bilimle- soyut, alabildiğine de mantıksal bir çer-
rin karşılaşuğı sorunlann, bu sorunları çevede düşünülüyor olması bilim felse-
çözmek amacıyla izlenen yöntemlerin, fesine yöneltilen birçok eleştiriye kay-
araştırma sonucunda ulaşılan özgül so- naklık etmektedir. Bil' .n felsefecileri ya-
nuçların incelenip değerlendirilmesine pılan bu eleştirilere kı. rşı ancak böylesi-
yönelik olarak yürütülmektedir. Araştır ne teknik bir açıklaırd yordamıyla bi-
macılar başta fizik alanında olmak üzere limsel etkinlikte ötede-ı beri yapılagelen
matematik bilimlerinin birtakım özel "buluş bağlamı" ile "te nellendirme bağ
teknikleriyle iş görürler. Ne var ki bilim- lamı" arasındaki ayrımı. ı ortaya konabi-
sel uslamlamalar, işin doğası gereği "o- leceğini ileri sürerek kendilerini savun-
lasıJık", "doğrulama", "açıklama•· gibi maktadır. Ayrıca bilim felsefesinin bu
binakım temel kavranılan kullanırken boyutu, bütün bilim dallarına ilişkin ge-
bu kavramlann konu . olduğu sorunlar nel bir soykütüğü çıkarmaya_ çalışması,
üstünde durmazlar. İşte bilim dilindeki bu amaçla· çeşitli bilim bölümlemelerine
kavramların sorunlarını açığa çıkartıp bu gitmesi, bilimin kültürle, dinle, sanatla,
sorunların ortadan kaldınlmasına yöne- etikle ilişkilerini araşurması bakımından
lik çalışmalar yapmak da bilim felsefesi- oldukça önemlidir. Yakın dönemde ol-
nin başlıca ödevlerindendir. Bunlar ara- gucu r'pozitivist'') bilim felsefesi yapma
sında uzam-zaman kuramlarının metafi- tutumuna karşı tepki olarak doğ.an ol-
zik varsayımları, istatistiksel fizikte ola- guculuk sancısı r·post-pozitivist'') bilim
sılığın ve olasıJık hesaplarının yeri, kuan- felsefesi anlayışında, bir bütün olarak
tum kuı-.ımında ölçmenin yorumlanma- bilim etkinliğine tarihsel, bağlamsal, ki-
sı, evrimsel biyolojide açıklama yapısı mileyin de toplumbilimsel yönleri öne
gibi araşurma konulan bulunmaktadır. çıkanlarak yaklaşılmaktadır. Olgucu bi-
Gelgelelim bilim felsefesinin bu alanın lim felsefesi daha çok İngilizce konuşu
da çözüm aranan sorunlar, bilim dalla- lan ülkelerin çözümleyici felsefesinin tut-
nnın araştırın? konularının çokluğunu tuğu yolu izleyerek, bilim dilinde kulla-
aratmayacak derecede uzun bir liste o- nılan kavramların, terimlerin ve ifadele-
luşturmaktadır. En önemlisi de bilimde rin anlamlarını açımlayıp betimlemeyi
baş gösteren yeniliklerle, yapılan buluş temel ödevi olarak görür. Buna karşı ol-
larla listenin yeni baştan elden geçiril- guculuk sonrası bilim felsefesi, kıta fel-
mediği gün yok gibidir. Özellikle yakın sefesinın ana bileşeni eleştirel felsefe
cli)nemde bilim felııefesi listesine ekle- yaklaşımıyla gerek bilimdeki gerekse bi-
nen, daha bir öne çıkan sorunlar arasın lim felsefesindeki hemen bütün kav-
da şunlar bulunmaktadır: "görelilik ku- ramları, sorunları ve ıasanrnları yeniden
ı-.ımından sonra 'zaman' ile 'uzam' kav- kurmaya çalışmaktadır. Olgucu yönelim-
ramlarının kazandığı yeni anlamlar", li bilim felsefecileri arasında Ayer, Hem-
"kuantum mekaniğinden sonra 'neden- pel, Duhem, Carnap, Quine başı çeker-
sellik' ile 'belirlenmişlik' kavramlarının ken, olguculuk sonrası bilim felsefesinin
yeniden temellendirilmesi", "yapay zeka önde gelen düşünürleri olarak Koyrc,
ile düşünce arasındaki ilişkinin doğası". Popper, Kuhn, Feyerabend adlan sayı
Günümüzde birtakım bilim felsefecileri, labilir. Olguculuk sonrası bilim felsefe-
bilim felsefesinin bu tek tek bilimlerin sinin kalkış noktasını, genelde olgucu
kendi iç sorunlarına yönelik kavramsal bilim anlayışının, daha özeldeyse olgucu ·
çözümlemelerle sınırlandırılmasından ya- temeller üstüne kurulmuş yerleşik bilim
na görüş bildirmektedirler. felsefesi anlayışının içerdiği sorunların
Bu açıdan bakıldığında XX. yüzyılda ortaya çıkarılarak bilimin daha doğru bir
bilim felsefesinin çözüm aradığı sorun- kavrayışına ulaşma isteği oluşturur. Bu
ların büyükçe bir bölümünün oldukça isteğe bağlı olarak olguculuk sonrası bi-
bilim felsefesi 228
!arak ortaya çıkan bilimsel deneyciliğin kendi içinde tutarlı genel bilim dizgesi-
en önemli temsilcileri olarak Dubislav, nin diline aittirler. Bilim diline ilişkin bu
Hclmer, Hempcl, Hcrzbcrg, Rcichen- önemli saptama doğrultusunda bilimsel
bach, Ayer, Boll, Nagcl,. Quine adlan deneycilik akımının savunucuları toplum
öne çıkmaktadır. Bilimsd deneyciliğin bilimleri de dahil olmak üzere tek tek bi-
önde gelen bu savunucuları, kendilerini lim dallarına özgü yasaların çıkarsanabi
mantıkçı olguculuktan ayn tutmaya, ken- lcceği bütün bilim dallan için geçerli ge-
dilerini ayn bir akımın temsilcileri olarak nci bir bilimsel yasalar dizgesine ulaşma
tanımlamaya baştan beri ayrı bir özen yı önlerine amaç olarak koymuşlardır.
göstermişlerdir. Bu özenlerinin başlıca Bu genel amaca ulaşılırken başvurulacak
nedeni, felsefe ile bilim alanları arasında yöntem, mantıkçı olgucuların da hep bir
baş gösteren yakınlaşmada kendilerini bi- ağızdan olurladıkları "dilsel çözümleme
liınden yana yerleştirme istekleridir. Akı yöntemi"dir. Karşılaşılan bütün felsefi
ırun üyeleri, mantıkçı olguculuk ya da sorunların ilkece dil sorunları olduğunu
mantıkçı deneycilik nitelemeleriyle savu- düşünen her iki akım da felsefenin bun-
nulan düşünsel konumun kuruluşunda dan sonraki ödevinin gerek felsefe dili-
bilimsel içerimlerden çok felsefi, hatta nin gerekse bilim dilinin heıİı tek tek
kendisinden özellikle uzak durulmaya Ça- kavramlarının hem de önermelerinin çö-
lışılan metafızik içerimlerin daha bir et- zümlenerek aydınlatılması, açıklığa ka-
kili olduğunu düşündüklerinden kendile- vuşturulması olduğunu ileri sürerler. Ne
rini bilimsel deneyci diye adlandırmayı var ki mantıkçı olgucular dilsel çözümle-
yeğlemektedirler. Nitekim bilimsel deney- me yöntemini daha çok dilin mantıksal
cilerin soruşturmalarına bakıldığında, boyutuna odaklanarak yürütürken, bi-
mantıkçı oigucuların tersine felsefeyi ö- limsel deneyciler dilin biyolojik, toplum-
ne bilimi arkaya alarak düşünmek yerine, sal, kültürel boyutlarını da göz önünde
felsefeyi arkaya bilimi öne alarak dü- bulundurmanın gereğine dikkat çekerek
şünmek gibi bir araştırma mantığı ya da daha kapsamlı bir dil çözümlemesi yap-
yaklaşımı sergiledikleri görülür. Bununla maktan yanadır. Nitekim bütün yönleriy-
birlikte, takınılan genel tutum ve ortaya le gündelik dilin çözümlenmesi gereğini
konan temel düşünceler bakımından man- daha yüksek sesle dile getirmesi bilimsel
tıkçı olguculuk ile bilimsel deneyciliğin deneycilik akımının kimileyin "gündelik
tam bir uyum içinde oldukları üstünden dil felsefesi" diye de anılması sonucunu
atlanamayacak bir gerçektir. doğurmuştur. Bununla birlikte, araların
Akıının savunduğu temel düşüncele daki ayrılıklar ne olursa olsun bilimsel
re gelince, bunlardan en önemlisinin "bi- deneycilik ile mantıkçı deneycilik çoğun
limin birliği'' düşüncesi olduğu söylene- luk birbiri yerine kullanılabilir ölçüde iç
bilir. Bilimsel deneyciler, bilimin birliği içe geçmiş anlayışlardır.
düşüncesini kendi düşünsel duruşlarının
olmazsa olmaz bir bileşeni olarak temel- bilimsel devrim [İng. stiettlifo nvolNtiotr,.
lendirirler; oysa mantıkçı olguculukıa Pr. rivolNtion stietttifapır, Alm. Dlirsmsçhaft-
söz konusu düşünce bu denli ön plana litht nvolNtion] bkz. Kuhn, Thomas.
çıkarılmaz. Bu olmazsa olmaz bileşen u-
yarınca, bilimsel deneycilik bilim dilinin bilinç [İng. ronscit>Nmesr,Fr. ron.rtietter,Alm..
tek bir dil yapısı içerdiğini, bu yapının da beıv#sstseitt; Lat. «msamtia', es. t. jNIİtj Ki-
mantıksal bir birliği olduğunu öne sürer. şinin kendisine, yaşantılarına, çevresine,
Bu anlamda, farklı bilim dallarında ilk öteki kişilere, bir bütün olarak içinde ya-
bakışta birbirinden son derece başkay şadığı dünyaya ilişkin farkındalığı, yaşa
mış gibi görünen kimi kavram ve terim- nan deneyimlerden kendiliğinden doğan
ler aslında farklı farklı dil alanlarına değil kendinin ayırdında olma görüngüsü; öz-
bilinç 232
savunulmaktadır. Bu arada çoğunluk yan- edinilmiş bir bilinç kipidir. Söz konusu
lış bir biçimde bilinçaltı terimiyle eşan bilinç, gerçek ile ı.,>erçek olmayan, ı.,>erçck
lamlı olarak kullanılan bilinçdışı ise bilinç ile gerçckdışı (ya da ı.,>erçcküstü) olan
alanının dışında kalanlara, bilinç yoluyla arasında ayrım yapmaya olanak tanıması
kavranması olanaklı olmayanlara gönder- bakımdan son derece önemlidir. Nite-
mede bulunmaktadır. Nitekim tam bu kim birçoklarına göre, arkaik toplumla-
noktada, iizellikle zihin felsefesi çalışma rın "doğa durumu"ndan kurtularak mo-
larında karşılaşılan temel bir ayrım da bi- dern toplumların uygarlık dünyalarına
linç içeriği ile. bilinç alanı arasındadır. geçebilmesini sağlayan da yine bu bi-
Buna göre, bilincine varılan şeyler, ya- linçtir. Bölümlemenin üçüncü ve son a-
şanalar, düşünceler bilinç içeriği olarak ta- şaması olasılık bilinci, varolanlardan ve
nımlanırken; bilince ilkece açık olan, bi- varolana yönelik bilinçten hareketle gele-
linç yoluyla kavranma olanağı taşıyan ceğe dönük kestirimlerde ya da iindeyi-
tinsel, düşünsel, yaşamsal bütün görün- lerde bulunabilmeyi sağlayan ve yine
güler bilinç alan_ı olarak nitelendirilmek- modern dünyada edinilmiş bir bilinç ki-
tedir. pidir. Modern öncesi toplumlarda yaşa
Üzcllikle felsefe tarihinin nasıl okun- yan insanların, hep "şimdi"de yaşayan
ması gerektiği noktasında önemli kolay- insanlar olmaları nedeniyle geleceğin ba-
lıklar sağlayan bir başka bilinç bölümle- rındırdığı olasılıklara yönelik bu türden
mesi de "tarih bilinci", "gerçeklik bilin- bir bilinç taşımaları kendilerinden bekle-
ci", "olasılık bilinci" arasında yapılmak nemeyecek bir farkındalıkar. Nitekim bu
tadır. Bu bağlamda tarih bilinci, insanın bağlamda, pek çok çağdaş felsefe akımı
son çiizümlemc;de tarihsel bir varlık ol- nın, özellikle de varoluşçuluğun, olasılık
duğunu bilmesiyle, her bakımdan varlı bilincinden hareketle, modern bireyin iiz-
ğını belirleyenin tarih olduğunun ayırdı gürlüğünü gelecekle ilgili beklentileri kar-
na varmasıyla edinilen bir bilinç aşama şısında önüne çıkan olanakları seçme-
sıdır. Tarihsel bilinç ya da tarih bilinci, siyle temellendirme yoluna gittiği göz-
ilki Sokrates iincesi, ikinci Sokrates son- lenmektedir. Bu noktada özellikle son dö-
rası, üçüncüsü ortaçağ olmak üzere kla- nemlerde kendisiyle sıkça karşılaşılan bir
sik felsefenin üç farklı dönemindeki "ar- bilinç tanımı daha bulunduğunu belirt-
kaik bilinç", "salak bilinç", "tanrısal bi- mekte yarar vardır. İlkin toplumbilimci
linç" diye anılan zamandışı bilinç tasa- Durkheim tarafından tanımlanan bu bi-
nmlarından arrı olarak, bütünüyle mo- linç ortak bilinç ya da ortaklaşa bilinç diye
dern diinemin bir ürünü, modern bire- adlandırılmaktadır. Bu bilinç türü, deği
yin bilinç durumudur. Nitekim tarihsel- şik tanımlama çabalarıyla çeşitli yönlerde
lik diişüncesinin görece çok yeni olması sürekli geliştirilmiş olsa da Durkhcim'ın
nedeniyle, tarihsellik bilincinin kökleri kendi özgün tanımı şöyledir: "Belli bir
de çok çok iki yüzyıl geriye dek götürü- toplumun sıradan bireylerinde ortak o-
lebilmektedir. Tarihsellik bilincinin geç- lan inançlar, duygular, değerler yoluyla
mişte izini en iyi sürenlerin başında ge- kendine özgü bir yaşam biçimi oluşturan
len Mircea Eliade bu duruma şöyle bir dizge."
açıklama getirmektedir: "Son çözümle- Felsefe tarihi boyunca hemen bütün
mede yabanıl toplulukları da meydana filozoflar birincil değerde önemli bir ko-
gctircn belli belirsiz bir tarihsel sürecin nu saydıkları bilince yönelik son derece
işleyişidir ama onları modern toplumlar- değişik açıklamalar getirmişlerdir. Nite-
dan kesin çizgilerle ayıran tarih bilinçle- kim ilkçağ felsefesi döneminde, bilinç ta-
rinin olmayışıdır." Yapılan bölümlemede şıyıcısı öznenin kendi üzerinde, yapıp et-
yer alan ikinci aşama gerçeklik bilinci, meleri üzerinde kuşku götürmez bir e-
nesnel dünyanın varlığına yönelik olarak gemenlik kurma yetisi taşıdığı düşünül-
bilinç 234
şuludur. Ona gerek duyuşum salt her- yim yargılanıun bir bilinç içerisinde tasa-
hangi bir nesneyi görünce taıumak için nmları birleştirip bütüııleşıirmekten öte
değildir; ama bununla birlikte hiçbir sez- bir karşılığı bulunmayan a priori ufku
gi bu koşul olmaksızın nesne durumuna çizdiğini, bu yüzden de uygulamalı ruh-
gelemez çünkü bu bileşim olmadıkça çe- bilimin temel konusu sonlu varhkların
şitlilik tek bir bilinçte toplanamayacak- deneysel bilinçten kesin çizgilerle aynl-
tır." Kant bilinci, genelde bütün bilme ması gerektiğini vuıgulamıştır. Öte yan-
etkirıliklcrinin evrensel koşulunu biçim- da, Kant'ın yaşadığı dönem boyunca en
lendiren "bende zaten bulunan bir tasa- azından .Alman felsefesinde son derece
nmın ııısanmı" olarak tanımlamaktadır. etkili bir konumda bulunan "Wolffçu
Bütün bilmeleri olanaklı lalan bilinç bu Okul", bilinç denilen insan yetisini her
anlamda ancak bilmelerin doğasıru ya da durumda bilincinde olma edimiyle özdeş
neliğini belirlemekten çok, biçimlerini ya görmüştür. Nitekim okulun önde gelen
da nasıl olanaldı olduklanıu açıklamaya düşünürlerinden Meissner, bu durumu
yönelik bir yaklaşım içinde ele alınabile daha da açarak bilinci "düşünmekte ol-
cek bir konudur. Böylelikle Kant kendi- duğumuzu kendisi aracılığıyla bildiğimiz
sini, bilmenin "koşulu" ya da "nasıl ola- edim" diye taıumlamıştır. Kant'ın hemen
naldı olduğu" deyişleriyle, öteden beri a- ardından gelen Kant sonrası felsefeciler
çıkça bilincin kes.in değcı:ges.ini belirleme kuşağııun da "öz-bilinç"i kendi felsefele-
arayışı içinde olmuş felsefe geleneğinin rinin "en yüksek ilkesi" konumuna taşı
dışında eleştin:J bir felsefe konumuna ta- yarak kavramsallaştırdıklan görülmekte-
şımış olmaktadır. Kant bu noktada, bi- dir. Sözgclimi Schelling, bütün bilgiler i-
linci bilinç yapaıun, özbilince ya da kişi çinde bizim için en temel olan bilginin
sel özdeşliğe ilişkin gönderimlerde bu- hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak bir ke-
lunmaksızın, bütünüyle biçimsel nitelik- sinlikte kendimize ilişkin bilgi ya da
leri olduğu saptamasıyla yola koyulmak- "kendilik bilgisi" olduğunu öne sürmüş
tadır. Nitekim bu bağlamda, Arı Unm tür.
E/qJirisı•nde, kendime ilişkin bilincimin Buna karşı Hegel, hem bilinç felsefe-
özdeşliğinin, değişik zamanlarda yalıuzca sinin içinden hem de dışından çalışmaya
düşüncelerimin, bunlann arasındaki tu- gayret göstererek, bir nesneyle ilişkisi o-
tarlılığın biçimsel koşulu olduğunu be- lan bilinç ile bir özneyle, bir başka öz.
lirterek, hiçbir bakımdan özneliğimin öz- bilinçle ilişkisi bulunan öz-bilinç arasın
deşliği.yle bir ilintisi olmadığıru ileri sür- da bir aynma gitmiştir. Bu noktada Kant
müştür. Bu biçimsel kofulun bütünüyle ile Fichte'ye karşı bilinç ile özbilinç ara-
"kendiliğindenlik" ediminin bir ürünü ol- sındaki aynmı ıskaladıkl=ırı eleştirisini ge-
duğunu düşünen Kant, tasarımı ya da tirerek, bu iki düşünürün de ilkece hiçbir
düşünmeyi ortaya çıkaran, öteki bütün zaman bilinmesi olanaklı olmayan ama
tasarımlarla birlikte ortaya çıkma yetisi buna karşı öteki bütün öz-bilinçlere san-
taşıyan, kendisinde bütün bilincinde o- ki birer şeylermiş gibi yaklaşan bütünüy-
lunaıılann bir ve ayıu olduğu bu özbi- le egemen bir kendilik bilincinin koyut-
lincin kendisinin bir başka tasanm yo- lanması gibi istenmeyen bir duruma yol
luyla düşünülmesinin olanaksız olduğu açtıklanıu dile getirmiştir. Hegel, Tinin
nu savunmuştur. Bu edimin de son çö- Gô'riingiibilimlndc, gerek bilincin gerekse
zümlemede "tamalgı" ile özdef olduğu özbilincin nasıl ortaya çıktığııu, her za-
nu, dolayısıyla da deneyimin hem bu bi- man için bir başka özbilincin taıuması
çimsel koşulu hem de onunla birlikte o- araahğıyla keşfedilen özbilincin bütün gü-
lan ama kendisi olanaklı bir deneyim nes- cüyle verdiği tanınma mücadelesi ya da
nesi olmayan "öz-bilinç"in aşkınsal birli- arzusu doğrultusunda aynntılanyla orta-
ğini ürettiği sonucuna varmıştır. Dene- ya sermiştir. Öz-bilince ilişkin olarak ku-
bilinç 236
r:ımsal düzenlenimden ayn olarak He- bir düzleme, bilinçaltına taşıyarak çö-
gelci felsefe yoluyla gerçekleşen bu geli- zümlemiştir. Başyapm İ.rıenç ve T aJ"amn O-
şim, X..'C. yüzyılda bilinç felsefesi alanın larak Diil!Jdda sunduğu, istencin kaynak-
da yapılan pek çok çalışma üstünde ol- lannın bilinçaltında yattığına yönelik a-
dukça değerli açılımlar doğurmuş olması nıştırmalanyla Schopenhauer, bilinçaltı
bakımından önemlidir. diye bir şeyin varlığından ilk söz eden
Bilinç üzerine her biri değişik bağ olmakla kalmamış, geçmişte hep düşü
lamda, değişik gerekçelerle ortaya kon- nüldüğünün tersine, bilinçaltına gitmek-
muş bütün bu bilinç konumlarından da sizin "bilincin bilinç olarak" anlaşılama
arılaşılacağı üzere, modem felsefede bi- yacağı sonucuna varmıştır. Schopenhau-
linç tek tek durumfardan ya da yaşantı er'un bilincin bilinçdışılığı arılayışından
lardan hareketle oluşan bir parçalılıktan esirılenen Freud bu düşünceyi daha da
çok, bütün bir evreni kucaklayan tekpar- ilerilere taşıyarak bilincin çoğu durumda
ça bir bütünlüğün yaratıcı, etkin ve canlı eylemlerin ana dayanağı olamayacağını,
kavrayışı olarak saltık bir kaynağa ya da insanın pek çok davranışının kaynağında
tanrısal düzeyde bir aşkırılığa bağlan bilince çıkmamış bilinçaltı itki ve dürtü-
maktadır. Buna karşı çağdaş felsefede öz- lerin olduğunu ileri sürmüştür. Nitekim
ne ile nesne aynmının sorun haline geti- Freudcu ruhçözümleme yönteminin söz-
rilmesiyle birlikte, öznenin bilinç dolayı dağannda bilinç, "süperego"nun ~'üst
mıyla kendi üstünde kurduğu egemenli- ben"in) vicdan ~'törel bilinç') gibi kimi
ğine dayalı yetkirılik kurgusu da son de- yörılerine ek olarak, büyük ölçüde "ego"
rece kuşkulu bir konuma düşmüştür. nun ("ben"in) düşiinme, tasarlama, algı
Hiç kuşkusuz öznenin üzerinde bilinç lama gibi bilişsel süreçlerine karşılık gel-
kaynaklı böylesi bir güç kurıılmasırun il- mektedir. Bu arada yeri gelmişken, Fran-
kece olanaksız olduğunu en açık biçimde sızca'daki ço11srie11cr sözcüğünün yerine
gösterenlerin başında Nietzsche gelmek- göre "bilinç'', yerine göre de kişinin ken-
tedir. Nietzsche bilincin çoğu durumda di eylemlerini yargılama yetisine karşılık
gerçekleri görmek yerine bunlan işine gelen "vicdan" arılamında kullanıldığına
geldiği gibi yorumlayıp ıılgıladığına ya da da dikkat çekmek gerekir. Öte yanda ya-
bile isteye görmezden geldiğine yönelik kın dönemlerde yapılan çalışmalarda, bi-
saptamasıyla, bilince bütün bir felsefe ta- lincin kişiliği oluşturan bütün· edimlere
rihini darmadağın edecek derıli sert bir içkin olduğunun düşünülmesine bağlı o-
çekiç darbesi indirmiştir. Nietzsche'nin larak, bilinçli davranış ile bilinçdışı dav-
gözünde bütün bir tarih boyunca bilin- ranış arasında yapılan ayrımın bütünüyle
cin gerçekliğinin kavranması için bakıl ıerk c0ilcliği gözlenmektedir. Ayrıca yine
ması gereken biricik yer "erk istenci"nin bu yakın dönemlerde nörofizyoloji yö-
kendisini nasıl ve hangi kılıklar ya da nelimli bilişsel bilim kur:ımcılan, düş
maskeler altında açığa vurduğudur. Bu görme de dahil olmak üzere değişik bi-
bağlamda Nietzsche'nin ortaya koyduğu linç durumlarını bellek ile bilinç arasında
"bilinç soykütüğü"ne göre, başta "saltık koparılamayacak derıli içiçe geçmiş iliş
lık'' olmak üzere kendisine bir yığın de- kiye yoğunlaşmak yoluyla açıklamaya ça-
ğerin atfedildiği, bütün bir felsefe tarihi lışmaktadırlar. Bilincin şaşmaz kesirılikte
boyunca kızılca kıyametin koparıldığı "bi- bilgi vereceğine ya da kavrayış sunacağı
linçlenme" ülküsünün arkasında insanla- na yönelik geleneksel varsayım, post-ya-
rın hep daha güçlü olmayı istemelerin- pısalcı felsefeden büyük eleştiriler almış
den daha öte bir şey yoktur. Nietzsche' ur. Sözgelimi, bu çerçevede Nictzsche'
nin önceli Schopenhauer, kör bir isten- den aldığı esinle düşünineye koyulan
cin tutsağı olarak tanımladığı insanın ken- Fransız felsefeci Bataille, hiçbir yanılgısı
di bilinciyle ilişkisini son derece başka olmadığıyla övünen bütün bilinç ifadele-
237 bilinemezcilik
rinin bulanık · bir bilincin sabuklamalan mın hım bütününde hem de sınıf bilinci
olmaktan öte bir değerleri olmadığını ö- açıklamasında bilinç konusu bütünüyle
ne sürmektedir. siyasal bir anlam kazanmışur. Bu bağ·
Felsefe tarihinde bilinç üstüne yapı lamda Lenin, Lukacs ve Adomo'nun ba-
lan çnlışmalann doğasında Husserl'in "ke- şını çektiği bir dizi Marxçı düşünür,
sin bir bilim" olarak temellerini atuğı gö- Marxçı çözümlemelerde geçen bilinç ıa
rüngiibilimsel felsefe yöntemiyle derin sıırımını en ince aynntısına dek işleyerek
bir kırılma yaşanmıştır. Nitekim "bilinç oldukça ilerilere taşımışfardır. Marx ile
her zaman ve her durumda hep belli bir Engels'in de belirttiği üzere, geleneksel
şeyin bilincidir" sözüyle Husserl, bilincin felsefede sanıldığının tersine yaşamı be-
doğası gereği taşımak durumunda oldu- lirleyen bilinç değil, bilinci belirleyen ya-
ğu yii11e/111iflik niteliğine dikkat çekerek, şamın kendisi, yaşamın kendi akış den-
bilincine vanlan ile bilincine varan ara- geleridir. Bu bağlamda, Marıı:'ın "fılo1.of
sındaki ilişkinin (klasik felsefenin diliyle lar şimdiye dek dünyayı yorumlamakla
"özne" ile "nesne" arasındaki ilişkinin) yetindiler, oysa şimdi asıl yapılması gere-
asla birinin diğerine indirgenmesi yoluyla ken dünyayı değiştirmektir'' yollu "1 l.
k.ıvmnamayacağı gerçeğini dile getirmiş Tez" olarak tarihe geçen ünlü sözü, doğ
olmaktadır. Buna göre, kayıtsız koşulsuz rudan Marıı:çı bilinç tasarımının manifes-
yönelmişlik yoluyla kendisini açığa vumn tosu değerindedir. Bu Marıı:çı manifes-
bilinç, başta verili bir yeti olmayip ancak toda içerimlenen bilinç anlayışını yine
bakanın baktığına etkin biçimde yönel- ~aıx'ın kendi sözlerine başvurarak daha
mesiyle kurulan, yani inşa edilen bir kav- da belirginleştirmek olanaklıdır: "Bilinci
rayıştır. Bu yüzden Husserl'in gözünde yeniden düzenlemek gerekiyor demek,
her bilinç öyle ya da böyle yönelinen dünyayı bilinçli kılmak, dünyayı kendi
belli bir nesnenin bilinci olduğu gibi, her düşlerinden uyandınp kurtarmak demek-
yönelinen nesne de ona yönelen belli bir tir:'
bilincin nesnesidir. En azından yöntem- Son çözümlemede Marxçılıktan va-
bilgisi bakımından Hiısserl'in açtığı yol- roluşçuluğa, yorumbilgisinderı görüngü-
dan yürüyen bir başka önemli görüngü- bilime hemen bütün çağdaş ııkıml.ırda
bilimci Merleau-Ponty, &Jmitt Göriingii- bilinç -baştan verili, olmuş bitmiş bir
bililni başlıklı başyapıtında, şeyler ile bi- yetkinlik durumu olar.ık tasarlanageldiği
linç arasında kesin bir aynına gidilmesi geleneksel felsefenin tersine- kendisinde
gerektiğini şu sözleriyle temellendirmek- bütün bir geçmişi taşıyan, ileride ger-
ı.edir: "varolan her şey ya şey olarak var- çekleşecek bütün olanaktan içerimlemck
dır ya da biline; olarak, bunlanıı dışmda .ınlamındn hep geleceğe açılan, asla ya-
bir iiçiincii dunımun, bir orta noktanın şanan "an"la ve "buradalık"la sınırlana
olması söz konusu bile edilemez." mayacağından zamanla değişen, dönüşen,
Öte yanda bütünüyle başka bir dü- başkalaşan, oluşa açık bir kategori olarak
şünsel iklim olan Marxçı gelenekte bi- bambaşka bir çerçeveye oturtularak de-
linç, nesnel dünyanın, yani içinde yaşanı ğerlendirilmektedir.
lan gerçek dünyanın bilinci olmakla bir-
likte, bundan çok daha önemlisi bu bi- bilinemezcilik [İng. agno.rtiGimr, Fr. ag·
lincin doğaüstü kaynaklardan değil de nostidsme; Alm. ag11ostizjs11111r, es. t. Jti.ed-
doğrudan dünyanın kendisinden edinil- t!»'e] Eski Yun.ınca'da "bilinemez o~n"
miş olması nedeniyle dünyayı dönüştür anlamına gelen n[!,110110/tan türetilmiş te-
mek gibi son derece önemli ve devrimci rim. Felsefede, en geniş anlamıyla, insan
bir gizilgücü olmasıdır. Nitekim bu çer- zihninin, insanın bilişsel gücünün saluk
çevede bilinç, öteki her şey bir yana, ön- olanın bilgisine ulaşamayacağını ileri sü-
celikle bir "sınıf bilinci"dir. Marxçı kura- ren öğreti; insan düşüncesinin ve onun
bilinircilik 238
dizgeli bir biçimde. ortaya koymuş olan etmiştir. Chomsky'nin dil bilgimizin zi-
Aziz Augustinus'un Hırisıiyan olmadan hinsel tıısarımlanna ilişkin görüşleri, re-
önce Mani dinine mensup olduğu bilgisi tina üzerindeki iki boyutlu görüntüler-
ilgi çekicidir. Karşıu için bkz. bilinemez- den üç boyutlu nesnelerin tasanmlannı
cilik. Aynca bkz. ikicilik. oluşturmak üzere görsel dizgenin izlediği
süreçler üzerine yapılmış araştırmalar bu
bilit/biliısel ~ng. nıgnitiotı/ nıgmli1111; Fr. başarılardan yalnızca ikisidir.
rog11itio11/ rognitif, Alm. lt.ognitio11/lt.ogıtilive] Büyük oranda bu başanlann sonu-
En genel anlamda -bütün bileşenleriyle cunda ruhbilimde davranışçılığın yerini
birlikte- biline edimini oluşturan süreç. bilişçi.lik alır. Aruk, insan davranışlarını
Geleneksel olarak algı kaynaklı deneyim- etki-tepkiye bağlı olarak açıklama yoluna
ler ile sızı, acı, kaşınu gibi öteki duygular gidilmeyecek; davranışlar düşünsel kap-.ı
arasındaki aynmı vuı:gulayan düşünceleri sitelerin davranışı etkilemek üzere an-
ya da çıkarımlan betimleyen kavram. lamlı içerikle nedensel etkileri birleştiren
Kendileri düşünce olmadıklan halde dü- içsel zihinsel durumlar olduğu varsayıla
şünmeye ya da uslamlamaya veıi sağla rak açıklanacakur. Bilişsel bilimin doğal
dıklarından ötürü duygular, algılar ve du- cı bir zihin kuramı oluşturmak için bu
yumlar tümden biliş evrelerinden ayrılır. kadar büyük bir çaba harcamasının ne-
Günümüzde biliş, bilişscl ruhbilimcilerin deni, geniş bir alana yayılmış bilişsel du-
ve bilişsel bilimcilerin araştırdıklan tasa- rumlanmızın işte bu iki özelliğini (an-
nm alanındaki durumlar ya da süreçler lamlı içerik-nedensel etkiler) başarılı bir
olanık kavranmaktadır. Bunlara, dünya biçimde birleştiren yorumunu ortaya koy-
üzerine düşünmek, bir dili kullanmak, mak istemesidir. Bilişsel bilim bunu, zi-
bir davranışı yönlendirerek denetlemek hinsel süreçleri tıpkı bilgisayarların yap-
örnek olarak gösterilebilir. tıkları gibi hesaplamacı bir biçimde ele
Biliş k:uramlan; görmek, düşünmek alarak yapmayı düşünür. Bu hesaplamacı
ya da uslamlamak gibi bilinçli edimler- varsayıma çeşitli biçimleıde karşı çıkılır.
den niyetler, inançlar, arzular gibi kişiye Sözgelimi, kimi eleştiriciler, ruhbilimin
özgü durumlara, hatta görsel-dilsel sü- yasalannın hesaplamacı olduklarını kabul
reçlerin erken evrelerinde ortaya çıkan ederleı; ancak, bunların sözdizimsel, bi-
bilinçdışı durumlara dek uzanan geniş çimsel olmalarından ötürü, zihinsel du-
bir alanı kapsar. Bu nedenle, bilişsel ku- rumlar ve süreçler sözdizimsel olarak a-
ramların alanı, pek çok filozofun usun çıklaıidıklan sürece bilimsel olarak da 11-
gerçek alanı Hydıklan mantıksal tutum- çıklana bileceklcrini öne süreıler. Söııdi
lar dünyasından daha geniştir. Us alanı zimsel zihin kur.ınu, bilişsel durumhırın
nın ötesinde yer alan bilişsel durumlar, içeriklerini feda ederken nedensel etkile-
ne düşünmemiz, neye inanmamız, ne rini korur.
yapmamız gerektiğini söyleyen ussallık Bilişsel kuramlar, biliş alanında farklı
kurallannca yönetilmezler. Tersine, ussal- yapılar ortaya koyacaktır; ancak bunların
lık kurallan, bilişsel ruhbilimin nedensel çoğu bir kişinin deneyimlerini ya da us-
yasalannca yönetilir. lamlamalannı ilgilendiren durumlar ile
Deneyim konusu olamayacaklanndan oldukça kişisel işlem dizgelerinin bilgi-
ötürü, us alanının ötesinde yer alan du- lendirici durumları arasında kaba bir ay-
rumların içeriklerinin tıısarlanamayacağı ~a giderler. İster bilince bağlı olarak
savunulmuştur. Ne var ki, deneyci ruh- yapılsın, isterse kavramsal ve kavramdışı
bilim, bilişsel alt-dizgelerimizin içerik du- içeriğe bağlı olarak yapılsın, bu aynm
rumlarına bağlı kalan genellemeler yapa- felsefeciler ile ruhbilimcilerin onaklaşa
rak pek çok zihinsel etkinliğimizin açık çalışabilecekleri bir alan olduğunu göste-
lanmasında kayda değer başarılar elde rir.
bilişçilik 240
bilişçilik ~ng. m!,'lilivisnr, Fr. ..og11iıivis111e, nin dünyaya ilişkin doğru ya da yanlış
Alm. ko[,'IİIİVİs11111s] Belli bir alanda ilkece değerleri alabilecek önermeler gibi gö-
bilinebilir olgular olduğunu savunan gö- riinseler de gerçekte bunlann önerme kı
riiş. Sözgelimi ahl:ik felsefesinde biline- lığına girmiş boş ifadeler old ukla nru sa-
bilir ahlaksal olgular olduğunu öne sür- vunurlar. C. L Stcvenson'un adıyla bir-
mek bilişçilik görüşüne girer. Günümüz likte anılan duyguculuk göriişünce .. Ali i-
düşünürlerinden kimileri bu yaklaşım i- yi bir ins\lndır" gibi ifadeler, manuk ö-
çin "gerçekçilik" terimini kullanmayı yeğ nermelerinin taşıdığı türden bir doğruluk
leyerek bilişçilik kavramıru daha çok, ö- değeri taşımazlar. R. M. Hare'in kuralko-
nermelerin belli bir söylem alaru içinde yuculuğu bilişçilik karşıtlığına diğer bir
olgu durumlanru gösterdiğini söyleyen örnek olarak gösterilebilir. Hare'e göre
görüş için kullanırlar. Ruhbilim açısından "Yahın söylemek kötüdür" tümcesi yal-
bilişçilik, içsel, zihinsel öğeler ile bilgiiş ruzca insanlan yalan söylemekten caydır
lem durumlarına ve evrelerine bağlı kala- mak için söylenir ve kolaylıkla "Yalan
rak davranışlann açıklanması gerektiğini söyleme!" buyurucu kipine döniiştiirüle
savunur. Bu görüş, günümüz bilişsel ruh- bilir.
bilimine büyük oranda egemendir. Biliş Bilişçilik karşıtlığının en güçlü savu-
çilik zihin felsefesi açısından d<ı şöyle ele nusu ahlak önermelerindeki yüklcmlerin
alınır: Biliş, gerçek varlıkların simgeleri fizik dünyada karşılıklarını sorgulamakla
olan zihinsel durumlan işlerken ortaya yapılır. Bir kimsenin "iyi bir insan oluşu"
çıkar. Söz konusu zihinsel durumlar ço- aynı kimsenin, sözgelimi "kel oluşu" ka-
ğunlukla beynin ilgili sinirsel bölgesiyle dar somut, gözlemlenebilir bir durum
eşleştirilir. Bu eşleştirmeyi anlatmak için olmadığından ahlak önermelerinin doğ
bilgisayarlann çalışma düzeneği örnek <ı ruluk değerleri yoktur. Ne var ki, bu ö-
lırur. nermelerin, "Yeşil rengini duyuyorum"
önermesinde olduğu gibi büsbütün an-
bilişçilik karşıtlığı ~ng. noıı-rogmıwunr, lamsız olduğu. da ileri süriilemez. Aynca
Fr. 11011..vgnilivisme; Alm. 11on-A:og11iıivis1111ıs] bkz. duyguculuk; kuralkoyuculuk.
Ahlak felsefesinde, özellikle de listetikte,
ahlaJcsal yargı bildiren önermelerin ne bilişsel anlam [İng. to[,'IİIİve me1111i11g, Fr.
doğru ne de yanlış olamayacağıru savu- seııs rog11ihj, Alm. A:ognilive simı] Kimi an-
nan görüş. Bu görüşü savunanlara göre lam kuramlannda, bir önermenin taşıdığı
bu türden ifadeler duygulann dışa vurul- bilginin doğruluğunu ya da yanlışJıWnı
duğu betimleyici dile getirişlerdir. Söz- betimlemek için kullanılan deyim. Bu
gelimi "Kapı kapalıdır'' önermesinin doğ bakımdan bilişscl anlam, süz konusu ö-
nıluk değeri kapının gerçekten kapalı o- nermenin içeriğini ya da bir başk:ı de-
lup olmadığıyla belirlenirken, "Köpeğini yişle kesin olarak bildirdiği şeyi, onun
bahçemden uzak nıt!" ifadesinin böyle biçiminden, önermeyi oluşturan sözcük-
bir yapısı yoktur. Her iki ifadeyle anlatıl lerin seçiminden bağımsız olarak tanım
mak istenenler bellidir ve taraflar ona lar. Bilişsel anlam, önermeyi yanlışlayan/
göre davrarurlar. Oysa "Ali iyi bir insan- doğrulayan özelliklerden oluşması nede-
dır" ya da "Yalan söylemek kötüdür" niyle, sıklıkla önermenin doğruluk değeri
cinsinden ahlaksal yönü bulunan bildi- ile bir görülür.
rimlerin değerlendirilmesi söz konusu ol-
duğunda bilişçilik karşıtlan bunların doğ bilişsel bilim [İng. m!,'lilive sıienre; Fr.
ruluk değerlerinin manuk önermelerine stittıı:r ı:og11itif,
Alm. A:ognitionm,isse11sdıaji]
benzer biçimde bilinemeyeceğini savu- En genel anlamda düşüncenin ya da bi-
nurlar. lişin bilimi. Bilişsel bilim terimi genellikle
Manukçı olgucular, ahlak önermeleri- ruhbilim, dilbilim, insanbilim ve felsefe
241 bircilik (tekçilik)
şıınızdan doğan bir yanılsama olduğunu ğunu öne sürerler. Hume, Mach, James
öne sürcıı felsefeleri tanımlamak için ve Russcll'ın çeşitli uyarlamalannı savun-
kullanılagelmiştir. Öte yanda ahlak felse- duklan yaımz. bini/ile ise ne zihinselin fi-
fesinde ise bircilik, gerçekte yalnızca tek ziksel ne de fizikselin zihinsel olduğunu
bir "iyi" olduğunu, diğer iyi olduğu dü- savunur. Yansız birciliğe göre hem zi-
şünülen şeylerin de bu "iyi"den türedi- hinsel hem de fiziksel tek bir tözün
ğini öne süren ahlak anlayışıruı karşılık C'nötr madde"nin) farklı düzenlemele-
gdmektedir. rinden oluşmaktadır -zihinsel ile fiziksel
Bircilik ya tekçilik terimi ilkin Chris- kendi başına ne fiziksel ne de zihinsel
tian Wolff (1679-17 54) tar.ıfından zihin. olan tek bir temel şeyin farklı görünüm-
beden ikiliği sorununa ilişkin yürütülen leridir. Son çözümlemede, zihnin ve be-
taruşmalarda yalnızca zihnin varlığını ka- denin aynı tür ama ne fiziksel ne de zi-
bul_ eden felsefeciler ile yalnızca madde- hinsel olan tek bir tözden oluştuğu gö-
nin varlığını kabul eden felsefecileri ta- . rüşü "yansız bircilik" diye adlandırılmış
nımlamak için kullanılmıştır. Wolff'un ur. Görüngücülük de kimileyin yansız
. birciliğe özgüp olarak verdiği anlam za- bircilik altında sınıflandırılmaktadır. İde
man içerisinde genişlemiş ve günümüzde alist birrilik her şeyin özde zihin olduğu
terim kaç tane ya da ne çeşitlilikte oldu- nu öne süren klasik idealizmin bir uyar-
ğu fark etmeksizin bütün her şeyin za- lıımasıdır. İdealist birciler en temelde fi-
man, uzay ve nicelikte birleşik tek bir şe ziksel şeylerin gerçekte zihinsel olduğu
ye indirgenebileceğini savunan her tür- nu, gerçekte tek bir tür şey bulunduğu
den öğreti ve kuram için kullanılır hale nu, bunun da zihinsel olduğunu savu-
gelmiştir. Nitekim günümüzde başka baş nur. İdealist birciliğin önde gelen adları·
ka düşünce alanlannda ortaya konan çok Berkeley ile Hcgcl'dir. Berkeley yalnızca
farklı öğretiler de "bircilik" diye adlandı zihinlerin ya da tinlerin söz konusu ol-
nlabilmektedir. duğunu, maddi ya da elle tutulur gövde-
Parmenides'ten bu yana felsefelerini lerin zihinsel durumlar üzerine konuş
tek bir ilkeyle temdlendirme çabası için- manın bir yolundan başka bir şey olma-
de olan bircilerin kaç tane tözün bulun- dığını öne sürerken, Hcgcl her şeyi Saltık
duğuna dair farklı görüşleri bulunmakta- Tın'de temellendirir. Varlıkbilgisel birci-
dır. Sözgclimi Spinoza gibi töz.sel birrilik lik ile kavramsal ikiciliği birleştiren ~hn
savunuculan her şeyin tek bir tözün par- birti/i/t; ise zihinsel ile fizikselin benzer
çası olduğunu öne sürerlerken (Spinoza, nesneleri ve olaylan tanımlamasının ya
sözcüğün tam anlamıyla bir "tümtanncı" da açıklamasının birbirine indirgenemez
olarak, yalnızca öncesiz ve sonrasız tan- farklı yollan olduğunu savunur. Bircilik
nsal bir tözün varolduğunu, bu tözün ya da tekçilik, felsefece bir öğreti olarak,
dışındaki her şeyin sonlu varlıklarıyla bi- ilk bakışta büyüleyici bir gerçeklik açık
rer kip olarak onun içinde yer aldığını ö- laması sunmasıruı karşın, bu öğretinin
ne sürmüştür), Ö!(!Iİleli/eseJ bimlik savunu- varolan şeyler arasındaki ilişkilerin nasıl
culan ise, her ne kadar birçok farklı töz olanaklı olduğunu çözdüğüne yönelik sa-
olsa da, bunların hepsinin tek bir tür tö- vunusunun hiç de öyle sorunsuz olma-
zün öznitdikleri olduğunu savunurlar. yıp karşı çıkılabilir olduğu açıkur. Ayları
Y annz. bim'lik, idealist birtilik, maddeti bir- bircilik için bkz. Davidson, Donald.
çj/j/e ve ~/em birtilik diğer çeşitli bircilik- ·Aynca bkz. ikicilik; çokçuluk; ilkçağ
lerden yalnızca birkaçıdır. Geleneksel felsefesi ·
maddecilik her şeyin özünde maddi ya
da fızikşcl olduğunu savunan maddea bir- bireşim (sentez) bkz.. sav/karşısav/
alilt. in bir uyarlamasıdır. Maddeciler zi- bireşim Aynca karşıu için bkz. çözüm-
hinsel şeylerin de gerçekte fiziksel oldu- leme.
243 Btr6ni
doğa bilimlerinin alun çağı olarak kabul bilginlerinden biri sayılmış ur. Eleştirel ba-
edilen bir dönemin önemli düşünürlerin kışı, hakikate olan bağlılığı ve önyargısız
den olan Birıini, fizik, matematik, coğ yaklaşımıyla dikkat çeken Biruni'nin bil-
rafya, yerbilim, gökbilim, tarih ve felsefe giye olan tutkusu şu sözünde açığa çık
konulannda eşit düzeyde yetenekli çok maktadır: "Tann'nın her şeyi biliyor ol-
yönlü bir bilgindir. İbn Sina'nın da çağ ması cehaleti haklılandırmaz."
daşı olan BirCıni, hamisi Gazneli Mah-
mud'un bir seferi sırasında tüm Hindis- biyoetik [İng. bioethkr, Fr. bioethiq11e, Alm.
tan'ı gezip görme olanağı yakalanuş;böy bioethik] Alılak felsefesinin, up bilimi ve
ldikle Hint felsefesini, dinini, matematik biyolojide yaşanan gelişmeler ve bilimsel
ve coğrafya bilimlerini öğrenmiştir. Öte araşurmalar yoluyla elde edilen teknolo-
yandan Arap ve Yunan felsefelerini de jik ilerleme sonucunda ortaya çıkan ah-
çalışan Birıini tam bir düşünür, hatta bir Iaki sorunlarla uğraşan dalına verilen ad.
düşünce tarihçisi olmuştur. Uygulamalı etiğin bir kolu olarak bi-
1030'da kaleme aldığı Kanlinii'l-Meslidi yoetik, ister doğrudan ister dolaylı olsun,
başlıklı yapıunda gökbilim ve trigono- insanın ya da tüm canlıların geleceğini il-
mc: tri ile: güneş, ay ve gezegenlerin devi- gilendiren konularla uğraşan biyoloji ile
nimiyle ilgili birçok savı ele almış; Aris- yaşam bilimlerinden kaynaklanan ahlaki,
toteles ile Ptolemaios'un taruşmaya aç- toplumsal ve siyasal sorunları irdeler. Bi~
uğı dünyanın devinimi konusuna da e- yoctik, kamu yararını korumak adına,
ğilerek d~nyanın ekseni üzerinde d~ndü fizyolojik ihtiyaçlar karşısında insana öz-
ğü yönünde görüş bildirmiştir. Asarii'l- gü ldiltürel istekleri göz önüne alarak
Bak&e adlı yapıu ise eski çağ uygarlıkla ikisi arasında bir denge kurmaya çalışır.
nna ait tarihsel olayları özellikle iktisat Bu anlamda sözgelimi genetik mühen-
temelinde incelediği bir tarih ve zaman- disliğine, kötüye kullanılma ya da öngö-
bilim çalışmasıdır. Yüzü aşkın yapıu ara- rülemeyen sonuçlara yol açma olasılığı
sında Hindistan tarihi ve kültürü üzerine taşımasından dolayı, kuşkuyla yaklaşır.
yazdığı T ah/ei/eima li'l-Hind, trigonometri Biyoetik, temel ilgisi "insan yaşamı" olan
ve gökbilim üzerine bir kitap olan Kanii- up etiğinden, doğada var olan tüm orga-
'1ii'l-Mesudf, değerli taşlarla ilgili deneysel nizmaların yaşamını konu edinmesiyle
bir çalışma olan Kitôbii'l-Camt1hir, BirCıni' ayrılır. Aynca bkz. uygulamalı etik.
nin oldukça geniş bir ilgi alanı bulundu-
ğunun göstergeleridir. Platon ve Pytha- biyoloji felsefesi [İng. pbiloıophy of bio-
goras'ın felscfclcriyle Hint bilgeliği ve ta- logır;
Fr. philosophit de la biolo?)r, Alm. phi-
savvuf öğretisi arasında bağlar kurduğu /oıophie der biolo?)e] En genel anlam<la, bir
Tab/eilei 1110 li'l-Hind, Hint dinleri ve fel- bütün olarak biyolojinin doğasını, özü-
sefesi hakkında ilk elden yazılnuş bir nü, amaçlarını, kapsamını ve içeriğini a-
eser olarak döneminde eşsiz bir kaynak raştıran; canlı ve cansız varlıkların yapıla
olmuştur. Ôzcllikle doğa felsefesine ve nna, doğalarına değgin biyoloji biliminin
tümevarıma eğilim gösterdiği yapıtların getirdiği açıklamaları aralarındaki ilişkileri
da Aristoteles felsefesine karşı da bir kavramak amacıyla felsefi bakımdan ir-
cephe alma söz konusudur. Bu konuda deleyen; biyolojide başvurulan kavramla-
Aristotelcs'in çizgisini izleyen İbn Sina nn, tasarımların, uslamlamaların varlık
ile de yazışmalarında taruşuklan gözle- bilgisel ve yöntembilgisel yönleri üstüne
nir. yoğunlaşarak bunları çözümleyen; biyo-
BirUni yapıtları ve ortaya koyduğu bi- lojik araşurmanın yanıt aradığı soruları,
limsel çalışma yöntemiyle birçok başka bu sorular yanıtlanırken kullanılan yön-
düşünürü de etkilemiş; bu bakımdan or- temleri felsefi bir gözle sorgulayan; orga-
taçağın, hatta tüm zamanlann en büyük nik ve inorganik yaşamın kavranması a-
245 biyoloji felsefesi
dına biyoloji bilimince ortaya konan bü- tererek, biyoloji felsefesinin bir başka
tün açıklamalardan, başta felsefeye iliş alana indirgenemeyecek özel bir soruş
kin içerimleri üstüne dizgeli bir biçimde turma alanı olduğunu ileri sürmektedir-
yoğunlaşarak, genel felsefe anlayışııruza ler. Bu felsefecilerce sıkça anılan biyo-
yönelik yararlar elde etmeye çalışan bilim loji felsefesinin üç temel özelliği, sırasıy
felsefesinin özel bir kolu. la "işlev organizasyonu", "embriyo geli-
Biyoloji felsefesinin en önemli tartış şimi" ve "ayıklanmanın doğası"dır. Or-
ma konularından biri, biyoloji felsefesi- ganizmalar işlevsel bakımdan organize
nin varlığının özerk bir araştırma alanı olmuşlardır. Gelecekte meydana gelecek
olarak tanınıp tanınamayacağına yönelik değişiklikler karşısında organize olmuş
olması nedeniyle, doğrudan kendi varh- luklarını koruyup sürdürebilme yetisi ta-
ğını tanıtlama sorunuyla ilintilidir. Bu şımaktadırlar. Organizmalar ayrıca ken-
t.'lrtışma bağlaırunda tutucu sayılabilecek di genetik yapılan ile yaşam çevreleri a-
dolaşımdaki yaygın bilim felsefesi anla- rasında son derece karışık ontogeııetik ge-
yışına göre, bilim felsefesinin bütünü i- lişmeler baş gösterdiğinde kendi varlık
çin geçerli olan ana ilkeler biyoloji felse- larını sürdürmek adına bunların üstesin-
fesi için de geçerlidir. Bu nedenle bilim den gelebilme yetisiyle de donatılmışlar
felsefesinin genel çerçevesini çizen te- dır. Bu açıdan bakıldığında, yal1112ca bi-
mel ilkelere ek olar.ık, biyoloji felsefesi yolojiye özgü, biyoloji biliminin sınırlan
için ayrıca yeni sorular ya da yeni ilkeler içinde kalan kavramlann olup olmadığı
ortaya koyma arayışına girişmek hiç de nı araştırmak biyoloji felsefesinin önem-
gerekli değildir. Biyoloji felsefesi bu an- li bir araştırma izlencesini oluşturur. Bu
lamda, çok çok bilim felsefesinde varı izlence uyannca salt biyoloji için geçerli
lan sonuçların ömeklenmesinden, pe- mantıksal çözümleme ya da açıklama
kiştirilip kesinlenmesinden öteye geç- modellerinin olanağını temellendirmek
meyen bilim felsefesinin alt bir araştır biyoloji felsefesinin başlıca ödevi olarak
ma alanıdır. Sözgelimi Mendeki geneti- görülür.
ğin moleküler biyolojiye indiıgcnmesi, "Türler sorunu" bugün biyoloji fel-
termodinamiğin istatistiksel mekaniğe sefesinin üzerinde çok durduğu, yerle-
indirgenmesiyle özünde bir ve aynı iliş şiklik kazanıruş bir başka temel sorunu-
kiye dayanmaktadır. Bu anlamda bilim dur. Aristoteles'ten bu yana biyolojik
felsefesinin indirgeme ilişkisini çözüm- türler doğal türlerin belirleyici bir örneği
lerken elde ettiği sonuçlar biyoloji felse- olmuştur. Darwin öncesi hemen bütün
fesindeki indirgeme ilişkisinin anlaşılma düşünürler için türler aynı yerçekimi gi-
sı için aynen uygulanabilirdir. Söz konu- bi evrenin yapısının temel taşlarıdırlar.
su bilim felsefesi anlayışının en köktenci Bu anlamda türlerin başsız sonsuz, de-
biçimi, fizik ile kimya bilimlerinde ge- ğişmez, öteki doğal nesneler gibi birbir-
çerliliği tanınmış kavramların ve yasala- lerinden ayrık olduklan savunulmuştur
nn biyoloji bilimi için de bütünüyle ge- hep. Aristoteles'in düşündüğü gibi bir
çerli olduğunu düşündüğünden, biyoloji kere kaybolunca yeniden doğmaları ola-
biliminin ilkece fizik ile kimyaya indir- naklı olmadığı gib~ değişmeleri de ola-
genebilir olduğunu öne sürmektedir. naklı değildir. Yaprağın altına dönüşme
Bu görüşün tam karşısında yer alan si olanaklı olsa bile, bu değişim karşısın
birtakım felsefecilerse, biyoloji felsefesi- da yaprak ile altın değişmez öğeler ola-
nin asla bilim felsefesinin çatısı altında rak kalmayı sürdürürler. Buna karşın
toplanamayacak kendine özgü sorun ve Darwin'e bakılacak olursa türler sonsuz
özellikleri bulunduğunu, tersi düşünül değildirler. Doğarlar, yaşarlar ve ortadan
düğünde biyoloji diye ayn bir bilim da- kaybolurlar. Darwin ısrarla türlerin ör-
lııun olmaması gerektiğini gerekçe gös- neklerinin değil tersine kendilerinin ev-
biyolojizm 246
rime uğrayabilir olduklarını öne sürmüş olayına yalnızca ayıklanma sürecinin bir
tür. Türlerin aşama aşama evrilebiliyor ömeği olarak bakmakta, önemli olanın
olıru.ları yönündeki Darwin'in düşünce kanılanmızı temellendirmek değil, onla-
si, türler arasında öyle keskin sınırlar bu- nn nasıl oluştuklannı, kendilerinden na-
lunmadığını göstermesi bakımından ö- sıl yararlandığımızı açıklamak olduğunu
nemlidir. Özetle, türler evrilebilen şeyler savunmaktadır.
iseler, bu geleneksel tür özelliklerini ta- Aynı biçimde evrim.:i elik savunucula-
şımadıkları anlamına gelir. Günümüzde rı da birtakım etik ilkelerini yaşam sür-
bir yanda felsefeciler öbür yanda biyo- dürüm değerleri doğrultusunda temel-
loglar dünya görüşümüzdeki bu kökten lendirmeye çalışmaktadır. Bu genel a-
dc:bıişikliğin sonuçlan üstüne çalışmakta maç uyarınca, yaşam sürdürürnüne ola-
dırlar. Nitekim, biyoloji felsefecilerinin nak tanıyan, yaşamın yeniden üietimine
de yakın tarihli literatürde halen en çok katkıda bulunan her davranış iyi, bunun
uğraşııldan konuların başında "evrim ku- tersine bu amaçların gerçekleşmesine
ranu", daha özeldeyse "doğal ayıklan engel olan ya da güçlük çıkaran her şey
ma", "uyum", "türlerin yapısı" gibi ko- kötü olarak değerlendirilmektedir. Ev-
nular gelir. rimci etik anlayışına karşı yöneltilen en
Biyoloji felsefesinde yürütülen çalış önemli eleştiri, böylesi bir anlayışın "o-
maların biyoloji üzerinde giderek artan lan/ olması gereken" temel etik aynmını
oranda bir etkisi olması bir yana, biyo- ortadan kaldırıyor olması gerçeğine o-
loji felsefesi yapan kimi felsefeciler ge- daklanarak dillendirilmektedir. Nitekim
leneksel felsefe .sorunlannı da evrimci birçok etik dizgesi gerektiğinde ötekile-
bilgikuramı, evrimci etik, evrimci varlık rin iyiliği adına kişinin kendini kurban
bilgisi açılarından ele almaktadırlar. Bu etmesinin zorunlu olduğunu düşünür.
bağlamda wrima bilgileımımı, bilme yeti- Burada sözü edilen ötekiler biyolojik
sinin baş gösteren yeni durumlara, yeni anlamda kan bağııruz olanlar ile sınır
gereksinimlere uyum sağlama yetisi doğ landırılacak olursa, evrimci etiğin savu-
rultusunda anlaşılabileceğini öne sür- nucularının geleneksel olarak erdemli
mektedir. Bu açıdan bakıldığında, gerek davranışlar bütünü olarak anlaşılan etik
kendi yaşam çevrelerine gerek öteki or- alanını temellendirmekte güçlük çeke-
ganizmaların yaşam çevrelerine ilişkin cekleri açıktır. Bu güçlük karşısında bi-
yanlış inançları olan organizmaların, da- yoloji felsefecileri tartışmalannı genel-
ha tam, daha kesin inançları olan orga- likle iki olanaklı durum üzerinden sür-
nizmalara göre kendilerini yeniden üret- dürmektedir: ya biyolojik evrim etik dav-
meleri çok daha güçtür. Kuşkusuz bu ranış için yeterli bir temellendirme suna-
durum, yalnızca bilme yetisi taşıyan in- mamaktadır ya da etik alanının bilgi
san organizması, dolayısıyla da insana kapsamı olabildiğince daraltılmalıdır.
özgü olay öı:güleri için geçerlidir. Ev-
rimci bilgikuraınına yöneltilen eleştiriler biyolojizm [İng. biologism; Fr. biologis111e,
arasında en dikkat çekici olanı, kimileyin Alm. biomgismur, es. t. h19af&atplık] Eski
yaşam çevrelerine ilişkin yanlış inançları Yunanca'da ''yaşam" anlaİnına gelen bios
olan insanların yaşadığımız dünyaya yö- ile "bilim" anlamı da olan mgoltan türe-
nelik daha gerçekçi yaşam görüşleri ol- tilmiş terim: ''yaşambilimcilik" ya da "di-
ması olgusunda yatmaktadır. Üstelik bu rim~ilimcilik". İnsan yaşamını kauksız
durum böylesi insanların yeni durumla- bir biçimde biyolojinin bakış açısından
ra uyum sağlama yetilerinin de yüksek yorumlayan, toplumsal ya da kültürel gö-
olduğuna tanıklık etmektedir. Yine ev- riingüleri biyolojik temele indiıgeyerek
rimci bilgikuramının aşın uç diye nitele- açıklayan kuramsal bir yaklaşım. Kökleri
nebilecek bir başka kolu, bilgi edinme Darwin'in evrim kuramı ile doğal <ıytk-
247 biyo(-teknik)-iktidar/biyo-siyaset
yönelik iktidar uygulamalarının yerini, ai- de tutarlı bir siyaset teknolojisi olarnk
lede, okulda, hastanede, özel ve tüzel ku- XVII. yüzyılda ortaya çıktığını dile getir-
rumlarda, kamuya açık her yere dağılmış mektedir. En genel anlamda biyo-iktid:ı
çokyüzlü bir iktidar pratikleri demeti al- nn ya da biyo-siyasetin iki kutbu ya da
mıştır. Modern devlet bu yeni iktidar daha doğru bir belirlemeyle iki ayn bile-
uygulama mantığını yaşama geçirirken, şeni bulunmaktadır. Bunlardan ilki, doğ
toplum bilimlerinde yapılan çalışmalarda rudan doğruya Hıristiyanlıktan gden gü-
kaydedilm ymilikleri yakından izlediği nah çıkarma ya da itiraf geleneğiyle bağ
gibi, alanının uzmanı toplumbilimcilerle lantılı tür, ırk, nüfus, cinsel pratikler,
de dirsek temasına girmekten çekinme- toplumsal cinsiyet gibi insan varlıklarına
mektedir. Foucault'nun açıklıkla bildirdi- yönı;lik bilimsel kategorilerken, diğeri
ği üzere, biyo-iktidarın önemli sonuçla- "disipline sokucu iktidar" pratikleridir.
nndan biri, "normalleştirme" sürecine Bir başka açıdan söylenirse, Foucault i-
geçişi doğurmuş olmasıdır. çin biyo-iktidarın ilk aşamasında bir "be-
Bu noktada Foucault, tek egemenin dmbilgisi siyaseti" doğrultusunda çoğun
iktidan ile modern devletin iktidarı ara- lukla insan bedenini denetlemek amacıy
sında özsel bir aynlık bulunduğunu sa- la uygulanan disipline sokucu iktidar bu-
vunmaktadır. Astığı astık kestiği kestik lunurkm, biyo-iktidann ikinci aşamasın
olan, iktidann tek bir yerde toplanıp tek da tek tek bireylerin değil de bir bütün
bir yerden uygulandığı geleneksel mo- olarak insan türünün bedeni üstüne yo-
narşik ya da oligarşik devletlerde, yasa ğunlaşmak söz konusudur. Aynca bkz.
her durumda "kan" demektir; uyulmadı Foucault, Michel; güç/iktidar; ikti-
ğında bedeli canla ya da kanla öden- dar-bilgi.
mektedir. Oysa modern devletlerde, ik-
tidar yaşarnlanrun bütün sorumluluğunu Blanchot, Maurice (1907) Yazılan fel-
üzerine aldığı için böyle bir bedel öde- sefe, edebiyat ya da edebiyat eleştirisi gi-
temez yurttaşlarına; yapabileceği daha bi gelmekse! yazı türlerinden tek biri
çok aralıksız yeni iktidar düzenlemeleri, içine yerleştirilemeyen, özellikle edebiyat
iktidarın sorunsuz olar-dk işlemesini sağ~ ile edebiyat dili üzerine geliştirdiği "ola-
!ayacak iyileştirici düzenekler geliştirmek ğandışı" düşünceleriyle XX. yüzyılın en
tir. Doğal olarak böyle bir iktidar, geç- derin, en önemli eleştirel denemelerini
mişin eli kanlı buyurganlannın görkemli kaleme almış Fransız düşünür. Maurice
iktidar uygulamalarının tersine, sinsice Blanchot, 1940'lardan beri Fransız felse-
hassas ölçümlerde bulunmak, kimseyi u- fesi ile edebiyatında çok ses getiren ya-
yandırmadan ince eleyip sıkı dokumak, zılarında geliştirdiği özgün postmodern
çaktırmadan her şeyi en face aynntısına söylemle Foucault'dan Lcvinas'a, Batail-
dek tasarlayıp tartmak zorundadır. O ne- le'dan Derrida'ya değin önde gelen çağ
denle, nortnalleştirici bir toplum tasarısı daş Fransız düşünürleri üstiinde derin et-
yaşam üstüne konuşlanmış bir i/ııJitlar kilerde bulunmuştur. Blanchot'nun 1930
te/eJıolo/isirıin tarihsel bir sonucudur. Fou- ile 1940 yılları arasındaki önceki döne-
cault'ya göre, başta hastalıklara karşı ko- mini yansıtan ilk yazılan daha çok kültür,
ruyucu önlemlerin alınması, yeterli gıda toplum ve siyaset eleştirisi içerikli yazı
ile suyun sağlanması, eğitimin iyileştiril lardır. Yaşanan il. Dünya Savaşı de-
mesi ve herkes için zorunlu hale getiril- neyiminin de etkisiyle yazılarının siyaset-
mesi gibi yollarla devlet aygıtının halkın le olan yakın bağı giderek kopmuş, bumı
biyolojik bakımdan mutluluğuyla daha bağlı olarak da Blanchot kendisini son-
yakından ilgilenir olması biyo-iktidar dö- raki yazılarında daha çok edebi yata ada-
nemine geçildiğinin en belirgin gösterge- mıştır. Bu ahında verdiği yapıtlar arasın
sidir. Foucault, biyo-iktidann kendi için- da tür olarak deneme, roman, anlatı, e-
249 Blanchot, Mauricc
debiyat eleştirisi y:ızılan en çok göze yansıtmacı (rrpme.11/aJİt't) bir dil tasarımı
çarpanlardır. 1970'li yıllarhı birlikte, ede- dır. Öte yanda özsel dil, bizim dünyar:ı
biyat ile fClsefe arasında öteden beri çizi- gerçek anlamda dokunmamıza, onunl,ı
len ya da olduğu öngörülen kesin sınırla sahici bir biçimde ilişkiye geçmemize o-
rın un ufak edildiği bir dizi "bôlük pör- lanak tanıyan şiirsel bir dildir. Bir edebi-
çük" yazı ortaya koymuştur. Nitekim yat yapıtında anlatılan öykünün bizi sar-
Blanchot'nun yazılarının geneline bakıl ması, o öykünün dile getirildiği dilin bizi
dığında göze ilk çarpan, geçmişi çok ge- sarmasından b-dşka bir şey değildir bu
rilere dayanan felsefe ile edebi yat arasın anlamda. Blanchot'nun 1955 yılında ya-
daki gerilimli ilişkiler ağının bir yerinden }1mladığı L 'Erpaer Utlimif'f (Yazınsal
delinerek çökertilmesine yönelik kesinti- Uzam) adlı yapıtında da belirttiği üzere,
siz arayıştır. Bu bağlamda Blanchot'ya "özsel dil kendisini konuşmaya bırakan,
yaklaşırken yanıtlanması gereken ilk soru kendisi olmaya çalışan, konuşmaya ara-
düşünürün yazılarının neden felsefeciler- olık eden an dildir." Özsel dil normalde
ce önemsenip okunması gerektiği soru- üstü örtülü kalan, her şey ortadan kalktı
sudur. 1980'li yıllar boyunca Blanchot, ğında bile görünmeyen bir şeyleri ortaya
"ölüm", "hastalık" "toplum yaşamının serme yetisi taşıyan dildir. Yine aynı ya-
açmazları" gibi birtakım izlekler üstünde pıtta belirtildiği üzere, "varlığın özü var-
duran yazılarını yayımlamayı sürdürmüş lık ortadan kalktığında bile oradadır, ye-
tür. ter ki bir biçimde gizli kalmayı sürdürü-
Blanchot'nun özellikle olgunluk dö- yor olsun." Açıkça görüleceği gibi, Blan-
nemi diye arulan sonraki döneminde chot'nun gözünde şiirsel dilin her du-
verdiği yapıtlarda, tam olarak nasıl bir rumda varlıkbilgiscl bir önceliği vardır.
bağlamda ve ne amaçlarla göndermede Edebiyaan kurmaca yapıtlarında dil ken-
bulunduğu her zaman için açık olma- disini gösterdiğinde gerçek dünya orta-
makla birlikte, Nietzsche, Hegel, Hei- dan kaybolur. Burada ortadan kalkan,
degger, Levinas gibi önde gelen fılozof onakgörünün dünyası ya da gündelik di-
ların metinleri üstüne alışılmadık yorum- lin dünyasından b-dşka bir şey değildir
lar getirdiği gözlenmektedir. Bu yorum- aslında. Blanchot'ya göre şiir olsun çe-
ların önemli bir bölümü söz konusu fi- şitli yazın biçimleri olsun, özünde bunlar
lozofların felsefe yazısına getirdiği bi- varolan bütün sınırların dışına çıkma a-
çemsel yenilikler ile yazınsal katkılan a- rayışındaki "öteye geçme" eylemleridir.
çımlamayı amaçlamaktadır. Sözgelimi bu L'E111rrtim illji11i (Sonmz. Söyleşi, l'.155)
açımlamalanndan birine göre, Hölderlin başlıklı yapıtında Blanchot, öteye geç-
şürleri üstıine yaptığı okumasıyla Heideg- menin bütünüyle ulaşılmaz olanı imledi-
ger felsefeye ilk kez "yazınsal uzam"ın ğini bildirerek, ulaşılmaz olana ulaşmaya
kapılarını aralamıştır. Yazınsal uzamın kalkışmayı ötesine geçilemez olanın öte-
fdsefeye açılışı düşünme ile şiir arasın sine geçme çabasıyla bir tutmaktadır.
daki kavgayı yeniden alevlendirmekten Ancak ne olursa olsun, gerek öteye geç-
çok, felsefece düşünmenin tohumlarını me edimi olar-dk yazı gerekse de özsel di-
bir zamanlar kök saldığı ama uzunca bir lin dışavurumu olarak edebiyat, Blan-
süre nadasa bırakılmak durumunda kal- chot'ya göre, insanın sonlu oluşu gibi
dığı topraklara yeniden ekmek yönünde dehşet verici bir gerçeğin ışığı altında
olmalıdır. Bu amaç uyarınca Blanchot, meydana gelirler. Yazı ile ölüm arasında
özdlikle Mallarme'den destek alarak iki kurulan bu yakın ilişki ayıu zamanda
;tyrı tür dil ya da konuşma bulunduğu l'.148 tarihini taşıyan u Tri.t (Yük~ekten
saptamasında bulunarak yola koyıılur: de Yüksek) adlı yapıtının da ana konu-
"işlenmemiş" ya da "ham dil" ile "ol- sunu oluşturmaktadır. Romanın son tüm-
gun" ya da "özsel dil". Ham dil, yararcı, celerinde romanın baş kahramanı Henri
Blanchot, Maurice 250
Sorge tam ölmek üzereyken yana yakıla ol~un ya da olmasın edebiyat farkında
şöyle söylemektedir: "Şu an, tam şu anda olunmayan bir gerçeği keşfetmeye, bil-
ilk kez konuşuyorum." Bu tümcede par- mediğimiz bir şeyi bilmeye, yaşamadığı
mak basılandan da anlaşılacağı üzere, mız bir deneyimi yaşamaya olanak tanı
Blanchot için ölüm deneyimlerin en ö- mak gibi çok önemli bir yeti üstüne ku-
nemlisidir. Onunla karşı karşıya gdme- rulmuştur. Hemen bütün edebiyııt uğra
siyle birlikte insan ölümlülük kategorisi- şılan bu anlamda, Blanchot'nun deyişiy
ne geçmiş olmaktadır. Nitekim 'lazft1sal le, kişinin bildiğini dile getirmeyi değil de
Uzanlda ölüm, insana verili bir şey ol- kişinin bilmediğini deneyimlemeyi amaç
maktan çok tersine gerçekleştirilmesi ge- edinmdidirler kendilerine.
reken bir olanak olarak betimlenmekte- Blanchot'nun çalışmalanıun odaklan-
dir. Tam bu noktada Blanchot, birbirin- dığı ana konulardan birini de modern-
den ayn iki ölüm türü bulunduğu sap- leşme süreci oluşturmaktadır. Blanchot'
tamasında bulunur. Bunlardan ilki bilin- ya göre, modernliğin ideal toplum arayı
cin yitirilişiyle kendisini gösteren insan şı, onun iyileşmez bir "hastalık" olarak
organizmasının biyolojik ölümüyken, i- adlandırdığı totaliter rejimler batağı~a
kincisi ölümümüzü tamamlamamıza bir saplanrıuştır. :XX. yüzyılın olmazsa ol-
türlü olanak taıumayan, kayboluşun bi- maz koşulu totaliterliğin bütün siyasal
linci olarak ölümdür. Bu ikinci ölüm tü- çehresi Nazi Almanyası ile Stalin Rusyası
rü, yani bilincin kayboluşu biçiminde ya- deneyimleriyle biçimlenmiş olmakla bir-
şanan ölüm, ozanların oluşturmaya, bu likte, yaşanan bu kötü deneyimlere kar-
ölüm biçimi aracılığıyla kendi ölümlülük- şın henüz sona ermiş değildir. Blanchot
lerini gerçekleştirmeye çalıştıkları ölüm- için totalitarizmin en büyük tehlikesi,
dür. Kayboluşun bilinci olarak ölümün bütün olumsuz hareketleri, bütün özgür
kavranması ya da yaşandıktan sonm a- eylemleri devletin sahipleniyor oluşu, bü-
ıumsanması olanaksız olduğundan bu ö- tün karşı çıkışlann da yine devlet meka-
lüm türü bir biçimde kendi içinde çeliş nizmalarınca öğütülüp özümseniyor ol-
kili bir durum içermektedir. Nitekim bu masıdır. Bu tehlikeli durumdan duyduğu
çelişki karşısında Kafka'ıun yapıtlarına deri.n korkuyu Blanchot L 'Emı11re dıı di-
dönen Blanchot, Kafka'nın yazınsal uza- sasm (Hasıalığm Yazısı, 1980) başlıklı ya-
nımda ölümün en başından beri olanak- pııında şöyle dile getirmektedir: "Mo-
sız olduğuna dikkat çekerek, Kafka'da dernlikte devlet totalitarizmi, tutuklula-
bildik anlamda bir ölüm olmadığını, do- rın kendi tutukevlerini kendilerinin yap-
layısıyla da "son" diye bir şey bulunma- tığı bir dünyaya yol açacaktır." Hastalık
dığı saptamasında bulunur. Bu saptama- karşısınJa toplum yaşamı Blaııchot'nun
dan hareketle de gerçek yazma eyleminin düşüncesinde kendisini iki ayrı biçimde
birinci tekil kişiden üçüncü tekil kişinin göstermektedir. t 930'lardaki ilk yazıla
sesine doğru bir başkalaşım geçirmek rındaki görüşlerinin çok büyük bir bö-
yoluyla gerçeklik kazandığını ileri sürer. lümü, kendisinin içtenlikle bağlı bulun-
Nitekim Blanchot'ya göre, bize anlannın duğu aşırı uç Fransız solunun eylem an-
sesinin yansız olması gerektiğini öğreten layışıyla biçimlenmiştir. O zamanlar top-
Kafka'nın yapıtlanndalı:i üçüncü tekil ki- lumdan anlaşılan, ortak yaşam alanların
şinin sesinden anlanlan öyl..-üler, bu an- da kök salışıyla bdirlcnen etnik köken ile
lamda anlamlı ölüme ulaşma yolunda so- yerel motiflerdi. Nazi faşizminin göster-
nu gdmeyen araşnrma öyküleridir. Bu diği gerçekler zamanla Blanchot'yu gele-
nedenle Blanchot bu tür sonsuz bir ö- neksel toplum anlayışım aşama aşama
lümle yüzleşmenin tek yolunun gidimli bır.ıkarak, "öteki" doğrultusunda düşün
dilin sınırlarının dışına çıkmaktan geçti- meye götürdü. Bu bağlamda yakın arka-
ğini savunmaktadır. Yaıulsamaya dayalı daşı Emmanud Levinas'ın onun üzerin-
251 Bloch, Emst Simon
deki derin etkisi üstünden atlanamayacak. sonra Doğu Almanya'ya yerleşen ama
bir gerçektir. Özdeşlik. ile totaliterliğin buradaki yönetimle uyuşamayınca Batı
karşısavı olanık "öteki."den yola çıkan Almanya'ya geçen Bloch'un en önemli
bu yeni kavrayıfta Yahudi halkı farklı bir iki yapıtı ilk kitabı Geist dır UltljM (Ütop-
toplum anlayıfma kaynaklılr. eımelr.tedir. yanın Ruhu, 1918) ile üç ciltlik Dns
Blanchot'nun özellikle LA Co11111111,,llllti Prinzjp Hojfoı"1jtur (Umut İlkesi, 1954-
inavollVabk (İtiraf Edilemeyen Topluluk) 1959).
adlı yapıurıda bu anlayış, bütün durum- Çalışma yaşamı boyunca Bloch, ilk.-
larda arkadaşlığa. ark.adaşlık ilişkisindeki çağ felsefesinin "madde" kavramını, di-
başkalığa açık olma ek.seninde temellen- namik maddeci bir evren kuı::ımı elde
dirilmiştir. Böyle bir toplum örneği ne etmek için gündeminde tuttu. Ona göre
olUISa olsun ötekinin basttnlmadığı, öte- evrenin tözü olan madde hareketsiz de-
kinin kendi ötekiliğiyle ötekiliğini yaşa ğildir, insanda ve doğada maddenin ha-
masına olanak tanıyan bir toplumdur. reket etme ve gelişme yetisi vardır. Bu
İnsanlara ıı:kdaşlık ya da kanbağı gerekçe açıdan Bloch kendisini, doğal olana karşı
gösterileı-ek zorla dayatılan geleneksel toplumsal olanı öncelikli gören XX. yüz-
toplum anlayışlanna karşı manchot'nun yıl Marxçılığından ayırır. Bu ı::ıdikal mad-
toplumu üyelerinin belli bir seçim çevre- deciliği ilk kez ifade edenlerin "Aristo-
sinde özgür istençleriyle toplandıklan bir telesçi Sol" (özellikle İbn Sini ile İbn
toplumdur. Yaş, sınıf, ırk, cinsiyet gibi Rüşd) olduğunu düşünür. Evren çeşitli
aynmlar gözetmeyen Blanchot'nun bu olanaklara, yeniliklere, kesintilere, seçe-
toplum çözümlemesi, özellikle birtakım neklere izin verecek biçimde zengin ve
postmodem toplum kuramlarının kuru- açık uçludur. İnsan açısından bu açık
luşuna esin kaynağı olmuştur. uçlululr. hem bir fırsat hem de özgürlüğü
kısıtlayıadır; çünkü seçme olanağı, sü-
Bloch, Emat Simon (lBBS-1977) XX. rekli olanık belirsizliğin getirdiği felaket-
yüzyılın en yenilikçi Marxçı felsefecile- lere uğı::ımaktadır. O nedenle, insan ya-
rinden biri olan Bloch, metafizik ve var- şamı deneyseldir.
lıkbilgisel kaygılannı bilinçli bir ütopya- Bloch. özgürlük ile zorunluluk. ilişki
cılıkla birleştirmesi nedeniyle ana Marxçı sini çözümlemeye çalışarak bu Marxçı
düşünceden ayrılır. Bloch, felsefede kla- muammayı ortadan kaldırmaya uğraş
sik temel kategori arayışlanna sıcak ba- mıştır. Öznelliğin ötesine geçmek.ten ti-
kar, ancak içinde değişen ve bitmemiş tizlikle kaçınan Bloch'a göre olanak, an-
bir süreç olarak gördüğü evreni banndı lamsızlık ve uygulanamazlık biçimlerine
ran kendi açık uçlu dizgesini önceki sabit bürünebilir; oyı;a us5af harrketler "ncıı
ve kapalı dizgelerden ayınr. Dahası, ço- nel olarak gerçek olanaklar" biçimine,
ğu X:X. yüzyıl Batı Marxçılıklanndan varolan toplumsal eğilimlerde temelle-
farklıolarak Bloch'a özgü maddecilik in- nen olanaklaı::ı dönüşür. Büyük özlemler
san ile doğal olanın aytılmasına karşı çı böylelikle kendisinin "süreç deneyciliği"
kar. Ütopyacılığı onaylayışı, "yeni" mal- dediği olgucu olmayan bir deneycilikle
zemenin bilinçte belirmesine neden olan birleşir.
5Üreçleri merkezine alari bir bilgikuramı Bloch'un, madde içerisinde varolan
na yaslanır. dinamik gçrilimi kavramsallaştırıı:ken iz-
Almanya'run Ludwigshafen kentinde lediği temel yol, "değil" kategorisi etra-
<loğınuş olan Bloch. Münih ve \Vürz- fında bileşik kavı::ımlar oluşturmaktan
burg üniversitelerinde eğitim gördü. Da- geçer."Değil" kavramı, "S henüz P de-
ha çok serbest yazar ve eleştirmen olarak ğildir" mantık önermesinde olduğu gibi
çalışmış olan düşünür, Hitler Almanyası' gerçekliğin yokluğunu ve tamamlanma-
ndan kaçarak ABD'ye gitti. Savaştan mış boyutlarını, yani "henüz olmayan"ı,
Blondd, Maurice 252
hacılık'ta bilgelik (JJ"!ina) ile merhamet- tıkta ve doğa felsefesinde Aristotelcs 'in,
ten (kan111a) kaynaklanan tinsel durum. metafizik ve tanrıbilimde de Plaıon'un
izinden gidilerek Platoncu ve Aristote-
Bodhi (Bo) Ağacı Buddha'nın altında lesçi dizgelerin uyumlu bir biçimde bir-
*Nirvmta'ya, yani aydınlanmaya eriştlği a- leştirilebileceğini sawnan Yeni Platoncu
ğaç; kuramsal olarak da bu ağaon so- düşünceyi paylaşmaktaydı. Boethius bu
yundan gelen ağaç. düşüncenin etkisiyle çeşitli yorumlarıyla
birlikte Platon ile Aristoteles'in tüm ça-
bodhisattvs (San.) (Pal_. bodhidsaJta) Hem lışmalannı Yunanca'dan Latince'ye çevir-
kendi benliğinin hem de başkalanrun meyi tasarlaıruş ve Aristoteles 'in *Oııa-
kurtuluşu için kendisini aydınlanmaya 11011'uyla sınırlı kaldıysa da yaşaırunın bü-
(Nİrrlmıa'ya) varmaya adamış; başkalanna yük bir bölümünü bu tasansını gerçek-
aydınlanma arayışlannda yardıma olmak leştirmeye adamıştır. Ortaçağda hepsi ayrı
için aydınlanmaya ulaşmasını geciktirmiş birer başwru kaynağı olarak görülen çe-
kişi. Genellikle, Buddha olma yolundaki virileri arasında Aristoteles'ten Biriıı•i Çıi"·
herkesin boJhisaJlva olduğunu öğreten zjimltmtler, Topik,a, &tegoriler, Yomm Ü~
Mahayana Buddhacılığı'nda kullanılan riııeve Sojisıltri11 Y111ıltı Çlkt.mmlan Ü~ııe
kavramlardan biridir. BoJhisathJa, *tlbar- ile Porphyrios'tan lsagog1 bulunmaktadır.
malann bile ötesine geçmiş biri diye ka- Yalnızca çevirilerle yetinmeyen Boethi-
bul edilir. Aynca bkz. Mahayana Budd- us'un çevirdiği metinler üzerine yazdığı
hacılığı; Nirvana. yorumlann belli başlılan arasında ise 111
lsagogm PD1pl!Jrii (()m11t111fa (Porphyrios'un
Boethius, Anicius Manlius Severinus Isagoge'si Üzerine Yorumlar) ve ln 0-
(480-525) Felsefe tarihinde Kilise Baba- arrınis Topiı"a (Cicero'nun Topika Uyar-
ları ile ortaçağın Skolastik düşünürleri a- laması Üzerine) ile Aristoteles'in Yorı11n
rasında yer alan, bu yüzden "en son Ro- Üz_entıt'si üstüne yazdığı iki yorum ve Kme-
malı" ya da "ilk Skolastik" gibi adlarla goriler üzerine yazdığı yorumlar sayılabi
anılan fılozof-tannbilimci ve Aristoteles lir. Boethius'un İ/eıtıti Çözjimlemeler için
yorumcusu. Boethius, Aristoteles mantı yaptığı çeviri ile Topikıı üzerine kendi yo-
ğına ilişkin düşünceleri, Aristoteles çevi- rumuysa günümüze ulaşamamıştır. Ayn-
rileri ve yorumlanyla geç klasik ile erken ca Boethius Aristoıeles mantığı üzerine
ortaçağ dönemlerinin düşün hayatına ka- beş özgün yapıt kaleme alıruştır: De l!J·
lıcı katlalarda bulunmuş; özellikle xıı. ve pothelitis syllııismis (Koşullu Tasımlar Ü-
Xlll. yüzyıllarda ortııçağ Latin dünyasını zerine), De syllogismo mtegorim (Koşulsuz
<lerinclen etkileyen felııeli tannbilimiyle Tasımlar Üzerine), IıılroJndio mi syUogis-
felsef~ tarihinde önemli bir rol oynamış 11101 taltgori"'s (Koşulsuz Tasımlara Giriş),
tır. Öyle ki, ortaçağ feL~efesinin en par- De divisio111 (Bölümleme Üzerine) ve De
lak dönemlerinden birini yaşadığı XII. topim di.ffimıtiis (Konular Ayrınu Üzeri-
yüzyıl kimi kaynaklarda ''Boethius Çağı" ne). Başyapıtı De amsolaıioııe philosophiae
(Aeıa.r Boıılimta) diye adlandırılmakta; hat- (Felsefenin Awntusu Üstüne) ile tanrı
ta bu yüzyılın tantıbilimcilerinin Boethi- bilim incelemelerinden oluşan Op111tNla
us'u İncil'den daha iyi bildikleri söylen- sa&rdya ise aşağıda değinilecektir.
mektedir. Boethius mantık çalışmalannda te-
Eski Yunan ile Roma felsefelerine melde Porphyrios'un Aristotdes'in man-
yüzyıUar içinde giderek azalan _ilgiyi ye- tığına giriş olarak yazdığı l111gDg1 adh ki-
niden uyandırmaya, özellikle de Aristo- tabının girişinde ortaya attığı sorular ü-
tcles'in mantığı ile metafiziğini yeniden zerinde durur: "Cinsler ve türler bir va-
aınlamlırmaya yönelik çalışmalanyla dik- roluşa sahip midirler yoksa yalnızca dü-
kat çeken Boethius, genel olarak, man- şüncemizde midirler? Eğer varlarsa mad-
Boethius 254
yüce iyi f:'s1111111111111 bo1111111) gibi konulan bilgi insan bilgisinden oldukça farklıdır.
ele alır ve Tann'nın evrenle, insaniann Zamansal süreçteki olaylar Tann tarafın
dünyasıyla ilişkileri üzerinde durur. Fel- dan bilinseler de aslında kutsal bilgi bir-
sefe, Boc:ıhius'un kaybettiklerinden ve birini izleyen geçmişi, şimdiyi ve geleceği
masum biri olarak gördüğü adaletsizlik- aşar. Kutsal bilme biçimi olarak ebedidir
lerden dert yanmasına karşıhk. ona kade- "e her şeyi eşzamanlı bir biçimde kapsar.
rin hediyeleri olan güç, zenginlik ve onu- Ebedilik ya da sonsuzluk yaşama sınırsız
run ikincil şeyler olduklannı; ancak bat- bir biçimde qzamanlı ve eksiksiz sahip
kalanna iyilik yapmak için kullanılırlarsa olmadır. Bu yüzden Tann'nın önceden
faydalı olacaklannı, diğer türlü bunlann bilgisine sahip olduğu olaylarla ilgili zo-
tinsel bilgelikle iliJkisi olmadığını hatır runluluk türü kesin değil koşulludur.
latır. Bilge insanın "kendisinden daha iyi Nasıl ki sizin birisinin yürüyor olduğunu
bir şey düşünülemeyen iyi"yle özdq o- bilmeniz onun oturma ya da yürüme ko-
lan iyinin, "en yüksek iyi"nin peşinden nusundaki özgür seçimini etkilemiyorsa,
koşması gerekir. İyiler merdiveninin ba- edimsel durumlann koşullu zorunluluğu
samaklan sonsuz sayıda olamayacağın da Tanrı bunlan bildiği için eylemin öz-
dan eksiksiz mutluluk olan "Saltık İyi"de gürlüğünü etkilemez.
son bulacaktır. Birey ya da tek tek iyiler Filozof ve tannbilimci kimliğinin ya-
parça parça değil tekil bir bütün olarak nında hem etkili bir devlet adamı hem
mutluluk verirler. Boethius Yeni Platon- de önemli bir bilgin olan Boetlıius, pek
cu bir anlayıfla bu ilkenin "Saltık İyi"nin çok felsefe tarihçisine göre Augustinus'
Saltık Bir olduğuna işaret ettiğini saw- un ölümünün üstünden geçen üç yüzyıl
nur; buradan da yaşayan her şeyin ev- boyunca Bau felsefesine kayda değer bir
rensel deneyimin parçalanmasını engel- katkıda bıılunmayı başarabilmiş tek dü-
lemeye ve birliği sağlayarak varolmaya şünürdür. Kutsal şeyiere saygısızlıkla suç-
çal!ftığını çıkarır. Her şey Tann 'ya yö- lanarak ölüme mahkılm edilmesine rağ
nelmiştir ve evrende parçalanmanın güç- men ortaçağ insanının gözünde Boethius
leri, Tann'nın kayrasi tarafından denetim iyi bir Hıristiyan, bir inanç şehididir.
altında tutulmaktadır: "Benim Tanrı'yla Antik çağlardan fdsefe adına kalan ne
anlatmak istediğim, her şeyi bir arada tu- varsa toplamaya, derlemeye, kurtarmaya
tan şeydir." Tann'nın kendisi varlık· o- çabalayan Boc:thius, klasik felsefe yapıt
landır ve kötülük varlığın eksildiği, bir lan üzerine yazdığı yorumlarla ortaçağ
hiçlik, varlık hiyerarfİsinde aşağıda olan- boyunca sürdürülmüş felsefe tartifmala-
hıra ait bir yoksunluktur. Boethius De nnın ana izleklerini oluşturan "kişi", "son-
,.,,ııso'4tione philosopbiat'nin sonlanna doğ suzluk", ·"enson mutluluk" gibi ka\'tam-
ru kayrayı tartışırken özgür istenç konu- lann da ilk tanımlayıası olmuştur.
sunu da ele alır. Boethius'un Felsefe'yle
diyalogundaki uslamlaması, eğer Tann bana lide(s) (Lat.) Hiçbir şekilde al-
olacak her şeyi biliyorsa ve olan her şe datma ya da kandırma niyeti taşımaksı
yin olması bir zorunluluksa insanlann zın sergilenen içten, dürüst tuwm için
özgür istence sahip olmadıklan ve dav- kullanılan Latince deyiş; yapmacıklık:tan
ranışlanndan ötürü adil biçimde ödüllen- uzak "iyi niyet" ya da "iyi inanç". İşin
dirilemeyecekleri ya da cezalandınlama içine hile hurda katılmamış sahici, gerçek
yacaklan yolludur. Felsefe buna zorunlu- davranış biçimi.
luklar arasında ayrıma giderek yanıt ve-
rir: Her sabah güneşin doğması gibi do- Bonaventura, Giovanni di Fidanza
ğal olaylar kesin zorunluluklardır; ko- (1217-1274) Skolastik felsefenin önemli
Jullu zorunluluklarsa olaylar arasındaki düşünürlerinden İtalyan Fransisken tan-
ilişkilere dayanır. Felsefe'ye göre kutsal nbilimci ve Kilise Babası. Bonaventura'
Bonavencura 256
nın düşünsel tavn Augustinusçu olmakla gısııun kaynaklan arasında "kutsal ay-
birlikte Aristotcles ve Platon 'dan da izler dınlanış"ın, yani tanrısal ışığın yanı sıra
taşır; bir başka deyişle, tanrıbilime oldu- felsefe ışığının, yani doğal bilgi kaynakla-
ğu kadar felsefeye de yakındır. Öte yan- nnın da önemli bir yeri vardır. Bu yüz-
dan Bonaventura'nın bir diğer önemli den Bonaventura kimi tanrıbilimcilerin
özelliği de -tıpkı İslam felsefesindeki ta- inanç ile us arasındaki bağları koparmaya
savvuf geleneğinde olduğu gibi- son çö- yönelik girişimlerini.doğru bulmaz. Buna
zümlemede düşüncelerinde gizemci bir- karşın tıpkı Anselmus gibi Bonaventura
takım öğclerin ön plana çıkmasıdır. da felsefe yöntemlerinin ancak dinsel
Aziz Bonaventura'nın düşüncesinde inancın ışığıyla aydınlatılması koşuluyla
ki bu nitelik zenginliği ya da tüm çeşitli doğruluğa ulaşma yetisi taşıdıklannı dü-
likleri içinde banndırma çabası büyük öl- şünmektedir. Bu anlamda, sözgelimi Bq-
çüde yaşadığı dönemde içinde birçok hi- naventur.ı'ya göre Tann'nın varlığını ta-
zipleşmenin görüldüğü Fransisken tari- nıtlamaya yönelik bütün uslamlamalann
katının başkanlığını yapmış olmasından dinsel inanç üzerinden yürütülmeleri zo-
kaynaklanmaktadır. Fransiskenlerin ken- runludur. Sonuç olarak Bonaventura bil-
di içindeki ayrılıklan gidermeye, aşın uç- gikuramİnda bir yandan dış dünyaya iliş
lan törpülemeye çalışan Bonaventura, ya- kin bilgimizin duyulara dayalı olup zih-
şamı boyunca felsefe ile tanrıqilim ara- nin varoluşa tabula rasa olarak geldiği
sındaki ilişki üzerine, usun ruhsal ve din- yollu Aristotelesçi düşünceyi savunur-
sel yaşamdaki rolü üzerine yazılar yaz- ken, diğer yandan evrensel kavramların
mış; Hıristiyan dünyasının dört bir ya- duyu imgelerinden elde edilişini ve dü-
nını dolaşarak vaazlar vermiştir. Aziz F- şünsel yargının kesinliğini açıklamak için
rancesco'nun yoksullukla ilgili kaıı gö- "kutsal aydınlanış"ın zorunlu olduğunu
rüşleri·temelinde kurulmuş olan Fransis- öne sürerek Augustinusçu tanrısal kayra
ken tarikatının üyeleri çileci bir Hırisıi anlayışına kucak açar.
yanca yaşam ülküsünü benimsemişlerdi. Zihttit1 Tat1nya Yokulıtğu Qtinerarium
Skolastik dönemin iki büyük tannbilim mentis ad deum, 1259) adlı diğer bir ün-
okulundan biri olan Fransisken tarikatı, lü yapıtında da açıkça ortaya koyduğu
geleneksel Augustinusçu tannbilim ile gibi Bonaventura'ya göre bu dünyanın
Yeni Platoncu felsefi öğeleri birleştirme kendisi Tann'ya ulaşmak için bir merdi-
ye çalışan tanrıbilim anlayışıyla, Aristo- vendir. İnsan, zihniyle yapacağı tinsel
teles'in usçu yaklaşımını Hıristiyan öğre yolculukta bu merdivenin her bir basa-
tisiyle birleştirerek tanrıbilime uygulama- mağında O'ndan bir iz bulacaktır. Bona-
ya ç"lışan, düşünsel temellerini biiyiik ventııra gizemci clüşiincenin ağırlıkta ol-
ölçüde Thomas Aquinas'ın attığı Domi- duğu bu çalışmasında, İslıim'daki tasav-
niken tarikatının karşısında yer almaktay- vuf öğretisini andırır bir biçimde, Tann'
dı. . ya ulaşan tinsel yolun bir merdivenin ba-
Bir skolastik olarak eğitimini Paris samakları gibi birbirini izleyen yedi ev-
Üniversitesi'nde sanat ve tannbilim üze- resi bulunduğunu söyler: zihnin Tann'
rine yapan Bonaventura, insan bilgisinin nın tüm yaratılmışlardaki, bir başka de-
temellerini ele aldığı Saıtatlımtı Taıtnbilimt yişle dış dünyadaki mükemmelliğinin iz-
GeriJiit1ii/ii ÜZfrlt1t (De Reductione Arti- lerini takip ederek başlattığı bu yolculuk,
um ad Theologiam) adlı tarihi belirsiz kişinin kendi iç dünyasına, içe dönerek,
yapıunda tüm bilgi türlerinin tannbilime içindeki sonsuz ruh üzerine derin düşün
hizmet ettiğini göstermeye çalışır. Ona celere dalarak Tann'run sevgisiyle ken-
göre Tann'nın bilgisi tüm bilgi türlerine dinden geçtiği Tann'yla "bir olma" evre-
içkin olup doğanın her y~ sinmiş ol- siyle sona erer.
duğundan, insanın (rann'ya ilişkin) bil- Bu konuda İslam tasavvufundan kimi
257 baiütüm yanıluıı
öğcler aldığı açıkça görülen Bonaven- Iikleri bakımından kurulan ilişkinin "ben-
tura, Farıibi ile İbn Sina gibi Aristoce- zeşim" e (analoji) dayandığını sawnmuş
lesçi İslam düşünürlerinin Yeni Platoncu tur.
öğelerle oluşturduklan türüm (st1Jliı') öğ
retisinden de oldukça etkilenmiştir. An- Bookchin, Murray bkz. anaqizm.
cak onun yaratım sürecinin Tann'run
salt iyiliğinden kaynaklandığını öne sür- bot küme [İng. t111p!J uı, 11111/ sıt, Fr. m-
düğü metafizik kuramında, İslıim düşü u111bk viJr, Alm. km 111111v, es. t. boı •iİlll·
nürlerinin Tann'dan sonra gelen ikincil k] bkz. küme; kümeler kuramı.
~11aklann başlarda yer aldığı bir sıra
düzen içinde varlıkların zorunlu olarak boult:Bis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesin-
sıralandıklan türüm öğretisine yer yok- de, özellikle de Aristoteles'in ahlak felse-
tur. O, Tann'nın yar-.ıtıcılığıru ön plana fesinde, ahlaki tercih tartışmasında geçen
alarak, İslıim düşünürlerinin türüm öğre "isteme"; "isteyerek yapma" anlamında
tisini aşırıya kaçmış Aristotelesçi usçulu- ki terim. Aynca bkz. proairesis.
ğun kötü bir örneği olarak görür. Dün-
yayı öncesiz sonrasız, türümü zorunlu ve bouleusis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
sürekli bir süreç olarak gören Aristote- sinde, özellikle de Aristoteles 'in ahlak
lesçiliğe şiddetle karşı çıkar. Bonaventu- felsefesinde, ahlıiki terci!:. tartışmasında
ra'run metafizik anlayışını belirleyen "ör- geçen; "enine boyuna düşünme", "üze-
nekçilik'' öğretisi onun bu görüşlerinin rinde kafa yorma", "ölçüp tartma" an-
bir sonucudur. Tann'yı Platoncu İdealan lamlanna gelen terim. Aynca bkz. p1J11-
örnek neden olarak kullanan bir yaratıa airesis.
olarak gören Augustinusçu tannbilimin
metafizik hakikate Aristotelesçilerin us- bölilf türücü adalet (İııg. Jiıı..-ih111Jve )111-
çu felsefesinden daha fazla yaklaştığını ıür, Fr. jııılia Jirlrib111i111; Alm. tlir1ribııliı1t
ileri süren Bonaventuıa, kendi metafızi gırıdılif,Niı] Herkesin hakkına düşen payı
ğinde Platon'un bilgeliğiyle Aristoteles'in vermek adına adil dağıtım ilkesini savu-
bilimselliğini birleştirdiğini düşündüğü A- nan, toplumun yarattığı tüm kaynakların
ugustinus 'un tanrıbilimini geliştirmeye ça- haktanır bir şekilde paylaşunlması gerek-
lışır. Bu bağlamda ortaya koyduğu ör- tiğini öne süren adalet anlayışı. Bir top-
nekçilik, tüm yaratılnuşlann Tann'runzih- lumda hem haklann hem de yükümlü-
ninrleki İdealardan (ya da "ilkörnekler'' lüklerin "herkese hak ettiği ölçüde" dü-
elen) ıürediği öğreti.•idir. Bonaventura'nın şüncesine dayalı bir eşitlik anlayışıyla
XJ il. yüzyılın çokça tartışılan tanrıbilim ıoplumun üyelerine Jağıulmasııu ya Ja
sorulanna verdiği yaıutlann tümü bu öğ bölüştürülmesini öngören adalet öğretisi.
retinin bir uzantısıdır. Nitekim Bonaven- Bir toplumda toplumun sağladığı ge-
tura bu çerçevede Tann'nın zihnindeki nel yararlar (gelirden ya da refahtan pay
bu ilkörnekler sonsuz sayıda olduğundan alma,, fırsat eşitliği vb.) !tadar çekilen sı
Tanrı'nın bilgisinin sınırsız olup tikdleri kıntılann da paylaşılması gerektiğinin al-
de kapsadığını; Tann'nın bu öncesiz son- tım çizen bu adalet anlayışı, John Rawls'
!'.ısız bilgisi kendisini de kapsadığından un başyapıu Bir AJaltı KıtrQllll'nda (A
tüm yaratılmışların zorunlu bir "taşma" Theory of Justice, 1971) "aynm ilkesi"
(fg~ ya da "türüm" (st1Jlit} süreci sonu- temelinde uzun uzadıya tartışılmıştır. Ay-
cunda değil Tann'nın kendi iradesiyle nca bkz. adalet; Rawls, John; aynın il-
onaya koyduğu bu bilme edimiyle yok- kesi.
tan var olduğunu; yaratılmış olan her şey
Tanrı'ıun zihninin tezahürleri olduğun bölütüm yanılusı bkz. yandtılı uslam-
dan Tann ile yaratuklan arasında nice- lama biçimleri.
Bradley, Francis Herben 258
Bradley, Francis Herben bkz. idea- nin zihinsel göstergesi olduğunu ve her
lizm; görünüf. ruhbilimsel deneyimin düşüncenin yö-
neldiği, "yönelirnsel nesne" diye de ad-
Brahman (San.) Sözcük anlıımı 'cinsi- landınlan bir nesne içerdiğini iddia eder:
yetsiz' demektir. Atmatlla birlikte Hint arzu söz konusu olduğunda bir ıry arzu
felsefesinin dayanağını oluşturan iki kav- ediliyor; düşünce söz konusu olduğunda
ramdan biridir. Sonul gerÇekliği dile ge- bir ıry düşünülüyor demektir. İçkin yö-
tirmek için kullanılır. Evrenin zemini ya nelmişlik kuramına göre bu bir m. yani
da varolanların tümünün kaynağı de- arzu edilen ya da düşünülen şey, ruhbi-
mektir. limsel bir deneyim olarak arzulama ya da.
Brahman görünmez, renksizdu-i göz düşünme deneyiminde doğrudan içeril-
ile kulağın eriminin dışındadır; eli ayağı mektcdir; başka bir deyişle, bu dene-
yoktur; soyu sopu yoktur; neredeyse bi- yimlere "içkin" dir. Brentano, bu durum
linemez, kavtanamazdır. Onu ancak var- fiziksel görüngüler için geçerli olmayıp
lığına inanan kişi bulur. İnanmayan kişi yalnızca zihinsel görüngüler için geçerli
nin cnu bulması olanaksızdır. Maddesel olduğundan, ruhbilimscl yönelmişliğin zi-
değildir; çok değildir. hinsel durumları fiziksel durumlardan a-
Pek çok Upanişad bilgini Brahman yır-.ın şey olduğunu öne sürer. Ona göre
ile Aımatt'ı aynı gerçekliği dile getirmek "görüngü" fiziksel nesnelerden ibaret ol-
için kullanır. At1111111 Brahman'ın kendisi- mayıp zihne verili olan fvJ.ere gönderme
dir; Brahman da her şey. Ayrıca bkz. Aı yapar. Yani Brentano'nun yaptığı aynm
man; Upaniıadlar; Badarayana. dünyada varolan kendilikler üzerine de-
ğil bilincin nesneleri üzerinedir. bu nes-
Brahmancılık [İng. Brahmaııisqr, Fr. neler arasında yönelmişlik gösterenleri
Bmhınattismr,Alm. Brahmattismus) Veda- zihinsel görüngü, göstermeyenleri fizik-
lar'a dayanan en eski Hint dini. Aynca sel görüngü olarak adlandırır. Bu yüzden
bkz. Brahman; Vedalar. de öğretisindeki ruhbilim kuramım "be-
timleyici ruhbilim" olarak adlandırır. Bu-
Brentano, Franz (1838-1917) Würz- na göre her bilinç yaşantısı bir nesneyi
burg ve Viyana ünivcrsitderinde arala- içerir; her bilinç yaşantısı "bir fdın bi-
nnda Edmund Husscrl ve Sigmund Fre- linci"dir; tüm bilinç "yönelimsd"dir.
ud'un da bulunduğu pek çok ünlü isme Brentano'nun deneyci ve olasılığa da-
ders vermiş olan Alman felsefeci ve ruh- yalı a poıımori bir bilim dalı olarak "ge-
bilimci. Felsefede Husserl'in kurduğu gö- netik ruhbilim" ile bazı yerlerde kendisi-
rüngübilimin temeli olarak kabul edilen nin de "görüngübilim" adıru verdiği, a
''yönelmişlik" (lntetttiottalitiifJ kuranuyla ön priori bir felsefi disiplin olan "betimleyici
plana çıkan Franz Brentano, ruhbilimde ruhbilim" arasında 1880'lerin sonuna doğ
de ruhbilimscl görüngü ile fiziksel gö- ru yapmaya başladığı ayrım :XX. yüzyılın
rüngü arasında yönelmişlik temelinde görüngübilimscl düşünce hareketini doğ
yaptığı aynından yola çıkan "betimleyici rudan etkilemiştir. Nitekim Husserl'in
ruhbilim" kuramıyla tanınır. düşüncelerine büyük değer verdiği 110-
Brentano'nun "yönelmişlik" kuramı cası Brentano'nun felsefesindeki boşluk
Skolastik felsefenin "ereksel varoluş" ları doldurmak için oluşturmaya koyul-
kavramına dayanır. Brentano bu kavramı duğu görüngübilimin ana konusunu da
alarak "içkin yönelmişlik" biçiminde ye- "yönelmişlik" oluşturur. Başka bir de-
niden kavtamlaştırnuştır. Brentano, De- yişle, Husserl'in "kesin bir bilim" olarak
ttryıel BakıfApnttd1111 Rılhbilim (Psycholo- temellendirmeye çalıştığı görüngübilim a-
gie vom empirischen Standpunkt, 1874) dına ortaya koyduğu çabaların tümü yö-
adlı başyapınnda yönelmişliğin düşünce- nelmişlik düşüncesinin açıklığa kavuştu-
259 Bruno, Giordano
cvren dizgclerioi eleştirip yermerkezli ev- yonizmden yana tavır ko)'an politik bir
renbilgisi anlayışlarını reddederek yerin lider olan Martin Bubcr 1938'de Filistin'
hareket ettiğini ve evrenin kendi dünya- e yerleşmiş ve Arap-Yahudi devletini sa-
mı7.a benzeyen sayısız dünyalardan oluş vunmuştur. Emekli olduğu 1951 yılına
tuğunu ileri sürmüştür. Bruno'nun Co- dek İbrani (Hebrew) Üniversitesi'nde
pcrnicus'un evren kuramını savunduğu toplum felsefesi profesörü olarak çalışan
bu kitabındaki temel savına göre, Tanrı Bubcr'in ilk çalışmalarında gizemcilik ol-
bu sonsuz evrenin her tarafında içsel bir dukça başat olsa da, daha sonraki çalış
ruh gibi kuşaııığt her şeyin devindiricisi- malarında insanın Tanrı'yla ı,>izemli bir-
dir. Bruno daha sonraki çalışmalarında liği ilişkisinin nihai amaç olduğunu red-
da Aristotelesçi fiziği eleştirerek kendi dederek, kısa ama etkileyici çalışması Ben
cvrenbilgisini ortaya koymayı sürdürür. ile Sen'de (leh und Du, 1923) Tann'yla
Yine aynı )'11 yazdığı De Uı causa, principio e insanın birbirinden ayn varolduğunu te-
uno (Neden, İlke ve Bir Üzerine) ile De mel alan bir ilişki felsefesi geliştirmiştir.
l'infinito universo e mondi (Sonsuz Evren Buber'in genel felsefesi kimileyin "diya-
ve Dünyalar Üzerine) acllı diyaloglarda A- log (söyleşme) felsefesi", kimileyin de
ristoteles'in ikici fizik anlayışını tekçi dün- "ben ile sen felsefesi" olarak adlandırılır.
ya ı,rörüşüne indirgeyerek tözlerin temel- Buber'in düşüncesinin temel nokta-
sını iki tür ilişki oluşturur: 'Ben-Sen' vc
de bir olduğunu, "biçim" ile "madde"
nin Bir'de birleştiğini, Varlık'ın sonsuz 'Ben-O'. 'Ben-Sen' diyalogu filozofu ola-
birliğini savunur. Daha çok ahlak ağırlık rak tanınan Buber, Ben'in başkalarıyla
lı düşüncelerini dile ı,>etirdiği De gli heroici karşılaşma yoluyla ortaya çıktığını ve
kan değil, soluduğum hava gibidir. Kişi, rinden ayrı olan Tanrı 'yla kullarının dur-
ancak bir 'Sen' olaİ:ak saygı duyduğu madan yenilenen bir karşılaşmasından
başkasına kendini bağlayabildiğinde bir doğmuştur.
'Ben' olur: '"Olmak' için Scn'e gerek- Buber'in başyapıtı Btıı ile Se11 dışın
sinmem var." İnsan yaşamı ve insanlık, daki diğer önemli çalışmalan şunlardır:
ancak böylesi gerçek birlikteliklerde var- gizemci dönemini yansıtan Da11ill (Dani-
lık kazanır. Bir insanı tanımak, onun ö- el, l 923); Egitim Sis/rllJİ ÜZ!fi11e Ko1111111111
zelliklerini bilmekle değil, onunla karşı (Rede über das Erzieherische, l 926);
lıklı bir ilişki oluşturarak gerçekleşebilir: XII. ve XIII. yüzyılda gelişen ve yine gi-
"ilişki içinde varolma isteği". İnsan, baş zemci öğcler taşıyan Hasidiliği inceleyen
kasının varlığına tümüyle katılmaz, on- HMidilile YaZJlan (Chassidischen Bücher,
dan bir çıkar beklentisiyle ilişkiye ken- 1927); 0111111111 ve Dii'!J'I Cöriifii (Bildung
dinden bir şeyler eklemez ve nesnel bir und Weltanschauung, 1935); Te/eiller Ü·
gözlemci tutumuyla davranır ise, böyle Z!rİllt Soru (Die Frage an den Einzelnen,
bir durumda 'Ben-Sen' ilişkisi 'Ben-O' 1936); Ütopya Yollan (Netivot be-utopya,
ilişkisine. dönüşür. 'Ben-Sen' ilişkisinde 1947); İ11ta11 Soru1111 (Das Problem des
'Ben', Başkası 'nı birtakım çerçevelere Menschen, 1947); YaZJlar (Die Scluift,
sokmadan dinler. Gerçek dinlemeyi, öy- 1954-1962) ile Altı Gün Savaşı'nı taki-
lesine dinlemeden ayıran da budur. Bu- ben yazdığı ve savaş ile barış üzerine
ber, insanların soyut kurallara göre eyle- ahlaki konulan ele alan ve ölümünden
yen, soyutlannuş, özerk bireyler olduğu sonra yayımlanan Yedi11d Cii11 (Sihot lo-
görüşünü reddeder. Gerçeklik, bireyler hamin, 1967).
birbirleriyle karşılaşırken ve birbirlerini
değişime uğratırken ortaya çıkar. Bir Buddha Buddhacılığın kurucusu olarak
başka deyişle, gerçeklik diyaloga dayalı sonradan Buddha, yani "Aydınlanmış",
dır; "sahici söyleşme"den doğar. diye anılan Siddhartha Gautama. Yakla-
'Ben-O' ilişkisinde ise başkasına, top- şık olarak M.ô. 563-483 yıllan arasında
lumsal ya da ekonomik güçlerce yönlen- yaşamıştır. Şimdi Nepal'de kalan Lambi-
dirilen, kişiselliği olmayan bir nesne gibi ni'de doğmuştur. Sakyalardan olduğu i-
davranmak söz konusudur. Buber 'Ben- çin Sakyamuni adıyla da bilinir.
0' ilişkisinin kişi,lerarası alanda bile zo- Tarihsel bir kişilik olarak Buddha'nın
runlu olduğunu kabul etse de, onun mo- ne yaşamıyla ne de öğretisiyle (dhamıa)
dem yaşamdaki başatlığından derin bir ilgili güvenilir kaynaklar yoksa da yaşamı
keder duyar. Felsefe ve tannbilim çalış hakkında yaygın olarak kabul edilmiş
malarında, yiıircliğimiz 'Ben-Sen' ilişkisi pek çok efsane vardır. Annesi onu ova-
yetimizi bize yeniden kazandırmaya çalı lık bir yerde bir ağacın altında doğurur;
şır. yedi gün sonra da ölür. Prenstir; bir sa-
Buber, Tann'yı 'O' olmayan, sonu! rayda lüks içinde yaşar. Burada, babası
bir 'Sen' olarak betimler. Tanrı'ya çıka onun dünyadaki hastalık, yaşlılık, ölüm
nmla değil, kutsal varoluşun somut ger- gibi felalretlerle karşılaşmasını engelle-
çekliğine duyulan sahici bir istekle ulaşı meye çalışır. Çünkü oğlu dünyanın kö-
lır. Buber'in Taiın ile insan ilişkisine yö- tülükleriyle yüzyüze gelirse krallığını yö-
nelik bir tür tannbilimscl anarşizm ola- netmeyecek bir çilekeş, bir ermiş ola-
rak görülebilecek düşünceleri, Tanrı'nın caktır. On altısında evlendirilir; bir oğlu
bir dogma konusu olarak ele alınmama olur.
sı, kurallar buyuran ya da ibadet biçim- Ne ki, bir gün arabayla giderken yaşlı
leri emreden bir yasakoyucu olarak gö- birini görür; arabacıya bu adamın niye
rülmemesi gerektiğinin altını koyuca çi- digcr insanlara benzemediğini sorar. A-
zer. Buber'e göre, kutsal metinler birbi- rabacı bu kişinin yaşlı olduğunu söyler
Buddha 262
Ölümünden sonra Buddha'nın öğreti ki Geyikli Park'ta yakın dostu olan beş
si Theı:avada (ya da Hinayana) ile Maha- çileciye anlatıt. Bunlar Dört Yüce Haki-
yana olmak üzere ilci ana kola aynlmış; kat ile Yüce Sekizli Yol'un (bkz. Budd-
Buddhaalık ba~angıçta yalnızca Hindis- ha) anlatıldığı vaazlardır.
tan'da inanılan bir öğrctiyken, sonı:a ne- Buddhaalık Hindistan'da gelişmiş; en
redeyse bütün Doğu Asya'yı etkisi. altına parlak çağını da M.Ö. 270 yılında tahta
almıştıt. Aynca bkz. Buddhacılık; Ma- geçmiş olan İmparator Aşoka zamanın
hayana Buddhacıiı41; TheravadaBudd- da yaşamıştır. Buddha'nın ölümünden
hacılıfı; Üç Mücevher; dhıum~ kıum~ sonı:a yapılan Buddhacı ilk konseyde
samsar~ Nirvana (Rajagraha, M.Ô. 483) Buddha'nın öğ
retileri bir bütün oluşturacak biçimde to-
Buddhacılık ~ng. B11Jdbimr, Fr. Bo11JJ- parlanmaya çalışılmıştır. İkinci konseyde
hiımr, Alm. B11JJhiı11111.ij Dünyanın büyük (Vesali, M.Ö. 383) birtakım görüş ay-
dinlerinden en eskisidir. Buddhaolık, nlıklan Theravada (Hinayana), Mahaya-
Buddha'nın öğretisinin başka başka bi- na, Vajı:ayana gibi okullann ortaya çık
çimlerde yorumlanmasıyla oluşturulmuş masına neden olmuştur. Bunlardan gö-
tur. Bir din olduğu kadar bir yaşama fel- riişleri en katı olan okul Theravada'dır.
sefesi de sunar. Acı çeken insana Nimı- Bu okul herkese açık değildir. Manastır
11a'ya, aydınlanmaya ulaşma yolunu açar. terbiyesiyle, medistasyonla Nirvandya an-
Buna göre kişi, aydınlanmaya aşırılıklar cak bazı insanların ulaşabileceği savın
dan kaçıp Orta Yol'u izleyerek varabilir. dadır. Mahayanacılarsa sıkı manastır dü-
Buddhaolık bu yolu öğretecektir. Bu yo- zeni olmadan herkesin Nirva11a'ya ulaşa
lu öğretme savındaki Buddhaalığa göre bileceğini kabul ederler; amaçlan bazı in-
dünya yaşamı canlılar için zahmetlerle sanlann değil her insanın aydınlanmaya
doludur; bu zahmetlerse acıya yol açar. varmasıdır. "Elmas Araç" demeye gelen
Dünya yaşamındaki asıl amaç da bu acı Vajrayana ise hem çok katı hem de ser-
dan kurtulmaktır. best kurallarla Nirvat1a'ya vardırmayı he-
Buddhaalığı oluşturan üç şey vardır: defleyen, yine de çok zor uygulamaları
Buddha, Jhamra, ıa11gha. Buddhacıların olan bir okuldur. Bu bölünmelerden sonra
kutsal saydığı bu şeylere "Üç Mücevher" üçüncü bir konsey (Patalipurta, M.Ö. 247)
de denir. daha toplanır.
Sözcük anlamı "Aydınlanmış" demek Bu okullardan Theravada ile Mahaya-
olan Buddha, özellikle Gautama Budd- na kendi içinde şu okullara aynlır: 1)
ha'nın, yani Buddhaalığın tarihsel olarak Theravada (Hinayana ya da Sthaviravada
kurucusu olan kişinin sanı olarak kulla- da denir): 1- Haimavatas; 2- Dharma-
nılır. Bununla birlikte, Buddhacılara gö- guptakas; 3- Mahishasakas-Vaibhashika;
re, Jha'111ayı keşfedip bildiren sınırsız 4- Kashyapitas; 5- Sautrantikas; 6- Vatsi-
Buddhalar dizisinden biridir de. putriyas (Bu okul içerisinde a- Dharmot-
Dharma, Buddha'nın keşfedip bildir- tariya, b- Bhadı:ayaniyas, C" Sammitiyas,
diği, "evrenin yasası"dır; Buddhacı öğre ç- Chanagankas gibi okullar vardır); 7-
tidir. Sarvastivadins (Bu okullardan en temel
Örgüt demeye gelen ıa11gha ise, aslın olanlan Mahishasakas~Vaibhashika ile
da, ı:ahipler, rahibeler ile sıı:adan insanla- Sautrantikas'tır). 11) Mahayana (Maha-
nn oluşturduğu Buddhacı topluluktur. sanghikas da denir): 1- Ekavyavaharikas;
Sonralan rahipler, ı:ahibelcr, bir de bun- 2- Lokottaravadins; 3- Kukkulikas; 4-
ların çömezlerinin düzeni demeye gel- Bahushrutiyas; 5- Prajnaptivadins; 6- Ca-
miştir (bugün de bu anlamda kullanılır). ittikas; 7- Aparashailas; 8- Uttarashailas;
Buddha sonradan öğretisinin temelini 9- Yogacara; 10- Madhyamika (Bu son
oluştuı:acak şeyleri Benares yakınlannda- iki okulun Mahayana'nın gelişmesine ol-
265 bulgulama
Alm. hemisli/ıı] Eski Yunanca'da "keş !eneğinin karşısına kendi geliştirdiği ya-
fetme", "bulup çıkarma" anlamlarına ge- pısökümcü okuma yordamıyla dikilmek-
len helll'İslui11 sözcüğünden türetilmiş te- tedir. Buna göre Platon'dan Husserl'e
rim: "keşfetme sanau" (Lat. an iıwe11it11- değin hemen bütün filozoflar dolaysız,
tk). Bu bağlamda, deneme-yanılmaya da- doğrudan, hiçbir aracıya ya da dolayım
yalı bir süreç içinde araştırmaya katılan lamaya konu olmaksızın varolan bir ke-
ve sorunun çözümüne katkıda bulunan sinlik alanı olduğunu baştan sorgulamak-
her türden öğeye b11lg11raf, bir araşumıayı sızın varsaymışlardır. Derrida, felsefe ta-
yönlendirmeye ya da başlatmaya yarayan, rihinde büyük filozoflarca yazılmış belli
doğruluğu ya da yanlışlığı araşunlmayan, başlı klasik felsefe metinlerini yapısö
araştınnacyı yeni bilgiler bulgulamaya gö- kümcü okuma yordamıyla ele alırken,
türen geçici varsayıma lmlg11ral varr'!Y""; böyle bir kesinlik alanının daha varolup
öğretim sürecinde öğrencinin etkinliği olmadığını kesinlemeden, filozofların söz
nin artırılarak öğretilmek istenilen şeyin konusu alanın peşine düşme çabasının
öğrencinin kendisi tarafından bulunma- önü alınamaz, son derece tehlikeli bir
sını sağlamaya dayalı eğitbilim yöntemi- metaftzik istekten kaynaklandığını gös-
ne de b11/g11ralyöntem denir. termeye çalışır. Nitekim Derrida'nın he-
men bütün yapısökümcü okumalarının
bulunut metafıziği [İng. mttapf?yritr of ana hedefini, pek çok filozofun düşün
preremr, Fr. 111iıapl?Jsiq11e J11 pnseıta; Alm. cesinin kaynağının ve kökeninin "bulu-
meıapl!Jıilıı der prörnız. (Derrida) / 111etap'1J- nuş" sayıltısında yattığını göstermek o-
ıilıı Jer am11ere11htit (Heidcgger)] Yakın dö- luşturmaktadır. Sözgelimi Husscrl'in fel-
nem Fransız düşüncesinin en etkili dü- sefece düşünme izlencesinde an bir an-
şünürlerinden Jacques Derrida'nın, bü- latım biçemi bulgulamak adına yürütülen
tün bir Batı felsefesinin düşünme gele- araştırma, aslında değme bir "bulunuş"
neğinin köküne dek işlediğini düşündü arayışına karşılık gelmektedir. Böylelikle
ğü en. temel, en sorunlu metaftzik var- Derrida, geleneksel felsefe yapma tarzı
sayımlarından birini anlatmak amacıyla nın enson olanağı "bulunur'u tanımaya
başvurduğu kilit önemi bulunan felsefe rak, şu ana gelinene değin filozoflarca
terimi. Bu anlamda "bulunuş metaftziği" tutulmuş yolun temellerini ve dayanakla-
deyişi, enson gerçeklik diye adlandırıla nru, yolun bugüne gelinene dek katedil-
nın kendi içinde değişmez ve bölünmez miş bölümünü yerinden oynatarak sö-
bir "birlik" oluşturduğu, bu enson ger- ker. Derrida "bulunuş" gibi yanıltılı bir
çekliğin birliği karşısında görünürdeki metafızik tasarımı olumsuzlamakla, fel-
aynlıklann gerçek anlamda birer ayrılık sefe metinlerinde izine rastladığı her yer-
olmadıklarının düşünüldüğü her türden de onu yoksaymakla, "bulunuş" düşün
metafizik yönü ağır basan düşünceyi ta- cesinde içerimlenen "şimdi" diye nitele-
nımlamaktadır. "Bulunuş" sözcüğünün nebilecek belli bir tikel ana göndermede
özellikle Batıdillerindeki karşılıklarına bulunuyor olma varsayımının da yapısını
bakıldığında aynı anda hem "yer" hem sökmüş olmaktadır. "Bulunuş metafizi-
de "zaman" bildirdiği görülür. Bu ne- ği" bu afılamda o an deneyimlediğimiz
denle terim üzerine yürütülen tartışmala algısal dünyanın kendisine duyulan inanç-
nn odak noktasıru, terimin bir yanda tan kaynaklanmaktadır. "Bulunuş" önka-
"buradalık" bildiren bir "yer belirteci" bulüne karşı açtığı savaşla Derrida, ilk
olması, öbür yanda "şimdi"yi ya da "şu bakışta karşıt konumda gibi görünen pek
anı" bildiren bir "zaman kipi" olması o- çok felsefe konumunu, sözgelimi "man-
luşturmaktadır. tıkçı olguculuk" ile "görüngübilim" ara~
Derrida; "bulunuş metafiziği" diye sındaki ilişkide olduğu üzere, aynı temel
adlanc;lırdığı bütün bir Batı felsefesi gc- yanlış tasanmlamanın değişik yüzleri ola-
U7 Buridan,Jean
rak bulunuş metafiziği içlııe yerleştirmiş felsefesinde genci olarak ortaçağ adcıla
olmaktadır. Özünde bulunuş metafiziği nnın birçoğu gibi tümellerin, zihnin bir-
nin maskesini düşürmeyi amaçlayan Der- çok şeyi şöyle ya da böyle kavrayabildiği
rida'nın bu yöntemi, felsefe tarihinin na- kavramlar olmalan dışında, gerçekte bu-
sıl okunabileceğine yönelik çok özgün lunmadığım savunmuş; varlıkbilgisindc i-
bir okuma yordamını dolaşıma sokuyor se yalıuzca tikel tözlerin ve niteliklerin
olması bakımından da aynca önemlidir. varhğını kabul etmiştir.
Derrida'nın bulunuş metafi2iği diye ad- Buridan'ın seçmeci öğclcr içeren ait-
landırdığı sorunsala karşı geliştirdiği ya- lik felsefesinde ortaya koyduğu kendine
pısökümcü konumun üstünde, Nietzsc- özgü istenç kuramı ise "Buridan'ın eşe
he'nin bütün bir felsefe tarihinde hakika- ği" olarak. bilinen ilginç bir örneğe kay-
tin beşiği olarak değerlendirilen "içyaşan naklı\l eder. Aynı ölçüde çekici iki saman
tı" varsayımını yoksaymayı erek edinmiş b-.a.lyasının tam ortasında duran bir eşe
sözdeyişlerinin önemli bir etkisi olduğu ğin iki balyadan birini seçemeyerek so-
gibi Wittgenstein'ın "özel dil uslamlama- nunda açlıktın öldüğü bu örnek sanıldığı
sı"mn olanaksızlığını tanıtlamak amacıy gibi Buridan tarafından kullanılmamış;
la yürüttüğü felsefece soruşturmalann da muhtemelen onun benzer ama daha ma-
derin izleri daha ilk bakışta duyumsan- kul örneklerle savunduğu istencin cylc-
maktadır. Aynca bkz. aynın metafıziği. me özgürlüğünün nasıl davranılması ge-
rektiği yönünde zorlayıa bir neden bu-
Buridan,Jean (1300-1358) Smlastik dö- lunmadığında seçimi erteleme yetisine
nemde yaşamış Aristotelesçi Fransız fi- dayandığını savunduğu istenç kuramım
lozof. Jean Buridan döneminin düşünür karikatürleştirmek isteyen clcştiricileri ta-
lerinden farklı olarak tannbilim yerine rafından uydurulmuştur. Buridan'a göre
mantık ve bugün doğa bilimleri diyebile- istenç, hiçbir zaman ''kötü" olanı seçme-
ceğimiz doğa felsefesi içinde yer alan ko- yecek olsa da, seçeneklerin hangisinin da-
nularla ilgilenmiştir. Buridan'ın mantık ha iyi olduğu konusunda şüpheli bir du-
üzerine en önemli çalışmaları İspanyol rum söz konusu olduğunda usun önüne
Pedro olarıık da bilinen Papa XXI. Jo- koyduğu iki seçenekten birini seçme işini
hannes'in kendisinden bir yüzyıl kadar crtclcmckte özgürdür. İstencin bu tutu-
önce yazdığı ve döneminde temel ders mu insanın bilgikuramsal açıdan oldukça
kitabı olarak okutıılan S1U11111111M LJıfimles fakir olduğu bu dünyada onun özgürlü-
adlı mantık çalışması üzerine yorumlar ğünün güvencesidir. Buridan'ın Nikomtl/e-
içeren bir manağa giriş kitıbı olan Dg.. /Joı'tı Elik üzerine yazdığı yorumunda yer
kir.Jile Ü!(!rinl ô~ılır (Summulae de dia- alan bu istenç kuramı, Dominikenlerin
lcctica), çıkarım biçimlerini ele aldığı So- Aristotelcs'in "istenç güçsüzlüğü" ("'11/e-
""flar Ü!(!ritıt İt1alt111t (fractııtus de Con- msüi) kavramından yola çıkan usçu ve
sequentiis) ile mantıksal önermelerin an- doğala etiğinden kaynaklanan, Thomas
lamlan ve doğruluklan üzerinde durduğu Aquinas'ın geliştirdiği. nesnesi anlık tara-
Yll111/11J111Galaidır (Sophismata). Bu çalış fından "iyi" olarak kavranan bir amaç
malarında kendine özgü bir önermeler olan istenç anlayışına dayalı atıll/eplt/okı
kuramı geliştirerek bu kuram temelinde Augustinus ile onu izleyen Duns Scotus
mantık çıkarunlaruu inceleyen Buridan, ve Ockharnlı Wılliam gibi Pransiskcnlc-
ortaçağ mantığına hikim olan terimci ge- rin istenci anlığın ve düşünmenin üze-
lenek çerçevesinde terimleri mantıkw rinde tutup "doğru" ile "iyi"yi de özgür
çözümlemenin temel birimleri olarak gör- bir güç olarak gördükleri istence bağla
müştür. Tümcllcr konusunda Ockharnlı yan İsktı(fİliği arasında ortak bir zemin
Wılliam'ı izlcycn Buridaıı. bazı noktalar- oluşturma girişimi olarıık da okunabilir.
da onun adcılık anlayışından aynlsa da Sıkı bir Aristoteles yorumcusu olan
Buridan'ın eşeği 268
Aristoıekı'in Polilika'n ÜZ!fİnt S onılar 1765 yılından itibaren etkin bir bi-
(Quaestiones supcr octo libros politico- çimde siyasetle ilgilenmeye başlayan Bur-
rum Aristotclis), Arisıoıeleı'in Göfftliizji Ü- ke, Avam Kamarası'na girdikten sonra
!(!rint'.ri Ürliine Sonıfnr (Quaestiones su- yazdığı Fmnıailalei Devrim ÜZ!fİnt Diişiit1-
per lil:iris quattuor De caelo et mundo), rrler (Reflections on the Revolution in
Ariıtoıekı'in Yonım Ü!(!rine'si Üıliitlt Sonı France, 1790) ve Yeni lf7higkrıJm Eıleilm
lar (Quaestiones longc supcr librum Pc- Çnğn (An Appeal from the New to the
rihernıencias), Arisıoıeleı'it1 Rııb Üztrine'si Old Whigs, 1791) gibi yapıtlarında dö-
Üıliine S onılar (Quaestiones in Aristotelis neminin temel siyasal tutumlarını serim-
De anirna) ile Arisıoıeles'in Kategorikr'i Ü- leyerek bunları tutucu bir baloş açısın
!(!rİ11e Somlar (Quaestiones in Praedica- dan el~ştirmişıir. Burke'nin siyasal yazı
menta) adlan sayılabilir. larına hakim olan felsefi tutum temelde
kuşkuculuktur. Burke, Aydınlanma 'nın si-
Buridan'ın eşeği bkz. Buridan, Jean. yasal usçuluğuna, Aydınlanmaalann si-
yasal alanda soyut usçu yapılara, ülkülere
Burke, Edmund (1729-1797) Çağdaş ve amaçlara ulaşılabileceğine dair besle-
tutuculuğun babası olarak anılan İngiliz dikleri umuda karşı derin bir güvensizlik
devlet adamı, siyaset felsefecisi ve estetik duymaktadır. Nitekim Franıa'dnki Doo111
kuramcısı. Edmund Burke'nin XVIII. ÜZ!rine Dii/İİ1Utkr adlı çalışmasında 1688
yüzyılın Aydınlanma ve Devrim düşün İngiliz Devrirni'ni onaylarken Aydınlan
celerine karşı bir tepki olarak ortaya koy- macı Fransız Devrirni'ni mahkfun eder.
duğu görüşleri, ardından gelen Joseph de 1688'i başarısız bir devrim girişimi ola-
Maistre'ninkilerle (1753-1821) birlikte tu- rak yorumlayanlara karşı yanıtı ise bunun
tuculuğun siyaset felsefesinde kendisine olası bir devrimi önleyen, toplumsal de-
bir yer açmasında başrolü oynamıştır. vamlılık yönünde her şeyi göze almış ce-
İrlandalı bir dava vekilinin oğlu olan sur bir girişim olduğudur. Ona göre in-
ve hukuk öğrenimini yanda bırakarak san doğası kusursuz olmadığından gele-
yazmaya yönden Burke'nin İngiltere'de neklerin kılavuzluğuna ve yerleşik düzeni
kendine bir ün sağlaması, estetik kuram- koruyan güçlü bir yetkenin yönetimine
ları üzerine yazdığı eleştirel çalışması Yii- ihtiyaç vardır. Toplumsal yaşamın de-
a 11t GiiZfl Üıliine Diifiintelerimizj11 Kiikt- vamlılığı için gelenekler korunmalı, mül-
nine İli/kin Felre.ft Bir Araş11,.,,,a'yla (A kiyete saygı duygusu gelişıirilmeli, geç-
Philosophical Enquiry into the Origin of mişten gelen değerlere saygı gösterilme-
Our Ideas of the Sublime and Beautiful, lidir. Burke, bütün bunlara karşı büyük
1757) gerçekleşmiştir. İngiltere'de çok sa- bir tehdit olarak gördüğü ve tüm Avru-
yıda baskı yaptıktan sonra Fransızca ve pa'ya yayılmasından korktuğu devrim dal-
Almanca çevirileriyle ülke sınıtlannı aşa- gasına şiddetle karşı durur. Ona göre top-
269 Buder, Joseph
!umun yeniden kuruluşu devrim yoluyla Beş Vaaz, 1726) ve Tht Aııaiogy of&/~
gerçekleştirilebilecek bir "eylem" değil, i011, NatımJ aııd &waled, ıo the Co11ılitııtio11
kuşaklar boyu süren tarihsel bir "süreç" aııd Coıım of Natııtr. (Doğ.ıya ve Vahye
tir. Fraruıızların yönetimlerini yeni baş Dayanan Dinlerin Doğanın Yapısı ve
tan düzenlerken temel aldıktan usa, so- Seyriyle Benzeşimi, 1736) adlı klasik ya-
yut düşüncelere dayalı doğal hak, eşitlik pıdannda ahlaka insan doğasını göz ö-
ve özgürlük gibi a priori ilkelerin "filo- nüne alarak deneysel yoldan yaklaşmış;
zoflar"ın kuıamsal dogmacılığından kay- ahlakın temelde insan doğasını izleme
naklandığını öne süren Burke, imanın ve meselesi olduğunu göstermeye çalışmış
insan yapısı kurumlann karmaşık ve çe- tır.
lişkilerle dolu doğasını bildiklerinden, İn 011 Beı Vaa{da bütün itkilerin haz ve
gilizlerin siyasetin (ya da daha genelde mutluluk arzusuna indirgenebileceği gö-
"insan"ın) sınırlı doğasını genişletip ku- rüşünü sawnan hazcı etik anlayışını red-
sursuz hale getirme amaayla ortaya atı deden Butler, insan doğasının çeşidi par-
lan bu tür kavıamlann birer yanılsama çalardan -özel tutkular, özsevgi, yardım
dan ibaret olduğunu görebilecek kadar severlik, vicdan ya da düşünümsellik il-
görmüş geçirmiş olduklannı belirtir. kesi- oluştuğunu ve insan doğasını an-
Toplumsal ve siyasal sorunlann çö- lamak istiyorsak bu parçalan birbirleriyle
zümünde köktenciliği dışlayıp geleneği bağlantılı olarak, özellikle de düşünüm
ön plana alan bu tuwmuyla Burke, otur- ve vicdan yetkeleriyle bağlanıılı olarak
muş toplumsal doku parçalandığında top- düşiinmemiz gerektiğini savunur. Butler'
lumun geleceğine ilişkin hiçbir beklenti- ın insan doğası anlayışında bu parçalar
nin kalmayacağı üzerinde durarak, top- arasında hiyerarşik bir düzen söz konu-
lumsal kimliğin oluşumu ile toplumsal sudur. Bu hiyerarşik düzenin en tepesin-
yaşamın devamlılığında en büyük payın de özsevgi ve yardımseverliğin izlediği
geçmişten gelen uzlaşımlar-.ı ve yerleşik vicdan yer alırken, en altta özel tuckular
kurumlara (Kilise, mülkiyet, monarşi vb.) yer almaktadır.
ait olduğunun altını koyuca çizmektedir. Butler'a göre insan doğasında en bü-
Bunlar karşısında bireyin doğal haklanna yük yetke olan vicdan erdemin düzenle-
üstünlük atfeunenin bireyi toplumsal bağ yici ilkesi; bir wwm ya da davraruşı ah-
lanndan kopararak anarşiye yol açacağını laken onaylama ya da onaylamama yete-
savlayan Burke, gelenekleri doğal hak- neğidir. Vicdan bir eylem ya da durumu
lardan, duygulanımı ve du}•gusal bağlılık ahlaki açıdan oturup diişünmeye hazır
lan ustan üstün tutar. Usa ve soyutlama- lanan insanın yol göstericisidir. Ôte yan-
ya karşı takındığı bu düşmanca tuwm dan Butler insanın özgür irade sahibi
yüzünden onun bir siyaset kuramcısı, olması nedeniyle vicdanını izleyip izle-
hatta bir felsefeci bile sayılamayacağını memekte, onun sesine kulak verip ver-
iddia edenler olsa da Burke'nin çalışma memekte özgür olduğunun da altını çi-
lan bugün siyaset felsefesinde tutucu si- zer. Ôzsevgi ise diğer arzulanınızın do-
yasal düşüncenin klasikleri arasında sa- yumuna bağlı olan kendi mutluluğumuz
yılmaktadır. Ayrıca bkz. tutuculuk; ge- için duyduğumuz arzudur. Düşünümsel
lenekçilik; siyaset felsefesi. ya da ussal bir ilke olan özsevgi bize tut-
kulan denetleme ölçütünü sağlar ve vic-
Buder, Joseph (1692-1752) Ahlak fel- danın yardımıyla tutkulan düzene sokar.
sefesine ve ödevbilgisel etiğin gelişimine Ama özsevgi bizim yegane dü~ünümsel
yaptığı önemli katkılarla tanınan İngiliz arzumuz değildir; yardımseverlik ilkesi
ıannbilimci ve Anglikan piskoposu. Jo- de düşünümsel bir arzudur. Yardımse
seph Butler, Fiftee11 Smmms PrradltJ at the verlik başkalarının iyiliğinin, refahının
&Us Chapel (R.olls Şapeli'nde Verilen On düşünülmesidir. Her türden tutkuya ya
buyrukçuluk 270
ele' alır. Campanella'run Giitıtş O/kesi yoran ilk düşünür olarak anılmaya baş
toplumsal eşitliğin sağlandığı, herkes için lanmıştır. Yapıtlarında dinsel gelenekle
bir işin bulunduğu, özel mülkiyetin söz giderek daha amansız bir savaşını içine
konusu olmadığı, yumaşhmn vatanse- giren dünyevileşme çağının deneyimleri-
verlik ve sorumluluk bilincine sah.ip ol- ni söylenbilgiselleştirerek, en azından ge-
duğu bir yerdir. Ütopya yazınının önde çici bir süreliğine çağdaş Avrupa'da esa-
gelen eserlerinden biri olıırak kabul edi- mesi okunmayan bengisel değerlerin yar-
len bu çalışmada, topluluk bir fılozof dımı olmaksızın yaşamaktan, en önemlisi
rahip tarafından astroloji ilkelerine göre de yaratmaktan başka bir çıkar yolu ol-
yönetilmektedir. Giinq Ôlluıi bir anlam- mayan insanın çaresizliğini dramatik bir
da Campanella'nın mutluluk dönemin.in dille öykülemektedir. Daha ilk baloşta Ca-
geleceğine yöncl.ik umudunun, binyılcılı mus'nün düşüncelerin.in yaşamı boyunca
ğının bir anlaUmıdır. Dönemin geçerli o- yaşadıklannca belirlendiği görülmekte-
lan Hıristiyan ekonomisi ile Campanella' dir. Cezayirli yoksul bir işçi ailesin.in oğlu
nın engellendiğini düşündüğü akılcı bir olarak, Müslümanların çoğunluğu oluş
h\çiınde düzenlenmiş, geleceği beklenen turduğu toplumsal etnik bir kültürden
mutluluk dönemi ("komünist binyılcı e- koparak geldiği Fransa'da, tam bir dış
konomi") karşılaştırılamazlarmış gibi gö- lanmış!µ<. sınırında Bau uygarlığıyla kar-
rünseler de, Campanella'nın Giineş Ôlke- şılaşmıştır. Fransız sömürgesi konumun-
Iİ ile diğer yazılarında savu!ldıığıı teok- daki bir ülkeden gelen bir kişi olarak
ratik Papalık monarşisi arasında bir bü- Fransa'da travmayı aratmayacak denli a-
tünlük bulunmaktadır: dünyevi ve ruhani ğır şeyler yaşamış olsa da, bir yanda kül-
olanın papaz-kral tarafından yönetilen ev- türel yaratılarının parlaklığına hayranlık
rensel bir monarşide birleştirilmesi. As- duyarken, öbür yanda insanlıkdışı uygu-
lında Campanella'nın biitün yazılarında lamalarına tiksintiyle bakıyor olması, Av-
işlediği temel düşünce, din.in biçimlendi- rupa uygarlığına yönelik ikircikli bir tu-
rici siyasetin.in zorunluluğu ile evrensel ıum içinde olduğunu göstermektedir. Ca-
monarşinin zorunluluğudur. Campanella, mus daha on yedi yaşındayken, giderek
bu düşüncelerinden de anlaşılacağı üze- artan sınıf duyarlılığına eklenen insanın
re, Papalık yönetimini tanrısal gücün yer- sonlu olduğuna yönelik farlondalığın da
yüzündeki en etkin ifadesi ve onun ger- etkisiyle ağır bir verem geçirerek son
çekleşmesi olarak görür. Monarşi, Cam- anda ölümden dönmüştür. Bu bağlamda
panella'ya göre yalnızca en yüce yönetim bir an önce düşüncelerini yazıya alarnk
biçimi değil, ayrıca mevcut imparator- ölmeden önce yapıtlarını ortaya koyma
luklar ve krallıkların üstünde duran ev- kaygısı en başından beri çalışmalarında
rensel, her şeyi kapsayan bir yönetimdir. son derece egemen bir konumdadır.
Ayrıca bkz. Ciıitas So/is. Camus, L'Eıranger (Yabancı, 1942),
La Peste (Veba, 1947), L'Ho111111e molti
Camus, Albert (1913-1960) Yan yazın (Başkaldıran İnsan, l 951), and La Chuıe
sal yan felsefi içerikleriyle dikkat çeken (Düşüş, l 956) başlıklı romanlarında can
kitaplarında, yaşadığı dönemin bir tür ~ıkınıısından yalnızlığa, ölüm korkusun-
ahlıiksal vicdanı ya da törel bilinci olarak dan yaşamın anlamsızlığına değişik va-
yazan Cezayir doğumlu Fransız varo- roluşçu izlekler doğrultusunda varoluşçu
luşçu düşünür, romancı, denemeci, ga- felsefenin prntik ~onuçlannı araştnmış
zeteci, oyun yazarı. Cezayir'deki yoksul tır. Başkaldm111 İ111an'da dönemin tiranlık
bir işçi sınıfı çevresinde doğup büyüyen derecesine varan komünist anlayışına ge-
Camus, özellikle gazeteciliğe başladıktan tirdiği ağır eleştiriler, çok geçmeden Fran-
sonra, Fransız aydınlan arasında "Ceza- sız siyasal soluyla yakın ilişkisin.in çö-
yir Sorunu" üstüne bu denli yoğun kafa zülmesine yol açuğı gibi Sartre ile ilişki-
273 Camus, Albert
ken yaşadığı başarısızlıklarla altüst olmuş getirilmektedir. Oysa bunlann karşıt ko-
insan, öylece eli kolu bağlı ölümünü bek- numlarda görülmeleri her ikisinin de ö-
lemektedir. Camus, vaktiyle yaşamın ya- lümü anlamına gelmektedir; yoksa kar-
şanmaya değer _bir anlamı olup olmadığı şıtlık ilişkisi gerek sağa gerekse solcu
nın sorulduğu bir dünyadan, ne denli an- ideologların ileri sürdüklerinin tersine,
lamsız yaşanırsa o denli daha iyi yaşana zorunlu olmadığı gibi övülesi bir durum
cağının farkında olunduğu bir dünya de- da değildir. Her türden başkaldırının an-
neyimine geçildiğini bildirmektedir. Mo- lamlı gelişim zemini, kimileyin açık açık
dem dünyada yaşamak demek uyumsuzu kimileyin de üstü ortük olarak değer iste-
yaşamak ve yaşatmak demektir. minde bulunan insan toplumlarıdır. Ca-
Camus'nün en önemli yapıdan ara- mus'nün bu geldiği yer, aynı zamanda
sında gösterilen 1942 yılında yayımladığı başta ölüm cezası olmak üzere sunduğu
L'Etrattger (Yabancı) başlıklı romanı o- "yasal katletme eleştirisi"nin de can alıcı
lanca sıradanlığıyla Cezayirli bir işçinin noktasını oluşturmaktadı~. Ne var ki bu
"metafizik uyanış"ını resmetmektedir. eleştiri son derece yanlış bir algılamayla
Yapıtta Camus, Pindarosçu yaşam buy- pasifist (edilgcnleşıiria) bir eleştiri oldu-
ruğunu yaşamın "saçmalık"a karşı verdi- ğu gerekçe gösterilerek ağır suçlamalara
ği nüktedan somut bir yanıt olarak göv- maruz kalmıştır. Kendini savunma hem
delendirmektedir: "Ey ruhum, ölümsüz bireysel hem de toplu olarak temellendi-
yaşamı isteme, olabildiğince olanaklar a- rilebilir bir görüngüdür, ama buna karşı
lanını tüketmeye bak." Camus 1945 yı nedeni her ne olursa olsun, mantıksal,
lında yayımladığı bir başka yazısında u- yasal, hukuksal, toplumsal, ahlaksal ge-
yumsuzluğun dört bir yanda kol gezdiği rekçeleri ne olursa olsun insanların katli
dünya karşısındaki düşünsel ve yaşamsal asla temellendirilebilir bir konu değildir.
duruşunu şu sözleriyle daha da belirgin- Nitekim Camus'ye göre, insan katli ev-
leştirmektedir: "Üzerinde durduğumuz renle kucak kucağa yaşayan insan toplu-
can sılontısı benim senin onun can sı luklarının varlık temelinin altını oyan,
kıntısı değil, bütün bir çağın yaşadığı sı kendi içinde tutarlı toplumsal değerler o-
kıntıdır". İnsanın karşısındaki evren saç- lanağını bütünüyle ortadan kaldıran bir
madır, usdışıdır, gelişigüzeldir; hiçbir sağ insanlık suçudur.
lam dayanağı olmadığı gibi, kişinin ölü- Öte yanda Le Mythe de Sişyphe (Sisy-
müyle birlikte sona ermektedir. Böylesi phos Söylcni, 1943) başlığını taşıyan de-
uyumsuz bir evrende bilim insanın yaşa nemesinde Camus, ancak ahlaksal sağ
dığı derin anlamsızlık duygusuna çare o- lamlık ile toplumsal dayanışma yoluyla
lamaz; çünkü bilim yalnızca tek tek ol- hafifletilebileceğini düşündüğü derin an-
gulan sayabilir, bölük pörçük anlamlar lamsızlığa, insan yaşamının doğası gereği
sunabilir ama asla evreni bir bütün ola- saçmalığına bir başka pencere açarak yo-
rak kavramaya olanak tanıyan bir anlam ğunlaşmıştır. Bu duruma boyun eğmek
bildiremez. yerine, aynı Sisyphos'un yaşamında ör-
Camus'nün siyaset kuramı alanında neklendiği gibi, insarun kendisine bir an-
yazdığı en önemli yapıtı &şk4/Jıran İnsan lam yükleyene dek hiçbir anlam taşıma
(1951), yıkılış sürecinde doğan ama he- yan varoluş durumunu özgür bir olurla-
nüz tam olarak olgunlaşmaıiıış, Hıristi ma yaşamıyla anlamlandırarak bu kısır
yanlık sonrası dünyada kalmış birkaç u- döngüden çıkabileceğini öne sürmekte-
mut ışığından birini ortaya çıkarmaya, dir. Bu bağlamda, tannlarca hep yeniden
"başkaldıran düşünce"ye yol açan bir aşağıya yuvarlanacak bir kayayı dağın te-
düşünme biçimini tanımaya çalışmakta pesine sürekli çıkarma cezasına çarptırı
dır. Camus'ye göre, başkaldırı ile devrim lan Sisyphos, büyük güç sarfettikten son-
çoğunluk yanlış bir biçimde karşı karşıya ra kayayı tam tepeye çıkarmışken kaya-
275 Camuı, Albeıt
yeni yüzünü gö~tennekte olan düşkınk 1957) sayılabilir. Aynca bkz. varoluşçu
hğının kabullenilmesine bütünüyle karşı luk; yoksayıcılık.
çıkmak olarak gövdelenmektedir. Baş
kaldırı, acımasızca eziliyor olma duru- Canguilhem, Georges (1904) Gaston
muna bir son verilmesini isterken, bu Bachelard'ın açtığı yoldan ilerleyerek bi-
duruma yol açan koşullan dönüştürme lim tarihi çıkışlı bilim felsefesi geleneğine
nin, gerekiyorsa devrimle ortadan kaldır önemli katkılarda bulunan Fransız bilim
manın arayışı içindedir. Bu anlamda baş felsefecisi ve tarihçisi. Canguilhem'in ön-
kaldırı, insan varlığının ardı arkası kesil- cüsü Gaston Bachelard'ın görüşlerini yo-
meyen tannsalhk istemini sınamaktadır. rumladığı makaleleri de dahil olmak üze-
Ne var ki Camus'nün gözünde bu, sö- re en önemli yazılan Bilim Tarihi ve Felse·
mürücü, baskıcı, ezici kurumsal yapıların fesi incelemeleri (Erudes d'histoire et de
devrimci bir dönüşümü olmadan karşı philosophie des sciences/Srudies in His-
lığı olmayan bir istektir. Yine de böylesi tory and Philosophy of Science, 1983)
bir dönüşüm, kesintisiz başkaldırı ru- adlı derleme yapıtında yer almaktadır.
hunca, başkaldıran duygularca çekip çev- Di[,rer bir önemli yapıtı da 1965 yılında
rilemedikçe öncekinden daha düşkıncı, yayımlanan Yaşamın Kavranışı (fhe Un-
daha onurkıncı olmaktan i>teye geçeme- derstanding of Life) başlıklı çalışmasıdır.
yecektir. Camus tam bu noktada çoi'.,>ı.ı Canguilhem Bachelardcı bilim görü-
modem devrim hareketine yer etmiş to- şünü kendisine başlangıç noktası olarak
taliter yapılar üstüne odaklanarak, Batılı aldıysa da, çalışmalarının odağı Bache-
başkaldınlann tam göbeğinde pusuya lard'ınkinden farklıdır. Bachelard daha
yatmış bekleyen köküne dek geçmiş öz- çok fizik ve kimya gibi bilimlerin tarihle-
lemiyle yüklü mesihvari beklenti dürtüle- rinin felsefıleştirilmesi ya da felsefece
rine parmak basmaktadır. Daha ayrıntılı yorumlanması üzerine eğilirken, Canguil-
bakıldığında, Camus'nün komünizm ile hem biyoloji ve tıp bilimlerinin felsefi ta-
faşizm deneyimleri üstüne önemle eğil rihi üzerinde yo{,>ı.ırılaşır. Canguilhem'in
mesi, gendde insanlık durumuna kök en önemli yöntembilgisel katkısı kav-
salmış kötülüklere insanlık durumunu i- ramlar ile kuramlar arasında yaptığı ay-
yileştirme adına yaratılmış kötülükler ü- rımdır. XX. yüzyıl bilim felsefesine ege-
zerinden giderek yaklaşması gibi bir so- men olan görüşe göre, kavramlar an-
nuç doi'.,>ı.ırmuştur. Camus, söz konusu lamlarını görüngülerin kuramsal açıkla
dürtülerde çoğunluk alttan alta Yahudi- nışlannda oynadıkları rollerinden alırlar:
Hıristiyan din anla}1şlannın ba;"llnsızlığa kavramlar kuramların işlevleridir. Sözge-
uğramış yukarıdan aşağı aşkınlıklannın limi Newtoncu ,.e Einsteincı kütle kaY·
yerine yeni bir aşkınlık ufkunun geçiril- ramlan, bütünüyle farklı fizik kuramla-
meye çalışıldığını belirtmektedir. rında yer aldıklarından ötürü kökten
Albert Camus'nün diğer önemli ya- farklı kavramlardır. Kavramın kurama ba-
pıdan arasında denemelerden oluşan ilk ğımlı kılınması, "görüngünün yorumlan-
kitabı L 'Envers et l'endroit (fersi ve Yüzü, ması görüngünün belirli bir kuramsal
1937); uyumsuzluk tiyatrosunun iki seç- çerçeve temelinde açıklanması sorunu-
kin örneği sayılan Le Malentendu \'ianlış dur" görüşünden kaynaklanmaktadır.
lık, 1944) ile Caligula (Caligula, 1944); Oysa ki Canguilhem'e göre, görüngüle-
öyküler toplamı L 'Exil et le ruyaume (Sür- rin yorumlanması ile kuramsal açıklanış
gün ve Krallık, 1957); ölümünden sonra lan arasında önemli bir aynlık bulun-
yayımlanan romanı La mort heureuse maktadır. Canguilhem verili bir dizi kav-
(Mutlu Ölüm, 1970) ile Arthur Koestler' ramın görüngünün nasıl açıklanacaj:,>1na
le birlikte yazdığı Rejlectiom sur le peine ca· ilişkin soruların düzerılenmesine olanak
pitale (Ölüm Cezası Üzerine Düşünceler, tanıyan ön tanımlamalar sağladığını ileri
277 Canguilhem, Gcorges
sürer. Kuşkusuz farklı kuramlar ayrı ayn ikircikli hale geldiğini ileri sürer. Nitekim
kendi yollarından giderek bu soruları Canguilhı:m yaln12ca bir yaklaşımın ya
belirleyip birbirleriyle yanşaı;ı yanıtlar su- da düşüncenin diğerinden daha fazla bi-
narlar. Örneğin, Galileo Galilei Aristo- limsel olduğunun, yani mevcut deney
telesçi devinim kavrayışını bir yana bıra yöntemleriyle, bilim yordamlanyla daha
kıp yeni bir devinim anlayışı, düşen ci- fazla bütünleşmiş olduğunun söylenebi-
<ımlerin devinimi üzerine yeni bir kav- leceğini belirtir. Canguilhcm, öğrencileri
r:ımlaşurma ortaya koyar. Galileo'nun Althusser ile Foucault'yu da derinden
mlından, Descartes ve Newton da d~'İ etkileyen, bilim ile bilim olmayan arasın
ııim tanımlarında ve devinimi açıklamak da köprü görevi gören "bilimsel ideolo-
için geliştirdikleri kuramlannda bu yeni ji" kavramını ileri sürer. Canguilhem'e
kavramlaştırmayı kullanırlar. Her ne ka- göre Herbcrt Spcncer'ın evrimci felsefe-
tlar temelde devinim kavramı aynı olsa sinin güzel bir örneğini oluşturduğu bi-
da, b-.ışvurulan açıklayıcı kuramlar olduk- limsel ideoloji, kendisini başanlı bir bi-
ça farklıdır. Canguilhem'e göre bu da limsel kurama göre biçimlendirmesi an-
l.ıize kavramlann "kuramsal çokdeğcrlili lamında bilimseldir. Ama diğer yandan
~i"ni, yani kavramların oldukça farklı çağdaş bilimin temcllendirebilcceğinin ö-
kur.ımlarda iş gı}sebildiğini göstermekte- tesinde iddialarda bulunduğu için de ide-
<lir. Nitekim Cıınguilhemrın kendine öz- olojiktir. İdeolojik düşünceler ya da yak-
ııü tarihsel çalışmaları da kavramlar tarihi lıışımlar bilimsel olarak temellendirilme-
uhırak okunmalıdır. miş iddialar içerirler. Bu iddialar bilimin
Canguilhem'in kuramlann yerine kav- gelişiminde birer engel olarak işlev gö-
r.ı mların tarihi üzerinde durmasının ö- rürler. Bilimsel ideolojiler bilgikuramsal
nemli içerimleri bulunmaktadır. Sözge- engellerin ikircikliğinin en iyi örnekleri-
linıi Canguilhem'e göre, bilgikuramsal dir. Öte yandan Canguilhem bilimsel i-
kopuşların kuramsal yeniliklerin değil de deolojilere olumlu bir görev de biçer: bi-
kavrnmsal yeniliklerin bir sonucu olanık limsel ideolojiler, birçok bilimsel ilerle-
yorumlanmaları gerekir. Başanlı kavram- menin gerçekleştiremediği katkıyı, düşün
l:ışurmalar oldukça farklı kuramlarda ye- ~el gelişmenin temel bir boyutunu, ola-
ııitlcn ortaya çıkma eğiliminde oklukla- ğandışı deneyim boyutunu bütünüyle ol-
nrul:ın, bilgikuramsal kopuşlar, Canguil- masa da kısmen sağlayabilirler.
hcm'e göre Bachelard'ın ileri sürdüğün Canguilhem deliliğin tarihine ilişkin
den daha az sıklıkta ve çoğu durumda doktora tezini yönettiği Michcl Foucault'
.ı~hıı az köktenci bir biçimde gerçekleş nun çalışmalannı önemli ölçüde etkile-
ım:kıedir. Canguilhem'in kavramlara ön- miştir. Poucault Canguilhem'in bilim fel-
<:clik taıuması "bilgikuramsal engel" an- sefesinde ortaya awğı bilimin tarihsel
lııyışına kabul gören yaklaşımlardan daha ıiiteliğinin göz ardı edilmemesi ve bilgi-
farklı bir biçimde yaklaşılması zorunlu- kuramsal kopuşların önemi başta .olmak
lu~unu doğurmuştur. Canguilhem bilim- üzere çeşitli konulardaki temel savlarının
11rl çalışmanın aynı paıçasının formül- pek çoğunu kabul eder. Canguilhem Fou-
lcşıirildiği kuramsal bağlamda bir engel cault'yu özcllikle kavramların tarihine i-
olabileceği gibi kavramsal içeriğinde ya- lişkin görüşleriyle etkilemiştir. Foucault
raucı bir kopuş da olabileceğini ileri sü- bu yaklaşımı hem görüngübilimin aşırı
rer. Yine Canguilhem'e göre, "bilgiku- öznelciliğine bir alternatif hem de bilim
rıımsal engel" Bachelard'ın düşündüğün tarihindeki tek tek "büyük dahilerin" ö-
ılen çok daha ikircikli bir kavramdır. ne çıkarılmasını engellemenin bir yolu o-
Canguilhem bilgikuramsal kopuşlar larak görür. Foucault'nun Canguilhem'
ile bilgikııramsal engeller ikircikli hale den etkilenen Şgleri11 DiiZ!f'İ adlı çalış
ııcl<liklcri ölçüde bilim kavramının da ması insan kavramının modern toplum
canlıc:ılık 278
bilimlerindeki tarihini sunmaktadır. Ay- Hans Rcichenbach ile birlikte yeni "bi-
nca "kavramlann tarihi" çözümlemesi limsel fclsefe"nin resmi yayın organı sa-
Foucault'nun ünlü bilginin kazıbilimi yılan Erken11tııis (1930-1940) dergisini ya-
yönteminin de temel bir bileşenidir. Ay- yımladı.
nca bkz. Bachelard, Gaston. Uluslararası üne kavuştuğu Der logisı'
he Aufbau Jtr Jf/elı (Dünyanın Manuksal
canlıcılık (İng. a11i111ism; Fr. t111111111111e, Yapısı, 1928) adlı çalışmasında Carnap
Alnı. a11imis11111s; es. t. eroô.bive] Latince bir tanımlar dizgesi kurmaya girişmiştir.
"soluk/ can", "yaşam ilkesi" ya da "rul1" Bu yapıunda son derecede biçimci bir
anlanuna gelen a11i111a'dan türetilmiş te- yaklaşım içindeki Camap, dünyanın man-
rim. Evrendeki her şeyin, bütün nesnele- uksal yapısının oluşumunu açıklamak i-
rin, doğadaki canlı cansız tüm varlıkların çin, belli bir deneyimin geçtiği zaman
içinde bir ruh bulunduğunu, bu ruhun parçaaklanna dağılnuş tanımlanamayan
(raıı'ın) nesneleri ve doğanın kendisini benzerlikler olduğunu varsayar. Bu nok-
yönettiğini öne süren görüş; maddeden tadan hareket eden düşünür tüm diğer
bağımsız bir ruhsal varlığın bulunduğuna kavramları ve nesneleri bir bilim dizgesi
ya da ruhun bedenden veya cisimden üzerine kuracakur. Benzerliğin anahtar
ayrı bir varlık olduğuna duyulan inanç. kavram olduğu dizgede, deneyimlerin
İlkin İngiliz insanbilimci E. B. Tylor birbirleriyle kuracağı ilişki "anımsanmış
(183 7-1917) tarafından ilkel kültürlerin lık" niteliğiyle sağlanır. Mach ve Russell'
paylaştığı ortak bir inancı; ilkel topluluk- ın açık etkisi alundaki Camap'ın bu ya-
ların çevrelerindeki hemen her şeyin pıtında ulaşmaya çalışuğı hedef oldukça
canlı olduğuna ya da doğadaki tüm nes- bulanık kalmaktadır.
nelerin bir ruhu olduğuna duydukları i- Camap'ın 1930'lardaki en etkileyici
nancı dile getirmek için kullanılan ta11/m- uğraşı, matematiğin temellerini ve man-
bk terimi, bir yandan dinin geçirdiği ev- tığın neliğini taruşmak için oldukça uy-
rimin ilk aşamalarından birine karşılık gun bir araç olan üstdil konusundaki ça-
gelirken, bir yandan da tapıncakçılık (fe- lışmalarıdır. Gözlemin niteliği ve bilim-
tişizm) ile çoktanncılığın temellerini at- sel kuramların yorumlanışı konularında
nuşur. Aynca bkz. tincilik. etkili olan yeni bir pmgmacı ve uylaşımcı
bir bilgiküramı ortaya koyar. Söz konusu
canlıdoğum bkz. zoogoni çalışmaların ardında yatan itici güç, man-
ukçılar, biçimciler ve sczgicilerin mate-
Camap, Rudolf (1891-1970) Manuk ile matiğin temellerine ilişkin; klasikçiler ile
bilim felsefesi alanlarına, özellikle Je o- sczgicilerin de manuğın neliği üzerine
lasılık kuramına önemli katkılarda bu- yürüttükleri taruşmalardır. Manuksal bi-
lunmuş Alman asıllı Amerikalı felsefeci. çim hakkında konuşulamayacağını, yal-
1910-1914 yıllan arasında Jena ve Frci- nızca gösterilebileceğini savunuyor görü-
burg üniversitelerinde matematik, fizik nen Wittgenstein'ın aksine Camap, man-
v.e felsefe eğitimi gördü. Jena'da Gottlob tığın yapısının ya da biçiminin ifade e-
Frege'rıin derslerine katılan Camap, 1922' dilebileceği bir yol bulmaya uğraşır.
de uzam üzerine yazdığı Dtr &mm: Ein Tek bir doğru mantık olmadığına ina-
Beitrag z.11r Wi.rmu&haftsltJm (Uzanl: Bilim nan Camap'a göre çeşitli alternatifler her
Kuranuna Katkı) başlığını taşıyan dok- zaman tanıinlanabilir ve bunlardan biri
tora tezini verdi. 1926 'da Viyana Çevre- diğerinden daha doğru olduğu için değil,
si'nin kurucusu Moritz Schlick, Camap'ı daha kullanışlı, daha basit, daha güçlü
Viyana'ya davet etti. Böylelikle mantıkçı olduğu için tercih edilir. Bu sav, düşünü
olguculuk ya da yeni olguculuk adı ve- rün Logirche Synta" J11r Sprache (Dilin
rilen akım içindeki yerini aldı. Berlin'den Manuksal Sözdizimi, 1934) adlı çalışma-
279 Carvaka Okulu
sının ana konusudur. Carnap'a göre, tüm ğildir; her iki kuram da "olasılık" terimi-
felsefe sorunlannın, doğru çözümlendi- ni değerlendirmek için gereken matema-
ğinde aslında dil somnlan olduğu görü- tiksel yapıyı sergilemektedir. Carnap, o-
lecektir. Geleneksel felsefe etkinlikleri- lasılık kavramını bütün yönleriyle Lo§ml
nin kafa yorduğu sorunlar, deneysel Foımtflllitı111 of Probabilil.J (Olasılığın Man-
(ruhbiliınsel ve toplumbilimsel) sorunla- tıksal Temelleri, 1950) adlı yapıtında ele
nn dilin mantıksal yapısına ilişkin somn- alır. Camap'ın, hayattayken yayımlanan
lıırla karışımından ibarettir. Bu durum, son kitabı Philoıophiml Foı111Jalio111 of Pl?J·
ııraştırmalanrun deneysel olmadığını, dil- n'a: An 111/roJ11dio11 flJ ıhe Philosopf!y of
ılışı nesneler üzerine düşündüklerini sa- Sı:it11te (Fiziğin Felsefi Temelleri: Bilim
vunan metafizikçileri dışanda bırakırsak, Felsefesine Giriş, 1%6) adlı yapıu oldu.
hiç de kötü değildir. Deneysel bileşen Camap, bu yapıtında niccliksel kavram-
bilime bırakıldığında geriye yalnızca bi- lar, Ôklidçi (Eukleidesçı) olmayan geo-
lim dilinin manıığı kalacaktır. İşte bu da metri, görelilik, belidenimcilik ve bilim-
felsefedir. Camap, gözlem önermeleri- sel gerçekçilik gibi pek çok önemli ko-
nin dilbilgisel biçiminin, sözdizimsel ola.- nuyu ele almaktadır. Rudolf Camap, -en
mk belirlenebileceğini savunur. azından kendi ilgilendiği alanlarda- eşine
Cıırnap beş yıl kaldığı Viyana'dan ay- ender rastlanan bir düşünce açıklığı ve
rılarak 1931'de gittiği Prag'taki Alman felsefi başanyı arkasında bırakarak 1970'
Üniversitesi'ndeykcn de Viyana Çevresi' de Califomia'da öldü. Aynca bkz. man-
yle olan ilişkisini korudu. Nazizm'in yük- akçı olgucwuk.
selişinin etkisiyle 1935'te Chicago Üniver-
sitesi'ne, ABD'ye gitti. Bu göç, onun dü- ~ diem (Lat.) İlkin Latin edebiyatı
şünce yaşamındaki bir değişiklikle, sözdi- nın ünlü ozanı Horııtius'un bir dizesinde
zim.~el sorunlardan anlambilgisel sorun- geçen (OJ'lar l, xı) "gününü gün et";
lara geçişiyle aynı tarihlere rastlamakta- "zamanın tadını çıkar" ya da "günü ya-
ılır. Bu değişikliğin ilk ürünü, Fomu/alionı kala" anlamındaki özdeyiş. Bu özdeyiş
ı!f LoJ!fr 0111/ Mathematia (Matematiğin ve haza felsefenin bir savunusu gibi gö-
Mantığın Temelleri, 1939) adlı yapıtı ol- zükse de aslında gelecek hakkında endi-
ılu. Bu çalışmayı, 111ıroıhldio11 to S1111a11hrı şelenmek yerine yaşanılan anın değerini
(Anlambilgisine Giriş, 1942) ve Fomıali vurgulamak için yapılan bir uyarıdır.
Z!''io11 of Logk (Mantığın Biçimselleştiril XIX. yüzyılın başlarında Byron'ın yapıt
nıcsi, 1943) adlı kitaplar izledi. Mu11i11g a11J lannda sık sık geçen "giinü yakala" (m!(!
Nmısi!J (Anlam ve Zorunluluk, 1947) adlı ıhe tf'!J), deneyimdeki hazzı, yaşanmış
yııpıtımlaysa Carnap, eski ad ilişkisi yön- lıkralri önemi gözden kaçırmamayı salık
teminin yerine yeni bir anlambilgisel iç- verir. Kimi Hıristiyan manzumelerindey-
lem-kaplam yöntemi ortaya koydu. se "günü anlamlı yaşa" anlamında kulla-
Camap yaşamının son otuz yılını ise nılan "''P' ffiem, insanlann bedenlerini
ılaha çok bir "mantıksal olasılık kuramı" uykuya hazırlamak yerine, ruhlarını ö-
.ıeliştinnekle geçirdi. Bu olasılık kuramı lüme hazırlamaları gerektiği konusunda
üzümle tümdengelimli ya da mantıksal örtük bir uyan banndınr.
usavurmanın genelleştirilmesiydi. Böyle-
si bir olasılık kuramının temel önerme- Carteıiuı Descartes'a Latin dünyasında
leri ya analitik ya da çelişiktlr. Öte yan- verilen ad. Descartesçılığın bir diğer adı
.lan, Camap'ın arkadaşlan Richard von olan Kartezyencilik bu addan türetilmiş
Mises ile Hans Reichenbach'ın geliştir tir.
ıliği ve istatistiksel sıklığ'a dayalı bir baş
ka olasılık kuramı daha vardır. Camap'a Carvaka Okulu Maddeci bir Hint fel-
gön: bu iki kuram birbirlerine rakip de- sefe okulu. Hint felsefesinde genelliklı:
Cassirer, Emst 280
ruhçuluğun etkin olduğu doğrud~ ama Carvakaalar bir olayın değişmez bir
Hindistan'da da Batı'da olduğu gibi et- nedeni olduğu yollu düşünceyi de kabul
kin, kapsamlı bir maddeci düşünce diz- etmezler. Y alruzca iki şeye ilişkin algı, bu
gesi vıırdır. Carvaka Okulu'nun temel iki şey arasında nedensel bir ilişki kur-
yapıtları günümüze ulaşamasa da Carva- mak için yeterli değildir. Görülen yalnız
ka felsefesiyle ilgili pek çok yazı-çizi c-.ı. iki şeydir: ateş ile duman. Dolayısıyla
Hint dini, Buddhacılık, Cavnacılık me- ateşin dumanın nedeni olduğu nasıl söy-
tinlerinde yer almaktadır. c;rvaka felse- lenebilir?
fesi algıyı hakikati bilmenin tek aracı diye Bir olayın 'nedenrıni Carvakacılar
görür. Duyu algısıyla verilmiş olan her kendiliğinden ya da mstlantısal diye açık
şey doğrudur. Algının ötesindeki şeyleri larlar. Bütün burılar, Tanrı adı verilen
de kuşkuyla ele almak gerekir. duyı.ıötcsi bir varlığın yaratması olamaz-
Çıkarım doğru bilginin araa olamaz. far. Evren şans eseri, maddenin temel
Çünkü çıkarımda her türlü algının öte- p-.ı.rçalarının rastfantıyhı bir araya gelmesi
sinde olan eYtensel bir ilişki vardır. Bu sonucu oluşmuştur. Bu kuramayadm1.w-
ilişkiye ilişkin algıysa yoktur. İnsan al- vada (rastlantısal neden) kuramı denir.
gıyla belirli bir 'A'yı bilir, belirli bir 'B'yi Carvaka felsefesi dört temel öğe ka-
bilir. Bu 'A'nın şu 'B'yle olan belirli bir bul eder: toprak, su, hava, ateş. Canlı ya
ilişkisini bilir. İmdi, bu tekil bilgiden da cansız, her varlık maddenin bu dört
"Bütün A'lar B1erle ilişkilidir" gibi bi- temel öğesi tarafından meydana getiril-
linmeyen, koşulsuz bir önermeye vanla- miştir.
bilir. Ne ki, böyle bir bilginin delili yok- Carvaka felsefesinin bu varlık ile bilgi
tur. görüşü, yeni bir inanç dizgesi ileri sür-
Ne ki, çıkarımı bütünüyle bir kenara melerine neden olur. İmdi, din bir çıka
atmak da gündelik yaşamı zorlaştıracak nın nesnesi olan doğaüstü bir şeye daya-
tır. Bunun için kimi Carvakaalar, yalnız nıyorsa, çıkanın da doğru bilgi vermediği
ca görüngüye işaret etmesi koşuluyla, çı gerekçesiyle bir kenara bırakıldığına gö-
karımı bilginin bir aracı olariık kabul e- re, doğaüstü de bir kenara bırakılmalıdır.
derler. Dünyada meydana gelen olaylar, şeylerin
Bunlara göre çıkarımlar iki türlüdür. iç yapılarından kaynaklanan, kendiliğin
Bir tür çıkarım geçmiş, diğer bir tür de den meydana gelen olaylardır. Dolayı
gelecek hakkında çıkarımda bulunur. sıyla da doğaiistü bir yaratıcı, bir Tarın
Bunlardan ilki kabul edilir, ikincisiyse yoktur. Aslında tek bir Tanrı vardır, o da
kabul edilmez. Çünkü ikinci tür çıkarım dünyasal bir kraldır; devlet yöneticisidir.
henüz algılanmamış olan hakkınclaclır. C:trvaka felsefesi ne ruhun bedenden
Kılgısal amaçlar için olası bilgi yeter- ayn bir varlığı olduğunu, ne de insanın
lidir. Duman varsa, insan olasılıkla ateş haz ile acıdan kurtulduğu bir duruma
vardır sonucunu çıkarır. Bu sonuç kesin (moksa) erişebileceğini kabul eder. Bu
değildir. Yine de günlük yaşamında insa- dünyanın ötesinde ne cennet vardır ne
na yeter. de cehennem. Haz cennet, acı cehen-
Tanıklıklar da güvenilmezdir çünkü nemdir. Bunun için haz insanın tek a-
tanıklığın geçerli olup olmadığı yine çı macı olmalıdır. Haz, bu dünyada iyi,
karımla anlaşılabilir. Dahası uydurulmuş doğru olan tek şeydir. Ayrıca bkz. Hint
da olabilirler. Dolayısıyla da *Vedalar'da- felsefesi; moksa.
ki tanıklıklara güvenilemez. Carvaka fel-
sefesi, Vedalar'da söylenen her şeyi doğ Cassirer, Emst (1874-1945) XX. yüı:
ru, sonu! diye kabul etmediği için 11astJ~ yılın ilk yansında etkili olmuş ve genel
ka, yani "ortodoks olmayan" düşünce felsefi duruşuyla idealizm akımının önde
geleneği içerisinde yer alır. gelen üyelerinden olan Cassirer en çok,
281 Cassirer, Emst
"simgesel biçim" adını verdiği kavrama !iği ya da anlamı yoktur; dizinin öğeleri
yaslanan kültür felsefesiyle, çağdaş fel- nin de ancak dizi içindeyken işgJl ettik-
sefenin yükseldiği bir dönemde bilgi so- leri yere bağlı olarak bir anlamları vardır.
runları için yaptığı tarihsel araştırmala Cassirer'in bu görüşünün esin kaynağı
rıyla ve Rönesans ile Aydınlanma üzeri- Kant'ın "şema" kavramıdır. Kant'ın, ilk
ne yaptığı incelemeleriyle tanınır. Cassi- E/eştiri'sinin (An Unm Ekştirin) ilkele-
rer, Kant'ın us eleştirisini, insan diişün rinden birisi olarak soyut biçimde aynn-
cesinin, imgeleminin ve deneyiminin or- tı!anyla betimlediği şeyde Cassirer, insan
tak paydası olarak gördüğü "simge" kav- deneyiminin bir görüogüsü olarak "sim-
ramı araalığıyla giriştiği kültür eleştirisi ge'yi" bulur. Bö}iece us eleştirisi, kültür
ne dönüştürür. Söylenin, dinin, dilin, sa- eleştirisine dönüşür. İnsanın kültürel a-
natın, tarihin ve bilimin simgesel biçim- lanlarından her biri, duyumsadığı tikeUeri
lerini birbirinden ayıran Cassirer, insanı kendi bildiği biçimde simgesel bir sıraya
"simgeseUeştiren hayvan" olarak tanını sokabilir. Her kültür alanının kendi "iç-
lar. Tüm insan deneyimleri, simge diz- sel biçimi" vardır; kendi nesnesini, ne-
gelcrinden geçerek ortaya çıkar. Dil bu denselliğini, uzam, zaman \'C sayı algısını
dizgelerden yalnızca bir tanesidir; dinsel, kendi başına düzenler. Bir bütün olarak
sanatsal ve söylense! görüntüler (imge- insan kültürü ise bu biçimlerin uyumun-
ler) ile bilimin matematiksel yapısı ise dan öte bir şey değildir.
öteki simge dizgeleri arasında sayılabilir. Bilgi11i11 Giiriingibi51111"nde Cassirer, bi-
Yahudi kökenli olması nedeniyle 1933'te lincin gelişiminin temel işlevlerine denk
Almanya'yı terk etmek zorunda kalan gelen üç simgesel biçim ortaya koyar.
Cııssirer ilkin Oxford'a oradan isveç'e, Tüm bilgiler ve kültür "ifade görüngü-
İsveç'ten de ABD'ye geçti. Onu Avrupa' sü"nden kaynaklanır. İfade düzeyindey-
dan Amerika 'ya sürükleyen fırtınalı ya- ken nesne dolayımsız, anında duyumsa-
şamında Cassirer, hocası Yeni Kantçı nır. Simge ile simgelenen aynı gerçeklik
Hermann Cohen'in etkisinden sıynlarak düzeyindedir. Tanrının maskesini taşıyan
kendisine özgü bir kültür felsefesi ve dansçı tanrıdır. Söylense! görüntü (imge)
modem devlet eleştirisi geliştirmeyi bil- bu haliyle dilde saklı manuksal güçlere
miştir. yol verir; böylelikle "temsili işlev" ortaya
Felsefesinin başyapıtı sayılan Philosop- çıkar. Bu işlev, sağduyunun nesneler dün-
hie der symbolisrhen Forme11'i (Simgesel Bi- ı•asını, şeyler ile onları oluşturan özellik-
,;11tlrr Felsefesi: 1. Cilt Dif, il. Cilt Si!Jlensel lerinin ilişkilerini kurar. Bu düzeyde sim-
/)ii1iiım:; III. Cilc Bilginin Giiriiı(~iibi/imı) ge ile simgelenen artık farklı gerçeklik
1923-l 929 yıllan arımrı.ı.la çıkarmış olsa düzeylerindedir. Simgeler ş,.yJ,.ri gö~te
ıhı Cassirer'in "simgesel biçim" kavramı. rir. Bunun ötesinde bilimsel ve kuramsal
l.ıundao on yıl önce onaya koyduğu bi- düşüncenin tüm arılığıyla "anlam işlevi"
lım felsefesi görüşlerine yaslanır. Cassi- uzanmaktadır. İşte bu aşamada simgenin
rcr'e göre modern bilimsel düşünce "iş "simgesel dizgeler" yaratma gücü ortaya
levsel kavramlar" üzerinde yükselir. Belli çıkar. Ancak burada simgeler, öteki sim-
hir tikel kümesinin benzerlikleriniiı ve ge düzenlerine geçişin bütünüyle somut
lıırklılıklarının karşılaştırılarak ortak bir yollarına işaret ederler. Bu durumun en
(t)iiı~el öğenin araştırıldığı Aristotelesçi an örneği, matematik ve matematiksel
k~vram oluşturma kuramının tersine, iş mmitıkur.
lt"Vsrl k:ıvram, bir dizi olarak düzenlen- Cassirer ani ölümü nedeniyle bitire-
miş tikellerce tanımlanmış bir ilkeyle ö- mediği Sim,f!!sel Bipm/er Fe/sefm"nin dör-
1.etlcnir. Töz anlayışından farklı olarak, düncü cildinde "simgesel biçimler meta-
bu bir ~rup tikel dizisi ilkesinin, sıraya fiziği" konusunu ele alır. Bu yapıtta, dü-
ınktııj');u ö~elerden bağımsız bir gerçek- şünür, bilincin ifade etme işlevinin nasıl
causa sui 282
türlü taruşma ince bir "hcsaplama''yla nıllarla tümceler istenildiği gibi düzenle-
çözüme kawşturulacaktır. nebilir- dilde yeni tümceler oluşturmııda
Leibııiz'in tüm bu düşüncelerinin ar- ki ve ilk kez duyduğumuz tümceleri an-
dında doğruluk ya da hakikatin doğ.ısını lamadaki yanıucı yetkinliğimizi biçimsel
aydınlatacak evrensel bir bilim (sciı,,ıin 11- (matematiksel) olarak açıkllıma yolunu
niversnlis) kurma ülküsü yatar. l..eibniz'in açmışıır. Böylelikle, Chomsky sonlu bir
sti111tin 1n1it""alilinin iki sacayağı vardır: sö:ı•Jükten ve sonlu sayıda sözdizim ku-
Biricik amacı bilimsel olguları kaydet- rallanndan sonsuz zenginlikte bir dil ya-
mek için bir yöntem sağlamak olan tha- pısının kurulabileceğini göstermiştir. Do-
racttrislim 11mPmtJlis ile kaydedilen bu ol- ğaldu ki sonsuz sayıdaki tümceler ara-
gular üzerine çıkarımda bulunmamızı, a- sında çok acayip, bir insan için anlaşıl·
kılyürüımeınizi sağlayan rak11/11s ratiotilıa ması neredevse imkansız olan tümceler
tor. İşte bu sacayaklan kurulduğunda, olacaktır.. A~cak tümcelerin anlaşılırlığı
Leibniz'in evrensel bilim ülküsüyle bir- sözdizimin sınırlarını belirlemez. Bu da
likte felsefeye yaraşır gördüğü evrensel dili kıillanabilir olmakla dili edimsel ola-
ılil ülküsü de gerçekleşmiş olacaktır. rak k:ullanmak arasında bir fark olduğu
nu ortaya koyar. Sözdizim kurallaruun
Chomsky, A. Noam (1928) Dilbilimde belirlediği olanaklı dil kullarurnlan, dilsel
X.X. yüzyılın ikinci yansına damgasını yetkinlik alanımıza girmelerine rağmen,
vuran Amerikalı dilbilimci; kurucularırı edimseİ olarak belki de hiç ortaya çık
ılan olduğu üretici-dönüşümse! dilbilgisi mayacakur. Örneğin dünya yok olsa bile
anlayışıyla "dil"e gereken önemin veril-· hıili kullanılmamış bir sürü tümce olabi-
mesini sağlayan başlıca düşünürlerden lir. Bu noktada Chomsky'nin dil bilgi~
biri. Dilbilimscl görüşlerini ilk olarak nin neden 11 priori olduğunu diişündüğü
1955'te tamamladığı "Transformational nü anlayabiliriz. Chomsky'e göre dene-
Grammar'' C'Dönüşümsel Dilbilgisi") yime bağımlı olmadan varolan, Platoncu
başlıklı doktora tezinde ortaya koyan anlamda bir sözdizim yapısı vardır ve in-
Chomsky, Syt1lactir Slnlfllll'U (Sözdizim- sanlar bu yapıya uyan .dilleri -ki yeryü-
sel Yapılar, 1957) adlı kitabında ele aldığı zündeki tüm diller bu yapıya uygundur-
ılil kuramını Aspetts of ıhı Theory ofS.111tax kullanma yetkinliğine sahiptir. Bu sözdi-
(Sii7.dizim Kuramının Çeşitli Yönleri. zimscl yapı dünya üzerindeki dillerin en
l %ı;) adlı diğer bir kitabında geliştirmiş derindeki kökü gibidir. Chomsky'nin bir
ve felsefe ile dilbilim alanlarında çok et- tür Platonculuk olarak ele alınabilecek
kili olmuştur. Chomsky'nin xvıı. yüzyıl görüşleri daha sonrıı genetik bilimindeki
uM;u filuzoflannın görüşlerine benzeyen (kalıtımbilim) gelişmelerden etkilenilerek
<lilbilimsel kuramına göre dil doğuştan farklı biçimlerde ortaya konulmuştur.
ı:elen bir yetenek sayesinde öğrenilmek Şimdilerde, söz konusu derin sözdizim-
tedir. Bu anlamda dil bilgisi önsel (n pri- scl yapının insanın genetik (kalıtsal) ya-
on) bir bilgidir. Dilin kaynağına ilişkin pısında şifrelendiği görüşü üzerinde du-
"doğuştana" bir anlayışı benimseyen rulmaktadır. Chomsky'nin dil bilgi.si ku-
Chomsky'nin Sö~~111.rel Yapılar ve Siiz: ramı biçimsel (matematiksel) olarak çok
ıli~fm Kııra111ıt1111 Çt/İtli Yönleri adlı kitapla- iyi ·tasarlandığı için olsa gerek, gi.tıikçe
rını la kullandığı sözdizimsel dil tanımına yaygınlaşmakta olan bilişsel görüşler -ki
ıcürr. dil sonsuz sayıda tümceden oluşan bu görüşler Chomsky'nin usçu ya da an-
bır kiımedir. Chomsky'nin bir dildeki lıkçı görüşlerinin tersine deneyci bir çizgi
ıllmı:elcrın sayısının sonlu olamayacağını izler- karşısında gücünden fazla bir şey
liırkeımcııi -nihayetinde her dilde tekrar kaybetmemiştir. Chomsky'nin görüşleri
•yıaı k11ıtlanmaksızın artlarda uygulana- nin kendi döneminin deneyci eğilimle
bilen llilhilgisi kuralları vardır ve bu ku- rine -özcllikle de Bloomfıeld'ın davra-
ChuHsi 286
ruşçı yaklaşımına- sert bir darbe indirdi- !eneklerinin, yani Konfüçyüsçü iyilik öğ
ği de not düşülmelidir. retisinin, Mensiyüs 'ün insancıllığının, yin
Dil felsefesinin dışında zihin felsefe- yaııg ile bununla ilişkili Beş Öğe öğretisi
siyle de uğraşan Chomsky, öte yandan nin, Taocu, Buddhacı öğretilerin önemli
"yazar" ya da "düşünür" kimliğiyle top- öğelerini alarak dizgeli biçimde sunduğu
lumsal ve siyasal sorunlarla da yakından bir felsefe görüşü vardır. Yeni Konfüç-
ilgilenmiştir. Özellikle savaş sonrası dö- yüsçülük akımırun Zihin Okulu'ndan o-
nemde Amerikan yönetiminin gerek Vi- lan Chu Hsi, ilkenin ya da usun maddeye
etnam Savaşı'nda gerekse latin Ameri- olan üstünlüğünden söz eder. Açıklana
ka'da yü~ttüğü politikalarda somutlaşan cak olan, varlıklann sonu! doğalarıdır.
yayılımcılığının en sıkı deştiricilerinden Bu açıklama Çin felsefesinin iki temel
biri olmuştur. Amerika'nın Afganistan'a kavramına, li ile eb'i kavrarnlanna daya-
saldırmasını, bu en son "güç gösterisi"ni nılarak yapılır. Sonu! gerçeklik bilir (ılke);
de bir yandan öldürüp bir yandan da gı li sonsuzdur, değişmezdir, saf iyiliktir.
da yardımı yapılması çelişkisine ya da Tek başınayken ayrırnlanmamış bir bü-
gülünçlüğüne dayanarak "en ufak bir tünlüktür. Tek tek oluşumlarda da evre-
gizleme gereği bile duyulmaksızın girişi nin temel cisimliği olan eb'i (maddesel
len bir reklam etkinliği" olarak nitelemiş güç) aracılığıyla gerçeklik kazanır. Yani li
tir. Chomsky'e göre, "eğer şüpheli terö- kendisini eb'i aracılığıyla gerçekleştirebi
ristlere yataklık etmek bombardımanı lir. Dolayısıyla her tek oluşumda li görü-
gerektiren bir suç ise, o zaman ABD de nür olur. Oluşurken bütünleşen, bozu-
dahil dünyanın hemen hemen bütün ül- lurken de çözülen şey .1.ı'idir. Bu okulun
keleri derhal bombalanmalı" dır. temel kavramı olan Yüce Bitim de (T'ai-
Chomsky'nin diğer eserleri arasında th'ı) 5<len başka bir şey değildir.
Cartesian Ling11irıüs (Descartesçı Dilbilim, Chu Hsi, evrendeki değişim ile devi-
1966); The Sound Pattmı of English Ongi- nimiyse yi11 yang ile buna bağlı Beş Öğe
lizce'nin Ses Düzeni, 1968); LA11ll'age aııd öğretisine başvurarak açıklar. lln edilgin,
Mi11J (Dil ve Zihin, 1972); The Logiral S I· zayıf, olumsuz güçlere;yangsa etken, güç-
""'"rr of Linglliıtie Tbeory (Dilbilim Ku- lü, olumlu güçlere işaret eder. Etkinlik i-
ramının Mantıksal Yapısı, 1975); &jltç. le etkinsizliğin birbirini izlemesiyle de
Iİ011s on Lang11age (Dil Üstüne Düşünce Beş Ôğe -ağaç, metal, su, ateş, toprak-
ler, 1975); dil ve siyaset ilişkisinden üre- ortaya çıkar. Evrendeki her şey yin yan§.n
tici dilbilgisinin dallanna kadar pek çok çevrimidir. Bu değişimdir. Bunu olanaklı
konuyu işlediği Lanll'age and Rlıponsibilil.J kılan da Yüce Bitim'dir.
(Dil ve Sorumluluk, 1979); felsefe ve dil- Jmin (insancıllık; iyilikseverlik) nasıl
bilim alanlannda bazı denemelerinin yer işleneceği Yeni Konfüçyüsçülüğün temd
aldığı &iles and Reprrsmtalions, (Kurallar sorusu olmuştur. 1.Jnin insanda ortaya
ve Temsiller, 1980) ile Knowkdge of Lan- çıkması, insanın yapısını ortaya çıkarır.
l!'age (Dil Bilgisi, 1986) sayılabilir. Aynca Bundan ötürü de insaiıın yapısı asıl ola-
bkz. derin yapı; dil felsefesi rak iyidir, çünkü li saf iyiliktir. Öte yan-
dan kötü insanlar da vardır. Ama bunlar
Chu Hsi (1130-1200) Çin'deki Yeni da aslında kötü değildirler; amaçlanndan
Konfüçyüsçiilük akımının en önemli fi- sapmışlardır.
lozofudur. Çin'in Fukiun eyaletinde doğ Kötülük, maddesel varlığın yoğunlu
muş; önemli bir kamu görevlisi olan ba- ğundan kaynaklanan bir dengesizliktir.
basının yanında eğitim görmüş; kendisi iyilik, varlıkları oluşturan öğelerin den-
de bir süre kamu görevlisi olarak çalış gede olmasından kaynaklanır. Doğru bil-
mıştır. gi bu kötülüğün üstesinden gelebilecek
Kendine gelesiye kadarki felsefe ge- bir güçtür. Varlıklar hakkındaki bilgi ki-
2117 Cicero
yasalar doğruluğu, erdemi, haktanırlığı lius: Dostluk Üzerine, .M.Ö. 44) karşılıklı
y.msıtuğında, yani gerçek adaletin luz- yararın yanısıra dürüstlük ve bağlılığa
metinde olduğunda doğa ile içsd bir u- dayanan soylu bir "erkek erkeğe dost-
yum söz konusu olabilir. Cicero Stoacılı luk" ilişkisini över. Cicero De seneı111te'de
ğın derin etkisinde kalarak kaleme aldığı, (YaşWık Üzerine, M.Ö. 44) kamusal ya-
erdemli davranma ile amaca uygun ey- şamdan el ayak çektikten sonra nasıl ya-
lemenin etik alanındaki çatışmasıyla başa şanılması gerektiğini ele alır. Ayrıca De
çıkma girişimi olarak okunabilecek De amüilİa ile De senectııle, diğer diyalogların
offi.1i'lte (Ödevler Üzerine, M.ô; 44) "in- dan daha az dizgeli olsalar da, Cicero'
sana yaraşır biçimde eyleme"nin doğayla nun felsefece içgörüye ve güzel konuş
uyum içinde yaşamaktan geçtiğini anım maya dayanarak insana dair çok önemli
sa tir. Eğer kişi ruhunda doğayla uyumu sorunları açıklama yeteneğini örneklen-
yakalarsa adil ve erdemli olabilir. dirir.
Cicero tümü de diyalog biçiminde ya-
zılan birbiriyle bağlantılı yapıtları De divi- cins ~ng. genus; Fr. genre-, Alın. gatt11ng;
natione (Kehanet Üzerine, M.Ö. 44), De Yun. gmos; Lat. genus] Aynı ayırt edici ö-
Fato (Yazgı Üzerine, M.Ö. 44) ve De na- zellikleri paylaşıp da farklı alt sınıflara ya
ture deorum'da (Tanrıların Doğası Üze- da türlere aynlabilen şeylerin oluşturdu
rine, M.ô. 45) tannbilim ve doğa felse- ğu sınıf; ortak özellikleri bulunan tek tek
fesine ilişkin Akademia'nın görüşleri ile varlıkların, yani türlerin oluşturduğu bir-
Epilrnrosçu ve Stoacı uslamlamaların i- lik ya da topluluk.
zini sürer. De diı>inatione'de Cicero "ön- Cins terimi sınıflandırma ya da bö-
ceden bilrne"ye ilişkin çeşitli savlan e- lümleme ilkelerinin doğadaki şeyler ara-
leştiri süzgecinden geçirir. Cicero bu ça- sındaki gerçek ilişkilere dayandığını dü-
lışmasında kehanetin hem açıklanabilir şünen Aristoteles kaynaklıdır. Aristoteles
olmadığını, hem de doğanın gözle görü- mantığında cins kimileyin çok daha ge-
lür düzenliliğiyle rutarlı olmadığını savu- niş ve kapsayıcı olan sınıfın, yani çeşit ya
nur. Cicero De nalllre deorum'da Akade- da tür diye adlandırılabilecek şeyin alt sı
mia 'dan devraldıkları yöntemle tafinların nıfıdır. Aristotelesçi felsefede, ardından
varlığını tanıtlayan Epikurosçuluk ile Sto- da ortaçağ felsefesinde bir şeyin özü o-
acılığın tannbilirnden ne anladığını gözler nun tanımı tarafından verilirdi; tanım da
önüne serer. Cicero nedensellik ve be- şeyin ne tür olduğunu ve kendine özgü
lirlenimcilik konulan üzerinde duran De farklılığını belirtirdi. Bunun en bildik ör-
fato'da ise Epikurosçulan nedensiz "a- neği, insanın akıl# (kendine özgü farklı
ıomsal sapmaları" savundukları için eleş lığı) /,;r hayıwn (en yakın tür) olarak ıa
tirirken, Stoacıların yazgıyı evrensel ve nırnlanmasıdır. Ortaçağ mantıkçıları cin-
ebedi "nedensel bir ağ" olarak gören an- si çoğunlukla bir terimi göndermede bu-
layışlanrun da istemli eylemi ve ahlaki lunduğu şeyQer)in genel türünü belirte-
sorumluluğu engellediğini öne sürer. Di- rek tanımlamaya çalışırken kullanmışlar
ğer bir önemli yapıtı Tıw:ulanae dirputa- dır. Aynca bkz. genos-, tür; tasım; A-
Iİones (Tusculum Tartışmaları, M.Ö 45) ristoteles.
ölüm, acı ve kötülük gibi konulan ahlak
ruhbilimi içerisinde tartışır. De .ftnibus bo- cinsel etik bkz. uygulamalı etik.
norum et malonim'da (En Yüksek İyi ve
Kötü Üzerine, M.Ô. 45) Cicero Epi- cinsellik felsefesi [İng. philosophy of sex-
kurosçu, Stoacı ve Aristotdesçi etik ku- uality; Fr. philosophie de la sex11a/iti', Alm.
ramlarını karşılaştırmalı bir biçimde işler. phi/osophie der sexualitii~ En genel an-
boı;tluğun doğası ve değeri üzerine bir lamda cinsellik görüngüsüne yönelttiği
diyalog olan Laelius, De amidtia'da (Lae- kavramsal, metafizik ve etik sanılar doğ-
289 cinsellik felsefesi
nıhusunda cinsel arzu, cinsel eylem, cin- sefenin köklendiği Eski Yunan'a dek ge-
sl'i hıızgibi tasarımları çözümleyerek ri gidiyor olmasına karşın, bir yaşam gö-
ıirıselliğin özünü, kapsamını, anlamuu, i- rüngüsü olarak cinselliğin doğal tarihi
~·ertliği sorunları enine boyuna araştıran hem Eski Yunan'dan çok daha gerilere
tdsefC alanı. Bir eylemi cinsel bir eylem gitmektedir hem de Eski YunanWarın
kı(;ının ne olduğunu ortaya koyan; bir anlatılarında dile getirilmiş öykülerden
duyguyu cinsel bir duygulanım yapanı, çok daha ilginç söylen ve olaylarla örü-
iiıeki duygulanım biçimlerinden ayrılan lüdür. Cinsellik felsefesi, yukarıda sırala
yiirılerine odaklanarak inceleyen; bir yan- nan en temel araştırma sorularından da
ı hı erkek ile kadın cinsiyetleri arasındaki anlaşılacağı üzere, aralarındaki sınırlar
,:cleneksel ayrımın doğasını ve içerimle- her zaman için kesin çizgilerle çekilemi-
ri rıi değişik yönlerden irdelerken, öbür yor olmakla birlikte, cinsel yaşamın deği
ymıchı eşcinsellik, lezbiyenlik, heterosek- şik biçimlerde konu olduğu "kavramsal",
süellik, transseksüellik, biseksüellik gibi "metafizik" ve "normatir' sorulara yanıt
çeşidi cinsel kimlikleri birbirleriyle olan amacıyla temellendirilmiş bir felsefe ala-
ilişkileri doğrultusunda karşılaşttrmalı o- nıdır. Metafizik yönelimli cinsellik felse-
l;ırnk çözümleyen; cinsel duygularumla- fesi ile normatif amaçlı yapılan cinsellik
ruı oluşumunda cinsel organların ne öl- felsefesinin tarihte izleri geriye doğru sü-
çülerde etkili olduğunu, cinsel organlar rüldüğünde, başta Platon ile Aristoteles
ılı~ıııılıı bedenin öteki bölümlerinin cin- olmak üzere Eski Yunan felsefesine dek
,..ı duygulanımlar lrnrşısındaki değergele uzandığı görülmektedir. Öte yanda, or-
rıııı açıkhğıı kavuşturan; cinsel etkinlik ile taçağın önemli filozofu Augustinus'un
ı ııısd hıız arasındaki ilişkiyi felseıi ba- ortaya koyduğu düşüncelerde cinsellik
1,ıııulıın kuran; bir başka kimsede cinsel felsefesine yaptığı katkılar, özellikle son-
c·ıkilt'llim ya da cinsel haz uyandırmak rnki dönem cinsellik felsefesi çalışmaları
.11lırrn Lıile isteye amaçİı yapılan eylemler üzerinde önemli açılımlara yol açmıştır.
ile isıcme<len bu tür etkilenimlere yol Felsefe tarihinde Platon'dan Kant'a dek
açımının etik bakımdan değerlerini sor- hemen bütün fılozoflar kötülüğün baş
,:ııLıy:ın; cinsel sapkınlıklar ile cinsel has- kaynağı olıırak gördükleri cinsellik konu-
ı.ılıkl.ırın kaynaklarını, yol açtıkları sorun suna yönelik olarak çoğunluk hep ahlak-
VL' sonuçlan araştıran; istenmeden girilen sal yargılarlıı son bulan anlayışlar sergi-
ı·iıısd ilişkinin, buna bağlı olarak da te- lemiştir. Cinselliğe bu denli kötü bir göz-
rnvüzün sınırlarını belirginleştirerek tanı le bakılmış olması gerçeği, Hıristiyanhk
nurıı y;ıpan; elle doytım, adet görme, por- başta olmak üzere bütün tekcannlı dinler
llO!!l'·llİ, erotiklik, flört, aşk, evlilik, bo- ile çoktannlı dinlerin kimileri için de ay-
şırrınuı, para karşılığı cinsel ilişkiye girme, nen geçerlidir. Platon'un PhaiJros Dfya-
lııımilc kalma, çocuk aldırma gibi cinsel- logu'nda aşka ilişkin temd kuramını or-
liğin konu olduğu bütün yaşam pratikle- taya koyarken cinsel haz üzerine söyle-
rini felsefece bir gözle soruşturan; Lıir dikleri, hem felsefe tarihinin cinsellik üs-
lıiil ün olarak cinselliğin insan yaşamın tüne yazılmış bilinen ilk felsefe metni
daki yerini, önemini ve değergesini te- olması bakımından, hem de Aquinas'tan
mellendirmeye çalışan; bilim felsefesi, Augustinus'a hemen bütün bir ortaçağ
sıın:ıı felsefesi ya da hukuk felsefesi gibi boyunca belirleyici olması bakımından
kendine özgü somhın, uslamlama yön- son derece önemlidir. Söz konusu diya-
ıcnılcri, en önemlisi de kavramsal bir logunda Platon, insanın önce belli bir in-
çerçevesı ile çatısı bulunan özerk felsefe san tekinde gördüğü güzelliğe kapılarak
ıhılı. aşkı yaşadığını. sonra bir üst aşk ıışama
Cınsdlik üzerıne dizgeli, ussal ve gi- sına çıkarak bütün insanlardaki güzelliği.
ılimli bir biçimde düşünmenin tarihi fd- görerek bütün insanlara aşk duyduğunu,
cinsellik felsefesi 290
derken en üst aşk aşamasındaysa güzellik yük .günahlardan biri olduğunu ileri sür-
ideasının yeryüzündeki kopyalanyla ya mektedir. Yine ortaçağın en önemli dü-
da görüntüleriyle yetinmek yerine güzel şünürlerinden Thomas Aquinas Sıımmn
ideasının kendisine aşk duyarak dünyevi Theologiae adlı ünlü yapıtında, cinsel ey-
aşklar yaşamaktan kurtulduğunu anlat- lemin haz alma üstüne kurulu doğası ile
maktadır. Bu aşamalı Platoncu aşk tasa- cinsel eylemin üremeye dayalı temel a-
nmında, bütün cinsellik pratikleri ilkece macı arasında açık bir bağdaşmazlık bu-
cinsel haz kavramından türetildiğinden, lunduğunu gerekçe göstererek cinsel ey-
cinsel hazların peşinde koşma dürtüsü lemlerin ahlaksal bakımdan bütünüyle
insaıun bir zamanlar bulunduğu idealar yanlış olduklannı söylemektedir.
dünyasına geri dönebilmesinin önündeki Çok daha yakınlara gelindiğinde, cin-
en büyük engeldir. Bununla birlikte Eski selliğe yönelik bu olumsuz tutumun Spi-
Yunan'da bir hayli yaygınlıkla karşılaşılan noza'nın usçuluğunda başka bir açıdan
oğlancılık pratiği, Sokrates'in en başta yinelendiği görülmektedir. Felsefe tarihi-
Alkibiades olmak üzere güzel gençlere nin başyapıtlarından Eli/en'nın daha ko-
oldum olası ayn bir yakınlık duyuyor ol- lay anlaşılması amaayla yazmaya ·başla
masında en somut biçimiyle kendisini a- dığı, ama bitirmeden bıraktığı Kavrt!JI/
çıklıkla göstermektedir. Ancak bu duru- Giiditıiin İyileş/irimi Ü Z!n'ııe başlıklı kısa
mun basit bir eşcinsel pratik olmaıun kitapta Spinoza, cinsel ilişki sonrası bo-
ötesinde oldukça derin felsefi içerimleri şalmayla birlikte usun yaşadığı donuklu-
bulunmaktadır: Nitekim Sokrates için ğa dikkat çekerek, boşalmayla son bulan
gerçek felsefe ancak mı/un etkinlikle ta- cinsel ilişkilerin kavrayış gücünün etkin-
şındığı ve duyulduğu bir kişiyle yapılan liğini edilgenleştirerek tinin gücünü a-
söyleşide gerçekleştirilebilecek bir etkin- zaltması nedeniyle kendisinden her du-
liktir. Bunun yanında Eski Yunan top- rumda kaçınılması gereken en büyük kö-
lumunda kadııun aşık olunmaya değer tülük "neşesizlik" durumuna yol açtıkla
bir varlık olmadığının düşünülüyor ol- nnı yazar. "En Yüksek İyi"nin yolundan
masının da Sokrates'in aşk, dolayısıyla da yürümenin başkoşulunun hep etkin bir
cinsellik anlayışında etkili olduğu açıktır. zihinsel konumda kalabilmekten geçti-
Sonuç olarak hem Platoncu felsefede ğini düşünen Spinoza, cinselliğin sonlu
hem de Sokratesçi diyaloglarda, erkek ile bir haz üretiyor olduğu için sonlu bir
erkek ilişkisinin idea doğurtma ya da do- şeye duyulan isteğin de sonlu olmak zo-
ğurmayla son bulacağı, buna karşı erkek runda olduğunu, gerçek us sahibi kişinin
ile kadın arasındaki ilişkininse çocuk do- sonlu hazlarla uğraşmak yerine sonsuz
ğumundan ya da doğurtıımundan öte bir bir şeye cluycluğu istekle sonsuz hazza
karşılığı olmadığı düşünülmektedir. Pla- yönelen kişi olduğunun altını özellikle
toncu cinsellik yaklaşımının, bütün bir çizmektedir. Öte yanda, düşünceleriyle
ortaçağ boyunca özellikle Yeni Platoncu felsefede "Copernicus Devrimi"ni gu-
felsefe tasarımlarıyla alabildiğine dinsel- çekleştirdiği düşünülen büyük Alman fi-
leştirilerek, cinsel perhizin sonuna dek lozofu Kant da cinsellik için pek olumlu
savunulduğu çilecilik yönü ağır basan bir düşünceler beslememektedir. Cinsellik ü-
yaşam felsefesine dayanak oluşturduğu zerine kundu aşkın, kendisinden alına
görülmektedir. Sözgelimi ortaçağın bü- cak cinsel haz adına sevilen kişiyi açıkça
yük düşünürü Augustinus, Platoncu ön- bir haz nesnesi durumuna düşürdüğünü
cüllerden yürüyerek. Tanrı 'run araruşııun söyleyen Kant, bu durumun tam anla-
bir başka bedene duyulan cinsel çekimle mıyla insan doğasının alçalması anlamına
uzaktan yakından bir bağlantısı olamaya- geldiğini savunmaktadır. Bunun yanında
cağını, Tanrı'ya duyulan aşkın bir insan Kant, cinselliğin her durumda karşıdaki
tekine yönelmesinin işlenebilecek en bü- nin bir insan oJduğunun hiçe sayılmasına
291 cinsdlik fdsefesi
bağlı olarak salt cinsel haz arayışı olduğu rak tanımlanabilirlerken, belli durumlar-
düşüncesini kesinledikten soma, cinsel- daysa cinsel bölge olarak tanırnlanama
liğe indirgenmiş bir yaşanun ahliksal ba- yacaklan gerçeğine parmak basmaktadır
kımdan kabul edilebilir bir durum olma- lar. Buna göre, farklı bağlamlarda el sı
dığı sonucuna varmaktadır. XIX. yüzyı kışma eylemi hem belli bir cinselliğin
lın bir başka önemli filozofu Schopen- yüklenebileceği cinsel bir eylem olarak
hauer, Aflurt ltfıtafar!J adlı kitabında cin- tanımlanabileceği gibi, cinsellikten bütü-
sel isteğin yöneldiği nesnenin güzelliği nüyle bağımsız salt gündelik bir selam~
nin doğgrıın insana kurduğu en büyük !aşma biçimi olarak da anlaşılabilecektir.
tuzaklardan biri. olduğuna dikkat çeke- Burada el sıkışmayı cinsel bir eylem ya-
rek, aşkın üreme istencinden öte bir an- pan doğrudan el sıkışan kişilerin o anki
lamı olmadığını, dolayısıyla da .adına aşk dıiygulanımlanyla örülü kendi iç yaşan
denilenin gerçekte üreme yoluyla türün ıılarıdır. Yıne bu bağlamda verilen bir
sürdürümü için doğa tarafından insana başka örnekse, yerleşik ölçütler uyarınca .
yerleştirilmiş cinsel isteklerden başka bir değme bir cinsel organ olması gereken
şey olmadığını dile getirmektedir. Scho- vajinaya, jinekolog bir doktorun muaye-
penhauer bu temel görüşüyle, cinsellik ne amaçlı dokunuşunun cinsel eylem o-
felsefesi taruşmalannda genellikle doğal lariık tanımlanamayacağı, buna bağlı ola-
a cinsellik anlayışının da kurucusu ola- mk kimi ortamlarda özellikle de tıbbi bir
rak gösterilmektedir. ortamda vajinaya cinsel bölge olarak ba-
C..insellik felsefesinin öteden beri a- lalamayacağıdır. Bu durum erkeğin peni-
çıldığıı kavuşturmaya çalıştığı konulardan sinin sünnet edilirkenki durumu için de
biri, cinsel eylemin nasıl tanımlanabile aynen geçerlidir. Aynı sorun bağlamında
ceği sorusu üstüne kurulmuştur. C..insel- ortaya atılan, çoğunlukla da "ahlakçı cin-
lik felsefesi üstüne yazılıruş pek çok me- sel eylem anlayışı" adıyla anılan yakla-
tinde açıklıkla belirtildiği gibi, "cinsel ey- şıınlardan biri de, cinsel eylemlerin cin-
lem "in tam olarak tanımlanması yalnızca ı;ellik taşımaktalıklannı bir başka yere
kuramsal içerikli felsefeyi ilgilendirmeyip gitmeye gerek duymaksızın salt üreme ya
pr.ııik yaşamdaki eşcinsellik, tecavüz, ço- da doğurma etkinliği doğrultusunda te-
cuk aldırma gibi kimi cinsel eylemlerin mellendirmekten yanadir. Bu yaklaşım- ·
ıınlaşılma.'ı bakımından da son derece da, cinsel bölgeler biyolojik ya da ana-
önemli bir yer tutmaktadır. Cinsel eylem tomik yapılan gereği üreme etkinliğini
çok genel bir deyişle, bedenin cinsel böl- gerçcldeştiren organlar olarak görülür-
boeleriyle bir biçimde doğrudan ya da do- ken, bu organlann üremeyle son bulacak
laylı olarak ilişki.'i bulunan eylemler bü- bir biçimde işletilmesine karşılık gelen
ıünü olarak tanımlanabilir. Bu görüşe gö- eylemler de cinsel eylemler diye tanım
re, cinsel eylem denilen eylem türü cinsel lanmaktadır. Kuşkusuz tutuculuğuyla ö-
böl~erden en az biriyle belli bir ilişki ne çıkan bu geleneksel yaklaşım, yalnızca
içinde olunup oluıunadığına bakılarak "heteroseksücl" temclli cinsel ilişkileri a-
ııınımlıınmaktadır. Yapılan bu çok kaba çıklamaya yönelik olarak geliştirilmiş ol-
dııscl eylem tanııruna karşı çoğu cinsel- duğundan, eşcinsellik, lezbiyenlik, trans-
lik ti:lscfecisi, tanımda sözü edilen cinsel seksücllik, biseksüellik gibi hiçbir du-
biil~ deyişi~ hiç de açık olmadığına rumda üremeyle ya da doğumla son bul-
.likkııt çekerek, gerek ıanınun kendisini mayan değişik cinsel ilişki biçimlerini a-
~oerckse üstüne kurulduğu cinsellik tasa- çıklamada yetersiz kalacak denli dar bir
rımını bütünüyle reddetmektedir. Bu an- yaklaşım sergilemektedir. Bunun yanında
ı~mdıı sözgelimi, yerleşik ölçütler uyann- salt öpüşerek, dokunarak ya da okşaya
1:11 cinsel bölge olarak görülemeyecek el- rak, yani vajinanın içine tam olar.ık gir-
lcrııı, belli durumlarda cinsel bölge ola- meden gerçekleştirilen sevişmelerin taşı-
cinscllik felsefesi 292
dıklan cinselliği göz ardı ettiği gibi, geri "toplumsal belirlenmişçilik"tir. Kimile-
çekme yönteminden prezervatif kulla- )~n "özcülük karşıtlığı" diye de anılan bu
nımına dek değişik korunma yöntemleri anlayışın önde gelen savumıculan, cinsel
kullanarak vajinanın içine boşalmadan eylemlerin neliklerini enson anlamda ve-
gerçekleştirilen sevişme pratiklerindeki recek tarihüstü, kültüraşın, zamandışı
cinselliği de açıklayamamaktadır. Ayna., birtakım doğuştan gelme özler bulunma-
yine bu anlayışta elle doyum, cinsel fan- clığıru ileri sürerek, bu arkaik tasarımlar
teziler, kimi nesneler ya da eşyalar ile gi- doğrultusunda cinsel eylemleri tarumla-
rilen fetişist cinsel ilişki pratiklerinin de ma uğraşı içinde bulunan bütün çabala-
olduklan gibi açıklanmadan bırakılmaları rın sonuçsuz kalmaya mahkum oldukla-
söz konusudur. Kuşkusuz cinselliğe kar- nnı belirtmektedirler. Söz konusu yakla-
şı geliştirilmiş bu geleneksel anlayışın bu şımda, bedenin aynı bölgelerinde, aynı
denli çok konuyu açıklayamıyor olması organlarla gerçekleştirilen çeşitli eylemle-
nın başlıca nedenini, modern dönemde rin. kimi kültürlerde bütünüyle cinsellik
dolaşıma girmiş yeni cinsellik pratikleri bildirirken, kimi kültürlerdeyse cinsellik-
ile eskiden yaşanan tabular nedeniyle ye- le uzaktan yakından bir ilintileri bulun-
raluna inmek zorunda kalmış kimi cinsel madığına somut örnekler verilerek dik-
pratiklerin, adım adım, özellikle "cinsel kat çekilmektedir. Sözgelimi erkekler a-
de\•rim"i büyük ölçüde gerçekleştirmiş rasında yanak yanağa öpüşmek, Avrupa
füu toplumlarında yeryüzüne, hergünkü toplumlarında öpüşen kişiler anısında
dünyaya ya da gündelik yaşama çıkmayı cinsel ilişki olabileceğinedair ku~kuhır
başarmış olmalannda aramak gerekir. Bu doğururken, Türk toplumunda erkekler
bağlamda cinsel eylemleri cinsel kılanın arası yanak yanağd öpüşme içtenlikli bir
ne olduğunu açıklamak amacıyla gelişti selamlaşma olmaktan öte bir anlam ifade
rilen bir başka anlayış da cinsel eylemleri etmemektedir. Nitekim belli dokunmala-
neden oldukları cinsel haz doğrultusun nn ya da edimlerin cinsellik değergele
da, yani alınan ya da verilen haz uyarınca rinin kaçınılmaz bir biçimde toplumdan
tanımlama eğilimindedir. Buna göre, her- topluma, çağdan çağ.ı, kültürden kültüre
hangi bir eylemin cinsel bir eylem olarak değişkenlik gösteriyor olması, toplumsal
görülebilmesi için o eylem yoluyla cinsel belirlenmişçilik anlayışırun gözünde cin-
haz veriliyor ya da alınıyor olması yeter- sel eylemlerin, dolayısıyla da cinselliğin
lidir. Eylemlerde içerilen cinselliği, salt evrensel ölçütler uyarınca belirlenmesi-
cinsel haz ölçütünü yerine getirip getir- nin olanaklı olmayışırun en temel göster-
mediklerine bakarak değerlendirmeyi sa- gesidir. Daha açık bir deyişle, cinsellik
vunan bu görüşe yöneltilen en önemli e- her zaman için tarihsel ve kültürel olarak
leştiri, aynı daha önceki anlayışlarda da yapılanan temel bir yaşam pratikleri ala-
olduğu üzere "karşıörnek" göstermek yo- mdır.· Bu temel gerçek karşısında cinsel-
luyla dillendirilmiştir. Bu noktada verilen lik üstüne düşünen bir felsefenin cinsel
karşıörnek, uzun yıllardır evli olan bir eylemler üzerinden giderek cinselliğe
çiftin herhangi bir haz almadan tekdü- yaklaşırken, her durumda toplum ege-
zeleşmiş bir biçimde otomatik olarak men cinsellik tanımlanna dayanarak iler-
gerçekleştirdikleri cinsel ilişkinin, çok kö- lemesi kendisinden kurtulamayacağı bir
tü bir cinsel ilişki olsa bile, hala cinsel bir zorunluluktur. XX. yüzyılda felsefede
ilişki olarak görülmek zorunda olduğu meydana gelen "dilsel dönemeç"in izdü-
gerçeğine dikkat çekmektedir. şümü çok geçmeden kendisini cinsellik
Bütün yaklaşımlar bir yana, cinsel ey- felsefesi alanında da göstermiştir. Yine
lemlerin hangi öncüller doğrultusunda bu bağlamda kimi araştırmacılar, sergile-
tarumlanacaklanna yönelik olarak gelişti dikleri genel yaklaşımlar bakımından
rilmiş en etkili anlayış hiç kuşkusuz toplumsal belirlenmişçiliği benimsemiş
293 Cioran, Emil Michel
olmakla birlikte, bir bütün olarak cinsel- sürdürmesi gibi çok temel bir siyasal a-
liğe baştan sona dilci bir bakış açısından mııca da hizmet ediyordur. Açıkça gö-
yakhışmanın ne gibi içerimleri ohıbilece riildüğü gibi, Atkinson cinselliğe yakla-
ğini soruştunnaktadırlar. Bu yaklaşım şımında türün sürdürümü olamk: bilinen
doğrultusunda cinselliği anlamaya çalı temel doğa yasasını siyasal düzenin sür-
şanlann en çok üstünde durduklan ko- dürümü olarak değerlendirmektedir.
nu, dilin cinsel eylemleri ne ölçülerde Ci11.rrlliğin Tarihi başlıklı çalışmasında
belirlediğidir. Bu noktada Kıicoly Maria Fransız post-yaptsalcı düşünür Michcl
Bcnkert'in daha 1869 yıhnda dile getirdi- Foucault ise eşcinscllikten evliliğe,
fahi-
ği "eşcinsdlik sözcüğü dolaşıma girmez- şelikten çokeşliliğe çeşitli cinsellik pra-
den önce eşcinsellik diye bir cinsel pratik tiklerinin soykütüklerini çıkararak tarihte
şöyle ya da böyle varolmuyordu" sözü izlerini sürmüş, şeyleri her durumda söz-
sıkça alıntılanarak, söz konusu sözde a- cükler kullanmak yoluyla y~ttığımız dü-
çığa vurulan temel gerçek bütün bir cin- şüncesinden hareketle cinselliğin tarihi-
sel eylemler alanına taşınarak genelleşti nin gerçekte cinsellik üzerine tarih bo-
rilmektedir. Günümüzün önemli cinsel- yunca kurulmuş söylemlerin toplamından
lik felsefecilerinden Adrienne Rich, bir başka bir şey olmadığına dikkat çekmiş
adım daha ileri giderek hcteroseksüdli- tir. Buna göre çeşitli cinsellik söylemle-
gin dahi "insan yapımı" bir kurum oldu- rinde "anormal" ile "normal" cinsel dav-
ğuna pannak basarak, bu anlamda cinsel ranışlar olarak .belirlenen pek çok cinsel
pratiklerin hemen biitününün dilde oy- qlemin bilgisine iktidarın cinselliği de-
nanan oyunlann ürünleri olduklarını, bu- netim altında tutmak amacıyla başvur
nun ötesinde cinsellik için evrensel bir duğunu, modem cinsellik söylemindeysc
tloğa aramanın boşuna olduğu sonucuna bu işlevi yerine getiren temel söylem bi-
varmaktadır. Bu bağlamda, başta Iriga- çiminin ruhbilim olduğunu . belirterek,
my, Cixous ve Kristeva olmak üzere ki- cinsellik felsefesi üzerine çok önemli
mi feminist felsefeciler, daha da aşın uç açılımlan olan bir kınlmanın oluşumuna
ıı;örüş benimseyerek Platon'dan bu yana öncülük etmiştir. Bu anlamda Foucault,
llaulı dillerin hep eril egemen diller ol- yerleşik cinsellik söylemlerinde hep vur-
Juklan saptamasından hareketle, hetcro- gulandığı gibi mastürbasyon saplantısı (o-
ıocksüelliğin özünde dişil olanı eril bir nanizm), röntgencilik ya da nemfomanya
cinsellik dünyasında tutup denetlemek (erkeğedoymazlık) gibi öteden beri sap-
aclına kadınlara dayatılmış eril bir konum kın olduğu düşünülmüş değişik cinsel ey-
olduğunu ileri sürmektedirler. Öte yanda lem biçimlerinin geıçek anlamda ubbi
Ti-<.irace Atkinson, cinsellik konusuna yardım gerektiren karakter bozuklukları
bütünüyle siyasal bir bakış açısından yak- ya da patolojileri olmadığını, bunların
laşmaıun gereğini temellendirirken açık her zaman için söylemin iktidar rejimle-
çıı başka bir düşünsel çizgiden yürü- rince yapılandırılmış denetleme amaçlı dü-
mektedir. Atkinson'a göre, cinsellik hep zenekler olarak görülmeleri gerektiğini sa-
belli bir siyasal düzenin içinde oluşturu vunmaktadır. Aynca bkz. Foucault, Mic-
lıııı bütünüyle siyasal bir kurumdur, bu hel; Cixauı, HCli:nc; Irigaray, Luce;
ıırıhıın.la da cinsel rejimler ile siyasal rc- Xristeva, Julia.
jımlc:r arasında son derece yakın bir iliŞki
5'i:1. konusudur. Bu açıdan bakıldığında, Cioran, Emil Michelt (1911-1995) Fel-
inıııınlar değişik cinsel ilifkilere girerler- sefece düşünmenin tarihinde "doğmuş
ken sanıldığı gibi doğalarından gelen dür- olmanın sakıncası"nı en iyi dillendiren,
tülerini doyuma kavuşturuyor olmaktan varoluşçu yoksayıalığın rakipsiz ve bir o
çok, asbnda nüfusun belli bir düzeyde kadar da acımasız savunucusu Rumen
kıılmasını sağlayarak devletin varlığını düşünür ve ahlakçı.
Cioran, Emil Michel 294
Fransızca kaleme aldığı ilk yapıu olan zehirlemesini, bizde yarattığı esrimeyi ya
Çiirii111enin Kitabt'nda (Precis de decom- d,ı sarhoşluğu yalnızca uğursuz ya7.gımı
position, 1949) Cioran, pek çoğumuzun zın bir ürpertisi olarak değerlendirir. Her
yaşamlarımızı sorunsuz kılacağını öngör- yaşaııun doğum ile ölüm arasında vuku
düğümüz her şeyin üstünde bulunan bir bulan yararsız bir uyarıcı olduğunu dil-
kesinlik arayışıyla bu yaşanılan boş yere lendirerek yaşaııun anlamsızlığını
ve
geçirdiğimizi belirterek, yaşamın hiçbir boşluğunu bize tanıtlamaya çalışır.
Cio-
anlaııu olmadığını, dolayısıyla da bu tür ran sorgulayıa bir zihnin er ya da geç,
bir kesinlik alanına ulaşmanın söz konu- öyle ya da böyle insanı huzura çıkaracağı
su olmadığını üstüne basa basa haykır beklentisinin hiçbir temdi olmadığını
maktadır. Cioran'a göre yaşamın herhan- kesinleyip altını oyduktan sonra, ancak
gi bir anlamı olmadığını, hiçbir şeyin de sığ dünyalarda yanılsamalar içinde yaşa
ona bir anlam katamayacağını bilmek ya yanların kendilerine aa vermeden yaşa
da bu farkındalığa ulaşmak bir insanın yabilir olduldannın altını koyultarak çiz-
yaşaııu boyunca başına gelebilecek en mektedir.
anlamlı şeydir. Cioran uygarlıkların, fel- Cioran tam bir dizge düşmanıdır; diz-
sefelerin, dinlerin, kültürlerin tarihinde gecilik karşıtlığının en uç adlarından bi-
doğruluk adına ortaya çıkmış ne varsa, ridir. Aristoteles, Thomas Aquinas ve
hepsinin de bu kaçınılmaz gerçeğin üs- Hegel'i düşünce tarihinin gelmiş geçmiş
tünü örtmekten, dikkatimizi bu gerçek- en büyük zorbaları olarak ilan eder. Öte
ten b•ışka yönlere çekmekten başka bir yandan tıpkı kendi gibi özdeyişlerle, ke-
amaç gütmediklerine parmak basmakta- sik kesik "çekiçle felsefe yapan,. Lich-
dır. tenberg, Schopenhauer, Kierkegaard ve
Schopenhauer'a atfen Cioran, varolu- Nietzsche adlannı ve tüm "lanetlenmiş"
şumuzun "hasta", "utanç verici" ve "la- yazarları saygıyla anar. Çağımızın bu "u-
netlenmiş" olduğunun farkındalığından yumaz" adamı, "uykusuzluğun tannsı"
hiçbir zaman kurtulamayacağıııuzı, bu- umutsuzluk ile intihar düşüncesinden
nun bize verdiği "azap" duygusundan beslenen özgün bir metafızik kurmuştur
kaçamayacağımızı vurgular: "Hiçbir ko- kendisine.
şulda Nirvana yoktur." Bizim o araş Cioran'ın düşüncesinde "hınç" kav-
tırma ddisi, sorgulayıa zihinlerimiz bize ramının ayn bir yeri ve önemi vardır.
ne rahat verir ne de huzur; bu yaşamın Gerek felsefenin gerekse sanattn güdiile-
bize sunup sunabileceği tek şey, kokuş yicisinin, itici gücünün hınç olduğunu
muş bir yüzeysellik ile yanılsamalarla do- vurgular; bunların üstesinden hınçsız ge-
lu, elimize yüzümüze bulaştırmaya yaz- linemeyeceğini savunur. Cioran'ın kendi
gılı olduğumuz bir kaçış olanağıdır. hınandan en büyük payı ise Tann alır.
Camus'ye atfen Cioran, kendimize Koyu dindar bir aileden gelen Cioran'ın
boş yere işkence etmemizin anlamsızlı Tann'yla hesaplaşması yaşamının sonuna
ğını dile getirerek, hepimizin zaman yi- dek sürmüştür. Elindeki tüm olanaklara
tirmeksizin yaşamın saçmalığıyla en tu- karşın bizi böylesine yetersiz, eksik ve
tarlı ilişkiye geçme biçimi olan intiharla anlamsız yaratmasından ötürü Tann'ya
yüzleşmemiz gerektiğini savunmaktadır. olan kızgınlığı hiç dinmeyecektir. Üstelik
Yaşamlarımızın saçmalığıyla başa çıkma Tann tüm bunlar yetmiyormuş gibi ba-
nın biricik tutarlı yolu olarak intihar et- şımıza bir de hiçbir insanın kaçamayaca-
memiz aslında kaçınılmazdır. Oysa ki biz ğı "saltıklık arayışı"nı musa11at etmiştir.
aptalca bir biçimde bu saçmalığın üstünü Cioran işte tam da bu noktada sesini
örtmeyi yeğleriz: yadsıyarak, unutarak, ka- yükselterek insanın, özellikle de uygar
çarak, görmezden gelerek. .. insanın yazgısının düğümlenişinden söz
Sartre'a atfen Cioran, özgürlüğün bizi açar; insan yaşamının trajik boyutu da
295 CMtasSolis
buıada aralanu ve bir daha asla kapan- dığı. hemen her şeyin özünü banndıran
maz: 1t111J# yetersiz, eksik ve anlamdan Uİllllll~ DonıAıJ.mJa (Pe Culmile
yoksun olduğunu bilmesine lwşın ken- Dispeı:arii, 1934), FrarıstZca'ya çevrilme-
disine anlam katmak adına tam ve yetkin yen tek yapıtı A/Jamf"6 Kitabı (Cartca
olmaya çalışan bir ahmak, alttan alta kö- Amagirilor, 1936), GÖZJtlllan ,,, Azizler
tülük için yanıp tutuştuğunu duyumsa- (Lıcrimi si sfinti, 1937), Dii/iit1akrit1 Akı
masına karşın kendisinin "iyilik" için ya- t:aleArat1bl/ (Amurgul Gandurilor, 1940)
ratıldığını, en azından "iyi"yc doğru yol ile Mağlfiplant1 Kitabı (Indreptar Patimus,
alması gerektiğini düşünen bir ileiyiizlii; 1944); Fransızca'da ise Hiizjifl Kg111/an/
hiçbir koşulda "özgüdük''e ulaşamaya B11nıül!. (Syllogismes de l'amertumc,
cağını bile bile -hemen her zaman altın 1952), V 1110ima Elfimi (Lı Tentation d'
da ezildiği ve ezilmeye yazgılı olduğu existcr, 1956), Tarih"' ÜIDJ!Ja (Histoitc
bir "saluk özgürlük"tür tutturmuş giden et Utopic, 1%0), z-Ja Dii/ii/ (La C-
bir /ll(hfr, olmıalttalığıoın ya da yaşamak hutc dans le tcmps, 1964), Kilii T"""
talığının biricik ereğinin "güçsüzlük is- (Mauvais DCmiurgc, 1969), Do/pll/ OJ.
tenci" olduğunu göremeyip kendisini a- manm Sahttt1111 (De l'inconvı:nicnt d'etre
yakta tutacağını sandığı "güç istcnci"ne nC, 1973), Gma Dİİ/İİfla ÜZ!'İfl' Bir Dı
sanlan bir f"".nitdir· Nitekim filozofun """' (De Essai sur la peıısCc reactinnai-
yaşam karşısındaki umarsızlığını dillen- re, 1977), 1ıma (EcartClcınent, 1979),
dirdiği bir özdcyifinde de şöyle der: lUgraflbl!. Dl!Jlllll A/qlmlllllan (Exccrci-
"Dünyayla tutuştuğu kavgada filozof he- ccs D'Admiration, 1986) ile 1tirafoır 111 A-
men her zaman bir sıska, bit raşitiktir; fanız."6 (Aveux et Anathemes, 1987).
biyolojik bakımdan düşüklüğünü duyum- t Bu madde Cioıan'ın anısuıa "umutsu2hı.ğun ve
sadığı. ve bunun acısını çektiği ölçüde uykusuzluiwıdoruldaandaq yuılmıfllr. (s. e. u.)
mtlefir."
Cioran'a göre bir insanın ba'1fia ge- circulus vitiosus (Lıt.) Fclscfede, özel-
lebilecek en kötü şey "doğmuş olmak" likle de mantıkta, "kısırdöngü"yü, "dön-
tır; gerisiyse boştur. Bir kez doğduktan güsel akılyürütme"yi betimlemek için
sonra ölüme doğru yol alıyor olmamızın kullanılan Latince dcyif; çıkarsanacak so-
hiçbir öiıemi yoktur. İnsan doğduğu an- nucun öncüllcrde zaten içerildiği ya da
dan itibaren her şeyini yitirmiştir. Yaşa tanıtlanacak sonucun baştan doğru kabul
maksa sonucu belli olan bit savaşı sür- edildiği uslamlama biçimi Aynca bkz.
dürmekten, yenilgiye yngılı olduğumuz ~dtio principii
bir karmaşanın içinde bulunmaktan iba-
rettir. CivitsB Soli•~..at.) İtalyan düşünürTom
Tann'ya karşı tüm serzenişlerine kar- maso Campanclla'nın ütopyacı yapıtı Gii-
şın Tann yine de onu ödiillcnditdi: Oo- "'I Ü/Mn'nin (Lı Citta del Sole, 1602)
rarı yaşamının sonlarına doğru "hasta- Latince olan özgün adı.
lıklann en güzeli" Alzheimer'e yakalandı Platon'un D111/efi. ve Thomas More'
ve içini kemiren her şeyi unuttu: Yaşamı un Ü~'sıyla aynı çizgide yer alan Gii-
boyunca peşinden koştuğu "güçsüzlük "'I Ü/Msi, Campanclla'nın günün birinde
istcnci"ne arak kavuşmuş gibiydi. gcrçcldcJCCCğiı düşündüğü, insanlann
İnsanlığın çürüyüşünün ve dünyanın bitarada yaşayarak mutluluğu paylaşacağı
kokuşmuşluğunun tarihçisi; yaşamda tu- filozofça bir devlet tasarısıdır. Campa-
tunacak dalı olmayanların, yersiz yurt- nclla'nın Güneş Ulkesi Hiiıt Okyanusu'
suzlann sözcüsü; XX. yüzyılın önde ge- ndaki Topraban adasında (Seylan) ku-
len "insandankaçan"ı / "insanscvmez"i / rulmuştur. Ülke halkalar halinde yedi
"tannkowcu"su Ooran'ın başlıca yapıt bölgeye ayrılmış ve her bir bölgeye bir
ları şunlardır: Rumencc'dc sonradan yaz- gezegenin adı verilmiştir. Bu topraklarda
Cixous, HClenc 2%
felsefe, bilim ve dine eşit ölçüde önem onlan birarada büyütür, eğitir ve iyi birer
verilmiş; toplum yaşamı buna göre dü- vatandaş olmaları için elinden geleni ya.-
zenlenmiştir. Ülkenin başında, aynı za- par. Kuşkusuz bu kadar ayrıntılı düzen-
manda !>aşrahiplik görevini de üstlenen lenmiş bir toplumsal yapıda aksaklıklara
ve Hoh denilen ülkenin en bilge kişisi, ya da kusurlu davranışlar>d yer bırakma
bi!Jiilt. metaflzjkp vardır. Seçimle işbaşına mak için Güneş Ülkesi'nde katı bir ceza
gelen bu önder, koltuğunu bilgeliğinin hukuku da işbaşındadır. Aynca bkz. Cam-
gücüyle kazanmıştır. Ölmeden önce kol- panclla, Tommaso; ütopya(cılık ).
tuğunu bir başkasına bırakması için on-
dan daha yetkin birinin, daha bilge bir Cixous, Helene (1937) Dişil yazının en
filozofun yetişmiş olması gerekmektedir. ateşli savunucularından Cezayir asıllı F-
Hem siyasal hem dinsel erki elinde tu- ransız feminist şair, yazar ve felsefeci.
ran, böylelikle de bir yandan dünya işle Cixous kendisini öncelikle bir şair ve dü-
rini bir yandan da öbürdünya işlerini şünür olarak görme cğiliıniı:ıde olsa da,
düzenleyip yürüten Hoh'un kendi seçtiği gerek 1974'te Paris Vlll. Üniversitesi'n-
üç büyük yardımcısı vardır: "Güç Baka- de Fr.msa'run önde gelen birkaç Kadın
nı" diyebileceğimiz Po11 askerlik ve savaş Çalışmaları Merkezi'nden birini kurmuş
gibi güce dayalı işleri yönetir. "Akıl ya da olmasıyla, gerekse dünyanın dört bir ya-
Bilgelik Bakanı" diyebileceğimiz Sit1 bi- nından gelen öğrencilere ve katılımcılara
lim, din, eğitim ve sanat gibi bilgiye da- vermiş olduğu seminerlerle eylemci dü-
yalı işleri yönetir. Başlıca görevi kusur- şünür yönünü açıkça ortaya koyar.
suz bir nesil yetiştirmek adına uygun Cixous'un ister yazınsal ister felsefi
çiftleri seçmek ohın "Aşk ya da Sevgi olsun bütün çalışmaları metafiziksel ka-
Bakanı" diyebileceğimiz Alor ise sağlıklı palılığın ve bu kapalı oluşun getirdiği bas-
üreme için cinsel ilişkileri düzenler. kıcı kavramsal ve sözdizimsel yapının bi-
Güneş Ülkesi'nde devletin devamlılı rer eleştirisidir. Ele aldığı konuların çok
ğını sağlamak adına mal mülk ortaklığı çeşitli olmasının getirdiği yorumlar bol-
uygulanır: özel mülkiyet kaldınlrnıştır; her luğu ve yazılar çeşitliliği içerme, dışlama
şey devlete aittir. Bu ülkenin yurttaşları ve olumsuzlamaya dayanan bütünleştirici
hep birlikte üretip hep birlikte tüketirler. dizgeleri bozar. Nitekim Cixous'un çalış
Campanella'ya göre herkesin tek bir a- malarında karşıtlıklara ve hiyerarşiye (sı
maç için, topluma y.ı.rarlı olmak için ça- radüzene) dayalı ikici düşünme biçimle-
lıştığı; dayanışma bilincinin kişisel çıkar rini yıkma çabası ile bedene yönelik dişil
ları silip süpürdüğü bir devlette, üretimin yazı uygulamaLırına verilen önem hep
tamamı için her bir vatandaşın günde 4 ön plandadır. Oteki'nin ruhsal "titreşim
saat çalışması yeterli olacaktır. Böylelikle lerine" ilişkin keskin algıları Cixous 'u
insanlar kendilerini istedikleri yönde ge- mükemmel bir okuyucu ve eleştirmen
liştirme im!cinı bulabilecek ve daha mut- kılmıştır. Cixous'a göre, "erkek" olarak
lu bir yaşam süreceklerdir. Buna karşın tanımlanan öznenin eleştirisi ruhçözüm-
Güneş Ülkesi'nde tembellik en büyük lernenin konusudur. Ancak Cixous ruh-
suçlardan biridir ve cinsel birleşmeden çözümlemeyi, ruhçözümsel "doğrular"ın
men edilmeyle cczalandınlır. Güneş Ül- açık uçlu, kişisel anlatılar adına reddedil-
kesi'nde aile kurumu da yoktur: yetkilile- diği yoğun bir yapısöküme uğratmıştır.
rin uygun gördüğü kadınlarla erkekler Cixous'un 1960'1arın sonlarındaki ve
evlenmeksiZin birbirleriyle birleşir. Do- 19701erin başlarındaki öncü yazılan, öz-
ğan çocuklar toplumun ortak çocuklan- neyi bundan böyle buyurgan ve özerk
dır; ana babalarının kim olduğunu bil- olarak değil de diğer metinsel ya da yaşa
mezler. Devlet onların yetişmeleri için yan öznelerle ya da seslerle diyalog i-
gerekli ortamı yaratmakla yükümlüdür; çinde kavramamız gerektiğini bize yetkin
297 Cixous, Helene
bir biçimde gösterir. Bu özne kavrayışın oluşur. Nitekim, Cixous da bedenin asla
da, özne kendisini inşa eder ya da çeşitli kab-d bir verilen olmayıp daima kodlan-
metinler ile tarihin kesişim noktalarında mış olduğunu savunur; özcülüğün o yer-
et.kin bir şekilde "doğar" ve "yeniden siz suçlamalarını tek tek elinden alır.
doğar". Bu kavramlaşumıanın felsefi te- "Ben" birden fazladır, çünkü sürekli ö-
meli Hegel'in ve onun efendi-köle ilişki tekilerle diyalog içindedir ve kimlik dı
sine dair açıklamasında örneklenen di- şardan dayatılır. Cixous hüküm süren kül-
yalektik akılyürütme geleneğinin eleştiri türel düzen tarafından dayatılan durağan
sidir. cinsel kimliklerin dengesini bozar. Cix-
Ci.xous, Catherine Clement ile ortak ous'a göre yazı düzeni, özellikle kültürel
çalışması Ytttidm Doğan K4d11l da (La Jeu- çarkın dayattığı durağan cinsel kimlikleri
ne Nee, 1975) toplumu doğa/kültür, ko- yeniden üretmek zorunda değildir. Bu
nuşma/yazı ve erkek/kadın gibi hiyerar- nedenle Cixous ikili-cinsiyeti somutlaştı
şik olarak biçimlenmiş karşıtlıklar aracı ran, kadının çıkarlarını gözeten bir yazı
lığıyla düzenleyen simgesel pratikleri "ya- biçiminin üretilebileceğini savunur ve kül-
pısökümcü" bir okuma yordamıyla eleş türeli yeniden biçimlendiren yazma edi-
tirir. Tıpkı Derrida gibi karşıtlıklarda yer minin kadın için özel bir önemi oldu-
ahın terimlerden birinin daima diğerine ğuna inanır.
göre daha üstün tutulduğunu belirten Cixous'un dişil yazı girişiminde fel-
Ci.xous, bu karşıtlıkları erkek ile kadın sefe, ruhçözümlemeyle olduğu kadar in-
;ırasındaki karşıtlıklarla ilişkilendirir. Cix- sanbilirnle de kesişir. Bataille'ın Mauss'
ous bu diyalektik yapıların öznelliğin bi- un klasik makalesi "Armağan"a ("Essai
çimlenişi, dolayısıyla da cinsel ayrım üze- sur le don" /''The Gift'', 1925) ilişkin
rinde baskı kurduğunu göstermek için okuması, Cixous'u Batının muhafaza et-
Hegel'in efendi-köle ilişkisini kullanır. E- me ve biriktirme anlayışından çok farklı
fendi-köle ilişkisinde öznenin bir başkası mübadele biçimlerini uygulayan kiiltür-
tarafından tanınmaya gereksinimi vardır. leri araması için önayak olur. Bu da Cix-
Özne bu tanımayı bir gözdağı olarak de- ous'u suç ve borç duygularının nüfuz
neyimler; öteki baskı altına alınır. Kadın ettiği sınırlan koyuca çizilmi_ş erkek eko-
erkek ilişkisinde ise, kadın kimliğinin nomisi tarafından koşullandırılmamış al-
oluşumu ve farkedilişi bakımından gele- ma ve verme biçimlerini bulmaya yönel-
neksel olarak daima öteki diye temsil tir. Cixous kadınların, toplumdaki marji-
C'dildiğinden, bu kimliğe sürekli bir göz- nal statülerinden ötiirii, "armağan sana-
dağı verilmesi durumu yaşanır. Dolayı u"nı iğdiş edilme senaryoları tarafından
sıyla Cixous'a göre, cinsel ayrım, ayrın1 kuşatılan erkeklerden çok daha fazla icra
ile ötekiliğin bastınlma yoluyla hoş gö- ettiklerini ileri sürer. Eril vtrme dolaysız
rüldüğü bir iktidar yapısına kapatılmak bir geri dönüşün kesinliğine dayanır, bu-
tadır. na karşı dip/ vtrmt için Ci.xous hiç bir geri
Derrida "yazı" ve "kadın" terimleri- dönüşe konu olmaksızın enerji dağıtan
nin metafiziğindeki eşzaınanlı dışlama güneş ışınlan örneğini kullanır: Güneş
nın Cixous'un üretken ama tartışmalı daima almadan verir. Vermeye ilişkin bu
ifadesi "dişil yazı"yı (imtım .ftmiııine) ya- bambaşka ilişki dişil yazma pratiğinin
ratmasını olanaklı laldığını ileri sürer. ayırt edici bir özelliğidir. Cixous 'a göre
Hiç de özgün olmayan bir anlamda ka- dişil yazı durağan, değişmez kimlik u-
dın yazını olarak da okunan "dişil yazı" lamlarının güvenirliğini reddetmek, üste-
ırrirni başka düşünürlerce yer yer bilinç lik çoksesli ve değişik özneler yaratmak-
yükselcmek için de kullarulmışar. Oysa tan korkmamak anlanuna gelir. Dolayı
l>erridacı anlamda yazı daima (bilinçsiz) sıyla "dişil yazı"nın kendisi içerik ve bi-
bir ~ahneyle ilişkilidir ve onun içinde çim düzeyinde verme sanatında örnek-
cogito ergo sum 298
Eııeıij (1912)), Kant'ın "üç cleştirisi"yle Mantıkla ilgili görüş!Crini System Jer
uyum içindedir, ancak Cohen buna ruh- PhiltMophie, Erster Ttil: Lotik tler rtİlıen Er-
bilim konusunu ele alan dördüncü bir e- kmnmis (Felsefe Dizges~ Birinci Kesim:
leştiri kitabı ekleme}ri hedefler. Böylelikle An Bilginin Mantığı, 1902) adlı çalışma
de geniş ölçüde Platon, Descaru:s, Lei- sında ortaya koyan Cohen, aşkınsal fel-
bniz ve Kant çizgisini izleyen bir "eleşti sefeyi Kant'tan oldukça farklı bir biçim-
rel idealizm" kurmayı amaçlar. de kurar. Duyular ile duyulur olanın ve
1919 tarihli Die Rıigiım Jır Vtmmtji düşüncenin apriori biçimlerinden başla
11111 Jm QNtHm Jtr JNJmJtmıı (Yahudiliğin mak yerine "basılı kitaplarda" bulunan
Kaynaklarından Doğan Akıl Dinı) adlı bilimden yola çıkan Cohen, bilgiyi ma-
çalışması geniş ölçüde Yahudi din felse- ırmatik ilkeler üzerine kurmak ister. O-
fesinin canlanışını başlatan yapıt olarak na göre bilgi deneyimin değil, saf düşün
sayılır. Cohen'in Yahudilik felsefesi ay- cenin ürünüdür. Bilginin açığa çıkardığı
nlmazcasına onun genel felsefi duru- "varlık" bizim eğretilemeli olarak doğa
şuyla bağlantılıdır. Ancak, mantık, etik, nın yasalan adını verdiğimiz matematik-
estetik, ruhbilim konulanna yoğıınlaşan sel soyutlamalarda verilidir yalnızca. Co-
eleştirel-idealist dizgesi içinde bir din fel- hcn'in manıık anlayışında kategori ve
sefesi banndınnaz. Öte yandan Proırs yargıya varma dizgesi, Kant'ın çabaları
tan Marburg Okulu, genellikle Cohen'in nın aksine, açık uçludur.
Yahudi felsefesini, insanın varlığına yö- Kant'tan ayrıldığı bu nokta dışında Co-
nelik felsefi sorunlar karşısında ve insan hen dogmatik bir önyargı saydığı "ken-
kültürü içinde dinin rolünü belirlemesi dinde şey" kavramını da kullanmaktan
konusunda yetersiz görürken, Yahudi kaçınarak, bilen özneyi bir "kültürel bi-
düşüncesine daha varoluşçu bir biçimde linç birliği" sayar; her kültürün farklı yö-
yaklaşanlar ise Cohen'in kendine özgü nelimlerinin altında yatan birliği keşfet
bir dizgeye bağlanmasını felsefi idealiz- mek ise bu düşünürün en önemli amaa-
min sınırlarından cesur bir kopuş olarak dır.
değerlendirirler. Cohen'in geıçekliği kavrarken izlediği
Cohen, Yahudilerin insanlık kültürü- maddecilik ve belirlenimcilik karşıtlığına
ne katlalannı, en genel anlamda tarihsel dayanan yöntemi en çok etik alanında
özgüllükleri etik evrensellikle birleştiren kendisini . gösterir. Etik görüşlerini de
bir dinin geliştirilmesi olarak saptar. Bu . İnantığa benzer biçimde oluşturan Co-
akıl dininin özünde Tann düşüncesi ile hen, insan varlığı üzerine bir öğreti say-
insan vulığırun birbirinden bağımsız o- dığı etiği, felsefesinin merkezine yerleşti
luşları düşüncesi vardır. · rir. Etik, insan davranışının ürünleriyle
XIX yüzyılda benzeri görülmemiş ilgilenen tüm çalışma alanlan (özellikle de
bilimsel yeniliklerin etkisiyle Alman ide- insan bilimlen) için temel oluşturur. İn
alizminin çöküşü hızlanmıştır. İnsan bey- san bilimlerinin temel bilimlere duyduk-
ninin işleyişine yönelik deneysel araştır lan korkuyla kanşık hayranlık, bu bilim-
malar, düşüncenin doğasını inceleyen lerin insanı çoğunlukla saf bir biyolojik
ıliişiinscl araştırmaların önünü kesmiş; varlık olarak değerlendinncsinc yol aç-
pek çok felsefe bölümünde geleneksel mıştır. Oysa ki insan bilimlerinin asıl ge-
felRefenin yerini deneysel ruhbilim al- reksinim duyduğıı "insan varlığı" etik bir
coincidentia oppositorınn 300
ıermiştir. Yar.ıralığa duyduğu derin düş Metltod, 1933), Metafizik Ü~ri11t Bir De-
manlık özellikle Ymi uıiathmı (fhe Ncw 11e111e (An Essay on Metaphysics, 1940)
Leviathan, 1942) ile S!Jtuet Felıefesi Üzr- ile Slllliltın İl/ukri (The Principles of Art,
ri11r Dt11t111eltr (Essays on the Philosophy 1938) sayılabilir.
of Politics, 1989) adlı kitaplannda çok
açık bir biçimde görülebilir. Doğru ya- Comte, Auguste (1798-1857) Toplum-
şam Collingwciod'a göre gelip geçici ar- bilimin isim babası, olguculuğun kurucu-
zuların ya da tutkuların sürekli olarak yi- su Fransız düşünür. Comte bütün ya-
nelenmesinden alınan doyum değildir. şamı boyunca Fransız Devrimi'nin ne-
Bunun yerine yapılması gereken, özgür den olduğu siyasi, toplumsal ve ahlaki
bir eyleyen olunduğu bilinciyle, varolu- sorunları çözmeye çalışmıştır. Comte bu
şun gerektirdiği ödevleri yerine getirecek uğraşısının ilk ürürılerinden olan Pla11 du
biçimde ussallığın sonuna dek deneyim- tmıwux ıdmtifique fltı:emıin:ı pour riorgt1t1i.rer
ll'nmcsidir. Ussallık ile özgürlük bilgi ile la ıoditl (foplumun Yeniden Diizen-
eşdeğerdir bu arılamda. Collingwood bu lenmesi İçin Gerekli Olan Bilimsel İş
söyledikleriyle yalnızc-.ı Kant'a değil, Av- lemler Planı, 1822) adlı çalışmasında ile-
rupa "özgürleşim" geleneğinin önde ge- ride oluşturacağı olguculuğun "üç evre
len yazarlarından Giovanni Gentile ile y•1sası" ve "bilimlerin sınıflandırılması"
Guido de Ruggiero'nun etik konumları gibi temel kavramlarının ilk taslaklarını
na da bir hayli yakın durmaktadır. Nite- ortaya koyar. Comıe bu çabasını olgu-
kim bu iki özgürleşimci yazar için de öz- culuğunu tanıtmak ve Fransız Devrimi'
gürlük için yeter koşulların sağlanması nin yol açtığı sorurılara çözüm bulmak
ancak üyelerinin aynı özgürlüğü birbirle- amacıyla tasarladığı ansiklopedik bir ça-
rine tanıdığı, kurumların bu karşılıklı an- lışmayla desteklemeye koyulur. Comte
layışı çoğaltma amacına göre düzerılen bu ansiklopedi tasarısını modem sanayi
diği çok özel bir toplum modeliyle ola- toplumundaki siyasal ve toplumsal ör-
cak bir şeydir. Bu noktada upkı Bene- gütlenme için bir temel oluşturmayı a-
dctto Croce gibi liberalizmin dozu iyi maçlayan ve günümüzde yetkin, dizgeli
;ıyarlanmış bir aristokrasiyle doğru bir bir felsefe yapıunın nasıl olması gerekti-
siyasal alaşım oluşturacağını düşünen Col- ğine örnek gösterilen altı ciltlik Co11rı de
lingwciod, tasarlanabilecek her siyasal dü- philoıophit poiitive (Olgucu Felsefe Ders-
zende bir yanda yönetenler öbür yanda leri, 1830-1842) adlı çalışmasında ger-
yönetilerıler olmak üzere ilci ayn sınıfın çekleştirir. Bilimsel yöntemlerin siyaset,
olmak zorunda olduğlınu savunmakta- ekonomi, toplumsal davranış çalışmala
ılır. [jberal bir toplumda yöneticilerin nnda kwlarulmasını ilk destekleyen dü-
yeri her zaman için yönetilerılerle doldu- şünür olan Comte'a göre, bilimsel yön-
nılac.ık, toplumun bütün katmarılarına temlerin uygulanması kaçınılmaz olamk
hu düzeni aksatmayacak uygun bir eği toplumsal iyileşmeye ve ilerlemeye yol
lim anlayışı verilecektir. Buna karşı yö- açacaktır. Comte'un olguculuğu herhan-
neticiler yönetilerılerin gözünde her za- gi bir konunun araştırılmasında ya da in-
man için kendilerine gıptayla bakılan bir celenmesinde doğrudan gözlemleneme-
konumda bulunduklarından, kendi yö- yen her şeyin göz ardı edildiği, deneye
neticilik konumlarını sağlama almak an- dayanmayan bilgi savlarının bir yana bı
lamında aristokratik bir örgütlenme i- r.ıkıldığı bir yaklaşım olarak tanımlana
çinde bulunacaklardlr. bilir.
Collingwciod'un diğer önemli yapıtla Comte, olguculuğun genel çerçevesi-
" arasında Di11 ve Felıefe (Religion and ni önce 1830 ile 1842 yılları ar.ısında ya-
Philosophy, 1916), Felıe.ft Yö11te111 Ü!(!rifle zımını tamamladığı Olgµ.-11 Felıeft Dm-
Hir Dt11t1fle (An Essay on Philosophical /en'nde, daha sonra da 1844'te yayımla-
conat11s 304
dığı Olg11.11 Ti" Üztri11e Koı111ş111akır (Dis- bu olguların altında yattığı düşünülen ya-
cours sur J'esprit positil) başlıklı çalış pı, düzen ve yasalarla ilgilenmektedir.
mada çizmiştir. İlk kitabın daha başında Comte, genel olgucu felsefe anlayışımı
C.omte şu sözlere yer vermektedir: "Ol- dayanarak yeni bir siyaset yaklaşımı da
gucu felsefenin gerçek doğası ile özel önermiştir. Bu yeni yaklaşımın en temel
yapısını açıklayabilmek için öncelikle ken- düşüncesi, toplumları olgucu anlayış doğ
di içinde bir bütünlüğü olan insan dü- rultusunda yeniden düzenlemenin gere-
şüncesinin ilerleyişine bakmak gerekir; ğidir. Böyle bir ödevi yerine getirmenin
çünkü bir şeyi kavramanın en iyi yolu o- ilk koşulu da düşünürler ile sanatçıların
nu tarihiyle birlikte ele ı1lmaktır." Comte biramya geldiği tinsel bir ortam yarar-
insan düşüncesinin gelişiminin üç aşama maktan geçmektedir. Ayrıca Comte yine
dan geçerek gerçekleştiği saptamasında olgucu anlayışa dayanarak yeni bir dinin
bulunmuş; bu üç aşamanın açıklamasını kurulmasının gereğine dikkat çekerek
"Üç Durum Yasası'' adını verdiği bö- . yepyeni, bir o denli de aykırı, olguc:u bir
lümlemeli çözümlemeyle sunmuştur. Bu- elin tasarımı ileri sürmüştür. Hiçbir aşkın
na göre, tarih boyunca insanlık ilki taıın~ varlığı gerektirmeyen bu yeni dinde ken-
hilimscl dii11tm, ikincisi ınetajiz!k dii11eın, ü- disine tapılacak tek güç yine insanlığın
çüncüsü de olgımı diiııeın olmak üzere üç kendisi olacaktır. Comte'un etkilediği dü-
ana aşamadan geçmiştir. Tannbilimsel şünürlerin başında gelen John Stuart
dönemde in.<anoğlu bilmediği, bir türlü Mili Comteçu olguculuk anlayışından kal-
anlayamadığı olayları hep aşkın bir kay- karak yararcı ahlak görüşü ile liberal si-
nakla açıklama yoluna gitmiştir. Yine bu yaseti bir potada eriten yeni bir açılım
dönemde insanoğlu usundan çok imge- sunmuştur. Ne var ki :Mili, Comte'un
leminin sesini dinlemiş; ussal yolla te- pek çok görüşünü olurlamasıruı karşın,
mellendirilmiş açıklamalar yapmak yeri- gerçeklerle bağdaşmadığını düşündüğü,
ne eğretilemeler ile benzetilere dayalı dolayısıyla da olguculuk karşıu bir doğa
söylense! anlatım olanaklarına başvur içerdiğini düşündüğü olgucu din öneri-
muştur. İkinci evreye karşılık gelen me- sine pek sıcak bakmamıştır. Ayrıca bkz.
tafızik dönemde gerek söylenbilgisinin olguculuk.
tanrılarının varlığına gerekse de onların
özel yetilerine ve güçlenne duyulan inan- conatırs (Lat.J Sözcük anlamı insanın
an çökmesiyle birlikte değişik metafizik tüm gücünü kullanarak gösterdiği gayret
araştırma izlenceleriyle insan zihni saltığı olan mıwt11s, Spinoza'nın felsefeye lcı
kavramaya çalışmıştır. Bu dönem boyun- zandırdığı anlamıyla "bir şeyin kendi
ca bir yığın metafizik uslamlama, metafi- varlığını korumak ve siirdürmek adına
zik kavmm ve metafi?ik sorun ortaya giriştiği rabtr, bu amaca vargücüyle yö-
atılmış ama ortaya konan sorunlar çö- nelmiş doğ-dl eğilim ya da etkin ilke"dir.
ziilemediği gibi ulaşılan bilgi anlamında Spinoza'nın vurguladığı biçimiyle bu
da ı.ek bir adım olsun ileriye gidileme- "çaba", her sonlu varlığın, her "canlı"nın
miştir. Üçüncü döneme gelindiğindeyse doğasında bulun.ın bir şeydir. Ancak
zorunlu saltığı amaçlayan metafizik ardş özellikle bu "çaba"nın bilincinde olan
tırma mantığı yerini biitünüyle, hem de insanoğlunda kendini koruma itkisine;
bir daha geri dönülemeyecek bir biçimde kendi varlığında sürmek için didinmeye
olumsalı, göreli olanı anlamaya yönelik bürünür. Bu anlamıyla da insanın zihin
olgucu bir bilimsel araşurma çerçevesine gücünün, bilincin istenç boyutunu oluş
bırakrruştır. Usun bütünüyle imgelemin turur. Aynca bkz. Spinoza, Barııch.
üstesinden geldiğinin varsayıldığı bu son
dönemde insanoğlu artık deneye ııçık ol- conC11rs11s dei (Lat) Felsefede, özellikle
gularla, bu olgular arasındaki ilişkilerle, de felsefeye yaslanan ortaçağ tanrıbili-
305 CondiJlac, Etienne Bonnot de
(La Logique, 1780) ile matematiği bir Condorcet'nin kuramına göre, insanlık
çözümleme modeli olarak ileri sürdüğü yabanlığın en alt basamaklarından yük-
Rak<ımlarm Dili (La Langue des calculs, selerek ı,,ıirdiği aydınlanma ve mutluluk
1798) sayılabilir. Aynca bkz. duyumcu- yolunda kusursuz bir yetkinliğe doğru i-
luk. lerlemektedir. Condorcet, insanlığın şim
diye değin aldığı yolu dokuz aşamaya a-
conditio sine qua non (Lat.) Ortaçağ yırarak çözümler. Sunduğu taslaktaki in-
felsefesinden itibaren onsuz olunamaya- sanlığın gelişim çizgisi, toplumöncesi do-
cak denli önemli, vazgeçilemez koşul ya ğa durumundaki ilkel insanla b•ışlayıp
da "zorunlu koşul" anlamında kullanılan Descartes ve XVII. yüzyılın sonlarından
Latince deyiş. Bir şeyin yokluğunda baş 1. Fransız Cumhuriyeti' ne uzanan yılları
ka bir şeyin de olamayacağı ya da ortaya kapsayan dokuzuncu aşamayla gelişimi
çıkamayacağı (A olmazsa B de olmaz); nin en üst noktasına ulaşır. Condorcet
belirli bir nedenin belirli bir sonucu do- insanlığın önünde artık yalnızca Fransız
ğurması için yerine bir başka şeyin ko- Devrimi'nin başarısının ardından gelecek
nulamayacağı, ancak ve ancak bu olmaz- olan onuncu aşamanın bulunduğunu be-
sa olmaz koşulun gerektiği durumlar için lirtir. Onuncu aşama toplumsal, siyasal
kullanılır. ve uluslararası eşitsizliklerin ortııdan kal-
dırılacağı ve siyasetin matematik teknik-
Condorcet, Marquis de (1743-1794) lerinin kullanılarak akılcı bir biçimde yö-
Genç yaşına karşın *Aıısiklopedı'ye ö- netileceği aşamadır. Condorcet insanın
nemli katkılarda bulunan ve toplumsal gelişiminde ya da insanlık tarihinin yol
kurumların matematik aracılığıyla çö- alışında iki etkene özel bir ilgi gösterir:
zümlenmesine öncülük eden Fransız Ay- toplumsal ilerlemenin ve düşünsel başa
dınlanma düşünürü. "Ansiklopediciler" rının ana aracı olarak dilin gelişimi ile in-
in en genci olan Condorcet, aynı za- sanın geçmişteki yarılışlanndan ve köle-
manda bu düşünürler ar.ısında Fransız liğinden kurtuluşunu kolaylaştıran ilerle-
Devrimi'ne. tanık olan, hatta katılan tek meci aygıtlar olarak teknolojinin ve fizik
düşünürdür. Bir Aydınlanma düşünürü bilimlerinin gelişimi. Condorcet'nin ola-
olmasının yanı sıra etkin bir siyasetçi de sılık kuramı tarihinde önemli bir yeri bu-
olan Marquis de Condorcet ekonomik lunan Çoğ11,,/11/e Kararlarm111 Olasıbğma Çıi"
özgürlük, dinsel hoşgörü, hukuk ile eği zjimlemt Yô '1femi11itt Uygulattması ÜZ!riııe Bir
0
tim reformu ve köleliğin kaldırılması için Dmeme (Essai sur l'application de l'anal-
çaba sarf etmiştir. İnsanlığın ilerleyece- yse a la probabilite des decisions ren-
ğine ve mükemmelli~ne derinden ina- ducs a la pluraliıc des voix, 17R'i) adlı
nan Condorcet bu inancını en önemli çalışması Fransız düşünürlerin toplum bi-
çalışması olan İnsan Zihninin İlerlemesi Ü- limlerini matematik aracılığıyla uygulama
Z!rine Tarihsel Bir Taslak'ta (Esquisse geleneklerinin ilk örneklerindendir. Bu il-
d'un tableau historique des progres de ginç yapıtın epey bir genişletilerek göz-
l'esprit humain, 1795) etkileyici bir ku- den geçirilmiş hali Olartble Hesabmm Öğe
ramla temellendirmiştir. Verilerin deney- kri: Bl111/an11 Şa111 011111/antta, Çtkiliılm ve
sel gözlemine ve bu verilerin istatistiksel İ11sa11 Kararlantıa Üyg11!011111ası (Elements
çözümlemesine dayanan İnsan Zih11ini11 İ du calcul des probabilites et son app-
lerlemt1i Üzeri,,e Tarihsel Bir Tas/ak, tarih- lication aux jeux dı: hasard, a la loterie et
sel dönemlerin Hıristiyanlıktan arındınl aux jugements des hommes, 1805) gibi
mış bir zamandizinini kullanarak insanlı ilginç bir başlıkla yeniden yayımlanmış
ğın başanlannın yörüngesinin izini sürer. tır.
ı:rcatio c.'I: nihilo (Laı.) Bir şeyi "yoktan crcdo ut intdliganı (Lat.) Ortaçağ fel-
var cıme"; "hiçten yaratma" edimi için setesinin, özellikle de Augustinus ile An-
kullarulan Latince terim. Geleneksel Hı selmus'un tanrıbilimsel görüşlerinin te-
ıistiyan tanrıbilimine göre, Tanrı dün- melinde yer alan, "anlayayım diye inanı
yayı, varolan her şeyi yoktan var etmiştir. yorum" anlamındaki deyiş. Bu sözün kö-
Ancak dünyanın yoktan var edildiğini keni Kutsal Kitap'tadır (Eski Ahit, İşaya,
Croce, Benedetto 308
Bap 7: 9): "Nisi ıTtdiıkritir, non i11ıelligeıil' insanın düşünceleri ile eylemlerinden doğ
("Eğer inanmazsanız, anlamazsınız da'). muş dört arı kavram olduğunu dile geti-
Auguscinus bunu, "inanmak için anla, ren Croce, tinin ya da bilincin tarih ara-
anlamak için inan" biçiminde yorumlar. cılığıyla güzellik, doğruluk, yararlılık ve
Augustinus'a göre bu savsöz bir yaşama ahlak olarak aşama aşama kendini açtı
düsturu haline getirildiğinde, Hıristiyan ğını, kimileyin yeniden yapılanamk kimi-
dünya görüşü, aklı gözden ırak tutma- leyin bütünüyle başkalaşarak gelişim gös-
yan, düşünceyi hiçe saymayan; akıl ile i- terdiğini öne sürerken açıkça Hegelci bir
nanan el ele yürüdüğü bir öğretiye ka- uslamlama çizgisinden yürümektedir. Hc-
vı.ışmuş olacakur. Ansclmus da bu de- gcl'den aldıklan yanında, Francesco de
yişi, Tanrı'nın varlığına ilişkin varlıkbil Sanctis'in 1870 ile 1871 yılları arasında
gisel uslamlamasının harcı yapar: "İnan yazımını tamamlayıp yayımlattığı La sıo
mak için anlamaya çalışmıyorum, anla- ria dt.lltı le1terat11ra ittılim111 (İ ı.alyan Yazın
mak için inanıyorum. Çünkü inanmasam Tarihi) adlı yapıtının düşüncesi üzerinde
anlayabileceğimi de sanmıyorum." son derece etkili olduğunu açıklıkla söy-
lemekten çekinmeyen Croce, Giambat-
Croce, Benedetto (1866-1952) Özel- tista Vico'mın estetik üzerine düşünce
likle estetik alanındaortaya koyduğu ki- lerinin de kendisi için bir başka önemli
şisel yaraucılığın anlatımı olarak sanatsal etkilenim kaynağı olduğunu belirtmiştir.
sezgi görüşüyle sanat ile felsefe çe~elc Croce'nin ortaya koyduğu düşüncele
rinde büyük yankılar uyandırmayı ba- rin kuşkusuz en değerli olanları kendile-
şarmış İtalyan filozof. Söz konusu görü- rini estetik alanda göstermektedir. Bu
şünü temellendirirken bilişscl olmayan düşüncelerin büyük bir bölümü düşünü
bir uslamlama doğrultusu izlemeye ayrı rün genel felsefe etkinliği ile yazın eleşti
bir özen gösteren Croce, hemen bütün risi ar-.ısında mekik dokuyan düşünümle
açıklamalarında Hegelci tarih tasarımına, rinin ürünleridir. Öte yandan Croce, mü-
bu tasarımda içerimlenen genci felsefe zik üzerine yazmayı çok değerli bir fel-
düşüncelerine içtenlikle bağlı kalmıştır. sefe çabası olarak görmediğini, mimari i-
Croce aynca bütün bir yaşamı boyunca le güzel sanatların öteki alanları üzerine
Hitler Almanyası'nda kök bulan faşist de ancak içinden geldikçe yazmayı yeğle
hareketin yaptıklarına sert karşı çıkışlar diğini belirtmektedir. Bu durum karşısın
da bulunmuştur. Bir bütün olarak bakıl da kimi yorumcular Croce'nin salt yazın
dığında dinin baskıcı yaptınmlanrun kar- ve şiir üstüne kunılu bir estetik anlayışı
şısına felsefesini insancı bir seçenek ola- geliştirmiş olmasırun, ortaya koyduğu gö-
rak öneren Croce, sonuna dek Hegelci riişlerin ~ağlamlığıru tartışılır J-,lclığını ileri
bir idealist olarak bütün insan etkinlikle- sürmektedir. Çoğu yerde yorumcular Cro-
rinin ya "Güzel"e ya "Doğruluk"a ya da ce'rıin geliştirdiği estetik öğretiyi ele al-
"İyi"ye yönelik olarak gerçekleştirildikle marun en iyi yolunun öğretinin temel-
rini savunmaktadır. Bu ülküler, Croce' lendiriliş tarihini dön ayn aşamaya aytra-
nin kimileyin tin kimileyin de bilinç diye rakincelemekten geçtiği konusunda ortak
adlandırdığı insan varlığının en temel bir düşünce sergilemektedirler.
dön ayrı yönüyle ilintilidirler. Bunlardan Buna göre l 900'lü yılların başlarına
ilk ikisi tinin kuramsal boyutuna, yani karşılık gelen ilk aşamada Crocc, en ge-
birbirlerinden aynlamayacak denli kenet- nel anlamda sanat etkinliğini sezgiyle öz-
lenmiş "sezgi" ile "mantık"a karşılık ge- deşleştirmekte, bir yanda "olgucu" ya da
lirken, öbür ikisiyse cinin pratik boyu- "deneyci" estetik görüşlerin yetersizlikle-
tuyla, yani "ekonomik" ve "etik" ilgi, is- rini göstermeye çalışırken, öbür yanda
tek ve yönelimleriyle ilgilidir. Bu dön estetik bağlamında sergilenen aşırı "arı
bengisel ülkünün içeriklerinin bütünüyle lıkçı" ya da "usçu" tutumların yol açtığı
309 Croce, Benedetto
derin sorunlara dikkat çekmektedir. Ol- söz eden Croce'nin, daha sonra 1913 yı
gucu ya da deneyci estetik görüşlere k:u- lında bitirdiği Bmimio Ji r.rlttim (Esteti-
şı duygulanımların ya da duygulann ger- ğin Özü) başlıklı yapıunda kuramına en
çek anlamda bir varoluşlan bulunduğu son biçimini verdiği görülmekİ.edir. Sa-
nu savunan Croce, duygulanım ile duy- natsal anlatJmın oluştuğunu düşündüğü
gular alanııun bilgiye açık olmadığını ileri yoğun duygulanımların ya da duygulann
sürmenin son derece büyük bir yanılgı lirik sezgisini daha da açık kılmaya çalı
olduğunu düşünmektedir. Öte yanda, an- şan Croce, bu türden duygulanımların
lıkçı ya da usçu eğilimlere karşı manuk- deneyci felsefe diliyle dile getirilmeleri-
s;ıl bilgi ile sezgL~el bilgi arasında bir ay- nin olanaksızlığına dikkat çekerek, yapıl
rıma giderek uslamlamada bulunan Cro- ması gerekeııjn bütünüyle imgeler üstü-
cc:, bunlardan ilkinin, yani manuksal bil- ne kurulu yeni bir dil oluşturmak olduğu
ginin kavramlar aracılığıyla edinildiğini, saptamasında bulunmaktadır. Croce, ben-
temelde şeyler arasındaki tümel ilişkilerle zer nedenlerle sanaun özünde yaşanan yo-
ilgili olduğunu, buna karşı ikinci tür bil- ğun duygulann kendiliğinden boşalulma
ginin, yani sezgisel bilginin tek tek şeyle sı olduğunu düşünen romantik öğretilere
rin imgelerinden edinildiğini öne sürmek- de karşı çıkarak, sanaun kaba saba hay-
ıt•dir. Bu bağlamda Croce, ·doğruluğunu van varlığımızı dönüştüren tinsel bir et-
pek çok bakımdan benimsediği Hcrbart- kinlik olduğu gerçeğinin üstünden atlan-
~ı Kanı okumasına dayanaruk, deneyim- maması gerektiğini vurgulamaktadır. 811
ler ile: duyumlar dünyasını gerek dene- vurgusu doğrultusunda sezgi imgderi ile
yimlerimize: gerekse duyumlarımıza an- mantıksal düşünme kategorileri arasında
l:ım kazandıran, imgelemin en önemli iş yaptığı ayrımı daha da kesinleyen Croce,
ll·vlc:rinden birine karşılık gelen sezgi ye- bütün yaşamlannı sanata yapıntJ· kurallar
tisiyle düzene koyduğumuzu öne sürmek- koymakla geçiren klasik kuramaları son
tedir. Dolayısıyla Croce'ye göre, biçim i- derece sert bir dille eleştirmektedir. Cro-
le i1,-erik, sezgi ile anlarım bir ve aynı ce'ye göre estetiğin başlıca öde\'İ, sanaun
şcy<lirler, yani dile getirilmemiş bir şeyin hem felsefeden hem de pratik yaşamdan
sezgi yoluyla duyulması olanaksız oldu- hangi yönlerden aynldığını. hangi yön-
ı:undan dile getirilmeyen şey sezilmemiş lerdense onlarla örtüştüğünü açıklığa ka-
lı:ıliylc: yalınkat doğal bir olgu olarak kal- vuşturmakur. Tam bu noktada Hegel'in
111;1k durumundadır. Sezgisel bilginin tinin tarihte kendini nasıl açığa vurduğu
ııı~ıııılml bakımdan karegorize edilmesi na ilişkin o ünlü temd savını kendi dü-
;mcak bundan sonra gelen bir işlemdir. şünsel konumuna uyarlayan Croce, tinin
Kur-amsııl yolla imgeleme etkinliğinin temelde karşıtlıklar yoluyla değil ayrık
her ı ürden pratik ya da etik amaçlı insan lıklar yoluyla ilerlediğini belirterek:, sezgi-
etkinliğinden bütünüyle ayn olduğunun sel bilginin algının önünü açtJğını, dola-
nlı ını özellikle çizen Croce, gerçek sana- yısıyla da kavramsal düşüncelere dayalı
ıın ne: doğrulukla, ne yararlı olanla, ne de olarak yargılar verme yetisini daha bir
iyi ulanla bir ilintisi olmadığını öne sü- keskinleştirdiğini söylemektedir. Dahası
~rkcn büyük ölçüde Emile Zolıı'dan et- bu türden bir bilginin yeni bir yaşama
kilenerek ürün veren İtalyan Doğalcı 0- tutumu edinilmesini zorunlu kıldığına
kulu 'nun yazarlarına karşı düşünsel bir dikkat çeken Croce, sezgisd sanat bilgi-
kuııum geliştirmenin arayışı içindedir. sinin kaçınılmaz bir biçimde yaşam pra-
Crııce'nin estetiğinin ikinci aşaması tiğini etkilediğinin, en açık bir biçimde,
"'maun lirik doğasına yönelik olarak ge- tek tek yaşam etkinliklerinden çok bir
lıftirıli~i kurama karşılık gelmektedir. İl bütün olarak yaşam tutumunu değiştiri
kin l IJ118 yılında yazdığı bir makalede bu yor olması gerçeğine bakılarak görülebi-
kıınımılnn yetkin olmayan bir biçimde leceğini i>ne sürmektedir.
Cudwonh, Ralph 310
sahınnı tiim bir ruhbilimin odağına koy- telikscl çatışkı dünyanın kuruluşuna, ni-
maya, bütün ruhsal olayları da bu yolla teliğine ilişkin karşıt savlan gösterir. Sav:
açıklamaya soyunan çağrışımcılık, davnı "Tüm bileşik tözler yalın parçalardan o-
nışçılığın bilinç ve ruhsal olaylar üzerine luşur; hiçbir yerde yalınlıktan ya da yalın
daha gelişkin düşünceler ortaya koyma- şeylerin birliğinden başka bir şey yt>k-
sıyla önemini yitirmeye başlamışın. Ay- . tıır." Karşı sav: "Dünyada yalın parçalar-
nca bkı. Çağntım. dan oluşan hiçbir bileşik şey yoktur; hiç-
bir yerde yalınlık yoktur." Üçiincii ya da
çatl§kı [İng. flfllim»~ Pr. a11ti11omir, Alm. ilişkisel çatışkı, nedensellikle ilgilidir. Sav:
11111i11omir, Yun. t111ti110111İtr, es. t. lutİPl-i 11tl- "Doğa yasalarına uygun nedensellik, dün-
kizg11] Mantık dilinde bir önermenin ge- yadaki tüm varlıklıınn türetildiği tek yol
rek kendisinin gerekse değillcınesinin çc- değildir. Söz konusu varlıklan açıklamak
li~ önermeler iirctmcsi. Eski zamanlar- için özgürlükten gelen bir başka neden-
da kaqıt tcmcllcndirmelerin yan yana selliğe daha gereksinim vardır." Karşı
konmasıyla yapılan bir tür söz sanatı. sav: "Özgürlük yoktur. Dünyada olan her
SözgeJimi, Quintilianus'un (35-95) l11111t- şey yalnızca doğa yasalarına uygun bi-
tio dt. oraloria adlı yapıtında uslamlamalar çimde olur." Dördüncü çatışkı ya da kip-
bu biçimde ortaya konur. Terim XVII. lik çauşkısı ise dünyada :wnınlu bir varlı
yüzyıl hukukçuları arasında yasalarla uy- ğın olup olmadığıyla ilgilidir. Sav: "Dün-
gulamaları arasında çıkan uyumsuzlukları yanın parçası ya da onun bir nedeni ola-
anlatmak üzere yoğun biçimde dillendi- r.ık dünyaya ait kesin biçimde zorunlu
rilir. Çatışkı, felsefe açısından daha çok, bir varlık vardır." Knrşısav: "Diinyad,ı ya
Immanuel Kant'ın bir bütün olarak dün- ı.la dünya dışında dünyanın bir nedeni
ya üzerine görüşlerimizde ortaya \"lkardı t>larak hiçbir yerde kesin biçimde zorun-
ğı apaçık çelişkiler için kullanılır. Kant lu bir şey yokt.ur."
bu terimi, üç eleştiri kitabının diyalektik Kant, birbirleriyle çelişen bu temel-
bölümlerinde diyalektik savları çözüm- lendirmeleri birini diğerinden üstün gör-
lerken anar, böylesi çatışkılı temellendir- düğü için anmaz; daha çok bunların di-
melerin insan ıisunun yargı yetisinin uy- yalektik olduklannı göstermek ister. Kant,
gunsuz biçimde sınırlarının genişletilme uzam ve zamanla sınırlı deneyimlere yas-
sinin örnekleri olduklannı savlar. Kant, lanan bir "saluk tamlık" arayışının usu
çatışkıyı, uslamlama vıırsayımlannda sak- çatışkılara götürdüğünü öne sürerek bu
lı olabilecek tüm hatalan mutlaka ortaya durumun doğal ve kaçınılmaz olduğunu
çıkar-.ıcak kesin deneyler olarak ele alır. söyler. <.;auşkılar, bu çauşkıların usun
Evrenbilgisi görüşlerindeki kuramsal ça- kendi sııııdannı kavr-.u:ken düştüğü hata-
tışkıların Hume'uıi kuşkuculuğuyla bir- lar sonucunda ortaya çıktığının gösteril-
likte keşfedilmesinin, kendisini dogmatik mesiyle önemli oranda çözülür.
uykusundan uyandıran en önemli şoklar Kant'tan sonra çauşkılar, "sav-karşı
dan biri olduğunu vurgular. sav-bireşim" biçiminde sloganlaşan şe
An Us1111 Ekıtirin'nde Kant, dünya- matik "Marxçı" diyalektikle yeniden can-
nın yapısı hakkında her biri bir kategori- larur. Ne var ki, bu yaklaşım Hegel'in
ye denk gelen dört diyalektik çıkarımda Mili/ilk Biliım'nde (1816) geçen "çauşkı
bulunur. İlki, dünyanın sinırlan ile ilgili lar, evrcnbilgisinden alınan dött özel nes-
olan niccliksel çatışkıdır: "Dünyanın hem neyle sınırlanamazlar; çatışkılar her tür-
zaman hem de uzam bakımından bir ba- den nesnede, her kavramda ve her dü-
şı vardır'' savına "Dünyanın boerek za- şüncede görülmektedir" sözünün farklı
man bakımından bir başlangıcı gerekse yorumlanmasırun eksikliklerini taşır. He-
uzam bakımından bir sınırı yoktur" kar- gel'in arzusu, Kant'ın evrenbilgisinden
şısavıyla karşılık verilir. İkinci ya da ni- aldığı çatışkılarla desteklediği dogmacılık
çelişiklik 314
muruı karşılık gelir. Oruç tutmak, cinsel yüce bir hedefe ya da onların deyimiyle
perhiz, inzivaya çekilmek ve gönüllü "kutlu bir geıçekliğc'' varm.1k için bir
yoksulluk türünden insamn nefsini kö- araçtan ibarettir. Başka bir. deyişle, tin-
reltmek için uyguladığı temel çileci pra- selliğini, belleğini, benliğini ya da kimli-
tikle.r, Doğu dinlerinin çoğunda, özel- ğini ve geriye ne kaldıysa onu yitirmiş
likle de Caynacılık ve Buddhacılık ile insana, sözün özü insanı in.~an yapan her
Hint dininin kimi kollarında ve tektanrılı ne var ise bunları unutmuş olan insana
dinlerde, özellikle de Hıristiyanlığın ilk ''yeniden anımsatmaktan'', kim bilir bel-
dönemlerinde (tariki dii1!Jtr. "dünyayı bı ki de "yeniden kazandırmaktan" öte bir
mkrnışlar''), Museviliğin gizemci öğreti amacı olmayan çilecilik için "aa çek-
lerinde C'kabala') ve Müslümanlığın ta- mek" yaşam yolunda geçilmesi zorunlu
savvuf boyutunda \'ermişliğin önkoşulu bir köprüden başka bir şey değildir:
olarak çile çekmek"), görülebilir. Tanncı "Kafasını kuma gömen biz devekuşlarıru
ya da tektanncı dinlerde çileci uygula- acıdan gayrı ne -uyarabilir ki?" Bent-
maların nihai amaa tannsal olanla bü- ham'ın yanılgısı, çileciliği dünyevi mo-
tünleşmek, Tann'ya elden geldiğince ya- dernliğin, daha doğrusu Aydınlanma'run
kınlaşmak iken; tanncı olmayan ya da gözlükleriyle okıımasından kaynaklanır.
t.1nrısız dinlerde, özellikle de "evreni var Kuşkusuz Bentham'a kaqı yürütülen
l'den bir yaraucı ile yaraulan" düşünce yukarıdaki çilecilik savunusu ya da "çile-
sini yadsıyan Doğu dinlerinde, bu amaç ciliği iyimser okuma" girişimi de günü-
çeşidi anlamlara bürünmüştür: bu din- müz koşullannda kelimenin tam anla-
lerdeki çileci pratiklerin her birinin ge- ıruyla "çelimsiz" kalmaya yazgılıdır. İşte
rekçesi, bir dinsel gelenekten diğerine bu bağlamda, Nietzsche'nin "hayır di-
<lcğişir clurur. yen" bir felsefe olamk çileciliği eleş
Gerek dinsel gerekse ahliki içerikli tirmesi, çok daha esaslı ve anlamlıdır.
olsun (ki hemen her zaman bu ikisi iç içe Aslında Nietzsche'nin felsefesi de ilk
ı,.>eçmiştir) çilecilik kimi felsefecilerce sık başlarda Schopenhauer'un çileci görüşle
sık eleştirilegelmiştir. Kimileri bu türden rinden derinden etkilenmiştir. Ne var ki
dinsel öğretilerin önkabullcrinin düpe- Nietzsche son döneminde, özellikle de
düz yanlış ve savunulamaz olduğunu ö- 1880 sonrası kaleme aldığı yapıtlarında
ne sürerken, kimileri de çileci anlayışın (Şnı Bilim, .Bifllı B~urrlıt Zırrliiıt ve füı.ı
v;ırsaydığı insanların bilinçli bir şekilde Ho1110) "küçük şeyler öğretisi" rt1111orjah)
ııcıyı yeğlemelerinin olanaksız olduğunu, dediği düşünceye bel bağladı. Bundan
çileciliğin insanlıkiçin önerdiği bu "acı böyle "evet deme ayrıcalığına sahip bir
lar ve yoksunluklar ya,aıru"nın insanın filozof" olmak arzusuyla yanıp wtuştu
özüne aykın olduğunu sa,'Unur. Sözgc- ğunu bizlere bildiriyordu: "Amor Jati:
limi yararcılığın kurucusu Jcrcmy Bent- Bundan böyle benim aşkım bu olsunl"
ham, AhMk 1111 Yas1J111an111 İlhlmttı Gİrif (Şm Bi6111, pasaj 276). Nietzsche hayau-
(An Inttoduction to the Principlcs of run bu son demlerinde, yaşamı yadsıyıp
Morals and Legislation, 1789) adlı yapı olumsuzlamak yerine onu kucaklayıp o-
unda, insanın doğası gereği acıdan kaçı naylamak istiyor; yaşamı kötülemek ye-
nıp hazzın ardına düştüğünü savunarak, rine onu haklı çıkarmak gerektiğini salık
ki,inin tutarlı ve sürekli bir biçimde veriyor; yaşaıru Dionysosça olumlama
çileciliAın gereklerini yerine getirmesinin -evet diyen bir felsefe- çağrısında bulu-
olnnaksı:ı: olduğunu belirtir. Gerçi Bent- nuyordu. Nietzsche'nin yaşarru bu şekil
hıım'ın bu eleştirisinin gözden kaçırdığı de ymidıtı ohtfllflmlıtt ışığı alunda baloldı
önemli bir nokta vardır: Çilecilik tılt. ğında, çilecilik yaşama istencinin önün-
baptı11 acıyı erek edinmez; acıyı aa aJ111a deki en büyük engellerden birini oluştu
aranıp durmaz; çileciler için acı çekmek ruyordu; insanı güçsüz kılıyor, ulaşabile-
Çin felsefesi 318
ceği "küçük şeyler"i de elinden alıyordu. Çin'deki ilk felsefe metirıleri denebi-
Çileci dünya görüşü insandaki güçlülük lecek metinlerin görüldüğü tarih M.ô.
istencini kırıyor; "yaşama iştahı"nı kapa- VI. ile V. yüzyıllara kadar geri gider. Bu
uyordu. Nietzsche erk istencini "yaşam metinlerdeki ortak izlek, sonradan da
için" kullanmak varken, bu gücün "}~1- Çin felsefesinin temel özellikleri olarnk
şama karşı'' durarak tüketilmesinin an- uyum, bilgelik, atalara duyulan sevgi gibi
hımsızlığını vurguluyordu. Nietzsche ay- öğelerdir. Bu dönemin en önemli felse-
ncı1 çileci uygulamaların dini önderlerce fecisi Konfüçyüs'tür. Hem siyasal ba-
kötüye kullanıldığının, sadık müritlerinin kınldan oldukça karışık bir dönemde
üzerindeki egemenliklerini pekiştirmek hem de ahlak çöküntüsünün söz konusu
adına amaçlarından saptırıldığının da al- olduğu bir dönemde yaşayan Konfıiç
unı koyuca çizmiştir. yüs, içinde yaşadığı toplumu yeniden dü-
Bunun dışında, kimi filozoflar da çi- zenleyip özlemi duyulan ahlak öğretile
leciliğin zihin/beden ya da madde/ruh rini canlandırarak yeni bir toplum düzeni
ikiliğine dayanan savunulamaz bir ikici- onaya koyma çabasındadır. Bunun için
liği önvarsaydığını; Tanrı ile dünyayı, cin- insana! bir toplum felsefesi öğretisi dile
sel olan ile maddi olanı ayrı ayn gerçek- getirir. Asıl derdi ülküsel insanı yarat-
likler olarak okuyan, iler tutar yeri olma- makur. Çünkü böyle bir insan yaratıldı
yan bir metafiziğe saplandığını ileri sür- mı ülküsel bir toplum da yaraulabilecek-
müşlerdir. Oysa ki bu türden ayrımlara tir. Kişi önce kendi yaşamını huzurlu
gitmeyen, ikici olmayan çilecilik anlayış kılmalıdır; bunu başardı mı aile yaşamı
ları da mevcuttur. Ayrıca bkz. Kinikler huzurlu olacak; aile yaşamı huzurlu o-
Okulu; Nietzsche, Friedrich; budün- lunca da ulusun yaşamı huzurlu olacak-
ya çileciliği. ur. Konfiiçyüs'ten sonra Mensiyüs, H-
sun Tzu, Han Fei Tzu gibi felsefeciler
Çin felsefesi [İng. Chi11ese philosopo/, Fr. Konfüçyüs'ün düşüncelerini sürdürdü-
philosopbie Chi11oise; Alm. Chiııtsiscbe philo- ler. Konfıiçyüs ile ardılı felsefecilerin Çin
sophie] Çin felsefesinin en önemli özel- toplumundaki önemli etkilerinin göster-
liklerinden birisi yaşamdan kopmamış gelerindL'fl biri, 190 5 yılına dek devlet
olmasıdır. Bunun dayanaklarından biri görevlileri için yapılan sınavların sorula-
yine eski Çin düşüncesinde, evreni par- nnın Konfüçyüsçü düşüncelerin dile ge-
çalarının toplamı olarak değil de bir bü- tirildiği temel yapıtlara dair olmasıdır.
tün olarak kabul eden düşüncede bulu- Çin felsefesinin ikinci büyük geleneği
nabilir. Ülküsel durum da böyle kabul e- Taoculuk'tur. Bu geleneğin en büyük
dilen evrerıle uyum içerisinde yaşamak felsefecisi, yaşamı hakkında pek az şey
ur. Bundan ötürü, Çin felsefecilerinin bilinen Lao Tzu'dur. Yazdığı söylenen
hep kendi felsefelerine uygun yaşamaları kitap, Tao Tt Ching (Yol ile Gücü), yal-
beklenegelmiştir. Çin felsefesinin bir di- nızca Taoculuğun en önemli kitabı değil,
ğer özelliği de dinsel kimi öğelerden kop- Çin'in de en önemli felsefe metinlerin-
mamış olmasıdır. Konfıiçyüsçülük, Tao- den biridir. Taoculuk, Lao Tzu'nun ya-
culuk, Buddhacılık hem birer felsefe şadığı dönemdeki karışıklıklara felsefece
dizgesi hem de birer din halini almışlar; bir tepkidir. Savaşlara, sefalete, toplum-
felsefelerini kılgıya geçirmişlerdir. Bun- sal çöküntüye neden olan zenginlik, şan,
lar, Çin felsefesinde egemen olan üç ge- şeref gibi isteklere karşı çıkar. Bunun
leneksel görüştür. Egemenlikleri de XX. için yapılacak ilk şey TM ile doğanın
yüzyıla kadar sürmüştür. Ne ki, Mao uyum içerisinde olduğunu, bunların bir
Tse-tung'un Çin Halk Cumhuriyeti'ni birlik içerisinde olduğunu kabul etmek-
kurmasından sonra bu üç büyük gelenek tir. Birliği sağlamaksa belirli hedeflere
onadan kaldınlmaya çalışılmışur. ulaşmaya çalışarak değil, hareketsiz kalı-
319 çokçuluk (çoğulculuk)
narak, bir şey yapmayarak, arzuları-lurs çirkin-lik ~ng. ug/y·tıesr, Fr. laid-eur, Alm.
ları b~stırarak olur. İnsan doğanın yasa- hiisslkb·t] Estetiğin sözdağarında "güzel"
~ına boyun eğmeli, yani doğaya katılmalı, ofamı karşıtlık oluşturan temel kııvr.ım;
onunla bir olmalıdır. Böyle y•ıptığında güzellik duyumuzu örseleyen, göze ya da
istemeyi kırar; istemeyi kırdığında da hu- kulağa hoş gelmeyen, kendi iç bütünlü-
zura erer. Taoculuğun diğer önemli fel- ğünü kurnmamış olup yapısında tııı.ır·
sefecileri ise Yang Chu ile Chuang Tzu' sızlıklar bulunan, aynı zamanda içinde
dur. bulunduğu yapının da biçimini bozan ve
Çin'deki üçüncü büyük gelenek Budd- bu yapının içinde sırıtan şey ya da nite-
hacılık'tır. Buddhacılık Çin'de M.Ö. 60 lik. Etiğin sözcük dağarcığında ise "i-
yıllarında görülür olur. Birtakım çevirile- yi" /"kötü" karşıtlığında "kötü'' kavramı
rin yapılması, aynca bu çevirilerde dile nın yerine, kimileyin uygunsuz ya da yer-
getirilen görüşlerin geleneksel Çin fel- siz da vraruşlan, kimileyin de yakışıksız ya
sefe kavramlarına uyarlanıp bunlarla dile da hoş olmayan söz ve tutumları nitele-
getirilir olmasından sonra Buddhacılık mek için kullanılmaktadır.
Çin'de yaygınlaşır. Çin'd~ Buddhacılığın Felsefe tarihine bakıldığında, estetik
Mahayana yorumu etkili olmuştur. Buna üzerine yürütülen soruşturmalarda he-
dayanılarak, asıl olarak gerçekliğin kııv men her zaman ağırlığın "güzel'' ile "gü-
ramlarla yapılan betimlemelerden bağım zellik" kavramlarına verildiği görülmek-
sız, mutlak olarak bölünmemiş bir birlik tedir. Giizel'in estetik değeri temsil etti-
olduğunu, dünyanın kavramlarla bölün- ğini, hatta kimi yerde estetik değerin ta
ıüye uğratıldığını, bunun da bir yanılgı kendisi olduğunu düşünen estetik ku-
olıluğunu, aydınlanmak isteyen insanın ramcılarına göre, "çirkin" ile "çirkinlik''
bu bölüntüleri ortadan kaldırması gerek- olsa olsa estetik dej!;ersizliği temsil ede-
tiğini söyleyen, Batı'da bilinen adıyla Zen bilir. Modernizme gelinene değin bu an-
((;in. Ch iın) Buddhacılığı ortaya konmuş layış böyle sürüp gitmiş, "çirkin" olan
r.ır. Hu okul sonradan Kuzey Zen Okulu her şey ya görmezden gelinmiş ya da
ile Güney ?..en Okulu olmak üzere ikiye ·estetik dışı sayılmıştır. Modernizmin fi-
ayrılmıştır. T'ien-T'ai, Hua-yen, Arı Ülke lizlenmesiyle birlikte "çirkin" ile "gü-
<)kulu Çin'deki diğer Buddhacı okullar- zel"in sanat alanında birarada soluk ala-
dır. bileceği anlaşılmış, "çirkin" ile "çirkin-
yüzyılın ilk yarısında, Batı kay-
X IX. lik''in değme birer estetik araştırma ko-
ıı:ıklıfelsefe kitapları çevrilip yayımla nusu olabileceği yollu düşünce kabul
nınca Çin kendi katı gelenekçi düşünce görmeye başlamıştır. Ayrıca bkz. güzel-
hıçimlerinden başka düşünce biçimleri- lik; estetik; modemizm.
nin de olduğunun farkına vardı. 1949 yı
lındıı Mao Tse-tung'un yönetimi ele ge- çokanlamlılık yanıltısı bkz. yanıltılı
çirmesiyle de Çin'de Marxçı-Leninci dü- uslamlama biçimleri.
şiinceler etkin oldu. Aynca bkz. Kon-
fiiçyiiı; Konfüçyüsçülük; Lao Tzu; çokçuluk (çoğulculuk) ~ng. plııralism;
TılOCuhık; Buddhacılık; Mahayana Fr. pluralisme-, Alm. plııralismur, es. t. /us-
Dııddhacdığı; Zen Buddhacılığı; Arı ret!lJe] En genel anlamda, enson gerçek-
Ülke Okulu; T'ien-T'ai; Mao Tse- liğin tek bir ya da iki tane olmayıp birçok
ıııııg. enson gerçeklik olduğunu öne süren;
gerçekliğin şeyler çokluğundan, yani bir-
Çince Odaaı Uslamlaması [İng. Chine- birinden başka pek çok gerçeklik türün-
rr 1<00111 A~,11111e11t/ Chinest Roo111 Smıario; den oluştuğunu; evreni oluşturan varlık
i\lnı. C.'hi11uisdJes-Zi111111er·SZ!11ario] bkz. ların sayısının birden çok ama çok daha
Scarle, John. fazla olduğunu, bu çokluğun da bir ya da
çokçuluk (çoğulculuk) 320
birkaç kategoriye indirgenerek kavrana- bir sınıfın tek başına egemen olmaması
mayacağını; şeyler çokluğunun tek bir için iktidarın olabildiğince çok toplum
kaynaktan gelmediğini, bir bütün olarak katmanına yayılması gerekmektedir. Si-
gerçekliği açıklamak için birden çok il- yasal çoğulculuk anlayışı, iktidar dinsel,
keye gitmenin zorunlu oldllbiunu savu- ekonomik sınıflara, meslek ve eğitim ku-
nan felsefe aolayışı. Bu tanımdao da ao- rumlarına, sivil toplum örgütlerine dağı
laşılacağı üzere, çokçuluk en genel ao- tılmadıkça tek elden yönetimin yol açtığı
lamda "bircilik" (tekçilik) ile "ikicilik"e sakıncalardao kurtulmanın mümkün ol-
karşı bir başka seçenek olarak ortaya madığını belirtmektedir. Bunun yanında
atılmış bir felsefe anlayışıdır. Söz konusu çof,JUlculuk terimi kimileyin başka alan-
anlayışta, dünyayı oluşturan varlıkların larda kendisinden söz edilen olgunun ya
her biri kendi içinde bağımsız varlıklar da o olguya yaklaşırken sergilenen temel
oldukları gibi, bunlara saltık bir gerçekli- tutumun çof,JUlcu niteliğini anlatmak a-
f,>in değişik biçimleri ya da yüzleri olarak macıyla da kullanılmaktadır. Bu anlamda
da bakılamaz. sözgelimi çok partili siyasal yönetim bi-
Metafizikte çokçuluk terimi, varlığın çiminin kendisine olduğu gibi, bu tür bir
tek bir ilkeye ya da birbirine karşıt ko- çoğulcu yaklaşımı benimsemiş siyasal
numdaki iki ayn ilkeye indirgenmesinin öğretilerin bütününe birden de "siyasal
olaoaksız olduğu, bütün bir varlık alanı çoğulculuk" adı verilmektedir.
nın birbirine indirgenemez varlık ya da Çokçuluk düşüncesinin izleri tarihte
öğelerden meydaoa geldiği ilkesi üstüne geriye doğru sürülecek olursa, İlkçağ
kurulu öf,rretiye karşılık gelmektedir. Yön· Yunao felsefesinin aoa sorunlarından
tembilgisi alaoında çokçuluk olması iste- "bir ile çok sorunu"na ya da "çokluktaki
nen araştırma yaklaşımının genel doğa birlik" sorununa dek uzandığı görülür.
sını nitelendirmektedir. Buna göre, her Evreni oluşturan, başka bir şeye gereksi-
açıklama girişimi varolanların çokluf,ru- nim duymadan kendi başına varolan kaç
nu, aralarındaki farklılıkları göz önünde taoe tözün varolduğunu sorgulama ara-
bulundurmalı, en yalınkat kuram ya da yışına yön çizmesi bakımdan sorun başlı
varsayımlara tez elden sarılmamalıdır. başına önemli bir sorundur. Bu bağlam
Ahlak felsefesinde çokçuluk, gerçekte yal- da, çokçuluğun ilk savunucularından
nızca tek bir iyi olduğunu öne süren Empedokles ile Anaksagoras gibi Sok-
"birci" ahlak anlayışına karşı geliştirilmiş rates öncesi dönemin önemli doğa fılo
bir konumdur. Arkadaşlık, yardımsever zoflan yanında, Leukippos ile Demok-
lik, içtenlik gibi pek çok iyinin varlığını ritos gibi önde gelen Eskiçağ Atomculan
tanıyan etik çof,rulculuk, insanın tek bir da gerçekliğin varlıklar çokluğundan o-
iyinin izinden yürümek yerine, olabildi- luştuğunu düşünmüşlerdir. Felsefe tari-
ğince çok iyinin peşine düşmesini salık hinin bu ilk çokçu fılozoflan kendilerini
verip, aynı anda kendinde olabildiğince gerçekliğin bölünmez bir teklikten, bo-
çok iyiyi taşımasının gereğine dikkat çek- zulmayan ya da çözülmesi söz konusu
mektedir. Toplum felsefesinde çokçuluk ya olmayan başsız sonsuz bir bütünlukten
da çoğulculuk, azınlıkların ya da bir ta- oluştuğunu savunan Elea Okulu'nun (ö-
kım etnik toplulukların haklarının ço- zellikle de Parmenides'in) tam karşı u-
ğunluk olması nedeniyle daha güçlü olan cuna yerleştirmişlerdir. Buna bağlı olarak
grup karşısında korunması anlayışını yan- da çokçuluk genellikle felsefe tarihinde
sıtmaktadır. Çoğulculuk siyaset felsefesinde "birciliğe" karşı seçenek bir felsefe anla-
büyük ölçüde XX. yüzyılın başlarında yışı olarak tanımlanır olmuştur. Batı
İngiliz liberal düşünürlerince geliştirilen felsefesinin gelişim tarihinde çokçuluk
siyaset öğretisinin adıdır. Söz konusu öğ sırf birciliğin değil, gerçek anlamda
retiye göre, topluma devletin ya da belli yalnızca iki töz bulunduğunu, gerçekliğin
321 çoktanncılık
iki varolma kipinden oluştuğunu savu- töz metafiziğine dayalı çokçuluk anlayı
nan "ikicilik"in de kıırşısına önemli bir şını büyük ölçüde sarsmıştır.
felsefe seçeneği olarak çtkmıştır. İlki u- Daha yakın dönemlere gelindiğinde
zamlı, düşünmeyen m ~'l<:t1111a, ikincisi u- çokçuluk salt varlıkbilgisel bir öğreti .ol-
zamsız, düşünen m rogita"! olmak üzere maktan çıkıp daha başka anlamlarda kul-
iki töz olduğunu savunan Descarres 'ın hınılır, daha başka bağlamlar içinde tar-
felsefesi ikicilik anlayışının en belirgin, tışılır olmuştur. Bunlardan en çok gt-ize
en remel örneğidir. Gelgelelim kimi fel- çupanı, dünyada rektiplilik yerine çeşit
sefeciler bu noktada birciliğe karşı ge- liliği, teklik yerine çokluğu, aynılık yerine
liştirilen ikiciliğin de çokçuluk anlayışının ayrılığı savunan felsefe öğretisinde taşı
içine kııtılmasından yanadır. dığı anlamdır. Bu anlamıyla çokçuluk gü-
Çokçuluk anlayışı felsefe tarihinde nümüz düşüncesinde metafızik sonrası
ilki maddeci rokflı/11k ikincisi ise ıi"d tYJk· bir dönemi muştulayan düşünsel bir ha-
f11l1tk olmak üzere genellikle iki ayn bi- reketin en önemli izleklerinden birisidir.
çimde kendisini gösrermekteJir. Bu iki Söz konusu düşünme çizgis~ geleneksel
temel çokçuluk biçiminden maddeci metafizik ile bilgikuramının yanıt aradığı
çokçuluk en iyi anlatımını bütün evrenin tözün doğası, ilinek türleri, doğanın bö-
fiziksel bakımdan birbirlerini andırmakla lümleri gibi sorulardan olabildiğince u-
birlikte geometrik bakımdan birbirinden zak durmaya çalışır. Bu düşünme çizgisi,
son derece farklı atomlardan oluştuğunu metafizik içerimleri ağtr basan böylesi
ileri süren Eskiçağ Atomculuğunda bul- bir soruşturma izlencesi yerine, toplum-
maktadır. Buna k.uşı tinsel çokçuluk an- sal pratiklerin, belli dil topluluklarında
layışının en iyi örneği olarak, atomların dolaşımda bulunan çeşitli söylem biçim-
yerine yalın, değişmeden kalan, birbirle- lerinin, insanlararası iletişim bağlamla
rine kapalı tinsel varlıktan geçiren Leib- rında belirtik ya da örtük olarak dillendi-
niz'in Mo11adoft!ii adlı yapıtında ortaya rilen anlatıların ağır bastığı "*dilsel dö-
koyduğu "monad" tasarımı gösterilmek- nemeç" diye anılan tartışma çerçevesin-
tedir. Bu iki egemen anlayış yanında fel- de başköşeyi tutmaktadır. Çokçuluğun
sefe tarihinde irili ufaklı başka çokçuluk büründiiğü bu yeni anlam katmanının o-
anhıyışlanyla da k•trşılaşmak olanaklıdır. luşumunda hiç kuşkusuz Wittgenstein'ın
Bunlar arasında en önemli ikisi "töz sonraki dönem felsefesinde "oyun ku-
çokçuluğu" ile "süreç çokçuluğu'" anla- ramı," "dil oyunları", "yaşam biçimleri"
yışlarıdır. Töz çokçuluğu, evrenin birli- üstüne yapılan felsefece soruştumıalann
ğini ve bütünlüğünü koruyanın, evreni çok büyük etkileri bulunmaktadır. Aynca
kendi içinde uyumlu, tutarlı ve bütün- bkz. ilkçağ felsefesi; bircilik; ikicilik.
lüklü tutanın çok sayıdaki töz arasındaki
aşkın ilişkiler Örüntüsü olduğunu sa- ço~hı yüklem [İng. pofyadit pmlitaıe; Fr.
vunmaktadır.. Buna karşı X.X. yüzyılda pniditat pofyadiq11r, Alm. pofyadisdfu prae-
ortaya atılan süreç çokçuluğu anlayışı ise dika~ bkz. yüklemler mantığı.
evrenin birliği düşüncesine olduğu denli
evrenin tözlere dayalı varlığı düşünce çokluk açmazı bkz. Zenon açınazlan.
sine de bütünüyle karşı çıkarak, evreni
oluştumnın sonsuz sayıdaki eylem, olay, çoktanncılık [İng. po!Jıheimr, Fr. pofy-
olgu arasındaki ilişkiler ve bunlar ar•tsın thiwnr, Alm. po!Jıheü11111r, es. t. kemt·İ i/Jh
daki olanaklar olduğunu ileri sürmekte- mtJleğı) Tek bir tarın değil de birden çok
dir. Bu anlamda süreç çokçuluğu evreni tanrının varolduğumı öne süren din ya
geleceği önceden kestirilemeyecek, doğ da felsefe öğretisi. Çoktanncı dinler tan-
rult.usu ya da yönü önceden görülemeye- nlan ki;;iscl sıfatlarla yorumlamada tek-
cek bir akış düşüncesi ü'stüne kurmasıyla tanrıcılıkla uyuşsalar da bir tanrılar çok-
çözümleme 322
luğun.ı ya da bolluğunu kabul ederler. için uğraşmıştır. Öte yandan İngiliz fel-
Belirli bir anlamda tümtanrıaliğa daya- sefeciler, özellikle de deneyci olanları,
nan çoktanrıcılığın tannları insan niteli- düşünceyi ve deneyimi temel öğelerine
ğinde olup insanlardan ayrıldıklan tek ayrıştırmak eğilimindedirler. XX. yüzyı
noktaysa ölümsüz oluşlarıdır. Aynca bkz. lın Russell, Moore ve Wittgenstein dahil
tektanncılık. olmak üzere pek çok önemli felsefecisi
"felsefece çözümleme"nin en uygun fel-
çözümleme ~ng. 111/afysis; Fr. 111/afyse; sefe yöntemi olduğunu savunurlar. Ne
Alm. aııafyse; Yun. anafysis; es. t. tah/f~ var ki çözümleyici felsefenin uygulayıcı
Eski Yunanca'da "bileşik olanı aynştır ları ne tür şeylerin çö; iimlenmesi gerek-
ma" anlamına gelen 111/afysis sözcüğün tiği konusunda hem fikir değildirler. Söz-
den türetilmiş terim. En genel anlamda, gelimi Moore felsefesinde duyu verilerini
bir bütünün kendisini oluşturan parçala- bileşenlerine ayrıştırma işine ağırlık ve-
nruı ya da öğelerine aynştırılması; bir rirken, felsefeye "dilsel dönemeç" veril-
konuyu yalın bileşenlerine ayırarak açık mesinde düşünceleriyle başrolü oynanuş
lamak; bir sorunu parçalarına ayırarak Wıttgenstein bambaşka bir yoldan ilerle-
çözüme kavuşturmak. Bir bütünü adım miştir. Çözümleyici felsefeciler en genel-
adım ilerleyip parçalarına ayırarak ince- de kavramları ve önermeleri çözümle•
leme yöntemi; bir öğretiyi, bir kuraıru ya meye çalışırlar. Bu çözümleme kavram-
da bir kavramı açıklığa kavuşturmak için sal çözümlemedir. Kavramsal çözümle-
yalın bileşenlerine ayırma işlemi. Çö- meyi birbirini izleyen beş savın birleşimi
zümleme, "parçalannı birleştirerek bir olarak tanımlayabiliriz: 1- İçerik savı: Bir
bütünü anlamaya çalışmak" demeye ge- kavram kendine özgü, tekilleştirici yapı
len bireşimin (synthe.ris) karşıtı olarak "bir ları ve bağıntıları olan, gerçek ve olası
bütünü parçalarına ayırarak anlamaya nesneler dizisine ya da diğer kavramlara
çalışmak" demektir. karşılık gelen uygulamaları bulunan ge-
Metafizik, mantık ve ahlfilı: dizgeleri nel bir içeriktir. 2- Dilsel sav: Bir kavram
oluşturmak (bireşim) ile önemli düşün özneye ilişkin bir ifadenin anlamıdır; bü-
celeri açıklığa kavuşturmak (çözümleme) tün bu türden sözcüklerin gündelik ko-
daima felsefecilerin belli başlı amaçlarını mışmada tümcelerin· oluşturulmasında
oluşturur. Kimileyin bireşim ile çözüm- kullanılan bağlamda anlamları vardır. 3-
leme, bir bııkış açısından bireşim olan Kipsel sav: Kavramsal içsel bağlantılar
başka bir bakış açısından çözümleme ol- ifade eden her doğru önerme zorunlu ve
duğundan ötürü, kesin bir şekilde bir- çözümleyicidir. 4- Bilgi savı: Tamamıyla
birlerinden ayırt edilemezler. Sözgelimi kavramsal bir çözümleme önemli ölçüde
Platon'un Dev/eli hem adil bir toplumun apriori bilgi üretir. Bu bilgi ya kavramsal
düşüncede oluşturulması olarak hem de içeriklerin tanımsal çözümlemesi yoluyla
adil bir toplum çözümlemesi olarak gö- doğrudan ya da aşkınsal uslamlamalarla
rülebilir. dolaylı olarak doğru bilinen çözümleyici
Çok uzun zamandan beri kıta felse- önermelerle ifade edilir. 5- Ü stfelsefece
fesi bireşime, Ada (İngiliz) felsefesi çö- sav: Bütün felsefi sorunlar ya da hatalar
zümlemeye yönelimlidir. Descartes'a gö- kavramların yanlış.anlaşılmalanndan kay-
re kavramların çözümlenmesi çözümle- naklanırlar ve uygun kavramsal çözümle-
me yoluyla elde edilen açık ve seçik dü- melerle düzeltilebilirler.
şüncelere dayanan bir bilgi dizgesi oluş Birtakım felsefeciler görevlerinin, da-
turmak için önhazırlıktır. Spinoza belirli hası felsefenin temel ödevinin çeşitli tür-
sayıdaki tanım ve ilksavdan geometrik den tümcelerin çözümlenmesi olduğunu
bir ta,,ıtlamayla çıkarsadığı bir dünya gö- düşünmektedirler. Bu çözümleme dilsel
rüşünü oluşturmak, onu dizgeleştirmek çözümlemedir. Dilsel çözümleme terimi
323 çözümleyici davranışçılık
zümleyici felsefe ile kıta felsefesi arasın G. E.; Quine, W. V.; Pııtnam, Hilary;
daki derin görüş aynlıkları ve çözümleyi- Davidson, Donald; Austin, J. L.; Ry-
ci felsefenin "sıkı" bir eleştirisi için bkz. le, Gilben; Ayer, A. J.; bilimsel de-
kıta felsefesi. Ayrıca bkz. Russell, Ben- neycilik; mantıkçı olguculuk; man-
rand; Wittgenstein, Ludwig; Moore, tıkçı atomculuk.
Dd
d'Alembert, Jean Le Rond (1717- tan aldığı usçu yöntembilgisine bağlı ola-
1783) "Filozoflar" olarak anılan, Fransız rak metafizik ilkelerin doğa bilimleri a-
,\ ydınlanması'nda başı çekmiş· diişünür raşurmalan için uygun bir temel sağladı
ve bilinıadamları topluluğunun s.ıygıde ğı yollu savlan da reddeder. Olaylar ara-
ğer bir üyesi, ayrıca Dcnis Diderot ile sındaki bağlantıyı ya da doğal nesneler i-
birlikte "Ansiklopediciler"in en önde ge- le insanların onları algılayışları arasındaki
len iki isminden biri olarak Jean Le Ro- ilişkiyi açıklama girişimlerinde kutsal mü-
nd d'Alembert'in bilimadarnı kimliği ü- dahalenin yeri bulunmadığını ileri sürer.
zerine kurduğu feh;efesinin en ayırt edici Bununla biİ:likte ideahınn doğuştan gel-
özelliği matematikser soyutlamaya daya- diklerine ilişkin Kartezyen öğretiyi de e-
nan açıklık ve kesinliğe olan bağlılığıdır. leştırerek Descartes'ın Cogito'sunun in-
Bir matematikçi olan d'Alembert, doğa san bilgisinin oluşumunda başlangıç nok-
nın özünde işleyişleri geometrinin ilkele- tası olarak herhangi bir değeri bulunma-
riyle ifade edilebilen yasalar tarafından dığını savunur. d'Alembert bu noktada,
içsel olarak düzenlendiğini öne sürer. Bü- eserlerinde Locke'un deneyci felsefosi ile
tün doğal görüngülerin, içinde yer aldik- Newton'un bilimsel devrimini biraraya
ları bilimsel alanı (fizik, kimya, gökbilim getiren bir başka Aydınlanmacı Fmns;z
\'b.) yöneten matematik ilkeleri aracılı filozofu Condillac'ı izleyerek, Locke'un
ğıyla açıklanabileceklerini ve bütün bi- bilgikurarnının ilkelerini benim,•!yip bü-
limsel alanların kapsamlı bir kuram içeri- tün bilgiııin oiguıardan elde edilebilece-
sinde mükemmel bir tutarlılık ve dizgeli ğini ve olguların bize onların gerçekliği
bir düzenlilikle biraraya getirilebilecekle- ne ulaşabilmeyi umut edebileceğimiz ka-
rini savunur. Ona göre "insan bilgisi" dar yakın olduğunu savlar. Ne var ki, ol-
bütün düşünme ve araştırma kiplerini i- gular kendilerini deneyimimize içine gö-
çinde ban!J.dıran tek bir ussal yapıdan mülü oldukları daha büyük dizgeli bir
ibarettir. · yapının yalıtılmış p-.ırçaları olarak sun-
d'Alembert zamanının önde gelen bi- duklarından bu yapının açık ve seçik bir
lim otoritelerinin dikkatini çekmeyi ba- biçimde dile getirilebilmesi için us yoluy-
şardığı ilk yapıtı Devimbilim OZ!riııe Bir İıı la doğal olayların ve süreçlerin düzenlili-
akme'yi (I'raite de dynamique) 1743'te ğini gözler önüne seren matematiğin ve
yayımlamıştır. Bu çalışmasında Newton- özelikle de geometrinin ilkelerine başvu
cu görüşü benimseyerek Descartes'ın dü- rulmalıdır. Bu anlamda doğanın düzenini
zenekçi fizik anlayışını reddetse de New- oluşturan olaylar ve süreçler altlarında
ton'un araştırmalarının ayırt edici özel- yatan ussal yapının gerçekliğini yansıar
likleri olan deneysel gözlem ve veri top- lar.
lamaya karşı bilimsel kuramların oluştu d'Alembert, 1746'dan itibaren on iki
rulmasında katı bir Kartezyen usçuluğu yıl boyunca Denis Diderot'nun genel ya-
savunmayı sürdürmesi dikkat çekicidir, yın yönetmenliğini yaptığı En9ckıpidilnin
<l'Alembert'e göre bilimsel araştırmanın (1751-1765) hazırlanmasına yardıma ge-
dayandığı temel ilkelerin öncelikle man- nel yayın yönetmeni olarak büyük kat-
tık dilinde ifade edilmesi gerekir ve bu kıda bulunmuştur. 1751 yılında en çok
ifadeler deneyden bağımsız bir biçimde bilinen çalışması olan ve En9dopiJilnin
oluşturulabilirler. d'Alembert, Descartes' ilk cildinde "Ônsöz" olarak yayımlanan
dahaiyicilik 328
Ôn Dryı'yi (biscours pr~liminaire) yaz- duyduğu güçlü ve yol göst.erici bir ses-
mış ve katlarla bulunduğu mat.ematik ile t.en; onu ne yapmaması gerektiği konu-
fizikt.en müzik, felsefe ve dine kadar u- sunda uyaran, ancak ne yapması gerekti-
zanan çeşitli konularda bin beş yüzün ğini de kesinlikle söylemeyen tinsel bir
üzerinde maddeyle bütüncü! bir bakışla varlıktan söz eder. Sokrates'e göre, er-
kavradığı bilimin ve Aydınlanma'nın sav- demin yolunu aydırılatan bu varlık, bu
larını gerici siyasi ve dini otorit.elere karşı ses daimo11(irm)dur (Sokratu'in StıVtınmrıst,
savunmuştur. Aynca bkz. Ansiklopedi/ 21b, 33c; Kn'ton, 44a; Phaiıkm, 60e; Ph-
Ansiklopediciler; Aydınlanma; Dide- ıu'dnıı, 242b). Herakleitos da bu varlıkla
roı, Denis. nn insanlara eşlik ettiğine, onlara göz
kulak olduğuna inanır. Platon, Sokrates
dahaiyicilik [İng. 1111/iorisnr, Fr. meliorfr111r, öncesi felsefenin daimoıı(ion) üzerine gö-
Alm. 111elioris11111iJ Latince'de "daha iyi'' rüşlerini Şölen'de uzun uzadıya tartışmrş
anlamına gelen melior'dan türetilmiş ah- tır.
ancak 1845 yılında kısaca Beagk }'ol'11illğ11 1871 yılında yayımlanan İ11sa11m Tiifryi/i'
(Joumal of Researche.~ into th.e Geology dir (Tiıe Dcscent of Man and Sclcction
and Natura! History of the Countries in Rclation to Scx). Darwin'in bugün i-
Visited during the Voyage of H. M. S. çin de geçerliliğini koruyan, modem bi-
Beagle) diye anılan kitapta toplanmıştır. limdeki "canlı" modelinin temelini oluş
Darwin evrim üzerine ömrünün sonuna turan evrim öğrcıisi, hem Tanrı'nın var-
dek savunacağı görüflerini, kesinıisiz ev- lığına ilişkin tannbilimscl uslamlamala-
rim zinciri düşüncesini, l859'da Tiirlnin nn, hem de bütün türlerin. bir kereye
Köhtıi (On the Origin of Specics by mahsus olmak üzere yaratıldığı düşünce
mcans of Natura! Sclcc:ıion, or the Prc- sine yaslanan yaratımcılık. gibi akımların
servation of Favourcd Races in the St- altını oymuşrur. Aynca bkz. Darwinci·
ruggle for Life) adlı yapıtında ortaya ko- Jile.
yar. Her ne kadar türlerin evrimi üstüne
varsayımlar ve kuramlar ya da türlerin Darwincilik [İng. Dllftllİtlis,,;-, Fr. Danlİ-
dönüşüme ıığramalan düşüncesi bu ki- 11inllt; Alm. Dnnllİtlism11s; es. L Df111'1Ni»e,
tabın yayımlanmasından çok daha önce DanıiN 11"'tr"t1en] İngiliz doğııbilimci Dar-
dile getirildiyse de (sözgclimi Lamarck win'in doğal ayıklanmaya dayalı evrim
bu düşünceyi savunmuştu) Darwin bir düşüncesini temele alan yaklaşım; insan
yandan evrimciliğin bilimsel verilerinin da içinde olmak üzere canlılar dünyasın
etkili bir bircşimini sunmasıyla, bir yan- daki tüm varlık türlerinin evriminin, do-
dan da "yaşama savaşı", "doğal ayıklan ğup gelişmesinin, yaşama savaşı ya da
ma" ve "çevreye uyum sağlama" türün- varkalım mücadelesine dayandığını öne
den bilimsel ilkelerden yola çıkmasıyla süren öğrcıi. Darwincilik Darwin'in do-
kendisinden önce ortaya konulanların ğanın C\'rimini açıklayan kuramına, ev-
çok ötesine geçıniftir. Darwin, canlının rimin doğal ayıklanma yoluyla gerçekleş
yaşadığı orı.ama uyum sağlaması anlayı tiği biçimindeki kurama duyulan inancı
şına yeni bir boyut kazandınp evrimin ya da gösterilen bağlılığı da ifade eder.
düzeneğini açıklamaya girişir. Onun ken- Darwincilik insan türü de dahil ol-
disinden öncekileri aşmasının ardında, mak üzere türlerin kökenini evrimci gö-
evrim anlayışını kurgusal açıklamalardan rüşe dayandırır; evrimin iıici gücün ün a-
kurtarıp bilimsel bir açıklamaya kavuş yakta kalma mücadelesiyle ortaya çıkan
turmuş olması yatar. doğal ayıklanma olduğunu, doğadaki tür-
Darwin'le birlikte türlerin evrimi ar- lerin *yarahlllalı/ı!.'ın savladığı gibi yara-
tık ortama uyum sağlamayla değil de va- ulmadıklannı, doğal ctkcnlcrle, birbirle-
roltna savaşımının sonunda ayakta kal- rinden çıkarak oluşruklannı savunur.
mayla ya da ayıklanma kavramıyla açık 1920'li yıllardan itibaren, Darwin'in
lanır olmuştur. Darwin evrimin itici gü- evrimın düzeneğini açıklayan görüşleriy
cü olariık gördüğü doğal ayıldanmanın le Mcndcl'in kalıtım düzeneği üzerine dü-
rastlantısal işlediğini ve türlerin basit şünccle.ı:ini matematiksel yöntemlerden
olandan gelişmiş olana dönüşmesinin o- yararlanarak birleştirmeye çalışan çabalar
lumsallık içerdiğini vuı:guluyord1L İşte bilim dünyasında boy göstenncye başlar.
bu saptamasıyla Darwin, yüzyıllardır sü- ı-;,,; Dani11ı:ililt.'in ortaya çıkışıyla sonuç-
regelen belli bir düzeni ve ereği olan lanan bu bireşime varma ltğraşı l 960'lı
bütünlüklü bir klasik doğa lllsanmıru ala- yıllara kadar sürer. Aslında Mende[ kalı
şağı etmekteydi: Bundan böyle "canlılar tım üzerine çalışmalarını ilk kez 1865'te
dünyasına uyum ve ereklilik hakim de- yayımlamış; ancak hemen hiç ilgi görme-
ğildir; rastlantı ve olumsallık, zamansal-. miştir. Mendcl'in kalıum yasalarının ev-
!ıkla birleşmiştir." rim kuramındaki bir boşluğu doldurdu-
Darwin'in diğer bir önemli yapıtı ğu, türlerin özelliklerinin birbirlerine na- .
Darwincilik 330
bu düşünceleri kendi "üstün ırk" savını fnlJUİrİes into Truth and lnterpı-etation (Doğ
doğrulamak ya da meşrulaştırmak için ruluk ve Yorum (:,,erine ı\raştırnıalar,
kullanan Hiılcr, "ansoy"u venidcn can- 1984) adlı eserlerinde ıopladığı yazıla
landırmak adına tarihin bilebildiğimiz en rında dil ve zihin felsefesi alanlar.nda ol-
soysuz eylemini başlatıp işi "aşağı ırk"tan dukça ses getirmiş görüşlerine yer ver-
saydığı insanların a}'lklanmasına kadar mektedir.
giitürmüştür. Her ne kadar soyantımcılık Davidson ?.ihinsel olayların fiziksel
bazı hastalıklara neden olan "kötü gen- kökenleri olduğunu ancak }~ne de bunun
lcr"in orıaya çıkarılması ~·a da kalıtsal bizim zihinsel olaylardan bahsederken
hastalıklar baıındıran kimi SO)'ağaçlannı kullandığımız dilden bağımsız olduğunu
belirleme türünden "erdemli" amaçlar iine sürmüştür. Buradan yola çıkarak bir
taşıdığından dem vursa da, örneğin Ya- tür indirgemeci olmayan maddecilik ola-
imdi Soykınmı'nda olduW-t gibi, ideolojik rak da okunabilecek :\ ykın Tekçilik yıı
ya da siyasal bakımdan kötüye kullanıl da Sapaklı Tekçilik diye Türkçeleştirebi
maya çok yatkın bir çalışma ya da dü- leceğimiz (Anomaloıts Monism) giirüşünü
şünce alanında yer alır. Bu noktada ide- ortaya atmıştır. Bu giirüşe göre, elbette
olojik çabalan salı bilimsel uğraşlardan her zihinsel olay bir fiziksel olayla öz-
avırı etmek çok güç olabilir. insanlık ta- deştir -Davidson evrende fiziksel olma-
rihi bize ırk ayrımı düşüncesinin ya da yan şeylerin varlığına inanmaz; yani bir
ırk kavramı üzerine kurulan iiğretilerin fizikselcidir- ancak bizim zihinsel olayla-
hiç de güvenilir olmadığını kanıtlamıştır. n kastetmek için kullandıp;ımız dit sapak-
XX. yüzvılın sonunda, insanlığın doruğa tan fiziksel olanın ilerlediği yoklan başka·
(!) çıktığı düşünülen bir çağda Bosna'da bir yola sapar ve onla ilerler, bu yüzden
rnşanılan soykırım, bunun son örneğidir. de kullandığımız bu farklı dil fiziksel \'C
Son uç olaraJ,, biyoloji alanındaki Dar- zihinsel olayların iizdeşliği ile doğrudan
winciler arasındakine benzer bir görüş ilişkilendirilemez.
birliği, toplumsal Darwinciler arasında Davidson dil felsefesinde ise Tarski'
hiçbir zaman var olmamış; toplumsal nin izinden gider ve ..anlam" kavramını
Darwincilik tutarlı bir di?.geyc ya da kav- doğruluk koşulları yardımıyla anlamamız
ramsal çerçeveye hiçbir zaman ulaşama ı-.terektiğini
savunur. Ona ı-.riire, bir cüm-
ınıştır.. Kuşkusuz, toplumsal Darwineili- lenin anlamını bilmek demek o cümlenin
j!,in en büyük yanılı-.'lsı to)Jlumsal evrimin hangi koşullarda doğru olduğunu bilmek
nercdcı·se hiç sorı-.rulanmaksızın "ilerle- demektir.
nıc"dc iizdcşlcştirilmesi olmuştur. ı\yn Davidson, .. olay" {MJf.'111) \'e "edim"
L;\ lıkz. Darwin, C. R.; evrim; evrimci- (acrion) bvramlanna çok iincm vermiş
lik; değişinimcilik; dönüşümcülük; tir. Onun yazılan dil, zihin \'e ahlak fel-
Lamarckçılık. sefelerini birbirine vaklaştıran Edim va
da Eylem Felsefesi (Phil~sophy of Actio~)
Dasein (Alın.) bkz. Heidegger, Mar- alanında iinemli bir yere sahiptir.
tin; yorumbilgisi.
davranıfçı anlam kuramı bkz. anlam.
Davidson, Donald (1917) Makaleler
toplamı iki derleme kitap dışında tek bir davranışçılık llng. behaviorism; Fr. beha·
kitap olsun yazmamasına karşın, savaş viorisme; r\lm. behaviorismus] Felsefede,
sonrası (l 9SO'lerden sonra) felsefe diine- iizellikle de zihin felsefesinde, zihinsel gü-
minin en etkili olmuş çiizümleyici felse- riingüleri anlamada "davranış"ın esas ol-
fecilerinden biri. Amerikalı olan David- duğunu, zihinsel süreçlerin kavranmasın
son Essays on Actions and Events (Edimler da davranışlanmı7.m ya da yapıp etmele-
ve Olaylar Üzerine Denemeler, 1980) ve rimizin temel alınması gcrektiı?;ini öne
davranışçıhk 332
süren görüş. "Davranışçılık" terimi bir (canhlann) dış etkilere karşı gösterdiği
yandan ruhbiliınde arkasında durulan tepkilerin toplamından ibaret olduğu dü-
yöntembilgisel bir görüşü, bilimsel bir şüncesine bel bağlayarak davranışlarımı
araştırma izlencesini betimlerken, öte zın bilinç, ruh ve zihin gibi gizemli ya da
yandan felsefi bir öğretiye, zihin felsefe- metafizik kavramlara hiç başvurmaksızın
sinde zihinsel durumları bedenin davra- bilimsel olarak açıklanabileceği öğretisi
nış eğilimleriyle açıklamaya yönelen fel- ne sıkı sıkıya sarılmıştır. Bilincin insan
~efece bir konuma karşılık gelir. Bundan davranışlarının anlaşılmasında belirleyici
yola çıkılarak, davranışçılık kimileyin nıfr. olduğunu yadsıyan bir yaklaşım olarak
bilimıel (bilimsel, yöntembilgisel) davra11ır ruhbilimsel davranışçılık, insanın kendisi
plık ile ftlıtfi (mantıkçı, çözümleyici) dav- üzerine aktaracağı şeyler belirsiz ve öz-
rantfplık olarak ikiye; kimileyin de 1111111- nel olabileceğinden ötürü lçebakışçı yön-
hkp (ya da çözümleyicı) davr11111fphk, me- teme güvenilemeyeceğinin, bu yolla elde
ttifizjk (ya da felsefi) dtlllf'anl{fllık, yöntem- edilen verilerin de nesnel ölçütler ya da
bilgiıel davranlfplık ve radikal ılavrantfphk bağımsız araçlarla sınanıp doğrulanama
olmak üzere dörde bölümlenerek ele alı yacağının altını koyuca çiziyordu. Savla-
nıp incelenir. rını felsefi açıdan pragmacılık ile olgu-
Bir kuram olarak davranışçılık ilkin culuğa, özellikle de mantıkçı olguculuğa
XX. yüzyılın hemen başında, dönemin dayandıran davranışçılar, "gerçekten bi-
egemen ruhbiliın anlayışı içebakışçılığıı linebilecek" sırufına giren het şeyin du-
bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Bilinç yular araolığıyla gözlemlenen şeyler ol-
durumlarının incelenmesine yoğunlaşan, duğu önermesine bağlı kalarak ruhbili-
içyaşantıyı ruhbilirnin ana konusu olarak min gerçek konusunun, tek meşru ince-
gören içebakışçı öğretiye karşı, John B. leme alanının "gözlemlenebilir davranış
Watson (1878-1958) ile ardılları ruhbi- lar" olduğunu ısrarla savunmuşlardır.
limi "doğa bilimleri" düzeyine çıkarmak, Son çözümlemede davranışçılık, ruhbili-
ona "nesnel" bir nitelik kazandırmak a- min bilincin, zihnin ya da içyaşantının
macıyla ruhbilirnin inceleme ya da araş bilimi olarak görülmesini öneren her tür-
tırma konusunun "gözlemlenebilir ve öl- den anlayışı yadsımış; ruhbilime içeba-
çülebilir davranış" olması gerektiğini öne kışçı yaklaşımın yerine "dışabakışçı" yak-
sürmüşlerdir. İlk davranışçı manifesto o- laşımı önererek onu "davranış(ın) bili-
lan Watson'un temel kitabı Davranırplık' mi" olarak ilan etmiştir. Bunu da yön-
ta (Behaviorism, 1913) zihin ve bilinç tembilgisel bakımdan ruhsal ya da zihin-
durumlarının ruhbiliınden neden dışlan sel olgular arasındaki ilişkiye değil de
ması gerektiği, ruhbilimin neden bilinç uyaranla tepki arıısındaki ilişkiye odak-
durumlannın incelenmesiyle değil de da\•- lanmakla, böylelikle de bilincin soyut ve-
ramşın nesnel gözlemlenmesiyle uğraş rileri yerine davranışın somut verilerini
ması gerektiği aynnıısıyla işlenmiştir. koymakla gerçekleştirdiğini düşünmüş
Bir ruhbilim okulu olarak davranışçı tür. Kendisini ruhbiliıni "deneysel bir bi-
lığın yılmaz savunucusu Watson ile di- lim" yapmaya adayan davranışçılığa gö-
ğerlerinden [Ivan Pavlov (1849-1936), re, davranışlarımız, eylem ya da yöne-
Edward Thomdike (1874-1949), C. L limlerimiz zihinsel olgulara ya da içsel
Hull (1884-1952), E. C. Tolman (1886- ruhbilimsel süreçlere hiçbir göndermede
1959), E. R. Guthrie (1886-1959) ve B. bulunmaksı.zın tanımlanıp açıklanabilir;
F. Skinner (1904-1990)] oluşan nıhbilim "davraruş"ın kaynaklan içte (zihinde) de-
tel (ya da yöntembilgiıef, bilimse~ ılavratıl{p ğil; dışta
(çevrede) aranmalıdır.
lık, her şeyden önce, davranışın bireyin Ruhbiliınsel davranışçılığa yöneltilen
içyaşantısını belirlediği görüşüne ya da en sıkı eleştirilerden biri, kendini "top-
ruhsal yaşam denilen şeyin insanların lumsal davranışçı" diye adlandıran Geor-
333 davranıtçılık
lamda "değer"le ilgilenir. Değer kuram- Dewey ile Lewis 'in Amerikan okulu
cılan bir yandan değerlerin çokluğunu ve "öznelci" bir anlayışı savunw; değerlerin
çeşit çeşit oluşunu vurgularken, bir yan- göreli olduğunu, insanın ariuladığı şeyler
dan da değerlerle ilgili gerçekliğin farklı bağlamında "öznel çıkarlar" tarafından
l.ıiçimlerini uyarlama yoluna giderler. yaratıldığını öne sürer. Bu yüzden De-
Değerin doğası ya da özünün ne oldu- wey'e göre değerleri "kendisi için is ten en
ğuna ilişkin kuramsal bir açıklama sun- değerler" ile "araçsal değerler'' diye a-
~ıayı kendine görev edinen "değer öğre yırmanın hiçbir anlamı yoktur. Buna kar-
tisi'' değeri türlerine ayıru: kimi değerle şılık Avusturya-Alman okulu ile İngiliz
rin tek başına, yalnızca kendisi için iste- okulu temelde "nesnelci" ya da "ger-
nilir olduğunu, kimilerininse değ~rini çekçi" bir anlayıştan yanadırlar; değerle
kendi içinde taşıyan bu değerlere u!ıış rin göreli olmayıp genelgeçer olduğu on-
maya kntkıda bulunan araçlar oldukhırı i- lar için su götürmez bir gerçektir. Çö-
çin istenilir olduğunu savlar. Başka bir zümleyici geleneğin ürünü ohın İngiliz
deyişle, amacını kendi içinde taşıyan de- okulunun değer öğretisiyle ilgili savları
ğerler ile bu değerlere arabuluculuk eden nın hemen hepsi Moore'un Prindpia Et-
araçsal değerler söz konusudur. Bu iki hica'sında (1903) ortaya atılmıştır.
;ıyrı değerin ya da değerlerin adının kon- Çağdaş ahlılk felsefesinde tüm bu o-
ması, aynı zamanda değerin ölçütünün kulların dışında anılan "bağımsız değer
ne olacağı sorununu da çözürrıler. Söz- kuramcıları" da vardır. Bunlar arasında
gdimi hazcılık için kendisi adına arzu e- Platoncu iris Murdoch ve Yeni Kantçı
dilen şey veya değer "haz" ya da "acıdan John Rawls ile Robert Nozick öne çıkan
k:ıçınma''dır. Buna göre erişilen hazzın adlardır. Her ne kadar "değer kuramı",
.ı~lığı ya da çokluğu değerin ölçütü olıı üstetik bir kuşkuculuktan kaynaklanan
r.ı k görülür. değerlerin dünyadaki yerinin sorgulanır
Tarihsel açıdan bakıldığında, değer hale gelmesi olgusuyla birlikte, Anglo-
ldscfcsini kendine uğraş edinen, değer Amerikan çözürrıleyici felsefesinde artık
iiğreıisini bugünlere taşıyan üç ana gele- gözden düşmüşse de Kıta felsefesinde
ııt•kten söz edilebilir. Bu üç öbekten ilki, yeni yeni kıpırdanmalar görülmektedir.
"XIX. yüzyıl değer kuramcılıırı" diye de Özellikle de ister ahlaki ister estetik ol-
:ınılan, Franz Brentano, Alexius Mei- sun, her türden değerin dqğasını kurnm-
ııorıg, l\fax Scheler ve Nicolai Hanmann sal olarak açıklamanın peşine düşen tüm
ı~ılıi Avusturya ya da Almanya kökenli bir değer öğretisi geleneğini arkasına
ıd~decilerin başını çektiği, sırımı tüm alan "değer gerçekçiliği"nc yönelik ilgi
lıır ~üningübilim ~elene)i:ine dayanuş u- yeniden c.ınlannuştır. Değer gerçekçiliği,
1.ırı Avusturya-Alman okulu ya da birdi- değerleri doğruluğa giden yolda pratik
i~«r ;ıdıyla "değer görüngübilimcileri"dir. tutumların ya da kuramsal yargıların tek
İkincisi, tüm değerlere insanın ilgileri a- uygun nesnesi olarak görür.
çısırıdıın yaklaşmayı öneren, değerin a-
çıkhınmnsını insan çıkarlarına indirgeyen, değerlerin yeni başıan değerlendiril
s:ıvumıculuğunu John Dewey ile C. 1. mesi ~ng. nı~ıluation/ transva/Jıahon of ali
l ~wis'in yaptığı Amerikan okuludw. Ü- ııalue.r, Fr. tranrvaloriration dl!! valeıır.r, Alm.
çiincü ve son öbekse Avusturya-Alman 11mwertung aUer wtrte] Alman fılozof Fried-
ı ıkulunun görüngübiliminden de etkilc- rich Nietzsche'nin, yeni varoluş değerleri
nt'n, iiııcülüğünü G. E. Moore, Hastings yaratabilmenin başkoşulu olarak gördü-
lt:ıshıhıll ve W. D. Ross gibi ayn görüş ğü, ancak varolan değerlerin bütün bü-
lrrdcrı felsefecilerin üstlendiği, çözürrıle tün yıkılmasıyla gerçekleştirilebileceğini
yıd (analitik) gelenekten beslenen İngiliz düşündüğü felsefe izlencesi. Kişinin güç-
okuludur. süzlüğünü, köle ruhunu, çileci yaşamın
değerlerin yeni baştan değerlendirilmesi 338
doğruluğuna duyduğu inancı, edilgen ya- tadır. Nitekim Nietzsche'nin "Tanrı öl-
şantıyı aralıksız pompalayan Hıristiyan dü" deyişinde en iyi anlatırrunı bulan bu
ahlakına karşı, kişinin kendisini olur- önü alınamaz süreç, insanlığın varoluş
lamasıru, genelde bir bütün olarak ya- karşısında belli amaçlardan ve değerler
şarru, daha özeldeyse tek tek yaşadıkla den yoksun kalarak boşluğa doğru sü-
nnı sonuna dek evetlemesini savunan rüklenmekte oluşuna eşdeğerdir. Nietzs-
yaratıcı eylem ahlakının ön koşulu. Daha che, yaşanan bu değerlerin çürüyüp ko-
birebir bir çeviriyle "değerlerin toptan kuşması süreci karşısında son derece o-
de~erlendirilerek ötesine geçilmesi"nin; lağandışı bir yoksayıcılık açıklaması ge-
yerleşik toplumsal kurumlara, geleneksel tirmektedir. Bu bağlamda Nietzsche ün-
bakışlara, dinsel buyruklara karşıJcişinin lü yoksayıcılık duyurusunda, yoksayıcılığı
kendi değerlerini yaratması~n gereği üs- insanlık için en son fırsat olarak temel-
tüne bina edilmiş köklü felsefe duruşu. lendirerek, bu fırsatın en son fırsat ol-
İlkçağ Yunan Dünyası'ndan başlayarak duğunun bilinerek en iyi biçimde kul-
tarih içerisinde çeşitli biçimler ya da kı lanılmasına önemle dikkat çekmektedir.
lıklar altında bozulmuş, çürüyerek ko- Nietzsche değerler değer olmaktalıklan
kuşmuş yaşam ilkeleri ile ahlak değerle nı bütün bütün yitirmişlerken hfila birta-
rini al aşağı etmenin her şeyden daha kım göksel, tanrısal, kutsal ya da kutlu
öncelikli ve gerekli olduğunu, böylesi bir ül.lı:ülere başvurarak yaşamayı sürdürme-
ödevin tek edimlik bir hamleyle gerçek- nin yaşanan yok.~ayıcılığı daha da ağır
leştirilebilecek bir ödev olmaktan çok, laştırmaktan öte bir anlam taşımadığını,
birtakım olmazsa olmaz eylemler doğ bir anlamda böyle bir yoksayıcılıkla yaşa
rultusunda aulacak birtakım adımlarla mayı sanki böyle bir şey hiç olmarruşça
başlı başına geçilmesi gereken bir süreç- sına sürdürmenin yoksayıcılığın kendi-
ten oluştuğunu anlatan felsefe tasarımı. sinden daha da tehlikeli olduğunu bildir-
Nietzsche'nin genelde bir bütün olarak mektedir. Nietzsche'nin yoksayıcılık ger-
Modem Avrupa Kültürü'nün, daha özel- çeğini kavramaya yönelik olarak sundu-
deyse Modem Dünya'da yaşayan birey- ğu çözümlemeyi daha iyi anlamak bakı
lerin düştüğü yoksayıcılık (nihilizm) du- mından şöyle bir benzetmeden yararla-
rumundan çıkmak için nelerin yapılması i:ıılabilir. Nasıl ki yıkık dökük bir binayı
gerektiğini, ne adına ve neden yapılması onarmaya çalışmak, binayı önce tümden
gerektiğini temellendirmek amacıyla ge- yıkıp sonra yeniden yapmaya koyıılmak
liştirdiği felsefe ereği. tan çok daha güçse, Nietzsche'yc göre
1883 ile 1888 yıllan arasında yazıya ağır hasar almış değerleri onararak yok-
aldığı, ancak daha sonraları 1901 yılında sayıcılığı iyileştjrmeye çalışmak, yaşanan
Erk İstenci başlığıyla ölümünden sonra genel yoksayıcılık
durumunu daha da a-
yayımlanmış notlarında Nietzsche, Av- ğırlaştırmaktan başka bir sonuç verme-
rupa kültüründe "yoksayıcılığın ortaya yecektir. Buna bağlı olarak Nietzsche.
çıkışı"nı son derece tehlikeli, adeta baş yoksayıcılıktan kurtulmanın olanaklı tek
bdası bir salgın hastalık olarak nitele- yolunun yaşanan yoksayıcılığı sonuna
dikten sonra, kültürün dört bir köşesin dek götürmekten geçtiğini, yani varolan
de, hemen her yerde karşılaşmanın ola- bütün değer yapılarını baştan aşağı yık
naklı olduğunu söylediği yoksayıcılığı çe- makla ancak olanaklı olduğunu savun-
şitli belirtileriyle birlikte enine boyuna maktadır. Bir başka deyişle, yoksayıcılı
irdelemektedir. Nietzsche yaşanan yok- ğın sonuna dek nasıl götürüleceğinin ya-
sayıcılığın başlıca nedenini, Hıristiyanlı nıtı, doğrudan "değerlerin yeni baştan
ğın geçmişte taşıdığı özgün anlarru yitire- değerlendirilmesi" izlencesinin eksiksiz
re\c, Tanrı'ya duyulan inancın sahicilik. ve etkinlikle yaşama geçirilmesinde yat-
zemininin yıkılmış olmasına bağlamak- maktadır. Nietzsche, kendi içinde açmaz
J39 değiıim
nurune öncülük etmekle kalmayıp fel- tur. Dolayısıyla köksap bir model olmak
sefe tarihindeki önemli filozofların dü- yerine, karşılaşmaların önünü açan, fel-
şüncelerine getirdiği açımlamalarla felsefe sefeyi bir lıaritabilgisine dönüştüren bir
tarihinin yeniden· yazılmasının gereğini uçuş hattıdır daha çok.
başarıyla gösteren Fransız felsefeci. De- Deleuze'e göre, felsefe tarihinde ken-
leuze ortaya attığı savlarla felsefe tari- di ilgisini çeken filozofların hemen tü-
hindeki kendine özgü yerini almış olsa münün ortak bir özelliği bulunmaktadır:
da düşüncelerinde "ilk ilkeler" ile başla hepsi de belli ölçülerde felsefe tarihin-
mak yerine felsefe tarihine onalarda bir den kaçmıştır. Bunun da ötesinde arala-
yerlerden katılmanın doğruluğunun sa- nnda yok denecek kadar az bir düşünsel
vunulduğu gözlenmektedir. Yöntembil- ilişki söz konusudur. Dcleuze'ün en çok
gisi bakımıodan bu savununun oldukça ilgisini çekmiş olan filozofların başında
sağlam felsefi temelleri vardır. Felsefe ta- Stoacılar, Hume, Bergson, Nietzsche,
rihine ortada bir yerden başlayarak De- Leibniz ve en çok da Spinoza gelmekte-
leuze, ayrım felsefesini başlatabilmenin, dir. Bu filozofların arasındaki benzerlik,
durağan bir varlık tasarımına dayanma- aralarında gerçekte ne olup bittiğini or-
yan bir felsefe düşünüşüne olanak tanı taya açıklıkla serecek özel bir teknikle
yabilmenin önündeki en büyük engel yaratılmak zorundadır. Nitekim Deleuze'
olarak gördüğü "özne-nesne" ilişkilerini ün felsefe tarihi üzerine yazdığı yazılara
devirmeyi amaçlamaktadır. Ayrım felse- bakıldığında, bunların tümünün de felse-
fesinden Deleuze'ün anladığı, gösteren fe tarihi yapmal"tan çok yaratmak, "fel-
ile gösterilen ilişkisine saplanıp kalma- sefece bir yerbilgisi" oluşturmak amacı
rruş, tam anlamıyla bir "olay" felsefesi- doğrultusunda kaleme alındıklan daha
dir. Anlatım biçimlerinden ayrılamayan ilk bakışta anlaşılmaktadır. Bu teknikte
bir güçler almaşığından oluşan bir içeri- tek başına hiçbir filozofun düşüncesinin
ğin biçimidir bu. Felsefe serüveninin he- model olarak alınmasına izin yoktur. De-
men bütün aşamalarında Deleuze, or- leuze bunu gerçekleştirmek için felsefe
~ansız bir bedene, uzamsız ve zamansız metinlerinin gerisindeki ilk ilkeleri ara-
bir süreye benzettiği, sürekli oluşlardan m~k yerine, felsefe tarihine yaklaşırken
oluşan ama kavramların kavrayamayaca- olduğu gibi her özgül felsefeye de orta-
ğı yepyeni bir düşünme olanağını temel- sından yaklaşmıştır.
lendirmeye çalışmıştır. Bu radikal felsefe Deleuze'ün en önemli felsefe tarillİ
izlencesinin en açık biçimiyle Guattari ile yaratımlarından biri kendisinin "düşma.n
birlikte geliştirdikleri "köksap" (rhi~me) üzerine yazılmış bir kitap" diye nitelen-
k;ıvrnmınd:ı dile geldiği söylenebilir. Kök· dirdiği Ka11t'm Elqı;n/ f'rlsifcsı'dir (La
sap, bir özneye ya da nesneye ~abitlene Philosophie critique de Kant, 1963). Kant
bilen, ama buna karşın hiçbir birliği ve ilk bakışta ussallığın '"•arkitektonik"ini te-
blitünlüğü olmayan bir çokluktur. Sabit mellendirmek için yetileri uyum içinde
bir düzem ya da türdeşliği olmamasına biraraya getirme düşüncesiyle hareket et-
karşın, köksapın herhangi bir noktası mesine karşın, Deleuze'e göre odaklanıl
herhangi bir başka noktasıyla bağlantılı ması gereken asıl konu Kant'ın yetilerin
olabilir, daha doğrusu olmak zorundadır. birbirinden ayrılmasını nasıl olanaklı hale
Şu ya da bu noktasından kırılabilir ya da getirdiğidir. Buna göre Kant, yetiler ara-
kopabilir, ancak eski bağlantılar yeniden sında bir uyum sağlamak bir yana, im-
sap verecek, ayrıca yeni bağlantılar da gelem ile us arasındaki, anlama ile iç du-
ortaya çıkacaktır. Bu anlamda köksapın yum arasındaki sonu gelmez. kavgayı da-
bıığlantılarının hep bir haritası olmasına ha da şiddetlendiren bir fel~efe yapılan
karşı yapısal ya da belli bir kökene bağlı dırmıştır. Ne var ki bu kavgaya içkin u-
hir oluşumu, oluşturulma mantığı yok- yumsuzluğun en önemli, en şaşırtıcı so-
Deleuze, Gilles 342
nucu ortaya bir uyum çıkarıyor olması çerken oluşu, aynmı ister. Bir güç kendi
dır. Bundan böyle yetiler artık zaman- erkini çoğaltabildiğince çoğalttığında, o-
daki peşpeşe gelişleriyle ya da uzamdaki nun istenci taşıdığı erkin dışavurumudur;
bitişiklikleriyle belirlenebilir olarak görü- buna bağlı olarak isterken de ayrım ile
lemezler. Kuşkusuz böyle bir Kant oku- rastlanuyla olanı olurlamış olur. Hume,
ması yapabilmesinde, Deleuze'ün Hume' Nietzsche, Stoacılar, özellikle de Spino-
un felsefesine duydu~ düşünsel yakınlı za 'dan aldığı esinle Deleuze, "olumsuzla-
ğın büyük bir eıkisi vardır. Burada söz ma eleştirisinde gizli duran bir bağlantı"
konusu olan Hume, "duyulur idealar"/ diye adlandırdığı şeyi ortaya çikarmışur;
"düşünülür idealar" karşıtlığıyla deneyci- neşenin işlenmesi, nefret edilen içerisi,
liği temellendiren Hume değil, "Aile B" güçler ile onların ilişkilerinin dışardalığı,
arasındaki dışsal ve değişken ilişkinin ye- gücün duyurulması. Bu keşfe yol göste-
rine "A, B'dir" biçimindeki içsel ve özsel ren temel çizgi derin ve kendi içinde tu-
ilişkiyi geçiren Hume'dur. Bu türden bir tarlı bir "karşı Hegelcilik" anlayışıdır.
felsefe hamlesi "olmak" eyleminin altını Deleuzc'ün Berg.so11ı11/11k (Bergsonismc,
oyarak, daha da önemlisi onun yerine 1966) adlı yapıtında bu "k,1rşı Hegeki-
"ile, ile, ile, ... " biçiminde anlatıhtbilecek lik", Hegel'in birlik ile çokluk kavramla-
bir oluş dizisini yerleştirerek felsefi yer- nnın belirsizliğine ve genelliğine karşı
bilgisinin gerçekleştirilmesine olanak ta- Bergson 'un yaptığı eleştiri doğrultusun
nımaktadır. Eşderecede önemli olmakla da ortaya serilirken, Nietzşç/Je ile Fılse.fe
birlikte, "ile"nin "dır"ın yerine geçirilişi, (Nietzsche et la philosophie, 1962) adlı
tek tek parçalarıru aşan kapalı birliklerin yapıtındaysa "Sen kötüsün; demek ki
tam tersine dizgelerin, birliklerin Ve bü- ben iyiyim" mantığı üzerine kurulu de-
tünlüklerin uçlannın açık olmasını sağla ğerler, içeriye dönük bir gücü çoğaltan
maktadır. Filozoflar genellikle çok bü- eylem yerine dışanya dönük egemenlik
yük ölçüde birlik kavramı ile başlayıp kurmayı amaçlayan bir güç anlayışını sa-
sonra onun karşıtı olarak çokluk kavra- vunan köle ahlakına Nietzsche'nin getir-
mını türettiklerinden, çokluğu aynı ol- diği eleştiriler doğrultusunda inceltilmek-
duğu gibi, nasılsa öyle, kapalı bir birlik tcdir. "öte yanda Deleuze'ün sürekli üze-
tasarlamaksızın düşünmek için Ddeuze rinde durduğu Stoacı filozoflara göre,
uzam yerine zaman doğrultusunda dü" bedenler ile olaylar olmak üzere iki te-
şünmeyi öğrenmemiz gerektiğini vurgu- mel varlık alanı bulunmaktadır. Bedenler
lamaktadır. Bir başka açıdan bakıldığın derinde olan varlıklardır, gerçektirler, u-
da, bu açikçası Deleuze'ün Bergson'un zam ile zamanda, hep şimdide varolur-
felsefeye en büyük katkısı olarak nitelen- lar. Huna karşı maddi varlıklan bulun-
dirdiği şeydir. Buna göre, madde dünya- mayan eylemler, bedenlerin yüzeyindeki
sında (aynı biçimde sinemııda da) hare- idealan ilgilendiren olaylardır. Bedenle-
ket imgesi bellek süresinin gevşeyip ge- rin en derinlerindeki kanşımlar maddi
nişlemesinden, yani zaman imgesinden varlıkları bulunmayan olaylann nedenleri
doğmaktadır. yani anlamlandır, tıpkı yeşillenmek ya da
Deleuze, . Bergson'dan önce Nietzs- zehirlenmek gibi. Bu bir halden bir baş
che'de, belleğin "aynı olanın olma"sı de- ka hale geçişi anlatan oluşlar bedensel
ğil de "oluş ile aynının dönüşü" oldu- karışımlann sonuçlandır; o nedenle de
ğunu görmüştür. Hume'un izinden yü- . bedenlere indirgenemezler. Deleuze'ün
rüyen Ddeuze, Nietzsche'yi de tam an- bu noktada geliştirdiği oluş manuğı ö-
lamıyla destekleyecek biçimde, bütün be- nermeler mantığının temellerini oyar;
denlerin güçler arasındaki çok çeşitli iliş çünkü hiçbir nitelik "dır" yoluyla öz-
kilerden oluştuğunu ileri sürer. Bu an- neyle ilintilendirilebilecek bir özellik de-
lamda "erk istenci" güçler ile ilişkiye ge- ğildir. Nitekim her eylem sonsuz bir oluş
343 Deleuze, Gilles
alık" ile son bulacağım söylediği temel duğu savına dayanarak, Deleuze ile Gu-
değederin varlığı sorunudur. İkinci du- attari töz ile biçim arasında yapılan eski
rumda görülen sorunsa, bir yandan bir ikiliğin yerine ilki içerik ikincisi anlatım
araya toplaşma diye bilinen çokluğun o- olmak üzere iki töz/biçim karmaşığı buc
luşumuna olanak tanırken, öbür yanda lunduğunu söylemektedir. Bu iki güç top-
bu toplaşmalar arasındaki .karşılaşmala laşması birbirinden ayrılamazdır. Anlatı
rın yolunu kesen, bağlantıların sınırlan mın biçimi (ışlevlerin düzeni ya da dü-
masına ya da koparılmasına yönelik ola- zenlenişi) ile içeriğin biçimi (özelliklerin
rak işleyen karşıt ikiliklerle düşünme üs- düzeni ya da düzenlenişı) arasında bir
tüne yapılandırılmış kurumlar ve sıradü ayrım, örneğin bir göçebe savaş makine-
zcrılerin varlığı sorunudur. si (anlatımın biçimı) ile gezici metalbilim
Ddeuze ile Guattari'nin ortaklaşa yaz- (ıçeriğin biçimi) arasındaki karşılaşmad>t
dıkları bir öteki kitap Bin Y19/a, aynı an- olduğu gibi, ancak çözümlemeye sağladı
da pek çok ayrı düzlemde düşünebilmeyi ğı kolaylıktan ötürü yapılabilecektir. Bu-
başarmak amacıyla tasarlanmıştır. "Kök- nun dışında böyle bir ayrım yapmanın
sap" diye adlandtrdıklan açık uçlu bütü- oİ.-ınağı yoktur. Buna ek olarak araların
nün gövdelendirilmesine çalışan kitabın daki karşılaşma · ,,c :ı.orunlu olarak ne de
her bir bölümü ya da "yayla"sı birbirin- temelde dilbilimsd bir karşılaşmadır; çün-
den bağımsız bir biçimde okunabilir; bu- kü dilbilim pek çok göstergebilim için-
nun yanında anılan tarihlerin belli bir den yalnızca biri olduğu gibı en önemlisi
düzeni ve özel bir ·anlamı olmamakla de değildir.
birlikte her "yayla"nın sonuna bir tarih Dilin rolü ile felsefenin ödevi konu-
notu düşülmüştür. Freud'un kurtadam ları Deleuze ile Guattari'nin yine birlikle
çözümlemesinin tarihi, Yahudi tapınağı yazdıkları Fehefa Neılir? başlıklı kitabın da
nın yıkılış tarihi, vampirlerin tarihi bun- ana konusunu oluşturmaktadır. Kitap,
lardan yalnızca birkaçıdır. Söz konusu Guattari'nin 1992 yılında ölümü nede-
tarihler ya da olaylar, kimi dilsel kimi dil- niyle birlikte yazdıkları son kitap olnmsı
sd olmayan çeşitli gösterge dizgdcrinde bakımından da aytıca önemlidir. Bu ça-
yerlerini bulurlar. Ama asla yaşamın b(i- lışmada, Stoaalığın beden ile olaylara yak-
tün yörılerinin dile indirgendiğ~ buyur- laştrru alttan alta kendini duyumıakt;ıdır.
gan gösteren-gösterilen dilbiliın zincirin- Delcuze ile Guattari, sanıldığı gibi bili-
de kendilerini göstermezler. Nitekim De- min değil fdsefenin temel ödevinin kav-
leuze ile Guattari'ye göre, Suassure'ün ram yaratımı olduğunu, felsefenin birin-
dilbilimi bile gösterileni (kavram) sözcük cil ödevinin varlıklar ile şeylerden olay-
ya da ses imgesi ile sabit bir ilişki içinde ları söküp alarak bir "içkinlik düzlemi'",
olmaktan kurtarırken, bunu gösterilerıler bir tutarlılık düzlemi yaratmak olduğunu
arasındaki ilişkilerin her zaman için gös- savlamaktadırlar. Felsefe bu anlamda,. bi-
terilenin değerini (anlaırunı) belirlediğini limin yaptığı üzere, dışsal bir gönderme
düşünerek salt göstereni yüceltme yoluy- düzlemi ya da aşkın bir doğruluk düz-
la yapmıştır. Buna karşı Ddeuze ile Gu- lemi aramak değildir. Bedenler ile olaylar
attari, arılam olaylan gerçekten bedenle- arasındaki ayrım oldukça önemlidir bu-
rin etkileriysder, o zaman bedenler ile rada; çünkü fdsefe kavramları birbiriyle
dilsel dizgeler arasında bütünüyle başka tutarlı olaylann içkin değişkilerinden ku-
bir ilişkinin kurulmasının zorunlu oldu- rulurken, bilimsel işlevler cisimlerdeki ka-
ğunu savunurlar. Nietzsche'nin öne sür- nşımlarn ya· da bağlamhtra odaklanırlar.
düğü gibi, bir şeyin o şeyi etkileyen güç- Bu yüzden felsefe kavramları filozof ol-
lerin sayısı kadar çok anlamı bulunduğu, mayan bir arkadaş ya da bir kekeme gibi
aynca her gücün de onu etkileyen başka hep kavramsal bir kişi tarafından dil-
güçlerden oluşan bir güç karmaşığı ol- lendirilirken, öte yanda bilimsel işlevler
345 deney
(Anlamın Doğal Arkaplanı, l 999). Bun- yucu ilkelerle harmanlayan Derin Eko-
ların yaıunda, Arda Denkel'in yurtiçi ve loji'nin felsefece özüne ek.oıoji :ub verilir.
yurtdışı dergilerde yayımlanmış çok sa- Eski Yunanca 'da "yaşaıulan yer" ve "bil-
yıda makalesi bulunmaktadır. Yurtdışın gelik" anlamlarını taşıyan sözcüklerden
da yayımlananlar Miıul, Pbiloıophi,alQ1111r- türetilmiş ekosofi, insanın yaşadığı yerle
ıer!J ve Philosophiml Papm gibi seçkin der- uyum içinde olmasının koşullarını ar.ıştı
gilerde yer almıştır. nr. Ekosofi doğ.ıyla uyum içinde yaşa
manın bilgeliğine ulaşma çabasıdır.
denkleştirici adalet ~ng. m111ın11tatiıv: j11s- Derin Ekoloji'nin düşünce bazındaki
tier, Fr. i11stia m1111111ıtalivr, Alm. kom11111- öncüsü, kendine özgü bir ftvmçina1ik ya-
ıatı"vt g,;.,,,iJıigluiı] İnsan yaşamındaki iliş ratmayı deneyen Aldo Leopold'dur. Le-
kilerin sonsuz çeşitliliği ve karmaşıklığı opold özgün çevreiçinciliğini "Topr.ık
düşünüldüğünde, bir toplumun bireyleri Etiği" (1949) adlı etkileyici yazısında se-
arasındaki ilişkilerin adil olmasının yolu- rimlemiştir. Burada şimdiye değin ken-
nun belirli bir eşitlik anlayışını gözet- dilerini "toprağın efendisi" olarak gören
mekten ya da belirli bir dengeyi koru- insanların, bundan böyle toprağa bağımlı
maktan geçtiğini savunan adalet anlayışı. yaşayan canlılar topluluğunun birer üyesi
İnsanlar arasındaki her türlü alışveri olduklarını kabul etmeleri gerektiğini sa-
şe ya da değiştokuşa, özellikle de mal ve vunan Leopold, özellikle türleri değerle
hizmetin karşılıklı değiştirilmesine odak- rine göre sınıflandırıp çoğu türün değe
lanan bu adalet görüşü, neredeyse ma- rini yok sayan insaniçinci, ekonomik te-
tematiksel bir eşitliğe dayanmasından ö- melli yaklaşımları yerden yere vurur. Ay-
türü "mübadele adaleti" diye de anılır. · nca bkz. Naess, Ame.
Denkleştirici adalet anlayışı, ister verilen
bir hizmetin karşılığının ödenmesi, İster derin yapı [İng. deep ıtnlı"lıırr; Fr. ıtnıı·tım
işlenen bir suçun bedelinin ödenmesi, profondr, Alm. liejrnrırok.t11rj Genellikle
isterse de verilen zararın telafi edilmesi sözdizimsel, anlam bilgisel ve sesbilgisel
konusunda olsun, "kısasa kısas" tutumu- birimlerden oluştuğu düşünülen üretici-
nu benimseyen "katı" bir eşitlikçilikten dönuşümsel dilbilgisinde bir tümcenin
yanadır. Bu adalet anlayışı, insanlar ara- anlambilgisel yorumunu belirleyen (altta
sındaki eşitsizliğin kaynağını anlamamak- yatan) soyut yapı. Bu kavram Noam
la, güçlüyle güçsüzü bir tutmakla eleşti Chomsky'nin [Sy11/açJiç S IT7lı1Hres (Sözdi-
rilmiştir. Ayrıca bkz. adalet. zimsd Yapılar, 1957) ile Aspeds of ıhe
Thtory of Synta>: (Sözdizim Kuramının
deontoloji bkz. ödevbilgisi. Çeşitli Yönleri, l 965) başlıklı yapıtların
da geliştirdiğıl evrensel bir sözdizimin
Derin Ekoloji ~ng. Deep Erolog, F.r. varlığını savunduğu dilbilimsel kuramı
Pmfandı Etologiç, Alm. Titftnökolotfa] Fel- nın ortaya koyduğu bir aynına dayanır.
sefi temellerini Norveçli felsefeci Ame Bu aynına göre dilin bir iç yönü bir de
Naess'in attığı (l 973), insanın kendisini dış yönü vardır. Bir tümceyi bir düşün
gerçekleştirmesinin yolunun doğayla öz- ceyi nasıl dile getirdiğinden yola çıkarak
deşleşmekten geçtiğini savunan öğreti; da ele alabiliriz (buna tümcenin anlam-
felsefece bir özle yoğrularak onaya çık bilgisel yorumu denir); fiziksel biçimin-
mış en radikal çevreci hareket: "kökten- den yola çıkarak da... (buna da tümcenin
ci" çevre etiği. sesbilgisel yorumu denir). Buna göre içte
Derin Ekoloji'nin temel savı, tüm olan ve anlambilgisel yorumu belirleyen
canlıların yaşamak ve büyümek için aynı derin yapının üstünde bir de sesbilgisel
ölçüde hak sahibi olduklan düşüncesidir. yorumu belirleyen yüzey yapı bulunur.
Uygulamayla ilgili önerilerini kural ko- Chomsky'e göre, bir doğal dilde bulunan
351 Derıida, Jacqucs
Heidegger'in felsefenin sonuna gelinen una yol açacağı umudunu dile getirdiği
bir dönemde düşünmenin ödevini ta- yerler, Derrida'nın kuşkuyla yaklaşılması
nımlama ekseni doğrultusundaki girişi gerektiğini düşündüğü özel yapısöküm
mine karşı can alıcı önemi bulunan bir- alarılandır. Nitekim Derrida için Heideg-
takım sorular ortaya atar. Sonmki döne- ger'in umduğunun ya da varsaydığının
mine karşılık gelen yazılarında Heideg- tersine, düşüncenin haşlayabileceği ya da
ger, dilin insana ııit bir şey olmadığını, yeniden oraya geri dönebileceği bir baş
ıersine in~anın dile aiı bir şey olduğunu hıngıç nokta~ı ya da konumu yoktur. Böyle
öne surer; bu anlamda insan dili değil dil hir başlangıca duyulan yersiz "nostalji'"
insanı konuşuyordur. Bir başka açıdan ya d·a yitirilmiş geçmişe duyulan özlem
söylenecek olursa, Heidegger'e göre ge- değme bir bulunuş meL1fiziği öme~>1dir.
leneksel olarak savunulanın tam tersine Derrida için Bau metafiziği tarihi e-
düşüncenin dili belirlemesinden çok di- ninde sonunda doğruluğun gerçek para-
lin düşünceyi belirlemesi söz konusudur. digması olarak kendiliğin bulunuşunu o-
Heidegger'in bu saptamalarının ışığı al- lurlayan bir dizi girişimden oluşmaktadır.
tında Derrida, yapısökümün ödevini ay- Bu geleneğin tam göbeğinde, kendi bu-
dınlığa kavuşturabileceği bir zemin blıl lunuşunu kendisine ancak dil yoluyla
muş gibidir. Nitekim Derrida'nın kul- gösterebilen bir varlık olarak "insan" ta-
landığı "yapısöküm" terimi (diconslni<li- nımı yer almaktadır. Varlıklar arasında
011) doğrudan doğruya Heidegger'in Var- insana tanınan bu özel yere inanç, Der-
lık ile Zaman'da (1927) kullandığı Alman- rida 'ya göre asla temellendirilebilecek bir
ca destn1ktiot1 teriminin Fransızca'ya çevi- şey değildir. Hiçbir düşünce, "Düşünü
risidir. Heidegger'in temel savına göre, yornm" düşüncesi bile, kendisini kendi-
"Varlığın Ufku" olarak zamanı doğru bir sine dolaysız bir biçimde sunamaz. Der-
hiçimde düşünme ödevi, metafizik kav- rida'nın bu temel çıkışı, neden dil iz-
ramların tarihinin, özellikle de Aristote- leğini bırakıp yazı izleğiyle düşünmeye
les, Descartes ve Kant'taki zaman tasa- yöneldiğini de açıklamaktadır. Kendiliğin
nmlarının destmktion'u ile olanaklıdır an- bwunuşunun değerini tam olarak kesin-
cak. Buna karşı Heidegger destruktio11'u lemek için, Bau fılozoflan geleneksel o-
asla "geriye tek bir iz kalmayacak biçim- larak düşüncenin dile ne ölçüde bağımlı
de ortadan kaldırmak'' olarak anlamaz. olduğu sorusunu göz ardı etmişlerdir.
Nitekim metafizik tarihi, bir yapının ye- Ne var ki bu temel gerçek öyle kolaylıkla
rinden oynaulamayacak denli sağlam bir hasır altı edilebilecek gibi değildir Der-
biçimde yerleşmesinden (daha sonra gu- rida 'ya göre: Platon'dan Rousseau'ya, o-
tell, ya da "çatı", diye adlandırır Heide~ radan ıla Hegel'e gelinene eleğin hemen
ger bunu) meydana gelmektedir. Bu an- bütün filozoflar, düşüncenin kendiliğin
lamda destmktiotı Heideggerci arılamıyla den kendisine açık seçik olduğu bir ideal
düşünceye yerleşen her türden yapının dil ile bu teksesli ve özgün "düşünce
gevşetilip zayıflaulmasıdır daha çok. Der- dili"ııin kendisine çevrilebileceği bir i-
rida, Heidegger'in terimi bu özel anlam- kincil dil arasında bir aynma gitmişlerdir.
da kullanışını geliştirdiği yöntemin adı Buna göre, konuşma dilindeki sözcükler
yapacak denli önemli görmesine karşın, hiçbir aracıya konu olmaksızın doğrudan
yine de Heidegger'in dtstTuktiotı arılayışı düşüncenin anlatımıdırlar; çünkü orılar
nın da son çözümlemede bulunuş meta- yabızca konuşulduklannda vardırlar, da-
fiziğinin izlerini taşıdığının açıkç~ görül- hası söylendiklerinde konuşanın içinde
düğünü belirtmektedir. Özellikle Heideg- duyulahilmektedirler. Buna karşı yazı di-
ger'iıi varlıkların Varlığı'nın sözünü dile lindeki sözcükler, orıları dile getiren ko-
getireceğini öngördüğü sahici şiir dilinin nuşmacı ortadan kaybolduğunda dahi iş
metafizik tarihinin bütünüyle destn1kJioıı' levlerini yerine gctirebildiklerimlen, dü-
353 Derıida, Jacqueı
şünceye dışsaldırlar. Konuşma bu anlam- Öte yandı n, yazı yine de ötekiliği sim-
da doğrudan doğruya düşüncenin göv- geleyen ttmel beti olarak işlevini yerine
ddenmesiyken, yazı yalnızca konuşma getirmeyi sürdürmektedir. Derıida'ya gö-
nın ikincil bir göstergesidir. Derrida'nın re bu nedenle, Heidegger'in ileri sürdüğü
gözünde filozofların bu temd yaklaşımı, gibi, düşünmenin ödevinin "dili dil ola-
kendiliğin bulunuşunu sağlama almak rak dile taşımak ya da dile getirmek" ol-
adına anlamlandırmanın maddiliğirıi u- masa oldukça anlaşılır bir.şeydir. Nitekim
nutmak gibi çok önemli bir yanlış do- bu bağlamda Heideggerci bir düşünce
ğurmuştur. Bu hiç de dayanıklı olmayan çizgisi izleyen yapısökümün temel ödevi
uslamlama çausı alunda, Bau filozofları de "yazıyı yazı olarak yazıya taşımak ya
kendi "sesçil" yazılaanın abecesinin sı:;s da getirmektir". Burada dikkat edilmesi
çil olmayan Avrupa dışı dillere göre fel- gereken nokta, bulunuş metafiziğinin ya-
sefi bakımdan daha üstünlüklü bir ko- pısını sökmek için öncelikle düşüncenin
numda bulunduğunu varsayar olmuşlar kendisini yazı olarak açığa wrmasının
dır. Ne var ki sesçil yazıyı sesçil kılanın gereğidir. O nedenle yapısökümcü söz-
ne olduğu, sesçil olmayan yazıyı sesçil dağannda "yazı" kavramı kesinlikle salt
yazıdan neyin ayırıhğı öyle hiç de ko- arı düşüncelerin kayda alınması demek
layca yanıtlanabilir bir soru değildir. Da- değildir. Nitekim Derıida bu noktanın
ha da önemlisi, Derrida'nın söylediği gi- ne denli ·önemli olduğunu vurgulamak
bi, salt düşüncenin anlatımı ya da dışa için "arke-yazı" kavramı diye yeni bir
vurumu olacak ideal saluklıkta bir dil ta- yazı anlayışı betimleme yoluna gitmiştir.
sarlamak olanaksızdır. Bir başka deyişle, Buna göre, *'ark/n'siz (yani "kökensiz')
Deı:ı:ida'ya göre "konuşma" ile "yazı" a- bir düşüncenin özniteliğini Jijfit'dll.-e ("a-
rasında geçmişte sıkça yapıldığı gibi kes- yıram') oluşturmaktadır. Dijfirn11rr en ge-
kin bir aynma gitmenin sağlam bir te- nel anlamda, her şeye "ilk" olan ya da
meli yoktur. her şeyin "merkez''inde duran düşünü
Bu s-aptamadan hareketle Derrida, lebilecek her türden terimi adlandırma
bulunuş metafiziğinin "söz-egemen" ya nın olanaksızlığını .ıdlandırmakt-.ıdır. .Mc-
da "ses-egemen'' temellerinin yapısökü tatizik olmayan, metafizikten başka bir
münc yönelmektedir. Konuşmanın yazı düşünce olanağının önünü açmak için,
üzerindeki sıradüzensel üstünlüğü ken- vazının, kendinde bulunan bir "anlam"
disini Bau metafiziğinin üstüne kuruldu- Ya da "doğruluk''u dile getirme amacı
ğu sayısız sıradüzenli karşıtlıklarda gös- güdüşüyle tanımlanan metafizik dilinin
termektedir. Derıida 'nın bu karşıt ikilik- bütün metafizik içerimlerinden tümüyle
lere ilişkin olarak yapmak istediği, kimi kurtarılması zorunludur. Bu sonuca ulaş
yorumcularının belirttiği üzere, karşıtlık mak için. Dcrıida, bir dizi değişik yazma
ta yer alan terimlerin yerlerini değiştire stratejisi geliştirmiştir. Bu stt-.ıtejilerden
rek aralannda kurtılu bulunan öncelik/ biri, kendi içinde bütünlüklü tek bir ki-
sonralık ya da üstünlük/ ıliçakhk değer tap olarak okunm.ıya izin vermeyecek
lemelerini tersyüz etmek değildir yalnız biçimde aynı metinde sonsuz sayıda me-
ca. Burada amaçlanan Bau düşüncesinin tin· üretmektir. Nitekim Derrida Glns
üstüne kurulduğu bu temel karşıtlıkların (Matem Çanı, 1974) adlı yapıunı, bu bi-
m.ınuğının yapısını bütünüyle sökerek çimde parçalara ayırarak, bir anlamda
bir daha kuUanılamaz hale getirmektir. parçalayarak yazınışur. Kitabın ana yapı
Demek ki Derıida'nın açıklamasına gö- sı, ilk sütunda Hegel'in aypı (giz, örtü)
re, konuşma/yazı ayrımının savunula- anlayışıyla ilişkili çeşitli konulann ince-
nı-.ız oluşu yazı kavramını da en az ko- lendiği, ilk sütunun tam yanına yerleşti
nuşma kadar kendisine kuşkuyla yakla- ıilen ikindsindeyse Genet'nin yazılarında
şılması gereken bir kavram kılmaktadır. düzenli olarak karşılaşılan bir giz türü o-
Derrida, Jacques 354
larak Jean Genet'nin imzasının çok yön- değerlendirilebilir. Bu tür bir Herakleitos
lü bir incelemesinin yapıldığı iki ayn sü- okuması, Derrida'nın açıkça yapısöküm
tundan oluşmaktadır. G/m üzerine söy- cü yönlerini Heidegger'in göz ardı etti-
lenebilecek bir dolu şey olmakla birlikte, ğini düşündüğü Nie12sche'nin yazıların
bunlardan ola ki en önemlisi, kitabın da da bulunabilir. Heidegger'e göre, Ni-
Sartre'ın Aziz Genel adlı incelemesinde etzsche'nin metinleri tek bir anda tek bir
yan Hegelci bir gözle Genet'nin yazıla düşünürün tekil düşüncelerini yansıt
nru özetlemiş olmasından duyulan ra- maktadır. Derrida, Heidegger'in bu sa-
hat•ızlıkla Genet'nin yazılarım kurtar- vına Nietzsclıe'nin yazma biçeminin de-
mak adına uygulanmış bir yapısöküm ğişik yönlerine dikkat çekerek karşı çıkar.
örneği olarak okunabilcccğidir. Derrida' Buna göre, Nietzsche belli bir anlamı ya
run sıkça başvurduğu bir başka yapı da doğruyu dile getirmek yerine, yazıla
söküm stratejisi de geleneksel gösterge rında daha çok alışıldık geleneksel yo-
kavramını özellikle sorunsallaştırmak a- rumlama kaynaklarını baştan boşa çıka
macıyla tasarlanmış Jiffira"a gibi birta- ran metinsel sorunsalları gündeme getir-
kım metinsel imler üretmektir. Bu imler miştir. Derrida bu düşüncesini Mah11111z:
yalnızca birer yeni sözcük geliştirme ara- /ar: Nietzş.-he'11i11 Biçeı11/eri adlı çalışmasın
yışına karşılık gelmezler, çünkü bunlar da, Nietzsche'nin metinlerinde yer yer
ne sözcüktürler ne de gösterge (örneğin geçen "Şemsiyemi unutmuşum" tümce-
Jijfemııa, Fransızca'da "aynın" anlaınina sinin yorumlama bakımından üzerine
gelen J!Jforfııcr sözcüğünden bozmadır); "karar verilemez" oluşuna parmak basa-
bunlar daha çok anlaşılırlığ:ı karşı kendi rak tanıtlamaktadır. Burada gösterilmeye
dirençlerine ya da korunaklarına dikkat çalışılan, bırakın metnin tek bir anlamı
çeken, anlamları tam anlamıyla belirlene- olmasını, metinde karşılaşılan herhangi
meyen yapısökümcü ifadelerdir. bir "şey"in dahi bir özdeşliği olmadığı
Difflraıı.-e'ın "Varlık" türünden her- dır. Bu düşünce uyarınca Derrida, Nietz-
hangi bir şey üzerine enson sözün söy- sche'nin metinleri demek yerine "Nietz-
lenemezliğini açığa vuruyor olması, kimi sclıe'nin imzalan" demeyi daha uygun
yapısöküm yorumcularınca "olumsuzla- · bulmaktadır. Bunun yanında Derrida, Ni-
macı ıannbilim" biçiminde yorumlanm•ı etzsche'nin biçemlerini çoğaltmanın doğ
sı sonucunu doğurmuştur. Derrida ardla- ruluğunu savunmakla birlikte, Nietzsclıe'
nnda görünen yakınlığın kaçınılmaz ol- nin birtakım anlam hareketlerine ilişkin
duğunu, ama bu ikisini, yani yapısöküm belli çekinceler koymaktan da geri kal-
ile olumsuzlamacı tanrıbilimi eşitlemenin maz. Sözgelimi Derrida'ya göre "kadın"
bulunuş metafiziğinin kendinden geçiıici sözciiğii Nietz~dıe'de "doğnı olmayan"
yaşantısını yeniden kesinlemek anlamına ın eğretilemesi olarak geçmektedir hep.
geleceğini bildirmektedir. Bunun yerine Bu yüzden, Nietzsche'nin metinlerinde
Derrida, bütün deneyimlerin gelecekte "kadın" sözcüğünün geçtiği yerler Derri-
neler olacağını bilen bir peygamberlik da için yapısöküme alınması gereken ö-
konumuna indirgemeksizin "şimdi ile bu- zel yerlerdir. Ayrıca Nietzsche'de karşıla
rada bulunma"yı kesintiye uğratan, ya- şılan anlam hareketlerinin yol açtığı şid
pısı sökülemez mesihvari bir söz verme dete de dikkat çeken Derrida, aşınlığın
ile yapılandınldığını ileri sürmüştür. Belki mantığını şeyleştirmeden aşırı uç ko-
de bu noktada, Herakleitos'un oluşu ke- numların taşıdığı yıkıcı gizilgücii patlata-
sinleyişi ile Dcrrida'run söz verme yaşan cak bir stratejinin aıayışı içindedir.
tısına değgin açıklaması aynı düzlemde Bu açıdan bakıldığında yapısöküm si-
düşünülürse, Herakleitos'un "oluş'' anla- yasal olan üzerine düşünmenin bir yolu
. yışı Derrida'run Jijferaııaı1a demek istedi- olarak da değerlendirilebilir. Nitekim da-
ğine en yakın düşünsel konum olarak ha ilk yazılarından başlayarak Derrida'
355 Descanes, Rene
' nın adalet ile şiddet arasındaki ilişkiyle dijfirrn•? (Yazı ve Aynın, 1967); La Voi.~:
ilgilendiği üstünden atlanamayacak bir rı le pbi110111i11t (Ses ve Görüngü, 1967);
olgudur. Özellikle Heidegger'in 1926 ta- De la Grammatologit (Yazıbilime Dair,
rihli "Anaksimandros Fragmanı" adlı ya- 1967); Marges de la pbilosopbie (Felsefenin
zısından yola çıkan Derrida, Levinas ile Kıyıları, 1972); La Disıilllİnation (Yayı
kimi başka düşünürlerin de görüşlerin lım/Saçılma, 1972); Posiho111 (Konumlar,
den beslenerek hiçbir biçimde şiddet i- 1972); Gltıs (Matem Çanı, 1974); L'.4r-
çermeyen bir adalet anlayışı tasarlamanın dıiologie d11 fritl()/e (Sıradan Şeylerin Kazı
olanaklı olup olmadığı sorusu üzerinde bilimi, 1976); Lt Viriıi en pei11ı11rr (Re-
durmuştur. Son yıllarda yapısökiimün ne simde Doğruluk, 1978); Lı Carte poııale
gibi siyasal içerimleri bulunabileceğine de Soırale a Frr11d et a11-delti (Sokrates'ten
ilişkin sıcak bir tartışma başlamış ol- Freud ile Ötesine Kartpostallar, 1980);
makla birlikte, henüz bu konuda tam Sp11rı: Nietz!dıe '.r S !Jles (Mahmuzlar: Niet-
olarak kesin bir yanıt verilebilmiş değil zsche'nin Biçemleri, 1981, ikidilli basım);
dir. Buna karşı başta Habermas ile Ga- Pıychi (Psykhe, 1987); De l'E.rpriı (Tın Ü-
damer olmak üzere birtakım çağdaş fel- zerine, 1989); Limited lnt. (Limitet A.Ş.,
sefeciler, belirsizliğin sürekli olurlanma- 1990) ve L'.411/rr Cap (Ötekinin Kulağı,
sından öte bir anlam taşımadığını gerek- 1991). Derrida aynca Husserl'in Geo111eı
çe göstererek, yapısökürnün ilkece siya- rini11 Köluni adlı yapıtını ka psarnlı bir su-
sııl yargılar verme yetisi olmadığını ileri nuş yazısıyla birlikte Franstzca'ya çevir-
sürmektetlirler. Bu düşünürler siyasetin miştir (1962). Aynca bkz. yapısöküm;
ideal bir uzlaşım olanağı üstüne kurul- yapısökümcü okuma; ayrım metafi-
duğunu belirterek, Derrida'nın böyle bir ziği; bulunut metafiziği; yazıbilim; aş
uzlaşımdan yana olmayan bir felsefe tav- kın gösterilen; differance, eklenti; i-
n içinde olmasını siyaset dışı bir tutum kili karşıtlık(lar); kapanış; saçılma; üs-
olarak değerlendirmişler; bu anlamda tünü çizme; arkadaşlık siyasetij söz-
ıam da yapısökümün kendisinin bir şid merkezcilik; sesmerkezcilik; post-ya-
det uygulayım felsefesi olduğu sonucuna pılsalcı felsefe; aşırılığın peygamber-
varmışlardır. Kendisine yöneltilen bu e- leri.
leş tiriler, Derrida'nın doğrudan etik ve
siyasal sorunlara yönelerek yapısöküm Descanes, Rene (1596-1650) Sıklıkla
yönteminin kıı psamını genişletmesi gibi modem felsefenin babası olarak nitelen-
somut bir sonuç doğurmuştur. Bu yöne- dirilen Fransız filozof. Çağının skolastik
limle, oldukça geniş bir geleneksel siya- felsefe geleneğine sırt çevirerek felsefeyi
'ct felsefesi metinleri yelpazesine yo- temellerinden başlayarak yeniden kur-
ğunlaşmışur. Bunlar arasında Aristoteles maya çalışu. Skolastik felsefenin Aristo-
ile Montcsquieu'nün arkadaşlık lizerine telesçi yaklaşımını yadsıyamk yeni bir
yazıları, Marx'ın meta fetişizmi görüşü, araşurma yöntemi, yeni bir metafizik,
Kant'ın uluslararası siyaset için verdiği yeni bir düzenekçi fizik ve biyoloji,
açıklamalar en önemlileri olarak başı bunlara bağlı olarak da etiğin temellerini
çekmektedir. Derrida'run bütün bu me- oluştuı-.ı.cak yeni bir ruhbilim kurm~ya
tinlere yaklaşımını belirleyen temel ilgi, girişti. Descartes aynı zamanda geometri
sununa dek götürülmüş yapısökümcü bir ve cebiri birleştiren çağdaş analitik geo-
sorumluluk anlayışının geliştirilmesidir. metrinin kurucularındandır.
Hiç kuşkusuz bu izleğin geliştirilişinde Descartes 1596'da Touraine'de doğ
l..evinas'ın düşünsel konumuna karşı duy- du. 1606 y.ı. da 1607 yılında Cizvitlerin
duğu yakınlık açıklıkla görülmektedir. yönetimindeki Kraliyet La Flcche Koleji'
Derrida'nın b<tşlıc<t yapıdan zaman- ne başladı. Aristotclesçi skolastik yakla-
dizinsel olarak şunlardır: L 'E.mı11rr eı la şım ve yeni insancılık anlayışıyla işlenen
Descanes, Rene 356
dil ve edebiyat konularının birarada ve- ne'le yakınlık kurdu. Paris 'te tanıştığı
rildiği bu okulun öğretim programında Kardinal Berule'ün yöntemini geliştir
ağırlık Aristotelesçi mantık, metafizik, fi- mesi için yüreklendirmesi üzerine çalış
zik ve etikteydi. 1614'te bu okuldan me- maları için uygun bir ortam bulacağım
zun olan Descartes daha sonra Poitiers düşündüğü Hollanda'yıı gitti. 1629-1633
:)niversitesi'nde hukuk öğrenimine baş yıllan arasında yaptığı çalışmalar sonun-
ladı ve 1616'da buradan hukuk lisansı al- da elinde yöntem, metafizik, fizik ve bi-
dı. Bu okullardan aldığı eğitime olan gü- yoloji konularını kapsayan ve bütünlüğe
vensizliğini Yö11tem ÜZ!fi11e Koı111ş11111'nın 1. yaklaşmış bir yapıt olan Le Mo11dr (Dün-
Bölümü'nde anlatan Descartes öğreni ya) vardı. Ancak 1633'te G.ılileo G,ılilei'
mine devam etmeyip askeri mühendis o- nin Copernicusçu yaklaşımının Kilise'
larak orduya katıldı ve Avrupa'da dolaş nin sert tepkisiyle karşılaştığını öğrenin
maya başladı. Gezileri sırasında 1618'de ce, Copernicusçu öğeler içeren Dihıyn'yı
onu modem bilimin konularıyla, Gas- yayımlamaktan vazgeçti. 1634 ile 1636
sendi tarafından yeniden canlandırılan a- yıllan arasında daha önceki çalışmaların
tomculukla, matematik ile fiziği birleş dan derlediği üç denemeyi (Ltı Giomilrie,
tirme girişimleriyle tanıştıran Isaac Be- Ler Mitiorr ve Ltı Dioptrit:pıe (kırılma ko-
eckman'la karşılaştı. Bu konular Descar- nusunu işleyen ışıkbilgisi dalıD ve burıla
tes'ın yaşamı boyunc.ı çözüm arayacağı m giriş olarak da Disro11rs de la mithode po-
sorunları içeriyordu. Sonradan Descartes ıır bien roNdHirt sa rnisoır et çherdJer la viriti
elimizdeki ilk çalışması olan Conıpellfli11m dt111S /es srie11<-elı (Us1111 Doğnı Yönetimi ır
11111siçae'i (Müziğin Özeti, 1618) Beeck- Bilimlerde Gerreklik Ar'!Jtfl İp11 "Yii11te111
man'a adamıştır. Bu yapıt o dönemlerde ÜZ!f'İ11e Kon11ş111d') yayımladı. Descartes
matematiksel gökbilim (asttonomı) ve bu çalışmalarda önceki araştırmalarırun
geometrik ışıkbilgisi (optik) gibi ma tema- bazı çarpıcı sonuçlarını ortaya koysa da
tikle bağlantılı bir alan sayılan müzik ku- biliminin tartışma yaratacak temel öğele
r.ımına ilişkin bir çalışmadır. rini gizliyordu. Yii11tem ÜZ!fi11e Ko1111111111
Descanes 1619'da gördüğü üç düşün ve De11t111ekrin gördüğü ilgi onu Mrdit11-
yaşanu boyunca izleyeceği yolu belirledi- ıio11es de prima pmlorophin'yı (İlk Felsefe Ü-
ğini düşündü; bundan böyle matematik zerine Derindüşünmeler) yayımlamak i-
ve felsefe alanında çalışacaktı. 1620'yi iz- çin cesaretlendirdi. 1641 vılında basıl:ın
leyen yıllarda ışıkbilgisi ve matematik ü- yapıt Hobbes, Gassendi, Amauld ve ya-
zerine çalışmalar yaptı. Işıkbilgisi alanın zışmalarda aracı olan Mersenne gibi Av-
da Willebrod Snel'den bağımsız olarak mpa'nın seçkin düşünce adamlanndan
"kırılma yasası"ru buldu. Maremaıikt<" g<"len eleştirilerden yıtpılan bir seçmeyi
cebirin geometri problemlerine, geomet- ve Descartes'ın bu eleştirilere verdiği ya-
rinin de cebir problemlerine uygulana- rutları da içeriyordu. Bu kitabı Dii1ıy11'da
bileceğini gösterdi. Bu döneme ait en ortaya koyulan fiziğin serimlendiği Priıı
kapsamlı felsefe yapıtı yöntem üzerine cipiaphiloropbiae (felsefenin İlkeleri, 1644)
düşüncelerini geliştirmeye başladığı an- izledi. İlk Felıejt ÜZ!fi11e Dtrindiişii11mekr
cak tamamlanmamış bir kitap olarak bı ile Felıejmin İlkeleri 1647'de Fransızca o-
raktığı Zihflin Yiinelimi İp11 Knralltırdır larak yayımlandı. (Yapıtlarını Latince'den
(R.egulae ad directionem ingenii, 1629- Fransızca'ya filozofun kendisi çevirme-
1630). Avrupa'da dolaşıp duran Descar- miş, ancak çevirileri gözden geçirmiştir.
tes, 1625'ıen 1629'a kadar Paris'te yaşa Metirıler arasındaki kimi önemli değişik
dı. Burada, ilerideki çalışmalannda yazış liklerin onun elinden çıktığı sanılmakta
maları aracılığıyla Avrupa'daki tüm dü- dır.) Descarıes felsefesi ve bilimi 1630'
şünce akımlarıyla iletişim kurmasını sağ Janrı sonuna doğru Hollanda üniversite-
layacak ve hamisi olacak Marin Mersen- lerinde yandaşlar buldu. Ancak Descar-
357 I>escartes,~enc
ıes'ın Arist.oteles karşıu görüşleri eleşıj ayırarak, dinsel öğretiler konusunda her
rilerı: ve suçlamalara da hedef oldu. Des- zaman Kilise'nin tek yetke olduğunu
cartes 1640'larda biyoloji ile ahl~k ve söylemiştir.
ahlak ruhbilimi üzerine çalışmalar yapu. Felsefesinin temel amacı olduğunu
Bll son iki konuyla ilgili düşünceleri söylediğimiz "yöntem" Descartes'ın ilk
1643'te yazışmaya başladığı Bohemya felsefe çalışması olan Zih11i11 Yii11ıti111i İ(İH
Prensesi Elisabeth'e yazdığı mektuplarda KNml!tırda ana konlldur; ilk basılan ki-
ve yaşarken yayımlanan son kitabı ola·n tabı olan }'ö11ır.m Üz.eritıe Koı111şma'da da
l..es Passioııs ıit /'ômr'da (finin Tutkuları, öne çıkan konu yine yöntemdir. Yö11te111
1649) yer almaktadır. 1644, 1647 ve ÔZ!fi11e Ko1111ıma'nın ikinci bölümünde
l648'de Paris'e yaptığı kısa ziyaretler dı Descartes yöntemin dört kuralını verir:
şında Descartes l649'a kadar Hollanda' (i) doğruluğunun apaçık bilgisine sahip
da yaşamış; İsveç Kraliçesi Christina'nın olunmayan hiçbir şeyi doğru olarak ka-
daveti üzerine gittiği St.ockholm'de has- bul etmemek, acele sonuçlardan ve ön-
talanarak 11 Şubat 1650'de burada öl- yargılardan kaçınmak; (u) sorunları ola-
müştür. bildiğince çok parçaya bölmek; (üı) en
Descartes'ın felsefesinin özünü o- karmaşık soruna, düşüncelerini yalından,
luşwran Aristotelesçi skolastik doğa fel- en kolay bilinebilecek nesnelerden başla
sefesine karşı wıumu, cismin madde .yıp sıralı bir biçimde ilerleterek yaklaş
(özdek) ve biçimden oluştuğu görüşüne mak; (iv) çözüm ıırayışı sürecinde sürekli
karşı çıkışında belirginleşir. Atomculuğu olarak gözden geçirmelerle hiçbir şeyi at-
benimsememiş olsa da bu felsefenin dü- lamamış olduğunu sağlama almak. Des-
zenekçi yaklaşımına katılmış, cisimlerin cartes Zibııitl Yô"ttelimi İp11 K11mllm'ın !>.
belirgin özelliklerinin onlan oluşturan kü- Kural'ında da yönteminin, karmaşık ö-
çük parçacıklann boyut, şekil ve devi- nermeleri adım adım daha yalın öner-
nimlerinden kaynaklandığını sawnmuş melere indirgedikten sonra en yahn ö-
tur. Descartes'ın amacı bütün bilimleri nermenin sezgisinden başlamak ve in-
karşılıklı olarak birbirine bağlayan ve on- dirgemedeki adımlan bu kez ters yönde
lan birleştiren bir yöntem kurmaktır. FıJ. izleyerek bütünün bilgisine ulaşmak ol-
sefmiıı İlletkrı•rıin Fransızca baskısına ha- duğunu söyler. Descartesçı yöntem sez-
zırladığı Ônsöz'de Descartes felsefeyi giye ve tümevıınma dayanmaktadır: Sez-
bir ağaca benzetir: bu ağacın kökleri me- gi en yalın parçanın, karmaşık bir soru-
rnfr7.ik, gövdesi fizik, bu gövdeye bağla nun olanaklı en yahn parçasının bilgisini,
nan dallar dıı üç ana dııla; up, düzenek- tümevanm ise bu bilgiden başlayarak
bilim (mekanik) vı: ahlaka indirgenebile- bütünün bilgi~ini verecektir. Bütün ııtaf
cek tüm diğer bilimlerdir. Skolastik dü- urma boyunca tüm işlemler sağlama yo-
şünce söylenenler ile metinleri yetkeler luyla gözden geçirilecektir. Bu yöntemde
olıırak kabul ederken, Descartes bu yak- sezgi bilginin temeli olıırak kabul edil-
laşıma karşı çıkar ve bilginin başkalannın mektedir. Descartes'ın bütün çalışmala
ne düşündüğünü araştırarak değil apaçık nnda bu yaklaşımı görebiliriz.
sezgilerle, kesin çıkanmlada elde edile- Descartes'ın adı sıklıkla kuşkuculukla
bileceğini sawnur. Descartes 'ın bilgi an- birlikte anılsa da bu onun kuşkucu değil,
layışının özü, 'ben'in (ego) bilginin teme- tam tersine kuşkuculuk karşıtı olmasın
li olarak seçilmesidir: bu onun Cogito dandır, o gerçek, kesin bilgiye ulaşmanın
t1slamlamasında "Düşünüyorum, demek olanaklı olduğunu sawnur. Kesinlik ola-
ki vanm" deyişiyle en açık biçimde dile naklıysa da ona ancak kuşkudan geçerek
getirilmiştir. Descartes 'ben'i bilgide ger- vanlabilir. Son çözümlemede Descartes'
çek yetke olarak tanımış olsa da, tannbi- ın kuşkuculuğu "yöntemsel kuşkuculuk"
lim ve felsefenin ıılanlannı birbirinden tur. İlk Fılstft ÔZ!rittt Dm,,,Jiişihılllıkı'ın
Descanes, Rene 358
rruş olduğunu kabul eder. Kendisini ne- tanıtlanmasıyla olanaklıdır. Oysa Tanrı'
yin yaratmış olabileceğini sorar ve yanıt nın varlığı ancak Cogito uslamlamasıyla
arar. "Kendim olamam" der, "çünkü bu dde edilebilecek olan bilgiyle, yani 'açık
denli güçlü olsaydım kendimi kusursuz ve seçik' algıların doğru bilgi verdiği bi-
yaratırdım. Üstelik varlığımı sürdürme lindiğinde, lasacası usun güvenilir oldu-
gücüm de yoktur. Düşünen varlığı yara- ğu bilindiğinde tanıtlanabileccktir. Dcs-
!Afl anam ile babam ya da olaylar zinciri cartes bu açığı fark eden çağdaşlarına
de olamaz. O halde varlığımın nedeni. -özellikle de Antoine Amalild'ya- verdi-
zihnimde ideasını bulduğum Tann'dan ği yanıtta, Tanrı 'run bilgisinin güvence-
başka bir şey olamaz." Dcscartcs Beşinci sinin ancak uzun çıkanmlar için gerekti-
Dcrindüşünmc'de de varlıkbilgisd tanıt ğini, kendiliğinden apaçık ilkdcr için, ör-
lamanın bir örneğini verir. Bir üçgenin iç neğin Cogito uslamlaması için bu güven-
açılanrun toplamının iki dik açıya eşit ceye gerek olmadığını söyler. Bu yanıtın
olması nasıl üçgenin özünden aynlama- doyurucu olup olmadığı, Dcscartes'ın fel-
yacaksa, varolma da Tann'nın özünden sefesini döngüsellikten kurtanp kurtara-
ayrılamaz. mayacağı ise kuşku götürür.
Tann'nın varlığı Descartcs'ın fdsefe Dcscartes felsefesinin en iyi bilinen
dizgesinde bilgikurarru açısından vazge- başka bir yönüyse onun zihin ve beden
çilmezdir. Öte yandan Descartes Tann' arasında yaptığı kesin ayrımdır. Bu ayrım
nın evrene ilk devinimi verdiğini. devi- ilk kez Descartes taraftndan ortaya kon-
nim yasalanru koyduğunu ve matema- mamış olsa da onun tarafından derinleş
tikteki doğruluklan tcmdlcndirdiğini de tirilmiş, bcfuginleşticlmiştir.
düşünür. Dcscartes Üçüncü Derindüşün Dcscartes Altıncı Derindüşünmc'de
me'de Tann'nın varlığını tanıtladıktan şöyle us yürütür: "Düşünen bir şey, u-
sonra, aldatma bir kusur olduğuna göre, zamsız bir şey olduğuma ilişkin, düşü
kusursuz vıırlığın aldatıcı olamayacağını nen şeyin uzamlı cisim ya da bedenden
söyler. Ancak iyi bir Tanrı yine de doğ ayrı bir şey olduğuna ve ondan bağımsız
ruluğun tek güvencesi midir? Descartes olarak varolabilcccğinc ilişkin açık ve se-
bu noktada insanın Tann'ya en çok ben- çik bir ideam var. Açık ve seçik olarak
zeyen tarafının onun "özgür istenci" ol- algıladığım her şeyi T ann böyle yaratabi-
duğunu söyler. İstencin doğru kullanıl lir. O halde zihin, düşünen şey, uzamlı
ması bilginin koşuludur. İstenç anlığırrun şeyden ayn bir şey, özü düşünce olan bir
yani anlama yetimin sınırlarını zorladı şeydir."
ğında, beni bilemeyeceğim şeylere yö- Descartes zihni ve bedeni varlıkları
ndttiğinde yanılgıya düşer ya da günah birbirlerine bağlı olmayan tözler olar:ak
işlerim. Oysa Tanrı beni, anlığımın ay- tarumlar. Bedenin ya da cisimsel tözün
dınlatttğı şeyi, doğruyu gösteren sezgimi onu nitdeyen başat yüklemi uzamlılık,
ya da 'açık ve seçik' algımı istencimle iz- zihnin.kiyse düşüncedir. Tözlcrin kipleri
leyebileceğim biçimde yar:atmışur. İsten vardır. İdealar, istemeler, tutkular zihnin
cim özgür olduğuna göre onu doğru kul- kipleri; biçim, boyut, dcvinimse uzarnlı
lanmak dirndedir. Doğruluğu 'açık ve cismin kipleridir.
seçik' algılayamadığımda yargıdan kaçı Beden ve zihin birbirlerinden ayn o-
nırsam istencirni doğru kullanmış olu- larak varolabilen tözlerdir, ancak bu
rum. dünyada birlikte varolurlar. Dcscartes'a
Descartes'ın usu sağlama alma çaba- göre insanda bu iki töz birbirlerine sıla
sında bir döngüsellik olduğu savunulabi- sıkıya bağlıdırlar; bir bütün oluşrururlar.
lir ve savunulmuştur da. Dcscartes'ın Doğa bedenim aracılığıyla bana Cbenim
fdsefesinde usun yargılanrun güvence zihnime'? açlık, susuzluk gibi duygula-
altına alınması ancak Tann'nın varlığının rumlıı.rla bu bütünün nasıl doğru yönetil-
Descanes, Rene 360
bidir. Bunun dışında, yaşaınlannı Des- deus e.y machina (Lat.) Düğümlenmiş
cartes'ın kurduğu felsefe dizgesine rakip bir sorunu ya da konuyu çözmek adına
- bir felsefe dizgesi oluşturmaya adamış işin içine Tann'nın ya da doğaüstü bir
filozoflardan da söz açılabilir. Hobbcs figürün gereksiz yere sokulmasını nitele-
"modem felsefenin kurucusu" unvanı mek için eleştire! bir anlamda kullanılan
nın Descartes'a verileceğini sezmişçesine terim: "makineyle indirilen tann" ya da
hemen her konuda hep onu öncelediğini "makineden tann".
savunmuş, gerek maddeciliğinin gerekse Kimi Antik Yunan oyunlarında, olay
duyumculıığunun ana hatlarını oluştu örgiisünün düğümlendiği bir sırada, tüm
rurken hep Descartes'ı göz önünde tut- güçlüklerin üstesinden gelebilecek bir
muştur. Yine Pascal, Leibniz, Locke, kurtarıcı, bir "tanrı•· ortaya çıkıverir, tan-
Berkeley ve Newton gibi felsefenin ya n rolündeki oyuncu da sahneye mekanik
da bilimin köşebaşlannı tutan düşünürler bir aygıtla yukarıdan indirilirdi. İşte teri-
yapıtlarını oluştururlarken Descartes'ın min kökeni Antik Yunan tiyatrosunda
düşüncelerini -ister olumlu isterse olum- kuUarulan bu aygıttan, bir tür düzenek-
suz anlamda olsun- y.ınlarından bir an ten gelir: theoı ek mekhaııes.
olsun eksik etmemişlerdir. Felsefedeki genel kullanımında ise de-
XX. yüzyıldaysa gerek görüngübilim ııı ex ma.-hi11a, ileri sürülen savı destekle-
gerekse varoluşçuluk Descartes'ın cogito mek adına, karşılaşılan bir sorunu, bir
kavramı ya da tasarımından çok şeyler güçlüğü yenmek için konu dışına çıkmak
almışlardır. Özellikle Albcrt Camus ken- pahasına da olsa başvurulan yapay çö-
di "başkaldırı fdsefesi"ni temellendirir- zümlere sığınma durumunu betimler.
ken "aıgito uslamlaması"nı değiştirip "baş
kaldırıyorum, demek ki vanm" savsö- deus sivr: natura (Lat.) Yaratmış olan
zünden yola koyulmuştur. Yine ünlü dil- ile yaratılmış olan arasında aynma gitme-
bilimci düşünür Noam Chomsky, dil fel- yen, Tanrı ile Doğa'nın özdeşliğini savu-
sefesinde "doğuştanalık" öğretisini Des- nan Spinoza'nın tümtanncılığının öziinü
cartes'ı da arkasına alarak sağlam temel- oluşturan deyiş: "tann ya da doğa".
lere oturtmuştur.
Son çözümlemede, XVIJ. yüzyılın deuterai ousiai (ousia deutera) (Yun.)
sonlanna gelindiğinde Descartesçı felse- İlkçağ Yunan felsefesinde, özellikle de
fe gücünden çok şey yitirmişse de (New- Aristoteles'te, "ikincil töz" ya da "ikincil
ton Descartcs'ın bilim adına yazdığı he- öz'." anlamında kullanılan terim. Birinci
men her şeyi çürütmüş; felsefesinin aç- dereceden tözleri "şu'" değil de "bu" ya-
mazlan daha bir su yüzüne çıkmışur) pan ikinci dereceden (t)özler.
Descartcsçılığın tümüyle usa dayalı bir
felsefe ile bilim dizgesi kurma savı gü- devimselcilik (dinamizm) ~ng. l[ytta-
cünden hiçbir şey yitirmemiştir. Descar- mimr, Fr. 4J11ami1111r, Alm. 4J11tlf11İt111Hr, es.
tes'ın XVII. yüzyıl usçuluğunun temelin- t. kHvııôllizye~ Felsefedeki en genci anla-
de yer alan "evrensel matematik" ya da mıyla doğadaki tüm nesnelerin, tüm gö-
"gcnclgcçcr bilim" tasansı, matbtıit ımi rüngülerin güç ya da enerjinin birer dı
versalis ülküsü, mantık ile matematiğe da- şavurumu olduğunu öne süren gerçeklik
yalı yetkin bir felsefenin kurulabileceğine anlayışı; doğal nesnelerin türdeş madde
yönelik inancı bugünlere taşımıştır. Ay- taneciklerinin biraraya gelişleriyle mey-
nca bkz. modern felsefe; Malebran- dana geldiklerini, kendileri dışındaki bir
che, Nicolas; Geulincx, Amold; Az- kaynakça devindirildiklerini öne süren
nauld, Antoine. düzenekçiliğe (mekanikçilik) karşı, doğal
nesnc:lerde güç ya da enerjiden kaynak-
determinizm bkz. belirlenimcilik. lanan bir özgi.icün varoldıığunu, böyle-
363 devlet felsefesi
likle de doğrudan doğruya maddenin mokrasi", "güçler aynlığı" gibi belli başlı
kendisinin devimsel olduğunu, madde- devlet felsefesi terimlerinin anlamlarını
nin devinime geçmek için dışandan bir açımlayan; devlet yönetimi sürecinde ve-
itme gücüne gereksinimi olmadığını sa- rilen kararların felsefi bakımdan değerle
vunan öğreti. · rini ve geçerliliklerini denetleyen; devlet
Çoğu yerde "modem felsefe"nin ku- hukukunu insan haklan ve yükümlülük-
rucusu olarak geçen Descartes'ın düze- leri doğrultusunda kuramsal ve kavram-
nckçiliğinin başsorgucusu Leibniz, doğal sal bakımlardan irdeleyen; kişilerin gerek
nesneler için uzamın yalnızca yüzeysel birbirleriyle gerek devletle girdikleri iliş
bir görünüş olduğu, yer kaplama yükle- kilerin nasıl düzenleneceğine, bu ilişki
minin doğal nesnelerin varlığını kavra- lerde başgösteren sorun ve anlaşmazlık
mak için yetmeyeceği düşüncesinden ha- ların nasıl en adaletli bir biçimde gideri-
reketle, nesnelerin özgül, uzamsız, mad- leceğine yönelik öneriler getiren; adaletli
dc~el olmayan güç birimleri olarak gö- bir devlet yönetiminin nasıl olması ge-
rülmesi gerektiği düşüncesini onaya at- rektiğini ortaya koymaya çalışan; devle-
mıştır. tin insan yaşamı bağlamında yerini ve ö-
Devimselcilik görüşünün felsefe tari- devlerini bütün yönleriyle dizgeli bir bi-
hindeki izleri geriye doğru sürüldüğünde çimde ele alan felsefe öğretileri bütünü.
karşımıza yine formun maddeye içkin ol- Daha özel anlamlanyla, Çeşitli ideal dev-
duğunu öne süren; başka bir deyişle ci- let düzeni önerilerine yoğunlaşarak dev-
simlerin ya da nesnelerin, kendilerinde letin yapısını ve değerini felsefeye özgü
iÇkin özgül bir cisim ya da nesne olmak- yöntemlerle soruşturan; günümüzde va-
talık ilkesi olarak "form" ile belirlenme- rolan ya da geçmişte varolmuş devlet bi-
mişlik ve uzamın ana kaynağı kendisi be- çimlerini, siyasal dizgeleri, yönetim dü-
lirlenmemiş bir öğe olarak "madde"den zenlerini bölümleyen, aralanndaki temel
oluştuğunu savunan ilkçağ Yunan felse- ilişkileri hem örtüştükleri hem de aynl-
fesinin gözdesi Aristoteles'in kendine dıklan noktalar bakımından belirginleşti
özgü devimselcilik anlayışı çıkmaktadır. ren; devletlerin oluşum sürecinde çeşitli
Aynca bkz. dirimselcilik; düzenekçi- felsefe akımlanrun etkilerini açıklığa ka-
lik. Vıışturan; devlet adamında aranması ge-
reken nitelikleri ve sonımluluklan araştı
devinmeyen devindirici [İng. nn11101'f.d rm; çeşitli siyasal ütopyalarda içerimle-
mo/Jff", Fr. 1110/mr i111111obile; Alm. 111ıbmıtJ!.ftr nen devlet tasarımlarının özelliklerini ve
/mı~rıj bkz. Aristoteles. gerçekleşme olanaklarını değerlendiren;
birey ile devlet ya da siyasal yetke ara-
devirme [İng. rontrapositiotr, Fr. rontrapo- sındaki ilişkiyi siyasal yaşamın temel ko-
.tilioır. Alm. kontrapo.rihon] bkz. koşulsuz nulan özgürlükler ve sorumluluklar açı
önermeler manttğı. sından çözümleyen; devletin insan yaşa
mındaki yerini ve önemini, başta genel
devlet felsefesi [İng. philorophy of staır, felsefe anlayışımıza ilişkin içerimleri ol-
Fr. philosophie de l'itat, Alm. statphilosophie] mak üzere bütün yönleriyle dizgeli bir
En genel anlamda bir bütün olarak dev- biçimde ele alan değişik felsefe soruştur
letin özünü, doğuşunu, anlamıru, amaç- maları düzlemi. Temelleri iki büyük Eski
larını, kapsamını ve içeriğini inceleyen; Yunan filozofu Platon ile Aristoteles ta-
devlet aygıtının kökenlerini ve dayanak- rafından atılan devlet felsefesi, yerine göre
larını felsefi bakımdan temellendirmeye kimileyin siyaset felsefesinin önemli bir
çalışan felsefe dalı. Devletin temel ilkele- kolu olarak, kimileyin de toplum fdsefe-
ri ile görevlerini, değişik devlet yönetimi si başlığı altına konan bir sorun başlığı
biçimlerini soruşturan; "hükümet", "de- olarak incelenmektedir.
devlet felsefesi 364
Adına devlet felsefesi denilen özgiil daha geniş ölçekli siyasal topluluklara ge-
soruşturma dalının Baıı uygarlığında, "po- çilmesine bağlı olarak, devletlerin üstüne
litika" sözcüğünün de kökence kendisin- kuruldukları yapıların ana bileşerıleri de
den geldiği Eski Yunan polili (kentdev- tarıışılmaya başlanmışur. Ulaşılabilir ola-
let) üzerine düşünülmeye başlanmasıyla nın ötesinde olmak anlamını içeren "ide-
başlayan siyaset felsefesiyle yola koyul- al" kavramının tanımlanmasına yönelik
duğu söylenebilir. Bu çerçevede siyaset. olarak temellendirilen Platoncu devlet
felsefesi, dolayısıyla da devlet felsefesi felsefesi, tarihteki değişik düşüniirlerin
daha işin en başında temel araştırma ko- çeşitli katkılarıyla zaman içinde aşama
nularını, dönemin kenıdevletinde en iyi aşama, ideal siyasetin içerdiği gerçekçi
yönetimin, bundan da önemlisi en iyi ya- olanaklarla birlikte yürürlükte olan var-
şamın nasıl sağlanacağı sorusundan yola sayımların araşıırılmasına yönelik olarak
çıkarak belirlemişlerdir. Eski Yumın'ın yeni baştan yapılancbrıldığı Kantçı devlet
ilk büyük dizgeci filozofu Platon 'un, ki- felsefesi yönünde köklü bir değişim ge-
mi söyleşimlerini devlet felsefesini ilgi- çirmiştir. Bu bakış açısıyla bakıldığında,
lendiren konulara ayırmış olmasına kar- yaklaşık M.Ö. 330'lu yıllarda Politik.11 baş
şın, yaklaşık M.Ö. 380 ile 367 yılları ara- lığıyla kaleme aldığı yapıııyla devlet felse-
sında yazıya aldığı Devlet başlıklı kitabı, fesine dizgeli bir yapı kazandıran Platon'
alana yaptığı önemli katkılarından ötürü dan çok onun öğrencisi Aristoteles'tir.
bu alanda en çok tanınan, en çok oku- Bu arılamda Aristoteles, hocası Platon'a
nan, kendisine en çok göndermede bu- öykünmek adına gereksiz yinelemelerde
lunulan çalışmadır. Devlet yönetme sana- bulunmak yerine, hem olduklan biçimle-
ıının inceliklerine ilişkin sunduğıı pratik riyle hem de olması gerektiği biçimleriyle
öneriler bir yana, özellikle yönetim ile yönetimlerin dayandığı ilkeleri ortaya koy-
toplumsal düzen bağlamında devlet fel- muş, burıların geçerliliklerini pratikteki
sefesinin özellikle yanıt araması gereken tek tek gerçek olaylara uygulayarak ta-
soruları dillendirmesi, burılara getirdiği nıtlarnıştır. Bu iki filozof yalnızca biçem
yanıtları her durumda metafizik, bilgiku- bakımından değil, "ideal bir devletin do-
ramsal, etik ilkelerle temellendirme ara- ğası nedir; yapısını ne oluşturmaktadır?"
yışı içinde olması, pek çok kuramanın türünden çok temel bir soruya verdikleri
Dtf'itfi tarihin bilinen ilk devlet felsefesi yanıtlar bağlamında da birbirlerinden ke-
metni olarak görmesine yol ;ıçmışur. Hiç sin çiz~ilerle aynlmaktadırlar. Platon n,.,._
kuşkusuz Platon'un ortaya atUğı sorular kfte, her yurttaşın kendi farklı becerileri
kadar bu sorulara getirdiği yanıtların "e- ile güçleri doğrultusunda görev aldığı,
ğitim felsefesi" (ahlaksal eğitim ile biliş her sınıfın kendisine en uygun diışen ış
sel eğitim) üzerine de son derece önemli leri yerine getirdiği sınıf yapılı dokusuyla
içerimleri bulunmaktadır. Nitekim Pla- ancak tek bir ideal devlet biçiminin ola-
ton'un savunduğu gibi, doğru dürüst bir bileceğini savunmuştur. Buna karşı Aris-
eğitim düzeni olmadıkça, devlet felsefe- toteles Poli#/ea'da, değişik devlet biçimle-
sinin istenen amaçlara ulaşması olanaklı rine de farklı devlet yapılanmalarına da
olmadığı gibi, ideal toplumun kurulup çok daha büyük bir hoşgörüyle b-akarak,
korunması ülküsü de boş bir hayal ol- her birinin kendi içinde belli üstürılük
maktml öteye geçemeyecektir. leri, kendince haklı gerekçeleri bulunan
Platon'dan başlayarak ilerleyen yüz- üç ayn yönetme yetkesine de aynı uzak-
yıllarla birlikte, devlet felsefesinin temel lıkta durmaktadır: (i) mo"a'fİ", (u) oliga11ile
sorulannın, Eski Yunan'ın kentdevleti arisıo/erasf, (ili) mt'!}atal demokrasi. Aristo-
ölçeğindeki "yüz-yüze toplumlar"ın yö- teles'in bu üç yönetim biçimine taraf tut-
netimi konusu üstüne odaklanmaları da maksızın salt felsefi bir gözle yaklaşma
son bulmuştur. Özellikle ulus devlet gibi sına karşı, Platon'un devleti çok net bir
devlet felsefesi
biçimde "filozof kral"ın yönetimi dışın hiçbir güç bulunmaması nedeniyle, neyin
da kalan bir başka olanağa id~l devlet iyi neyin kötü olduğuna hep kendi çı
anlamında yaşama şansı tanımamaktadır. karları uyarınca kar.ır vermek durumun-
Devlet febefesinin tarihine daha ge- dadır. Ancak bu temelsiz özgürlük orta-
nel bir ılüzlemde, en temel uğraklarına mı bir yenlen sonrıı ister istemez insan-
odaklanarak bakıldığında, çok genel bir lanıı çılrnrlarının uzlaştırılamayııcıık bir
deyişle clr.vletin doğ.ısının dört ana bi- biçimde ç.ıtışnmsına yol açacak, dohıyı
çimde tasarlandığı görülmektedir. Bun- "Uyla ,ıa herkesin herkesle bitmesi asla
lardan ilki, devletin doğlll bir organizma ~öz konusu olmayan bir savaş yaşamım
olarak görülmesine kaqılık gelmektedir. gibi insanlık için tam anlamıyla yıkıcı bir
Söz konusu yaklaşımın en iyi görülebile- ortamın oluşmasına kaynaklık edecektir.
ceği yer Platon'un 011,a11İZf1111J.7 tlttı/eı a11/a- İşte bu herke~in herkesle sürekli bir sa-
_Ylfldır. Nitekim Platon, devletin bütü- vaş içinde bulunduğu doğa durumundan
nüyle insan organizmasıyla eşdeğer bir kurtulmak için, pek çok Aydınlanma dii-
yapısı bulunduğunu düşünmüş, insan or- şünürünün gözünde, insanların toplum-
ganizmasımn "us'·, "tint• ve 0 iştah'.tan
sal bir 5Özleşme yoluyla birarayıı gelme-
oluşan üç katlı varlığınınaynen devlet leri usa en yatkın olan davranıştır. Böy-
org.ıni:ı:masında da bulunduğunu ileri sür- lelikle insanlar, adına roplum sözleşmesi
müştür. Platoncu yaklaşımda, devletin do- denilen, geniş bir uzlaşıyla varılmış an-
ğasını kavramak için insanın doğasına, laşmayıı bağlı olamk, ortak istençlc.rini
insanın doğasını kavramak için de dev- temsil edecek bir gücü, kendileri için hem
letin doğasına gitmenin zorunlu olduğu hakem hem de yönetici olarak belirlemiş
diişünüliir. Tarihe mal olmuş ikinci dev- olmaktııdırlar. Bu söylenenlerden de an-
let anlayışı, devletin belli hizmetleri ver- laşılacağı Ü7.ere, Hobbes, Locke ve Ro-
mek amacıyla kurulmuş bir kurumlar usseau'nun anlayışlannda devlet, doğal
dizgesi olarak tasarlandığı /en111111sal dtt•leı bir temeli olmayan bütünüyle insan elin-
mı~ıjidır.. Bu anlayışın temelleri, devle• den çıkma yapıntı bir düzenektir. Bu bağ
tin vıırlık nedeninin yurttaşlarının mut- lamda devletten yerine getirmesi bekle-
luluğa ulaşmaları için gereken ahlaksal nen temel işlev, yurttaşlarını yıın tntmak-
gelişimi ve olgunluğu sağlamak olarak sızın birbirlerine karşı koruması,· amla-
belirlendiği Aristotelesçi devlet modelin- nndaki anlaşmazlıkları gidererek yaşanan
de atılnuştır. Aristoteles'e göre, hiçbir ve yaşanacak bütün çıı tışkıları ortadan
devler yönetimi uygulamalanndan ba- kaldırmasıdır. Yine sözleşmeci anlayışta,
ğımsız olarak iyi ya da kötü değildir; devletten beklenen en ıız bunun kadar
de\'leti iyi }'il ıfa kötii kıl~n hiitiiniiylı• iirıt'mli bir başka temel işlev <le insanla-
yurttaşlarına sağladığı mutluluğun ölçü- rın kendilerinde bulunan gizilgüçleri so-
südür. Üçüncü devlet anlayışı, önde ge- nuna dek gerçekleştirmelerine olanak
len temsilcileri arasında Hobbes, Locke sağlayan bir yaşam düzenini kurup ko-
ve Rousseau'nun bulunduğu, topl11111sal rumasıdır. Daha yakın dönemlere gelin-
sözleım«i tkvltt a11~qldır. Bu anlayışın çı diğinde, günümiizdeki ulus devletlerin
kış noktasını, "doğa durumu"nda bulun- kuruluşu üzerinde oldukça önemli etki-
mak insan için asla yeğlenir birşey olma- lerde bulunan bir diğer devlet anlayışı
dığından, doğa durumunun istenmeyen Hcgel tar.ıfından geliştirilen 111odem deı•let
koşullarından bir daha dönmemecesine an~ıp'dır. Söz konusu Hegelci yakla-
kunulmak için ortak istencin oludadığı ;ıımda devlet, kendi bünyesinde belli ye-
bir devlete gereksinim olduğu düşüncesi tiler, yetenekler ve amaçlar taşıyan, bun-
oluşturmaktadır. Nitekim doğa durumun- lardan daha da önemlisi başlı başına ken-
da saltık bir özgürlük içinde yaşayan in- disine özgü bir istenci bulunan insanvari
sanoğlu, kendisini bir biçimde sınırlayan bir gövdeye benzetilerek kavrıtmsallaştı-
devlet felsefesi 366
nlmaktadır. Bu benzetiden yola çıkan He- muştur. Nitekim başgösteren bu yeni du-
gel, saltıkbilincin, dünya tininin, tanrı rumun farkına varan Machiavelli, Bodin,
sallığın gövdelencliği en üst düzey yet- Hobbes gibi modem filozoflar, daha
kinlikte bir birey olarak tasarlamaktııdır A'Vl. yüzyıldan b-aşlayarak modern dev-
devleti. Hegcl'in anlayışında en mükem- leti anlama ya yönelik son derece değerli
mel haline Prusya İmparatorluğu'nda u- düşünceler geliştirmişlerdir. Bu çerçeve-
laştığı düşünülen devlet, kendi içinde u- de modern devlet, insanbilimciler, top-
lus tini, din, hukuk, bilim, sanat, sanayi lumbilimciler, siyaset kuramcıları ve ta-
gibi değişik alanlara aynlarak incelen- rihçiler tarafından kimileyin bütünüyle
miştir. Bütün bu devlet anlayışlarına kök- örtüşen, kimileyin yakın benzerlikler, ki-
ten karşı çıkışıyla bilinen bir başka devlet mileyin de derin farklılıklar gösteren bi-
tasarımı da MarxıY devlet a11k}yıp'du. Marx- çimlerde tanımlanagelmiştir. Değişik a-
çı çözümlemeye göre, tarihteki bütün lanlardan, değişik bakışlarla,· değişik ge-
devletler, dolayısıyla da devlet anlayışları, rekçelerle yapılan modern devlet tanım
gücü kendinde toplayanların çıkarlarına larıyla, devlet felsefecilerince ortaya atı
hizmet edecek siyasetler üreten, hec du- lan siyasal bir örgütlenmenin devlet ol-
rumda egemen sınıfın yararına işleyen ması için yerine getirmesi gereken ko-
birer yönetim aygıtıdu. Nitekim söz ko- şullar arasında birtııkım ortaklıklar belir-
nusu anlayışta, devlet her durumda "e- lemek olanaklıdır. Bu bağlamda devlet
zilenler" ile "ezenler" olmak üzere iki olmanın olmazsa olmaz koşullarını çok
ana toplumsal sınıfa aynlrnış yerleşik bir genel bir değerlendirmeyle şu biçimde
siyasal yapının si1rmesine yönelik bir iş başlıklamak olanaklıdır: (i) üyeleri bir-
levi yerine getirmektedir. Buna göre, dev- birleriyle toplumsal bakımdan ilişki i-
let sınıf savaşımına engel olan, toplumsal çinde bulunan, kendini yeniden liretebi-
mücadelenin önünü tıkayan, üretim a- len bir nlifüsun varlığı; (ıı) sınırlan çizil-
raçlarını elinde tutanların emekçileri sö- miş, egemenliği öteki devleti.erce tanın
mürmesini olurlayıp bu süreci daha da mış bir toprak parçasının varlığı; (ıii) yö-
kolaylaştuacak yollar ve araçlar sunan netimde toplumsal ya da siyasal karma-
çarpık bir düzenin belkemiğidir. Dolayı şalara meydan vermeyen tek bir hükü-
sıyla bu sömürü dlizenine son vererek mecin bulunması; Qv) hukuksal, yönetsel
gerçek adaletin sağlanacağı sosyalist top- ve askeri organlarca sonuna dek destek-
luma geçmek için, burjuva sınıfının ege- lenen bir anayasasının olması; (v) hükü-
menliğine dayalı varolan kapitafüt dev- met eden yönetimin kendi iç hukuku ge-
letin yıkılması, onun yerine emekçi hal- reğince belli yasalar koyma yetkisi bu-
lan egemenliğine dayalı sosyalist devletin lunması, konulmuş yasaların konulduğu
kurulması olmazsa olmaz bir koşuldur. biçimleriyle işleyebilmesini sağlayacak gü-
Devlet denince· kimileyin geniş an- cü elinde bulundurması; (vı) sınulan i-
lamda her türden bağımsız siyasal ör- çindeki kendisine yönelik iç tehdidere
gütlenme, kimileyin de daha dar bir an- karşı olduğu kadar sınırlan dışından ken-
lamda "modem devlet'', "Tanrı devleti", disine yönelen dış tehditlere karşı da ken-
"ulus devlet'', "kapitalist devlet' ....gibi belli dini korumaya yönelik bir eylem plarıı
türden bir siyasal devlet örgütlenmesi an- olması; (viı) varlığını koruyup sürdürme-
Jaşılmaktadu. Devlet felsefesinin, siyaset ye, eylemlerini kabul ettirmeye yönelik
felsefesi ile toplum felsefesinden bütü- yetkeli, sağlam bir,yönetim biçimi bulun-
nüyle koparak başlı başına ayrı bir fel- ması; (viii) gerek uluslararası yasalar ge-
sefe dalı olarak kendi özerkliğini kaza- rekse uluslararası siyaset hukuku gere-
nışı, Avrupa'da siyasal kurumların geçir- ğince öteki devletlerce tanınmış, her ba-
diği köklü değişimlere bağlı olarak mo- lomdan bağımsız egemen bir ulus devlet
dern devletin ortaya çıkışıyla birlikte ol- olması. Modern dünyada devlet olmak i-
367 devlet felsefesi
mundadır. Tersi durumda boy göstere- devletin ulusal birliği ile bütünlüğü ö-
cek olan, kendi temellerini oyan bir de- nünde çok büyük bir tehlike oluşturdu
mokratikleşme süreci asla kabul edilebi- ğundan bunlann vakit gcçirmeksiziı;ı alt
lir bir durum değildir. Her durumda dev- edilmeleri zorunludur. Ancak bu nokta-
letin status quo'sunu korumaya yönelik bu da, hem devletin iç tehditlere karşı ken-
kqnum alışın, aynı zamanda "totaliter dev- dini korumak amacıyla kullanması gere-
let" yapısının oluşumuna kaynaklık et- ken kendi öz haklarının neler olduğu hem
mesi bakımından da aynca değerlendi de "ayrılıkçı hareket" nitelemesinin ne
rilmesi gerekmektedir. Öyle ki devleti ya- türden eylem biçimleri için kullanılabile
şanacak olası kargaşalara karşı koruma- ceği son derece büyük bir belirsizlik taşı
nın en güvenli yolu, kamusal yamrlann maktadır. Ama buna karşı, baş gösteren
sağlanarak adaletin toplumun bütün ke- "dış tehditler" karşısında devletin "iç teh-
simlerine eşit biçimde dağıulabilmesin ditlci'le karşılaştınlclığında taşıdığı haklar,
den geçmektedir. Bu noktadan yola çı ödevler ve sorumlulukların çok daha be-
k.an ıo!JaliZfll, devletin başlıca ödevini, lirgin oldukları söylenebilir.
gerektiğinde kökten değiştirmeye yönelik Geçtiğimiz birkaç yüzyıl boyunca dü-
r.ıdikııl toplum siyasetlerinin meşru gö- şünürlerin özellikle üstünde durduklan
rülmesi ile ayrım gözetmeksizin bütün devlet felsefesi sorunlarının, çok büyük
herkes için iyi ve mutlu bir yaşamın ya- ölçüde siyasal yaşam ile devlet kunımla
mulması olamk belirlemiştir. Yukanda nnın işleyişi üstüne yoğunlaştıktan gö-
sır.ı.lanan hemen bütün devlet kuramları, rülmektedir. Devlet yönetimi .ı!.ınında
her koşulda bireylerin isteklerini doyuma bu tür soruhlan çözmek amacıyla "Ye-
kavuşturma düşüncesini öne alarak dev- nileniş" (Reform) ile "Yenidendoğuş"
lete yaklaşmaktadırlar. Ne var ki, özel- (Rönesans) dönemlerinde yazılmış belli
likle kimi toplulukfuluk (cemaatçilik) bi- başlı metinlerde ortaya konan çığır açıcı
çimlerinde, devletin kendisi düşünülebi düşüncelerin, günümüzde devlet felsefe-
Jccek her türden ussal seçimin baş ko- sinin klasikleşmiş başvuru kaynakları ko-
şuludur. Bu yaklaşımın en uç biçimifaP.rı numuna yükselmiş olmalan hiç de şaşır
Jwkı ankgtp'nda, devlet her yerdedir, her tıcı değildir. Bu dönem boyunca devlet
yerde de olmalıdır; onun dışında insani felsefesi bağlamında ortaya atılan yeni so-
ya da tinsel hiçbir değerin varolması söz runların, bunlara önerilen çözümlerin en
konusu bile değildir. Fap'zJn bu anlamda, iyi biçimde görülebileceği kayna~ metin-
devletin ancak üstün nitelikleriyle öne lerin anısında şunlar bulunmaktadır: TI10-
çıkan, ahlak önünde tek söz sahibi ko- mas Hobbes, Lniathmı (1651); Jean-Jac-
mımundaki bir siyasal önderin yapıp et- ques Rousscau, Toplum Sözfelmesi (1762);
meleriyle kayıtsız koşulsuz meşrulaştırı Wılliam Godwin, S!Jasa/Aılaleıe İlişkin S o-
labileceğini savunmaktadır. Yıne bu aynı TNflNt?lkl (1793); G. f'. W. Hegel, Hukllk
bağlamda, devleti biraraya gelerek ·ku- Felsefesi (1830);J. S. Mili, ôwir/iik Üstii11e
rumsallaşma yapısı olamk gören devlet (1859); T. H. Grcen, S!Jasal llikii111/iilii-
. kuramlan ile kimi milliyetçilik anlayışları, ğii11 İl/uleri Üstii11e Dersler (1895); Fried-
harıgi türden topmk bütünlüğü anlayışı rich Hayek, Ôzgiirliik A119asası (1960);
nın devleti devlet yaptığı konusunda John Rawls, Adalet Kılramı (1972); Ro-
farklı görüşler ileri sürmektedirler. Örne- bert Nozick, A11arş~ Dtvlet vt Ütol!Ja
ğin bunlardan ilk gruba giren kuramlar, (197 4). Bütün bu düşünürlerce farklı
altyapısı sağlam bir biçimde oluşturul yöntemler kullanılamk değişik bakış açı
muş ayrılıkçı· hareketlere daha bir sıcak larıyla çözüm aranan devlet felsefesi so-
bakarlarken, ikinci grupta yer alan milli- runları, en azından derli toplu bir kavra-
yetçi yaklaşımlara göre, şöyle ya da böyle yış edinmek adına üç ayrı başlık altında
ayrılıkçı yapılanmalar içinde bulunmak toplanabilirler.
369 devlet felsefesi
Bunlardan ilki, pek çok felsefecinin dınlatma" olarak görülecek olursa, kav-
belirttiğine bakılacak olursa en önemlisi, ramsal sorunlann ne denli önemli bir yer
devlet felsefesinin konu olduğu "kav- kapladığı kuşku götüm1eyen bir gerçek
ramsal sorunlar"dır. Devletin 1. kitabını haline gelmektedir. Yakın geçmişte kimi
"toplum nedir?" somsuyla başlatan Pla- felsefeciler daha da ileri giderek genelde
ton, PolilikA'nın 3. kitabını "devlet nedir?" siyaset felsefesinin, daha özeldeyse dev-
sorusuyla açan Aristoteles, bu anlamda let felsefesinin ilkece bütün sorunlarının
devletin anlaşılmasında hep birincil de- salt kavramsal çözümleme yoluyla çözü-
ğerde yanıtlanması gereken kavramsal so- me kavuşturulabileceklerini düşünmek
rulardan yola koyuhnuşlardır. Kavramsal tedirler. Bu yaltlaşımın en seçkin örnek-
sornrılar açısından yaklaşıldığında, çeşitli leri arasında, T. D. Weldon'uiı S!Ja.ıet
devlet felsefelerini birbirlerinden ayırt SöZflağan (1953), Anthony Quinton'un
etmenin en iyi yollarından biri, kilit de- Sfyaıtl Felsefesi (1967) ile Felix E. Oppen-
ğerdeki birtakım temel kavramlardan ne heim'ın Sfyaıtl Kavra!Jtlan: Bir Yeniden Ya-
arıladıklarına, bu kavramlara kuramlann- pılanJm11a adlı yapıtları başı çekmektedir.
da az ya da çok yüklenen değerlere, biçi- Bir bakı:na kendi bastığı dalı kesiyor ola-
len rollere bakmaktan geçmektedir. Ni- rak nitelenebilecek bu yaklaşım, temelde
tekim söz konusu kavramlar çoğurılukla XX. yüzyılın ortalarından başlayarak yük-
iki işlevi birden yerine getirmektedirler; selişe geçen, bütün felsefe sorunlannın
hem genci felsefe soruşturmasının ana son çözümlemede kavramsal sorunlar
konulan olmalan anlamında bütün öteki olduğunu ödün vermeksizin savunan ya-
araşurmalara yol açmaktadırlar, hem de n olgucu yarı dilci felsefe dalgasının do-
devlet felsefesinin yapıtaşlarını oluştur ğal bir uzanusıdır. Kavramsal sorurılar,
malan arılamında devlet felsefesi araşur upkı genel felsefe sorurılarının özünü o-
malarınıolanaklı ve sürekli kılmaktadırlar. luşturmalan gibi, devlet felsefesi için de
Aluna bütün felsefecilerin imza atuğı ke- her bakıntdan can alıo bir önem taşı
sin bir kavramlar listesi olmamakla bir- maktadırlar. Ne var ki, devletin kendisi
likte, hemen bütün devlet felsefeleri bir bütünüyle pratikle ilgili bir konu oldu-
biçimde şu sıralanan kavramları açıklığa ğundan, kendisini ilgilendiren felsefe so-
kavuşturmak durumundadırlar: "top- runlannın da ister istemez bu kaçınılmaz
lum", "hukuk", "düzen", "şiddet", "dev- gerçeği bir biçimde yansıtması zorurılu
rim'·, "güç/iktidar", "yetke'', "egemen- dur. O nedenle devlet felsefesi alanında
lik''. özerklik", "uzlaşım", "suç ve ec-
0
içerimlenen kavramsal sorunlara, hatta
za", "toplumsal sınıf", "mülkiyet", "ada- siyaset kavramlanna ilişkin sorunlara yö-
let'', uözgürlük", "refah", "mutluluk'', nelik sunulacak çözümler öyle ya da
"haklar'', "kişisel sorumluluklar/ ortak böyle bu temel gerçeğin gereklerini ye-
yükümlülükler", "kamusal çıkar", "ortak rine getirmek durumundadır.
yarar". Sıralanan bu kavramlann çeşitlilik Yukarda çizilen önkoşul, doğrudan
ve karmaşıklıkları, aralarındaki örtük ya devlet felsefesinin "normatif/düzgüsel
da açık karşılıklı bağlanular, devlet felse- sorurılar" diye başlıklanan ikinci bir so-
fesinin sorunlarının etikten toplum felse- run kategorisine götürmektedir. Buna
fesine, siyaset felsefesinden eğitim felse- göre felsefecilerden beklenen, birtakınt
fosine değişik felsefe alarılarındaki so- normatif sorurılara yönelik bağlayıo il-
rurılarla koparılamayacak denli içıce geç- keler geliştirmeleri, geliştirdikleri bu il-
miş olduklarını, kimileyin örtüştüklerini, keleri felsefi temellendirme yoluyla sa-
kimileyin bir noktadan sonra kesiştikle vunmalarıdır. Devlet felsefesinde en çok
rini, kimileyin de birbiı.ne teğet geçtikle- çözüm aranan normatif sorunlann pek
rini göstermektedir. Bu bağlamda, devlet çoğunun "Devletin sağlam bir biçimde
felsefesinin temel ödevlerinden biri "ay- kurulup en iyi biçimde yönetilmesi için
devlet felsefesi 370
öncelikle benimsenmesi gereken ilkeJer biçimleri) gibi belli başlı devlet felsefeleri
neler olmalıdır?" biçiminde dile getirile- ya da ideolojileri bu ve bunun gibi soru-
bileeek bir "kök soru"ya geri taşınmasl lara verdikleri yanıtlarla yapılanmışlardır.
olanaklıdır. Devlet felsefesinin sözdağ.ı Kaldı ki devlet felsefesinin başlıca öde-
nnda sırurlan kesin çizgilerle belirlenmiş vinin, bir devlet biçimini bir başkası ö-
bir normatif sorunlar listesi olmamakla nünde temellendirip savunmak olduğu
birlikte, kimi sorunlar öylesine kilit ko- düşünüldüğünde, normatif sorulara ve-
numdadırlar ki kendilerine yüzyıllar bo- rilen yararların bu ödevin başarıyla ye-
yunca hep yeniden yeniden çözüm aran- rine getirilmesinde -son derece önemli
ıruş olması boşuna değildir. Bütün za- bir yeri olduğu açıktır. Ancak felsefecile-
manlar için geçerliliğini korumayı ba- rin devlet felsefesinin normatif sorunla-
şarmış bu tür soru(n)lardan kimileri şun nnı nasıl çözmek zorunda olduktan gibi
lardır: "Devletin dengesini güvence altı üst düzey bir normatif sorunun _öyle hiç
na almaya dönük koşullan oluşturmada de kolay bir yanıtı olmadığı da üstünden
hukukun rolü ve kapsamı nedir?"; "Dev- atlanamayacak bir gerçektir.
letin siyasal yetkesi ile bireysel özerklik Kavramsal ve normatif sorunlara ek
hangi noktalarda nasıl uzlaştınlabilir?"; olarak devlet felsefesinde çözüm aranan
"Toplumsal yararlar (etkililik) ile adalet bir üçüncü sorun kategorisi, devlet üs-
dağıtımı (eşitlik) arasındaki çatışkırun çö- tüne dizgeli biçimde düşünme sürecine
zümünde devletin uygulaması gereken si- bir yerinden eklemlenen "deneysel so-
yasetler nelerdir?"; "Yurttaşların devlete runlar"dır. Bu bağlamda önemli tartış
karşı yerine getirmesi gereken yükümlü- malara kaynaklık eden, değişik biçim-
lükler ile devletin yurttaşlanna karşı taşı lerde seslendirilen belli başlı soru(n)lar
dığı sorumluluklar neler olmalıdır; yurt- şunlardır: "Devlet toplumsal adaleti her-
taşların yükümlülükleri ile devletin so- kese ve her kesime eşit ve dengeli da-
runıluluklan nereden ve nasıl doğmakta ğıtmak için belirlenmiş ilkeleri uygula-
dır; bunlara uyulmadığı takdirde ne tür- maya sokarken, devlet kurumlarının ö-
den yaptınm!ar uygulanmalıdır?''; "Dev- devleri, yerine getirmeleri gereken pra-
letin koyduğu yasalar dışında, bireyletin tiJcler nelerdir?"; "Devletin ileri gelenle-
uyması gereken koşullar ile taşıdıkları rinin kendi çıkartan kamunun genel ya-
haklar neler olmalıdır?''; "Konulan ya- rarına nasıl işe koşulabilir?''; "Hüküme-
salar çiğnendiğinde, devlet yetkesine di- tin yönetme yetisini etkisiz hale getir-
rcnildiğinde ya da doğrudan karşı çıkıl meksizin, hükümetin yapıp ettiklerinin
dığında ne tür cezalar uygulanmalıdır?"; etkin bir yolla denetlenmesi için başvu
"Anayasal demokrasilerde sivil toplum rulması gereken anayasal denetim düze-
örgütlerinin gerçek rolleri ne olmalıdır, nekleri nelerdir?"; "l'ırsat eşitliği özgür-
özgürlük alanlarının sınırlan nasıl çizil- lük eşitsizliğini de beraberinde getirmek
melidir?"; "Düşünme, düşündüğünü ifa- zorunda mıdır, bu durumun önüne nasıl
de etme, mülkiyet, serbest dolaşım, ya- geçilebilir?"; "Suç işlenmesinin önüne
şam gibi kişilerin en temel hak ve öz- geçmek ya da caydırıcı olmak için "ha-
gürlükleri nasıl güvence altına alınmalı pis" ya da "bedensel", "parasal" gibi ce-
dır?" vb. Kuşkusuz genelde hangi nor- zalandırma yollarından hangisini uygu-
matif ilkelerin seçildiği. bu ilkeJerin nasıl lamak gerekir?" Kapitalist serbest piyasa
temellendirildikleri bütünüyle devlet eliy- ekonomisine geçilmesi özgürlükçü siya-
le gerçekleştirilen pratiklerde, izlenen dev- sal ı;>ratiklerin zorunlu koşulu mudur?
let siyasetlerinde kendisini göstermekte- vb. ilkece deneysel gözlemlere dayana-
dir. Nitekim "anarşizm", "faşizm", "sos- rak yanıtlanabilecek bütün bu ve bunun
yalizm", "komünizm", "liberalizm" C'söz- gibi sanılar dillendirilirken, devlet felse-
leşmeci", "yararcı" ya da "özgürlükçü" fesi ile siyaset felsefesi, siyaset kuramı ile
371 devlet felsefesi
siyasetbilim, toplum felsefesi ile ahlak Je11 İ11al111tn E/itsizftle, (1992). Bunlar gibi
felsefesi araSllldaki yerleşik ayrımlar or- daha onlarcası sıralanııbilecck yapıtlarda,
tadan kalkmak durumundadır. Bütün kla- felsefecilerin dikkatlerini daha çok be-
sik devlet felsefeleri kimi deneysel soru- lirleyici konumda olduklannı düşündük
lara yönelik olarıı.k bünyelerinde değişik leri siyasal, toplumsal ve ekonomik pra-
görüşler ya da içgörüler bulunduruyor tikler ile kurumlar üstüne çevirdikleri,
olmalarına karşın (sözgelimi bu durum buna karşı birtakım ilkeler ile ülkülere
Aristoıdes için daha bir geçerliyken, dayandınlmış çözümleyici ya da gidimli
Pl?-ton için ancak tek tük durumlarda uslamlamalardansa özellikle uzak durduk-
söz konusudur), günümüzde pek çok ları açıkça görülmekıcdir. Kimi felsefe-
felsefeci bir sorunun ancak deneysel ve- cilerin gözünde, devlet felsefesi içinde
riler, dizgeli gözlemler, hergünkü pra- başgösteren bu eğilim "uygıılamalı dev-
tiklere yönelik araştırmalar ışığı alımda let felsefesi" ya da "uygulamalı siyaset
çözüme kavuşturulabilir okluğunu dü- felsefesi" diye adlandırılmaktadır.
şündüğünden, deneysel sorulann birer Öte yandan devlet felsefesi alanında
felsefe sorunu olarak görülmekten çok çoğunluk es geçilen birtakım aynmlann
betimlemeye ya da öndcyilemeye dayalı da etkin bir biçimde belirginleşıirilmeye
açıklama modellerinde ele alınmalann çalışıldığı gözlenmektedir. Bu çerçevede
dan yanadır. O nedenle, deneysel soru- yürütülen araştırmalardan biri, devlet ile
larla, bunlara getirilen yanıtlarla pratikte hükümetin kesinlikle bir ve aynı şey ol-
devlet yönetimine belli somut yararlar madığını göstermeye dönüktür. Buna gö-
sağlanması amaçlandığından, felsefenin re, hükümet devletin yönetsel organıdır,
bu soruların yanıtlanması sürecine çoğu her koşulda hükümeıi olduğu devletin a-
durumda ya çok az katkıda bulunduğu dına yönetimdedir; neleri yapıp neleri
ya da hiçbir katkısının olmadığı söylene- yapamayacağı, nasıl bir yönetim çizgisi
bilir. Nitekim felsefe tarihinde Platon' izleyeceği devletin ap.ayasasınca belli kı
dan Hobbes'a oradan da Rawls'a geli- sıtlamalar ile yükümlülükler uyannca ön-
nene dek çok büyük ölçüde kavramsal ceden belirlenmiştir. Öyle ki, hükümet-
.ve normatif soru(n)larla ilgilenilmiş ol- ler değişse de, \ınayasalar kısmen ya da
ması, uygulamalarda karşılaşılan pratik bütünüyle değiştirilse de devlet kalıcıdır,
sorunlann göz ardı edilmesi gibi olum- hatta devlet hükümetlerin ve yasalann
suz bir sonuç doğurmuştur. Bu olum- değişimi aracılığıyla varlığını sürdürmek-
suzluğun farkına varan pek çok düşünür tedir. Yine bu bağlamda belirginleştlril
özellikle XVIII. yüzyıldan başlayarak bi- mcyc çalışılan bir başka ayrım da devle-
rinci elden siyasal yargılar venncye, va- tin kendi sınırlan içinde yaşayan halkın
rolan siyasal devlet yapılarını içerden de- Jan ya Ja toplumundan ayn olmadığına
ğerlendirmeye, varolan düzeni değiştir yöneliktir. Buna göre, devlet toplumun
meye dönük "iyileştirmeci" ya da "dev- siyasal görünümüne karşılık gelen bir
rimci" önerilerde bulunma arayışı içinde kurum olarak, toplumu oluşturan dinden
olmuşlardır. Bu arayışlann en önemlile- ekonomiye, sanattan spora, aileden oku-
rinden kimileri şunlardır: Thomas Paine, la onlarca kurumdan yalnızca birisidir.
İ11sa11 Haklan (1791-92); Kari Marx ile Fri- Ancak bu noktada devletlerin öteki top-
edrich Engels, Komiim"st Mamfuto (1848): lumsal kurumlara tanıdıkları özgürlükle-
J. S. Mili, "fV:ulımn Bo.J11nJ11r11/e Altına Alın tin ölçüleri bağlamında birbirlerinden ay-
man (1862); Georges SoıeJ, Şitltkt Üıtiint nldıklan da göz ardı edilemez. Nitekim
Dİİ(İİll&eler (1906); R. H. Tawney, Eptlile bu ayrılık temelinde kantann bir ucunda
(1931); F. A. Hayck Top9 Bağlı Kök/iğe totaliter devletler bıılunurken, öbür ucun-
Gükiı Yo4 (1944); Jean-Paııl Sartrc, S'!J" da liberal demokratik devletler bıılun
/emm Üılihle (1968); Amartya Sen, Yeni- maktadır. Çoğu yerde devletin bir ıılus,
devlet felsefesi 372
her ulusun da bir devlet olduğu düşü sömürgeleştirme gibi bir iki pratiğe daha
nülüyor olsa da devletleri uluslarla ör- başka bir gözle bakmalan gibi bir sonuç
tüştürmenin, çoğu devletin birden çok doğurmuştur. Öte yanda, "Yenileniş"ten
ulusun bir arada yaşadığı toplumlar ol- bu yana liberal demokrasilerin en azın
duğu düşünüldüğünde, ancak tek tür du- dan Avrupa kıtasında büyük bir uy~
nırnlarda geçerli olduğu, dolayısıyla da lama alanı bulmasıyla, eşitlik ile eşitsizlik
ulus olmanın devlet olmanın zorunlu bir karşıtlığı, geleneksel tutuculuk ile ilerle-
koşulu olmadığı açıklık kazanmaktadır. meci değişim ya da devrimci özgürleşim
Devlet fdsefesinin tarihinden de a- arasındaki çatışma, ortak karar alma ile
çıklıkla görüldüğü üzere, devlet üstüne merkezi iktidar ya da bireysel özerklik ile
düşünmeye çalışan bir düşünürü meşgul toplumsal dayanışma arasındaki ilişki gi-
eden sorunlann önemli bir bölümü, dü- bi konular sözü geçen dönem boyunca
şünürün yaşadıği dönemin önemli gün- yaşanan siyasal tartışmalan ve mücade-
cel olaylarınca belirlenmektedir. Zaman leleri belirledikleri gibi, günümüzde ya-
içerisinde maddi yaşam koşullannın de- pılan devlet felsefesinin bütünü üzerinde
ğişmesine bağlı olarak temd araştırma de belirleyici tartışma konuları haline
konulannın değişmesi olgusu, öteki fel- gelmişlerdir. Sanayi Devrimi, işliklerde
sefe dallanyla karşılaşıınldığında devlet yoğunlaşan emeğin sömürülmesi, XlX.
felsefesinde çok daha ciddi bir sorun 'o- yüzyıl emperyalizmi devlet felsefesinin
lıışturmaktadır. Sözgelimi, Eskiçağ filo- gündemine yeni sorun öbeklerinin gir-
zofları geniş oranda aileden ya da kabile mesine yol açtığı gibi, insan ilişkilerinin
toplumlanndan devletin nasıl meydana kavranılmasında, devlet ile birey arasın
gddiği süreci üstüne kafa yorarlarken, daki etkileşimlerin yeniden tasarlanma-
günümüzde çağdaş devlet felsefecileri sında yeni yaklaşımların gereğini doğur
oldukça karmaşık bir kültürel ve tarihsel muştur. Modernleşen dünyada kendisini
insanbilim alanını açıklamaktan yakayı iyiden iyiye hissettiren kimi sorunlar (in-
kurtardıklan için derin bir oh çeker gö- sanlığın başbelası ırkçılık, cinsiyetçilik,
rünmektedirler. Yine aynı biçimde, geç hızlı nüfus artışı, dünyanın kaynaklarının
dönem ortaçağ ile erken dönem modern dengesiz dağılımı ve dağıtımı, teknolo-
felsefeciler çoğunluk kilise ile devlet ku- jikleşmeyle doğal çevreye verilen zararlar
rumu, dinsel ile dindışı dünya arasındaki vb.), özellikle de bu sorunlar karşısında
yetke bölüşümü üstüne yoğunlaşırlarken, hükümetlerden yapması beklenenler bağ
özellikle gdişmiş Baıı toplurnlannda ya- lamında düşünüldüğünde, devlet fdsefe-
şayan yakın dönem felsefecilerin düşün sinin çağdaş gündeminde kendilerine: ö-
sel enerjilerinin önemli bir bölümünü bu nemli yerler bulmuşlardır.
tür sorunlara ayırmadiklan gözlenmekte- Şu ana dek belirtilenlerden, devletin
dir. Bununla birlikte bu durumun, dün- verili olduğu tarihsellik bağlamına dayalı
yada tcmeldenci laikliğe karşı köktenci olarak yapılan devlet felsefesinin hiçbir
dinsel hareketlerin dünya ölçeğinde yük- durumda değişmeyen, zamandan bağım~
selişe geçmiş olmalan düşünüldüğünde, stz evrensel doğrular üstüne kurulma-
devlet felsefesinin bu eski gündemine dığı, çoğunlukla dönemlerin dinsel, eko-
bir daha asla geri dönülmeyeceği anla- nomik, siyasal ve kültürel kuşatanlarınca
mına gdmediği de açıktır. Yüzyıllar önce belirlenen varsayımlar üstüne temellen-
Avrupalılann Afrikalı, Hintli, Amerikalı, dirildiği görülmektedir. Nitekim bu bağ
Asyalı yerli halklan keşfetmderi, ülkele- lamda, tarihteki ilk devletler bütünüyle
rini fethederek sömürgeleştirmeleri, fel- erkek egemen devletler olduklarından,
sefecilerin mülkiyet, özgürlük, insan hak- bu dönemde yaşayan filozofların da dü-
ları gibi konular doğrultusunda özellikle şüncelerinde devletin yurttaşları olarak
yerli halklan köleleştirme ile topraklarını hep erkekleri temele koydukları gözlen-
373 devlet felsefesi
melitedir. Daha genel bir açıdan bakıldı ödevinin ya da amacının ne olduğu, daha
ğında, önceki dönemlerin kuramalarının açık bir söyleyişle devlet aygıtından yeri-
"birey''den ne anlaşıldığının "devlet"ıen ne getirmesi beklenen sorumluluklarının
ne anlaşılacağı üzerinde kesin çizgilerle neler olduğudur. Kuramsal düzeyde bu
belirleyici olduğu öncülünden yola ko-: soruya verilen yanıtlar arasında keskin
yularak düşündükleri söylenebilir. Bu du- aynlıklar bulunmaktadır. Sözgelimi, No-
ruma bağlı olarak çağdaş devlet felsefe- zick gibi kimi felsefeciler eline büyük
sinde kuramcıların, dayandıkları temelle- güçler ve yetkiler verilecek olursa, öz-
rin salt belli bir dönem için geçerli ol- gürlük ile mülkiyet başta olmak üzere bi-
maları anlanunda gelip geçici değerler reylerin haklarının büyük darbeler alabi-
olup olmadıklarına yönelik ayn bir özen leceğini gerekçe göstererek devlete ola-
gösteriyor olmaları dikkat çekicidir. Dev- bildiğince sınırlı bir görev alanı belirle-
let felsefesinin kaygan bir zemin üstünde mekten yanadırlar. Buna karşı başını Raw-
yapıldığına yönelik giderek arıan farkın ls'un çektiği kimi felsefeciler de bireyle-·
dalık uyannca, çözümleyici gelenekte ye- rin temel hak ve özgürlüklerini diledikle-
tişmiş bir felsefecinin kııa felsefesi gele- rince yaşayabilmeleri için, toplumsal ada-
neğinde yetişmiş bir felsefeciyle karşılaş let gibi varılmak istenen olumlu sonuçi"l-
tınldığında hem siyasal bir kurum olarak 1.".t ulaşmak adına devletin yetki alanının
devletin kendisine karşı hem de devlet- olabildiğince genişletilmesinin gereği üs-
ten başarması istenenler bağlamında çok tünde durmaktadırlar. Tersi durumda,
daha kuşkucu bir tutum sergilemesi söz devletin güçlendirilmesini savunan bu
konusudur. Yıne aynı durumun doğal bir felsefecilere göre, devlet biçimsel, boş,
uzantısı olarak, Doğulu bir meslektaşına olmasa da olur bir yapınu olmaktan ö-
oranla Batılı bir devlet felsefecisinin bir teye geçemeyecektir. Yıne bu aynı sorun
yanda dinin siyasetteki yerine ilişkin ola- l>ağlamında yararcılar, devletin yurttaşla
rak, öbür yanda bireyin doğasının devle- rının maddi çıkarlarını korumak gibi a-
tin doğası üzerinde belirleyiciliği komı raçsal bir ödevi bulunduğunun alunı çi-
sunda çok daha keskin varsayımlarda zerlerken, buna karşı devletçilerse yurt-
bulunduğu daha ilk bakışta göze çarpan taşların kamusal erdemi ancak devlet et-
bir ayrılıktır. kinliklerine kaulmak yoluyla edinebile-
Devlet, çağdaş siyaset felsefesinde de cekleri düşüncesine dayanarak, devletin
kilit değerde önemi bulunan bir kavram- her durumda doğası gereği iyi roller üs-
dır. Bu durumu ömeklemek gerekirse, tüne kurulu olduğunu savunmaktadırlar.
çeşitli toplumsal adalet kuramaları orta- Devletin rolünün ister daralulması ge-
ya koyduklan arılayışlarda, toplumsal a- rektiği savunulsun isterse genişletilmesi
daletin sağlanmasında doğrudan devlet- gerektiği, her iki düşünceyi savunan fel-
lerce yerine getirilmesi gereken ilke ya da sefecilerin de günümüzde devletin işleyi
ilkelerin neler olduğunu araştırmaktadır ~nden büyük rahatsızlık duydukları açık
lar. Yine bu alandaki geleneksel pek çok ur. Yaşanan savaşlar nedeniyle sık sık ke-
soruya verilen yanıtın özünde devletten sintiye uğrayan "dünya devletler sistemi"
ne anlaşıldığına dayalı olduğu görülmek- ni de aynı biçimde yetersiz bulan çoğu
tedir. Sözgelimi, ahlaklı olmak adına dev- felsefecinin, devletten yerine getirmesi
letin koyduğu yasalaı::a uyıılınası gerekip beklenen temel işlevlerin tarih boyunca
gerekmediği, özgürlüğün devlet tarafın yerine getirilmemiş olmasına dayanaı::ak,
dan kısıtlanması mı yoksa çoğaltılıp ko- söz konusu işlevleri başka araçlarla ger-
runması mı gerektiği bunlardan yalnızca çekleştirme arayışına girdikleri görülmek-
ikisidir. XX. yüzyıl devlet felsefesi tar- tedir. Bu arayış çerçevesinde, kimi felse-
tışmalarında sıklıkla üstünde durulan ö- feciler anarşist yönleriyle dikkat çeken a-
nemli bir soru, devletin gerçek anlamda ı::açları öne çıkarırlarken, kimileri de belli
Dewey,John 374
tüşme ya da karşılıklı olma ilişkisi değil, sal zeka" bazen de "bir yaşam biçimi
tüm pragmacılarda olduğu üzere, pra- olarak demokrasi" adını verir. Bir yaşam
tikte başarılı olandır: "Doğruluk işgören tarzı olarak demokrasinin bütün insan
ya da doyum sağlayan şeydir." Eğer araş topluluklan için bir norm olabileceğini
urma sürecinde geliştirilen çözüm öne- söyler. Dewey'e göre, demokratik yaşarI'
rileri sorunsal durumu gidermekte başa kişilere saygıyı içerir ve bu "saygı" her-
nlı olursa, o araştırmanın vardığı sonuç- kesin "iyinin inşası"na kao.lma hakkı ol-
lar doğru diye kabul edilebilir. Dewey'e duğunu, bireylerin birbirlerine açık ol-
göre, kesinlik diye bir şey yoktur. Ona maları, özgür ve dürüst iletişimde bulun-
göre insan yanılabilir; pragmacılığın tüm maları gerektiğini ifade eder.
savunucuları gibi Dewey de yanılabilirci Dewey'e göre ahlakın amacı, insanın
liği elden bırakmaz. Son çözümlemede, iyi bir yaşam sürebilmesi için önüne çı
Dewey için bilimdeki doğrular ile inanç- kan engelleri nasıl aşacağını ona göster-
lara ilişkin doğrular arasında insan yaşa mektir. Kuşkusuz ahlaksal sorunlar so-
mını ilgilendirmesi bakımından bir fark mut durumlarda onaya çıkarlar ve çö-
yoktur. Gerek bilimsel kuramlar gerekse zümleri de yine, yukarda sözü edilen a-
inanca dayalı tasarımlar olsun, bunların raşurma yönteminde yatmaktadır. De-
insan yaşamına en ufak bir katkıda bu- wey ahlik yaşamının deneyimlenmesinin
lunmaksızın kendi başlarına doğruluk bil- felaketlerle olduğu denli sayısız mutlu-
dirdiklerini öne sürmeleri, genelde prag- luklarla da dolu olduğunu düşünür. Sıra
macılık özeldeyse Dewey için hiçbir an- dan yaşamlarda olup bitenler birbirine
lam taşımamaktadır. Uygulama bağlamın benzer bağlanımlar, tutkular ve korkular
da insan yaşamında pratik olarak hiçbir çevresinde döner. Dewey bu noktada fel-
olumlu değişikliğe yol açmıyorsa, şu ya sefenin üstüne düşen görevin insanlara
da bu kuramın ya da tasarımın doğru ol- tüm yapıp etmelerinde, bütün eylemle-
masının hiçbir önemi yoktur. rinde yardımcı olabilecek seçenekler ve
Dewey'in bilgikuramı, manuk ve ruh- yöntemler sunmak olduğuna inanır. Bu,
bilim üzerine katkıları yanında toplum felsefenin iru;anın kendini gerçekleştirme
felsefesi, ahlak felsefesi ve özellikle eği ve özgürleştimie tasarısına yol göster-
tim felsefesi alanlarında da özgün katkı mesinin en iyi yoludur. İnsanı yaşam yo-
ları olmuş; estetik ve din üzerine de üs- lunda zora sokan her duruma insanın
tünden atlanamayacak görüşler ortaya kendisini gerçekleştirme yolunda önüne
koymuştur. Dewey'in felsefesinin ana çıkan birer fırsat· olarak da bakılabilir.
kavramı "deneyim"dir ve tüm bu sözko- Her durumun kendine özgü sallanulı de-
nusu alanlardaki görüşleri de bu ana kav- ğerleri çok daha kapsamlı bütünlüklerde
ram çerçevesinde geliştirilen düşünceler açıklığa kavuşturulabilir ve türlü türlü
den oluşmaktadır. engeller ile tehditlere karşı daha bir gü-
Dewey'e göre ideal toplum, bütün bi- venli kılınabilir. Dewe'y bu yol yordama
reyler için en üst düzey gelişmeye olanak ya da yönteme "iyinin inşası" adını verir.
veren toplumdur. Dewey, bu toplumun Kişi daha önceden sunulmuş doğru dav-
demokratik toplum olduğunu ileri sürer. ranış kalıplarına uymak yerine özgün e-
Ona göre toplumsal sorunlara büyük ba- ğilimlerini ayın etmek ve organizma ile
şarı hedefleriyle yönelmemiz, toplumsal çevrenin enerjisini kendi yararına doruk
davranışımızı da bu davranışın gerçekte noktasına taşımak için yeni bir durum
neye yol açacağını iyice hesaplayarak ve C'davranış sanau") inşa etmelidir. Unut-
alternatiflerinin neler sunduğunu göz ö- mamalıdır ki ahlak alanında da genel il-
nüne alarak yeniden ve yeniden değer keler yoktur.
lendirmemiz gerekir. Dewey bu türden Dewey'e göre eğitim ise geleceğe dö-
düşünmeye ve eylemeye bazen "toplum- nüktür; gelecekse belirsizdir. Bu nedenle
377 Dewey,John
eğitimin amaa, öğrenciye yalnızca bilgi nrnlannın yadsıııışı gibi izlekler, son za-
aktarmak değil, öğrenciye gelecekte or- manlarda Quine, Putnam ve r.orty gibi
taya çıkabilecek yeni durumları değerlen genelde pragmacı yönelimleri de olan fi-
dimıeye ve başgösteren sorunların üste- lozoflar eliyle yeniden su iistüne çıkarıl
sinden gelmek için stratejiler oluşturma dıklarıl'\dan Dewey'in düşünceleri de ye-
fd yardımcı olacak alışkıınlıklan kazan- niden gözde bir konuma yükselmiştir.
dırrnıık, özellikle de ondaki eleştirel dü- Dewey Cumhuriyetin ilk yıllannda e-
şünme yetisini geliştirmektir. Okul deni- ğitimin yeniden düzenlenmesi konusun-
len kurumda, işbirliği ve birarada yaşama da danışmanlık yapmak üzere Türkiye'ye
ruhu gibi demokratik alışkanlıkları ka- de gelmiş (9 Haziran-18 Eylül 1924) ve
zandırmalıdır. Tüm bunlan gerçekleşti iki rapor yazmıştır. Tüi:k eğitimini özel-
rirlcen de, çocuğun ilgi alanlan dikkate likle Mı..stafa Necati'rıin Milli Eğitim
alınmalı ve eğitim bunlann üzerine ku- Bakanlığı zamanında etkilemiştir. O yıl
rulmalıdır. Okul toplumsal yaşamın bir larda Etiıim vt Demokraılsi çevrilmiş ve
uzantısı olarak görülmeli ve küçük bir Türkiye'de öğretmen okullanndan me-
topluluk gibi örgütlenmelidir; başka bir zun olan öğretmenlere bakanlık tarafın
deyişle okı.ıl yaşamını toplumsal yaşamla dan hediye edilmiştir. Dcwey, 1924-1925
bir tutmalı ve okulu çalışmanın, öğren yıllannda Türkiye ile ilgili makaleler de
menin ve sorunlann altından kalkmanın yazmıştır: "Secularizing a TI1cocracy"
gerçek anlamını kazandığı i~evscl küçük C'Dinerkinin Laikleştirilmesi'); "Angora,
bir toplum durumuna getirmelidir. Bu the New" C'Yeni Ankara'); "Foreign
noktada öğretmene düşen görevse ken- Schools in Turkey" C'Türlciye'de Yaban-
dini bir "üst" olarak ·görüp altındaki öğ-. cı Okullar'); ''The Turkish Tragedy"
rcncilerine emirler yağdırmak değil, tam C'Türk Trajedisi''); "1'he Problem of
tersine kendisini de öğrencileriyle birlik- Turkcy'' (''Türkiye Sorunu').
te çalışan -ve öğrenen- biri olarak gö- Dewey'in başlıca çalışmalan arasında
rüp onlann her yönüyle gelişmesi için Prydıolo,g (Psikoloji, 1887); Tbe Sçbool anıl
yol göstermektir. Son çözümlemede, Dc- SodttJ, (Okul ve Toplum/Mektep ve Ce-
wcy kendi döneminin aşın biçimsel ve miyet, Türkiye'de l 930'da yayımlanmış
katı eğitim anlayışı ile pratiklerine tü- ur); Etbi."s (Etik, J. H. Tufts ile birlikte,
müyle karşı çıkmış; koyu bir disipline . l 908); Moral Prinaples it1 Eıl11"1liot1 (Eği
dayalı eğitim anlayışı yerine, bilgi arayışı timde Ahlak İlkeleri/Terbiyede Ahlak
yolunda öğrencinin kendi deneyimlerini Prensipleri, J. H. Tufts ile birlikte, 1909,
değerlendirip işlediği, bireysel ilginin ve Türkiye'de 1934'te yayımlanmışur); Jçh-
~banın öne çıktığı bir eğitim anlayışını uols ef T1111ıonvıı•, (Ymnın Okulları/Yarı
savunmuştur. nın Mektepleri, 1915, Türkiye'de 1938'
Dewey aynca ruhbilime de önemli de yayımlanmıştır); Dema&ra!J mııl Eıl11m
katkılarda bulunmuş ve ..Ruhbilimde lwt1, (Demokrasi ve Eğitim,1916, Tür-
Tepke Yayı Kavramı" C'The Reflex Arr: kiye'de l 926'da yayımlanmış ur); Reıvt1s·
Concept in Psychology') adlı yazısıyla ll7ldİIJ11 İti Philosopl?J (Felsefede Yeniden
işle\'Sel ruhbilimin temcllerini atmıştır. İnşa, 1920); Hnman Natıtrr anıl Cot1Jnçt
Çözümleyici felsefe geleneğinin A- (İnsan Doğası ve Davranışı, 1922); Ex-
merika'ya uzanıp egemen felsefe anlayışı ptrima anıl Na111rr (Deneyim ve Doğa,
haline gelmesiyle unutulur gibi olan De- 1925); The P11b/iç anıl Itt hobltnıs (Kamu
wcy'in görüşleri uzun yıllar sadece eğitim ve Sorunları, 1927); Tht Qnestfar Certaitı{J
alanında etkisini sürdürmüştür. Ancak (Kesinlik Arayışı, 1929); Pbi/osopl?J anıl
Dcwcy'in felsefesindeki bütüncülük, te- Ovili!{flti'on (Felsefe ve Uygarlık, 1932); A
meldencilik karşıtlığı, bağlamcılık, işlev Co111111on Faitb (Ortak Bir İnanç, 1934);
selcilik, bilim-felsefe ile kuram-pratik ay- Aıt as Experiena (Deneyim Olarak Sanat,
dharma 378
1934); Ubtralism and Sanal Adio11 (Libe- duyu organı (göz, kulak, burun, dil, be-
rdlizm ve Toplumsal Eylem, 1935); Ex- den, zihin) ile bunlara karşılık gelen altı
perima and Ed11cation, (Deneyim ve Eği duyu nesnesiyle (görme, ses, koklama,
tim/Tecrübe ve Eğitim, 1938, Türkiye' tat, dokunma, zihin nesnesi) birlikte
de 1966'da yayımlanmıştır); Loti.-: Tbt bunların sayısı on ikidir.
Theory of Inq11iry (Mantık: Araştırma Ku- Dhatu ("öğeler') bilincin on iki teme-
ramı, 1938); Frudom and Cuhıırr (Özgür- line eklenen altı tür bilince işaret eder
lük ve Kültür, 1939, Türkiye'<le 1962, (görsel bilinç, işitsel bilinç, koklamayla
1964 ve 1988'de yayımlanmıştır); Prob- ilgili bilinç, tatmayla ilgili bilinç, dokun-
kms of Mm (İnsanlığın Sorunları, 1946) mayla ilgili bilinç, zihinsel bilinç).
sayılabilir. Bunlara Türkçe'de yayımlan Böylelikle tüm varlık alanı (dharma)
mış iki çeviri daha eklenebilir: Tiirk!Je Ma- beş birarada olma ulamının (skandha) ya
arifi Halekntda 'Rapor, 1924, 1934, 1939, da bilincin on iki temelinin ('!)atana) ya
1952; küçük broşür halinde How We da on sekiz öğenin (dhattı) terimleriyle
Thitık'den (Nasıl Düşünüyoruz?, 1910) betimlenebilir. Bunlar ilk kanonik kay-
bir bölümün çevirisi, Diipinanin T erh!Jui, naklardaki üç tür sınıflamadır. En yaygın
1952. Aynca bkz. pragmacılık; araççı olanıysa ilkidir; diğer ikisi sonradan ek-
lık. lenmiştir.
Nesnel sınıflamada ise dharmalar beşe
dharma (San.) [Pal. dham111a] Hint di- ayrılır: i) mpa (madde); ii) atla (bilinç); iii)
ninde erdem, erdemlilik, evrenin yasası atasika (zihin durumlan ile özelliklen);
demeye gelen kavram. Dharma olmasa iv) ,ifıa-vipr'!)t1kta-ı0111skara (ne zihinsel
evren dağılır: Y asa'nın karşıtı kaostur (ad- ne maddesel olan ama her ikisinde de
ha'111a). Buddhacılık'ta da dharma, Budd- ortak olan güçler); v) Manıskrta (koşul
ha'nın keşfedip bildirdiği, "evrenin yasa- suz).
sı" dır; Buddhaa öğretidir. Kişi ancak Madde (mpa) içine girilemezdir, sert-
dharmayı kavrayarak aydınlanmaya (*Nir- tir. Beş duyu organı ile beş duyu verisini
11t111dya) erişebilir. Buddhacılığa göre aynı içerir. Madde ya birincildir (bh11ta) ya da
zamanda varlığın özünü oluşturan dhar- ikincil (bhatıtika). Birincil olanlar yer, su,
111alar yalın (prthag) olduklarında sonul- ateş, hava olmak üzere dört tanedir.
durlar. Ağaç, taş, insan gibi tek tek şeyler Bunlar nitelikleriyle bilinirler: katılık, yaş
varlığın bu sonul öğelerinin birer küme- lık, ısı, devinim. Bunların birleştirme, a-
sidir; biraradalığıdır (skandha). yırma, çoğaltma gibi işlevleri vardır.
SatVMIİ11ada adlı bir kitapta toplam 75 Altı duyu orgaruna bağlı olarak altı
dharma olduğu yazılıdır. Bunlardan 72 ta- bilinçten (ıitta, vij11a11a) söz edilir ama
nesi koşula bağlı görüngüler (sanukrta); 3 Theravadacılar 89, Yogacaracılar da 7
tanesi de koşula bağlı olmayan, varlığı tür bilincin olduğunu söyler.
yalnızca usla kabul edilen tözlerdir. Cetasika (zihin durumları ile özellik-
Öznel sınıflamada dharmalar skandha, len) 36 tanedir. İyi (kmala) durumlarla
'!)atana, dbabı olmak üzere üçe aynlır. birlikte olan 10 tane genel özellik; 6 te-
Skandba ("öbekler") kişide (aynca va- mel tutku (klesas); 2 tane kötü (akuıala)
~lan her şeyde) bulunan beş birarada zihinsel özellik; 10 tane ikincil tutku (11-
olma ulamına karşılık gelir. Bu ulaınlar pakksa); 8 tane de orta öğe vardır.
şunlardır. i) mpa (maddesel, cisimsel ö- Citta-l!iprayııkta-samskara doğmak, ya-
ğeler); iı) vedana (his); iiı) samjna (algı, şam sürmek, çöküş, ölüm gibi 14 işleve
kavrayış); iv) samskara (güç, irade); v) vij- işaret eder.
nana (saf bilinç). Sonuncu öğe olan Mamıkrta ise dün-
Ayatana bilinç ile bilincin öğelerinin yasal süreçlerin dinamiğiyle ilgilidir. Ay-
ortaya çıktığı "kapı" demeye gelir. Altı nca bkz. adharma; Buddha; Hint fel-
379 dia/elctilce
dhyana (San.) [Pal. Jhanai Çin. Cb't.m; dııavurumculuk [İng. exprtssionisnr, Fr.
Jap. Zm] Sanskritçe meditasyon demeye eJı:prtı.rionismr,
Alm. exprts.rionirm111] 1. (sa-
gelir. Upastll1a sözcüğüyle de anlatılan nat) XIX. yüzyılın sonları ile XX. yüzyı
meditasyon için çoğunlukla kullanılan lın başlarında Avrupa'da "güzel sanat-
kııvnımdır. Ne ki, Bıı.tı'da genellikle Ja- lar"da boy gösteren; izlenimcilik ve do-
ponca adıyla, yani Zen diye bilinir. Bu ğalcılığın karşıtı olan; olayların, varlıkla
kavram, zihinsel yoğunlaşmayı amaçla- nn, gerçekte oWuklan gibi değil de sa-
yan Buddhaa meditasyon tekniklerini, natçının iç dünyasına göre betimlenmesi,
bir de bu teknikler sonucu ulaşılan du- sanatçının duygularını yansıtması anlayı·
rumu anlatır. *l'oga tekniklerine benzer şına dayanan modem sanat akımı. 2. fes·
tl/oana (meditasyon) teknikleri kullanıla itlik) Dışavurumcu sanat kuramında sa-
rak ya da zihnin etkinliklerini denetle- natçııun yaratma sürecinin özünde, dış
mek için zihinsel yoğunlaşmaya varıla dünyaya ya da görünüşlere odaklanmak
rak, aşama aşama tüm bağımlılıklardan yerine, yaşamın iç gerçeğine, ruhsal ya da
kurı.ıılmak amaçlaıur. tinsel yaşantılara yönelmenin yattığını;
"sanat" denilen şeyin nesnel doğıının
dı§apadayıı [İng. txplo.riotr, Fr. explosion; yansıtılması olarak düşünüldüğünde "gü-
Alm. explo.rion] Son dönem Fransız post- dük" kalacağını; sanatın, sanatçının duy-
modern felsefesinin önde gelen düşünü gıılarııun ya da duygulaıumının bir dışa
rü Baudrillard'ın postmodern dönemin vurumu olarak okunması gerektiğini sa-
belirleyici özniteliği "içe göçme"/"içcgö- vunan anlayış. 3. (elik) Ahlak felsefesin-
çüş" sürecinin tam karşısına yerleştirdiği, de daha çok "duygucııluk" diye adlandı
postmodem öncesi modem dönemi an- nlmasına karşın, kimi zaman değer yar·
lamada kilit bir değeri bulunan toplum- gılannın yalnızca duygulann dışavurum
sal görüngü. Buna göre modem çağda lanndan ibaret olduğunu öne süren öğ·
"dışan padama" /"dışapatlayış" sürecinin retiyi nitelemek için kullanılan terim.
en iyi görülebileceği yeder anısında, tek-
nolojikleştiği yetmiyormuş gibi giderek dı§rak [İng. tJı.'Olerir, Fr. Lwıiriq11t; Alm.
daha da bir dijitalleşen bilimin önü alı e.wteri.rdı; Lat. exoıerimr, es. t. barid] "İç·
namaz yükselişi; güzel sanatlardaki ya- rek" karşıtı olarak kökeni ilkçağ Yunan
pıtlardan makineleşmeyle geçilen seri ü- felsefe okullarına, özellikle de Aristote-
retime dek bütün her şeyin metalaşması; les'in Lykeion'una dek uzaruu:ı; dışa açık
çokuluslu şirketlerin küreselleşme yuttur- olan, yalıuzca belli bir insan topluluğuna,
macası altında dünyayı sömürgeleştirmc belli bir okulun ya da grubun üyelerine
leri; ulaşım, dolaşım,
üretim, yayım, da- değil de tüm kamuya açık olan, belli bir.
ğıtım ağlarının
padama derecesinde bü- azınlığın ya da seçilmiş kişilerin emrine
tün dünyayı sarması olgulan başı çek- değil de halkın yararına sunulan bilgi ya
mektedir. Aynca bkz. Baudrillard, Je- da öğretileri nitelemek için kullanılan te-
an; içegöçüf. rim.
dışavuruni [İng. expm.rio,,., Fr. exprts.rioıı; diairesis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
Alm. aımlnt...C]
Ruhsal olayların, içsel ya- sinde, özellikle de Platon ile Aristote-
şantılann belirli simge, gösteıge ya da les 'te, "ayırma" ya da "bölümleme" an·
anlaıımlarla dışa verilmesi; insan ruhu- lamıırda kullanılan terim.
nun "iç gerçeği"nin betimleme yoluyla
dışa yansıtılması; insan tininin dışarıdan dia/ektike (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
dianoia 380
dianoia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe- didaska/ia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
sinde en genel anlanuyla "düşünme e- sinde paideia ile birlikte "eğitim" için kul-
dimi ya da yetisi"; aklın duyulardan ba- lanılan diğer terim.
ğımsız olarak anlama, kavrama yetisi:
"düşünü". Diderot, Denis (1713-1784) Usçu fel-
Platoncu çizgide dianoia, *doksa (kanı; sefeye ve insan bilgisinin ilerlemesine du-
sanı) ile *noesis (sezgisel bilgi) arasında yulan inanca dayalı olarak bütün sanat ve
yer alan; düşünceye, akılyürütmeye dayalı bilim dallarının temel ilke ve uygulama-
bilme türüne karşılık gelir (Devkı, 5 tod- larını biraraya getirmeyi hedefleyen An-
51 le). Aristoteles'te ise kavramlar ara- siklopedlnin genel yayın yönetmeni ve
sında karşılaştırmalar yapma, onları ayır Aydınlanma'nın önde gelen düşünürle
ma ve birleştirme türünden çok daha rinden Fransız oyun ve roman yazan,
genel bir düşünsel etkinliği ifade e.ler. sanat ve yazın eleştirmeni. Diderot dö-
Aristoteles 'te dianoi11 sezgisel bilginin kar- neminin diğer ünlü simaları arasından
şısında yer alan giJinıli, tasımsal akılyü dinsel ve siyasal otoritelere karşı sergile-
rütmeye karşılık gelir (İkittı:i Cözji111/e11ıeler diği ödünsüz düşünsel tavrıyla sıyrılsa da
II, lOOb). Aristoteles di1111oia'yı alt türlere Montesquieu, Voltaire, Rousseaıı gibi çağ
de ayırnuştır: *episteme, salt kendisi için daşlannın aksine bütünlüklü bir öğreti ü-
ulaşılmak istenen bilgi; *tekh11e, bir şey zerine irışa edilmiş bir felsefe anlayışı ge-
üretmek için kullanılan, uygulanan bilgi; liştirememiştir.
*phronesis, nasıl davranacağımıza, eyleme- İlk önemli yapıtı Felteftn Diifiinnkt'de
mize yol gösteren bilgidir (İkinci Çiiz!im- (Pensees philosophiques, 1746) büyük öl-
kıneler I, 89b). Terim Stoacılıkta ise *hege- çüde bir yıl önce A11 Inq11iry Co11rernitıg
ınonikoıt -ruhun yönlendirme, yol göster- Virt11e or Meni (Erdem ya da Fazilet Üze-
me yetisi- ile aynı anlamda kullanılmış rine Bir İnceleme, 1699) adlı yapıunın
tır. bir çevirisini yayımladığı Shaftesbury'den
esinlenerek Hıristiyanlığa karşı yaradancı
diaphora (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe- bir felsefeyi savunan Diderot'nun felsefi
sinde, özellikle de Platon ile Aristoteles' bakışı radikal yaradancılıktan radikal tan-
381 didifim
ntanımazcılığa doğru bir evrim gösterir. yola çıkarak Ansiklopetli için yazdığı "Ön-
Diderot yöntem açısından Descartcs ve söz"le (DisaJ11rs priliminnirr, 1751) birlikte
Leibniz gibi usçu filozoflardan çok Ba- Aydınlanma'nın genel bir manifestosı1 ni-
ron ile Lockc gibi deneyci fılozoflara teliğintle okunabilir. Diderot'nun "An-
yaklaştığı maddeci felsefesini geliştirir siklopedi" (Enf!Clopltlie, on dktionnairr mi-
ken, maddeci felsefenin hareketin, ya- somıl ıks ı.itt1ttı, ıJu artı et Ju mltitrs,
şamın ve zihnin kökenlerini açıklayama 1751-1765) ve yukarıda anılan diğer ya-
yacağı yollu klasik eleştiriyi hareket, ya- pıdan dışındaki önemli felsefi ve bilim-
şam ve zihni oluştumn gizilgüçlcrin sel çalışmaları arasında, dilin işlevini in-
maddenin bütün parçacıklarının temel ö- celediği ve estetiği ele aldığı Sllğlr rt Di/.
zellikleri olduğunu, bu yüzden maddi ol- sizler Üz.erine Melt.INp (Lettre sur les sour-
mayan doğaüstii bir eyleyeni varsaymayn ds et mucts, 1751), XVIII. yüzyıl felsefe
gerek olmadığını ileri sürerek yanıtlar. ııraştırmalarının yöntemine yön veren
Madde ne tekbiçimli bir şey ne de bir Doğanm l'onımlanı11a.rı Ü~rine Dii/iitıtrler
bütiin değildir; parçaaklara afıılabilen öz- (Pensees sur l'interpretation de la nature,
ce farklı öğelerden oluşur. Bu anlamda 1754), maddeci felsefesini diyalektik bir
maddenin hüaeli yapısına ilişkin ilk mo- biçimde sunduğu d:41embtrt ile DiıJmıt A·
dem kuramın Diderot'ya ait olduğu söy- rnsında Konnıma (L'Entrcticn cntrc d'A-
lenebilir. Diderot, Darwinrın evrim ku- lembcrt et Didcrot, 1830) ve 1769'da ya-
ramını da önceleyen dirimselci-maddeci zılmasına karşın ancak 1830'da bu yapı
evren anlayışının temel öğclerini, duyu tına ·ek olarak basılan aynı bağlamdaki
izlenimlerine bağımlılığı wı:gulayan ve ıJ'Alembert'in Ri!Ja11 (Le Reve de d'Alem-
içerdiği radikal (özellikle tanrıtanımaza) bcrt) sayılabilir. 1762-1774 yıllan arasın
düşüncelerden dolayı üç ay hapis yatma- da yazdığı ancak ölümünden sonm ya-
sına yol açan Gömtltrin Yan:ınna Körler yımlanan P.ıımeaıı'nnn 1'tğeni (Le Neveu
Hak/unda Me/r.hljı (Lettre sur !es aveugles de Rameau) adlı özyaşamöyküsel izler ta-
a l'usage de ceux qui voient, 1749) adlı şıyan romanı da Hegel, Gocthe ve Marx
çalışmasında ortaya koymuştur. gibi düşünürler tarafından XVIII. yüzyıl
Siyaset felsefesine ilişkin görüşlerini Aydınlanması'nın en iyi işlendiği yapıt o-
derli toplu ve aynnulı bir biçimde yazıya larak nitelenmiştir. Aynca bkz. Ansiklo-
dökmese de Diderot'nun hamisi Rus Ça- pedi/Ansiklopediciler; Aydınlanma;
riçesi II. Yekaterina'nın daveti üzerine d'Alembcrt, Jean Le Rond; yaradan-
1773'te yaptığı Rusya gezisine dek aydın eılık; modern felsefe.
despotizminin toplumsaJ bozuklukfan or-
tadan kaldıracajiına ve: erdemli bir dcs- didi9im ~ng. tristiC", Pr. iristiqııe, Alm. t-
potizmcle çok önem verdiği bireysel öz- rislilr:, Yun. eristilıtr, es. L miiı4gabt) Eski
gürlüklerin korunabileceğine imınmaktay Yunanca'da "kavga", "çekişme", "tartış
ken bu gezi sırasında aydın despotizmi ma" anlarnlanna gelen eris sözcüğiinden
düşüncesini terk ederek son yıllannda türetilmiş olan bu terim, doğruyu bul-
güçler aynlığına ya da dengesine ve yü- mak adına karşıtlıklar içinde ilerleyen
rütme gücünün sürekli denetlenmesine gerçek tartışma sanatına gönderme y-.1-
dayanan demokratik bir yönetim biçimi- pan "diyalektik" teriminin aksine, tartış
ni savunduğu bilinmektedir. ma sırasında çeşitli mantık oyunlarıyla
Diderot bir "us sözlüğü" (ıJittionmıirr karşısındakinin savını ne pahasına olursa
misot11ıe) olarak tasarladığı AnsiAılopetllde olsun ~açmaya indirgeyerek çürütmeye
diğer yazarlara oranla oldukça f..zla sa- dayalı taruşma yöntemine verilen addır.
yıda madde kotarmıştır. Özellikle yazdığı İlkin geç dönem sofistlcrinin kullandığı
"ansiklopedi" maddesi, d'Alembcrt'in o- didişİnl sanatını bir yöntem olarak geliş
nun 1750'de yayımladığı Pnı.ptdttlundan tirenler, "DidişimcilCE'' olarak da bilinen
di~~is 382
' Megara Okulu'ndan bir grup filozoftur. başka bir açıdan yaklaşılacak olursa, bu
Aynca bkz. Mcgara Okulu; tasım. terim kültürel altbilinç olarak, bütün bir
kültürün büyük ölçüde zihinsel olandan
diegesis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesin- başka türlü oluşu yüzünden zihnin dışına
de özellikle Platon'dan itibaren "anlatım gönderdiği, zihne gelişini sürekli gecikti-
sanatı" için kullanılan terim; oynama, rerek zihindışına yolladığı bir şeyi imle-
canlandırma ya da temsil etmenin (111İl11e mektedir. Ancak Derrida'nın gözünde: dif
m) karşısına yerleştirilen, bir "anlatıcı" flra11n, çoğunlukla kendisini unuttuğu
nın üstlendiği öykülemek uğraşı; olup bi- muz, kimileyin yaşamın bilinçdışı yönleri
tenleri sırasıyla aktarmak. olarak düşündüğümüz, yeni anlama an-
ları içinde kendilerini örerek yeni anla-
di/Terance (Fr.) Yapısökümcülüğün ku- yışlara uiaŞtığımız y-.ıratıcılığın kaynağıdır.
rucusu Derrida'nın Fransızca'da iki ayn Derrida'nın deyişiyle, di.ffirtJ11tr, zihnin dı
anlamı bulunan d!ffmreyleminden ad tü- şıruı gönderilen olması anlamında zihin-
retmek yoluyla geliştirdiği felsefe: terimi. den "ayn'', enson anlamda zihinde: ya-
Bu bağlamda bir yanda "ayn olmak" kalanmasıru sonraya bırakmak anlamın
anlamına gelirken, öbür yanda "ertele- daysa "ertelenmiş"tir. Terim, bir yanda
me", "geciktirme", "sonraya bırakma" anlamın sözcükler ağı içerisinde ayrımlar
gibi anlamlar taşıyan dij/ir{/!ltr sözcüğü, ya da ayrılıklar yoluyla belirlendiğini sa-
günümüz Fransızcası'ndaki di1Jirı11n söz- wnan Saussure'ün düşüncesine omuz
cüğünden farklı yazılıyor olmasına karşın verirken, öbür yanda dildışı dünyaya iliş
(birinde "a" ile yazılırken berikinde "e" kin her türden dayanağın, kesinliğin, sağ
ile y.ızılmaktadır), her iki sözcüğün de lamlığın, göndermenin, önceliğin sürekli
konuşma dilindeki okunuşları aynıdır. crıclenmesi gereğine wrguda bulunmak-
Kuşkusuz Derrida'nın aynı anda iki ayrı tadır. Bu bağlamda bütün gönderiler dün-
anlam taşıyan bir sözcükten yeni bir yada gönderdiklerini varsaydıkları şeylere
sözcük türetme yoluna gitmesinin ar- değil de, öteki metinlere, öteki metinler-
dında, hiçbir sözcüğün anlamının kesin dekigönderilere göndermektedir. Bir baş
sınırlarla belirlenemeyeceği, bu türden ka deyişle, anlamlandırma sürecinde söz-
her çabaya karşı dilin kendi özgül koru- cükler karşılık gddikleri şeylercc değil,
nakları yardımıyla bir biçimde direniyor şeylere karşılık gelen sözüklerce belir-
olduğu gerçeği yatmaktadır. Bu noktada lenmektedir. O nedenle anlam sürekli de-
diff'm11a ile dijfirtllln arasındaki konuşma ğişen, ayrımlar nedeniyle hep ertelenen
dilinde bulunmayan bir ayrımın yazı di- bir görüngüdür.
linde ortaya çıkması, Derrida'run yazırun Bu bağlamda, Saussure'ün gösterge
konuşmaya öykünmediği, konuşma dili- kuramında açıklıkla gösterildiği üzere,
ni kopyalamaya çalışmadığı yollu genci hiçbir dilsel öğenin olumsal bir anlamı
düşüncesini de destekliyor olması bakı yoktur; dilsel öğderin anlamı öteki dilsel
mından aynca önemlidir. Derrida, pek öğder karşıstnda taşıdıkları "ayrılıklar"
çok felsefecinin anlamakta büyük bir yoluyla meydana gelmektedir. Dolayısıy~
güçlük çektiği terimi, açık seçik bir dille la, anlamın bulunuşu ya da bütünlüğü
açıklamaktan özellikle kaçınmaktadır. Ta- sonsuz bir dizilim içerisinde bir göster-
nım düzeyinde anlamını vermek nere- geden bir başka göstergeye "c:rıclen
deyse olanaksız olmasına karşın, Der- mek''tcdir. Sözgelimi sözlükte "bataklık"
rida'nın değişik bağlamlardaki kullanınu sözcüğünün anlamına bakıldığında, söz-
na bakıldığında,
dijJirtJ11n r'ayıram'1 an- lüğün bataklık maddesinin bataklığın an-
lamamızın gölgesi olarak, bildiğimiz ama lamını açıklamak için başka sözcüklere
unuttuğumuz, o nedenle de anımsama başvurduğunu, bu sözcüklerin de başka
mız gereken bir izi andırmaktadır. Daha sözcüklere başvurduğunu, böylelikle de
383 differance
tek bir sözcüğün öteki sözcüklere gön- değişkenliğini, oynaklığını, belli sınırlar
dermek yoluyla ucu bucağı belli olmayan altına kapatılamazlığıruözellikle vurgula-
sonsuz bir gönderme ağının oluştuğunu maktadır. Derrida'nın dij/irantt terimi,
gönnckteyizdir. O nedenle Jiflimnre, belli hem ayn sözcüklerin anlamlannı meyda-
bir sözcüğün içindeki ya da dış.ıııdaki ö- na getiren anlamlandırmalan arasındaki
teki sözcüklerin izi olarak ortaya çıktı aynmı, ·hem aym sözcüğün ayn anlamla-
ğından, göstergeler ile kavranılan (göste- nndaki ayrımı, hem de bir sözcüğün (bir
rilenlen) belirsizleştirmek y<iluyla ancak aynının) bir başka sözcüğe (bir başka ay-
anlamlandırmayı olanakh kılan özdeş ol- nma) göndermesiyle zorunlu olarak olu-
mama durumunun altında yatan temel şan aynmı kapsayarak anlamın anlamının
ilke olarak kavranabilir. Buna göre, tliffi- ertelenmesi düşüncesi üstüne kurulmuş
rana özdeşliğe karşı bir anlam taşı.yan Jif tur. Derrida, iki şey arasındaki ayrımın
Jitrna sözcüğünden çok daha öte bir şey bu iki şeyin kendilerinde bıılunmadığım
dir, çünkü Denida'run kullanımında dijfi- düşündüğünden, aynmın hiçbir zaman
ranıı terimi, Batı felsefesinin düşünme "şimdi ve burada" olmadığını savunmak-
dilinin bütün varsayımlarının üstüne bi- tadır. Ayru biçimde, bir göstergenin gös-
na edildikleri yapının dışında kalanlan terge olmakıalığı göstergenin kendisinde
anlatmaktadır. Di.ffemnır, ikili karşıtlıkla bıılunmaktan çok göstergenin gösterge
nn sürckli ötesine geçerek özdeşlik felse- olmasının koşuludur. Derrida bu durum
fesine karşı direnmektedir. Dalıa açık bir karşısında, göstergenin ötekisini iz.
diye
deyişle, kavramlar dilin sınırlannın dış.ına betimlemekte, şimdide yaşanan şu arun
çıkmaya çalıştığı.ndan ötürü kişilerin ya- ister istemez geçmiş ile geleceğin izlerini
ranna açıklamayı ertelerken, şeylerin ya- taşımak zorunda olduğu için asla bütü-
ranna da anlamlaruu sonraya bırakmak nüyle şimdide bulunmadığım bildirmek-
tadır. Ancak burada özellikle parmak ba- tedir. Yıne bu noktada Hcideggcr'den
sılması gereken önmıli nokta, yapısö esinlenen Derrida, "bıılaruklık" sözcü-
kümcülüğün geleneksel felsefe varsayım ğünün, bulunuş mantığım çiğnemeye baş·
larını, sıradüzenli us yapılarıru, dilin ikili ladığı anda bile bıılunuş mantığını gerek-
karşıtlık!anru alaşağı etmekle sınırlana tirdiğini, dolayısıyla da izin bulunuşu ya
mayacak olmasıdır. Nitekim yapısöküm da bulunmayıpımn, izin bıılanıklığına de-
cülük için asıl önmıli olan, metinler i- ğil bütünüyle oyuncıılluğuna seslenilmesi
çinde geçen "tin", "doğa", "konuşma" gereken, kendi içinde beden ile ruh so-
gibi felsefi bakımdan önceliği bulunan runlanm banndıran bir durum olduğunu
kavramlann, karşıdannın metin içinde yazmaktadır.
oluşturduktan altmetinleı:ce, gölge me- Bir başka önemli ç'lğdaş Fransız fel-
tirıleı:ce, öteki metinlerce sorunsallaştırı sefecisi Deleuze, Di.Jftımt" et rrpililİl»I
lıyor olabileceklerine yönelik farlı:ındalık (Aynın ile Yineleme, l 968) başlıkh ça-
tır. Yapısökümcü okumarun temel stra- lışmasında daha farklı bir aynm tasanrnı
tejisi, metnin egemen yorumunu ya da sunmaktadır. Bütün tasarımcı felsefe dü-
anlamıru iki katlı bir okuma yordamıyla şünmelerinin er ya da geç özdeşlik ilkesi-
boşa çıkanp yer-sizleştimıektir. Di.fferana ne dayandıklarıru düşünen Deleuze, her
ayru metne iki ayn bakma biçimiyle yak- özdeşlik felsefesinin de ister istemez öz-
laşmayı, aynı metni iki ayn metin olarak deşlik yaranna aynmın yadsıruşı.ru amaç-
okumayı, aynı anda bu iki metni hem layan bir olumsuzlama felsefesine dö-
birlikte hem de ayn ayn olarak görebil- nüştüğünü ileri sürmektedir. Deleuze'e
meyi olanakh hale getirmektedir. görc, kendisiyle özdeş kalan bir ben'i ko-
Derrida, dijfirançı terimini değişmez rumak adına aynmın nasıl olumsuzlan-
bir kavram olarak değerlendirmekten ö- ması gerektiğinin en iyi görülebileceği
zellikle kaçınarak, bulduğu her fusatta yer Hegdci felsefe dizgesidir. Bu sapta-
differend 384
maya bağlı olarak, yazılarında sürekli ola- dinmek nedir bilmeyen uzlaşmaz düşün
rak ayrınun içerdiği olumluluk öğesi üs- sel çatışmayı anlatmaktadır_ Arılaşmazlı
tünde duran Deleuze, Guattari ile bir- ğa düşen tarafların karşılarındakinden
likte yazdığı L 'Anti-Oedipt (Karşı Oedi- başka bir dil oyunu oynamak ya da farklı
o•Js, 1977) başlıklı kitapta, arzuyu fallus bir söylem içinde konuşmak yönündeki
yokluğu arılanunda iğdiş edilme izleği ısrarcı tutumları, kişinin kendi ve kendisi
doğrultusunda kavrayan ruhçözümleme- gibi olanların şikayetlerini ya da rahatsız
ye karşı çıktığı gibi, arzuyu hep yokluk ya lıklarını bir türlü seslendirip dillendire-
da olumsuzluk terimleriyle birlikte dü- miyor olması gibi istenmeyen bir sonuca
şünen her türden arzu anlayışının da te- yol açmaktadır. Lyotard, di.ffmmf terimi
mellerini oymaya çalışmaktadır. Öte yan- başlığı altında, mantıksal açmazlardan
da, lrigaray, Cixous, Kristeva gibi gü- pratik kapışmalara her durumda bir bağ
nümüzün önde gelen Fr-ansız feminist daştırılamazlığın söz konusu olduğu son
düşünürleri, "ayrım siyaseti" başlığında derece aynşık bir karşıtlaşmalar ya da an-
göriildüğü üzere, "ayrım" terimini cinsel laşmazlıklar çokluğunu düşünmektedir.
ayrım teriminin kısaltılmış biçimi olarak Sözgelimi, arılatı diliyle konuşan bir kişi
kullanmaktadırlar. Bunurıla birlikte çoğu ye karşı şiir diliyle konuşan kişinin du-
feminist ya da postmodem düşünür, te- rumu; imgelemle bezeli kurmaca bir söy-
rimin bu kısaltılmış haliyle kullanımına lemle konuşan kişiye karşı ortakgörünün
bütün bütün karşı çıkarak, bunun yerine gerçekçi diliyle yaklaşan kişinin durumu;
bu terimin Batı düşüncesinde ayrımın yi- sevgiyle seslenen bir kişiye nefretle kar-
tip gitme pahasına "özdeşlik"in hep öne şılık veren kişinin durumu; egemen gö-
çıkanldığı yollu görüşün siyasal altyapı rüşlere aykın söylemler geliştirmesi ne-
sını oluşturduğu düşüncesiyle hareket et- deniyle yerleşik bakışın gözünde kabul
mektedirler. Buna göre, birtakım cinsel, edilemeyecek tutum ve davranışlar için-
ırk.~al, kültürel ayrımları görmeyi bir tür- de bulunan siyasal partinin susturularak
lü becerememek, toplumsal baskının kay- aşın uçlara itelenmesi Lyotard'ın differrnd
nağında yatan yarılışlarla dolu bir ''bulu- diye adlandırdığının en belirgin örnekle-
nuş metafiziği"nden ötürüdür. Bu anla- ridir; Aynca bkz. Lyotard, Jean-Fran-
nuyla ayrım düşüncesi, bu tür ayrımlara çois; post-yapısalcı felsefe.
haklan olan dikkati ve saygıyı gösterme-
ye yönelik yeni bir siyaset olanağında ki- dikaion (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesin-
lit değerde bir önem taşımaktadır. Aynca de, özellikle de Aristoteles 'te, "hak" ya
bkz. Derrida,] acques; yapısöküm; ay- da "haktanırlık" arılamında kullanılan te-
rım metafiziği; post-yapısalcı felsefe; rim. Ayrıca di/eaion rpaııortboti/coıı Aristo-
postmodem felsefe. teles'te "düzeltici adalet'', dileaio11 oilcot10-
ınilcot1 ise "aile hukuku" arılamlarında
differend (Fr.) Postmodem düşüncenin kullanılır; di/eaioınıı terimi "haklı eylem''i,
önemli kur-amalarından Lyotard'ın, bir- y-.ıkın a rılamlısı dikaiopmgiıı ise "adil ey-
birleriyle hiçbir biçimde bağdaşunlama lem''i dile getirir. Ayrıca bkz. dike (di-
yan "dil oyurıları" arasındaki çarpışma kaiosyne).
nın çoğurıluk zayıf olanın sustıırulmasıy
la son bulduğu gerçeğine parmak bas- dike (dikaiosyne) (Yun.) İlkçağ Yunan
mak amaayla geliştirdiği postmodem felsefesinde "hak"; "adalet" ya da "doğ
felsefe terimi Buna göre differrnd, belli ruluk" arılamında kullanılan terim.
bir görüşbirliğine varılması daha baştan Çoğu Yunan etik terimi gibi, dilee'nin
olanaksız olan bir durumda, her iki taraf de belli başlı felsefe sorurılanndan biri
için de ussal ya da kabul edilebilir bir çö- olmazdan önce uzun ve karmaşık bir ta-
zümün aranmasına bağlı olarak yaşanan, rihi vardır. Önceleri işlenen günahın ce-
385 dil felsefesi
zasıru çekmek anlamındaki Jikt, Home- mak üzere mantıksallığa sıkı sıkıya bağlı
ros'tan bu yana toplum tarafından ko- olması, özne/nesne, dil/dünya, kuram/
nulmuş sırurlann dı'-'na çıkılması halinde deney türünden kavramsal aynmlar üs-
ödenmesi gereken bedel diye görülmüş tüne kurulu olarak işlemesi, özerk bir
tür. Aristokıatik sınıf bilincinin çöküşüy ben'i ya da kendini yine kendisi bilen
le birlikte ılikt toplumun tüm kabnanla- özgür bir özne alanı varsayması, düşün
nna yayılmış; herkes için istenen bir ni- cenin ya -da dilin dış gerçekliği birebir ta-
tcliğe bürünmüştür. Böylece ıliJılrıi.n sı sarlama yetisi taşıdığı inancı başta gel-
nırlan yazılı yasalarla (ıwmoi) çizilmiş; on- mektedir. Deleuze ile Guattari, dikey dü-
dan türetilen tli/eaiosyt1t terimi de "doğ şünce geleneğinin Plato:ı ile başladığını,
ruluk"; "adalet" anlamında kullarulagel- Aristoteles ile geliştiğini, modem felse-
ıniştir. Bundan böyle, ahlaklı bir insanın fedeyse Descartes, Kant ve Hegcl'de do-
vazgeçilmez niteliği "adaletli olmalr.''tan ruğuna ulaşuğını ileri sürmektedirler. Ki-
(ıli/UJioı), yazılı ya da yazılı olmayan yasa- mileyin "özdeşlik felsefesi" diye de ad-
ların sınırlarını gözetmekten geçmekte- landırdıklan bu düşünce geleneğinin kar-
dir. '-'sına, felsefe tarihinde Stoacılarla temel-
Felsefi bağlamda ıli/elrıin ilk kullanı leri atılan, Spinoza ile geliştirilen, Nietz-
mı, Anaksimandros'un günümüze kadar sche'de ise doruğuna ulaşan kimileyin
ulaşan bir fragmanında geçer. Platon'un "göçebe düşünce", kimileyin "aynm fel-
Dl'l../e/inde ıli/UJiosy11e bir erdem ola mk, sefesi", kimileyin de "yatay düşünce" a-
çok daha geniş ölçekli bir biçimde, polis dını venlikleri bir başka düşünme ola-
ya da kentdevleti bağlamında da tartışılır. nağını yerleştirmektedirler. Dikey düşün
Platon'a göre, 6lozofkrallar başta olmak cenin ötekisi olarak da değerlendirilen
üzere, toplumun tümünün adil olması yatay düşünce, bütünlüklü düşünme ye-
gereki.:. Böylelikle adalet enleminin iç- rine bölük pörçük düşünmeyi, kar,ıı çı
selleştiği bir toplum düzenine vanlacak- kılmaz sağlamlıkta savlar yerine savsözlü
tır (Devlıı, 369a; 433e; 443b). Stoacılar değinileri, usa dayalı temellendirmeleıc
için de Jiluıiosyt11 dört ana erdemden biri- karşı usdı'-1 öğeleri öne çıkaran bir dü-
dir. Aynca bkz. ana erdemler; adalet. şiinme tutumudur. Aynca bkz. ağaçbi
çimli dütünce.
dikey dütünce [İng. ııertiaıl llıo11ghı; Fr.
jJtllıei mtita/r,
Alm. lltl'lik4/er geıkılfkt] Bir- dil felsefesi [İng. phi/oSJıp~ of /mtgllllgt".
likte yazdıklan yapıtlarla adlanndan çok Fr. philDıophiı ıl11 lmtgage; Alm. sprothphilo-
r.öz ettiren çağdaş Fransız düşünürleri sophil) En genel anlamda, bir bütün ola-
Guattari ile Deleuze'ün, bütün bir Rab rak dilin kökenini, yapısını, özünü ve do-
Felsefesi'ne kök saldığını öngöroükleri ğasını, kapsamını ve içeriğini inceleyen;
düşünme kipinin özniteliğini anlatmak a- farklı diller arasındaki köken ve yapı ba-
macıyla geliştirdikleri anlamsal doğur kımından ortak özellikleri araşnran; bi-
ganlığı yüksek felsefe benzetmesi. De- lim dili, şiir dili, matematik dili, bilgisayar
leuze ile Guattari'nin dikey düşünce ta- dili, beden dili diye adlandırılan değişik
sanmlannın ardında, Batı felsefesi dü- söyleme olanaklarını çözümleyen; anla-
şüncesini hem "yukandan aşağıya" hem mın, anlamlı ifade ile anlamsız ifadeyi
de "aşağıdan yukanya" sımdüzenli bir birbirinden ayıranın ne(ler) olduğunu or-
biçimde bina edilmiş ağaçbiçimli bir dü- taya koyan; dildeki anlamın nasıl oluştu
şünce yapısı olarak görmeleri yatmakta- ğunu, anlamlann dilde nasıl dolaştığını,
dır. Dikey düşüncenin en belirgin özel- nasıl iletildiklerini, nasıl anlaşıldılr.lanııı
likleri arasıµda, birlikli, bütünlüklü, tu- betimleyen; kavramlar ile kavramsallaş
tarlı olmayı hep en ön planda tuunası, tırmalar, sözcükler ile nesneler, tümceler
özdeşlik ile nedensellik yasalan başta ol- ile olgu ya da olgu bağlamlan arasındaki
dil felsefesi 386
ilişkiye odaklanarak dil ile gerçeklik ara- olarak bağımsızlığını kazanması bir yana
sındaki ilişkinin nasıl kurulduğunu açık öteki felsefe dalları için de belirleyici bir
layan; dil yoluyla iletişimin nasıl ve hangi konuma yükselmesi, özellilde Wittgens-
koşullar alunda olanaklı olduğunu özel- tein'ın "önceki dönem" ile "sonraki dö-
lilde dilin simgeselliğine yoğunlaşarak be- nem" felsefelerinde sergilenen *dilrel dö-
timleyen; dilin sözdizimi, pragmatik (e- nemer aşamasıyla gerçekleşmiştir.
dimbilim / kullarumbilim), anlambilim, Çağdaş dil felsefesinin belki de üze-
göstergebilim, retorik gibi dil görüngü- rinde en çok durduğu konu, "anlam"
sünün kavranmasında belirleyici konum- görüngüsünü bütün yönleriyle açıklaya
da bulunan boyutlannı araşuran; dilin cak genel bir kuranun oluşturulması, en
insan yaşanundaki yerini ve önemini, azından kendi içinde tutarlı bir anlam
başta genel felsefe anlayışımıza ilişkin çözümlemesine varma arayışıdır. Bu ara-
içerimleri olmak üzere, bütün yönleriyle yış doğrultusunda felsefecilerin en genel
dizgeli bir biçimde ele alan felsefe dalı. anlamda üç ayrı tutum sergilCdikleri söy-
Dil felsefesi ilk bakışta X:X. yüzyılda lenebilir. Bunlardan ilki, dildeki tek tek
ortaya çıkmış oldukça yeni bir felsefe da- bütün anlam birimlerinin dünyadaki şey
lıynuş gibi görünmekle ' birlikte, henüz lere karşılık geldiğini, dildeki her sözcü-
felsefe dallan arasında bugünkü anlamda ğün bir şeye, her tümceninse belli bir ol-
bir bölünmenin söz konusu olmadığı gu bağlamına gönderme yaptığını savu-
Platon ile Aristoteles'e dek uzanan "ge- nan fiindergea anlam görüşüdür. Wittgen-
leneksel felsefe"nin hemen bütün filo- stein'ın Tra&ta/Hs Logiro·Phi/Qsopbims adlı
zofları, dili felsefi araşttrmanın es geçile- başyapıunda ortaya koyduğu "*resim ku-
mez, değme bir konusu olarak görmüş ranu"nın doruk noktasını oluşturduğu
lerdir. Nitekim dil üstüne düşünüşün ta- bu görüş doğrultusunda düşünmeyi sür-
rihi başta manuk tarihi olmak üzere bir dürmüş felsefeciler arasında B. Russell,
bütün olarak felsefe tarihinden ayrıla R. Carnap, W. Quine ile öğrencisi D.
maz. Bu temel gerçeğin en önemli kanın, Davidson'un adları öne çıkmaktadır. Söz
geleneksel felsefe yapma tarzında bilgi, konusu düşünürler, kimileyin "olgucu"
doğruluk, anlam, us gibi en önemli fel- felsefenin geçerliliğini kesirıleme kaygı
sefe kategorileri üzerine düşünmek ile sıyla, Wittgenstein'ın anlam için söyle-
bu kategorileri dil yoluyla ifade etmek diklerinden çok önemli noktalarda ayn-
arasında bir aynına gidilmemiş olması lan bir düşünce çizgisi izlemişlerdir. Bu
dır. Bu yüzden günümüzde çoğunluk dil düşünce çizgisinin en ayırt edici özelliği,
felsefesi başlığı altında yanıt aranan so- olguculuğun da temel sorunu, bir öner-
rulann önemli bir bölümü geçmişte me- meyi arılamlı kılan koşullann saptanma-
tafızik, bilgikuranu, varlıkbilgisi gibi te- sıdır. Kendilerine Wittgenstein'ın arılam
mel felsefe dallan alunda ele alınnuşlar ile doğruluk arasında kurduğu ilişkiyi te-
dır. Bundan da anlaşılacağı üzere, felsefe mel alan düşünürler, bir önermeyi an-
tarihinde dil ile zihin ya da dünya ile dil lamlı kılarun önermenin ilkece doğrula
arasındaki ilişkinin doğasına dair ortaya nabilir olması olduğunu savlayarak, an-
bir öğreti koymanuş felsefe okulu ya da lam sorununun gerçekte bir doğruluk
filozof yok gibidir. Bu tarihsel gerçeğe sorunu olduğu sonucuna varmışlardır.
karşın, günümüzdeki anlamıyla bağımsız Varılan sonucun en önemli içerimi, ana-
bir araştırma alanı olarak dil felsefesinin litik ile sentetik önermeler bir yanda,
temellerinin Haınann, Herder ve von normatif değerbiçici öbür yanda olmak
Humboldt tarafından XIX. yüzyılın ilk üzere, olgucu felsefenin çıkış noktalann-
yarısında auldığı dil felsefecileri arasında dan birini oluşturan olgu önermeleri ile
genellikle kabul edilen bir görüştür. An- değer yargısı bildiren önermeler arasın
cak dil felsefesinin özerk bir felsefe dalı daki '.lynnu sağlama alnuş olmasıdır.
387 dil felsefesi
ranmasına yönelik kesintisiz bir dil so- kemiğini oluşturan "anahtar'' kavram.
ruştumıalan sürecini başlatmaktır. Nit~ Dilin zamansşın ve değişmez bir çerçeve
kim Heidegger'in felsefesine getirdiği a- olarak sunulmasından insan yaşamında
çımlamalardan ötürü "Heideggcr'i köy- gerçekleşen değişimlere: göreli ve değiş
den kente indirme" payesi verilen Gada- ken bir dil tasanrnına kayan Wittgens-
mer, "Anlaşılabilecek biricik wrlık. dil- tein, sözcüklerin yalnızca nesneleri ad-
dir'' diyerek geleneksel felsefenin başsız landırdığı ve tümcelerin olgulara karşılık
sonsuz,. bengisel, saltık Varlık tasarımını geldiği görüşünün yetersizliğine: bağlı o-
dil içerisinde alaşağı etmiştir. Kuşkusuz larak "dil oyunu tasarısı"nı ortaya atmış
bu sonuç yine Wittgcnstein'ın "Dilimin tır. Dili kullanma ile oyun oynama ara-
sıruı:lan dünyamın sınırlandır" tümcesin- sında oldukça eğitici bulduğu bir ben-
de içerimlenen bir sonuçtur. Bu yeni fel- zerlik geliştiren Wittgcnstein, bu ben-
sefece duruşun en önemli etkisi, kıta fel- zerliği doğal diJJerin nasıl birbirlerine
sefesi ile çözümleyici felsefe arasındaki benzemediklerini ve doğal dili yöneten
dengenin kıta felsefesinden yana, özellik- kuraUarın kesin ve katı dizgeler olmadı
le de "yorumsaınacı", "varoluşçu", "gö- ğını göstermek için kuUanır.
rüngübilimsel" dil felsefesinin soruştur Bir "dil oyunu" dilin basit, ilkel bir
ma çc:rçc:veleri lehine bozulmuş olması biçimidir. Bir örneği, inşaatçılann yalnız
dır. ca dört sözcüğe -kalıp, sütun, levha ve
Dil felsefesi araştırmalannda öne çı kiriş- dayanan basit bir dili nasıl geliştir
kan bir başka ana doğnıltu başını Chom- dikleri Fe/sefeer S omıtıtmıaJarın başında
sky'nin çektiği "sözdizimci yaklaşım"dır. bulunabilir. Wittgen.~tein bu örnekleri
Bu yaklaşıma göre, kullanımcı anlam öğ dilimizdeki farklılıklara dikkat çekmek
retisi de, dilin temel amacının bildirişim için kuUanır. Sözgelimi inşaatçıların dil
olduğıınu savunan dilbilim kaynaklı bü- oyununda belirli şeylerin yerine geçen
tün görüşler de dil görüngüsünü açıkla sözcükler bizim dilimizde aynı şeylerin
mada yetersiz kalmaktadırlar. Chomsky yerine geçmemektedir. Wittgenstein bu
bu eksikliği gidermek için öncelikİe in- örnekleri dilin çeşitliliğini göstemıek için
sanın doğası gereği "sözdizimci" bir var- de kuUanır: dilsel uygulamalar sonsuz de-
lık olduğu gerçeğine parmak basar. Buna ğişik biçimde gelişirler.
bağlı olarak da dilin insan kavrayışına il- Wittgenstein'ın Felsefa« Somıt11'1llllkıl
kece açık bir özü varsa bunun sözdizi- da benimsediği yeni anlayışa göre, bir
minde gizli olarak bulunduğunu ileri sü- sözcüğün ne anlama geldiğinin bilinmesi
rer. Dilin özünün dilin sözdizimi oldu- o sözcüğün hangi koşullar a.lttnda nasıl
ğunu savunan bu yaklaşımın aşırı uçları kullanılacağının bilinmesidir. Wittgen~
dil felsefesinin araştırma alanını sözdizi- tein her biri ayn ayn yaşam biçimlerine
miyle sınırlamaktan yanadır. Aynca bkz. karşılık gelen bu koşullan "dil oyunları"
SauBSure, Ferdinand de; Wittgens- olarak adlandırmaktadır. Her dil oyunu-
tein, Ludwig; Heidegger, Martin; Ga- nun kendi ·iç kuraUan bulunmakta, bu
damer, Hana.-Georg; Habermaı, Jür- kurallar çerçevesinde "anlam" kurulmak-
gen; Apel, Karl-Otto; Auıtin, John tadır. Başka türlü söylendikte, bir şey an-
Langahaw; Searle,John; Chomsky, A. cak ait olduğu dil oyunu bağlamında yar-
Noam; Bakhtin, M. M.; anlam. gılanmalı ve anlamlandırılmalıdır. Witt-
gc:nstcin'a göre, felsefe tarihine mal ol-
dil oyunu ~ng. lmıgı11,ıge-game-, Fr. jt tl11 muş birçok sorun bir dil oyununa ait di-
longage-, Alm. spradıspiel J Wittgenstein 'ın legetirmenin başka bir dil oyununun ku-
son dönem felsefesinde, Philosophital In- rallarına bağlı kalınarak yargılanmasın
111sligtttionlta (Felsefece Soruştumıalar, dan kaynaklanmaktadır.
1953) ortaya konulan dil anlayışının bel- Her ne kadar "erken" ve "geç" Witt-
389 dilegetirilebilirlik ilkesi
biçimde dile getirmemizi sağlayacak ka- ıophit 1111d philoıophiuht Kritik, 100: 25-50).
dar zengin değilse, en azından ilkece, o adlı yazısını leırılma 110/elan olarak kabul
dili zenginleştirme olanağı vardır. Dille- ettiği, felsefede -özellikle dünyayı ve dü-
rin söz dağarları, dizimsel olanakları sı şünceyi anlamada- dilin merkeze alın
nırlıdır ama onları bu bakımlardan zen- maya başlandığı dönüm noktası. Witt-
ginleştirmenin ilkece hiçbir sının yoktur. gcnstein'ın kitabının düşüncenin sınırla
Ancak bu ilke, dinleyen kişi üzerinde rının dilin sınırlan olduğunu ilan etmesi-
yaratmak istediğimiz her etkiyi, örneğin nin Frege'nin "bağlam ilkesi"ne oranla
istediğimiz yazınsal ya da şiirsel etkileri, çok daha güçlü bir sav içermesi asıl dö-
duyguh.rıımları, inançları vb. yaratacak nüşün Wittgenstein'la başladığını tanıtlar
bir anlatım ya da anlatım biçimi bulma- niteliktedir. Aynca bkz. dil felsefesi;
nın, yoksa uydurmanın olanaklı olduğu dilci felsefe; Wittgenstein, Ludwig;
nu söylemez. Konıişarun dinleyen üze- Frege, Gottlob:
rinde yaratmak istediği etkiler, ona an-
latmaya çalışuklarıyla karıştınlmamalıdır. Dilthey, Wilhelrn (1833-1911) Gerek
Aynca, bu ilke, söylenen her şeyin karşı yorumbilgisine gerekse insan bilimleri-
tarafça anlaşılacağını da söylemez. Çün- nin yöntembilgisinc önemli katkılarıyla
kü bunu ileri sürmek, aslında, mantıkça tanınan Alman fılozof. İnsanı değişken
olanaksız dillerin var ola bileceğini kabul liği ve devingenliğiyle ele alıp tarihsel
etmek olur. olumsallığını gözeterek kavrayan kendi-
ne özgü bir yaşam felsefesi ortaya koy-
dillendinne edimi ~ng. phati& ad; Fr. masının yarusıra, yazın incelemelerine ve
tide phalİIJur,
Alrn. phaıisrhtr aA:~ bkz. dUnyagörüşü (Weltmısroa1111t1m kuramına
düzsöz edimi. da katkı yapmış olan Dilthey'ın başlıca
tasarısı, Kant'ın Salt Alel111 Elqtirislnde
dilsel çözümleme ~ng. li1111'İllİr ana!Jıir, doğa bilimleri için yaptığına benzer bi-
Fr. a11a!Jse li1111'iıtiq11r, Alm. spr"':hana!Jıe] çimde, insan bilimleri için zorunlu gör-
Dilin felsefede yarattığı anlam karışıklık düğü tarihsel bilginin koşııllannı belirle-
larını ve bularuklıklarını gidermek için mektir. Başka bir deyişle, Dilthey tüm
başvurulan, daha çok çözümleyici felse- bir yapıtıyla "Tarihsel Aklın Eleştirisi"ni
fecilerce kııllarulan bir yöntem. Dilsel yazıya dökmeye çalışmıştır denebilir.
çözümleme bir mantıkçı atomcu için Dilthey, Reform Kilisesi'ne bağlı bir
mantıkça kusurlu olan dilsel ifadeleri ku- ilahiyatçının oğlu olarak dünyaya geldi.
sursuz olan mantık dilini kııllanarak a- Hcidelbefg'de tannbilirn, Berlin'de daha
yıklama işiyken, bir gündelik dil felsefe- çok tarih ve felsefe çalıştı. Berlin'de bir
cisi için karanlık ve ağdalı ifadelerdeki yandan felsefeci Trendelenburg'un bir
anlama zorluklannı gündelik dilin berrak yandan da tarihçi Ranke'nin derslerine
kullanınu ışığında aydınlatma işidir. Ay- katıldı: l 866'da Basel Ü niversitesi'nde
nca bkz. çözümleme; çözümleyici fel- profesörlüğe atandı; daha sonra sırasıyla
sefe; mantıkçı atomculuk; gündelik 1868'de Kici, 1871 'de Breslau üniversi-
dil felsefesl telerine geçti. 1882'de Bedin Üniversite-
si'nde daha önce Hegel'in ders verdiği
dilsel dönemeç ~ng. li1111'İJIİ& hmr, Fr. kürsüye atandı ve 1905'e kadar burada
lounıa11t ingllİllİlplr, Alrn. lingllİllİuht a'tll- çalıştı.
Jt) Kimilerinin Ludwig Wittgcnstcin 'ın Dilthey'ınyorumbilgisi konusundaki
Trarlallls Logiro-Philoıophimlunu (1922) ki- düşünceleri yorumbilgisi tarihinin en ö-
milerinin de Gottlob Frege'nin "Über nemli uğraklarından birini oluşturur. Dil-
Sinn und Bedcitung" C'Anlam ve Gön- they tannbilim yönelimli· bir yorumbil-
derim Üzerine", 1892, Ztitırorift far Philo- gisini izlemek yerine, "toplum ya da tin
391 Dilthey, Wilhelm
bilimlerinin doğ:ı bilimlerinden hangi ba- şamın örgütlü ve anlamlı hale gelme sü-
lamlardan ayrıldıkları" sorusuna yanıt a- recini kendi yaşantısından bilmesini, ya-
ramış ve en önemli katkısı da tin bilimle- şamı içeriden anlamasını olanaklı kılar.
rinin ya da insan bilimlerinin (GeiJleS111İJ Hiç kuşku yok ki her filozof, gerek
sn11Çhaffm) yöntembilgisi alanında olmuş kendini gerekse genel olarak yaşamı dii-
tur. Ruhbilim, insanbilim, tarih, ekono- zcnlemek ve anlamlandırmak için kate-
mi, filoloji (örübilim), yazın incelemesi, goriler kullanır. Dilthcy'ın yaşamı anla-
karşılaştınnalı din, hukuk gibi tin bilim- mak için zorunlu gördüğü kategoriler,
lerinin ortak konusu insan, insanın yap- Kant'ın fiziksel gerçekliği algılamak için
tıklan ve yaratılandır. Dilthey'ın tin bi- zorunlu gördüğü kategorilere benzer.
limlerinin yöntcmbilgisine ilişkin görüş Fakat ona göre yaşam kategorileri apriori
leri onun yaşam fclscfcsi ile yakından değil, deneyimden yapılmiş gencllemclcr,
bağlantılıdır. olaylan bir tür ilişki olarak yorumlama
Dilthcy'a göre yaşam sadece biyolojik tarzlandır. Bu kategoriler bizzat yaşamın
bir olgu değil, insanların umutlanyla, doğasında vardır. Dilthey bunlar arasın
korkulanyla, düşünceleriyle, eylemleriyle, da "içsel-dışsal", "giiç",' "bütün-parça",
k:urumlarıylıı, yasalarıyla, dinleriyle, sa- "araç-amaç", "gelişme", "değer", "an-
natlarıyla, edebiyatıyla, bilimiyle, felsefe- lam" kategorilerini sayar. Ona göre, sim-
siyle yaşanan insan yaşamıdır. Bu neden- gcselleştirmcnin temelinde yatan "içsel-
le, felsefenin asıl konusu bu anlamda in- dışsal" (zihinsel içerikler-fiziksel dışavu
san yaşamı olmalıdır. Dilthey yaşamın rumlar) kategorisi ya da ilkesiyle, örneğin
dışında ve ötesinde duran, yaşamın gö- gözlenebilir bir jesti bir ruhbilimscl ya-
rüngüsü olduğu düşünülen Kant'ın ken- şantının dışavurumu olarak deneyimle-
dinde-şeyleri ya da Platon'un idealan gi- riz. Fizik dünyayı anlamada nedensellik
bi aşkın varlıklan yadsır. Ona göre ya- ilkesinin gördüğü işi yaşam dünyasında
şam sonu! gerçekliktir; onun ötesine gi- gören "giiç" kategorisi aracılığıyla hem
demeyiz. Kişisel deneyimin dışında, dü- kendimizin diğer nesne ve insanlar üze-
şünüp kurgulayarak bulunabilecek mut- rindeki etkilerini, hem de onların bizim
lak bir başlangıç noktası da yoktur. Ya- üzerimizdeki etkilerini deneyimleriz. Şim
şamla ilgili bütün yorumlar, değerlendir diyi deneyimlememizi sağlayan "değer",
meler ve ilkeler belirli bir yerde ve za- geleceği öngörmemizi sağlayan "amaç"
manda yaşayan öznelere görecedir.Dene- ve geçmişi geri getirmemizi sağlayan
yimlenen yaşam duyumlar ve izlenimler- "anlam" kategorilerinin Dilthey'ın şema
le sınırh, dar kafalı bir biçimde algılanan sında özel bir önemi vardır. Dilthcy'a
yaşam değil, bütün zenginliği ve çeşitli göre, bu kategorileri ya da düzenleyici il-
liği içinde yaşamdır. Müzik ve şiir din- keleri giindclik yaşamda kullandığımızın
leme, dinsel huşu, yurtseverlik coşkusu, genellikle bilincinde değilizdir. Oysa ki
estetik doyum da birer "yaşantı''dır (Er- bu kategorileri kullanarak yaşamı bilinçli
lebniJ). ve planlı olarak düzenler, yorumlanz.
Dilthey'a göre, yaşam birbirinden ko- Dinler, söylcnler, atasözleri, sanat ve e-
puk bir olgular yığını değildir. O her yer- debiyat yapıdan böyle yorumlardır. Ah-
de örgütlenmiş, yorumlanmış, dolayısıyla lak ve hukuk ilkeleri bizim değerlendir
anlamlı olarak karşımıza çıkar. Filozof, melerimizin ve amaçlarımızın bclirtlk di-
insanların kendi dünyalarına vermiş ol- legetirilişleridir.
duklan anlarnlardan yola çıkmalıdır. Kuş Konusu insan, insanın eylemleri ve
kusuz filozofun kendisi de yaşamın bir yaratılan olan tin bilimleri için, Kant'ın
parçasıdır ve onun dışına çıkamaz. Fakat doğ:ı bilimleri için Salt Aklıt1 Ekşlirisı'
filozofun bu durumu bir eksiklik değil, nde yaptığına benzer biçimde bir tarihsel
tersine bir zenginliktir; bu durumu ya- aklın eleştirisini yazmak Dilthey'ın başlı-
Dilthey, Wilhelm 392
cıı amacı olmuştur. Dilthey'a göre, doğa görüııgU!erden geçmişte meydana gelmiş
bilimleri ile tin bilimlerinin ayrıldığı nok- olaylara dek insan yaşamında ilkece anla-
talardan ilki, birincisinin dış dünyaya iliş maya açık anlamlı ne varsa toplum bi-
kin dışsal deneyimle ilgilenmesi, buna limsel anlamanın konusu olduğu sapta-
karşı ikincisinin içsel deneyime dayan- masında bulunmaktadır.
masıdır (Kuşkusuz, dışsal deneyimin ko- Dilthey'ın bilgikuramında, insanların
nusu olan bir nesne -örneğin bir hey- yaşanu anlamlı olarak deneyimlediğ~ bu
kel- hakkında içsel deneyim de olanaklı :mlanu dışavurma eğiliminde olduğu ve
dır. Dışsal deneyim heykelin fiziksel ö- bu ifade biçiminin anlaşılabileceği varsa-
zellikleri, içsel deneyim heykel karşısında yılır. Anlama, yaşanun gövdelenmesinin,
gösterdiğimiz tepki hakkındadır. Yaşa insan deneyiminin ve etkinliklerinin dış
nan deneyim bunlann her ikisini de içe- sal ifadelerinin / anlatımlarının / dışavu
rir). ikinci belirgin fark, doğa bilimleri rumlarının yorumlanmasıdır. Başka .bir
doğayı açıklamayı -dışsal deneyimin ayn deyişle, anlama sözcük ya da mimik ara-
ayn zihinsel temsillerini varsayıma dayalı cılığıyla verilen herhangi bir ifadede a-
genellemeler araalığıyla birbirine bağla çığa vurulan fikir, duygu, niyet, amaç
mayı- amaçlarken, tin bilimleri yaşamın gibi bir zihin içeriğinin kavranmasıdır.
yaşanan deneyimde verilen tipik yapıla Bu bağlamda Dithey'a göre iki tür an-
nnı açık bir biçimde birleştirmeyi hedef- lama bulunmaktadır: Bunlardan ilki, bir
ler. Doğa bilimleri gittikçe daha kapsam- söz, bir eylem ya da bir korkunun dışa
lı genellemeler ortaya koymaya çalışır. vurumu bir yüz anlatımı gibi en yalın an-
Buna karşı tin bilimleri ise hem bireysel latımların anlaşılmasıdır. Anlatımın ken-
olanı hem de evrensel olanı anlamaya e- disi ile anlatım deneyiminin kendisi ara-
şit ölçüde önem verir, çünkü bireyleri- sında kesirıliK!e bir ayrılık söz konusu
çinde yaşadıkları toplumsal ve kültürel olmadığından, bu ilk anlama türünde an-
dizgelerin arakesitinde yer alır. lama hiçbir çıkanma ya da dolayıma ge-
Dilthey'a göre, yaşam dünyası hem rek duyulmadan dolaysız ve doğrudan
genel yasalar formüle etmeye çalışan bir biçimde gerçekleşmektedir. Bu tür
dizgeli çalışmaların, hem de tekil olayla- bir anlama "Ben ile Sen için ortak olan'"
nn zamansal olarak art arda gelişiyle il- bir aracıyı, yani anlattın ile anlamanın
gilenen tarihin konusu olabilir. Bütün tin gerçekleştiği "nesnel bir tin"i, ortaklaşa
bilimleri yorumlayıadır ve karşılıklı ola- bir dil ile kültürü daha baştan varsay-
rak biıbirine bağlıdır. Tin (ya da insan) maktadır. Öte yanda ikinci anlama tü-
bilimleri konusunu incelerken her türlü ründe, ya~anun belli bir yönü ya da bü-
yöntemi (gözlem, sınıflama, istatistik, yük bir sanat yapıtı gibi hep alabildiğine
tümdengelim, tümevanm vb.) kullanabi- karmaşık bütünlere yönelmiş "daha üst
lir. Fakat, bu bilimleri doğa bilimlerin- anlama biçimleri" bulunmaktadır. Bir bü-
den ayrı kılan başlıca özellik, "anlama" tünün belli bir parçasının taşıdığı anlam
yöntemini kullanmasıdır. Anlama işinde (Bede11ı1111!) temel anlama yoluyla kavra-
tarih ve dizgeli bilimler birbirine yardım ruıken, buna karşı parçalarının düzenli
a olur. Son çözümlemede, doğa bilim- bir biçimde birlikteliğinden kaynaklanan
leri açıklama yapmaya (Er/eliimı) çalışır bütünün anlamı (Sinıı) daha yüksek bir
ken, toplum bilimlerinin özünde anlama anlama etkinliğiyle kavranabilmektedir.
(Vmtehm) doğrultusunda yapılandıklan Dilthey bu noktada, temel anlama yo-
nı öne süren Dilthey, toplum bilimleri- luyla kavrama çabasının başarısızlığa uğ
nin anlamaya ;:alıştığı şeylerin yalnız ya- ramasının, yüksek. düzey anlamaya ge-
zılı ya da sözlü metinlerle sınırlandınla çilmesi için çoğu durumda özendirici,
mayacağını, mimiklerden eylemlere, sa- hatta kışkıruo bir değer taşıdığını be-
nat yapıtlarından kurumlara, toplumsal lirtmektedir. Sözgelimi, bir kişinin eyle-
393 Dilthey, Wilhelm
mini doğrudan, hiçbir düşünüm ya da altında kendimi yüksek düzey bir anla-
çıkarım etkinliğine gitmeden anlayamı mayla kavramaya başlamam, aslında ken-
yorsam, eylemini anlayamadığım kişinin di bireyselliğim ile beni ötekilerden ayrı
kültürünü ya da bir bütün olarak yaşa kılanın ne olduğu üzerine düşünmeye
mını araştırmak durumundayımdır. Aynı doğru yöneldiğimi göstermektedir. 1890'
biçimde, kitabın belli bir tümcesinin tam !arda ruhbilimi toplum bilimlerinin te-
olarak ne anlama geldiğini sökemiyor- meli olarak görmeye başlayan Dilthey'ın,
sam, yapmam gereken bütün bir kitabı ilerleyen yıllarla birlikte ı:uhbilimin ye-
yeni baştan okuyup yorumlamaktır. Pek rine bütünüyle yorumbilgisini geçirerek
çok durumda karşılaşıldığı üzere genel- düşündüğü gözlenmektedir. Bu bağlam
likle temel anlama başarısız olmaya yaz- da toplum bilimlerinin gerçek anlamda
gılıdır, çünkü sözü eden kişi yani metnin araştırması gerekenin ne tin ne bireyin
yazan ya .da anlamaya konu eylemler ile ruhbilimsel yaşantısı ne de kişiye özel
yüz anlatımlan öylesine olağandışıdırlar dünyalar olduğunu söyleyerek, asıl yo-
ki, bunlann nesnel tinin olağan ölçütleri- ğunlaşılması gereken alanın "herkesçe
nin kullanılmasıyla ortakgörü doğrultu paylaşılan ortak kültür dünyası" olduğu
sunda anlaşılmaları olanaksızdır. Dilthey, nun altını özellikle çizmektedir. Örneğin,
böyle bir durumda kalınmasının, yazarın bir oyunun anlamının yazannın ruhsal
söylediğini ya da bir kişinin yaptığını yaşantısından bütünüyle bağımsız oldu-
anlamanın doğrudan o kişilerin bireysel- ğunu savunan Dilthey, bir yapıt her ne
liklerine giderek anlamayı zorunlu kıldı kadar haz, aa, beğeni gibi binakım kişi
ğını söylemektedir. Dolayısıyla yüksek dü- sel duygulara yer veriyor gibi görünse de,
zey anlama, yalnızca gündelik yaşamın o- bu yaşantıların yazarın öznel yaşantıları
lağan anlam çerçevesine otunulabilen ge- olmaktan çok "idcalize edilmiş bir ki-
nel bir anlama yaklaşımından değil, ço- şi"nin ağzından dillendirilmiş bütün in-
ğunluk bireylerin dünyalarının kimi ola- sanların yaşadıkları olduğunu ileri sür-
ğandışılıklan ile inceliklerinin de anlaşıl mektedir. Dolayısıyla, ruhbilimsel yaşan
masından geçmektedir. Dilthey, bu söy- tı, bu kişinin kendi yaşantısı dahi olsa,
lediklerinin kişinin kendisini anlaması i- ancak dışavurumlarıyla yani dile dökül-
çin de aynen geçerli olduğunu dile ge- müş anlatımlarının yorumlanmasıyla bi-
tirmektedir. Örneğin, temel anlama ara- linebilirdir. Dilthey tam bu noktada "İn
cılığıyla acıktığımı, kıskandığımı ya da acı san kendisini içgözlemle değil ancak ta-
çektiğimi doğrudan anlayabilirim, oysa rih içinde, geçmişiyle bilebilir" demekte-
"yüksek'' anlamayla kendime, yaşamıma, dir. Tarihin yorumlanması ise asla tek bir
geçmişime ilişkin daha önce anlamadı reçeteye indirgenemeyecek derecede çok
ğımdan farkına varamamış olduğum yeni yönlü bir araştırmayı gerektirdiği gibi, ta-
anlamalara, yeni anlamlara, yeni farkın rihin yorumlanmış olması da tek. başına
dalıklara varabilirim. Dilthey'ın söylediği insan doğasını anlamak için yeterli değil
gibi, kendimi anlamaya çalışırken temel dir. Anlamanın tarihselliği çeşitli insan o-
anlamanın yetersiz kalışı kendime yüksek lanaklarını ortaya sererken, çok çok şim
anlama düzeyinden bakmama olanak ta- dinin kısıtlamalarından kurtulup özgür-
nımaktadır. Sözgelimi, "Nasıl böyle bir- leşmeye olanak .tanımaktadır. Dilthey'ın
şeyi kıskanabilirim?", "Bunu nasıl oldu savunduğu ijzere, yoı:umbilgisi her du-
da yaptım?'', "Neden aa çekiyorum o rumda tarihsel yönelimli bir araştırma o-
zaman?" gibi sorular temel anlamanın larak, insan yaşamına ilişkin farkındalığı
yetersiz kaldığı durumlarda, kişinin yük- mızı hep belli bir tarihsel ardalandan ya
sek anlamaya geçmesini olanaklı kılan ti- da bağlamdan kendi içinde tutarlı bir bi~
pik kendini anlamaya geçiş amaçlı soru- çimde türetmek durumundadır.
lardır. Dilthey'a göre, bu soruların ışığı Öte yanda Dilthey'a göre, insanlarda
din felııefesi 394
dinsel inanan ana öğderi olan varoluş, dır. Tanrıbilim de tıpkı din fdsefesi gibi
zorunluluk, yazgı, yaratma, vahiy, dogma Tanrı'nın varlığını, Tann'nın evrenle, ev-
(ınak), boşinan, günah, suç ile ceza, ada- rendeki varlıklarla ilişkisini aydınlatmaya
let, iyi ile kötü gibi inanç kavramlanrun çalışmasına karşın, bunu yaparken doğ
anlamlarını açımlayan; çeşitli dinlerin rudan dinsel inanca dayanmaya, dinsel i-
kendilerine özgü Tanrı tasanmlan yanın nanan sınırlan içinde kalarak bunu yap-
da "ruhun ölümsüzlüğü", "öbür dünya", maya ayn bir özen gösterir. Sözgelimi
"cennet ile cehennem" gibi ana öğretile tannbilim, tarıntanımazlara karşı Tarın'
rini felsefi bir gözle çözümleyen, değer nın varlığını kanıtlamaya çalışırken, Kut-
lendiren, birbiriyle ilintilendiren; özellik- sal Kitap'ta söylenenlere, peygamberin
le tannbilim alanında Tann'nın varlığını iletilerine; din bilginlerinin Kutsal Kitap
tanıtlamak ya da çürütmek amacıyla or- yorumlarına uymamazlık edemez. Bu
taya atılmış uslamlamalan irdeleyen; din- yüzden tannbilim ne denli kaçınmaya ça-
lerin dünya yaşamına ilişkin koydukları lışırsa çalışsın dinin konu olduğu inakla-
yaptırımları, kısıtlamaları ve kuralları top- nn pek çoğunu kendi bünyesinde taşı
lum, devlet, hukuk, siyaset alanlarındaki madan edemez. Nitekim tanrıbilimin baş
izdüşümlerine yoğunlaşarak tartışan; din lıca amaa, din olgusu ile dinin en temel
ile bilim arasındaki ayrımı belirginleşti öğretilerini temelle-ndinnek yoluyla, bir
ren, din ile felsefe arasındaki ilişkiyi ör- yandan inananların inançlarını sağlam
tüştükleri ya da ayrıldıkları noktalar doğ laştırmayı gözetirken bir yandan da i-
rultusunda açıklığa kavuşturan; fdsefe nançsızları inanca çekmektir. Bir başka
üzerindeki içerimleri başta olmak üzere deyişle tannbilim gerek dini gerekse din-
din olgusunu bütün yönleriyle dizgeli bir sel inançları hep olurlamaya çalıştığın
biçimde ele alan felsefe dalı. dan, dinsel yargıları asla sorgulamaya kal-
Din felsefesi, pek çok din düşünürü kışmaz. Oysa din felsefesi kendi içinde
ile din felsefecisinin üzerinde anlaştığı ü- özerk bir felsefe alanı olarak ussal eleşti
zere, en az felsefenin kendisi kadar, hat- riyi asla elden bıra kınadığı gibi, gerekti-
ta ondan bile eski bir düşünme alanıdır. ğinde dinin en temel in?Jclannı bile kuş
Bu uzun tarihe bakınca, XX. yüzyıla ge- kucu eleştiri süzgecinden geçirmekte bir
linene değin Batı felsefesi tarihinin ö- an bile duraksamaz. Din felsefesi, dinin
zünde Yahudilik, Hıristiyanlık, Müslü- temel ilke ve inançlarını eleştird bir tu-
manlık gibi tektannlı dinler başta olmak tumla ussal çözümlemeden geçirirken ne
üzere, Hint dini, Buddhaalık, Taoculuk dini güçlendirmek gibi bir derdi vardır
gibi çeşitli din geleneklerinin öğretilerini, ne de dini zayıflatmak gibi bir derdi.
dünya görüşlerini, insan tasanmlannı a- Saltık bir varlık olarak Tarın'nın var-
çıklama uğraşına sıkı sıkıya kenetlendiği lığı konusunun din felsefesi için can alıcı
görülmektedir. Daha açık söylenecek o- bir önemi vardır. Nitekim bütün bir or-
lursa, dinsel araştırma ile felsefi araş taçağ boyunca filozoflar, Tarın'nın varlı
tırma birbirleriyle öylesine iç içe geç- ğını tanıtlamaya yönelik büyük bir arayış
mişlerdir ki aralarında çok keskin ay- içinde olmuşlardll. Tarırı'nın varlığını us
rımlara gitmek son derece güçtür. Dinsel yoluyla tanıtlamak amaayla geliştirilen
araştırma ile bu yakın bağına karşın, us- uslamlarnalardan felsefi bakımdan üçü-
sal bir felsefe dalı olarak din felsefesini, nün ötekiler arasında ayn bir önemi var-
inanç ile iman boyutlarının oldukça öne dır.. Felsefe tarihinde bilinen adlarıyla bu
çıktığı bir öğreti olarak dinden ayn tut- uslarnlamalar şunlardır: (i) "varlıkbilgisel
mak gerekir. Bu bağlamda din felsefesi, uslamlama"; (ıi) "evrenbilgisel uslamla-
kendisine doğrudan din ile Tanrı konu- ma"; (ıiı) "düzen uslamlaması". Varlık
larını ussal bir yolla kavramayı amaç e- bilgisti uılamiama Tanrı kavramının Tanrı'
dinmiş tannbilim ile de kanştınlmamalı- nın varlığını kanıtlamak. için bir başka
dinamizm 396
şeye gerek duymadan tek başına yeterli sinin ancak eğretilemeli bir dil, eğretile
olduğu düşüncesi üzerine temellendirilir. melere dayalı bir kavrayış oluşturmak
Buna göre Tanrı kavramı kendi içinde bakımından bir değeri olduğu, birer eğ
zorunlu olarak varolma yüklemini içer- retileme olmanın ötesinde bu gibi terim-
mektedir. Evmıbilgistl 111/a111/a111a "her şe lerin kendilerine en son (nillai) bir anlam
yin bir nedeni vardıı" düşüncesi uya- yüklemenin son derece büyük yanlışlar
rınca kurulan nedensellik ilişkisi zinciri- doğuracağı görüşünde yatar. Aynca bkz.
nin sonsuza dek geri götürülmesinin ola- tannbilim; İslim felsefesi; Yahudi
naksız olduğu düşüncesi üzerine temel-· felsefesi; Hint felsefesi; BuddhaciJık;
lendirilir. Buna göre nedensellik zinciri- Taoctduk; Brahmancılık; Mani dini;
nin bir yerde durdurulması için, kendi- Zerdüftçülük.
sine bir başka şeyin neden olmadığı,
kendi kendisinin nedeni olan, her şeyin dinamizm bkz. devimselcilik.
kendisinden çıkuğı bir "ilk neden" ol-
ması zorunludur. DiiZ!fl uslamlaması ev- Ding an sich (Alm.) Bilen, kavrayan bir
rende kurulu bulunduğu düşünülen eş özneden bağımsız olarak yalnızca kendi
siz, eksiksiz, yetkin düzen düşüncesi ü- için, kendinde varolan şey, "kendinde
zerine temellendirilir. Buna göre evrende şey" anlamında kullarulan bu terim gö-
böylesine yetkin bir düzen varsa, bu dü- rünüşten bağımsız, asıl, gerçek varlığa
zen ancak yetkin bir düzen vericinin karşılık gelmektedir. Felsefe diline Kant'
elinden çıkmışur. Tanrı'run varlığını ta- ın armağanı olan terimin kökenleri Kant
nıtlamaya yönelik bu uslamlamalar din felsefesindeki görünümlerin alunda ger-
felsefesi tarihinde ötekilere oranla en çek bir varlığın bulunduğu tasarımına
çok ses getirenleri olmakla birlikte, özel- dayanmaktadır. Bu bakımdan aşkın, bili-
likle xvııı. yüzyıldan başlayarak pek nemeyen, özneden bağımsız, görüngü-
çok düşünürün gözünde taşıdıklan ilk nün tersi olan varlık biçimidir. Aynca
etkiyi ve değeri yitirmişlerdir. bkz. kendinde şey; noumenon.
Tann'run varlığı sorunuyla doğrudan
ilintili olan din felsefesinin bir başka ana dingincilik (sekincilik) ~ng. qHielism;
sorunu da din ile dinsel inanca kaynaklık Fr. qılittis111r, Alm. qHietimt11r, es. t. 111ez.heb-
eden Tanrı'nın herhangi bir niteleç ("sı i siikü11] İnsanın arzu. ve isteklerinden
fat") yoluyla nitelenip nitelenemeyeceği annarak tam bir -ruh dinginliği içinde
sorusudur. "Her şeyi bilmeye yetili", kendini Tanrı'nın mutlak iradesine bı
"her şeyi yaratmaya yetili", "saluk an- rakması anlayışı. Tann'ya ulaşabilmenin
lamda iyi" gibi birtakım niteleçlerle Tan- yolunu bu dünyayla ilgili her şeyi bırak
n'nın kendisi kavmnabilir mi? Bu soru makta ve kendi içine dönerek dinginlijte
bağlamında önemli bir düşünsel konum ulaşmakta gören bu anlayışa göre, dün-
olamk karşımıza çıkan "*olumsuzlamacı yevi işlerle ilgilenmek insanı sürekli bir
tannbilim", Tanrı'nın kavranmasının an- eylem içinde olmaya zorlayarak onun
cak ve ancak bildik terimlerle Tann'yı Tanrı'dan uzaklaşmasına yol açacakur.
kavrama arayışını bırakmakla olanaklı ol- Eyletnsizlikse insanın ruhun kaynağında
duğunu savunmaktadır. Bir başka deyişle, ki tanrısal ilkeye geri dönmesini sağlaya
Tann'nın ne olduğunu söylemeye çalış cakur. Dingincilik, çoğunlukla XVII. yüz-
mak yerine, Tann'nın ne olmadığını be- yılda yaşamış Katolik rahip Molinos'un
timlemeye çalışmanın Tann'yı kavrama- öğretisine göndetme yapmakla birlikte,
nın olanaklı tek yolu olduğu dile getiril- ıasavvuf öğretisi içinde "sekincilik" adıy
mektedir. Tann'ya us yoluyla yaklaşmaya la İslam felsefesinde de yerini almışur.
yönelik ortaya konan önemli bir öneri de
Taan'nın bildik terimlerle betimlenme- Diogenes [Sinoplu] (M.Ô. ykl. 412/
397 Diogenes [Sinoplu J
ğa kalkıp yürüyen hep aynı kişidir: "Si- haksızlık olacakur. Her filozofun yaşamı
noplu Diogencs". (bios) ile öğretisi
('4f!Js) arasında içsel bir
Her ne kadar Diogenes'in hiçbir ya- bağ, bir ilişki olduğunu, dahası olması
pıu gÜnümüze ulaşmamışsa da, Diogc- gerektiğini savunan bir düşünce iklimin-
ncs Lacrtios ve diğer kaynaklara dayanı den, Esiri Yunan kültüründen, yaşamöy
larak, felsefesini yansıtan çeşitli diyalog küsü ile öğretiyi harmanlayan bir felsefe
ve oyunlar, tragedyalar yazdığı sanılmak tarihi çıkması doğal bir sonuçtur.
ta; Deıı/eı adlı bir yapıu bulunduğu öne Diogenes Laertios'un on kitaba ayır
sürülmektedir. Tüm değerleri yoksayan dığı Tan1111111Ş Fi!IJzojlann YOfaınlan, Öğre
bir ahlaktanımazcı olarak adı çıkmışsa da tileri ve Deyişleri ÜZ!fine adlı yapıtın ele al-
Diogcnes'in felsefece önemi doğayla ba- dığı. filozoflar,okullar ve akımlar şunlar
nşık bir yaşama sanan olarak ahlak anla- dır: [Kitap I] Thales de dahil ilk bilgeler,
yışım temellendirmeye girişmiş olmasın yedi eski bilge; (Kitap il) Milet ya da
da yatar. Ayrıca bkz. Kinikler Okulu; İyonya Okulu (Anaksimandros, Anaksi-
çilecilik. menes, Anaksagoras), Sokrates ile Sok-
rate~çi okullar; [Kil~p 111] PLıwn; [Kitap
Diogenes Lacrtios [Laertcli Dioge- IV] Platon'un Akademia'daki ardılları;
nes J (M.S. ykl. 11. yüzyılın sonu ile III. (Kitap V] Aristoteles ile onun Lykeion'
yüzyılın başı) İlkçağ Yunan felsefesinin daki ardılları; [Kitap VIJ Antisthenes,
tarihini aktarıp soykütüğünü çıkaran Ta- Diogenes (Sinoplu) ve diğer Kinik filo-
t/ttlflllf Fi'4zojların YOfamlan, Öğretileri '" zoflar; [Kitap VIIJ Kıbrıslı Zcnon ile
Deyişleri ÜZ!fine (Peri bion dogmaton kai Stoacı filozoflar; (Kitap VIIIJ Pythago-
apophthegmaton ton en philosophia eu- ras, Pythagorasçılar ve Empedokles; [Ki-
dokimesanton) başlıklı yapıuyla bilinen tap IX] Herakleitos, Elealılardan Parm~
Eski Yunanlı yazar, yaşamöykücü ve fel- nidcs, atomculardan Demokritos vd. (bu
sefe tarihçisi bölümün özelliği diğer bölümlerde atlan-
M.S. 111 yüzyıla dek Yunan felsefesi- mış filozofların kimilerini dağınık bir bi-
nin önde gelen fılozoflarırun yaşamlannı çimde banndırmasıdır); [Kitap X] Epi-
ve yapıtlarını serimleyen Diogencs Lacr- kuros ve öğretisi.
tios'un kendi yaşamı ve öğretisi üzerine · Diogenes Laertios'un yapıunın güve-
dimizde hemen hiçbir bilgi yoktur. Yal- nilirliği ve kaynaklarının niteliği kimi dü-
nızca hiçbir felsefe okulunun üyesi ol- şünürler ile Antik Fdsefe taril1yazımıyla
madığı ve yapıanın X. Kitap'ını tümüyle uğraşanların kimileri tarnfınclan tart.ışına
ayırdığı Epikuros 'un öğretisine yakınlık konusu edilmişse de bazı ilkçağ Yunan
duyduğu söylenmektedir. Diogenes La- filozofları üzerine bizi oldukça bilgilen-
ertios'u felsefe tarihi açısından önemli diren tek kaynak olduğu unutulmamalı
lalan, yapıunın birçoğu günümüze ula- dır. Çeşitli kaynaklardan aktarılan bir ç~
şamamış olan ilkçağ Yunan filozoflarının şit derleme olduğu, yer yer de konunun
metinleri hakkında bilgiler içeriyor dışına çıkuğı yadsınamazsa da bu eserin
olmasıdır. Her ne kadar ağırlığı yaşam bizim için paha biçilmez bilgi kınntıları
öykülerine vermiş olsa da bu yapıt filo- içerdiği de bir o kadar gerçektir.
zofları okullara ve akımlara göre ayırıp
zarnandizinsel olarak tanıttığı için kayda dirimbilimcilik bkz. biyolojizm.
değerdir. Yer yer önemsiz ayrıntılara ve
dedikodulara kaymışsa da kimi filozofla- dirimselcilik [İng. ıiıalisnr, Fr. viıalisme-,
rın öğretilerinin yetkin özetlerini de ba- Alm. vita/İ!111Hs; es. t. h'!J'afbıe] En gend
rındırmaktadır. Kuşkusuz Diogenes La- anlamda, canlı organizmaların salt fizik-
ertios'tan "modern" anlamda bir felsefe sel ya da kimyasal terimlere dayanarak
tarihi yazmasını beklemek en hafifinden kavranamayacağını; yaşam görüngüsc-
399 dirimselcilik
nün salt özdeksel terimlere dayanarak !es tarafından, bir hayvanın yaşamının,
bütünüyle açıklanamayac:a#ını; canlı or- ercksellik ya da sonu! neden ilkesi uya-
ganizmalarda kendilerini cansız organiz- rınca, organizmanın biçirribilgiscl gelişi
malardan ayıran özdeksel olmayan yara- mini belirleyen *pykht'sinden oluştuğu
ııcı bir gücün ya da güçlerin bulundu- savıyla atıldığı söylenebilir. Bu anlamda
ğunu; canWarın vıırbğını kavramanın an- Aristotelcs, bütün doğa olaylarını madde
cak bu canlılara özgü, kendileri de canlı biçimi taşıyan bir *t11Jtld.JNia'nın varlı
olan birtakım öğclcre başvurmak yoluyla ğıyla açıklanuşar. Aristotdes'in dışındaki
olanaklı olduğunu sa\1\lfian felsefe anla- birtakım dirimselcilere göre bu organiz-
yışı. Dirimselciliğc göre, canlılann canlı malara can veren öğeler organizma orta-
olarak varlıklarını süı:dürmclerini sağla dan kalktığında bile vıırlıklarını sürdiir-
yan öyle özellikler vardır ki bunlann fi- mektedirler. Spinoza'nın Eti/ea'da ortaya
ziksel ya da kimyasal terimler yoluyla koyduğu "tümtanncı" felsefe, kimi fel-
tıım olarak anlaştlmalan olanaksızdır. Bu- sefe tarihçilerine göre dirimselciliğin en
rada var olduğu öngörülen özellik, öğc önemli örneklerinden birine karşılık gel-
}"d da ilke, "tin" türünden metafizik bir mektedir. Gerçekten de Spinoza bütün
kendiliğin varlığı olabileceği gibi biyolo- canlıları canlı kılan ortak özelliği onların
jik organizmalann kendi karmaşık iç iş varlıklannı sürdürme istenciyle açıkla
leyişlerinde içkin olarıık bulunan özel or- nuştır. Spinoza'nın *ı:olllll11S dediği bu te-
ganik ilişki ya da ilkelerin varlığı da o- mel istenç yitirildiğinde canlı, canlı ol-
labilmektedir. Nitekim dirimselci öğreti, maktan çıkarak canlı olmama haline, ya-
}"Aşanu anlamanın doğa bilimlerinde baş ni ölüm durumuna geçmektedir. XIX.
vurulandan büsbütün başka bir açıklama yüzyılın sonu ile XX. yüzyılın başında
ilkesine dayanmaktan geçtiğini öne süre- biyoloji biliminde baş gösteren önemli
rek, kendisini diizcnekçi (mekanikçi) do- ilerlemelerle birlikte, biyolog felsefeci
ğa anlayışına karşıt bir konuma yerleş Dricsch, Reinke, Becher, Uexküll ve
ı.irmektedir. Dirimselcilik, canlı doğa ile Bergson başta olmak üzere kimileyin
c:ıın,ız doğa, organik varlıklar ile orgımik kendilerine yeni tliri111.rekil" de denen ıli
olmayan varlıklar arasında saltık: anlamda rimselciler, bütün canlı organizmalar için
kesin bir aynlık bulunduğunu savlamak- belirleyici olan büyüme, üreme, yeniden
tııdır. Canlılann eylemleri canlılaı:da bu- üretim gibi etkinliklerin fiziksel-kimyasal
lunduğu öngörülen gücün, yaşam ilkesi- süreçle~ doğrultusunda açıklanabilir ol-
nin ya da kaynağının dışavurumlarıdır. duğunu ileri süren "düzenek Öğretisi"ne
Kmrli,ini en iyi canlı varlıklann etkinlik- karşı çıkmışlardır. Bu yeni dirimselcilik
l«"rimle gö~temiği !IÖylenen bu özgül ya- anlayışı, yaşam olaylannın ne düzenek.~el
şıım gücü fiziksel bir güç olmadığı gibi ne de nedensel yasalarla açıklanamaya
bir biçimde duyularca algılanması ola- cağını savunurken, yaşam sürecinin ken-
ıuıklı olan bir güç de değildir. Buna karşı di içinde özerk olduğu, hep belli bir tasa-
ılirimselciliğin tersine canWar ile cansız nya, hep belli bir ereğe doğru ilerleme
lıır ıırasında gerçek anlamda bir ayrım çabasında görünenin kendine özgü bir
olmadığını, canlı varlıkların da aynı can- yasası bulundlığu gerçeğini kanıt olarak
sız varlıklar gibi fiziksel ve kimyasal te- göstermişlerdir. Driesch'e göre canlı or-
rimlerle açıklanabileceğini düşünen dü- ganizmaların bu çok önemli etkinlikle-
zenekçilik, dirimselciliği canlıların gerçek rini olanaklı kılan, organik süreçlerin akı
doğasını neyin oluştuı:duğu sorusu bağ şı üzerinde denetimi bulunan özerk, zi-
lıınunda fazlasıyla metafizik önkabullerin hinvari, uzamsal olmayan varlıklar olarak
etkisi altında kalmakla eleştirmektedir. göı:düğü mıtüiııtia'lardır. Bcrgson ise
Felsefe tarihine bakıldığında dirim- söz konusu etkinliği *iltm llil4I, "yaşama
selci öğretinin ilk temellerinin Aristotc- itkisi ya da aalımı" diye adlandırarak ona
Dissoi logoi 400
felsefesinde kilit önemde bir değer yük- ge/bilgisiz, deli/ akıllı gibi kavramların
lemiştir. görece oluşu vurgulanırken, bir yandan
Newtoncu dünya tasarunında içerim- da bilgelik ile erdemin öğretilebilirlik o-
lenen düzeneksel-nedensel dünya görü- lanağı taruşılıp yadsınır.
şünün bilimsel başarıları da arkasına ala-
rak egemen konuma gelişiyle birlikte, di- diyalektik/ diyalektik yöntem [İng. düı
rimselcilik gözden düşerek bütün öne- kchts/ dialectic meıhod-, Fr. diakctiq11e/ mitho-
mini yitirmiştir. Daha yakın tarihlerde de diakctique-, Alm. düıkktik/ dialektische
bilimde, güdümbilimde, özellikle de mo- methode; Yun. dialtktike/ diakktike tekh11t]
leküler güdümbilimde kaydedilen aşama İlkçağ Yunan felsefesinden bu yana us-
larla birlikte dirimselciliğin kesin bir bi- lamlama, usavurma ve taruşma sanau; u-
çimde çürütülmüş olduğu düşünülmekte sı.ı doğru, tı.ıtarlı ve yöntemli bir biçimde
dir. Buna bağlı olarak eski canlılığını yi- 1 kull:mma, söyleşmeyi doğru bir şekilde
tiren dirimselcilik günümüzde geniş çev- yürütme yöntemi; herhangi bir konuda
relerce kabul gören bir anlayış olmaktan doğruya ya da doğrulara (hakikate ya da
çıkmışur. Bilimde meydana gelen bu i- bilgiye) ulaşmak için karşıtlıklardan geçip
lerlemeler ışığında gerek felsefeciler ge- bunları aşarak akılyürütme biçimi. He-
rekse biyologlar dirimselciliğin deneyci gel'le birlikte, düşünce ile varlığın sav-
bilimin gerek duyduğu açıklama ilkele- karşısav-bireşim (tez-antitez-sentez) aşa
rini sağlayamadığı görüşünde birleşmek malarından geçerek gelişmesi; Marx'la
tedirler. Ancak felsefe açısından bakıldı birlikteyse bu "gelişme"nin yasası ile so-
ğında, bu öğretinin gerçek değerinden ruşturulma yöntemi.
bir şeyler yitirdiğini söylemek oldukça Yunanca "söyleşmek", "taruşmak"
güçtür. Ayrıa bkz. devimselcilik; düze- anlamına gelen diyalektik özellikle Pla-
nekçilik. ton'un diyaloglarında (diyalektiği bir yön-
tem olarak ilk keşfeden Sokrates eliyle)
Dissoi logoi (Yun.) İlkçağ Yunan felse- kullanılmış, sağduyu kaynaklı dünyaya i-
fesinde, özellikle de Sofistlerin "alun lişkin bilgileri rnizin, deneyimlerimizin bir-
çağ"ında (M.Ô. ykl. IV. yüzyıl), bütün biri ardınca sorulan sorularla irdelenerek
bilgilerin görece olduğunu, göreciliğin her temel ilkeleri, gizli kalmış gerçekleri a-
alana, her kavrama sızdığını tanıtlamak çığa çıkarma yöntemi olarnk karşımıza
amacıyla "anonim" olarak yaraulmış "iki çıkmışur. Platon'un ilk diyaloglannda da-
uçlu uslamlamalar"dan oluşan derlemeye ha çok yalnızca yanlış kanıların yok e-
verilen ad. dilmesinin arzulandığı bir diyalektik türü
Yargıda bulunmaktan kaçınmayı ya rılnn Srıkrntesçi y~ d~ olum~m:Q:ımarı)
da "yargıyı askıya alma"yı c•epokhe) düs- diyalektikle karşılaşılırken, sonraki asıl
tur edinen dönemin "kuşkucu" düşünür Platoncu diyalektikte duyular üstü ger-
gezerleri, her konu üzerinde birbirinden çekliğin. ideaların bilgisine ulaşuran yo-
tümüyle farklı iki yönde akıl yürütülebi- lun keşfedilmesi hedeflenir.
leceğini, her savın en az kendisi kadar Elealı Zenon'u "diyalektiğin mucidi"
güçlü bir karşıunın bulunabileceğini, doğ olarak selamlayan Aristoteles, varsayım
ruluk iddiası taşıyan her bilginin aslında ları desteklemek ya da onlara karşı çık
göreli olup sınırlı bir gerçeklik/geçerlilik mak için çıkarımlar bulma kılavuzu sa-
taşıdığını öne sürmüşlerdir. yılabilecek Topika (Başlıklar) adlı yapı
Toplam dokuz bölümden oluşan ve tında diyalektiği ilk kez sağlam bir ze-
günümüze Sextus Empiricus eliyle ula- mine oturtur. Aristoteles bu kitabının a-
şan Dissoi logoz'de C'İki yönlü akılyürüt lıştırma, taruşma ve felsefe bilimleri ol-
meler") bir yandan iyi/kötü, güzel/ çir- mak üzere Üç bakımdan yararlı olduğunu
kin, doğru/yanlış, adil/adil olmayan, bil- söyler. Bu arada, yalnızca sanılarla yapı-
401 diyalektik maddecilik
lan uslamlama sayılan diyalektiğin karşı (1878) ile Doğaıım D!Jaltlıılij (1875-1882,
sına Anafyli/ea prrıtem'da (Birinci Çözüm- 1927) adlı yapıtlandır.
lemeler) geliştirdiği bir tanıtlama kuramı Tarihsel maddecilik görüşüyle birlikte
olarak pek çok temel ilkesini belirlediği Maıxçı felsefenin belkemiğini oluşturan
klasik manbğı C'tasım"ı) koyar. Ne var diyalektik maddeciliğe göre bütün felse-
ki, Stoalı mantıkçılar ile ortaçağ düşü felerin temel sorunu şudur: "Madde mi
nürlerinin metinlerinde diyalektik sıklıkla yoksa bilinç mi ilkin varolmuştur?" Bu
mantıkla eşaıılamlı olarak kullanılır. öncelik sorunu şu biçimde de ortaya
xvııı. yüzyılda lmmanuel Kant, di- konmuştur: Maddenin mi kaynağı bilinç-
yalektiği, bilimin ilkelerinin çelişkili yön- tir yoksa bilincin mi kaynağı maddedir?
leri bulunduğunu gösteren çıkanmlarda Maddecilik maddenin önceliğini, idea-
anarken, XIX. yüzyılda G. W. F. Hegel lizm ise bilincin önceliğini ısrarla savu-
diy:ılekıiğe, onun bir tür uslamlama yön- nur. Maddenin doğaiistii bir güç tar.ıfın
temi olmasından öte, bambaşka bir an- dan yaratıldığını ileri süren tanrıcılık, ide-
lam yükler. Hegd'e göre tüm mantık ve alizmin başlıca biçimi olar.ık görülür. Ki-
dünya tarihi, içsel çelişkileri aşarken çö- milC"yin bu durum, maddi dünyanın yal-
zülmesi gereken yeni çelişkiler doğuran nızca tekil zihinler için· varolduğunu öne
diyalektik bir yol izler. Hegel'i izleyen ve süren öznel idealizmi, nesnel idealizm-
diyalektiği ekonomi bilimine uygulayan den ayırmak için dillendirilir. Gerçi bu i-
Kari Maıx ile Fricdrich Engds ise bu di- ki türden idealizm, bilinci ayru biçimde
yalektik anlayışına maddi bir zemin öne- maddenin kaynağı yapıyor görünmeseler
rerek diyalektik maddecilik adı verilen de maddeciliğin maddeyi bilincin kayna-
anlayışa yol açarlar. Ayrıcı bkz. dialek.- ğı olarak görmesi çok daha bulanıktır.
tike; sav/karıısav/bireıim; tasım; e- Günümüz biliminin bulgulannın idea-
Jenkhoç, doğurtma (yöntemi); Sokra- lizm karşısında maddeciliği desteklediği
tesçi yöntem; Sokratesçi ironi; Sok- nin sıklıkla savunulmasından ötürü di-
ratcs; Platon; Aristoteles; Herakleitos; yalektik maddeciler, zihiıi üzerine yapıl
Zcnon [Elealı); Zenon açmazları; di- mış bilimsel araştırmalardan ortaya çıkan
yalektik maddecilik; tarihsel madde- sonuçları kabul etmeye hazırdırlar. Ne
cilik; Hegel, G. W. F.; Marx, Kari; var ki, maddeciler, madde ile düşünce a-
Engds, Friedrich. rasında somut bir ilişkinin varlığında ıs
rarcıdırlar. Düşünceler, maddenin görün-
diyalektik maddecilik [İng. Jia/tçJi'8/ma- tüleri, o~n yansımalandır; bilinç dün-
ımnlirnr, Fr. matirinlirlllt ~lir, Alm. yası, düşünce biçimlerine aktanlmış mad-
clıiıle/r.lis•·htr materialism111j Sovyctler Birliği di dünyadır. Demek oluyor ki, düşünce
başta olmak üzere doğu bloğu ülkeleri- ler birbirleriyle somut bağlantılan bulu-
nin Maıxçı felsefeye vermiş oldukları nan belirli, somut biçimlerde ortaya çı
resmi ad. "Diyalektik maddecilik" teri- karlar.
mini bu anlamda ne Manı: ne de Engds Maddenin bilinçten önce gelişi bilgi-
kullanmıştır. Ancak, · Engels, kendi gö- kuramı açısından da ele; alınabilir. Bu du-
rüşlerini Hegel'in ve Alman idealist ge- rumda idealistler, dış dünyaya ilişkin bil-
leneğinin idealist diyalektiğiyle karşılaştı giler konusunda kuşkucu olmakla suçla-
rırken; Maı:xçılığın diyalektik bakış açısı rurlarken, maddeciler ise temel bilimler
nın öteki XIX. yüzyıl maddecilerinin me- araalığıyla maddi dünyanın bilinebilece-
kanik ve metııfızi!t duruşlanndan aynldı ğini öne sürerler. Bu yaklaşım çoğu kez
ğı noktalan gösterirken "maddeci diya- bilitııleıin, hem (bilim adamlannın dış
lektik" deyişini kullanır. Diyalektik mad- dünyayla etkileşim için yaptığı) deneyle-
decilik öğretilerinin kaynağı Engels'in rin hem de teknolojik olanaklann yardı
yapıtları, özellikle de onun A111i-Diibrittg mıyla eriştiği başanlarla desteklenir. Pra-
dizge 402
tik, doğruluğun biricik ölçütü olarak ta- kir. Aynca bkz. felsefe dizgesi.
nınır; pratik değerden yoksun kuşkular
ya da sorular ise .göz ardı edilir. İdea doct:ı ignor:ınti:ı (Lat.) Ortaçağ felsefe-
lizm-maddecilik karşıtlığı felsefenin te- sinde insanın Tanrı 'ya ilişkin bilgisini;
mel sonınlanndan birisi sayılırsa, metafi- sonlu ve eksilt bir varlık olarak insanın,
zilc-diyalektik karşıtlığını da temel yön- sonsuz ve yetkin bir varlık olarak Tanrı'
tem sorunu saymak doğru olacaktır. "Me- yı ancak sınırlı bir şekilde bilebileceğini
tafızilc" yöntem, elektromanyetik alan ku- vurgulamak için kullanılan Latince deyiş:
mru gibi XIX. yüzyıl keşiflerinin gözden bilgisizliğini bilmek; bilgince bilgisizlik;
düşürdüğü erken dönem modern bilimin "bilmeme bilgisi".
mekanik programıyla özdeşleştirilir. An- Ortaçağ felsefesinde Tanrı'nın kav-
cak, Engels'ten beri diyalektik maddeci- ranılamaz oluşunu niteleyen docta ignoran-
lik, Alman idealizminin ortaya koyduğu tia, aynı zamanda Nicolaus Cusanus'un
erken dönem modern bilimi eleştirerek (1401-1464) en tanınmış yapıtının da a-
biçimciliğe ve indirgemeciliğe karşı du- dıdır: Dt Doda lgnorantia (Bilgince Bilgi-
ran, organik görüngülerin karşılıklı iliş sizlilt Üzerine, 1440). Cusanus bu kitapta
kilerini vurgulayan bir "doğa felsefesini" insan bilgisinin, düşüncenin sınırlı oldu-
savunur. ğuna; kutsal olanın kavranılamazlığına,
Günümüzde başta Sovyet deneyimi- ulaşılamazlığına dikkat çekmek için do,1a
nin başansızlığı gibi birtakım siyasal o- iuıorantia terimini "insanın bilgisizliğini
layların doğurduğu olumsuz havaya kar- anlaması, öğrenmesi" anlamında kullan-
şın, diyalektik maddeciliğin ana hedefi ve ıruştır.
temel ilkeleri; bilimsel kuramlar ile dinsel "Bilgince bilgisizlik" olarak doçfa igno·
söylenler arasında temel bir karşıtlık ol- rantitlnınkökleri, Sokrates'in ürılü "Bil-
duğunu düşiinegelcn, XVII. ve XVIII. diğim bir şey varsa o da hiçbir şey bil-
yüzyıl'ın mekaniğe dayalı (düzenekçı) gö- mediğimdir" sözüne dek uzanır.
rüşlerinin yanlışlarına şiddetle karşı çıkan
ve sürekli aydınlanmış bir dünya görü- Dogen Kigen (1200-1253) Zen Budd-
şüne temel olacak bilimsel bir metafizik hacılığı'nın Soto Okulu'nun, yani Şoto
arayışında olan ilerici, bilimsel düşüncey Zen'in (Çin. Ts'ao-tmıt) Japonya'daki ku-
le büyük oranda uyum içinde kalabilmeyi rucusu olan Japon felsefeci. Bu okul, ay-
başarmıştır. Aynca bkz. maddecilik; ta- dınlanmaya Oap. satrın) ulaşmak için za-
rihsel maddecilik; Marxçılık; Marx, Z!" (oturarak meditasyon) uygulamaları
Kari; Engels, Pricdrich; Lenin, V. İ. nın önemini vuıgular.
Dogen Kigen Japonya'nın önemli,
dizge ~ııg. !Jileflt; Fr. !J.rtlmr, Alm. !J.r- zengin ailelerinden biri olan Minamoto
tenr, Yun. !J.rlemtr, es. t. 111an-tfi111t] Belirli ailesindendir. On iki yaşında evden kaçıp
bir amaç için bir araya getirilip düzenlen- bir Tendai manastınna sığınır. Ôğtctme
miş, aralarında yapılaşmış ya da kalıp ni Myozen'le birlilttc Çin'e gider. Orada
laşmış ilişkiler bulunan bir grup öğcden Zen ustası Ts'ao-t'ung Ju-chiııg'le tanı
oluşan birlik; kendi içinde kapalı, düzenli şır. Bu ustanın görüşleri Dogen'i etkiler.
ve kurulu bir bütün; belirli bir felsefenin Ju-ching birtakım *koanlan uygular ama
ya da dinsel, siyasal, ahlaksal dünya gö- asıl olarak Zen tcmrininin zaZ!" olduğu
rüşünün düşünsel içeriği olarak kabul e- nu vurgular. Aydınlanma yolunda insana
dilen, tutarlı bir bütün oluşturan düşün gereken tek şey, düşüncelerini yoğun
celer, ilkeler, öğretiler ve yasalar toplamı. laştırıp oturmaktır. Dogen böyle bir za-
Bir dizgeyi tanımlamak için sınırlarını a- zen oturumunda aydınlanmaya ulaşır.
yırt etmek, amaçlarını bilmek ve kullan- 1227 yılında Japonya'ya döner. Bundan
dığı soyutlama düzeyini belirlemek gere- sonra Japonya'da Soto Zen'i yaymak için
403 . dogma (inak)
uğraşır. 1236'da ilk Soto Zen manastırını denle usun ikiliği ortadan kalkar; deney
kurar. dünyasının yanıltıcı bağlılıklan yıkılır:
Dogcn'in yapmak istediği aydınlan Buddhalık ortaya çıkar. Dogcn, aydın
maya ulaşmak isteyen insanlara yardımcı lanmaya ul:ışan kişinin dinginliğe erece-
olmaktır. Aydınianmaysa olduğu gibi ol- ğini söyler. Böyle biri için SIVllSllTtl ile sam- ·
manın doğrudan kavranmasıdır. Olduğu mranın acı veren yanlan kaybolacak; hiç-
gibi olma da ikicisiz bir gerçeklik kavra- bir arzusu, tutkusu kalmayacaktır. Ne ki,
yışına dayanır. Bu da asıl olarak Zen bu kişi, bu dünyada da yaşamını sürdür-
Buddhacılığı ile onun dayandığı Maha- mek zorunda olacağı için kavramsal ay-
yana Buddhacılığı'nın görüşlerini temele nmları yine de kullanmak zorundadır.
almak demektir. Burada ikicisizlik. kav- Ama artık bu ayrımların birer yanılgı ol-
ramlann söz konusu olmadığı farklılaş duğunun da bilincindedir. Aynca bkz.
mamış bir birliktir. Her tür kavramsal Japon felsefesi; Zen Buddhacılığı;
düşünme, olduğu gibi olmanın yapısına samıatıı; satorf, zazen.
aykırıdır; buna yaklaşmayı engeller. İn
san kavramsal düşünmeyle, zaman ile dogma (inak) ~ng. tlogma; Fr. tlogmr,
uzamın söz. konusu olduğu duyu dünya- Alm. tlogı11a; Yun. tlog111a; es. l ıınssJ Bir
sını, yani nedensel ilişkilerin dünyasını felsefe dizgesirıce ya da bir felsefe oku-
dile getirebilir; ne ki, bu tümüyle bir ya- lunca sorgulanmaksızın benimsenip "a-
nılsamadır. Bu yüzden olduğu gibi ol- paçık doğru" diye öne süriilen öğreti;
manın doğrudan yaşanabilmesi için kav- her türden eleştiri ya da tartışmaya ka-
ramsal düşünmenin kınlması gerekmek- palı, doğruluğu sınanmaksızın olduğu gi-
tedir. Bu, gerçekliği onaya çıkarmanın bi benimsenen, "büyük" bir düşünürün
yoludur. Olduğu gibi olma ile zamanın yetkesine ya da dinsel yetkeye dayanıla
özdeş olduğu, zamanın oluş olduğu aık/ sığınılarak kabul edilip "değişmez"
(çünkü birlik ile zaman aynı şeydir) gö- olduğu varsayılan ilke ya da ilkeler bü-
rülecektir. tünü. Dinbiliriısel ya da ııınnbilimsel bir
Dünyayı kavramlarla bölümlere ayır çerçevede, herhangi bir dinin "su götür-
mak yanılsama olduğu için benlik ile ev- mez birer gerçek", "mutlak hakikat" di-
ren arasında bir bölümleme yapılabile ye öne sürdüğü ve bu dine "inanan''ların
ceği. düşüncesi de yanlıştır. Bundan kur- da hiçbir eleştiri süzgecinden geçirmek-
tulmak gerekir. Çünkü gerçeklik tektir; sizin körü körüne inandıkları ilkeler ya
benlik de evrenin tümüdür. Olduğu gibi da önermeler bütünü.
olma ya da Buddhalık birdir, bölüne- Gerek felsefe ya da din gerekse diğer
mezdir. Dolayısıyla da her yerde herkes- alanlarda olsun, belirli bir konuda öne
te vardır. Bundan dolayı da herkes ay- sürülen görüşün, dile getirilen düşünce
dınlanmaya ulaşabilir; Buddha, yani "Ay- nin sorgulanamaz bir "gerçeklik" ya da
dınlanmış" olabilir. · tartışılamaz bir "hakikat"miş gibi onaya
Dogcn'e göre, aydınlanmaya ulaşıı;ıak konması "eleştirel düşünce"yle bağdaş
için kavramsal düşünmenin kınlması, maz; olsa olsa kemikleşmiş önyargılara
"us yokluğu" gerekir. Bu da ancak asıl yaslanan tutucu, bağnaz bir tutumun dı
Zen temrini olan ~e gerçekleşı.itile şavurumu olarak alınır. Merakla, anlama
bilir. Dil kavramsal yapılan banndırdığı çabasıyla başlayıp, sürekli sorgulamayla
için, insan konuşmanın peşinde koşmak belirginleşen bir "arayış" olarak "felse-
tan vazgeçmeli, "ışığı tersine çevirmeli" fece düşünme"nin tutacağı yol, kendisi-
dir. Bu, dikkati (ışığı) dış dünyaya, duyu- ne sunulanı olduğu gibi benimsemeyle,
lur dünyaya değil de içkin Buddhalığa, sorgusuz sualsiz baş eğmeyle belirginle-
olduğu gibi olmaya yöneltmeyi anlatır şen bir "kabullenme" olaıiık "dogmacı
bir Zen deyimidir. Buna ulaşıldığında be- düşünce"nin yoluna ırak düşer.
dogmacılık (inakçılık) 404
(tekil) varlıklann doğası ile genel olarak karşıt olarak, insan zekasının kurgulann-
doğa. dan ya da uydurmalanndan değil, fiziksel
Tek bir varlık için düşünüldiiğünde, nedenlerden ya da nedensellik yasaların
özellikle de bu varlığın oluşturucu öğe dan kaynaklanır. İşte bu doğa tanımı do-
leri ile etkinlikleri çok boyutlu ve karma- ğa tarihi, doğa felsefesi, en genelde de
şık ise, doğa terimi bu türden bir "tek"in doğa bilimlerinin kullandığı anlamıyla
tanımlanıp diğerlerinden ayırt edilmesini "doğa"ya göndermede bulunur. Bu doğa
sağlayan özgün ya da sonradan edinilmiş tasanmının içine doğaüstü şeyle, tann-
özniıcli.klerin toplamı için kullanılır. Do- lar, görünmeyen yaratıklar gibi sonradan
layısıyla bir insanın doğasının; başka bir üretilmiş yapay şeyler girmemekle bera-
insandan daha uzun, daha güçlü, daha ber sözü edilen şeylerin de kendilerine
zeki ya da d11.ha toplumsal olması olduğu özgü birer doğası olduğu söylcnebill~.
söylenebilir. Kuşkusuz bu kullanımda do- Aynca bkz. doğa felsefesi. ·
ğanın bu anlamı tümüyle yüzeyseldir; fd-
sefe sözdağıırcığında ve hatta günddik doğa durumu (doğal durum) (İng. rla·
dilde bile doğa daha derin ve temel bir te ef 11atım, 11a111ra/ rtatr, Fr. itat Je natmr,
şeye göndermede bulunıır. Oysa ki yuka- Alm. 11a1Ncy11ta11tf, Lat. rtahlr 1U11tmı.6.ıj
nda sıralanan özellikler bir insanın do- Uygarlaşmamış düzeyde yaşayan belli bir
ğası değil, olsa olsa doğasının dışavu toplumsal öbeğin ya da eğitilmemiş bir
nımlandır. Kökbilgisine inildiğinde de insanın yalınkAt varoluş durumu; insan-
"doğa" dış güçler tanıtindan eklenen ya ların toplum kurmazdan önce yaşadıklan
da sonradan c;dinilmiş olan değil, do- varsayılan yaşam bağlamı. Doğa durumu
ğumla gelen işlenmemiş ve mgün olanı Rousseau'nun gözünde in5Alllann banş
gösterir. Ancak yine de doğal olanı ya- içinde özgürce )'llşadıklan bir durumken,
pıntı olanla ya da daha sonradan ekle- Hobbes'a göre herkesin herkesle savaş
neııle ayıran çizgi her zaman çok kesin tığı bir durumu anlatmaktadır.
biçimde çizilemez. Öte yandan doğal o- Doğa durumu kavramı, "toplum söz-
ları uzl:ışımsal olanla da karşıtlık içinde- leşmesi" kuramcılannca insanların hiikü-
dir. Bu k:ırşıtlık, insanın gelişmemiş ya metlerc önsel dummlanru ya da hiikü-
da ııygarlaşmamış olduğu düşünülen do- metler yokkcnki durumlannı . anlaunak
ğal durumu ile insanlarıiı haklarını ortak amacıyla kullanılmaktadır. "Toplum söz-
bir yetkenin eline teslim etme konusun- leşmesi" savunuculan, söz konusu doğal
da anlaştJklan toplum smleşmesinin so- durumda ·ya da doğa durumunda olma-
nucunda varılan toplumsal durum ara- dığını düşündükleri temel etmenleri or-
sındaki karşıtlık üzerinde duran Hobbes taya sererken, siyasal açıdan örgütlenmiş
ile Rou,seau'nun kuramlannda çok açık bir toplumun yararlarını açıklığa kawş
tır. turmayı, hükümetin yetkesini tanımanın
Öte yandan dünyanın bir bütün ola- ussal açıdan geçerliliğini tanıtlamayı ta-
r.ık ele alındığı durumda ise doğadan sarlamışlardır. Bu çerçevede, birtakım ek-
belli yasalar çerçevesinde işleyen, şaşmaz sikliklere konu olduğu düşünülen doğa
bir düzeni olan ve bizim dışımızda va- durumunun bu sorununu giderecek ola-
rolan her şeyi anlamak gerekmektedir. naklı tek çözümün hükümet kurumu ol-
Nitekim doğa sık sık somut şeylerin ve duğu savunulmuştur. Dolayısıyla bireyle-
oıılann evrende hüküm süren yasalannın rin kendilerini bu doğa durumundan çe-
bütünü olarak kabul edilir. Doğa zaman kip çıkararak, kendilerinin de aza gös-
ile uzayda yer alan ve zorunlu· yasalarca terdilderi belli türden bir siyasal yetke bi-
yönerilen maddi dünyaya göndermede çimini benimsemeleri özünde ussal bir
bulunur, dolayısıyla da zihinsel dünyayı seçimdir. Bununla birlikte, toplum söz-
dışlar. Doğa yapıtları, sanat yapıtlarına leşmesi kuramcılan kendi aralnnnda han-
doğa felsefesi 406
gi türden bir hükümetin en iyi yönetimi lirleyecek belli türden bir yargı makamı
sağlayacağı konusunda derin ayrılıklar nın yokluğu; (ıii) hukukun güçlendirilip
göstermektedirler. Aı:-.ılanndaki bu anlaş pekiştirilmesi için yeterli bir güç isteğinin
mazlığın büyük ölçüde "doğa durumu" olmayışı. Bu bağlamda Locke, sivil hü-
ndan ne anladıklan noktasında başgös kümetin doğa durumunun eksikliklerini
terdiği söylenebilir. Sözgelimi Hobbes, ortadan kaldtrmak için gereken en uygun
doğa durumunu "doğru", "yanlış", "a- yönetim biçimi olduğunu kabul etmekle
dil", "adil olmayan" tasanmlannın kesin- birlikte, kişilerin egemenliğine dayalı mo-
likle bulunmadığı, herkesin kendi yaşamı narşinin içerdiği sorunlara pamiak bas-
nı korumak adına dilediği herşeyi yap-a- uktan soıira, her koşulda çoğunluğun i-
bilme yönünde özgürlük ve haklan ol- radesinin gövdelenmesine olanak tanı
duğu yasasız bir eylem alanı ya da eyle- yan bir siyasal yetkenin daha doğru bir
me durumu olarak betimlemektedir. Böy- hükümet modeli olacağı sonucuna var-
le bir durumun gerçekte bir savaş duru- mıştır. Aynca bkz. Hobbes, Thomas;
mu olarak görülebileceğini söyleyen Locke,John; Rousseau,J ean-Jacques;
Hobbes, bu koşullar altında yaşayan in- beUum omnium contra omneS", homo
sanın ister istemez savaşçd, kaba, kısa homini lupus.
ömürlü ve yoksul olacağını yazmaktadır.
Doğa durumu çözümlemesi doğrultu doğa felsefesi ~ng. philosophy of nat11rr,
sunda Hobbes, böylesine dehşet verici Fr. philosophie dr la 11atı11r, Alm. philosophie
bir durumdan bizi bir daha hiç düşme der flalıır, ıldt11rphilo.rophie; es. t. tabiat ftlre-
mek üzere koruyacak olan tek siyasal .fe!!) En genel anlamda bir bütün olarak
yetke biçiminin, sınırsız bir güçle dona- doğanın özünü, kaynağını, doğuşunu, var-
tılıp yetkilendirilmiş saluk monarşi olma- oluşunu, kapsamını ve içeriğini araştıran;
sı gerektiği sonucuna varmaktadır. Bu doğanın bölümlerini, yasalannı, ilkelerini
türden bir hükümranlığın yaptıklarından açıklığa kavuşturan; çeşitli doğa tasanm-
ötürü asla adaletsiz olarak görülemeye- lanna yoğunlaşarak doğanın yapısını fel-
cek denli geniş bir güç olmasının zo- sefeye özgü yöntemlerle temellendiren;
runlu olduğunu, her istediğini yapabil- doğayı doğa olarak, olduğu gibi bütün
mesi anlamında koşulsuz ve bozulmaz yönleriyle dizgeli bir biçimde soruşturan
olması gerektiğini özellikle vurgulamıştır. geleneksel felsefe dalı. Daha özgül an-
Buna karşı bir başka sözleşmeci Loclce, lamlarıyla, doğanın dayanaklarını, doğa
siyaset öncesi bir durum olarak nitelen- daki temel ilişkiler ile süreçleri açıklığa
dirdiği doğa durumunun, insa112 herke- kavuşturan; "doğa yasası", "canlı-cansız
sin eşit ve özgür olduğunu, hiç kimsenin varlık'","enerji", "madde'" gibi belli başlı
hiç kimsenin canına, malı112, özgürlüğü doğa felsefesi terimlerinin anlarnlannı a-
ne zarar vermemesi gerektiğini öğreten, çımlayan; doğanın açıklanması sürecinde
herkesin uymakla yükümlü bulunduğu verilen uslamlamaların felsefi .bakımdan
bir doğa yasası olduğunu ileri sürmüştür. değerlerini ve geçerliliklerini sorgulayan;
Bu savına bağlı olarak Locke, doğa du- değişik doğa· felsefeleri arasındaki ilişki
rumunun kendi içinde belli güçlükleri ve leri kuramsal ve kavramsal bakımlardan
sıkıntıları bulunduğunu dile getirmeye de irdeleyen; bir doğa varlığı olarak insanın
özellikle dikkat etmiştir. Söz konusu güç- doğayla girdiği çeşitli ilişkilerin nasıl dü-
lükleri çok genel olarak üç ayn başlık al- zenleneceğine, bu ilişkilerde başgösteren
tında toplamak olanaklıdır: (i) doğa yasa- soruıılann nasıl en iyi bir biçimde gide-
sının yetkeci bir biçimde yorumlanma- rileceğine yönelik öneriler getiren; doğa
sına olanak tanıyan yerleşik ya da bildik yaşamıyla toplum yaşamı arasındaki iliş
bir hukukun olmayışı; (ıı) hukukun çiğ- kinin nasıl olması gerektiğini temellen-
. nenmesinin nasıl cezalandınlacağını be- dirmeye çalışan; doğanın anlaşılmasında
407 dota felsefesi
şey bir yana felsefenin önccliklc bir doğa felsefesinin öyle pek de belirleyici olma-
felsefesi olarak ortaya çıktığı, buna bağlı dığını düşündüğünden, felsefenin doğru
olarak da ilk filozoflann "doğa filozofla- dan yaşamı ilgilendiren etik, toplum fel-
' n" olarak anıldığı görülmcktcdiı:. Tarihin sefesi, devlet felsefesi, yaşam felsefesi gi-
bilinen ilk fılozofları SokrateS öncesi İ bi pmtile fa/sefa kollarını öne çıkarmıştır.
yonyah doğa bilginleri "Doğa nedir?" di- Buna bağlı olarak, hocalarının yolundan
ye sorduklannda, sorunun dünyanın ya- yürüyen Sokrates'in öğrencilerinin önem-
pıldığı temel tözün ya da tözlerin ne ol- li bir bölümü, doğrudan doğa felsefesini
duğunu yanıt olarak istediğini vaı:say ilgilendiren konular üstüne felsefe yap-
maktayddar. Kuşkusuz *tırkht tasanrnı u- makta pek istekli davranmamı,ıardır. Öy-
yarınca verilen yanıtlar arasında usa en le ki Sokrates~n en önemli öğrencisi Pla-
yatkın olanlarından birisi, dünyanın ya- ton'a gelindiğinde, doğa bilgisi olanağı
pıtaşının "belirsiz" ve "sınırsız" olması nın ya da şeylerin doğalan olanağının,
gerektiğini, dolayısıyla da "su", "hava", bütünüyle şeylerin pay alma ilişkisi teme-
"toprak", "ateş" türünden doğal öğclerlc linde kendilerine öykündüğü "Porrnlar''ın
açıklanamayacağını savunan Anaksiman- kavranabilirliğine dayandınlması söz ko-
dms'un *apıiro11 tasarımıdır. Bütün usa nusudur. Açıkça görüle bileceği üzere, Pla-
yatkınlığına karşın Anaksimandros'un bu ton'un doğa felsefesiyle bütün ilgisi me-
yanıu, lljıeimılun belirsiz ve sınırsız ol- tafızik gerckçeler ya da kaygılar nedc-
masından ötürü açıklama gücünün çok niyledir. Bu bağlamda, ilerleyen yüzyıl
fazla olmayışı nedeniyle oldukça ciddi larda yapılan doğa felsefesi çalışmalarına
bir sorun oluşturmaktaydı. Nitekim bu büyük esinler veren Platon'un Tilllaios
yanıttan çok daha doyurucu bir açık söylcşiminde anlatılan yaraulış (türeyiş)
lama, doğanın neden yapıldığı sorusunu öyküsü, Tanrı ile Formlar'ı birbirlerin-
sonnak yerine doğanın yapısını neyin o- den ayn olarak resmetmekte, değişen do-
luşturduğunu araştırmaya yönelen Pyt- ğanın, yani uzaysal-zamansal dünvanın,
hagoras tarafından verilmiştir. Yapıdan bcngisel olduklarından değişmede'n ka-
bütünüyle geometrik biçimi anlayan Pyt- lan Formlar Dünyası'nın model alınma
hagoras, dünyanın yapıta,ıannı kavraya- sıyla yaratıldığını öne sürmektedir. Pla-
bilmek için bütün yapılması gerekenin toncu doğa felsefesi, Formlar Dünyası'
matematik bakımdan betimlenebilir bi- y1a karşılaşurıldığında duyulara görünen
çimleri ortaya çıkarmak olduğunu dile dünyanın öncmli noktalarda çok büyük
gctinniştir. Pythagora~'ın yapı yönelimli ek~ikliklrr içerdiğine bağlı olarak, İde,ıJar
bu açıklama biçimi aynı zamanda doğal Dünyası'run kopyası bu görünüşler dün-
nesnelerin temelinde yatan geometrik ya- yasını zamanın ve değişimin varlığı ne-
pı uyarınca birbirleriyle nasıl ilişki içinde deniyle gelip geçiçi bir · yetkinsizlik du-
olduklannı araşurmanın önünü açmış ol- rumu olarak tasarlamaktadır. Bununla bir-
ması nedeniyle doğa felsefesi tarihi i- likte, Platon felsefesinde görünüşler dün-
çinde önemli bir aşamaya karşılık gcl- yası yine de "kutsal" bir yaratıcılığın ü-
mektcdiı:. rünü olarak değerlendirilmektedir. Ken-
Sokrates'ten başlayarak büyük ölçüde di iyiliği içinde Tanrı varolabilccck hiçbir
Yunan yarımadasına taşınan felsefe, İ şeyi göz göre göre varolmaktan alıkoy
yonya'daki yan duyumcu yan doğala mayacağı için doğa "doğurganlılı:''ın ana-
söylcnsel öğclcrinden bütünüyle sıynla yurdudur. Platon'un bu belirlemesi açık
rak kesin bir usçuluk zeminine oturtul- ça doğ.mm büyük bir varlık zinciri ya da
muştur. Nitekim bu bağlamda S":Jkratcs, merdiveni olarak tasarlandığı doğa felse-
kendinden önceki doğa filozoflarının ön- fesi anlayışlarının da ilkörncğidir.
gördüğünün tersine, insanın nasıl yaşa Ôte yanda bir başka büyük Yunan
ması gerektiği sorusu karşısında doğa filozofu Aristotelcs, doğa felsefesinin a-
409 doğa felsefesi
ğıru işin içine katmaksızın düşünme ça- !anlarında ürettiği çeşitli bilimsel yazılar
bası içinde olduklan da gözardı edile- ya da bunların yorumlarının açıkça çalı
mez. Kendi çağlan için yenilikçi halta şılması önerisinde bulunulmakı.ıdır. Yö-
yer yer devrimci olarak nitelenebilecek nergenin yazıcıları sanatçıların fızyoloji,
bu düşünürler, kendi içinde kapalı bir gökbilim, hayvanbilirn, bitkibilim gibi
dizge olarak tasarladıkları doğaya yönelik doğa felsefesinin belli başlı alanlanyla
düşünceleriyle, modern bilimin varlıkbil belli düzeyde bir tanışıklık kurmalarını
gisd temellerini atuklan gibi tek tek do- sanatsal yaratımda ustalaşmanın önemli
ğa bilimlerinin yöntembilgilerinin oluşu bir koşulu olarak değerlendirmektedir.
muna da haun sayılır katkılarda bulun- Yine bu bağlamda, doğa felsefesi alanın
muşlardır. Özellikle Francis Bacon, bil- da yazılmış klasik bir metin olarak görü-
ginin her koşulda kaynağını doğadan al- len Aristotdes'in Fizik başlıklı kitabının,
ması, hep doğaya giderek temellendiril- o dönemin bakışıyla, doğayı doğru bir
mesi gereğini vurgulayarak, kendinden gözle görebilmeye yönelik önemli ola-
sonraki doğ.ı felsefesi çahşmalan üstün- naklar sunduğu düşünülmekteydi. Öte
de çığıraçıa bir işlevi yerine getirmiştir. yandan, Albertus Magnus ile Roger Ba-
Bacon'ın kendisine sıkça göndermede bu- con'ın, doğa bilimlerini felsefe ile bağ
lunulan şu sözleri yarattığı kınlmanın bü- lanulandırmanın zorunluluğuna yönelik
yüklüğünü kavrayabilmek açi.sından ol- düşüncelerinin de ayrı bir değerleri söz
dukça değerlidir: "Doğanın hem hizmet- konusudur. Bu açıdan bakıldığında, çoğu
karı hem de yorumcusu olan insanoğlu, yerde "karanlık" olarak nitelenen orıaça
doğanın düzeninin sınırlannı deneyle ve ğın genel düşünsel ikliminin, bilimsel do-
düşünmeyle kavradığı oranda eylemde bu- ğa felsefesinin değerini en azından belli
lunabilir, bilgi edinebilir... doğaya ege- noktalarda olurlamaya yönelik etkinlik-
men olmanın baş koşulu önce ona bo- lere ev sahipliği yaptığı üstünden atlana-
yun eğmekten geçmektedir." mayacak bir gerçektir.
Ortaçağın başlarından itibaren, bilim- Doğa felsefesi bağlamında felsefe ta-
sel kültür eğitiminin en iyi biçimde alın rilunde en başından beri süregelen Pla-
masının, felsefeye de altyapı hazırlığı ola- toncu ile Aristotelesçi gelenekler (Pytha-
rak görülen dilbilgisi, retorik ve diyalek- gorasçı-Platoncu okulun matematik sa-
rikten oluşan lriviNm (Üçleme) ile arit- vunusu ile Aristotelesçi-Stoacı okulun fi-
metik, geometri, gökbilim ve müzikten zik yönelimli yaklaşımı) arasındaki uzlaş
oluşan qNadriviNm (Dörtleme) alanlannda maz çatışma, daha da bir keskinleşmiş,
yetkinleşmekten geçtiği düşünülmekte sonunda matematiğin galip gelmesiyle
dir. XJII. yüzyıla gelindiğinde,Skolastik birlikte modem bilinun doğuşu sürecine
düşünürlerin Aristotdesçi etkileri yoğun büyük bir ivme kazandırmışur. Nitekim
bir biçimde alımlarnalarıyla birlikte, doğa matematiğin zaferini son derece etkili bir
bilimleri felsefenin kendi izlencesinde i- biçimde ilan eden Kepler'e göre, doğa
yiden iyiye gövdelenmeye başlamışur. Bu her durumda niceliksel bir alan olarak
durumun en açık ifadesi, l 9 Mart 1255 görülmek durumundadır: "doğanın dili
tarihinde Paris Güzel Sanatlar Fakültesi' matematiğin dilidir". Bu niceliksel doğa
nce yazıya alınan yeni eğitim yönergesi- tasarımı dünyanın dinsel bakışla kavran-
dir. Söz konusu yönergede, "Havabilgi- ması açısından da bir sorun oluşturma
si"ııin l. Kitabı, "Ayüstü ile Ayaltı Ev- maktadır, çünkü doğanın temelinde ya-
renleri" üstüne yazılmış denemeler, "Oluş tan matematik yapı son çözümlemede
ve Yokoluş", "Duyular ile Duyumlar", Tann'nın zihnince konulduğu gibi ko-
"Uyku ile Uyanıklık", "Bellek", "Bitki- runmaktadır da. Belli bir açıdan bakıldı
ler", "Hayvanlar" başta olmak üzere A- ğında, fiziksel doğa bilimi karşısında ma-
ristoteles'in doğa felsefesinin değişik a- tematiksel doğa biliminin egemenliğini
411 doğa felsefesi
kurmuş olması alabildiğine çeşitli görün- zülmesi olanaksız görünen düşünce ile
güleri belli yasalar altında toplayabilme uzam arasındaki ikiliği, öznitelikler düz-
olanağı sunmuş olsa da, bir başka açıdan lemine taşıyarak bu büyük sorundan
yaklaşıldığında, özellikle insanın doğayla kurtulma yoluna gitmiştir. Yine bu aynı
ilişkisi bağlamında Descartes 'ınkiler gibi bağlamda Lcibniz, ortaya attığı "çokçu
birtakım sorunlu ikiliklerin yerleşiklik ka- metafizik" kökenli doğa felsefesinde,
zanmasına da yol açmıştır. Yine nicclik- "monad"ların maddesel ile zihinsel gö-
sel bakımdan kesin ölçümlere yanıt ve- rünümleri arasındaki ilişkiyi bütünüyle
ren deneyimler dışında kalan belli dene- usa yatkın olmayan bir noktaya iteleye-
yimlerin, bilişsel olarak kesin bir değer rek sorundan kurtulmayı denemiştir. Ber-
taşımalarına karşın artık nesnel anlamda keley'in doğa açıklaması, maddesel töz
gerçek sayılmamaları bir başka önemli tasarımının köklü bir eleştiriden geçirile-
sorun olarak modem doğa felsefesinin rek yadsınmasından yola koyulmaktadır.
gündemine girmiştir. Nitekim bu bağ Bcrkeley'e göre, şeylerin bütünlüğü ola-
lamda ölçülebilir niteliklerin "birincil ni- rak tanrısal zihin de içinde olmak üzere
telikler", buna karşı ölçülebilir olmayan- varolan bütün duyular, doğadaki bütün
ların "ikincil nitelikler" olarak anılmaları deneyimlerimiz, bir başka yere gitmeksi-
yalnızca doğa felsefesi bakımından değil, zin salt zihinle, zihnin idealarıyla açıkla
metafizik ile varlıkbilgisi açısından da bü- nabilir. Alman idealizminin büyük filo-
yük tartışmalara kaynaklık etmiştir. Böy- zoflanndan Hegel'e göreyse, doğanın
lesine önemli bir sorun karşısında "mad- kendisine doğru evrildiği erek ya da son
decilik", insanın algısal, ahlaksal, imge- nokta "Saltık Tin"in kendini gerçekleş
lemsel yönleriyle bütün yaşamını madde tirmesidir. Buna göre, doğanın bütün ge-
ile devinim terimleri doğrultusunda do- lişim tarihi bu sürecin gerçekleşmesi sü-
ğayla yeniden birleştirmeye çalışmış olsa recinin doğal bir tarihi olarak kavranmak
da, Hobbes gibi filozoflar bu türden gi- zorundadır. Bu süreç içindeki tüm zo-
rişimlerin ancak arkası yazılı çeki arat- runlu geçişler -bir aşamadan bir başka a-
mayacak denli birer vaat olmaktan öte şamaya, yaşama dışsallığıyla durağan mad-
bir değerleri olmadığını belirtmişlerdir. deden, yaşama, bilince, tinin içselliğine
Öte yanda, yalnızca maddeye dayanan yönelik geçişler- zamansal olmaktan çok
bütün bir cismani doğa boyunca zihnin mantıksal olma nitelikleriyle öne çıkmak
dünyasına farklı bir varlıkbilgisi değer tadtrlar.
!!esi tanıyan Descartes, bu ikilikle her ne Çoğu yerde, tartışmasız, felsefede "Co-
k.ıılar zihnin zihinsel olmayana indirgen- pernicus Dcvrimi'"ni yaptığı düşünülen
mesinin önüne geçerek gerçekliği yok- K~nt'ın fel~efesinde, üstünde sıklıkla du-
olmaktan bütünüyle korumuş da olsa, rulan yaratıcılık konusunun bütünüyle in-
bu iki katlı doğanın nasıl olup da tek bir san varlığına doğru kayması söz konusu-
doğa olarak kavranacağı, zihinsel süreçle dur. Kant bu bağlamda, her türden doğa
maddesel sürecin nasıl olup da örtüştü deneyiminin kendisinden kaçınılamaya
rüleceğine yönelik içinden çıkılmaz bir cak birtalom koşullan bulunduğunu, an-
sorunu durduk yere doğa felsefesinin lamının da başlı başına doğa yasalarının
gündemine sokmuştur. Buna karşı mo- kaynağında aranması gerektiğini. ileri sür-
dern felsefenin diğer iki büyük filozofu müştür (An Urım Elqtinsi, A 127). Kant,
Spinoza ile Leibniz"ın doğa felsefeleri, derieyimin zihnimizce edilgen. bir yolla
hu sorunu ortadan kaldırabilmek ama- alımlanmadığtnı, anlayışımızın özsd bile-
cıyla büyük çabalar harcamak durumun- şeni kategoriler aracılığıyla belirlendiğini,
da kalmışlardır. Bu noktada Spinoza, tüm- hatta üretildiğini ileri sürmektedir. Kendi
tanrıcı bir felsefe konumunu f:'de11r .rive bilincimizin birliğine karşılık gelen rmte-
"11111ra) benimseyerek, töz düzeyinde çö- tik tamalglnın, yani algıladığımızı algılı-
doğa fe]sefesi 412
yor olmanın, felsefenin en üst doruğu o- mış olmaktadır. Kant'ın kuramı, fizikte
larak gerçek bilgide bireştirmek üzere du- bir araştırma izlencesi olarak dinamik bir
yu izlenimlerimizden sorumlu olduğunu doğa anlayışını temellendirdiği gibi, yeni
belirtmektedir. Buna göre, her felsefe ça- bir ışık altında değişik bilim anlayışlarına,
bası bilgiyi olanaklı kılan zihnin aşkınsal örneğin manyetizma ile elektromanyetik
koşullarım araştırmakla işe başlamak du- alanlarına da katkılarda bulunmuştur. Ö-
rumundadır. Şeylerin toplamı olmak an- te yanda Yargtgikii11ii11 Eleştirislnde Kant,
lamında doğal dünya, Kant'ın bakışında doğanın erekbilgisel yapısıyla ilintili te-
verili bir bütün olmadığı gibi, bir bilgi rimler doğrultusunda düşünmeye çalış
nesnesi de değildir. Örneğin, doğanın son- mıştır. Buna göre, doğanın ilk elden ü-
lu mu yoksa sonsuz mu olduğunu gös- rünleri organizmalar, mekanik bir dizge-
termeye çalışan düşünceler birer "fahfkı yi açıklarken başvurulan nedensel ilişki
durumu oluşturduklanndan doğa hakkın ler doğrultusunda bütünüyle açıklana
da bilgi sağlamaları ilkece olanaklı değil mazlar çünkü organizmalarda yalnızca
dir. Bu bağlamdı. çok genel bir deyişle parçalar bütünü belirliyor değildir; daha
Kant'ın doğa felsefesinin gelişimine üç çok organizmaya bir bütün olarak yön
ayn kaynak aracılığıyla üç katlı bir etkide veren temel amaç organizmanın parçala-
bulunduğu söylenebilir: Q) fiziksel güç- rım belirliyordur. O nedenle, hem tek tek
leri maddenin tanımlayıcı özellikleri ola- organizmaları hem de bir bütün olarak ·
rak aldığı 1786 tarihini taşıyan Metap~sİ! doğayı anlamaya çalışırken, hem orga-
dıe Aııfattgsgriittdt der Namrwissmsdıaft (Do- nizmaların hem de doğanın belli bir a-
ğabiliminin Meta fizik TemellerO başlıklı macı yerine getiriyor olduğunun, her i-
yapıtı aracılığıyla; (ıı) doğadaki amaç kav- kisinin de eylemlerinin neden ve sonuç-
ramına eğildiği, sonunda da birinci eleş larının kendi kendisini düzenleyen bir
tirisinin aşkınsal idealizmi ışığında temel- yapısının bulunduğunun ayırdında olmak
lendirdiği, 1790 yılında yazdığı üçüncü e- gerekmektedir. Bununla birlikte, Kant an-
leştirisi Kritik der Urttils/eraft (Yargıgü cak özgür eylemle ilişkileri bağlamında
cünün Eleştirisi) aracılığıyla; (ıiı) 1781 ile şeylerin amaçlanndan söz edilebileceğini
1787 tarihleri arasında yazdığı birinci e- vurgulayarak, üstelik bir de düşünen bir
leştirisi Kritik der reitttll V tn111t1jf da (Arı varlık olmadığı göz önünde bulundurul-
Usun Eleştirisi) sunduğu felsefe bölüm- duğunda, doğaya belli amaçlar yüklen-
lemeleri ve çözümlemeleri aracılığıyla. mesinin yalnızca eğretilemeli ve açıkla
Doğabilimittitt Metafizik Temellen•nde Kant, malı bir anlamda kullanıldığının farkında
bütün bilimsel araştırmalarca sorgulan- olmanın gereğine de dikkat çekmektedir.
makm:ın rlaha baştan varsayılan madde Nitekim Kant'a göı:c, organik uuğayı kav-
kavramının ardında yatanları açık kılma myışımız işin doğası gereği öznel olmak
ya çalışmıştır. Newton'un görüşlerinin zorundadır; mekanik nedenselliğe dayalı
de etkisiyle, maddenin birbiriyle sürekli açıklamaların nesnel geçerliliğe ulaşması
bir çarpışma içinde bulunan birbirine ilkece olanaksızdır. Daha sonralan 11atrır
karşıt "çekim" ile "itim" güçlerinden mey- philosupbie, bu Kantçı sınırlandırmayı alt
dana geldiğini öne sürmektedir. Madde, ederek, doğaya nesnel ve amaçlı bir yapı
uzamı itim gücüyle doldurmakta, bunun kazandırarak yaklaşmış, buna bağlı ola-
sonucu ortaya çıkan dağılma çekim gü- rak da doğayı özerk, hatta belirlenmemiş
cüyle karşılanarak belli ölçülerde sınır bir dizge olarak görme noktasına gdmiş
lanmaktadır. Böylece Kant, birbirine ~r tir.
şıt bu iki etkin gücü temel alarak, önce XVII. yüzyıla gelindiğinde, felsefe ile
atom tasarımı ile boşluk ya da boş uzam doğa bilimleri arasındaki ilişki sorunu-
düşüncesinden kurtulmuş olmakta, son- nun yepyeni bir aşamaya girdiği görül-
ra da dinamik bir madde anlayışına ulaş- mektedir. Nitekim bu dönemle birlikte,
413 doğa felsefesi
modem bilimin olanca bir ivmeyle bi- olanakstz oluşudur. Sözgelimi ortaçağda
çimleneceği, insanın bilme yetisinin so- insanlar şarabın açık bırakıldığında sir-
nuna dek taşınacağı, varlığını günümüze keye dönüştüğünü biliyorlardı, fakat bu
dek sürdüren bilimsel yürüyüş de başla sürecin gerisinde yatanlar ancak modern
mışttr. Modem bilim çerçevesinde doğa kimyanın karışık formülleri aracılığıyla
felsefesinden anlaşılan ile ortaç:ığdaki do- gün yüzüne çıliartılmışttr. Albcrtus Mag-
ğa felsefesi tasarımının en azından üç ö- nus ile Roger Bacon, dönemlerinde ge-
nemli noktada birbirlerinden aynldıkları çerli bütün bilgilere sahip olma ülküsünü
söylenebilir: (i) tek tek bilimlerin çoğal ı.,rerçckleştirdiklerinden ötürü kendileriyle
ması; (ii) her birinin birbirinden bağım haklı bir övünç duyarlarken, modem bi-
sız değerlerini tanıtlamaları; (iiı) ortakla- limadamı için bu ülkü alabildiğine çoğ~
şanın bilgisi ile bilimsel bilgi arasındaki lan bilgi dalları ile giderek artan uzman-
mesafenin gitgide -kopma derecesinde- t.ışma nedeniyle tatlı bir gülümsemeyle
açı.lması. Bu bağlamda sözgelimi ortaçağ karşılanabilecek gerçekleşmesi olanaksız
doğa felsefesinde gökbilim ile astroloji, bir ülküdür. Bilimsel bilginin işletilerek
kimya ile siınya, fizik ile tanrıbilim yakın olduğundan daha ilerilere taşındığı bili-
bir ilişki içindeyken, modem doğa felse- min her altkolu, sıradan halk kesimleri-
fesinde doğa bilimleri doğaüstü, düşlem nin ortakgörüsü ile bilimsel bilginin uz-
scl ve usdışı öğelerle bezeli bütün bağla manlaşmayı zorunlu kılan teknikliği ara-
nm biter ikişer kopannışur. Bu anlamda sında kapaulması olanakstz hale gelen
modern bilim bir uçtan öbür uca tarana- bir uçurum oluşması gibi oldukça tehli-
cak olursa, fiziksel dünyanın sürekli yeni keli bir sonuç doğunnuştur. Açıkçası bun-
bakış açı.lanndan ele alındığı, bu değişik lardan ikincisi, yani bilimsel bilgi, baş
bakış açılarının her birinin başlı başına langıç noktası olarak ortakgörüye açık
yeni bir bilim alanı konumuna karşılık bilgiden yola koyulmuş olmasına karşın
geldiği açıklıkla görülecektir. Burada altt -doğd bilimlerinin vardığı sonuçlarla,
önemle çizilmesi gereken bir diğer nok- geliştirdiği öğretilerle günümüzde geldiği
ta, modem doğa bilimlerinin, karşılıklı nokra.da yalnızca sokaktaki insana değil
olarak birbirleri arasındaki sınırlan ta- felsefeciler de içinde olmak üzere gerekli
nımlamak yoluyla öteki alanlar karşısında donanımı almamış kişilere bütünüyle ka-
kendi özerkliklerini kazanmış olmaları palı kalmasıyla- bilimin değcı:gcsini sor-
dır. Eskiçağ ile ortaçağda büyük ölçüde gulamaya götürecek denli derin bir tar-
lizik ile metafiziğe hazırlık olarak görü- ttşmanın başgöstennesinc kaynaklık et-
len ço~u doğa felsefesi araşamıası, bu miştir.
arkaik alanlardan ayrı olarak kendi özerk Doğa fclsefesı, özellikle XIX. yüzyıl
değerlerini karutlamalanyla birlikte felse- Alman Romantizmı bağlıımında başlıl.ıa
feye hizmet etmek olarak nitelenebilecek şına modem bilimin eleştirisini vermeye
geleneksel ödevlerini bütünüyle terk et- yönelik bir uğraşa karşılık gelmektedir.
mişlerdir. Gerçekten de bu modem araş "Eleştirel Doğa Felsefesi"nin ya da Na-
ttrma alanlarının her birinde kaydedilen INtphilosophilnin en önemli düşünürleri
hızlı· gelişme, genci doğa bilgisi anlayışı arasında Schelling, Fichte ve Goethe ba-
ıruzda birden çok devrimin meydana şı çekmektedirler. Modem doğa bilimle-
.:etmesine yol açmışttr. Modem doğa fel- rinin insan yaşamının göz ardı ettikleri
sefesi çerçevesinin bilgiye yönelik belir- bölümlerine ayn bir dikkatle eğilen bu
leyici düşüncelerinin başında, eldeki göz- düşünürler, doğayı. cansız bir maddesel
lem ar.ıçlan yeterince iyi olmadığında ya süreç olarak ele alan düzenekçi doğa ta-
da kullanılan tümcvartm yöntemleri sı sanmına kesin bir dille karşı çıkmışlar,
nırlı kaldığında pratikte doğaya yönelik şiirselliğini öne çıkarmak yoluyla doğa
temel bilgilerin bulgulanmasımn ilkece nın insan deneyimindeki anlamsal varlı-
doğa felsefesi 414
ğını gözler önüne sermeye çalışmışlardır. alan "öteki" erekbilgisel metafizik doğa
Romantik öğeleriyle dikkat çeken bu do- felsefesi kuramlarına, özellikle XX. yüz-
ğa felsefesinde, doğadaki bütün görün- yılın ikinci yansında değişik maddecilik
gülerin görünürdeki gerçekliklerinin ge- anlayışl:m ile metafizik karşıtlığıyla tanı
, risinde keşfedilmeyi bekleyen özgül birer nan "mantıkçı olguculuk" ya da "deney-
anlamlan olduğu düşünülür. Doğadaki ci olguculuk"tan ağır eleştiriler yöneltil-
bütün olayların ve süreçlerin insana ara- miştir.
lıksız gönderdikleri iletiler ancak ger- Daha XVIII. ile XIX. yüzyıllarda fel-
çekten istenildiğinde, bu iletileri almaya sefe ile bilimin birbirlerinden bütünüyle
uygun bir yaşama tutumuna geçildiğinde uzaklaşarak kopma noktasına gelmesi,
farkedilebileceklerclir. Nitekim bu akı gerek doğabilimcilerce gerek felsefeciler-
mın önde gelen savunucuları, doğanın ce çoğunlukla taban tabana zıt biçimler-
gerçek anlamının modem bilimin var- de değerlendirilmiştir. Doğabilimciler bu
saydığı gibi gözlem ve deney yoluyla de- noktada, felsefenin bütünüyle yararsız
ğil ancak düşünsel bir "sezgilenim" yo- boş bir etkinlik olduğunu, insanlığın yüz-
luyla edinilebileceğini ileri sürmektedir- yıllar boyunca boştan yere vakit yitir-
ler. ôyle ki doğanın bütün öğeleri, ister mesinin ana nedeninin de felsefecilerin
canlı olsun isterse cansız, son çözümle- "doğa felsefesi" adı altında bütünüyle bi-
mede kendilerini yaşantıda açığa vurduk- limdışı bir uğraş içine gömiilmelerinde a-
lanndan, yaşamla doğrudan bir ilintisi ranması gerektiğini belirtmişlerdir. Oysa
bulunan kendiliklerdir. Bu temel savu- ki sayılan her geçen gün daha da artan,
nulanyla romantik yönelimi ağır basan keneli sınırları içinde giderek daha bir
bu doğa felsefesi konumu, bilimin hiçbir yetkinleşen tek tek doğa bilimleri, gün
koşulda kavrayamayacağı gerçekleri için- gelecek bilinebilirlik alanını bütünüyle
de taşıyan doğanın gizlerini açığa çıkar tüketecekler, dolayısıyla da doğa felsefesi
ma arayışındadır. Kuşkusuz yaklaşımın ol- gibi bir metafizik kurmacaya yapılacak
gunlaşmasında, bir yanda dönemin göz- bir iş bıralanayacaklardır. Felsefecilere
de akımı *Lebenıphilosophie'nin, öbür yan- dönüldüğündeyse felsefenin durduğu
da tinbilimleri ile yorumbilgisi ahınlann yerden bu durumun bambaşka bir bi-
da doğa bilimlerine ilişkin yapılan eleşti çimde algılanması söz konusudur. Buna
rel açımlamalann etkisi büyüktür. Bu bağ göre, felsefenin temelde çil yavrusu gibi
lamda, özellikle Bergson, Alexander, W- çoğalan bilimsel kavramların hiçbirine
hitehead gibi düşünürlerce ilerleyen dö- gereksinimi yoktur; bunların çoğu felsefi
nemlerde siirtf ft/seftsi üstüne temellendi- bakımdan ya açıkça yanlış tasarımlardır
rilen do~ felsefeleri, ortaya atıldıkları ya da bugünden yarına değişebilir nite-
dönemde biyolojinin, özellikle de evrim- likteki gelgeç sanılardır. Nitekim hem
ci kuramın önlenemez bir yükseliş içinde tek tek bilimlerin hem de genel olarak
olmasından da anlaşılacağı üzere, insan bilimsel anlayışın felsefeden kopmasını
varoluşuna ilişkin yeni bir tarihsel bilince bütünüyle olumlu bir gelişme olarak ni-
karşılık gelen baştan sona tllrinui-organiz: teleyen Christian Wolff, bunun da yeterli
nıaa yapılarıyla dikkat çekmektedirler. Ni- olmadığını, bilimsel araştırmanın felsefe
tekim bu bağlamda Samuel Alexander, kültüründen bütünüyle çıkanlmasının ge-
evrim sürecini niteliksel bakımdan "ye- reğini savunmaktadır. Buna karşı, özel-
ni" olanın aralıksız ortaya çıkışı olarak likle XX. yüzyılda, kimi felsefeciler de
görmüştür. Tann, buna göre, başlangıçta bugün geçmişte bırakıldığı açıklıkla gö-
bulunan bir yaratıcı konumunda değildir rülen doğa bilimleri ile doğa felsefesi a-
artık, doğayla birlikte kendisi de yenile- r.ısındaki yakın ilişkiye, günümüzde daha
nerek başkalaşmaktadır. Kendisine belli önce hiç olmadığı denli gereksinim du-
bir yaşam enerjisi ya da gücünü dayanak yulduğuna dikkat çekmektedirler. Nite-
415 doğacılık
tünüyle yadsımaktadır. Bu genel savunu- ğacılık ilkesi felsefede bir birlik tasarla-
ya bağlı olarak, erekbilgisel doğa anlayı yabilmenin baş koşuluyken, sıradan Ro-
şının ileri sürdüğü "bütün doğa tek bir malı yurttaş içinse doğadaki sayısız tanrı
erek doğrultusunda varolrnaktadır" yollu sal öğeyi açıklayabilmenin, gütıdelik ya-
sava da kesin çizgilerle karşı çıkmaktadır. şam pratiklerindeki kutsallığı belli bir
Buna göre, doğanın bir bütün olarak tek kaynağa bağlayabilmenin olmazsa olmaz
bir ereği gerçekleştirmek adına varoldu- dayanağıdır. Öte yanda tümtanncılık, ö-
j:,ıunu söylemek, araşnnlması ilkece ola- zellikle modem biçin1lerinde, açıkça do-
naksız doğaüstü bir varlığı yoktan yere f,>acılık anlayışı üstüne bina edilmiş bir
tasarlamakla eşdeğerdir. Nitekim doğaq felsefe düşüncesidir. Spinoza'run "töz"ü-
lık, doğadaki bütün varlıklar ile bütün nün, Fichte'nin "bireşim"inin, Schelling'
doğal süreçler için bağlayıcı tek bir erek in "özdeşlik"inin, Hegel'in "salnk"ının
aramak yerine, değişik varlıklar ile süreç- altında kendi görüşlerince doğacılık an-
lerin kendilerini gerçekleştirmelerine yö- layışı yatmaktadır. Gerek Hegel'in dof,>a
nelik alabildiğine geniş bir erek çokluğu felsefesinde gerek Yeni Hegelcilik'te do-
olduğu bilinciyle hareket edilmesi gerek- ğacılık, insanın birliği ile tanrısal bilinci-
tiğini savunmaktadır. Tam bu noktada do- nin tinsel ya da metafizik biçimini mey-
ğacılık, bütünüyle yanlış temeller üstüne danagetirmektedir. Bununla birlikte, ide-
kurulduğunu düşündüğü iki öğretiden ka- alist doğacılık yaklaşımı Romantik Oku-
çınmaya ayn bir özen göstermektedir. lun önde gelen yazarları Goethe, Shelley,
Bunlardan ilki, başta insan eylemleri ol- Wordsworth ve Çoleridge'in yazılarında
mak üzere doğadaki bütün etkinliklerin açıklıkla görülebilmektedir. Doğacılığın i-
düzenekçi bir yolla belirlenmiş oldukla- dealist biçimi en üst anlanrnıru aşkınsal
rını, dolayısıyla da doğanın kendinde bir cılık anlayışında bulmaktadır. Bir başka
özgürlük aramanın yersiz bir çaba oldu- bağlamda doğacılık, doğaya tapınma an-
ğunu ileri süren maddeci öğretidir. İkin lamında bir dfrı anlayışı olarak yorun11an-
cisi de, ereklerin geleceğin şimdi üzerin- maktadır. Buna göre, dini olmayan "do-
deki etkilerine kaynaklık ettiği düşünce ğacılık" anlayışından bütünüyle aynlan
sine dayalı olarak, özgürlüğü doğaüstü ya dins!:'I doğacılık, en azından tektannlı din-
da doğadışı bir aşkın kaynakla açıklayan lerin Tanrı tasarımlarıyla yaklaşıldığında
idealizm öğretisidir. açıkça tanrıtanımaz bir felsefe dizgesidir.
Kuşkusuz doğacılık anlayışının felse- Doğacılık bu yorumun gözünde Tanrı'
fe tarihinde ilk görüldüğü yer, doğadaki run dünyada baf,rımsız varlığı düşünce
bütün varlıkların bir carıları olduğunu sine, insan ruhunun ölümsüzlüj:,rü öğreti
ileri süren Sokrates öncesi fılozofların sine, ahlaksal düzenin insan eliyle dej:,ril
"canlıcılık" anlayışıdır. Doğa felsefesi dö- Tanrı tarafından konulduğu savına bütü-
nemi diye de anılan bu çerçevede canlı nüyle karşı çıkmaktadır. Yine aynı çerçe-
doğanın felsefi birliği olarak kavranan vede, bir din anlayışı olarak doğacılığın
doğacılık, eskiçağ evrenbilgilerinde do- tarih içinde üç ana aşamadan geçerek gü-
ğadaki şeyler çokluğu ortasındaki insan nümüze geldiği düşünülmektedir: (i) bu-
zihninin doğayı onunla birliğe ulaşarak dunbilimsel doğacılık; (ii) metafizik do-
kavrama çabasını sergilemektedir. Bu ay- ğacılık; (ili) bilimsel doğacılık. Aynca
nı bağlamda Stoacı tanrı tasarımında do- bkz. doğalcılık.
j'.,>anın dünyanın ruhu ya da canı olarak
temellendirilmesinde içeririuenen dofr-ı doğal din ~ng. natura/ religion; Fr. religion
cılık, açıkça yine insan kavrayışının bir- naturelle, Alm. natürliche religionJ Tanrısal
liğe susamışlığının, dinsel duygulanımla vahiy düşüncesini içeren, vahiyle ulaşıla
raJ:ıir kaynak arayışının ürünüdür. Stoacı cak bir "hakikat"e bel bağlayan tanrıcılı
dönemin Romalı düşünürlerine göre do- ğın tersine, hiçbir aracı olmaksızın, yal-
417 doğal hukuk (kuramı)
nızca "akıl" yoluyla kavranabilecek yalın düşünürü Rousseau, bireyin doğal hakla-
bir tann inancını savunan yaradancılığın rını savunan doğal hak öğretisini, top-
öne sürdüğü din anlayışı. İlkin xvıı. yüz- lumsal birliği sağlama ı,rcreğini ı,>iizetcrck
yılın ikinci yarısında kullanılmaya başla ·~toplum sözleşmesi" düşüncesiyle bir bi-
nan "doğal din" deyişi, tann ve ödevle- çimde uzlaştırmaya çalışmıştır. Kıta Av-
rimiz hakkındaki hakikatlerin hiçbir ara- rupası'nda yapılan onca tartışmaya kar-
cıya (sözgelimi ruhban sınıfı) gerek du- şın, bütün zamanlann en önemli doğal
yulmaksızın "doğal düşünme"yle buluna- hak değerlendirmesi Kuzey Amerika ko-
hilcceği düşüncesine karşılık gelmekte- lonilerinden ı,relmiştir. Nitekim Thomas
dir. İnsanlıb>a yaraşır "ı.,rerçek din" olarak Jefferson, Samucl Adams, Thomas Pai-
giiriilen doğal din, insanın çevresinin be- ne gibi düşünürler doğal haklar kuramını
lirlediği dinsel inanç ile yapıp etmelerden yapılacak olası bir devrimin en ı.,ıüçlü
aynlan, insanın doğasından kaynaklanan meşrulaştırımı olarak yeniden yapılandır
din biçiminde yorumlanmıştır. Aynca mışlardır. Günümüzde klasik doğal hak
bkz. yaradancıhk. metinleri arasında en önemlileri olarak
şunlar gösterilmektedir: İngiliz Yunıaşlık
doğal hak(lar) [İng. natura/ right(s); Fr. Hakları Bildirgesi (1689), Amerikan Bağım·
droits naturels; A:lm. naturm:ht, natürliche su.lık Bildirgesi (1776), Haklar Bildirgesi
rechıe] Siyaset felsefesinde bireyin top- diye de bilinen "Amerika Birleşik Dev-
luma .katılmakla kazandığı, hiçbir devle- letleri Anayasası"nın elden ı.,rcçirilmiş ilk
rin tanımamazlık edemeyeceği birtakım 10 yasası (1791), Framız Yuntaşlık ve in·
temel hak ve özgürlükleri anlatan terim. san Haklan Bildirgesi (1789), Birleşmiş Mil·
Modem doğal hak tasarımının gerisinde letler/nsanHakl4nEwensel Bildirgesi (1948).
Eskiçağ ile Ortaçağ felsefelerinde temel-
leri atılan, doğanın ya da Tann'nın yara- doğal hukuk (kuramı) [İng. natura/ law
ıılan olan insanların, yaşamlarını doğa ya (theory); Fr. droit naturel; Alm. naturrecht]
da Tanrı eliyle konulmuş kurallar ile ya- İnsanın kendi koyduğu, bulduğu ya da
salar doğrultusunda geçirmelerini, top- yarattığı hakları içeren "pozitif hukuk"
lumlarını buna göre örı.,>iitlemelerini ileri tan ayn tutulan; insanın insan olmasın
sliren "*doğal hukuk" öğretisi yatmakta- dan getirdiği, insanın doğasından kay-
dır. Bu bağlamda, özellikle XVII. yüz- naklandığı öngürülen doğal haklardan
yılda bireyciliğin önü alınamaz bir iv- oluşan "doğal hukuk" dizgesini temel-
llll')'le yükselişe ı,reçınesine bağlı olarak lendiren kuram ya da öğretiler bütünü.
orıny>1 çıkan doğal hak ()ğretisinde, do- Doğal hukukun bütün insanlarda ortak
ı~mın hirinci sınıf varlıkları olmaları ne- hir hukuk dizgesi olduğuna yi>nclik inan-
deniyle insanların hiçkimse ya da hiçbir cın kökleri Eski Yunan'a kadar gider.
toplumsal kurum tarafından çiğneneme Doğal hukuk kuramı, ahlaksal ve hukuk-
)·ccck doğadan aldıkları birtakım haklan sal düzenin insanların ya da evrenin do-
•ılduğu düşünülmc.-ye başlanmıştır. Çoğu ğasından türetilebileceğini hatta bunlann
l:ınnın güzünde doğal hak öğretisinin en evrene içkin olduğunu savunur. Bu ı.,>ii
ıri anlatımı İngiliz filozofu I..ocke'un ya- rüşün izleri Stoacılar ve ı\risıotcles'c,
zılarında bulunmaktadır. Locke, bütün Platon'un ahlak kuramından Augustinus,
insanların doğaları gereği hem ussal hem Thomas Aquinas ve Suarez'e, Grotius'
de iyi olduklarını, buna dayalı olarak da un hukuk kuramından da Rousscau, l .oc-
daha ilk toplumlardan başlayarak "inanç ke ve Kant'a kadar birçok filozofun fel-
iizgürlüğü", "devlete karşı isteklerini yük- sefelerinde görülebilir.
. sek dille söyleme", "mülkiyet hakkı" gibi Doğal hukuk kuramına ı,>iire, uzlaşım
en temel insanlık haklannı elde ettikle- ve gelenekten bağımsız, toplumdan top-
rini yazmaktadır. Öte yanda Aydınlanma luma değişmeyen doğadan kaynaklanan
doğal tannbilim 418
bir hukuk düzeni vardır. Doğal hukuk sana özgü doğal niteliklerle açıklama tu-
kuramı en temelde insan ilişkilerini yö- tumuna verilen ad. Ahliksal düşünceyi
netmek için insanlar tarafından yapılma "doğal dünya"ya yerleştirmeye çalışan
yan ama akıl tarafından ayırt edilebilen doğalcı etik, ahlakın kavram ve terimle-
ilkelerin bulunduğunu ve bu ilkelerin bü- rinin doğa bilimlerinin kavram ve te-
tün insan yapımı yasaların yargılanabile rimlerince belirlenmiş olduğunu öne sü-
ceği doğal bir hukuk oluşturduğunu sa- rer. İnsanı yalnızca "doğal bir varlık" o-
vunur. Bu hukuk insanlann koyduğu ya- larak kabul eden doğalcı etik, bir eylemin
salann üzerinde, kimileyin tannsal gücün ahliki açıdan iyi ve doğru olmasının ön-
yansıması olarak görülen nesnel ilkeler- koşulunun o eylemin doğal yaşama yarar
den oluşur ve ancak "aklın ışığı"yla doğ sağlaması olduğunu vurgular. Ahlakı do-
ru bir biçimde kavranabilir. Doğal hu- ğal yaşamın, içgüdülerin insanoğlu üze-
kuk kuramı içinde iki ayn izlekten yola rindeki etkisinden hareket ederek kav-
çıkan iki ayn görüş bulunmaktadır. Bi- ramayı deneyen doğalcı etik, bir eylemin
rinci görüşe göre, doğa yasalan özel tür- doğruluğuna ya da yanlışlığına karar ver-
den bir varlığa ait amaçlan ifade etmek- mek için elimizdeki en geçerli ölçü tün, o
tedir. Bu amaçlar doğanın düzenliliğini eylemin doğada hüküm süren yasalan a-
sağlamaktadır; insanlann uzlaşımlan, koy- yakta tutan "uyum"a katkıda bulunup bu-
dukları yasalar ve eylemleri de ancak bun- lunmaması olduğunun altını çizer. Sağ
larla uyumlu oldukları sürece "iyi" ve duyulu bir yargıda bulunmak için en ö-
"doğru"durlar. Bu görüş dinsel doğal hu- nemli ölçüt, doğanın ruhuna aykın dav-
kuk kuramına da kaynaklık etmiştir. Pla- ranmamaktır.
ton'un ideacı doğal hukuk kuramına da- Ahlaksal değerlerin dünya ile insanın
yanan dinsel doğal hukuk kuramı, varo- doğasına ilişkin olgulardan türetilebile-
lan bütün yasalann tannsal bilgeliğe da- cekleri düşüncesi üstüne kurulu bir fel-
yanması gerektiğinden ötürü bu yasaların sefe kuramı ya da iyilik, doğruluk, erdem
tannsal usa uygun olarak koyulması ge- türünden belli başlı ahlaksal değerlerin
rektiğini savunur. İkinci yaklaşım ise her- kendi kullarumlaiını temellendiren kimi
kesçe uyulması gereken kuralların öte- doğal nitelikler ~oğrultusunda tanımla
sinde herkesin konulan kurallar önünde- nabileceklerini savunan bir ahlak felse-
ki eşitliğine vurgu yapar. Bu eşitlik ise fesi öğretisi olarak doğalcı etik anlayışı,
herkesin doğa tarafından yönetildiği ve en azından birtakım önemli değerlerin
bu bağlamda özgür olduğu biçiminde insan organizmasının doğasından ya da
anlaşılır. Bu doğal hukuk kuramına göre, insanın yeryüzündeki doğal durumundan
bir eylem herkesin doğuştan sahip ol- kaynaklandığı düşüncesi üstüne bina e-
duğu bireysel alana ve elde ettiği haklara dilmiş bir etik görüşüdür. Buna göre, el-
saygılıysa doğru, değilse yanlıştır. Aynca deki bir etik kuramı, ahlaksal yargılann
bkz. hukuk felsefesi; Grotius, Hugo. anlamlannın ahlaksal olmayan olgu ö-
nermeleriyle aynı olduğunu ileri sürüyor-
doğal tannbilim bkz. tbeologitt 1111111- sa açıkça doğalcı bir etik kuramıdır. Ör-
raliı; Duns Scotus. neğin yeme içme, güvenlik, ruhsal ya-
kınlık, kendini gerçekleştirme, bilgiye u-
doğalcı etik [İng. ethical naturalism; Fr. laşma gibi en temel insan gereksinimle-
natura/isme ethique; Alm. ethischer natura· rinin ahlak değerleri üzerinde belirleyici
lismus) Her şeyi doğaya, doğal olana in- bir rol oynaclıklannı ileri süren bir yakla-
dirgemeye çalışan doğalcılığın ahlik fel- şım özünde doğalcı bir yaklaşımdır. Öte
sefesinde izlediği yola; ahlaka özgü özel- yanda XX. yüzyılın önde gelen çözümle-
likleri doğaya özgü özelliklerle temellen- yici ahlik felsefecilerinden G. E. Moore
dirme girişimine; ahlikı doğayla ya da in- Principia Etica başlıklı yapıtında doğalcı
419 doğalcılık
etik görüşünü ayrıntılı bir biçimde eleş gelir. Bilgilenme sürecinde geçilen evre-
tirdikten sonra, ahlaksal değerlerin doğal lerin betimlenmesi, bilginin gerekçelen-
olmayan bir iyilik görüşü temelinde ta- dirilmesini zorunlu kılar. "Nasıl biliyo-
nımlanmaları gerektiği gerçeğine parmak ruz?'' sorusuna verilen yanıtın geçerli bir
basmaktadır. Hem ahlak felsefesinde hem yanıt olabilmesi için doğala bir yaklaşım
de siyaset felsefesinde, ahlak yargılanrun içine girilir. Aynı yöntem ahlak önerme-
doğru biçimde verilmeleri koşuluyla be- lerinin doğrulanması için de kullanılmak
timleyici ve nesnel olduklan düşünül tadır. Ahlik kurallarının bizlere ataları
mektedir. Böylelikle de ahlak felsefesinin mızdan kalmış bir dizi ilkeden öte anla-
temel terimlerinin yerine betimleyici te- mı olabilmesi için bunların nesnel biçim-
rimlerin geçebileceği öne sürülmektedir. de temellendirilmesi gereklidir. İşte tam
Örneğin bu bağlamda yararcılık anlayışı, da bu noktada doğada "olandan" top-
"iyi" teriminin yerine "duygu taşıyan tüm lumda "olması gerekene" geçiş sorunu
varlıklar için aaya karşı hazzın olabildi- yaşanmaktadır. XIX. yüzyılın son çeyre-
ğince çoğaltılmasını" geçirmektedir. Yi- ğinden itibaren doğalalığa, özellikle ruh-
ne buna göre, varoluşçuluk bireyciliğin bilimcilik olarak da anılan bilgibilimsel
öne çıktığı bir insanalık türü olarak dü- doğalalığa ka~-ı şiddetli bir tepki göste-
şünülebilecekken, bencilik anlayışını red- rilir. Sözgeliıni, George Edward Moore'
dedişiyle öteki insanalık türlerinden ay- un ahlik önermelerinin doğal sayılması
nlmaktadır. Aynca bkz. doğalcdık; do- na karşı çıkarak bu durumu "doğala ya-
ğalcılık yanılgısı. nılgı" olarak adlandırması böyle bir tep-
kidir. Moore'a göre iyi değeri başta ol-
doğalcılık (İng. naturalism; Fr. natura/is. mak üzere tüm değerler kendilerine öz-
me; Alm. naturalismus; es. t. tabtiyye) En gü bir varlık sınıfı oluştururlar, bunların
genel anlamda her şeyin doğal olduğunu, bilgisi deneyden gelmez.
doğadan geldiğini, dolayısıyla bunların a- Ne var ki, bilginin neliğine yönelik a-
raştırılmasında, açıklanmasında doğa ya- raştırmalar ve tartışmalar son bulmaz.
salarının kural olduğu bilimlerin kullanıl XX. yüzyıl düşünürlerinden Willard Van
masını savunan görüş. Felsefece düşün Orman Quine'ın ünlü bir makalesinden
menin tarihinde doğalalık daha çok etik, esinlenen "doğallaştırılmış bilgikuraını"
bilgikuramı ve metafizik alanlarında ge- akımı güçlenir. Bu akımın savunucula-
çen tartışmalarda kendini gösterir. Do- rından keskin olanlar, bilginin gcrekçe-
ğalcı etik, ahlak alanında doğal olmayan lendirilmesini bir kenara koyarak yalnız
nitelikleri yadsırken, ahlakın özel uslam- ca çözümleme yapmakla yetinirler. Bu a-
lama yöntemlerini içeren kendine özgü şın uçtakilere karşılık daha ılımlı tutum
bir alan olduğuna da karşı çıkar. Metafi- takınanlardan söz edilebilir. Bunlara gö-
zik alanındaki doğalalık eğilimleri, mad- re, insan düşüncesinin biçimlendiği bağ
deciliğe yakın bir duruş içinde, doğal dün- lamın yoksanamayacağından hareketle,
yanın insanların ya da Tann'nın etkisin- herhangi bir bilimsel kuramın tarihi ile
den ve soyut evrensel kavramlardan a- söz konusu kuramın gerekçelendirilmesi
rın(dınl)mış biçimde tekparça bir alan arasında bağ kurulur. Böylece tarih gibi
olduğu ya da olması konusunda üsteler. doğal olmayan bir etkenin devreye so-
Metafizik doğalalık için önemli olan tek kulmasıyla doğala yaklaşım yumuşatılır.
şey, dünyanın doğa araştırması denebile- Estetik alanında
ise doğalcılık, belirli
cek, çeşitli bilimlerin oluşturduğu birle- bir kuramı göstermekten çok, özellikle
şik bir araştırma izlencesi tarafından sı XIX. yüzyılda egemen olmuş bir sanat
nanabilecek bir birlik oluşturmasıdır. hareketiyle, gerçekçilikle ilişkili bir yakla-
Ancak, doğalcılığın asıl gücü, onun şımı niteler. Buna göre sanat ya da yazın,
bilgikuramı alanındaki uygulamalarından dünyayı olduğu gibi, değiştirmeden ta-
doğalcılık yanılgısı 420
lendirici bildirimler elde etmenin olanak- ğil, aslında değerlendirici bir terim oldu-
sızlığını ortaya koymak için verilen bir- ğu yollu olası bir itira?.a karşılık, 'X ge-
takım örneklerin, bütünüyle, betimleyici çerli bir tümdengelimli çıkarımdır' biçi-
bildirimlerden değerlendirici bildirimle- mindeki değerlendirici bildirimi sıkı ge-
rin elde edilebildiği örnekler olduğunu rektirecek daha başka birçok betimleme
b>iistererek "doğalcılık yanılgısı"ndan söz yapılabileceğini de ekler: Örneğin, 'Ön-
edenlerin aslında bir yanılgı içerisinde cüller,. sonuç için mantıkça yeterlidir',
olduğunu ileri sürer. 'Sonuç, mantıksal olarak öncüllerden çı
Urmson'a göre, bir çıkanını geçerli o- kar'; 'Öncülleri e\'etleyip sonucu değille
larak nitelemek, onun bir modus ponens mek rutarlı değildir'. Aynca bkz. doğal
oldui'.,ıunu söylerken olduğu gibi, onu cılık yanılgısı.
mantık bakımından sınıflandırmak değil
dir yalnızca; aynca ona bir değer biçmek, doğrudan yararcılık [İng. direct utilita·
onıı onay vermektir de. Dolayısıyla, bir rianismJ bkz. yararcılık.
çıkanının geçerli olduğunu söyleyen de-
ğerlendirici bildirimleri, bir betimleyici doğrulama [İng. wrification; Fr. vbifica·
önerme dizisinin sıkı gerektirdiği; ya da tion; Alm. verifıkation] Bir önermenin ol-
böyle bir değerlendirici bildirimin an- gularla ka~'llaşanlarak sınaıiması; doğru
lamca böyle bir betimleyici bildirim dizi- luğunun deneye ve gözleme dayalı kanıt
sine eşit olduğu söylenemez. Değerlen larla ortaya konması. Mantıkçı olgucula-
dirici bir terim olduğu için, 'geçerli'nin, nn felsefe açısından en önemli ve öne
bütünüyle betimleyici terimlerle bir ta- çıkan rutumu, önermelerin anlamlannın
nımı yapılamaz; aynı şekilde, hiçbir be- doğrulama yöntemiyle belirlenebileceği
timleyici bildirim de, 'Bu geçerli bir çıka düşüncesine dayalı "doğrulamacılık"tır.
nındır' biçiminde bir bildirimi sıkı gerek- Doğrulamacılık rutumu ise en somut an-
tiremez. latımını ''bir önerme ancak deney ve
Searle'e göre, Urmson tümdengelimli gözlem yoluyla ya da mantıksal akılyü
çıkanmlarla ilgili olarak iki ayn sav ileri rütme ile doğrulanabiliyorsa anlamlı ve
sürmektedir: Birincisi, 'geçerli tümden- doğru kabul edilmeli; tersi durumda an-
gelimli çıkanın' teriminin betimleyici te- lamsız ve yanlış sayılmalıdır'' tümcesinde
rimlerle bir tanımı yapılamayacağı; ikin- bulan doğrulanabilir/ile ilkesi üzerinden ha-
cisi ise tümdengelimle ilgili hiçbir betim- reket etmektedir. Karşıtı için bkz. yan-
lemenin, bir çıkarımın geçerli bir tüm- hflama. Aynca bkz. doğrularnacılık;
dengelimli çıkanın olduğu bildirimini sı doğrulanabilirlik ilkesi.
kı gerektiremeyeceğidir. Tanımlamanın,
mantıksal bir eşdeğerliğin, başka bir de- doğrulamacılık [İng. verificationism; Fr.
yişle, bir gerekli ve yeterli koşullar kü- vbi[ıationisme,Alm. veriflkaiionism] Man-
mesinin mantıkça ortaya konmasından tıkÇı olguculann savunduklan, bir öner-
başka bir şey olmadığını belirten Searle, menin anlamının doğrulama yöntemiyle
Urmson'un iki savını "çürüten" iki ör- belirlenebileceğini öne süren felsefece ru-
nek verir: tum ya da konum. Özünde "doğrulana
(1) X geçerli bir tümdengelimli çıka bilirlik ilkesi"ne dayanan doğrulamacılı
nın = dk. X bir tümdengelimli çıkarım ğtn en temel savı, bir önermenin ancak
ve X'in öncülleri X'in sonucunu sıkı ge- doğrulanması için bir yöntem söz konu-
rektirir. suysa anlamlı olabileceğidir: bir önerme-
(2) X, öncülleri sonucu sıkı gerekti- nin anlamını, hangi koşullar altında doğ
ren bir tümdengelimli çıkanındır. ru ya da yanlış olduğunu biliyorsak bile-
Searle, bütün bunlardan sonra, 'sıkı biliriz. Buna göre ne doğrulanabilen ne
gerektirme'nin betimleyici bir terim de- de yanlışlanabilen önermeler anlamsız-
doğrulanabilirlik ilkesi 422
dırlar. Bu tutum manukçı olguculann tan- gözleme dayalı sentetik tı posteriori öner-
nbilim ile metafiziğe iwlı çıkışlarının da meleri içerir. Bu iki sınıftaki önermelerin
dayanak noktasını oluşturur. Doğrula doğruluklannın belirlenmesi, gözlem te-
macılığa göre, tannbilim ile metafiziğin rimleri ile kurıım terimleri arasındaki ay-
dünyanın yaraalışı, gerçekliğin doğası, nma dayalı olarak farklı yöntemler ge-
Tann'nın varlığı gibi konular üzerine ö- rektirir. Apriori olan analitik önermele-
ne sürdükleri önermeler duyular aracılı rin doğruluklan dilsel biçimlerine ve i-
ğıyla doğrulanamaz (ya da yanhflanamaz) çerdikleri manaksal terimlerin anlamla-
olduklanndan doğru ya da yanlıf olma- nna dayanırken ıentetilı • poıttriori öner-
nın da ötc:sinde kesinlikle anlamsızdırlar. mderin doğruluklan ise ancak deney ve
Bumdan da anlaşılabileceği üzere, doğru gözlem aracılığıyla sınanabilir. Sentetik
lamaalık bir önermenin doğruluğunu ya bir önermenin anlamh, yani doğru ya da
da yanJı,Jığuu taıudamanın deney ve göz- yanlış olabilmesi için önermenin doğru
lemden geçtiğini savunmaktadır. Kupa luk değerinin duyu deneyimi araalığıyla
için bkz. yanbflamaalık. Aynca bkz. doğrudan ya da dolayh olarak belirlen-
doğrulama; dopulanabilirlik ilkesi mesinin olanaklı olması gerekir. Bu yüz-
den sentetik " primi önermelerin bir doğ
cloğruJanabilid ilkesi [İng. princifM of ruluk değerinin olması, bunların bir an-
'fJerijiAbiJiıy Fr. prindpt de Wrifoibiliıi; Alm. lam taşıması söz konusu bile edilemez.
~) En genelde önermele- Karşıa için bkz. yanlqlanabilirlik ilke-
rin sınanmasında yöntem olarıık "doğ ııi. Aynca bkz. mantıkçı olguculuk;
rulama"yı kabul etme koşulu; mantıkçı dopulama; dopulamaalık; t1 prioril
olgucuların tüm önermelere uyguladık ti poımiori.
lan, bir önermenin ancak doğrulanması
için bir yöntem söz konusuysa anlamlı dopuluk (hakikat) (İng. tnllh; Fr. Wr;.
kabul edilebileceği ilkesi. Bu ilkeye göre ti; Alm. ~) Yaygın bir kanıya göre,
doğruluklaıının sınanabilmesi için böyle felsefe doğruluğu ya da· hakikati arama
bir yöntemin uygulanamadığı önermeler çabasıdır. Doğruluğun felsefeı;ilerin ilgi-
doğru ya da yanlış olarıık değerlendiri sini çekmesinin nedeni onun inançların,
lemeyeceğinden "anlamsız"dırlar. Man- düşüncelerin, kuramların, öğretilerin, ö-
tıkçı olgucuların bu ilkeyle yapmak iste- nermelerin ve varlığın bir niteliği olarak
dikleri, metafizik ya da etik söylemleri düşünülmesidir. Felsefeciler tek tek doğ
"doğruluk''la (başka bir deyişle, "haki- rulan değil "doğruluk"u, yani doğruluk
kat''le) kurduklanru varsaydıklan ilişkiler niteliğinin doğasını araştırırlar. Nitekim
den tamamıyla soyutlayıp onlann ortaya felsefe için önemli olan neyin doğru ol·
ataklan sorunlann aslında ~ birer so- duğu değil, doğruluğun ne olduğudur.
run olmadığını; öne sürdükleri önerme- Felsefede doğruluk nedir sorusuna i-
lerin de anlamsız olduğunu tanıdamaktır. ki ayn açıdan, bilgikurıımsal ve varlıkbil
Onlarıı göre bir önerme ancak deney ve gisel açıİardan yaklaşılır. Bilgikurıımsal
gözlem yoluyla ya da manaksal aktlyü- yaklaşıma göre doğruluk bilgi etkinliği
rütme ile doğrulanabiliyorsa anlamlı ka- nin temel kavrıımlarından biridir: bilgiyi
bul edilmeli; tersi durumc:İa anlamsız sa- inanç gibi bilgi olmayan önerme biçimle-
yılmalıdır. rinden ayının doğrulanabilmesi ya da
"Doğrulama ilkesi" olarak da bilinen yanhflanabilmesidir. Nitekim bilgikurıı
doğrulanabilirlik ilkesi, bürün bilişsd, an- mında doğruluk önermelerin, kurıımların
lamlı önermelerin iki geniş sınıfa aynldı ve benzerlerinin bir niteliğidir ve varlı
ğını varsayar: Birinci sınıf manaksal akıl ğını varolana ilişkin bir bildirimde bulu-
yürütıneye dayab """1iıilt " primi önerme- nan özneye borçludur. Varlığa ilişkin
leri; ikinci sınıf ise bilimsel deneye ve doğruluk, btt başka deyişle varlıksal doğ-
423 doğruluk (hakikat)
nıluk üzerinde duran varhkbilgisel yak- tlofrıılulc leımurılan ilk olarak bilim dilinin
laşım ise "hakikat'' diye de adlandınlan yalnızca maddi, fiziksel şeylere gönder-
varlıksal doğruluğu varlığın kendi özüne mede bulunması ve bütün temel yük-
ya da ideasına uygun düşmesi
olarak ta- lemlerinin fiziksel olması gerektiğini sa-
nımlar ve bu doğruluğun varlığını varlı vunan manııkçı olgucular tarafından ge-
ğın kendisine boı:çlu olduğunu sawnuc. liştiıilmişdr. Ottu Neurath'ın (1882-1945)
Varlıksal doğruluk Heideggcr, Jaspers yj.- "radikal fizikselcilik" anlayışını temellen-
bi kimi varolllfÇUlar tarafından tartıfll dirdiği bilgikucamında bir örneğini or-
mış olsa da günümüz felsefesinde ege- taya koyduğu bu kuramlar, bu biçimde
men olan görüt. varhkbilgisel yaklaşımı fiziksel olank ifade edilen önenneleıin
dışlayarak, doğruluğu yalnızca bilgiku- "gerçeklik"le değil ancak kendileri gıbi
ramsal anlamıyla, Yani
önermelerin, ku- önermelerle karfllaşıırılarak doğrulana
ramlann bir niteliği olarak ele alma yö- bilir olduğunu sawnmaktadır. Bu gö-
nündedir. rüşler İngiliz idealist filozof F. H. Brad·
Felsefede doğruluğun bir uygunluk ley'in (1846-1924) izinden giderek salıık
mu, tuwhhk mı, uylafım mı, yoksa ifler- idealizm çerçevesinde bir doğruluk ku·
lik mi olduğu tartıf1lmış ve bu tartıpma ramı oluşturan Amerikah felsefeci Brand
lar sonucunda doğruluğun doğası üzeri- Blanshard (1892-1966) tarafuıdan daha
ne çeşidi kuramlar ileri süriihnüştür. da geliştirilmiştir. Blanshard'ın zihnin ö·
Doğruluk tartışmalarının odağında yer tesinde başka bir gerçekliğin bulunma-
alan bu kuramların başında uygunluk dığı savına dayandırdığı tutarlılık doğru
di:>ğruluk kuıamlan (~ theorit!s luk kuramına göre bir önermenin doğru
oftnllh), tuwhhk doğruluk kuramlan c~ luğu parçası olduğu dizgenin diğer ö-
herma theorit!s of ırwıh), pragmaa doğruluk nermeleriyle tuwlıhğına bağlıdır; başka
kuramlan (progrrwtic theorit!s o/truth) ve a- bir deyişle, doğruluk "doğrulanabilirlik"
zaltıa doğruluk kuramlan (~U le özdeş olup, bir önermenin doğrulana
ries oftrNth) gelmektedir. bilir olması için de birbiriyle tutarlı bir
En eski ve en bilinen doğruluk ku- önermeler bütününün parçası olması ge-
ramlan olan wygımlulc dofndıdı lnınımlım· rekir.
nm ilk örneklerini gönnek için felsefe ta- Bir önermenin doğruluğunu yol açtı
rihinde Platon ve Aristoteles'e kadar geri ğı sonuçlaıın "arzulanırlık" derecesine
gidilebilir. Tüm diğer doğruluk kuramla- göre değerlendiren prtıgm«ı tlofrıJMk lnı·
nna kaynaklık eden bu kuramlar, "uy- rtım'4n temelde ''uylaşıma" ve "aıaççı"
gunluk" adının çağrıştırdığı biçimde, doğ kuramlar olmalt üzere ikiye aynlır. İlk o-
ruluğun olgularla ve gerçeklikle örtüftü- larak C. S. Peiıce'ın (1839-1914) ortaya
ğü yollu genel kanıya dayanmaktadır. attlğt "uylafUna" pngmacı doğruluk ku·
Buna. göre bir önermenin doğruluğu, o- nrnına göre bir önermenin doğru sayıla
nun dış dünyada gerçekleşmiş belirli bir bilmesi için onu yeterli bir biçimde de-
duruma uygun düfmesine bağlıdır. Te- neyimlemif istisnasız herkes tarafından
melde önerme ile önermenin yöneldiği "doğru" kabul edilmesi gerekir. Yine A-
nesne arasındaki uygunluk ilişkisine da- merikalı pragmacı felsefeciler William Ja-
yanan uygunluk doğruluk kuramlarının mes (1842-1910) ile John Dewey'in
modem anlamdaki kuruculan arasında (1859-1952) geliştirdiği "aıaççı" pngrna-
ise Benrand Russell (1872-1970), J. L a doğruluk kuramına göreyse bir öner-
Austin (1911-1960) ve "anlambilgisel me iş görüyorsa, söz konusu sorunlara
doğruluk kucamı"yla Alfıed Tarski'nin çözüm sunuyorsa, kısacası başanh bir bi-
(1902-1983) isimleri dikkat çeker. çimde işlerlik kazanmışsa doğrudur. Prag-
Uygunluk kuramlarına yapılan eleşti maa doğruluk kuramlan pratikte hiçbir
rilerin sonucunda ortaya çıkan tllt41hlıA: değişikliğe yol açmayan düşüncelerin ken-
doğruluk (hakikat) rejimi 424
di başlarına doğru olmalarının hiçbir an- (iii) doğru değerlere kestirmeden en sağ
lam ifade etmediğini ileri sürerek doğ lıklı biçimde ulaşmak amacıyla önceki
ruluğun ölçütü olarak olgulara uygunluk deneyimler ışığında belirlenmiş teknikler
yerine uzun vadede yarar getiren· arzula- ile işleyişler, (iv) toplumdaki kurumlar ile
nır sonuçlan koymuşlardır. kuruluşların tutacakları "doğru" yolunda
En ünlüsü F. P. Ramsey (1903-1930), uygulayacakları kuralların sıralandığı tÜ·
A.]. Ayer (1910-1989), P. F. Strawson zük; (v) yanlış
uygulamalara kesilecek ce-
(1919) gibi dil felsefecileri tarafından sa- zaların, doğru uygulamalara verilecek ö-
vunulan "*fazlalık (taşınlık) doğruluk ku- düllerin dökümü; (vi) topluma hem doğ
ramı" olan azaltıcı doğruluk kuramları ise rulan söylemekle hem de yanlışları gös-
bir dil sorunu olarak düşündükleri doğ termekle yükümlü kişilere verilen yetki·
ruluğun diğer dil sorunlarından ayn ola- lendirme belgesi bulunmaktadır. Foucaulı
rak felsefi bir sorun olarak ele alınması bu bağlamda söylemlerin bilgi savlarını
nın hiçbir gereği bulunmadığını savunur- değerlendirmenin en iyi yolunun üstüne
lar. Bu kuramların dilsel-çözümsel yakla- bina edildikleri doğruluk rejimlerini göz
şımına göre "doğrudur" yüklemi bulun- önünde bulundurmaktan geçtiği sapta-
duğu tümceye yeni bir anlam katmayıp masında bulunarak, gerek tarihte yaptığı
yalnızca bir genelleme işlevi gördüğün bilgi kazılarında gerekse bilgi savlarının
den, bu işlev de dilsel çözümlemelerle soykütüğünü çıkarırken odağa hep doğ
rahatlıkla ortaya konabileceğinden, "doğ ruluk rejimi tasarımını koymuştur. Fou-
ruluk"un açıklanması için felsefi bir a- cault, ele aldığı söylemlerin doğruluk re-
raştırmaya girilmesi anlamsızdır. Son çö- jimlerine yönelik olarak sunduğu çözüm-
zümlemede azaltıcılığın temel savı "doğ lemeler sonucunda, doğruluğun hiçbir
ruluk" diye bir şeyin olmadığı ve bu yüz- durumda iktidardan bağımsız olamaya-
den de doğruluğun neliğini araştıracak cağını, iktidar ilişkileri dışında bir doğ
doğruluk kuramlarına ihtiyaç olmadığı ruluk tasarlanamayacağını kuşkuya yer
yönündedir. bırakmayacak bir kesinlikte göstermiştir.
Yine bu aynı bağlamda Foucault, bilgi-
doğruluk (hakikat) reıımı ~ng. truth nin üretilip dağıtıldığı gelişmiş modern
regime, regime of truth; Fr. rfgime du vbitf, Batı toplumlarının özünde bir iktidar ev-
Alın. ordnung der wahrheit, wahmeitregime] reni olduklarına, doğruluğun bilimsel söy-
XX. yüzyılın önemli Fransız düşünürle lemlerde dillendirilip kendisini üreten a-
rinden Michel Foucaulfnun, bütün top- kademik kurumların tekeline bırakıldığı
lumların kendilerine özgü bir doğruluk gerçeğine parmak basmaktadır. Dolayı
anlayışları bulunduğunu, bu anlayışla u- sıyla iktidarı bilgikuramsal bir yapının
yum içinde yerleşiklik kazanmış bir dizi doğruluk rejimi olarak betimleyen rou-
söylemsel pratiği olduğunu anlatmak a- cault, üniversite, ordu, medya gibi ege-
macıyla geliştirdiği felsefe terimi. Buna men konumdaki belli başlı kurumların
göre, toplumlar zaman içersinde belli bir ürettikleri doğruluk söylemlerinde dillen-
sorgulamaya rutmaksızın, hiçbir eleştiri dirdikleri doğruluk rejimleriyle, nelerin
süzgecinden geçirmeksizin daha baştan yapılıp nelerin yapılmayacağına toplum
"doğru" saydıkları belli söylem türlerini adına karar verdiklerini öne sürmektedir.
geliştirip dolaşıma sokmuşlardır. Top- O nedenle doğruluk rejimlerini üretme
lumların kendilerine özgü doğruluk re- konumunda bulunan bu kurumların, ik-
jimleri uyarınca geliştirdikleri söylemler- tidarın ana dağıtıcısı devlet aygıtınca e-
de, (i) doğrulan yanlışlardan ayırt etmede konomik ve siyasal bakımİardan sürekli
yardımcı olacak düzenekler, (ii) doğruya desteklenmelerinde şaşılacak bir şey yok-
ulaşma yolunda atılacak adımlar ile geçi- rur. Böylece, modern devlet, kendisi adı
lecek a;iamalann örneklendiği yönergeler; na doğruları belirleyen kurumlarının yar-
425 doğuştancılık
dımıyla, toplum önünde iktidarını daha kendisinin insan bedeni yerine insanın
da bir pekiştirmekle kalmayıp hem aşağı ruhunu doğurtması olduğunu söyler.
dan yukarıya toplumun bütün katmanla- Sokrates'in "doğurtma" üzerine dü-
rına sınırsız bir biçimde yaymakta hem şünceleri başöğrencisi Platon'un anamne·
de karşılaştığı sorunlar karşısında kendi- sis (*anımsama) öğretisini de derinden et-
sini onararak yetkinleşmektedir. Fouca- kilemiştir. Aynca bkz. Sokratesçi yön-
ult, her doğruluk rejiminin çok geçme- tem.
den kendisine uygun bir iktidar rejimini
de yarattığını belirterek, iktidar rejimine doğuştan gelen dii§ünceler !İng. innate
dayanmayan bir doğruluk rejiminin içe- ideas; fr. idks innies; Alın. eingebormel
riksiz, biçimsiz olacağını, en önemlisi de angeborme ideen; Lat. iJeae innatae] bkz.
iktidarın hiçbir biçimde izin vermeyeceği doğuştancılık; Locke, John.
bir denetimsizlikle başbaşa kalacağını yaz-
maktadır. Aynca bkz. Foucault, Mic- doğuştancılık ~ng. innatism, natWism; Fr.
hel. inniisme, natWisme; Alın. angeborenheitsthese,
nativismu;, es. t. fitriyye, vehbiyye] İnsan bil-
doğurtma (yöntemi) ~ng. maieutia; Fr. gisinin yalnızca deneyime dayalı oldu-
maieutique, Alın. maieutik; es. t. isti/at, sa- ğunu, insanın her şeyi sonradan öğren
nat·ı tevlit) Eski Yunanca'da "ebelik" ya diğini savlayan deneyciliğe karşı doğuş
da "doğurtma sanatı" anlamına gelen tan birtakım tasarım/ düşünce (idea), i-
maieutilee tekhne'den türetilmiş terim. İlk nanç ve hatta bilgi ile donatıldığımızı
çağ Yunan filozofu Sokrates'in karşısın savlayan öğreti; insan zihninde dene-
daki kişiye art arda sorular sorma yoluyla y(im)le kazanılan bilgilerden önce birta-
"doğruyu buldurma" ya da "doğruyu dü- kım doğuştan gelen bilgilerin bulundu-
şündürme"; insan zihninde gizil olarak ğunu savunan anlayış. Her ne kadar de-
var olup da henüz su yüzüne çıkmamış neyci öğretinin yanlışlığına inansalar da
olduğunu düşündüğü bilgileri onu "sor- doğuştancılar da nelerin doğuştan oldu-
ı,>ulayarak" ortaya çıkarma yöntemine ver- ğu konusunda birbirlerinden ayrılmakta
diği ad. dırlar. Sözgelimi, Leibniz yalnız matema·
Sokrates'in öğretim anlayışı, öğretme tik ile mantık için doğuştancılığı savu-
nin öğrenciye yalnızca bilgi aktardığı her nurken, Platon bütün gerçek bilginin do-
türden öğretimbilgisi yöntemine kuşkuyla ğuştan olduğunu temellendirmeye çalış
yaklaşır. Sokrates'in "öğretim"den anla- mıştır. Doğuştancılann birleştiği konu i-
dığı, öğrencide zaten var olan cevheri se bilgimiz ile deneyim arasındaki boşlu
gün ışığına çıkarmaktan ibarettir. Öğ ğun yalnızca deney yoluyla doldurulama-
retmene düşen görevse öğrenciye "felse- yacağıdır. Bilgiye ulaşmak için deneyim-
fece düşünme yqllan"nı gösterip ona a- lerin bir araya getirilip öbeklenmesinin
kılyürütme ya da uslamlama yetisini aşı yetmeyeceği, bunun için kendimizden,
lamaktır. Bu nedenle de öğretimde, bilgi doğuştan bulunan bir şeyin daha sürece
aktarımına dayalı "didaktik" bir yönteme katılması gerektiği söylenmiştir.
değil de söyleşiye ya da tartışmaya dayalı Doğuştancılığın en erken örneği, dil-
"diyalektik" bir yönteme başvurulmalı lendirildiği
ilk yer Sokrates'in bir köleye
dır. doğuştan bildiklerini anımsattığı Platon'
Platon, Sokrates'in "doğurtma yönte- un Menon diyalogudur. Daha sonra XVll.
mi"ne 7beaitetos (149a-151d; 184b; 210b- yüzyılda benzer bir doğuştancılık anlayışı
d) diyalogunda açıklık getirir: Sokrates Descartes ile Leibniz tarafından savu-
söyleşinin kıvamını bulduğu yerde tıpkı nulmuştur. Descartes ve Leibniz'e göre
ebe olan annesi gibi kendisinin de "do- matematiğin zorunlu doğrulan deneyim-
ğurtma sanatı"nı icra ettiğini; tek farkın den bağımsız olarak kanıtlanabilir ve bu-
doksa 426
nun olanağı da apriori bilgi (önselciliğe) işlenmiş; nesneleri duyular yoluyla algı
ve doğuştancılığa dayanmaktadır. Bu iki lanan tek tek varlıklar olan doksa karşı
usçu düşünürün en sıkı eleştiricisi, insan sında, nesneleri İdealar olup bizi tümelin
zihninin sonradan deneyimle kazanılan bilgisine ulaştıran episteme her zaman üs-
bilgiyle işlendiğini savunan deneyciliğin tün tutulmuştur (Devlet, 476e-480a; Thea·
öncüsü Locke olmuştur. Locke, öncelik- iıetos, 187c-200d). Aristoteles de benzer
le Descartes'ın doğuştan sahip olduğu bir tutumla doksa'yı "başka türlü de ola-
muz kavramlar, "doğuştan gelen düşün bilecek" kesin olmayan bilme türü diye
celer" (ideae innatae} görüşüne karşı çıka tanımlar (Metafizik, 1039b). Aristoteles
rak zihnin ilk başta "boş bir kağıt" {*ta· başka bir yerde de doksa'nın olumsallık
bula rasa} gibi olduğunu öne sürmüştür. hakkında,episteme'nin ise zorunluluk hak-
darıyla insanın i\zbrürleşme serü\'enİne nın oğlu olarak Moskova'da dünyaya ge-
katkıda bulunması gerektiğini savunmuş len Dostoyevski'nin hemen bütün ya-
tur. pıdan için geçerli olan can alıcı izlek "in-
Günümüzde Dosto)'evski'nin roman- san özgürlüğü"dür. Dostoyevski'ye ı.,..C>re,
larının, Niet7.sche, Heideggcr, Sartrc gibi insanların yaşadığı pek çok sorunun al-
felsefecilerin düşünceleri bir yanda, Tho- tında yatan, bu yüzden de ivedilikle çö-
mas Mann, Albert Camus, Franz Kafim zülmesi ı.,ıc:rcken temel sorun, woboıia'nın
gibi romancıların yapıtları öbür )"•ında, (özgürlük) ne olduğunu bilmemeleri de-
pek çok çağdaş görüşü ya da konumu ğil, eksiksiz, hiçbir kuşatan olmaksızın,
/incelediğine yiinelik geniş bir oybirliği saltık anlamda olduğu ~bi sağın bir öz-
süz konusudur. Nitekim çoğu yerde gürlük istiyor olmalarıdır. Bunun tam an-
Kic:rkegaard ile birlikti: varoluşçuluğun lamıyla bozuk bir Ö?.gürlük tasarımının
kurucularından biri olarak görülen Dos- sonucu olduğunu düşünen Dostoyevski,
toyevski'nin yazılan Ban'da yapılan "a- minicik bir özgürsüzlük durumuna dahi
lıntılanma listesi"nin en başlannda yer tahammülleri olmayan, her bakımdan
almaktadır. Yapıdan, kimileyin doğrudan bütün her şeyde özgürlük isteyen insan-
kimileyin Bakhtin'in aracılığıyla 7.ihin ile ların ilzgiirlük isteklerini, doyuma ka-
dilin yeniden düşünülmesi bağlamında vuşması ilkece asla olanaklı olmayan, öy-
önemli açılımlar doğurduğu gibi, ütop- le ya da böyle sağaltılması gereken bir
yacılık ile sosyalizmin reddedilişine iliş varoluş yanılsaması olarak değerlendir
kin sunduğu çözümlemeler de XX. yüz- mektedir. Hiç de şaşırtıcı olmayan bir bi-
yıl sİ)'l!Set felsefesinin tarnşmalan ile ku- çimde, Dostoyevski'nin yapıtlarındaki de-
ramlannın değişmez konulannı oluştur ğişik karakterlerin her biri, yoksa)ıcılık
maktadır. Giirece yakın bir diinemde, sorununa doyunıcu bir yanıt arayan, bu
Dostoyevski'nin yapıtlarının yalnızca i- arayışlarında ilzgürlüğün sınırlarını sına
çerik bakımından değil ortaya koyduğu yan kişiliklerdir. Bu noktada Dostoyevs-
yenilikçi yazınsal biçemlerin felsefi değe ki'nin yapıtlarında sıklıkla karşılaşılan yok-
rinin keşfedilmesine de bağlı olarak, <>- sarıcılık sorunsalının üç ayn felsefi bakış
zellikle "yazarlık", "sorumluluk", "yapı açısından irdelendikleri söylenebilir: (i) e-
tın 7.amanı" gibi kavramlar doğrultusun tik açıdan -Budünya ile öbürdünya para-
da "post-yapısalcı", ·~yorum bilgici" ve digmalarının köklü bir çatışkı içeren de-
"göstergebilimci" çerçevelerde de "Dos- ğerleri arasında hangisi seçilecektir? Do-
toyevski Yazısı" kilit bir konuma yüksel- yum bulmayan arzulardan el etek mi çe-
miştir. Bu arada, düşünürün önemli bir kilecektir, yoksa doyuma kavuştıırulmn
etkisi de, muhtemelen yapılan yanlış o- lan için gereken ne varsa yapılacak mı
kumalar yoluyla çarpıtmalı alımlanışı ne- dır? (ii) wrlıkbilgısel açıdan -Zamandan
deniyle, Freud ile Freudculuk üstüne ol- bağımsız cnson gerçekliğin ne olduğuna
muştur. Dostoyevski'nin yapıdan Ban nasıl karar verilebilir? Değişim içindeki
felsefesinde ne denli büyük yankılar u- maddeyi mi kabul edeceğiz, yoksa Hıris
yandırmışsa, bunların "Rus Felsefesi" tiyanlığın "Kutsal Üçleme"sine mi baş
üstüne etkileri de o denli derin olmuştur. vuracağız? (iii) bilgik1'7amsal açuJan - Ya-
Nitekim romanlan Scrgey Bulgııkov ile şanan yetke bunalımı karşısında kime ya
Nikolay Berdyaev başta olmak üzere da neye güveneceğiz? Duyularımızın siiy-
dönemin Rusyası'ndaki dinsel yönelimli lediklerine mi uyacağız, yoksa vahyin bu-
düşünürlere, Lev Şestov gibi varoluşçu yurduklanna mı kulak vereceğiz?
lara, Mikhail Bakhtin'in başını çektiği bir En ba~ından beri yaşadığı dönemin
dizi )'azın, estetik ve etik kuramcısına siyasal ve toplumsal sorunlarıyla içli dışlı
büyük bir esin kaynağı olmuştur. olan Dostoyevski, yalnızca döneminin
Askeri bir doktor ile bir tüccar kı7.ı- güncel sorunlanna giisterdiği tepkilerle
429 Dostoyevski, Fyodor Mihailoviç
değil, gaipten sesleniliyor izlenimi uyan- fım; ama felsefeye olan sevgim çok güç-
dıran geleceğe dönük siyasal, toplumsal lü. En azından kökbilgisel anlamıyla ba-
ve ahlaksal öngörüleriyle de XX. yüzyılın kıldığında, felsefenin başkoşulu felsefeyi
peygamberlerinden biri olarak kutlulanır sevmek değil midir ki zaten." Dosto-
olmuştur. Bu bağlamda dönemin günde- yevski'nin felsefeciliği tartışması bağla
minde yer tutan hemen bütün düşünce mında, dinsel yönelimli etkili bir varı,ı
okullarının, Dostoyevski'nin eleştirilerin luşçu düşünür olan Nikolay Berdyaev
den paylarına düşeni fazlasıyla aldıkları (1874-1948), Dostoyevski'nin tartışma
görülmektedir. Bu son derece keskin e- sız en büyük Rus metafizikçisi olduğunu
leştirel yaklaşım çerçevesinde Dostoye- dile getirmektedir. Diğer yandan, İngili~
vski, ussal özçıkarlarımızı doyuma ka- ce'nin konuşulduğu dünyada kıtalı filo-
vuşturma arayışındaki liberal girişimler zoflar üstüne yaptığı araştırmalarla tanı
den sosyalist ütopyalara, bir biçimde nan Walter Kaufmann, Dostoyevski'yi
toplumsal ilerlemeyi en temel değer ola- hazırladığı varoluşçu düşüiıürler derme-
rak göklere çıkartan bütün çağdaş akım cesinin (Dostoyevski'den Sartre'a Vam-
lara bir roman yazarından beklenebile- luşçub.ık, 1956) içine dahil ederek, '.'Dos-
ceğinin çok ötesinde ağır darbeler indir- toyevski'yi değme bir varoluşçu olarak
miştir. Aynca söz konusu eleştirilere da- görmemek için hiçbir neden bulamıyo
ha bir yakından bakıldığında, Darwin- rum, üstüne üstlük Yeraltından Notlar'ın
cilere, davranışbilimcilere, ("iyi ile güzel" ilk bölümünü varoluşçuluk için yazılmış
kültü üstüne yapılandınlmış Schillerci sa- en iyi uvertür (açımhk; açılış müziği) ola-
.nat anlayışı özelinde) Batılı sanat felsefe- rak görüyorum" demektedir. Yeraltından
cilerine, Marxçılara, kapitalistlere ilişkin Notlar'ı (1864) 1887 tarihli Almanca çe-
tümceler arasına gizlenmiş son derece virisinden okuyan Nietzsche ise ·bütün
değerli yorumlar bulunmaktadır. yaşamı boyunca ruhbilime dair kendisine
Dostoyevski'nin onlarca yapıtından birşeyler öğreten tek kişinin Dostoyevski
tek tek her biri, olağanüstü birer "açık olduğunu içtenlikle dile getirmiştir. Dos-
yapıt" olma özelliği taşıdıklarından, ya- toyevski ile felsefe ilişkisi belki de en gü-
pıtlarının çok değişik okumalarının ya- zel anlatımını Berdyaev'in şu sözlerinde
pılması, yapitlarına alabildiğine değişik bulmaktadır. "Dostoyevski felsefeden çok
noktalardan yaklaşılması olaıiaklıdır. Bu az şey öğrenmiştir, ama buna karşı felse-
maddenin yazımında olabildiğince "Filo- feye çok şeyler öğretmiştir." .
:wf olarak Dostoyevski"nin felsefe ile Birtakım felsefi düşünceleri roman
haglantısı kurulmaya çalışılmıştır. Bu gi- yoluyla dile getirmek özünde Rusya'daki
rişimi destekle~·en türden metinsel veri- genel yazın anlayışına özgü bir yöntem
lerin bulunduğu da üstünden atlanama- olmakla birlikte, Hıristiyanlığa ya da me-
yacak bir gerçektir. Sözgelimi Dostoye- tafiziğe dönük içgörüleri romanın yapı
vski bir yerde, insanlann tinsel besle- sında dillendirip işleme geleneğinin te-
nimleri için gereksinimini duyduklan gı melleri çok büyük ölçüde Dostoyevski
dayı .çoğunluk votka, tütün, uyuşturucu tarafından atılmıştır. Dost<;>yevski ile baş
~ibi maddelerde aradıklarını, oysa kendi layan bu geleneğin modern uzantısı, Bo-
ıinsd açlığının bir tek kitaplarla doyum ris Pasternak'ın filme de çekilen Dr. fi·
hulduğunu belirtmektedir. Bu noktada ııago başlıklı romanıdır. Dostoyevski'nin
Dostoyevski için felsefenin her zaman yapıtlanna bakıldığında, felsefe ile roma-
ayrı bir değeri bulunduğu yine kendi nın kaynaştırılarak tek bir _bütün haline
sii:derine başvurulduğunda açıkça gö- getirilmesinin, ilki doğrudan ikincisi do-
rülmektedir. Felsefeye duyduğu bu son laylı olmak üzere, temelde iki ayn yolu
derece yoğun ilgiyi Dostoyevski şu söz- bulunduğu gözlenmektedir. Sözgelimi,
leriyle betimlemektedir: "Felsefede zayı- Karamazof Kardq/er'in belli bölümleri ile
Dostoyevski, Fyodor Mihailoviç 430
başta olmak üzere XIX. yüzyılın öteki derinden etkilemiş kimi olaylara bakmak
Alman filozoflarıyla birlikte böylesine ö- gerekmektedir.
nemli bir bilinç değişikliğinin onlara gö- Dostoyevski'ye göre, yaşama bakıldı
re daha uzakta yaşayan başmimarlann ğında açık seçik görülen bir şey varsa o
dan biridir. Bu bilinç kırılmasının teme- da insanlığın en güçlü varlık zincirlerinin
linde, bilinçdışı denilenin keşfedilmesi ya ahlaksal alaşımdan yapılmış olmasıdır.
da kimilerinin dediği gibi icat edilmesi Böylesine güçlü bir boyunduruk karşı
yatmaktadır. Kendi içlerinde çelişik, tam sında yapılacak tek şey, toplumsal yeni-
olarak bilinmeyen birtakım dürtülerin as- den örgütlenme düzmecelerini bir kena-
lında insanların, hatta ulusların yazgıları ra bırakıp, tinsel yeniden doğuş yoluyla
üstünde ne denli belirleyici olduktan kişinin kendine dönerek kendi ahlak zin-
kuşkusuz kolay kolay sindirilemeyecek cirlerini kırmaya çalışmasıdır. Dosroye-
hir keşiftir. Bu keşfin daha bir sindirilir vski'nin bu görüşleri, yaşadığı dönemde-
kılınmasında Dostoyevski'nin yapıtları ki kimi düşünürlerce "etkin bir devrim-
nın hiç kuşkusuz çok büyük bir değeri ci" olmak yerine, "edilgen bir gerici" o-
bulunmaktadır. Ancak bu bağlamda Dos- larak suçlanmasının da başlıca nedenidir.
toycvski, aralarında açıkça düşünsel kan- Nitekim Dostoyevski neredeyse bütün
bağı bulunan çağdaşlarım dahi öylesine yaşami boyunca ne tutucu gelenekçiler
sert bir dille eleştirmiştir ki bu eleştirinin arasında (örneğin, Optina Manasttn ra-
çıkardığı gökgürültüsünün yankılan he- hipleri ile rahibelerinin, Karamazof Kar-
ııciz tam anlamıyla ortadan kalkmış de- defler romanım okuduktan sonra, bunu
ı~ildir. Sözgelimi Marx'a karşı, şiddet yan- yazan kişinin gerçekten iyinin yanında
lısı devrimlere lanet yağdırmış, öte yanda mı yoksa kötünün sözcüsü mü olduğuna
iıısanlıj!;ın tinini "üstinsan" kandırmaca günlerce karar verememiş oldukları sıkça
sıyla zehirlediğini düşündüğü Nietzsche' sözü edilen bir rivayettir) ne de ilerleme-
l'l' demediğini bırakmamıştır. Buna bağlı ci devrimciler arasında kendisine bir yer
olarak, ister J. S. Mili gibi liberal kanai:- bulamamıştır. Romanlarında karakterleri
ıan olsun, ister Darwinciler gibi bilimci aracılığıyla işlediği yersiz yurtsuzluk öy-
kanattan olsun, ister Katolik Kilisesi gibi külerinin sahiciliğinde bu durumun ö-
ı urucu dinerkçi kanattan olsun, isterse nemli bir payı bulunduğu kuşku götür-
lldinski gibi sosyalist kanattan olsun, ya- meyen bir gerçektir.
şadıftt dönemin toplumımu ussallaşnrma, Dostoyevski'nin yaşadığı dönemde Rus
ivilcştirme, geliştirme savunusuyla ortaya ayclınlannın, tam olarak neye karşılık gel-
çıkan bütün "ilerlemecilik" okullarına so- diği açıkça belli olmayan "halk"ı saplan-
ııun;ı dek karşı çıkmıştır. Böylesine çok tıya varan ölçülerde "romantize" ettikleri
n·pheli bir karşı çıkış çerçevesinde Dos- görülmektedir. Toplumsal ölçeğin ken-
1< •yevski, insanbilimden toplumbilime, dilerinden düşük ya da yüksek derecele-
rııhbilimden budunbilime belli başlı "in- rinde yaşayan insanlarla. diledikleri gibi
san bilimlerine" getirdiği eleştirilerde, ge- özgürce iletişime geçemediklerinden ola-
rıddc post-yapısalcılığın, daha özeldeyse cak,. çoğu Rus yazan toplumsal sıradü
l'oucault'nun çok daha sonra varacağı zen yapısının kendilerine yakın bulduk-
düşünsel konumu öncelemeyi başarmış ları bölümüne "aidiyet" duymayı isteme-
ıır. Dostoyevski'nin bu noktaya nasıl gel- lerine bağlı olarak ya aristokrasiyi (Ler-
ılif\iııi görebilmek için, öteki pek çok ko- manıov gibi) ya kitleleri (Tolstoy gibi)
nuda olduğu gibi, öncelikle asla iyimser romantize etmişlerdir. Ne var ki bu iç-
senaryolara ya da insanlığı zincirlerinden tenlik yoksunluğu, yapıtlarını gerçek an-
kurtarmayı vaat eden toplumu ussallaş lamda halk kesimleriyle paylaşabilmele
tırma izlencelerine bel bağlanmamasını rinin önüne geçtiği ·gibi, kitlelerin yapıcı
iincrdiğini görmek, yaşarken kendisini ya da devrimci bir siyasal yöne doğru
Dostoyevski, Fyodor Mihailoviç 432
yönlendirilmelerine ilişkin bütün arzula- leştiren her türden değer dizgesine derin
nnın da bütünüyle boşa çıkmasına yol bir kuşkuyla yaklaşmış; Eski Yun·anWann
açmışur. Dönemin Rus aydınlannın bu karşısında durarak enson anlamda ger-
anlamda, günümüzde "liberal suç" diye çekliğin kesinlikle logos temelli olmadığını
adlandırılan bir suçu açıkça işledikleri savunmuştur. Nitekim bu bağlamda Ye·
söylenebilir. İşte Dostoyevski'nin diğer raltından Notlar, usmerkezci bir varlıkbil
Rus yazarlan karşısındaki büyüklüğü de gisine karşı yazılmış gelmiş geçmiş en
bu suçu işlememiş olmasında; yazıların güçlü dile getirişlerden birini ortaya koy-
da açığa vurduğu içtenliğinden tek bir muştur. Dostoyevski, bütün yaşamı bo-
konuda olsun ödün vermeyerek, hiçbir yunca buyurgan düşünce okullarının yan-
halk katmanını romantize etmeyerek, lış yolda olduklarını çünkü dayandık.lan
halktan insanlan aynen yaşadık.lan bi- ahlak felsefesinin yanlış olduğunu, ahlak
çimleriyle karakterlerinde verebilmiş ol- felsefelerinin ise dayandıkları varlıkbilgi
masında aranmalıdır. sinden ötürü yanlış olduklannı sonuna
Dostoyevski, Roma Katolik Kilisesi' dek savunmuştur: ..İnsan ussal bir hay-
nin karşısında daha üstün olduğuna i- van değildir."
nandığı Rus Ortodoks Kilisesi'nin çağın Dostoyevski, uluslararası düzeyde bir
gittikçe daha bir içinden çıkılmaz hal a- tanınırlık konumuna yükselişini, çok bü-
lan yoksayıcılık sorununa çözüm olabile- yük ölçüde, ·yazdığı felsefi içerikli dört
ceğine inanmaktadır. Son derece Önem- ayrı oylumlu romana borçludur: Prestup·
sediği bu sorunu Dostoy~ski, lvan Ka- leniye i nakazaniye (Suç ve Ceza, 1866),
ramazofun ağzından şu ünlü sözlerle Idiot (Budala, 1868-1869), Besi (Ecinniler,
özlü bir biçimde dile dökmüştür: "Tanrı 1871-1872), Bratya Karamazovi (Karama-
ölmüşse eğer, herşeye izin vardır." Tıpkı zof Kardeşler, 1879-1880). Bu yapıtları
Nietzsche gibi, Dostoyevski de ortaça- yanında Zapüki iz podpolya \'{eraltından
ğın güvenlik içindeki dünyasının çöktü- Notlar, 1864) başlıklı kısa romanının en
ğünü, onunla birlikte Hıristiyan etiğinin az bu romanları kadar, hatta kimi felsefi
de yerle bir olduğunu düşünmektedir. bakımlardan onlardan daha önemli oldu~
Bu çerçevede, böylesine önemli bir ola- ğu sıkça yinelenen bir düşüncedir. Dos-
yın gerçekleşmesiyle yapılacak en anlamlı toyevski düzyazılarıyla da, yaşadığı dii-
şeyin hiçbir utanç duymaksızın bu olayın nemde gazetelerde ya da dergilerde yaz-
u7.anulannı araşnrmak olduğu konusun- dıklarıyla da kendisinden sıkça söz ettir-
da Nietzsche'nin yanında olsa da, hangi miştir. Nitekim yazarın, yararcı estetik an-
söylenbilgisi altında olursa olsun bilim layışının eleştirisini sunduğu "Bay D-bov
öncesi bir dünya görüşü çağına dönmek ve Sanat Sorunu" (1861 ); "Batı Batı De-
için aruk çok geç olduğunu savunurken dikleri: Yaz İzlenimleri Üzerine Kış Not-
Nietzsche'den bütünüyle aynlmaktadır. ları" (1863) ile "Çevre" (1873) başlıklı
Dostoyevski'ye göre insan ırkının yeni- makaleleri pek çok yerde klasikler arasın
den eski yurduna dönmesi dünyanın gel- da anılmaktadır. Özgünlüğü yanında çok
diği bu noktada aruk olanaksızdır. Öyle sayıda yapıt ortaya koymuş olmasıyla da
ki, Nietzsche'nin yapuğı gibi, okuyucuyu dikkat çeken yazarın diğer önemli yapıt
kendi kendisinin Tanrısı olmakla olma- ları şunlardır: Öteki (1846), İnsancıklar
mak arasında bir seçim yapmaya zorla- (1846), Ev Sahibesi (1847), Beyaz Geceler
mak, açıkça saynlığa davetiye çıkarmakla (1848). Yufka Yürekli (1848), Netoçka
eşdeğerdir. Dostoyevski, ussallığın öteki Nezvanova (1849), Amcanın Rüyası (1859),
yaşamsal ya da tinsel yetiler üstünde yö- Stepançikovo Kiiyü (1859), Ölüler Evinden
netici bir konumda görülmesinin en ba- Hatıralar (1861), Ezilenler (1861), Kumar·
şından beri şiddetle karşısında olduğun baz (1866), Ebedi Koca (1870), Bobok
dan, usu ya da ussal düşünceyi ülküsel- (1873), Bir Yazann Güncesi (1873-1881).
433 Duhem, Pierre Maurice Marie
Delikanlı(Hl75), Uysal Kız (1876). Ayrıca miyle "maddi bir neden olarak" arkhe ya
bkz. Rus felsefesi; Rus yoksayıcılığı; da töz arayışlarında ortaya koydukları
varolu§çuluk; Bakhtin M. M.; Tols- diirt öğc, Enıpcdokles eliyle bir öğretiye
toy, L. N. dönüşerek yüzyıllar boyunca fiziksel dün-
yanın açıklanışına egemen olmuştur. Do-
döngüsel akılyürütme bkz. circulus fJİ· ğu felsefesinde de doğadaki değişim ile
tiosus; petitio principii. dc\'inim benzer bir biçimde *yin yanga
bağlı Beş Üğe (ağaç, metal, su, ateş, top-
dönütümcülük (İng. transfonnism; Fr. rak) öğretisine başvurularak açıklanmış
transfonnisme, Alm. rransformismus, trans· nr. Aynca bkz. arkbe; beıinci töz; Mi-
formationstheorie-, es. t. istih.iiiyye] Var olan let Okulu; Empedokles.
canlı türlerinin değişmez olmadığını, ya-
lın biçimlerden karmaşık biçimlere doğru dravya (San.) Töz. Aynca bkz. Cayna·
evrim yoluyla ı.,rclişcrek ortaya çıktığını, cılık.
canlı varlıkların bulunduklan ortama a-
yak uydurarak değiştiklerinı öne süren dubito ergo sum (Lat.) Patristik felse-
iiğreti. Yaşayan türlerin çevrenin etkisi fenin en önemli düşünürü Augustinus'
altında adım adım ya da yavaş yavaş dö- un Akademia Kuşkuculuğu'na )'Önelttiği
nüşüme uğradığını savunan evrim <iğre ek-ştirileri içeren ve ilk yapıtlarından biri
tisi. ı\)'nca bkz. evrimcilik; deği§inim olan Contra Academicos'ta ı.,oeçen, "Kuşku
cilik; Darwincilik; Lamarckçıhk. duyuyorum, demek ki vanm" anlamına
gelen deyiş.
dört neden öğretisi flng. doctrine of the Kuşkusuz D(."Scartes'ın *cogito ergo sum'
four causes; Fr. doctrine des quatres causes; umı <inceleyen Augustinus'un bu ünlü
ı\lm. lehre von den vier ursachen] bkz. A- sözü, "bilgi dizgesinin başlangıç nokta-
ristoteles. sı"nı ya da "bilginin ussal kuruluşunun
temel taşı"nı vuq.,JUlamaya yönelik dc:ğil,
dört öğe (İng. four elements; Fr. quatres e. Tann'nın öncesiz sonrasız varlığını ta-
lements; Alm. dic vicr elementej Eski Yunan nıtlamaya yôneliktir. Aynca bkz. fallar
tilozoflannın fiziksel evrenin temel bile- ergosum.
şenleri olarak düşündükleri dfüt kendi-
lik: hava (*aer), ateş (*pyr), su ve toprak. Duhem, Pierre Maurice Marie (1861-
Hu iiğclerden her birinin \ki niteliği bu- 1916) XX. yüzyılın ilk yıllarında ortaya
lunmaktadır: hava sıcak ve nemli, ateş korcluğu düşüncelerle tanınan Katolik
sıcak ,.e kuru, su soğuk \'e nemli, ropnık Fransız bilim tarihçisi \'e bilim fdsefe-
soğuk ve kurudur. Ortak niteliklere sa- cisi. Fi7jk bilimlerin çansını birleştiren ii-
hip iiğeler birbirlerine diinüşebilir; bir- ~ rıİarak ı.,rcnclleştirilmiş bir termodina-
birleriyle bütünleşebilirler. Sözı.,rclimi Sto- mik izlence iineren, Ortaçağ ve Riinc:-
:ıcılığtn •pneuma öğretisinde her ikisi de sans bilim tarihçiliğinde bir üncü sayılan
sıcaklık niteliği taşıyan hava ile ateş bir- Duhem, ortaçağda yapılan bilimler ile
leşerek "yaşam soluji;u" olan pneumayı modem çağın ilk evrelerinde yapılan bi-
meydana ı.,rctirirken, her ikisi de soğukluk limler arasıhda bir süreklilik olduğunu
niteliğini barındıran su ile toprak da bu- ileri sürmüştür. Düzenekçi açıklama bi-
na bir dayanak oluşturur. Akış öğretisiyle çimlerine karşı oluşu ve tekil dcnc.;rsel
bilinen Herakleitos da aynı biçimde ev- önermelerin tam bir yalıtılmışlık içinde
rendeki sürekli "'oluş"u bu dfüt iiğc ara- değil, öteki yardımcı varsayımların ve
sındaki dönüşümlere bağlamışnr. İlk ola- kuramsal dayanakların }'ardımıyla birlikte
rak Sokrates <incesi doı'!;a felsefesi dö- sınandığı bütüncü bir bilimsel kuram an-
nemi fılozotlannın, Aristoteles'in deyi- layışı geliştirmiş olmasından ötürü Du-
Duhem, Pierre Maurice Marie 434
hem, zamanın etkili bilim felsefecilerin- H. von Helmholtz'un etkisi altında kalan
den birisi olmuştur. ı'-:Cole Normale Su- Duhcm'in bu alandaki katkılarına iirnek
pcrieurc'da (Yüksek Öğretmen Okulu) olarak Duhem-Marı.,rules ve Gibbs-Du-
eğitim ı,rörmüş olan Duhem daha üçün- hcm denklemleri sayılabilir.
cü sınıf öğrencisiyken "termodinamik gi- Ortaçağ ve Rönesans bilim tarihçiliği
zilgüç" konulu bir doktora tezi sunmuş alanında Duhem adı, erken dönem mo-
tur. Bu girişiminin başarısız olmasının dern bilimlerin yeniliklerinin çoğunun
ardından irkilimle (indüklemeylc) oluşan köklerinin ortaçağda olduğunu ileri sü-
manyetizma konulu bif fizik tezi yazarak ren savla birlikte anılır. Buna ı.,riire Wil-
1888'de doktora derecesini almıştır. Du- liam Whewell gibi bilim tarihçilerinin ö-
hcm'in Katolik inançlarına inatçı ve tu- ne sürdüğü gibi bilim skolastik, karanlık
tucu biçimde bağlı oluşuna, dönemin et- çağlardan devrimci bir kopuş değildir;
kili ve Kilise'ye mesafeli Berthelot gibi tam tersine bunların içinde filizlenerek
bilim adamlarına karşı olmasının da ek- arkasından yeşerir. Duhem, l 'evolution ıJe
lenmesi, onun Paris'te akademik kariyer la mlcanique (Mekaniğin Evrimi, 1903)
yapmasını önlemiştir. adlı }'llpıtına dek, Ortaçağın, Antik <;ağ
Termodinamik ile fizik, bilim felse- ile Riinesans arasında kalmış verimsiz,
fesi ile bilim tarihi alanlarına yaptığı kat- karanlık bir dönem olduğuna yiinelik
kıların büyüklüğü güz önünde tutuldu- yayı,>ın inanca ba~ıydı. Ancak, Origines de
ğunda çok az düşünür Duhem'in eriştiği lastatique(Statiğin Kaynakları, 1905-1906)
ustalığa ve çokyönlülüğe yaklaşabilir. Ya- adlı yapıtını hazırlarken karşılaştığı zen-
pıtlarını içiçe geçmiş üç kümede topla- gin ortaçağ kaynaklan onun bu yaygın
mak yerinde olur: 1880'1erin ortalarından kanıdan kuşkulanmasına yol açtı.
1900'e dek ortaya koyduğu yapıtların rer Bilim felsefesi anlayışı bir tür ''uzla-
aldığı ve ana konusu termodinamik ile şımcıhk" olan Duhem'e ı,röre, fizik ku-
fizik olan birinci dönem; 1892'den baş ramı bir açıklama türü değildir. Fizik ku-
layarak yöntembilgisi sorunlarını ele al- ramı, olabildiğince basit, tam ve doğru
dığı ve ancak 1906'da bunlardan bir kıs olarak bir dizi deneysel yasayı temsil et-
mını La 'lblorie physique, son objet et sa st· meyi amaçlayan az sayıdaki ilkeden türe-
ructure (Fizik Kuramı: Amacı ve Yapısı) tilen bir matematik iinermeler dizgesidir.
başlığı altında toplayarak kitaplaştırdığı Dahası, bütünüyle mantıksal bir bakış
ikinci dönem; 1890'1ann ortalarından iti- açısından söylemek gerekirse, her zaman
baren özellikle itıu:ks sur Uonard de Vinci deneysel yasaları eşit ölçüde temsil ede-
(Leıınardo da Vinci İncelemeleri, 1906- bilecek birden fazla, farklı fı7jk kuram-
13) ile le systeme du mond~ histoire des doc· ları olacaktır. Bilimsel yöntem çiizüm-
trines cosmologiques, de Platon a Copemicus lendiğinde, onun bir açıklama sunmak-
(Dünya Sistemi; Platon'dan Copernicus'a tan çok bir "inanç edimi" olarak, bizleri
Evrenbilgisi Öğretileri Tarihi, 1913-17; belli bir kuramsal temsil düzeninin do-
Duhem bu yapın 12 cilt olarak tasarla- ğadaki gerçek bir düzene denk geldiğine
mış, ancak 5 cildini yaşamına sığdırabil inandırmaya çalıştığı ı,ıiirülür. Deneysel
miştir) adlı yapıtlarının başı çektiği bilim bilimlerin doğa hakkındaki en derin doğ
tarihi konulu üçüncü dönem. rulan belirlemedeki açık yetersizliklerini
Duhem'in fiziğe yaptığı en büyük sergilerken Duhem, böylelikle metafizik
katkı, termodinamik ve fiziksel kimya a- alanda kalan doğru hakkında söz sahibi
lanlarında olmuştur. Onun bütün bilim- olması için tannbilime yer açmayı amaç-
sel izlencesine, genelleştirilmiş bir ter- lamaktadır. Ancak, olı,rucu ve bilimci eği
modinamiğin, fizik kuramının birleştirici limleri ağır basan çağdaşları, onun bilim
şeması olabileceği inancı damgasını vur- felsefesinin daha çok metafizik karşıtı e-
muştur. Önemli ölçüde J. W. Gibbs ile ğilimine değer verir.
435 Duns Scotus, Johannes
Duhem'in bilim felsefesi, Henri Poin- bilim alanlarında önemli katkılarda bu-
carC'nin uzlaşımcıhğından önemli i\lçüde lunan Duns Scotus ortaçağ felsefesinde
:ıynlmaktadır. Duhem, bilim içindeki uz- bir eşi daha bulunmayan oldukça teknik
l:ışımlan Poincare gibi, aslında kılık de- ve ayrıntılı bir metafizik di7.gesi kurmuş
ğiştirmiş tanımlar olan ve deneysel ola- tur. Felsefesinde metafiziğe büyük değer
rak doğrulanabilen varsayımlardan farklı veren Scoıus'a göre metafizik bir "ger-
"apaçık varsayımlar" olarak görmez. Du- çek kuramsal bilim"dir. Bu tanıma göre
hcm'in bütüncülüğü, bilimsel bir kuramı metafizik, kavramlar yerine şeyleri ele al-
oh.ışturan önermelerin tümünün de, yeni dığından ötürü "gerçek", bir şey yapma-
kanıtlar bulundukça gözden ı.,oeçirmelere nın yol göstericisi olarak değil sırf ken-
açık ve bilgikuramı düzeyinde bir ilke disi için peşine düşüldüğünden iitürü
olmaktan çok, bilimadamlan topluluğu "kuramsal" ve kendiliğinden apaçık ilke-
nun ilgili bilimsel kuramın farklı bölüm- lerden tümdengelimli olarak bunları izle-
lerine karşı besledikleri inançlarının ko- yen sonuçlara ilerlediğinden iitürü "bi-
nusu olduğunu dile getirir. lim"dir. Gerçek kuramsal bilimlerin bir-
Duhem ile Poincare'nin uzlaşımcılık birlerinden araştırma konularıyla ayrıl
anla~1şlanndaki bu farklılık, daha sonra dıklarını düşünen Scotus, bu bağlamda
XX. yüzyıl bilim felsefesinde rastlanacak metafiziğin a}1rt edici araştırma konusu-
çeşitli uzlaşımcılık anlayışlarında da ken- nun ne olduğunu belirlemeye ayn bir ii-
disini gösterecektir. Örneğin, Moritz Sc- nem vermiştir. Ulaştığı sonuç, tıpkı bu
hlick ile Hans Reichenbach, Poincare'ye yüzden metafiziği · felsefenin en üstün
yakın dururken; Otto Neurath, Albert dalı olarak gören Thomas A,ıuinas gibi,
F.instein ve W. V. O. Quine, Duhem'in metafiziğin "varlık olarak varlık"la (ens
hütüncülüğünü benimsemişlerdir. Aynca inquantum ens) ilgilendiği, yani metafizik-
bb. bilim felsefesi; uzlaşımcıhk. çilerin varlığı olduğu gibi, yalnızca varlık
olarak araştırdıklandır.
Duns Scotus, Johannes (1266-1308) Varlığın varlık olarak araştırılması her
Skolastik felsefenin en önemli düşünür şeyden önce "bir-lik", "iyi-lik", "doğru
lerinden biri olan ortaçağın önde gelen luk" gibi "aşkınlıklar"ın araştırılmasını i-
Fransisken tannbilimcisi. Adından da çerir çünkü bunlar sonlu ve sonsuz ola-
anlaşılabileceği üzere İskoç asıllı olan rak yapılan temel varlık ayrımını ve A-
Duns Scotus, kendisinden sonra ı.,relcn ristoteles'in sonlu varlıklar için on kate-
ve yine İngiliz kökenli bir Pransisken o- goriyle yaptığı daha ileri ayrımı aşarak
lan (>ek hamlı William ile birlikte, "tek- varolan her şeye eksiksiz biçimde ylikle-
:ınlamlıhk", "Tann'nın varlığının tanır nehilen, varlığın varlıkla birlikte varolan,
lnnması", "istenç Ö7.gürlüğü", "tanrısal her varlığa uyı.,run nitelikleridir; aynca
kayra ve aydınlanış" gibi birçok önemli "varlık-lık"ın, varlık olmaktalığın kendisi
konuda öne sürdüğü çarpıcı görüşlerle de bir "aşkınlık"tır. Bundan başka Sco-
Dominiken tannbilimci Thomas Aqui- tus varlıkla birlikte varolan sayısı7. karşıt
nas'ın kendisinden önceki Skolastik fel- lıklar tanımlar ve böylece bu karşıılıklan
sefeye damgasını vuran tannbilimsel gö- da -örneğin sonlu/ sonsuz ya da zorun-
rüşlerinin büyük bir kısmını reddederek lu/ olumsal gibi- "aşkınlıklar" arasına ka-
sadece xuı. yüzyılı kapatıp xıv. yüzyılı tar. Son olarak Scotus'un hiçbir sınırla
açmakla kalmamış; modern dönemlere, ma öngörmediklerinden ötürü "salt yet-
Riinesans ve Reforma kadar uzanan yeni kinlikler" (perfectiones simpliciter) adını ver-
hir vol açmıştır. diği ve "tekanlamlı" olarak alınmaları kay-
İncelikle dokunmuş karmaşık yapı dıyla Tann'yı nitelemek için kullanılabi
sıyladikkat çeken düşünce tarzıyla felse- leceklerini düşündüğü nitelikler de varlı
feye metafizik, bilgikuramı, etik ve tanrı- ğın varlıkla birlikte varolan, her varlığa uy-
Duns Scotus, Johannes 436
lar ve kuşkusuz mutluluk ahlaki ruh ha- ı,ıöre Tann'nın bize emretmiş ya da ya-
limizde kimi roller oynar. Ne var ki is- saklamış olduğu eylemleri buyurması ve
tenç özı,rür olacak ise düşünsel isteme- yasaklaması Tann'oın insanı belirli bir
den daha fazlasını içermelidir. Bu daha doğayla yaratmış olmasından kaynaklan-
fazla şey kuşkusuz affectio iustitiae'dir. A- mamakı11dır. Tann'nın buyurduğu eylem-
ma ajfe"tio iustiıiae'nin ne olduğunu ler mutluluğumuz için zorunlu değildir.
Aquinas ile Scotus'u daha ileri bir ve yasakladığı eylemler de ilin ki mutlu-
noktada karşılaşarmaksızın bütünüyle luğumuzu tiirpülemezler. Öyleyse, ahlaki
anlayamayız. yasa insanın mutluluğuna ilişkin düşün
Aquinas'a göre ahlakın normlan in- celer tarafından belirlenmeyip sadece
sanın mutluluğuyla ilişkileri bağlamında Tann'nın istencini yansıttığından, istenç
tanımlanır. İyiliği (yani mutluluğu) iste- yalnızca düşünsel isteme olsaydı -yani
me yönünde doğal bir eğilimimiz vardır yalnızca mutluluğu amaçlasaydı- ahlaki
\'e ahlakın içeriğini belirleyen de bu iyi- yasaya göre seçimde bulunamazdık. Do-
liktir. Bıışka bir deyişle Aristoteles gibi la}1sırla Scotus mutluluğa ilişkin düşün
Aquimıs da mutQuluk)çu bir etik kura- celeri affectio commodi'yc indirgerk~n. ah-
mını ~avunur: ahlıiklı yaşamın amacı mut- laki olanları diğer eğilim 4fectio iustitiae'ye
luluktur. Bu nedenle Aquinas istenci mut- bağlar.
luluğu kendine amaç edinen düşünsel is- Bilgikuramı alanında ise Scotus, tart-
temeyle bir tutar. Bütün seçimlerimiz en- nsal kayra anla}1şına dayalı ı\uı.,'l.lstinus
son amacımız olan mutluluğu hedeflc- çu "aydınlanış"ı yıkmasıyla ve sezgisel
diklerinde iyidirler. Dolayısıyla Aquinas biliş ile soyutlayıcı biliş arasında yaptığı
istenci insanın "iyi-lik" kavramına göre aynmla öne çıkar. Scotus, bilgikuramın
seçimde bulunma yetem.-ği, rani düşün da ortaçağ felsefesinin hayvanlar arasın
sel isteme olarak tanımlar. da yalnızca insanın iki farklı türden biliş
Buna karşı Scotus, istencin salt dü- gücüne -duyumlar ve anlık- sahip oldu-
şünsel isteme olduğunu yadsırken, bize ğu yollu klasik Aristotelesçi görüşünü
aslında mutçu etiğin temelinde bir şeyle benimsemiştir. Duyular fiziksel organla-
rin yanlış olduğunu göstermek istemek- ra sahiptir; anlık ise maddi değildir. Bu
tedir. Ona göre ahlaklılık bütünüyle in- yüzden anlığın duyusal bilgiden yararla-
sanın iyi olmasıyla bağlantılı bir şey de- nabilmesi için duyular taratindan maddi
ğildir. Scotus'un en temel sa\'ı seçme öz- imgeler biçiminde sağlanan ham malze-
gürlüğüne dayalı bir özgürlük olmaksızın meyi alarak onlan bir şekilde anlama için
ahlaklılıı~ın söz konusu edilemeyeceğidir. uygun nesneler haline getirmesi gerekir.
r\quinas'ın nıutçu etik anlaıışında ise hıı "Soyutlama" olarak bilinen hu süreçte an
tür bir özgürlüğe yer olmadığından ötü- lık tümelleri gömülü olduklan maddi ti-
rü bu anlayış tümüyle reddedilmelidir. kelden çekip çıkanr; duyu deneyiminden
Buna karşılık denilebilir ki tıpkı Aqui- türeyen "imgcler"i alarak onları "anlaşı
nas'ın istenç anlayışının mutçu ahlak an- labilir türler"e ÇC\'irir. Başka bir deyişle,
la)ışına uyması için ısmarlama dikilmesi soyutla}1CI biliş tümeli, örneklendirmeye
gibi Scotus'un istenç anla}ışı da mutçuluk ı,rereksinimi olmayan türden bir tümeli
karşıtı ahlak anlayışına uyması için ıs içerir: yani soyutlayıcı biliş bize yalnızca
marlama dikilmiştir. Scotus'un karşı çıkı bir köpeğin ne olduğunu söyler; köpek
şı yalnızca düşünsel istemede gerçek öz- türünün herhangi bir üyesi hakkında bil-
gürlüğün ·olamayacağını düşünmesinden gi vermez. Aksine şeylerin \'arolduğu an-
değil, belki bundan da fazla, ahlaki daki, o anki bilgisi olan sezgisel biliş şey
normların insan doğası ve insanın mut- lerin gerçekliğine ilişkin bilgi üretir. Sco-
luluğuyla yakından bağlantılı olduğunu tus'a göre sezgisel biliş gerçekten varol-
yadsımasından kaynaklanmaktadır. Ona duğu ve bilişscl eylemin nedenini sundu-
439 duygucwuk; duygucu etik kuramı
daki soğuk havayı duyumsarken buna beklerin ilkinde Baron d'Holbach, Hcl-
karşı içimizdeki acıyı hissederiz. Başka vetius ve Feuerbach yer alırken, ikinci
bir dc:ı•işle duyum dışarıdaki nesnelerden öbek Berkeley, Hume ve Mach adların
ı,rclen bir etkiyle ilintili bir durumken, dan oluşmaktadır. Bu bağlamda duyum-
duyj.,'\l doğrudan ben'in kendi etkinliğiyle culuk, duyumlar dışarıdaki nesnel bir
ilı<ili bir duruma karşılık gelmektedir. Bu gerçekliğin izlenimleri olarak gürüldük-
ana aynnı doğrultusunda duyumculuk leri vakit "maddecilik'1e, temelinde tam
dizı.,rcli bir biçimde: ilk kez xvııı. yüzyıl olarak neyin olduğunun bilinmediği zi-
Fransız filozofu Condillac tarafından te- hin yaşanalan olarak gc'\rüldüklerindeyse
mellendirilmiştir. Duyum ile dun.,'ll ara- çok büyük <>lçüde "iizncl idt.-alizm"le iir-
sındaki ayrılık bağlamında Condillac, bü- tüşmektedir. Bu düşünürlerin yanında
tün düşünsel yetilere, duyarlığa, en ii- 1-lobbes'un duyumculuk anlayışının ı,rcli
nemlisi de istence varlık kazandıranın şiminde aı·n bir yeri vanlır. 1-lobbes, bil-
duyum olduğunu ileri sürmüştür. Con- ginin kaynağının yalnızca duyumlar ol-
dillac'ın dile ı,rctirdiği düşünceyi daha a- duğunu, dünyayı açıklama amacıyla dile
çık kılmak amacıyla şöyle bir örnek ve- getirilen bütün tümcelerin, ilkece du-
rilebilir: Duyumsama yetisi taşımayan bir yumlararası ilişkilerle ilintili tümcelere bii-
yontuya duyumsama yetisi kazandırılıp lünerck çfü:ümlenebileceğini, bilgi savla-
bir tutam karabiber koklatılacak olursa, rının salt duyumlara gidilerek doğrula
yontunun bütün bilgisi bu bir tutam ka- nabileceğini söylemekle bilgikuramı ala-
rabiberden aldığı kokuyla sınırlı kalacak- nında modem duyumculuğun ilk remel-
tır. lerini atmıştır.
Yeniçağ felsefesinde duyumculuk an-
layışı özellikle l..ocke ile Condillac tara- dµyumsamazlık bkz. apatheia.
fından kapsamlı bir biçimde yeniden ku-
rulmuştur. Nitekim du)•umculuk en iyi duyıımsayışçılık [İng. sentimentalism; Fr.
:ınlatımını Locke'un "Daha Cince duyu- sentimentalisme; Alm. sentimentalismus; es. t.
larda bulunmayan hiçbir şey zihinde ihtisıisiyye, ahWı·ı ihtisıisiyyel En genci an-
yoktur" siiziinde bulur. Son çözümleme- lamda, felsefe tarihinde hep yapılanın
de duyumculuk için dU)'umlar mantıksal tersine, etiğin ilk felsefe (prote phüosophia)
olarak nesnelerden önce ı,rclirler, yani c>larak "duyhrudaşlık", "sevgi", ''<izlem"
onlara "ünscl"dirler. Nesneler bu yüz- gibi birtakım insan duyumsayışlan Ü7.c-
den ancak duyumlara odaklanarak ·ÇÖ- rine temellendirilmesi ı.,rcrcktiğini savu-
ziimlenehilirler, ancak duyumlardan kal- nan felsefe giirüşü. Bu en ı.,rcnel :ınlamıy
k:ırak kurulabilirler. Bunun tersi yönde la bakıldııtında duyumsayışçılık etiği, ah-
düşünmeye çalışmak olanaksızdır. Bu laklı davranmayı çoğunluk usun buyruğu
anlamda bilimin çeşitli dallan arasında ya da usun do~I dışavurumu olarak hrii-
araştırma konularının içeriği bakımından ren, en üst yetke olarak usa başvurmayı
ı..,rcrçek
bir ayrılık yoktur; çünkü tek tek felsefenin başlıca iidcvi olarak değerlen
bilimlerin ele aldıkları olgular şiiyle ya da diren, buna karşı duyumsayışları iilçü-
böyle hep ı,rözlemlenebilir duyumlar ara- süzlüğün, boyunduruk altına girmiş ol-
sındaki ilişkilerdir. manın, duygulara tutsak düşmüş olma-
[..ocke ile Condillac dışında başka pek nın en temel belirtileri olarak giirerek
çok fı107.0fun görüşlerinde de duyumcu- bunlan bir biçimde felsefeden uzak tut-
luk değişen oranlarda yer etmiştir. Du- mak gerektiğini savunan Platon'dan mo-
yumculuğu düşüncelerinde bir biçimde dem çağın usçu filozoflarına dek bütün
olurlayan düşünürler ı..,rcnellikle "maddeci hrelenekscl etik anlayışlarına repki olarak
duyumcular" ile "idealist duyumcular" doğmuştur. Duyumsayışçılık ahlak iiğrc
diye iki ayn i\bcğc ayrılmaktadır. Bu il- tisi alanında iizellikle Shaftesbury, Hut-
düşün betimleyici/yasa koyucu yöntemler 444
tedirler. Nitekim bu üç temel }'llSa)'a ek lannda şöyle ya da b<iyle bir bağıntı bu-
olarak felsefe tarihinde başka yasalar da lunan iki sözcükten birinin ötekinin ye-
düşünce vıısası olarak ileri sürülmüş va rine kullanılması mantığı uyarınc:ı işle
da. clüşün~e ynsası kabııl edilmiştir. Sii~ mektedir. Siizgelimi "Bütün şişeyi içti"
ı.,ıclimi, Aristoteles'e atfedilen *dictum de tümcesinde "şişe" sözcüğü şişenin için-
omni et nul/o r·~·a hep ya da hiç') yasası )'a deki içecek yerine düzdeğişıneccli bir
da Üklid'in (Eukleides) "iiı-.deşlerin de- anlamda kullanılmıştır. Aristoteles Reto·
ı"tiştirilebilirliği yasası" )'a da Leibniz'in rik adlı yapıtında verdiği 1..-ğrctileme bô-
"özdeşlerin ayrılmazlığı yasası" bunlar a- lümlemesinde, düzdeğişmeceyi anlaması
ra.~ında sayılabilir. ve anlaşılması en kolay eğretileme türü
diye betimlemektedir. Yerleşik felsefi:
düşüncelerin çağnıımı Iİng. associaıion dilinde de düzdcğişmece aşağı yukan bu
of ideas; Fr. association des idies; Alın. ideen· genci anlamıyla ele alınmakla birlikte, ö-
assoziation, getiankenassoziation] bkz. çağn· 7.cllikle dil felsefesinde daha çok eğreti
şım; çağrışımcılık. leme surunu başlığı ahında doğrudan ken-
disine odaklaşılmadan soruşturulınakta
düşünceyehefekküre dalma Iİng. con· dır. Üte yanda modern edebiyat eleştiri
templaıion; Fr. contemplaıion; ı\lm. kontemp- sinde dü7.değişmecc terimi çok daha ı,ıc
lation; 1.at. contemp/,ıtiol
En ı,ıı:nel anlam- nel bir anlamda kullanılmakta, tüm 1..-ğ
da, ı.,rörülıncyc değer olanı
giirmek adına, rctileme türlerinin yapılmasını ve anla-
ı.,riirüncnin ardındaki gerçekliğe ya da şılmasını olanaklı kılan bütün bir bitiş
ı.,rizc ermek adına, derin ve sessiz düşün tirme sürecini adlandırmaktadır. Bu an-
me edimini anlatan terim. Yerleşik fel- lamda düzdeğişmecc iki şey arasında bi-
sefe dilinde terim, gidimli düşünce ya da tiştirme ilişkisi temelinde kurulurken, eğ
m:ınııksnl akılyiirütmeyle karşıtlık oluştu retileme iki ya da daha fazla şey :ırasında
ran, kişinin dış dünyayı yoksayıp kendi kurulan benzerlik uyarınca rapılır. Ay-
özüne, iç dünyasına yönelmesiyle ulaşa nca bkz. eğretileme.
cağı varsayılan zihin durumunu nitele-
mek için kullanılır. Taıırıbilimdeysc te- düzenekçilik (mekanikçilik) [lng. mec.··
rim, tinsel ve aş kın ş1..')'lcr üzerine düşün hanism; Fr. mloınisme-, Abn. m«hanismus;
ceye dalmaya; Tann'nın varlığının ya da es. t. mihanikiY,ye) Canlı olmayan cisimle-
mevcudiyetinin farkındalığına düşüncey rin varoluş biçimlerini, ii7.clliklcrini \'e
le varmaya; O'nu düşünc1..-ylc den1..-yim- gürünümlcrini varolan bütün ı.,rerçeklerin
lcme ya da yaşantılamaya karşılık gelir. ilkiirneği olarak lk"ğcrlendircn raşam gi>-
riişü; tinsel ya da tinsel nlm:ıyıın hiiriin
düşünüyorum. demek ki vanm bkz. olaylan her koşulda düzenekçi nedensel
cogito ergo sum. ilişkileri model alarak açıklayan fclsefo
yaklaşımı; yaşayan bütün v:ırlıklann te-
düzdetifmece !İng. metonymy; Fr. mito- mcide birer makine olduklarını, bu ne-
nymie; Alm. metonymiel Eski Yunan di- denle bir makinenin konu olduğu süreç
linde "ad dej!;iştirme" ya da "yeniden \'e yasaların ilkece bütün canlılar için de
adlandırma" anlamına gelen metonumia aynen geçerli okluğunu ileri süren meta-
siizcü~ünden türetilmiş felsefe terimi. fizik öğretisi; tinsel ya da fiziksel bütün
1:.ıı genci anlamda, ejl;retilemede olduğu ı,rörüngülerin maddesel yasalarla açıkla
gihi açık bir benzetme ilişkisi kurmadan nabileceğini, oluşun ya da bozuluşun
'"mıcıın neden, içerenin içerilen, bütü- h1..-p fiziksel değişimlere bakarak açıklığa
ııiiıı ı•arça, genelin özel, somutun soyut kavuşturulabileceğini üne süren folsefc
)'l'rin,· kullanılması~•la rapılan en yalın okulu; bütün organizmalann maddi diz-
kııı lll'!iİşmece türü. Düzdcğişmecc, ara- geler olması anlamında birer makine ol-
düzenekçilik (mekanikçilik) 446
duklan savunusu temelinde, çoğunlukla başını çektiği bir dizi düşünsel konum
canlı ile cansız doğa aynını yapmayan, tarafından aşın indirgemeci, basitleştir
organik dizgelerin doğasına ilişkin olarak meci olduğu yönünde düzenekçiliğe ı.,re
ortaya atılmış felsefe kuramı. Fiziksel, tirilen eleştiriler büyük tarnşmalara yol
kimyasal, ruhsal, toplumsal bütün olayla- açmış, halen de açmaya devam etmekte-
n düzenekçi yasalarla çözümleyen, bir dir.
yerden sonra geleneksel maddeciliğin do- Düzenekçiliğin felsefe tarihinde izleri
ğal bir uzantısı olarak görülebilecek fel- geriye doğru sürüldüğünde, "İlkçağ Yu-
sefe akımı. Üte yanda düzenekçilik, fi- nan Atomculuğu"na dek uzandığı gii-
zikte evrendeki bütün olayların uzam ile rülmektedir. Bu bağlamda Demokritos'
zamandaki devinilerle açıklanmasını sa- un kendi özgül atomculuk yaklaşımında
vunan bir görüşe gönderirken, biyolojide temellendirdiği doğa ı•a da evren tasa-
canlı varlıklar ile organik olaylan düze- rımı aynı zamanda tarihin bilinen ilk dü-
nek yasalarına güre açıklamaya dayalı zenekçilik anla~şıdır. Modem felscfoye
yaklaşıma karşılık gelmektedir. dönüldüğünde Descartes, insan dışında
Özünde Descartesçı felsefenin ikici kalan bütün hayvanların birer makine
anlaı~şından doğan düzenekçilik, insan olduklarını, buna karşı insanların fiziksel
davranışları başta olmak üzere bütün bi- olmadığını düşündüğü zihinleri olması
yolojik süreçleri, klasik fizik ile kimyanın nedeniyle makine olmadıklarını ileri sür-
çerçevesi içinde "kalarak açıklamanın ara- müştür. Descartes'ın hayvanların makine
yışı içindedir. Bu bağlamda, evrendeki olduklanna yönelik ı.,-örüşü daha sonra
bütün görüngülerin ensıın anlamda belli La Mettrie tarafından aynntılandınlarak
bir ereğe, tinsel bir güce, salak bir usa ya daha da ilerilere taşınmışnr. Nitekim gü-
da tanrısal bir düzene başvurmaksızın da nümüzde zihin felsefesi alanında savu-
açıklanma olanağı taşıdıkları 6ncülünden nulan değişik diizenekçilik anla~şlan üç
yola çıkmaktadır. Düzenekçiliğin gözün- aşağı beş yukan Descartes ile Le Met-
de, verili bir dizge içindeki bütün işle trie'nin temellendirdikleri düzenekçilik
)'işlerin ancak dizı.,renin kendi bütünlüğü anlayışından yola koyulmaktadırlar. Bir
içinde bir anlamlan olduğu, belli bir bü- başka önemli modern felsefeci Leibniz,
tünün içindeki ii~lerin karşılıklı etkile- ne algının ne de algıya dayalı olanlann
şimlerinin de aynı biçimde o bütüne düzenekçi terimlerle açıklanamayacağını
iizgü etkiler doğuracağı kendisinden ka- öne sürerek, bütün bir modem felsefeye
çınılamayacak bir gerçek olarak görül- damı.,>asını vuran ilk büyük düzenekçilik
mektedir. Düzenekçilik, parça ile bütün cleş~risini sunmuştur. Bilim alanına dö-
ilişkisinin neliği sorusu temelinde, varlık· nüldüğünde, Ycniçağ biliminin doğuşu-
bilgisel bakımdan bütünün asla parçalar- . nu hazırlayan Newton fiziğinin özünde
dan önce gelmediğini, kendi öğeleri üze- "düzenekçi maddeci" bir evren tasarımı
rinde bütünün hiçbir bakımdan belirle- üstüne kurulduğu gözlenmektedir. XX.
yici bir etkisi bulunmadığını, buna bağlı yüzyılda Newton fiziğine yer etmiş bi-
olarak da her türden bütünün son çö- limsel düzenekçilik pek çok felsefe ko-
:tümlemede parçalarının toplamından ö- numundan sayısız eleştiriye maruz kal-
te bir anlamı olmadığını savunması ne- mış olmakla birlikte, bunlar arasında
deniyle bütüncülüğe karşı bir felsefe ko- Whitehead'in Bilim ile Modern Dünya'da
numudur. Canlı orı.,>anizmalann fiziksel organizmacı evren tasarımı temelinde ge-
ya da kimyasal terimlerle açıklanamaya liştirdiği süreç felsefesinin, gerek diize-
caklannı, her koşulda kendi kendini be- nekçi maddeciliğe yönelik son derece
lirleyen gizemli bir ilke ya da özel bir ya- değerli eleştiriler sunması gerekse düze-
şam gücünün varlığı uyarınca açıklanma nekçiliğin felsefi ve metafizik bakımdan
ları gerektiğini ileri s~ren dirimselcilerin taşıdığı güçlüklere yönelik oldukça ii-
447 dvaita
bir alanın kendine özgü sınırlarını iyice Edebiyat felsefesinin bir üçüncü an-
belirlemek olmalıdır. Bu kanaldan çalı lamı ise özellikle "edebiyat içindeki felse-
şan edebiyat felsefecileri edebiyat ile fel- fe" deyişiyle karşımıza çıkmaktadır. Bu·
sefeyi kimileyin konu içeriklerine (felsefe anlamı öne çıkararak edebiyat felsefesi
nesnel yapılarla edebiyat öznel yapılarla yapanlara göre edebiyat felsefesi uğraşı
ilgilenir); kimileyin izledikleri yöntemlere sının başlıca ödevi edebiyat metinlerinde
(felsefe usun yolundan yürüyen bir et- felsefi bakımdan önemi olan düşüncele
kinlikken, edebiyat esin, imgelem ve us- rin, tasanmlann ve ifadelerin bulı,>ulan
dışından beslenerek ilerler); kimileyin de masıdır. Bu temel ödev uyarınca edebi-
doğurdukları etki ve sonuçlara (felsefe yat felsefecisinden beklenen, edebiyat
bilgi üretmeyi amaçlarken, edebiyat duy- metinlerinin felsefi içeriklerinin saptan-
gusal doyum ve keyif üretmeye yönel- ması, incelenmesi, değerlendirilmesi, en
miştir) yoğunlaşarak ayırmaktadır. Oysa sonunda da bu içeriğin felsefenin ilgili
ki edebiyat ile felsefenin kendine özgü alanıyla bağlantısının kurularak felsefe
amaç ve yöntemleri olan bütünüyle ayn anlayışımıza ne gibi katkılan ve içerimle-
etkinlikler olduğu düşüncesini savunan- ri olabileceğinin ortaya konmasıdır. Söz-
lara karşı yöneltilen eleştiriler, bu sınırla gelimi Dostoyevski'nin Karamazov Kar-
rın hiç de öyle kolay çizilemeyeceğini sa- deşler romanında özgür istenç, insanın
vunmaktadır. Edebiyat ile felsefenin ko- Tana karşısındaki konumu, özgür seçim
nu alarılan başka olsa bile aynı etkilere olanağı gibi konular üstüne serimlenen
yol açabilecekleri, izledikleri yöntemler düşünceler bir edebiyat felsefecisi için
ayn olsa bile aynı konuyu değişik açılar aranıp da J:ıulunamayacak bir inceleme
dan işleyebilecekleri bu eleştirilerin üze- alanıdır. Genellikle edebiyat felsefecileri
rinde ısrarla durduğu noktalardır. Daha bu çalışma yordamıyla edebiyat felsefesi
da açmak gerekirse, bu bakış açısına gö- yapmayı pek yeğlememiş olmakla bir-
re, felsefe de edebiyat· da anlama yetimizi likte, bu çizgiden hareketle yapılan ça-
geliştirirler; ilki dünyaya, olgulara yönelik lışmaların edebiyat felsefesinde yapılmış
anlayışımızı genişletirken, ikincisi duygu- en özgün, en önemli çalışmalar olması
larımıza yönelik anlayışımızı geliştirir. A- dikkat çekicidir. Bunlara birkaç örnek
ma her ikisi de sonuçta insanın anlama vermek gerekirse, Santayana'nın Lucre-
yetisinin iyileştirilmesine yönelik temel tius, Dante ve Goethe'yi ele aldığı 1910
itkinin sonucudur. Sözgelimi ortaçağın ö- tarihli çalışması Tlıree Philosophical Poets
nemli düşünürü Thomas Aquinas, felse- (Üç Felsefe Şairi) ile Starıley Cavell'ın
fe ile edebiyatın aynı konularla uğraştı 1989 tarihli Emerson, Thoreau ve Mart-
ğını, biri kıyas temelinde us yürüterek ha Nussbaum üstüne yazılarını topladığı
doğruya ulaşmaya çabalarken, öbürünün Love's Knowledge (Aşk'ın Bilgisi) sayılabi
eğretilemeli dil yoluyla esinlendirici duy- lir. Bunun yanında Heidegger'in Alman
gulan uyandırarak doğruyu aradığını söy- şairleri Hölderlin ile Georg Trakl'ın şiir
lemektedir. Daha yakın dönemden bir leri üzerinden kendi düşüncelerini geliş
başka düşünür Heidegger'e göreyse filo- tirmiş olması, daha da önemlisi bu dü-
zof varhğın anlamını araştırırken, buna şün.me biçimini felsefenin bundan son-
karşı şair kutsal öğeyi en iyi biçimde dile raki ödevi olarak görmesi ayrıca anılma
getirmenin peşindedir. Ama ne olursa ya değerdir.
olsun her ikisi de bunu yapabilmek için Ne var ki konuya bu biçimde yak-
en derin düşünce düzeylerine inmek zo- laşmak, edebiyatı felsefeyle aynı konulan
rundadır. Sartre içinse felsefe edebiyatsız farklı biçimde ele alan bir düşünsel uğraş
yapamayan bir uğraştır çünkü her ikisi olarak onun altına yerleştirmek anlamına
de sonuçta varoluşçu insan siyasetinin gelecektir. Nitekim felsefe uslamlama yo-
hizmetinde iş görmektedirler. luyla ele aldığı konuyu işlerken, edebiyat
451 edin•Jeller (edimsel sözceleın)
karşılılı:, yerinde (başarılı) ya da yersiz .da kişilerce ad vermeye davet edilmiş ise
(başansız) olan sözcclernlcr. vb. yerinde bir sözcelem olur. Austin ay-
Austin, anlam sorunu çözülmeye ça- rıntılı bir biçimde belirlemeye çalıştığı bu
lışılırken iki önemli yanlışa düşüldüğü koşullara "yerindelik koşulları" (/eliti!]
görüşündedir. İlk yanlış, soruıia sözcük- amditioııi) der. Aynca bkz. sözcelcm;
lerin anlamı sorunu olarak bakmak; ikin- göıı:lcmleyiciJer (gözlemleyici sözce-
cisi ise valruzca bildirim tümcelerini dik- lem).
kate al~aktır. Oysa Austin'c göre anlam
t.1şıya n yalnızca tümcclerdir; tümceler ise cdimsel(lik) ~ng. nrhıalüy; Fr. ıı.111elitf,
}"dlııızca dünyaya ilişkin birtakım göz- Alm. akı11alitiit, Yun. eıı~ia] Aristotele~
lemlerimizi dile getirdiğimiz sözcclcrnlcr telsefcsinde olaylar ve olgular alanına ait
değildir. Öyle olduğunu ileri sürmek, o- bir terim olan "edimscllik'', bir şeyin
na göre, dilin temel işlevinin dünyayı be- başka şeyleri meydana getirebildiği ya da
timlemek olduğu, bir şey söyleyen her- başka şcylctce meydana getirilebildiği bir
kesin neredeyse her durumda bir bildi- varoluş kipi olarak tıirurnlanır. Aristotele~
rimde bulunduğu gibi yanlış bir anlayışın için edimscllik (111"1/itt) bir biçimi olana,
sonucudur. Oysa, dış görünümü bakı gizilgüçlük (tf111amii) ise bir biçim sahibi
mından birer bildl.rim gibi görünen, ama olma yetiııi taşıyana karşılık gelir. Eski
doğru ya da yanlış olduğundan söz ede- Yunan felsefesinde yııkın anlamlı olarak
meyeceğimiz sözcclcmler de vardır. Söz- kullanılan iki terimden *tııtele/ehia tam bir
gclişi, nikah masasında gelin ya da da- gerçekleşme durumu olıı.rak "tamamlan-
madın sözcclediği "Evet, kabul ediyo- ma· olarak gcrçeklik"e gönderme yapar-
rum"; gemiyi denize indirme töreninde ken, t11etgeitı kendini gerçekleştirme ~ürc
sözcclencn ''Bu gemiye 'Quccn Elizabc- - cine, "etkinlik olarak gerçcklik"e gönder-
th' adını veriyorum" vb. böyledir. Bun- mede bulunmak için kullanılır. Husscrl'
ları sözccleycn kişi, bir bildirimde bu- in felsefesinde ise edimsellik olanaklılığa
lunmaz; ilkinde bir evlilik bağına girer, karşıt olarak zamanda ve uzayda varol-
ikincisinde ise gemiye ad verir. Belirtik ma olarak tanımlanır. Karşıu için bkz.
(expli.-if) biçimlerinde "Yarın geleceğime gizilgüç(liik). Ayrıca bkıl. encrgeia.
söz veririm" gibi geniş zaman birinci te-
kil kişi bildiri kipinde karşımıza çıkan bu edimsöz edimi ~ng. illtırnli~nary art: Fr.
tür sözcclemlcr, dünyaya iliŞkin betim- arte illorntoin-, Alın. illoknlionörer okt] Belli
lemelerde bulunduğumuz gözlemleyici bir iletişim oruımında bir tümce sözce-
(«mıtati11t) sözcclemlerdcn farklı olarak lerken yerine getirdiğimiz bildirmek, söz
doğru ya da yanlış değil, ancak ve ancak vermek, emretmek, teşekkiir etmek, acl
isabetli (happy) ya da isabetsiz (ımhap»), vermek gibi edimler. Söz edimleri kura-
yerinde (fei&ita~ ya da yersiz (1'11.faliatoni) mına göre, öteki söz edimlerini kendisi-
olabilirler. Daha· açık bir deyişle, belirli nin bir işlevi olarak açıklayabileceğimiz
iletişim ortarnlannda bunları sözcclcyen temel söz edimi. Bu nedenle, 'söz edimi'
kişilerin doğru ya da yanlış bir şey söyle- sık sık "cdimsöz edimi" anlamında da
diğinden değil, yerinde ya da yersiz bir kullanılır.
şey söylediğinden söz edilebilir. ilk kez John L Austin tarafından or-
Austin, cdimscllcrin ancak ve ancak taya atılan söz edimleri kuramını işleyip
belli koşullarda yerinde sözcclemler ola- geliştiren John R. Searle'e göre, belli bir
bileceğini ileri sürer. Örneğin, "Bu ge- iletişim ortamında bir tümce sözcelcyip
miye 'Queen Elizabeth' adını veriyo- belli bir edimsöz ediminde bulunan kişi,
rum" sözcelemi, eğer, söz konusu gemi- bir sözceleme edimiyle bir önerme edi-
Rin zaten bir adı yoksa, gemiye ad veren minde de bulunmuş olur. Ancak belli bir
kişi ad verme törenini düzenleyen kişi ya dilde bir tümce üretmek her zaman bir
,453 cdimaöz gücü
celenen tümcenin derin ya da yüzey ya- yişle, "efendi ahlakı" demeye gelen Her-
pısında, onun cdimsöz gücünü gösteren mı111oral'ı oluşturan öğeler arasında "hep
bir edimsöz fiili vardır. Sözgelişi, 'Söz, daha güçlü olma isteği", "kendini bütün
y.ınn geleceğim' sözcdcmindc yüzey ya- olanaklanyla sonuna dek geı:çekleştirme
pıdaki 'söz', onun söz verme gücünde istenci", "tinsel zenginliğin ayırdında ol-
bir sözcclem olduğunu; 'Mehmet geldi' ma", "savaşma ile mücadele tutkusu"
sözcelcmindeyse derin yapıdaki 'haberin gibi her durumda kişinin tekliği üstüne
olsun', onun haber verme gücünde bir kurulu karakter özellikleri bulunurken;
sözcelem olduğunu gösterir. Bir sözcelc- bu ahlakın tam karşısında yer alan "köle
min edimsöz değerini, gerçekleştirilmeye ahlakı" demeye gelen S lelaııtm11oral ise
çalışılan edimsöz ediminin başarı ya da "duygudaşlık", "yardımseverlik'', "dost-
ycrinddik koşullan belirler. Ayrıca bkz. luk", "sıcakkanlılık" gibi hep ötekilerin
edimsöz edimi. işin içinde bulunduğu niteliklerle birlikte
anılmışur.
efendi ahlikı/köle ahlikı ~ng. master Nietzsche'nin gözünde, efendi ahla-
momlil.J/ ıkM moraf#T, Fr. moralt ılt it 111ai- kının gövdelendiği bütün soylu kişilikler,
trr/ moralt ılt l'eıdave-, Alm. htmttmoml/ kayıtsız koşulsuz hemen bütün dene-
ıkkıllfnfltora/j Nietzsche'nin felsefesinde yimlere açık olunmasıyla, buna bağlı ola-
kilit değcı:de önemi bulunan, iki tür ah- ı:ak da yaşamın sürekli yinelenerek ola.~ı
lak tasarımı, daha doğrusu iki ayn türden bütün eylemlerin olurlanmasına yönelik
ahlak yaşanusı arasında yapılan felsefe olarak verilen bir "Evet" yaruunın utku-
aynmı. suyla biçimlenirler. Buna karşı, köle ah-
Ayrımın bir yanında bulunan efendi lakı taşıyan kişiler, yaşamlarının en ba-
ahlakı, özünde soyluluk, güçlülük ve gü- şından beri kendileri dışında bulunanın,
zellik gibi olumlu nitelikler bildiren "iyi- kendilerinden başka olanın, kendilerin-
lik" ile sıradanlık, güçsüzlük. çirkinlik den olmayanın verilen "Hayıı" yarutı ile
gibi olumsuz nitdikler bildiren "kötü- her ne pahasına olursa olsun olumsuz-
lük" arasında yaşanan çatışmayı ifade et- landığı bir insan doğası taşımaktadırlar.
mektedir. Öte yanda aynmın öbür ya- Yine Nietzsche'nin deyişiyle, efendi ah-
nında bulunan köle ahhik.ı ise kutsallık, lakı doğrudan etkin bir yaraucılığın beşi
tinsellik. yoksulluk, arkadaşlık gibi birta- ğiyken, köle ahlfilı:ı edilgen bir alımlayıa
kmı onurlandına özelliklerce biçimlenen l.ıktan ibarettir. O nedenle, Nietzsche'nin
"iyilik" ile tanrısızlık, fiziksellik, varsıllık, üstinsana ulaşma ereğinin gerçekleştiril
düşmanhk gibi özelliklerin belirleyici ol- mesinde izlenmesi gereken ''bütün de-
duğu "kötülük" arasında geçen amansız ğerlerin yeni bastan değerlendirilmesi"
çauşmaya gönderme yapmaktadır. Buna izlencesi tartışmasız efendi ahlakı taşıyı
göre, efmdiltr her koşulda açık scçiklikle- alan için yapılandırılmıştır. Değerlerin
riyle, özgüvenleriyle, içi dışı bir oluşla yeni baştan değerlendirilmesi bağlamın
rıyla. dışarıya açık oluşlarıyla ya da dışa da Yahudi girişimini tarihin ilk köle is-
rıdan kendilerine yönelen tehditlere karşı yaru olarak okuyan Nietzsche, köle ahlıi
saldınya geçmeye hazırlıklı olu,Iarlanyla lı:ına dayalı söz konusu isyanın özellikle
dikkat çekerlerken; kfileltr bunun tam Hııistiyanlık, demokrasi ve sosyalizm gi-
tersine içe kaparuklıklanyla, güvensizlik- bi öteki köle isyanlarının doğuşuna ze-
leriyle, kararsızlıklanyla, ne idüğü belir- min hazırladığım sawnmaktadır. Yazıla
sizlik uyandıracak ölçüde bulanıklıkla nnın hemen her yerinde efendi ahlakını
nyla, dışanya, dışardan kendilerine yö- kutlayarak göklere çıkaran, köle ahlakını
. nelenlere karııı hep savunmada kalışlarıy ise aşağılayarak yerin dibine bauran Ni-
la ya da savunmaya geçmeye meyilli o- etzsche'nin ta kendisi olmakla birlikte,
luşlarıyla nitelenmektediı:ler. Bir başka de- onun kimileyin köle ahlfilı:ında karşılaştı-
455 eğitim fclıefeıi
ğa1 bir sonucu olarak deneyci eğitim fel- nelik bir eğitiminolanaktan üstiine dü-
sefesi eğitim sütecinde soyut, dünyada şünmektir. Buna göre, insanların eğiti
karşılığı olmayan, ne idüğü belirsiz birta- minde göz önünde bulundurulması gc·
kım metafizik kurgulamalarla uğraşmak reken biricik konu, insanın insan olroak-
yerine, toplum yapısuun biçimlendirili- talığından ötürü taşıdığı doğal dürtülerin
şinde çok önemli bir yer tutan eğitim ussallık yoluyla iğdiş edilmesinin önüne
gibi bir konunun somut deneyler ile her- nasıl geçilebileceğidir.
kese açık algılar üstüne bina edilmesi ge- Bu noktada Marxçı felsefede içcrim-
rektiğini savunur. Kimi felsefeciler, Loc- lenen eğitim anlayışı, geçmişte ortaya ko-
ke'un böyle bir eğitim anlayışı isteğinin nan geleneksel eğitim anlayışlarına karşı
ardında yatanın, genelde dönemin yük- önemli bir seçenek oluşturur. Marxp ej·
selen burjuva sınıfının yaşam biçiminin ıi111 ftlnfui'ni öteki eğitim felsefelerinden
gereklerini, daha özeldeyse İngilizlerin e- ayıran en belirgin özellik, insanın eğitil
ğitimli beyefendi ideallerini karşılayacak mesi süreci üzerine düşünürken birincil
bir eğitim istemi olduğunu öne sütmek- değerde göıctilmcsi gerekenin "toplum-
tedir. Eğitimi dünyaya indirmeye çalışan sallık" olduğu düşüncesidir. Nitekim her
Locke'un yeryüzü-egemen eğitim anlayı türden bireysel özgürlüğün eninde so-
şı. bir anlamda kendisine bu anlayışın en nunda toplumsal yetkeyle yüzleşmesi ge-
gelişkin biçimi olarak bakılabilecek Ay- rektiğini savunan Marxçı anlayış, eğitimli
dınlanma Tasansı'nın eğitim anlayışına insan ülkü.~ünün burjuva dünya görü-
geçiş aşaması olması bakımından aynca şündeki sorumsuz bireye karşılık gelme-
önemlidir. Aydınlanma döneminin temel diğinin altını çizdikten sonra, kapitaliz-
idealleri en iyi anlatımını XVIII. yüzyılda min yol açtığı "yabancılaşma"yı ortadan
"Ansiklopediciler"de bulur. "Ussallık'' i- kaldıracak bir özgür insan yaratımını
le "nesnellik"in en üst değerler olarak sağlamayı eğitimin başlıca amacı olarak
göklere çıkartılması, hem bilimi hem de görür.
bilimsel usu yaşamın tüm alanlannda e- Özellikle XX. yüzyılda kendisiniiyi·
gemen kılma isteği, bu yeni dönemin en den iyiye duyumsatan, daha çok yeni kıta
belirgin özellikleridir. Bu us-egemen dün- Amerika 'nın felsefesini yansıtan "prag·
ya görüşü, doğal olarak us~emen bir macılık'', diğer pek çok konuda olduğu
eğitimi amaçlayan bir eğitim anlayışını gibi savunduğu eğitim anlayışıyla da eği
savunmaktadır. AyJm""1111aa p .folsefi- tim felsefesi tartışmalarında önemli bir
si'nin savunduğu ussallık ile nesnellikte- aşama olarak değerlendirilmektedir. Ku-
melli eğitim, bir bakıma Raumlik tfaim ruculan Wılliam James ile John Dewcy
felseftsi'nin kendisine tepki olarak doğma olan pmg111- tfiti11t ftlstfesi'nin kalkış nok-
sına zemin hazırlamıştır. Söz konusu an- ıasını, onlann gözunde cğittm ıle felsefe
layış, özellikle Rousseau tarafından dile alanlannın özünde bir ve aynı şey olma-
getirilmiştir. Rousseau, ussallık ile nes- lan gerçeği oluşturur. Buna göre eğiti·
nelliğin bu denli öne çıkarılmasının in- min temel amaa bireyi geleiıek ve göre-
sanlann yaşamlarında son derece ciddi neklerin sunduğu hazır bilgilerle yetin-
yaralar açtığına dikkat çekerek, Roman- meyi bırakıp kendi özgüt düşünme yeti-
tik felsefe akımının yaşantıyı temel alan, siyle kendi bilgisini yine kendisinin bul-
sezgileri, duyguları, insan öznelliğini hep masına yönlendirmektir. Bu anlamda e-
ön planda tutan yaklaşımını eğitim ala- ğitimden beklenen gerçek yaşamda kar-
nına taşıma uğraşı vermiştir. Bu uğıaşın şılaşılan sorunlar önünde bireye bu so-
başlıca amacı, kendisini özellikle bilimsel runlann altından kalkmasına olanak ta·
ilerleme ülküsünde açığa vuran uyg.ır nıyacak bir "sorun çözme yetisi" kazan-
laşma sütecinin getirdiği olumsuzluklar- dımıaktır. Böyle bir yetinin edinilmesi-
dan insanlan olabildiğince korumaya yö- nin ilk 1to,uıu toplumsal deneyimler üze.
eğretileme 458
!anmaktadırlar. Eğretileme sorunu ile yo- rıcı özellik türünden birçok anlamda kul-
rumlama sorununun bir ve özdeş oldu- lanılan eidoı, ilkçağ Yunan felsefesinin en
ğunu ileri süren yorumbilgisi, bütün eğ çetrefil terimlerinden biri olmuştur. Te-
retilemeleri iki ayrı küme altında topla- rimin ilk kullanımı Homeros'a ait olup,
maktadır. Buna göre dil ilki "ölü eğreti görünüş, biçim, cismin olağan hali anla-
lemeler", ikincisi "canlı eğretilemeler" mında, bir şeyin nasıl göriindüğüyle ilgi-
olmak üzere iki tür eğretilemeden mey- lidir. Sokrates öncesi felsefenin önde ge-
dana gelmektedir. Ölü eğretilemeler diye lenleri de bu anlamı korumuştur. Platon'
adlandırılanlar dilin yerleşik anlam da- da ise eidos, görünüşlerin ötesinde ilkör-
ğarcığına belli bir anlamla girmeyi ba- nek olarak duran; genel ve değişmez o-
şarmış eğretilemelerdir. "Masanın baca- lan Formlar ya da İdeaları niteler. Aynca
ğı", "çekmecenin gözü", "ayakkabı" söz- bkz. biçim (form); idea.
cükleri zamanla eğretileme canlılıklarinı
yitirerek ölmüş eğretilemelerdir. Buna eikon (eikasia) (Yun.) İlkçağ Yunan
karşı özellikle felsefe metinlerinde ka~şı felsefesinde "görüntü", "yansıma", "im-
hı,~ılan canlı eğretilemeler hiçbir zaman ge" arılamında kullanılan terim. Platon'
ölmeyecek, anlamca hep yeniden yorum- un çizgi benzetınesindc (Devlet, 509e)
lanmaya çalışılacak eğretilemelerdir. "İn bilmenin en aşağı düzeyine, sadece gö-
san insanın kurdudur", "Dil varlığın evi- rüntüleri ve yansımaları algılama duru-
dir", "Hakikat oyun oynayan çocuğa muna karşılık gelir. Ayrıca Platon'un ma-
benzer" türünden felsefe eğretilemeleri ğara benzetmesinde (Devkt, 514-518) yal-
belli bir anlama kapatılarak öldürüleme- nızca şeylerin kopyalarının gölgelerini gö-
yeceklerinden doğalan gereği yorumlama rebilen, karanlıkta kaybolmuş mahkum-
sorununun beşiğidirler. Ayrıca bkz. düz- ların durumunu da niteler. Aynca bkz.
deği~mece. mağara benzetmesi.
de biriyle ya da bir şeyle inceden inceye olan"ın (yııni her şeyin)"bir olan"dan
alay etme anlamında kullanılan terim: çıkması ya da doğması. Aynca bkz. tü-
"alaysılaına" (ironı) ya da "tersineleme" rüm; perilampsis.
Qstihza; saraka). ·
Sokmtcs'in kendisinin ne bildiğine eklemler mantığı bkz. önerme eklem-
dair ser verip sır vermeyeıek, hiçbir şey leri mantığı.
bilmediğini öne sürerek, bir şey bildiği
savında olan karşısındakine hiç de bir eklenti [İng. 111ppkmı111", Fr. snppli1111111",
şey bilmediğini gösterme; bilgisizliğini Alm. ıırpple111e114 Derrid9.'nın yapısöküm
tanıtlama (yıı da "yüzüne vurma") yön- cü düşünce sürecinin işleyişinin daha ko-
temi. Aynca bkz. e/enkhos. lay k.ıvranabilmesi amacıyla geliştirdiği
post-yapısalcı felsefe terimi. Günümüz
Ekberiyye Mutasavvıflat arasında "Şey Fransızcası'nda nıppleir sözcüğü, "ekle-
hü'l-Ekber" olarak anılan Muhyiddin İb mek" ya da "ek yapmak", "doldurmak",
nü'l-Arabi'ye bağlı tasavvuf okulu. Ab- "tamamlamak" anl9.mlarına geldiği gibi,
dülkadir-i Geylani tarafından kurulan "yerine geçmek", "yerini almak", "yerini
Kadiriyye tarikaunın bir koludur. Bir tür tutmak", "yer değiştirmek" gibi anlamlar
tümtanncılığı savunan bu okula göre, da taşımakıadır. Derrida bu sözlük an-
evrendeki varhklann her biri Tanrı'nın lamlarının ışığı altında snpplime11ı terimiy-
görünümleri olduğundan insan onların le, bir yandan dildeki her sözcüğün aynı
bilgisine, dolayısıyla Tann'nın bilgisine, anda öteki sözcüklerin hem yerine geçe-
ancak ve ancak kendi içine döneıek ula- bildiğinin hem de onlara eklenebildiğinin
şabilir. Bu görüş İbnü'l-Arabi'nin felse- alunı çizerken, öbür yand9.n konuşma ile
fesinin temelini oluşturan vahtlıı-i vikiitl yazı arasındaki oynak dengeye, aralann-
t'varlığın birliği'') anlayışından kaynak- Jak:i sürekli değişen ilişkilerin varlığın9.
lanmaktadır. Ayrıca bkz. İbnü'l-Arabt, parmak basmaktadır. Buna göre eklenti,
Muhyiddin; vııhdet-i vücıid. hiçbir biçimde ek yapılması olanaklı ol-
mayan, ekleme çıkartma gereksinimi duy-
t:kei (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde, mayan, son halini alnuş bir bütün olarak
özellikle de Platon'da, görünürün ardın daha önceclen her yönüyle tamamlanmış
daki yaşanu, "öte dünya"yı ("düşünülür birşeye yapılan bir eklemeyi, eklenen bir
dünya'') nitelemek için kullanılan terim: kesimi anlatmaktadır. Ancak Derrida'nın
"ötcde(ki)" ya da "orada(ki)''. gözünde eklenti yalnızca belli bir ilişki
kipi, özellikle de karşıtlık ilişkisi temelin-
ckhcin (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde de ~rçelrleşmemektedir. Niırkim snppll-
"iyelik" ya da "sahip olma" ·anlamında 111e11t düşüncesi daha ~niş bir düzlemde,
kullanılan terim. Aristoteles 'in on kate- terimlerin hep kendi karşıdan yoluyla
gorisinden 0'kategorin) biri olan bu terim tanımlandıklannı ileri süren yapıs9.lcılığın
aynı zamanda Aristoteles'in kategorileri- temel savunularından "karşıt ikilikler"
ni dörde indirgeyen Stoacılığın kategori- görüşüne yönelik yapısöküdi eleştirinin
lerinden de biridir. doğal bir uzantısına karşılık gelmektedir.
Derrida bu bağlamda !11pplimeııt düşün
eklampsis (Yun.) Platon'ıın metafiziği cesini, dilde bulu09.n hiçbir ikili karşıtlı
nin oı:taçağa taşınmasında büyük pay sa- ğın terimlerinden birinin öteki üzerinde
hibi olan Plotinos'un, yaratılış sürecini; öncelikli bir konumda olmadığını, son
"Bir"in (I'ann'nın) yaratma sürecini açık çözümlemede gerçek anlamda varolanın
larken kullandığı eğretileme: "ileriye doğ yalnızca. aynmlar olduğunu vurgulamak
ru ışık saçma". Yeni Platonculuğun te- amacıyla kullanmakt:ıdır. Dile yönelik bu
mel ilkesi olarak "çok"un "bir"den, "çok temel s.1ptamayla bakıldığında, "konuş-
eko-feminizm 462
ma", "doğa'', "doğruluk" gibi kavramla- yani temel yapıtın gensıne konulmuş
rın karşıtları karşısında öteden beri var- süslemeyi anlatan pamgo11 terimi, buna
sayıldığının tersine hiçbir değer öncelik- çok benzer bir biçimde çalışmaktadır.
lerinin olmadığı üstünden atlanamayacak Eklenti, yapıtın genel bağlamına yapıtın
bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. zemini olarak bakıldığında yapıtın par-
Bunlar son çözümlemede bclli izlerin çası olarak görünürken, buna karşı yapı
"eklentileri", "yer değiştirimleri" ya da tın kendisine zemin olarak bakıldığında
"ertelenimleri"dirler. Yoksa yapısalcıla yapıtın genel bağlamının bir parçası ola-
nn bellirttiği gibi, usmcrkczci bir dü- rak görülmektedir. Ayrıca bkz. Derrida,
şünce çerçevesinin değişmez sağlam da- Jacques.
yanaklan değil
Bu noktayı daha açık kılmak adına eko-feminizm [İng. emfe111i11i.mr, Fr. t•efe-
Derrida, Y11!(!bili111e Dair (196 7) başlıklı mi11is111e; Alm. ökoft111i11i1111Hs] İnsanoğlu
kitabında şöyle yazmaktadır: "Eklentinin nun doğayı harap etmesini, doğal dün-
tuhaf özü özselliğinin bulunmayışıdır: yaya saygısızca davranmasını Batı kültü-
her zaman yer almayabilir. Dahası, söz- rünün her yerine sızmış olan ataerkilliğin
lük anlamıyla, asla yer almış değildir; asla bir uzantısı olarak gören; erkekiçinciliğin
şimdi ve burada bulunuyor değildir. Bu- hem "kadın''ı hem "doğa"yı yok sayarak
lunmuş olsaydı, olduğunu olmazdı: ek- "dişil kültür"ün soyunu tüketme çaba-
lentinin doğası ötekinin yerini almak, o- sında olduğunu öne süren feminist gö-
nun yerini korumaktır." Derrida'nın yine rüş.
aynı kitapta yaptığı Rousseau okuması, İnsanoğlunun doğaya üstünlük kur-
doğrudan doğruya Rousseau'nun tartış ma uğraşı ile erkeğin kadına
hükmetme
tığı "doğa/kültür" karşıtlığı bağlamında, çabası arasında derin bir yakınlık oldu-
eklenti sözcüğünün belirsizliği üstüne ğuna dikkat çeken eko-feminizm, çev-
dayanmaktadır. Bu bağlamda Rousseau' reyi korumak adına verilen mücadelenin
nun bütün bir metni boyunca metne yer özünde "ötcki"ne egemen olma peşin
etmiş eklenti işleyişlerinin izini süren deki "erkek buyrukçuluğu"ııa karşı yü-
Dcrrida, eklentinin karar verilemez bir ri1tüldüğünü, bu nedenle de feminist içe-
kavram olarak ortaya çıkışının temel ne- rikli olduğunu ileri sürer. Aynca bkz. er-
denleri üstünde durmaktadır. Burada kekiçincilik; feminizm.
Derrida, kültürün doğaya eklenti olma-
dığını ama buna karşı doğanın daha ekoloji etiği bkz. uygulamalı etik.
baştan eklentilenmiş bir kendilik olduğu
gerç~ üstüne yo*unlaşarak, doğa ile ekolojik anarşizm bkz. amırıizm.
kültür karşıtlığını yapısöküme uğratma
nın arayışı içindedir. Buradaki temel dü- ekonomi felsefesi [İng. philosopl[J of rço-
şünce kısaca şöyle özetlenebilir: "doğa" 110111i.r, Ft. philomphit du .t'"""'ecrmDlllİ·
terimi varolabilmek için karşıtı "kültür'' q11er, Alm. philosophie der ıvirtuh11ftsııisse11sr
terimine gereksinim duyduğundan, daha hafl] En genel anlamda, bit bütün olarak
en başında eklenti oradadır. Burada söz ekonominin doğasını, özünü, amaçlarını,
konusu olan, eklentinin zorunlu olarak k.'lpsamını ve içeriğini araştıran; ekonomi
hep daha sonra geliyor olması değil, ön- biliminin yararlandığı tasarunlan, uğmş
celiği varsayılan doğa teriminin tam da uğı sorunları, ulaştığı sonuçları felsefi a-
kendisinin bir eklenti olmasıdır. Daha a- çıdan irdeleyen; ekonomi kuramlarının
çık bir deyişle söylenecek olursa, eklenti- karşılaştığı yöntembilgisel sorunların çö-
leme süreci hem erteleme, hem de ayrı zümlerini araştıran; ekonomik süreçlerin
olma olarak *Jijfirmıa'ın bir görünümü- anlaşılmasında yapılan genellemelerin, be-
dür. Bu bağlamda Derrida'nın eıııoıı'un, lirlenen yasaların, sorgulanmaksızın baş-
463 ekonomi felsefesi
felsefesi ekonomi kuramının refah eko- Elea Okulu (Elealılar; Eleactlık) [İng.
nomisi kolumla baş gösteren yenilikler- Blrmir SdJOol, Eleatits, Eleatisur, Fr. Emle
den yararlanırken, buna lmrşılık refah Eliatiq11e, Eli<ıtis111e, Alm. Eknlisdıe SılJ11k,
ekonomisi de ahlak felsefesindeki son Eleate11, EknİiSlltus] Güney İtalya'daki Es-
dönem tartışmalanndan yararlanmakta- ki Yunan şehri Elea'da M.Ô. V. yüzyılda
dır. Refah ekonomisinde özellikle piya- Parmenides tarafından kurulduğu kabul
saların etkinliği üzerine ortaya aulah teo- edilen "Soknıtes öncesi" felsefe okulu.
remler (kanıtsavlar) felsefecilerin serbest Kimi felsefe tarihçileri "varlık"ı felsefe-
piyasa ekonomisinin ahlaksal konumunu nin temel kavramlanndan biri haline ge-
soruşturmalanna yol açmaktadır. Ancak tiren bu okulun kurucusu olarak Platon
son birkaç on yılda ekonomi disiplininin ve Aristoteles gibi kaynaklara dayanarak
giderek artan oranda matematiksel bir Parmenides'in hocası Ksenophanes'i de
dille, sayısal verilerle iş görür bir hale gösterir. Parmenides'in bölünemez ve
gelmiş olması, ekonomi felsefesi yapan- değiştirilemez tek bir gerçeklik olduğu
ların ekonomide yapılan tartışmalardan yönündeki ''Varlığın Bir'liği" savına da-
uzaklaşmalan gibi tehlikeli bir sonuca yanan okulun temel öğretisinde yalnızca
yol açmaktadır. Aynca bkz. Sınith, A- düşünceyle kavranabilen bu saltık Var-
dam; Marx, Kari; Engels, Friedrich; lık'ın ve niteliklerinin dışında kalanlar;
Hayek, Friedrich August von. "çokluk", "değişim", "oluş", yanılsama
olarak görülerek yadsınır. Bu kavramla-
ekosofi ~ng. e"rJSopkJ] bkz. Derin Eko- nn doğalan gereği kendi içlerinde çeliş
loji. kili olduklarını göstererek, evreni bir bü-
tün olarak içindeki görüngülerle birlikte
ekpyrosis (Yun.) İlk.çağ Yunan felsefe- açıklamak için uygun olmadıklannı ta-
sinde, öncelikle Herakleitos 'a atfedilen, nıtlamaya çalıştığı bir dizi uslamlamadan
Stoacı evrenbilgisi kuramında da geçen, oluşan açmazlanyla tanınan Zenon, Par-
dünyanın "ateş" tarafından aşama aşama menides'ten sonra okulun en önemli
yok edileceği öğretisini vurgulayan terim: temsilcisidir. Okulun diğer önemli izle-
"tansık ya da bitimsiz ateş". yicisi ise Melissos'tur. Melissos ile Zc-
non oluş ile çokluğu olanaklı kılan ku-
eksousia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe- ramlara karşı Parmenides'in yolundan
sinde, özellikle de Aristoteles'te, "erk" yürüyerek yeni karşı çıkışlar geliştirmiş
ya da "iktidar'' anlamında kullanılan te- lerdir. Elea Okulu'nun "metafizikçi" dü-
rim. şünürleri, "ilk filozoflar" olarak bilinen
Ye kendilerini çevreleyen c\'reni açıkla
ekstasis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe- vabilrnek için maddi bir töz, bir ""nrkhe
sinde *esrime ya da "gizemli birlik" an- ;trayışı içine giren İ yonya Fizikçileri'nin
lamında kullanılan terim: "tannsal coşku karşısına "idealist", "tinselci" bir arayışla
ya da kendinden geçme". çıkıruşlardır. Bu aynı zamanda çokluk/
birlik, görülür dünya/ duyulur dünya, de-
El-Birühi bkz. Biruni. ğişirlik/ değişmezlik, devinim/ durağanlık,
varlık/varlık olmayan... gibi birbirine
El-Flrabi bkz. Fiirabt. karşll uçların savunulduğu yüzyıllarca
sürecek olan felsefi tartışmanın da baş
El-Gazili bkz. Gazili. langıcıdır. Elealılar ortaya koydukları us-
lamlamalarla ielsefı düşünüşte ı•eni bir
El-Kindi bkz. Kindi. çığır açmış; kendilerinden sonra gelen fi-
lozoflar "oluşun yadsınması" sonımıyla
Ban vitalbkz. yaşam(a) atılımı. yüzleşmeden düşünemez olmuşlardır. P-
465 clettirel usçuluk
laton ile Aristotelcs'e gelinene dek İlkçağ dış dünyaya ilişkin bilgimizin her zaman
Yunan Fclsefesi'ne egemen olan Eleacı uözne", "düşi.inme ya da algı", "nesne'·
lığın uslamlama yönteminin gerek man- üçlüsünün biraradalığını gerektirdiğini
tığına gerekse felsefi öndayanaklarıruı ö- savlar. Eleştirel gerçekçilikte zihin dün-
nemli sayılabilecek bir karşı. çıkış ohna- yayı ancak algı ve düşünmenin aracılı
rnıştır. Aynca bkz. ilkçağ felsefesi; K- ğıyla bilebilir; bütün sorunsa bu aracı
senophanes; Parmenides; Zenon (E- larla bize sundukları IP'f'kler arasındaki
lealı]. ilişkinin açıklanmasında yatmaktadır.
1916 yılında R. W. Sellars (1880-1973),
c/enkhos (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe- Bertrand Russell ile G. E. Moore gibi
sinde "ince eleyip sık dokumak'·; "çap- düşünürlerin savundukları Yeni Gerçek-
raz sorgulama"; "çürütme" a.nlaınlannda çilik anlayışına bir tepki olarak Critkal
kullanılan terim. Platon'un ilk diyalogla- RuJimı adıyla bir kitap yayımlamış; 1920
nnda Sokrates'in bir şey bildiğini öne sü- yılında bir grt.1p felsefecinin bu kitabın
ren karşısındaki tartışmacıya, konuşma yeni basımına katkıda bulunmasıyla akı
sırasında kendi söyledikleriyle çelişkiye mın manifestosu sayılan Es.rl!JS i11 Criliça/
düşmesini sağlayarak, bilgisizliğini tanıt &alis111: A Coopemlive Sıut!J of ıhe Problt111
lama yöntemi. of K110111lttlge (Eleştirel
Gerçekçilik Yazı
Sokrates'in ek11k/ıos yöntemi, kaı:şısın lan: Bilgi Sorunu Üzerine Ortak Bir Ça-
dakinin uslamlamalannı çürütmeye d•ı lışma) adlı yapıt onaya çıkmıştır. Eleşti
yanmasına karşın tümüyle olumsuz bir rel gerçekçiliğin bu yapıta katkı yap-.ın
yöntem değildir. Kişinin bilgisizliğinin ya önde gelen üyeleri arasında George San-
da bildiğini sandığı şeyin doğru bilgi ol- ı.ıyana (1863-1952) ve A. O. Lovcjoy'un
madığının farkına varması, onu daha (1873-1962) adları sayılabilir. Aynca bkz.
fazla araşurmaya, sorgulamaya yöneltir. Yeni Gerçekçilik.
Bu yöntemin en rahatsız edici yanı ise
Sokrates 'in düşüncelerini kendine sakla- elettirel idealizm [İng. mlicai idenlimı;
yıp hiçbir şey ileri sürmemesi ve devamlı Fr. idia/is111r mliqne; Alm. /erilis,her idealis-
karşısındakini köşeye sıkıştumasıdır. A- mmj bkz. atkınıal idealizm.
ristoteles Sofistlerin yanlış çıkarımları ü-
7.erine yazdığı yapıta S opbislİ&İ Efe11_ç/Jj adı Elettirel Kuram png. Criıiml Theory, Fr.
nı vererek, bu çürütme yöntemine sıcak Thiorie CrİIİIJtıt', Alm. Krilisdıe Tbeorie)
bakmadığını göstermiştir. Aynca bkz. .(g- Frankfurt Okulu'yla birlikte anılan, Marx-
noratio elenchi çılığın bir yorumu olan Eleştirel Kuram
için bkz. Frankfun Okulu.
eleştirel felsefe bkz. eleştiricilik.
elettirel usçuluk [İng. mliml ra1io11ali.r111;
cleştirel gerçekçilik ~ng. m"'41 rralimı; Fr. ratiorıali.rme mlique; Alm. krilisçher rali-
Fr. ri111isntt mlitpır, Alm. /eritirdıer realis- 011aG.r11111s] Kari Popper'in (1902- 1994)
m11s) Dış dünyaya ilişkin bilgimiz konu- kendi felsefe duruşunu, felsefece bakışı
sunda Yeni Gcrçekçilik'e karşı eleştirel nı nitelemek için kullandığı deyim. Pop-
bir tutum alan, XIX. yüzyıl sonlarından per'in usçuluğu seçişinde, deneycilikten
l 9401ara değin etkili olmuş felsefe akı çok usdışıcılığa karşı durmak istemesi te-
nu. İngiltere'de Cambridge'tcn Dawes mel etkendir. Bu görüşe göre bilgi arayı
Hicks'in, ABD'de ise R. W. Sellars'ın sa- şında ilerleme sağlamak olanaklıdır; bu
vunuculuğunu yaptığı bu akımın sundu- olanaksa cesur varsayımlar ve savlar be-
ğu bilgikuramı görüşü idealizmi yadsır; nimseyip bunları ağır sınamalara tabi tu-
buna karşı Yeni Gerçekçilerin doğrudan, tarak gerçekleştirilebilir. Poppcr'in eleşti
yalın gerçekçiliğini de bir tar.ıfa koyarak rel usçuluğu (ve dolayısıyla yanlışlamaa-
eleştiricilik 466
bakımdan yararlı bir özne kavranu oluş ens a se (Lat.) Ortaçağ felsefesinde va-
turmaktan da uzaktır. rolmak için kendinden başka hiçbir şeye
1970'lere dek Marx'ın düşüncelerini gereksinim duymayan, kendi kendisinin
ve değerini anlamada en etkili yol En- nedeni olan, varoluşu zorunlu olan var-
gels'in çizdiği çerçeve idi. Bu çerçeve En- lığa, yani Tann'ya verilen ad: "kendinden
gels'in felsefe anlayışı ve bu felsefenin varlık'".
Hegel'in dizgeli, kuşaucı ide-.tl.izmiyle do- "Kendinden varlık'" (mJ o se) olarak
ruğa çıkışıyla büyük oranda ilişki içinde- Tanrı tasarlanabilecek en büyük varlıkur.
dir. Engels, Hegel'in görüşlerini, zama- "Kendinden varlık" düşüncesi Skolastik
nın fizik ve doğa bilimleriyle örtüşen bir öğretinin hemen tamanunda, özellikle de
maddecilikle Marx'ın yeniden biçimlen- Ansclrmıs'un Monologiı1111 ve ProslogiHm'u
dirdiğini savunur. Marx'ın kapitalist top- ile Duns Scotus'un kimi .yapıtlarında,
lum çözümlemesinin ve aru-değer kav- önemli bir yer tutar. Karşıtı için bkz. ens
ramın.o kaynaklan, Hegel'in maddeci ta- ab alio.
rih anlayışına uzanır. Engels'e göre, işte
bu düşünsel köklerin birleşmesi, dünya ens ab a/io (Lat.) Ortaçağ felsefesinde
sosyalist/komünist hareketlerinin kuram- varolmak için kendinden başka bir şeye
larını biçimlendiren, eylemlerini besleyen muhtaç olan, kendi kendisinin nedeni
bilimsel sosyalizmin çekirdeğini oluştu değil de başka bir şeyin nedensel etkinli-
rur. Bunun yaşama geçirilmesi, çağdaş ğinin ürünü olan, başka bir deyişle va-
sanayi üretiminin zorunlu olarak yol aç- roluşu zorunlu olmayıp "olumsal" olan
tığı yoksulluğun ortadan kalkması de- varlığa verilen ad. Karşıtı için bkz. ens 11
mektir. sc.
Y aşanu boyunca felsefe alanında ne
w.manlaşmayı ne de meslek sahibi ol- ens Parmenideum (Lat.) Ortaçağ Sko-
mayı planlaqıamış olan Engels, bu ko- lastik felsefesinde, Sokrates öncesi doğa
nuda kendi kendisini yetiştirmiştir. Ya- filozoflarının önde gelenlerinden Panne-
pıtları, Kari Marx'ın düşüncelerini özel- nides'in öncesiz sonrasız, değişmez Var-
likle felsefece bir yordamla kavramaya lık'ına verilen ad.
götüren yetkin bir bağlam oluşturduğu
için, Marx.:ılığın ve Marxçı felsefenin cns perfectissimum (Lat.) Ortaçağ fel-
temel metirılerindcn sayılır. Aynca bkz. sefesinden başlayaraközellikle Descar-
Marx, Kari; Marxçıhk; diyalektik mad- ıes, Baumgarıen ve Wolffun felsefele-
decilik. rinde geçen ve Tanrı'yı nitelemek ic;in
kullanılan "en yetkin varlık" ya da "en
cnkrateia bkz. akruia. kusursuz varlık" anlamındaki Latince
deyiş.
ennoia(i) (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
sinde, özellikle de Stoaa bilgikuramında, ens rııtionis (Lat.) Ortaçağ felsefesinde
zihindışı ya da somut bir gerçekliğe sa- varoluşu akıl y:ı. da düşünceye bağımlı
hip olmayan, salt zihinde varolan ve ö- olan, yalnızca zihin tarafından tasarlanan
nemli bir doğruluk ölçütü olarak iş gö- varlığı nitelemek için kullanılan "alı:ıldan
ren "kavram(lar)". varlık" ya da "akılda oluşturulan varlık"
anlamındaki Latince deyiş.
ens (Lat.) Ortaçağ felsefesinde, ister töz İnsan zihninin bir ürünü olarak ens
isterse ilinek olsun, terimin en genel an- mlionis, "gerçek varlık"la (eııs mJt) kar-
lanuyla "varlık" için kullanılan Latince şıtlık oluşturur: Doğruluğun temel daya-
sözcük; biltün varlıkları, varolarıları içine nağı olan gerçek varlıklar düşlinceden
alan en genel kavram. bağımsız olarak varolurlar. Oysa ki ms
471 epieikeia
Epi.1ırisı11e-, Alm. EpikııreÜ11J11r, es. t. Epi- den dillendirdiği öğretici felsefi yapıu
k.iirtrJe] İlkçağ Yunan felsefesinde Epi- *Dt rr.nı1111111/ura'yla Epikı.ıros'un temel
kuros \ın remel düşüncelerinden yola çı düşüncelerini Latince olamk adeta yeni-
kılarak geliştirilen etik ağırlıklı felsefi öğ den carılandırmışur. Ortaçağda ise Cice-
retiler bütününe verilen ad. Epikuros, ro'nun yazdıklarından yola çıkan ınsan
öğretisini fizikte Lcukippos ve Dcmokri- cıların ilgisiyle ayakt.1 kalan Epikurosçu-
tos'un geliştirdiği "atomculuk'" kuramı luk, modem dönemlere uzanmasını sağ
na, etikte ise en kapsamlı ifadesini Ki- layan yeniden doğuşunu ise xvıı. yıiz
reneli Aristippos'ta bulan "hazcı'" öğre yıld:ı yaşamış Frnmız düşünür Pierre
tiye dayandırmış; ancak Aristotelesçi bir Gassendi'ye borçludur. Gassendi ölü-
yaklaşımla her iki kaynağı da kendi kur- münden sonra yayımlanan Sy11ıt1gnr11 plJI~
duğu bütüncül felsefe çerçevesinde bam- /osophit1e Epimri (Epikurosçu Felsefe Ü-
başka bir dizgenin parçalan haline dô- zerine Bir İnceleme, 1658) adlı ses geti-
nüştürıneyi başarmışur. Nitekim Epiku- ren eserinde atomcu felsefenin savunu-
rosçuluğun temelinde "haz" kavramı ol- culuğunu yaparak Aristotelesçiliğe karşı
makla birlikte Epikuros hazlar arasında Epikumsçuluğu yeniden carılandırmışur.
ayrıma gider ve yaşamın temel ereği ola- Ayrıca bkz. Epikuros; ilkçağ felsefesi;
rak haz peşinde koşmaktan çok mutlu- etik.
luğun gerçek evi olduğunu düşündüğü
*ataraksidya ("ruh dinginliği") ulaşmayı epistcıne (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
gösterir. Buna karşın sonradan çoğun sinde "kanı" ya da "sanı" arılamındaki
lukla hazza yönelik bir yaşamı kendileri- dok.saya karşıt olarak kullarıılan, "doğru
ne erek edinmiş kişilerin yaşam felsefele- ve bilimsel bilgi" anlamındaki terim: Bir
rine gönderme yapmak için kullanılmaya bilim olarak dizgeleştiıilmiş, düzenlen-
başlanan Epikurosçuluk terimi, bu ha- miş bilgi bütünü; praletikt ile poielikeden
liyle adını aldığı filozofun öğretisini yan- a}Tl olarak kummsal bilgi.
sıtmaktan uzakur. Sokrates öncesi dönemin düşünürle
Dizgeli bir felsefe öğretisi olamk rinin "maddeci" dünya görüşlerinin bu-
Epikurosçuluğun temelleri, Epikuros'uri lığı, onların bilginin türleri amsıncfo •l)'-
Atina'da kurduğu Ho Kepos f'Bahçe") nma gitme yolunu ukamış; bu yolu açık
;ıdı verilen okulun üyelerince atılmışur. tutmaya en çok yaklaşan Herakleitos bile
Eski Yunan'da alışılagelenin aksine ara- bundan payına düşeni almışur. Bu bağ
larında kadırılar, çocuklar ve kölelerin de lamda episıeı11e orıların düşünce evrerıle
yer aldı~ bu okulun üyeleri, Epikurosçu- rindc: pek bir yer işgal etmez. Placon'da
luk teriminin günl(ik kulhınımcfa ~ıklıkhı ise epi.rıt111e olumsal olanın bilgisine k.'lrşıc
başvurulan "hazcı" çağrışımlarının tersi- olarak, ilk ilkelerden kalkarak t.anıtlana
ne bir komün halinde "çileci'' sayılabile bilir olan zorurılu bilgi, yani İdealara iliş
cek sade bir yaşam sürmüşlerdir. Epiku- kin apriori bilgi anlamında kullarıılmışur.
ros'tan sonra bu okulun başına geçen Aristoteles için dok.sa (kanı) olumsal
Hermarkhos, Metrodoros ve Polyainos' olan hakkındayken, doğru bilimsel bilgi
la birlikte bu dönemde Epikurosçuluğun (episle111e) zorunlu doğru olan nedenlerin
en önemli adlarından biridir. (ailia) bilgisidir. Aristoteles'e göre tpiste-
Platonculuk ve Aristotelesçilik ile bir- 111e duyulara dayalı bilginin zorurılu koşul
likte Helenistik dönemin en önemli üç olduğu; tarııtlanabilir; tasımsal bilgidir (İ
felsefesinden biri olan Epikurosçuluk, kitıd Çözji111/e111eler l, 71 b, 76b, 88b).
Cicero· döneminde de Roma'nın en göz- Aristoteles, ayrıca Mdıifizjk'te (1025b-
de felsefesi haline gelmiştir. Bu dönem- 1026a) tpisıemeyi, yani en genel arılamıyla
de Romalı şair Lucretius Carus (M.Ö. bilimi/bilgibilirni alt bölümlerine ayıra
95-55) Epikurosçuluğun öğretisini yeni- rak bilimlerin sınıflanôırılmasını sunar:
episteme 474
episteme
1 1
mathematike physike theologike
(mathematika) (khoriston) (theologia)
matematik/ sayı (bilimi) fizik/ doğa (bilimi) tanrı/din (bilimi)
Epiıteme terimi, çağdaş Fransız düşü ulaşan Bau Fdsefesi'ndeki egemen bir
nürü Michel Foucault'nun tarihte üstü düşünsel eğilime karşı çıkmak amacıyla
örtülmüş kimi kavramlann ya da dene- geliştirmiştir.Bu bağlamda epi!teme tasa-
yimlerin soykütüğünü çıkarırken yaptığı rımının, Foucault'nun tarihte ilerlemenin
kazıbilim çalışmalarıyla birlikte bambaş nasıl gerçekleştiğini, geçmişte meydana
ka bir anlam daha kazanmıştır. Foucault- gelmiş olaylara nasıl bir gözle bakılması
cu çerçevede. epistn11e denince, tarihin gerektiğini, özetle bugünü anlamak ba-
belli bir dönemi boyunca geçerli görü- kımından tarihle doğru bir ilişkiye geç-
len, kendisinden sonraki gelene dek var- menin önkoşullanru belirlemeye yönelik
lığını sürdüren, içinde "dilsel", "dene- olarak sunduğu düşünce tarihi çözüm-
yimsel", "bakışsal", "kavramsal'' alabil- lemelerinde kilit değerde bir önemi var-
diğine değişik öğelerin hep birarada bu- dır. Foucault, 1%6 yılında yayımladığı Leı
lundukları kendi içinde bütünlüklü bir Motı el le.r dıoıeı (Sözcükler ile Şeyler)
"söylem dağarı'' anlaşılmaktadır. Bu ba- başlıklı yapıunda, episteme terimini her
kımdan episteme ait olduğu dönemde, ne- dönemin kendine özgü toplumsal ve dü-
yin düşünülebilir neyin düşünülemez, ne- şünsel kuşataolannca belirlenen, düşün
yin söylenebilir neyin söylenemez, bun- ce tarihinin köklerine işlemiş düşünme
lardan daha da önemlisi neyin duyulabi- yapılan olarak tanımlamaktadır. Nitekim
lir neyin duyulamaz olduğunu koşullan çok geçmeden L'.4rdıio/o.v;ie d11 ım"'ir(Bil
dırıp belirleyen son derece kapsamlı bir ginin Kazıbilimi, 1969) adlı yapıtında
''<öylt'me-yaşama-algılama-kavrama'" çer- "bilgi" ve onuııla ilintili sözdağannı bü-
çevesidir. Nitekim her episteme, içinde is- tün bütün bir kenara bırakan Foucault.
tediği denli zamandışı, toplumüstü, de- söylem pratiklerinin temelinde yattığını
neyden bağımsız bir konumda olduğu düşündüğü epistt111ilr. yapt tasanmına geç-
düşüncesine dayanılarak öne sürülmüş miştir.
birtakım doğruluk savlan bulundurursa Foucault'nun epiıteme tasarımına yö-
bulundursun, her durumda zaman ve nelik en önemli bulgularından biri, belli
kültüre bağlı bir söylem çerçevesi oldu- bir dönemin ıpiıttmtsi içinde yer alan
ğundan aynı kendisi gibi ortaya koyduğu bütün bilgi alanlarında daha ilk bakışta
savlar da bütünüyle tarihselliğe konudur. kendisini gösteren bir eşbiçimliliğin söz
Fouca ult, episteme kavramını ilkin Fransız konusu olmasıdır. Bilimsel bir söylemi
Aydınlanma Geleneği'nin usçuluğunda belirleyen rejim olarak bu eşbiçirnlilikler
köklenen, daha sonraysa olgucu felsefe- düşüncenin a priori formlanyken, buna
nin nesnel bilim anlayışında doruğuna karşı söylem eşbiçimli yapıların düzeni-
475 episteme
elit. Tıpkı Kant'ın deneye gitmeksizin şünmc anlaırunda Kantçı bir içkinlik
doğrudan usa yönelerek usun düzenini, düzlemi olarak anladığı tpiıteme tasarı
usun nasıl işlccliğini betimlemesi gibi, ıruyla, belli epiıteı11e dönemlerinin ait ol-
Foucault da söylemin düzenini, söylemin d uklan bilgi üretim yordamlarının a prion·
nasıl işlediğini betimlemektedir. Episte- koşullarını ortaya sermeyi amaçlamakta-
mik eşbiçimli yapıların düzeni olarak dır. Bu amaç uyarınca Foucault, tarihin
kavramsallaştırılan söylem, hem "göster- değişik çağlarında geçerli olduğunu dü-
ge/ gösteren/ gösterilen" üçlüsüyle ger- şündüğü dört ana episte111e dönemi belir-
çekleşen anlamlandırma sürecinden kur- lemiştir: (i) >..'Vlll. yüzyıl öncesi "Klasik
tulmak için özneyi dışlayarak, hem bü- Epistemeler Dönemi"; (ıi) XVIII. yüzyıl
tiin bileşenleriyle birlikte tarih ile bilinci "Klasik Episteme Dönemi''; (ıii) bütün
yoksayarak, hem de gerçeklik alanına bir XIX. yüzyıl ile XX. yüzyıl başlan
hiçbir göndermede bulunmayarak bütii- "Modem Episteme Dönemi"; (iv) 1950'
nüyle kendi üstüne dönmek yoluyla ken- !erden b-aşlayarak bugüne uzanıp gelen
di iktidar rejimini belirlemektedir. Fou- "Günümüz Epistemesi''. Özellikle "kla-
cault bu bıığlamda, insan, tarih, us gibi sik episteme'' ile "modem episteme"yi
öğeleri bütün bütün tpislemmin dışına daha bir özenle yaklaşarak enine boyuna
yerleştirdiği için, belli bir tpisıeme döne- irdeleyen Foucault, günümüz toplum bi-
minde yürürlükte bulunan bilme kipinin limlerinin anlaşılması için son derece de-
kendi somut nesnesiyle ne türden bir i- ğerli çözümlemeler ortaya koymuştur.
lişkisi bulunduğunu tanıtlama gereği duy- Foucault'nun tarihte varolan epistemelere
mamaktadır. O nedenle, Foucault'nun ilişkin yaptığı çözümlemelere bakıldığın
gözünde hep bir içkinlik düzlemi olarak da, bütün bir Aydınlanma dönemi bo-
görülen tpiıtemt tasarımı, çoğunluk bi- yunca "egemen episteme"nin aynılıkların
linçdışına gizlenmiş öğelerin, uçlara i- ya da benzerliklerin bulunmasına yönelik
teklenmiş aşınlıkların, üstü örtülmüş söy- bir arayışla tanımlı olduğu, XVII. yüz-
lem kırıntılannın, hasır altı edilen, sapkın yılda söz konusu arayışın ayrımlar ile ay-
ya da "anormal" olarak nitelenen dene- nlıklar üstiine yoğunlaştığı, daha sonra i-
yimlerin izlerinin sürülmesine de olanak se evrim ile evrilme tasarımlarının ege-
tanımaktadır. Foucault, modem özne ta- men bir konuma geldikleri açıklıkla gö-
sanmına kesin çizgilerle karşı çık.ırken, rülmektedir. Öte yanda, Fransız Devri-
Nietzscheci erk istenci anlayışı ile söy- mi'yle başlayan "modem episteme" dö-
lem diye adlandırdığı epiıtemtlerin eşbi nemi, insan öznesi düşüncesinin doğma
çimli a priori öğelerini birleştirmeyi uy- sına yol açmış, bıına bağlı olarak da
gun bulmuş; tarihsel dönemlerin verili toplum bilimlerinin kurulmasına zemin
durumu olarak episıemenin a pnori yapısı hazırlamıştır. Foucault'ya göre "modem
ile gücün birbirine dokunduğu yerde episteme'' dönemi günümüzde son bul-
gövdelenen iktidar ilişkilerine yoğunlaş duğundan bütünüyle geride bırakılmış
mıştır. bir düşünce çerçevesidir.
Tarill.İn farklı epiıtemtlerin birbirlerini Foucault'nun episıemesi, kimi zaman
izlemesiyle oluştuğunu düşünen Fouca- Marx'ın ideoloji kavramına, kimileyin de
ult, tarihte belirlediği epiıteme dönemle- Amerikalı bilim felsefecisi Thomas Kuhn'
rinde içerimlenen ortak düşünce yapıla un paradigı11a tasarımına benzetilerek an-
nnın söylem rejimlerinin kazıbilimini su- laşılmaya çalışılmal..'tadır. Ne var ki Fou-
narak, yazılmış tarihleri yeniden yazma, cault epiıtt11ttyi çok daha geniş ölçekli bir
yazılmamış ya da yazılmaktan özellikle düzlemde, farklı ideolojilere ya da para-
kaçınılmış tarihleri de gün ışığına çıkart digmalara yol açacak denli derin bir yapı
m•ı arayışı içindedir. Nitekim bu bağlam olarak görmektedir. Yine de pek çok yer-
ıl:ı Foucault, kendi üzerine dönerek dü- de, Foucault'nun epistemtnin yapısı ile bu
epistcme apodeiktike 476
luğu aşınya vardır.an fdozotlarda ise t- yapuktan sonra İstanbul Erkek ~sc.~i'ni
pokhe "ruh dinginliği"ne ra1araluia), yani bitirdi. Yükseköğrenimini bir yıl lstanbul
mutluluğa giden yola ulaşmak adına bil- Üniversitesi Fclscli: Bölümü'ndc oku-
giden bütünüyle vazgeçme tutumuna duktan sonra, Fransa 'nıiı Bordcaux ve
karşılık gelir. Sorbonnc ünivcı:sitelerinde yine felsefe
Epokhe, aynca Husserl'in görüngübi- alanında tamamladı (1929-1932). Ünlü
liminde balaşı salt olarak öze yönelte- Fransız felsefe tarihçisi Emile Brchicr \'e
bilmek adına dış dünyanın varoluşu hak- Albcrt Rivcaud'dan felsefe tarihi sertifi-
landaki gerçeklik üzerine "yargıyı askıya kalarını aldı. Kadıköy Lisesi'nde felsefe
alma" ilkesini niteler. Ancak buradaki e· öğretmeni iken 1933 Üniversite Refor-
po/elıe, atarahia için bilgiden vazgeçme a- mu'rıda İstanbul Üniversitesi Felsefe
dına değil de tam tersine *lhtoridya, bil- Bölümü Felsefe Tarihi kürsüsüne atandı.
ginin özünü seyretmeye ulaşmak için baş Rcichenbach'ın Fransızca olarak verdiği
vurulan bir yöntemdir. Merlcau-Ponty' bazı derslerini Türkçe!yc çevirdi. Ernst
nin felsefesinin çıkış noktasını da Hus- von Aster'in kürsü}": gelmesinden sonra
serl'in epokbt düşüncesi oluşturur. Aynca 1':137'dc Genel FeL'ICfe ve Mantık Kürsü-
bkz. antüogia; akatalepsiz, Husserl, sü'ne geçti. l 939'da "Dcscartes Fiziğinin
Edmund; Merleau-Ponty, Maurice. Metafizik Temcileri'" adh teziyle doçent-
lik unvanı aldı. Sistematik Felsefe Prob-
Er söyleni [ing. myıb of Etj Platon'un lemleri, Si~r.cmatik Felsefe Semineri, Fel-
Deıı/efinin sonunda, ruhların ölümden sefi Metinler, Büyük Mantıkçılar, Platon
sonraki yazgılan ile yeniden dirilme ön- Felsefesi ve XVtlI. Asırda Fransa'da Si-
cesi seçenekleri üzerine düşüncelerini y.asi Felsefe gibi dersler verdi. 1949'da
aktardığı savaşta ölen Er adh askerin profesör olan Eralp, 1977'de emekliye
meseli; Platon'un yeniden dirilme süre- iıyrıldı.
cini betimleyerek adaletin ve felsefenin Halil Vehbi Eralp, İstanbul Üniver-
ödüllerini anlattığı söylen. Söylcnde Er sitesi Felsefe Bölümü'nde egemen olan
adh asker öldükten sonra dünyaya döner Alman geleneğindeki felsefe tarihi anla-
ve öteki dünyada gördüklerini, ruhun yışının yanında, temsil ettiği Fransız ge-
iyiliği için bu dünyada erdemli ve adil leneğindeki felsefe tarihi anlayışını sür-
olmanın önemiı\.i anlatır. Temelde adil dürdü. Fransız sosyolojizminden kaynak-
olmanın adil olmamadan daha iyi oldu- lanan, felsefe tariluyle ilgili olarak filo-
ğunu uslamlayan Er söylcni, adaletin ge- zofların görüşlerini ve eserlerini kendi
ncide bu 'aşamda, olmadı öteki yaşamda yaşadıkları dönemin ve toplumun özel-
ke§İnlikle karşılığını alııcııj!ını göstermek liklerine göre inceleyen "kültür tarihi'"
ıçin geleneksel eski inançlar ile kurgusal yaklaşımını benimsediğinı, l:'clsefc Tarihi
cvrcnbilgisini harmanlamışur. Er söyle- ders kitabı olsun diye Alfred Weber'den
nin barındırdığı en büyük sıkıntı ise Dev- yaptığı Felsefi 1imhi çevirisine yazdığı
ltfte ve başka yapıtlarında ruhun beden- "Önsöz"de açıkladı. Bununla birlikte As-
siz olduğunu söyleye!\ Platon 'un ruhların tcr'in felsefe tarihi yaklaşımından farlw
çekeceği aaları kanlı canh insanlara acı bir yaklaşım izlemesi sorun olmadı. Hat-
verecek türden acılarla betimlemekten ta Aster, Felnfa Semineri Detgist•ndeki bir
kurtulamamasıdır. yazısında, Eralp'in doçentlik çalışmasın
dan "Dcscartes üzerine yazılmış esaslı ve
Eralp, Halil Vehbi (1907-1994) 1933 ince bir araştırma" diyerek övgüyle söz
Üniversite Reformu sonrası İstanbul Ü- etti.
niversitesi Felsefe Bölümü'ndc görev ya- Eserleri: Matematik. Fizik ııe ~a'da
pan felsefe tarihçisi. Metot/ (1947), Platon 1: Htgtıtı, Erer/eri,
İlköğrenimini Fevziye Mektebi'nde Sokratilt. Diyologlar (1953), Yaba Kemal İ-
Erasmus, Desiderius 478
p11 (19 59). Çevirileri: Felsefe Taribi (A. lc:ri kutsal savaş görüşünü reddetmesidir.
Weber'den, 1938), Lojistik (H. Reichen- De btllo Tnniı11 (Türklerle Savaş Üzerine,
bach'dan, 1939), Delilik 0· Fretct'den, 1530) adlı yapıtında Osmanlı İmparator
1947), Eı,,-,11 rr Dö11iişii111/eri (Roland Om- luğu'na karşı girişilen mücadelenin hak-
nes'ten, 1973). Felsefe Se111i11ni Def!,isi, Sos- lılığını vurgulamasına rağmen askeri çö-
yolıji Detgi.ri, A!MıJtlllİk Fikir Hanketleri, zümlere karşı olduğunu belirten Eras-
İstatıbn~ Felsefe Ark.Wi, Felsefe Tmiimekri mus, Tann'nın Hıristiyanlara bir cezası
Dergiri, EıJtbfyaJ Fale.iilte.ri Tiirk Dili ve olarak gördüğü Türklerle savaş meyda-
Etitbfyall Dttgi.ri gibi dergilerde de çeşitli nında değil tinsel alanda mücadele edil-
makaleleri ve çevirileri yayımlanmıştır. mesi gerektiğini belirterek savaş çılgınlı
ğına karşı Hıristiyanlığın özü olarak gör-
Erasmus, Desiderius (1466-1536) Rö- düğü hoşgörü ve kardeşlik duygulannı
nesans insancılığının gelişmesinde etkin ön plana çıkarmıştır. Erasmus dizgeli bir
rol oynayan Felemenk felsefeci, dilbilim- felsefe ortaya koymaktan çok yaşadığı
ci ve tanrıbilimci. Kuzey Avrupa Röne- dönemin toplum hayatı üzerine göz-
sansı'nın önde gelen kişiliklerinden biri lemlerini dile getirmiş; kendi kuşağını
ohm Desiderius Erasmus'un önemli ça- yakından ilgilendiren ve kendinden son-
lışmalan arasında, dinsel düşüncelerinin raki kuşaklann düşüncelerini de biçim-
temel öğderini ortaya koyduğu HıriıttJn11 lendirecek olan kimi temel sorunlan fd-
SatJiJ{(lllffl Elkitabt (Enchiridion militis ch- sefece bir düşünme tarzıyla ele almıştır.
ristiani, 1503) ile kendi zamanının top- Düşüncelerinin temel eksenini belirle-
lumsal yaşamı ile Kilise'nin yerleşik ya- yense: bir tür Hıristiyan insancılık anlayı
pısı üzerine taşlaması Deliliğe Ôvgii (En- şıdır. Aynca bkz. insancılık.
comium moriae, 1509) başta gelir. Bir
klasik edebiyat araştırmacısı olan Eras- Erastusçuluk [İng. EraJ1it11ıis111; Fr. E-
mus, felsefe ve tannbilim çalışmalarında raJtiaıtiJme-, Alm. EraJIİa11is111111] İlkin İs
dilbilimsel kesinliğin, dilsel doğruluğun · viçreli Protestan tannbilimci Thomas E-
ve retorik inceliğin işlevi üzerinde dur- rastus (1524-1583) ile ardıllannın ortaya
muş; Eski Yunan ve Latin yazarlarının attığı, dünyevi yetkenin (laik devletin)
yapıtlannda ortaya koydukları erdemleri gerek dinsel gerekse de dindışı konulan
Hıı:istiyan tinselliğiyle bağdaştırmaya ça- karara bağlamak açısından Kilise karşı
lışmıştır. Erasmus'un bu çabasının altın sında üstünlüğünü savunan öğreti. Kili-
da yatan amaç, dilbilirnin araçlannı kul- se'nin ezici egemenliğine karşı bir mey-
lanarak kendi zamanının Hıristiyanlık dan okuma olarak ortaya çıkan Erastus-
anlayışına hakim olan incelikten yoksun· çuluğun temel amacı, Kilise'yi Devlet'e
skolastik yorumlara karşı, Hıristiyanlığı tam anlamıyla bağımlı kılmaktır. Eras-
özgün anlamına taşıyıp ilk Hıristiyanlık tusçuluk bir toplumda yurttaşlann işledi
ruhunu yeniden canlandırmaktır. Eras- ği, ister dinsel ister dünyevi olsun, tüm
mus'a göre bu amacına ulaşmasında en suçlan cezalandırma hakkının Devlet'e
büyük engel ise Kilise gelenekleridir. Bu ait olduğunu savunur; bu nedenle de Ki-
yüzden reform yanlısı görüşler ortaya ko- lise'nin aforoz hakkını tümüyle yadsır.
yan ve daha çok bu görüşleriyle tanınan İngiliz dinbilimci Richard Hooker (1554-
Erasmus, buna karşın Luther ile onu iz- 1600) da Kilire Yö11etimi11i11 Y aJalan (I'he
leyen Reformcuların dogmaa tannbilim Laws of Ecclesiastical Polity, 1593) adlı
anlayışına da karşı çıkmış; yapıtlannda kitabında Devlet'in Kilise'ye karşı önce-
Luther ile doğrudan tartışma ya girerek liğini savunmuş; Devlet'in en azından
onun görüşlerini kıyasıya eleştirmiştir. E- "karar aşaması"nda Kilise'ye ağır basma-
rasmus'un dikkat çekici bir yönü de sı gerektiğini öne sürmüştür. Aynca bkz.
Augustinus ve Aquinas'ın temellendirdik- devlet felsefesi; din felsefesi.
479 erdem
erdem ~ng. virtıır, Fr. M1lr, Alm. l"l!"tf. ması da erdemlerin bütürılüğü sorununu
Yun. nntt; Lat. 11İl1tlt:, es. L f ~it~ İnsanı ele alan Platon taratindan gerçekleştiril
tinsel açıdan yetkinliğe ulaştıran "ahlak- miştir. Görünürde ayn olan bütün er-
sal iyi"ler bütünü; düşüncelerinde ve ey- demlerin gerçekte bir ve aynı oldııklanru
lemelerinde istencini "ahlaksal iyi"ye yön- savunan "erdemin birliği" düşüncesini or-
lendinniş insanın niteliği: "iyiliği isteme, taya koyan Platon'a göre bir erdemi tam
kötülükten kaçış". İlkçağ, ortaçağ, mo- anlamıyla taşıyan bir kişi. diğer erdernlerc
dem ve çağdaş etik anlayışlannı birbirin- de tümüyle sahip demektir. Platon, aynı
den ayının en temel özellik, "crdem"in zamanda, erdemin yalnızca "bilgclik"ten
kavr-.amsallaştırılmasındaki farklıhklandır. meydana geldiği düşüncesi bağlamında
Erdeme felsefesinde bir yer açan ilk bütünüyle Sokrates'ten aynlıp "adalet",
filozof olan Sokrates'e (M.Ô. 469-399) "ölçülülük" ve. "yiğitlik" niteliklerini de
göre, insanın bütün yapıp etmelerinin ön plRn.1 alarak "ana erdemler" kavra-
enson anlamda gerçek adresi olan mut- mını ortaya atan ilk düşünür olmuştur.
luluğa ulaşmanın biricik yolu, erdemli Bu anlamda Devleti.o, ideal toplumdaki
y.ı.şamı sonuna dek gerçekleştirme ülkü- sınıfların sorurnluluk:lannın bu dört ana
sünden sapmaksızın yaşam yolunda yü- erdem çerçevesinde belirlenmiş olma-
rümektir. Bütün insanlar doğalan gereği sıyla, Platon'un erdem kuramında ayrı
hep mutlu olmanın peşinde oldukları i- bir yeri vardır.
çin, hiç kimsenin ilkece bile isteye er- Aristoteles'in (M.Ô. 384-322) ereksel
demsiz davranışlarda bulunmasına, kö- ahlak anlayışına göreyse karakter ya da
tülüğe göz göre göre kapı aralamasına davranışa ilişkin neyin iyi neyin kötü ol-
olanak yoktur. Bu yüzden bütün kötü- duğu insan doğasına içsel olduğu varsa-
lüklerin bilgisizlikten kaynaklandığını dü- yılan amaçlar ya da işlevler temelinde
şünen Sokrates, temelde yalnızca bir er- belirlenmektedir. Aristoteles, insanların
demin, "bilgelik" ya da "bilgi" diye ad- doğaları gereği bütün yapıp etmelerinde
landırılabilecek saphia'nın varolduğunu enson erek ya da en yüksek iyi olarak
savunmuştur. Çeşitli erdemler arasında mutlululuğu aradıkları, mutluluğun hiç-
yapılan aynrnlarsa bilginin farklı uygula- bir araaya konu olmaksızın salt kendi-
ma alanlarından kaynaklanmaktadır. Bu sine ulaşmak için arandığı, öteki büyük
nedenle Sokrates, kişinin bilgisi· arttıkça iyilerin ancak mutluluğa ulaşmada birer
bununla doğru orantılı olarak erdemden araç işlevi gördükleri kanısındadır. İnsa
aldığı payın da arucağı öncülünden ha- nın sürekli peşinde olduğu böylesi bir
rrketle, erdemin bilgi yoluyla öğrenile mutluluğun zamandışı bengisel "İyi"ler
bilen, daha da yetkinleşıirilehilen hir yeti clen meydana gelmeyip insan doğasına
olduğunu düşünmüştür. uygun düşen etkinlilclerde kendisini gös-
Sokrates'in bu ilk etik içgörülerinin terdiğini dile getiren düşünür, mutluluğu
izinden yürüyen Platon (M.Ô. 427-347), bir dunım olarak tasarlamaktan çok bir
bütün iyi davranışların "İyi İdeası"ndan etkinlik olarak görmüş; sözünü ettiği bu
pay aldıklarını, bu yaşamda İyi İdeası'na t.ür bir mutluluğunsa bitkilerde olduğu
ulaşmak bütünüyle olanaklı olmasa da gibi düşük yaşam etkinliklerinde, edilgen
:usanın olabildiğince yetkin bir biçimde yaşam biçimlerinde değil, ancak usunu
İyi İdeası'na öykünmesi gerektiğini öne en yetkin ve en üst düzey bir etkililikle
süren ahlik felsefesinde, erdemin insana kullanan, yani "erdem yaşaıru"nı kendi-
davranışlarını düzenleme olanağı tanıdı sinde gerçekleştirebilen varlıklarda yaka-
ğını, usun söyl.eJiklerine kulak veren er- lanabileceğini savunmuştur. Böylelikle er-
demli bir yaşamla İyi İdeası'na daha çok demleri erekbilgisel bir temelde ele alan
yakırılaşılabileceğini savunmuştur. Er- . Aristoteles'in gözünde, gerçek mutluluk
<!emlerc ilişkin ilk dizgeli felsefe çalış- her durumda insana tannlan:a sunulan
erdem 480
bir erdemlilik armağanı olsa da, insanın sanın mutlu olması için yeterli olduğuna
mutlu olmasında asıl belirleyici olan er- sarsılmaz bir inanç duymaktadırlar. Tut-
demli yaşam yolunda yürürken insanın kular da, duyguL1nımlar da özünde kötü
kendi yapıp etmeleridir. Erdemleri tek olduklarından, erdemli kişiye düşen gö-
tek çözümleyip tanımlayarak "ahlaki er- rev vakit geçirmeden bunlardan kurtul-
demler" ile "düşünsel erdemler" arasın maktır.
da da bir aynma giden Aristoteles, dü- Yeni Plaıoncuhığun kurucusu Ploıi
şünsel erdemlere sahip olmaksızın diğer nos'un (205-270) felsefesinde ise erdem,
erdemlere sahip olunamayacağını savu- kendi değerini kendi içinde taşımasındıın
narak Sokrates'in izinden gitmesine kar- çok, insanın metafizik bakımdan bir kut-
şın ahlaki erdemler konusunda istence sanmışlık yaşantısına geçmesine aracı
de belli bir rol vererek yeni bir yol aç- olmasından dolayı önemlidir. Dönemi-
nuştır. "*Altın orta" kavr-dnuyla ifade e- nin bütün öteki fılozofları gibi Plotinos
dilen bu "ortayol"a göre erdemliliğin te- da bu dünyayı bütünüyle gözyaşlarıyla
meli ölçülülük ya da ılımlılıktır. dolu bir acılar, çözümü olmayan sorun-
Eski Yunan felsefesinin iki önemli lar alanı olarak gördüğünden sonsuz hu-
okulu, Kireneliler ile Kiniklere gelince: zurun ancak öteki dünyada ulaşılabilir
İlkçağ hazcıları Kirenelilerin s:.wunduğu bir durum olduğunu düşünmektedir. Plo-
"haz yaşantısı" aslında bugün çoğun tinos'un bu görüşleri ortaçağın Skolastik
lukla kötüclil bir anlamda anlaşıldığı gibi Hıristiyan düşünürlerinin felsefi tanrıbi
bir "sefahat yaşamı" olmayıp haz yaşan lim anlayışında b-dşköşeye oturtulacaktır.
tısının sürekli kılınmasında, enson an- Nitekim bu bağlamda Augusıinus
lamda mutluluğun kurulmasında yönlen- (354-430), kendisine uyarladığı Yeni Pla-
dirici ana ilke olamk "erdem"in teme- toncu erdem tasannu doğrultusunda, ru-
linde yer aldığı bir "erdem yaşanu"dır. hun ancak maddesd bütün bağlanımla
Çileci Kinikler ise hazcılığın tam karşıtı nndan sıyrılarak Tanrı ile bütünleşme
bir etik anlayışını savunarak, erdemin yoluyla enson anlamda huzura kavuşa
kendi başına, başka hiçbir şey olmaksı bileceğini ileri sürtnüş; Stoacılık ile Aris-
zın mutlu olmak için yeterli olduğunu, totelesçiliğin erdemin kaynağı olarak her
hazların hepsinin kötü olduklarını, er- durumda usu gösteren yaklaşımlarına
demli kişinin haz yasalarınca yönetilen karşı, "ölçülülük", "adalet'', "bilgelik'',
insan doğasının üstüne çıkarak varolması "yiğitlik" olarak gösterilen ana erdemle-
gerektiğini ileri sürmüşlerdir. rin Hıristiyan inaruşınca esinlendirilme-
Aristoteles'in açtığı "ortayol"dan gi- dikleri sürece hiçbir değerleri olmadığını
den· Stoacı filozofların gözünde de "er- dile getirrnişıir. Öte yanfla, gerek Ö7.giin-
dem" denilince anlaşılması gereken, in- lüğü gerekse de özgür düşünceleriyle or-
sanların bütünüyle usun buyurduklarına, taçağın gend fılozof tasarımına birçok a-
kendi kişisel doğalaı;ına uygun yaşamala çıdan uymayan Petrus Abelardus (1079-
nndan başka bir şey değildir. Ancak bu- 1142), ortaya koyduğu etik çözümleme-
rada sözü edilen kişisel doğa bütün bir lerle Hırisıiyan etiğini Eski Yunan eti-
doğa düzeninin parçası olduğundan, er- ğinden ayırarak erdemin her koşulda iç-
dem son çözümlemede kişinin kendi do- sel bir nitelik olduğu, kişinin eylemleri-
ğasını yöneten usu ile bütün doğayı bi- nin sonuçlarından çok niyetleri, yöne-
çimlendiren tannsal us arasında tam bir limleri ve amaçlarıyla ilintili bir konu ol-
dengenin kurulmasında gizlidir. Bu ilk duğu saptamasını sağlam bir biçimde te-
Stoacı fılozoflar da tıpkı Kinikler gibi mellendirip, Reform döneminde sıklıkla
erdemin her durumda hiçbir başka de- vurgulanan, Kant'ın etik dizgesinde ise
ğere gitmeksizin salt kendisi için aran- en yüksek anlatımını bulan bir yakl:;.şı
ması gerektiğine, erdemin tek başına in- rnın temellerini atmıştır: "İnsan erdemi
481 erdem etiği
iman yoluyla elde: c:dc:bilcccği gibi us ğımsız, ahlaki olmar.ın bir "iyi"yi des-
yoluyla da elde edebilir." teklediğini savlarlar. Modem kuramlara
Bu noktadan yola çıkan Aquinas göre uygun biçimde işleyen yetenekler
(1224-1274), usa dayalı, durumcu ve: so- olarak kabul edilen erdemler "insanların
nuççu Aristotclcs etiği ile bütün bir or- doğası için iyi ya da arzu edilir olan şc:y"
taçıığ etiğinin gövdclcndiği imana dayalı, kavramı tarafından belirlenmektedir. Söz-
salttkçı ve: niyetçi Augusıinus etiği ara- gclimi etik terimlerinin işlevlerinin karşı
sında yapılan yerleşik aynmı yıkmak için lık gc:ldiklc:ri birtakım niteliklerle ya da
ahlaki erdemlerin yanı sıra ıannbilirnscl ilişkilerle: açıklanamayacağını ve bunlann
erdemlerin de: bulunduğunu; Aı:istote anlamlanmn c:tik yargıya konu nesnenin
les 'in yetkin bir biçimde açıkladığı doğal kendisinde dc:ğil doğrudan etik yaı:gıda
c:rdc:mlcrin pı:atik ııs eğitimi ve: alıştır bulunan kişinin duygulannda aranması
malanyla, buna kııqı "umut", "iman", gerektiğini savunan Humc (1711-1776)
"yardımsc:vc:rlik" olanık belirlediği tann- c:rdc:mlc:ri iki gruba ayınr. Bunlanlan ilki
bilirnsc:l c:rdemlc:rinsc ancak inanç ve: kişinin kendisine ya da ötc:kilcre açıkça
tanrısal c:sinlcnim yoluyla öğrcnilc:bilc yııran bulunan "yeteneklilik", iyiliksever-
cc:klc:rini ileri sürmüş; böylelikle dört ana lik", "anlayışlılık" türünden "doğal er-
erdemin yanına üç yeni erdem daha ek- demler" iken, ikincisi kişiye doğrudan
lenmiştir. Aquinas'a göre: tannbilimsel bir yararı olmayıp dolaylı yollarla kendi-
erdemler olmaksızın insanlar ne "kurtu- sini iyi hissetmesine yol açan "dürüst-
luş"un farkına var.ıbilirlc:r ne de onun lük", "soyluluk", "adalet" gibi "yapay
için çaba harcayabilirlerdi. erdemler"dir. Buna göre farklı toplum-
Modem erdem tartışmalarının teme- larda ve: farklı tarihsel koşullarda farklı
linde ise c:rc:ksel c:tik anlayışıyla ödc:v biçimler alan öznc:I ya da kişisel "duy-
etiği arasındaki karşıtlık yatmaktadır. İlk gu"lara dayalı yapay erdemlerin aksine
çağ felsc:fc:~inin c:n gelişkin ifadesini A- nesne:! ve ussal kesinlc:mcyc: açık olan
ristotclc:s'te bulan klasik ereksel etik an- "yaı:ar'' a dayalı doğal c:rdcmlcr kültürden
layışında insan doğasının erdemin hayata kültüre değişmezler. "Ödcv''in, "ödev
gcçirilmc:siylc: bütünüyle gerçekleştiğine bilinci'.'nin, ilkece hazdan da yarardan da
ya da mükemmclleştiğine inanılmıştır. önce geldiğini düşünen Kant'a (l 724-
Buna göre erdem insanın mükcmmc:lliği 1804) göre ise "ahlıiksal erdem", bütün
için bir araç değildir; erdemin kendisi in- öt.eki değc:rlcrin kendisine dayandığı en
san doğasının mükcmmc:lliğidir. Modem yüksek dc:ğcrdir. Ö nedenle, bir eylemin
ereksel etik anlayışı ise erdemli r.ı da değc:ri ne )'Ol açtığı sonuçlara bakılar-.ık
<loğru eylemi ar-.ıçsal bir değer olar.ık ~ ne de getirdiği yararlar gözctilcrck dc-
tür. Bu tcrimcedc: yaı:arcı ve sonuççu ku- ğc:rlendirilcbilir. Eylemlerin etik değerle
ramlar ereksel c:tik anlayışının alt sınıfla rini asıl bc:lirlcyen eylemde bulunan kişi
nnı oluşturur. Bu türden kuı:amları sa- nin niyeti, yani o cylcmle hangi dcğc:rin
vunanlar, c:ylcmin doğruluğunu ya da c:r- gerçekleştirilmesinin amaçlandığıdır. Bu
dc:mliliğini onun aracılığıyla gerçc:klcşti anlayışa göre "iyi istc:nç"in, "iyiyi iste-
ıilen "iyi" çerçcvc:sindc:, yol açtığı sonllç- mc"nin ve bu anlamda "enlem"in kendi
lııra göre dc:ğc:rlendirirler. Nitekim hem başına saluk bir değeri vardır.
klasik hem de modern c:reksc:l etik ku- Çağdaş etik anlayışı ise Anscombc:
r.ımları iyinin enlc:mli eylem aracılığıyla (1919-2001) ve: Maclntyrc:'ın (1929) ba-
gerçekleştirildiğini savunsalar da klasik şını çektiği günümüz erdem etiğinde ken-
olanlar erdemi insanın "en iyi olma" du- dini bulur. Ayrıca bkz. an:tt; ana er-
rumuyla özdeşleştirirken, modemler cr- demler; erdem etiği.
dcmlc:rin genel muduluğun peşinde ko-
şan karakterin bir özelliği olduğunu, ba- erdem etiği [İng. virtNe tJhia; Fr. ithiq111
erdiŞilik 482
ıe/as ile "bilim", "bilgi", "söz" anlamla- ramlar "erckbilgiscl ahlak kuramlan" o-
rına gelen logıuun türetilmiş sözcük: "te- larak adlandırılır. Erekbilgisel ahlak anla-
leoloji", Genel olarak, evreni amaçlarla yışında ahlak değerleri enson amaca ya
araçlar arasında bir ilişkiler dizgesi olarak da cnson iyiye göre açıklanır ve temel-
gören tüm yaklaşımlara verilen addır. lendirilir. Eski Yunan ahlak kuramlan
En genel anlamıyla, amaçların, he- erdemi insan doğasının mükemmel ola-
deflerin ya- da niyetlerin araştınlması bi- rak gerçekleşmesiyle özdeşleştirdikleri i-
limi olarak görülebilecek "erekbilgisi", çin erckbilgiscldirlcr. Modem yararcılı
belirli görüngülerin amaçlan, hcdeflcıi ya ğın ahlak anlayışı da doğru davranışı en
da niyetleri aracılığıyla açıklanabilir oldu- iyi sonuçları destekleyen davranış olarak
ğunu savunur. Erekbilgisel açıklamalar, tanımladığı için erekbilgiseldir.
önccleyici olaylar (başka bir deyişle "ne- İlkçağ Yunan diiJünürlerinin öncelik-
denler') aracılığıyla yapılan açıklamalann le ahlak felsefesinde, sonra da canlı can-
aksine olguları gelecekteki amaçlar ya da sız tüm varhklan kapsayacak biçimde
hedefler aracılığıyla açıklarlar. Buna kar- evrcnbilgisinde ve varhkbilgisinde felse-
şın erckbilgiciler nedensel açıklamaları fece düşünmenin yolu olarak gördükleri
da dışlamazlar. Bu yüzden erekbilgisi ki- crekbilgisi çerçevesinde, Eski Yunan fel-
milerince olgulann etker nedenlerin ("m- sefesinin mutçu ahlak felsefesi anlayışın
rn ej/Wtti) yarunda ereksel nedenlere ('""" da insanın tüm yapıp etmeleri "mutlulu-
.rn fi11alii) bağlı olarak açıklanması biçi- ğa erişme" ereğiyle belirlenirken, Anak-
minde de tarumlarur. Örneğin her biri sagora.~ evrenin, Aristotcles ise duyulur
nedensel bir biçimde birbirine bağlı olan şeylerin tümünün kendilerine içkin olan
doğadaki düzenliliklcrdcn yola çıkılarak ıe/aslan aracılığıyla kavranabileceğini ve
Tanrı'nın varlığırun tanıtlanmaya çalışıl açıklanabileceğini savunmuştur. Aristote-
ması mkbilgiıel 11rla111/n111n türiine
girer. les 'in en iyi ifadesini "doğa boşuna çalış
Erekbilgi.~i.
bir felsefe öğretisi olarak, maz" savsöz(inde bulan bu erekbilgisel
doğanın amaç yönelimli ya da işlevsel tutumu, modern bilimin doğuşuna tanık
olarak düzenlenmiş olduğunu savunan olan XVI. ve XVII. yüzyıllarda yerini
öğretiye denk düşer. İlk olarak doğal dün- "düzenekçilik"c bırakana kadar bilim a-
yarun düzeninin yönelimli bir eyleyenin lanında dahi etkili olmuş; özellikle Kant
davraruşıyla karşılaşurılarak anlaşılabile ve Hegcl gibi idealist felsefeciler tarafın
ceğini savunan Platon'un ortaya koydu- dan da modem felsefeye tıışınmıştır. Ev-
ğu dqrnlmkbilgiıirı.e karşılık Aristotclcs renin yapısı aracılığıyla işleyen bir tasa-
doğadaki şeylerin tümünün içkin amaç- rımın ya da ereğin varhğı üzerine kurulu
lar taşıdığım savunan irse/ mlebi/6siyle erckbilgi~i, bu bağlamda evrendeki bü-
her şeyin kendine özgü bir enson ereği tün görüngülerin enson anlamda belli bir
olduğu ve kendiliklerin bu ereği yerine ereğe, tinsel bir güce, saltık bir usa ya da
getirmek doğrultusunda biçimlendiğini tannsal bir düzene başvurmaksızın da
ileri sürmüştür. Thomas Aquinas gibi do- açıklanma olanağı taşıdıklan öncülünden
ğal tannbilimcilcr ise bütün görüngülcri yola çıkarak tinsel ya da tinsel olmayan
her şeye gücü yeten Tann'nın yönelimle- bütün olaylan her koşulda fizik ya da
rine başvurarak açıklama yönünde içsel kimyadaki nedensel ilişkileri model ala- ·
ve dışsal erekbilgisini birleştirmiştir. On- rak açıklamaya çalışan düzcnekçilikle ta-
lara göre Tann dünyayı öyle kurmuştur ban tabana zıttır.
ki her kendilik Tann'nın ona verdiği iç- Darwin'in canlılar dünyasının erekbil-
kin ereği gerçcldeştirme eğilimindedir. gisel olduğu öne sürülen işleyişini erek-
Ahlak felsefesinde i.~ amaçlan dav- bilgiscl olmayan bir biçimde açıklama
ranışı değerlendirmenin ve davraruş il- sıyla birlikte erckbilgisi zayıflamaya ve
kelerinin temcileri olarak kabul eden ku- yoğun eleştiriler almaya başlamıştır. Dar-
484
narak mahkıim edilse de başta XIII. yüz- kimi Nietzschc yonımcıılannın da sık sık
yılın Skolastik düşünü~ri olmak üzere belirttikleri üzere, erk istenci tasarımı a-
kendi.\inden sonraki ııınnbilimcileri de- nıcılığıyla Nietzsche'nin dillendirdiği a-
rinden etkilemiştir. çıklamalan bilimsd bir gerçek, nıhbilim
Eriugena diğer bir önemli çalışması scl bir gözlem ya da metııfizik bir kurgu
la~ Ü!(!f'İ1te'de (De praedestinationc, olarak rru almak gerektiği, yoksa erk is-
851) Tann'nın aşkınlığını ve mutlak iyili- tencinin de öteki pek çok tıısarımırıda
ğini gerekçe göstererek yazgıyı reddeder. olduğu gibi sürekli yeni yorumlara ola-
Ona göre Augustlnusçulaım savunduk- nak tıınımak amaayla bile isteye tasarla-
lan gibi Tann'nın ruhların yazgılarını ön- dığı anlambilgisd doğuıganlığı· yüksek
ceden çizerek kimilerini ("seçilmiş" o- bir eğretileme mi olduğu çok açık değil
lanlan) cennetle ödüllendirirken, kimile- dir. İlk kez Tan 'KIZJl/ığinda (1881) geçen
rini ("lanetlenmiş" olanlan) cehenneme erk i.~tenci tasannu, özünde fizik bağla
mahkum etmesi söz konusu değildir: Mut- mında kullanılan 'güç' kavramının yaşam
lak İyi olarak Tann tüm insanların kur- felsefesi bağlamına tıışınarak yeniden yo-
tuluşa ermesini ister; buna karşın kimi rumlanmasıyla oluşturulmuştur. Erk is-
insanlar özgür seçimleriyle kendilerini ce- tenci ııısanıruna göre, bütün yaşam ke-
henneme mahkum ederler. Aynca zama- sintisiz bir savaşım içinde olunarak geç-
nın ötesinde olan Tann için zamana iliş mektedir; insanlık tarihinin hemen her
kin içerimleri olan "öırttdtrt bilme" gibi döneminde, bütün düşünceler ile eylem-
yüklemler de söz konusu edilemez. Eri- lerin en temelinde yaııın tek bir gerçek
ugeruı'nın bu yapıtı da kurtuluş sürecin- varsa, o da bütün varlık teklerinin hep
de özgür iradenin üzerinde fazla durarak daha güçlü olmayı arzuluyor olmalandır.
ııınrısal kayranın rolünü küçülttüğü ge- Yaşayan bütün varlıklann arzuladıkları
rekçesiyle Kilise tıırafından kara listeye gerçeği düşünüldüğünde, "arzu"nun her
alınmıştır. Aynca bkz. ortaçağ felsefesi. durumda güç bağlamı içine yerleştirile
rek anlaşılması gerekmektedir. Buna gö-
erk bkz. güç/iktidar. re, bütün anlayışlar, inanışlar ve değerler
kendileri dışındaki olanakların bastırılıp
erk istenci [İng. /ili// /o po,,,,,.., Pr. ınılonti etkisiz kılınması ııdına vardırlar. Ne var
Je J>llİISlllN!r, AJm. /llİ//t Zfl" 111at/J1", es.t. İt'l1- ki bu bastıranlar ile bastınlanlar arasın
Je-i ~ En yalın anlaumıyla "Dünya daki diyalektik çoğunlukla gizli ya da
'Erk İstenci'dir, ondan başka da bir şey üstü örtülü bir süreç olarak işlediğinden
değildir" biçiminde özetlenebilecek, Ni- ötürü, tanıflara bir anlamda maskelerini
etzschc'nin tüm bir öğretisine egemen o- düşürecek bir yolla, y:1ni soykütükçülük
lan felsefe tasannu; insan doğasının en yaklaşırruyla yaklaşmayı zorunlu kılmak
temel öğcsi; ötekilerin istenç erklerini tadır. Hiç kuşkusuz söz konusu yaklaşı
kendi istenç erkiyle karşılamaya yönelik mın lc.ılkış noktasında, her türlü bilginin
en temd yaşam ·felsefesi öğretisi. Adına ya da doğruluk biçiminin gerçekte bir-
yaşam ya da varoluş denenin özünde her bideriyle savaşım içinde olan farklı dü-
balamdan sonuna dek götürülmüş "erk şünceleı:den zaferle çıkanlann savunulan
isteııci"nden öte bir anlamı olmadığını olduğu saptaması bulunmaktadır. Nictz-
savunan wrhkbilgisi ilkesi. sche'nin IJdh/apnalıle (*perspcktivizm)
Nietzsche'nin erk istenci yaklaşımı anlayışının bir başka anlatımı gözüyle de
nın kökeninde, Schopeııhauer'ulı İımtf ııe bakılabilecek bu saptamaya göre, "olgu"
Tasan111 Olarak Dii'!Jll adlı yapıunda te- ya da "olgusal gerçek" diye birtııkım
mellendirdiği istenç anlayışını kendisine kendiliklerin olması söz konusu olmadı
özgü bir biçimde okuyarak yorumlama- ğından, elde bulunan yalnızca yorumlar-
sının önemli bir yeri olduğu açıktır. Oysa dır; yorumlarda içerimlenen etk istenci-
erk istenci 486
nin ötesinde gidilecek ne temeldenci bir adına değil hep daha güçlü olmak adına
hakikat, ne şaşmaz bir doğruluk, ne de yaşanmaktadır. En iyi anlatımını yaratıcı
ussal bir dayanak vardır. eylemlerde bulan erk istenci, insanlığın
Nitekim Nietzsche, evrene egemen yüzyıllardır peşinde koşturduğu en yük-
olan biricik itkinin güçlü olma isteği ol- sek mutluluğu ele geçirmenin biricik ko-
duğu gözleminden yola koyularak, insan şuludur. Daha açık bir deyişle, sanıldığı
eylemleri ile duygularumlanna konu bü- nın tersine mutluluk yaşanan hazların
tün yaşama bağhımları için de asıl belir- gerek niceliksel gerek niteliksel bakım
leyici olarun erk istenci olduğu sonucuna dan çoğalulmasından değil, sahip olunan
varmıştır. Canlı bir varlığın bulunduğu erk durumunun yaşanan bütün acılara
her yerde, yaşamın filizlendiği her toprak rağmen çöğalularak yaratıcılığa dönüştü
parçasında erk istenci kök salmak duru- rülmesinden geçmektedir.
mundadır. Varoluşun temel ereği bu yüz- Nietzsche'nin çözümlemesinde güçlü
den başlangıçtan bu yana güçlü olma is- olma isteği, olgunlaşmamış en yalınkat
teğinde gövdelenmektedir; insan bu an- biçiminde, sınır tanımaksızın dört bir ya-
hımda yalnızca yaşamını sürdürmek a- na saldırmak olarak kendisini açığa vur-
macıyla kendi canını koruma dürtüsü- maktadır. Bu tür bir erk istenci yaşantısı
nün dedikleriyle yetinemez; çünkü istese tartışmasız hayvana özgü vahşi bir va-
de iliklerine dek işlemiş olan kayıtsız ko- roluş kaı:minında olunduğunun göster-
şulsuz her durum içinde hep daha güçlü gesidir. Oysa insanı gerçekten insan ya-
olma isteği onun yakasını bırakmaz. Da- pan, bir yandan erkini çoğaltırken, öbür
ha açık bir deyişle, evrenin bütün düze- yandan çoğalan erkini yönlendirebilme
nine yer eden erk istenci ilkesi, evren yetisidir. Nietzsche'nin "içindeki yıldızla
bütünüyle yok olmadıkça ortadan kalk- dans edebilmek için önceden içinde za-
mayacak denli temel bir ilkedir. Tam bu ten bir kaos olmalıdır" sözüyle dile ge-
noktada Nietzsche Erk İstenci (Der Wılle tirdiği gibi, insanın tinsel bir düzene u-
zur Macht) başlığıyla ölümünden sonra laşmak amacıyla kendi kaosundan kendi
bitirilmemiş biçimiyle yayımlanan yapı düzenini yaratabilmesi erk istencinin en
tında şu sözlere yer vermektedir: "Fizik- üst düzey dışavurumudur. Üstinsan, Tan-
çilerimizin Tann'nın evreni yamtışını a- n'nın olmayışından ötürü yaşanan düzen
çıklamak amacıyla haşvurduklan erk kav- yokluğunda, kendindeki kaostan /eiifiik-
ramı bir başka şeyle daha tamamlanmak evrı111/i bir düzen yaratıp bununla bifyiik-
zorundadır, yani bundan böyle ona 'erk et>rrnli kaosu biçirnlendirendir. Ü stinsan
istenci' diyeceğimi belirtmek gerekmek- bu anlamıyla büı.ün savaşımlanru başka
tedir." larından çok kendisine karşı veren, baş
Nictzsche'nin erk istenci tasarımında, kalannın değil de kendi kendisinin efen-
insan doğasını oluşturan en temel ilke, disi olabilen bir kişiliktir. Nietzsche, bü-
yaşama isteğinden çok sahip olunan güç- tün bu söylenenlerden de görüleceği ü-
lülük durumunun çoğaltılmasıdır. Kuş zere, üstinsan olma ereğini insarun ken-
kusuz bunun böyle olduğunun en iyi gö- disini gerçekleştirebilmesinin bir modeli
rülebileceği yer, insanların çoğunluk da- olarak temellendirmiş; üstinsanı Tanrı'
ha güçlü olmak adına yaşamlarını göz nın öldüğü bir çağda Tann'dan boşalan
kırpmadan tehlikeye atıyor olmalarıdır. yeri en iyi doldurabilecek bir kendilik.
Bu açıdan bakıldığında, Nietzsche'nin gö- olarak değerlendirmiştir. Yoksa başta top-
zünde insanlann hazlardan kaçarak bile lum bilimleri ile siyaset .kuramı çevreleri
isteye acıları seçmeleri, pek çok çileci olmak üzere değişik çevrelerde anlaşıl
etik dizgesinden de görülebileceği gibi dığı gibi, Nietzsche'nin erk istenci tasa-
"acıscver" olmalan anlaşılır bir şeydir; rımında geçen erk kavramı zorunlu ola-
çünkü yaşanan acılar salt acının kendisi rak ötekilerin tahakküm alıma alınma-
487
sınayönelik kaba güç kullanımına karşı Fr. Eeolt ıit Er!attgrr, Alm. Erlallgm Sdı11/t)
lıkgelmemektedir. Burada geçen erk ile Almanya'nın Nümberg kentinin oldukça
söylenmek istenen, kiJinin kendi yaşanu yakııundaki Erlangen'de kurulu bulunan
sının "yıırauna etkinliği"ni olabildiğince Alcıcander Friedrich Üniversitesi'nde gö-
çoğ.ıluna isteğidir.Bu açıdan bakıldığın rev yapan Wılhelm Kamlah, Paul Loren-
da erk istenci ötekileri ezip. baskı alunda zen, Kuno Lorenz, Jürgen MittelstraB,
tuunanın amaçlandığı bir varolma kipi Peter Janich, Oswald Schwemmer gibi
olmaktan çok, kendine yeterlik ile özgü- felsefecilerin, aralanna birtakım başka
venin çoğalulmasıyla ilintili bir konudur. felsefecileri de alarak kurduklan yorum-
Nitekim bunun bir kanıu, erk istenci bilgisi, idealizm, adcılık gibi "geleneksel"
bozguna uğramış kişilerin, sağlıklı birer telsefelere karşı seçenek olarak XX. yüz-
etik dizgesi lalığına bürünmüş avutucu yılın ikinci yansında ortaya konmuş fel-
söylenlerin gerçekte düşmanlık ile hınç sefe okulu. Ökulun üyelerinin temel il-
yaşanusının yüceltilmesi olan "iyilikse- gileri matematiksel manuk, idealist felse-
verlik", "alçakgönüllülük" gibi edilgen feler ve Heidegger dışarıda tutulmak ko-
değerlerini, birer erdemmiş gibi hem şuluyla yorumbilgici gelenekte yer alan
kendilerine hem de başkalarına yuttur- büyük düşünürlerin fdsefeleri üzerine-
malandır. Nietzsche'nin erk istenci anla- dir. Erlangen Okulu, daha çok klasik fel-
yışının başta Foucault ile Lyotard olmak sefede yürütülen yüksek düzeydeki filo-
üzere çoğu post-yapısalcı düşünürün ba- loji (örübilim) çalışmalanyla, bu alanda
kışlan üstünde son derece büyük bir et- uzmanlaşmış bir okul olarak ıarunır. O-
kisi bulunduğu üstünden atlanamayacak kulun en etkin, en canlı döneminde
bir gerçektir. Ayrıca bkz. Nietzsche, Konstanz ile Marburg üniversitelerini
Friedrich. yakından etki!~ olması aynca önemli-
dir. Ne yazık ki çözümleyici fdsefe ile
erkekiçincilik (İ~. 1111tlrrKrtrtrimt; Fr. aa- geleneksel felsefe anlayışlan arasında
Jroa11tris111r, Alm. a11tln>Z!"lrİstll#Jı Dünya- yüzyılın ortalanndan başlayarak gidc:.ttk
yı yalnızca "erkek" bakış açısıyla algılayıp derirıleşen uçurum okulun çok gc;çme-
yorumlayan, "kadın"ın çıkarlannı yok sa- den dağılmasına yol açınışur.
yıp erkeğin çıkarlarını gözeten genel an-
layışa verilen .d: "erkekmerkezcilik". ezoa (Yun.) Sözcük anlamı "arzu", "aşk"
Erkekiçincilik, felsefede tuttuğu yeri ya da "sevgi" olan mıs, Yunan söyien-
feminist felsefeye, özellikle de Fransız biliminde "aşk tannsı"na karşılık gelir.
feminist kuramcılarıı borçludur. HClene ·Sokrates öncesi felsefenin düşünürleri i-
Cixous, Luce lrigaray ve Julia Kriste- çin tn>r her türlü yarııulışın ana ilkesi, ev-
va'run bafllll çektiği bu feminist düşü rensel bir güçtür. Sözgelimi, Parmenides
nürler, düşünce wihinin "eril" doğasıru için mıs birleştirici bir güç; Empedoldes
kıyasıya eleştirmiş; kadının "öteki" ola- içinse Kaos ya da Karmaşa ile birlikte
rak sunulmasına, kadın kimliğinin "baş evrenin yaratılışını açıklayan iki dış güç-
kası" olarak tanımlanmasına karşı çık ten biridir. Tüm bu güçler Herakleitos'
mışlardır. Bu düşünürler, ataerkil bir top- un doğada bulunan "gizlenmiş uyum"u-
lum yapısına dayanmasından ötürü, bü- nu anıştırır (Aristoteles, Mttafo1ile, 984b,
tün bir Bau kültürünün erkek öznelerin 98Sa, 1071b, 1075b).
söyleminden çıkan sığ bir kültür oldu- Platon'un Şöltn ile Pbaiıiror diyalog-
ğunun aluru çizerler. ları,
mun enine boyuna wuşıldığı bili-
nen en önemli antik felsefe metinleridir.
erkincilik bkz. liberalizm. Şölm'de ıms güzele duyulan ilgiyi, doğru
dan güzelliğe (Woi) yöneltilmiş arzuyu
Erlangen Okulu (İng. Erlattgr11 SdJoo~ betimler. Bu ilgi yalnızca haz duymak i-
eskatoloji 488
çin değil, Güzellik İdeasından pay almak, Bcrkcleyfo, katı özndci idealizminin ö-
ona yaraşır şeyler yaratmak içindir. An- zünü oluşturan temd öğretisi: "Varol-
cak mıs'la, "sevgi" yoluyla salt güzele, mak, algılannuş olmaktır."
güzelliğin özüne ulaşılabilir (210b-212c). Özellikle Berkelcy'in metafiziğiyle bir-
Aynı diyalogda Sokrates, mJI hakkında likte anılan em esi pm.ipi ilkesi, tüm du-
bildiği her şeyi, mıs'un en soylu biçimi de yulur cisimlerin ya da tüm fiziksel nes-
dahil, bilge kadın Diotima'ya borçlu ol- nelerin ancak ve ancak tinsel ya cfa zihin-
duğunu söyler. Eros burada, güzelliğin sel bir töz tarafından algıfandıklarında
kavranmasıyla ölümsüz olana doğru yö- varolabilecekleri düşüncesine dayanır. Ö-
nelmeyi, duyulur dünyadan İdealar Dün- te yandan ıek başına bll ilke Berkeley'in
yası'na doğru yükselmeyi sağlayan büyük idealizmini kavramak için yeterli değildir.
bir *daimon olarak da nitelenir (Şô'/en, Berkeley, başyapıtı İ1110J1 Bilg/.rit1i11 İilet/eri
20td-203a). Ü~ne'de, gerçekliğin yalnızca zihindeki
Aşkın özverili, dostluğa dayalı yanını düşüncderden ibaret olmadığını, bu dü-
vurgulayan agapt ile onun bencil, cinsel- şüncelere ulaşmak için algıla yari tinsd
liği de banndıran yönlerini öne çıkaran varlıkların da varolması gerektiğini dile
eros arasındaki karşıtlık Dcmokritos'a ka- getirir. Öyleyse sadece algılanmış nesne
dar uzanır. Bu ayrım özellikle Hıristiyan olmak değil, algılayan özne olmak da va-
sevgi anlayışında önemli bir yer tutmuş rolmak demektir. Bir başka deyişle, "va-
tur. Yeni Platonculuk'ta, özellikle de P- rolmak ya algılanmış ohnak ya da algıla
lotinos'ta eros, Varlık'taki iZ!fllli b;,/i/e'e makttr" ("esst ut aıtt pertipm tz11t perripi'J.
göndermede bulunmak için kullanılmış Aynca bkz. idealizm; Berkeley, Geor-
tır. Modem zamanlarda ise hem Frcud ge.
hem de Marcuse eliyle ems'a bambaşka
anlamlar atfedilmiştir. Aynca bkz. aga- essentia/e."Cistentia (Lat.) Ortaçağ fel-
pe; aşk; Platoncu/platonik aşk. sefesinde bir şeyi
o şey yapan, onun var-
lığının ndiğini kuran iiz ile öziin karşıtı,
eskatoloji bkz. öbürdünyabilgisi. her varolanın gerçekliği IJOf'Obt/ anlamın
da kullanılan kavram ikilisi. Essmlia/ t.~iı·
esrime ~ng. eaıaıy; Fr. e:.:tasr, Alm. r/es- ımfia ya da "öz/varoluş" ikilisi, İbn Sina
tase; Yun. e/estnsir; Lat. eatasir; es. t.. 11tıi~ (Aviccnna) ile İbn Rüşd (Averrocs) gibi
Kişinin kendi varlığını aşıp yüce bir var- İslim filozoflarının da etkisiyle, başta
lığa crişmişlik ya da kavuşmuşluk duygu- Thomas Aquinas olmak üzere Skolastik
sundan kaynaklanan kendinden geçme felsefenin vazgeçilmezlerinden biri ol-
durumu: "vecde gelme". Platoncu öğre muştur. Aynca bkz. İbn Sini; İbn
tinin tannbilirnle iyice yoğruldUğu Yeni Rütd; Aquinas, Thoınas.
Platonculuk'ta, özellikle de Plotinos ile
ardıllannın gizemci fclscfclcrinde, felse- estetik (İng. aesthe/içs; Fr. esthitiq11e; Alm.
fenin temel amaçlanndan biri olan esri- iistheti/e; es. t. beJli»ôt, ilm-i lıwf41ı1 Eski
me, insan ruhunun bedenden aynlarak Yunanca'da "duymak", "duyumsamak'",
Tann'yla birleştiği söylenen duruma; ki- "ilk duyum" anlamlarına karşılık gelen
şinin görünüşler dünyasının ötesine ge- aisthanomai/ aisthesis sözcüğü ile varolan
çerek, "duyulur dünyanın dışına çıka karşısında duyarlı kişi anlamına gelen
rak", "kendini Tann'yla birleşmiş sayma- aistheJi/eos sözcüğünden türetilmiş felsefe
sı durumu"na karşılık gelir. Ayrıca bkz. terimi. En başta "güzellik" kavramının
coıkunluk. kendisi olmak üzere, güzelliğe konu her
türden varlık üzerine hem doğru düşün
esse est percipi (Lat.) Maddi dünyanın menin hem de doğru duymanın yeıer
bizim dışımızda varolmadığını öne süren koşullarını dizgeli bir biçimde araştıran
489 estetik
felsefe dah. Bir uçta "güzellik", öbür çerimleri olmak üzere, güzellik yaşanııla
uçta "çirkinlik" kavr-.ımlanrun bulundu- n ya da deneyimlerine yoğunlaşarak es-
ğu "estetik beğeni ölçeği''nde sıralanan tetiğin bir bütün olarak insan yaşamın
alabildiğine değişik değerleme yargılann daki yeri ile önemini bütün yönleriyle
dan yola koyularak, ister sanatsal ister di2geli bir biçimde soruşturan felsefe a-
sanatdışı her türden estetik durumu, so- raşurmalan düzlemi.
runu, ilişkiyi ya da görüngüyü eleştirel Önceleri "güzellik felsefesi" oh1rak
bir gözle inceleyen felsefe araştırmast: salt güzelin doğastnı kavramaya çalışan
"~üzcllik felsefesi". Doıt.ıcla, diinya<la ya estetik, XIX. yüzyılda sanat kurnmlannın
da yaşamda karşılaşılan bütün olayların gelişmesiyle birlikte, sanat felsefesiyle bü-
bilinç yaşantısındaki estetik alımlanışını türıleşerek özünde sanatı ilgilendiren so-
olduğu kadar, her türden sanat yapıuyla rurılarn da yanıt arar olmuş; buna bağlı
girilen ilişkide yaşanan deneyimlerin es- olarak da felsefi ilkeler üzeri.ne kurulu
tetik bakımdan değergelerini de bütün giiZfl ıanatlar ftlıefui olarak da 'amlmaya
yönleriyle çözümleyen felsefe öğretileri başlanıruşur. Bunun yanında estetiğin
bütünü. Yerleşik felsefe dilindeki daha kapsamı içinde, sanat yapıtlanru kesin
özel anlamlanyla, sanat yapıtlanyla, dün- çizgilerle betimleyip değerlendirmeye ça-
yayla, doğayla ilişkiye geçerken "estetik lışan ~g11/amab utetik; sanann değişik a-
tutum", "estetik deneyim", "estetik ya- lanlarında eğitim alan öğrencilere yarat-
şam" diye olduğu varsayılan kendine öz- manın değişik aşamalarını ilgilendiren
gü bir eyleme, davranma ya da yapıp et- belli konularda belli yeti ve becerileri ka-
me kipi; daha da önemlisi, bu özgül ki- zandırmayı amaçlayan 1ı1uı;1e metile; belli
pin yöneldiği "estetik nesne" diye ayn, bir taslak ya da çerçeve doğrultusunda
özgül bir nesne türü olup olmadığını te- sanatın gelişim tarihinin felsefi bir gözle
mellendiren; "güzel" ile "güzel beğenisi'' irdelenerek incelendiği ımtaı tarihi ft/!t.ftıi
ni trajik, /etJl!Iİ/e,yiitt, lrajile8111ile, irr111ile gibi gibi kimi alt alanlar da yer almaktadır.
en temel estetik duygulanım katmanla- Sanatçılarca çoğunluk hep yerlcşildeşmiş
rındaki yansımalarıyla birlikte irdeleyen; ilk anlaıruyla, yani bir biçimde hep "gü-
verilen estetik yargıların kaynaklanru, de- zellik" bildiren güzel nitcleci doğrultu
ğerlerini, güvenilirliklerini, geçerlilikleri i- sunda kavranan estetik, özellikle kimi
le doğruluklanru soruşturan; sanatın do- felsefecilerin gözünde y-.ıp-dy yaşam gö-
ğası ile s:ınaı yapıtlarının değerleri belir- rüntiileri ile gündelik yaşamın sıradan
lenirken başvurulması gereken ölçütleri lıklanrun dışında yeni deneyim alarılan
belirginleştiren; estetik beğeni bildiren ile yeni yaşana olanaklarına göndermede
deyişlerin bütünüyle kişilere özel anla- bulunmaktadır. Günümüz felsefesinde,
tımlar ıru olduklan, yoksa beğeniye konu bu yeni deneyim alanlan olarak estetik,
nesnelerin ya da yapıtların kendi nesnel başta yorumbilgisel, postmodemist ve
özclliklerini mi yansıttıklan sorusuna ya- göstergebilimsel arılam soruşturmaları
nıt arayan; sanat yapıtına bakanın estetik olmak üzere, dil yönelimli araşnrmaların
konumu ile yapıun yaratıcısırun estetik başlıca konusunu oluşturmaktadır. Nite-
konumu arasındaki ilişkiyi bütün yönle- kim bu bağlamda estetik terimi, kimile-
riyle felsefi bakımdan kuran; estetik yar- yin sanat ile yaşam arasındaki geniş uçu-
gılann ahlak felsefesindeki karşılıklanru rumun varlığına vurguda bulunan bir
temellendirmek yoluyla estetik ile etik a- arılamla, "yaşamsal" ile "sanatsal" ara-
rasındaki bağlantının izini süren; sanat sındaki çelişkiye parmak basmaktadtr.
konulan ile yaşam konulan üzerine doğ Estetiğin başlıca ödevlerinden biri,
ru düşünüp doğru duymanın yeter ko- sanat yapıtından alınan hazzı, yalnızca
şullanru dizgeli bir biçimde inceleyen; doğa yasalarına dayanarak değil, bilincin
başta genci felsefe anlayışııruza ilişkin i- işleyişini de göz önünde bulundurarak
estetik 490
"estetik deneyim felsefesi" ya da sanat yim .., "estetik yaşam" diye olduğu varsa-
·ürünü olmayan nesndeı:in ya da doğru yılan kendine özgü eyleme ya da konum
dan sanat kaynaklı olmayan olayların ko- alma durumunun olmazsa olmazları ne-
nu olduğu "estetik görüngüler felsefesi". lerdir, daha da önemlisi bu özgül kipin
Sanat ürünü olmayan nesneler arasında, yöneldiği "estetik nesne•· diye ayrı, özgül
hem doğrudan e~tetik değerlemeye açık bir nesne türü var mıdır? (ıi) "Estetik sa-
olup olmadığı ilk bakışta kuşku uyandı nat yapıtlannın doğasını irddeyen özel
ran insan eliyle yapılmış yapay nesneler bir araşurma alamdır" savı temelinde, es-
hem de bir bütün olarak insanlığın ya da tetiğin sanatın doğası!J.ı dört bir yandan
insan teklerinin tasarımı olmayan doğa kuşaup sardığı da düşünüldüğünde, sa-
nın ürünleri yer almaktadır. Estetiğin bir- nat nedir, sanat yapıu neye denir, sanat
birinden temelde ayn olduğu düşünülen ile sanat olmayanı birbirinden ne ayırır?
bu iki bölümü arasında nıısıl bir ilişki ol- (ılı) Sanat yapıtlarının özellikle güzdlik-
duğu, bu bölümlerden hangisinin öteki- leri doğrultusunda değerlendirilmesi, yo-
ne göre daha öncelikli olduğu konusu rumlanıp anlaşılması için birtakım estetik
karşısında estetik üzerine düşünmüş filo- yargılarda bulunabileceğimiz nemd öl-
zofların genellikle iki değişik tutum ser- çütler ya da ölçünler var mıdır, varsa
gilcdilderi göı:ülniektedir. Bunlardan ilki- bunlar nderdir? (iv) Tarih boyunca dola-
ne göre, sanat felsefesi daha temeldir şımda bulunan "güzel", "çirkin", "im-
çiinkü sanat ürünü olmayan herhangi bir gelem'', "yaratıalık'' "anlaum'', 11 tasa-
şeyin estetik bakımdan değerinin belir- nın" gibi sanat felsefesindeki temel kav-
lenmesi de son çözümlemede tıpkı sanat ramların anlamları, değergcleıi, işlevleri
yapıtlarının değerlerinin belirlenmesi gibi nderdir; en önemlisi de "bilgi"yle, "doğ
gerçekleştirilmektedir. Bu görüşe karşı ru"yla, "gerçek"le bir ilintileri var mıdır,
tepki olarak geliştirilen ikinci tutum ise varsa bunlar nderdir? Fdsefe tarihine
hem sanat yapıtlarına hem !ie sanatsal bakıldığında, ortaya sözü uzatmamak a-
olmayan ürünlere karşı ayrım gözetmek- macıyla konulmuş bu anadamar sorular-
sizin bütünlüklü tek bir estetik ıasanmı da birtakım başka izleklerin çeşitli soru-
doğrultusunda yaklaşmanın doğruluğunu cuklıır-.ı bölünerek Y'd da bürünerek do-
savunmaktadır. Bu tür bir estetik tasanın laşuklan da açıktır. Gelgdelim yukanda
doğrultusunda yapılacak estetik değer sıralanan belli başlı sorulann, kimi fı
lendirme, bir nesnenin dolaysız biçimde lozoflann düşüncelerinde ya hiçbir yer-
algılanan özellikleri, hiçbir beğeni yargısı leri yoktur ya da varsa bile yok denecek
bildirmeksizin, salt nesnenin kendi ol- denli önemsizdir bu yer. Descarı.es, Loc-
maktalığıyla bıraktığı izlenimleri üstün- ke, Berkeley, Husserl gibi kimi filozofla-
den yapılırken, sanatsal değerlendirme i- nnsa sanat ile güzel üzerine neredeyse
se sanat yapıtlarının çok daha derinlikli hiçbir söz etmemiş olmaları yabana atıl
estetik araştırmalara dayalı olarak değer maması gereken bir olgudur. Bu bağlam
lendirilmelrriyle yapılmaktır. Bu ikinci da belirtilmesi özellikle gereken önemli
değerlendirme yordamı çoğu durumda bir nokta, klasik filozofların estetik araş
birtakım teknik önbilgiler gerektirdiğin tırmayı çoğunluk derinlikli felsefe tartış
den genellikle bağlı olduğu sanat dalının ması olarak görmeyip büyük ölçüde göz
uzmanlannca yürütülmektedir. ardı etmiş olmalandır. Nitekim bunun
Günümüzde estetiğin sanat felsefesi en iyi kanıtı, estetiğin felsefenin öteki
kolunun uğraşttğı belli başlı dört sorun dallarından yüzyıllar sonra kendi içinde
öbeği ya da soru demeti bulunmaktadır. özerk bir felsefe dalı olarak filozoflarca
Bunlar en yalın biçimleriyle şöyle sırala tanınmaya başlanmış olmasıdır.
nabilir: © Sanat yapıtlanyla ilişkiye ge- Oysa ki estetik düşüncesi fdsefe tari-
çerken "estetik tutum", "estetik dene- hinin en az kendisi denli eskidir. Nite-
estetik 492
kim estetiğin düşünce tarihinde geçtiği başyapıttan ne türden esinler almış ola-
ilk yer olarak genellikle Platon'un M.ô. bileceklerinin izini sürmekten geçmekte-
JV. yüzyılda yazdığı Bi!Jii! Hippia.r baş dir. Yine bu bağlamda Platon'un Devlet'
lıklı diyalogu gösterilmektedir. Sözü edi- te, aynca da başta 1011 olmak Ü7.cre çeşitli
len diyalogd11 Platon'un, Hippias ile Sok- "Sokratcsçi Diyaloglar"da temellendirdi-
rates arasınd11 güzelin doğası üzerine ya- ği, şairler ile sanatçılann ahlaksal ve siya-
pıfan söyleşide estetik rasanmını açıklıkla sal bakımdan neden gözetim altında tu-
dillendirdiği görülmektedir. Aynca, "Mo- tulmalan gen:ktiğine yönelik sunduğu
dem Yazın" öncesi tarih dönemlerinde, gerekçelendirme, çoğu estetik tarihçisin-
"güzel" ya d11 onunla yakından bağlanulı ce açık bir şiirsel esinlenme kuramının
"trajedi" ile "yüce" gibi birtakım kav- ilk örneği ohırak değerlendirilmektedir.
ramlar üzerine derin felsefe tartışmaları Öte y-anda, sanatın gerçekliğe öykünme
nın yapıldığı kendisindeiı kuşku duyula- f:'mimesi.r) olarak kavrandığı Plat.on'un
mayacak bir gerçektir. Nitekim ilkçağ "Formlar Kummı"nın da hem sanabn
filozoflan arasınd11 Platon, Aristotcles, hem de sanatçının doğasının anlaşılması
Plotlnos; ortaçağ filozoflarından Augus- bağlamında son derece: önemli estetik i-
tinus ile Thomas Aquinas; "Yüksek Rö- çerimleri bulunduğu kuşku götürmez. A-
nesans" ile modem dönemin başlarında ma öbür yönden bakılacak olursa, temci-
her biri Platoncu ile Aris~telesçi gele- leri çok büyük ölçüde yine Platon dü-
neklerin değişik uzanulan olarak görüle- şüncesiyle atılmış felsefe ile şiir arasın
bilecek çeşitli düşünürler oldukça verimli daki sonu gelmez kavga, hiç kuşkusuz
estetik düşünce yapılan ortaya koymuş estetiğin Baumgart.cn'e gelmezden çok
lardır. Gen:k Kscnophon'un M1111orabilia daha önceleri meşruluğu t11runmış bir
diye bilinen anmaca yapıtında anlattıkfa felsefe dalı olam11mıısının başlıca nede-
nna gön:, gen:kse Platon'un Şöll11 başlıklı nidir. Pek çok fdozofun sanat ile güzel
diyalogunda anlattıklarına bakılacak o- lronulanna yönelik önyargılar taşımala
lursa, Sokrates iyi ile güzel arasında kC- nna yol açmış Platoncu anlayışa göre,
sinlikle bir aynm bulunmadığını düşün felsefe her durumd11 doğruluk ile iyilik
mektedir. İyi ile Güzeırın özdeşliği dü- kavramlannın aranmasına yönelik ussal
şüncesi, Dt1Jllt adlı kitabı ile Phaidro.r ve bir soruşturmadır. Oysa başta şiir olm11k
Pbilebo.r diyalogları başta olmak üzen: üzen: hemen bütün sanatlar, insanda
hem Plııton'un felsefesinde hem de Plo- uyandırdıkları usdışı duygufar nedeniyle
tinos 'un Dohizjtt/eMr başlıklı yapıtında doğruluk ile iyiye ulaşma yolunda büyük
açıklıkla egemen bir konumdadır. Öte bir engel oluştunnaktııdırlar. Felsefece
yanda Aristorcles'e dönüldüğünde, Ari~ <liişiinmcnin kayıtsı7. koşulsuz sanat et-
totclcs'in Poeti!M adlı yapıtında "epik", kinliğine üstün olduğunu sawnan Pfa-
"trajik" ve "komik" şiir türlerini enine ton, şairlerin toplumdan, şiirin ise fdsc-
·boyuna irdelerken, güzelin formu ile ana feden dışlanmasına yönelik estetik karşıtı
özelliklerine yönelik .kapsamlı bir çö- düşüncderiyle sonraki düşünür kuşakları
zümleme sunduğu görülmektedir. Söz- üzerinde son den:cc olumsuz etkilerde
gelimi Northrop Pryc'nin Blqı;,;,,;,, Ana- bulunmuştur. Bütün bunl= yanında,
tomisi (1957) başlıklı çalışmasında açık çok genci bir deyişle "doğaya öykünme"
lıkk belirttiğigibi, Aristotclcs'"ın Podi/M diye nitelenebilecek "klasik sanat tasan-
ile Rdati!M adlı yapıdannda sawnulan mı"nın tcmellcri Platon felsefesinde aul-
estetik görüşler günümüzde değerlerin- . mış olmakla birlikte, Aristotcles Poeti!M
den hiçbir şey yitirmeksizin geçcrliliklc- adlı yapıtında söz konusu tasanma ilişkin
rini korumaktadırlar. Kuşkusuz Prye'nin kapsamlı bir açınılama sıınduğu gibi, tc-
bu s11vını desteklemenin en iyi yolu, pek mclleri son dcn:ce sağlam dizgeli bir ya-
çok çağdaş yazın cleştiricisinin bu iki pı da kazandırmıştır. Buna karşı Kant,
493 estetik
XIX yüzyıl Alman Romantizm gelene- duklan haydi haydi söylenebilecek başka
ğinin
önemli düşünürlerini derinden et- varlıklar da bulunmaktadır. Yine aynı bi-
kilemiştir. çimde sanat yapıtının güzelliğinin doğal
Hegel'in Eıulilt Ü!(!rİttt Dmln'i. de nesnelerin güzelliğinden ayn olarak "ya-
hem tek tek sanatlann kendi özel tarih- pına" ya da "kurmaca" nesnelerin güzel-
leri üzerinden gidilerek övülmeye değer liği olduğunu ileri sürmek de yeterli gel-
yanlanna dair ustaca yapılmış yorumlar memektedir; çünkü bütün sanat yapıtla
içerdiğindeq ötürü, hem de Hegel'in sa- rının güzel olmadıklan açıktır. Nitekim
natın yaratılması ile anlaşılmasının aynı aralarında hiçbir tartışmaya konu olama-
ölçüde tarihsellik yoluyla belirlendiğini yacak denli düpedüz çirkin olanlar bu-
göstermeye yönelik olağanüstü kavr.ıyı lunduğu gibi, estetik değeri doğrudan
şından ötürü modern sanat felsefesinin güzel ve çirkin niıelcçlerine başvurarak
gelişimi üzerinde son derece çığır açıa belirlenememesine karşın görkemli bir-
bir değer taşımaktadır. Hegel'in sanat et- takım başka estetik değerleri dile getiren
kinliğini tarihsel bir kültürün Gtisıi (fin' sanat yapıtları da bulunmaktadır. Fel~efe
i) doğrultusunda kavrayan yaklaşımı, es- tarihinde sanatın neliğini kavramak ama-
tetik tarihinde, başta sanat ile sanatçı ol- ayla önerilen yaklaşımlardan biri de sa-
mak üzere estetik dağarağından pek çok nat yapıtlarının yerine getirdikleri işlevle
terimin anlamının ya da tanımının yeni- ri, yani neyi "resmetmek" ya da "temsil
den yapılmasına yol açacak denli önemli etmek" amacıyla yaratılmış olduklarını
bir kınlmaya karşılık gelmektedir. Nite- aydınlığa kavuşturmaktan geçmektedir.
kim bu bağlamda sanatın tarihi başlı ba- Kuşkusuz roman, resim gibi belli sanat
şınıı Tin 'in kendini ortaya koyuşunun ta- dallannda kimileyin gerçek dünyanın ki-
rihi olarak temelleııdirildiğinden, her sa- mileyin de imgesel dünyalann ~smedil
nat döneminin, dolayısıyla da her sanat- diği açıklıkla görülmektedir; ama başta
çının kendinden önceki sanatsal kavra- müzik ile geıçeküstücü yapıtlar olmak ü-
yışların bir ürünü olduğu düşüncesi ke- zere pek çok sanat yapıtının resmetme
sinlik kazanmıştır. ilişkisi temelinde yaratılmadığı da bir o
Filozoflar estetik araştırmalannda ol- denli açıktır. Bu anlamda gazeteler ile
dukça uzun bir süre boyunca, miizik, ya- haberlerin dış dünyayı temsil etmek ya
zın, resim, heykel, tiyatro gibi sanat adıy da sunmak gibi bir işlevi yerine getiriyor
la anılan bir dizi sanatsal etkinlik bulun- olmaları doğaldır. Ancak bu tür bir öl-
duğu öncülünden yola çıkarak, aralann- çütün en büyiik, en görkemli sanat ya-
da çefitli bakımlardan ayrılıklar bulunan pıtlannı tanımlamada kullanılabilecek bir
bütiin bu sanat etkinliklerinin hepsinde ölçiit olmadığı giiniimiizde artık kuşkııya
ortak olanın ne olduğunu görmemize o- yer bırakmayacak bir açıklıkta tanıtlan
lanak sağlayacak genel bir sanat tanımı mıştır. Yine sanatın neliğine ilişkin aynı
yapma arayışı içinde olmuşlardır. Ne var soru bağlamında verilen bir baş.ka yanıt
ki, geçmişte fılozoflarca sunulmuş deği da sanat yapıtlarını tanımlamanın bütü-
şik tanımlama çabalarına karşı, pek çok nüyle yaraucısının yapıtında dile getirdiği
felsefeci günümüzde böylesine kapsamlı ya da dışa vurduğıı duygulann neler ol-
ve bütünlüklü bir tanıma ulaşmanın ilke- duğunun saptanmasıyla olanaklı olduğu
ce olanaksız olduğu yönünde görüş bir- nu savunmaktadır. Sanatçının yapıtında
liği içerisindedir. Sözgelimi böylesine bir gövdelendirdiği duygular elbette yapıtın
tanıma ulaşmak için, geçmişte çoğu filo- estetik değerini fark etmek açısından ye-
zofun yaptığı gibi, sanat yapıtlarının salt rine göre son derece önemlidir. Ancak
güzel oluşlanna odaklanarak yola koyul- bize bütün sanat yapıtlannın neliğini su-
mak yeterli değildir; çünkü sanat yapıtları nacak bir ölçüt olarak görülebileceği ol-
dışında dünyada ya da doğada güzel ol- dukça tartışmalı bir konudur. Nitekim
495 estetik değer
y.ıkın dönemlerde ortaya çıkan pek çok ya da açık açık kııı:şı çıkmaktadırlar. Ay-
felsefe konumu, estetik değer, estetik ya- nca bkz. estetik; estetik tutum.
şantı, estetik bakış tasanmlarına olduğu
kadar estetik tutum teriminde içerimle- estetik yargı (İng. aesıhılir jı1tlgu11e11t, 'Fr.
nen tasanma karşı da hep belli bir kuş j11ptJ1I ulhiJİl/Nt; Alın. iislhdisthts nrtm1
kuculukla yaklaşılımısının altını önemle En genel anlamda, düşünülebilecek her
çizmektedir. Aynca bkz. estetik; estetik türden şeye estetik değer vemıe ya da
uzaklık. yükleme eylemini anlatan sanat felsefesi
terimi. Sanat felsefesindeki bu en yaygın
estetik uzaklık (İng. aesıktir Jisll11h.T, Fr. kullanınuna karşı, yerleşik felsefe dilinde
dislatice esıhitiqw, Aln1. iisıhtlisdıe Jisıatız] pçk çok felsefeci için düşiiniilebilccek
"Estetik tutum" kuramırun bir türevi; bütün estetik y.ırgı.lar yalnızca sanata ko-
birtakım temel inançlann, önyargılann, nu nesnelere yönelik olmadıklan gibi, sa-
en önemlisi de ortakgörünün algılayışı ile nata konu nesneler için verilen yargılann
kavrayışının askıya ıılınllllş olduğunu bil- bütün hepsi de estetik yargı değildir. Bu
diren, izleyicinin sanat yaşantısı ile ger- b-.ığlamJa Kant'ın etkili kuramı bu tür-
çeklik yaşantısının hiçbir koşulda aynı den yargıları en iyi biçimde çözümleye-
olmadığın.ı yönelik forkındalığını anlatan bilmek için oldukça geçerli bir başlangıç
estetik ya Ja sanat felsefesi terimi. Este- noktası önermektedir. Kant'a göre este-
tik uzaklık, verilen estetik tepkilerin al- tik yargı.lar, beğenme ya da beğenmeme
gılanan ~a da bakılan nesnenin kendisin- bildiren öznel duygulann anlabmlann-
den uzaklaşıldığı vakit, yani çoğu durum- dan ayrı olduklan gibi, üstüne yaıgı veri-
da önyargılı bakışa kaynaklık eden istek len bir şeye nesnel bir özellik yükleyen
ile duygulardan bütünüyle sıynlarak salt yargılardan da ayrıdırlar. Tıpkı öznel ter-
nesnenin dolaysız bir biçimde duyulması cihler gibi, bunların da doğrudan hıız de-
yaşantısına varıldığında, gerçek estetik neyimi ya da y-.ışantıst temelinde veril-
anlamlarını kazandıklannın ileri sürüldü- meleri gerekmektedir; buna karşı özellik
ğü bir anlayışı betimlemektedir. Öte yan- yükleme yargılarının başka öznelerin de
da "uzaklaşma" teriminin tek başına geç- verilen yaıgıyla aynı görüşte olma ola.,ı
tiği kimi bağlamlarda, sanatsal temsille- lıklanıun olabildiğince yüksek olacağı
rin en iyi biçimde anlaşılmasa için olmaz- türden bir sav ileri sürüyor olmalan da
sa olmaz bir özellik anlamında kulland- gerekmektedir. Felsefe tarihinde kar§lla-
<lığı görülmektedir. Bu anlamda, kendi şılan kimi başka estetik yaıgı görüşleri ya
kişiscl duygularını bakışına karıştırarak bir şey üzerine verilmiş estetik yargı.lan
s;mat yapıtına yaklaşan, sözgclimi bir re- ayru bir doğruluk savı gibi ele almaktadır
simde hüzün duygusunu arayan ya da bir yıı da verilen tepkılerin öznelliği üstünde
y;ızın yapıtında kendi acıscver doğasını daha çok durarak, estetik yargı.lann nes-
doyuma kavuşturmak isteyen kişi estetik nel anlamda doğru olma olasılıklan ile
bakımdan "uzakhışmamış" bir kimsedir. aynı görüşte olma ölçütünü ne denli ye-
Terim kimileyin de tamamlanıp bitirilmiş rine brctirdikleıi üzerine çok az eğilmek
bir sanat yapıtı ile sanat yapıurun yaratılış tedir. Aynca bkz. estetik; estetik değer.
sürecindeki koşullar ile kuşatanlar ara-
sındaki uzaklığı anliıtm.ık amacıyla kulla- estetik yoksayacıbk bkz. güZel-lik.
nılmaktadır. Marxçılar ile kimi toplum
tarihçileri. sanat yapıtlarının yaratılışları estetizm (estetikçilik) (İng. aesıhıtitisnr,
nın her aşamasında toplumsal ile eko- Ft. eslbilids111c; Alm. iisthıtizjs111ns] Her du-
nomik koşullann son derece belirleyici rumda peşinde olunması gereken tek
olduğunu düşündüklerinden, estetik u- gerçek değerin güzcl olduğunu savunan,
zaklık düşüncesine ya kayıtsız kalmakta buna bağlı olarak sanatın en önemli a-
estetizm (estetikçilik) 498
macının da güzeli ya da güzelle ilgili çe- savunan, etiği bütünüyle yadsıyan olum-
şitli değerleri sanat yapıtında dile getir- suzlamacı bir etik öğretisine ya da dü-
mek olduğunu ileri süren estetik balaş ya şüncesine karşılık gelmektedir. Söz ko-
da sanat felsefesi anlayışı. Estetizm teri- nusu düşünce çoğunluk xıx. yüzyıl "Al-
minin, geçtiği bağlamlara bakıldığında, man Romantizm Geleneği" ile birlikte
sanat yapıtlarının taşıdıkları estetik değe anılmaktadır. Nitekim bu bağlamda este-
rin ancak kendi içlerinde taşıdıkları este- tizm öğretisinin enine boyuna açıklandı
tik niteliklerle değerlendirilebileceğini ve ğı yerlerin başında Friedrich Schiller'in
böyle bir değerlendirmenin de sanat ya- İnraımı Ertetik Ejj.ti111i Ürtiine Mektuplar
pıtının kendisi dışında bir anlayışa baş başlıklı yapıtı gelmektedir. Bunun yanın
vurularak yapılmasının son derece boş da okuyucularını sürekli "iyinin ve kötü-
ve saçma bir uğraş olduğunu belirtmek nün ötesinde" sürü ahlakının değerlerin
amaayla kullanıldığı görülmektedir. Es- den bağımsız olarak, yaşamlarını tıpki bir
tetizm, estetik değer diye ayn bir değer sanat yapıtı gibi yaratmaya çağıran Nietz-
biçimi bulunduğunu açık bir biçimde o- sche'nin düşünceleri de estetizm düşün
lurlamakla birlikte, söz konusu bu değe cesinin açık bir dışavurumudur.
rin bir başka değer türünden türetilebile- Allan Megill, 1985 yılında yayımladığı
ceği düşüncesiyle biçimlenmiş görüş, yak- Afl"/Jğtn Prygamberleri: Nietz!çhe, Heidegger,
laşım ya da tutumlara bütünüyle karşı Fotıtaıılt, Derrida adlı ufuk açıa kitabında
çıkmaktadır. Bu bağlamda estetizm anla- bu dört düşünürün, felsefenin bu uçbey-
yışı, sanatçının başlıca ödevini, aynı mü- lerinin şimdiye dek pek didiklenmemiş
zikte olduğu gibi ahlaksal yargıları önem- "estetizm"leri üzerine yoğunlaşarak aşı
semeden, öğretici deyişlere başvurma nlığın . soykütüğünü çıkartmaya girişir.
dan, basmakalıplaşmış değer anlatımla Megill bu kitaba yazdığı "Sunuş"ta genel
rına bulaşmadan doğadan seçtiği değişik kabul gördüğü biçimiyle estetizm teri-
öğelcri uyum içinde biraraya getirmek minin "estetik nesne ve duyumlardan o-
olarak belirlemektedir. Öte yanda este- luşan kendine yeterli bir alan içinde ka-
tizme seçenek olarak önerilmiş bir başka panına ve aynı zamanda estetik olmayan
görüş "araçsalalık", sanatın belli bir pra- nesnelerin oluşturduğu 'gerçek dünya'
tik değeri bulunduğunu, sanatsal etkin- dan bir şekilde aynlma ya da sıyrılma"
liklerin sanatdışı kimi balamlardan da anlamına geldiğini belirttikten sonra bu
değc;rli olduklarını; çünkü ahlaksal geli- genel tanımı başaşağı çevirir. Megill'e
şim, bilgilenim, daha iyi bir toplum gibi göre, aşınlığın dört atlısı da göz önüne
birtakım yararların edinilmesine ya da alındığında, "estetizm" sözcüğü bundan
belli pratik amaçlara ulaşılmasına aracılık böyle yalnızca estetik olanın sınırlı alanı
ettiklerini savunmaktadır. Buna karşı es- içinde kapanma durumu olarak değil de
tetizm anlayışında, sanat baştan verili bir tam tersine estetik olanı gerçekliğin ta-
estetik alanın sınırlan içine güvenli bir mamını kapsayacak şekilde genişletme
biçimde yerleşmiş bulunmaktadır; bu a- çabası olarak okunmalıdır. Son çözümle-
lanın da kendinden başka bir şeye daha mede estetizm, Megill için "sanat"ı (Ni-
gereksinim duymayan özerk bir değeri etzsche) ya da "dil"i (Heidegger) ya da
Söz konusudur. Çoğu yerde estetizm an- "söylem"i (Foucault) ya da "metin"i
layışı, yazar Oscar Wılde, ressam James (Derrida) birincil (temel) insan deneyimi
Abbott McNeill Whistler ve kitap res- alanını oluşturan şey olarak gönne eği
samı Aubrey Vincent Beardsley'in adla- liminin ta kendisidir (bkz. aşırılığın pey-
rıyla anılmaktadır. gamberleri).
Estetizm terimi bu anlamı dışında ay- Ne var ki, günümüzde estetizm de-
nca, en yüksek etik değerlerin bile son nince çoğunluk modası geçmiş olmasına
çözümlemede estetik değerler olduğunu karşın başı hfila yukarılara yönelmiş belli
499 eşit kiime
e9idikçilik [İng. egalitariallirnr, Fr. igplittı !umun kendine özgü niteliği; ruhu ya da
riaJıi1111e; Alm. f;f,alifllnsmRlj Bütün insan- tini anlamında kullanılınaktadır. Aynca
lann eşit yaratıldığını, bu nedenle de tüm bkz. etik.
insanlann eşit hak ve özgürlüklere sahip
alınası gerektiğini savunan görüş; top- etiğin özerkliği [İng. autonomy of ethitr,
lumsal ve siyasal yaşamın dayanmak zo- Fr. auto110111ie ılı l'ithiq11e; Alm. a11ıonomit
runda olduğu ahliki temellerin, kişilerin der ethik] Etiğin gerek kuramsal gerekse
ya da yurttaşlann eşitliği ilkesine göre uygulamalı olarak kendine özgü, özerk
kurulınası gerektiğini öne süren öğreti. bir bilim olduğu savunusu; etiğin "kendi
Eşitlikçilik, dinsel içerikli yaradılıştan ayaklan üzerinde durabilen" başlı başına
gelen eşitliğin ·yanı sıra, toplumsallaşma bir bilim olduğu, yetkesini kutsal bir e-
süreciyle birlikte iyice su yüzüne çıkan mirden, salt aklın buyruklarından ya da
dünyevi eşitlik talebinin altını çizer. Top- doğada hüküm süren yasalılık türünden
lumsal ve siyasal eşitliğin yeterli olınadı etik-dışı bir kaynaktan almadığı görüşü.
ğını ve bireylere toplumsal yaşamın her Etiğin özerk olduğu, etiğin ahlak üze-
alanında eşit olanaklar sağlanması demek rine akıl yürütüp bilgi üreten biricik bi-
olan "fırsat eşitliği"nin tanınmasının ö- lim olduğu şeklindeki görüşün altında,
nemini vurgular. Toplumsal adaletsizliği etik kuramının hem felsefenin diğer dal-
gidermenin tek yolunun iktisadi değerin larından hem de doğa ve insan bilimle-
ya da malların paylaşınunda, toplumsal rinden bağımsız olduğu düşüncesi yatar.
fırsatların·ya da siya~al erkin bölüşümün Kuşkusuz, bu etik kuramının diğer ahın
de daha eşitlikçi bir yaklaşımdan geçti- lan yok saydığı ya da görmezden geldiği
ğini savunur. Günümüzde eşitlikçiliği sa- anlamına gelmez. Daha çok, etik kura-
vunanlar, tüm bunların yanında cinsel e- mının ardına diiştüğü temel ahlak ilkele-
şitlik ya da ırksal eşitlik türünden konu- rinin içeriği ve geçerliliği üzerine ortaya
lan da demokratik eşitliğin olınazsa ol- attığı sorulann yamtlannın, -metafizik,
maz koşullan olarak ele alırlar. bilgikuramı ya da zihin felsefesi gibi fel-
sefe dallannın kendilerine özgü sorulan-
eter bkz. aitber. mn yanıtlarına bağlı olmadığı anlamına
gelir. Etik kuramının ele aldığı sorunla-
etbos (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde rın, doğa bilimlerinin konu edindiği so-
"karakter" (kişilik) ve "adet" (alışkanlık) runlardan apayn olduğu anlamına gelir.
anlamlarında kullıı.rulan terim; yaşam yo- Etiğin özerk olduğunu savunanlara göre,
lunun alışkanlıklara ·dıı.yalı olıı.rak yürün- düzgükoyucu (normatit) sorunlarla ilgi-
mesi. lendiğinden ötürü etik kuramının kendi-
Herakleitos fragmanlarının birinde ''Bir ne özgü ayn bir konusu ve inceleme
insanın etholu onun *ılaimoll'udur" diye yöntemi vardır. Etiğin üzerine düşen gö-
söze başlar. Stoaalar için davranışların rev, ahlikı tartışma götürmez bi.ı:: gerçek-
kaynağı olan tthos, Platon'da ise alışkan liğe dayandırarak temellendirmektir; bu
lıkların bir sonucudur (Yaralar, 792e). A- görevi yerine getirmeye çalışırken de
ıistotelcs'e göre ethos insıı.nın düşünsel kendini özerk bir bilim olarak ortaya
yanından çok ıı.hliksal yanını temsil eder koymalıdır. Aynca bkz. etik.
(Nikomakhos'a Elik, l 139a). Aristoteles
ayrıca &ıorik'te insan yaşamının değişik etik [İng. ethicr. Fr. ithiq11r-, Alm. ethik:
evrelerinde ortaya çıkan ethos türlerini; Lat tthiclZ', Yun. eıhih; es. t i/111-i ahlak]
insan karakterlerini betimlemiştir (11, 12- En genel anlamıyla "İyi"nin, iyi olanın,
14, l389a-1390b). iyi davranışların doğasını, özünü ve kay-
··Günümüz toplum bilimlerinde ise eı naklarını araştıran; "İnsan için iyi bir ya-
hos, bir kültürün, topluluğun ya da top- şam ne tür bir yaşamdır?", "Nasıl bir ya-
501 etik
şam yaşamaya değerdir?", "Doğru bir "en yüksek iyi'' türünden belli başlı ahlak
yaşam sürmek için haiıgi seçimlerin ya- kavramlarının anlamlannı çözümleyen;
pdması gereklidir?" türünden birbirini bü- tek tek değerler ile değerlerarası ilişkilere
tiinleyen sorular eşliğinde "Nasd yaşa yoğunlaşarak erdemli yaşamanın anlama
malı?" sorusuna yarut arayan geleneksel yetisi üstündeki içerimlerini ortaya çıka
felsefe dalı. İnsanın dünyadaki varoluş a- ran; deneyimlerin içeriklerini, öğeleri ile
macına odaklanarak insan doğası için iyi bileşenlerinden hiçbirini atlamaksızın in-
olanla kötü olanın neler olduğunu belir- celeyip belirginleştiren; 'kaygı duyma 'dan
ginleştiren; insarun gerek kişisel gerekse 'kıskanma'ya, 'anımsama'dan 'imgeleme'
toplumsal yaşamında karşdaşttğı sorun- ye çeşitli duygıı ve yetilere odaklanarak
ları bütün yönleriyle enine boyuna ele bunların "iyi. bir yaşam" üzerindeki sınır
alıp çözüm önerileri getiren; temelleri ile lamalarını ve olanaklarını ortaya çıkaran;
yasaları başta olmak üzere, değere komı 'anlama yetisi'nden ·beş duyu organıyla
bütün bir yaşam alanını her yönüyle in- gerçekleştirilen 'algılama'ya, 'konuşma'
celeyen; her durumda varoluşla ilgili dan 'acı çekme'ye bütiin bilinç yaşantda
doğru ilke ve bilgilere ulaşarak yeni etik nnın olmaktnlıkları ile işlevişlerini betim-
anlnyışları önermek amacıyla yürütülen leyen; baştıİ genel felsefe ~ayışımı7. üs-
ussal ve eleştirel sorgulama biçimi. İnsa tündeki içerimleri olmak üzere, yaşamı
nın ahlaksal sorumlulukları ile toplumsal dizgeli bir biçimde bütün yönleriyle so-
yükümlülüklerinin neler olduğunu onaya ruşturan felsefenin olmazSll olmaz bölü-
koyan, sunduğu gerekçelerle bunlan tek mü. Tanım düzeyinde verilen bu önbil-
tek tanıtlayan; hem eylemlerin hem de gilerden de anlaşdabileccği üzere, gele-
eyleyenlerin etik ya da ahlaksal değer neksel olarak etiğin üçkatlı bir soruştur
gclcrini belirleyen; eyleyenlerin eylemle- ma yapdanımı içinde olduğu görülmek-
rini ve birbirleriyle girdikleri etkileşimleri tedir. (i) etikle ilgili "değer sorulan"nı a-
yol açttğı sonuçlarıyla birlikte değerlen çıklığa kavuşturııp bıınlan yanıt aranacak
diren; insanın tanrısal yönelimleri ile do- bir açık seçiklikte dillendirmek; (ıi) bu
ğaötcsi bağlanımlan karşısındaki konu- sorulara karşı felsefi uslamlamalar yo-
munu tanımlayan; iyi ve güzel bir yaşam luyla temellendirilmiş y>tnıtlar önermek;
yolunda mutluluğa ulaşmak için nelerin (ıii) sunulan bu yanıtlan değerlendirecek,
yapdması gerektiği sorusu bağlamında in- verilen etik yargılannın geçerliliğini sına
san eylemlerinin değerlendirilmesine yö- yacak yeterli ölçütler temellendirmek.
nelik köklü yaklaşımlar sunan değişik de- Felsefe dilinde bugün kullanılan pek
ğer öğretileri bütünü. Yerleşik fel~efe di- çok terim gibi, "etik" terimi de kökcncc
linıleki daha özel anlamlarıyla, 1izikselin- Eski Yunanca'dan, Eski Yunanca'daki
den tinseline insan doğasını içerdiği bü- anlamıyla kişinin ahlaksal huy ya da ka-
tün öğeleı:iyle birlikte bir bütün olarak rakterine karşılık gelen *ılhoı sözcüğün
kavramaya çalışan; bir yanda iyinin kö- den türetilmiştir. Bu anlamda bir kişinin
kenlerini, kaynağını ve temellerini araştı etho.r'undan, yani "ahlaksal karakter"in-
n rken, öbür yanda iyi davranışları kötü den söz edildiğinde, bundan anlaşdması
davranışlardan ayırmaya yönelik birta- gereken ahlaksal bakımdan o kişiyi o kişi
kım sınamalar, yöntemler ve yöntcmbil- yapanın neliğidir. Dolayısıyla kişinin ti·
gileri geliştiren; eylemler üstüne "iyi" ya lıwı/unu değerlendirmek, her durumda, o
da "kötü'" yargılannı verirken başvurula kişiye ilişkin bir ahlak yargısı vermekle
cak "etik ölçütler''i saptayan; genelde ey- özdeştir: Sözgelimi, ceııaret türünden bir
lemlerin, daha özeldeyse eylemlere iliş erdemi Sokrates'e vermek, bu ariıamda,
kin olarak verilen etik yargdannın felsefi Sokratcs 'e ilişkin olumlu bir ahlaksal de-
bakımdan geçerliliklerini irdeleyip denet- ğerlendirmede bulunuyor olmak demek-
leyen; "ödev'', "erdem'', "sorumluluk", tir. Bunun yanında eıhos belli bir grubun,
etik 502
lmbilenin, toplumun ya da halkın yaşama kullanılan bir terim olmasına karşın, etik
biçimine ya da ahlaksal dünya göriişüne dendiğinde pek çok felsefeci felsefenin
kaışılık olarak da kullanılabilmektedir. özel bir dalını ya da di.~plinini anlamak-
Nitekim "etnografya" (budunbetim), "et- tadır. Buna göre, ahlak felsefesi ile etik
noloji" (budunbilim), "etnograr' (bu- özünde bir ve aynı soruşturma düzlemi-
dunbetimci), "etnolog" (budunbilimci) ni ifade ettiğinden, etik denince anlaşıl
gibi sözcükler de temelde terimin bu an- ması gereken "felsefi ahlak" ya da "ahlak
lamından hareketle türetilmişlerdir. Bu felsefai"dir. Bu bağlamda etik, metafı
söylenenlerden de çıkanlabileceği gibi, e- zilc, mantık ve bilgikuramıyla birlikte fel-
tik aslında ıthor teriminin her iki anla- sefenin geleneksel dallanndan birine kar-
mıyla da, hem insanlann özgül ahlıi.ksal şılık gelmektedir. Ancak yapılan bölüm-
karakteriyle hem de topluluklann gcru:l lemelerde kendi içinde özerk bir felsefe
yaşam biçimleriyle, yakından ilgili bir fel- dalı olarak anılsa da etik hiçbir koşulda
sefe disiplinidir. Bu bağlamda etik, salt felsefenin öteki temel dallanndan kesin
insanın ahlaksal karakteri mercek altına çizgilerle aynlabilir değilc!ir. Nitekim pek
alınarak doğrudan ıtholun birinci anla- çok etik sorusuna verilen yanıtın, özün-
mında yapıhyoısa trt/1111 ttij, yok terimin de "metafizik", "estetik'', "varlıkbilgisi'',
ikinci anlamından yola koyulup, bir top- "manuk'' gibi değişik felsete alanlarında
luluğun üyelerinin uymakla yükümlü bu- ki sorular.ı verilmiş yanıtlara dayandığı
lundukları yazılı ya da yazısız normlara iistünden atlanamayacak bir gerçektir.
(açık ya da örtük olarak sahiplenilmiş Buna ek olarak, felsefecilerin "siyaset ile
iruınçlıır, kurallar, idealler, bağlanımlar etik'", "ruhbilim ile etik'·, "hukuk ile e-
vb.) yoğu(llaşarak, insanlarca oluşturulan tik", "dil ile etik'' türünden karşılaştır
belli topluluklann yaşamlarında örnekle- malı çalışmalar yaparak, yaşamın etik yö-
nen değerler ya da görenekler dizgesi nü ile öteki yönleri arasında koparılama
olarak toplumların kültürleri ile yaşam yacak denli sıkı ilişkiler kurdukları gö-
biçimlerini açıklığa kavuşturmak amacıy rülmektedir. "Kuşkuculuk", "mantıkçı ol-
la yapılıyorsa yaıam diİ'!Jan etij ya da ıop guculuk" gibl kimi felsefe yaklaşımları
ltım elij diye adlandırılmaktadır. Felsefe- nın ya da Nietzsche, Wittgenstein gibi
ciler önceleri kendilerini bu dizgeleri çö- kimi felsefecilerin, kendilerine özgü fel-
zümlemekle yükümlü hissetmişlerse de sefi nedenlerle, feL~efenin etiğe ilişkin
günümüzde bu ödevin çoğunluk insan- sağlıklı bir yaklaşım sunup sunamayacağı
bilimin yerine getirmesi gereken bir gö- konusunda derin kuşkular dile getirdik-
rev olduğu düşünülmektedir. Bunlann leri de vuıgulanması gereken bir başka
dışında etiğiı. birbirine bağlı iki değişik noktadır. Bu bağlamda, eylemlerin etik
kullanımı daha vardır. Bunlardan ilkinde bakımdan temellendirilmeleri sürecinde
etik, doğrudan "suç ile utanç", "doğru felsefeye pay biçen diışünürler dahi etik
luk ile yanlışlık" türürden tasarımlar içe- temellendirmelerin gerçek adresinin fel-
ren toplumsal dizgelerin "ahlaksallık" an- seti:nin dışında, ortakgörüde ya da her-
layışına gönderme yaparken, ikincisinde günkü yaşamın gerçek eylemlerinde, a-
belli bir aiti.ak dizgesi içerisincle yer alan r.ınması gerektiğini savunmaktadırlar.
birtalam ııhlıi.k ilkelerine gönder.nede bu- Eski Yunanca'daki ethihır sözcüğü ile
lunur. Etik, gündelik yaşamda sıkça kar- ilk kez Cicero tarafından onun karşıhğı
şılaştığımız bu kullanımlannda toplumun olarak kullanılan Latince 1111Jralir sözcüğü,
"ahliksallık" anlayışına uygun davran.ş "ahlıik ile etik" (1110rak/ eıbia), "ahlıiksal
kalıplarını nitelemektedir. Sözgclimi ö- ile etiksel" (moral/ ıthkalj, "ahlak felsefesi
dünç alınan bir şeyi geri vermek, bu :le etik" (moral philosopfo/ ethia) sözcükle-
bağlamda "etik" bir dr.-.rmnıştır. rinden de görfüeceği üzere, hem Batı
Etik terimi çok değişik anlamlarda dillerinde hem de Türkçe'de çoğunluk
503 etik
birbirlerinin yerine geçebilir terimler ola- benzeyen bir ilişki söz konusu olduğun
cak algılanmaktadır. Nitekim bu bağlam dan, "etik" sözcüğiinün anlamı "ahlak'"a
da günümüzde çoğu felsefeci, etik ile göre çok daha geniş tir ve ahlakın kap-
ahlakı özdeş biçimde algılamanın son sama alanının dışında kalan pek çok şeyi
derece yanlış olduğunu düşündüklerin daha içermektedir.
den, bu iki terim arasındaki tarihsel ve Etik ile ahlak arasında yapılması ge-
kavrıı:msal ayrılıkları gerekçe göstererek, reken ayrımı şu biçimde daha da kes-
aradaki dilsel ayrımı felsefi bir aynm ola- kinleştirmek olanaklıdır: Her insan, en
ı:".ık da korumaya özel bir dikkat göster- kültürsüzü, en uygar olmayanı dahi, ken-
mektedirler. Bu iki sözcük arasında kesin disine özgü bir ahlak anlayışı, bu olmadı,
bir kunımsal aynm olduğunu gösterme- en azından davranışlarını belirleyen bir
ye yönelik tartışmalara bakıldığında, han- dizi ahlaksal öncül benimseyerek ona
gi .terimin nerede kullanıldığını belirle- göre yaşar. Doğa ya da toplum yaşamı,
mek üzere geliştirilen uslamlamaların ge- bu anlamda herkesi, şu ya da bu biliccıin
nellikle üç ayn öbek soru üstünde dur- sonuçlarını beklemeksizin, bir ahlak ta-
dukları söylenebilir: (İ) G,,,,/ al:JM/e IOfllfa· sanmlan koduyla, pratik yaşamın aynn-
11. "Sokrates iyi bir insan mıdır?", "Bunu tı.lanna uygulanabilen birtakım ilkeler u-
yapmalı mıyım?", "Çokeşlilik yanlış mı yannca davranabilme yeti.,iyle donatmış
dır?" gibi sorulardır. Bu bağlamda etik tır. Buna karşı etik, ahlakın felsefi açıdan
ile ahlak neredeyse aynı anlamda kulla- incelenmesine yönelik eleştirel bir soruş
nılmaktadır. (ıi) Kifillrin nh/Jksal /ı:anıla turma düz.lemine karşılık gelmektedir.
mıa ili/kin oigtl 10nılaf7. Sözgeliccıi "Mu- Kimi etik dizgeleri ahlak alanına yönelik
hammed çokeşliliğin doğruluğu ya da ilkeler koymaya, karşılaşılan tek tek ahlak
y.ınlışlığı konusunda ne. düşünüyordu?'" sorunlanna açıklama getirmeye çalışuk
gibi. (ıii) Kamımsai 10111/ar. "Doğru", "yan- lanndan, çoğunluk etik olan ile ahlaksal
lış'", "iyi", "ödev" gibi ahlak terimlerinin olanın ayut edilemeyeceği denli ka_psaınlı
anlamlarına ya da bu terimlerin gönder- yapılar ortaya koysalar da çoğu etik diz-
mede bulunduğu kavramlar ya da şeyle gesi salt etiğin kendisini ilgilendiren so-
rin doğasına ilişkin sorular. Sözgelimi nın ve tasarımları çözümleme uğraşı i-
"Muhammed çokeşlilik yanlış değildir çindedir. Sözgelimi, tarih boyunca pek
dediğinde aslında ne söylemektedir?'" gi- çok tartışmaya konu olmuş bu türden
bi. Bu üç ayrı soru türünün de birbirin- tasarımlardan biri "ben"dir. Kişinin ey-
den oldukça farklı soruşturma biçimleri- lemlerini düzenlemesi, dolayısıyla da ken-
ni gerekli kılıyor olmalarına karşın, "e- di kendisini yönetmesi doğrudan ben'
tik" teriminin bütün bu soruların hepsini den ne anlıışıldığıyla bal!lantılı olduğu i-
birden yanıtlama girişimlerini kapsayacak çin, ben'in doğası ile öteki ben1erle iliş
denli geniş bir anlamda kullanılıyor ol- kisi, "*özgür istenç", "istenç güçsüzlüğü"
ması yaşanan bulanık.lığın temel nedeni- C"aJuami), "*belirlenimcilik", "*belirlen-
dir. Etik ile ahlak arasındaki ayrıma çok mezcilik", "*kendini kandınna etiği" gibi
daha faz.la önem veren modem düşü çoğu etik tasanmı üstünde belirleyici ol-
nürlerin, zorunlu aynmlan yapmak için maktadu. Etiğin yanıt aradığı "ben"in
genel kabul görmüş bir sözdağan henüz (ya da kendi sö:ı;dağarındaki karşılığıyla
tam anlamıyla belirlenmemiş olsa . da, "eyleyen"in) doğası konusunda en çok
yukarıda sıralanan genel soru türleriyle sözü edilen koşulları şu biçimde sırala
örtüşecek biçimde yaptığı bölümleme ise mak olanaklıdu: (i) Eyleyenin davranışı
şu biçimdedir: (i) ahlak; (ıi) betimleyici kendiliğinden, doğ>ıçlarna, alışkanlığa da-
etik; (iii) etik. Nitekim bu düşünürlere yalı ya da koşullu ı.epki verme gibi be-
göre dar anlamıyla etik ile ahlak arasında densel süreçlerle; dolaysız arzu, itki, iç-
bilim felsefesi ile bilim arasındakine çok güdü, tepke türünden yarı biyolojik yarı
etik 504
olan "düzgiikoyucu etik", "Zcir durum- den çok daha genel düzgükoyucu so-
daki ailemi geçindirmek amacıyla lursız runlara konu olduğu düşünüldüğünde
lık yapmam doğru olur mu?" ya da "Ken- düzgükoyucu etiğin temel. araştırma ko-
disine sormadan bir yakınımın eşyasını nulıırından biri olduğu da açıktır. Yine
ödünç alabilir miyim?" gibi pratik soru- aynı biçimde, "Hakların kaynağı nedir?''
lar karşısında, doğru ile yanlış davranış ya da "Hangi türden vıırlıklann hakları
ları keskin biçimde birbirinden ayırmada vardır?" gibi sorularla ilintilendirildiğin
kullanılacak şaşmaz kesinlikte ölçütler de aynı sorunun üstetiğin de araştırma
belirlemeye çalışmaktadır. Bu bağlamda kapsamı içine girdiği açıklıkla görülmek-
düzgiikoyucu etik kuramlanndan bekle- tedir.
nen, bu ve benzeri sorulann belli ahlıik Felsefe tarihinin akışı içinde ortaya
ilkeleri ya da yasalan temelinde kuşkuya çıkan değişik felsefe anlayışl11rının birbi-
yer bırakmayacak bir biçimde yanıtlana rinden farklı etik tasarımları olduğundan,
bilmesidir. Görece yakın dönemde do- bunlardan birinin bir başkası lehine ya
ğan "uygulamalı etik" ise kürtaj, hayvan da aleyhine seçilerek tek yetke konumu-
haklan, çevre sorunlan, eşcinsellik, idam na taşınması son derece sakıncalı bir tu-
cezası, intihar, nükleer savaş gibi üzerine tumdur. Dalııİ açık söylenecek olursa,
son derece sıcak taruşmalann yapıldığı upkı manuk, metafizik, bilgilruramı ya da
güncel sorunlara odaklanarak üstetik ile öteki felsefe dallan gibi etik de olagelen
düzgiikoyucu etiğin sunduğu kavramsal bireysel ve toplumsal gereksinimlerimize
araçlar yardımıyla bu sorunlara yönelik göre evrilen değişimci bir nitelik sergi-
çözüm getirmeye çalışmaktadır. Ôte yan- lemektedir. Bu bağlamda etik ya da ah-
dan sözcüğün kendisinden de anlaşıla laksal görüngiilerin bütününce çi7.ilen e-
cağı gibi "üs tetik", etik ilkelerimizin kö- tik araştırmasının, doğal olarak uzun bir
ken olarak nereden geldiklerini, bunların tıırihi, bir dizi geleneği, alt alanları, dü-
temelde ne anlama geldiklerini açıklığa şünme okullan, önde gelen sonınları ve
kavuşturmaya çalışmaktadır. "Etik ilke- sorulan, bunlara karşı önerilmiş rdrutlan,
leri toplumsal icatlar nudır yoksa top- kendi araştırma geleneği içinde klasik-
lumdan bıığımsız nesnel bir temelleri var leşmiş metinleri bulunmaktadır. Yine ay-
mıdır?" ya da "KişL~el duyguların ifade- ru bıığlamdıı etik araştırmasının yürütül-
leri midirler yoksa şaşmaz kesinlikte düğü felsefe çerçevesine bağlı olarak ta-
doğrular mı?'' türiinden üstetik sorulan- rih boyunca "çözümleyici", "değerlendi
nın odağında "evrensel değerler", "Tan- rici", "eleştirici", "temellendirici" ya da
n'nın istenci", "etik yargılarında ıısun ro- "bet.imleyici" türünden pek çok değişik
lü", "etik terimlerinin anlamlAn" gibi yöntemin öne çık~ ıtörülmektedir.
konular yer almaktadır. Ne var ki be- Felsefe tarihinde onlarcası yapılmış
timleyici etik, düzgükoyucu etik, uygu- gelenek.~el felsefe bölümlemelerinde e-
lamalı etik ve üstetik arasındaki sınırların tik, genelde, "kurgusal" ya da "kuramsal
her durumda açık olmadığı, değişik so- felsefe"nin karşısına yerleştirilen "kılgı
runlara değişik pen~rderden yaklaşma sal" ya da "pratik felsefe" başlığı altında
ları nedeniyle çoğunlukla bu dört alanın incelenmektedir. Buna göre, varlıkla ya
içiçe geçmiş oldukları da gözden kaçı da deneye dayalı olmayan şeylerin düze-
rılmamalıdır. ômeğin "kürtaj" konusu niyle ilgilenen kurgusal ya da kuramsal
ilk bakışta wuşmalı özel bir davranış tü- felsefenin temel amacı, doğal usun ışığı
rü olduğundan ötürü uygulamalı etiğin altında enson nedenlerine ulaşmaya ça-
araştırma alanına giriyor gibi görünse de lıştığı bu düzenin şaşmaz kesinlikteki
davtalllŞln etik değerinin belirlenmesin- doğru bilgi.~ni elde eunektir. Buna karşı
de "yaşama hakkı" ya da "kişinin kendi kılgısal ya da pratik felsefe bütünüyle
yazgısını kendisinin belirlemesi" türün- "yapılması gereken"le, insana özgü olan
etik 506
ve bu nedenle de bütünüyle usa dayalı sının felsefi geçerliliği etik tarihinde sıkça
olduğu varsayılan "eylemlerin düzeni"yle tartışılmış olsa da, özellikle yakın dö-
ilgilenmektedir. Daha açık bir deyişle, nemlerde yapılan budunbilim çalışmala
felsefenin bu iki temel alanından ilki rında bu olgunun varlığını destekleyen
doğrudan düşünsel etkinliklerin doğala önemli bulgulara ulaşıldığı da üstünden
nnı kavramaya, doğruluğa (hakikate) u- ·atlanamayacak bir gerçektir. Nitekim geç-
laşmada en uygun yöntemi elde etmeye mişte yaşamış bütün toplumların, öyle ya
çalışırken, ikincisi istencin etkinliklerini da böyle, iyi olan ile kötü olanın neliğine
çözümleyerek insan eylemlerinin doğa ilişkin belli bir kavrayışlan, iyi insandan
sını açıklığa kavuşturma arayışı içindedir. kötü insanı, erdemli kişiden erdemsiz ki-
Başka bir deyişle, kuramsal felsefenin a- şiyi ayırırken başvurduklan birtakim etik
na konusunu "doğruluk" oluştururken, ölçütleri bulunmaktadır. Tarih boyunca
pratik felsefeninkini "iyilik" oluşturmak iyi ile kötüden son derece farklı şeyler
tadır. Bu açıdan bakıldığında etik, doğal anlaşılmış olsa da hemen bütün toplum-
usun ilk ilkeleri bakımından insan ey- larda "iyi" kendisine ulaşmak için gerekli
lem:terinin ahlaksal sağlamlılığının ince- bütün çaba gösterildiği takdirde alınacak
lenmesi bilimi olarak tanımlanabilir. Bu "ödül" tasarımıyla; "kötü" ise kendisin-
bağlamda manttk ile etik, bir yandan in- den kaçınılmadığında bedeli ağır ödeni-
san davranışlan için belli kurallar ya da lecek bir "ceza" tasanmıyla· ilişkilendiri
ilkeler koyup bir yandan da insanın lerek düşünülmüştür. Buna göre iyi "ya-
bunlara nasıl uygun eylemlerde buluna- pılması gereken bir şey''; kötüyse "ken-
cağını gösterdiklerinden, özce hem düz- disinden olabildiğince kaçınılması gere-
gükoyucu (bu anlamda kuramsal) hem ken bir şey''dir.
de pratik felsefe disiplinleridirler. Etik, Etik tanımı gereği ahlaksal düzenin
mantıktan ayrı olarak, pratik ve düzgü- felsefi bir gözle. incelenmesi anlamına
koyucu bir araştırma alanı olduğu kadar geldiğinden, etiğin tarihi salt belli dö-
baştan sona "yönlendirici/ yön verici'' bir nemlerde belli uluslarca yaşama geçiril-
soruşturma biçimidir. Nitekim istenç et- miş ahlak görüşlerinin öykülenmesine
kinliklerine belli bir düzen kazandırdığı indirgenebilir bir konu değildir. Bu tür-
gibi, "kavrama"dan "konuşma"ya insa- den bir yaklaşım, etiğe özgü olmaktan
nın bütün yetilerine de keskinlik kazan- çok, bütünüyle uygarlık tarihi ile budun-
dırma uğraşı içersindedir. Bunlardan da- bilimin araşunna manuğı içinde yer alır.
ha da önemlisi, etik, en azından kimi etik Dolayısıyla etik tarihi denince bundan
çerçe\•elerinde, iyi eylemlerde bulunma- üncelikle anlaşılması gereken, tarihin ken-
nın, kötü eylemlerdense kaçınmanın sal- di akışı içinde yer alan belli ahl:ik cliizen-
ttk bir yükümlülük olduğunu tanıtlama leri bağlamında temellendirilmiş, her biri
çabasıdır. etik üzerine düşünmenin ayrı bir uğrağı
Etiğin kaynakları belli ölçülerde doğ olan belli başlı etik dizgelerinin araştırılıp
rudan insanın kendi deneyimleriyken, değerlendirilmesidir. Bu durumda, Pyt-
belli ölçülerde de mantık, metafizik, si- hagoras (M.Ö. ykl. 570-495), Herakleitos
yaset felsefesi gibi felsefenin öteki disip- (?vLÖ. ykl. 540-480), Konfüçyüs (M.Ö.
lirılerince sağlanan ilkeler ya da doğru ykl. 551-4 79) gibi Eski çağların büyük
lardır. Bu anlamda etiğin çıkış noktasın bilge kişilerinin görüşlerinin felsefi bir
da, bütün insanlan kapsayan, bütün za- dille yazılacak olası bir etik tarihine han-
manlar için ortak olan genelgeçer bir gi ölçülerde katılıp hangi ölçülerde dışa
ahlaksal düzenin bulunduğu, bu düzenin nda tutulacakları son derece tartışmalı
birtakım genel ilkeler ile kavramlar üs- bir konu olmaktadır. Nitekim söz konu-
tüne kurulu olduğu düşüncesi yatmakta- su bilginler, önemli birtakım etik ilkeleri
dır. Böylesine iddialı bir başlangıç nokta- ile doğrularını ortaya koymuş olsalar da
etik
hımakhos'a Elik'in aldığı, buna karşı Poli- ar-.ıç olarak yararlarulabileceğinin altım
likdda ise temelde Aristoteles 'in etik il- çizmiştir. Aristoteles'in gözünde, gerçek
kelerini toplumsal düzenlemeye uygula- mutluluk her durumda insana tanrılarca
dığı düşünüldüğünde, Aristoteles'in etik sunulan bir erdemlilik amıağaru olsa da,
anlayışırun birinci elden en iyi görülebi- insanın mutlu olmasında asıl belirleyici
leceği yer Nikoı11alrlıos'a Elik'tir. Söz ko- olan erdemli yaşam yolunda yürürken in-
nusu yapıtta Aristotcles'in başlıca amacı, sarun kendi yapıp etmeleridir. Ne var ki,
etiğin anıştırma alanı ile yöntembilgisinc bütün iyi olan şeylerin "İyi İdeası"ndan
felsefece açıklık getirmektir. Aristoteles pay alarak "iyi" olduklanru ileri süren
işe, "iyi" ol.ırak adlandırılan şeylerde or- Platon'un tersine, "iyi''nin pek çok deği
tak olarun ne olduğunu belirlemeye yö- şik anlamı bulunduğuna dikkat çeken A~
nelik Platoncu bir soruyla başlamaktadır .. ristoteles, her iyi olan şeyin iyiliğinin
Düşüncelerini çoğu durumda kendi kişi kendi sırurlı özgül bağlamı içinde değer
sel gözlemlerine d.ıyandıran hocası Pla- lendirilmesi gerektiğini savunmuştur.
ton'un tersine, kendine başlangıç noktası Eski Yunan etiğinin çerçevesi ço-
olarak doğrudan "deneyim olgulan"ni al- ğunluk haz temelli görüşlerce çizilmiştir.
maya özen gösteren Aristoteles, söz ko- Sözgelimi daha Aristotcles'e gelmezden
nusu deneyim olgulanru en ince ayrıntı önce çok daha keskin hazcı bir etik yak-
sına varana dek çözümlerken, etiğe konu laşımı, insan için en yüksek mutluluğun
bütün eylemlerin anlaşılmasında belirle- sürekli neşe içinde yaşamak uld uğunu
yici olduğunu düşündüğü en yüksek ya savunan Demokritos (M.Ô. ylcl. 460-
da enson nedenlerin neler olduğunu so- 370) tarafİndan ortaya konmuştur. Bize
ruşturmuştur. Aristoteles, insanlann do- dışsal olan iyilerden olanaklı ölçüler da-
ğaları gereği bütün yapıp etmelerinde en- hilinde olabildiğince bağımsızlaşmamızı
son erek ya da en yüksek iyi olarak sağlayan, bunun yarunda peşinde koşula
mutlululuğu aradıkları, mutluluğun hiç- cak hazlan kendilerinden ıızak durulacak
bir aracıya konu olmaksızın salt kendi- hazlardan bilgece ayırmamızı olanaklı kı
sine ulaşmak için ar-.ındığı, öteki büyük lan, *Kireneliler tarafından savunulan "arı
iyilerin ancak mutluluğa ulaşmada birer hazcılık" anlayışı ise ilk kez in~an eylem-
•mıç işlevi gördükleri sonucuna varmış leri için en yüksek iyi olarun hazzı ola-
ıır. İnsarun sürekli peşinde olduğu böy- bildiğince çoğaltmaktan geçtiğini öne sü-
lesi bi_r mutluluğun zamandışı bengisel ren Aristippos tarafından (M.Ô. ylcl. 435-
iyilerden meydana gelmeyip insan doğa 355) ortaya atılmıştır. Öte yanda, daha
sına uygun di,işen etkinliklerde kendisini geç dönem bir hazcı düşünür olan Epi-
~üsıerdif!ini dile ~etirmiştir. Mutluluji;u kmos (M.Ö. 341-270), tinsel ve bedensel
bir durum olarak tasarlamaktan çok bir hoşlarumların çoğaltılmasırun, buna karşı
l·tkinlik olarak gören Aristoteles, sözünü acıların ola bildiğince azaltılmasırun insa-
cttii(i bu tür bir mutluluğu!) bitkilerde na özgürlüğün yolunu açtığı, bu ~denle
olduğu gibi düşük yaşam etkinliklerinde, de hazzın en yüksek iyi olduğu değer
edilgen yaşam biçimlerinde değil, ancak lendirmesinde bulunurken Aristippos'
usunu en yetkin ve en üst düzey bir et- tan aynlır. Epikuros'un Kirı:neli öncülle-
kililikle kullanan, yani "erdem yaşamı"ru rinden ayrıldığı temel nokta, usunu iş
kendisinde· gerçeklcştirebilenlerde yaka- letmek yoluyla kişinin kendi yaşamım
hınabileceğini savunmuştur. Yaşamdan a- planlayabileceğine, uzun dönemde elde
lınabilecek en büyük hazzın doğal olarak edileccll yararlar uğruna anlık hazlardan
bu mutluluk etkinliğinden kaynaklandı vazgeçilebileceğine yönelik "küçük haz-
ğını düşünen Aristoteles, sonuna dek gö- lara karşı büyük hazlar" savunusudur.
türülmüş bir mutluluğun oluşumu için Buna karşı Kirenelilcrle paylaştığı ortak
gerektiğinde bengisel iyilerden de birer nokta ise hazzın bütün yaşam için ola-
etik 510
bölümü dokuz ayn alt bölüme ayrıldığın çok, metafizik bakımdan bir kutsanıruş
dan Dole11z!11kiar adı verilen bir kitapta lık yaşantısına geçmenin aracıdır. Dö-
derlenmiştir. Plotinos bu kitapta Platon' neminin bütün öteki filozoflan gibi Plo-
un ilci önemli öğretisini, Devle/ ile Şii/en tinos da bu dünyayı bütünüyle gözyaşla
diyaloglannda dile getirilen "çileci gizem- rıyla dolu bir acılar, çözümü olmayan so-
cilik" ile Timaios'ta ortaya konulan "tüm- runlar alanı olarak gördüğünden sonsuz
tanrıcı metafizik"i alarak kendi felsefesi- huzurun ancak öteki dünyada ulaşılabilir
ne uyarlayıp geliştirmiştir. Plotinos'a gö- bir durum olduğunu vurgular. Plotinos'
re, dünya Bir'den kaynaklanan bir dizi un bu görüşlerinin Yahudi, Hıristiyan ve
türüm yoluyla meydana gelmiştir. Bir, İslam düşünürlerince belli ölçülerde ö-
dünyaya aşkın olduğundan ilkece bilin- zümsendikleri bilinen bir konudur. Yeni
mesi olanaklı olmayan bir varlık katego- Platonculuğun Yahudilikçe alımlanışı bü-
risidir; hem zihnin hem de bilme edimi- yük ölçüde İskenderiyeli Philon (M.Ô.
nin üstünde varolmaktadır. Bu durum kar- 20 - M.S. 40) aracılığıyla gerçekleşmiştir.
şısında Plotinos, "olumlu nitelikler" yo- Yahudi Philon olarak da bilinen Philon,
lllyla Bir'in neliği bilinemeyecek olsa da temel Stoacı öğretileri Yahudi tanrıbilimi
"olumsuz nitelikler"le ne olmadığının ile etiğinin Yeni Platoncu bir yorumuyla
belirlenebileceğini düşünmektedir. Ploti- •tynı potada eritmeyi başarmışur. İslam
nos'un Bir'i olumsuz niteleçlerle nitele- dünyasında ise Yeni Platoncu düşünceler
mesi sonraları Hıristiyanlığın "olumsuz Kindi, Farabi, İbn Sina gibi düşünürler
tanrıbilimi"ne kaynaklık etmiş olması ba- tarafından yayılıruştır.
kımından aynca önem taşımaktadır. Pla- Hıristiya,n öğretisinin Yunan-Roma
ton'un salt düşünceye açık olan İdealar' düşüncesi ile Helenistik Ortadoğudinle-
ından doğan "Bif.', Plotinos'un felsefe- rinin öğeleriyle kaynaşmasından Hıristi
sinde tek tek bütün tinlerin, en üstteki yan felsefenin doğması etik tarihinde ye-
"form"dan en alttaki "madde"ye dek a- ni bir döneme girilmesine yol açmıştır.
şamalı bir varlık sıradüzeni içinde türe- Kuşkusuz bu doğuşun gerçekleşmesinde
dikleri "Dünya Tini" olarak tasarlanmak- Stoacılık ile Yeni Platonculuğun da son
tadır. Buna göre, "form"dan (ya da "bi- derece önemli katkılan bulunmaktadır.
çim"den) tamamıyla yoksun olan madde, Nitekim Stoacılann "adalet" anlayışı ile
gerçek varlık "Bir" den öylesine uzaktır insanın kendi yazgısı üstünde söz sahibi
ki gerçekten varolması olanaklı değildir. olmasına dönük ilgileri bir yanda, Yeni
İşte bu metafizik çerçeve içinde Plo- Platonculann varlığın ana kaynağını bul-
tinos, Platon 'un izinden yürüyerek, iyiliği maya yönelik araştırmasının buyrukları
gerçeklikle, buna karşı kötülüğü ise ger- etik yetkenin biricik kaynağı olarak gö-
çek olmamakla tanımlamış; Bir'e yakın rülen Yahudilikteki kişileştirilmiş Tanrı
laşakça gerçekliğin, yani iyiliğin arttığını; inanışıyla bütünleştirilmesi öbür yanda,
Bir'den uzaklaşakça da gerçekliğin, do- ortaçağın genel etik tasanırurun oluşu
layısıyla da iyiliğin azaldığı sonucuna var- munda oldukça belirleyici bir konumda-
ıruştır. Bir'e yaklaşma sürecini ben'in a- dırlar. Bu noktada çoğu ortaçağ filozofu-
şama aşama terk edildiği bir arınma sü- nun etik düşünüş çerçeveleri, en temel
reci olarak düşünen Plotinos, Tek Başına iki ölçüt olarak görülen "insan usu" ile
Olan'a uçuş olarak betimlediği ben'den "tannsal istenç"in aynı dizgede yan yana
ayrılarak Bir ile metafizik bütünleşme konmalarına bağlı olarak çizilmiştir. Bu
deneyimini, kendisinin de dört ayn kez ilci ölçüt arasındaki temel gerilimin en iyi
yaşadığını dile getirmiştir. Bu bağlamda, görülebileceği yer, tanrıbilimsel ilkelerin
aynı geç dönemindeki Augustinus için birbiriyle çarpışan dünyevi yorumlandır.
olduğu gibi Plotinos için de erdem, Nitekim il. yüzyıl ile iV. yüzyıl arasında
kendi ödülünü kendi içinde taşımaktan Roma İmparatorluğu'nun bütününe ya-
513 etik
"İnsan erdemi iman yoluyla elde edebile- da Aquinas'ın temel hedefi, usa dayalı,
ceği gibi usuyla da elde edebilir." durumcu ve sonuççu Aristoteles etiği ile
Alanında uzman pek çok araştırma bütün bir ortaçağ etiğinin gövdelendiği
= görüş birliğiyle ileri sürdüğü gibi, imana dayalı, saltıkçı ve niyetçi Augus-
ortaçağ felsefesi etiğinin doruk noktası, tinus etiği arasında yapılan yerleşik ay-
Aristotelesçilik ile Augustinusçu tannbi- rımdır. Bu ayrımı ortadan kaldırarak is-
limi başarıyla uzlaştıran Thomas Aqui- tediği amaca ulaşabileceğinin ayırdında
nas'ın (1224-1274) felsefesidir. Kuşku olan Aquinas, etik kavramlarının anlam-
suz Thomas Aquinas'ın bu girişimi başa larını ilki "doğal", ikincisi "tanrıbilimscl"
nyla sonlandırmasında İbn Sina ile Mai- olmak üzere iki ayrı alana bölerek bu ay-
monides gibi İslam ve Yahudi filozofla- nından kurtıılma yoluna gitmiştir. Bu
rınca yapılan :Aristoteles yorumlarının noktada Aristo~eles'in yetkin bir biçimde
son derece büyük bir önemi vardır. Ay- açıkladığı doğ.ıl erdemlerin pratik us eği
nca bu noktada anılması gereken bir di- timi ve alıştırmalanyla, buna karşı "u-
ğer kııynak da Albertus Magnus'un "Hı mut", "iman", "yardımseverlik" gibi tan-
ristiyan olmak" üstüne geliştirdiği dü- nbilimsel erdemlerinse ancak inanç ve
şüncelerdir. Thomas Aquinas, Aristote- tanrısal esinlenim yoluyla öğrerıilebile
les'in "doğalcılık" yaklaşımı ile Hıristiyan ceklerini ileri sürmüş; böylelikle ortaçağ
öğretilerini bir potada eriterek, Sm11ma etiğinde dört ana erdemin yanına liç yeni
theologit1e (fanrıbilim Tümyapıtı, 1266- erdem daha eklenmiştir. Yine aynı nok-
1273) ve S11mma co11tra gentiles (İnançsız tada, iki ayrı "iyi" belirleyen Aquinas,
lara Karşı Tümyapıt, 1259-1265) başlıklı bunlardan ilkinin "dünyevi mutluluk" di-
yapıtlarında insan, doğa ve Tann'ya yö- ğerininse "bengisel mutluluk" için gerek-
nelik bütünlüklü bir dizge kurmuştur. tiğini vurgulamışur. Böylelikle Aquinas,
Thomasçı etiğin temelinde, Aristoteles' insanın yeryüzündeki yaşamına yönelik
in erekbilgisel doğa tasarımı ile Stoacılı olarak Augustinus ile karşılaşurıldığında
ğın doğa ile logolu özdeşleştiren öğreti açıkça çok daha iyimser bir bakış açısı
sinden kaynaklanan ortaçağın "doğa ya- geliştirmiş olmaktadır. Aquinas'ın bu i-
sası" kavramı yatmaktadır. Doğa yasası, yimser etik anlayışı, ilk filizleriyle daha
Aquinas'ın yorumuna göre, Kilise ile XIII. yüzyılda karşılaşılan yeniçağdaki do-
Kutsal Kitabın yol göstericiliğinde us ğa bilimlerinin doğuşu için uygun bir
yoluyla her zaman ve herkes için keşfe düşünsel iklim oluşmasına kaynaklık et-
dilmeye açık "tanrısal yasa"dır. Bu ne- miş olması bakımından da önemlidir. Bu
denle, evrensel gereksinimlerden doğan arada XIII. ile XV. yüzyıllar arasına denk
bilimsel bilgiler, etik yargılarıyla çelişmek gelen Aquinas wnrası orrnçağ felsefesi-
bir yana tam tersine onların bütünleyen- nin, etik sorunlarının açıklığa kavuştu
leridirler. Dolayısıyla, bilimsel yetke ile rulmasında çok büyük bir katkısı olma-
dinsel yetke arasında başgösteren çelişki mışur. Nitekim ortaçağ felsefesinin bu
ler, Kilisc'nin öğretilerinin yanlış olama- son bölümünde, daha çok insan eylem-
yacağı düşünüldüğünde bütünüyle bili- leri ile tanrısal eylemlerin kaynağı olarak
min yanlış ya da eksik anlamalarından görülen zihin ile İstenç arasındaki ilişki
ileri brelmektedir. Aquinas'ın Aristoteles- nin temellendirilmesiyle uğraşıldığı gö-
çilik ile Hıristiyanlığı birleştirmesi, çok rülmektedir. Dönemin önde gelen filo-
büyük ölçüde her iki anlayışın da doğ zofları Duns Scotus (1266-1308) ile Ock-
ruluğunun olurlanması, buna karşı ken- hamlı Wılliam (1285-1349), istencin A-
dinden önceki düşünürlerin bu iki diz- quinas'ın düşündüğünden çok dalıa öz-
genin bağdaşmaz olduklarını tanıtlamak gür olduğunu savunan istmfp etik öğre
amacıyla verdikleri uslamlamaların çü- tileriyle dikkat çekmektedirler. İstenççi
rütülmesi üstüne kuruludur. Bu bağlam- etik öğretisi, bir açıdan bakıldığında din-
515 etik
bes'a göre evrende etik bir düzen olma- olarak bilimsel bir doğa görüşü geliştir
dığı Sibi, insan doğasında ötekilere ada- diği düzenekçi ruhbilimi kuramından yo-
letli ya da sevecen yaklaşmayı gerektire- la .koyulmuştur. Spinoza etiğinin en te-
cek hiçbir öğe de bulunmamaktadır. İn mel özelliği, öteki pek çok özelliği bir
san da doğanın kendisi dışında kalan bö- yana, aynı Hobbes'ta olduğu gibi, fizik-
lümü gibi fiziksel yasalar uyarınca devi- teki eylemsizlik ilkesine karşılık gelen
nen taneciklerden oluşmaktadır. Bunun- "kendini koruma itkisi" üstüne yapılan
la birlikte, insanı doğa makinesinden ayrı dınlmış olmasıdır. Metafizik bakımdan
kılan "us''., insan eylemlerine özgül bir keskin bir "belirlenimci", buna karşı etik
anlam yüklemektedir. Buna göre, etik bakımdansa bütünüyle "doğalcı'" olan
kurallarının tamamı insan için 'neyi yap- Spinoza, bütün olayların kendilerini ön-
manın yıkıcı, neyi yapmanınsa yapıcı ol- celeyen nedenlerden çıkarsanabileceğini,
duğunu belirlemek amacıyla usun ortaya dolayısıyla da "etik doğruları"nın neden-
koyduğu gerçeklerdir. Bu nedenle Hob- sel zorunluluklarla tanımlı olduklarını sa-
bes'un diiZ!ıte/ep nıbbiimi yaklaşımına gö- vunmuştur. Buna bağlı olarak da eylem
re, etik eğer geçekten güvenilir bir bilgi kurallarının insan doğasının yasaları ol-
yapısı oluşturacaksa, bütün etik savları duğunu; ama özgürlüğün ya da kendini
nın tannbilimc, metafizik spekülasyonla- gerçekleştirmenin, bu yasalara körü kö-
ra ya da Kilise otoritesine başvurmaksı rüne boyun eğmeyip bunlar arasında us-
zın, doğrudan ruhbilim ile biyolojinin sal bir ayıklama yapmayı gerekli laldığını
nesnel yasalarına dayandınlması zorun- bildirmiştir. Spinoza'ya göre kaynağı dı
luluğu \'ardır. Hobbes'un etiğe yaptığı en şarıda olan bütün duygulanımlar özünde
önemli katkılardan biri de usun söyle- kişiyi "edilgen" bir konuma düşürdükle
dikleri ile fizik yasaları arasındaki bi:ış rinden etik bakımdan tartışmasız kötü-
hığu doldurmak amaoyla geliştirdiği "ar- dürler. Kişinin eyleme erkini ellerinden
zu" açıklamasıdır. Bu noktada, her tür- aldıkları gibi kavrama yetisinin yetkinli-
den arzu nesnesini "iyi" olarak, buna ğini de bozmaktadırlar. Bu noktada "etik
karşı her türden arzuyu da belli bir nes- yaşam"ı en iyi biçimde başarmanın yolu,
neye yönelik bedenin içindeki fizyolojik hep bir "etkinlik" halinin deneyimlene-
süreçlerden kaynaklanan bir devini ola- bileceği, kaynağı kişinin kendinde bulu-
rak tanımlayan Hob~s, özgür bir ussal nan duygulanımları çoğaltmaktan; hem
eylemde bulunmanın kesinlikle kişinin mutluluğu hem de erdemi getiren "neşe"
kendi fizyolojik dürtülerine karşı eylem- yle özdeş bir tür düşünsel Tanrı aşkı ya-
de bulunmayı gerekli kılmadığını öne sür- şantısını kurabilmekten geçmektedir. Do-
müştür. Öte yanda Hobbes, asıl önem- ğa ile Tann'yı özdeş olar.ık gören Spi-
sediği siyaset felsefesi alanındaki görüş nozacı "tümtanncılık", beden ile zihin
lerini destekleyecek biçimde, erdemli ya- arasında yapılan ayrımın etik alanda yol
şam yolunun, insanın içindeki "doğa du- açtığı sorunları göstermesi ve bunlardan
rumu"ndan kalan doğal saldırganlığa ket kurtulmaya dönük açıklamalar sunması
vurarak, devletin yasaları ile toplumun bakımından kendinden sonraki etik açık
göreneklerine olabildiğince uygun yaşa lamaları üzerinde çığır açıcı etkilerde bu-
masından geçtiğini dile getirmiştir. lunmuştur.
Yalnızca modem dönemin değil bü- Çoğu yerde modern yararcılığın ku-
tün dönemlerin en büyük filozofları ara- rucusu olarak gösterilen John Locke'un
sında gösterilen Spinoza (1632-1677), E- (1632-1704), "yararcı etik"in özellikle si-
tika adlı başyapınnda Descarıes'ın usun yaset ile toplum felsefesi alanlarındaki a-
her koşulda eylemleri yönetme gücü ta- i;ılımlarını en iyi biçimde ortaya koymuş
şıdığına yönelik savunusu ile Hobbes'un olmasına karşın, tek tek davranışların
kendi içinde bütünlüklü yasalar dizgesi etik bakımdan nasıl ölçütlendirilecekleri
517 etik
üstüne verdiği felsefi çözümlemeleri aynı çekten "kendinden açık doğrular"sa ne-
ölçüde yankı uyandırmaınışnr. Locke, ilk den herkesin benzer durumlarda benzer
iş olarak, Descartes ile Cambridge Pla- biçimlerde davranmadığı sorusu ise Loc-
tonculan'nca önerilen etik yargılarına i- ke'a karşı sıkça dile getirilmiş bir eleştiri
lişkin matematik modeli ile bütün insan dir. Öte yandan, tıpkı Hobbes gibi, "öz-
eylemlerinin ensen amacının hıız olduğu gür istenç" kavramının anlambilgiscl bir
nu, eylemlerin bu temel ölçüte göre de- saçmalık üstüne kurulu olduğunu düşü
ğerlendirilmesi gerektiğini savunan "kla- nen Locke, istencin eyleme geçme karan
sik hazalık"ı birleştimıcyc yönelik ça.lış verilirken zihnin gücüne, özgürlüğün ise
malarda bulunmuştur. An ESStg Co11err- alınan bu eylem kararlarının yaşama ge-
11i11g H11111tm U11JmttmtJi"l, (İnsanın An- çirilmesine karşıbk geldiğini ileri sürmüş
lama Yetisi Üzerine Bir _Deneme, 1689- tür.
1690) başlıklı yapıunda, Descartes ile Öteki xvıı. yüzyıl düşünürlerinin
Leibnizrın "doğuştan düşünceler" öğreti çok büyük bir bölümü, özçıkar ile etik
sini eleştirerek,
bütün bilginin deneye arasında, özellikle verilecek ceza yoluyla
dayandığı ya da deneyden geldiği düşün işlenecek suç karşısında caydıncı olma-
cesinin etik alanındaki yansımalarının i- nın gereğini öne çıkaran, düşünsel bir
zini sürmüştür. Daha sonra, özel davraruş ilİfkİ kurmuşlardır. Bu bağlamda, işlenen
kurallannın "kendinden açık doğrular'' çeşitli suçlar için öngörülen bütün ceza-
dan çıkarsanabildiği bir tümevanm bi- lar, ister tannsal ister doğal isterse de si-
limi olarak, ilk bakışta kendi içinde aç- vil kaynaklara dayandınlrnış olsunlar, ki-
mazlı göriinen bir etik görüşü ortaya at- şinin etik bir yaşantı sürme5inin son çö-
mıştır. Ancak bir başka açıdan bakıldı zümlemede kendi özçıkarı için iyi oldu-
ğında açmazın bütünüyle ortadan kalk- ğu düşüncesinden yola çıkılarak oluştu
tığı görülmektedir. Nitekim Locke için rulmuştur. Ancak bu düşünce tarzı, çok
"iyilik", "adalet", "doğruluk" gibi etik geçmeden, saltinsanınözçıkarı üstüne ku-
tasanmlarının oluşumu doğrudan doğru rıılmuş bir etik anlayışının konulan bütün
ya haz ile acı duygulanımlarının bir sonu- cezalara karşı pratikte işlemediğinin gö-
cudur. Dolayısıyla etik kavramlan dene- rülmesiyle birlikte rafa kaldınlmıştır. Bu
yimden geliyor olmakla birlikte bunlann gelişmenin hemen ardından Shııftesbuıy
kendi aralan ada ki mantıksal ilişkilerin il- (1671-1713) ile Hutcheson (1694-1747)
kece düşünümsel çözümleme yoluyla or- etik yükümlülüğün bütün kaynaklarının
taya çıkanlmalan olanaklıdır. Etik bağ sevgi, acıma, şefkat gibi, yardımseverlik
lamında pek çok bakımdan Hobbes ile ya da iyilikseverlik türünden ötekilerc
benzer görüşler savunan I..ockc, etik ta- yönelik yaşanan olumlu duygularda yat-
rihine en büyük katkıyı etik kavramları tığını öne sürmüşler; insanda ah/4/ıı tlı!J·
nın açıklığa kavuştıırıılmasına olanak ta- (g)11111 adını verdikleri, "ortak iyi"yi sağ
nıyan "kurgusal (spekülatif) bilgileı:" ile lamaya dönük eylemlerden ahnan özgül
"kılgısal (pratik) bilgilcı'' aynmıyla yap- bir doyum bulunduğunu düşünme nok-
mışur. Bu aynma göre, kurgusal bilgiler tasına gelmişlerdir. Söz konusu etik du-
bütünüyle eylemden bağımsızken, etik yarlılığın keşfi, geçmişteki etik kuramla-
kavramlarının da dahil olduğu kılgısal nnın haz yönelimli bca-merkezci. gele-
bilgiler ancak eylemlerin kendilerini ger- neksel bakıfından, ötekilerin yararlannın
çekleştirmek yoluyla cdinilebilmektcdir- gözetildiği öteki-merkezli yeni bir etik
ler. I..ocke'un bu aynmı etik ilkelerinin bakışa geçilmesi sonucunu doğurmuştur.
yaptırım güçlerini temellendirdiği gibi, Etik tarihinde ahlak duyusu tasanmı çer-
doğaüstü kaynaklara gitme gereğini de çevesinde başgöstercn bu kınlmaya bağlı
anadan kaldırması bakımından son de- olRrak kişinin ötekilcrc karşı olan ödev-
rcce önemlidir. Kılgısal bilgiler eğer ger- leri ya da sorumlululdan giderek daha
etik 518
önemli bir konuma taşınnuştır. Yine ay- kendisinde değil doğrudan etik yargıda
nı bağlamda kimi düşünürler de kişinin bulunan kişinin duygularında aranması
kendisi dışından gelecek ödüller ile ce- gerektiğini savunan Hume'a göre bir şey,
zaları önemsemeksizin uygulayacağı, yeri iki ayn nedenden, ya dolaysız bir biçim-
geldiğinde kendisini kurb-m etmeye dö- de güzel olduğundan ya da güzel olan bir
nük bir "içsel etik" yaklaşımının doğru başka şeye ulaşmak için sağladığı yarar-
luğunu savunmuşlardır. Bir tür iizgedlik dan ötürü "iyi"dir. Hume'un bu belirle-
olarak nitelenebilecek bu etik yaklaşımı meye bağlı olarak erdemleri iki ana kü-
na karşı Bernard Mandeville (1670-1733), meye ayırdığı görülmektedir. Bunlardan
The Fable of the Bett (Arıların Masalı, 1705) ilki kişinin kendisine ya da ötekilere a-
adlı kitabında "vicdan" kavramının so~ çıkça yaran bulunan "yeteneklilik", iyi-
runsallığına dikkat çekerek, toplumsal ön- likseverlik", "anlayışlılık" türünden "do-
celiklerin bireyin etiğinin kokuşmasına ğal erdemler" iken, ikincisi kişiye doğru
yol açtığı düşüncesinden hareketle btna dan bir yaran olmayıp dolaylı yollarla
bir etik yaklaşımının üstünlüğünü savun- kendisini iyi hissetmesine yol açan "dü-
muştur. Topluma karşı bireyi temele a- rüstlük", "soyluluk", "adalet" gibi "ya-
lan bu etik yaklaşımın yankılan çok geç- pay erdemler"dir. Dolayısıyla Hume'a
meden Holbach, Schopcnhauer, Kierkc- göre, eylemlerin etik değerlerini belirle-
gaard, Nietzsche gibi fılozof1ırın yazıla menin iki olanaklı temeli ya da ölçütü
nnda kendisini en üst perdeden duyur- bulunmaktadır: nesnel ve ussal kesinle-
muştur. Ahlak duyusu kuramı daha son- ineye açık olan "yarar'' ile öznel ya da
ı-aları David Hanley (1705-1757) ile A- kişisel olan "duygu". Davranışların ah-
dam Smiıh (1723-1 790) eliyle yenilene- laksallığını ceza korkusuyla temellendir-
rek ekonomi kuramına uygulanmış; en me noktasında Hobbes ve Locke'la, bu-
inandıncı biçimini ise Hume'un yazıla na karşı etik yükümlülüğü ötekilere yö-
nnda kazanıruştır. nelik olumlu duygulanımlarla açıklama
Düşüncelerinde Hartley ile Smith gi- noktasında önceki dönem ahlak duyusu
bi dıtJgıım bir etik açıklaması ile yaram bir kuramcılanyla aynı düşünceleri paylaşan
"iyi" anlayışını kaynaştırmaya çalışan Hu- Hume, son çözümlemede adına "ahlak-
me (1711-177 6), etiğe yönelik önemli gö- sal erdem" denilenin adaletin yapay bir
rüşlerinin büyük bir bölümünü A Tl'!'a- niteliği olduğunu ileri sürerek çağdaş fel-
tise of HHman NatHl'!''ın (İnsan Doğası sefede etiğin varlık nedenini soruştur
Üzerine Bir İnceleme, 1739-1740) üçün- maya dek varan "kuşkucu etik" (Niet-
cü bölümü ile An EnqHiry Cannnıing ıhe zsche, Freud ve Marx'ın değişik biçim-
Printiplu of Morals (Ahlak İlkeleri Üzerine lerde kullandığı ahlakın maskesini düşür
Bir Soruşturma, 1751) başlıklı kitabında meye yönelik özgül bakış açısı) anlayışı
onaya koymuştur. Bu yapıtlardan ikinci- nın temellerini atmıştır. Hume'un etik
sinde "iyi'', "doğru'·, ''adalet'', "erdem" yargılannın öznelliğine yönelik açıkla
gibi belli başlı etik kavramlarının
anlam- maları da "ortakgörü sezgiciliği" anlayı
larını bclirgiıiıeştirmeye yönelik üstelik şının kurucuları Thomas Reid (1710-
sorunlanyla ilgilenen Hume, dış dünyada 1796) ile Richard Price (1723-1791) tara-
bunların anlamlannın belirlenmesini sağ 6ndan başarıyla işlenerek daha ilerilere
layacak ne gözlemlenebilir bir olgu ne de taşınnuşnr.
mantıksal bir ilişki olmadığı saptamasın Etik düşünüş, XVIII. yüzyıl -Fransız
da bulunmuştur. Bu- saptamadan hare- Aydınlanması'nda büyük ölçüde İngil
ketle etik terimlerinin işlevlerinin karşılık tere'deki gelişmelere koşut bir evrim
geldikleri birtakım niteliklerle ya da iliş çizgisi izlemiş olmakla birlikte, Fransız
kilerle açıklanamayacağını, bunların an- Aydınlanmacı düşünürlerinin gerek İn
lamlarının etik yaı:gıya konu nesnenin giliz gerekse de Alman uğraşdaşları ora-
519 etik
nında güçlü etik düşünce gelenekleri o- bes ve Machiavelli ile ba~ayan "düzenle-
luşturıunadıkları gözlenmektedir. Kuşku yici etik değerler" savunusuna dizgeli bir
suz bu durumun başlıca nedeni, etik ko- yapı kazandırmışur.
nular üstüne odaklanan düşünsel enerji- Kant (1724-1804) ile birlikte etik ta-
leriİıin çok büyük bölümünü siyasal so- rihinde tam bir devrim gerçekleşmiştir.
runlara kilitlemiş olmalarıdır. Bu döne- Salnk, tümel, koşulsuz bir "ahlak yasası"
min etik bakımdan verimsiz olarak geçi- nın kaynağı olarak gördüğü "pratik us"u
rilmesinin bir diğer nedeni de Aydın "kuramsal us"un kalıntılanndan kurtar-
lanma düşünürlerinin, geleneksel fClsefe mak amacıyla yola koyulan Kanı, söz
erdemleri "açıklık" ve "tutarlılık" yerine, konusu ahl:ik yasasının dışsal bir yetkeye
daha büyük bir erdem olarak gördükleri başvurularak kavranamayacağı saptama·
"retorik bakımdan etkililik" adına yazmış sında bulunmuştur. Kant'a göre ahlik
olmalarında yatmaktadır. Aydınlanma ta- yasası, kendisinden alınacak hazzı ya da
sansı çerçevesinde adları en çok geçen kendisinden gelecek yaran gözetmeksi·
Volı.aire (1694-1778) ile Rousseau (1712- zin salt kendisi için istenmesi gereken us
1778), dinsel boş inanlara olduğu kadar kaynaklı özerk bir yasadır. Ahlak yasası·
Descartesçı usçuluğa da kesin bir dille · run sesini dinleyen yalnızca bu tür bir
kıırşı çıkıırak sağlam uslıımlamalara da- istencin "iyi" olduğunu bilerek yaşamına
yalı düşünceler yerine Aydınlanma'run ona göre yön verecektir. Kant'ın etik
ilerlemeci, · bilimci., usçu değerlerini so- dizgesi en genel anlamda birbirini des-
nuna dek savunan Romantik biçemli ye- tekleyen üç sorun öbeği üstüne kurul-
ni bir popüler etik söylemini dolaşıma muştur: (i) etik deneyim olgulannın ince-
sokmayı başarmıJlardır. Bu bağlamda ö- lenmesi;. (ıi) etik yargılannın mantığının
zellikle Rousseau'nun "toplum sözleş çözümlenmesi; (ıii) etik yargılarda varsa·
mesi" düşüncesi temelinde genel istence yılan metafizik ilkelerinin formüle edil·
dayalı değerlerin varlığından söz etmesi mesi. Gnı11Jltgımg Z!"' Muapi?JsiJ!. Jer Sitlell
etiğin felsefi tarihi içinde atılmış son de- (Ahlak .Metafiziğinin Temellendirilmesi,
rece önemli bir adımdır. Bir başka Ay- 1785) başlıklı kitabında Kant, upkı Reid'
dınlanmacı düşünür Diderot (1713-1784) ın fılozoflann spekülasyonlanyla çarpı·
ise yerleşik ahlak karulan ile din öğretile nlmamış ortakgörü düşüncesinde dillen·
rine yönelik etkili eleştiriler sunmuş olsa diıdiği gibi, "ödev"in özce hazdan da ya·
da daha çok Platon'dan beri felsefe yazı rardan da ayn olduğunu, "al:ılaksal er-
nının görmediği yazınsal yenilikleriyle a- dem"in ya da "iyi istenç"in bütün öteki
dından söz ettirmiştir. HelvCtius (171 S- değerlerin kendisine dayandığı. en yüksek
1771) ve Holbach (1723-1789) gibi An- değer olduğunu bildirmektedir. O ne-
siklopedici.ler de sonraki dönemlerin etik denle, bir eylemin değeri ne yol açuğı
tartışmalannda sıklıkla üstünde durula- sonuçlara bakılarak ne de gc:tirdiği ya·
cak birtakım yeni kavramlar ve ilkeler radar gözetilerek değerlendirilebilir. Ey-
geliştirmişlerdir. Bununla birlikte Aydın lemlerin etik değerlerini asıl belirleyen
lanma düşünürleri arasında etik açısın eylemde bulunan kişinin niyeti, yani o
dan Montesquieu'nün (1689-1755) ayn eylemle hangi değerin gerçekleştirilmesi
bir yeri ve önemi bulunmaktadır. Nite- nin amaçlandığıdır. Kant'ın bu çerçeve-
kim etik değerlerin her durumda top- de temellendirdiği en önemli etik tasa·
lumsal ve tarihsel bir doğalan bulundu- nmı, en iyi ifadesini "Öyle davran ki
ğunu açıklıkla gösteren düşünür, "yasala- kendi eyleminin herhangi. bir zamanda
nn tini" düşüncesi çerçevesinde toplum- ve yerde herhangi bir kimse için de ev-
sal pratiklerin değişimine bağlı olarak ye- rensel bir yasa düzeyine çıkanlmasını is·
ni yasaların yapılması gereğini vurgula- teyebilesin" savsözünde bulan "*koşul
mıştır. Bu vurgusuyla Montesquieu, Hob- suz buyruk"tur.
etlriletimcilik 520
ceğini, ahlik felsefesinde ise bir eylemin karşılık gelmektedir. Sözcük haflarda ta-
doğruluğunu belirlerken eylemin edimsel şıdığı kişinin iyi bir alınyazısına sahip
ya da etkin sonuçlannın değil olması u- olması şeklindeki dinsel anlamından git-
mulan, olası sonuçlannın göz önüne a- tikçe uzaklaşarak, zamanla hem insanın
lınması gerektiğini savunan "olasıahk"ın dış koşullara göre kendini mutlu kılması
(Jlrobdbilislli) kaışı ucunu temsil eder; Ay- hem de bu anlamda insanın içinde taşı
nca bkz. olanakçdık; olasıcdık. 2. İtal dığı, ruhunda yaşayan bir güç t'mutliı
yan felsefeci Giovıınni Gentile'nin (1875- luk") şeklinde anlaşılmışur. Sokrates ön-
1944) Hegel'den yola çıkarak geliştirdiği,. cesi felsefede, sözgelimi Demokritos'ta,
"etkinci idealizm" olarak da bilinen öz- atıiaİmO#İll bütünüyle insan ruhuna özgü
nelci idealist felsefesine verilen ad. Ayn- bir şey olup dış koşullardan, yaşamın ge-.
cıı bkz. Gendle, Giovanni. tirip götürdüklerinden bağımsızdır. Sto-
aalara göreyse mutluluğ.l ancak doğayla
etkiaöz edimi ~ng. per/Ott11itmary Mt, Fr. uyum içinde yaşanırsa ulaşılabilir; bu
am }JIT1o&11t11irr, Alm. priummiinr ah] yüzden 111ılaimoma tek başına bir erek (tr-
Söz edimleri kuramına göre, bir tümce loi) değil, uyumlu yaşamanın doğal bir
sözcelediğimiz smıda yerine getirdiğimiz sonucudur. Platon için yalnızca adil o-
edimsöz edimlerinden farklı olarak, bir lan, doğru yaşayan insan mutlu olabilir
tümce sözceleyerek, bilerek ya da bilıne (Dwflı, 353b-354a); böylece "iyi"yi en "i-
den yerine getirdiğimiz edimler. Bunlar yi" yaşayan en büyük muduluğ.l erişmiş
dinleyenin duygulannda, tutumlannda, olac~tır (Yatahr, 664c). Aristoteles'e gö-
davranışlannda bir değişildik yaratırlar. re de atılaimoma insanın yaşamındaki en
Örneğin önünden geçtikleri evin bahçe- iyi, en soylu, en çok istenilen şey olarak
sinde bir köpek olduğunu bildirmek için zirvededir; "mutluluk", insanın en son
Konuşanın sözcelediği 'Bahçede köpek ve en yüksek ereğidir (NWıma/ehos'a E-
var' tümcesinin Dinleyenin korkup kaç- tilt., 1095a, 1097a-b). Böylece, özellikle
masına yol açması böyle bir edimdir. Sokrates sonrası felsefede, e11ılaimoma vaz-
Edimsöz edimleri uylaşımsal (kurala da- geçilmez bir kavram olarak yerini almış
yalı) olduğu halde, etkisöz edimleri uyla- tır. Aynca bkz. mutçuluk; summum bo-
şımsal (kurala dayalı) değildir. Bu yüzden num.
Konuşan istediği halde 'Bahçede köpek
vıır' tümcesini sözceleyerek Dinleyenin eudaimonizm bkz. mutçuluk.
korkup kaçması sonucunu elde edeme-
yebilir, ya da istemediği halde Dinleye- eugenela (Yun.) İlkçağ Yunan fdsefe-
nin korkup kııçmasına yol açabilir. sinde, özellikle de Aristoteles'te, "soy-
luluk" ya da "asalet" anlamında kullanı
etymon (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesin- lan terim.
de, özellikle de Stoacı dilbiliminde, "bir
sözcüğün doğru ya da gerçek anlamı" Euhemeroıçuluk ~ııg. Bllhe11111"İ1111", Fr.
için kullanılan terim: kökenbilgisi ya da E11himirismr, Alm. E11htmlrism111] Söylen-
kökbilim (etimoloji). bilgisindeki tannlann yalnızca tıınnlaşu
nlmış ölümlüler -büyük insanlar, kahra-
eudaimonla (Yun.) İlkçağ Yunan felse- manlar, savıışçılar, vb.- olduğunu, insan-
fesinde "mutluluk"; her şeyin yolunda lann bu kişilere karşı besledikleri hayran-
gittiği "iyi olma hali" anlamında kullanı lıkla karışık korku ve saygının kendi elle-
lan bu terim, Eski Yunanca'da insanın riyle kendi tannlannı yaratmalarına yol
yazgısını bcliı:leyen, yaşamını kuşatım açtığını ileri süren Eski Yunan düşünürü
güç anlamına gelen *Jaimo,,'dan türetil- Euhemeros'un öğretisi. Bu öğretiye gö-
miştir ve "iyi bir ıitıimoıla sahip olma"ya re, tanrılık kauna çıkanlan ölümlüleri de
Eukleides [Megaralı] 522
nık''tur. Kant'ın "*ödev etiği"ne göre bu da kendi içiriden oluşan değişmeye veri-
buyruğa uyan ilkeler evrenselleştirilebilir, len ad. Bu genel anlamıyla evrim, dış
dolayısıyla da ahlaken kabul edilebilir il- nedenlerle belirlenmiş bir değişmenin
kelerdir. Tannbilimde ise evrenselcilik za- karşısında yer alır; evrimde belirleyici o-
manı geldiğinde Tanrı tarafından herke- lan oluşumu baştan sona sürdüren bir iç
sin ayrımsız korunacağı ve istisnasız biı ne<lendir.
tün insanların kurtuluşa ereceği düşün 2- Başlangıçta gizli olan bir ilkenin,
cesine karşılık gelir. Origencs ve Schlei- yavaş yavaş kendini gerçekleştirip so-
ermachcr tarafından savunulan bu görüş nunda ortaya çıkması şeklinde beliren
cehennemin öncesiz sonrasız olduğunu gelişme; değişme üirlerinden biri olal".ı.k,
savunan gelenek.~d Hıristiyan tannbili- yavaş yavaş ya da evre evre, ayırdına bile
miyle çelişir. Aynca bkz. altın kural; ko- vanlmacbn gerçekleşen cleğişim. Bu ;ın
ıulsuz buyruk. L1mda da evrim, bir yandan "aynı kal-
ma"ya bir yandan da kesik kesik, sürek-
evrentanımazcılık [İng. arosmisnt; Fr. liliği olmayan ani değişmeye karşıttır; ev-
arosmisme; Alm. aktısmimıu.ıj Eski Yu- rim öğretisini savunanlar, sıçramalı ya da
nanca'da olumsuzluk bildiren a· öneki ile aulımlı olarak bir tiirden öbür türe ge-
"evren" anlamına gelen rosmoltan türe- çildiğini öngören değişim anlayışına (de-
tilmiş terim. Evrenin varlığını yadsıyan, ğişinimcilik) sıcak bakmazlar.
evrenin yalnızca bir görünüş ya da yanıl 3- Biyolojide, doğal çevreleri göz ö-
samadan ibaret olduğu şeklindeki öğre nünde tutularak, tüm canlı varlıklar ara-
tiyi savunan felsefe konumu; dış dünya- sında bir canlıyı diğerlerinden ayıran bi-
nın gerçekliğini tanımayan, evrenin hiç- çimsel ve yapısal özelliklerin şekillen
bir gerçeklik taşımadığını ileri süren mesi sürecinde geçirilen bir dizi değişim
felsefece görüş. olayına verilen .ad; türler arasında yalın
Sözgelimi Hegel, Tanrı'yla Doğa'yı dan karmaşığa geçiş ya da dönüşüm sü-
özdeşleştiren Spinoza 'nın felsefesini ni- reci; türdeşlikten ya da birtürdenlikten
telemek içiri "evrentanımazcılık" terimi- aynşıklığa ya da ayntürdenliğe bölünme.
ni yeğlemiştir. Hegel'e göre, Spinoza tek Bu bağlamda, biyolo~de tüm türlerin,
tek şeylerin gerçek varoluşunu yok say- tüm organik biçimlerin birbirinden türe-
dığı ve doğanın ya da evrenin varlığını diğini benimseyen; bu türler arasındaki
Tanrı'nın varlığında gördüğü (ya da O' farklılıkların doğada uzun bir zaman di-
nun varlığında erittiği) içiri tam anlamıy limi boyunca birbirini izleyen değişimler
la "evrentarumazo"dır. Hegel1e birlikte sonucu ortaya çıktııtıru, ıüm hayvan ve
kökleşen bu tartışmalı yonım, bir başka biıki ıürlerinin köklttıni daha önce ya-
tarnşmalı yoruma; Spinoza'nın kimileri- şamış olan türlerden almış olduğunu öne
nin öne sürdüğü gibi bir "tümtanncı" ya süren kurama tıJrim /plrann adı verilir.
da Tann'nın varlığını askıya alan bir Evrim kuramı, doğada hüküm süren bır
"tanntanımazcı" değil de yalnızca ve yal- sürek.lilik olduğunu, canlılar dünyasında
nızca evrenin varlığını yadsıyan bir "ev- bir kopukluk yaşanmadığını, yalın, basit
rentaıumazo" olduğu şeklindeki görüşe yapılı türlerden daha yüksek yapılı tür-
yol açmıştır. lere doğru bir evrim yaşandığını savu-
nur.
evrim [İng. evolulion; Fr. ivrıltıtiolT, Alm. Bunun dışında, tek tek felsefe tari-
evolution, enfllfİç/d1111g, es. t. trkômii4 1- Za- hinde yer etmiş felsefe akımlarına ya da
man içiride gerçekleşen "değişme"ye ya fılozoflara bakıldığında, "evrim" kavra-
da "gelişmeye"ye neden olan süreciri bir mııun birçok farklı ve özgül anlamda
yorumu olarak; birdenbire olmayan, a- kullanıldığı görülür. Sözgelimi, diyalektik
dım adım ilerleyen ve kendiliğinden ya ve tarihsel maddecilik, Alman idealizmi
525 e..- nihilo nihil fit
ile Hcgcl'in yorumuyla ele aldığı "evrim" XIX yı1zyılın sonları ile X:X. yüzyılın
kavramııu, nitelikçe değişme anlamın başlarına rıı~tlar. Bu dönemde Aydınlan
daltl "devrim"lc ilişkilendirir. Nietzsche mıı felsefesinin bilime (aklın yoluna) ve
ve Bergson ise evrimi "bulucu, sınayıcı, "ilerleme"ye duyduğu sarsdmaz inancı
yeni yarana oluş" anlamında kullaıurlar. arkasına alan evrimcilik, evrim. kuramı
Aynca bkz. Daıwiİı C. R.; Danvin- nın bilim alanında kazandığı. başarıya
cilik; değifinimcililc; dönütümcrdük; öykünerek, toplumsal yaşamda gözlem-
Lamarckçılık; Spencer, Herbert. lenen değişimlerin ya J" "ilerlemeye yol
açan gelişmeler"in altında, zaman içinde
evrimci bilgikuramı bkz. biyoloji fel- kendiliğinden, adım adım gerçekleşen bir
sefesi. evrimin yattığııu ileri sürmüş; toplum-
daki ilerlemenin çoğu kez zorlamaya da-
evrimci etik ~ng. e1JOIHtiot1ary etbia; Fr. yalı devrim yoluyla gerçekleştiği savııu
etbiq11e iwlutiotıırairr, Alm. evolıtliotıiin el- yadsınuşur. Toplumsal değişimin ileriye
bik] Ahlak felsefesinin ilkelerini evrimci doğru olduğunu evrimci görüşe ya~na
öğretinin ortaya attığı kavramlarla ("do- rak savlayan evrimcilik, doğada hüküm
ğal ayıklanma", "güçlü olaıun ayakta siiren \'arkalma mücadelesini toplumdaki
kalması" vb.) terne1lendimıeye çabşan, rekabet ortamına uygulayarak güce daya-
ahlıiki ölçütleri belirlemek için evrim ku- lı eşitsizlikleri temellendirebilcccğini dü-
ramına yaslanan ahlıik anlayışı. Evrimci şünmüştür. Oysa ki Darwin'in biyoloji-
etik, insaıun nasd davranması gerektiğine deki evrim kuramına göre, doğal türler
ilişkin ahlıik ilkelerini, insaıun fiziksel doğal ayıklanma yoluyla değişip evrim
doğasına ve doğada varolan düzeneğin geçirmekteyse de bu sürecin kesinkes i-
yasalanna dayandırarak açıklamaya girişir. leriye doğru olması zorunlu değildir. Ev-
XI:X. yüzyd sanlan ile X..X. yüzyd rimciliğin belirlenimci evrim öğretisinde
başlannda filizlenen evrimci etik, hem ise insan toplumlan hep gelişmek zorun-
ahlak felsefesindeki "olan/ olması gere- daydı; değişimin yolu ileriye doğruydu;
ken" ayrımııu yok saymakla hem de in- değişim toplllmun daha çok uygarlaşma
diı:gemecilikle suçlanarak eleştirilmiştir. sına, ahlaki açıdan iyiye gitmesine hizmet
Aynca bkz. biyoloji felsefesi; Darwin- ediyordu. Bu yüzden, Herbert Spcnccr'
cilik. ın başııu çektiği bu anlayış twimd olgu-
culuk olarak da bilinir. Aynca bkz. Dar-
evrimcilik (İng. evol111irmiS111; Fr. rPOlrttiu- wincilik; Spencer, Hcrbert.
11isınr; ,\im. eı""1ııio11iS1n111; es. t. trknmii-
f!urt) Tüm varlıkların genel gelişmf' )':!- e..- nihilo nihil fit (l ..ııt.) Or~çıığ lelse-
sası olar.ık "evrim'"i benimseyen, doğada fesinde, özellikle de ıanrıbilimde, Tanrı'
olduğu üzere her yerde bir evrim ya- ıun varolan her şeyi yoktan var ettiği
şandığııu, gelişmenin ya da dönüşmenin (•.natio e.-.: 11ibilo) öğretisini çürütmek için
evrim yoluyla gerçekleştiğini savunan öğ kullaıulan "hiçten hiçbir şey çıkmaz" ya
reti. Evrim öğretisini maddeden düşün da "yoktan yok çıkar'" anlamındaki La-
ceye, insan zihninden insan toplulukla- tince deyiş.
nna kadar gerçekliğin tüm alanlanna ya- Bu sözün kökeni M.Ô. VI. yüzyılda
yan, tüm bir evrenin "evrimin gözüyle o- yaşamış olan lirik Yunan ozaıu Alkacus'
kunması"nı öne süren görüş. un bir fragmanına kadar uzaıur: ontlen ek
Kimi yorumcular evrimciliğin köke- oııtlenos 1111oito. Bu deyişi, yani hiçbir şeyin
nini, felsefece düşünmenin hemen her yoktan var edilemeyeceği görüşünü fel-
noktasında yapdabileccği üzere, ilkçağ sefelerinin çıkış noktası yapan Sokratcs
Yunan felsefesine kadar geri götürmüş öncesi doğa felsefesi döneminin fdozof-
lerse de bu öğretinin asd ortaya çıkışı lan, daima varolan bir "ilk madde'"; ya-
Existenz 526
ratılmamış, öncesiz sonrasız bir "'ark.he pılması gerekir. Ancak "nefes alıp ver-
arayışına girmişlerdir. me" örneğinde olduğu gibi kişinin her
yaptığı şey eylem sayılamayacağı gibi, ki-
Existenz (Alm.) bkz. Jaspers, Kari. şinin salt bir şeyler yapıyor olması da o-
nu eyleyen kılmamaktadır. Bir şeyin "ey-
Existenzerhellung (Alm.) bkz. varoluş lem•· diye adlandırılabilmesi için onada
aydınlanması. bir amaan, bir yii11tliniın olması gerekir.
Nitekim istemli eylemlerin (bedensel) re f-
e.Yperimentum crocis (Lat.) [İng. mtdtJ! lekslcrden ya da tepkilerden farklı olarak
e>.ptriment, Alm. mtscheidemks e:xperi111t11t] eyleyenin yönelimi sonucunda oluştuğu
Bilimsel bir varsayımın doğruhığunu ya konusunda eylem kuramcıhırı arasında
da yanlışlığını kuşkuya yer bırakmaksızın genel bir düşünce birliği söz konusudur.
belirleyen; birbirine rakip kuramların ay- Bu bağlamda kimi eylem kuramcıları "ey-
nı konu üzerine öne sürdükleri varsa- lemler" ile "yapıp etmeler'' arasında kes-
yımların arasından hangisinin doğru ol- kin bir ayrıma gitme gereği duymuşlar
duğunu kesin bir dille tanıtlayan deneyi dır. Bu ayrıma göre yapıp etmeler, her
nitelemek için kullanılan terim: "canalıcı ne kadar belli etkiler ve sonuçlar doğur
deney". Terimin kökeni Francis Bacon' salar da, bunlar tasarlanarak, bile isteye
ın No1111111 Oı;gan11111'da (1620) kullandığı onaya konmuş sonuçlar olmadıkları için
instaııtia C111tis ("canalı~ı örnek') terimine eylemlerden ayndırlar. Hiçbir eylem ey-
dayanmaktadır. leyenin zihninden bağımsız olarak düşü
nülemeyeceği için eylemlerin özsel bile-
eylem [ing. aaioır, Fr. adion; Alm. hand- şenleri arasında zihinsel/ ruh bilimsel ö-
hmg-, Yun. praksir, Lat. adİIJ; es. t. ji~ bkz. ğelerin ya da süreçlerin bıılunması da
eylem felsefesi. eylemleri yapıp etmelerden ayırarak başlı
başına bir araştırma konusu kılan bir
eylem felsefesi [İng. philosopl?Y of aı:tio11; başka önemli etkendir. Bu bağlamda, us-
Fr. philosophie tl'aı:tiorr, Alm. hantl/11ngrphilo- sal eylemlerle usdışı eylemler arasındaki
sophie] Eylemin varlıkbilgisel yapısının, ayrırnın temellendirilmesinde başvurulan
eylemin doğduğu sürecin ve eylemin a- kaynaklardan biri de Aristotdes'in prak-
çıklanma biçimlerinin çalışılmasına yö- sis (eylem) öğretisinde öne sürdüğü "is-
nelik olarak "Bir eylemi eylem kılan ne- tenç güçsüzlüğü" ("t1krıtsi11) kavramıdır.
dir?", "Eylemler birbirlerinden nasıl ay- Eylem felsefesi daha özdde ise Fran-
nlabilirlcr? .. , "llssal eylemleri usdışı ey- sız filozof Maurice Blondel'in (1861-
lemlerden ll}ınrken başvurulacak ölçüt- l'J49) Yeni Platonculuğun klasik öğretisi
ler nelerdir?'' türünden sorulara yanıt a- ile modern pragmacılık düşüncesini Hı
rayan felsefe dalı. Eylem felsefesi varlı ristiyanlık temelinde biraraya getirdiği,
ğını iki tür ilgiye borçludur. Buru.ardan insan eyleminin yaradancı ardyöresine yö-
ilki metafiziğin ve zihin felsefesinin do- nelik felsefesine verilen addır. Fdsefeyi
ğal dünyaıun nedenselliği içinde etkide insan eylemlerini ve insaıun güçsüzlüğü
bıılunabilen düşünen bir varlık olarak in- ile İsteklerinin fazlalığı arasındaki denge-
sanın konumuna yönelik ilgisi, diğeri de sizliği anlamanın bir aracı olarak gören
ahlak ve hukuk felsefelerinin eyleyen bir Blondel, L 'adion (Eylem, 1893) adlı ya-
varlık olarak insanın özgürlüğü ve so- pıtında insanı eylemlerinin oluşturduğu
rumluluğu konularına duyduğu ilgidir. nu, insanın düşüncelerine göre değil ey-
Eylem kuramalan işe "Eylemleri di- lemlerine göre değerlendirilmesi gerekti-
ğer olaylardan ayıran nedir?" sorusunu ğini savunur. Blondd'e göre kendisini
yanıtlamaya çalışarak başlarlar. Bir eyle- eylemede ortaya koyan her türden istenç
min söz konusu olması için bir şey ya- güçsüzlüğü, eylemlerimizle istemelerimiz
eytİ.fimıel özdekçilik
tık dizgesinin içsel" olan zorunluluğunu sel enerjinin ve gücün kaynağı Kutsal Us
örnek almıştır. Far.lbi'nin türüm şeması ya da bir başka deyişle Tanrı'dır.
nedensel etkileşim için temel bir eğreti Farabi; görevlerini eylem, anlama ve
leme sunduğu denli bütün nedensellik algılama diye sıraladığı ruhu ise bitkisel,
için de bir düşünce kalıbı sunar. Nitekim hayvani ve insani olmak üzere üçe ayırır.
türüm şemasında bütün varolaıılar, bü- Bitkisel ruh bireyin yetişmesi, gelişmesi
tün "mevcut" olanlar, neden ve sonuç ve soyunu sürdürmesi görevlerini; hay-
arasında zorunlu bir bağlantı kuran dü- vani ruh duyulan kullanma ve eylemde
şünsel bir içsellikle birbirlerine bağlanan bulunma görevlerini üstlenmiştir. İnsani
ara etkiler aracılığıyla ilk nedene dayalı ruh ise güzel ve yararlı olanı seçmekle
olarak kavranırlar. görevlidir. Farabi farklı parÇalardan olu~
Fariibi'nin daha çok Aristoteles'e da- sa da ruhun enson amaç olan mutluluk
yandığı varlıkbilgisine geri dönersek, Fa- için uğraşan bir bütün olduğunu öne sü-
r.1 bi usu "pratik" ve "kuramsal" olarak rer. Sözgclimi bitkisel ruhun sağladığı
ikiye ·ayırır. Pratik us yapılması gereken- beslenme, gelişme ve üreme olmalmzın
lere ilişkin usyürütme kısmı iken kuram- hayvani ruh görevlerini yerine getiremez;
sal us ruhu yetkinliğe yönlendiren kısım aynı şekilde hayvani ruh da yukansındaki
dır. Farabi usun bu kısımlaruu tanımla ussal insani ruhun görevlerini yerine ge-
ma girişiminde ise usu altı büyük katego- tirmesine yardımcı olur.
riye ayırır. Birincisi "basiret" (sağgörü) İslam felsefecileri bilginin olanaklı ol-
ya da "ayın etme yeteneği"dir; iyi yöne- duğu konusunda hemfikirdirler. Bilgi,
limli eylemlerde bulunan birey bu yete- maddi olmayan formların, saf özün ya
nek aracılığıyla tanımlanır. İkincisi "sağ da şeylerin doğasını oluşturan tümellerin
duyu" diye tanımlanan şeydir ki 'açıklık' duyu, us ve düşünme aracılığıyhı kav-
ile 'doğrudan tanı(n)ma' gibi yananlamla- ranmasıdır. Usun madde olmay:ın şeyle
n da içinde banndırır. Üçüncüsü doğuş rin bilgisi için genelde duyulara dayandı
tan gelen "doğal algılama"dır. Dördün- ğını savunurlar. Aynı yoldan ilerleyen Fa-
cüsü "bilinç" olarak tanımlanabilir; bu ci.bi, maddi formların kutsal dünya tara-
iyi ile kötüyü ayırmada bize yardım eden fından sağlanan maddi olmayan formla-
yetidir. Altı usun en önemlisi olan be- rın kavranmasının yolunu hazıtladığını
şinci usun dört ayn biçimi vardır: ola- savunarak nadir durumlarda kutsal dün-
naklı us, edimsel us, edinilmiş us ve ey- yanın duyuların hiçbir yardımı olmaksı
leyen ya da etkin us. Varolan kendilikle- zın maddi olmayan formları insan usuna
rin formlarını soyutlama yetisine sahip sunduğunu öne sürer. Bunu söylerken
olan olanaklı us Juyu verilerine ulaşarak İslam felscfcsinJcki bilinen ve bilinme-
edimsel us haline gelebilir ama bunu an- yen düşünceler aynmına dayanır. Buna
cak etkin us aracılığıyla yapabilir. Edim- göre bilinen düşünce zihin taratindan
sel us dış dünyaya bağımlı kalmaksızın etkin olarak kavranırken, bilinmeyen dü-
kendi üzerine düşünebilen ustur. Edi- şünce olanaklı olarak kavranmaktadır. Bi-
nilmiş us usun maddeyle ve duyu nes- linen düşünceler kendiliğinden açık olup
neleriyle bağlantısı olmayan soyut form- edinilmişlerdir. Kendiliğinden . açık dü-
lara sezgi yoluyla ulaşabildiği düzeydir. şüncelerin dışındaki düşüncelerse bireyin
Bu dön ustan sonuncusu ve en önemlisi zihnine görecedirler. Farabi, karşıtfarını
olanaklı usu etkin hale getiren, başka bir düşünmek olanak~t7. olduğundan, kendi-
deyişle olanak halinde kavranabilir olanı liğinden açık düşünceleri zihin tarafın
etkin halde kavranabilir yapan "etkin us'' dan yadsınmayan, alışıldık, iyi bilinen
tur (akl-ı fa'a~. Etkin us insan zihnindeki bilgi olarak tanımlar. Bu yüzden düşünce
olanak İıalindeki düşünceyi etkin hale nesnelerinden yalnızca bilinmeyenler a-
getirir. Usların altınası ise bütün düşün- mştırma konusudur. Bilinmeyen nesne-
Fiıibt 530
!erin sayısı azaltılarak bilgi artırılabilir; Dinden çıkmış kentin halkı Tanrı'nın gös-
bu, duyular ya da kuramsal usLm yanı tercliği hakikati gözden ırak tutarak ba-
sıra etkin usla da gerçekleştirilebilir. tağa saplanmıştır. Günaha girmiş kentte
Farabi'nin siyaset felsefesi alanındaki ise halk sahte peygamberlerin peşine ta-
en önemli yapıtı kısaca Medinet-ii/.FaZfla kıldığından iyinin ne olduğunu hiçbir
(Erdemli Kent) olarak bilinen Kitabı .ft zaman öğrenememiştir.
Mabadi Ara-u Ehl-il-Medinet-iif.FOZJla'dır Bu noktada Fiirabi'nin ahlak kuramı
(Erdemli Kentin Sakinletinin Görüşleri). üzerinde de durmak gerekir. Farabi er-
Bu yapıt Platoncu temalar içerse de Pla- demleri ahlaki ve düşünsel olmak üzere
ton'un Dev/elinin birebir bir kopyası de- ikiye ayırır. Ahlaki erdemler ruhun er-
ğildir. Bu, özellikle F:irabi'nin Birinci U- dem !eri ya da yetileri olup ölçülülüğü,
sun ve daha sonra da "Birinci''den "İ ces.ıreti, özgürlüğü ve adaleti içerirler.
kinci"nin nasıl türediğini anlattığı bö- Düşünsel erdemler ruhun ussal kısmının
lümlerde çok açıktır. Yıne de Farılbi'nin mükemmellikleridir ve pratik usyürüt-
kitabın diğer bölümlerinde bir yönetici meyi, iyi yargıyı, bilgeliği ve doğru anla-
için zorunlu olduğunu belirttiği nitelikler mayı içerirler. Ffoibi'nin ahliik kuramı
Platon'un sıraladığı niteliklere oldukça nın dikkat çekici bir yönü de kötüli:iğe
benzemektedir. Yönetici kendisini yetiş ilişkin savlandır. Farabi kötülük tartış
tirmiş olmalıdır; iyi bir konuşmacı olma- masında kötülüğün bu dünyada bulunan
lıdır ve ruhu etkin usla birleşmiş olmalı hiçbir şeyde varolmadıği yollu Yeni Pla-
dır. Güçlü bir fiziğe, iyi bir anlama gü- toncu görüşü savunur. Kötülük yalnızca
cüne ve belleğe sahip olmalı; öğrenmeyi insan eyleminin bir yüklernidir. Farabi
ve hakikati sevmeli; bu dünyanın nimet- bu noktada en yüksek erdem olan bilgiyi
lerindense uzak durmalıdır. Görüldüğü sağladığından, usun iyi ile kötüyü ayırt
üzere Farabi'nin ideal yöneticisi Platon' edebileceğini ve insanların davranışlarını
un "*filozof kral"ına oldukça benzemek- değerlendirme gücüne sahip olduğunu
tedir. Ama Farabi'nin siyasal bir görünü- savunur.
me büründürdüğü nübüvvet (peygam- fütetik bağlamında ise diğer İsliim
berlik) öğretisine dayanarak ülkülcştir felsefecileri gibi özellikle duyulur ve dü-
diği yöneticisi, ruhu etkin usla bütünleş şünülür güzellik arasındaki farklılık üze-
miş olduğundan, Tann'nın lütfuyla ga- rinde duran Farabi, düşünülür güzellik
ipten haber verme gücüne de sahiptir. kavramını Tanrı'nın adlan ve öznitelikle-
Farabi, dönemindeki siyasal yapıyı da ri kapsamında ele alarak Tanrı'nın kutsal
de aldığı Medinet-iil-FaZfla'da kendi ülkü- adları arasında "Güzellik" ve "Görkem"i
sel erdemli kentinin güzel bir betimle- de saymıştır. Farabi bu terimlerin çağrı
mesinin yanı sıra bozulmuş ve yozlaşmış şımları duyusal olsa da bütün şeylerdeki
dört tür kentin de betimlemesini verir. güzelliğin birincil olarak varlıkbilgisel ol-
Farabi'nin usun hüküm sürdüğü erdemli duğunu savunmuştur: "enson mükem-
kenti, halkın bütün içtenliğiyle iyiliğin ve melliğe ulaşan daima daha güzeldir." Bu
mutluluğun peşinden koştuğu, "erdem varlıkbilgisel uslamlamadan yola çıkan Fa-
bolluğu" yaşanan bir kenttir. Far:ibi'nin t-.ibi varoluşu en mükemmel olan Tan-
tanımladığı yozlaşmış ve bozulmuş dön n'nın varlıkların en güzeli olduğu sonu-
kent ise şunlardır:· bilgisizlik kenti, yolu- cuna ulaşmıştır. Ona göre Tanrı'nın gü-
nu şaşırmış kent, dinden çikmış kent ve zelliği ilineksel değil tözsel olduğundan
günaha girmiş kent. Bilgisizlik kentinin diğer bütün güzellikleri aşar. Tann'nın
halkı hazlar t.arafından baştan çıkanlmış güzelliğinin kaynağı kendi tözüyken, ya-
olduğundan onlar iyiyi aramazlar. Yolu- ratılmış güzellik kendi tözlerine sahip ole
nu şaşırmış kentte halk yürüdüğü doğru mayan ilineksel ve fiziksel niteliklerden
yolu bırakarak yanlış bir yola sapmıştır. türer. Bunun yanında Farabi haz ve gü-
531 fazlahk (taşırılık) doğruluk kuramı
zcllik arasındaki yakın ilişkiden söz aça- nımını yöneten kuralları bulmaya çalışır
rak Tanrı'nın hazzının bizim kavrayışı ken, mantığın herhangi bir dilin kullanı
mızın ötesinde olduğunu öne sürer. Haz, mını yöneten kuralları sağladığını ·savu-
güzelliğin algılanmasına ya da kavranma- nur. Farabi'ye göre doğal dilin arkasında
sına bağlıdır; neyin güzelliğinin algılandı da mantık yattığından, mantığı anlamak
ğına bağlı olarak da artar ya da azalır. doğal dili anlamaktan daha önemlidir. Ni-
Facibi'ye göre Tanrı varlıkların en güzeli tekim mantık bütün dillerin altında yatan
olduğundan ve "Bir'" oluşu kendi ken- ortak özellikleri inceleyerek evrensel bir
dine derindüşünmeye dalma etkinliğine dilbilgisinin ayırt edici özelliklerini ortaya
dayandığından, Tanrı'nın kendi güzelli- koyabilir. Kimi dilbilimsel özellikler hem
ğini kavrayışının yoğunluğunun ve ke- mantık hem de dilbilgisi tarafından ince-
sinliğinin aynı yoğunlukta bir haz ver- lenebilse de, mantık bunları sanki bütün
mesi gerekir." Faribi'nin güzelliği bu bağ dillerde ortaklarmış gibi incelerken, dil-
hımdaki ele alışı kutsal aşkınlık ve mü- bilgisi bunlan belli bir dil bağlamında in-
kemmelliği Yeni Platoncu bir bakış açı celer. Farabi bu karşılaştırmanın sonucu
sından açıklayışının bir uzannsı olsa da olarak mantığın araştırma konusunun ku-
güzellik kavrayışı ve haz arasında kur- rallarını sağladığı şeyler, yani ifadeler ta-
duğu bağlann açıklamasına çok daha es- mfından anlamlandmlabildiklcri ölçüde
tetik bir öğe katıruşnr. Ayaln dünyasın kavrarulabilirler ve kavnırulabilirleri an-
daki güzellik gibi Tanrı'daki güzellik de hımlandırabildiltleri ölçüde ifadeler, ol-
uygun mükemmelliklerine ulaştıkları öl- duğunu söyler.
çüde şeylerde de bulunabilir. Bu güzellik İslam felsefesinin doruklarından biri
derindüşünmenin nesnesi olduğundan o- olarak kabul edilen Farabi, oluşturduğu
nu seyreden için de bir haz kaynağı ha- kendine özgü ve bütünlüklü dizgeyle baş
line gelir. ta İbn Sina olmak üzere Yunan tarzında
Aristotcles'in Organon adlı yapıtını da felsefe yapan. İslam feylesoflarııiın oluş
yorumlayan ve mantık kavramlarının çö- turduğu felılsift geleneğini ve Thomas A-
zümlenmesine ilişkin özgün incelemeler- quinas gibi filozoflarla da ortııçağ sko-
de bulunan Farabi, aynı zamanda İslam lastik felsefesini derinden etkilemiştir.
felsefesi geleneğinin ilk önemli mannkç.ı Faribi'nin Medinet-iil-Faz!'4 dışındaki ya-
sıdır. Mantığı, onu gereksiz bir şey ola- pıtları arasında yukarıda özetlenen V'dr-
rak gören dilbilimcilere karşı savunan lıkbilgisini serimlediği PJsale ft'l-akl (Zi-
Facibi, onu "usu doğruya yöneltmeyi ve hin Üzerine), Batı skolastiğinde bilimle-
usyürütmelerde hata yapılmasını engelle- rin sınıflandırılm:ısında etkili olan İhsd-11/-
meyi amaçlayan bir aygıt, kur-.tllara da- 11/dnr (Bilimlerin Sayımı), Plaıon'ıın Ya-
yanan bir bilim" diye tanımlamıştır. Fıi .ralarının bir incelemesi olan Telhis-i Ne-
dbi böyle bir usyürütme biliminin ge- vıllNİsi Ejlôt1111 ve Farabi'nin müzikoloji
rekliliğini, zihnin hata yapması olanağı alanında yaptığı çalışmaları biraraya geti-
temelinde savunur. Farabi mannğı fizik- ren Kitab-1 Mdsı/ei'l-kebir sayılabilir. Ay-
sel maddeleri kesin bir biçimde ölçmek nca bkz. İslim feJsefesi; Meştiiyyiin.
için kullandığımız cetvel ya da pusula
gibi aletlerle karşılaşnrır. Bu aletler gibi fark bkz. küme; kümeler kuramL
mantıksal ölçütler de insanlar tarafından
kendi usyürütme eylemlerini ve başkala faydacılık bkz. yararcılık.
nnın usyürütmelerini doğrulamak için
kullanılabilirler. Farabi, hem dilbilgisi hem fazlalık (tatırılık) doğruluk kuramı
de mantık araşnrma konusu olarak ifa- ~ng. reJm11/11n!] theory of tmılr, Fr. ıbeorie de
deler üzerinde yoğunlaşsalar da, dilbilgisi reJondana de ıoiriti", Alın. reJ11nJa11Z;theone
ifadelerin belirli bir dildeki doğru kulla- Jer wahrlıei~ F. P. Ramsey'in 1927 tarihli
felsefe 532
"Olgular ve Önermeler" ~'Facts and yola çıkılarak, yine aynı felsefe etkinliğini
Propositions'') adlı yazısında ortaya at- anlatmak amacıyla, sapientia sözcüğünün
tığı, A.J. Ayer'in Dil, Doğnlfllk 11e Manbk de yaygın olarak kullaruldığı gözlenmek-
(LangÜage, Truth and Logic, 1936) adlı tedir.
çalışmasında son biçimini verdiği doğ En genel anlamıyla, "saltık gerçeklik"
ruluk kuramı. Buradaki "fazlalık" bir ile "saltık doğruluk"un enson anlamdaki
söylemde ya da tümcede gerekenden değişmez ilkeleri üstüne düşünen, temel-
fazla sözcük kullanmayı, klasik retorik leri ile yasaları başta olmak üzere bütün
kuramına göre bir aksaklığı belirtir. Dil- bir varlık alanını her yönüyle araştıran,
sel-çözümsel doğruluk kuramlan içeri- karşısındaki "gerçekliği" olduğu denli
sinde yer alan "azaltıa doğruluk kuram- kendi üzerine dönerek kendisini de so-
lan"nclan (dejlaJionary theorieı of tf'llth) biri nışturma konusu yapma yetisi taşıyan bi-
olan fazlalık kurnmırun temel savı, doğ linen tek düşünme etkinliği; varolan bü-
ruluk sorununun kendi başına ele alın tiin bilgi alanlan arasındaki en köklü so-
ması gereken felsefi bir sorundan çok ruşturma alanı. Her durumda en temel
diğer dil sorunlanyla birlikte ele alınması ilkelere, doğru bilgilere, iyi ve giizel ya-
gereken bir dil sorunu olduğudur. Fazla- şama ulaşmaya yönelik olarak yüriitülen
lık (taşırılık) doğruluk kuramına göre ussal ve eleştirel sorgulama biçimi.
"doğrudur" yüklemi yeni bir bildirimde Yerleşik felsefe dilindeki daha özel
bulunmadığından, yani felsefece araştır anlamlarıyla, evreni içinde bulunan her-
maya konu olacak önemli, açıklayıa bir şey ile birlikte bir bütün olarak anlamaya
kavram ifade etmediğinden, yer aldığı ö- çalışan; hem tek tek varlıklan hem de va-
nermelerden bir bilgi kaybına yol açma- rolan bütün varlık teklerini olanaklı kıla
dan atılabilir: "doğrudur" yüklemi öner- nın ne olduğunu soran, onlara dayanak-
mede fazlalıktır. Örneğin ''Banş'ın kel ol- lık eden ana ilke ya da ilkelerin neliğini
duğu doğrudur" yerine "Banş keldir'' de- soruşturan; göİ:ünürdeki V'drlıkların ar-
diğimizde bu önermede hiçbir bilgi kay- dında görünmeden varolduğunu öngör-
bı olmamakta, ileri sürülen ~eye (Barış düğü "Varlık"ın doğasını açıklığa kavuş
keldir) hiçbir katkısı bulunmayan "doğ turan; bir yanda insan bilgisinin kökenle~
rudur", önermede yalnızca bir söyleyiş rini, kaynağını ve temellerini araştırırken,
biçimi ya da vurgulama olarak yer al- öbür yanda doğru bilgiyi yanlış bilgiden
maktadır. İngiliz dil ve mantık felsefecisi ayırmaya yönelik birtakım sınamalar,
P. F. Strawson da bu kuramı destekleyen yöntemler ve ölçütler geliştiren; genelde
çağdaş felsef-:c.iler arasındadır. Ayrıca bkz. düşünme edimi ile düşüncenin kendisini,
doğnduk; Ramııey, Frank Plumpton; daha özeldeyse ortaya konan düşüncele
Strawson, Peter Frederick rin felsefi bakımd:m geçerliliklerini irde-
leyip denetleyen; tek tek ka·ıı:amlar ile
felsefe ~ııg. philosophy; Fr.philoıophie-,Alm. kavramlararası ilişkilere odaklanarak da-
pbilosopbie] Eski Yunanca'da "sevmek" ha iyi düşünüp daha iyi kavrama amacı
anlamına gelen philein ile "bilginlik" ya doğrultusunda anlama yetisini geliştirip
da "bilgelik" anlamına gelen sophia söz- keskinleştirmek için bunları tek tek çö-
cüklerinin philosophia biçiminde birleşti zümleyen; deneyimlerin kaynağını, kap-
rilmesiyle oluşturulmuş; sözlük anlamıy samlan ile değerlerini öğeleri ile bileşen
la "bilgelik sevgisi", "bilgiseverlik" ya da lerinden hiçbirini atlam·oıksızın inceleyip
"bilgi sevdası" gibi anlamlar taşıyan, i- belirginleştiren; kuşku duymaktan anla-
çindeki tüm öğeleriyle birlikte bütün bir maya, anımsamaktan irngelemcye dek
disipline adını. veren terim. Bunun ya- çeşitli düşünme edimlerine odaklanarak
nında, özellikle ortaçağ felsefe metitıle düşünme etkinliğinin olanakları ile sınır
rinde, terimin bu sözlük anlamlarından larını belirleyen; doğru usyürütme yetisi
533 felsefe
ile açık seçik düşünme becerisini en üst tün sanılan, inançları, doğrulan ve değer
düzeye çıkarmak adına insan düşüncesi leri enine boyuna sorguladığı. için gündelik
nin ya.~alannı, ilkelerini, koşullannı te- yaşamın algısından, kavrayışından ya da
mellendiren; anlama yetisinden beş duyu ortakgörüsünden; hiçbir durumda verili
organıyla geıçekleştirilcn algılamaya, ko- yerleşik varsayımlara, bilgilere ya da tasa-
nuşmaktan acı çekmeye dek bütün bilinç nmlara dayanmadan kendi düşünsel te-
yaşantılannın olmaktalıklan ile işleyişle mellerini yine bir başka yere gitmeksizin
rini betimleyen; insanın ahlaksal sorum- kendi atağı için doğa bilimleri ile toplum
luluktan ile toplumsal yükümlülüklerinin bilimlerinden bütünüyle ayndır. Felsefe
neler olduğunu ortaya· koyan, sunduğu denince genellikle iki bin beş yüz yılı
gerekçelerle bunlan tek tek tanıtlayan; aşkın bir süredir varolagelcn Bllh Felır
insanın tannsal yönelimleri ile doğaötesi fesi anlaşılıyor olsa da, "Buddhacılık''tan
bağlanımlan karşısındaki konumunu ta- "Konfıiçyüsçülük"e, "Hint Dini"nden
nımlayan; başta doğa bilimleri olmak ü- "İslim"a, "Taoculuk"tan "Şamanizm"e
zere kendisiyle birlikte bütün bilgi alan- dünya kültürler tarihinde birbirinden son
laruu temellendiren; iyi bir yaşam yolun- derece değişik felsefe tasanmları, dolayı
da mutluluğa ulaşmak için nelerin yapıl sıyla da her biri kendi içinde başlı başına
ması gerektiği sorusu bağlamında, bütün araştırma konusu ~tarak görülebilecek de-
insan eylemlerinin değerlendirilmesine yö- ğişik felsefe tarihleri bulunmaktadır.
nelik köklü bir araştırmaya karşılık gelen Eski Yunanltlann özellikle ilk dönem-
soruşturmalar bütünü; sorulan sorular, lerinde, hemen bütün eskiçağ uygarlıkla
getirilen çözümler, kurulan dizgeler, yü- nnda olduğu gibi, felsefe ile öteki bilgi
rütülen uslamlamalar ile bunlara karşı yü- alanlannda bugünkü anlamda bölünme-
rütülmüş uslamlıımalar düzlemi. ler olmadığından, buna bağlı olarak da
Bütün bu tanım düzeyindeki anlam- belirgin sınırlar doğrultusunda birtakım
larından da anlaşılacağı üzere, felsefe il- bilgi etkinliklerini birbirlerinden ayırma
kece üzerine düşünülmesi olanaklı bütün amaçlı kesin tanımlar yapılmadığından,
herşeyi düşünen, varolan herşeyi bütün doğa bilgisinden matematik bilgisine,
yönleriyle sorgulayan alabildiğine çok doğaötesi bilgiden yaşam bilgisine dek
yönlü bir araş tırmalar bütünü olarak, her türden bilgiye duyulan tutku genel
hem bilginin hem de "yaşam bilgeliği" anlamda felsefe olarak anlaşılıruştır. Ni-
nin peşinde koşma etkinliğidir. Nitekim tekim felsefenin aynm gözetmeksizin bir
felsefenin köklendiği Eski Yunan'da fel- bütün olarak bilgiye duyulan susamışlık
sefeden anlaşılan, hiçbir çıkar ya da y.ırar olarak anlaşılıyor olma!ll, filozof olnv.ı
ıı;özetmek.~izin bilginin peşinden yine salt malanna karşın büyük Yunan tarihçileri
bilginin kendisi için koşmakla özdeştir. Herodotos ile Thukydides'in ynpıtlann
Felsefe, doğası gereği dogmalara dayalı da dahi açıklıkla varlığını sürdürmekte-
olarak düşünmeyi bütünüyle yadsıdığı, dir. Ancak bu noktada felsefeyi günü-
salt belli inançlar temelinde bu inançları müzdeki insan bilimlerinin toplaım ola-
daha da sağlamlııştırmak adına düşün rak, yani bütün bilme etltjnlikleri ile bü-
mek yerine, hiçbir sınır tanımaksızın ba- tün bilgilerin yanyana durduğu ortak bir
ğımsız düşünmeyi hep en temel amaç o- düzlem olarak görmek çok doğru bir
larak gördüğü için tannbilimden; varolan yaklaşım değildir. Bunun en temel kanıtı,
toplumsal uzlaşılan, ahliksal gelenekleri, felsefede yürütülen soruşturmalann, so-
görenekleri ya da töreleri, kültürel değer rulan sorulann, aranan vanıtlann, vanlan
y-.ı.pılaruu baştan doğru diye varsaymak bilgilerin tek tek biliml~rdekilerden hem
yerine, olağan dünyanın gerçek diye bize ulaşılmak istenen amaçlar hem izleneıi.
sunduğu şeylerle yetinmeyip değişik ola- yol ve yöntemler hem de kullanılan kav-
naklı dünyalar adına varolan herşeyi, bü- ramlıır ile tasanmlar bakımından son de-
felsefe 534
rece farklı oluşuna bakılarak görülebilir. lamda ilk büyük dizgeci Yunan filozofu
Yine bu bağlamda aynı düşünceyi elde Platon, felsefeyi en genel anlamda "bilgi
etmenin bir başka yolu da felsefe dili ile edinimi" (Eutl?Jdemos, 288d) olarak tanım
tek tek bilimlerin kendi özel dilleri ara- larken, buna karşı Aristoteles hocasın
sındaki büyük aynlıklar üstüne yoğun dan bir ad~ daha ileri giderek felsefenin
laşmaktan geçmektedir. Felsefe, bu açı edinmeye çalıştığı bilginin neliğine, ne
dan bakıldığında, evrende varolan şeyle türden bir bilgi olduğuna şöyle açıklık
rin enson anlamdaki ilkelerini, belirle- getirmektedir: "Bütün insanlar felsefeyi
nimlerini ve nedenlerini kendi içinde bü- ilk nedenler ile ilkelerin araştırılması ola-
tünl(iğü bulunan tek bir yapı· olarak a- rak düşünmektedir" (Metafizik, I, i). Bilgi
raştıran, kendisi de dahil olmak üzere üstüne kurulu felsefe tasarımı "Stoacı
tek tek bütün bilgi dallarının temellerini, lık", "Epikurosçuluk", "Yeni Platoncu-
sorunlanru, kavramlarını, yöntemlerini, luk" gibi Aristoteles sonrası hemen bü-
en önemlisi de felsefi dayanaklarını sor- tün felsefe okullarında büyük ölçüde be-
gulayan, bütün bilimlerin altında yatan nimsenmiş olmakla birlikte, felsefenin ey-
en temel disiplindir. lemlerin, yapıp etmelerin en az bilgi den-
Felsefe tarihinde bir bütün olarak fel- li önemli olduğu savunulan etik bölümü
sefenin neliğini, amaçlarını, yöntemini, so- üstüne Sokratesçi vurgunun söz konusu
runlarını, kapsamını ve içeriğini belirle- felsefe okullarının öğretilerinde çok daha
mek amacıyla değişik filozoflarca alabil- ııçık bir biçimde dillendirildiği görül-
diğine değişik felsefe konumları, bağlam mektedir. Orıaçağl:mı gelindiğinde, XTl.
ları ve çerçeveleri doğrultusunda bir do- yüzyılda Tlıomas Aquinas'ın Aristote-
lu tanımın verildiği görülmektedir. İki lesçi felsefe tasarımını içtenlikle benim-
bin beş yüz yılı aşkın bir süreyi kapsayan seyerek, felsefenin evrensel anlamda ilk
felsefe tarihinde, felsefeden ne anlaşıl nedenlerin bilimi olduğunu söylediği, fi-
ması gerektiğine yönelik ortaya konmuş lozofu ya da bilgeyi bütün nedenlerin ilk
tasarımlar ile anlayışların en az düşünür nedeni üzerine düşünen kimse diye ta-
lerin sayısı denli çok olduğu gerçeği bir nımladığı görülmektedir. Çok genel bir .
yana, pek çok filozofun da düşüncele deyişle modem filozofların da aşağı yu-
riyle katettikleri yol nedeniyle düşünsel karı ilk nedenkri11 bilimi olarak ya da ilk
yaşamlarının değişik bölümlerinde kimi- nedenlerin bilgisini taşıyan bilgelik olarak
leyin birbiriyle çelişecek denli değişik fel- felsefe tasarımını benimsedikleri g5rül-
sefe tasanmlarını savunmuş oldukları da mektedir. Nitekim Descartes, "felsefe te-
üstünden atlanamayacak bir gerçektir. ıjmiyle bilgelik yolunda yürümeyi, doğ
Bunun yanında gerek yanıt aranan soru- ruluk bilgisinin ilk nedenlerine ulaşmaya
lann gerek izlenen yöntemlerin gerekse çalışmayı anlıyoruz" derken, felsefeyi a-
de tanınan önceliklerin filozoftan filo- çıkça bilgelik ile eşdeğer görmektedir.
zofa değişmesi nedeniyle, felsefenin ken- Öte yanda önde gelen İngiliz deneycile-
disine yönelik pek çok değişik anlayış; rinden Locke, "felsefe şeylerin doğru bil-
kimileyin örtüşen kimileyin çatışan kimi- gisi ile özdeştir" biçiminde bir tanım su-
leyin düpedüz birbiriyle ilintisiz birbirin- narken, buna ka~şı idealist filozof Ber-
den değişik felsefe tasarımları söz konu- keley İ11sa11 Bilgisi11i11 İlk.eteri Üstiine başlıklı
sudur. Felsefenin ne olduğuna ya da ne yapıunda felsefeyi "bilgelik ile doğrulu
olması gerektiğine yönelik olarak ortaya ğun aynı anda araştırılması" olamk ta-
konan bütün bu tanımların tek tek hiç- nımlamaktadır. Çoğu felsefeci ile felsd"e
biri felsefe için tüketici bir yaklaşım sun- tarihçisi açısından, felsefede "Coperni-
mamakla birlikte, verilen bu tanımlardan cus Devrimi"ni gerçekleştirdiği büyük o-
kimileri "genel bir felsefe tasarımı'' edin- randa kabul gören K.ınt, sunduğu pek
mek için son derece önemlidir. Bu bağ- çok yeni felsefe çözümlemesiyle, felse-
535 felsefe
feyi bilginin geııel ilkelerinin bilimi. ola- nelik bu bclitlemesinden hareketle, insa-
rak usun ilkece bilmesi olanaklı bütün noğlu varoldukça felsefenin, dolayısıyla
nesneleri araştımıasıyla bir görürken, ver- da yeni felsefe anlayışlannın bir sona
diği bu "sınır koyucu" taıumla, felsefe varmaksızın yeniden ve yeniden temel-
etkinliğinin kendisine olduğu denli, bu lendirilecek olduklan açıkur. Nitekim Ö·
etkinliğin gerçek doğasııu kavramak a- zellikle :XX. yüzyılda felsefenin sonuna
macıyla verilen felsefe ıaıumlarına da ol- gelindiğini ya da felsefenin bittiğini ileri
dukça belirgin bir sııur çekmi.ştir. Bu bağ süren pek çok düşünür, ilk bakışta kendi
lamda Kant'ın geleneksel felsefe anla- içinde çelişik gibi görünmekle . birlikte
yışlarına yönelik eleştirilerinden esin alan önemli felsefe yapıları ortaya koymaitta·
Fichte, Hegel, Schelling. Schleiermacher, dırlar. Felsefenin çürütülmek için dahi fel-
Schopenhauer gibi önde gelen Alman sefe yapmayı zorunlu kılan bir etkinlik
idealist fılozoflan felsefeyi "genel bilim- olması, yine başka hiçbir düşünme et·
ler öğretisi" (Wirsensthaftslehrr) olarak tıı kinliğinde görülmeyen yalnızca felsefeye
ıumlama yoluna gitmi.şlerdir. Nitekim Al- özgü son derece önemli bir özelliktir.
man düşünürlerinin açtığı bu yoldan yü- Felsefenin özniteliğine ilişkin olarak Ö·
rüyen pek çok modem düşünür, fel~e nemli bir başka gerçeği dile getiren
feyi bilimlerin bütünlüğünü sağlayan "bi- Kant'ın "fe!Sefe değil, felsefe yapmak öğ
reştirici" bir konumdaki ana bilim olarak renilir" sözüyse, felsefenin yapılan, uy-
temellendirmektedir. Bu düşünürlerden, gıılanan bir yaşam etkinliği olduğuna vur-
sözgelimi, Herben Spencer felsefeyi bü- guda bulunması denli, sanıldığının ter·
tünlüklü bilgi olarak betimleı:ken, Os- sine pratik konulardan kopuk olmadı
wald Spengler de bütün bilimlerde elde ğına da dikkat çekmesi bakımından ay-
edilen bilgilerin kaynaşıp biraraya geldi- nca ö.nemlidir. Nitekim XX. yüzyılın en
ğini düşündüğü felsefeyi temel bilgi çatı önemli düşünürlerinden Wittgenstein da
sına benzetirken açıkça ayıu tasaruru o- felsefeyi bir etkinlik olarak betimlemek-
lurlıımaktadır. Bununla birlikte düşünce: tedir.
tarihinde, .gerçekte fılozof olmamalanna Felsefe, M.Ö. VI. yüzyılda Eski Yu-
karşı felsefe üzerine düşünmüş, bununla nan'da Sokrates öncesi doğa filozofların
da yetinmeyerek felsefe etkinliğini daha ca, "düşünme etkinliği"nin söylenler ile
iyi kavramaya yönelik değişik ıaıumlar dinsel açıklamalann egemenliğine dayalı
sunmuş düşünürler ya da bilim adamlan "usdışı" öğelerden ayıklanmasıyla, doğa
da söz konusudur. SözgeliıJıi. ruhbilimci üstü birtakım kaynaklara başvurmak ye-
Wundt, felsefeyi usun isteklerini yerine rine doğanın her durumda yine doğanın
getiren, duygıılann gereksinimlerini <!o- kendisi aracılığıyla, hep doğada asal an-
yuma kavuşturan gcııel bir dünya ve ya- lamda bulunan "kendilik''lerden y:ırdım
şam anlayışı olarak görmektedir. Bütün alınarak araştırılmasıyla başlamıştır. Bu
bu alabildiğine değişik felsefe tanımlıırı ilk dönemden sonra gelen Sokrates son-
karşısında, felsefenin Eski Yunan'dan gü- r~sı dönemi.n iki büyük filozofu Platon
nümüze gelinene dek gelişın.iş, değişip ile Aristoteles, gerek felsefe tarihinin pt·
başkalaşmış bir etkinlik olmasına baka- rr1111i11/ (başsız sonsuz) sorulan diye anı
rak, hem felsefenin olup bitmemi.şliğine lan temel felsefe sorularını ortaya atarak,
hem de hep yeniden betimlenme gerek- gerek bu sorular üzerine nasıl düşünüle
sinimi gösteriyor olması gerçeğine par- ceğini ilk elden örnekleyerek, gerekse de
malt basmak bakımından belki de en ge- hemen her konuya bir açıklık getirmek
çerli tarumı :XX. yüzyılın önemli varoluş üzere temellendirdikleri "gidimli", "tıı
çu filozoflarından Jaspers vermektedir: wlı", "gerekçelendirilıJıi.ş" bir yapı ser-
"Felsefe yolda olmaktır." Jaspers'in fel- gileyen felsefece düşünme biçimleriyle
sefenin tanımlanarak bitirilemezliğine yö- felsefenin gelenekleşmesini, en önemlisi
felsefe 536
de dizgdi bir yapı kazanmasını sağlamış dallarını belirlemeye yönelik yapılan bö-
lardır. Nitekim XX. yüzyıhn önemli dü- lümlemeler yer almaktadır. Felsefe tarihi
şünürlerinden Alfrcd North Whitehead boyunca sumılmlış pek çok değişik fel-
Platon'un felsefe tarihi içinde ne denli sefe dallan bölümlemesi olmakla birlikte,
önemli bir yeri bulunduğunu, ''Bürün bir büyük bölümleme ustası Aristotelcs'ten
felsefe tarihi Platon'a düşülmüş dipnot- bu yana felsefe gelenekselleşmiş biçimiy-
ların tarihidiı'' tümcesiyle anlatmaktadır. le metafizik, mantık, ııar/ıkbilgisi, bilgikııra·
Öte yanda Platon'u aratmayan bir biçim- 1111 (ya da bilgi felsefen), ahlak falseftıi (ya da
de, hatta pek çok bakımdan ondan daha elik) diye ana dallarına ayrılmaktadır. Bu
da etkili bir biçimde, Aristotdcs'in fdsc- <ilanlarda yürütülen bütün araştırmaların
fenin hemen her alanındaki tek yetke ol- nelikleri, amaçlan ve geçerlilikleri ise gü-
ma ·konumu, çok uzun yüzyıllar tartış nümüz çağdaş felsefesinde genellikle iiıl
maya dahi konu edilmeksizin büyük bir .ftlseft başlığı altında anılan alanda ince-
saygıyla benimsenmiştir. Nitekim bu an- lenmektedir. Ne var ki kimi felsefeciler,
lamda, varlıkbilgisindcn havabilgisine, felsefenin geleneksel olarak kendisini de
gökbilimdcn bilgi felı;cfcsine, hayvanbi- soruşturan ilk ve tek düşünsel alan ol-
limdcn metafiziğe Aristoteles'in hemen duğu gerçeğine dayanarak, üstfelsefe de-
her alandaki düşüncelerinin bütün bir ~işiyle anlatılan dönüşlü düşünmenin fel-
ottaçağ boyunca kuşku götürmeyen bir sefece düşünme eylemine içkin olması
sağlamlıkta olduğu düşünülmüş, buna nedeniyle zaten felsefe- teriminin kendi-
bağlı olardk da Aristoteles tartışmasız tek sinde içcrimlcndiğini, dolayısıyla da ilst-
yetke olarak görülmüştür. Aristotelcs'in fclscfe diye aynca bir alan icat etmenin
görece bilim içerikli düşünceleri yeniçağ son derece yersiz bir girişim olduğunu
biliminin doğuşuyla meydana gelen birta- belirtmektedirler. Yapılan bu klasik fel-
kım bilimsel yeniliklere dek geçerlilikle- sefe dalları bölümlemesine göre, Eski Yu-
rini sürdürmeyi başarırlarken, felsefenin nanca'da "doğn ötesi" ya da "fizik son-
değişik dallarında ortaya koyduğu düşün rası" gibi arılamlar taşıyan meta ta pl!Jsika
celeriyse günümüzde değerlerinden en sözcüğünden gelen 111etajizjk, felsefenin
küçük bir şey yitirmeksizin önemlerini yaşamın doğasından, özellikle de insan ya-
korumaktadırlar. Aristoteles, varlığı an- şamının doğasından hareketle bütün bir
lamak için ortaya koyduğu on ayn kate- varoluşun doğasını soruşturan, doğa ile
goriden oluşan varlıkbilgisel bölürnlemc- evrenin enson anlamdaki saltık gerçekli-
sindcn "dön neden" üstüne kurulu erck- ğini araşur.m, felsefe de içinde olmak ü-
bilgiscl evren tasarınuna, dC\•inim yöne- ?:ere bürün bilimlerin en temelinde yattı
limli fiziğinden ycrmerkczli gökbiliminc, ğı düşünlilen dalıdır. Nitekim metafizik,
"devinmeyen devindirici" olarak Tanrı ta- hemen bütün klasik tilozotların gözünde,
sannundan tinin duygularına ilişkin ay- telsefenin öteki dallan arasında herhangi
nnrılı tanımlarına dek düşünülebilecek bir dal olarak görülmekten çok hep ay-
hemen bütün konulanı ilişkin en ince ay- ncalıklı bir konumda görülmüş, çoğu bağ
nnusına varana değin sunduğu çözüm- lamda felsefenin "kökü'. ya da "omurga-
lemelerle hem tek tek bilimlerin doğu sı" olarak değerlendirilmiştir. Metafiziğin
şuna hem de fdsefcye yönelik genci an- insan doğasına yönelik olarak sunduğu
layışımızın oluşumuna son derece büyük yanıtlar -ki İspanyol düşünürü Jose Or-
katkılarda bulunmuşrur. tega y Gasset bunları *ftlstji i11ıa11bilim di-
Felsefe öteden beri hep belli bölüm- ye adlandırmaktadır- sanıldığının tersine
lemeler, belli ayrımlar, belli öbeklemelcr yaşamdan kopuk ya da uzak olmayıp, bu
doğrultusunda temellendirilerek betimle- yanıtların özellikle etik bağlamda, yani
ncgelnuştir. Kuşkusuz söz konusu bö- nasıl yaşandığı ile nasıl yaşanması gerek-
lürnlemelerin en başında, felsefenin ana tiği soruları bağlamında, yaşamın gerçek-
537 felsefe
!iğini anlamak bakımından son derece nmlar ile dile getirilen güzelliğin doğa
belirleyici içerimleri bulunmaktadır. Eski sını, işleyişini, dlişünsel ve duygusal yön-
Yunanca'da "söz", "us", "konuşma" gibi lerini soruşturan dalıdır. Çoğunluk klasik
anlamlar ıa,ıyan lo!llı sözcüğünden gelen felsefe dallan arasında gösterilmemekle
1111111h/e, felsefenin geçerli us yürüıme bi- birlikte, Eski Yunanca'da "kent" ya da
çimleri ile doğru çıkanmlarda bulunma "kentdevlet" anlamına gelen polis sözcü-
kurallannı belirleme trınelinde bir bütün ğü ile "siyasal düzen'', "toplum", "yö-
olarak doğru düşünmeyi inceleyen dalı netim" gibi anlamlara gelen po/itıia söz-
dır. Eski Yunanca'da "varlık" ya da "var- cüğünden türetilmiş s!J-ı jtlttftri, felse-
olma" anlamına gelen 011, 011to.r ile "söz", fenin, insanlarca yapılmış yasaların, top-
"us'', uaçık:lama'', uterncllcndinnc" gibi lumsal yönetimin amaçları ile işleyişini
anlamlar ta~yan /q~a.r'tan türetilmiş ı.ıar !IOruştur.ın dalıdır.
llkbilgin, telsefenin varolanın varlığı ve Felsefeyi anlamanın önemli yollann-
genel varolma ilkelerini araşuran, varolu- dan biri de içinde "felsefe" terimini bu-
şun doğası ile enson anlamdaki gerçekli- lunduran, kendileriyle hemen her fdsefe
ğin varlıksal yapısını soruşturan, kimile- metninde karşılaşılan belli başlı felsefe
yin meta~n bir alt bölümü olar-Ak da terimlerinin tarumları ile aralarındaki in-
görülen dalıdır. E.~ki Yunanca'da "bilgi'' ce aynmlann tam olarak özüm~nmesin
ya da "bilim" anlamına gelen epiıteme den geçmektedir. Bu bağlamda felsefeyi
sözcüğünden türetilmiş bi181ummn ya da arilamak açısından yaşamsal değerde ö-
bilgi jtlstftri,. felsefenin insan usunun do- nemi bulunan fdsefe t.erimleri arasında
ğası, duyular ile algının yeri, gerçek bilgi en önemlileri şunlardır:
ile bilgi sanılanı neyin ayırdığı gibi ko- Felstft Ge/e,,tğf. Belli bir felsefe düşüncesi,
nular doğrultusunda bilginin doğasını, kummı, yöntemi ya da anlayışının açıkça
kaynağı ile kökenini, bilgi savlarının ge- ayırdında olunarak, elden ele bir kuşak
çerlilikleri ile sınırlarını, bütün yönleri ve tan bir başka kuşağa ya da bir dönemden
öğeleriyle birlikte bilme süreci ile bilgi- bir başka döneme, kimileyin belirtik ki-
nin özünü soruşturan dalıdır. Eski Yu- mileyin de örtük biçimlerde taşınmasıyla
nanca'da "karakter" yıı da "ahlak sağ oluşan felsefece süreklilik. "Platoncu-
lamlılığı" anlamına gelen ellıos sözcüğün luk", "Aristotelesçilik'' ya da "Spinozacı~
den türetilen etik, felsefenin "iyi nedir?", lık" felsefe tarilünde bulunan pek çok
"iyi bir yapın için yeter koşullar neler- felsefe dizgesi gibi kendi içlerinde birer
dir?'" sorulan temelinde bütün yönleriyle felsefe geleneğidir.
insan yaşamının anlamını, doğru eylem- Felstft Ahmr. Belli sayıda düşünürce ya
leri yanlış eylemlerden ayırarak insanın da filozofça belli bir amaç ya da belli a-
nasıl yaşaması gerektiğini, ahliık ile ah- maçlar doğrultusunda gerçekleştirilen bir
laksal yaıgılann doğasını soruşturan da- dizi düşlinsel etkinlik. Sözgelimi "Marx-
lıdır. Felsefenin bu klasik dallan arasına çılık", "Manukçı Olguculuk", "Varoluş
!IOnradan yeni bir felsefe dalı daha ka- çuluk" birer felsefe akımıdır.
ıılmışur. Nitekim Eski Yunanca'da "duy- Felstft OhılN". Bir grup düşünürün ya da
m:ık'', "duyumsamak", "ilk duyum" an- fılozofun aynı fdsefi öğretiler, inançlar,
lıınıhırımı karşilık gelen ai.ttha11omllİ/ f/İ.st yöntemler ve idealler çevresinde biraraya
•ıis sözcüğü ile varolan karşwnda du- gelerek gerçekleştirdiği -çoğunlukla fel-
yarlı kişi anlamına gelen ttiıtbetiJ.ıor söz: sefe akımında olduğu denli güçlü bir ya-
cüAündcn türetilen estelile, felsefenin gü- pı sergilemeyen, tam bir yerleşikleşme
zelin doğasını açıklamaya çalışan, çeşitli nin ya da gelenekleşmenin gerçekleştiri
est.etik değerler temelinde genelde doğa lemediği- düşünsd etkinlikler bütünü.
daki doğal güzelliğin, daha özeldeyse sa- Felsefe okullan bu anlamda çoğunluk
- nat yapıtlannda sunulan sanatsal tasa- belli bir zaman diliminde salt belli bir
felsefe 538
lunurlcen, öbür yanda bu gerçekliğin do- yük bir bölümü bu soru karşısında nes-
ğaüstü bir gücün ya da erkin parçası ol- nelcilik konumunu benimserken, Hume
duğunu savunan Di11amik Tii111ta11n.7/ık ile Schopenhauer'un yanısıra dizgeci fel-
yer almaktadır. Varlığın gerçekliğine yö- sefeye bütünüyle karşı çıkan Nietzsche
nelik sorulan bu temel felsefe sorusuna ile Kierkegaard gibi yaşam felsefesirıi ö-
\'erilen yanıtlar uyannca Ttkplik, İkitilik, ne alarak felsefe yapanlarsa öznelcilik
ÇokfulNk, Trkta11nalık, Çoktannalık, Tii111- yaklaşımının doğruluğunu savunmakta-
laııT1alık gibi anlayışlar geliştirilmiştir. Bu dır. Günümüzde çağdaş felsefenin deği
anlayışların sunduklan çözümler hem ö- şik çerçevelerinden yürütülen geleneksel
teki felsefe sorunlan üzerinde hem de tel<ıefc eleştirilerinde, "özne ile nesne''
felsefenin hemen bütün alanlan üzerinde ayrımının çözüştürülmesi gereğirıin açık
son derece belirleyici olmuştur. Platon i- lıkla gösterilnıiş olmasına bağlı olarak,
le Aristotcles'in tekçi dizgeleri, İlkçağ A- hem öznelcilik ile nesnelcilik ayrımı hem
tomculannın çokçuluklaıı, Yeni Platon- de bu ayrımın doğmasına kaynaklık eden
culuk'un tektanrıalığı, Spinoza'nın tüm- felsefe sorusu, eskiden taşıdığı anlamı ve
tanncılığı, Leibniz'in "monadlar"dan o- önenıi çok büyük ölçüde yitirmiştir.
luşan metafizik çokçuluğu söz konusu (ıii) "Gerçeklik durağ.ın mıdır yoksa hep
felsefe sorusuna verilen yanıtlar uyannca oluş içinde midir?" sorusu bağlamında,
temellendirilmiş en önemli felsefe anla- birtalam felsefe an!ayışlan görünürdeki
yışlan olarak sayılabilir. Bu felsefe anla- değişimlerin gerisinde hep değişmeden
yışlarının her birinin kendi içinde çeşitli kafan temel bir dayanak olduğunu tanıt
sorunlara konu olduklan, başka hiçbir lamaya çalışırlarken, birtakım felsefe an-
yere gitmeye gerek duyulmaksızın felsefe layışları da böyle bir dayanağın olmadı
tarihinde değişik filozoflarca yapılıın e- ğını, bütün varolanlann kesintisiz bir
leştirilerden açıklıkla görülmektedir. Söz- oluş içinde olduklannı savunmaktadırlar.
gelimi, t.ekçilik ilk bakışta büyüleyici bir fdenliZ!", Usf11l11k, Tözriilii/e, TaııT1crllk, Sal-
gerçeklik açıklaması sunmasına karşın, ttkt7'1k gibi "varlıkçı felsefeler'' durağan
varolan şeyler arasındaki ilişkilerin nasıl lık, değişmezlik, aynı olarak kalmaktalık,
olanaklı olduğunu çözdüğüne yönelik sa- görünürün gerisinde yatanın varlığı gibi
vunusunun hiç de öyle sorunsuz olma- izlekler üzerinden giderek soruya verilen
yıp karşı çıkılabilir olduğu açıktır. ilk yanıtı temellendirmeye yönelik olarak
(ıi) "Gerçeklik nesnel nıidir yoksa öznel ortaya çıkmış felsefe anlayışlanyken, bu-
nıidir?'' sorusu bağlamında, birtakım fel- na karşı De11eydlik, Siireftililc, Giirii11giicii-
sefe anlayışJan gerçekliğin bütünüyle zih- liik,Gôrii11giibili111 gibi felsefe anlayışları
nimizden ayn, dolayısıyla da insanın bil- her durumda değişimi temel alarak ~liş
me yetisinden bağımsız kendine özgü me- tirilmiş ikinci yanıtı olurlayan oluş ya da
tafizik bir varlığı olduğunu düşünürler süreç fel~efcsi temelli anlayışlardır. Fel-
ken, birtakım felsefe anlayışları da ger- se(e tarihinde Herakleitos başta olmak
çekliğin bütünüyle insan zihnine ya da üzere Berkeley, Hegel, Hume, Nietzsche
·bilinç yaşantılanna, dolayısıyla da her du- ve Whitehead sonuna dek değişime ya
rumda insan öznesine dayandığını sa- da oluşa dayalı bir felsefe anlayışını des-
vunmaktadırlar. Bu soruya karşı verilen t.eklerken, buna karşı Parmenides ile Pla~
yanıtlarla geliştirilen felsefe anlayışlannın ton başta olmak üzere klasik birci (t.ekçi)
çok büyük bir b6lümünün iki ana ko- filozoflar, aynca da tannbilim yönelimli
numdan birini, ya Nuııelt:ilik ya da Öz?Jel- bütün ortaçağ fılozofları varlıkçı felsefe
rilik anlayışını benimsedikleri görülmek- görüşleri onaya koymuşlardır.
tedir. Nitekim felsefe tarihinde karşıla Qv) "Doğal nesnelerin neliklerini ne o-
şılan Platonculuk, Aristotelesçilik, Spi- luşturmaktadır, bir başk;ı deyişle doğada
noziıcılık, Hegelcilik gibi dizgelerin bü- ki nesneler neden oluşmaktadırlar?" soru-
541 fclaefe
izleri felsefe tarihinde geriye doğru sü- nan dogmacılık anlayışı, Platon'la b-aşla
ri\ldüğünde "Stoacılık" ile "Epikurosçu- yıp Kant'a gelinene dek bir biçimde bilgi
luk"a dek uzandığı görülmekle birlikte, ile doğruluğa ulaşma ülküleri uyarınca
uu anlayış en yetkin biçimiyle başını düşünmüş, kuşkuculuğun temel öncülle-
Locke, Berkeley ve Hume'un çektiği rine şiddetle karşı çıkmış hemen bütün
"İngiliz Deneyciliği"nde temellendiril- filozofların kalkış noktasını oluşturmak
miştir. Bunun yanında David Hartley ve tadır. Öte yanda bu iki anlayış arasında
Joseph Priestley tarafından ort.-ı.ya atılan (ya da karşısında) üçüncü bir orta duruş
"Çağrışımcı Deneycilik" deneyciliğin bir Kant'ın felsefesinde kendisini göstermek-
sonraki aşamasına karşılık gelirken, Vi- tedir. Eleşhndli/e ya da Eleştirel Felsefe diye
yana Çevresi düşünürlerince geliştirilen adlandırıhın bu anlayışta, bilgi ya da doğ
"Manukçı Olguculuk" ya da "Mantıkçı ruluk sorununun çözümü, insan usunun
Deneycilik" deneyciliğin en son biçimini ilkece neyi bilip neyi bilemeyeceğinin sı
almış modem uzantısıdır. Yine aynı fel- nırlarının çizilmesine bağlı olarak sunul-
sefe sorusuna karşı verilen öteki yanıt maktadır. Buna göre, bilgi her durumda
doğrultusunda temellendirilen yaklaşım ·anlama yetisinin kategorilerinde deney-
ise Uspi/11k diye anılmaktadır. Aynı de- den gelen duyu verilerinin \şlenmesiyle
neycilik gibi usçuluğun da felsefe tari- olanaklıdır. Kant usçuluk ile deneycilik
hinde değişik biçimleri bulunmakla bir- arasında gittiği bu bireşimle bir anlamda
likte, en genel anlamıyla usçuluk, bilginin başta sorulan felsefe sorusunu geçersiz
kaynağının deneyden bağımsız ya da de- kılarak, kendinden sorıraki pek çok dü-
neye önsel bir ussallık alanı olduğunu ya şünür üzerinde son derece önemli etki-
da soyut ve genel kavramlar üzerine da- lerde bulunması bir yana felsefe tarihinin
yalı üst düzey bir duyıım alanı olduğunu akış yönünü değiştirmiştir. Nitekim Kant'
ileri sürmektedir. Usçuluk anlayışının en ın Eleşliridlik anlayışı bir yanda ÔZ?ıekilik
önemli savunucuları arasında Platon, A- anlayışının öbür yanda Göriingikiiliik an-
ristoteles, Augusrinus, Descartes, Leib- layışının doğmasına olanak tanımıştır.
niz ve Spinoza gibi daha çok klasik diz- Fichtc, Schelling, Schopenhauer, Hegel
geci fılozoflar en ön sırada yer almakta- gibi "Alman İdealistleri"nce temellendi-
dırlar. rilen öznelcilik anlayışının .uç biçimleri
(viı) "İnsanın kesin bilgiye ya da kuşkuya duyu izlenimleri ile onlarla bağlantılı ka-
yer bırakmayan bir açıklıkta doğruyau- tegorilerin bütünüyle zihnin kendi tem-
laşması olanaklı mıdır?" sorusu bağlamın silleri olduğunu ileri sürerek bir anlamda
da, irili ufaklı pek çok anlayışın arasında dünyayı zihinsel bir şiir olarak görürken,
yine iiç temel anlayışın felsefe tarihinde bun.ı karşı mantıkçı olgucu düşünürlerce
daha bir öne çıktığı görülmektedir. Bu sonuna dek taşınmış görüngücülük anla-
anlayışlardan ilki usun doğruya ulaşma yışı bunun tam tersine bütün duyıımlar
yetisi taşımadığını ileri süren Knşhtaı/11k ile izlenimleri dış dünyanın varlığına bağ
iken, ikinci yaklaşım insanın ilkece doğ layarak zihni edilgen bir alımlayıcı konu-
ruya ulaşmasının ancak belli koşullar al- muna yerleştirmektedir.
tında olanaklı olduğunu savunan Dogma- (viii) "Kavramlar ile düşüncelerin nesnel
alık anlayışıdır. Kuşkuculuğun adından en gerçeklikleri ile varlıksal değergeleri ne-
çok söz ettiren savunucuları arasında bir lerdir, dünya ile dünyaya yönelik tasa-
yanda İlkçağ Kuşkuculuğu'nun en önemli rımlarımız arasındaki ilişkiyi ne oluştur
sözcüleri Pyrrhon, Aenesidemos ile Sex- maktadır?" sorusu bağlamında, felsefe ta-
tus Empiricus öbür yanda başta Gorgias rihi boyunca üç ana anlayışın değişik bi-
ile Protagoras olmak üzere bütün Eski çimlerde temellendirilmiş olduğu söyle-
Yunan Sofistleri bulunmaktadır. Buna nebilir. Bunlardan ilki Gerrekfilik, ikincisi
karşı kendi içinde değişik biçimleri bulu- Kavrl1111ctbk, üçüncüsü de Ad.1bk olarak
543 felsefe
herhangi bir kimse için de evrensel bir düşüncelerin toplumsal ve kültürel kuşa
y-.ı.sa
düzeyine çıkarılmasını isteyebilesin" tanlanrun göz önünde tutulması; (iiı) fi-
yollu koşulsuz buyruğuyla temellendirdi- lozofun yazılarında temellendirdiği felse-
ği ödev ahlakında eylemleri birer ödev feyle, salt kendisine özgü birtakım özel-
olduklan için gerçekleştirmeyi savunmak- likleri (sözgelimi kişiliği, karakteri, ruhsal
tadır. yapısı, yaşama b·akışı, yaşam karşısında
Bütün bu söylenenler ışığında bakıl aldığı tutum) ara~ındaki ilişkinin de mut-
dığında, felsefe tarihinde değişik felsefe hıka değerlendirmeye alınması.
konulan ya da sorunları bağlamında ve Felsefe üzerine genel bir kavrayış e-
felsefe alanlarının her birinde öteden be- dinmenin en önemli yollarından biri de
ri karşıt konum alışlar söz konusu ol- felsefe tarihi boyunca değişik filozof, o-
muştur. Sözgelimi, metafi?ikte "Bircilik", kul, akım ve anlayışlarca geliştirilmiş, çe-
"İkicilik", "Çokçuluk";evrenbilgisinde "İ şitli felsefe sorunları üzerine düşünürken
dealizm" ile "Maddecilik"; bilgikuramın etkili bir biçimde izlenmiş değişik felsefe
da "Usçuluk" ile "Deneycilik"; ahlak fel- araştırma türleri· ile yöntemleri üzerine
sefesinde "Yararcılık" ile "Ödev Ahlakı" yoğunlaşmaktan geçmektedir. Felsefe ö-
gibi. Öte yanda, felsefe tarihçilerince ya teden beri alabildiğine değişik soruştur
da filozofların kendilerince değişik a- ma biçimleri izlenerek yürütülen bir et-
maçlar ya da yararlar gözetilerek yapıl kinlik olmakla birlikte, kavramların man-
mış büyük bir çeşitliliğe konu başka fel- tıksal bakımdan irdelenerek ele alınma
sefe bölümlemeleri de bulunduğunu be- sına dayalı çiıZjiı11/ryici (analitik) felsefe bir
lirtmekte yarar vardır. Bunlardan en ö- yanda, bütünlüklü bir dizge içinde kav-
nemli birkaçı şu biçimde sıralanabilir: (i) ramların uyumlu bir biçimde düzene ko-
felsefe tarihini dönemlere ayırarak bö- nularak yapılandırılmasına dayalı bireşimci
lümleme; örneğin "İlkçağ Felsefesi", "Or- (sentetik) felsefe öbür yanda, iki araştırma
taçağ Felsefesi", "XVII. ile XVIII. Yüz- türünün hep ayrı bir önemi olmuştur. İz
yıl Felsefesi" gibi; (ıı) yanıt aranan ya da lenen yöntemler konusuna gelince, fel-
çözüm getirilmeye çalışılan felsefe so- sefe yöntemi deyişindeki "yöntem" söz-
runlarına göre felsefeyi bölümleme; ör- cüğü, Eski Yunanca'daki sözcük anla-
neğin "zaman felsefesi", "oluş felsefesi", mıyla belli nesnel bir amaca ya da yere
"algı felsefesi", "deneyim felsefesi" gibi; ulaşmak için yürünecek yol demeye ge-
(ıii) felsefe sorunları ile konulan üzerine len methodos sözcüğünün karşılığıdır. Ni-
düşünürken sergilenen genel yaklaşımla tekim, en genel anlamda, felsefe yöntemi
ra göre, seçilen yöntembilgiscl çerçevele- denince belli bir sonuca ya da yere ulaş
re göre felsefeyi bölümleme; örneğin "İ mak için izlenen usyürütme yolu, düşün
dealizm'', "Usçuluk", "Deneycilik", "Gö- cenin nasıl çalıştırılması gerektiği anlaşıl
rüngübilim" gibi. Bunun yanında felsefe maktadır. Bu bağlamda yöntemle ulaşıl
tarihinin değişik dönemlerinde ve bağ mak istenen amaç, belli bir felsefe yapı
lamlarında yazıya alınmış felsefe metin- sının ya da konumunun kurulması ola-
lerine yaklaşırken üç önemli noktanın bileceği· gibi (Japtc1-knmı·11·ol11şınrucu yii11-
söz konusu metinleri en iyi biçimde kav- ıem), belli bir felsefe yapma biçiminin,
ramak bakımından kilit değerde bir öne- yordamının öğretilmesi de olabilmekte-
mi bulunmaktadır: (i) ele alınan metni ya- · dir (öğretme yiitıtemi). Felsefe tarihine ba-
zan fılozofun düşüncelerinin hangi açı kıldığında izlenen çok değişik felsefe
lardan kendinden önceki filozoflara da- yöntemleri bulunmakla birlikte bunlar-
yandığının iyiden iyiye belirlenmesi; (iı) dan üçünün her zaman için ayn bir ö-
eldeki metnin yazan olan fılozofun tari- nemleri olmuştur:
hin belli bir döneminde yaşamış olduğu (i) Deneyse/ya da Tiimeııanmlt Yiitıtem: De-
akıldan çıkanlmayarak, ortaya koyduğu neyci fılozoflarca değişik biçimlerde iz-
545 felsefe
!enen bu yöntemin en yerleşik tanımı, mak üzere en temel düşünce ilkeleri dahi
duyu organlarınca algılanabilen ya da deneyimden, dolayısıyla da duyumlardan
gözlemlenebilen olguların dışında kesin yapılmış genellemelerdir. Deneysel yön-
bir bilgi edinmenin olanaksız olduğu il- temin üstüne bina edildiği düşünsel çer-
kesi üstüne kurulmuştur. Bu açıdan ba- çeveye göre,.deneyime üstün olduğu ya
kıldığında duyularca duyulanlar dışında da deneyimi aşuğı düşünülen her ne var-
saltık bir gerçekliğin varlığını bütünüyle sa doğrudan doğruya bunun tam tersinin
yadsıyan deneycilik, gpzlemler ile dene- doğru olduğunu kavrayamayışınuza yö-
yimlere dayanmayan her türden metafi- nelik öznel eksikliğimizden kayruıklan
zik ya da tannbilimsel düşünme kipine maktadır. Nitekim Spencer'ın gözünde bu
karşı çıkmaktadır. Deneyci yaklaşıma gö- kavrayışsızlık, felsefe tarihine kök salmış
re, felsefede izlenmesi gereken doğru dü- tanrıbilimsel ya da metafizik sapkınlıkla
şünme yöntemi tek tek deneysel gözlem- rın da başlıca nedenini oluşturmaktadır.
lerden yola çıkarak tümel yargılara, öner- Bütün bu savunulara karşın tümevarımlı
melere, bilgilere ulaşmaktır. Sözgelimi ye- deneysel yöntem, gerektiğinden aşırı bir
terli sayıda kuğu üzerinde yapılan göz- biçimde, olur olmaz her yerde olası tek
lem sonucunda "bütün kuğuların beyaz bilgi edinme yöntemi olarak kullanıldığı
olduğu" önermesini tümevanm yoluyla vakit, pek Çok felsefecinin de belirttiği
çıkarsamak, deneyci düşünme yöntemi- üzere, olgulann olgu olmaktalıklan ile
nin en yalınkat örneğidir. Gerek Eskiçağ işleyişlerini belirleyen yasa ve nedenleri
gerek Yeniçağ maddecilerince belli ölçü- açıklamakta son derece yetersiz kalmak-
lerde kullanıldığı açıklıkla gözlenen tü- ta, hatta kimileyin çarpıtmaya varan öl-
mevarımlı yöntem, XX. yüzyıl felsefesin- çülerde olguları olduklarından başka gös-
deyse özellikle bilim felsefes_i tartışmala termek gibi bir sakınca doğurmaktadır.
nnda manukçı olguculann bütün düşün Bu açıdan bakıldığında, bilimsel yargıla
sel bakışları ile kavramsal çerçevelerinin rın doğası gereği yerine getirmeleri gere-
oluşumunda son derece belirleyici bir ken nesnel zorunluluk ölçütünün önüne
konumda bulunmaktadır. Bu bağlamda geçerek, söz konusu yargıları geçmişte
Auguste Comte, tannbilimsel ile metafi- gözlemlenmiş genel olgu formüllerine
zik düşünme kiplerine karşı salt gözleme indirgemek gibi bir çekince de taşımak
dayandırılmış olgucu düşünme kipine sa- tadır. Örneğin bu yöntem, bütün bilgi
rılırken, :Mill, Huıtley, Bain, Spencer gibi saı;lanrun deneye dayandırılmak zorunda
düşünürlere göreyse "felsefe önermesi" olduğunu gerekçe göstererek, "bizden
diye özel bir önerme biçimi yoktur: bü- sonra yaşayan insanlar da gün gelip aynı
tlin önermeler ~on çözümlemede salt de- hi7.ler gibi ölecekler" yrinlincle bir savda
neyimin ürünüdürler. Bu anlamda genel bulunulmasına asla olanak tanımayac-ak
bir düşünce diye baştan varsaydıkları ur. Deneysel yöntemi değişik bakımlar
mız, dış dünyadan edinilen duyumların dan eleştiren felsefecilerin de sıkça vur-
toplanundan öte bir şey değildir. Bu guladıkları gibi, salt gözlemle ya da yal-
yaklaşımda, "yargı" diye adlandınlan şey nızca duyu verilerinden yola çıkarak şey
iki ayrı duyum arasında kurulan neden- lerin doğaları üzerine şaşmaz kesinlikte
sellik bağlanusı olarak görülürken, "çıka bilgilere ulaşmak olanaksızdır.
nm"dan arılaşılması gerekense belli bir (ıi) Tii111deııgeliı11/i
ya da Sentetik Apriori
duyumdan bir başka duyuma varma sü- Yiiııte111: Tümevarımlı
yöntemin tam karşı
recidir. Yine aynı biçimde, matematik ö- ucunda yer alan tümdengelimli yöntem,
nermeleri ya da mı.tnuk ilkeleri; "özdeşlik her durumda genel ilkelerden, daha "yük-
ilkesi", "çelişmezlik yasası", "üçüncü bir sek" yasalardan ya da nedenlerden, daha
durumun olanaksızlığı" gibi temel dü- "alçakta" olmakla birlikte çok daha kar-
şünce yasaları ile başta "nedensellik" ol- maşık ve aynnulı ilişki ya da olgulara ge-
felsefe 546
çerek izlenen bir felsefe yöntemidir. Ni- her durumda belli ilkelerin, yasaların ya
tekim tümdengelimli teriminin türetildiği da temellerin apriori doğru diye alınarak,
Latince'deki dedutm eylemi "alçala alçala yeterince eleştirel bir gözle soruşturul
inme" anlamı taşımaktadır. Daha ilk ba- madan benimsenmesine yol açıyor olma-
kışta görülebileceği gibi, tümdengelirnci sıdır. Bu eksikliğin varlığı Platon'dan Leib-
bir düşünürün en büyük düşü, saltık bir niz 'e gelinene dek tümdengelimli yön-
dayanak noktasını, en azından enson an- temi izleyerek ortaya belli felsefe düşün
lamdaki gerçekliğin sezgisini kendisine celeri koymuş filozoflann hemen bütü-
başlangıç noktası alarak, böyle bir "Arşi nünde açıklıkla görülmektedir.
met Noktası"ndan yola çıkıp evrende (ıii) Aı1iılitik-St11telik Yö11/mr. Adından da
varolan biitün herşeyin bilgisini metafi- :tnlaşılacağı üzere analitik-sentetik yön-
zik gerçeklik ölçeği ile uyumlu bir bi- tem hem analizin (çözümleme) hem de
çimde tek tek çıkarsamaktır. Varolan bü- sentezin (bireşim), bir başka söyleyişle
tün herşeyi, dolayısıyla olası bütün bilgi- hem tümevarımın hem de tümdengeli-
leri olanaklı kılan bu dayanak, ''Tektan- min birarada uygulandığı bir yöntemdir.
ncılar"ın gözünde Tann iken "Birciler"in Bu yüzden, tümevarımlı yöntem ile tüm-
gözünde Tiimtl V arbk olarak düşünül dengelimli yöntemin taşıdığı pek çok ek-
mektedir. Kuşkusuz felsefe tarihinde tüm- sikliğin giderilmesi amacıyla tasarlandığı
dengelimli yöntemi uygulayarak gelişti için, öteki iki yönteme göre felsefe için
ren ilk filozof Platon'dur. Nitekim Pla- daha yetkin bir yöntem sunduğu söyle-
ton tümdengelimli yöntem uyarınca, ge- nebilir. Analitik-sentetik yöntemin felse-
nelde "İdealar Dünyası"ndan, daha özel- fe tarihiride bilinen ilk büyük uygula}ıcısı
deyse "İyi İdeası"ndan başlayarak, en so- Aristoteles'tir. Nitekim Aristoteles dü-
nunda duyular dünyasının gerçekliğinin şüncelerini ortaya koyarken kimileyin ol-
yalnızca gerçekliğin kopyalarından ibaret gulara yönelik gözlemlerinden hareketle
birer yanılsama olduğu yollu bilgiyi çı genel ilkeler ile yasalar çıkarsarruş; kimi-
karsamıştır. Yine aynı biçimde yalnızca leyin de bunun tam tersi yönde ilerleye-
Eskiçağ Usçulan değil, Descartes, Spi- rek belirlediği genel ilkeler ile yasalarla
noza ve Leibniz gibi Yeniçağ Usçuları da gözlemlerini son bir sınamadan geçir-
kuşkuya yer bırakmayan bir açıklıkta tüm- miştir. Hem tümevarımlı hem de tüm-
dengelimli felsefe yöntemiyle düşünen fı dengelimli yöntemin aynı anda birbirle-
lozoflaı:dır. Nitekim bu üç filozof da ay- rini destekleyecek biçimde kullanılmala
nı geometride olduğu gibi en karmaşık rı, günümüz modern bilimlerinin izledik-
belitlerden başlayarak en yalın belitlere leri araşurma mantığının da temelini o-
doğru ilerleyen bir düşünme çizgisi iz- luşturm>tkı.ı.dır. Öte yanda, özellikle Witl-
lemişlerdir. Tümdengelimli yöntemle dü- genstein 'sonrası felsefede, insan düşün
şünme eğilimini, felsefelerini bir biçimde cesinin ne tümdengelimli ne tümevarımlı
Saltık Varlığın sezgisine dayandıran Al- ne de bu ikisinin aynı anda işletildiği bir
man İdealizm geleneğinde yer alan "'-ar- düşünme yapısı sergilemediği, bunların
lıkbilgiciler" ile Kant sonrası Fichte, Sc- yalnızca birer dil oyunu olduğu, dolayı
helling, Hegel gibi "tümtanrıcılar" ara- sıyla da bunlardan birinin ötekine üstün
sında da açıklıkla görmek olanaklıdır. olarak görülmesinin dilin mantığının yan-
Tümdengelimci filozofların hemen bü- lış kavranmasından başka bir şey olma-
tününde görülen ortak bir özellik, çok dığı da savunulmuştur.
büyük ölçüde gözleme dayalı bilimlere, Yine dolaşımda bulunan değişik ba-
dolayısıyla tümevarımlı düşünme yönte- kımlardan yapılmış ala bildiğine çeşitli bö-
mine pek sıcak bakmayışlarıdır. Hiç kuş lümlemeler bulunmakla birlikte, felsefeyi
kusuz tümdengelimli, sentetik apriori yön- en genel anlamda üç ayn tarihsel döne-
teme karşı getirilen eleştirilerin başında, me ayırarak incelemek genellikle kabul
547 felsefe
gören bir yaklaşımdır: (i) gerçekliğin en- kilit değerde önemi bulunan bir ilk felse-
son anlamdaki doğası ile erdem sorunu- fe tasarımı olarak *arle.he düşüncesini te-
nun açıklığa kawşturulmaya çalışıldığı mellendirmişlerdir. Thales ile temelleri a-
Eski Yunan ile Roma döneminde ortaya tılan, Anaksimandros ile Anaks.imenes'in
konmuş felsefeleri kapsayan Klasik Fel- düşünceleriyle iyiden iyiye pekiştirilen
sefr, (ıi) önceliğin her durumda hep bilgi- arle.he tasarımı doğrultusunda, bu ilk ku-
kuranu ağırlıklı sorunlann yanıtlanması şak fılozofların ardından gelen ikinci ku-
na verildiği, modem doğa bilimlerinden şak fılozoflar arasında sayılan Heraklei-
de alınan destekle, felsefeyi "ilerleme ül- tos, Pythagoras, Parmenides, Leukippos,
küsü" doğrultusunda yararsız kurgular Empedokles, Anak.~agoras ve Demokri-
ile metafizik düşüncelerin karanlığından tos gibi öteki Sokrates öncesi filozotlar,
kurtararak aydınlık bir geleceğin baş mi- Milet Okulu'nca ortaya atılan aynı soru-
marı konumuna getirme anlayışına dayalı lar bağlamında değişik yaklaşımlar geliş
Rönesans ile başlayan Motlenı Ftlsefr, (ıii) tirmişlerdir. Ortaçağ fılozoflarından çağ
bir bütün olarak bu iki felsefe dönemin- daş felsefecilere dek felsefenin ilerleyen
ce oluşturulmuş geleneksel felsefenin e- yüzyıllarındaki filozofların kendisini an-
leştirisinin verilerek felsefeye yeni yönle- madan .edemeyecekleri Soktates, felsefe-
rin çizildiği, felsefe için sorulann, amaç- ce soruşturmanın kapsanuna toplumsal
ların, ödevlerin yeni baştan tanımlanarak ve siyasal sorunları da katmasıyla, bun-
yeni felsefe izlencelerinin önerildiği Kant dan da önemlisi diyalektik yöntemi ge-
ile başlayıp bütün bir XIX. ve XX. yüz- liştirip felsefece söyİeşimlerde etkinlikle
yılı katederek günümüze dek uzanıp ge- uygulayarak tarihin bilinen ilk felsefe
len Çağda/ Felsefe. yöntemini geliştirmesiyle, yalnızca klasik
M.Ö. VI. yüzyılda kendilerine tarihin felsefe dönemine değil bütün bir felsefe
ilk fılozofları olarak bakılan Thalcs, A- tarihine damgasını wrmuştur. Sokrates'
naksimandros ve Anaksimencs ile başla in düşünceleri hem Aıina'da kurulan *A-
yan "Klasik Felsefe Dönemi"nde, hem kademia'da öğrencisi Platon hem de *Ly-
felsefe tarihinin ilk felsefe sorularının so- keion'da Platon'un öğrencisi Aristoteles
rularak bunlara felsefece yanıtların veril- tarafından daha da ilerilere taşınmakla kal-
diği hem de felsefenin temel düşünsel mamış, bu felsefece duruşa son derece
kavramsal çerçevesinin biçimlendiği gö- etkileyici bir dizgelilik de kazandırılmış
ri.ilmektedir. Söz konusu bu üç fılozofun ur. Nitekim Platon ile Aristoteles yakın
adıyla anılan "Mileı Okulu", felsefe tari- dönemlere gelinene dek felsefece soruş
hinin ilk felsefe okulu olduğu gibi hem turmanın en büyük amaçlarından biri o-
klasik felsefe döneminin, hem de felse- l.ırak görülen kendi içinde tuı.ırlı, kap-
fenin başlangıç noktasıdır. Kimilerinin samlı ve bütünlüklü bir "felsefe dizgesi''
gözünde fılozof olmaktan çok birer "bil- kurma anlayışını yerleştirmek bakımın
ge" olarak anılan bu fılozoflar, doğanın dan son derece önemli bir yer tutmakta-
gerisinde yatanın ne olduğunu, doğadaki dırlar. "Roma Dönemi Felsefesi" diye a-
nesnelerin yapıtaşını neyin oluşturduğu nılan klasik felsefenin ikinci ana aşaması
nu, doğadaki oluşu olanaklı kılan ana büyük ölçüde Eski Yunan Felsefesi'niA..
devini kaynağının neliğini araştırmışlar görece geç dönemlerinde kurulmuş "So-
dır. Bütün bu sorulara açıklık getirmek fizm", "Stoacılık", "Kirıiklik", "Epiku-
amacıyla, bu üç fılozof tarihin bilinen ilk rosçuluk" gibi belli başlı felsefe okulları
ussal felsefe soruşturmalarını yapmakla nın ana öğretilerine dayanmaktadır. Kla-
kalmanuşlar, hem ilk felsefi yanıtları sik dönemin sonlarına doğru, bir yanda
hem de ilk felsefe uslamlamalann! ver- ort·.ıçağ felsefesini derinden etkileyen bü-
mişlerdir. Bundan da önemlisi bütün bir yük oranda Plotinos eliyle kurulmuş "Ye-
düşünsel çerçeveyi kurması bakımından ni Platonculuk"un etkileri, öbür yanda
felsefe 548
İbn Rüşd ile İbn Sina araolığıyla l:ıaşta tirdfelıefe yaklaşımıyla çoğunluk felsefede
"Aristotelesçilik" olmak üzere Avrupa' "Copernicus Devrimi"ni gerçekleştirdiği
da bütün bütün unutulan Eski Yunan düşünülen Immanuel Kant, usçu ile de-
Felsefesi'nin kökenleri ile genel ruhu- neyci felsefe gelenekleri arasında son de-
nun yeniden canlandırılması girişimleri rece sağlanı temeller üstüne kurulu bir
en dikkat çeken felsefe hareketleri ara- felsefece bireşime gitmesiyle kendinden
sında yer almaktadır. Klasik dönemin en sonraki felsefenin "Kant Sonrası Felse-
son aşaması olarak görülen, kimileyin fe" diye anılmasına yol açmışur. Kant
"Skolasrik Felsefe" diye de anılan Orta- sonrası felsefe çok değişik yönlerden ile-
çağ Felsefesi, özünde bütünüyle Aristo- rilere taşınmış olmasına karşın, bir yanda
telesçi ilkeler üstüne kurulmuştur. Au- Fıchte, Schelling ve Hegel tarafından ku-
gustinus ile Thomas Aquinas'ın düşün rulan Alman İdealizmi, öbür yanda
celeriyle bir anlamda sınırlarını çizdikleri XVIll. yüzyılda Rousseau ile yeşerip Sc-
bu dönemin öteki önemli düşünürleri hopenhauer ve Nietzsche'nin düşüncele
arasında, Petrus Abelardus, Anselmus, rinde doruğa çıkan Romantizm Kant
Duns Scotus, Boeıhius gibi fılozoflar yer sonrası modern felsefenin anmaya değer
almaktadır. İnsan usu ile Tanrı'ya inan- en önemli iki büyük felsefe akımıdır.
cın, dolayısıyla da felsefe ile tannbilimin Bununla birlikte modem felsefe akımları
ilkece birbirleriyle .çelişmediklerinin te- arasında, büyük ölçüde Ralph Waldo
mellendirilmeye çalışıldığı bu dönemde, Emerson'un dillendirdiği "Amerikan Aş
Tanrı'nın varlığırun felsefe yoluyla tarut- kıncılık" anlayışı ile romantik ve idealist
lanması sorunu kendisine sürekli çözüm felsefelere karşı çıkan Marx'ın "Diyalek-
aranmış sorunların en başında gelmek- tik Maddecilik"i öteki önemli fdsefe an-
tedir. layışları olarak öne çıkmaktadır. Yine mo-
Rönesans'a gelinmesiyle birlikte, ö- dem felsefe bağlamında Charles Darwin'
zellikle bu dönemde geliştirilen yeni fi- in "Evrim Kuramı", John Stuart Mili e-
zik, gökbilim ve insancılık anlayışlarının liyle İngiltere'de son biçimi verilen "Ya-
da etkisiyle "Modem Felsefe Dönemi" rarcı Ahliik Felsefesi", Fransa 'da Augus-
ne geçişi olanaklı kılan bir devrim ger- te Comte'un genel çerçevesini çizdiği
çekleşmiştir. Rene Descartes, çoğu yerde "Olguculuk", XIX. yüzyılın sonlarında
dönemin gerek felsefesinin gerekse yeni Peirce, James ve Dewey tarafından har-
bilim anlayışının felsefi bakımdan temel- manlanan oldukça özgün ve çok yönlü
lerini atmaya yönelik çabalarıyla modem "Pragmacılık" anlayışı oldukça önemli
felsefenin kurucusu olarak görülmekte- yerler tutan başlıca felsefe akımlandır.
dir. Öte yanda modem felsefe dönemin- Sunulan pek çok felsefe tarihi bö-
de kurulmuş XVII. yüzyılın öteki önemli lürnlemesinde, XX. yüzyılda "Çağdaş
usçu dizgelerinde, özellikle de iki önemli Felsefe"ye geçiş noktası olarak Bergson'
usçu fılozof Spinoza ile Leibniz'in kur- un "Sezgicilik" anlayışı gösterilmektedir.
dukları felsefe dizgelerinde, hem Descar- Bu bağlamda çağdaş felsefenin en dik-
tesçı felsefenin içerdiği sorunların hem kate değer özelliklerinden biri, birbirin-
de dönemin yeni bilim anlayışının önem- den bütünüyle farklı yöntem ve amaçlar
li açmazlarının sorunsallaştınlarak tarUŞ uyarınca felsefe yapan "Avrupa Kıta Fel-
maya açıldığı görülmektedir. Yine mo- sefesi" geleneği ile "İngiliz/ Anglosakson
dern felsefe bağlamında Hobbes, Locke, Çözümleyici Felsefe'" geleneği arasında
Hume ile birlikte önemli bir idealist ol- XIX. yüzyılın sonlarına doğru oluşan u-
masına karşın Berkeley'in yapıtlarıyla ser- çurumun XX. yüzyılla birlikte alabildi-
pilen "İngiliz Deneyciliği" çok büyük o- ğine büyük bir !uzla derinleşmiş olma-
randa felsefenin gündemine ağırlığım koy-· sıdır. Almanya ile Fransa'da en çok göze
muştur. Tam bu noktada geliştirdiği elq- batan akımlar arasında Husserl'in temel-
549 felıefc
bilim felsefesi; biyoloji felsefesi; dev- thropoloie] İnsan denen varlığın özünü,
let felsefesi; dil felsefesi; din felsefesi; insan d$stnı kavramayı, di!1'er canlılarla
doğa felsefesi; edebiyat felsefesi; e- birlikte yaşayan bir tür o hırak kendi111izj
konomi felsefesi; eğitim felsefesi; hu- an!mmgı konu edinen fdsefi-bilimsel öğ
kuk felsefesi; iletişim felsefesi; mate- reti; insan yaşamını somut gerçekliği i-
matik felsefesi; ruhbilim felsefesi; sa- çinde bir bütün olarak ele almakt'ln yana
nat felsefesi; siyaset felsefesi; süreç olan "insan felsefesi".
felsefesi; tarih felsefesi; toplum felse- İnsanoğlunu tüm diğer varlıklardan
fesi; toplum bilimleri felsefesi; ya§am ayıran temel niteliklerin, insaru insan ya-
felsefesi; zihin felsefesi; arzu felsefe- pan ayırt edici özelliklerin neler olduğu
si; cinsellik felsefesi; iş felsefesi; sa- sorusuyla yola koyulan felsefi insanbilim,
vaş ve banş felsefesi; spor felsefesi; felsefenin konusunun ne yalruzca madde
teknoloji felsefesi; İslim felsefesi; ya da doğa ne de tek başına tin ya da
Türkiye'de felsefe; Çin felsefesi; Ja- bilinç değil, bu ikisini bir potada eriten
pon felsefesi; Hint felsefesi; Tibet somut yaşamı ve gerçekliği içinde "in-
felsefesi; Afrika felsefesi; kıta felsefe- san" olması gerektiğini savunur. Hem
si; çözümleyici felsefe; postmodern insarun doğasının anlaşılması hem de in-
felsefe; post-yapısalcı felsefe. sanın kendini kavrayışı üzerine yoğunla
şan felsefi insanbilim, in.sana ait, insan-
felsefe akımı bkz. felsefe. lığa dair ne varsa -biyolojik evrimimiz,
tarihsel gelişme sürecimiz, toplumsal ve
felsefe dizgesi bkz. felsefe. bireysel anlamda çeşitlilik ve değişkenlik
gösteren niteliklerimiz vb.- kuşatma sa-
felsefe geleneği bkz. felsefe. vındadır. Bu yüzden de konuyla ilgili her
türlü "bilim"in ortaya koyduğu bilgileri
felsefe ilkesi bkz. felsefe. bütünlüklü bir "insan tasanmı"nda bu-
luşturmaya, doğa bilimleri ile tin bilimle-
felsefe kur~mı bkz. felsefe. rinin (kültür ya da insan bilimleri) vardığı
sonuçlan uzlaştırmaya, bunlar arasında
felsefe okulu bkz. felsefe. bir köprü kurmaya özen gösterir.
Felsefi insanbilimin ilk izlerine Kant
felsefe öğretisi bkz. felsefe. ile Herder'de rastlansa da kendine özgü
felsefi bir hareket olarak ortaya çıkışı
felsefe tasanmı bkz. felsefe. 1920'1erin sonuna doğrudur. Kıta felse-
fesi geleneği içinde Almanya 'da lilizle-
felıefe yaklaıımı bkz. felsefe. nen felsefi insanbilimin başlıca temsilci-
leri önceleri Max Scheler ile Helmut
felsefece yokeayıcılık bkz. yoksayıcı Plcssner, sonralan ise Amold Gehlen ile
lık. Ernst Cassirer olmuştur. Zamandizinsel
açıdan felsefi insanbilimin ortaya çıkışı,
felsefece yorumbilgisi bkz. yorumbil- Hcidegger'in "varoluşçu" felsefesi ve
gisi; Gadamer, Hans-Georg. Frankfurt Okulu'nun eleştirel toplum
kummıyla eşzamanlıdır. Bu düşünce ik-
felsefi davranışçılık bkz. davranışçı limi içindeki Alman filozofların ilgis~ o
lık. ana dek hiç olmadığı kadar "insan yaşa
mırun kavranması"na yönelmiş; bu dü-
felsefi insanbilim (insan felsefesi) şünürler bir yandan insarun doğadaki ye-
[İng. pbiloiophital anthropologr. Fr. anthro- rini aydınlatmaya çabalarken, bir yandan
polo§t pbilonıphiq11e, Alın. philosopbis&/Je QI/- da insanın özü üzerine felsefe üretmeye
551 feminist bilgikuramı
gibi toplumsal konularda refonn için mü- Hegclcilerin tarihsel maddecilik kuraın
cadele vennelrtcdir. feminizm içindeki di- lan arasındaki başlıa bağlanuyı oluştu
ğer bir önemli kol da tgnltAp feminizm- nır. Metafiziğe ve dine yönelttiği sert e-
dir. "Erkek vahşeti"ııin iyileştirilebileceği leştirilerle aıalannda genç Marx ve En-
konusunda pek umutlu olmayan aynlıkçı gels'in de bulunduğu Yeni Hegelcileri ö-
feminist düşünce çizgisi eril iktidan acı nemli ö!Çüde etkileyen Feuerbach, dinin
masızca eleştirir. Bu görüşe göre erkek bir tür yabancılaşma olduğunu savunan
egemenliği sınıf ve ırk aynmından çok HıristtJ1J11ltğ111 Ôzji (Das Wc:sen des Chris-
daha önemli olan bir toplumsal ayrıma, tentum~. 1841) adlı başyapıuyla o dö-
cinsiyet ayruncılığına yol açmaktadır. Di- nemde büyük bir ilgi uyandırmış; daha
ğer bir önemli feminist kol olan sosyalill sonr.ı buna Gtkttj11 Felsefesİllİll İlhleri
feminizm ise sosyalist perspek:titler ve (Grundsiitze der Philosophie der Zu-
siyasetlerle kadınlann özgürleşme müca- kunft, 1843) ve Dmi11 Ôz!i (Dııs Wesen
delesini birleştinneye çalışır. Başlarda da- der Religion, 1845) gibi ses getiren diğer
ha çok kadının toplumsal konumunu iyi- önemli çalışmalarını da ekleyerek kendi$i
leştirecek uygulamaya yönelik haklar ve gibi monarşizmi ve Hegelci Saluk Us'u
özgürlükler üzerinde duran feminizm, ö- reddeden, dini her şeyi Tann'ya mal edip
zellikle XX. yüzyılın ikinci yansından iti- insanın insana özgü güçlerini elinden
baren kuıamsal alana da ağırlık vererek alaıak ona egemen olmaya yönelik bir
bütünlüklü bir dizge haline gelmeye baş girişim olaıak gören bir Feuerbachçılar
lamıştır. Aynca bkz. feminist bilgiku- kuşağı yaratmıştır.
ramı; feminist felsefe; eko-feminizm. Landshut'ta (Bavyeıa) doğan Feuer-
bach, Heidelberg'de tanrıbiliın üzerine
l't!ni (Ar.) Aıapça'da "yok olma" anla- başlayıp Hcgel'den de dersler aldığı Ber-
mına gelen fot4 kavramı bağlamında İs lin'de felsefe üzerine sürdürdüğü eğiti
lam felsefesinde mutasavvıflann ortaya mini 1829 yılında Erlangen'de felsefe do-
koyduğu "Tann'da yok olma" (fm4-j- çenti olaıak tamamladı. 1832'de din kar-
lkıb) tasanmı için bkz. inBin-ı kimi/. şıtı görüşleri nedeniyle profesörlüğe a-
tanmamasını protesto ederek üniversite-
fenomen bkz. göriıngü. den ayrddı. 1836-1846 yıllan arasında He-
gcl'in idealist felsefesini maddeci bir açı
fenomen(al)izm bkz. görüngücülük. dan deştirerek insani arzuların yansıtıl
ması tasanmı ot.ırak gördüğü din kavra-
fenomenoloji bkz. görüngübilim. mı üzerine yoğunlaştığı en etkili çalışma
lannı üreten Feuerbach, 1848 Devrimi'
Femeyli Filozof [İng. Philosophtr of Fı,.. nde siyasi libeıalizmin ünlü bir savunu-
11g] Paris'te istenmediği için ömrünün cusu ve devrimin fıkir babalanndan biri
son yirmi yılını (1758-1778) Cenevre ya- olarak büyük saygı gördü. Buna karşın
kınlanııdaki Femey'de geçiren Aydınlan Alınanya'nın dinsel saplanulaınndan cum-
ma felsefesinin önde gelen düşünürü Vol- huriyeti kurabilecek denli kurtulamadığı
taire'e verilen ad. nı düşünen Feuerbach, devrime karşı çe-
kimser ve kuşkucu bir yaklaşım benim-
Feuerbach, Ludwig Andreas (1804- seyerek, Frankfurt'ta kurulan devrimci
1872) Hegel'e yönelttiği sıkı eleştirilerle parlamentoya kaulmak yerine kuramsal
Marx'ı da derinden etkileyen. dinin ger- alandan çok uygulamaya yönelik oldu-
çek yüzünü açığa çıkartan çalışmalanyla ğunu özellikle vurguladığı, dini siyasetle
tanınan Alman maddeci filozof. Ludwig bağdaştırdığı Heidelberg'deki tanrıbilim
Andreas Feuerbach. çalışmalanyla He- derslerine dönmeyi tercih etti.
gcl'in saltık idealizmi ile Marx'ın ve Yeni Ardında çalışmalarını üzerine kurdu-
555 Feuerbach, Ludwig Andrcas
ğu felsefi sorunlardan hiçbiri üstüne .in- Tezler" adlı çalışmasında maddeci filo-
celikle .işlenmiş tutarlı bir düşünceler bü- zoflara yaptığı temel eleştiriyi Feuerbach
tünü bırakmayan Feuerbach, dizgeli bir lizer.inden yönlendirir: "Şimdiye kadarki
felsefeci sayılamazsa da XIX. yüzyıl dü- tüm maddeciliklerin -Feuerbach'ınki da-
şün tarih.inde birçok yönden önemli yer hil- başlıca kusuru nesnenin, gerçekliğin,
tutar. Feuerbach Alman İdealizminin me- duyarlığın duyumsal insan etkinliği ya da
tafizik dizgeyi inşa etmesinden yanm yüz- praksi~ olarak değil, yalnızca nesne ya da
yıl sonra Kantçı felsefi eleştiri tasarısını görü olarak kavranmasıdır. Zihnin etkin
yeni bir biçim .içerisinde yeniden canlan- yönünün, maddeciliğin tersine, idealizm
dımıışur. Ne \•ar ki Kant aklı bir .inan a- tarafından -ama yalnızca soyut olarak
lanı haline getirmek için sınırlarken Fe- çünkü idealizm gerçek, duyumsal etkin-
uerbach somut, cisimleşmiş .insan· bilin- liği bu biçimiyle doğal olarak tarumaz-
cin.in varoluşu lehine aklı gizem.inden a- gcliştirilmiş olmaSlllln nedeni de budur."
rındırmaya çalışır. Feuerbach, Alman i- Marx, Feuerbach'ın klasik felsefeden ra-
dealist felsefesinin tannbilimin bir maze- dikal bir biçimde aynlan yeni felsefesin-
reti olduğunu, tanrıbilim.insc dizgeleşti den yola çıkarak diyalektik maddeciliğin
rilmiş bir dinsel bilinçten ibaret olduğu toplumun dönüştürülmesinde pratikte
nu ileri sürer. Ona göre din.in kendisi oynayacağı rolü ve görevlerini belirlediği
yalnızca insan zihninin bir yanılgısı ve bu tezlerin en önemlisi olan on birinci
duygusal gereksinimlerimizin anlaşılabilir tezinde İse şöyle der: "felsefeciler şim
ama tahrif edilmiş bir yansıması oldu- diye dek di\nynyı çeşitli biçimlerde yo-
ğundan metafiziğin, tanrıbilimin ve dinin rumlamakfa yetındiler, oysa ki yapılması
tümüyle insanbilime, başka bir deyişle gereken dünyayı değiştirmektir." Felse-
somut .insan bilincinin ve onun kültürel feciler.in soyut düşüncelerle yetinip pra-
ürünler.in.in soruşturulmasına indirgene- tiği göz ardı ettiklerini ileri süren Marx'a
bileceğini savunur. göre insanın doğa, toplum ve bilim a-
Feuerbach'ın din karşısında benimse- lanlarında gösterdiği etkinl.iklerin topla-
diği bu kuşkucu ve insanmerkezci yakla- mı olan pratikte doğrulanmanuş kura-
şım Hume ile Voltaire'in yaklaşımlarına nun hiçbir anlamı yoktur. Nitekim doğru
ruhça oldukça benzese de xıx yüzyıl bilgi pratiğin doğruladığı bilgidir ve pra-
ortalarının dinsel düşüncenin ağır basttğı tiğin doğruladığı bilgilerim.iz de bize dün-
salukçı ortamında oldukça gürültü ko- yııyı değiştirme ve etkileme olanağı tanır.
parrnışur. Feuerbach'ın d.in gibi toplum- Marx'ın Feuerbach'ı zihnin etkin ya-
sal kurumların kökenlerini ve işlevlerini nını göz ardı eden ve derin düşüncelere
belirlemeyi amaçlayan soybilimsel/eleşti boğulmuş bir maddeci olarak resmeden
rel araştırma yöntemi daha sonra Marx görüşleri günümüzde Marxçı felsefeciler
tarafından devlete uygulanacak ve mad- tarafından pek benimsenmemekte, hatta
deci tarih anlayışının temel unsurların bunların yarılış olduğu düşünülniektedir.
dan biri olacakur. Feucrbach'ın Hegel'in Friedrich Engels'in, içinde Marx'ın "Fe-
"birey salukın bir işlevidir" tümcesinin uerbach Üzerine Tezler"in.i de yayımla
öznesi ile yükleminin yerlerini değiştirip dığı, 1886 tarihli Ludwig F111erbadı ı>t Kla-
"saluk bireyin bir işlevidir" biçim.inde sik Alman Felsefesinin SonN (Ludwig Feu-
ortaya koyduğu dönüştürücü eleştiri de crbach und der Ausgang der klassischen
Marx tarafından benimsenmiş ve onun Deutschen Philosophie) adlı çalışması
"Hegcl'.in başaşağı çevrilmesi" düşünce da Resmi Sovyet diyalektik maddeciliği
sinde önemli bir rol oynanuşur. nin gelişmesinde önemli bir rol oynama-
Buna karşın Marx, Feuerbach'ın fel- sına karşın Feuerbach'ın felsefesine iliş
tcfes.i üzerine 1845 yılında yazdığı on bir kin önemli bir çalışma olarak görülme-
makaleden oluşan "Feuerbach Üzer.ine miş ve bu anlamda Marxçı felsefi düşün-
Feuerbach Üzerine Tezler 556
ceye pek katkıda bulunmamışur. Yine de kauksız gözlem diliyle oluşturulmuş te-
Feuerbach'ın kfasik felsefeden radikal bir mel önermelerle böyle bir ölçiit oluştur
biçimde ayalan felsefesi, onu düşünsel maya çalışsalar da Feyerabend'e göre göz-
gelişiminde önemli bir adım olarak gö- lem terimlerinin arılamlan içinde yer al-
ren Marx aracılığıyla daha sonraki tarih- dıkları kuramlardan etkilendiği için böyle
sel maddecilik kuramlannı etkilemeye de- bir dil oluşturmak olanaksızdır. Feycr-~
vam etmiş; Feuerb:ıch dine getirdiği e- bcnd'in yapıtfannda öne çıkan ikinci dü-
leştiriler, bu eleştiriler sırasında ortaya şünce, onun dünyaca tanınan bir bilim
atuğı "yabancılaşma" terimi, kendine öz- felsefecisi olmasını sağlayan bifik11rnmsnl
gü maddeciliği ve Hegel'c yönelttiği e- mınrşizt!fdir. Feyerabend "bilimsel yön-
leştirilerle son dönemde yeni çalışmalara tem" diye bir şeyin bulunmadığını savu-
öncülük ederek Marxçı felsefenin önem- nur. bilimsel pratiğin ona göre yönetildi-
li bir parçası olmuştur. Fcuerbach insan ği ya da yönetilmesi gereken evrensel o-
varoluşuna yönelik ilgisiyle de -özellikle farak geçerli yöntembilgiscl bir ilke yok-
de "sevgi"yi yüceltişi ve "ben ile sen" tur. Eğer illa ki böyle bir ilkenin bulun-
öğretisiyle- XX. yüzyılda Martin Buber ması gerektiğinde ısrarlıysak, Feyerabend'
ile Kari Barth gibi varoluşçu tannbilim- e göre bu ilke; kendisinin de inanmadı
cilerin felsefelerine kaynaklık etmiştir: ğını ve usçuların içinde bulunduğu du-
rumun alaycı bir özeti olduğunu söyle-
Feuerbach Üzerine Tezler bkz. Feu- diği "ne olsa uyar" (°'!'Jthing goei'J ilkesi-
erbach, Ludwig Andreas. dir. Feyerabend'in bilgikuramsal anar-
şizm tutumunu benimsemesinin temel
Feyerabend, Paul Kari (1924-1994) Ge- ncderılerinden biri, yöntembilgisinin ken-
rek "yönteme karşı" duruşuyla, gerek disini öznel, kuramsal düşüncelerden so-
"akla vcda"sıyla tüm dikkatleri üzerine yutlayamadığını düşünmesidir. Bu hasta-
çeken Avusturyalı anarşist bilim felsefe- lığın ilacı olarak öne sürdüğü "ne olsa u-
cisi. Viyana Çcvresi'nin mantıkçı olgucu yar'' ilkesi de hastalık geçene kadar kul-
bilim arılayışının en sıkı cleştiricilerinden lanılıp sonra bırakılacaktır. Bilim tarihi
biri olan Paul Feyerabend, dönemdaşlan bütün kuramların, hatta en başanlannın
Thomas Kuhn ve N. R. H.mson gibi, bile bir aykırılıklar denizinde yüzdüğünü,
bilim tarihine ve çağd~ bilimsel taruş burıların hepsinin aslında yöntembilgisel
malara daha yakından ilgi gösterilmesi olarak yanlış olarak kabul edilmeleri ge-
gerektiğini ısrarla vurgulayarak, bu tiir rektiğini göstermektedir (bkz. anomali).
bir ilginin felsefenin bilime ilişkin açık Ama Feyerabcnd'e göre kuramların aykı
lamalarının gerçek bilim pratiğiyle büyük nlıklar içinde yü?.mesi, Kııhn'ıın düşün
ölçüde çeliştiğini ortaya koyacağını sa- düğünün aksine, kuramlann yeni baştan
vunur. oluşturulmasına ya da bir kenara aulma-
Feycrabcnd'in felsefenin bilime iliş larına değil *ad boc varsayımlar aracılığıyla
kin açıklamaları ile bilim pratiği ya da bi- geliştirilmelerine vesile olmalıdır; bilim
limin uygulanışı arasındalri bu l.utarsızlık böyle ilerler.
üzerine yoğunlaşan yapıtlarında özellikle Feyerabcnd'in bilimsel araştırma yön-
iki düşünce ön plana çılanakiadır. Bun- temlerine ilişkin görüşleri, birlikte bilime
~dan ilki ölfii1tiiriilt111ez/ilıı olarak bilinir. dair söyledikleriyle o ana kadar süregelen
Feycrabend'e göre rekabet halindeki ku- bilim felsefesi çizgisinde bir kınlma ya-
ramlar genellikle ölçüştüriilemezler; çiin- ratuklan Kuhn'a getirdiği eleştiriler ara-
kü orılann aynı düzlemde değerlendirile cılığıyla daha iyi arılaşılabilir. Feyerabend,
bileceği ortak bir ölçüt bulunmamakta- görüşleri Kuhn'unkilerle yakın benzer-
dır. Olgucu bilim felsefecileri kuramsal likler göstermesine ve Kuhn'u hemen
önkavrayışların etkisi alunda olmayan her konuda olurlamasına karşın, Kuhn'u
557 Feyerabeıid, Paul Kari
yeniden bilim denilen şeyin tam orta ye- felsefelerine dayanan/ryz kuramı, "oluş"u
ri ne koyduğu savındadır. Feyerabend, neden-sonuç ilişkisinin doğal bir sonucu
Yönteme Rgn'da (Against Method, 1975) olarak görüp Tanrı'nın yamum sürecin-
bilim için geçerli olan yöntembilgisel deki mutlak iradesini yadsıması nede-
maksimin "ne olsa uyar" olduğunu savu- niyle birçok İslam tannbilimcisi tarafın
narak bilgikuramsal anarşizmi bilim fel- dan eleştirilmiştir. Aynca bkz. türüm;
sefesinin içinde bulunduğu sorunlu el u- un1c; vahdet-i vıicüd
ruma çözüm olarak sunar. Ôrgiir Bir Top-
INnıda Bilim (Science in a Free Society, firlatılmışlık ~ng. throwmıesr, Fr. dirili&-
1978) Yiı'tıtrme H~a getirilen eleştirilere lio11; Alm. geu'flrjeııheifı Heidegger'in, Da-
karşı bir yanıtur. Felsefaa YazıWın (Phi- seiıı'ın ya da insan varlığının dünyaya a-
losophical Paperıı, 2 cilt, 1981) birinci tılrnışlığını; insanın ya ela insan varoluşu
cildi Gtrf?k(İlik, Usrulule ve Bilimsel l "öntem nun kendi yazgısına terkedilmişliğini ni-
iRealism, Rationalism and Scientifıc Met- telemek için kullandığı terim. Aynca bkz.
hod), ikinci cildi Dmryciliğüı S onmkırt bırakılmıılık.
(Problems of Empiricism) adını taşımak
tadır. Alekı Veda'da (Farewell to Reason, Fısıltıyla Aktarım Okulu Buddhacı bir
1987) bilim ile bilim felsefesine egemen Tibet felsefe okulu. Bir çeviriyazı dizge-
olan ussallık düşüncesini eleştirir. Bilgi sine göre Tibetçesi bKa' 7JNd pa, bir di-
Üzyriııe Üf D[yalog (fhree Dialogues on ğer çeviriyazı dizgesine göre de Kargyiip-
Knowledge, 1991) bilgikuramsal anarşiz ıa'dır: Bu okulun yoga teknikleri önemli
me getirilen eleştirilere verilen yanıtlar ölçüde Hintli bilge Naropa'nın yoga tek-
dan oluşmaktadır. Zaman Ô/Jiirnıtle (Kill- niklerine dayarırnaktadır. En önemli tem-
ing Tıme. 1995) ise Feyerabend'in ölü- silcileri Marpa ile öğrencisi Milarepa'dır.
münden hemen önce tamamladığı özya- Ayrıca bkz. Milarepa; mabamudra.
şamöyküsüdür. Aynca bkz. bilim felse-
fesi; ölçüştürülemezlik; Kuhn, Tho- Fichte, Johann Gotdieb (1762-1814)
mas. Kant sonrası Alman idealizminin ilk bü-
yük filozofu; gerek hemen her konuda
feyz (Ar.) Sözcük anlamı "taşma'', "ço- ortaya koyduğu "renkli" düşüncelerle,
ğalma" olan, İslim felsefesinde bütün gerekse ''.Jena Dönemi" ile "Berlin Dö-
bilgi ve varlıkların Tann'dan kaynaklan- nemi" diye anılan yıllarda temel felsefe
dığını, onun birer görünümü olduğunu kavramları balamından iki farklı felsefe
anlatan bu kavr.lm, oluş ve varhgı açık anlayışı geliştınnesiyle felsefe tarihinin
lamak amacıyla ünlü mutasavvıf İbnü1- en "c;oksesli" düşünürlerinden biri.
Arabi tarafından kullanılmışur. T,'ahdeı-i Fichte, Oberlausitz'de yoksul bir do-
ııii&fid anlayışı çerçevesinde bütün varlık kumacının oğlu olarak dünyaya geldi.
ların tek bir varlığın görünümü oldu- Dokuz yaşında kilisedeki vaaza yetişe
ğumı ve ondan kaynaklandığını savlayan meyen bir barona kilisedeki vaazı dikkat
İbnü'l-Arab~ felsefesinde JryZ,i bu aşkın çekici bir biçimde anlatması üzerine, ba-
varlığın zuhur etmesi, tecelli etmesi an- ron Fichte'nin okutulup yetiştirilmesini
lamında kullanrnışur. Buna göre fryz ev- üzerine aldı. Bu sayede Almanya'nın ta-
rende sürekli bir oluşa, gerçekleşmeye nınmış liselerinden Schulpforta'da, Jena
karşılık gelir. Yukarıdan aşağıya doğru a- ve Leipzig üniversitelerinde okuyan Fich- .
şama aşama Tann'dan türeyen, s11dıir e- te, baron ölünce öğrenimine bir süre ara
den varlıklar sonunda yine Tann'ya doğ vererek özel öğretmen olarak çahşmak
ru yükselerek urlk edecektir. Yeni Pla- zorunda kaldı. Zürih'e uzun bir gezinin
tonculuğun mdlir (türüm) öğretisinden ardından Leipzig'e döndü ve öğrenim.ine
kaynaklanan ve Facibi ile İbn Sina'nın devam etti. Fakat yine sık sık özel öğ-
559 Pichte, Johann Gotdieb
suz buyruğunu C'Ancak aynı zamanda Fichte 'nin felsefi öğretisi değil de "Al-
bir yasa olmasını haklı olarak savunabi- man Ulusuna Söylevler"i C'Reden an die
leceğin bir ilkeye göre eyle") "Vicdanına deutsche Nation", 1808; bu metnin 1924-
göre eylemde bulun" diye değiştirip ye- 1925'te Tiirle YNrdndergisinde Hasan Ce-
niden dillendirir. Doğa, Fichte için yal- mil Çambcl tarafından bir çevirisi ya-
nızca insanın gerçek ödevini gerçekleşti yımlanmıştır) popüler olur ve böylece
rebilmesi için sunulmu~ bir araçtan iba- Fichte Ziya Gökalp'le genel olarak Türk
rettir. ulusçuluğunu etkiler.
Öte yandan Fichte, Fransız Devrimi' · Oldukça üretken bir felsefeci olan
nin getirdiği doğal hakları savunur. Hu- Fichte'nin temel çalışmaları arasında Ver-
kukun sözleşmeden doğduğunu redde- n"h ei11er Kritik al/er O.ffenbanmg (Bütün
der. İnsanlar daha ilk baştan itibaren do- Vahiyleri Eleştirme Denemesi, 1792);
kunulmaz haklara sahiptir ve bu haklar Beitrag Z!'r Ben"chtign11g der Urteile des P11bli-
temelini akıl sahibi bireylerin toplulu- lwms iiber die franzfiiiuhe Revolııtio11 (Hal-
ğunda bulur. Ona göre, ben hiçbir za- kın Fransız Devrirni'ne İlişkin Yargılan
man tek başına bulunmaz, başka ben- nın Düzeltilmesine Katkı, 1793); Über
lerden ya da senlerden oluşan bir top- den Begriff der lf?isseım-bajtılehrr (Bilim Öğ
luluk içinde yaşar. Ben'in arzulan karşı retisi Kavramı Üstüne, 1794); Einige Vor-
sında başka benlerin de arzuları vardır. lemngen iiber die Bestimm11tıg des Gekhrten
Dolayısıyla özgürlliğün karşılıklı olarak (Bilgini Belirleyen Nitelikler Üzerine
tanınması gerekir. Bir ben, ancak diğer Dersler, 1794); Gnmdkı,ge der gesamten Wis-
lerinin özgürlüğüne saygı duyarak özgür seımhaftskhre (Bütün Bilim Öğretisinin
olabilir. Devletin varoluş sebebi de her- Temelleri, 1794-1795); Gnındlage de; Na-
kesin özgürlüğünü korumaktır. tnrrerhtı nacb Prinzjpien der Wlııenschaftsleh
Fichte'nin devleti açık bir biçimde re (Bilim Öğretisinin İlkeleri Açısından
sosyalist renkler taşır. Ona göre devlet, Doğal Hukukun Temeli, 1796-1797); DM
mülkiyet hakkının sadece korunmasıyla System der Sittenlehre nach den Prinzjpien der
değil dağıtımıyla da ilgilenmeli, herkesin 117issenırhaftılehrr (Bilim Öğretisinin İlke
kendi emeği ile çalışıp kazanması için ön- leri Açısından Ahlak .Öğretisi Sistemi,
koşulları hazırlamalıdır. Dolayısıyla Fich- 1798); Der Geırhloııene Handelıstaal (Dışa
ıe'ye göre devlet ekonomik hayata mü- Kapalı Devlet Ekonomisi, 1800); Die
dahale etmelidir. Örneğin, üretimi ve tü- Beıti111111nng des Men.rchen (İnsanı Belirle-
ketimi ayarlayabilmeli, rekabeti sınırla,ya yen Nitelikler, 1800); Die Gnındzjige de.r
bilmeli, iç dengeleri bozmaması için de gegewartigen Zeitalter.r (Yaşadığımız Çağın
dış ticareti kontrol etmeli ve kapalı bir Ana Özellikleri, 1806); Über deı lf1eıen du
,!evlet olmalıdır. Gelehrten, nııd ıei11e Emheiıınngen iın Gebieıe
Fichte'nin erken dönem düşüncesi der Freiheit (Bilginliğin Doğası ve Ken-
C'Jena Dönemi'), kendinden genç filo- dini Açığa Vuruşu Üzerine, 1806); Die
zotlar, özellikle Schelling ve Hegel üze- Anweiıuııg z.nm seligm ubtıı, oder anch die
rinde büyük etki yapmıştır. Hegel, diya- Religoııslehrr (Kutlu Bir Yaşama Giden
lektik türetme yöntemini büyük ölçüde Yol ya da Din Öğretisi, 1806) sayılabilir.
Fichte'den almıştır. Fichte'nin aynı za-
manda Alman ulusçuluğunun gelişmesi Ficino, Marsilio (1433-1499) Eski Yu-
ne de önemli katkıları olmuştur. Öte nan fılozoflarından, özellikle de Platon'
yandan Romantikleri de derinden etkile- dan yaptığı çeviriler ve bunlara eşlik e-
miştir. TÜrkiye'de Balkan Savaşı yenilgi- den yorumlarıyla Eski Yunan felsefesi-
sinden sonra, aydınlar arasında ulusal bir nin XV. yüzyılda yeniden gündeme gel-
yeniden canlanma hareketi yaratma ge- mesine önemli katkılarda bulunan Flo-
rekliliğine duyulan inanç yaygınlaşınca, ransalı tannbilimci ve felsefeci. Yüksek
Ficino, Marsilio 562
hümanist ve skolastik düşünürler arasın yani adil devlete katkıda bulunurlar. Her
da bir yüzyıldan fazla bir süre boyunca sınıfın eylemlerini yönlendiren, yüküm-
etkisini sürdürmüştür. lülüklerini ve ödüllerini belirleyen ken-
"Platoncu/platonik aşk" kavnııru da dilerine özgü ayırt edici özellikleri vardır.
Ficino'yla birlikte anılır. Ficino, Platon' Bu özellikler bireylerin toplumdaki yer-
un Şölm diyalogunun Yeni Platoncu ba- lerini belirler. Sınıfların sınırlan çok açık
kış açısından etkileyici bir yorumunu bir biçimde çizilmiş ve her bir sınıf tek
sunduğu Aşk Ü~ne (De amore, 1469) bir işlevle sınırlandınlmıştı.t. Yön~timle
adlı yapıtında Platon'un aşk anlayışını ilgili kararların alınmasına katılmayan
Augustinus'un istenç, Aziz Paulus'un yardımcılar ve işçiler tabi (yönetilen) sı
yardımseverlik, Aristoteles, Stoacılar ve nıflar olup yalııızca yöneticilerin emirle-
Gcero'nun da dostluk üzerine düşünce rini yerine getirirler.
leriyle harmanlayarak özellikle Rönesans Üst iki sınıf, yöneticiler ve yardımcı
edebiyatında geniş yankı bulan yeni bir lar "bekçiler" ("koruyucular") diye de
aşk ülküsü ortaya koymuştur. Ficino'nun adlandırılır. Devlet görevlisi olan bu sı
ilk kez bir mektubunda kullanarak "il/Jlof' nıflar eşit erkek ve kadınlardan oluşur.
plato11ic11I' adıyla Rönesans Avtupası'nda Oldukça disiplinli ve iyi bir eğitimden
dolaşıma soktuğu bu "Platoncu aşk" kav- geçirilen az sayıdaki yöneticilerin en te-
raıru günümüzde de etkinliğini sürdür- mel özellikleri, duygularına hakim olma-
mektedir. Aynca bkz. Platonculuk; Pla- ları ve ak:ılla karar verme yetileridir. Yö-
toncu/platonik aşk. neticiler, adalet ya da dürüstlük duygı.ıla
nyhı temellenen bilgileri ve erdemleriyle
lides quaerens inteUectum (Lat.) Fel- toplumdaki uyumu sağlamak için gerekli
sefe ile tanrıbilimi bir potada eritmeyi olan hukukun ve düzenlemelerin yegane
amaç edinen ottaçağ felsefesinde, özel- kaynağıdırlar. Bu yüzden filozof yöneti-
likle de Augustinus'un öğretisinde öne cilerin meşru siyasal iktidar hakkı saltık
çıkan, "anlamaya çalışan inanç" ya da tır. Filozof krallar İdeaların ve her şey
"arılama yetisinin peşindeki inanç" anla- den önemlisi İyi'nin bilgisine sahip ol-
ırundaki Latince deyiş. duklarından bunu karar alırken kullana-
bilirler. Platon'a göre İdealar, özellikle
filozof kral (İng. philosophe,. hng, Fr. phi- de bu dizgenin anahtarı konumundaki
losophe-roi; Alm. phikJSophmköm'iJ Platon' İyi İdeası adil bir siyasal düzenin temeli-
un Dev/efinde İdeaları bildikleri için a- dir. Filozof kralların aşın isteklerini de-
maçlar ve değerler konusunda uzlnan netleyebilmelerini ve adil bir biçimde
olan yönetici filozoflara verilen ad. Pla- yönetebilmelerini olanaklı kılan da iyi ile
ton, siyaset felsefesini ortaya koyduğu kötüyü akıl yoluyla ayırabilme yetileridir.
Devlet'te, Sokrates'in ağzından adil bir "Bekçiler" bencillik nedir bilmezler; di-
yönetimin ancak filozofların siyasal ikti- siplinlidirler ve kendilerini görevlerine a-
darın başına geçmeleriyle ya da siyasal damışlardır. Hizmetlerinden aldıkları dı
iktidarı ellerinde tutarılann ciddi bir bi- şında ne kişisel mutlulukları ne de eko-
çimde felsefeye eğilmesiyle kurulabilece- nomik kazançlan vardır. Onlara göre
ğini belirterek insanlığın ancak bu şe devlet, kendisinde en üst düzey bilgiyle
kilde kurtulabileceğini savunur (Devlet, erdemi birleştiren insanlara en önemli ve
473 c-d). en uygun işi verir. Buna karşın Platon,
Platon'un ideal devletinde üç ayn sı bekçilerin özel çıkarlarının ve sınıf çıkar
nıf vardır: yöneticiler, onların yardımcı larının siyasal yükümlülükleriyle çatışma
hın ve işçiler. Devletin olmazsa olmaz ması için onlara işçilere getirmediği iki
birer parçasını oluşturan bu sınıflar te- sınırlama getirir. Bunlardan birincisine
mel işlevlerini yerine getirerek bütüne, göre bekçiler çekirdek aile sahibi olama-
fılozof sirkesi 564
yaçaklardır; onlar için çoaıklar gibi eşler fılozof ywnurtası [ing. pbiloropbm' e.gg]
de ortaktır. Adil olmayan bir kast si.~te 1. Simyada fılozof taşının tuz, kükürt ve
minin doğmasını engellemek için yeni civadan oluşan "ilk madde"si. 2. Eski-
nesillerin sınıf üyeliğini ailelerinden mi- den veb-a hastalığı ile zehirlenmelerin te-
ras almalan da engellenmiştir. Bunun ye- davisinde kullanılan, safran ile yumurta
rine ergenliğe ulaşan bütün çoçuklar bi- sansından hazırlanan ilaç. Ayrıca bkz.
reysel özelliklerinin izin verdiği sınıfa simya.
yerleştirilirler. ikincisi bekçiler özel mülk
sahibi olamazlar; ortak olan bütün mal- tin de siede (Fr.) Sözcük anlamı "yüz-
lar temel gereksinimlere göre dağıtılır. yılın sonu" olan .ftn de siicle, XIX. yüzyılın
Lüksten hoşlanmadıkları gibi ortak ba- sonuna doğru tüm bir Batı kültürünün
rakalarda yaşayıp yemeklerini ortak ye- içine düştüğü yozlaşmayı; her şeyde aşı
mekhanelerde yemekten hoşnut olan rıya kaçmanın, ölçüsüzlüğün yol açtığı
bekçiler, bu sınırlamalan kendilerinden çöküşü nitelemek için kullanılır.
ve çocuklarından çok devlet için kaygı
landıklarından memnuniyetle kabul eder- fizikötesi bkz. metafizik.
ler. Hizmet ve .adalet gibi değerlerin zen-
ginlik, iktidar ya da aileden daha önemli fizikselcilik [ing. pftysicalism; Fr. pf?ysica-
olduğunu bilirler.Ayrıça bkz. Platon; si- /ismr, Alın. pf?ysicalismus] Birleşik bilim
yaset fdsefesi; devlet fdsefesi. dilinin yalruzca maddi, fiziksel şeylere
göndermede bulunması ve bütün temel
fılozof sirkesi [ing. philosopbm' f!iııe.gar; yükleınlerinin fiziksel olması gerektiğini
Lat. aat11111 pbi/osopbonım] Simyada var ol- savunan görüş; zihinsel ve kültürel gö-
duğu savlanan genel eritken ya da çözü- rüngülere ilişkin önermeler de dahil ol-
cü; simyacılann varsaydığı katı bir mad- mak üzere bütün anlamlı önermelerin il-
deyi parçalayıp "eriyik" haline getiren kece doğrulariabilir fiziksel nesne ve sü-
sıvı. A yrıça bkz. simya. reçlerden oluşan fizik diline aktarılabile
ceğini savunan öğreti. Mantıkçı olgucu-
fılozof taşı ~ng. philosopber's stoııe; Fr. lann bütün bilimlerin fiziğe indirgenebi-
piem des pbilosophes; Alm. stein ılır weisen] leceği, yani herhangi bir bilim dalının ya-
Simyada "bilge taşı" diye de anılan, salarının fiziğin yasalarından uygun bir
değeri düşük metalleri altına dönüştürme biçimde türetilebileceği görüşüne dayalı
gücü olduğuna inanıldığından simyaçılar olarak 1930'larda ortaya attığı "fiziksel-
tarafından ardına düşülen hayali bir cilik", bütün bilimsel önermelerin fizik-
madde ya da gizemli bir töz; eskiden sel nesnelere ilişkin önermelere dönüştü
kimyasal bir karışımla elde edileçeği rülebilir olması gerektiğini savunur. Mad-
varsayılan "al un taşı". decilik bağlamında da fızikselcilik, her
Simyacıların sonu gelmez "fılozof ta- şeyin fızilı: biliminin temel kabul ettiği
şı" arayışları sonuçsuz kalsa da bu çaba- kendiliklerden oluştuğu ve temel fiziksel
nın kimi yararlı deney araçları (örneğin kendilikleri yönetenlerden bağımsız dü-
buhar pompası) ile birtakım yöntemlerin zenlilikler ve yasalar bulunmadığı varsa-
(örneğin damıtına işlemı) geliştirilmesin yımı üzerine kurulu modem bir madde-
de faydası dokunmuştur. Aynça bkz. sim- cilik uyarlamasıdır. Otto Neurath gibi
ya. Viyana Çevresi düşünürleri tarafından
geliştirilen fızikselcilik görüşü, zihin fel-
filozof yağı [ing. pbi/osophm' Dil, oi/ of sefesinde de "zihin-beyin özdeşliği" ola-
philosopbers] Eski eczacılıkta bezir yağı rak bilinen ve Herbert Feigl ile J. J. C.
(keten tohumu yağı) ile kiremit tozun- Smart tarafından geliştirilen zihinsel du-
dan hazırlanan ilaç. Ayrıça bkz. simya.·· rumlarla olaylan sinirsel-fiziksel durum-
565 Foucault, Michel
yönelimli incelemelerle XX. yüzyıl felse- sımıştır. Öte yanda yapısalalığın ikinci
fesine damgasını vurmuş Fransız felsefe- temel savına karşı çıkışındaise söylem
ci ve düşünce tarihçisi. Paris'te kurulu alanının dışına ayak basmanın olanaklı
bulunan Ecole Norm.tle Superieure'de olmadığını, söylem dışında verili durum-
(Yüksek Öğretmen Okulu) felsefe ile ruh- ları "nesnel'' olarak araştırmak diye bir
bilimi ö~renimi gören Foucault, 1960'1.ı şeyden söz edilemeyeceğini sa vunmuşıur.
yıllar boyunca önce Clermont-Ferrand Foucault, daha ilk yazılarında Marxçı te-
Üniversitesi Felsefe Bölümü'nün, daha mellere dayandırılmış bir varol111pı !ftrii"-
sonra ise Vincennes Üniversitesi Felsefe giibili111anlayışı geliştirmiş olmasına karşın,
Bölümü'nün başkanlığını yapmıştır. Çağ çok geçmeden bu düşünsel çizgiyi bir
daşı pek çok Fransız felsefeci gibi Fou- yana btrakarak kendi özgün yaklaşımla
cault da düşünsel yaşamına ilkin ruhbi- nnı geliştirme yoluna gitmiştir. Gerek dü-
limsel görüngüler üzerinde durarak baş şüncenin gerekse bilginin öznelerin bi-
lamıştır. Nitekim 1954 yılında yazdığı.A linçli yarallları doğrultusunda hep bir rii-
h/ Hasıa#lt 11e Kipile (Maladie mentale et rı/elili/e gö.~tetdiğine yönelik geleneksel
personalitc) başlıklı kitapta, Marıı:çı dü- yaklaşımlara karşı, düşünce tarihinin lee-
şünce çerçevesi içinde kalarak varoluşçu süılikrle ya da hıp111alarltı evrilen bir doğa
bir görüngübilim geliştirme arayışı içinde sergilediği saptamasında bulunmuştur.
olduğu görülmektedir. 1970'te Düşünce Buna bağlı olarak da asıl yapılması gere-
Dizgeleri Tarihi Profesörü p-dyesi aldığı kenin bilgiyi olanaklı kılan doğruluk sav-
Fransa'nın en gözde okulu College de larının dile getirildiği söylemin koşullan
Frnnce'ın akademik kuruluna ·seçilmiş; na odaklanmak olduğunu savunup söy-
1980'li yılların başında "ulusötesi" bir lemlerin oluşumunda belirieyici olan söy-
düşünür konumuna gelmesine bağlı ola- lemlerin altında yatan kurallar ile varsa-
rak, aldığı davetler doğrultusunda çeşitli yımları araştırmışttr. Çoğu durumda Fou-
konuşmalar yapmak üzere dünyanın dört cault'nun çalışmaları, bilgi ile iktidar ara-
bir köşesini dolaşmıştır. Kendini dışavur- sındaki temel bağlantının ortaya çıka
ma olarak yazarlık kurumuna bütünüyle nlması amacıyla yürütülmüştür. Foucault
karşı çıkmış, kendisinden kaçıp kurtul- bilgi yapılarını snlt iktidarın araçları ohı
mak için olduğundan başka biri olmak rak kullanılabilecek kendi içlerinde özerk
adına yazdığını dile getirmiştir. Bir başka düşünsel yapılar olarak değerlendirmez.
yerde ise belli bir ben konumuna yerleş Çok çok bilgi yapl_)arı olmaları anlamın
tirilemeyecek denli "yüz-süz" biri olarak da toplumsal denetim dizgeleriyle bağ
yazmaya özen gösterdiğini belirtmiştir. lantılıdırlar ama bu dizgelere tümüyle in-
Çoğu felsefe çevresinde uzunca bir süre dirgenebilir oldukları söylenemez. Bu
''yapısala" bir düşünür olarak görülme- noktada bilgi ile iktidar arasındaki bu
sine karşın, ilerleyen yıllarla birlikte "post- çok temel bağlantının izini süren Fou-
yapısalcı" düşünceakımınınenöndegelen cault, sonunda iktidarın yalnızca bastır
temsilcilerinden biri olarak andına nok- macı ya da baskıkurucu olmayıp yarancı
tasına gelmiştir. Bu bağlamda gerek dilin bir doğası da bulunduğu gibi oldukça
gerekse toplumun "kural izleme yöne- çarpıa bir sonuca varmıştır. Nitekim ik-
limli dizgeler•· olduklarına yönelik yapı tidar, çoğunlukla ·tehlikeli bir araç ol-
sala sava sıcak bakmakla birlikte, yapı makla birlikte olumlu birtakım değerle
salalığın iki temel varsayımına kesin bir rin de ana kaynağı konumundadır. Bilgi
dille karşı çıkmıştır. Bu karşı çıkışların dizgeleri kendilerince nesnel doğruluğu
dan ilkinde, bütün öğeleri ve kuşatanla istedikleri denli dile getiriyor olursa ol-
nyla birlikte insanın özünü açıklayacak sunlar, her durumda şöyle ya da böyle
şaşmaz kesinlikleriyle öne çıkan "temel- varolan iktidar rejimleriyle bağlantı için-
denci" yapıların varlığını bütünüyle yad- dedirler. Tersten söylenecek olursa, ikti-
567 Foucault, Michel
dar rejimleri zorunlu olarak denetimleri özsel bağlannnın açdımlan üzerinde dur-
alunda tuttuklan nesnelere ilişkin bilgi muştur. Buna göre, bilgi binaları Bacon-
yapdanna yol açmaktadırlar. a anlamda birer güç aracı olarak değer
Çalışmalannda yöntembilgiscl bir bir- lendirilebilecek özerk düşünsel yapdar
lik ya da kuramsal bir bütünlük yoksa da Jcğillerdir; bütünüyle toplumsal denetim
Foucault'nun her biri değişik sorunlar ve dizgeleriyle özsel bir bağlantı içindedir-
yöntemlerce belirlenen yazdarıııı birkaç ler. Foucault geliştirdiği soybilim yakla-
ana başlık altında toplamak olanaklıdır. şımıııı ilkin modern tutukcvleri ile bun-
Önceki döneminde ruhsağ.dıımı, klinik lann üstüne bina edildiği ruhbilimsel ve
tıp ve toplum bilimleri alanlarında yap- toplumbilimsel bilgi arasındaki ilişkileri
tığı çalışmalarda, düşünce di.zgdcrine her araştınrlı:en uygulamıştır. Daha sonra,
koşulda bireylerin kandanndan, inançla- benzer bir çözümlemeyi, modem cinsel-
nndan ve niyetlerinden bağımsız "söy- lik pratikleri ile "cinsellik bilimleri" ara-
lem yapdan" olarak yaklaşddığı bilgi lııa sındaki ilişkiye de uygulamış, ancak çok
Zfbili111i yöntemini geliştirmişıir. Bu an- geçmeden bu tür bir çalışmanın k:.ıçınd
lamda, en azından izlediği yöntemler açı maz olarak Eski Yunan ile Roma dün-
sından bakıldığında, Foucault'nun dü- yalarındaki etik ben tasanmıııın anlaşd
şüncesi iki ana aşamaya aynlarak ele alı masına yönelik bir yaklaşımla başlatd
nabilir: Bunlardan ilki önceki dönem ça- ması gerektiği noktasına gelmiştir. Tıpkı
lışmalannda başvurduğu ~bilim yön- tarihsel içerikleri gibi, Foucault'nun ka-
temiylı:en, ikincisiyse rl!JbİIİlll ya da rl!Jleii- zıbilimsel ya da soybilimsel çözümleme-
tiile yöntemidir. Temcide Foucault'nun lerinin felsefi ve etik içerimleri de olduk-
kazıbilimi, Kant'tan beri egemen bir ko- ç-.ı kannaşık, çoğu durumda da "meydan
numda bulunan "insancılık" anlayışında okuyucu" niteliktedirler. Yazdannda bel-
son derece önemli bir rol oynayan insan li bir yöntembilgiscl bütünlük, kuramsal
öznesi tasanmıııı merkezi konumdaki bir birlik olmadığından Foucault'nun dü-
yerinden düşürmeyi amaçlamaktadır. Bu şüncelerini kendi içinde tutarlı, bütün-
bağlamda kazıbilim bir. dizgeden bir baş lüklü ve kapsamlı tek bir yorumlama ya-
kasına nasd geçildiğini açıklamaya yöne- pısıyla anlamaya çalışmak neredeyse ola-
lik bir yaklaşım sunmak gibi bir amaç naksızdır. O nedenle Foucault'nun yazıla
gütmemektedir. Nitekim bu eksikliği gi- nna daha çok belli sorı,ınlann araştınl
dermek adına daha sonr.ıdan yaptığı ça- dığı, birtakım izleklerin daha bir öne çık
lışmalarda Foucault, söylem dizgeleri a- tığı, okurda bclli bir etki doğurmak ama-
r.ısında meydana gelen bilgi/e1Ka111sal hJp- ayla tasarlanmış eğitbilimsel yönelimli
malan yani epirte1111 değişimlerini ı.uplum çalışmalar olarak yaklaf mak daha doğru
sal iktidar yapdannın söylemsel olmayan · bir tutumdur.
pratiklerinde meydana gelen kopmalarla Foucault'nun yapıtlaı:ına şöyle bir
ilişkilendirerek açıklama yoluna gideceği göz gezdirildiğinde bile açıkça görüleceği
R!Jbi!i111 adını veidiği yeni bir araştırma iizett, kazıbilim temcide söylemle ilgile-
yöntemi tasarlama gereği duymuştur. nirken, buna karşı soybilim iktidarla il-
Tıpkı Nietzsche'ninkiler gibi Foucault' gilenmekte, iktidar ilişkilerinin çözüm-
nuri soykütükleri de Marx'ın ya da Fre- lenmesi üstünde durmaktadır. Foucault,
ud'un geliştirdikleri türden bütün kap- başta ilk yazdıklan olmak üze~ çalışma
samlı açıklama şemalanııı reddetmiştir. larının önemli bir bölümünü "kazıbi
Foucault bu bağlamda düşünce dizgele- limler" diye adlandırmaktadır. Foucault-
rini bir yığın küçük parça ile birbiriyle cu ~bilim çalışmalannda temel amaç,
ilintisiz nedenlerin olumsal birer ürünü bclli başlı yaşam pratiklerini, toplumsal
olarak değerlendinniş, her durumda bilgi kurumlan, bilimsel kuramlan olanaklı kı
ile iktidar arasında olduğu1111 düşündüğü lan şeylerin, bunların gerisinde üstü ör-
Foucault, Michel 568
tülü biçimde yatanların (söylemlerin) or- ğumuz şeyleri kavrama yollarımıza ilişkin
taya çıkanlmasıdır. Ôte yarula, ff!JbİIİIN bir etki doğurmak, kavranmış olanların
kılı kırk yaran bir özenle yapılması gere- başka biçimlerde de kavranabileceğini
ken bir belgeleme çabasıdır. Bu bağlam göstererek bir anlamda kavrayışımızı de-
da Foucault'nun soybilim araşnrmaları ğiştirmektir. Genellikle geçmiş ile şimdi
ıarihe upkı dili, gerçek anlamı sökülecek arasındaki ilişkiyi kavr-Amada lxışvurulan
bir metin gibi yaklaşmaktadır. Soybilim üç temel eğretileme ("neden", "sonuç",
gelişigüzel yapılan bir araşurma yordamı "organizma'' eğretilemeleri) bulunmak-
olmayıp çok çeşitli bakış açılarından de- L'ldır. Foucault bunlardan organizma eğ
falarca yazılmış, yeniden yazılmış metin- retilemesini benimseyerek, şimdinin geç-
lerin üstüne titiz bir biçimde gidilmesini miş tarafından doğurulduğu düşüncesini
gerekli kılmaktadır. Soybilim devasa bir olurlayan bir yaklaşım seçmiştir kendi-
erekbilgisi varsayan, oldum bitti köken- sine. Bu bağlamda Foucault'nun College
deki ilk temelleri ya da ilkeleri araştıran de France'ta yaptığı S öyleıui11 DiiZ!11İ (L'
"üsttarihsel" yaklaşımlardan kendisini ö- ordre du discours, l 971) başlıklı açılış
zellikle ayrı bir yere koymaktadır. Soybi- konuşmasının metni, kazıbilimin yardı
lim yaklaşımında belirli tek bir yerden mıyla }'"dpılan dışlama biçimlerinin eleşti
başlamak gibi bir zorunluluk yoktur; sa- rel çözümlemesinin daha az önemsendi-
yısız yerden sayısız biçimde başlama ola- ği, buna karşı söylemin oluşumuna iliş
nağı bulunduğu için, önemli olan kendi kin soybilimscl araştırmanın çok daha ö-
·içinde bütünlüklü tek bir öykü oluştur ne çıktığı bir geçiş metnidir. Foucault ta-
mak değil, bir öyküler çokluğu yaratmak- rihsel soykütüklerinde, çağdaş dünyanın
tır. Hiç kuşkusuz bu noktada soybilim- uzlaşılarüstüne kurulu toplumsal kurum-
den anlaşılması gereken, yalnızca siyasal lar ile pratikler yoluyla hangi koşullar al-
mücadeleler karşı.'llllda tarihçilerin yerini unda nasıl biçimlendiğini, özellikle gi-
de yansıtacak yeni tarihlerin yazıya alın dimli ussallık tarafından "sapkın" ya da
ması çabası değildir. Ôyle ki değme bir "anormal" diye nitelenenlerin dışlanarak
soybilimci, geleneksel tarihlerdeki konu- aşınlıklara na.~ıl itelendiği üstüne odakla-
lan hep bugünü daha iyi anlamak açısın narak betimlemektedir. Soybilimsel araş
dan ele alıp· işleyen, tarihsel bilgi söy- tırma çoğunlukla, tümel olanın yerine ti-
lemlerinin bizden neleri, hangi gerekçe- kelin ya da teklerin konduğu, genel ola-
lerle, ne adına gizlediklerini açıkça ortaya nın yerine yerel olanın, süreklilik göste-
sermeye çalışan kim~edir. Ancak bunun renin yerine "kesintili'' olanın, gendge-
yanında kendi çalışmalarının yorumdan çer olanın yerine sapkın olanın, göz ö-
öte bir değeri olmadığının da iyiden iyiye nünde olanın yerine gözardı edilenin izi-
ayırc\ındadır. Soybilimci hep elde olan- ni sürerek gerçekleştirilen ·bir araştırma
larla çalışır, daha önce görülmemiş olanı biçimidir. Soybilimsel araştırmanın en
görmek için, daha önceden verili olma- yetkin örneklerini veren Alman filozofu
yan anlamı bulmak için ele aldığı kültürel Nietzsche, önemli kitaplanndan birine
etkinliğin üstüne önülenleri kimileyin Ahlôhn Soykiitiiğii (Zur Genealogie der
kazıyarak. kimileyin süpürerek, kimileyin Moral, 1886) adını vermiştir. Nitekim,
üfleyerek ortadan kaldırıp derinlerde ya- soybilimsel araşnrmanın genel doğası hiç
tanı gün ışığına çıkarır. Bu anlamda ftlte- kuşkusuz en iyi anlatımını Nietzsche'nin
faer taril!J~ı diye nitelenebilecek soybi- şu sözünde bulmaktadır: "Felsefe tarihi
limin başlıca amacı, yalnızca öykü an- unutulmuş, hatta unutturulmuş düşün
latmak, geçmişte gerçekten neler olmuş celerin de tarihidir." Açıkça görüleceği
olduğunu söylemek, olayları oldukları bi- üzere, soybilimsel araştırma pek çok a-
çimiyle betimlemek değildir. Temel amaç raştırma yordamının tersine, süzgeç işle
daha çok, geçmişi açıklarken başvurdu- vi gören, sıradüzene koyan, yapılandırıp
569 Foucault, Michcl
düzene koyan, kendi içinde bütünlüğü !imi "arşiv" oluşturan bir dizi söylem o-
bulunan tckparça bir kllram olarak tarih larak yeniden tanımlamıştır. (ıi) 70'1i yıl
görüşünün doğrulllğunu bütünüyle yad- lann iktidar biçimlerine yoğunlaşan soy-
sımaktadır. Buna bağlı olarak, varohın bilint yö11elimli 11r<1şlırmalar ılö11emi. Pou-
kurumlar ile yerleşik söylem yapılarını cault'nun düşün yaşamının ikinci aşama
gerisin geriye gerçekten doğdukları kay- sının en iyi görülebileceği yer, söylemin
nağa, yani iktidar savaşımlarına geri gö- oluşumuna yönelik bir soybilim çalışma
türerek, toplumların iktidar yapılanndaki sının yürütüldüğü L 'onltr ı/11 ıli.taJ11rs (Söy-
değişimlerin hiçbir durumcla yalınkat, lemin Düzeni, 1971) adlı yapmdır. İkti
tekp-.ırça, bütünlüklü hele de erckbilgisel dar kavnımı üzerine iyice eğildiği sonr-.ıki
şemalar içine yerleştirilerek açıklanama ç.ı!ışmalarına bir geçiş metni olan bu ya-
yacak söylemsel olmayan pratiklerdeki pıt, iki önemli kitabın daha yayımlanma
değişmelerden kaynaklandığı açıklama sına önayak olmuştur: XIX. yüzyılın sı
sını getirmiştir. Özetle, soybilim insanlı radışı aile içi cinayet vakalanndan birini
ğın özgürlüğe, mutlııluğıı, sınıfsız toplum sanığın olağandışı güncesine odaklanarak
türünden birtakım ülkülere doğru evril- ele aldığı ve etkileyici hir sunuşla yayıma
diği yönündeki crckbilgisellik üstüne ku- hazırladığı M.oi, Piem RWiire, '!l""t igtngi
rulmuş "ilerlemecilik" tasarımının tcmcl- ma tldn, nta w11r ti ntot1.frirr (Annemi, Kız
sizJiğini tamtlama amaa gütmektedir. Kardeşimi ve Erkek Kardeşimi Katleden
Foucault'nun bir bütün olarak dü- Ben, Pierre Rivirrc, t 973) ilesuç ve suç-
şünsel gelişimine bakıldığında çok genel luluğun soykütüğünü çıkardığı S1111'til/er et
bir deyişle üç ayn aşamanın varbğırun p111tir: NaiUllllre ılt la priro11 (Gözetleme ile
sözü edilebilir: © 601ı yıllann bilgi diz- Cezalandırma: Hapishanenin Doğuşu,
gelerine yoğunlaşan kt1Zfbilint yönelimli a- 1975). Bu yapıtlardan ikincisi, Gô'Z!tlente
f"a{ltr111alar döntnti: Bu ilk dönemin en ö- ile Cezalanılırma, XIX. yüzyılda hapisha-
nemli çalışması Folit ti ıliraiıoıı: Hirıoire de nenin doğuşu konusuna odaklanarak,
la falit ti l'tigt daııiqHt (Delilik ile Usdışılık: kapatmanın insani bir cezalandırma bi-
Klasik Çağda Deliliğin Tarihi, 1961), de- çimi mi yoksa düpedüz bir işkence mi
lilik ile us anısındaki sessizliğe gömül- olduğu konusunu soı:gulamaktadır. An-
müş etkileşimin nasıl olduğunun k.ızıbi cak kitap daha genel açıdan bakıldığında,
limini sunmaktadır. Yapıt, Batı dünya- bcdcrılcrini eğitmek yoluyla toplumun
sında daha önceleri tannsal esin altında bireyleri nasıl düzene ya da hizaya soktu-
olma clunımu olarnk görülen deliliğin, ğunıı incelemektt'clir. ~ii) 70'li yıll:ırın i-
n.ısılolup da aşama aşama zihinsel bir kinci yansı ile 80'1.i yılların temelde etik
hastalık olarak görülmeye bıışlandığtnın ile özgürlük konulan çerçevesinde yürü-
izini sünnektc, Batı toplumlarının delili- tülen btıı(lik) 1tkt1olojiıi/lmı(i11)yap11111 tıf"lZ{
ğin yaratıcı gücünü geleneksel olarak lm/lalan dö111111i. Bu son aşama ise Eski
bastırmış olduklarını açıkç.ı ortaya ser- Yunan'dan başlayarak cinselliğin tarihini
mektedir. Şeylere up gözüyle bakışın ka- soruşturduğu Hi.rıoire de la JtXHafitt•yi
zıbiliminin yapddığı Naiııa11rt Jt la dini- (Cinselliğin Tarihi, 1976-1984) kapsa-
911t: Hnt are/Jitı/op ıJ11 rigarJ ntitJİta/ (Klini- maktadır. Başta altı cilt olarak tasarlanan
ğin Doğuşu: Tıbbi Bakışın Kazıbilimi, ancak Foucault'nun ölümüyle ancak üç
1963) bu dönemin diğer bir önemli kita- cildi yayımlanabilen Cinıelfi/jn Tarihlnin
bıdır. Öte yanda, bu dönemin adeta bi- ilk üç kitabı [Bi~ iı1t1ta (La l'Oiot1ıi Je
rer kuramsal bildirgesi olan Leı Matı et /es ıaı>oir, 1976); Haz.Z!n Knllanıntı (L 'N.rage Ju
&boseı: lltlt arehltılogt ·ı/es ıt:itn&tS h11ntoit1u plaiıirs, 1984); Ben ~gm (Le 1011t:i ıle ıoi,
(Sözcükler ile Şeyler: İnsan Bilimlerinin 1984)) cinsellik, iktidar ve bilgi arasın
Kazıbilimi, 1966) ile L'Arrhio"'1,ie ılN ıa daki ilişkiler ustünde dunnaktadır. Bu ki-
ııoir (Bilginin Kazıbilimi, 1969), kazıbi- taplarda Foucault, Batı toplumlannda a-
Foucault, Michel 570
şama aşama insanların kendilerini cinsel şüncclerine sarsılmaz bir güven duydu-
varlıklar olarak anlama noktasina nasıl ğunu açıklıkla göstermektedir.
gddiklerinin, cinsel ben kavramı ile bire- Foucault, yapıtlarında, özellikle tarilı
yin etik yaşamını ilişkilendirme noktası boyunca insan doğası ile toplum yaşa
na nasıl gelindiğinin tarihteki aşamaları mına ilişkin değişmez doğruluklar diye
nın izini sürmüştür. Nitekim bu bağlam görülenlerin tarihin akışı içinde hep de-
da, 011seliğin Taribi Nictzsche'nin Abla- ğişmiş olduklarını yerinde yapuğı kazıbi
/em S oy/eiiliiğii başlıklı kitabını kendisine lim çalışmalarıyla tanıtlama arayışı içinde
model alarak, bir "arzulayan özne soybi- olmuştur. Bu anlamda ülkesi Fransa'da
limi" sunmak amacıyla tasarlanmıştır. Ki- Alman siyaset fdsefecisi Marx ile Avus-
tabın Bi~i İstmti başlığını taşıyan ilk cildi, turyalı ruhçözümlemeci Freud'un öğre-.
özdlikle bilgi ile iktidar arasındaki etkile- tilerine duyulan sarsılmaz güveni sorunlu
şimi temellendirmek için sunduğu özgün bir hale getirmekle kalmamış, hemen bü-
çözümlemeler balonundan ayn bir önem tün çalışmalarında önerdiği yeni kavrayış
taşımaktadır. Haz.z!t1 Kıdlmnmı ile Bm K'!}· ve kavrnmsallaşurmalarla, genelde bilgi
g1S1 daha çok. Eski Yunan ve Roma dö- oyunlarının, daha özeldeyse felsefe gün-
nemi metinlerinde dillendirilen yaşama deminin bile İsteye dışına itilmiş tutuk-
sanall üstiine yapılmış incdemelerdir. evlerinden cinselliğe, eşcinsellikıen de-
Bununla birlikte her ilci yapıun da büyük liliğe tJ{tr1bk içeren bir dizi konuya ilişkin
ölçüde öznel insan deneyimlerinin iktidar insanların kafalarındaki varsayımları kök-
diyle nasıl koşullandınlıp denetlendiği lerinden sallamıştır. Foucault çalışmaları
konusu üstüne yoğıınlaşuğı açıkça gö- nın en başından beri modern Bau top-
rülmektedir. Günümüzde çoğunluk Fou- lumlarındaki ·iktidar örüntillerinde mey-
cault'nun adıyla birlikte anılan tarihsel dana gelen kırılmalara odaklanarak, bir
"kopuş" ya da "süreksizlik" tasarımı ise yandan iktidarın ben ile hangi biçimlerde
yalnızca bu yapıtlara özgü değildir; ilkin ilişkili olduğunu araşıırırkeıı, öbür yan-
daha önce yazıya alınan Ştyleri11 DiiZ!llİ/ dan tarihin bir döneminde doğru olarak
SöZfiileler ile Şeyler başlıklı yapıun içinde görülen bir anlayışın bir başka dönemde
yer almaktadır. Aynca Foucault'nun Cin- yanlış olarak görülmesine geçişi yöneten .
selijn Tariblnin bir cildi olarak tasarla- değişken kuralları belirlemeye çalışmışur.
dığı Eli11 İtimflan (Les aveux de la chair) Bunun yanında, bergiiıı/eiiyapım pratikleri-
başlıklı yayımlanmamış bir kitabı daha nin nasıl ve hangi koşullar alunda mo-
bulunmaktadır. Foucault'nun gözünde d~ bireylerin kimliklerini tanımlamaya
gerçek özgürlük, ancak bizden "normal'' olanak tanıdığı sorusu üzerinde ayrı bir
olmamız beklentisinden bütünüyle ko- özenle durarak, şeyleri anlamanın her
pulduğunda, böylesi bir kopma da bütün yolunun kendi içinde hem belli getirileri
bedellerini ödemek göze alındığı sürece hem de belli götürilleri olduğunu ileri
gerçekleştirilebilir. Foucault'nun iktidara sürmüştür. Bu anlamda şimdiyi geçmişte
ilişkin hemen bütiin çalışmalarına ege- meydana gelmiş olaylaon doruğa ulaşıığı
men olan temd farkındalık, iktidarın öz- yer olarak görmek yerine, gerek kazıbi
neyi nasıl ve hangi yollarla ürettiği soru- limleriyle gerek soybilimlcriyle yeni bir
sunu açıklığa kavuşturmayı amaçlamak- tarih yazma arayışı içinde olduğu görül-
tadır. Foucault'nun özellikle son yapıtla mektedir. Söz konusu tarih, Aydınlan
rında, seçenek oluşturacak yaşam biçim- ma'dan başlayarak bütün bir Batı düşün
leri önünde gizlenmiş yatan kendilerin- cesini "söylem" adını verdiği kapsanılı
den kurtulunması hiç de kolay olmayan birlikler ya da bütünlükler doğrultusunda
a priori engellere karşın, insanın olumsal çözümlemektedir. Foucault'nun bu ça-
kavramsal sırurlarumlardan özgürleşme lışmalarındaki ana savı, söylemin kendi
olanağının peşine düşmüş olması, dü- nesnelerini, öznderini, kavramlarını, stra-
571 Foucault, Michel
yiizyıl boyunca cinslere yönelik t.emel tu- s-.ıl bastırma yoluyla kendini gözetleme,
tumu, çatıştırma, susturma, dışlama pr.ı tıpkı öteki iktidar uygulamalan gibi, mo-
tiklerinden ya biriyle ya da öt.ekisiyle a- dern toplumun normlan uyannca ~n
çıklamak olanaklıdır. Bu varsayımı olum- dimizi biçimlendirmenin kolay . kolay
suzlamak için Foucault, kutsal itiraf (gü- farkcdilmcyccek bir ustalıkla .tasarlanmış
nah çıkarma) pratiklerini belirleyen Karşı bir aracıdır.
Reform kurallanyla başlayan söz koııusu Yine Foucııult'nun en önemli yapıt
dönemde, cinsiyetlere ilişkin tam anla- Jan arasında gösterilen Dtlilik ilt Ustb-
mıyla bir "söylem patlaması" yaşandığını plık: Klasik ÇAğth Dılili§11 Taribi, "deli"
bildirmekt.edir. Bu ·kurallar sapkınların ile "akıl hastıısı" t.erimlcrinin modem
sapkın davraruşlarının yanında kendileri- kullanımlanna karşı açılmış bir savaş gi-
nin de incelemeye tabi tutulmalan ge- 0bidir. XIX. yüzyılın başlanndan itibaren,
rektiğini vurgulayarak, salt günaha konu bir yanda doktorlar öbür yanda sağal
cinsel eylemlerin değil bu eylemlerin ge" tımcılar, deliliği hep bir tür "tannsal es-
risindeki bütün düşüncelerin, arzulann, riklik" ya da "şeytanca ele geçirilmişlik"
yönelimlerin, eğilimlerin de başlı başına hali olar-.ık kavramış bulunan geleneksel
açıklanma gereksinimi gösterdikleri dü- tasarımlara, deliliğin t.edavi edilmesi ge-
şüncesine dayalı olarak geliştirilmişlerdir. reken bir zihin hastalığı· olduğu yollu Ay-
Oysa, modem dönem üstünde belirleyici dınlanmacı görüşü de arkalanna alarak
olan kırılma, örneğin ruhçözümlemcde gitgide daha açık bir biçimde karşı çıkar
olduğu üzcı:c, cinsellik konusuna yönelik olmuşlardır. Yerleşiklik kazanmış ruhsa-
bütün doğrulann bilinip dile getirilme- ğaltım kuramlan, bu yeni görüş açısını
sine karşılık gelen "dünyevilcşme"dir. adeta anay.ısa konumuna taşıyarak, Tuke
Foucault bu saptamasından hareketle gibi ya da Pinel gibi iyi yürekli ve mer-
"cinsellik" ile ''suç" tasanmlıırımız ara- hametli kişilerin dcliliğe ilişkin bu batıl
sındaki benzerliklere dikkat çekmektedir. inancı söküp atarak yerine bilimsel teda-
Her ikisi de ayru anda hem araştırclıldan viyi yerleştirdiklerinin öyküsünü anlatıp
hakkında bilgi üret.en; hem de bunlann durmaktadırlar. Foucault, anlatılan bu öy-
üzerinde tahakküm kurmaya olanak tanı künün geçersizliğini göstermek amacıyla,
yan bilimsel disiplinlerin araştırma konu- kabaca 1650 ile 1800 yıllan arasına karşı
sudur. Ancak cinsellik durumunda, de- lık gelen bütün bir "Klasik Çağ" boyun-
netim ötekilerin bireyler hakkındaki bil- ca hüküm sürmüş "dclilik deneyimi"ne
gileriyle değil yalnızca bireylerin kendile- yönelik ayrıntılı bir çözümleme sunmak-
rine ilişkin bilgileri aracıhğıyla yaşama ge- tadır. Daha sonra Poucault, aslında de-
çirilmektedir. Sözgclim~ cinsellik bilim- liliğin zihinsel bir hastalık olarak değil,
lerince önümüze konan normları içsel- burjuva Loplum yaşamının sınırlarını o-
leştirerek, bu nornılara olabildiğince uy- luşturan ussallık. normlanrun her türden
mak adına kendi kendimizin gözctçisi toptan reddiyle bir tutulan "usdışı"ndan
konumuna gelmektcyizdir. Dolayısıyla (ıliraisoR) yana yapı.lan temel bir seçim
salt disiplinlerin bilgi nesneleri olarak de- konu5u c;ılarak görüldüğünü ileri sürmek-
ğil, gözlerini kendi üstüne diken, kendi t.edir.
kendini oluşturan özneler olarak da de- Foucault'nun gözüyle söylenecek o-
netim altında tutulmaktayızdır. Foucault' lursa, iktidar ile .özgürlük asla birbirle-
nun gözünde, cinselliğimiz üzerinde o- riyle bağdaştırılamayacak kavramlar de-
daklaşan görünürdeki cinsel özgürleşim ğillerdir. Nitekim ötekilere yönelik eyle-
süreci gerçekte toplumsal denetim düze- me kapasitesi olarak iktidar, doğası ge-
neklerinin güçlendirilmesi olarak ödevini reği bir kötülük olmaktan çok kendisin-
başanyla yerine getirmektedir. Cinsel ol- den kaçınılamayacak toplumsal bir olgu-
mayan doğamı~ı ortaya sermek için ruh- dur. Yine Foucault'nun gözünde özgür-
Poucault, Michd 574
şeyler için bir a nesnesi seçersek bu nes- ge'nin matematik hakkındaki görüşleri
ne için durum "-Ua", yani "a uzamsal nin dil ve manuk anlayışına göre daha
değildir" olacaktır. Diğer yandan ikinci merkezi olduğu söylenebilir. Matema-
önermede aynı nesne için durumun 'Ua' tikten yola çıkarak yapbğı ushımlamalar
oldlığu çıkar. Nihayet '-Ua' ve 'Ua' bir- onu dil ve manuk konusunda yeni bul-
biriyle çdişmektedir). Frege'nin kurduğu gulara vardırnuştır. Frege matematik (a-
biçimsel manuk dizgesi bugün de kullan- ğırlıklı olarak aritmetik) hakkındaki gö-
dığımız modern simgesel manuk dizge- rüşlerini de ilk olarak Grı111dlagen der Ari-
sidir. Frege manuk alanındaki katkılarını ıhllıetik adlı kitabında ortaya koymuştur.
Begri.ffrsrhrift, ei11e der arithmelirchen 11achge- Bu kitapta John Stuart Mill'in tümeva-
bi/Jete Forme!prache des rei11en De11kens omcı görüşüne -Mili tüm matematiksel
(Kavramsal Simgelenim, An Düşünce bilginin tümevaomla edinildiğini iddia
Uğruna Aritmetik Örnek Alınarak Ku- etmiştir- ve Kant'ın tüın matematiksel
rulmuş Biçimsel Bir Dil, 1879) adlı kita- doğrulukların "sentetik a prilırı" olduğu
bında taru~tır. Bu kitap özellikle Ben- savına karşı çıkar. Frege'ye göre mate-
mnd Russell'ı çok etkilemiş, Russell'ın matik tümdengelimlidir ve tüm aritmetik
çevresindeki insanlara Frege'yi tanıtma önermeler "analitik" önermelerdir (Fre-
sıyla Frege'nin çalışması modern manrı ge aritmetik önermelerin "analitik" oldu-
ğın yolunu açan birçok önemli çalışma ğunu savunmasına karşın geometri öner-
için bir başlangıç olmuştur. Frege'nin dil melerinin "sentetik" olduğunu teslim et-
felsefesine yaptığı kat.kılar da çok önem- miştir). Çok sıkı örülmüş uslamlamalar
lidir. X:.X. yüzyıl dil felsefesinin birçok y>ıp-arnk -öyle ki Frege'nin kitabındaki
temel kavramını taruşmaya açması Fre- denli başarılı bir uslamlamalar zincirinin
ge'yi bir anlamda çözümleyici dil felsefe- felsefede bir eşi daha yoktur- savunduğu
sinin kurucusu yapmaktadır. "Über Sinn "aritmetik mannğa indirgenebilir" gö-
und Bedeuıung" r'Anlam ve Gönderim rüşü Frege'yi yeniden aritmetik önerme-
Üzerine", 1892, Zeitschrift .ftir Philosophie lerin gerçekten analitik olup olmadığını
111ıd philosophis.-he Krilik lOO: 25-50) ·adlı sorgulamaya götürmüştür. Aritmetiğin Te-
yazı dil felsefesinde bir klasiktir -anlam/ me!Jen•nde tüm aritmetik ilksavlannın tek
gönderim ayrımına sıkça başvuran çö- bir ilkeye nasıl indirgeneceğinin ana hat-
zümleyici felsefe için vazgeçilmez önemi hırını çizen Frege -bu ilke Hume'un İl
olan bu konuyu taruşan ilk metindir. Ay- kesi olarak bilinir ve sayı kavramını i-
nca Frege'nin Gmııdlagen der Arithmetik çinde geçtiği bağlama göre tanımlar- bu
(Aritmetiğin Temelleri, 1884) adlı kita- ilkenin salt mantıksal (analitik) olduğun
bında dile getirdiği "bir sözcük ancak bir da diretmiş ve bunu Gntndgeretz! der
bağlam içinde anlamlıdır" şeklinde özet- Arithmelik (Aritmetiğin Temel Yasaları,
lenebilecek olan bağlam ilkesi (ronte:.:t 1893) adlı kitabında daha temel bir man-
prinıiple) başta Ludwig Wittgenstcin ol- tık ilkesi olarak ileri sürdüğü Frege'nin 5.
mak üzere birçok felsefeci tarafından yi- Yasası olarak bilinen bir başka ilkeye in-
nelenen ve belli açılardan geliştirilen bir dirgemiştir. Ancak Russell'ın 5. Yasa'nın
görüş olmuştur. Toplamda, Frege'nin dil çelişki barındırdığım göstermesiyle Fre-
felsefesine dahil edilebilecek görüşlerinin ge'nin tasarısı son çözümlemede başan
Bcrtrand Russell, Ludwig Wittgcnstcin, sızlıkla sonuçlanmıştır. Son yıllarda farklı
\Vıllard Van Orman Quine gibi XX. yüz- yaklaşımlarla tekrar ele alınan Frege'nin
yılın en önemli felsefecileri başta olmak matematik felsefesi halen bu alanın can
üzere birçok felsefecinin çalışmalarına damarlarından biridir.
yön gösterdiği söylenebilir. Son olarak Kuşkusuz Frege ne matematik felse-
Frege'nin matematik felsefesine yapuğı fesinde ne marınkta ne de dil felsefesin-
katkılardan söz açmak yerinde olur. Fre- de son sözü söylememiştir; ancak şurası
fiitürizm 578
da apaçık bir gerçektir ki her üç alan da tile: felsefesi; Russcll, Benrand; Rus-
-dolayısıyla bu alaıiıann düşünürleri de- sell açmazı.
katettikleri yolun hiç değilse bir kısmını
ona borçludurlar. Aynca bkz. matema- fütürizm bkz. gelecekçilik.
Gg
Gadamer, Hans-Georg (1900-2002) cak bir deneyim vardır. Ancak Gadamer'
Geliştirdiği "felsefece yorumbilgisi" an- e göre burada altı önemle çizilmesi gere-
layışı ile tin bilimlerinden doğa bilimle- ken, eninde sonunda bütün anlama de-
rine, siyasetten sanata pek çok alanda neyimlerinin kişiyi kendisini anlama de-
XX. yüzyıla damgasını vurmuş Alman neyimine götürüyor olmasıdır.
felsefeci. Heidegger Varlık ile Zamtlfl'ı Bu anlamda felsefece yorumbilgisi,
(Sein und Zeit, 1927) yazarken Gada- "kendini anlama" olayında kişinin kendi-
mer'in onun yanında olması, kendisiyle siyle girdiği söyleşim ile "metinleri ya da
yakın bir düşünsel etkileşim içinde bu- ötekilerin yapıtlarını anlama" olayında gi-
lunmuş olması dikkat çekicidir. Nitekim rilen söyleşim arasında özce bir fark bu-
felsefesini çok büyük ölçüde Heidegger- lunmadığını savunmaktadır. Burada baş
ci kavram, sorun ve açıklamalar üzerin- vurulan ve temelde soru-yanıt diyalekti-
den kurması nedeniyle, Gadamer felsefe ğiyle ilerleyen "söyleşim" kavramı açıkça
çevrelerinde "Heidegger'i köyden kente Platon'dan alınma bir kavramdır. Böylesi
indiren felsefeci" diye arulmaktadır. Tıp bir anlama olayı asla saltık bilgi sağlama
kı Heideggcr gibi Gadamer de yorum- yetisi taşımayan, tam tersine her türden
bilgisinin doğa bilimlerinin yöntemiyle saltıklıktan özellikle kaçınan bir anlama
karşılaştınlabilir olduğu yönündeki dü- tutumudur. Nitekim sürekli olarak tarih-
şünceyi bütünüyle reddetmiş; yorumbil- sel konumumuzca koşullandırıldığımız i-
gisinin özce doğa bilimlerinden ayn so- çin, insanoğlu olarak anlayışımızın sonlu,
runları, kavramlan ve ayrı bir araştırma daha da önemlisi bölük pörçük olması
mantığı bulunduğunu ileri sürmüştür. Ni- zorunludur. Gadamer'in felsefece yorum-
tekim Gadamer'in en genel anlamda fel- bilgisi, anlamayı öznellik alanı yerine her
sefece yorumbilgisinden anladığı, insanın durumda dile ya da söyleşim alanına
anlama yetisini anlamaya çalışan her tür- yerleştirerek, ötekilerin yapıtlarını yorum-
den anlama etkinliğidir. Söz konusu et- larken çoğunluk yüzyüze gelinen keyfilik
kinlik kaçırulmaz bir biçimde "döngüsel- tehlikesinden kaçınmaya ayn bir özen
lik"e konu bir etkinliktir; çünkü anlama göstermektedir.
etkinliği üzümle uütüııü parçaları yardı Platon üzerine yazdığı, felsefe scrii-
mıyla, buna karşı parçalarıysa ait olduk- veninin ilk aşamalarında bile Gadamer,
ları bütün doğrultusunda anlama yoluyla sanat deneyiminin felsefe ile çok yakın
işleyen kendi içinde döngülü bir süreçtir. .dan bağlantılı olduğu inancındadır. An-
Bu açıdan bakıldığında anlama yöntem- cak rahatlıkla başyapıtı gözüyle bakılabi
bilgisel açıdan güvence altına alınacak, lecek Doğrulllk ile Yöntem (Wahrheit und
nesnel bir biçimde sınaması yapılabile Methode, 1960) adlı kitabını yayımlayana
cek bir eylem değildir. Anlamaya bu dek bu bağlantıyı felsefi bakımdan açık
ytizden daha çok başımıza gelen bir olay seçik bir biçimde kurmamıştır. Gadamer,
ya da başımızdan geçen bir deneyim ola- sanat deneyiminin tıpkı isteğimiz ve ar-
rak yaklaşmak gerekir. Anlama olayı ya zumuz dışında başımıza gelen bir "olay"
da deneyimi ilkece çoğunluk sanat ile ya- gibi bir doğruluk deneyimi olduğu dü-
zın yapıtlarını deneyimlerken meydana şüncesinden yola koyulmuştur. Doğrulu
~elmekle birlikte, öteki insanın olduğu ğun bu "olay''ı andıran yapısı Gadamer
her yerde anlama, dolayısıyla da anlaşıla- için insan anlaması'run evrensel bir özel-
Gadamer, Hans-Georg 580
liğidir. Gadamer'in baştan beri ilgilendiği rung" anlamamız için bize bir şey sun-
anlama görüngüsü Almanca'daki verstehm maktadır, bizi "zillinlerimizi değiştimıe
sözcüğüne. karşılık gcJrnektcdir; ancak ye" zorlamaktadır. Oysa Kant'ın estetik
bu sözcüğü çoğunluk Almanca'da yakla- deneyimi kavramak için sergilediği "öz-
şık aynı anlama gelen verrtaııd sözcüğüyle nel evrenselliği'' ya da "ilgisiz ilgisi", es-
karıştırmamak gerekir. V erstaııd, en belir- tetik deneyimle bağımızın kopmasına,
·gin biçimde Kant'ın An Usun Eleştirin' buna bağlı olarak da ondan uzaklaşma
nde olduğu üzere, "nesnelleştimıe"dir; mıza yol açmaktadır. Gadamer sanat ya
doğabilimsd anlama, bu anlamda yapısı da yazın yapıtlarının zihnimizi, dolayı
gereği öznelerin kendileri dışında uzam sıyla da yaşamlarımızı değiştirmeye zor-
ile zamanda yer tutan her şeyi nesnelleş ladıkları ölçüde ilgimizi uyandırdıkları
timıe çabası içindedir. Buna karşı Gada- gerçeğine dikkat çekerek Kantçı konu-
mer'in Doğmbtk ile Yıi"nfem'de ele aldığı mun kabul edilemezliği sonucuna varır.
anlama görüngüsü, doğrudan doğruya Açıkça görüleceği üzere, sanat dene-
Heidegger'ce V arbk ile Zaman'da anlamı yimi Gadamer'e insan yaşamında doğru
araştırılan "anlama"dır. Verstehm olarak luğun kendisini nasıl gösterdiğine iliş kin
anlama asla nesnelleştirilemez çünkü var- bir model sunmaktadır. Bu model uya-
lıkbilgiseldir; bu nedenle doğrudan öz- nnca Gadamer, insan deneyimini dolay-
nenin dünyadaki varlığını ilgilendirir. An- sız bir biçimde insana verilmiş olanın al-
lama burada da kendinden başka bir şe gılanması temelinde değil, bizden tarih-
yin anlaşılmasıdır ama bu kez kişinin sel olarak uzakta bulunan bir metnin o-
dünyadaki varlığı karşısında başka var- kunup anlaşılması deneyimi temelinde a-
olma olanaklarına açılmasına olanak ta- çıklamaktadır. Bu noktada bizden za-
nıyan bir anlama söz konusudur. mansal olarak uzakta bulunan hukuksal
Doğruluk ile Yöntem, sanat deneyimin- ya da dinsel metinlerin yorumlanma pra-
den ortaya çıkan doğruluk deneyimi üs- tiğini anımsatarak, söz konusu metinle-
tüne yoğunlaşarak başlamaktadır. Burada rin üzerine enson bir yoruma varılamı
Gadamer'in eleştirilerinin ana hedefi yor olması nedeniyle klasik metinler ol-
Kant'ın estetiği; özellilde de sanat yapıtı duklarını, bu yüzden de günümüz okur-
nın gerçek dünyadan, bulunduğumuz ta- larına yeni yorumlamalarda bulunmaları
rihsel bağlamdan soyutlanarak estetik için sürekli çağrı yolladıklarını dile getir-
yolla deneyimlenmesine yönelik kavram- mektedir. Gadamer'in açısından, bu me-
sallaştırmadır. Doğmlıık ile Yöntem'in ilk rinleri ancak kendi dünyamız ve kendi
bölümünde ulaşılmak istenen temd a- tarihsel dönemimiz için içerimlerini sap-
maç, estetik deneyim diye temellendiri- tadığımız vakit anlamış sayılırız. Tıpkı
len alanın sınırlarını aşacak, dolayısıyla sanat alanında başımıza gdcliği üzere, bu
da sanat ve yazın yapıtlarının deneyim- metinleri arılama olayı da zihninıizi baş
lenmesinde ortaya konan doğruluk sav- kalaştırır. Doğrıılıık ile Yöntem'de sanat de-
lannın önünü açacak bir biçimde bu neyimine verilen önemli rol kitaba ilk
kavramsallaştırmayı dönüştürmektir. Ga- bakışta bir estetik kitabı görüntüsü ka-
damer bu noktada Kant'ın Y mgıgiiciiniin zandırmasına karşın, bu yapıtta asıl or-
Eleştirisı'nin estetik deneyimi öznenin ya- taya konan, Kantçı estetiğin felsefece yo-
şadığı keyifli. haz dolu zihin yaşantıla rumbilgisine dönüştürülmesiyle elde edil-
nyia nasıl daralttığını ayrıntılı bir biçimde miş, tarihsel varlıklar olarak kendimize
göstermektedir. Kant'ın konumuna karşı değgin bir varlıkbilgisi üstüne bina edil-
Gadamer, estetik deneyimi Hegel'in de- miş genel bir anlama ve yorumlama ku-
neyim kavramında içerirnlenen "erfah- ramıdır.
rung" modeli doğrultusunda düşünmek En genel arılamda Gadamer'in fdse-
zorunda olduğumuzu belirtir. "Erfah- fece yorumbilgisinin temelini, birbiriyle
581 Gadamer, Hans-Georg
iç içe geçecek denli yakından bağlant:ı.l.ı kurduğu bu özsel ilişkiden kimi eleştiri
dört kavramın oluşturduğu söylenebilir. lerin bclimiği
gibi önyargılara körü kö-
Bunlardan ilki, bilincin her durumda ta- rüne sadık kalmayı anlamamaktadır. Bir
rihten etkilendiğini, tarihin etkilerine a- başka deyişle, arılamanın önyargılarca o-
çık olduğunu dile getiren "etkin tarihsel lanaklı kılınıyor olması, önyargılara ilişkin
bilinç" kavramıdır. Açık olduğu üzere, eleştirel uzaklığımızı yitirmcmizi gerek-
Gadamer'in felsefece yorumbilgisi, Var- tirmez. Burada asıl vurgulanmak istenen,
lık ile Zammı'da Heidegger'in ana içgö- hiçbir koşulda anlama sürecinde karşı
rülerinden birine karşılık gelen, kişinin laştığımız yorumbilgisi döngüsünün dı
gerek kendisini gerekse bir varlık olarak şına çıkamayacağımız ve dolayısıyla da
kendi olanaklarını anlamasının zamansal, kendisi "hiçbir yer'' olan önyargısız bir
daha da önemlisi tarihsel olarak belirle- konumdan anlamamız olanaksız olduğu
niyor olması düşüncesini bütünüyle ko- için, bize düşen, anlamamızı tarihsel ola-
rumaktadır. Dolayısıyla, başta Desaırtes rak koşullandıran "olumsuz" önyargılara
olmak üzere pek çok modem filozofun ilişkin farkındalığımızı arttırarak_ yeni an-
ve Aydınlanma düşünürlerinin de büyük lamalarla anlamamızı olabildiğince iyileş
bir korku duymalarına kaynaklık eden tirmektir.
anlamanın tarihselliği gerçeği, Gadamer Üçüncü kavram, Gadamer'in Kant'ın
için kendisinden korkulacak bir durum estetiğinden alarak yeni bir anlam ka-
oluşturmaktan çok anlama için olumlu zandırdığı (Kant'ın ise zihinsel yetilerin
bir nitelik olarak değerlendirilmektedir. özgür oyunu anlamında kullandığı) "o-
Tarihten etkileniyor olmak demek Des- yun" kavramıdır. Oyun kavramı Doğru
cartes'ın bütün bir felsefesiyle aradığı luk ile Yöntem'in özellikle iki yerinde çok
"ilk dayanak" diye bir başlangıç noktası önemli bağlamlarda, özelde estetiğin öz-
nın olmadığı anlamına gelirken, tarihin nelliğini aşmak geneldeyse modern felse-
etkilerine açık olmak ise gelenek yoluyla fenin öznelliğini aşmak için başvurulan
bize ulaşan metinlerin ya da sanat yapıt bir kavramdır. Bu bağlamlardan ilkinde
lanrun varolan anlama ufkumuzu sorun Gadamer, tıpkı bir oyunda yer alan o-
edinmemize yol vermesi anlamına gel- yuncunun oyunun kendisi tarafından yu-
mektedir. Bu temel düşüncenin ışığı al- tulması gibi, sanat yapıtlarıyla girdiğimiz
tında Gadamer, anlamanın nasıl olanaklı ilişkide oynadığımız oyunda öznenin
olduğunu açıklamak için Heidcgger'in doğruluk yaşantısına geçebilmek için na-
"yorumbilgisi döngüsü" kavramına baş sıl kendini kaybettiğini betimlemektedir.
vurur. Anlama her zaman için döngüsel- Oyun kavramının çözümlendiği ikinci
dir ama bu döngüsellik kısırdöngü anla- bağlam olan 3. Bölüm'de G11damer, yo-
mında bir döngüsellik değildir. Anlam rumbilgisi deneyimine araalık eden dil
beklentisi, önanlamalar ya da önyargılar, üstüne yoğunlaşarak, Wittgcostein'ın son~
yorumlamaya çalıştığımız metnin ya da raki dönemine çok yakın bir biçimde dili
sanat yapıtının bölümleri aynı zamanda öznenin bilinciyle temellendirmek yerine
eldeki metnin bütününü yansıttığı için söyleşim ya da söyleşi diye adlandırdığı
anlamamız üzerinde oluşturucu konum- mız "dil oyunu" ile temellendirmektedir.
dadırlar. Daha açık söylemek gerekirse Söyleşi yoluyla kendisini göst~en dil bizi
Gadamer'in felsefece yorumbilgisinin i- felsefece yorumbilgisinin dördüncü, bel-
kinci kavramı "önyargı"dır. Buna göre ki de en önemli kavramı olan "ufukların
önyargılar çoğunluk sanıldığının tersine kaynaşımı" kavramına götürür. Gadamer'
anlamanın önündeki en büyük engel de- e göre metnin ya da sanat yapıtının an-
ğildir. Tam tersine anlamayı olanaklı kı laşılması, anlaşılmaya çalışılan metnin ya
lan önyargılardır. Hiç kuşkusuz burada da yapıtın dillendirdiği doğruluk nede-
Gadamer önyargı ile anlama arasında niyle tam arılamıyla bir meydan okuma-
Gadamer, Hans-Georg 582
dır. Yorumcunun anlama ufku ilk başta noktasında felsefece yorumbilgisine son
yapıun ileri sürdüğü doğruluk yaşantısını biçimini vermesinde çok önemli bir yeri
dışlama üzerine kuruludur. Ancak yo- bulunmaktadır.
rumcu yapıta yaklaşımındaki kendi ön- Bununla birlikte çağdaşı kimi felsefe-
yargılanrun yapıtça sorun kılınmasına i- ciler Gadamer'e önemli eleştirilerde bu-
zin verdiği vakit yapıttaki ötekiliğin ufku lunmuşlardır. Çağdaş yorumbilgisinin ö-
kendisini yorumcuya açacaktır. Açıkça nemli kuramcılarından Betti ile Hirsch,
burada söz konusu olan, yorumcunun Gadamer'in felsefece yorumbilgisinin yo-
yalnızca yapıun çağırdığı doğruluk ya- rumlann geçerliliğini sınamakta izlene-
şantısını soru-yanıt diyalektiğiyle sorgu- cek belirgin bir yöntem sunmadığını be-
laması değil, aynı zamanda yapıtın yo- lirteı:ck, Gadarnerci yorumbilgisinin gö-
rumcunun kendi önyargılannı sorgula- ı:cciliğin kol gezdiği bir tür "ne olsa gi-
ması için yolladığı çağrıya evet demektir. der'' felsefesine kapı araladığı eleştirisini
Ufukların kaynaşımı süreci yorumcu baş getirmişlerdir. Bunun yanında bir başka
ka bir biçimde anladığı zaman, yani yapıt önemli çağdaş Alman düşünürü Haber-
ile yorumcu arasında sahici söyleşimin mas, özellikle "önyargı çözümlemesi"nin
kurulmasıyla birlikte son bulur. Açıkçası statükoyu korumaya yönelik tutucu bir
ufukların kaynaşımı ülküsü ancak yo- felsefeye davet çıkardığını, Gadamer'in
rumcunun önyargılannı yapıttan öğren yorumbilgisinin · gericiliği özendiren ge-
dikleri doğrultusunda değiştirmesiyle o- lenekçi bir felsefe olduğunu açıkça dile
lanaklıdır. Bana karşı Gadamer, kimile- getirmiştir, Yapısökümcü düşünür Der-
yin yapıtla girilen ilişkinin yorumcunun rida ise Nietzsche'nin "kuşku yorurtı
önyargılannı kesinlemesi gibi bir sonuç bi!gisi" önümüzde dururken Gadamer'in
da doğurabileceğini özellikle belirtmek- "iyi istenç olarak yorumbilgisi" tasarımı
tedir. na inanmada derin kuşkuları bulundu-
Doğrulıık ile Yiiııtem aynca Heidegger' ğunu söyleyeı:ck, felsefece yorumbilgisi
in V arbk ile Zamaıı'da ortaya koyduğu ile yapısökiim arasında temel ayrılıklar
"varoluşçu görüngübilim"i de alarak uy- bulunduğunu, hatta yorumbilgisinin de
gun bir biçimde felsefece yorumbilgisine en azından belli bakımlardan yapısökü
yedirmiştir. Burada da yine sanat deneyi- me alınması gerektiğini vuı:gulamıştır. Ô
minin başköşedeki yerini koruduğu açık te yanda Gadarner, kendi felsefe anlayı
ça görülmektedir. Nitekim Gadamer bu şına yöneltilen bütün bu eleştirileri, fel-
bağlamda, Heidegger'in "Sanat Yapıtının ~fece yorumbilgisinin alanını genişlet
Kökeni" başlıklı 1936 tarihini taşıyan ya- meye olanak tanıdığı için bırakın dışla
zısının kendi felsefece yorumbilgisi anla- mayı ya da görmezden gelmeyi, kendi
yışını geliştirmesi üzerinde çok önemli öğretisinin taşıdığı gizilgücü açık kılmak
bir etkisi bulunduğunu söylemektedir. için fırsat bileı:ck en iyi biçimde değer
Ne var ki Heidegger bu yazısıyla birlikte lendirmiştir.
"yeryüzü" ile "dünya" arasındaki aynm Felsefece yorumbilgisini ağırlıklı ola-
üzerinden Hölderlin'in şiirlerine eşlik e- rak Dilthey, Husserl ve Heideggerrın
derek düşünmeyi yeğlerken, Gadamcr kavramları üzerine bina eden Gadamer'
daha çok Platon'un diyalogları ile Aris- in başyapıtı Doğru/11k ile Yiiııtem (Wahr-
toteles'in pratik felsefesinden beslenen heit und Methode, t 960) dışındaki diğer
bir felsefece düşünme ekseni doğrultu yapıtları arasında Goethı 11nd Jie Philosophie
sunda sürdürmektedir çalı$malarıru. Bu (G:ıethe ve Felsefe, 1947), Platoıtı11fieıı
bağlamda özellikle Aristotcles'in *phnme- (Platon Araştırmalan, 1968), Hege/ı Düz-
ıif (pratik us/bilgelik) kavramının Gada- lektile (Hegel'in Diyalektiği, 1971), Die
mer'in metnin anlaşılması ile kendi özel Begrıffigesdıkhıe
1111J Jie Spraçhe der Philo-
bağlamımıza bu anlamanın uygulanması sophit (Kavram Tarihi ve Felsefe Dili,
583 Galilei, Galileo
1971), Wer bin im Wer birı Jul (Ben Ki- salar da bu öğdcrin birleştiriliş biçimi
mim Sen Kimsin?, 1973), Vmıunft im öylesine yetkindir ki özcllilı:le b.ilim ala-
Zeiıalıır der Wiııtnıthaft (Bilim Çağında nında, başta Newton fiziği olmak üzere,
Us, 1976), PhimsophiMI H""'meutia (Fel- kendisinden sonraki öncrnli gclifmclcri
sefece Yorumbilgisi, 1976), Pottüa (Poc- kesin bir biçimde öncclcmiştir.
tika, 1977) ve Idet Ju Gutin ZJl'İlthtn Plato Tclcskopu ilk kullanan gökbilimci o-
ımJ Aristottlu (Platon ile Aristotclcs'tc lan Galilci, ilk kez 1613'tc yayımladığı
İyi İdeası, 1978) sayılabilit. Aynca bkz. Gİillf/ ulullrinin Tarihi "' KamtUın (Isto-
yoruınbilgisi; metin. ria e demostrazioni intorno alle macchie
solan) adh çalışmasında Copcmicus'un
Galilei, Galileo (156~1642) Dcncyscl dünyanın o zamana dek. inanıldığı gibi
fizik ve gökbilim alanlanndaki üstün ba- evrenin merkezi almayıp güneşin çevre-
şaı:ılanndan ve bugün "bilim felsefesi" sinde dönen bir gezegen olduğu yollu
diye adlandırabileceğimiz alandaki çalış kuramını açıkça savunmuş; bu yüzden
malanndan ötürü modem doğa bilimle- 1634'tc bitirdiği ve en önemli çalışınaSı
rinin babası olaı:ak kabul edilen İtalyan sayılan Me!eııniklt İ;,;li İki Yini Bilim ,,,
gökbilimci, doğa felsefecisi, fizikçi ve Matmtaliksll KamıUın Ü~ Kımuptıalalı
matematikçi. Modem bilimsel düşünce (Discorsi e demostrazioni mathematice
ye büyük katkılan olan Galilco Galilci, intomo a duc nuove scicnze attenent al-
Aristotclcs'in mantığı söze dayandıran ni- la mcccanica) ancak 1638 yılında Lcider.'
teliksel yaklaşımının karşısına niccliksel de yayıınlatabilrniştir. Matematiksel çö-
matematiksel usçuluğu yerleştirmiş ve zümlemeyi fizik problcınlerine uygula-
bu temel üzerine de modem deneysel yan Galilei, modem mekanik biliminin
yöntemi bina ctı:ııiştir. Aristotclcsçi cv- temcllcrini attığı bu çalışmasında ivmeli
rcnbilgisinin başlıca uslaınlamalanm red- devinimlerin arattırılmasını. olanaklı_ kı
deden Galilci, Aristotcles'in iddia ettiği lan serbest düfüş yasasını tanıtlayıp
gibi farklı göksel ve yersel devinimlerin Ncwton'un somadan birinci ve ikinci
söz konusu olmayıp tek bir devinim bi- hareket yasası olarak ortaya koyduğu ya-
çiminin bulunduğunu, matematiğin ger- salan ilk kez öne sürmüştür. Galilci, aynı
çek dünyaya uygulanabileceğini ve doğa zamanda edebi ve felsefi bir başyapıt
olaylanna ilişkin. açıklamalann varsayım olarak kabul edilen, Avrupa'nın her ye-
laştınlmış doğal ereklere değil gerçek. ne- rinde büyük yankı yaratan İki Bi!Jiilt. Eıı
denlere başvurmalan gerektiğini öne sür- "" Di!(l;Ui, PtoilllUIİosf11 "' Captmİaılf11
müştür.· ~ Ü~ Söylqi (Dialogo sopra i
Galilci'nin bilim felsefesi de en açık duc massimi sistemi del mondo, ptole-
anlatımını matematiksel varsayımların fi- maico e copernicano, 1632) adlı çalışma
ziksel gerçeklikle hiçbir ilişkisi olmadığı sırufa da Kilise'nin baskısına karşın ör-
yollu yerleşik inanca karşı bir polemik tülü bir biçimde Ptolcmaiosçu dizgeye
niteliğinde olan 11 Sagjaton (Ayarcı, karşı Copcrnicusçu dizgeyi savunmayı
1623) adlı yapıtta bulur. Galilci'nin yeni sürdürünce Aı:istotclesçi profesörler, Do-
bilimsel yöntemi scrimlcdiği. bu yapıt, miniken vaizler ve Cizvitler biraraya ge-
onun ünlü ifadesiyle; "doğanın kitabının lerek bu yapıtın kurulu düzen için "Lut-
matematik dilinde yazıldığını" ortaya ko- hcr ile Calvin'in öğrct:ilcrinin toplamın
yar. Onun uygulamasındaki yenilik, göz- dan" bile daha zararlı olacağını vurgula-
lcınle hesaplamayı birarada yürütmesi, mış; bunun üzerine yapıtlannı özclliklc
böylcliklc de matematik ile fiziği birleşti Latince yerine İtalyanca olarak güçlü bir
rerek modern anlamda "deney" kavra- üslupla kıılcmc alan Galilci'nin etkisinin
mını oluşturmasıdır. Galilci'nin bilimsel geniş kitlclcre yayılmasından korkan Ki-
yönteminin öğderi bütünüyle yeni olma- lise'nin 1633'te "sapkınlık" suçlamasıyla
Gassendi, Pierre 584
yargılayarak mahkıim ettiği Galilei ancak rini düzenlemek için bir araçtır.
nedamet getirip görüşlerinden döndüğü · Tannbilim eğitimi alan ve bir papaz
yönünde bir ifade vererek Engizisyon'un olan Gassendi, Diogenes Lamior'un Epi-
elinden kurtulabilmiştir. Kilise, yaşamı kıtrrıs'un Y aşaım ve Haz:ı Ahlakı Üz.erine
nın son yıllannı ev hapsinde geçiren Ga- X. Kitabına İfiflein Difintrler (Animadver-
lilei'nin itibannı epey bir sonra, 1992 yı siones in deciınum librum Diogenis La-
lında 0) iade etmiştir. ertii, qui est de vita, moribus placitisque
Epicuri; 1649) adlı çalışmasında ise Epi-
Gassendi, Pierre (1592-1655) Özgün kurosçu ve Stoaa doğa felsefelerinin
bir doğa felsefesi ile matematik felsefesi mantığı, fiziği, gökbilimi, yerbilimi, bi-
geliştiren Fransız felsefeci ve ma tema- yolojiyi, ruhbilimi ve ahlakı içeren seç-
tikçi. Yaşadığı döneme egemen olan A- meci bir bireşimini oluşturur. Bu yapı
ristotelesçi doğa felsefesinin yerini ala- tında Epikurosçu atomculuğu kütlelerin
cak yeni bir doğa felsefesi geliştirmeye nasıl oluştuklaruu ve nasıl etkileşimde
çalışan Pierre Gassendi, Hıristiyanlık i- bulunduklarını açıklamanın bir modeli
nanayla düzenekçi bir atomculuğu bir- olarak kullanan Gassendi, Epikuros gibi
leştirerek Aristotelesçiliğe karşı Epiku- fiziksel dünyanın boşlukta hareket eden
rosçuluğu yeniden canlandırmıştır. bölünmez atomlardan oluştuğunu kabul
Gassendi, Aristotclesçiliği eleştirdiği etse de Epikuros'tan farklı olarak tann-
Aristotekspkn Karp Afmaz.lt Savlar (Exer- bilimsel bir kuramla sonlu sayıda ato-
citationes Paradoxicae Adversus Aristo- mun bulunduğunu ve Tann tarafından
teleos, 1624) adlı ilk yapıtında hem kesin yaratılmış olan bu atomların meydana
bilgiyi savunan Descartesçılann dogma- getirdikleri dünyanın "şans eseri" değil
alığından hem de herhangi bir şeye iliş "takdiri ilahi" sonucunda oluştuğunu sa-
kin herhangi bir bilgi edinip edinemeye- vunur.
ceğimizden kuşkulanan Montaigne ve Bütün doğanın düzenckçi-bilimsel bir
Charron'un kuşkuculuğundan uzak du- açıklamasını vermeye çalışan Gassendi
rarak gözlemlenebilir dünyanın bilimsel bilim felsefesine ilişkin düşüncelerinin
bilgisine ulaşılabileceğini savunur. Ken- yanı sıra son biçimin.;. ölümünden sonra
dine özgü bir kuşkiıculuk geliştiren Gas- yayımlanan Syntagma philosophimm (Felse-
sendi, şeylc;rin öZünü ve görüngülerin iç- fece Soruşturma, 1658) adlı yapıtında
sel nedenlerini bilemesek de görünüşler verdiği Epikuros'a dayanan düzenelı:çi a-
dünyasının güvenilir bir bilimini gelişti tomcu evren tasanmıyla ve varsayımlann
rebileceğimizi ve deneye dayanan olası deneysel sınamaya tabi tutulmasına ver-
lıkçı bir bilgiye ulaşabileceğimizi belirtir. diği destekle deneye dayalı modem bili-
Diğer önemli felsefe çalışması Metafi- min gelişiminde etkin bir rol oynamıştu:.
zik S~/nlde (Disquisitio metaphysica,
1644) Descartes'ın İlk Felıeft Üz.erine Dt- Gathalar Zerdüşt'ün vahiylerinin dayan-
rinılifiinmeler adlı yapıtını eleştiren ve dınldığı kutsal ilahiler. Gathalar Zerdüşt
Descartcs'ın bu eleştirilere yanıt verme- çülüğün doğrudan kaynağı olan, Rig
siyle metafizik konusunda onunla bir V eıla'daki ilahilere benzeyen ilahilcrdir.
polemiğe giren Gassendi'nin matematiğe M.Ô. II. binyılın ikinci yansında, kuzey-
ilişkin Descartcs ve diğer çağdaşlannın doğu İran dili olan Gathacı Avesta di-
görüşleriyle uyuşmayan düşünceleri de- linde yazılmışlardır. Tamamı (toplam 17
neyciliği ve olasıalığıyla yakından bağ tanedir) Avuta diye bilinen daha büyük,
lantılıdır. Gassendi'ye göre matematik, yazılı bir kanonun parçalarıdırlar. Aynca
birtala.m düşünürlerin iddia ettiği gibi bkz. Zerdüşt; Zerdüftçiilük.
şeylerin nedenlerini ya da içsel doğalannı
olanaklı kılmaz; o yalnızca deney verile- Gazili [Ebu Hamid İbn Muhammed
585 Gazili
benzeri olduğundan yaratılış için belirli her şeyi bilirliğiyle insanların kendi ey-
bir aru seçmenin Tann için bile olanak- lemlerinden sorumlu olması geı:ekliliğini
sız olduğunu öne süren feylesoflar, Bi- uyumlu kılmak amacıyla insanların ey-
rinci Usun ve: diğer varlıkların Tann'dan lemlerinde hem Tarın istencinin hem de
türeyişinin Tann'run özünün zorunlu ne- insan istencinin etkin olduğunu öne sür-
.denselliğinin bir sonucu olduğu yollu gö- müştür.
rüşü savunmuşlardır. Gazili bu görüşe Gazili'nin eleştirdiği üçüncü nokta,
karşı Tann'run dünyayı yaratmaya son- feylesofların yine Yunan felsefesinden
suz geçmişte karar verdiğinden bunun kaynaklanan her şeyin bir nedeni ve her
Tann'da herhangi bir değişikliği ifade nedenin bir sonucu olması gerektiği ko-
etmediğini öne sürer. Belirli bir zamarun nusundaki saplantılı görüşleridir. Doğa
hei: aru ayru olsa bile, zamarun kendisi daki tekbiçimliliğin Tann'nın zorunlu do-
bu benzerler arasından birini seçen Tan- ğasından kaynaklanan nedensel bir zo-
n'run istencinin doğasıdır. Nitekim Ga- runluluğun değil, onun istencinin bir so-
zili Tann'run varlığım geleneksel Eş'aô nucu olduğunu savunan Gazili'ye göre
ye kanıtlamasına göre, dünyarun yaratılı nedenselliğin zorunluluğu A olayının B
şından yola çıkarak tarutlar. Bu tarutla- olayıyla birlikte meydana gelmesine da-
maya göre Tann özüne dahil olan ve yanmaktadır. A ile B anısındaki ilişkide
onunla birlikte ebedi olan bilgi, istenç, mantıksal bir zorunluluk olmadığı gibi
duyma, görme ve konuşma gibi öznite- bu ikisinin gelecekte beraber gerçekleş
liklere ("Tann'run sıfatları'') bizzat sa- mesi için de hiçbir gereklilik yoktur.
hiptir. Dünyarun yaratılışı ve onda gö- Nedensellik kuramının barındırdığı bil-
rülen daha sonraki değişimler Tann'nın gi.kuramsal sorunun, bir sonucun bir ne-
ebedi ve ezeli bilgisi, istenci ve gücü ta- dene doğrudan bağlanmasından kaynak-
rafındangerçekleştirilmiştir. Ama bu Tan- landığım savunan Gazali, hem A hem de
n'nın özniteliklerinin deneysel dünyada- B olayının doğrudan nedeninin Tanrı
ki değişimlere göre değiştiği anlamına olduğunu, Tann'run yalnızca A'yı yara-
gelmemektedir. tırken B'yi de yarattığını öne sürer. Ga-
Gazili ikinci olarak, feylesofların A- zili'ye göı:e Tanrı doğa olaylarının kural-
ristoteles'e dayanarak ortaya attığı Tann' larını değiştirebilir ya da doğanın işleyi
nın bu dünyadaki tikelleri bilemeyeceği, şini yeni kurallara bağlayabilir. Ama bu
yani tek tek bireyleri birey olarak bilip Tann'nın bunlara doğal nitelikler verme-
değerlendirme olanağının olmadığı, an- diği anlamına gelmemektedir. Nitekim
lan ancak tümel görünümleri altında bi- Gazili'nin doğal nedenselliği mutlak ola-
lebileceği yollu felsefi öğretiyi eleştirir. rak reddettiğini düşünmek yanlıştır. Ga-
Feylesoflar, Tann'nın bilgisini tikellere zili'nin yadsıdığı şey neden ile sonuç a-
bağlamak Tann'nın özünde bir değişim rasında kurulan, Tann'nın istencinden
ve çokluk anlamına geleceğinden Tan- bağımsız zorunlu bir ilişkinin varlığıdır.
n'nın tikelin bilgisine sahip olduğu dü- O, olumsal olasılıklar dünyasının Tann'
şüncesini yadsırlar. Gazili'ye göreyse e- nın özgür eylem alaru olduğunu savunur.
ğer Tarın bir kişinin doğumundan ölü- Gazili nedensellik ilişkilerinin yalruzca
müne kadar hayatına dair her şeyi bil- görünüşte olup evrende gerçekleşen tüm
mekteyse, kişinin hayatı an be an değişse olayların tek gerçek nedeninin Tann ol-
bile, Tann her şeyi önceden bildiğinden duğunu savunan bu bilgikuramı görü-
sonsuz bilgisinde bir değişiklik söz ko- şüyle, zihin ile beden arasında nedensel
nusu olmaz. Gazili dünyadaki bütün o- olduğu varsayılan ilişkinin ancak Tann
laylara ve insanların eylemlerine Tanrı' aracılığıyla kurulabileceğini ileri süren
nın bilgisinin, istencinin ve gücünün ne- XVII. yüzyılın Kartezyen "*araneden-
den olduğunu kabul etse de, Tann'run cilik" öğretisini de öncdemiştir.
587 Gazaıt
nca bkz. Firibi; İbn Rüşd; İbn Sini; bir yöntembilgisine ihtiyaç olduğunu sa-
İslim felsefesi; kelim. vunuyorlardı.Aynca bkz. Dilthey, Wil-
helın.
geçerli çıkarım [İng. valid inferena-, Fr.
inflrNıa valabk, Alın. aUgemeingiilliger sch- gelecekçilik [İng. .faturism; Fr. futurisme-,
kus; es. t. muteber istidlal] Sonucun ön- Alm. .faturismu.r] İtalyan şair F. T. Mari-
cüllerden zorunlu olarak çıktığı çıkanın; netti'nin kurduğu, iyi de olsa kötü de
geçersiz kılıcı kümesi ya da geçersiz kılıcı olsa eski olan her şeyi, gelenekleri, ah-
yorumu tutarsız olan çıkanın. Aynca lakı, düşünce kalıplanru hor görüp, sana-
bkz. geçersiz kılıcı küme. yinin gelişimi sonucunda ortaya çıkan hı
zı, gelişmiş teknolojilere sahip makinele-
geçerli önerme (İng. tNI!id sentma-, Fr. ri, sefahati ve yeıyüzünün sağlığı olarak
monei ı;a/ablr, Alm. allgemeingiiltı"ge aussage; kabul ettiği savaşı öven akım. Sanatta
es. t. muteber kazive] Her yorumu doğru devrimi ve dinamizmi vurgulayan gele-
olan önerme; değillemesi -ya da yanlış cekçiliğin görsel sanatlar, edebiyat, tiyat-
diye kabul edildiğinde- tutarsız olan ö- ro ve müzik alanlannda yayımladığı bil-
nerme. Ayrıca bkz. önerme. dirgeler felsefi bakımdan da önem taşı
-maktadır. Nitekim Marinctti 1909'da Le
geçersiz kılıcı küme [İng. invalidaJing se~ Figaro gazetesinde yayımlattığı gelecekçi-
Bir çıkarımın önciil ya da öncüllerinin liğin ilk bildirgesinde geçmişi reddeden
doğru, sonucunun da yanlış diye kabul yıkıcı düşüncelerini "Bizler müzeleri, kü-
edilmesiyle oluşturulmuş küme. G.K.K. tüphaneleri yerle bir edip ahlakçılıkla, fe-
diye gösterilir. Çözümleyici çizelge aracı minizmle ve bütün yarara korkaklıklarla
lığıyla bir çıkarımın geçerli olup olmadığı savaşacağız" diyerek ortaya koyar. Gele-
denetlenirken böyle bir küme kurmak cekçiler toplumsal adaletsizliğin ortadan
zorunludur. Denetleme sonucu G.K.K. kaldınlmasından yana bir tavır içerisin-
tutarlı çıkarsa çıkanın geçersiz, tutarsız deymiş gibi görünseler de "biz dünya-
çıkarsa da çıkanın geçerlidir. Aynca bkz. daki gerçekten sağlıklı tek şeyi, yani sa-
çıkanın. vaşçı ve ölüme götüren düşünceleri yü-
celtiyoruz" diyerek gizli faşizan düşün
Geisteswissensclıaften (Alm.) Alman- celerinin ipuçlanru verirler. Bu yüzden 1.
ca'da "tin" anlamına gelen Geist ile "bi- Dünya Savaşı sırasında faşizmle özdeşle
lim" anlamındaki Wissmschaft sözcükleri- şen akım 1920'lerin ortalarına doğru İ
nin biraraya getirilmesiyle türetilen ve talya'da yok olmaya yüz tutmuştur. Yine
doğa bilimleri ile insan bilimleri arasında de gelecekçilik uç düşünceleri ve getir-
yapılan Yeni Kantçı aynına dayanan Ge- diği yeniliklerle başka yerlerde filizlenen
istesıllirsensçhajten ("tin bilimleri') terimi, akımları etkilemeyi sürdürmüştür.
XIX. yüzyıldan itibaren Wılhelm Dilthey Bu akımlardan biri olan kübistlerin
ve onu izleyen filozoflar tarafından, do- öncülük ettiği Rus gelecekçiliği, Marinet-
ğa bilimlerinin karşısına yerleştirilen ve ti'nin İtalya'da tohumlarını attığı gele-
insan tinini biçimlendiren öğelerin neli- cckçilikten toplumsal ve siyasal açılardan
ğini soruşturan ruhbilim, tarih, felsefe, belli farklılıklar gösterse de Nietzsche'
etik, estetik ile toplum bilimleri olarak da nin Tarihin Y ll{am İpn Yarar/an "' Zarar-
adlandınlan toplumbilim, insanbilim, ö- /an Üstiin~de (1874) gençliğe düzdüğü
rübilim ve siyasetbilimi kapsayacak bi- övgüleri ve tarihselcilik karşıtlığını abar-
çimde kullanılmıştır. Bu filozoflar, doğa tarak tarihten tam bir kopuşu savunmuş
bilimlerinden ayn olarak "açıklama" (Er- tur. Teknolojinin, büyük kentlerin ve gü-
kliirBn) yerine "anlama"yı (Verstehm) ge- rültülü kalabalıkların çekiciliğine kapılan
rektirdiklerinden, bu bilimler için farklı Rus gelecckçilerinin dillerinin hırçınlığı
589 gelenekçilik
sızdır; üye genci istenci ifade etme hak- lerin toplumdan yalıtılabilir olduklannı
kını bir temsilciye, bir yönetime ya da bir kabul ederek herkese ayn ahlaki yararlar
lidere devredemez. Nitekim Rousse:ı.u ge- sağlar ve onlann kar:ı.rlannın içeriklerine
nel istenci doğrudan halk egemenliğine ahWti sııurlamal:ı.r getirmeyip herhangi
bağlar. Yasalar biçimindeki genci istenç bir özel durumda genel istencin ne oldu-
toplumun bütün üyelerine eşit uygulanır. • ğuna ilişkin karan yurttaşların kendile-
Bir toplumun yasalan genel istence, yö- rine bırakır. Aynca bkz. volonti gme-
netim de yasa.lam boyun eğmelidir. Rous- rale-, Rou11eau, Jean-Jacques.
se:ı.u bunun ancak belirli koşullar yerine
getirilirse, bireysel birlikler hep birlikte genetle(ttir)me ~ııg. gmıraliz.atiotr, Fr.
kendilerini tek bir bütün olarak düşünüp ginlmlisalifıtr, Alm. gmmıliralilın; es. t. ta'
tek bir genel istenç etrafında toplanırsa mim) Aynı türden bütün şeylere ya da bir
gerçekleşebileceğini düşünür. türe özgü şeylere ilişkin vanlan bir kanı
Öte yandan Kant msanlann genel is- ya da yargı. Genelleştirme özel ya da ti-
tenci fiilen ifade etmelerinin zorunlu ol- kel durumlardan hareket ederek genel
madığını savunur. Yasaların istenmiş ol- bir.yasanın, tümel bir önermenin üretil-
malan, insanların istemek zorunda ol- mesi ya da bir sııufın tek tek üyelerinde
duklan şeyler olma.lan yew:lidir. Genel görülen özclliklerin bu sınıfın bütününe
istenç varsayımsal ol:ı.mk akılcı insanların yaygınlaştırılmasıdır. Aynca bkz. tüme-
isteyebileceği hale gelebilir ve ilişkileri vanm.
yönlendiren düzenleyici bir ülkü, bir öl-
çüt olarak işler. Hegel ise toplum söz- genesis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
leşmesi kuramını ve onun bireyc:iliğiııi sinde oluş, doğuf, yanıtılış, köken, var-
gereksiz görerek genel istenci gerçek ta- lığa geliş ya da değişim süreci, tözsel de-
rihsel toplumlarda konumlandırır. Bir ğişim türünden anlamlan karşılamak için
toplumun ahlaki ve kültürel inançları ve kullanılan bu terimin eski kullarumlan az
ülküleri ile bunlan cisimleştiren hukuk- çok biyolojik bir süreci ifade eder. Gen1-
sal, ekonomik, toplumsal ve siyasal ku- sü Sokrates öncesi felsefe metinlerinde
rumlar ile pnıtikler onun genel istençle- "varlığın başlangıcı'' ya da "vücuda gel-
ridir. Buna göre her toplumun kurulu bir me" gibi anlamlarda kullanılmıştır. Sok-
kamusal iyi görüşü bulunur. Bu toplu- rates öncesi filozofların hemen hepsi yo-
mun üyeleri büyürken bunu öğrenir; bu ğun bir biçimde değişim konusuyla,
toplum ve onun inançlan kendi yaşamını "Nasıl olup da bir şeyin başka bir şeye
sürerken kuralları ve kurumlan aracıh dönüşmesi mümkün oluyor?" sorusuyla
~yla genci istenci ifade edip bu istencin ilgilendikleri için ilk tözleri (*ar.f:Men)
gelişmesine katkıda bulunur. bağlamında ge111sü üzerine kafa yormuş
Günümüzde ise genel istenç toplum- lardır. Platon içinse gtntsü, gerçek varlık
sal seçim kuramı çerçevesinde ele alın alanı olan "idealar'' ile oluşun biçimlen-
maktadır. Bu kuram özellikle oy verme dirdiği "duyulur dünya" :ı.msındaki ayrı
anıalığıyla genel istencin nasıl ortaya çı mın gölgesinde kalmışur. Buna göre, var-
kabileceği bağlamında yeni bir açıklama lık yalnızca doğru bilginin (*ıpistıme) ko-
nın yolunu açmıştır. Bu yaklaşım Rous- nusu olurken, gmtsis olsa olsa kanıya
scau'nun genel istencinden önemli ölçü- (*Jo.f:ta) ya da buna benzer bir düşünceye
<le aynlarak ona farklı bir anlam verir. götürebilir (fimaios, 27d-28a).
Rousseau'nun genel istenci birliğin üye-
leri olarak ortak bir istence sahip olan genos (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde
bireyler :ı.msındaki toplumsal birliğin var- . "cins" anlamında kullanılan terim; ben-
lığına gereksinim duyarken, daha öznel zer ya da yakın türlerin içinde toplan-
olan yeni yaklaşımın genel istenci birey- dıkları sııuf.
Gentile, Giovanni 592
kıla girişiminin ve Hıristiyanlığın özü- Gödel 'den sonraki gelişimine katkı ola-
nün mantıksal sonucu olduğunu; ikinci- rak görülebilir. Gentzen, Hilbert prog-
sindeyse kuramının insan bilincinin bi- ramı çerçevesinde çeşitli mantık hesap-
reydeki görüngübiliınsel gelişimini yan- lamaları geliştirmiştir. Gentzen'in temel
sıttığını savunur. düşüncesi ve amacı, kanıtsavların ilksav-
Gentile'nin etkincilik düşüncesinin re- lardan çıkarsandığı Hilbett programının
formcu kimliğiyle özellikle eğitim felse- yerine ilksavlardan değil de varsayımlar
fesine yansıtmaya çalıştığı toplumsal bo- olarak düşünülen tamdeyim dizilerinden
yutu çok geçmeden organik faşist devlet başlayan doğal çıkarım hesabım yerleştir
savunusunun bit parçasına dönüşmüş; mekti. Böyle bir çıkarım biçiminde bir
bu da onun "faşizmin filozofu" olarak a- kanıtın son basamaklan, Hilbert'in yön-
nılmasına sebep olmuştur. Nitekim Gen- teminde ilk başta yer alan ilksavlardır.
tile 1923'te faşist p~tiye katıldıktan son- Gentzen'in kanıtlamalarında kullandığı
ra Mussolini yönetiminin ilk yıllarında yöntemler bugün hala kanıtlama kuramı
(1922-1924) eğitim bakanlığı yapmış; böy- nın en temel yöntemleridir. Gentzen hem
ldikle Croce'yle sürdürdüğü uzun yol ar- klasik ve sezgici mantığın birbirleriyle
kadaşlığı da sona ermiştir. çelişmediğini, hem de aritmetiğin, tam
Gentile'nin başlıca felsefi çalışmaları bir tümevanm olmaksızın tutaı:lı olabile-
arasında tarihsel maddecilik ve ptaksis ceğini kanıtlamıştır. Bu kanıtlamalanyla
felsefesinin Hegelci bir incelemesini içe- matematik felsefesinin iki büyük okulu
ren Marx'ın Felst.ft.ri (La filosofia di Marx, olan biçimci ve sezgici okullann görüşle
1899). etkinciliğe ilişkin ilk savlarını te- rini derinden etkilemiştir. Gentzen'in ça-
mellendirdiği "Salt Etkinlik Olarak Dü- lışmalannın hemen hemen hepsi Gerharrl
şünme Etkinliği" C'L'atto di pensare co- Gmlz!tl'in Topill Makakkn'nde (The Col-
me atto puro", 1912) adlı makalesiyle et- lected Papers of Gerhard Gentzen,
kinciliğe ilişkin diğer makalelerinden o- 1969) yer almaktadır.
luşan Hegeld D!Jak/eJiğin &far11111 (La ri-
forma della dialettica hegeliana, 1913), gerçek ~ng. rraf, Fr. rief, Alm. rraJ, wirk-
eğitim felsefesine ilişkin temel çalışması lidr, Lat rralir, es. t. hakiki, vaha] En ge-
Felsefi Bir Bilim Olarak Eğifi111bilimin Öz.eli nel anlamda "varlığı kesin olan". Yerle-
(Sommario di pedagogia come scienza şik felsefe dilinde, elle tutulup göz ile
filosofica, 1913-1914), etkincilik öğreti görülecek biçimde varolanı; varlığı hiçbir
sinin tam bir açıklamasını sunan Salt Et- koşulda yadsınamayan durum, olgu, o-
kinlik Olarak Zihin K11rafllt (Teoria gene- lay, nesne ya da nitelik olarak varolanı;
rale clello spirito come atto puro, 1916) düşünülene, tasanmlanana, imgelenene,
ile Croce'nin estetiğini eleştirdiği Sanal düşlenene karşıt olatak varolanı; varlığı
Felsefe.ri (Filosofia dell'arte, 1931) bulun- "ideal'~. "koşullu'', "olanaklı", "gizil.güç"
maktadır. Aynca 1925-1936 yılları ara- biçimindeki varolma kipleri dışında te-
sında Eııa'çliJpedia İtaliana Jj ıtienzy, kttere mellendirile bileni; görünüş olanın tersine
ed ar# (İtalyan Bilim, Edebiyat ve Sanat doğrudan şeylerin kendileriyle ilintili ola-
Ansiklopedisi, 1936-1943) adlı ansiklo- nı; varolmak için insan bilincine ve de-
pediyi yayına hazırlamıştır. Aynca bkz. neyimine gerek duyan şeylerin tersine so-
etkincilik. mut, olgusal, zihinden bağıms12 bir var-
lığı bulunanı; kurmaca, yapıntı, düşle.m
Gentzen, Gerhard K. Erich (1909- sel ya da imgesel olmayanı; algıdan ve
1945) Alman matematikçi ve mantıkçı. duyumlardan bağıms12 biçimde kuramsal
Aritmetik ile "çözümleme"nin tutarlılı bir kuruluşu olmaksızın kendi başına va-
ğını kanıtlamaya çalışan Gerhard Gent- rolanı; belli bir tözü, maddi, fiziksel ya
zen'in çalışmaları "Hilbert prograrru"nın da nesnel bir varlığı bulunanı; varlığı,
gerçekçilik 594
dan ideal görünümleri bozmamak ko- priori bilgisi olmadığını, doğuştan getirdi-
şuluyla belli ölçüleı:de ki~d yorumlar ği hiçbir bilgi bulunmadığını, zihindeki
katıarak betimlemenin doğruluğunu sa- bütün bilginin duyular yoluyla dış dünya-
vunan, sanat yapıarun özünde gerçekli- dan geldiğini ileri sürmektedir. Bu bağ
ğin yansıtılması olduğunu ileri süren öz- lamda, gerçekçiliğin asıl çerçevesi, hocası
gül yaklaşıma karşılık gelmektedir. Sanat Platon'un idealar kuramına kesin bir bi-
fdscfcsindeki anlamıyla gerçekçiliği do- çimde karşı çıkan Aristotclcs t~fından
ğalcılıktan ayıran en önemli !J.Okta, do- çizilmiştir denilebilir. Bilginin tek kayna-
ğalalık özneyi ortadan kaldımıalı: adına ğının duyu verileri olduğunu, ancak duyu
gerçeğin kendisine sonuna dek bağlılı verileri doğrultusunda gerçekliğe açılabi
ğından ödün vcmıezken, buna karşı ger- leceğimizi savunan Aristotelcs, Platon'un
çekçiliğin gerçekliğin en iyi yorum getiri- formlar dünyasına yönelik "idealar ger-
lerek yansıtılabileceğini düşünmesidir. Yi- çckçiliği"ni yeryüzüne indirerek gerçek-
ne gerçekçiliğin kendisini duygulann ön- çiliği ait olduğu anlama geri taşımıştır.
celiğini_ sawnan "duyumsayışçılık''a karşı Ortaçağ fdsefesinde "adcılık'' ile
bir konuma yerleştirmesiyle, daha çok "kavramcılık" anlayışlarına karşı geliştiri
maddi dış dünya gerçekliğini temde ko- len, kökleri Platon'un idealar öğretisinde
yan maddeciliğe yaldaşuğı gözlenmekte- bulunan "Skolastik Fdscfe" döneminin
dir. Fdsefedeki bu anlamlan dışında, ger- egemen anlayışı /eavram gef'(llııplij, tümel
çekçilik terimi gündelik dilde bütün ko- kavramlann bilincin dışında kendilerine
nulan yamrlanna ya da getirilerine baka- özgü gerçek bir varlıklan olduğu düşün
rak değerlendimıck anlamında pragma- cesi üstüne bina edilmiştir. Ortaçağdaki
tik yönü ağır basan bir bağlamda kulla- bu anlamıyla gerçekçilik, tümelleri şeyle
nılmaktadır. rin kendilerinden bağımsız saymamayı,
Gerçekçilik diye bilinegelen fdsefe tümellcrin varlığını hep şeylerin kendile-
anlayışı, ilk başlarda, biraz da karmaşık riyle temellendirmeyi kendisine temel il-
bir biçimde, ya Platon'un savunduğu ke edinmiştir. Yeniçağ fdscfcsindcysc
gibi tikclleri aşan gerçek varlıklar oldu- gerçekçilik anlayışı en iyi anlatımını İngi
ğunu ya da tam tersine Aristotdes'in sa- liz Dencycilcri'nde, özellikle de Locke'
vunduğu gibi tikellcrin bağımsız gerçek un fdscfesinde bulmaktadır. Günümüz-
varlıklar olduğunu öne süren çok gend deyse terim çoğunluk fıziksd nesnclcrin
fdsefe konumunu nitdemek için kulla- deneyimden bağımsız olarak varoldukla-
nılmıştır. Platon ideaların duyulur şeyler nnı savunan görüşe karşılık gelmektedir.
den her bakımdan daha "gerçek" olma- Gerçekçilik felsefe tarihinde kimileyin
lannı gerekçe göstererek onlann düşünü birbirleriyle çatışan çok çeşitli anlamlar-
lebilecek tek "gerçeklik" olduğu sapta- da kullanılmasına karşın, özellikle XX.
masında bulunmuştur. Bununla birlikte yüzyılın başlarından bu yana gencİliklc
Platon'un idealar öğretisiyle ortaya koy- idealizme karşıt bir anlamda kullanıl
duğu temd görüş gendlikle gerçekçilik makta, öyle de anlaşılmaktadır. Bu bağ
diye nitelense de aslında tam karşıt ko- lamda "Gerçekçilik Okulu" diye anılan
numda bulunan bir görüşe, idealizme felsefe okulu özellikle İngiliz ve Ameri-
karşılık gelmektedir. öyle ki gerçekçilik kan fdsefe çevrelerinde ağırlığını iyiden
anlayışı tanımı gereği gerçekliğin bilgisi- iyiye hissettimıcktcdir. Söz konusu oku-
nin zihinden bağımsız olduğu savı üs- lun önde gden üyderi arasında Russell,
tüne temellendiğinden, özne ile nesne i- Moore, Broad adlan sayılabilir. Okulun
kiliği bağlamında hep özneye öncelik ta- ana düşüncclcrinin biçimlenişinde Witt-
nıyan idealizmin tersine bütün önceliği gcnstein'ın önceki dönem fdsefesinin
nesneye vermektedir. Gerçekçilik, idea- etkisi oldukça büyüktür. Aynca Platoncu
lizme karşıt bir biçimde zihnin hiçbir 11 gerçekçilik anlayışı da kimi modern rna-
gerçekdı§lcılık 596
bakarak; değme bir gerçeküstücü diye Maimonides'e karşı, hem evrenin son-
nitelendirmemek gerekir. Nitekim biçim- suzluğuna ilişkin Aristotelesçi kuramın
bozarak yazma geleneği genelde hemen yanlışlığını hem de yoktan var etmenin
tüm simgeci ozanlara, özellikle de Rim- saçmalığını göstermenin olanaklı oldu-
baud'ya dek uzanmaktadır. Biçimbozucu ğunu öne· sürerek, evrenin öncesiz son-
şairlerin hemen tümü nesnelerin alışıldık rasız ama tanrısal olmayan bir "ilk mad-
algılanışlanru, doğada bulunan şeylerin de"den yaratıldığına ilişkin Platon'a da-
doğal dış görünümlerinin biçimlerini bo- yanan bir yaratılış kuranu geliştirmiştir.
zarak, doğayı yepyeni bir bakış altında Tanrı'nın ilahi bilgisinin tikelleri de kap-
görmeye, olağandışı bir biçimde göster- sayıp kapsamadığı konusunda Gersoni-
meye çalışmaktadırlar. Bu yolla sanatın des tikelleri tek tek bilmenin, yal!l1Zca
doğadan bambaşka bir gerçekliği olduğu insan davranışına ilişkin genel yasaların
olurlandığı gibi, sanatın yeni anlatım ola- bilgisine. sahip olan Tanrı için bile ola-
naklarına açılmasıyla sanat dilinin gerçe- naksız olduğunu belirrirken, "her şeyi
küstücü doğası da kesinlenmiş olmakta- bilme"yi "bilinebilir her şeyi bilme" ola-
dır. rak yeniden tanımlayarak bu olanaksızlı
I. Dünya Savaşı'nın hemen ardından ğın Tanrı'nın bilgisindeki bir noksanlık
çeşitli alanlarda kendisini yoğun bir bi- olmadığını göstermekten de geri kalma-
çimde duyumsatan gerçeküstücülük akı nuştır. Buna göre gelecekte yaşanması
nu, edebiyat başta olmak üzere bütün sa- beklenen olaylar olumsal olduklarından
nat dallarının yerleşik sınırlannın dışına ilkece "bilinebilir" değillerdir. Maimoni-
çıkarak büyük bir kültürel harekete yol des ile İbn Rüşd'den farklı olarak Tan-
açmıştır. 1919'da Breton ile Soupault' n'nın gelecekte olacak tikel olaylara iliş
nun birlikte yazdılı:lan Les champs 111ag- kin ilahi önbilgisi ile insan istencinin öz-
neliq11es (Manyetik Alanlar) genellikle ilk gürlüğü arasında varolduğu iddia edilen
gerçeküstücü yapıt olarak görülmektedir. çelişkinin yapay olduğunu savunan Ger-
Buna karşın gerçeküstücülüğün düşünsel sonides, öncesiz sonrasız aşkın bir varlı
altyapısını Fransız yazar Andre Breton' ğın zamana ve uzama bağlı tek tek olay-
un 1924 yılında Mani/este d11 S11malis111e lara müdahale etmesinin beklenemeye-
(Gerçeküstücülük Bildirgesı) adıyla ya- ceğini savunarak insan istencini olabildi-
yımladığı bildiri oluşturmuştur. ğince özgürleştirmiştir. Son olarak ruhun
ölümsüzlüğü sorununa, Yeni Platoncu
Gersonides (1288-1344) Asıl adı Levi "*türüm" kuramı çerçevesinde sonunda
ben Gcrşom olan Yahudi kökenli Fran- tek tek zihinlerin tümünün kendisinden
sız filozof, matematikçi ve Talmud bil- türedikleri aşkın varlık olan Etkin Alol'a
gini. Aristotelesçi geleneğe yaklaşmasın dönerek onunla "bir" olup sonsuzluğa
da ve us (felsefe) ile inancın (din) insanı erişeceklerini savlayan İbn Simi (Avi-
aynı hakikate götüreceğine dair kesin bir cenna) gibi çağda~larının aksine, bireysel
inanç üzerine bina ettiği felsefesini oluş bir çözüm getiren Gersonides, her bire-
turmasında akıl hocaları Maimonides yin kendine ait özgün deneyimlerle dol-
(İbn Meymun) ile İbn Rüşd (Averroes) durduğu ussal bir parçası olduğunu ve
olmasına karşın Gersonides üç önemli ölümsüz olanın da zihnin bu ussal bö-
konuda öne sürdüğü cesur savlarla on- lümü olduğunu, bireylerin zihinlerinin
lardan ayrılmıştır. Etkin Akıl'la birleşerek değil bu bölüm-
Her şeyden önce yaratılış konusunda de biriktirdikleri edinimleri aracılığıyla o-
Gersonides, evrenin başsız sonsuz oldu- nunla özdeşleşerek tek başına ölümsüz-
ğunu ileri süren İbn Rüşd'e ve evrenin lüğe ulaşacağını ileri sürmüştür.
yoktan var edildiğini ama ne bunun ne Maimonides'ten sonraki en önemli
de tersinin tanıtlanamayacağını savunan Yahudi Aristotelesçi düşünür olduğu ka-
599 Geulincx, Amold
lanyla da bir önermeler mantığı doğrul Gizemcilik bütün dinlerde ortak bir
tusunda önemli adımlar atmıştır. Geu- görüngüdür: Müslümanlığın tasavvufu,
lincx'e göre, "-dir" ve "değildir'' gibi Yahudiliğin Kabala'sı, Hinduizm (Hint
sözcükler özel bir içerik bağlamında ger- Dinı) vb. Ama dinsel deneyimle yakın
çekleştirilen zihinsel eyleme işaret eden dan bağlantılı olsa da, gizemciliğin dinsel
göstergelerdir. Her değilleme doğrulayıa deneyimle özdeş olduğu da düşünülme
bir önermenin olumsuzlanmasıdır ve bu- melidir. Gizemsel deneyimlerde insanlar
nun anlamı da doğrulamanın zihinde tinsel deneyim araalığıyla gerçekliği aşa
mevcut olduğudur. Aynca Geulincx, gü- rak kutsal ile doğrudan ilişkiye girclikle-
nümüzde "De Morgan Yasaları" olarak tini ya da onunla bütünleştiklerini sav-
bilinen mantık yasalarının ilk yazılımla larlal:. Bu deneyim, gizemcilere göre, in-
rım geliştirmiştir. Aynca bkz. araneden- sanın doğal ve doğaüstü her şeyin biıii
cilik. ğini görmesini olanaklı kılar. Gizemsel
deneyim düşüncesi ortaçağ felsefesinde
Gezimcilik [İng. Peripatetirm; Fr. Piripa- Augustinus'la başlamış, Üstat Eckhart'la
tetirme-, Alm. PeripatetimtHs ] bkz. Peripa- da en üst düzeyine ulaşmıştır. Nitekim
tosçular. ortaçağ tanrıbilimcilerinin geliştirclikleri
gizemci bilgikuramı öğretilerinde doğru
gidimli [İng. dis'11r.riw, Fr. dist:Nrnj, Alm. luğa ya da hakikate evrensel bir ilke olan
diskHrsiv, Lat discHrsivHij Sezgisel ve a tanrısal aydınlanış, ışık ya da kıvılcım
priori (önsel) düşünme yollarının karşıtı araalığıyla ulaşılabileceği 3avunulur.
olarak, başka bir deyişle doğrudan ya da Modem felsefe tartışmalarında ise gi-
araa kullanmaksızın düşünce kuran de- zemsel deneyim özellikle dinsel inanç
ğil de önermelerden başka önermelere dizgeleri ile koşutluklar içinde belli tür-
yönelerek, mantıksal yolla çıkanmlar ya- den bir uyanışı, hakikatle bir olmayı, aş
parak ilkelerden sonuca ulaşan; tek tek kın'ı bilmeyi ve Tann'nın bilgisinin doğ
parçalardan bütünlüğü olan bir düşünce rudan bilincine varmayı kuşatan bir bü-
olıışturan düşünme yolunu nitelemek i- tün olarak görülür. Felsefeciler bir yan-
çin kullanılan terim. Sezgisel düşünme dan böyle bir deneyimin ya da bilgilen-
yolu dolaysız bir kavrayıştan geçerken, me ediminin olanağının soruşturulması
gidimli düşünme adım adım ilerleyen, na odaklanırken, bir yandan da gizemci-
birtakım uğraklardan geçen akılyürütme liğin ne olduğu, öznitelikleri, türleri gibi
lerle varılan düşüncelerden oluşur. konulara eğilmişlerdir. Sözgelirni Wıl
liam James gizemsel deneyimin dört a-
Giobcrti, Vincenzo blu. varlıkbilgisi. yırtedici özelliği olduğunu öne sürmüş
tür: geçicilik (süreksizlik), edilgenlik (ey-
gizemcilik [İng. mystiıism; Fr. ll!JSIİ&isme-, lemsizlik), an-düşünsel nitelik, dilegetiri-
Alın. mystizjsmHr, es. t .f'm!l'J'Iİn] Hakikate lemczlik (sözedökülemezlik). Bu özellik-
ulaşma yolunda tüm algısal-duyusal-bi ler dikkate değer bir belirgiyi (sendrom)
lişsd süreçleri yoksayıp dışlayan, gidimli oluşturur. Bütün dinsel deneyimler gi-
düşünmenin yerine sezgisel düşünmeyi zemsel olmadığı gibi her gizemsel dene-
koyan, -kutsal ya da öncesiz sonrasız ger- yim de bu belirginin bütün özelliklerini
çekliğin us ya da duyular yoluyla değil de içermez; ancak yine de bu özelliklerin
tinsel derin düşünceye dalma yoluyla birçoğunu içeren büyük dirıJerden türe-
doğrudan kavranabileceğini savunan öğ tilmiş pek çok bireysel taruklıklar ve
retilerin tümü; Tanrı'yla birleşerek -O' anlaumlar da söz konusudur.
nunla bütünleşerek; O'nda eriyerek- ger- Son dönemlerin gizemcilik tartışma
çeğe ve bilgeliğe ulaşmayı amaçlayan in- larında ise gizemcilikle ilgili kaynakların
sanların bitimsiz tinsel arayışı. tarihsel, kültürel ve dinsel bakımlardan
601 Godwin, William
felsefe tarihine et.kileri ile nasıl yorum- gnosis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde
lanmaları gerektiği ayrı bir çalışma konu- "bilgi" için kullanılan genel terim. Aris-
su olmaya başlamıştır. Aynca bkz. ta- toteles gnosili duyu algısı (*aisthesis), bel-
savvuf; aşk; Yahudi felsefesi; Kabala; lek, deneyim ve bilimsel bilgi (*epistıme)
Buber, Martin; teosofi; Hint felsefesi; türünden şeyleri içine alacak şekilde; tü-
esrime; coşkunluk. münü kapsayıa anlamda kullanır (İhna
Çözjimltmeler ll, 99b-100b).
gizemsel deneyim png. 119stical experi- *Bilinirciliğin (gnosti.riz.m) ortaya çıkı
e11çe; Fr. explriente 119stiq11e-, Alm. 119stl.rrhe şıyla birlikte (M.S. I. ve ll. yüzyıllar) gno-
efahnmi] bkz. gizemcilik. sis bilinmeyenin, bilinemeyenin (agnostos)
bilgisine; Tanrı'nın bilgisine ulaşmanın
gizilgüç(lük) png. potenlialitr. Fr. pote,,- bir araa olarak, kurtuluşa götüren yolda
lialitl; Alm. potentialitiit, Yun. tfynamis] A- tinsel bir uğrak olarak görülmüştür. Te-
. ristoteles felsefesinde gizil olarak varol- rim aynca ortaçağ felsefesinde de taruı
ma niteliği ya da durumu; bir kişinin ya bilim metinlerinde tinsel şeylerin yüksek
da bir şeyin sahip olduğu içkin ya da bilgisi anlamında kullanılmıştır.
edimsel olarak gerçekleşmeyen güç ya da
yetenek; bir şeyin başka bir şeyi ya da gnostisizm bkz. bilinircilik.
kendisini gerçekleştirme, edimsel hale ge-
tirme yecisi. Aristoteles için "gizilgüçlük" Gnothi seaııton (Yun.) (Lat. Nosee te
(ıfynamis), edirnsellik (e11ergeia) gibi bir var- ip.mm; İng. Know t~self, Alm. Erleenne dich
oluş kipi olmasa da, bir şeyin farklı evre- selbs~ "Kendini tanı!"; "Kendini bil!" an-
lere geçebilme yetisi taşımasına, değişimi lamındaki Yunanca özdeyiş. Antik Yu-
etkileme gücüne karşılık gelir. nan kenti Delphoi'de bulunan Apollon
Aslında "gizil" sıfatı bir mantık tuza- tapınağının girişine yazılmış olan iki özlü
ğı oluşturur. Gizil X bir tür X değil, en sözden biridir (diğeri her konuda ölçülü-
iyi durumda bir X olabilme gücünü ba- lüğü salık veren, "Hiçbir şeyde aşırılığa
nndıran X'ten farklı türde bir şeydir. kaçmamak gerekir'' demeye gelen ''.Me-
X'in her gerçekleşmesi .onun bir gizilgü- de11 ~an"dır). "Gnothi sea11ton" Sokrates'in
cünün edimsel hale gelmesine karşılık öğretisinin, ahlak anlayışının belkemiği
gelmeyeceği gibi, X'in gizilgüçlerinin tü- dir. Sokrates için "kendini bilmek", ya-
münün gerçekleşmesi olanağı da yoktur. lınlık ile derinliğin yetkin bir karışımı
Bu noktada kavramın ana kaynağı olan olan ölçülülüğün vazgeçilmez önkoşulu
Aristoteles, "olanak"la "gizilgüç"ün aynı dur. Bilgeliğe giden yol ondan geçer.
şey demeye gelmediğinin altını çizer; yi- Sokrates'in düstur edindiği bu kılavuz
ne de bu durum gizilgücün taşıdığı do- söz, Cicero eliyle "Norce te ipmm" olarak
ğayı oluşturan durağanlık ve devinimin Latin dünyasında da kendini gösterip et-
*arlehe'si olma gücüne ket vurmaz. Kar- kisini sürdürmüştür.
şıtı için bkz. edimselQik). Aynca bkz.
dynamis. Godwin, William (1756-1836) Anar-
şizm düşüncesini dizgeli bir biçimde ilk
gnorimon (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe- kez dile getiren İngiliz toplum felsefe-
sinde, özellikle de Aristoteles 'in metafi- cisi. XVIII. yüzyılın sonuyla XIX. yüzyıl
ziğinde, "bilinebilir'' ya da "kavranabilir" başlarının önde gelen özgürlükçü düşü
olanı nitelemek için kullanılan terim: nürlerinden olan Wılliam Godwin, bü-
"bilinir'' (gnorimos) ya da "kavranır" olan tün yerleşik yönetim biçimlerinin ve top-
şey. lumsal kurumların, gerek insanlara genel
düşünce kategorileri aşılamalanyla, gerek
gnoseoloji bkz. bilgikuranu. önyargılı düşünmeleri için onlara baskı
Goldman, Emma 602
yönde eğilimleri olsa da geniş ölçüde yan- ise burada 'Hidayet' adının bir §indermui
daş bulamamışur. 1905 yılında yayımla var demektir. Bu durumda, 'Hidayet' a-
dığı 5 ciltlik çalışması Us11t1 Ya,ramlnın dının gönderdiği. (gö'ndermede bulundu-
(fhe Life of Reason) ilk cildinde dünya- ğu) nesne Türk milli basketbolcu Hida-
nın insanın bilişsel etkinliklerinden ba- yet Türkoğlu'dur. Gönderme adlann kar-
ğımsız olarak varolduğunu, düşünürken şılık geldiği nesneleri belirtmeye yarayan
kullandığımız .temel kavram ve tasanm- bir edimdir. Yalnız, tümeller ya da mate-
lann dahi ilkece insan zihnine değil fi- matiksel nesneler gibi soyut nenler (ken-
ziksel dış gerçekliğe dayandıklarını savu- dilikler ya da şeyler) söz konusu oldu-
nan Santayana'run "hayvan inancı felse- ğunda gönderme sorunu epeyce kanşık
fesi"ne göre, insan üzerine her türlü dü- bir hal alır. Örneğin '5' y,a da 'turuncu'
~ünme girişimi öncelikle yaşamın koru- gibi adlan bir nesneye göndermede bu-
nup sürdürümü için birincil değerde o- lunmak için kullanıp kullanmadığımız
ian "beslenme" ile "korunma"yı amaçla- (ya da kullanıp kullanamayacağımız) cid-
yan insan eylemleri üzerine odaklanmalı di varlıkbilgisel ve bilgikuramsal sorun-
dır. lara yol açmaktadır. "5" diye bir nesne-
Gölgegörüngücülüğe karşı yapılmış nin, "turuncu" diye bir nesnenin varlık
en tutarlı
itirazlardan birini, gölgegörün- lan şüphe götürür oWuğundan, bu tür
gücülüğün bilinçli varlıklar olan bizlerin nenlerin varlığını temellendirmeye ya da
fiziksel görüngülerin etkisi alunda, bi- çürütmeye çalışan farklı gönderme ku-
linçli olmayan ancak bi:ıimle aynı tür bir ramlan ortaya atılmıştır. Aynca bkz. g0s-
organizmaya sahip canlılarla tamamen terge.
aynı yönde hareket ettiğimiz savından
yofa çıkan Popper, burada bize herhangi gönül Tasavvuf düşüncesinde anlam
bir artı sağlamadığı görülen bilinç gibi dünyasını kuşatan "gönül", Tann'ya u-
bir yetinin evrimsel gelişim sürecinde or- laşmak isteyen mutasavvıfın varacağı
taya çıkamayacağını savunarak evrimci yerdir. Bu bakımdan İslam felsefesinde
bakış açısından dile getirir. Aynca bkz. ebJ.i göniil terimi tasavvuf ehli için kulla-
görüngü. nılmıştır. Mutasavvıflann yapması gere-
ken görünür dünya ile bağlarını koparıp
gönderge ~ng. refem1t, Fr. rtflmıt, Alm. Tann'nın gerçek mekanı olan gönülle-
'!fomı~ Dilbilimde bir adın göndermede rine dönmektir. Aynca bkz. tasavvuf.
bulunduğu nesnenin kendisine verilen
ad; bir gösterge aracılığıyla kendisine göreci etik [İng. eıbjçaJ nlativis111; Fr. rr-
göndermede bulunulan "şey''. Aynca lativis111e ithi411r, Alm. tthistber relatiris,,,11ij
bkz. gönderme. Ahlak felsefesinde, insan için neyin iyi
ve doğru, neyin kötü ve yanlış olduğunu
göndergeci anlam kuramı ~ng. referw· belirlemek. için genelgeçer, kesinliği tar-
tia( tbeory of meaning] bkz. dil felsefesi; tışılmaz ahlak değerleri bulunmadığını;
anlam. tüm ahlak değerlerinin kişilere, toplum-
lara, kültürlere ve çağlara göre değiştiğini
gönderme (gönderim) ~ng. '!fomıa; Fr. savunan anlayış. İnsanlann tümü için her
riftmıce-, Alm. n.femı.zl Bir göstergeyi dış yerde ve her zaman geçerli olabilecek bir
dünyada bulanan bir nesne ya da varlığa ahlaki ölçüt aramanın boşuna bir çaba
bağlama; eşdeyişle "bir göstergeyi bir gön- olduğunu öne süren bu öğreti, ahlıik ya-
dergeye bağlama." "Hidayet uzun boy- salarının ya da ilkelerinin sürekliliğine ve
luduı:" tümcesi birçok insan için doğru kalıcılığına kuşkuyla yaklaşır; ahlak felse-
olabilir. Ancak bu tümceyi dile getirirken fesinde her türden saltıkçı ya da nesnelci
aklımızdan geçen kişi Hidayet Türkoğlu yaklaşımları yadsır.
<ı07 göreci etik
Ahlaksal bakımdan iyi olanla kötü o- sanlann değişik ahlaksal inançlan olma-
lanın, doğru olanla yanlış olanın, yapıl sından daha doğal bir şeyin olamayaca-
ması gerekenle yapılmaması gerekenin ğını, farklı inançlan yansız bir bakış açı
kişiden kişiye, kültürden kültüre, dö- sından doğru ya da yanlış tasarımlan
nemden döneme değişiklik gösterdiğini doğrultusunda değerlendirmenin olanak-
savunan göreci etik, izin verilen ya da sızlığı düşüncesi üstüne kurulu "betimle-
yasaklanan eylemlerin kişinin karakterine, yici göreci etik" yaklaşımıdır. İkinci yak-
eylemin gerçekleştirildiği bağlama görece laşımsa, her kültürün kendine özgü i-
olduklannı ileri sürmektedir. Temdde sal- nançlannın kendi kültürleri içinde değer
tıkçı etik ile evrenselci etik anlayışlanna lendirilmeleri gerektiğini, bir kültürün dı
karşı gdiştirilen göreci etik anlayışında, şındaki bir noktadan onun değerlerine
varolan hiçbir şeyin, gerçekleştirilen hiç- yönelik yargılar vermenin doğru olmadı
bir eylemin saltık anlamda ne iyi ne de ğını savunan "normatif göreci etik" yak-
kötü olarak değerlendirilebilmesine ola- laşımıdır.
nak yoktur; ahlaksal olarak doğru olan Düz anlamıyla bir göreci etik savu-
ile yanlış olanın bdirlenmesi işi bütü- nucusu, yapmak zorunda olduğumuz şe
nüyle verili bir kültür ortaırunda ya da yi yalnızca yapmak zorunda "olduğumuzu
toplumsal yaşam dünyasında varolan bel- düşündüğümüz için yaptığımızı savunur..
li bir kişinin yaşam biçimine bakarak de- Buna göre, belli bir kişinin ya da toplu-
ğerlendirilebilecek bir konudur. Saltık ya mun belli bir ahlaksal kanıya sahip olma-
da evrensel ahlak doğrulan ya· da ahlak sı, tek başına söz konusu ahlaksal kanıyı
ölçütleri var mıdır? Soruya verilen olum- o kişi ya da o toplum için doğru kılmaya
suz yanıt aynı zamanda göreci etik anla- haydi haydi yeterlidir. Göreci etiğin ah-
yışının ana savını da oluşturmaktadır. Bu laksal doğruluk için sunduğu bu yeter
noktada göreci etik uslamlaması çoğun koşul, "yapmalı"nın ne anlama geldiğini
luk ahlaksa! inançlar ile pratiklerin ala- değil de, ne yapılması gerektiğini söyle-
bildiğine çeşitlilik gösterdiği gözlemin- diği için, bütünlüklü bir etik kuramını
den yola koyulmaktadır. Nitekim tarihte temellendirmek yerine, daha çok belli bir
pek çok filozof yeryüzünde bir yerden ahlak bakışını taşıyan çatıyı andırmakta
bir başka yere, bir çağdan bir başka çağa, dır. Açıkça görülebileceği üzere, göreci
bir toplumdan bir başka topluma deği etik öğretisi birtakım ahlak yargılannın
şiklik gösteren pek çok ahlaksal dünya yanlış olabileceklerini söylemeyi daha
görüşü bulunduğuna yönelik izlenimle- baştan olanaksızlaştırmak gibi önemli bir
rini dile gctinnişlerdir. Bu izlenimlerini ki- sorunla yüzyüze kalmaktadır. Nitekim
mileyin kendi deneyimlerinden kalkarak ahlaksal bir sorun karşısında birbirinden
dile getirirlerken, kimileyin de yüzyıllar bütünüyle ayn düşünceler savunan iki
boyunca yazılmış değişik yolculuk öy- insanın da aynı ölçüde haklı olabilecek-
külerine, insanbilimsd incelemelere, top- leri savunusu, felsefi bakımdan kabul e-
lumsal araştırma yazılanna dayandırmış dilemeyecek denli kendi içinde son dere-
lardır. Dünyanın değişik yerlerinde deği ce derin bir açmazı banndırmaktadır.
şik dönemlerde hep değişik ahlak de- Göreci etik anlayışında, ahlaksal nitelik-
ğerlerinin egemen olması gerçeği, kimi lerin birçok nedenden ötürü nesnelerin
fılozoflan tek bir ahlaksal değer dizgesi nesnel özellikleri gibi olduklannı savun-
bulunmadığına, dolayısıyla da bütün dö- mak hiç de usa yatkın görünmediğinden,
nemler ve toplumlar için geçerli nesnel bunlann öznel özellikler, yani ifadeyi o-
anlamda tek bir doğruluk olmadığı dü- luşturanın zihin durumuyla bağlantılı ni-
şüncesine götürmüştür. Göreci etik anla- telikler olduklan ileri sürülmektedir. Bu
yışı içinde iki ayn yaklaşım çizgisi bu- anlamda "O iyi bir adamdır" önermesi-
lunmaktadır: Bunlardan ilki, değişik in- nin gerçekte "O bende belirli bir zihinsel
görecilik 608
durum, sözgelimi övme duygusu uyandı !arın uzlaşımlanna göreli olduğunu sa-
rıyor" anlamına geldiği düşünülmektedir. vunan giireri etik ile elimizde herhangi bir
Göreci etik: tam bu noktada, kendisine düşünceyi ya da davranış kalıbını nesnel
sıklıkla yöneltilen kişiler arasındaki ah- olarak değerlendirmek için genelgeçer
laksal anlaşmazlıklar olanağını ortadan ölçütlerin bulunmadığını, bunların değe
kaldırdığı eleştirisini doğrulayacak türden rinin yalnızca içinden çıktıkları toplum-
bir açıklama sunmaktadır. Buna göre, söz- sal-kültürel bağlamda ele alınabileceğini
gelirni iki insandan biri diğerinin iyi ol- savunan /eiiltiirel görerilik bunlar arasında
duğunu söylerken buna karşı diğeri ken- ilk elde akla gelenlerdir. Aynca bkz. kül-
disine iyi olduğunu söyleyen kişiye kötü türel görecilik; göreci etik; göreli; gö-
olduğunu söylerse, göreci etik: anlayışına relilik.
göre, ·ilk bakışta göründüğünün tersine
bu iki kişi hiç de gerçek bir anlaşmazlık göreli ~ng. relaıive, Fr. relatif, Alm. relativ,
durumu içinde değillerdir; çünkü burada bezjiglic!T, Yun. pros ti; Lat. relativus; es. t.
bu iki kişiden biri belirli bir zihin duru- i.zôftl En genel anlamda bir şeye, bir
mu içinde olduğunu ifade ederken, öteki kimseye göre olan, kesin olmayıp kişiden
bu durumda olmadığını ifade etmekte- kişiye, dönemden döneme, yerden yere
dir; bu ifadeler arasındaysa kesinlikle çe- değişebilen. Yerleşik felsefe dilindeyse,
lişkili bir durum söz konusu değildir. saltığın karşıtı olarak, varlığı bir başka
şeyin varlığına bağlı bulunanı; koşullu,
görecilik ~ng. relalivism; Fr. relativisme, sınırlı, olumsal, değişken olanı; iki ya da
Alm. relativismus; es. t. izaft.zye] Felsefede, daha çok şeyle ilişki içinde olması koşu
en eski anlatımlarından birini Protago- luyla bir başka şeye ya da şeylere bağlı
ras'ın "Her şeyin ölçüsü insandır" sav- olarak varolabileni; bir başka şeyle bağ
sözünde bulan, en genel anlamda, bütün lantılandırılarak tanımlanabileni; bir baş
bilgi ve değerlerin göreli olduğunu ileri ka şeye göndermede bulunarak temel-
süren öğreti. Birçok farklı görecilik türü lendirilebileni; ancak belli durum ya da
bulunsa da bunların tümü de konu edin- koşullara bağlı olarak geçerli olanı anla-
dikleri şeylerin (örneğin ahlaki değerler, tan felsefe terimi.
bilgi, anlam, hakikat, güzellik vb.) tikel Terimin tarihi Eski Yunan'a dek gö-
bir çerçeveye ya da bakış açısına (örne- türülebilirse de bugünkü anlamına ka-
ğin bir özne ya da belli bir kültür, bir vuşması daha çok XIX. yüzyıl yeniçağ
toplum, bir çağ, bir dil ya da kavramsal felsefesinde gerçekleşmiştir. Günümüz-
bir şema vb.) göreli olduğunu savlayarak deki yeniçağ kaynaklı yaygın anlamlarına
herhangi bir bakış açısının diğerleri kar- karşın, terimin felsefe tarihinde çeşitli fi-
şısında ayrıcalıklı olduğunu reddeder. lozofların sözdağarlarında çeşitli anlam
Görecilik savunucularına göre bu bakış açılımlarıyla dolaştığı gözlenmektedir.
açılarının tarihsel, kültürel, toplumsal, Sözgelimi göreli düşünmeyi felsefeleri-
dilsel ve ruhbilimsel ardyöreleri onların nin başköşesine yerleştiren Sofistler ara-
seçimlerinde doğrudan ya da dolaylı ola- sında terimin kilit değerde bir önemi
rak içerilebilir. Bu bağlamda görecilik, vardır. Sofist felsefenin kurucularından
belirleyen ile. belirlenen arasındaki ilişki Protagoras, bütün bilgilerin kaynağının
üzerine yapılacak açıklamalara bu olum- duyular olduğunu belirttikten sonra, du-
sallıkları katma girişimidir. yumların kişiden kişiye değişiyor olmala-
Görecilik türleri görecele~tirmeye ça- ruıı gerekçe göstererek "İnsan her şeyin
lıştıkları konuya göre ayırt edilirler. Ev- ölçüsüdür" demiştir. Bu ünlü söz, başta
rensel olarak geçerli ahlfilci ilkeler bu- bilgi olmak üzere bütün her şeyin ö-
lunmadığını, tüm ahlak değerlerinin bi- zünde göreli olduğU gerçeğini dile getir-
reylere, kültürlere, toplumlara ya da bun- mesi bakımından olduğU denli kuşkuya,
609 görelilik
!andığı tarutlanmış olmaktadır. Böylelik- landır, Kant kendisine gelene değin filo-
le, gerçekliğin sanıldığının tersine saltık zofların yaygın olarak kullandığı terimin
olmayıp süreler ile uzaklıkların bileşi anlamını son derece önemli bir değişik
minden oluştuğu, bunun da hep bir gö- liğe uğratmıştır. Geçmişte görüngü, du-
relilik üstüne bina edilmek zorunda ol- yulur bir şeyin aposteriori olarak kendisini
duğu bir evren tasanmına vanlmıştır. göstermesi anlamına gelmesi nedeniyle,
hemen hep "düşünülebilir öz"e karşıt
görelilik kuramı (İng. tbeory of nlativity; bir konuma yerleştirilmektcycli. Düşünü
Fr. thiorit Jt la nlativitf, Alrn. nlativitiit.rtht- lebilir öz, kendisi olduğu ölçüde "ken-
orit; es. t iz.ôft.IJtt naz.ar?.utn] bkz. görelilik. dinde şey''eli -ya da "düşünce olarak şey''
eli. "Düşünce olarak şey"in Eski Yunan-
görü bkz. Anschauung. ca'da no11mtnon sözcüğüne karşılık gelme-
sinden de anlaşılacağı üzere, Platon'dan
görüngü (İng. phtnomtnon; Fr. phinomlne-, başlayarak bütün klasik felsefenin duyu-
Alrn. phiinomtn] Köken bakımından eski lur görünüşler (yani "görüngüler'') ile
Yunanca'da "görünüş" anlamına gelen düşünülebilir özler (yani "numcnler'') a-
phainomtnon sözcüğünden gelen, yerleşik rasındaki ikilik çerçevesinde geliştiği a-
felsefe dilindeyse en genel anlamda duyu çıkur. Bu anlamda ilk kez Kant'ın eleşti
organlanyla algılanabilen, gözlenebilen, rel felsefesinde terim, salt "görünüş" an-
duyulabilen, deneyimde kendisini göste- lamına geldiği geleneksel felsefedeki kö-
ren ya da açığa vuran nitelik, nesne, i- tücül anlamından kurtarılarak daha çok
lişki, konum, olay türünden düşünülebi "beliriş" anlamına gelen yeni bir anlam
lecek bütün her şeyi anlatan felsefe te- açılınu edinmiştir. Kant'ın terime yükle-
rimi. diği bu yeni anlam, bir bakıma terimin
Felsefe tarihinde çeşitli dönemlerde kendisi üstüne bina edilen görüngübi-
çeşitli anlamlarda kullanılan "görüngü" limcle bilince, bilinç yaşanusına görünen
terimi, Eskiçağ Yunan felsefesinde us şeyleri, olaylan ya da olgulan anlatmak
yoluyla kavranan değişmez gerçekler için kullanılmasına da zemin hazırlamış
karşısında duyularla algılanan değişken tır.
çizmektir. Nitekim felsefe yapmak Hus- çekleştirilebilir. Yargıyı askıya alma işle
serl'in deyişiyle sürekli başlama duru- mini uygulamanın gerisinde yatan temel
munda olmak demekken, burada kendi- düşünce, duyularla algılanan nesnelerin
sinden söz edilen somut yaşantıya dö- ötesinde bulunan ideal özlükler alanına
nüş, görüngülerin altında yatan kökensel erişebilmek için, bir yığın rastlantıyla, ö-
sezgiye yönelişle eşanlamlıdır. Görüngü- zü olmayan niteliklerle dolu olan olgular
bilim geleneğinde önemli bir yer edinmiş dünyasından sıynlmaktır. Husserl'e göre
bir. başka isim olan Fransız düşünür bu, kesinlikle olgular dünyasının varlığını
Merleau-Ponty aynı bağlamda şunları ortadan kaldırma anlamına gelmediği gi-
söylemektedir: "Görüngübilim özlerin a- bi, ondan bütün bütün kuşku duyulması
raştınlmasıdır. Bütün sorunlar eninde so- gerektiği demek de değildir. Daha çok
nunda özlerin betimlenmesine geri götü- "dünyanın varlık savının ayraç içine alın
rülebilir, örneğin algının özünün ya da ması"; istenen kavrayış konumuna yük-
bilincin özünün betimlenmesine." Öz, selmek için yöntem gereği olgu dünya-
görüngülerin ya da dolaysız, hiçbir ara- sıyla ilgili bir yargı vermeyerek bir bi-
aya konu olmaksızın kavranan ideaların çimde olgu dünyasını olumsuzlayabilme-
içeriğiyle özdeştir. Görüngülerin dolaysız yi başarmaktır. Bir başka deyişle Husserl
bir biçimde göriilenmcleri Husserl tara- görüngübilimsel düşüncenin işleyişini dış
fından "özü görüleme" ya da "öz gö- tan içe doğru gelerek, yani varoluş tan ö-
rüsü" diye adlandırılmıştır. Bununla bir- ze doğru giderek kurmaktadır. Husserl'
likte görüngübilim Husserl'in anladığı in gözünde değme bir görüngübilimci-
biçimiyle özün kendisi üzerine kurulan den beklenen, görüngüleri titizlikle göz-
bir bilim olmayıp öz görüsü üzerine, özü lemlemeyi bilmek, her türlü önyargıdan
görüleyen bilinç üzerine kurulmuş bir sıynlmış bir biçimde gözlemleyerek gö-
bilimdir. Özü göriileyen bilincin en te- rüngüyü bütün yönleriyle görmeye ça-
mel özelliği her zaman için belli bir şeyin lışmaktır. Husserl ancak bu yolla felse-
bilinci olmasıdır. Daha açık bir biçimde fenin, 1911 'de Logos dergisinde yayımla
söylenecek olursa her bilinç belli bir şe dığı yazısının başlığında olduğu gibi (Ke-
yin bilincidir. Husscrl bu temel özelliği sin Bir Bilim Olarak Felseft) kesin bir bilim
"bilincin yönelmişliği" diye adlandırmak olma değergesine yükseleceğini ileri sür-
tadır. Buna göre gerçekliğin kendiliğin müştür. Nitekim Husserl'e göre görün-
denliği diye bir şey söz konusu olamaz; gübilimsel araştırma her bakımdan bi-
gerçeklik denen her zaman kendisine limsel bir araştırmadır. Aynı biçimde fel-
yönelinen, bilincine varılan, görülenen sefe de kesin anlamda bir bilimdir. Bu
bir şeydir. Dolayısıyla görüngübilim, bü- bilimde önemli olan kesin bilgiler omya
tün· her şeyi açıklama savında olan bir koymaktan çok Descartesçı anlamda bir
felsefe dizgesi olmaktan çok, şeyleri be- açık seçikliğe ulaşmaktır. Böyle bir "apa-
timleyerek anlamaya karşılık gelen özgül çıklık" alanı kendisini düşünen ben'in
bir felsefe yöntemidir. varlığı varlık olarak (being q11a beini) sez-
Husserl'in temellendirdiği biçimiyle me yaşantısında gösterecektir. Felsefece
görüngübilim yöntemi ancak adım adllll, yaşamayı görüngülere yönelmekle bir gö-
ağır ağır, çoğunlukla da sanalı bir sü- ren Husserl, "Gelecekte Y cşerccek Bir
reçten geçilerek uygulanabilen bir felsefe Görüngübilim İçin Yönlendirici Düşün
yöntemidir. Yöntemin başlıca amacı de- celer" başlıklı yazısında şöyle demekte-
neyimlerimizi aynı oldukları biçimleriyle dir. "Ayrıcalıklı yerini öıeki bilimler kar-
doğrudan betimleyerek, öz görüsüne doğ şısında belirleyerek giriş yaptığımız ve
ru, salt bilinç alanında özü görüleyene felsefenin temel bilimi olarak kurmak is-
dek ilerlemektir. Bu ilerleme ancak "yar- tediğimiz katışıksız görüngübilim tam
gıyı askıya alma" (!epoldıe) işlemiyle ger- anlamıyla yeni bir bilimdir."
613 görüngücülük
verilmeyen bir şeyi bilemeyeceğimizi sa- ilerlemektir. Bizim için daha iyi bilinir
vunur. İlkin J. S. Mili tarafından ortaya olanlarsa göreli olan görünüşlerdir. A-
anlan algı kuramı olarak görüngücülük ristoteles görünüşleri araştırmalar sonu-
ise bir şeyi 'bir şey' yapanın ilkece sürekli cunda ulaşılan aynntılı deney ,·erilerinin
algılanma olanağı olduğunu savunmak- toplamı olarak sunar. Aristotclcs'e göre
tadır. Buna çok yakın bir tanımı Russell, felsefi araştırmalar da görünüşlere daya-
bir şeyin görünüşlerinin toplamından o- rur ama felsefi araştırmaların ilgilendiği
luştuğunu söyleyerek vermiştir. Günü- h>(irünüşler deneysel verilerden değil in-
müzde görüngücülük denince bundan sanların çoğunlukla paylaştıkları ortak i-
anlaşılan, bütün şeylere ya da olh'lllara nançlar ile varsayımlardan oluşur. Kant'
ilişkin bütün ifadelerin er ya da geç ın felsefesinde ise "görünüş" teknik bir
gerçek ya da gerçekleşmeyi bekleyen du- bağlamda, "giirüngü"yle eşanlamlı ola-
yu deneyimlerine ilişkin ifadelere indir- rak kullanılmıştır.
genebilir olmalandır. Buna karşın kimi Görünüş ile gerçeklik aynmının felse-
felsefeciler giirüngücülüğü ı.,renel bir bilgi fece düşünmenin tarihinde· önemli bir
kuramı açıklaması olmaktan çok yalnızca yeri bulunmaktadır. Çok çeşitli bağlam
bilimsel amaçlara hizmet eden, metafizik larda ve değişik terimlerle ifade edilse de
temelleri çok da sağlam olmayan bir bilgi "görünüş" genelde ı.,•ürcli, öznel, zamana
öğretisi olarak görmektedirler. · bağımlı, doğrudan bilinebilir biçiminde
nitelenirken "gerçeklik" mutlak, nesnel,
görüngüler dünyası [İng. phenomenai öncesiz sonrasız ve ancak dolaylı yoldan
world; Fr. monde phbıomirıal; Alın. phanome- bilinebilir olarak tasarlanmıştır. Görünüş
nale weltJ Kant'ın eleştirel felsefesinde, ile hrcrçeklik arasında yapılan bu aynının
"kendinde şeyler dünyası"na karşıt bir varlıkbilgisel ya da bilgikuramsal kaygı
konuma yerleştirilerek temellendirilen o- lardan değil de öbür dünya inancı üze-
lanaklı bütün deneyimlerimizin alanı. rine kurulu ahlaki ve tannbilimscl kayhrı
Kant'ın deneyimden anladığı göz önün- lardan kaynaklandığını savunan Nietz-
de bulundurulmak koşuluyla "deneyim sche ise tüm bu metafizik çabalan lanet-
dünyası" diye de adlandırılan görüngüler lemiştir. Ona göre var olan tek dünya bi-
dünyası, "görünüşler"in ya da "beliriş zim deneyimlediğimiz bu dünyadır; Kant,
ler"in sunulu ya da verili olduğu dünyayı Hegcl ve ne yazık ki Schopenhauer gibi
anlatmaktadır. Bu anlamda "görüngüler", filozofların gidimli düşüncenin bizi "ken-
ancak usun kategorilerinin birliği dojt- dinde şeyler" (noumena) dünyasına değil,
rultusunda düşünülen nesnelerdir. Buna ancak "görünüşler" (phainomena) dünya-
karşı, salt anlama yetisinin nesneleri ol- sına götüreceği yollu görünüş-gerçeklik
duklanndan duyarlığa ya da görümüze ikiliğine daj'alı savlan ise felsefenin haki-
sunulmayan nesneler alanı "kendinde şey kat arayışına indirilmiş büyük bir darbe-
ler dünyası" olarak adlandınlmaktadır. dir.
Gerçek dünya olarak adlandırdığımız
görünüş [İng. appearance; Fr. apparence; şeyin aslında gerçek dünyanın bulanık
Alm. apparenz, schein; es. t. zm:ihir] Bir şe bir yansıması, gölgesi ya da görünümü
ıin duyuma ya da izlenime verili olan gö- olduğu sezgisi Batı felsefesinde Platon'
rünür durumu; herhangi bir şeyin özel- un adıyla (bkz. mağara benzetmesi) ve
likle görülebilen, duyulabilen ya da du- üte yandan Doğu'nun çileci felsefeleriyle
yumsanabilen, duyu algısına açık niteliği özdeşleştirilen eski bir öngörüdür. F. H.
ya da nitelikleri. Aristoteles'e bröre usa- Bradley bu gelenekle çakışan Görünüş ve
vurmanın amacı bizim için daha iyi bili- Gerçeklik (Appearance and Reality, 1893)
nir olandan doğa tarafından daha iyi bi- adlı çalışmasında gerçeklik tutarlı ve bir
linene doğru tümevarımsal bir biçimde iken zamanın, uzayın ve maddenin gö-
615 gösterge
teren, belli bir nesneye, sözcüğe ya da her .gösterge kendisinden başka bir şeye
sese henüz belli bir anlamın yüklenme- gönderme yapmalıdır; (ıiı) her gösterge
diği duruma; herhangi bir şeyin anlamlı insanlarca· belli bir şeyin göstergesi ola-
lık öncesinde bulunduğu hale karşılık rak tanınmalı, beninisenmeli, öyle de kul-
gelir. Göstergenin görülebilen, duyulabi- lanılmalıdır.
len, koklanabilen, dokunulabilen, tadıla XX. yüzyılın önde gelen göstergebi-
bilen fiziksel varlığı, anlamlandırma sü- limcilerinden Roland Barthes, gösterge
recinin de fiziksel varlığını oluşturur. Ö- teriminin ne anlama geldiğini açmak a-
te yanda göstergeyi oluşturan kavram .macıy!a "gül" örneğini vermektedir. Bu
ikilisinden bir diğeri olan giistmltn, bir örneğe göre, gül bütün çiçekler arasında
konuşmacının karşısındakilere iletmek is- bir çiçektir ama ne zaman aşık bir kimse
tediği anlam ya da düşünce olarak ta- onu sevdiği ki~ye sevgisinin dışavurumu
nımlanır. Konuşmacının iletmek istediği olarak vetirse işte o zaman gül yalnızca
usunda bulunan düşünce ya da anlam bir gül olmaktan çıkar, sevdiği kadınca
olarak gösterilen, göstergenin fiziksel da olurlanan adamın büyük tutkusunun
varlığını değil de kavramsal ya da anlam- bir göstergesi olur. Gösterge, beyaz ren-
sal boyutunu oluşturmaktadır. Daha açık gin barışı anlatıyor olmasında görüldüğü
söylemek gerekirse, Saussure'ün çözüm- üzere, belli bir şeyi gösterdiğinde ya da
lemesinde gösterilen, anlama ya da yo- belli bir anlamı dile getirdiğinde 11z.laşt
rumlama sürecinde kullandığımız "kav- göstergesi ya da simge adını almaktadır. Yi-
ram"a, bu kavramla taşınan zihinsel içe- ne göstergeler, kara bulutların yağmu
riğe karşılık gelmektedir. Gösteren ile bir- run, dumanın ate~, yüksek ateşin has-
likte göstergeyi oluşturan gösterilen, gös- talığuı belirtisi olarak görülmesi örnekle-
tergenin gönderme yaptığı ya da zihinde rinde olduğu gibi doğal ya da nedensel
canlandırdığı kavramı dile getirmektedir. bir gönderme ilişkisi içinde olduklarında
Sausurre'ün gözünde bu ikisi arasındaki, doğal gösterge diye tanımlanırlar. Bunun
yani gösteren ile gösterge arasındaki iliş yanında, taşlık ile sertlik ilişkisinde gö-
kinin ussal balamdan belli bir nedeni, rüldüğü gibi gösterge gösterdiği şeye çok
dayanağı ya da temeli yoktur. Daha çok benziyorsa, aralarında açık bir benzerlik
toplumsal uzlaşıya bağlıdır ve hep bir bulunuyorsa, böyle göstergelere yansttma-
keyfilik öğesi içerir. Onun neden öyle a !)ı'sterge, yok daha çok göstergeyi kulla-
olduğunu yanıtlamak olanaklı değildir; nanın durumuna ya da göstergenin kul-
bu yüzden onu öyle anlamak gerekir. Sa- lanıldığı duruma bağınılıysa böyle gös-
ussure'ün benzetmesiyle söylenecek o- tergelere de d11r11m göstergesi denmektedir.
lursa, gösterge tıpkı bir k:iğıda benzer; Bütün bu farklı gösterge türlerinden de
kağıdın bir yüzü gösterenken öteki yüzü anlaşılacağı üzere, bir göstergenin gös-
gösterilendir. K:iğıdın yüzleri arasında terge olmaktalığı, yani bir göstergeyi gös-
düşünsel anlamda bir ayrım yapabilsek terge yapan, insanların aynı şeyi bir baş
de bunlar gerçek anlamda birbirinden ka imle anlayıp anlatabiliyor olmaları bağ
ayrılamazlar. Gösteren ile gösterilen de lamında kendisini gösteren toplumsal ve
aynı kağıdın iki yüzü gibi biraradadır; kültürel uzlaşılardan başka bir şey değil
birbirinden ayrılamaz bir biçimde iç içe- dir. Gösterge terimi, ister istemez belli
dir. Saussure, göstergelerin bu can alıcı bir anlamlandırma ilişkisini gündeme ge-
özelliğini belirledikten sonra, bir göster- tirdiğinden, göstergelerin temel yapısı en
geyi gösterge yapanın ne olduğu sorusu- iyi tek tek her göstergenin kendisini o-
na yönelir. Bu soruya karşılık olarak bü- luşturan ilişkinin özgüllüğüne yoğunlaşa
tün göstergeler için olmazsa olmaz üç rak kavranabilir. Bu anlamda barışın sim-
nitelik tanımlar: (i) her göstergenin fı2ik gesi alan güvercin göstergesi hastalık be-
sel bir biçimi, bir görünüşü olmalıdır; (u) lirtisi olan yüksek ateş göstergesinden,
617 gösterge ile simge aynmı
buna karşı yağmurun bclirıisi olan gök yimlendiği saptamasında bulunur. Buna
gürlemesi göstergesi de yasın göstergesi bağlı olarak da ancak böyle bir tümeva-
olan siyah renkten bütünüyle farklıdır. nmlı usyürütme sürecinden geçtikten son-
Doğal göstergeler ardışıklık ilişkisi teme- ra bir göstergeyi görünce göstergenin
li.nde işlerlerken, simgelerin işleyişi doğ göstergesi olduğu şeyin varlığını çıkarsa
rudan benzerlik ilişkisi üstünden belirle- dığımızı öne sürmektedir. Bu ıloğal göstrr-
nir. Bu bağlamda İsviçreli dilbilimci Sa- gelerin işleyişidir; ama bunun yanında bir
ussure'ün, kullanımı her zaman için belli de insan eliyle yaratılan ya da icat edilen
bir bildirişim amacıyla belirlenen her göstergeler söz konusudur. Sözgdimi si-
göstergeyi, doğal göstergelerden ve sim- gara içmenin ya da yüksek sesle konuş
gelerden ayn tutıırak, başka göstergelerin manın yasak olduğunu anlatan görsel u-
olmadığı ya da göstermediği şey olarak yan levhalan, bütün trafik işaretleri, tu-
betimlemiş olması anlaşılırdır. Ayrıca bkz. tulan takımın ya da görevli olunan ku-
göstergebilim; gösterge ile simge ay- rumların özel amblemleri hep bu türden
nmL göstergelerdir. Peirce bu insan yapımı
göstergelere "resimgc" (U.tr. görüntüsel
gösterge ile simge ayrımı ~ng. Jistin•- gösterge) demenin daha uygun olduğunu
tio" of sigtı anıl symbo4 Fr. Jisti'1&1İo'1 ıle sigtıe . söyleyerek, böyle göstergelerin en temel
ıt ılı !Jmbolr, Alm. 1111tmthtiılı1t1g ıles f!İ özelliği olarak resmettikleri şeyle arala-
tbltıs 1111ıl ıJes symboir] Pragmacılık akımı nnda bulunan yakından benzerlik ilişki
nın kurucusu olarak da bilinen Amerikalı sini göstermektedir. Daha açık bir de-
felsefeci C. S. Peirce'ın dilde anlamlan- yişle, ikonlar göstergesi olduklan şeyle
dırma ilişkisi temelinde işleyen, kimileyin aralannda pek çok ortak özellikler bulu~
biıbirine kanştınlacak denli eşdeğer bir nan göstergelerdir. Bununla birlikte bu
anlamda kullanılan gösterge ile simge te- türden göstergelerin büyükçe bir bölü-
rimlerini birbirinden kesin sınırlarla ayır mü toplumsal, kültürel, hepsinden de ö-
mak amacıyla ortaya attığı ayrım. Yapı nemlisi dilsel uzlaşılar yoluyla belirlen-
lan bu aynına göre, gösterge şeylerin diklcrinden, bu uzlaşılar olmadan bunla-
gündelik dilde yerleşmiş imleri ile doğal nn gölterge olmaktalıklan üzerine ko-
belirtilerini de içine alacak derecede ol- nuşmak olanaklı değildir.
dukça geniş bir kategoridir. Sözgelimi Öte yandan Peirce, simgiyi üretilmiş
karabulutlar gelmekte olan yağmurun gösterge olarak tanımlayarak, simgelerin
göstergesiyken, tütmekte olan dumana- yalnızca ya da temdde simgeledikleri an-
teşin göstergesidir. Belli bir olgu bağla lamda kullanılıp öyle de anlaşılmak üzere
mının ya da belli bir olayın gfütergesi, iirerilmiş göstergeler olduklannı söyle-
duruma göre söz konusu olgu bağlamı mektedir. Bu tanım çok açık olmamakla
nın ya da olayın kanıu, gösterimi, açığa birlikte, yine de Peirce'ın simge için bu
çıkışı, iz~ habercisi ya da duyurucusu söylediklerinden de anlaşılacağı gibi, sim-
olabilmektedir. Peirce, göstergelerin bağ gelerin gösteıgelcrden başka bir alana
lama göre aldıklan bu değiş.ilr. anlamların lıarşı1ık geldikleri açıktır. Nitekim bir
hepsini birden inıle!r [belirti: nesnesi ile göstergeyi gösterge yapan temel koşulun
arasında varlık bakımından bir bağ bu- tersine, simgeler simgesi olduklan şeyle
lunan gösterge] diye adlandırmaktadır. rin varlığıyla bir biçimde örtüşüyor ol-
Hume'un nedensellik eleştirisinden aldı mak gibi bir gerekliliğe konu dcğildirlcr.
ğı esinle Peirce, gösterge ile göstergesi Simgelerin bu temd özelliği, '~güvercin
olduğu ·şeyin hep birarada düzenli bir bi- banşın simgesidir'' ya da "mavi renk öz-
çimde meydana gcldikleri, biri görülünce gürlüğün simgesidir'' örneklerinde de a-
diğerinin de hep göründüğü ve bunun a- çıklıkla görülmektedir. Burada ne güver-
lışkanlığa varacak denli bir sıklıkta dene- cin ile banş arasında ne de mavi renk ile
göstergebilim 618
Grotius bu durum karşısında doğal hu- Grünberg, Teo (1927, İstanbul) Anali-
kuku dinden bağımsızlaştırarak insan do- tik fdsefecilerin dil çözümlcmderini fd-
ğası üzerine yeni bir doğal hukuk bina sefenin asıl yöntemi olarak kabul eden
etmeye ve ahlıiki kuşkuculuğu çürüterek görüşlerinden hareketle giriştiği mantık
dini anlaşmazlıklara rağm~n ahlaki tar- sal çözümlemelere dayanarak Türkiye'de
tışmaların ussal çözümlerinin nasıl ola- bir mantık felsefesi ortaya koyan fdsefe-
naklı olabileceğini göstermeye çalışmış cimiz.
tır. Grotius'un insan doğasını ve insanlı İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi
ğın durumunu gözlemleyerek geliştirdiği Kimya Bölümü'nü bitirdi (1950). 1961'
doğal hukuk kuramı, bir yandan bireyle- de İstanbul Üniversitesi Fdsefe Bölümü'
rin kendi amaçlarının peşinde koşmakta ne Mantık derslerini vermek üzere uz-
özgür olduğu toplumsal uzamı genişle man olarak girdi. Daha önce Viyana Çev-
ten haklara sahip olduğu gerçeğinin al- resi'nden Quine ve Camap'ın eserlerini
tını çizerken, bir yandan da çatışmaya okumuş olan Grünberg'in verdiği ders-
eğilimli olmamıza karşın nasıl birarada lerle, bölümde Reichenbach'ın dönemin-
yaşayabileceğimizin yolunu göstermekte- den sonra ilk kez Sembolik Mantık dersi
dir. Grotius'a göre meşru yönetimin an- tekrar okutulmaya başlanmıştır. "Anlam
cak insanların yaşamlarının korunması Kavramı Üzerine Bir Deneme" adlı tezle
ve geliştirilmesi adına birtakım hakların 1963 yılında doktorasını tamamladı. 1966
dan vazgeçebilmderi karşılığında ortaya yılında Hüseyin Batuhan'la birlikte Orta
çıkabileceği düşüncesine dayanan doğal Doğu Teknik Üniversitesi'nin Fen ve E-
hukuk, hem yönetimlerin meşru olarak debiyat Fakültesi'ne bir "Bilim Felsefesi
uygulayabileceği yasalarla, yasal erkle ko- ve Mantık" bölümü kurmak amacıyla
runabilecek kesin haklarımızı, hem de geçti. Fakat çeşitli nedenlerle bağımsız bir
kesin ve açık bir biçimde yasalara akta- bölüm kurma amaçlarına uzun bir süre
rılamayacak haklarımızı yansıtmaktadır. ulaşamadılar ve aynı fakültenin Beşeri
Grotius'a göre bu doğal yasalar Tanrı' Bilimler Bölümü bünyesinde kurdukları
nın varolmadığını düşünsek bile bağlayı "Mantık ve Bilim Felsefesi Seksiyonu"
alıklaondan bir şey yitirmezler. nda ODTÜ'nün bütün bölümlerine u-
Grotius De ime belli aç pads (Savaş ve zun bir süre seçmdi olarak bilim felse-
Barış Hukuku, 1625) adlı başyapıtında fesi ve mantıkla ilgili dersler verdiler.
savaş sırasında nelerin yapılmasının doğ t 970'te "Epistemik Mantık Üzerine Bir
ru nelerin yapılmasının yanlış olduğunu Araştırma" adlı çalışması ile doçent ol-
ve adil bir savaşın gerekçderinin neler o- du. l 979 yılında "Değişkensiz Niceleme
labileceğini işlemiştir. Bu yapıtıyla ulusla- Mannğı" üzerine çalışmasıyla profesörlü-
rarası hukukun temellerini atan Grotius, ğe yüksddi.
Mare libm1111 (Denizlerin Özgürlüğü, 1982 yılında kurulan ODTÜ Felsefe
1609) adlı yapıtında da açık denizlerin Bölümü'nün başkanlığına getirilen Teo
bütün milletlerin ortak kullanım alanlan Grünberg, burada 1983-84 öğretim yı
olduğunu savunmuştur. Grotius aynca lından itibaren başta çeşitli Mantık ders-
tannbilirnle de ilgilenmiş ve De ııeritate leri olmak üzere lisans ve lisansüstü
rtligionis Christianae (Hıristiyan Dininin dersler vermeye başladı. Ankara Üniver-
Doğruluğu Üstüne, 1627) adlı yapıtında sitesi DTCF ve Hacettepe Üniversitesi'
Kiliseler arasındaki çatışmaların sona er- nin felsefe bölümlerinde de ek görevli
mesini dileyerek barış ve birliğin hüküm olarak ders veren Grünberg, emekli ol-
sürdüğü ilk Hıristiyan toplumunun yeni- duğu Mayıs 1994'e kadar ODTÜ Felsefe
den kurulmasını bir amaç olarak ortaya Bölümü başkanlığını yürütmüştür ve ha-
koymuştur. Aynca bkz. hukuk felse- len burada ek görevli olarak ders ver-
fesi. meyi sürdürmektedir. Grünberg'in ö-
623 Grünberg, Teo
sanlar kendilerine çocukluklanndan iti- her zaman için bir karşıtlık bulunduğun
baren bir "ben", kapitalist dünyayı iste- dan, arzu konusunun da son çözümle-
nen ve izin verilen sınırlar içinde de- mede üretim ilişkileri bağlamına yerleşti
neyimleye bilecekleri bir öznel konum e- rilmesi gerekmektedir. Öte yanda Freud-
dinmek zorundadırlar. Kız çocuklan ba- culuğa göre bilincin her zaman dışardan,
balarını kazanmak için annderiyle, buna yani bilinçdışından üretildiği için asla
karşı erkek çocuklan annelerini kazan- güvenilir olmayışı arzu için de aynen ge-
mak için babalanyla bir savaşım içinde çerlidir. Deleuze ile Guattari'nin "üret-
olacaklardır. Son çözümlemede, "Oedi- ken arzu" tasanmlan bu anlamda hem
pus" ve "Elektta" kompleksleriyle biçim- arzunun ilkece ideolojiye ait olduğunu
lenen çocuklar, yapıntı ama sahici bir ileri süren Marxçı anlayışı, hem de arzu-
suçluluk duygusuyla kapitalizmin enkaz- nun bilinçdışı kaynaklı olduğunu vurgu-
ları olarak dizgede kendilerine çok da layan Freudcu yaklaşımı bütünüyle red-
bulunmayı istemedikleri bir yer bulmak detmektedir. Söz konusu üretken arzu
zorunda kalmaktadırlar. tasarımına en genci anlamda Nietzsche'
Dcleuze ile Guattari kapitalist dünya- nin "*erk istenci" anlayışının bir uzantısı
ya ilişkin bu ilk belirlemelere dayanarak, olarak bakılabilir. Buna göre üretken ar-
I.acancı ruhçözümleme düşüncesinin sağ zunun erk istenci "tepkici" bastırı;na ar-
ladığı ışıktan da yardım alarak, Karp 0- zusuyla, yani köle zihniyetiyle dengede
edipHs adlı çalışmalarında bütünüyle siya- tutulur. Papazlardan ahlakçılara, gizem-
sal içerimleri gözetilerek oluşturulmuş bir cilerden çilecilere değin bütün denetçiler
arzu çözümlemesi sunmaktadırlar. Bu çö- üretken arzunun etkin güçlerini kendi-
zümlemeye göre, arzu iki seçenek ara- sine karşı yöneltmenin peşindedirler. Ar-
sından ya birine ya da öbürüne yönel- zuyu arzunun kendisini denetlemek a-
miştir. Ya kendini sürekli olarak olurla- macıyla kullanan denetçiler, bunu ya-
maktadır ya da temele iktidarı koyarak parlarken her türden etkin arzunun dışa
düzenin kurulup kollanmasını kendisine vurumunun "suçluluk duygusu" olarak
amaç edinmektedir. 68'lerin devrim giri- yaşanacağı bir ruh hastalığı yaratmakta-
şimine ilişkin ayrınulı çözümlemelerini dırlar. Burada önemle vurgulanması ge-
ardalanda tutarak, işçi sınıfının Marx'ın reken, şizofreninin İnsanın üretken arzu-
öndeyilediğinin tersine tarihsel misyonu- sunu dışavurabilmesi için bir model ola-
nu yerine getiremeyişi olgusu üzerine o- rak görülüyor olmasıdır. Dolayısıyla De-
daklanan Deleuze ile Guattari, insanların leuze ile Guattari'nin şizofreniden anla-
anarşik anların sağladığı özgürlüğe yö- dıkları tedavi gerektiren bir ruh hastalığı
nelmek yerine, öteden beri varolan bas- olmaktan çok arzunun üretkenliğini sü-
locı düzeni yeniden kurmayı yeğlemiş ol- rekli olurlayan etkin bir şizo&enik varo-
maları gerçeğine parmak basarlar. Söz luştlir. Buna göre Marxçılığın öngördüğü
konusu durum onlara göre bütünüyle gibi sınıf savaşımı diye bir şey söz ko-
Nietzsche'nin "*efendi/köle (ahlakı)" iliş nusu değildir toplumda, çünkü yalnızca
kisi için verdiği açıklamayı doğrulamak er ya da geç herkesin bir köle olduğu tek
tadır. Bu bağlamda, hem Marx sonrası bir sınıf vardır; o da kapitalizmin kölele-
hem de Freud sonrası bir konum olarak rinden bazılannın öteki kölelere hük-
baştan sona Nietzscheci düşüncede kök- mettiği kölelik sınıfıdır. Böyle bir top-
lendirirler düşüncelerini. Bu yeni bakış lumsal durum içinde Dcleuze ile Guat-
açısından Deleuzc ile Guattar~ "üretken tari'ye göre arzulayan hiçbir bireyin ken-
arzu" diye yeni bir tasarım ortaya atarlar. di başına arzusunu doyuma kavuşturmak
Marxçılığıı göre hiçbir insan söylemi tek gibi bir yetisi yoktur. Her birey iki kutup
başına söylenecek son sözü söyleyemez, arasında bir yerlerde ama öyle ama böyle
bu nedenle üretim ile ideoloji arasında kendi bulunduğu yerin tutsaklığını yaşa-
627 Guattari, Felix
maktadır. Bu iki kutuptan ilki devrimci nnı sürekli değiştirme ve yerine yenileri-
ama toplum kaı:şıu olan "şizoid arzu"y- ni koyma yetisi taşıyan özne.
ken, ötekiyse toplumsal olarak kodlan- Ddeuze ile Guattari'nin oluşturduk
mış, üstelik de kendi bastmlışına gönül ları "göçebe düşünce"nin kaı:şılığıru, yal-
nzası gösteren "paranoid arzu"dur. A- nızca toplum ile siyaset konulannda de-
çıkça görüleceği üzere Deleuze ile Guat- ğil, doğrudan yazın ile sanat alanlarına i-
tari bu açıklamalanyla Maıxçılığın ya da lişkin düşüncelerinde de görmek olanak-
Freudculuğun açıklama yapılannda içe- lıdır. Nitekim sanat yapıurun başlı başına
ıimlcnen sınırlamalara düşmeden, gerek bir "arzulayan makine;' olduğunu ileri sü-
kapitalist toplum gerekse ruhçözümleme ren düşünürler, ressam olsun yazar olsun
üstüne konuşabilmeye olanak tanıyan bütün büyük sanatçılann, içlerindeki ar-
yepyeni bir sözdağarı doğrultusunda açı zu kımıltıları ile akışlannın ne pahasına
lımları bir hayli fazla olan bir dil oluş olursa olsun peşine düşmekten kendile-
turmuşlardır. rini alıkoyamayan özd doğada insanlar
Bu sözdağarının en önemli terimleri olduklarını belirtmektedirler. Sanatta "bi-
kısa tanımlarıyla şu biçimde ortaya ko- çem" diye adlandınlanın da bu kımıltılar
nabilir: [Makinıl~ Lacancı özne tasarı ile akışların peşinden nasıl gidildiğinden
mından kaçınmak amacıyla tasarlanmış, başka bir anlamı yoktur. Deleuze ile Gu-
fiziksel, düşünsel ya da duygusal akışın attari'ye göre başta yazın olmak üzere
herhangi bir noktasında belli bir yaptyı bütün sanatlar bu anlamda tıpkı şizofre
terk eden. ya da bu yapının içine giren ni gibidirler; sanat deneyimi_ önceden be-
şeyler. Sözgelimi bebeğin ağzı ağız ma- lirlenmiş belli işlevleri ve amaçları olan
kinesi iken annenin memesi meme ma- ussal bir izlence doğrultusunda belli an-
kinesidir. Bu iki makine amsında hep bir lan peşpeşe yaşamak değil, sonunda ne
akış söz konusudur. [Oıpkm olmtgan bi- olacağı baştan kestirilemeyen serüvenler-
den] Artaud'dan alınma bir deyiş. Hükü- le dolu bir süreçtir. Sanat, geleneksel dü-
met ya da üniversite gibi her türden ör- şüııceleı:in savunduğunun tersine, De-
gütlü yapıya verilen ad. Organlan olma- leuze ile Guattari'ye göre bir anlatım bi-
yan bedenler ile arzulama makineleri ay- çimi olmaktan çok arzunun önü alına
nı şeyin iki farklı durumuna karşılık ge- maz bir biçimde çoğalttığı, üretken akı
lirler; her ikisi de akışı denetleyen örgüt- şına dur denilemeyen bir üretim biçim-
lü üretim dizgesinin paıçalandır. Organ- leri çokluğudur.
lan olmayan bedenler, arzunun özgür dı İki düşünürün "Kapitalizm ve Şizof
şavurumuna ket vuran güçlerdir. CAr.ı?t reni" genel tasarısı alunda ortaklaşa yap-
lama mah11elm] Organlan olmayan be- uklan öteki önemli çalışmalar şunlardır:
denlerle bağlanulı, kendisini üretken ar- Kafoıı: Milliir Bir Yazmıı Doğnl (Kafka:
zulara adamış olan makineler. [Paranoyak pour une litterature ınineure, 1975), ~lc
makine] Organları olmayan bedenler ta- sap (Rhizome,1976), Bin Ytgla (Mille Pla-
rafından tanınmayan arzulama makinele- teaux, 1980), Fılseft Nıdirl (Qu'est-ce
rine verilen ad. [KıgdeJiti makine] Organ- que la Philosophie?, 1991). Guattari'nin
ları olmayan bedenlerin etkisindeki ar- Deleuze'le tanışıp yola koyulmadan ön-
zulama makinelerine verilen ad. [Sotİıt.r] ceki başlıca yapıtları arasında ise P!]tha-
Bir toplumu oluşturan organlan olma- rm!Ju ıl TranSllff'lalitl (Ruhçözüınlmıe ve
yan beden: yabanıl toplumlardaki yeryü- Yoldan Çıkma, 1972), La RitJOINlimı 1110/i-
zünün bedeni, barbar toplumlardaki des- &11/airı (Moleküler Devrim, 1977) ile L'
potun bedeni, kapitalist toplumlardaki [11çans&İefll mathİllİIJ111 (Makineleşmiş Bi-
sermayenin bedeni gibi. (Giijrbt öt11ııJ An- linçdışı, 1979) sayılabilir. Aynca bkz. ar-
lık kararlara, anlara bağlı olarak yaşayan, zu felsefesi; yurtsuzlaıurma; ağaç
bir arzulama makinesi olarak olanakla- biçimli düıünce; dikey düıünce.
güç/iktidar 628
güç/iktidar ~ng. power, Fr. po11voir, p11is- bir güç taşıdığınayönelik temel bir far-
ramr, Alm. 111t11:ht, kraft, Yun. ekro11ria; Lat. kındalık taşımaktadır. Thales'in felsefe ta-
fartilllo; es. t. k11Jn~ İnsanlann ya da bi- rihindeki bu ilk güç tasarımı, kendisine
reylerin eylemde bulunma, yapıp etme Aristoteles'in Rllh Üz.erine başlıklı kita-
yetisi; belli bir işi başarına, ortaya birta- bında daha genel bir yapı kazandırılarak
kım etkiler ya da sonuçlar çıkarabilme ''bütün bir evrene yayılan bir tin olarak"
yeteneği; fiziksel ya da tinsel bir etki ya- tanımlanır olmuştur. Felsefe tarihinde A-
ratabilme ya da bu tür bir etkiye karşı di- ristoteles'ten başlayarak geleneksel ola-
renebilme yeteneği; doğrudan ya da do- rak "etkin güçler" ile "edilgen güçler''
laylı yollarla değişimi meydana getirme ayrımı temelinde çözümlenen güç kavra-
ya da olası değişimleri önleyip önüne mi, önce cinselliğin göstereni, sonra bi-
geçme kapasitesi; devletlerin, hükümet- lincin en temel kapasitesi, daha sonraysa
lerin ya da.kurumların ellerinde bulunan eyleme geçebilme yeteneği olarak tasar-
yönetme yetkisi; toplumu yönetenlerin lanmıştır. Bu bağlamda sözgelimi Leib-
siyasal, hukuksal, toplumsal yapıp etme- niz'in metafiziğin<!e güç, kişilerde kendi-
lerinin en temel dayaııağL Güç daha ge- sini değişik biçimlerde açığa vuran itici,
nel bir açıdan, belli bir sonuca ulaşmak, çekici, biçimlendirici olması anlamında
belli bir amaa gerçekleştirmek amaayla, en temel etkinlik ilkesine gönderirken,
başta toplumsal, siyasal ve ekonomik ge- Nietzscheci yaşam felsefesinde bütün bir
reçler olmalı: üzere, eldeki bütün araçtan yaşamın kendisine göre yapılandığı "güç
istenen sonuçlan sağlamak amacıyla kul- istemi" (*erk istencD, tarih boyunca de-
lanabilme becerisi olaralı: tanımlanabilir. ğişmeden kalan tek gerçek olarak değer
Bu bağlamda gücün değeri, çoğunlukla lendirilmektedir.
istediği sonucu elde etme yolunda karşı Eski devlet biçimlerinde gücün/ikti-
sına engel olaralı: çıkan öteki güçlerle gi- darın ya tek bir egemenin ya da belli bir
riştiği mücadeleye bakılaralı: ölçülmekte- egemen grubunun elinde toplandığı, si-
dir. Buna karşı, toplum ile siyaset felse- yasal yetkenin gücünü hiçbir biçimde bü-
felerinde, daha d u kapsamlı güç anla- tünüyle sınırlamayan belli denetim ku-
yışları bu bağlamda sözü geçen gücün rumlan ile düzeneklerinin bulunduğu gö-
doğasını ayrınulandıraralı: açıklama yolu- rülmektedir. Buna karşı, yeniçağın başla
na gitmektedirler. Buna göre, toplumsal rıyla birlikte ortaya çıkan modern ulus
güç eyleyenlerin ilgileri ile yönelimlerini devletlerde, gücün tek bir elde toplan-
etkileme kapasitesi olarak tanımlanırken, ması yerine, gücün belli merkezlere ya-
normatif (düzgüsel) güç haklar, sorum- yılması söz konusudur. "Güçler aynlığı"
luluklar, ödevler türünden normatif iliş olarak adlandırılan bu güç dağılımında,
kileri etkileme kapasitesi olaralı: değer güçler birbirlerinden kesin çizgilerle ay-
lendirilmektedir. nlmışlardır. Yapılan bu temel ayrıştırma
Güç kavramı siyaset, toplum ve dev- nın en iyi çözümlemesinin görülebileceği
let felsefelerinde kilit değerde bir yer yerlerin başında Locke'un siyaset felse-
tutmasına karşın, bu alanlann dışındaki fesi üstüne yazdığı metinler gelir. Locke'
öteki felsefe dallarında çoğunlukla tinsel, a göre, insanlığın yaşam düzeni her du-
düşünsel, yaşamsal ve bedensel yetkinli- rumda toplumsal bir düzen olarak tasar-
ğin derecesini eğreti!eyen bir anlamda landığından, birey edilgen bir yurttaş ol-
kullanılmaktadır. Bu bağlamda, tarihin mayıp hem kendi yazgısının hem de ait
ilk filozofu olarak gösterilen Thales, A- olduğu toplumun yazgısının belirlenme-
ristoteles'in alı:tardıklanndan öğrendiği sine katılmakla yükümlüdür. Bu bağlam
miz kadarıyla, "varolan bütün her şeyin da Locke, ~rtaçağın Tann devleti tasa-
Tann'larla dolu olduğuna" inanmakta, rımında olduğu üzere Tann'dan aldığı
buna inanırken de her şeyin belli türden yetkiyle gücünü dilediğince kullanan mut-
629 güç/iktidar
lak egemenliğe karşı, ''yasama", "yürüt- ilişki biçimi olarak mı tasarlanması ge-
me", "yargı" güçlerinin halktan alındı rektiği noktasında felsefeciler arasında
ğını, bundan dolayı da halk adına halk aynlıklar olduğu düşünüldüğünde, her i-
için kullanılması gerektiğini savunmak- ki güç tasanmını da içeren bir açıklama
tadır. O nedenle, devlet bu güçleri doğru sunmanın açıkça daha sağlıklı bir yakla-
bir biçimde ayırmayı beceremeyip yerli şım olduğu söylenebilir. Nitekim bu bağ
yerinde kullanamadığında halkın devlete lamda felsefe tarihinin en önemli güç
karşı ayaklanması temel bir hak konu- kuramcılanndan Hobbes, gücü kişinin
muna gelmektedir. Öte yanda çağdaş de- görünür gelecekteki birtakım yararlan el-
mokrasilere dönüldüğünde, "güçler ayn- de etmesinin aracı olarak tanımlıyor ol-
lığı ilkesi" toplumsal yönetimin en iyi bi- makla birlikte, sonu gelmez güç savaşı
çimde sağlanmasına yönelik en temel den- mının insan doğasının kaçınılmaz bir
ge unsuru olması bakımından son derece parçasını oluşturduğunu da belirtmekten
önemli bir işlevi yerine getirmektedir. geri durmamıştır. Hobbes'un güç anlayı
Buna göre, yasama gücü yani millet mec- şına üstü örtük de olsa kaynak:lık eden
lisleri yasalan yapmakla, yürütme gücü roplumsal çatışkı düşüncesi, toplumbi-
yani hükümetler yapılan yasalan uygula- lirnci Max Weber'in güç tanımında belir-
makla, yargı gücü yani hukuk kurumlan ginlik kazanmaktadır: "belli bir roplum-
yasalann uygulanmasında çıkan anlaş sal ilişki bağlamında belli bir konumda
mazlı.klar ile uyuşmazlıklan çözmekle yü- bulunan bir eyleyenin, karşısına dikilen
kümlüdür. bütün direnmelere karşın, olasılığın da-
Felsefe tarihinin değişik dönemle- yandığı. temellerin hiçbir önemi olmaksı
rinde, değişik felsefe çerçevelerinde gü- zın, kendi istencini gerçekleştirme olası
cün doğasına yönelik öteden. beri derin lığı." Kuşkusuz toplumbilim kaynaklı güç
tartışmalar yapılmış ve halen de yapıl anlayışları içinde en çok kabul göreni
maktadır. Bu bağlamda kimi güç anla- Weber'inkisidir. Kendisine sürekli gön-
yışlan güç ilişkilerini tanımlarken gerçek dermede bulunulan "Siyasal Topluluk İ
ya da olası çıkar çatışmalannın rolünü ö- çerisinde Gücün Dağılımı: Sınıf, Statü,
ne çıkarırlarken, kimileri de gücün norm- Parti" başlıklı yazısında Weber, iktidarı
lara ilişkin yasallık ile uzlaşının sağlan toplumsal tabakalaşmanın en temel kav-
masının değişmez temeli olduğunu vur- _ramı olarak değerlendirerek, gücün en iyi
gulamaktadırlar. Toplum ya da siyaset ku- statü, sınıf ve parti olmak üzere birbirle-
ramlarında güç (ya da iktidar), kimileyin riyle ilişkili üç ayn boyutuyla kavranabi-
terimin anlamlı bir yolla uygulanabildiği leceğini savunmaktadır. Weber'in sık sık
hemen her yerde kullanılmaktadır. Huna alıntılanan ünlü tümcesiyle söylenecek o-
göre, piyasa ekonomisinde güç kullanı lursa, "Sınıflar, statü katmanlan, bütün
mının varlığından söz edilebildiği gibi, partiler gücün toplum içinde nasıl bölü-
çocuğun gelişiminde roplumsallaşrnanın şüldüğünün en iyi görülebileceği yerler-
gücünden de söz edilebilmektedir. Nite- dir." Weber'in güç çözümlemesi bir baş
kim bu durum Foucault'nun "iktidar her ka açıdan derinlemesine incelendiğinde,
yerdedir, bundan da kaçış yoktur" biçi- gücü kavrayışının "çatışma" ile "niyet"
minde dile getirdiği güç anlayışını doğ kavrarnlan üstüne bina edildiği görül-
rular niteliktedir. Ama buna karşın, tari- mektedir. Burada niyetten anlaşılması ge-
he bakıldığında, pek çok görüşün rop- reken, eylemin hep belli bir amaca ulaş
lumsal güce, insanların ilgilerini etkile- mak amacıyla, önceden tasarlanmış, so-
meye dönük önemli bir yeti olması ne- nuçlan önceden hesaplanmış olarak bi-
deniyle, bir sınır koyma arayışı içinde ol- linçli bir biçimde gerçekleştiriliyor olma-
duğu görülmektedir. Ancak bu türden sıdır. Buna karşı kimi felsefecilerin de ıs
bir gücün bir kaynak olarak rru yoksa bir rarla üzerinde durduklan gibi, güç yal-
güç/iktidar 630
nızca insanların çıkarlarını nasıl koruyup zere burada sözü edilen normatif ilişki
geliştireceklerini değil onlann kendi ilgi- ler, çoğunlukla hukukun, ahillwı y.ı. da
lerini nasıl algıladıklannı da derinden et- toplumsal uzlişımlann alanı içinde yer
kilemektedir. Etkili pek çok güç biçimi almaktadırlar. Hukuk felsefesinde önem-
bu anlamda, yalnızca insanların karar al- li bir yer tutmakla birlikte, kimi felsefe-
ma süreçlerini etkileme y.ı. da hangi ko- cilerin normatif güç kavramını genelde
nuların kamusal gündeme gireceğini be- siyasal güç düzlemine taşımaktan yana
lirleme kapasitesine değil, ayru zamanda oldukları gözlenmektedir. Sözgelirni Han-
insanların kendi çıkar tasarımlarını be- nah Arendt'in ilk bakışta alışılmadık gö-
lirleme kapasiresine de karşıLk gelmek- rünen tanımı bu ışık altında bakıldığında
tedir. ayn bir anlam kazanmaktadır: "güç, yal-
Hiç ~kusuz tarihte bilinen en bü- nızca eylemde bulunması anlamında in-
yük siy.ıs al güç/ iktidar kınamcılan ara- sanın y.ı.pabilirliğine değil, bir eylemi baş
sında Thomas Hobbes ile Kari Marx'ın kalarıyla birlikte gerçekleştirebilmesine
ayn bir yerleri bulunmaktadır. Nitekim de karşıLk gelmektedir. Güç, asla salt bi-
bu bağlamda Hobbes, gücü kendinde reyin mülkiyetinde olan birşey değildir;
toplayan bütün egemenlerin, egemenlik- hep bir gruba aittir, grup birlikte eyle-
leri altında y.ı.şay.ı.n herkes için yaşamı meyi sürdürdükçe varlığını sürdürmekte-
daha kolay kılmak adına ortaya belli bir dir." Bu görüş, "güç, sürekli değişen bağ
düzen koydukları saptamasında bulun- lanımlann aracısı ya da etkin ortak ey
muştur. Ne var ki Hobbes, "doğa duru- lemlerde bulunmanın baş koşuludur"
mu" koşullaruıdan kopuşa day.ı.lı olarak tümcesinde en iyi anlatımını bulan Tal-
yarattığı bir egemen olarak kurmaca ya- cott Parsons'ın güç anlayışını da destek-
ratısı Leviathan'da, salt istemek }Uluyla lemesi bakımından aynca önemlidir. Nor-
gücü yaratmanın içerdiği zorluğu fark matif güç çoğu durumda insanların çı
etmesine karşın, bu sorunu büyük ölçü- karlarını bir biçimde etkili)Qr olduğun
de gözardı etmeyi uygun bulmuştur. An- dan, genellikle toplumsal güç kavramı al-
cak güç y.ı. iktidar olmaksızın egemenin ana konularak ele alınmaktadır.
düzen isteyenlerin gözünde hiçbir değe Tarihsel olarak güç/iktidar kavramı
rinin olmayacağını da özellikle vurgula- nın, "çatışma kuramcılan"nca enine bo-
mıştır. Buna karşı Marx, yönetici sınıfın yuna irdelenip işlendiği ~ku götürme-
gücünün salt üretim ilişkilerine odaklan- yen bir gerçektir. Bu kuramcıların bakı
mak }'Oluyla açıklanabileceği düşünce şına göre, hemen her durumda gücü c·
sinden )Ula koyulmuştur. Marx, bir sını linde bulundurduğu, elindeki bu gücü ya
fın sınıf bilincine varabilme noktasına belli yararlar elde etmek için y.ı. da kendi
gelmesi için öncelikle üyelerinin kendi çıkarları için kullandığı düşünülen bir ki-
sınıflarının çıkarları uy.ı.nnca uygun bir şi y.ı. da belli bir grup vardır. Gelgelelim,
işbirliği içinde olmalan gerektiğine dik- çağdaş tartışmalara dönüldüğünde, gücü
kat çekerek, olası devrimlerin mayalan- kavramaya yönelik bu tür bir varsayımın
ma sürecinde devrim girişiminin başarıya kullanılmasından özellikle kaçınıldığı, bu
ulaşabilmesi için çok sayıda bireyin ör- anlayışın günümüz dünyasında gücün/
gütlenmesi zorunluluğuna vurguda bu- iktidarın nasıl işlediğini kavramada yeter-
lunmuştur. Buna karşı "normatif güç- siz kaldığının açıklıkla tanıtlandığı gö-
ler", insanların haklan ile özgürlüklerini, rülmektedir. Bu yeni bakışın bir numa-
sorumlulukları ile yükümlülüklerini ya- ralı mimarı Michel Foucault, özellikle
ratmalan, değiştimıeleri, ortadan kaldır sonraki dönem çalışmalarında gücün/ik-
malan anlamında normatif ilişkileri dö- tidarın nasıl kavranacağına yönelik ola-
nüştürme yetisi taşırnalanna bağlı olarak rak hem yerleşik bakışta derin kırılmalar
tanımlanmaktadırlar. Açıkça görüleceği ü- yaratmış hem de modem toplumların en
631 güç/iktidar
cesini, dahası günün birinde her türlü katin peşine düşmemiştir, tersine doğru
yönetimde makinenin söz sahibi olacağı luğun gündelik yaşamda nasıl işlediği ile
düşüncesini içermektedir. Günümüzde ilgilenmiştir. Eğer bir doğruluk kuramı
bunun örneklerine, özellikle endüstride- doğruluğun gündelik kullanımı ile uyuş
ki otomasyon teknolojisinde, sıkça rast- muyorsa yapılan doğruluk çözümlemesi
lanmaktadır. Her ne kadar kimileri bu- ve soruşturmasında yanlışlar var demek-
nun insanın çalışma saatlerini azalup o- tir. Bu nedenle yapılacak herhangi bir
nu özgürleştireceğine inansa da bu geliş kavramsal çözümleme, işe önce o kavra-
melerin "insansız toplum"a giden yolda mın gündelik dildeki kullanımından baş
bir başlangıç olduğunu dile getirenler de lamalıdır; böylelikle metafizik sorunlarla
yok değildir. boğuşan bir felsefe dilinden arınılmış o-
Toplum bilimleri felsefesinde güdüm- lunur. Aynca bkz. Wittgenstein, Lud-
bilimin işlevi daha çok toplumsal dene- wig; dil felsefesi; dilci felsefe.
tim ile iletişimin doğası arasındaki ilişki
de yoğunlaşmaktadır. Güdümbilim ayn- Güneş Ülkesi bkz. Civitas Solis.
ca, ömrünün büyük bir kısmını "bilim-
lerin sınıflandırılması"na adayan Fransız Güneybatı Almanya Okulu ~ng. SoH-
düşünür Andre Marie Ampere'in (1775- th-Weıı Gtf111an Jçhoo4 bkz. Heidelberg
1836) saptadığı t 28(!) bilimden biri ola- Okulu.
rak, "yönetim ya da güdümleme sanaunı
inceleyen siyaset bilimi"ne karşılık gelir. güzel-lik ~ng. btaHt;-nerr, Fr. bta11-ti;
Alm. ıçhön-btit, Yun. kal/o~ Kendisine
gündelik dil (felsefesi) ~ng. ortlinary bakanda haz ile beğeni duyumları uyan-
languagt (philo.ropl!J); Fr. philoıophie dt lan- dıran nesnelerin en belirleyici niteliğini
gagt orılinaire-, Alm. norrJ1alıprMhe, philoıop ya da yetisini anlatan estetiğin temel kav-
bit der norrJ1a/m prMhe] Sözcüklerin düz ramı. Gönül okşamak, iç gıcıklamak, bü-
ya da sözlük anlamlan ile kullanıldıklan, yülemek, yaşama sevinci uyandırmak tü-
gündelik yaşamın sürdürülmesine ve in- ründen hep olumlu duygulanımlar doğu
sanlann arasında iletişimin kurulmasına ran şeylerin ya da sanat yapıtlarının en
yarayan dil Gündelik dil belli bir insan belirleyici niteliği. Nitekim bu bağlamda
öbeğince kullanılan alan dilleri ya da ar- güzeli ya da güzel olanın güzelliğini an-
golardan ayn olarak herkesçe bilinmekte lamak amaayla kimileyin biçim ya da
ve anlaşılmaktadır. renk uyumu gibi güzel olanın kendisin-
Gündelik dil felsefesi ise dil felsefesi- deki birtakım nitelikler, kimileyin de öz-
nin, felsefenin tüm sorunlannın giin<lelik günlük, imgelemin parlaklığı, en üst dü-
dilin sınırlan içinde kalınarak çözülebile- zey yaratma gücü, el becerisinin yetkin-
ceğini savunan koludur. 1940'lann orta- liği gibi yaratanın değişik yeti ile beceri-
sından 1960'lann başına kadar özellikle leri öne çıkanlmıştır. Büyük ölçüde genel
İngilizce konuşulan felsefe dünyasında felsefe soruşturmasının çok daha derin
başat bir yaklaşım olan gündelik dil fel- bulduğu konular üstüne yoğunlaşmasın
sefesine Wıttgenstcin'ın Felsefen SomşfHr- dan ötürü, felsefe geleneği çok da ö-
111alat'ı kaynaklık etmiş, bu anlayış Anhur nemli bulmadığı güzel konusuna yönelik
John Wisdom, Gllbert Ryle ve J. L. kapsamlı ve bütünlüklü bir güzel kuramı
Austin tarafından geliştirilmiştir. Günde- ortaya koyamamışur. Nitekim güzel üze-
lik dil felsefesi, Wıttgenstcin'ın uslamla- rine felsefe tarihinde söylenenlerin bü-
malarını arkasına alarak, bütün felsefe yük bir bölümü çoğurıluk etik alanındaki
sorunlarının gündelik dilin yanlış kulla- düşüncelerin bir uzantısı ya da içerimi
nımından kaynaklandığını savunur. Gün- konumundadır. Ayru durum, yani "güzel"
delik dil felsefesi doğruluğun ya da haki- sorununun yeterince göz önünde bulun-
güzel-tik 634
durulmaıruş olması modem toplum bi- !ardan ger;t/efilik, güzel üzerine verilen
limleri için de büyük ölçüde geçerlidir. yargılann nesnelere bakanlar ile ilgili ol-
Nitekim felsefe tarihine şöyle bir bakıl maktan çok, bakanlan doğrudan etkile-
dığında, güzel üzerine kurulmuş kap- me gücü taşıyan nesnelerin kendilerinde
samlı dizgeler ya da öğretilerden çok, di- bulunan nesnel özellikler ya da yetiler ile
le getirdiği içgörü nedeniyle başlı başına ilgili olduklarını ileri sürmektedir. Ger-
kendi içinde bütünlüğü bulunan bir diz- çekçi yaklaşım bağlamında, hem söz ko-
ge ya da öğreti olmaya aday derinlikli nusu özellikler ile yetilerin neler oldukla-
savsözlerin ya da sözdeyişlerin daha ö- nnı tanımlamaya hem de bunların nasıl
nemli bir yer tuttukları görülmektedir. bilinebilir olduklannı belirlemeye dönük
Söz konusu özlü sözler arasında en çar- önemli sorunlar baş gösterdiği açıktır.
pıalarından üçü şöyledir (açıkça· görüle- Öte yanda PlatonmlH/e, güzelin ideal du-
ceği üzere, her biri üç ayn dönemde, üç yularüstü bir form olarak varolduğunu
ayn felsefe çerçevesinde, üç ayn filozof- savunurken, XIX. yüzyıl kuramcıları bu-
ça dile getirilmiştir): "Güzel, salt güzelin nu "yan duyusal" bir özellik diye kendi
kendisi için arzulanabilir olandır" -Yu- anlayış çerçeveleri gereğince yeniden yo-
nan usçu filozof· Aristoteles; "Şeylerdeki rumlamışlardır. Yıne güzel konusu bağ
güzel zihin onlara bakarken onlarla bü- lamında oldukça önemli bir anlayışa kar-
tünleştiği sürece güzeldir"- İskoçyalı de- şılık gelen Kant'ın aşkınsal felsefe' si, güzel
neyci filozof Hume; "Daha işin en ba- deneyimini bilmenin en temel gerekleri
şındayken rahatlıkla güzelin doğadan çok olarak gördüğü "öznel evrensellik'' ile
daha yüksek olduğunu öne sürebiliriz. "öznel zorunluluk" kavramlanndan hare-
Nitekim sanatın güzeli, zihinden doğan ketle, asıl önemli olanın güzelin kendi-
bir güzeldir, yani yeniden doğmuş bir sinden çok güzel deneyiminin her du-
güzellik; dolayısıyla gerek zihin gerek rumdaki önceliği olduğunu savunarak,
onun yaratılan doğadan üstün oldukça, güzel felsefelerinin üzerinde açıkça bir
buna bağlı olarak sanatın güzelliği de kırılma meydana getirmiştir. Buna karşı
doğanın güzelliğinden daha yüksek ola- !enşlent11!tık öteki bütün konularda oldu-
caktır" -Alman idealist filozof Hegel. Fel- ğu gibi güzel konusunda da insanın ka-
sefe tarihinde ağırlık verilen "doğruluk", yıtsız koşulsuz önceliğine parmak basa-
"bilgi", "iyi" kavramları üzerine olduğu rak, nesnelere yüklenen güzel özelliğinin
kadar "güzel" kavramına yönelik olarak yalnızca bakan kişinin öznel estetik haz-
kapsamlı soruşturmalar yapılrnaıruş ol- zından kaynaklanan bir düşünümün so-
masına karşın, kökleri Alman Roman- nucu olduğunu, dolayısıyla nesnel bir
tizmi'ncle atılan bir clüşiince elaman doğ karşılığı blllunmadığını düşünmektedir.
rultusunda günümüzde güzel üzerine gi- Güzelin tam olarak neliğini kavrama-
derek ivme kazanan bir felsefece düşün ya yönelik olarak açıklığa kavuşturul
me devinisi göze çarpmaktadır. maya çalışılan konuların başında güzelin
Güzel konusu üzerine düşünen este- gerçek anlamda varolup varolmadığı so-
tik kuramcılannın ya da felsefecilerin an- rusu gelmektedir. Gündelik dilde yerle-
cak birtakım belli noktalarda görüş bir- şik bir deyiş haline gelmiş bulunan "gü-
liği içinde oldukları görülmektedir. Söz- zel bakanın gözündedir" tümcesi doğru
gelimi, estetik değerlendirmenin en ö- dan alındığında, güzelin herhangi bir
nemli terimi olarak görülen "güzel" ya nesnenin kendinde(n) taşıdığı bir özellik
da "güzellik" üzerine felsefe tarihi bo- olmadığını, dolayısıyla nesnelerin kendi-
yunca verilen yargıların, temelde nesnel lerinin estetik bakımdan değerlendiril
mi yoksa öznel mi oldukları konusu hep meyi bekleyen birtakım özellikler taşıma
derin tartışmalara kaynaklık etmiştir. Bu dıklannı dile getirmektedir. Güzelin nes-
bağlamda ortaya çıkan önemli anlayış- nel anlamda bir gerçekliği bulunmadığını
635 güzel-lik
yani hep bakanın öznelliğinden kaynak- nıtını verirken, kimileri de Platoncu "i-
landığını ileri süren bu görüş çoğunluk dealar öğretisi"nden yola çıkarak, güze-
eıtetile ö~ekilile ya da eıtetile yal&r'!'Jl&'ble a- lin tümel bir değer olduğunu, bütün var-
dıyla anılmaktadır. Nitekim güzelin var- lıklann ondan pay aldık:lannı, dolayısıyla
lığına yönelik bu görüş, estetik araştır bu karşılaştırmanın yapılabilir olduğunu,
mayı çok büyük oranda toplumsal ya da hatta yapılinası gerektiğini öne sürmek-
ruhbilimsel yönelimli bir araştırma ola- tedir. (iv) Güzel üzerine, güzellik bildi-
rak görmekten yanadıı:. Yıne aynı sorun ren yargıların verilişinde başka etmenle-
bağlamında, güzelin her durumda nes- rin rolü nedir? Bu sorunun da yin~ iki
nelerin kendilerinde(n) taşıdıklan özel~ ayn karşıtgörüşçe yanıtlandığı görülmek-
likler olduğunu, bu özelliklerin de o nes- ·tedir. Bir bölüm estetikçi güzelin her du-
nelerin tekliğiyle ya da biricikliğiyle bir- rumda güzel olarak başka etmenlerin işin
likte değerlendirilmesi gerektiğini savu- içine katılmadan değerlendirilmesi gerek-
nan yaklaşım ise eıtetile 11emekilile ya da es- tiğini savunllrken, diğer estetikçilerse ö-
tetile U"f'kfili/e diye adlandınlmaktadıı:. zellikle sanat yapıtlanndan verdikleri tek-
Estetik nesnelcilik (estetik geıçekçilik) nik örneklerle güzelin güzelliğinde doğ
ile estetik öznelciliğin (estetik yoksayıcı rudan estetikle ilintili olmayan pek çok
lık) yanıt aradıklan sorular ile üstüne dü- başka etmenin önemli roller oynadığına
şündükleri konuların pek çoğu ortaktır. dikkat çekmektedir.
Bunlar arasından en önemlileri kısaca Estetik tarihinde güzel sorunu bağ
şöyle sayılabilir: (i) Güzellik bildiren te- lamında temellendirilen geıçekçilik anla-
rimlerin anlamlı bir biçimde uygulanabi- yışının en yalın anlatınıı Platon ile Ploti-
lir olduğu vıu:lık alanının genişliği nedir? nos felsefelerinde görülmektedir.. Bu bağ
Bu soruya karşı kimi estetikçiler, güzelli- lamda gerek Platon gerekse Plotinos, gü-
ğin ortaçağ felsefesindeki anlamıyla her zelin her durumda doğrudan yaradılıştan
şeye uygulanabilir bir kategori olarak bü- · ileri gelen, tek tek nesnelerin kendi özel-
tünüyle "aşkın" olduğu yanıtını verirken, likleri olmaktan çok duyularüstü soyut
kimileri de bu sava karşı çıkarak güzelli- bir Form'un dışavurumu olduğunu ileri
ğin ancak belli alanlara uygulanabilir ol- sürmektedirler. Güzel ile ilişkiye geçme
duğllnu savunmaktadıı:. Hatta bu ikinci varlık te\deriyle başlıyor olsa bile, son
yaklaşımda, çiçeklerden kokulara, beden- çözümlemede geıçek güzel deneyimi
sel duyumlardan düşüncelere, kuramlar- matematik tanıtlama örnekçesi doğrultu
.lan erdemlere, bir filozoftan bir başka sunda geıçekleşen bir bilgi düzeyindeki
1ilo7.0fa farklılık gösteren güzel varlık a- salt etik sezgiyle olanaklıdır. Her iki dü-
tııılarına yönelik alabildiğine değişik bö- şünür de güzeli kavramaya yönelik bu
lümlemeler bulunmaktadıı:. (ıı) Hangi öl- kuramsal çerçeveyi birtakım estetik ilke
çiilcrde estetik değerler güzel kavramının ve ölçütlerle bütün bütün ayrıntılandır
;ılunda toparlanabilir? Bu bağlamda kimi mamış olsalar da, Platoncu yönelimli
rsıt·ıikçiler, "yüce", "trajik'', "ironik", birtakım estetikçilerin "bolluk'', "coşku",
"korkunç", "görkemli" gibi değişik este- "tutku", "çılgınlık" gibi Dionysosçu de-
tik yargı biçimlerinin özce güzelin tü- ğerlere karşı "düzen'', "birlik", "açıklık",
revleri olduklannı düşünürken, kimileri "uyum", "denge" gibi Apolloncu c:Stetik
de bunların güzelden bütünüyle bağım değerleri çok daha öne çıkardıkları göz-
Kız başlı başına ayn estetik değerler ol- lenmektedir. Bu bağlamda, Platoncu ya
<luklarını ileri sürmektedir. (iiı) Hangi öl- da Plotinosçu güzellik kuramlannın a-
çülerde değişik türden vatlıkiar güzellik- çıklamadan bıraktık:lan temel bir nokta,
leri bağlamında karşılaştırılabilirler? Bu güzel niteliğinin doğasını tam olarak ne-
soruy.ı kimi estetikçiler böyle bit karşı yin oluşturduğudur. Nitekim ne Platon
laştırmanın ilkece olanaksız olduğu ya- ne de Plotinos güzel niteliğini tanımla-
güzel-lik 636
maya yönelik belli çözümlemeler sunma- lozoflannın, başta Hutcheson ile Humc
dıldanndan, getirdikleri açıklamalar yer olmak üzere, aynı rengin ya da sesin belli
yeı bulanıklığa varan gizemli bir havaya duyularca tanınması gibi güzelin de "gü-
bürünmüştür. Bunun yanında felsefe ta- zel duyumu" aracılığıyla kavrandığını ile-
rihinde karşılaşılan bir ikinci gerçekçi ri süren "doğıılcı bir güzel anlayışı" orta-
güzellik kuramı, güzelin özünde güzele ya attıkları görülmektedir. Burada güze-
bakan ile güzel olan nesne arasında ku- lin konu olduğu duyum, dışardaki uya-
rulan "ilişkililik" olduğu düşüncesi üstü- ranlara . değil doğrudan zihinsel temsil-
ne kurulmuştur. Burada ilişkililikten tam lere karşı verilen bir tepkiden doğduğu
olarak ne anlaşılması gerektiğine yönelik için bütünüyle içseldir. Aynı kırmızı renk-
çeşitli açıklamalar sunulmakla birlikte, teki bir nesnenin görsel koşullar içinde
G. E. Moore'un güzel tanınu ötekiler renk algıçlanna gönderdiği etkiler aracı- ·
arasında daha bir sivtilmektedir: "Duyu- lığıyla görme organınca kırmızı renkte
. lan beğeniyle bitlikte nesnenin kendisin- bir görüntünün alımlanmasını sağlama
deki iyiliği olduğu gibi izleme hali." gücü taşıması gibi, duyulur bir nesnenin
Moore'un bu tanımı, bilinç yaşantısı ile güzelliği de görsel koşullar içinde güzel
güzel yaşantısı arasındaki kavramsal iliş algıçlarına gönderdiği bir güzel verisi a-
kililiğin "kendiliğindenliği" üstüne yap- racılığıyla görme organınca güzel bir gö-
tığı vurgu nedeniyle, güzelin insan üs- rüntünün alımlanmasını sağlamaya yöne-
tünde ne gibi etkilerde bulunduğuna yö- lik bir güç taşımaktadır. Ne var ki bu
nelik aynca bir araştırmaya yer bırakını deneyci yönelimli güzellik kuramı, hem
yor olması bakımından önemlidir. Bu salt görme merkezli olduğundan ötürü
anlamda Moore'un anlayışının güzel ile hem de güzelin "değerbilgisel" ile ahlak-
insan deneyimi arasındaki ilişkinin nasıl sal yönüne ilişkin bir yanıt sunmadığı
kurulduğuna iyinin izlenmesi temelinde için yeterli bir "güzel" açıklaması olarak
açıklık getiımesi bakımından, Platoncu görülmemektedir. Kant'ın güzele ilişkin
güzel tasarımının yeryüzüne indirilmiş sunduğu açıklamalar ise felsefenin pek
hali olduğu söylenebilir. Moore'un açık çok konusunda olduğu gibi çığır açıcı bir
lamasının Platoncu güzel tasarımı karşı değer taşımakla birlikte, gerek içerikleri
sında taşıdığı üstünlüklerden biri de, gerekse geçerlilikleri bakımından büyük
farklı türden nesnelerin ya da şeylerin tartışmalara da konu olmuşlardır. Bu bağ
güzelliğini açıklamada Platonculuğun kar- lamda estetik hazzın, haz nesnesinin ger-
şılaştığı güçlüklerle başa çıkmak için açık çek anlamda varolup varolmadığı soru-
bir yanıtı oluşudur. Moorc'un anlayışın sundan bağımsız olması nedeniyle ahlak-
da güzelin doğası gereği kendi içinde sal hazdan ayrıldığını ileri süren Kant,
bulundurduğu iyilik niteliği çözümlene- estetik deneyimde imgelemin bilişsd kay-
mez bir nitelik olmamakla birlikte, de- gı duymaktan bütünüyle uzak olduğu i-
neysel gözleme bütünüyle kapalıdır. Gü- çin, güzde verilen yargının gendleştiıilip
zeldeki iyi ile ancak düşünsel bir sezgi- bir . kural haline getirilemeyeceğini, do-
leme haline geçildikten sonra kendisiyle layısıyla da hep tekil olmak zorunda ol-
kurulan dolaysız ilişkide karşılaşılabilmek duğunu savunmaktadır. Ayrıca bkz. es-
tedir. ôte yanda, :x:vm. yüzyıl İngiliz fi- tetik; çirkin-lik; Hutcheson, Francis.
Hh
Habcnnas, Jürgen (1929) Geliştirdiği goıie der bürgcrlichcn Gcscllschaft) Ha-
"İletişimscl Eylem Kuramı" ile toplum bcrmas, devlet ile toplum arasında hiç
kuramı alanında oldukça yankı uyandır değilse belli bir süreliğine arabulucu ola-
mış, özellikle iletişim felsefesi alanındaki cağı. düşüncesiyle önerilmiş burjuva ka-
düşünceleriyle üstfclsefe tartışmalarına ö- musal alanının izlerini sürmektedir. Ö-
nemli bir açılım kazandırmış Frankfurt zünde liberal kapitalizmin ekonomik ve
.Okulu'nun en öncmli son kuşak felsefe- toplumsal koşullarında köklenen burjuva
cisi, Alman toplum kuraması ve eleş kamusal alanı, özel kulüpler, kafcler, eği
tirmeni Adı çok büyük ölçüde modem timli topluluklar, yazınsal örgütlenmeler,
kamu alanı düşüncesi doğrultusunda yayıncvleri, dergiler ve gazeteler gibi
temellendirdiği "kamusallık" ile "özgür devletin saltıkçı iktidarına karşı XIX.
kamusal ussallık" anlayışlanyla öne çık yüzyılda ortaya çıkan sosyokültürel ku-
masına karşın, Habermas iletişim kura- rumlara göndermede bulunmaktadır. Bir
mı, biçimsel olmayan uslamlama, etik, bütün olarak alındıklannda tüm bu ku-
toplum bilimlerinin temelleri ve yöntem- rumlar, çeşitli temel hak ve özgürlüklerin
bilgisi gibi alabildiğine değişik alanlara yasalaşmasıyla belli ölçülerde güvence al-
son derece öncmli katkılarda bulunmuş tına alınmış "özel kişilerin kamusal dü-
tur. Habcrma:s, 1968 yılında yayımladığı şünme alanı"nı oluştıırmuştur. Kuramsal
Biği ile inıan lf61eri/ ÇJMrlan (Erkcnntnis bakımdan (bir ölçüde pratik bakımdan
und Intcressc) adlı kitabıyla Frankfurt da) söz konusu kamusal alan, hem piya-
Okulu'nun eleştirel kuramının önde ge- sanın özel alanından hem aileden hem
len adlarından biri olarak düşün çevrele- de devletin siyasal iktidarından farklıdır.
rinin dikkatlerini bir anda üstüne çek- Bu açıdan bakıldığında, özel kişiler kendi
miştir. 1981 tarihini taşıyan iki ciltlik İle ortak çıkarlarını ortaklaşa bir biçimde
liji111ıel Eylem KHrann (l'hcorie dcs komu- düşünme noktasına geldikleri her anda
nikativcn Handclns) adlı çalışması top- bir alan oluşturmaktaydılar. Bu kamusal
lum kuramına yapılmış çok öncm1i bir alanın temel işlevi, yönetsel devlet eliyle
katkı olarak görülmektedir. saz konusu uygulamaya konan siyasal iktidan bir
yapıtında Habermas temcide tek yönlü yandan sınıtlamaklu:n, bir yandan da o-
ussallaştımıa sürecinin sonucu olarak nu meşru kılmaktır. Buna karşı Habermas'
modem toplumun karşılaştığı çeşitli si- ın savı, bu kamusal alan tasarımının ol-
yasal, ekonomik ve kültürel bunalımların dukça sınırlı bir yaşam oluşturduğu yö-
kökenlerini ortaya koymakta, bu buna- nündedir. Kuram düzeyinde "düşünen
lımlar sürecinin aşılması bağlamında te- kamu" tasarımı gerek tııtııcularca gerek-
melde "uzlaşım" yoluyla normlar ile de- se ileıicilerce kuşkuyla karşılanmış olsa
ğerler üstüne kurulmuş ortak karar alma da liberal kuramda kamusal alanın savu-
biçimlerini savunan bir çözüm önerisi nulması kısıtlı bir dizi doğal siyasal hak-
getirmektedir. kın ya da yurttaşlık haklarının biçimsel
1962 yılında yayımladığı ilk çalışması teminatından ileri gitmemekteydi. Tarih-
Kmlt11Sa/ Alanm Yapmıl Diiniipi111ii: Blltjtws sel bir görüngü olarak burjuva kamusal
Toplıı11111t111t1
Bir Kmegorisi ÜZ!rinı Artlf- alanı da eş derecede talihsiz bir yazgının
lmllalarda (Strukturwandel der Öffent- kurbanı olmuştur. Habermas, XIX. yüz-
lichkcit: Untcrsuchungcn zu eincr Kate- yılın ikinci yansında "sivil toplumun ye-
Habennas, Jürgen 638
nuş olduğu gibi, etkili bir olguculuk e- lıklı anlamaya ulaşma çabası olarak anla-
leştirisi doğrultusunda eleştirel bir top- şılması gerekmektedir. Bu açıdan bakıl
lum kuraıru için de "prolcgomena", bir dığında bütün eylem türleri eninde so-
başlangıç noktası ya da ilk adım sunmuş nunda amaç yönelimli olmasına karşın,
olmaktadır. Ancak bu çabanın insanbi- iletişimse! eylemde ulaşılmak istenen tek
limsel desteklerini tam olarak içine sindi- amaç, karşıdaki kişi ya da kişilerin ya-
remeyen Habermas, çalışmalannda öte- şamdünyalanna değgin onlarla işbirliği
den beri etkili olan dil konusuna döne- yaparak beraber yürütülen yorumlama
rek, "*dilsel dönemeç';ten geçmiş bir süreci yoluyla ortak bir anlayışa varmak-
bağlamda düşüncelerini yeniden yapılan tır. Böyle bir süreçte, yani iletişimse] ola-
dırmıştır. rak eylemde bulunurken, Habermas'a
Habermas'ın başyapıtı sayılan İletipm göre kişiler az ya da çok ortaya koyduk-
sel Eylem KHram, (1981) çağdaş düşünme ları savlaİın geçerli olduğunu kabul eder-
evrenine gerek amaçları gerekse yapısı ler; ayrıca her iki taraf da karşılıklı olarak
bakımından toplum kuramının yönünü kendi savlarının geçerliliğini tanıtlayacak
değiştirecek denli önemli katkılarda bu- nedenler göstermeye, gösterdikleri bu ne-
lunmuştur. Habermas kitabına tıpkı We- denler doğrultusunda savlarının geçerli-
ber ile Parsons gibi bir eylem tipolojisi liğinin sorgulanmasına izin vermeye ha-
geliştirmeyi amaçlayan üstkuramsal dü- zırlıklı olmalıdırlar. Habermas daha tek-
şüncelerle başlamaktadır. Bu doğrultuda .nik bir düzeyde, modem ussallık yapılan
"uzlaşım yönelimli" (iletişim yönelimlı) bağlaırunda, ilerişimsel olarak karşılıklı
eylemler ile "başan yönelimli" (ussal a- anlamaya varına uğraşı içinde olan birey-
maç yönelimlı) eylemler arasında çok te- lerin kendi yorumlarını gerçekte üç te-
mel bir ayrım yapnuş; buna bağlı olarak mel "konuşma edimi"ne karşılık gelen
da "stratejik eylemler" ile "araçsal ey- üç ayn geçerli sav türüyle dillendirdikle-
lemler" arasında ayrıca bir aynma git- rini .savunmaktadır: (i) sabit, değişmez
miştir. Araçsal eylemler her zaman için konuşma edimlerinde ileri sürülen doğ
fiziksel dünyada gerçekleştirilen amaç yö- ruluk savlan; (ıı) düzenli konuşma e-
nelimli müdahalelerdir. Genellikle etkili- dimlerinde ileri sürillen normatif doğ
likleri açısından değerlendirilirken, tek- ruluk savlan; (ıiı) dilegetirmeci konuşma
nik kurallara bağlı olarak da betimlenir- edimlerinde ileri sürülen doğruluk savla-
ler. Buna karşı stratejik eylemler belli so- n. Bu üstkuramsal ve yöntembilgisel dü-
nuçlar elde etmek için insanları etkile- şünceler dışında İklipmsel Eykm Kuraım,
meyi amaçlayan eylemlerdir. Aynı araçsal bir ussallaştırma ve toplumsal ayrımlaş
eylemler gibi stratejik eylemler de etkili- ma sürecinin sonucunda ortaya çıkan
likleriyle değerlendirilip, oyun kuramının modern toplum üzerine oldukça kapsamlı
sunduğu araçlar yanında ussal seçim ku- bir yorum sunmaktadır.
ramlatınca betimlenirler. Bu anlamda pek Habermas'ın geliştirdiği özgün "söy-
çok araçsal eylem aslında stratejik eylem- lem etiği" (ıletişim etiğı) onun iletişim
dir de, buna karşı stratejik eylemlerden kuraırunın ayrılmaz bir bileşenidir. Söy-
ancak kimileri araçsaldır. Öte yanda ileri- lem etiğinin temelde yararcılık ile Kantçı
şimsel eylem, bütünüyle bağımsız ve ayn etik kuramlanna karşı bir seçenek olarak
bir toplumsal eylem türüdür. İletişimse! · geliştirilmiş; uzlaşım sonrası bir etik an-
eylemin enson amacı ya da telolu başka layışa karşılık gelen bir yaklaşım oldu-
larını etkilemek olarak dile getirilemeye- ğunu söyleyen Habermas, bu yaklaşımın
ceği gibi bu eylem türü sırf etkilemek ana düşüncesinin birbiriyle çarpışan farklı
yoluyla da gerçekleştirilemez. O nedenle savlann geçerliliklerinin sınanabilmesine
daha çok dünyadaki herhangi bir şey ü- olanak tanıyacak bir uslamlama ilkesi ge-
zerine uzlaşıma varma, bu konuda karşı- liştirmek olduğunu belirtmektedir. Ha-
habitus 640
bermas'a göre böyle bir ilke, ancak ileti- !erin çok büyük bir bölümü ironik bi-
şim ile uslamlamanın genel pragmatik çimde hep o yerin dibine soknıkları mo-
varsayımlanna bakılarak temellendirilebi- dem bilinç felsefesinden kurtulamamış
lecek bir ilkedir. İlkeyi temellendirirken lardır. Söz konusu gelenekte bilen ve
Habcnnas'ın izlediği yol en genci an- eyleyen özne ya dünyada yer alan öteki
lamda şu biçimde özetlenebilir: Belli ifa- nesneler arasında bir nesne olarak de-
deleri dile getirirken konuşmaalar en a- ğerlendirilmiş ya da bilinç etkinlikleri as-
zından üstü örtük bir biçimde farklı tür- la bilinç yoluyla kavranamayacak aşkın
den geçerlilik savlarına başvumıakradır bir özne olarak görülmüştür. Habermas
lar. Bunlar sırasıyla "doğruluk savı", "nor- bu durumdan kurtulmanın olanaklı tek
matif doğruluk'', "içtenlik ya da dürüst- yolunun öznelliğin bilinç felsefesinden
lük'' diye sıralanmaktadtr. Bu geçerlilik kurtularak her zaman için "öznelerara-
savlan aynı zamanda dışsal kısıtlamalar sındalık" doğrultusunda yol alan ileti-
dan kurtulmuş "ideal konuşma ortamı" şimscl eylem paradigması olduğunu ileri
nın da yeter koşullannı oluşturmaktadır. sürmektedir. Buna bağlı olarak da çoğu
Habermas 1992 yılında yayımladığı O/. postmodem düşünürün ileri sürdüğünün
fl'lar ik Nomılar Arasında başlıklı görece tam tersine, modernliğin henüz bütün
yakın tarihli kitabında önceki çalışmala olanaklarının tam anlamıyla araştırılma
nnda ilgilendiği siyasal sorunlara yeniden dığı düşüncesi temelinde, "bitmemiş bir
dönerek iletişimscl eylem kuramının si- tasan" olarak gördüğü modernliğin tüke-
yasal içerimleri doğrultusunda bu sorula- tildiği sanılan ama gerçekte el değmemiş
n başka bir gözle yeniden irdeleme ge- biçimde araştırılmayı bekleyen olanakla-
reği duymuştur. Kitabın temel savı, de- nnın yeniden tartışılması gerektiğini sa-
mokrasi (halk egemenliğı) ile anayasaa- vunmaktadır.
lık (bireysel hakların teminatı) arasındaki Habermas'ın diğer önemli yapıdan a-
temel karşıtlığın, her ikisi de kavramsal rasında Zıır Logik Jer Sozjal111issensrhaften
olarak birbirlerine bağlı olduklanndan, (Toplum Bilimlerinin Mantığı Üzerine,
gerçekte olduğundan daha büyük göste- 1967), Teronik ıınJ Wissens•haft alı IJeologie
rilmiş olduğunun tanıtlanmasıdır. Buna (İdeoloji Olarak Teknik ve Bilim, 1968),
göre halk egemenliği ile temel haklar Kxltıır ıınJ Kritik (Kültür ile Eleştiri,
özünde aynı kaynaktan doğmaktadırlar; 1973), Legiliflll1tions-probkme im Spiitkapita-
çünkü her ikisi de ilerişiınscl us kavra- lismııs (Geç Kapitalizmde Meşrulaştırma
mında örtük olarak bulunan bir idealden Sorunlan, 1973), ZM Rekonstrıı/etion Jes
türemişlerdir. hittoris'1ıen MattrialimtHs (Tarihsel Madde-
Habermas, hemen bütün düşünsel ya- ciliğin Yeniden Yapılandınlması Üstüne,
şamı boyunca kültürel ve siyasal ı:artış 1976), Z11r philtısophifçhen Diskossionen 11111
rnalan yakından izlemiş; etkin bir biçim- MtUX ıınJ Marxilflllls (Marx ve Marxçılığa
de bu tartışmalarda yer alarak çeşitli dü- İlişkin Felsefece Tartışmalar Üstüne,
şünürlerle sıcak polemiklere girmekten 1977), Moralbt111ıısstsein ıınJ Ko111111ııniko
kaçınmamışttr. Bu tartışmaların en ö- tit1tr RmJeln (Ahlaki Bilinç ve İletişiınscl .
nemlilerinden biri olan postrnodernizm Eylem, 1983), Vttgangenheit ab Zııkonft
tartışması, Habermas'ın 1985 yılında ya- (Gelecekteki Geçmiş, 1991) ile Texte ıınJ
yımladığı Modem/iğin Feke.ft Si!Jlemi: On İ Kontexte (Metin ile Bağlam, 1991) sayıla
ki Derlin de (Der philosophische Dis- bilir. Aynca bkz. Frankfun Okulu; söy-
kurs der Modeme: Zwölf Vorlesungen) lem etiği.
ana konusunu oluşnırmaktadır. Haber-
mas'ın kitaptaki temel savına göre, Nietz- habitus (Lat) Kaynağını Aristoteles'in
sche'dcn Foucault'ya, Lyotard'dan Derri- *hekrilinden (huy; iyelik) alan ve
ortaçağ
da'ya postrnodcm düşünceyi bina eden- felsefesinde "sürekli yinelenen, alışkarılık
641 Hallllc-ı Mansür
haline getirilmiş davranış biçimi" için kul- bu birliği, olduğu gibi olmayı, gerçekliği
lanılan terim: "edinilmiş düşünce, davra- dile getirmede kavramlar yetersiz kalır.
nış ya da beğeni kalıbı". Gerçeklik kavramlarla bölünemez. Tüm
Çok sonmlan, XX. yüzyıl toplumbi- bölümlemeler yanıls'1!lla olduğuna göre
liminin önde gelen adlarından Pierre ben ile ben olmayan arasındaki ayrım da
Bourdieu de habitHS kavramını toplumsal yıınılsamadır. Duyulur dünyadaki (yani
yapılar ile toplumsal eylcni ya da pratik samsaradakı) insanın tüm acılannın kay-
arasındaki bağı oluşturan bir dizi edinil- nağı da benin gerçekliğine duyulan yanlış
miş düşünce, davranış ve beğeni kalıbını inançtır. Bunun için insanı, duyulur dün-
nitelemek için kullanmıştır. Bourdieu' yanın gerçek olduğuna duyduğu bu yan-
nün kazanılmış eğilimler toplamı olarak lış inançtan kurtanp olduğu gibi olmanın
habit11lu, örtük bir biçimde çocukluğun doğrudan deneyimine vardırmak gerekir.
ilk yıllarında edinilir; ama aşıQama) bir Olduğu gibi olma, yani Buddhalık, kav-
kez tuttu mu bireyin yapıp etmelerindeki ramsal düşünmeyle insandan gizlenir.
canalıcılığı sonsuza dek sürer gider. Ha- Buddhalığa ulaşmak için "us yokluğu"na
bitus içinden çıktığımız toplumsal dün- ulaşmak gerekir. Bu olduğunda, başta
yanın sınırlandırmalarına ayak uydurma- ben ile ben olmayan arasındaki ayrım ol-
mızı sağlar; yüz yüze geldiğimiz sonsuz mak üzere tüm ayrımlar ortadan kalkar.
sayıda durum için birçok strateji geliş Gerçeklik ikicisiz olduğu için Budd-
tirmemize olanak tanır. Başka başka top- halık ya da olduğu gibi olma her yerde,
lumsal ardyörderden gelen kişiler farklı herkestedir. Bundan dolayı herkes ol-
farklı habitHs'lar üretirler. Habit11lun en duğu gibi olmaklığa, Buddhalığa ulaşabi
önemli işlevi ise "oyunu hissetme" duy- lir. Buna ulaşmak için yine duyulur dün-
gusu aşılamasıdır. yaya değil, içe bakmak gerekir. Gerçeklik
bilincin temelinde olandır. Gerçekliğin
Hakuin Ekaku (1685-1769) Zen Budd- farkında olmaksa bilgeliktir (San. pr'!Jna).
hacılığı'nın Rinzai Okulu'nun Japonya' Bilgeliğe ulaşmak için, kavramlarla dü-
daki en önemli temsilcisi olan Japon fel- şünmenin insanı götürdüğü yanılgılardan
sefeci. Rinzai Zen için temel temrin olan kurtulmak için bir ustanın gözetimi al-
koan uygulamalarını bir düzene bağla tında koan uygulamalan yapılmalıdır. Ko-
mıştır. an uygulamalan sonucunda aydınlanma
Hakuin, Fujiyama yakınlanndaki Ha- ya vanlır; samsara ile NiffJandnın özdeş
ra köyünde doğdu. Keşiş olmak için evi olduğu kavranır. Aynca bkz. Japon fel-
terk edip bir Shoinji tapınağına girdi. sefesi; Zen Buddhacılığı; Dogen Ki-
Hurada yoğun meditasyon temrinleri gen; koan; Nirvantr, samsanı.
yaptı. Dokyo Etan adlı bir Zen ustasıyla
tanışması yaşamında bir dönüm noktası Hallıic-ı Mansür (857-922) Yaşamı ve
oldu. Bu ustayla tanıştıktan sonra aydın ölümüyle tartışmalar yaratan; "ene-1-
lanmaya ulaştı. hakk" sözüyle tanınan; tasavvuf öğreti
Hakuin'in düşünce dizgesinin ardın sinin gelişmesinde önemli katkılan bulu-
da, Zen Buddhacılığı ile bunun dayan- nan dünyaca ünlü İs!aın mutasavvıfı. Ya-
dığı Mahayana Buddhacılığı'nın temel şamı ve öğretisi hakkında en önemli kay-
düşünceleri vardır. Hakuin de Zen Budd- nak Fransız araştırmacı Louis Massig-
hacılığı'nın diğer önemli okulu olan Soto non'un Passion d'al-Halft# (1922) adlı ya-
Zcn'in Japonya'daki kurucusu Dogen pıtıdır. İslam dünyasında daha çok feci
Kigen gibi duyulur dünyanın bir yanıl bir biçimde öldürülmesiyle tanınan Hal-
sama olduğuna; olduğu gibi olmanın bir lac-ı Mansılr'un tanrılık savında bulun-
olduğuna; her şeyin asıl görünüşünün ması nedeniyle idam edildiği bilinse de
ikicisizlik olduğuna inanır. Ona göre de daha sonraki mutasavvıflann da benzer
baphe 642
savlarda bulunup idam edilmemeleri baş zen içindeki "zıtlıkların birliği"ni açıkla
ka gerekçelerin varlığına işaret etmekte- mak için kullarulmıştır. Terim bu haliyle
dir. Bu idam karannda yaşadığı dönemin Platon ve Aristoteles tarafından tanım
toplumsal gerilimi içinde Hall~c-ı Man- lanan "karşıtlıkların uyumu olarak ruh"
sıir'un gerek dinsel gerek siyasal iktidar (!-prykht) kuramını da biçimlendirmiştir
için bir tehlike olarak görülmesi etkili ol- (Phaidon, 85a-86d, 91c-95e; RHh ÜZ!rine,
muştur. 876'da Bağdat'a giderek burada 407b-408a). Aslında Platoncu ve Aris-
önce Osman El-Mekki'den, ardından Cü- totelesçi bağlamda harmonia, matematikle
neyd-i Bağdadi'den tasavvuf dersleri alan ya da müzikle ilgili bir kavram olmaktan
Hallıic-ı Mansıir'un tasavvuf düşünce ziyade kökleri tıbba ya da organizmaya
sinde tuttuğu yol *vahdet-i viklid C'varlığın uzanan bir kavramdır. Hiç kuşkusuz ruh
birliği") öğretisine dayalı fma C'yok ol- kuramını fiziksel karşıtlıkların ,uyumu ü-
ma") görüşüdür. Cüneyd-i Bağdadi'den zerine temellendirmeye çalışan her giri-
edindiği bu görüşe göre insanın amacı şim kendisini ruhun ölümsüzlüğünü (*pa-
Tanrı'yla "bir olmak", beşeri varlığını lingmeıia) reddeden bir konumda bulur.
Tanrı'run aşkın varlığında eritmek olma- Pythagoras'ın "uyum" kuramı ise ruhun
lıdır. Fma-.ft-//ah denilen bu Tanrı'run var- ölümsüzlüğüne sıkı sıkıya bağlı olan bir
lığında yok olma sürecinin son aşama filozof olduğundan ötürü fiziksel olmak-
sında insan Tanrı sevgisiyle kendinden tan çok matematikseldir.
geçerek içinde yaşadığı gerçekliği. başka Harmonia'nın etik içermelerinin izleri
bir gözle görür. İşte Hallıic-ı Mansıir da i5e *kathanir (arınma) ile *IDphro!Jfle (öl-
bu şekilde Tanrı sevgisiyle dolarak kendi çülülük; ılımlılık) kavramlarında sürüle-
içindeki tanrısallığı keşfetmiştir. Ölümü- bilir: Platon'un "karma yaşam" betimle-
ne gerekçe olan sözünün tamamı şöyle mesinde (Phileboı, 64a-66a); Aristoteles'in.
dir: "Eğer Tanrı'yı tanımıyorsanız eserini "orta yol" öğretisinde; bedensd hazzın
tanıyınız; işte o eser benim, ben Hakk' doğası üzerine yazılmış antik felsefe me-
ım, çünkü ebediyen Hakk ile hakkım." tinlerinde; Herakleitos'un "uyum" kura-
Aynca bkz. tasavvuf. mında ... Pythagorasçı harmonia Platon'un
felsefesinde diyalektiğin yolunda yürü-
haphe (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde, mesi gereken filozofun eğitiminde de
özellikle de Aristoteles'te, "dokunma"ya önemli rol oynar (Devlet VII, 530c-53 lc;
da "temas" anlamında kullanılan terim: Timaioı, 47c-d). Stoacılann ahlaklı ya da
"dokunma duyusu". iyi yaşam için sundukları reçete de "do-
ğayla uyum içinde yaşama"dır.
Hare, R. M. bkz. kuralkoyuculuk.
Hartmann, Nicolai (1882-1950) :XX.
harmonia (Yun.) İlkçağ Yunan fdsefe- yüzyılın ilk yansında Alman fdsefesini
sinde "uyum"; özellikle de birbirine zıt oldukça etkileyen, öğrencisi Takiycttin
olan şeylerin, karşıtlıkların harmanlan- Mengüşoğlu aracılığıyla Türkiye'deki fel-
masıyla ortaya çıkan dengeden doğan u- sefenin yol alışında da dolaylı etkileri
yum anlamında kullarulan sözcük. bulunan, "yeni varlıkbilgisi" akımı ve öğ·
Genellikle Pythagoras'a atfedilen mü- retisinin başlıca kurucusu Alman filozof.
zik ile ilgili ölçülerin matematiksel oran- Hartmann'ın çizdiği düşünsel yörünge
larla ilişkilendirilmesinin keşfi bağlamın daha ilk bakışta çağdaşı Heidegger'inki-
da harmonia, Yunan felsefesinin gelişi ne yakından benzemektedir. Nitekim işe
minde sıradışı bir etkide bulunmuştur. öncelikle bilgi ile bilginin temelleri soru-
İlk elde, sayılann (arithmoı) tüm şeylerin suna yönelik Yeni Kantçı ilgilerine son
oluşturucu ilkesi olduğu öne sürülmüş; vererek başlayan Hartmann, daha sonra
harmonia evrenin düzenini (holon), bu dü- "varlıkbilgisi", yani varlıklann Varlığı so-
643 Hartmann, Nicolai
fah devİeti anlayışına getirdiği eleştiri yılabilir. Aynca bkz. gdenekçilik; ada-
lerle tanınsa da siyaset ve toplum haya- let
una ilişkin tutucu düşünceleri de bir dö-
nem oldukça etkili olmuştur. Hayyitiyye Mu'tezile'nin Bağdat ko-
Hayek'in toplum felsefesi, toplumun luna bağlı kelamcı Ebü'l-Hüseyin Hay-
ve belli başlı kurumlarının belirli bir dü- yat'ın IX. · yüzyılın ikinci yansında kur-
zenlemenin değil kendiliğinden gelişimin duğu okul. Hayyat'ın dizgeleştirdiği öğ
bir sonucu olduğu yollu düşünceye da- retinin temel görüşü birçok kaynakta di-
yanır. Hayek düzene yönelik en büyük le getirildiği gibi onun 111a'Jli111 ("mcvcud
tehdidi kendiliğinden en iyiye ulaşan olmayan') konusundaki ayrıksı savlarına
toplumun gelişim sürecinin akıl tarafın dayanmaktadır. Bu nedenle Hayyatiyye o-
dan denetim altına alınabileceğine yöne- kulu Ma'dumiyye adıyla da bilinir.
lik yanlış inanan oluşturduğunu savun- Bazı Mu'tezile kclamalanrun da karşı
muş; merkezi planlamayla devletin top- çıktığı bu görüşe göre 111a'Jli111 bir töz ve
lumun gelişimine müdahalesinin ve sen- aynı zamanda bir cisimdir. Çünkü cismi
dikalann yaptığı gibi ortaklaşacı eylemle- olmaması durumunda sonradan varlığa
rin bireyin özgürlüğünün altını oyarak geçmesi de olanaksız olacaktır. Halbuki
Stalin'in Sovyet Rusyası ya da Hitler'in Tanrı varlıklan yaratılmalanndan önce
Nazi Almanyası'nda olduğu gibi totalita- de bilmektedir. Tasavvufun temel anla-
rizmin yolunu açacağını öne sürmüştür. yışına göre Tanrı "ezelden beri varolan"
Bununla da kalmayan Hayek, LA111, Le- anlaıruıida /emll111, evren ise "sonradan
gi;lation ana Liberry (Hukuk, Yasama ve meydana gelen" anlamında Mıiis'tir. Var-
Özgürlük, 1978)' adlı yapıtında "yapıku lığın meydana çıkması, yani hHJlis etmesi
rucu usçuluk'' biçimleri olarak gördüğü bağlaırunda 111a'Jli111, cismin yalnızca de-
sosyalizm ve toplumsal adalet düşünce vinim ve durağanlık niteliğini sonradan
sine dayalı tüm dizgelerin yanlış olduğu kazanmaktadır; öteki niteliklerin tama-
yollu düşünceyi temellendirmeye çalış ırunaysa önceden sahiptir. Hayyatiyye'
ıruşıır. Toplumbilimsel araştırma yöntem- nin Tann'run sıfatları, Kuran'ın yaratıl
leri konusunda da çalışmalan bulunan mış olup olmadığı, insanın kendi edimle-
Hayek, yöntembilgisel bireyciliği benim- rini yaratma gücüne sahip olup olmadığı
seyerek toplumdan bahsedilemeyeceğini, gibi diğer tartışmalı konulardaki görüş
ancak rekabet ve işbirliği halindeki tek leri ise Mu'tezile ile koşuttur. Aynca bkz.
tek bireylerden söz edilebileceğini sa- bud(Js, Mu'tezile.
vunmuştur.
Hayek'in piyasanın önemi üzerinrle haz (İ ng. plearmr, Fr. plaisir, Alm. lz11t,
duran ve devlet müdahalesinin en alt dü- Yun. httloneJ En genci anlamda, bir ey-
zeyde (ancak yasa egemenliği çerçeve- lemi gerçekleştirmenin ana nedenlerin-
sinde) olması gerektiğini savunan laissez: den biri ya da. bazen biricik nedeni ola-
fairt (''Bırakınız yapsınlar, bırakınız geç- rak gösterilen, bedensel ya da zihinsel
sinler") ekonomi kuramı pratikte karma olumlu duyum. Eski Yunan söylenlerin-
ekonomilerin sağladığı başanlar tarafın de Haz, Herkül'ü kendi tarafına çekmek
dan büyük oranda gölgelense de görüş için Erdem'le yanşırkcn resmedilir. Fel-
leri hata etkisini sürdürmektedir. Hayek' sefece düşünmenin tarihinde ise hazzı a-
in diğer önemli yapıtları arasında The PH· çıklamaya yönelik en bildik girişimler ta-
rt Theory of Capital (Saf Sermaye Kuramı, rih sırasıyla Aristippos (M.Ö. ykl. 435-
1944), The Rom/ to Serftlo111 (Köleliğe Gi- 355), Platon (M.Ö. 427-347), Aristotcles
den Yol, 1944), The ConstitHtion of Libtr!J (M.Ö. 384-322), Epikuros (M.Ö. 341-
(Ör.güdüğün Anayasası, 1960) ile The 271) ve başta Jcremy Bentham (1748-
Fatal Conırit (Ölümcül Kibir, 1988) sa- 1832) olmak üzere deneyci düşünürlere
haz hesabı 646
mizin amacının aldığımız haz21 en yük- Stuart Mill hazları birbirlerinden nitdilı:
sek düzeye çıkarmak olduğunu savunur- bakımından ayırır ve yüksek hazların a-
ken değerlendirmeci (ya da etik) hazcılar şağı hazlardan ahlaksal açıdan daha iyi
hazlann ahlaksal olarak peşine düşme ve daha haz verici olduklarını ileri sürer.
miz gereken yegane usa uygun şey oldu- Hazclığın bir başka sorunu da mutlulu-
ğunu ileri sürerler. Birtakım felsefeciler ğun hazla ilişkisinden kaynaklanır. Aris-
farklılıklannı gözardı ederek bu iki haz- totelesçi gelenekte mutluluğun "iyi olma
cılık biçimini birleştirmeye çalıştıkları gi- durumu" ve "bütün insan c::ılemlerinin
bi doğal olarak bu iki hazcılık biçimin- doğal amaa" olarak kabul edildiği göz
den farklı hazcılık biçimleri de türetil- önüne alındığında, bu anlamdaki mutlu-
miştir. luk, haz belirli bir türden duyguya işaret
Bentham'ın doğanın insanı iki ege- ettiği ölçüde, hazdan daha kapsamlıdır.
men efendinin, h:.z ve aanın yönetimi Bu bağlamda mutluluğun öznitelikleri
aluna yerleştirdiği savından yola çıkarak hazzın özniteliklerinden daha düzgüko-
oluşturduğu ruhbilimsel hazalığı bütün yucu görünmektedir. Aynca bkz. haz;
güdüleniınin mevcut ya da olası haz u- haz hesabı; mutçuluk; yararcılık; E-
muduna dayandığını savunur. Bazı ruh- pikurosçuluk; Kirene Okulu.
bilimsel hazclar buna dayanarak gele-
cekteki eylemlerimize ilişkin seçimlerimi- bedone (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesin-
zin yeğlenen eylemin daha büyük haz de "haz" anlamında kullanılan terim.
vereceği düşüncesine dayandığım ileri sü- İnsan yaşamının amaa olarak haz ü-
rerler. zerine tartışmalar, Sokrates ile Sofistlerin
Bir değer kuramı olarak değerlendir başı çektiği ve ahlakın giderek önem ka-
meci ya da etik hazcılık ise ahlfilc bakı zandığı bir düşünce ikliminde başladL A-
mından doğru olduğunu savladığı iki ey- ma yine de, pek çok diğer felsefe konu-
lem anlayışı ortaya koyar. Her iki eylem sunda olduğu gibi, adamakıllı ele alınışı
anlayışı da eylemleri kesinlikle sonuçlan- Platon'un diyaloglannda gerçekleşti. Söz-
na göre değerlendirdiklerinden ahlfilci so- gclimi Gorgialm (491e-492c) Sokrates,
nuççuluğun farklı dilegetirilişleridir. Kla- kendisine hazcı bir konumu yer edinmiş
sik yararcılık öğretilerinde eylemler her- Kallikles adındaki bir Sofistle bu mese-
kes için ürettikleri hazzın miktanna göre leyi mrtışır. Bundan da öte, Philebos tü-
değerlendirilirken, benci görüşün haz an- müyle haz duygusu üzerine; hazzın kö-
layışında eylemler kişiye sağladıktan haz- kenini ve doğasını açıklamak için kaleme
za göre değerlendirilirler. alınmış bir diyalogdur.
Felsefecilerin çoğu gerek ruhbilimsel Platon her iki diyalogda da hazcı Ki-
hazclığın gerekse etik hazalığın savlarını rene Okulu'nun kurucusu Aristippos gi-
abartılı bulurlar. Hazcılıkla ilgili en bü- bi filozoflann savunduğu, hazzın tüm
yük sorun hazların nitelik ve nicelik açı yapıp etmelerimizin biricik amacı, tüm
sından farklılıldanııın belirlenmesi konu- seçimlerimizin tek gerekçesi olduğu gö-
sundadır. Tartışılan sorulardan biri nice- rüşünü kıyasıya eleştirmiştir. Phikbos di-
lik bakımından en büyük hazzı hangi yalogunda Platon'un asıl varmak istediği
eylemin verdiğidir. Kişinin seçimini yön- nokm hazzı "iyi yaşam" içinde bir yere
lendirenin hazzın niteliğinden çok nice- koymak; ona bir yer açmaktır. Platon,
liği olduğunu savunan Bentham hazzın salt haza bir duruşu yadsıdığı gibi, haz-
çeşitli kaynaklan arasında doyumun yo- zın varlığıru tümüyle reddeden bir tür
ğunluğu, süresi, verimliliği, saflığı ve bü- köktenci karşı-hazcılığı da eleştirmiştir.
yüklüğü temelinde aynma gider. Bir di- Platon'un önerdiği çözüm ikisinin orm-
ğer soru ise farklı türden hazların nitdilı: sında bir yerde; haz veren ile düşünsel
farklılıklarına yol açıp açmadığıdır. John olanın bir pomda eridiği, bizi iyi yaşama
649 Hegel, Georg Wılhelm Friedrich
götürecek olan "karına yaşam" dadır (Phi- nemlerde Hegel'in pek değinilmemiş
ltbor, 44a, 20a-b; 59c-6 lc). yönlerine giderek artan bir ilgi eşliğinde
Platon'un bu çabası; hazalık ile Sok- Hegel felsefesinin yeniden canlandırıl
ratesçi anlıkçılığın birbiriyle çatışan dü- maya çalışıldığı görülmektedir. Bütün
şüncelerini uzlaştırma girişimi, Akademia felsefesi boyunca insanın özünde tarihsel
içinde tartışmalara yol açmıştır. Aristote- bir varoluşu bulunduğunu, tarihinse öz-
les'ten öğrendiğimiz kadanyla, Platon'un gürlük bilincinin gelişimiyle özdeş oldu-
ölümünden sonra Akademia'nın başına ğunu savunan Hegel, gerçek özgürlüğün
geçen Speusippos her ne türden olursa üyelerinin birbirlerinin varlığını aynı öl-
olsun "iyi"ye eklemlenme yönünde bir çüde karşılıklı olarak tanıdığı., birbirlerine
haz anlayışını reddetmiştir. Ona göre haz eşit derecede saygı gösterdiği bir top-
bir oluş; bir süreçtir (gentsii) ve tüm diğer lumda yaşamak ile edinilebileceğini ileri
süreçler gibi amaç değil araçtır. Aristo- sürmüştür. İnsanın tarihselliği ile özgür-
teles'in kendi ortayolcu duruşunda da lüğü üstüne yaptığı çok önemli vurgular
haz ve acı aşın uçlarda bulundukları için yanında, başta "yabancılaşma" ile "diya-
kendi başlarına "iyi" olamazlar (Niluı- lektik" kavramlan olmak üzere birtakım
111/Jkhor'a Elik VII, l 152b-l 153b). Aynca felsefe kavramlarına getirdiği açımlama
bkz. haz. latla Marxçılıktan varoluşçuluğa, yorum-
bilgisinden yapısöküme değin çok çeşitli
·hedonizm bkz. hazcılık. felsefe anlayışlarını derinden etkilemiştir.
Felsefe akımlan üzerinde yol açtığı ala-
Hegel, Georg Wilhelm Friedrich bildiğine geniş etkilere ek olarak, mo-
(1770-1831) XIX. yüzyılın ilk yansında dern toplum kuramlan, tarih, siyasetbi-
temelde Kant'ın felsefesine tepki olarak lim, Protestan tanrıbilimi gibi başka baş
gelişen Alman İdealizmi diye bilinen fel- ka alanlarda da Hegelci yaklaşımların iz-
sefe akımının bir yanıla Fichte öbür lerini görmek olanaklıdır.
yanda Schelling ile birli.lı:te en büyük ku- Öteki Alman idealistleri gibi Hegel
rucularından; çoklannın gözünde felsefe de tek başına Kantçı ilkelerle kendi i-
tarihinin son büyük dizgeci filozofu. Al- çinde bütünlüklü bir "gerçeklik kuramı"
man İdealizmi XIX. yüzyılın sonlanna oluşturmanın olanaksız olduğu düşünce
gelinene değin Almanya'daki felsefe gün- siyle Kant'ın eleştirel felsefesinin fdsefe
demini büyük ölçüde belirlemiş olması sorunlanna son noktayı koyamadığı inan-
bakımından son derece önemli bir "fel- andadır. Kendinden önceki iki idealist
sefe okulu"dur. Kant sonrası felsefenin öncelind~ olduğu gibi Hegel için de
en büyük dizgeci idealist fılozofu olan kendi içinde bütünlüklü bir gerçeklik ku-
Hegel, gerek yayımlanmış yazılarında ge- ramı, tek bir ilkeden ya da tek bir konu-
rekse de derslerinde "mantıksal" bakış a- dan başlayarak bütün gerçeklik biçimle-
çısından kapsamlı ve dizgeli bir varlık rini dizgeli bir biçimde açıklayabilen ku-
bilgisi kurmaya çalışmıştır. Hegel en çok, ramdır. Hegel'e göre gerçeklik biçimleri
kendisinden sonra Marx'ın başaşağı çe- güneş sistemindeki gezegenlerle, fıziksel
virerek komünist topluma doğru evrilen maddelerle, bitkiler, hayvanlar, insanlar
maddeci bir tarih anlayışı olarak yeniden gibi organik yaşam biçimleriyle sınırlı de-
yapılandırdığı. "erekbilgisel tarih" anlayı ğildir yalnızca. Nitekim gerçeklik biçim-
şıyla öne çıkmıştır. Nitekim XX. yüzyıl leri arasında tinsel görüngüler, toplumsal
da Hegel düşüncesinin mantıksal yönü ve siyasal örgütlenme biçimleri, sanatsal
büyük ölçüde gözdeliğini yitirmiş, düşü yaratılar, felsefe ile din gibi kültürel ö-
nürün daha çok siyaset ve toplum felse- rüntüler de yer almaktadır. Dolayısıyla
fesi üzerine söyledikleri ilgi ve destek Hegel, fdsefesini bina etmeye koyulur-
görmüştür. Bununla birlikte yakın dö- ken, felsefenin başlıca ödevinin bütün
Hegel, Georg Wilhelm Friedrich 650
bu çeşitli gerçeklik biçimlerini tek bir il- çıklama ödevini kurduğu felsefe dizgesi-
keden yola çıkarak açıklayacak bir dü- nin "Manuk Bilimi" adıru verdiği bölü-
şünce dizgesi kurmaktan geçtiğini ön- münde gerçekleştirmektedir. Dizgesinin
görmektedir. Bu öngörünün altında ya- bu ilk bölümünde "us" kavramının çe-
tan temd öncüllerden biri, hiç kuşkusuz şitli öğeleri tartışılarak dizgeli bir bağla
Hegd'in ancak böylesi bir dizgeli doğaya ma yerleştirilmektedir. Öte yanda bu
konu bir kuramın inancın yerini bilginin kavramın gerçekleşme sürecini Hegd,
almasına olanak tamyacağıru düşünmesi dizgesinin öteki iki bölümünü oluşturan
dir. Çoğu felsefe tarihçisinin gözünde bu "Doğa Felsefesi" ile "Tin Felsefesi" bö-
düşünüşüyle Hegd, inanç ile bilgi arasın lümlerinde kapsamlı bir biçimde incele-
daki ikilik karşısında bilgiden yana aldığı mektedir. Hegelci anlamda Us'u bütün
tutumla, genelde Alman· Aydınlanması gerçeklik olarak tanıtlamayı amaçlayan
bağlamına, daha özeldeyse Alman İdea dizgesel işlevleri bir yana, her iki bölüm
lizminin usçu çerçevesine yerleştirilmek de kendi içinde aynca başka amaçlan da
tedir. yerine getirmek amaoyla tasarlanmış diz-
Hegel'e göre bütün gerçekliği açıkla gelerdir. Nitekim "Doğa Felsefesi" te-
yan temd ilke Us'tur. Hegel'in "us" de- melde doğal görüngüleri bütün yönle-
nilenden en genel anlamda anladığı, belli riyle gittikçe karmaşıklaşan bir olgular
bir insan tekine ya da tek bir özneye dizges_i olarak betimleme amacı üstüne
yüklenebilecek bdli türden bir nitdik ya kutulmuştur. Burada kurulan dizge en
da yeti değildir. Tam tersine ·bütün ger- yalınkat kavramlar olan uzay, zaman ve
çekliğin toplamıdır us. Bu düşünce uya- madde kavramlarıyla başlayıp, en sonda
nnca Hegel, us ile gerçekliğin bir ve öz- geliştirilen hayvan organizması kuramıy
deş olduğunu, birbirlerinden şu ya da bu la kapanmaktadır. Buna karşı "Tın Fel-
biçimde ayrılarak düşünülmelerinin ola- sefesi" çeşitli ruhbilimsel, toplumsal ve
naksız olduğunu ileri sürer: "Ussal olan kültürel biçimler üzerine odaklanmakta-
gerçek, gerçek olan da ussaldır." Hegel, dır. Burada temelde tarutlanmaya çalışı
Us'u gerçekliğin toplamı olarak tamm- lan ana düşünce, tinsel olgular gibi ideal
lamakla birlikte, bu us anlayışının Spino- şeylerin varlığının kişilerin bireysel bi-
za'run töz tasarımı doğrultusunda anla- linçlerinin öznd yaşantılanna bağlı ola-
şılmaması gerektiğini özellikle belirtir. rak tanımlanamayacağı, bunun için ba-
Buna göre usun, Spinoza'nın tözünden ğımSlZ, nesnel bir varlığın gerekli oldu-
ayn olarak, enson amacı usun kendisini ğudur. Hegel'in tinsel olgular için verdiği
ııınıması olan, diyalektik anlamda aşama belli başlı örnekler devlet, sanat, din ve
lanmış bir gelişim süreci olar.ık anlaşıl tarihtir. Jena Üniversitesi'nde çalışmala
ması gerekmektedir. Us gerçekliğin bü- nru yürüttüğü, "Jena Dönemi" diye bili-
tünü olduğu için bu enson amaç ancak nen dönem boyunca Hegel, eleştirdiği
us kendisini bütün gerçeklik olarak tanı felsefe tutumlanna kıİrşı Schelling'in i-
dığıiıda gerçekleşmiş olacaktır. İşte felse- zinden yürüyerek "öznellik" ile "nesnel-
fenin temel amao da usu kendi bilgisine lik'' arasındaki karşıtlığın üstesinden an-
taşıyan bu sürece ilişkin, bu sürecin uğ cak bir "özdeşlik felsefesi" kurmak yo-
raklarına, usun hangi aşamalardan nasıl luyla gelinebileceğini öne sürmüştür. Bu
geçtiğine ilişkin tutarlı bir açıklama sun- bağlamda Hegd söz konusu özdeşlik
maktır. Açıkça görüldüğü üzere Hegel felsefesi için iki önkoşul belirlemektedir:
daha düşünüşünün başında us kavramı i- (i) her karşıtlık için birbirine karşıt olan
le bu kavramın gerçekleşme süreci ara- etmenlerin birliği olarak görülecek bir
sında kesin çizgilerle bir ayrım yapmak- birlik olmalıdır; (iı) karşıt e.tmenler bir-
tadır. likte oluşturdukları birlikten daha fazla
Hegcl, "us" kavramını aynntılanyla a- . bir şey olarak görülmemelidir. Hegd bu
651 Hegel, Georg Wilhelm Friedrich
iki önkoşulu belirledikten sonra özdeşlik Bu ikinci dayanak her şeyi yapılandıran
felsefesinde yeniden kurulacak birliği temel yapının iç yapısının us olduğu dü-
"özne-nesne" diye tanımlarken, özne ile şüncesiyle temdlendirilmektedir. Hegel
nesnenin kendilerini birbirleriyle karşı söz konusu iç yapıyı düşünme ile varol-
lıklı ilişlı:ileri temelinde "öznel özne-nes- manın kavraması son derece güç birliği
ne" ile "nesnel özne-nesne" diye ikiye olarak anlamaktadır. İkinci dayanağın
ayırmıştır, Hegel bu terimceyi çok uzun gösterilmesinin ardında yatan temel ne-
bir süre kullanmamakla birlikte, Jena den, yalnızca felsefi bir yaklaşımın bütün
Dönemi boyunca karşıt öğeler arasında gerçekliği kendi içinde tutarlı ve bütün-
bir birlik geliştirme izlencesi doğrultu lüklü bir biçimde düzenleyip bilgiye aça-
sunda hep aynı terimceyle düşünmüştür. bileceğidir. Bir başka deyişle, ikinci da-
Hegel'in dizgeci felsefesi gerçekliği usun yanağın varlığı, gerçek olan her şeyin an-
bütün yönleriyle bitlikte kendi kendini cak usun birtakım özgül öğelerinin ger-
temsili olarak kavramaya çalışır. Burada çekleşiminin us ile kavranması koşuluyla
sözü edilen usun hem bilgikuramsal hem gerçek olabilecekleri düşüncesine dayan-
de varlık.bilgisel bir temeli bulunmakta- dınlmaktadır. Bütün varlıkların özce dü-
dır. Bir başka deyişle Hegel için us, özel şünülebilir oldukları varsayımı, temel bir
bir yolla bilgi edinmemize katkıda bulu- yapıyı baştan koyutlamanın zorunluluğu
nan özel bir insan yetisi değildir. varsayımıyla birlikte, Hegel'e göre bizi
Hegel için usun varlıkbilgisel bir te- doğrudan doğruya "düşünce ile varlığın
meli olduğunu açık seçik bir biçimde birliği" olarak temel yapı tasarımına, yani
gösteren ·en: azından üç ayn dayanak bu- düşünce ile varlığın bir ve aynı olduğu
lunmaktadır. Bunlardan ilki, gerçek olan sonucuna götürür. Bu sonuç aynı zaman-
bütünlüğün varolan bütün olgulan oluş da usun varlık.bilgisel temeli olduğunu
turan, onlann gerçekleşimini olanaklı kı tanıtlayan üçüncü dayanağa karşılık gel-
lan temel bir yapı olarak düşünülmek zo- mektedir. yalnızca düşünenin varlığı var-
runda oluşudur. Hegel bu temel yapıyı dır. Gösterdiği dayanaklarda sürekli birci
"Saltık" ya da "Us" diye adlandırmakta bir felsefe konumu doğrultusunda us yü-
dır. Bu dayanağı, yani Saltık diye adlan- rütüyor oluşu, Hegel'in bütün felsefe an-
dırdığı temel bir yapının varlığını baştan layışının çoğunluk "Us Birciliği" diye ad-
varsayarken, Hegel açıkça "Birci" yakla- landırılmasının da başlıca nedenidir. Bu-
şımları özünde bu varsayım ile belirlenen nun yanında Hegel felsefesinin kimi baş
Kant sonrası idealizm akımının Fichte, ka belirgin özellikleri de bulunmaktadır.
Schelling, Hölderlin gibi üyeleriyle aynı Bunlardan biri, sözgelimi Hegel'in ortaya
düşünmektedir. Hegel'e göre, söz konu- koymaya çalışuğı "Saluk Tin" anlayışın
su dayanak ayrıntılı bir felsefi temdlen- da evren ile Tann'yı özdeşleştirecek den-
dirme gerektirmemektedir çünkü ancak li tümtanrıcı bir temellendirme manuğıy
böyle bir dayanağın varlığı felsefi düşün la hareket etmiş olmasında gözlenmek-
celeri., dolayısıyla da felsefe etkinliğini o- tedir. Bunun yanında Tann'nın kendi bi-
lanaklı kılmaktadır. Bu yüzden Hegel, lincinde olmasının zorunlu olduğu yö-
dünyayı eksiksiz bir yetkinlikte, tam bir nündeki Hegelci sav, tannbilimci düşün
bütünlük içinde "temsil etme" savıyla yo- celerin Hegel'in felsefesine ne denli ege-
la çıkan kendinden önceki bütün felsefe men olduğunu göstermesi bakımından
çabalarının baştan başarısızlığa mahkfun aynca önemlidir. Bu bağlamda özdlikle
olduklarını dile getirir. Hegel'in Us'un Tann'nın saltık zihninin ancak kendi ya-
varlıkbilgisel bir temelinin olması gerek- rattığı varlıkların zihinleri aracılığıyla ken-
tiği düşüncesi için gösterdiği ikinci daya- dini gerçekleştirebileceği düşüncesi bu-
nak, bir bakıma birinci dayanağın neliği nun açık bir kanıtıdır.
ni de d~ha açık bir hale getirmektedir. Dolayısıyla Hegel'in felsefesinin, en
Hegel, Georg Wilhelm Friedrlch 652
çek bilgisine ulaşabilmek için salt o anki ğun boyıindumğu aluna sokmaktadır.
halini ya da dummunu bilmek yetmez, Söz konusu zorunluluğun boyunduruğu
geçmişte ne olduğunu ve gelecekte ne ile karşılaşılması öncelikle ötekilerin hak-
olacağını da bilmek, yani o şeyi bütün lannın tanınmasında, sonra ahlakta, en
bir wihsel gelişimi içinde bilmek, bir şe sonunda da temel kurumu aile olan top-
yi eksiksiz bilme ediminin aynlmaz bile- lumsal ahlakta kendisini göstermektedir.
şenleridir, Varlık ile hiçliğin, her ikisin- Ailelerin biraradalığı sivil toplumu oluş
den de daha yetkin bir kavram olan "o- turmakla birlikte, bu örgütlenme biçimi
luş" içerisinde bütünleşik lıalde içeriliyor Devlet ile k:arşılaşurıldığında son derece
olmalarına bağlı olarak, yaşam ile zihin büyük eksikleri olan bir yapılanmadır.
de yine aynı manuk uyannca "süı;cç" Devlet bu noktada Hegel'e göre düşün
içerisinde kendilerinden daha yetkin bir cenin en yetkin biçimiyle gövdelenmiş
kavrama dönüşeceklerdir. Hegel bu nok- halidir; buna bağlı olarak da Tanrı'nın
tada en yalınkat biçimin "varlık", ondan kendisinin gelişiminin aşamalaııışında
sonra gelenin "yaşam", onlardan daha çok önemli bir yer tuttnaktadır. Devlet'
yetkin olarak ortaya çıkanın da "zihin" in kendi içinde araşurılmasının bir yerde
olduğunu yineledikten sonra, bu süreci tin anayasanın yapılması ile eş anlama geldi-
(Gnst) ya da idea (Begrijf) olarak adlandır ğini belirten Hegel, Devlet'in öteki dev-
maktadır. Kimi Hegel yorumcuları He- letler ile ilişkisinin araşurılmasının ise
gel felsefesindeki bütün üç aşamalı sü- uluslararası hukukun yazılmasına karşılık
reçlerin Tanı:ı ile özdeş olduğu geı:Çeğine geldiğini dile getirmektedir. Hegel aynta
dayanarak, bu sürecin de son çözümle- anayasanın ulusun ort.ak tinini oluştur
mede T ann olarak anlaşılması gerektiğini duğunu, hükiimetin ise bu ort.ak tinin
öne sürmektedirler. Tin, Tanrı ya da Sal- gövdelenmesi olduğunun altını çizdikten
uk Düşünce sürecine ilişkin bu en temel sonra, tarihe bakıldığında her ulusun
düşüncelerin ışığı alunda Hegel. her biri kendisine özgü bir tini bulunduğunu, en
farklı bir alanı ele alacak biçimde felse- büyük suçların bir ulusun tinini hiçe sa-
feyi bölümlere ayırmıştır. (1) manuk ya yan tiranlar ile imparatorlar tarafından
da metafiziğin temel araşurma konusu işlendiği saptamasında bulunmaktadır.
olarak kendinde şey alanı; (2) doğıı. felse- Savaş bu bağlamda Hegel'e göre siyasal
fesinin temel araşurma konusu olarak ilerleme için kaçınılmaz bir olgu, daha da
kendi dışındaki şey alanı; (3) tin felsefe- önemlisi vazgeçilmez bir araçur. Bir baş
sinin (Geisttrphilosopbit) temel araştırma ka deyişle, savaşın kaçınılmazlığı farklı
konusu olarak kendinde ve kendisi için devletler arasında baş gösteren uyuşmaz
şey alanı. lığın derinleşerek bunalıma dönüşmesi
Hegel'in devlet felsefesi, tarih felse- nin doğal bir sonucudur. Bu anlamda ta-
fesi ve Saltık Tin kuramı, felsefesinin gö- rihsel gelişimin "temeli", Devlet usun tin
rece daha kolay anlaşılır bölümlerini o- olarak gövdelenişi olduğundan her za-
lıışturduklanndan çoğunlukla çok daha man için ussaldır. İlk bakışta olumsalınış
büyük bir ilgi çekmişlerdir. Devlet'in gibi görünen bütün t.arihsd olaylar da
nesnelleşmiş zihin olduğunu ileri süıeıı gerçekte Devlet'te gövdelenen egemen
Hegel, buna karşı tutkuların, önyargıla usun manuksal açılımlarından başka bir
nn, kör itkilerin egemenliği altındaki bi- şey değildir. Hegel'e göre tutkular, itki-
reysel zihnin ancak belli ölçülerde özgür ler, çıkarlar, karakter yapılan, kişilikler ...
olabileceğini savunmaktadır. Bu yüzden bunların hepsi ya usun dışavurumudur
yetkin anlamda özgür olmayan bireysel lar ya da usun kendisini ortaya koyabil-
zihin, yurttaş olarak kendisine ait olan mesine olanak tanıyan araçlardır. Bu ne-
tam özgürlüğüne kavuşabilmek için ken- denle tarihsel olaylann hep usun kendi-
disini özgürlüğün karşıtı olan zorunlulu- sini gerçekleştirerek yetkinlik kazanma
Hegclcilik 654
mer, Marcuse, Habennas gibi düşünür lamda bir Hegelci Okul'un yapılanması
lerin çektiği Frankfurt Okulu üyelerince daha çok 1819-1831 yıllan arasında ye-
yapılan eleştirel yeni yorumlara dek bu niden bulunduğu Berlin'de kurulmasına
etki büyük ölçüde sürmüştür. Son dö- öncülük ettiği "Bilimsel Eleştiri Toplu-
nemlerdeyse Fransız postmodemizmin- luğu" aracılığıyla gerçekleşmiştir. Editör-
den İngilizce konuşulan ülkelerin çö- lüğünü Hegel ile gözde öğrencilerinin
zümleyici felsefesine dek belli başlı bü- yaptığı topluluğun yayın orgıı.nı Bilimsel
yük felsefe alamlaruıın Hegel'in düşün Ekştiri Y1lbğlnın (Jahrbücher für Wıs
celerinin yeniden ele alınması gereğine senchaftliche Kritik) 1825'te yayıma baş
dikkat çekerek, Hegelciliğe yeni yönelim- lamasıyla birlikte o dönemin gündemini
ler ve içerirnler kazandırmanın arayışı i- belirleyen felsefi ve kültürel konulara i-
çine girdikleri görülmektedir. lişkin Hegelci bir bakış açısı gelişmiştir.
Doğ.ıl olarak Hegel'in etkileri kendi- Bu dergi aradan çok geçmeden Hegel-
sini ilk başta ülkesi Almanya'da göster- cilik karşıtlarınca kurulan Hegel Gazpesi
miştir. Nitekim daha filozof hayattayken ile sıcak tartışmalara girmiştir. Bu dönem
"Hegelci Okul" adıyla anılan önemli bir boyunca öteki Hegel izleyicileri de etik,
akımın yeşermeye başladığı gözlenmek- felsefe tarihi, kurgusal tanrıbilim, hukuk,
tedir. Hegelci Okul'un temsilcileri yal- siyaset felsefesi gibi kendi alanlarında
nızca Hegel'in saygın adı üzerine kurulu yaptıkları Hegelci yorumlarla Hegelci-
bir felsefe akımı başlatmakla kalmamış liğin biçimlenmesine katlada bulunmuş
lardır. Aynca çıkardıkları detgilerde yap- lardır. Bunlar arasında en önemlileri ola-
tıkları yayınlarla bir yandan Hegelciliği rak Lcopold von Henning'in (1791-
yaymaya çalışırken, öbür yandan Hegelci 1886) Tarihsel Gelişim İpinde Etiğin İlkeleri
felsefenin temel ilkelerinden hareketle (1824), Kari Ludwig Michelet'nin (1801-
dönemin toplum yaşamında baş göste- 1893) Abnanya'da Y ahn Dô'nem Felsefe
ren kuramsal ve pratik sorunlara yönelik Di~elerinin Tarihi (183 7-1838) ve Philip
birtakım çözümler getirme uğraşı içinde Kari Marheinecke'nin (1780-1846) Bilim
olmuşlardır. Ancak Hegel'in düşüncele Olarak Hırirtf11111bğm Temel Dogma/an
rinde kapsamlı ve yaratıcı bir bireşime (1827) sayılabilir. Bunlara ek olarak bu
gitme ödevi daha çok · Hegel'in parlak ilk dönem Hegelciliğin genellikle en öz-
öğrencilerince gerçekleştirilmiştir. Bu öğ gün ve en önemli adı olarak gösterilen
renciler arasında ilk ve en çok göze çar- düşünürü Hegel'in Hei,clelberg'den de
panı Hegel'in 1801 ile 1807 yıllan ara- yakın arkadaşı olan Eduard Gans'tır
sındaki "Jena Dönemi"nden öğrencisi (1789-1839). Gans, Dii'!JIZlllll Tarihsel Ge-
Georg Andreas Gebler'dir (1786-1853). lişimi İp11de Miras Ka11unu (1824-1835)
Hegel'in Bedin Üniversitesi'nden aynl- adlı büyük yapıtıyla Kari von Savigny ta-
ması üzerine onun yerine bölüm başkanı rafından savunulan ''Tarih Okulu"nun
olan Gebler, 1827 yılında yayımladığı Bi- hukuk anlayışına karşı Hegel'in yaptığı
lincin Ekştirisi adlı kitabıyla Hegel'in Ti- eleştiriyi izleyerek bu eleştiriyi sonuna
nin Göriingiibilimi başlıklı yapıtı üzerine ilk dek götürmeyi başarıyla gerçekleştirmiş
önemli Hegelcilik yorumlamasının genel tir. Gans, aynca liberal ilerlemeci bir He-
taslağını sunmuştur. 1816 yılında Hegel gelci bakış açısından dünya tarihinin fel-
Heidelberg'e bölüm başkanı olduğunda sefesi üzerine dersler vermiştir. Bu ders-
kendisine yeni bir destekçi bulmuştur: leri 1830'lu yıllarda genç Kari Marx'ın da
Tanrıbilimci Kari Daub (1765-1836) Gii- izlediği, özellikle de sonraki dönemlerin-
niimiiz!in Dogmalik T1111nbilimi adlı çalış de hukuk üzerine düşünceleri üzerinde
masında Hegelci yaklaşımı kendi özgün söz konusu derslerin önemli etkilerde
yorumuyla din sorunlarına uygulamıştır. bulunduğu aynca anılmaya değerdir.
Ne var ki Hegel'in çevresinde gerçek an- Kari Rosenkranz (1805-1879) bu ilk dö-
657 hegemonya
hem kendisini hem de öteki bütün var- şeyler içinde yitirilmekte; dolayısıyla da
lıklann varlığııu açığa vurmaktadır. Hc:i- böylesine önemli bir varoluş gerçeğinin
degger bu özel varlığın varlığııu "varo- unutulması gibi son derece kabul edile-
luş" olarak nitelendirerek, "Dasein" diye mez bir durum doğmaktadır. Hcidegger'
adlandırdığı bu insan vadığının en belir- in ''*bırakılmışlık" (Vtrlasmıbtil) ya da
gin niteliği olarak "zamansal" oluşunu ö- "*fırlablmışlık" (Gtworfmheil) adını ver-
ne çıkarmaktadır. Buı:ada zamansal oluş diği bu durum, gerçek anlamda şeylerle
tan anlaşılması gereken saatte içerimle- karşılaşmayı olanaklı kılan oluşun da bü-
nen "kronolojik" zamansallık_ olmayıp tünüyle unutulmasına yol açmaktadır.
doğrudan varoluşun kendine özgü ya- Hc:idegger, böyle bir fırlaıılmışlık içinde
şantısının zamansallığıdır. Son çözümle- insan varlığırun unuttuğu sonluluğunu o-
mede varoluş ile ayıu anlama gelen insan na yeniden aıumsatacak olanın kendisini
varlığı, öteki varlıklar aı:asında bir varlık ancak birtakım temel yaşantı biçimlerin-
olarak bu dünyada durağan bir biçimde de açığa vurduğunu savunmaktadır. Bu
ya da tamamlanarak son halini alrıuş bi- en temel yaşantı biçimlerinin başında
çimde varolan bir şey değildir. Tersine "*içdaı:alması", "*kaygı", "kuşku" ve
insan olmak demek, Heidegger'e göre, "merak'' gelmektedir. Söz konusu ya·
olanaklar içinde geleceğe yansıblmış bir şantılann hepsinin de insanın buradalı
biçimde kişinin oluşmasıyla, kişinin oluş ğııun burada olmama zemini üstüne ku-
içinde olmasıyla eşdeğerdir. Bundan da- rulduğunu göstermesi bakımından uyu·
ha da önemlisi, Hc:idegger bu oluş süre- yan "Dasein" üzerinde "ayıltıcı" bir et-
cinin seçime konu olmayıp doğrudan kisi vardır. Hc:idcgger bu ayıltıcı etkiyi
:.ıorunlu olduğunu söylemektedir. Dase- betimlemek amacıyla çoğunluk şiirsel bir
in'ın kendi olanaklarında içerimlencn uf- dil söylemi içinde yarattığı özel eğretile
ku önünde her zaman için geleceğe yö- melcrc başvurma gereği duymuştur. Söz-
nelmiş olduğunu söyleyen Heidegger, gelimi kaygıyı "vicdaıun çağrısı" eğreti
Dasein'ın zamansallığının bir başka yere lemesiyle anlamlandırma yoluna gitmiş
değil, doğrudan doğruya kendi ölümüne tir. Ancak burada "vicdan" ile denmek
doğru yönelmiş olduğunu belirtmekte- istenen geleneksel felsefede anlaşıldığı
dir. Bir başka deyişle, insan varlığının va- biçimiyle ahlaksal bir yeti olmaktan çok
roluş sürecindeki cnson olanağı, yaşa uyuklayan varlığın uyanmakta oluşunu,
mındaki bütün olanakların hepsini bir- yani sonluluğunu anımsamaya başlayışı·
den sona erdiren olanak "ölüın''dür. İn dır. Söz konusu vicdan çağrısı insan var-
san varlıklan özünde sonludur ve zo- lığının suçluluğunu anlayıp kabullenme-
runlu olarak ölümlüdür; dolayısıyla da sine yönelik bir çağrıdır ayıu zamanda.
kişinin oluş sürecindeki farkındalığı ö- Bu çağrıyı yanıtlamak Hc:idcgger'e göre
lüm beklentisi içinde olmasından öte bir kişinin sonluluğunu seçmekle seçmemek
şey değildir. Nitekim Heidegger bu ö- arasında yaşanan bir çatışkı olarak yaşa
lümlü oluşu "ölüme doğru olmakta olan ıur. Yani kişi çağnyı olurlayarak sonlu ol-
v:ırlık" diye adlandırmıştır. Bil anlamda duğunu seçebileceği gibi, kendisine gön-
oluş içinde olunduğunu bilmek, daha derilen bu çağnyı olumsuzlayarak ya da
.açıkçası ölümlü olunduğunu bilmek, ge- göz ardı ederek sonlu olduğu gerçeğini
leneksel felsefenin diliyle söylenecek o- çağnyla bir dahaki yüzleşmesine değin
lursa kişinin kendini bilmesine brşılık erteleyebilir de. Burada seçilen ya da er·
gelmektedir. telcnen Heidcgger'e göre uyumayı sür-
Ne var ki Hcidegger'e göre, insaıun dürmek ile ayılmayı istemek arasında ve-
vıırlığının sonlu oluşuna, kendi ölümüne rilecek bir varoluş karandır. Böyle bir
.loğru varoluşuna değgin farkındalığı, ço- dllfll!D karşısında, insan varlığııun çağnyı
ğunluk gündelik yaşam içinde karşılaştığı yaıutlaması kendi özünü gerçekleştirme-
Heidegger, Martin 660
rektirdiğini savunan Hcidcgger, insan yan Heidcggerrın başyapw Varak iJt Z..
varlıklarının daha en başta şeylerin varlı 1111111 dışında öteki önemli yapıdan şun
ğına yönelik kuram öncesi ya da varlık lardır: Rickert ile Husserl 'in öğrencisi ol-
bilgisi öncesi bir anlamaları olduğunu duğu yılların hemen ardından doktora
belirtmektedir. y ommbilgici anlama bu- tezi olarak sunduğu ve Hussed'in görün-
na göre bütün yönleriyle dünyada ol- gübiliminden açık izler taşıyan ilk yapıtt
maktalığı. insanın olanaklar içerisine bı Dil Lthrr lllOlll Urlril im P~lofİSlllRS: Biıı
rakılmışlığını ve bu bırakılmışlık içindeki hilisdJ.posilifllf' &imtg ~ lıgik (Ruhbi-
yapıp etmelerini anlama ça.,_dır. Bu limde Yaıgı Öğıetisi: Mantığa Fleştirel
anlamda "özne-yüklem" çattsı ile kuru- Olumlu Bir Katkı, 1914); l.Gmt H11J Jas
lan gidimli usyürütmcnin tersine vııtlık P,.lık111 ıkr M""Jıl!Jsik (Kant ve Metafizik
lann varlığını, yani varlığın kendini açığ'a Sorunu, 1929); Was i.rt Mıtapl!Jıik? (Me-
vurma biçimlerini anlamarun en temel tafızik Nedir?, 1929); v- Wıım ıkı
yoludur. Bu noktada Heideggcr, Eski Gnmtles (Temellerıdinneniı Neliği Üzeri-
Yunanca'daki a/ethtia sözcüğünün sun- ne, 1929); Hö/Jer611 HnJ Jas Wısm ılır
duğu çokan1amlılık olanaklarından hare- Didı""'l (Hölderlin ve Şiirin Neliği,
ketle "doğruluk'' ya da "hakikat"in ör- 1936); P/aJonı Lthrr POll der Wahrbeit (Pla-
tüsü kaldırılarak görülebilen bir fCf ol- ton'un Doğruluk Öğretisi, 1942); Britf ii-
duğunu ileri sürer. Doğruluk insan anla- btr tltn HH111411İlttlRS (İnsancılık Üzerine
ması önünde çelişik bir durum sergile- Mekrup, 1947); Ho" (Ormanyolu,
mektedir. Doğruluğun bir yandan kendi- 1950); Dil Ttdınik tnrtl Jie KJm (I'eknik
ni açığa vururken öbür yandan kendini ve Dönüş, 1950); EinfiiJınm!. ;,, Jie Mıta
gizliyor olufU, açıkça. gidimli usyürütme pftynk (Metafiziğe Giriş, 1953); Was hti.rst
yoluyla kavranamazlığının kanıtıdır. Ö- Dm/un? (Dfifünmek Ne Demektir?,
zellikle son dönemlerinde Hcidegger, fel- 1954); Was i.rt Jas-Jie Pl»losophie? (Nedir
sefenin geleceği yolunda fiirsel dfifün- Bu Felsefe?, 19.56); Dır Satz. 11J0111 GrH11rJ
menin gücünü öne çıkarmış, başta Ge- (Temellendirme İlkesi, 1957); İrJmtitiit 1111J
org Trakl ile Hölderlin'in şiirleri olmak Dlfmn:ı:(ôzdeşlikveAyı:ım, 1957);Nüt:c-
üzere şiir dilinin çok büyük olanaklar Hbe (2 cilt, 1961) ve T.Gmtı The.rı iibır Jas
sunduğu düşüncesiyle çeşitli şairlerin şi s,;,, (Kant'ın Varlık Üstüne Savı, 1962).
irlerine getirdiği yorumlarla düşünme yo- Aynca blız. yorumbilgiıi; varolutçu-
lunu seçmiştir. Bunun en beliıgin örne- luk; dil felsefesi; teknoloji felsefesi; a-
ğini Dil Yolımth (Unterwegs zor Sprache, tınlığuı peygamberleri.
1959) başlıkh kitabında gönnek olanak-
lıdır. Heidegger neredeyse kitabın bütü- HeideJberg Okulu Iİog. Hmlel/mg Sç.
nünde Trakl'ın "'lin gariptir şu yeryü- hoo4 Pr. Etole Je Htitklbng, Alın. Hei·
zünde" dizesine dayanarak insan varlığı ık/berg SdıHll) Baden Okulu ya da Güney-
nın dünyada olmaktalığının ne anlama batt Alınanya Okulu diye de bilinen,
geldiğini açık kılmaya çalışmaktadır. Hei- Marburg Okulu'yla birlikte Yeni Kantçı
dcgger'in kendine özgü dfifünceleri ken- lığın iki önemli okulundan biri. Önde
dinden sonra gelen dfifünürler üzerinde gelen temsilcileri Wılhelm Windelband
çok önemli etkilerde bulunmuş olmakla (1848-1915) ile Heinrich Rickert (1863-
birlikte, "gizemciliği'', özellikle Solaates 1936) olan bu okulun felsefece görüşleri
öncesi filozoflar bağlamında kendisini ya da felsefeye katkıları için blız. Yeni
gösteren "geçmiş özlemciliği", en önem- Kantçdlk.
lisi de siyasal bakımdan bltucu içeriın1eri
bulunan varlık anlayışı büyük eleştiriler heimannt:ne (Yun.) İlkçağ Yunan felse-
almıştır. fesinde, özellikle de Stoacılıkta, "hakkına
Üretkenlik konusunda sınır tanıma- düşen payı vermek'' ya da "hakkına dü-
heksis 662
naklı en yüce varlık olarak tasarlar ve her priimız, aUgtgmıwıt1] Tannbilim sözdağa
şeye gücü yeterlik bu Tann'nın nitelikle- nnda, özellikle de tektanna din öğretile
rinden biridir. Ne var ki bu tasanın bir- rinde:, Tann'run öncesiz sonrasızlığını
çok çılanaz ile açmaza da yol açrruştır. wrgulayan, Tanrı'run evrenin her yerin-
Felsefe tarihinde eğer Tanrı her şeye gü- de bulunduğunu, sonsuz gücüyle etkisini
cü yeter olsaydı, Tann'nın her şeyi yapa- evrenin her bir köşesinde duyumsattığını
bilmesi gerekirdi düşüncesinden kaynak- bildiren Tanrı'ya özgü özniteliklc:rden bi-
lanan, kavramın tutarsızlığından ötürü ri.
Tann'nın her şeye gücü yeter olamayaca- Batı dinsel inanışı Tann'nın aynı anda
ğını uslamlayan bir dizi açmaz söz konu- her yerde olduğu düşüncesini genelde
sudur. Bu açmazlann kaynaklandığı so- benimsemiştir. Batılı düşünürlere: göre
runlardan kimileri şöylece sıralanabilir: bu, Tanrı tasanmının bir dayatmasıdır.
"Tanrı mantıksal olarak çelişkili görevle- Tümtannalığa göre de Tanrı evrenin ru-
ri yerine getirebilir mi?", ''Tann her şeye hudur ve tek tek nesnelerde can bularak
gücü yeter olma özelliğine son verebilir her yerde olur. Ne var ki bu görüş başka
mi?'', ''Tanrı başka bir her şeye gücü tanntarur görüşlerce reddedilmiştir. Bun-
yeter yaratabilir mi?", ''Tanrı kendisinin lara göre Tanrı uzamsızdır ve bu nedenle
bile yerinden kaldıramayacağı bir taş ya- uzay olmasa da varolmaya devam ede-
ratabilir mi?" Bu türden sorulara verilen cektir. Tanntarurlar, Tann'nın uzamı ol-
yanıtlar ister olumlu ister olumsuz olsun mamasına karşın yaratım gücü ve tüm-
sonuçta bir açmaza yol açarlar. Sözgeli- bilgisi nedeniyle yine de her yerde oldu-
mi sonuncu sorunun çılanazını ele alır ğıınu savlamaktadırlar; bu, Tann'nın ya-
sak, eğer Tann kaldıramayacağı bir taşı rattıklarında bir biçimde göründüğü an-
yaratamazsa, bizim gibi aşağı yaratıklar lamına gelmektedir. Kimi düşünürler
bile kaldıramayacağı şeyleri yaratabildi- tüınbilgi ile tüıngücün yanında "her yer-
ğinden ötürü, her şeye gücü yeter değil de olma"nın da, tümbulunuşun da Tan-
dir; yok yaratırsa da yapamayacağı bir n'nın varlığının özniteliği olduğıınu sav-
şeye (yaratmış olduğıı şeyi kaldırmak) lamaktadırlar.
neden olduğıından ötü~ yine her şeye
gücü yeter değildir. Herakleitos [Efesli] (M.Ö. ykl 540-
480) İyonya Okulu'nun Miletliler olarak
her şeyi bilirlik (tümbilgi) [İng. omni· anılan Thales, Anaksimandros ve Anak-
;ckna; Fr. omni;dma; Alın. 0111tlİI*1tZ, all- simc:ncs'ten sonra gelen en son ve en et-
ın'ıstnhtii'j
Tannbilimin terimcesinde Tan- kili üyesi; "oluş" ile "akış"ın li102ofu.
n'nın olmuş, olan YA dA olacak her şeyin Yaşadığı toplumun yerleşik yargılarını ve
tam bilgisine sahip olduğunu, tüın bilgi- "bilgelik" konusunda yetke olarak kabul
lerin onda içerilmiş olduğunu dile geti- edilen kişilerini hedef alan tavırlan yü-
ren öznitcliği. Felsefece yarattığı sorun zünden pek sevilen bir kişilik olmayan
Tann'nın önceden belirlenim olsun ya Herakleitos dönemin yaşamöyküsü ya-
da olmasın her şeyi biliyor olmasından zarlan tarafından es geçilmiş; bu yüzden
kııynaklanmaktadır. Başka bir deyişle, bir- zaten "karanlık" bir tarzı seçtiği felsefesi
ÇDk düşünüre göre, Tann'nın yann ola- ve yaşamı iyiden iyiye gölgede kalmıştır.
caklan önceden bilebiliyor olması insa- Y ınc: de daha çok aırlaşılmamalı: üzerine
nın özgür istenci olduğu ve yaptıklanrun kurduğıı özlüsözlerdc:n oluşan yapıtının
soruınluluğıınu taşıdığı tasanınlanru te- elimizde kalan parçalan bize onun Sok-
melsiz kılmaktadır. rates öncesi doğa felsefesi döneminin
Eski Yunan'daki en özgün fılozoflann
her yerde olma (tümbulunuş) [İng. dan biri olduğıınu göstermektedir.
01t111İjm11na; Fr. ommpisençr, Alm. omni· Herakleitos, Anaksimenc:s'in evren-
Herder,Johann Gottfried von 666
bilgisi kuramından yola çıkarak *ar/ehe un dizgeli bir biçimde ortaya koyduğu
olarak "ateş"i (P.y;>ı seçmiş; "ateş"le
öz- "akış öğretisi"yle ve logolu felsefenin te-
deşleştirdiği *logolu da Parmenides'in de- mel kavramlarından biri haline getirme-
vinimsiz ve değişmeyen gerçekliğin ken- siyle kendinden sonraki kuşaklar üzerin-
disi olarak öne sürdüğü "Varlık"a karşı de derin etkiler yaratmıştır. Platon'un
bir kavram olarak felsefesinin odağına her şeyin değişken olduğu "duyulur dün-
yerleştirmiştir. Herakleitos'un düşünce ya" ile yalnızca sezgi yoluyla ulaşılabile
sinin bdkemiğini oluşturan ve en iyi ifa- cek onun ardındaki "düşünülür dünya"
desini "Aynı nehirde iki defa yıkanıl arasında ayrım yaparken ilk hocası olan
maz" savsözünde bulan "her şeyin bir Kratylos'tan etkilendiği açıktır. Onun ar-
akış içinde olduğu" düşüncesi bağlamın dından "evrensel us"un egemenliğini, in-
da logos, düzenli akışı sağlayan, çeşitliliği sanların ona uygun yaşaması gerektiğini
bir birlik içinde tutan "evrensel us"tur. savunan Stoaolar gelir. Yapıtının biçe-
Değişimin yasakoyucusu olarak logos, miyle selam yolladığı Herakleitos'a me-
karşitlıklardan doğan gerilimin yarattığı tinlerinde sık sık gönderme yapan Niet-
"sürekli oluş"un evrensel bir dengede zsche de onun için şöyle demiştir: "Dünya
durmasını sağlayan ilkedir. Zaten Herak- daima hakikate muhtaçtır; demek ki da-
leitos'a göre evrende değişmeyen tek şey ima Herakleitos'a muhtaçtır." Aynca bkz.
de bu "evrensel denge" durumudur. O- ilkçağ felsefesi; akı§ öğretisi; Parme-
na göre "değişim"in kendisinden doğan nides.
ve karşıtlıkların çatışmasıyla süregiden
"evrensel süreç" sonsuzdur. Açıktır ki o- Herder, Johann Gottfried von (1744-
nun dünyası yaraulmamışur; ar/ehe olarak 1803) Felsefetİin hemen her dalına, ama
ezeli ve ebedi bir değişimin simgesi ola- en çok da tarih felsefesine, yadsınamaz
rak gördüğü "ateş"i seçmesinin sebebi katkılarda bulunan, Aydınlanma Çağı'nın
de budur. Herakleitos da Parmenides gi- ·usçuluk kültünün kırılmasında epey bir
bi "herşeyin birliği" ilkesine derinden payı olan, Aydınlanma'nın yücelttiği us-
bağlıdır; ancak onun devingen bir denge çuluktan Romantik dönemin organik
durumuyla ifade ettiği "birlik" kavramı dünya görüşüne geçilmesinde etkin bir
"çokluk"u, "değişim"i ve "karşıtlıklar"ı rol oynayan Alman dilbilimci, tannbilim-
yadsımaz, tersine bunlar üzerine kurulu- ci, yazın eleştirmeni, kültür araştırmaası,
dur. tarihçi ve felsefeci. Ideen Z!'r Philosophie
Heraklcitos'un dünyaya düzenlilik ve der Geschfrhte der Menschheit ~nsanlık Ta-
ussallık kazandıran "evrensel ilke"si logos, rihi Felsefesi Üzerine Düşünceler, 1784-
aynı zamanda insanın eylemine yön ve- 1791) adlı tamamlanmamış başyapıtında
ren, insan aklının başvurabileceği biricik her tarihsel çağın biricikliğini öne sürdü-
"yaşam ilkesi"dir. Böylelikle Herakleitos ğü evrimsel bir yaklaşım geliştiren Her-
dünyanın ussal yapısı ile insanın akılcı der, gelecekteki düşünsel gelişmeleri ön-
eylemesi, akıla söylemi arasındaki bağ celeyen bağımsız, yaratıcı bir ruha sa-
lantıyı da vurgulamış olur. Ona göre in- . hiptir. Başka fılozoflar usu yüceltirken, o
sanlar logolu kavrayamadıklan için dün- duygu ve düşünüm üzerinde durmuş;
yaya doğru gözlerle bakamamakta, adeta başkaları deneysel görüngü üzerinde yo-
düş görür gibi yaşamaktadırlar. Buradan ğunlaşırken, o dilin gücüne dikkat çek-
hareketle duyulara dayalı bilgiye göreli ve miştir. Hegel'in tarih felsefesini öncele-
aldatıcı olduğu gerekçesiyle herneıı hiç yen, tarih felsefesini bir dil diyalektiği ü-
değer vermeyen Herakleitos, doğru bil- zerine bina ettiği yapıtlarında, tarihin ge-
giye ancak sezgisel yoldan ulaşmanın lişiminin kendilerini miras aldıkları dün-
mümkün olduğuna inanmıştır. yadan farklılaştırmak için mücadele eden
Herakleitos, özdlikle tilmizi Kratylos' bireylerin rekabet halindeki eylemlerini
667 Herder, Johann Gottfried von
derin bir etkisi vardır. Onun genel etkisi Fr. 11iaırt/ ,,o,,-ltrr, Alm. tıitbts/ #İçhfseitr,
ise, daha çok, emeklilik yıllannda bir yıl Yun. me oır, Lat. "o" mr, es. t. adem] Var-
Ankara Üniversitesi Basın-Yayın Yüksek olmayan; varlığı bulunmayan; varlıksal
Okulu'nda "Uygarlık Tarihi", bir yanyıl bir değeri, içerimi ya da karşılığı olma-
Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümü' yan; ait olduğu varlıkbilgisel çerçevenin
nde ve özellikle de iki buçuk yıl ODTÜ' gerçeklik tasanmına uymayan ya da bu
de verdiği felsefe ve mantık dersleriyle, çerçeveye göre gerçek olmayanı anlatan;
hatta 1971'den ölümüne dek evinde kü- genelde varlığın, daha özeldeyse tek tek
çük gruplara verdiği özel derslerle ol- varolanlann karşıtt olarak varolmayış i-
muştur. çin kullanılan felsefe terimi. Varolan bü-
Eserleri: Çok sayıdaki makaleleri, Dil tün özelliklerin, ilişkilerin, düşüncelerin,
ııtTarih-Cof,rafJa Fakii/Jrri Dttyjsi, A,.11/_ kendiliklerin olmayışı; varolanlara ya da
1m1ta, Belleten, Yiiı:rl, Dtfjşim, Felıefe Yazı varlık durumlarına bakılarak anlaşılama
/an, Milf&et Sanat, Tii,.fe Dili ve Tan gibi yan düşünsel anlamda saltık yokluk du-
dergi ve gazetelerde yayımlanmıştır. Bu rumu ya da kurgusu. Felsefe metinlerin-
makalelerini, ders notlannı ve bazı kon- de, varolan herhangi bir şeyin şu ya bu
fetanslarıru, Füsun Akatlı detleyerok ki- biçimde ortadan kalkmasına bağlı hiçlik
taplaştırnuştır: Felıefe YaZ!lan (1976), Bi- durumu J!,ifrrli bifli/e diye; buna karşılık
limi11 Ipğmda Feltefe (1985), Gtritle Kalanlar varlığın kendiliğinden, doğal biçimiyle en-
(1987). Bunlara girmeyen bazı yazılan da son anlamda eksikliği, olmayışı ya da yok-
vardır. Aynca teksir halinde "Mantık luğu ıalnle hiç/ile diye adlandınlmaktadır.
Dersleri I: Formel Mantık (1966-67)" Çok genci bir açıdan bakıldığında,
adlı ders notlan vardır. Bir de önemli iki felsefe tarihinde fılozo flann hiçliği salt
çeviri: Y1111anlılan11 Tf'tgile Çağmda Felsefe bir mantık kategorisi olarak değil de bü-
(Nietzsche'den, 1956); Deliliğe Ôııgii (E- tünüyle temel bir varlıkbilgisi kavramı o-
tasmus'tıın, 1971). larak düşündükleri görülmektedir. Nite-
kim "yokluk'' düşüncesi, en başından beri
bic et nunc (Lat.) Düzanlaını "bumda "varlık-bilgisi" üstüne kurulu bir düşün
ve şimdi" olan hic et """' terimi, felsefede me yapısı olan Batt felsefesinde, çoğun
olaylar ile nesnelerin zaman ve uzam luk bir olıı111111z.illk durumu olarak değer
açısından belirlenmişliğini nitelemek için lendirilmiş; etik bağlamında "iyilik"in ol-
kullanılır. mayışı olarak "kötülük''le, metafizik bağ
lamında "uzam" ile "zaman''a karşılık
hiçbiıyerdecilik [İng. 1111llibit111; Fr. 1111/. "boş uzay" ve "boş zaman"la, estetik
libismır,
Alm. 1111/libistı11ij Latince'de "hiç- bağlamında "güzcllik"in eksikliğini an-
bir yer" anlamına gelen n11/libı'den türe- latan "çirkinlik"le özdeşleştirilmiştir. Bu
tilmiş tannbilirne özgü terim. Cambridge bağlamda sözgelimi Platon ile Plotinos,
Platonculuğunun önde gelen adlanndan "Form"un tam karşısına yerleştirdikleri
İngiliz tannbilirnci Hcnry More (1614- maddeyi hiçlikle eşdeğer bir anlamda
1687) tarafından dolaşıma sokulan "hiç- "var olmayan" (me o") olatak nitelendir-
biryerdecilik'', Tann da dahil hiçbir tin- mişlerdir. Yıne aynı bağlamda kimileyin
sel varlığın uzayda yer kaplamadığıru, de ölümle birlikte düşünülen yokluk, ya-
tinsel olanın uzamsız olduğunu öne sü- şamın güzclli.kleri ile neşelerinin artık ta-
ren öğretiye karşılık gelmektedir. Aynca dına varılamaz olduğu, hcrşeyin bütü-
bkz. her yerde olma (tümbulunuş). nüyle bittiği enson anlamda bir "hiçlik"
durumu olaıak tasarlanmıştır.
hiççilik bkz. yoksayıcılık. Batı felsefesinin "yokluk" kavramına
yönelik bu olumsuz bakışının en iyi an-
hiçlik/yokluk ~ng. nothi11gneır/ 11011-bei11g-, lattmlanndan biri de Aristotcles'in "doğa
673 hiçlik/yokluk
ya varolaru sınırlayan hiçliğin hem man- kesinlikle herhangi türden bir nesne ola-
tıksal olumsuzlamaya "önsel" olduğunu rak tasarlanarak ya da doğa yasalarına
hem de onun temelini oluşturduğunu i- tabi kılınarak anlaşılması da söz konusu
leri sürmüştür. Bu anlamda hiçliği insa- değildir. Sartre'a göre bilinç "kendinde"
nın varoluşunun üzerine çökmüş bir ka- bir dünya yapabilmek, gerektiğinde de
rabasan, varoluşun kendisini çepeçevre yapnğı bu dünyayı "hiçlemek" gibi bir
kuşatan etkin bir öğe olarak tarumlayan niteliğe sahiptir. "Hiçleme" ise bilincin
Heidegger, hep varlığın karşıu olarak va- "kendisi için varlık" olarak ''kendinde
rolmayana indirgenerek bir anlamda ge- varlık''tan ayrılmasıdır; kendisi için varlık
çiştirilmeye çalışılan hiçliğe yön~lik gele- bu anlamda kendinde varlığın hiçlenme-
neksel bakışı büyük ölçüde sorunsallaş sidir. Bilincin hep bir hiçlik bilinci olarak
tırmayı başarmışur. Varoluşun hiçbir te- kendisini göstermesi, gerek Hcidegger
meli bulunmadığını düşünen Hcidegger, gerekse Sartre için bilinçli bir varlık ola-
vııroluşun bütünüyle hiçlik kuyusundan rak insanın temel özgürlüğünün hiçlikte
doğduğunu savunmuştur. Ona göre ölü- kök saldığının en belirgin göstergesidir.
mün hiçliğinde serpilen varoluş, anlamı Öte yanda, "maddecilik", "olgucu-
nı "ölümü bekliyor olmak"tan almakta- luk", "çözümleyici felsefe" anlayışlarının
dır: ölümü gerçek bir olanak olarak ilik- çeşitli biçimleri, söylenbilgisel, dinsel ve
lerinde yaşayan/ taşıyan insan, "ölüme- metafizik kökenlerini öne çıkararak hiç-
doğru-varlık"ur (Stitt Z!'"' Tode). lik düşüncesine kesin bir dille karşı çık
Varoluşçuluğun bir diğer önemli dü- maktadırlar. Nitekim bu bağlamda Hei-
şünürü Sartre da hemen herkesçe başya degger'in "Hiçlik hiçleniyor" (Das Nuhu
pıu olarak gösteôlen L'P.m et k Niattt selbst ni&htel) sözü, çözümleyici geleneğin
(Varlık ile Hiçlik, 1943) başlıklı oylumlu önde gelen felsefecilerinden Carnap ta-
kitabında "kendisi için varlık" (em pour- rafından metafizik saçmalığın daniskası
soı) dediği bilinç ile "kendinde varlık" olarak değerlendirilmiştir. Yıne hiçliğe
(im m-soı) dediği bilinç dışındaki bütün karşı gösteôlen bu olumsuz tutum çer-
öteki varlıklar arasında önemli bir aynına çevesinde, Marxçılığın da benzer ne-
giderek hiçliği vııroluşun tek dayanağı, denlerle "hiçlik" düşüncesine hiç de o-
insanın dünyadaki tek çıkış yolu olarak lumlu bir gözle yaklaşmadığı görülmek-
göstermiştir. Kendinde varlık tam ve de- tedir. Hiçliği bütünüyle kapitalist bir söy-
ğişmez bir gerçekliğe sahipken, tam ve len olarak gören Marxçı kuramcılar, var-
değişmez bir gerçeklikten yoksun olan oluşçuluk başta olmak üzere hiçlik üs-
kendisi için varlık, içinde "içdaralması" tüne yapılan bütün felsefeleri burjuva
duygusuyla öznel olarak deneyimlenen felsefesinin doğal uzantıları olmaları ne-
bir hiçlik öğesi barındırmaktadır. Sartre'a deniyle ağır bir dille eleştirmektedirler.
göre doymak nedir bilmeyen bir arzu- Buna karşılık Marxçıların maddeci
nun tutsağı olan insan, bu yüzden hep felsefelerini üzerine oturttuklan diyalek-
bir eksiklılı: ya da yoksunluk durumu· ola- tik kavramını borçlu olduğu Hegel'in,
rak tasarlanmaya yazgılıdır. Bu bağlamda bütün bir düşünce ve varlık alanı bo-
Sartre, arzulayan insan varlığının hiçlik- yunca birbirlerini sürekli olarak izlediğini
ten ya da kendini değillemeden oluştu düşündüğü "kendinde şey (An-sifh)-ken-
ğunu, salt bu nedenle de bir varlığın ol- di dışındaki şey (Andmsti11)-kendinde ve
mayışı gibi olumsuzluk bildiren gerçek- kendisi için şey (An-llfld-jiir-sich)" arasın
likleri ayırt edebildiğimizi yazmaktadır. da kurduğu üç aşamalı diyalektik süreç,
Nitekim bilincin bütünüyle hiçlikten doğ en iyi felsefi anlaumını varlık ile hiçlik
duğunu öne süren Sartte'ın gözünde bi- kavramlan arasındaki ilişkide bulmakta-
lincin, düşünülebilecek en üst düzey boş dır. Buna göre "varlık" (sav), her zaman
luk olarak hiçbir içeriği olmadığı gibi, için kendi karşıu, yani "hiçlik'' olma yö-
675 Hint felsefesi
luşa ermeden (1110/esa) söz edilir; Vedalar' ile Rama'nın kişiliğinde kadın olmakla
da fdsefe adına en fazla şey bulunan bö- erkek olmaklığın örneği sunulur.
lümler Upanişadlar'dır. Bu dönemde bir de sa.rtralar vardır.
Vedalar'da.ki fdsefe ile din dizgesin- Bunlar nıtralan açıklamak için yazılmış
de, Hint felsefesinin iki dayanağı söz ko- kitaplardır. Hint felsefesinde temel ola-
nusu edilir. Amlan ile Brahman. A1111an, rak yaşamın dört amacı olduğu savunu-
Hint dininde, canlıdaki, özellikle de in- lur. Bunların üçü birer ra.rtrada anlatıl
sandaki ruh ya da "ben"dir; Brahman'ın mıştır.
çok büyült olmuşwr. Sözü edilen ilk bü- · lışmalannı yürütmek için hiç de uygun
yük gezide (1610-1615) Hobbes Fransa bir yer olmadığından, çeşitli aralıklarla
ile İtalya'yı dolaşmış, özellikle de döne- ömrünün yaklaşık 20 yılını zamanın dü-
min düşünürlerinin yaşadığı Paris ile Ve- şünsel merkezi Paıis'te geçiren Hobbes,
nedik'te uzun süreler lı:almıştır. Venedik 1630 yılında eski öğrencisinin (William
Cumhuıiyeti'nin önde gelen aydınlannın Cavendish) oğluna öğretmenlik yapması
siyasal yetkenin Kilise üzerindeki dün- için Paris'e çağoldı. Burada Marin Mer-
yevi üstünlüğünü korumalı: için verdiği senne'nin çevresinde toplanan ve amaç-
mücadele onu derinden etkilemiştir: Bu lan kuşkuculuğu aşarak yeni bir fizik ve
gezisi sırasında Hobbes, Aristoteles fel- ahlak bilimine ulaşmak olan bir düşü-
sefesinin gitgide eski gücünü yitirdiğini, . nürler topluluğunun saygın üyelerinden
özellikle Johannes Kepler ile Galileo kabul gördü. Bu topluluğun içinde ilkçağ
Galilei gibi bilginlerin buluşlarıyla iyiden atomculuğunu canlandıran Gassendi ile
iyiye sarsıldığını gözlemlemiştir. Gezi dö- Merserıne'nin yakın arkadaşı Descartes'
nüşü antik dünyanın düşünce evrenine ta bulunmaktaydı. Hobbes tüm yaşamı
kendini kaptıran Hobbes, uzun bir süre boyunca kendisine rakip olarak gördüğü
Eski Yunan ve Roma klasikleri üzerinde Descartes'ın zihin-beden ikiliğine dayalı
çalıştı. Bu yoğun çalışmanın "dışa dö- İlk Felsefe ÜZ!finı Derindiişiinmekt'ini ve
nük" en önemli ürünü, yurttaşlarını ya DiopJriqNe'ini (Işık Kınlması) kıyasıya e-
da yandaşlannı demokrasinin barındır leştirmiştir.
dığı tehlikelere karşı uyaran Thukydides' Hobbes'un üçüncü gezisinin (1636)
in Pı/opot1nısos1Nlarla Atinaltlann Savap ad- en önemli sonucıİ ise Galileo Galilei'yi
lı yapıtının çevirisidir (1628). Bu çeviri, ziyaret etmesidir. Bu ünlü bilginle giriş
İngiltere'de de tıpkı Atina'dakine benzer tiği uzun söyleşilerin, Hobbes'un felsefe-
bir siyasal kargaşa ortamının yaşandığı sine çizdiği yönün belirginleşmesinde çok
1629 yılında yayımlanmış ve geniş bir yararı dokunmuştur. Bu bağlamda Hob-
okur kitlesiyle buluşmuşwr. İngiltere'yc . bes'un kendi felsefesine biçtiği nihai ö-
döndüğünde Francis Bacon'la tanışmış, dev, "devinim"c dayalı yeni bilimin so-
düşüncelerinden etkilenmiş ve bir süre yut ilkelerine· dayanarak ve geometrik
onun yazmanlığını da üstlenmiştir. tümdengclim yöntemini kullanarak insan
Hobbes'un ikinci Avrupa gezisinin davranışını çözümlemektir. Buna bağlı
(1628) kendi düşünsel yaşamı açısından olarak da genel anlamda "mekanik bi-
en önemli sonucu Eukleides'in (Ôklit) liıni"ni genelleştirmek ve her alana uy-
Stoikheia (Elemanlar) adlı yapıtıyla, dola- gulamaktır.
yısıyla "Ôklit geoınetrisi"yle tanışması Hobbes kendi döneminde düşüncele
olmuştur. "Eski dünya"nın bu en büyült rinden dolayı zor anlar yaşayan düşünür
matematikçisinin yapıtı dizgeli ve ilksavlı ler kervanına katılmış, ne cumhuriyetçi-
yapısıyla onu büyülemiş, felsefeye geo- lere (parlamento yanlılarına) ne de ktali-
metrinin bakış açısıyla yönelmesine yol yetçilere (tekerkçilik yanlılarına) yarana-
açmıştır. Bacon gibi C'bilmek, egemen mamıştır. Gerek ktaliyetçilere karşıtlann
olmaktır') bilginin "güç" ya da "iktidar'' dan daha yalan durması, gerekse uzun
demek olduğunu düşünen Hobbes, iç sa- yıllar soylu ailelerin çocuklarına eğitmen
vaşın İngiltere'de yol açtığı yıkımları iyi- lik yapması onu olası kötü sonuçlardan
leştirmenin, toplumun akıla temellerle ye- bir nebze olsun korumuşwr. Ta ki I..e-
niden bina edilmesinin. tek yolunun tıpla ıriathan'da ortaya koyduğu devlet siste-
Eukleides'in geometrisindeki gibi çürü- minde özel bir Anglikan yetkesine yer
tülüp yadsınamaz tanıılamalardan geçti- tanımayışına kadar. Artık felsefesi açık
ğini düşünmekteydi. açık "tanntanımaz" diye etiketlenir ol-
İç kanşıklıldar nedeniyle İngiltere ça- muş; Levialhan "Hıristiyan tanntanunaz-
679 llobbes, 'I'hornas
rumu"nda, insanların temel güdüleri o- dıklannın da ... " Bu göreci, öznelci anla-
lan varlıklannı koruyup sürdürmek adına yıştaherkesin "doğru"su kendine göre-
birbirlerine düşman kesildiklerini, çıkar dir; herkesin üzerinde anlaşacağı bir
ları uğruna her şeyi göze alıp karşı tara- "yargı"ya ulaşmanın olanağı yoktur.
fın haklannı hiçe saydıklarını anlatmak
için kullandığı Latince deyif: "İnsan in- homo sapiens (Lat.) Latince "insan"
sanın kurdudur." anlaıruna gelen ho1110 ile "us sahibi" ya da
Hobbes'un bu deyişini, bir diğer de- "akıl taJiyan" anlamındaki sapimlten tü-
yiJi "herkesin herkese karJI savaşı" an- retilmiş deyiş: akıllı; anlama, kavrama,
lamına gelen *beilımı allltlİll111 "'",.,. -01111111 bilme yetisine sahip insan. İnsanı diğer
ile beraber düşünmek gerekir. Her iki canlılardan ayıran en belirgin özelliğinin
deyiş de "doğa durumu"ndaki (rİahl.r t1a- "düşünme yetisi" (allİllla raliorıalir. alı:ıl ta-
hıra6s) insanlan nitelerken, bir yandan da flyan canlı) olduğunu vurgulayan bu de-
''yurttaşlık duruınu"na (.rtaht.r tİFİ/ii) geçi- yiş, ilkçağ Yunan felsefesinde Anaksago-
Jin zorunluluğunu vurgular. Yani bir an- ras'la başlayıp Aristoteles'te semeresini
lamda devletin doğuşunun er geç ger- · veren "düşünen hayvan olarak insan"
.çekleşeceğinin habercisidirler. anlayışının Latince dile getirilişidir.
İlk kez Romalı komedi yazan Plautus Aynca İsveçli doğabilimci Kari von
(M.Ö. 254-184) tarafından Asit1aria (E- Linne, tüm hayvanlan türlerine göre a-
şek Aı:ısı) adlı oyunda kullanılan h0111a ha- yırdığı. Systellla Na11mıı (17 58) adlı yapı
,,,;,,; 1Np11r, blp11.r est hama holllİm olarak da tında, bu deyişi insan türünün belirli bir
geçer. döneminin bilimsel adı C'kültürlü insan')
olarak kullanmıştır.
homo Juilens (Lat.) İnsanı diğer canlı
lardan ayıran en belirgin özelliğinin "o- homo socius (Lat.) Devletin doğuşun
yun oynama becerisi" olduğu görüşünü dan önceki "doğa durumu"nda yaşayan
dile getirmek için kullanılan; insanoğlu ve henüz toplum sözleşmesi yapmaıruş
nun yaşamın tadını çıkarabilme yetisini olan ho1110 t1alllralile C'doğal insan') kar-
vuı:gulayan Latince deyiş: "oyun oyna- J!t olarak bir toplum içinde yaşayan "top-
yan/oyuncu! insan''. lumsallaşmış" insana verilen ad.
Aynı zamanda Hollandalı tarihçi dü- Hama soa11.r C'toplumsai insan') çıkar
şünür Johan Huizinga'nın insan uygarlı gözetmeksizin toplumun yaranııa çalışan
ğının ve onun yarattığı kültürün oyun o- ya da kendi çıkarlannı toplumun genel
larak, oyunun içinde ortaya çıkıp geliştiği çıkarlanyla kaynaştıran ideal insan tipi-
yönündeki savını serimlediği 1938 tarihli dir.
ünlü kitabının da adıdır: Hama Lmimı, 0-
.J"""" Taplllm.ra/ iılni Ül(!ritıt Bir Dme111e, homoiosis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
sinde insanın tannsal olana yaklaşması,
boma m'ensur11 (Lat.) İlkçağ Yunan fel- ona benzemeye çalışması anlamında kul-
sefesi Solistlerinin en önde geleni olarak lanılan terim: "Tann'yı özümlemek" ya
bilinen Protagoras'ın "Her şeyin ölçüsü da 'Tann'nın özümsenmesi".
insandıı'' savsözünde somutlaşan göre- Köken olarak Pythagorasçı olan bu
cillğinin Latince dile getirilişi: "ölçü in- düşünce, Sokrates ile Platon tarafından
san". felsefenin amacını betimlemek için kul-
İnsanı her türlü değerin ölÇiisü, bilgi- lanılmıştır (ThtaiteltJ.r, 176a). Ha111oiosiskav-
nin tek ölçütü sayan Protagoras'ın bu rayışı Peripatosçular arasında da gün-
ünlü sözünün tamamı şöyledir: "İnsan demde kalıruş; Aristoteles Ni/ı:o111alehos'a
her şeyin ölçüsüdür; varolanlann varol- Etik'te insanın kendisini elden geldiğin
duklarının da, varolmayanlann varolma- ce ölümsüzleştirmesi, tannca yaşaması
bomoiotes 684
gerektiği bağlamında bu terimi kullan- olan acılar, Horkheimer'e göre başka bir
rruştır (1177b). Plorinos'ta da merkezi biçime büründüriilemez ya da telafi e-
bir yeri olan terim (Dolwz.IN!e.lar I, 6,6) dilemez; hatta gelecekteki ütopyacı bir
Hıristiyanlık öğretisinde ise Tanrı'nın in- toplum da tarihin sayısız kurbanlarının
sanda ortaya çıkması; temsil edilmesi an- lanetini taşıyacaktır. Aa çeken öteki can-
lamında kullarulrruştır. Wara merhamet duyma ve bireylerin mut-
lu olma arzulan Horkheimer'in düşün
homoiotes (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe- celerinin etik çekirdeğini oluştururken,
sinde, özellikle de Aristoteles'te, "benzer onun felsefeye yaptığı en dikkat çekici
(homııia/ ho11tOıos) olma" durumunu nitele- katkı, dogmaalığın tuzaklarına düşmeye
mek için kullanılan terim: "benzerlik". cek yeni bir Marxçı kuram oluşturma gi-
rişiminde açığa çıkmaktadır.
Horkheimer, Max (1895-1973) Daha Aynı zamanda Frankfurt Okulu'nun
sonralan Frankfurt Okulu olarak anıla genel duruşunu en iyi betimleyen me-
cak Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü' tinlerden biri olan "Geleneksel ve Eleşti
nün kurucularından olan Alınan düşü rel Kuram" ("Traditionelle und Kritisc-
nür. Frankfurt Üniversitesi'nde Kant'ın he Theorie", 1937) adlı yazısında Hork-
Yargtgiiı:İİ11İİtl Elqtiroi adlı yapıtı üzerine heimer, Enstitü'nün disiplinlerarası araş
araştırmalar yapan Horkheimer 1930'da tırma prograrrumn, nesne alanından bü-
Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü'nün tünüyle bağımsız kuramsal bir temsil o-
müdürlüğüne getirildi. Burada Theodor larak o zamanlar standart sayılan bilimsel
Adomo, Herbert Marcuse ve Walter bilgi paradigmasından nasıl aynlacağını
Bcnjamin gibi düşünürlerin yazılarının· ayrıntılarıyla açıklamaya girişir. Gelenek-
yayımlandığı Zeitschrift for S o~alfomhut1g' sel kuram, hem bilme etkinliğinin hem
un (Toplumsal Araştırmalar Dergisi) de kendi (toplumsal) nesnesinin tarihsel
1930'lar boyunca çıkanlmasıyla uğraştı. açıdan biçimlendirildiğini göz ardı 'eder.
Nazilerin Almanya'da iktidara gelmesiyle İnsan varlığının kategorileri tarihsel açı
1934'te New York'a taşınrruş olan Ens- dan biçimlendirildiğinden, felsefe, top-
titü'nün il. Dünya Savaşı'ndan sonra ye- lumsal-bilimsel araştırma ile desteklenme-
niden Frankfurt'a taşınarak açılmasını lidir. Söz konusu toplumsal kategoriler
sağladı. Horkheimer'in felsefe açısından insam insan yapan şeyler olduklarından
önemi, onun Theodor W. Adorno ile or- felsefece aydınlatılmayı gerektirirler. Do-
tak yazdığı Dialtklile der Auflılönmg (Ay- layısıyla, ancak felsefe ile toplum bilimle-
dınlanmanın Diyalektiği, 1947) adlı ya- rini (toplumbilim, tarih, iktisat, toplum-
pıta ek olarak Enstitü'de disiplinlerarası sal ruhbilim, ruhçözümlcme) bütünleşti
çalışmayı kavramsallaştırma çabasından ren karmaşık bir disiplinlerarası program,
kaynaklanmaktadır. çağdaş toplumun önündeki karmaşık so-
Horkheimer açısından "eleştirel top- runlarla hakkıyla başedebilir. 1930'ların
lum kuramı" deneysel araştırmanın fel- sonlarına doğru disiplinlemrası araştırma
sefece düşüncelerle birleşeceği Marxçı programının gerçekleşmeyip Horkhei-
kurarrun yeniden formüle edilmesini a- mer'in bu yöndeki umutlarının boşa çık
maçlar. Horkheimer'in çalışmalarının tüm masına karşın, aynı tasan önde gelen
evrelerinde felsefesine, Kari Marx'ın bur- ikinci kuşak "eleştirel kuramcı" Jürgen
juva toplumunun maddeci açıdan eleşti Habermas tarafından yeniden gündeme
risini, anlamsız evrenin orta yerinde acı getirilmiştir.
çeken insanın acılarım değerlendiren Ar- Horkheimer'e göre Eleştirel Kuram'ı
thur Schopenhauer'in kötümserliğiyle ay- "eleştirel" yapan, onun Marxçı ekonomi
m çizgide yorumlama girişimi damgasını politik eleştirisini Kantçı "an usun eleşti
vurmuştur. İnsani dayaruşmamn temeli risiyle" birleştirmesidir. İkinci öğenin ö-
685 Hölderlin, Johann Christian Friedrich
modern yazın ile eleştirel düşünce alan- insanın gerçekliğine değgin sancılı ama
larında çok önemli bir konuma gelmiştir. bir o kadar da öğretici deneyimler edin-
Hölderlin gencllikJe Kant'ın "Devrimci dikten sonra dünya ile ben arasında gör-
Eleştirel Felsefe" si bağlamına yerleştiri kemli bir ilişki kurmayı başarır. Hyperion'
lerek ele alınmaktadır. Buna karşı hemen un, daha ilk bakışta ayırt edileceği üzere,
bütün yapıtlarında Alman İdealist Felse- anlatılan öykünün niteliği nedeniyle dö-
fesi'nin derin izleriyle karşılaşmak ola- nemin devrimci toplumsal döni\şüm iz-
naklıdır. Nitekim yapıtlarında Alman i- lencesine ve bu izlenceyi gerçekleştirme
dealist filozoflarının temel düşüncelerin yollarına ilişkin çok açık gönderimleri
den esinlendiği gözlenen Hölderlin, Fran- söz konusudur. Anlatıanın yapıtta ser-
sız Devrimi'nin yol açtığı ardalanda du- gilediği anlatı edimi boyunca derin bir
ran ve bütün bir Avrupa kuşağını dört kişisel başkalaşım geçirmesi, despotik ya-
biı: yandan saran dünya görüşüne (Wel- pılardan bağımsız bir bakış geliştirme ge-
11msdıa11111J karşı sürekli uyanık olmanın reğinin sanatçının aydınlanışı için ne
ne denli önemli olduğunu vurgulamak- denli vazgeçilmez olduğunu göstermesi
tadır. Ne var ki Wılhclm Dilthcy'a geli- bakımından aynca önemlidir. Kimileyin
nene değin Schclling ile Hegcl tarafından destansı kimileyin şiirsel bir tona bürü-
temsil edilen düşünce geleneği üzerin- nen yapıt, hiçbir tannbilimsd temellen-
deki etkileri bütünüyle fark edilmeyen dirmeye konu olmaksızın kendi içinde
Hölderlin, sonralan Alman İdealizmi'nin alabildiğine uyumlu bir dünya tasarımını
"Doktor Seraphicus"u diye betimlenecek yan dinsel yan estetik anlatı biçemiyle
derecede önemli bir konuma yükselmiş ululamaktadır. Yapıtın bir başka belirgin
tir. Yapıtlan daha sonraları Frankfurt 0- özelliğiyse yaşamın bütünü içerisinde ö-
kulu'nun, özellikle estetik, etik ve siyaset lümlülük ile sonlu oluş deneyimlerine i-
arasındaki ilişki sorunu bağlamında Al- lişkin farkındalığın çoğaltılmasının gereği
man İdealizmi mirasıyla girdiği düşünsel üzerine sürekli yapılan vurgudur.
alışverişte ana gönderme noktası olmuş Hölderlin'in tamamlamadan bıraktığı
tur. Daha yakınlara gelindiğindeyse, ö- bir başka önemli tasarısı, büyük merak
zellikle Alman filozofu Martin Hcideg- uyandıran söylense! bir doğaya bürün-
ger'in Hölderlin'in düşünce iklimine yö- müş Empedokles'in ölümü olayında ken-
nelttiği açımlamalar doğrultusunda, Höl- disini açığa vuran trajedi araalığıyla bir-
derlin'in çağdaş eleştirel ve yapısökümcü takım temel yaşam izleklerinin derinleş
felsefe yaklaşımlarının değişmez bir esin tirilmeye çııhşıldığı oyunudur. Doyurucu
kaynağı olarak değerlendirildiği gözlen- bir sonuca asla varamamış olmakla bir-
mektedir. liltte, EntplJo/eles'in Ôliimii (Der Tod df's
Hölderlinin yapıdan arasında bir tek Empedokles) adıyla anılan oyunun 1797
Hyperion oJer Jer Emllİt in GriedJenlanJ ile 1799 tarihleri arasında yazılmış eli-
(Hyperion ya da Yunanistan'da Bir Yal- mizde bulunan üç parçası günümüzde
nız, 1799) başlığını taşıyan romanı daha önemli tartışmalara konu olmayı sürdür-
yaşarken büyük bir ilgi uyandırarak Al- mektedir. Burada da Hölderlin'in çok
man edebiyatının klasikleri arasına gir- büyük ölçüde devrim olanağı doğrultu
meyi başarmıştır. Eski Yunan'ın ulusal sunda ahlaksal ve tinsel yenileşmenin ge-
bağımsızlık savaşımından esinler taşıyan reği üzerinde durduğu gözlenmektedir.
yapıt, birinci tekil kişinin dilinden ideal Bu bitmemiş yapıtın önemli iletilerinden
bir siyasal özgürleşim uğruna aşkın ge- birisi tümtannalığın uyandırdığı duygu-
çirdiği başkalaşım öyküsünü anlatmakta- lanımlara kapılarak sonunda insanı Tanrı
dır. Kahraman yaşamın bütününün tüm- ya da tanrısallık ile özdeşleştirme nokta-
tanncı bir biçimde tanımlandığı bir ko- sıı;ıa gelmenin son derece tehlikeli bir
numdan yola koyulur; bunun peşi sıra, duruma karşılık geldiğidir. Kuşkuya yer
687 bsiso
bağlılık olmaktan çıkıp aile çevresinin dı yan; hukuk sürecinde verilen kararların
şını da içine alır. Şöyle ki, çocuklar ana- felsefi bakımdan değerlerini ve geçerli-
babayı sevince kardeşlerini de severler, liklerini sorgulayan; devlet hukukunu in-
bunu başarınca da tüm insanlığı severler. san hakları ve yükümlülükleri doğrultu
Böylece hsiao ahlaksal,. toplumsal bit er- sunda kuramsal ve kavramJal bakımlar
dem olur. dan irdeleyen; kişilerin gerek birbirleriyle
İki tür hsiaodan söz edilir: 1- fizik hsi- gerek devletle girdikleri ilişkilerin nasıl
ao; 2- kutsal bsiao. İlki anababaya edilen düzenleneceğine, bu ilişkilerde baş gös-
maddi yarclımlan anlatır bir kavramdır. teren sorun ve anlaşmazlıkların nasıl en
İkincisi ise yaşadığı sürece anababaya ra- adaletli bit biçimde giderileceğine yöne-
hat bit yaşam olanağı sunmanın dışına lik öneriler getiren; adaletli bir hukuk
çıkar. Onlara ruhsal, duygusal zenginlik- dizgesinin nasıl olması gerektiğini temel-
ler taşımak demeye gelir. Anababalar öl- lendirmeye çalışan; hukukun insan ya-
dükten sonra çocuklar, onların sonuç- şamı bağlamında yerini ve ödevlerini,
landıramadığı amaçlan kendi amaçlan o- başta genel felsefe anlayışUIUZa ilişkin
larak bilmelidir. Bu anababanın ruhu için içerimleri olmak üzere bütün yönleriyle
kurbanlar kesmekten bile daha önemli- dizgeli bit biçimde ele alan felsefe dalı.
dir. Aynca bkz. Konfüçyüs. ilk bakışta felsefenin özerk bit dalı
olarak görünmesine karşın, hukuk fel~e
Hsun Tzu bkz. Konfüçyüsçülük. fesini metafizik ya da bilgikuramı gibi
felsefenin bağımsız bit alanı olarak de-
budüs (Ar.) Sözcük anlamı "sonradan ğerlendirmek doğru olmaz. Özellikle e-
meydana gelme" olan bu kavram, İsiam tik ile siyaset felsefesi alanlarıyla pek çok
felsefesinde evrenin yaratılmış olduğu bakımdan ilgilerinin ortak olması, yanıt
önvarsayımına dayarularak Tanrı'nın var- aradığı soruların pek çoğunun felsefenin
lığının tanıtlanmasına yönelik evrenbil- çeşitli alanlarında zaten soruşturuluyor
gisel uslamlamaya verilen addır. "Hudus olması bunun en temel nedenidir. Nite-
kanıu" da denen bu uslamlamaya göre kim "yasa'', "iyi", "adalet", "değer" gibi
söz konusu önvarsayım bizi varlıktan en temel hukuk kavramları, ayru :ı.aman
önce yokluğun olduğu, varolanlar yoktan da Platon'dan beri kendilerine yer edi-
geldiğine göre de bit yarauaya gerek- nen değme biter felsefe kavramıdır. Hu-
sinecekleri gibi bit çıkarıma götürmekte- kuk felsefesinin tarihinin en az felsefe-
dir. Böylece Tanrı /eaJi111 C'ezelden beri nin tarihi kadar eski olduğu, hatta ço-
varolan"), evren ise bt1Jis C'sonradan ğunluk Batt felsefesinin başlatıldığı Eski
meydana gelen") olarak kabul edilmiştir. Yunan döneminden ele gerilere uzandığı
İslam felsefesinde kullanılan bu temel- görülür. Nitekim Doğu Asya, Hint, Mı
lendirme Bau felsefesinde de Maimoni- sır, Mezopotamya gibi geçrnişın yüksek
des ile Thomas Aquinas tarafından dile kültürlerinin söylenlerinde, kimileyin do-
getirilmiştir. ğadan gelen kimileyin de Tann eliyle yer-
yüzüne indirilmiş düzeni imlemesi bakı
hukuk fdsefesi [İng. pbilosopl!J of /aar, mından hukuk olgusundan sıkça söz e-
Fr. philosopbie tlN droil', Alm. rrcbtspbikı dilmektedir. Ancak hukuk felsefesinin
sopbie] En genel anlamda, bit bütün ola- günümüzdeki anlamıyla ilk kez ele alını
rak hukukun özünü, doğasını, amaçları şı, ussal bakımdan sorgulanmaksızın be-
nı, kapsamını ve içeriğini inceleyen; hu- nimsenen söylenlerle bezeli arkaik anla- ·
kukun kaynağını, kökenlerini ve daya- yışın derin bit sarsınuya uğradığı M.Ö.
naklarını felsefi bakımdan temellendiren; V. yüzyıla karşılık gelen Yunan Aydın
"adalet'', "yasa", "hak'' gibi belli başlı lanması'yla olmuştur. Para karşılığı ders
hukuk terimlerinin anlamlarını açımla- vererek geçimlerini sağlayan, pek çok
689 hukuk felsefesi
yerde geçerli birtalam değişmez ilkcler yasalarını çözümleyerek söz konusu diz-
vardır. İşte bu değişmez ilkeler, insan gelere kendi içinde tutarlı olma özelliğini
yapımı bütün hukuk dizgelerini kendile- kazandıran temel özclliklcrin neler oldu-
rine başvurarak denetleyebileceğimiz za- ğunu betimlemektir. "Hak", "ödev", "a-
manclışı, toplumlarüstü bir hukuk dizge- nayasa" gibi belli başlı hukuk terimleri-
si oluştururlar. Bu yeni doğal hukuk ta- nin anlamlarını çözümleyerek kavramaya
nımı karşısında modem hukuk felsefe- çalışan çözümleyici yaklaşım ünlü İngiliz
cileri iki ayrı kampa ayrılmaktadır. Bu düşünürü Jcremy Bentham tarafından
kamplardan ilkinde yer alanlar doğal hu- yürürlüğe' konmuş, J ohn Austin ile doru-
kuk düşüncesini bütünüyle olurlayarak ğuna ulaşmıştır. Hukuk felsefesi çevrele-
doğal hukuk ilkelerine uymamanın teli: rinde çözümleyici hukuk felsefesi genel-
başına bir hukuk dizgesini geçersiz lal- likle hukuk ile eıilı: arasındaki ilişkinin
maya yeteceğini savunurken, ikinci kamp- zorunlu olmadığını, aralarında salt tarih-
ta yer alanlar doğal hukukun varolan hu- sel bir bağlantı bulunduğunu savunan
kuk düzenini sınayabileceğimiz bir "en- pozitif hukuk felsefesinin bir biçimi ola-
sen" ölçüt olarak değcdcndirilcmcyecc rak görülmektedir,
ğini, hukuki bir geçerlilik ölçütü olmak- · Hukuk felsefesinde en çok tartışılan
tan çok olsa olsa hukuk tartışmalan düz- konulardan birisini birey ile hukuk ilişki
leminde sağladığı yeni eleştiri olanakları sinin, daha açık bir deyişle kaynağı dün-
bakımından bir işlevi olabileceğini ileri ya içinde ya da dünya dışında bulunan
sürmektedirler. belli bir güç (ıktidar) tarafından konmuş
Hukuk felsefesinde, doğal hukuk ile hukuk düzeni karşısında bireyin özgür-
pozitif hukuk konumlan dışında bir ü- lüğünün sınırlarının nasıl çizileceği so-
çüncü konum olarak öne çıkan yaklaşım, runu oluşturur. Bu sorun bağlamında ye-
ıoplıt111bili111sel yaklapm'dır. Söz konusu rini alan bütün konumlar, eninde sonun-
yaklaşımda, bir yanda hukukun "güç/ da savundukları düşüncelerin içeriğine
erk" ile ilişkisi araştınlııkcn, öbür yanda göre iki uç konum arasında sıralanırlar.
toplumsal ve ekonomik ctkcnlcrin hu- Buna göre bir uçta tek yetke olamk bü-
kuk üzerindeki etkileri mercek altına alı tünüyle bireyi tanıyan, bireyin özgürlü-
nır. Bu yeni yaklaşınun en belirgin özel- ğünün şu ya da bu hukuk düzeni gerekçe
liği, değişmez yasaları bulgulamayı amaç- gösterilerek hiçbir bir biçimde sınırlan
layan "normatif" (düzgükoyucu) bir a- clınlamayacağını savunan "anarşizm" bu-
raşurma olmak yerine, daha iyi bir hu- lunur. Öteki uçtaysa bireyin varolan yer-
kuk düzenine geçmeye yönelik olarak leşik hukuk düzenine kayıtsız şartsız bo-
verilen çözümlemelerde kendisini göste- yun eğmesin.i, düzenin. belirlediği yaRala-
ren "betimleyici yaklaşımı benimsemiş m uygun davranmasını tek çıkar yol ola-
olmasıdır. Bu yaklaşım mantığı uyannca mk gören "totalitarizm" yer almaktadır.
hukuk konularını irdeleyen öğretiler ara- Aynca bkz. Grotius, Hugo; Bentham,
sından en çok öne çıkanı Marxp lmle.11k · Jcremy; Aııstin, John; doğal hukuk
.falrefui'dir. Yine özünde betimleyici yak- (kuramı); adalet; anarşizm.
laşımı benimsemekle birlikte, kendisine
bir dördüncü yaklaşım olarak bakılabile hult11 (Ar.) Tann'nın kendisinin ya da
cek bir konum daha söz konusudur. niteliklcrinin yar.ıttıklanndan birinde ya
Ôzcllikle İngilizce konuşulan ülkelerin da tümünde ortaya çıkması anlamındaki
felsefe geleneğinin doğal bir uzantısı ola- bu kavram, tasavvuf düşüncesinde vah-
rak görülebilecek (Özjiml!Jiti h111e.Nk felre- det-i vii&Hd anlayışı çerçevesinde varolan-
fesı'dir
bu. Söz konusu hukuk felsefesi ların tamamının Tann'nın varlığına ge-
yaklaşımınınen temel amacı, varolan hu- reksindiğini göstermek için kullanılmış
kuk dizgelerinin ilksavlannı, terimlerini, tır. Ne var ki Hallac-ı Mansfu:, İbnü'l-
691 Hume,David
açnuş XX. yüzyılın en önemli düşünür yon (varsam) ve derin yanlış algılamalar
leri arasında gösterilen Alman filozof. sorunu karşısında büyük güçlükler çıkar
Düşünsel serüvenine klasik düşünürler maktaydı. Bunun yanında, söz konusu
den Locke, Berkeley ve Hume'un başını tanım bilincin yönelmişliğinin tam olarak
çektiği İngiliz Deneyciliği'ni incelemekle neden oluştuğu sorusunu yanıtsız bı
başlanuş olmakla birlikte, Husserl daha rakmaktaydı. Husserl bu eksikliklere ya
sonra Descartes, Leibniz ve Kant'ın fel- da boşluklara bağlı olarak bilinci bir
sefelerine yönelerek döneminin egemen nesneye yönelmiş kılan bilinç özellikleri-
felsefe anlayışı "Yeni Kantçılık" ile sıcak nin neler olduğu üzerine ayrıntılı bir çö-
bir düşünsel ilişki içine girmiştir. Hus- zümleme sunma yoluna koyulmuştur.
serl'in birtakım felsefecilerden anlaması Bilincin bütün özelliklerinin hepsini bir-
son derece güç yazılarının olduğu, düşü den *noe111a diye tanımlayan Husserl, "no-
nürken ipin ucunu kaçırdığı, kendi söy- ema"nın belli bir zamanda bilinci görü-
lediklerinin izini bir süre sonra kendisi- nüşte bir nesneye yönelmiş olarak kendi-
nin dahi süremediği yönünde aldığı eleş sini gösteren edim ile birleştirdiği sap-
tiriler, kavraması ve izlemesi son derece tamasında bulunmuştur. Bu anlamda
güç bir felsefe yordanu geliştirmiş olma- "noema" bilinç ediminin yöneldiği nesne
sına dikkat çekmesi bakınundan önemli- olmaktan çok bilincimizin nesneyle iliş
dir. Husserl hemen bütün düşünsel ya- kiye geçmesini olanaklı kılan yapıdır. Bi-
şanu boyunca fefsefeye yeni bir yön lincin yönelmişliğini oluşturan yapı ola-
çizme, yeni bir başlangıç noktası belir- . rak "noema"nın Husserl'e göre iki temel
leme arayışı içinde olmuştur. Görüngü- bileşeni vardır. İlki deneyimin çeşitli bi-
bilim adını verdiği bu arayışın çıkış leşenleri ile nesnenin çeşitli özelliklerini
noktasını, düşüncelerine büyük değer birleştiren "nesne anlarnı"yken, ikincisi
verdiği hocası Franz Brentano'nun felse- çeşitli türden edimleri birbirinden ayırt
fesinde gözlemlediği birtakım boşluklar eden (sözgelimi, bir nesneyi algılama e-
oluşturmaktadır. Nitekim Husserl'in te- dimini, o nesneyi anımsama ya da o nes-
mellerini attığı görüngübilimin ana ko- ne üzerine düşünme edimlerinden) thetik
nusunu "yönelmişlik" sorunu oluştur bileşendir. ''Thetik" bileşen bu noktada
maktadır. Bu anlamda Husserl'in hemen bir nesneye gerçeklik niteliği kazandır
bütün görüngübilim çabaları yönelmişlik mak açısından son derece önemlidir. Bu
düşüncesinin açıklığa kavuşturulması o- noktada dikkat edilmesi gereken önemli
larak değerlendirilebilir. Husserl'in yö- nokta, bir kişiyi algıladığımızda sanıldı
nelmişlik konusu üzerine ilgisinin teme- ğının tersine fiziksel bir nesne ya da ci-
linde çok büyük ölçüde hocası Franz sim algılamamı7.a bağlı olarak orada bir
Brentano'nun düşüncelerinin yatmakta kişi olduğu çıkarımını ya:pmadığınuzdır;
olduğu bir gerçekse de sorunu ele alış çünkü burada algıladığınuz kişi kendi
bakımından Brentano ile Husserl arasın bakış açısından dünyayı yapılandıran ve
da son derece derin farklılıklar söz ko- deneyimleyen bir kişidir. Bu anlamda
nusudur. "noerna" her zaman için bir kişinin "no-
Husserl'in bu bağlamda bütünüyle ema"sıdır. Bu durum salt fiziksel nesne-
odaklandığı, Brentano'nun "Yönelmiş ler için de aynıdır; yani kişileri algılamak
liği bir şeyin bilinci olarak deneyimlenen fiziksel nesneleri algılamaktan daha gi-
yaşantıların kendine özgülüğü yoluyla zemli bir şey olmadığı gibi, anlamak için
anlarız" tümcesidir. Bu tümceden de gö- daha başka süreçlere başvurmayı gerekti-
rüleceği üzere, Brentano "bilincin yö- ren bir şey de değildir Husserl'e göre.
nelmişliği" ni belli bir nesneye yönelmiş Dolayısıyla bir fiziksel nesne görüldüğü
liği olarak tanımlamaktaydı. Oysa bu ta- vakit burada görülen duyu verileri değil
q_ım Husserl'e göre özellikle halüsinas- dir; yani görülenden elde edilen duyu ve-
Husserl, Edmund 696
yönünü değiştirme işlemini, bizi doğru gübilim ile Görüngübilimsel Felsefe Üs-
dan doğruya "eidos"a götürdüğü için tüne Düşünceler, 1913); Erste Philosophie
"eidetik indirgeme" diye adlandırmıştır. ~lk Felsefe, 1923-1924); Fomale 11nd tra-
Husserl buna karşı doğal davranışı bü- tıSZ!"denıale Logik: Vm11ı:b einer Kritik der
tünüyle bir kenara bınıkarak, nesneleri logischen V em1111ft (Biçimsel ve Aşkınsal
ayraç içine alarak, yalnızca kendi bilin- Mantık: Mantıksal Usun Eleştirisi De-
cimiz ile onun yapılan üstüne yoğunlaş nemesi, 1929); ilkin Fransızca yayımla
maya ise "aşkınsal indirgeme" ya da *e- nan Cartesi111tische M editationen/ Miditations
poklıe adını vermektedir. İlkece birbirin- ııırtlsimnes (Descartcsçı Derindüşünme
den ayrı bu iki indirgeme biçimine ek ler, 1931) ve Die Krisis der e11ropiiischen
olarak Husserl bu ikisinin bileşiminden Wisıenschaften und di.e transzpıdentale Phd-
oluşan "görüngübilimsel indirgeme" di- nomenoltıgie: Bine Einleilllng in dit phdno-
ye bir üçüncü indirgeme biçimi daha te- menoltıgisı:be Philosophie (Avrupa Bilimleri-
mellendirme gereği duymuştur. Bu son nin Bunalımı ve Aşkınsal Görüngübilim:
indlıgeine bizi doğrudan doğruya görün- Görüngübilimsel Felsefeye Giriş, 1936)
gübilimin temel araştırma konusu gö- sayılabilir. Aynca bkz. görüngübilim;
rüngüye, yani "nocmata"ya götürmekte- görüngü; Brentano, Franz; Merleau-
dir. Husserl'e göre "noemata" içeriğini Ponty, Maurice; özeyönelik indirge-
tam olarak tüketmenin olanaksız olduğu me; aşkınsal ben.
son derece zengin nesnelerden oluşmak
tadır. Dolayısıyla Husserl'in görüngübi- Hutcheson, Francis (1694-1746) Ah-
lim adını verdiği kesin bilim, yaşantıla lak, estetik ve siyaset kuramlarıyla İskoç
nmızdaki, çeşitli deneyimlerimizdeki aş Aydınlanması'nın öncülüğünü yapmış o-
kınsal öğelerin, yani "noema", "*noesis" lan filozof.
ve "hyle"nin görüngübilimsel indirgeme Hutcheson, estetik ve ahlak kuramın
yoluyla açığa çıkarılmasına çalışan bilim- da özellikle John Locke ile Shaftesbury'
dir. Husserl için görüngübilim son çö- den derinden etkilenmiştir. Lockc'un de-
zümlemede öznel bir bakış açısı araştır neyciliğini benimseyen Hutcheson, de-
masıdır. Bilimde nesndlik ve nesnel bil- neyimin bütün düşüncelerin kaynağı ol-
gilere ulaşma amaçlanır. Bu amaç doğ duğunu savunarak Locke'un deneyci bil-
rultusunda farklı gözlemciler arasındaki gikuramını kendisine başlangıç noktası
farklılıklar deneyler ile gözlemlerin dü- olarak almış; aynca onun duyıılan "dış
zenlenimi yoluyla en aza indlıgenmeye sal" ve "içsel" olarak ikiye ayırmasından
çalışılır. Buna karşı görüngübilim bütü- yararlanarak ahlak öğretisini Locke'un
nüyle her öznenin dünyayı farklı bir bi- duyulara ilişkin kuramı üzerine bina et-
çimde yapılandınp kurma biçimleri üze- miştir. Duyuyu, zihnin düşünceleri is-
rine odaklanır. Ancak burada geleneksel tençten bağımsız olarak kavrama ve haz
felsefelerin tersine "öznelerarası" etkile- ile aa algılayışlarına sahip olma yetisi
şim ve iletişim temelinde öznel olana olarak tanımlayan Hutcheson, duyulan
yönelik bir arayış söz konusudur: "Öz- beş ayn sınıfa ayırmıştır. Bunlardan bi-
nelerarasıcılık Görüngübilimi". rincisinde beş duyu olarak bilinen dışsal
Husserl'in başlıca yapıtları arasında duyular vardır. İkinci sınıftakiler uyumlu
Philosophie der Arithmetik: P!Jchologische 11tıd ve oranlı nesnelerden doğan haz algıla
logische Untcrsııçh11ngetı (Aritmetik Felse- malarıdır. Üçüncü sınıftakiler başkaları
fesi: Ruhbilimsel ve Mantıksal Soruştur nın mutluluğundan haz alma gibi kamu-
ma, 1891); Lııgiuhe Unters11ch11ngetı (Man- sal duyulardır. Dördüncü sınıfta kendi-
tık Araştırmaları, 2 cilt, 1900-1901); Ideetı mizdeki ya da başkalarındaki erdemi kav-
Z!' einer mtıen Phiinommologie 11nd phiino- radığımız ahlak duyusu bulunmaktadır.
menologisı:ben Philosophie (An Bir Görün- Beşinci sınıfta ise onur duyusu yer alır.
Hutcheson, Francis 698
aşkın varlık" anlamında kullanılan terim. hyponoia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
Hyperousia sonralan, özellikle Plotinos'un sinde, özellikle de Platon ile Aristote-
"Bir" öğretisiyle birlikte, "tanrısal aşkın les'te, açık olmayan, gizli kapaklı, imalı
lık" anlamına bürünmüştür. söz; bir şeyin ardındaki gizli arılam; ya-
pılan bir benzetmenin alnnda yatan do·
bypodokhe (Yun.) İlkçağ Yunan felse- kundurma, sezdirme ya da anışnrma an-
fesinde, özellikle de Platon'da, oluşun ya lamlarında kullanılan terim.
da değişme sürecinin (*genesis) içinde ger-
çekleştiği, buna karşı kendisinin her za- hypostasis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
man bir ve aynı kaldığı uzam ya da yer. sinde "altta yatan", "temel", udayantı"
Platon Timaios'ta terimi yukarıdaki gi- ya da "görünüşlerin ardında bulunan
bi tanımlarken (50b-51 b). Aristoteles ise gerçek varlık" anlamında kullanılan te-
bypodokhe'yi maddeyle (•byle) özdeş say- rim; Latince'de "töz" için kullanılan subs·
mışnr (Fizik iV, 209b). Aristoteles'in tantia ya da suppositum'a denk düşer.
yorumuna göre, Platon "biçimlendirile- Antik Yunan dünyasında bypostasis'in
bilir olan" ile "yer"i (khora) bir ve aynı düzanlamı, "diğer şeylerin altında yatan,
gördüğünden, maddenin ve uzamın aynı onların dayanağı olan şey; neden"dir.
şey olduğunu düşünüyordu (Tımaios, 51 a- Platon'un dizgesinde bütün idealar birer
52d). Plotinos içinse bypodokhe, ikincil ya bypostasis, görünenin ötesinde gerçek bi-
da duyulur; algılanabilir olan maddedir rer varlıktır. Plotinos ise Parmenides'in
(Dokuzluk/ar II, 4,6; Il, 4,11 ). Bir'iyle (*hen) Aristoteles'in "zihin" (*no-
us) kavramlarını harmanlayıp, Plaıon'un
hypokeimenon (Yun.) İlkçağ Yunan •Demiourgos'u ile Dünya Ruhu'nu yoğura
felsefesinde, özellikle de Aristoteles'te, rak, ortaya yepyeni bir bypostasis çıkar
"dayanak" ya da "taşıyıcı" anlamında kul- mıştır. Bundan böyle, Yeni Platonculu-
lanılan terim. ğun metafizik ile etiğin bütünleştiği dün-
Aristoteles bu terimi maddi değişim yasında, kavranılır ı,ıerçekliğin şu üç aşa
bağlamında; değişmenin ilk ve temel ko- masından her birine bypostasis denecektir:
şulu, değişmenin ana dayanağı, taşıyıcısı Bir (Hen), Zihin (Nous) ve Ruh (*Psykhe)
anlamında kullandığından, kimi zaman (DokuzluklarII, 9,1; V, 2,1; VI, 7,42).
doğrudan •by/e'nin (madde) yerine geç- Günümüzde ise terim daha çok, öyle
tiği de olmuştur. Değişmenin onun ara- olmadığı halde bir şeye, bir nesneye bir-
cılığıyla varlığını sürdürdüğü, oluşun (*ge- takım nitelikler yükleyerek, olduğundan
nesis) onda gerçekleştiği bypokeimenon, başka türlü göstererek, onu tiiz haline
yüklcmlcrin ona dayandığı töz olarak a- getirmeye; bir kavramı ya da soyutlamayı
dını mannksal işlevine borçludur. Gerek bağımsız ya da gerçek bir kendilikmişçe
mannksal gerekse varlıkbilgisel içermele- sine ele alma sürecine; şeyleştirmeye kar-
riyle, terim sonraki düşünce iklimlerinde şılık gelir.
de yaşamaya devam etmiştir. Sözgelimi
Stoacılar için dört kategoriden (*katego- hypothesis (Yun.) İlkçağ Yunan felse-
ria) ilki; Plotinos içinse maddeyle aynı fesinde "başlangıç noktası olarak alta ko-
şey olarak işlev görmüştür (Dokuzluk/ar nan, temelde yer alan ilke" ya da "önda-
ıı. 4,6). yanak" anlamında kullanılan terim: "var-
sayım". Aristoteles'te tanıtlanabilir ya da
hypolepsis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe- gösterilebilir olmayan ilk ilkeler: belitler
sinde "yargı"ya da "hüküm" anlamında (ilksavlar) ile koyutlar.
kullanılan terim. Platon ile Aristoteles'te
daha çok "kanı" ya da "sanı" (*doksa) an- Hyppolite, Jean (1907-1968) Gerek çe-
lamında kullanılmışnr. virileri gerekse yorumlarıyla Hegel'in il.
701 Hyppolite, Jean
Dünya Savaşı sonrası Fransası'nda yeni- Bilgi'nin peşinden koşsa da burada bilin-
den önem kazanmasına Alexandre Ko- cin yaptığı umutsuz bir yolculuk değildir.
jeve'yle birlikte öncülük eden Fransız fi- Bundan başka Hyppolite, Hegel'in Marx'
lozof. ın yabancıl11Jma üzerine görüşlerini ön-
Jean Hyppolite, Hegel'in Phiino111e110/a- celediğini vurgulamış ve karşılıklı tanı
!Je Ju Geistrs (Tinin Göriingübilimi, 1807) (n)manın ben ile öteki arasındaki gerili-
adlı yapıtının yetkin çevirisinin birinci min üstesinden gelebileceğini savunmuş
bölümünü 1939'da, ikinci bölümünü tur.
194l'de tamamlamış; bu yapıta ilişkin Son çözümlemede Hyppolite, çalış
büyük ölçüde kabul gören yorumunu da malarında Marxçılık ile varoluşçuluğu
1946'da Ge#isı et strHdltre Jt la Phbıoml birbiriyle ilişkilendirip varoluşçuluğu He-
ııolatfa Jt l'tsprit dı Hegıl (Hegel'in Tınin gelcilik ile Marxçılığın uzlaşma zemini o-
Görüngübilimi'nin Doğuşu ve Yapısı) larak ele alarak Hegel ile Marx'ın felse-
adıyla yayımlamıştır. Bu ünlü Hegel oku- felerini yakınlaştırmak için çabalamıştır.
masını varoluşçuluğun ve Marxçılığın et- Michel Foucault gibi çağımızın önde ge-
kisi altında yapan Hyppolite, tıpkı He- len filozotlanrun hocalığını da yapmış o-
gel'le Hussed~in görüngübilimleri arasın lan Jean Hyppolite'in diğer önemli ya-
da derin bağlar olduğunu savunan Jean pıtları arasında, erken ve geç dönem He-
Wahl gibi, mutlu .bilincin ya henüz kötü gel felsefeleri arasındaki ilişki üzerinde
yazgısının farkında olmayan saf bir bilinç durduğu lııb'rıdttttio#a la philasophie de
ya da üzerine bina edildiği ikiliğin üste- l'histoin Jı Hegel (Hegel'in Tarih Felsefe-
sinden gelerek bütün ayrılıklann ötesin- sine Giriş, 1948), Hegel'in mantığını gö-
deki birliği keşfeden yetkin bir bilinç ol- riingübilimin varoluşçu boyutuyla buluş
duğunu söyleyerek, r;,,;,, Gomgiibili111ı' turmaya çalıştığı LolilJ11e ıt existrııer, essai
nin temel izleğinin "mutsuz bilinç" ol- S11r la Logiq111 Jt Htgel (Mantık ve Varo-
duğunu öne sürmüştür. Hyppolite ve luş: Hegel Mantığı Üzerine Yazılar, 1953 )
Wahl, Hegel'in ilk yapıtları ile r;,,;,,Gii- ile Marx'ın ilk dönem yazılannda Hegel-
rİİtlgiibilimlnde Kierkegaard'a beklenen- ci izleklerin izini süren Et11Jtı S11r Marx et
den çok daha fazla yaklaşan bir filozof Htgtl (.Marx ve Hegel Üzerine Çalışma
bulunduğunu öne sürerler: Hegel her ne lar, 1955) sayılabilir. Aynca bkz. Kojeve,
kadar herkesin kabul ettiği gibi Saltık Alexandre.
ii
lamblikhos bkz. ilkçağ felsefesi; Yeni maya çalışmıştır. İbn Haldun yaptığı bu
Platonculuk. araştırmalar ve çözümlemeler sırasında
geçmişteki olaylara ilişkin açıklamaları
İbn Haldun (1332-1406) Özellikle Ba- değerlendirmenin ölçütünü ya da kuralı
tı'da tarih felsefesinin ve toelumbilimin nı ortaya koyarak, tarihçilere büyük bir
temellerini attığı düşünülen Islam tarih- yardımda bulunabilecek, "kültür bilimi"
çisi, tarih felsefecisi ve düşünürü. İbn (ilm-iil-Hmran) diye adlandırdığı bilimi kur-
Haldun, Arapların ve Berberilerin tari- muştur. Bu ölçüt ya da kural, tarihte doğ
hini konu alan El-Unvanii'l-İberfl Divani'l- ru olanı yanlış olandan ayırmayı olanak-
MHbtede ve'l-Haber (1380) adlı büyük ya- lılığa ya da olanaksızlığa dayandırmakta
pıtının giriş bölümü olan MHkAddi111e'yle dır. Bir toplumun incelenmesi sonucun-
dindışı tarih felsefesinin önünü açmıştır. da onun doğasına temel ya da içsel olan-
Ayrıca M11kaddime'nin birinci kitabında lar ile hiçbir zaman ona ait olamayacak
genel bir toplumbilim, ikinci ve üçüncü olanlar birbirlerinden ayırt edilebilir. Böy-
kitaplarında bir siyaset toplumbilimi, dör- lelikle olanaklı olanlar ile olanaksız olan-
düncü kitapta bir kent yaşamı toplumbi- lar birbirinden kolaylıkla ayrılabilir.
limi, ôeşinci kitapta bir ekonomi top- İbn Haldun'un toplumsal görüngü-
lumbilimi, altına kitapta bir bilgi top- nün incelenmesinde benimsediği tutum
lumbilimi açıklaması sunmuştur. İnsan onun birçok yorumcu tarafından top-
uygarlığının gelişimini etkileyen ruhbi- lumbilimin öncüsü olarak selamlanma-
limsel, ekonomik, çevresel ve toplumsal sına neden olmuştur. İbn Haldun'un ta-
olguları belirlemeye çalışan İbn Haldun rihin incelenmesi için oluşturmaya çalış
grup ilişkilerinin dinamiklerini çözüm- tığı kuramsal yapı da tarih felsefesine ö-
lemiş ve toplumsal bağlılığın yeni bir uy- nemli bir katkıdır. Nitekim hem toplum-
garlığın ve siyasi gücün doğuşunu nasıl sal hem de tarihsel görüngünün bilimsel
sağladığını göstermiştir. ve nesnel çözümlemeden geçirilmesi ge-
Tarih felsefesinde tarihsel bilgilerin rektiğinin üzerinde duran İbn Haldun ta-
usun ölçütleri ile toplumsal ve fiziksel rihin evrensel yasalara bağlı olduğunu ö-
yasalara bağımlı kılınmasına öncülük e- ne sürmüştür. İbn Haldun bu görüngü-
den İbn Haldun tarihsel verilerin ince- lerin bir rastlantı meselesi olmadığının,
lenmesinde ve çözümlenmesinde dört te- bu görünümlerin doğal görüngüleri yö-
mel noktaya işaret eder: (i) olayların bir- netenler denli saltık olmasalar da düzenli
birleriyle neden-sonuç ilişkisi çerçevesin- ve iyi tarumlanmış şemaları ve sıralan
de ilişkilendirilmesi; (ıi) geçmiş ve şimdi maları izleyen toplumsal olaylara sürekli
arasında benzerlikler kurulması; (iii) çev- biçimde neden olan yasalara tabi olduk-
re etkenine dikkat edilmesi; (iv) kalıtsal larının altını çizmiştir. Toplumu kendi ya-
ve ekonomik koşulların göz önüne alın salarına boyun eğen bir organizma ola-
ması. Böylelikle eleştirel tarih çalışması rak gören Ibn Haldun, toplumsal ve ta-
nın öncülüğünü yapan İbn Haldun, in- rihsel görüngülerin de toplum, uygarlık
san uygarlığının gelişimine en başından ve tarih çalışmalarında bulgulanıp uygu-
bu yana katkıda bulanan etkenlerden bu lanması gereken kendi yasalannın dene-
uygarlığın ve çöküşünün nedenlerine ka- i:imleri altında olduklanru öne sürer. İbn
dar uzanan ayrıntılı bir çözümleme sun- Haldun'a göre insan usunun tarihsel ka-
703 lbnRütd
filozofları da derinden etkilemiştir. Nite- olan edimsel olanla, zorunlu olanla· öz-
kim İbn Rüşd'ün ölümünün üzerinden deş hale gelmektedir. Buna karşılık İbn
bir )'Üzyıl geçmeden Latince'ye çevrilen Rüşd, İbn Simi'nın yaptığı gibi bir şeyin
bu eserler, kimi Hıristiyan felsefecilerin varoluşu ile özü arasında mantıksal bir
İbn Rüşd'ün Aristoteles yorumlarından ayrıma gidilebilirse de, varoluş ile öz ara-
etkilenerek herkes için tek bir zihinsel sında zorunlu bir ilişkinin bulunduğunu
ruhun varolduğu ve ölümsüz olanın bu öne sürmüştür. Ona göre İbn Sina var-
aşkın ruh olduğu, mutluluğun bu dün- oluş ile öz arasında yapnğı mantıksal ay-
yada yakalanabileceği ve dünyanın bir rımdan yola çıkarak Yeni Platoncu tü-
başının ya da sonunun olmadığı gibi rüm kuramını .Saltık Varlık olarak belir-
yerleşik Hıristiyan tanrıbilimi görüşlerine lediği Tanrı'ya etkin bir rol verip kendi
karşı yıkıcı etkiye sahip düşünceleri sa- felsefesine uyarlamaya çalışırken mantık
vunan, ortaçağ sonlarından başlayıp Rö- sal düzenle varlıkbilgisel düzeni, düşün
nesans boyunca etkili olacak bir İbn celerin düzeniyle şeylerin düzenini birbi-
Rüşdcülük akımı kurmalarına neden ol- rine karıştırmaktadır. Bu noktada Gazili'
muştur. nin aranedenciliği ile İbn Sina'nın sudur
İbn Rüşd Aristoteles üzerine yorum- (türüm) kuramı arasında pek bir fark
larında nadiren ele aldığı tanrıbilimsel yoktur: her ikisi de tüm varolanları doğ
konulara asıl olarak Gazali'nin felsefeye rudan insan bilgisinin dışındaki tanrısal
yönelik eleştirilerini Farabi ve İbn Sina'yı eyleme dayandırmaktadır. ( >ysa İbn Rüşd'
hedef alarak dile getirdiği Tehafot·ül-fe· ün Aristotelesçi düşüncesinde evren in-
ld.sife (Feylesofların Tutarsızlığı) adlı ya- san zihninin araştırma yoluyla her köşe
pıtına yanıt niteliğinde olan Tebafot-üt-Te· sine ulaşabileceği tek bir gerçek dizge-
bafüt (futarsızlığın Tutarsızlığı) gibi daha den ibarettir.
çok tartışma kıvamında ürettiği yapıtla İbn Rüşd'ün felsefenin ve diğer yan-
rında eğilmiştir. Bu yapıtında Gazili'ye dan Yeni Platonculuğa karşı Aristoteles-
yanıt vermeye çalışırken İbn Sina'nın sa- çiliğin bir savunusu olarak yazdığı Teha·
vunduğu Yeni Platonculuk yaklaşımın füt·üt-Tehafot'ün başlıca hedefi olan Teha·
dan kendisini uzak tutmaya çalışması İbn fot-ül-feld.sife'de Gazali İslam fcylesofları
Rüşd'e oldukça zorluk çıkarmışnr. nın (/eld.sife) iki büyük sorunla başının
İbn Rüşd ile İbn Sina arasındaki en belada olduğunu öne sürer. Bu sorunlar-
önemli yöntembilgisel anlaşmazlık öz ile dan birincisi feylesofların o kadar des-
varoluş arasındaki ilişkinin çözümlenme- tekledikleri felsefi teknikleri yanlış uygu-
si konusundadır. Öz ile varoluş aras'ında layarak felsefenin kendisinin öne sürdü-
Tanrı dışında her şeye uyguladığı bir ay- ğü doğruluk ölçütleriyle çelişmesiclir. İbn
rıma giden İbn Sina, özü gereği zorunlu Rüşd bu konuda bir yandan usyürütme-
olarak varolan Tanrı dışındaki her şeyin nin "kesin bilgi"ye erişmede yetersiz kal-
varlık olarak gerçekleşebilmek için başka dığını savunurken diğer yandan feylesof-
bir şey tarafından zorunlu kılınması ge- ların uslamlamalarını "kesin bir biçim-
rektiğini savunur. Bu durumda, İbn Rüşd' de" çürütmek için felsefenin kendisine
ün çok doğru bir biçimde yorumladığı (özellikle de mantığa) başvurma tutumu-
gibi, F:irabi'nin ortaya koyduğu "olum- nun Gazıili'nin kendi tutarsızlığının en
sal" varlık kategorisi (mümkin-ül-vücliıi) büyük kanıtı olduğunu belirtir. İkinci bü-
İbn Sina'da ortadan kalkmaktadır. İbn yük sorun ise felsefenin ulaşnğı sonuçla-
Rüşd'e göre İbn Sina'nın dizgesinde ger- rın feylesofların desteklemek üzere yola
çekte iki tür varlık söz konusudur: baş çıktıkları İslam'ın ilkeleriyle çelişmesidir.
kası aracılığıyla zorunlu olan ile kendi Bu noktada Gazali'nin feylesoflara yö-
başına zorunlu olan. Bu durumda özü nelik eleştirilerinin temel taşlarından biri,
kendi varoluşunu içermese de olumsal Kuran Tanrı'nın dünyayı yoktan var etti-
705. İbnRiifd
öbür dünya inananın yalnızca sıradan açmıştır. Ne var ki bu yorum İbn Rüşd'
inananlan doğru davranmaya yönlendir- ün gerçek amaa dikkate alındığında tü-
mek için işlevsel olarak kullamlan bir müyle geçersizdir. Onun amaa bir şeyi
araç olduğunu öne sürüp bir adını daha bilmenin birçok yolunun bulunduğunu,
ileriye gitmiştir. bunlardan bazıları diğerlerinden daha ke-
Bu noktada İbn Rüşd'ün Aristoteles' sin olsa da, bunların hepsinin kabul edi-
in tanıtlama, diyalektik ve retorik arasın lebilir olduğunu göstermektir. İbn Rüşd'e
da öngördüğü ayrımı aynen alarak bunu göre dini hakikatleri farklı biçimlerde
sırasıyla feylesofların, kelamalann ve kit- bilsek de gerçekte ayru şeyi bilmekteyiz-
lelerin düşünme biçimlerine uyarladığı dir. İbn Rüşd felsefecilerin, retorikçilerin
gözden kaçınlmamalıdır. Ona göre dini ve bilge kişilerin kendileri için önem ta-
öğretinin içerdiği Kuran'ın içrek (batını) şıyan ahlak ve iman gibi konulan tartışır
anlamına karşılık gelen hakikatleri diya- ken benzer bir dil kullandıklannı ileri sü-
lektik yöntemi kullanan kel:imalar değil, rer. Bu dil ne kullanım biçimi olarak öz-
ancak tanıtlama ve tasım yöntemlerini deş ne de çift anlamlıdır. Aynı adın farklı
izleyen feylesoflar gereğince yorumlaya- kullanımları arasında bağlantılar vardır ve
bilir. İbn Rüşd bu düşüncesini hakikat bu bağlantılar bu kullanımların aynı adın
hakikatle çatışmayacağından felsefe bizi kullanımlan olduğunu söyleyecek denli a-
Kuran'ın hakikatiyle uyuşmayan sonuç- çık olduklarından burada aynı düşünce
lara götüremez yollu uslamlamasında te- lere ve inançlara dayanan bir görüşler
mellendirir. İbn Rüşd'e göre İslam ussal çeşitliliğinin söz konusu olduğu söylene-
bir inançlar dizgesidir ve inananlanndan bilir. Nitekim İbn Rüşd İslam'ın mü-
nasıl davranmalan ve düşünmeleri ge- kemmelliklerinden birinin de inananları
rektiğine ilişkin bu uslarnlamalara dikkat nın büyük bir bölümü tarafından rahat-
etmelerini ister. İzleyebilenler için bu us- lıkla anlaşılabilmesi olduğunun altını çi-
lamlamalar Kuran'da ve başka yerlerde zer. Ama İbn Rüşd yine de Kuran'daki
r.ı hatlıkla bulunabilirken, izleyemeyenler alegorik bölümlerin mantık bilgileri ile
için anlaşılması daha kolay başka hakikat düşünsel eğitimleri sayesinde en iyi fey-
kurguları vardır. İbn Rüşd hukuka baka- lesoflar tarafından anlaşılabileceğinde ve
rak bunun nasıl kabul edilebilir olduğu aynca tanrıbilimcilerin iddia ettiğinin ter-
nu görebileceğimizi öne sürer. Hukuk- sine bu bölümlerin batın! anlamlarıyla
çular yasamanın arkasındaki ilkeleri ay- değil de görünen (zilıiri) düz anlamlarıy
rıntılı bir biçimde incelemelerine karşın la yorumlanmaları gerektiği yönünde di-
toplumun büyük bir losrm bu uslamla- ni bir buyruğun bulunmadığında ısrarlı
maları derinlemesine düşünmeksizin yal- dır.
nızca izlerler. İbn Rüşd'e göre bunda İbn Rüşd, Platon'un Devleti üstüne
yanlış bir şey yoktur: toplumda herkesin yazdığı yorumıanda, kendi döneminin
avukat olması gerekmez; insanlar hu- tanrıbilimcilerini Platon'un Devlette lo-
kuka farklı farklı yaklaşabilirler. Kimileri yasıya eleştirdiği ve topluma yaydıkları
hukuku bütünüyle anlamaya çalışırken, düşüncelerle ideal devlete karşı en büyük
kimileri de gerektiğinde ilgilenirler ve bu tehditlerden biri olarak gördüğü sofist-
farklılıklar insanlann toplumda düzenli lere benzetir. Platon'u kendi Aristoteles-
bir biçimde yaşamalarını engellemez. İbn çi kavramlarıyla ele aldığı ve metni kendi
Rüşd'ün bu aynmı, kimi felsefecilerin o- döneminin İslam devletine uyguladığı bu
nun yalnızca felsefenin hakikati ortaya yorumunda İbn Rüşd, Platon'un ideal
çıkardığını, dinin ise düşünsel açıdan za- devletin düzenini nelerin bozabileceğiyle
yıf olup yanlış hikayeler ve öğretilerle ilgili düşüncelerini İslam dünyasının geç-
tatmin olabilecek olanlara uygun oldu- mişteki ve kendi dönemindeki siyasal
ğunu düşündüğünü varsaymalanna yol düzeninin bazı olumsuz boyutlarını gös-
707 İbn Rüşdcülük
termek için kullanır. Tanrıbilimcileri İs ken diğer bir nokta da yaşadığı yer itiba-
lam devletine ve İslam'ın saflığına yöne- riyle (Endülüs) Ban'ya çok daha yakın
lik birer tehdit olarak gösterip yöneticile- olan İbn Rüşd'ün etkisinin İslam dünya-
rin bunların düşüncelerinin halka ulaş sından çok ortaçağ Hıristiyan dünyasını
masının önüne geçmesinin yerinde ola- kapsadığıdır. İbn Rüşd'ün burada anıl
cağını savunur. mayan diğer önemli yapıtları arasında
İbn Rüşd Platon'un Dev/et'ine ilişkin din ile felsefe arasındaki uyumu konu a-
yorumunda olduğu gibi diğer birçok ya- lan Fasl-ül-Makal ile tanıtlama yöntemle-
pıtında da din ile felsefe ilişkisinin çok rini incelediği Kef-ül-Menahic-ül-Edille baş
iyi anlaşılması gerektiği üzerinde durmuş ta gelir. Aynca bkz. Gazfilt; İbn Sinıi;
rur. Ona göre vahiy, iletisini kitlelere fel- İbn Rüşdcülük; Aristotelesçilik; Meş
sefenin yapabileceğinden daha iyi sundu- şilyyün; Bıitınilik; çifte hakikat; İslıim
ğundan felsefeden üstündür. Peygamber- felsefesi; ortaçağ felsefesi.
ler kitleleri eğitmek, geleceği anlamak,
dini yasalar oluşıurmak, bütün insartların İbn Rüşdcülük ~ng.Averroism; Fr.Aver·
mutluluğuna katkıda bulunmak gibi fey- roisme; Alın. Averroismus] Ban'da Aver-
lcsoflann yapamayacağı şeyleri yapabilir. roes denilen ve "Yorumcu" olarak tanı
Peygamberler kutsal vahiy ya da ilham nan İbn Rüşd'ün (1126-1198) etkisiyle
aracılığıyla insanların nasıl davranmaları XIII. yüzyıl sonlarında Hıristiyan dünya-
gerektiğini anlamalarını olanaklı kılan ya- sında yayılan Aristotelesçi düşünce akı
salar yapar -ki feylesoflar peygamberin mına XIX. ve XX. yüzyıllarda verilen ad.
sahip olduğu ktl!'amsal bilgiye sahip ol- Yerleşik (ortodoks) Hıristiyan düşünce
salar da bu bilgiyi bir yasada somutlaşn siyle uyuşmadığı için "radikal" ya da
np insanları bu yasaya boyun eğmeleri "heterodoks" Aristotelesçilik de denen
gerektiğine ikna edecek güce sahip de- bu akımın öne çıkardığı üç önemli anla-
ğildirler. Peygamberle feylesofun savun- yış, herkes için tek bir zihinsel ruhun va-
duğu içerik aynı olsa da peygamber bu rolduğu ve ölümsüz olanın bu aşkın ruh
içeriği topluma feylesoftan daha iyi su- olduğu, mutluluğun bu dünyada yakala-
nar ve insanın mutluluğuna ilişkin dü- nabileceği ve dünyanın bir başının ya da
şünceleri toplumun yaşamını düzenleyen sonunun olmadığıdır. Doğal olarak, ilk
siyasal düşüncelere ve toplumsal norm- anlayış Hıristiyanlığın insan ruhunun ö-
lara dönüştürebilir. Dinin felsefe karşı lümsüzlüğü öğretisine, ikincisi öbür dün-
sındaki temel üstünlüğü felsefece usyü- ya inancına, üçüncüsü ise dünyanın Tan-
rütmcnin sahip olmak zorunda olmadığı rı tarafından yokıan var edildiği inanışına
kılgısal bir bilgi biçimini içermesidir. ters düşmektedir. İbn Rüşdcüler hu gii-
Meşşaiyyun adı verilen İslam Aristo- rüşlere bağlı olarak ikili bir hakikat öğre
ıelesçilerinin sonuncusu ve gerçek Aris- tisi ileri sürmüşlerdir. Yanlış bir biçimde
roıelesçilik bağlamında doruğu olan İbn "çifte hakikat" olarak da adlandırılan a-
Rüşd birçoklarına göre İslam felsefesinin ma aslında İbn Rüşd'ün "ikikatlı doğru
en önemli kişiliği olsa da daha çok Barılı luk" diye de bilinen gerçek çifte hakikat
kaynaklarca yapılan bu yorumun "taraf- öğretisiyle bağdaşmayan bu ikili hakikat
lı" olduğu ve felsefeyi tek yönlü görme öğretisine göre biri inanç yoluyla ulaşı
alışkanlığından kaynaklandığı gözden ka- lan, öteki ise us yoluyla erişilen bu iki
çırılmamalıdır. Nitekim İslam dünyasın hakikat birbirleriyle bağdaşmaz bir çe-
da felsefe kimilerinin iddia ettiği gibi İbn lişki içindedirler. Bu bakımdan us ile i-
Rüşd'le birlikte toprağın alnna girmemiş; nancın birarada yürüyebileceğine karşı
özellikle bu dünyanın doğusunda onun çıkmışlar, ustan ve felsefeden yana bir
ölümünden sonra da gizemci çizgide var- tutum sergilemişlerdir. Bu görüşler, A~
lığını sürdürmüştür. Unutulmaması gere- ristoteles felsefesiyle Hıristiyanlığı bağ-
İbn Sini 708
daştınnaya çalışan Albertus Magnus ve roluş" ifade etmediğini öne sürer; başka
Thomas Aquinas gibi tannbilimciler ta- bir deyişle,ona göre varlık ancak var ol-
rafından büyük tepkiyle karşılanmıştır. JHğH, varblt olarak gerçekleştiği zaman
Bu tartışma, Avrupa'da "Aristotelesçili- metafiziğin konusu olabilir. Şeylerin fi-
ğin İkinci Rönesansı" denilen ve oluşu ziksel ya da zihinsel gerçekleşmelerinin
munda özellikle İbn Rüşd ve İbn Sina sonucu olan varoluşlarından ayn düşü
gibi İslam düşünürlerinin Aristoteles yo- nülmesi gereken özlerse tek başlanna sa-
ruınlarırun büyük rol oynadığı bir dö- dece şeylerin doğasını ifade edip onların
nemin başlangıcını oluşturur. İbn Rüşd' var olup olamayacakları hakkında bir şey
ün Aristotelesçiliği özellikle Maimonides söylemezler.
ile Gersonides aracılığıyla Yahudi dünya" Buna karşılık, İbn Sina 'ya göre doğa
sında da etkili olmuş; İbn Rüşdcülük de- daki nedenselliğin zorunlu bir sonucu
nebilecek toplu bir akım oluşturmasalar olarak her varlığın "ilk neden"i olan ve
da Yahudi filozoflar onun Aristoteles kendi varlık nedenini kendinde taşıyan
yoruınlanndan oldukça etkilenmişlerdir. zorunlu bir varlığın bulunması gerekir.
Aynca bkz. Aristotelesçilik; çifte haki- Öz ile varoluş arasındaki ayrım bu var-
kat; İbn Rüşd; Gersonides, lıkta ortadan kalkar. Öteki türlü, her öz
varolmak için başka bir öze gereksinim
İbn Sini [Avicenna) (980-1037) Eski duyacak, böylelikle de bir kısırdöngü do-
Yunan düşüncesiyle İslam öğretisini bir- ğacaktır. Nitekim İbn Sina, "ilk neden"
leştirme yönünde verdiği yapıtların yanı ile onun sonucunun birarada varolması
sıra tıp alanındaki çığır açıa çalışmala gerektiğini belirterek, neden-sonuç zinci-
nyla ortaçağ düşün dünyasıru derinden rinin bir kısırdöngüyc dönüşmemesi için
etkileyen feylesof ve hekim. Platonculuk, zorunlu olarak kendi başına varolan "ilk
Aristotelesçilik, Yeni Platonculuk ve ö- neden"in "saltık varlık", yani Tann ol-
zellikle de Farabi'den etkilenen ve İslam duğunu öne sürer. Buna· göre Tanrı yal-
felsefesinde Mcşşaiyydn olarak anılan nızca "ilk neden" değil, mutlak "ilk var-
Aristotelesçi akımın yetkin bir temsilcisi lık"tır da.
olaıi İbn Sina'run felsefesinin temelinde İbn Sina, Tanrı'run varlığını bu us-
Fambi'nin Tann'run varlığının zorunlu- latrılamayla tanıtladıktan sonra, buradan
luğunu anlatan va&ib-iil-llii&J kavramın yola çıkarak dünyayı ve onun düzenini
dan yola çıkarak geliştirdiği "saltık var- Tann'run mutlak iradesine dayalı bir "ya-
lık" (lliidJJ-i mutlak) kavramı bulunmak- ratım" süreciyle değil, kendi varlık nede-
tadır. nini kendinde taşıyan "saltık varlık"ın
İbn Sina, her şeyin ilk ve enson ne- özünden kaynaklanan bir "*türüm" sü-
deni olarak yalruzca "saltık varlık"ı ele reciyle açıklar. İlkin, Tann'run özünde ta-
aldığı metafiziğinde, biri olumsal C'miim- şıdığı öncesiz sonrasız bir eylem biçimi
ki11-iil-11ii&J) diğeri zorunlu rvôdb-iil-vii- olarak kendine ilişkin özbilgisi ya da
&J) iki varlık kategorisi oluşturan Fara- farkındalığı bir "ilk us"un doğmasına ne-
bi'nin aksine olumsal varlığa yer vermez. den olur. Kendi varlık nedenini ken-
İbn Sina metafiziğini öz ile varoluş ara- dinde taşıyan varlığın zorunlulukla var-
sında yaptığı başka bir aynma dayandırır. lığa getirdiği Birinci Us, kendi varlığım
Bir şeyin özünden onun varolması ge- olanaklı kılan Tann'ıun varoluşunun zo-
rektiği sonucu çıkmayacağından öz ile runluluğunun ve olanaklı bir varlık ola-
varoluşun ayn şeyler olduğunu savunan rak kendisinin farkındadır. Bu farkında
İbn Sina, olumsal olduğu söylenen varlı lıklardan diğer varlıklar doğar: Birinci U-
ğın (miimki11-iil-vii&d), gerçekleşebilmek sun Tanrı üstüne düşünmesinden İkinci
için başka bir şey tarafından zorunlu kı Us, olanaklı bir varlık olarak kendisi üs-
lınması gerektiğine göre, aslında bir "va- tüne düşünmesinden de evrenin birinci
709 İbnü'l-Arabt, Muhyiddin
göksel cismi meydana gelir. Her ustan INl»t'!Jı başaramayacağından sürekli ola-
bir başka usun ve bir başka göksel cis- rak kerıdi kaynağı olan aşkın varlığa,
Et-
min türediği bu süreç, her usun aynı so- kin Usa başvurmak zorundadır. Etkin
nuçlan türetecek özelliklere sahip olma- Us insan anlamasının önkoşuludur. Öte
ması ve öncesiz sonrasız varlıklar türet- yandan uslar sıradüzeninin en tepesinde
me gücünün giderek azalması sonucu bulunan Salt Us insan bilgisir.in en bü-
Etkin Us da denilen (bu kavramı ilk kez yük hedefidir. Duyu deneyimleri, mantık,
Rtlh Üz.erine'de Aristoteles kullanmıştır) ruhun zihinsel yetileri hep Tann'dan tü-
Onuncu Usta son bulur. İbn Sirui'ya gö- reyen gerçekliğin temel yapısını, yani Tan-
re bizim yaşadığımız dünya işte bu tü- n 'yı anlamaya yönelmişlerdir.
rüm sürecinin sonucunda, Etkin Us'tan İbn Sirui, İbn Rüşdıe birlikte, ortaçağ
türemiştir. İs!am dünyasında ortaya çıkan ve Eski
İbn Sina'ya göre insan zihni de bu Yunan "kaynaklarına yaptığı geridönüşle
Etkin Us'tan türemiştir. İbn Sina, biri Batı dünyasını da derinden etkileyen ft/J-
maddi diğeri maddi olmayan iki ayn töz .rift geleneğinin en önemli iki temsilcisin-
olarak gördüğü beden ile ruhu birbirin- den biridir. Yapıdan XII. yüzyıldan iti-
den ayırarak zihinsel yetileri ruha atfe- baren Avicenna imzasıyla Latince'ye çev-
der. Nitekim bedendeki değişimler ve bo- rilerek Thomas Aquinas ve Duns Scotus
zulmalar ruhtaki değişimlerin değil kendi gibi Hıristiyan tannbilirncilerin öğretileri
bağımsız nedeplerinin bir sonucu oldu- araalığıyla, ~rtaçağ Avrupası'nda skolas-
ğundan ölüm de dahil olmak üzere be- tik düşüncenin temellerini oluşturmuş
dendeki herhangi bir değişimin ya da bo- tur. Onun, özellikle yaşamının son yılla
zulmanın ruhun varoluşunu belirlemesi rını adadığı özgün bir "Doğu Felsefesi"
söz konusu değildir. Böylelikle İbn Sina geliştirme ülküsünün tamamlanmamış so-
o dönemde felsefenin ana tartışma ko- nucu olan giZ!"'li "Hikmet-i Maşrıkiyye"
nularından biri olan "ruhun ölümsüzlü- siyle, İslam felsefesinin sonraki yüzyıl
ğü" sorununa ölümsüz olanın Etkin Us' lardaki seyrini kökten değiştirdiği yollu
la yeniden bütünleşerek sonsuzluğa eri- görüş de yabana atılır gibi değildir. Yüze
şecek olan ruhun bu zihinsel kısmı oldu- yakın yapıtı bulunan İbn Sin:l.'nın meta-
ğunu belirterek bir çözüm önerir. fizik, mantık, fizik, geometri, gökbilim,
İbn Sina ruha atfettiği zihinsel yetileri matemıttik ve müzik konularını ele aldığı
bilgikuramsal işlevleri aracılığıyla açıklar. Kitab-iiş-Şifa (Şifa Kitabı) ile tıp ıarihinde
Onun bilgikuramına göre bilgi soyutla- Hippokrates kadar temel bir yer kazan-
mayla başlar. Duyu algısı tikele (tek tek- masını sağlayan El-kanunJT't-Tıb (Tıp Ka-
lere) onun formu ve maddi ilinekleriyle nunları) adlı yapıt'2n birer bıışyııpıt nite-
tepki verir. Bu tepkiyi çözümlemek, for- liğindedir. Aynca bkz. Firibt; Gazili;
ma ait özellikleri maddi ilineklerden so- İbn Rüfd; Meştiiyy(in; ortaçağ felse-
yutlayarak sınıflandırmak için zihnin du- fesi.
yum tarafından verilen imgeleri tutarak
bunları forma ait özelliklerine ve diğer İbnü'l-Arabt, Muhyiddin (1165-1240)
özelliklerine göre parçalarına ayırıp yön- İspanya'da doğup Şarn'da ölen İbnüı-A
lendimt.ri gerekir. rabi, lslam felsefesi tarihinin en önemli
Anlamada ruhun zihinsel yetilerinden mutasavvıflarından biridir. Onun eksik-
en etkin olanı imgelemdir. İmgelem im- siz bir felsefi anlatıma kavuşturduğu ta-
geleri kullanarak tümeller üzerine düşü savvuf düşüncesi, İsl:l.m felsefesinde tan-
nebilir. İbn Sina tümellerin kavranması nbilim alanına ağırlık veren kel:l.m gele-
sürecini, tümellerin zihinde belirmesini neği ile Yunan felsefesi çizgisindeki fe-
Etkin Usun zihindeki bir eylemi olarak lô..ri.ft geleneği gibi iki karşıt kutup arasın
açıklar. Zihin tümelleri diğer imgeler gibi dan, çok daha özgün, üçüncü bir çığır
içdaralması 710
leceği düşüncesinden kaynaklanır. Hci- Platon ile Aristoteles'e dek uzanır. Form-
dcggcr'in bu kavram üzerine vurgusu i- ları nesneler dünyasının üzerinde "doğa
çin bkz. Angst. Ayı:ıca bkz. buakılmıı üstü" bir dünyaya yerleştiren Platon'a
lık; tirlatılmıılık; bulantı; umutsuz- karşı, biçim ile maddenin birbirlerinden
luk; kaygı; saçma. ayrılamayacak denli içiçe geçmiş oldukla-
nnı sawnan Aıistoteles, "İlk Devindiri-
i~I [İng. illlplosilJtr, Fr. illlplorion; ci" dışında hiçbir formun (biçimin) bü-
Alın. implosilm] Çağdaş Fransız düşünür tünüyle maddeden bağımsız ayn bit var-
lerinden Jcan Baudrillard'ın, günümüz lığı bulunamayacağını, formun her du-
postmodem dünyasında olgulann, şeyle rumda maddelcre iflti11 bir varlık taşımak
rin, olaylann, tasanmlann içcgöçcrek yer- zorunda olduğunu ileri sürmüştür. Buna
leşik göndergeleri ile anlamlarını yitir- göre bir şeyin "biçim"i o şeyin yöneldiği
mekte oluşlarını anlatmak.amaayla ge- "içkin crek"tir; başka bir deyişle her var-
liştirdiği postmodcrn felsefe terimi. Ki- lık, Aristotcles'in İfkİll llMtfl adını verdiği
mileyin Türkçe'de "içedönük patlama" biçimiyle, kendi varlık sebebini içinde ta-
ya da "içpatlama" diye de karşılanan içc- şır. Tanrıbilimde ise klasik tektanrıi:ılıkta
göçüş, Baudrillard'ın bugünkü dünyaya Tann yarattığı dünyanın bir parçası ola-
ilişkin verdiği durum tespitlerinin geri- rak değil. onun ötesinde ve ondan ba-
sinde yatan temel mantığın anlaşılmasın ğımsız t.l{hn bir varlık olarak görülürken,
.da kilit değerde önemi bulunan bir te- çoktanncı geleneklerde, özellikle kimi za-
rimdir. Baudrillard, 1980 yılında yazdığı man İfltill&iik de denilen "*tiimtanncı
"Medyada Anlamın İçegöçüşü ile Ki~ lık"ta Tann doğaya i;lti11 bir varlık olarak
!erde Toplumsalın. İçegöçüşü" başhklı düşünülür. Bunlardan başka bir yapıtın
makalesinde, "içegöçme" sürecini şöyle ya da kuramın ona dışsal çerçevelerle
betimlemektedir: " ... kutupların sigorta- karşılaştınlarak eleştirilmesi yerine kendi
sının atması, bütün anlam dizgelerindeki içindeki öncüllerden yola çıkarak eleşti
kutuplann kısa devre yapması, başta ya- rilmesine de İfN# tle/tiri denir.
nılsama ile gerçek arasındaki ayrım ol- İtalyan öznelci idealist felsefeci Gio-
·mak üzere, bütün karşı.tlıklann silinip gi- vanni Gentile'nin "içkinlik yöntemi" adı
derek an1am1annı yitirmekte olmaları..." nı verdiği yöntemle Hcgcl'in felsefesin-
Dolayısıyla postmodcrn dünyada varo- den yola çıkıarak oluşturduğu "mutlak
lan kcncliliklerin, hem kendilerini hem içkinlik fclscfesi" için bkz. Geııtile, Gio-
de yerleşik çağrışımları ile tasanmlannı vanni. Alman felsefeci ve ruhbilimci F-
yitiriyor olmalan, her şeyin her şey ola- ranz Brentano'nun görüngübilimin te-
bildiği ama aynı anda hiçbir şeyin hiçbir meli olarak kabul edilen "içkin yönelmiş
şey olamadığı içegöçüş dünyasının doğ lik" kuramı için bkz. Brentano, Franz.
masına yol açmakta, bu durum da bir Aynca bkz. atkın(lık)._
bütün olarak anlamlandırma sürecinin
çökmesiyle şcf&flaşmaktadır. Aynca bkz. içrek [İng. uotrri&', Fr. hotiriq11r, Alın. uo-
Baudrfilard, Jean; dııapada)'lf. trristh; es. t. b4lml] "Dışrak" !:srşıtı olarak
kökeni ilkçağ Yunan felsefe okullarına,
içkin(lik) [İng. İlllmantflt/ İlllllllllltfl&r, Fr. özeJliklc de Aristoteles'in Lykcion'una
imman,,,ı/ i1111111J11U1er, Alın. İlll1ltmmlt/illl- dek uzanan; dışarıya kapalı, yalnızca belli
man,,,~ es.t. mihttkmk] Aşkın'ın, ötesinde bir insan topluluğuna, belli bir okulun ya
ya da dışında olmanın karşıtı; bir şeyin da grubun üyelerine açık olan bilgi ya da
içerisinde olma, bir şeye "içkin" olma, o öğretileri nitelemek için kullanılan terim.
şeyin kendisi dışındaki bir ilkeye bağh Bu anlamda "içrekçilik" (uotrri.rm) ise bil-
olmama. Felsefede içkin(lik) ile aşkın(lık) ginin her önüne gelene sunulamayacağı
üzerine yürütülen tartışmaların kökleri nı, yalıuzca belli bir azınlığa ya da seçkin
idea 712
lar" olarak aldığı idea anlayışında Locke' yularüstü aşkın bir gerçekliğin, "ideal ger-
un "yalın idealar" ile "bileşik idealar" a- çeklik"in insan zihnine kazınmış saltık ö-
rasında yaptığı ayrımı izler. Hume'a göre ğeleri olarak gören Platon'.un "Formlar
zihindeki düşünceler ya da kavramlar, Kuramı" olarak da bilinen İdealar Kura-
zihne doğrudan duyular aracılığıyla veri- mı için bkz. Platon.
len, daha canlı, buna karşı geçici olan
izlenimlerin sonradan anlık tarafından idealizm ~ng. idealiS1ll; Fr. iJiaiismr, Alm.
çıkarılmış silik birer kopyasıdır. Bu kop- idealimı11r, es. t. mejk~rralik, iflikôrfıye] Fel-·
yalar kişi.ye göre değişeceğinden deneyci sefede, en geniş anlamıyla, tinsel güçlerin
felsefedeki anlamıyla idealar nesnel değil evrendeki tüm süreçleri ya da olup bi-
özneldirler. tenleri belirlediğini savlayan tüm felsefe
İdeayı çeşitli varlıklar biçiminde gö- öğretilerini içerecek biçimde kullanılan
rünen ve doğa ya da ruh haline bürünen "idealizm" terimi, varolan her şeyi "dü-
evrensel bir ilke olarak tanımlayan He- şüncc"ye bağlayıp ondan türeten; düşün
gel'in idealist felsefesi ise Platon'un İdea ce dışında nesnel bir gerçekliğin varoldu-
anlayışına daha yakındır. Hem Platon ğunu, başka bir deyişle düşünceden ba-
hem de Hegel, büyük harfle yazdıkları ğımsız bir varlığın ya da maddenin
"İdea" nın gerek zihinde gerekse zihin (maddi gerçekliğin) bulunduğunu yadsı
dışında bulunduğunu ve bütün varlığı yan felsefe akımını niteler.
oluşturan ilke olduğunu uslamlarlar. He- Felsefede tüm varlığı düşünceye in-
gel'de bu ilke kendini, onun canlı bir or- dirgeyen bir öğreti; gerçekliğin maddi
ganizmayı örnek alarak oluşturduğu üç güçlerden değil de idealardan (fikirler-
aşamalı diyalektik bir süreçle ortaya ko- den, düşüncelerden, kavramlardan, tasa-
yar. Hegel'in idealist anlayışında "öznel- nmlardan vb.) ya da bunları kuran uslar-
lik" de yalnızca bu üç aşamalı gerçekleş dan, zihinlerden, benlerden vb. oluştu
me "Tasarım"ına (Begrijf), "İdea"ya atfe- ğunu öne süren bir kuram; varlığın ger-
dilebilecek bir niteliktir. Son çözümle- çekte fiziksel bir nitelik taşımadığını dil-
mede Tann ile özdeş olan bu "Tasarım" lendiren bir duruş; her türden maddi
ın, yani "İdea 'nın Birliği", ona bu öznel- varlığın tinsel ya da zihinsel bir temele
lik niteliğini doğrudan kazandırmaktadır. indirgenebileceğini savunan bir görüş o-
Son zamanlarda idealar bireysel zi- larak "idealizm'', varlığın düşünceden ba-
hinde kendi başlarına duran yaratımlar ğımsız olarak varolduğunu kabul eden
dan çok toplumsal ve özellikle de dilsel "gerçekçilik", "maddecilik" ve "doğalo
yapılara dayalı olarak düşünülmektedir lık" felsefe anlayışlarının tam karşı kut-
lcr. İdeaların nesnel mi yoksa öznel mi bunda yer almaktadır.
olduğuna ilişkin tartışmalar da nesnel Felsefece düşünmenin tarihinde pek
bilgi olasılığı gibi felsefi sorunlara ilişkin çok türü bulunmakla birlikte idealizm
olarak halen varlığını sürdürmektedir. Ay- genel olarak ilkin ikiye aynlır: Bir yanda,
nca bkz. biçim (form); doğuftancılık; varlığı bireyin düşüncesine bağlayıp on-
Platon; Locke, John; Hume, David; dan türeten, gerçekliği öznenin zihinsel
Hegel, Georg Wilhelm Friedrich. içeriklerine indirgeyen ÖZfltl iJealizt"', öte
yanda, varlığı en geniş anlamıyla "düşün
ideal yararcılık ~ ng. ilkai 11tilitarianimr, cc"ye, tinsel bir varlığa ya da tannsal bir
Fr. 11tilitarimıe itliaf, Alın. itkale 11tilitaris- usa, başka bir deyi~e maddi olmayan bir
m11.ıj bkz. yararalık. töze ya da ilkeye bağlayıp bundan türe-
ten, gerçekliğin özneden bağımsız nesnel
İdealar Kuramı [İng. Theory of Idear, Fc. idealardan oluştuğunu savunan ııemel ide-
Thiorie Jes Idier, Alın. Idemlehrr] "İyi-lik", aliZ?JI.
"Doğru-luk", "Güzel-lik" gibi idealan du- Yine metafizik ya da bilgikuramsal
idealizm 714
yaklaşımı odağa koyması bakımından iki nelerin bütünüyle zihne bağımlı olduğu,
ana idealizm anlayışından söz açılabilir: onlann bilincinde olan bir zihin olmak-
Bir yanda, metafiziği temel alıp gerçeği sızın metafizik anlamda hiçbir varlıklan
idealara dayandınn, gerçekliğin özünü olmadığı anlayışına karşılık gelmektedir.
birer "görünüş" olarak gördüğü nesneler Bir başka deyişle, metafizik idealizme
dünyasında değil de maddi olmayan var- göre gerçeklik her durumda zihne ba-
lıkta arayan meta.fizik iJealiz.nr, öte yanda, ğımlı olduğu için gerçekliğin gerçek bil-
bilgi edinme sürecinde özneyi nesne kar- gisi ancak tinsel bir bilinç kaynağına
şısında belirleyici sayan, "nesneyi özne- başvurularak elde edilebilirdir. Buna kar-
ye, bilineni bilene bağlı kılan", insan şı, idealizm ile taban tabana zıt bir ko-
zihninin yalnızca tinsel olanı kavrayabi- numa yerleştirilip temellendirilen MaJJe-
leceğini öne süren bilgikıtramral idealiZf11. cilile, zihnin ya da bilincin bütün bütün
İdealizmin neliğini, felsefe tsrih.i için- fizilcsel öğeler ile süreçlere indirgenebile-
de nasıl biçimlendiğini ve nereye otur- ceğini savunmaktadır. Felsefede madde-
tulması gerektiğini kavramak için yürü- cilik, bütün varlığın maddeyle, maddenin
nebilecek en iyi yol, kimi filozoflarca "ilk bir yüklemi ya da etkisiyle açıklanıp te-
felsefe" olarak adlandınlıp felsefeyle bir mellendirilebilir olduğu anlayışı üstüne
tutulan, kimilerince de felsefenin omur- kurulmuştur. Maddeciliğin ana öğretisine
gasını oluşturduğu düşünülen metafızi göre, kendisi dışında ya da kendisinin ö-
ğin tam ortasından geçmektedir. Bu bağ tesinde bir başka varlık bulunmayan
lamda, bir bütün olarak gerçekliğin do- madde cnson anlamda gerçekliktir. Bu
ğasıyla ilgilenen metafizik araştırmaların yüzden idealizmin savunduğu gibi bilinç
çok büyük bir bölümünün felsefe tarihi görüngüsü maddi varlığı olmayan kay-
boyunca üç ana gerçeklik tasarımı doğ naklara gidilerek değil, ancak sinir siste-
rultusunda, dolayısıyla da üç ana metafi- mindeki birtakım fızyo-kimyasal süreç-
zik düşünme kipi çevresinde kümelen- lere odaklanmak yoluyla açıklanabilirdir.
dikleri görülmektedir. Bunlar en yalın Metafizikte maddecilik, açıkça görülebi-
anlamlanyla şu biçimde sıralanabilirler: leceği gibi, her durumda zihnin üstünlü-
(i) zihin ya da bilinç temelli metafızik; (u) ğünü ve önceliğini savunan, buna karşı
madde ya da fiziksel varlık temelli meta- maddeyi zihnin bir yansıtımı ya da bilinç
fizik; (ıiı) hem zihni hem de maddeyi yaşantısında gerçekleşen nesnelleştirme
aşan en yüksek varlık temelli metafizik. nin sonucu olarak gören idealizmin kar-
Bu metafizik düşünme üçlemesi, felsefe şısavıdır. Dolayısıyla metafizik maddeci-
tarihinde İdealiZfll, MaJJedlik ve Aı/emsai likte, fiziksel nesneler ile bunların birbir-
altk diye anılan üç ana metafizik dü- leri 11tasındaki değişik ilişkilerinden mey-
şünce okulunun ana öğretilerinin olu- dana gelen dünya bütünüyle zihinden ba-
şumuna da kaynaklık etmeleri bakınun ğıms12dır. Metafizikte, bütün gerçekliği
dan aynca önemlidir. Felsefede İdtaliZfll, tek bir maddesel tözden türeten sonuna
dünyanın temellendirilmesinde en önemli dek götürülmüş saltıkçı maddecilik ço-
görevin, bilince ya da maddi olmayan ğunlukla "maddeci bircilik" diye adlandı
zihne yönelilc bir gerçeklik kuramı geliş rılmaktadır. Öte yanda bircilik anlayışı
tirmek olduğu düşüncesi üstüne kurul- içinde yer alan zihin-madde birlikteliği
muştur. İdealizm anlayışının temelleri il- kuramı, zihin ile maddenin eşdeğer var-
kin Platon'un "İdealar Dünyası Kuramı" lık kategorileri olduğunu, birinin öteki-
yla atılmış olmakla birlikte, daha sonra nin yalnızca bir görünümü olduğunu i-
çeşitli filozoflarca ussal düşünceye yöne- . ]eri sürmektedir. Yakın dönemlere gelin-
lik olarak sunulan metafizik savunularla diğinde, modern felsefe döneminde me-
iyiden iyiye güçlendirilmiştir. Buna karşı tafizik maddeciliğin çok büyük ölçüde
metafizikte idealizm, bütün fıziksel ncs- Darwin'in "evrim öğretisi"nin etkisi al-
715 idealizm
tına girerek bu kuram içinde özümsen- min ise davranışlanmıza yön veren, ey-
miş olduğu söylenebilir. Bu iki anlayışa lemelerimizin altyapısını oluşturan, tüm
~dealizm ile Maddecilik) seçenek olarak yapıp etmelerimizi belirleyen etik bir tu-
ortaya atılan bir üçüncü metafizik: yakla- tum ya da duruş olduğunu dillendirmiş
şım olan Aşkınsala/ık (ttansendentalizm; lerdir. Başka bir deyişle, bu düşünürler
deneyüstücülük), felsefede genel anlamıy için ahlaki idealizm en genel anlamda bir
la, hem duyulara dayalı deneyimden elde ülküye, bir yüce ereğe çıkar gözetmeden
edilen gerçeklikten hem de insan usuyla bağlanmış yaşam biçimine ya da dünya
ulaşılabilir olduğu öngörülen gerçekliğin görüşüne karşılık gelmektedir. Bununla
bilgisinden çok daha yüce ve yüksek bir birlikte hiç kuşku yok ki, ilkin Platon ta-
gerçeklik olduğunu öne sürmektedir. Bu rafından savunulan, "İyi İdeası"nı yeryü-
ahlamda neredeyse bütün aşkınsalcı öğ zünün (ve ötesinin) kralı ilan eden ya da
retilerin tinsel alan ile maddesel alan ay- tek tek değerleri en yüksek şey olarak o-
nmı üstüne temellendirildikleri söylene- lurlayan öğreti; Kant tarafından ortaya
bilir. Yalnızca düşünsel sezgi yoluyla ger- konduğu biçimiyle ahlak felsefesinde
çek anlamda bilinebilir bir nitelik taşıyan mutçuluk ile yararcılığın karşı kutbunda
"Saltık İyi"nin deneyötesi varlığını kesin- yer alan, her türden mutluluk, yarar ya
leyerek, "aşkınlık'' kavramını bir felsefe da başarıya aldırmaksızın her durumda
kavramı olarak ilk Platon geliştirmiştir. kayıtsız koşulsuz ona uyulması beklenen
Daha sonralan ise tanrıbilim yönelimli saltık zorunluluğu ya da gerekliliği (''ko-
ortaçağ fılozofları aşkınlık kavramını tan- şulsuz buyruk') tek eyleme ölçütü olarak
nsallığa uygulayarak, Tann'nın deneyden getiren görüş ('ödev ahlakı') ve Kant'la
elde edilmiş tasarımlar yoluyla ne be- başlatılıp Hegel'le zirveye çıktığı düşünü
timlenebilir ne de anlaşılabilir olduğu dü- len Alman idefilizminin Schelling, Fichtc
şüncesi doğrultusunda "olumsuzlamacı gibi düşünürlerince ortaya konan ahlak
tannbilim" yaklaşımını temellendirmiş anlayışları da ahlaksal açıdan birer idea-
lerdir. Nitekim Tann'ııın doğanın dışın lizmdir.
da varolması anlamında aşkın olması dü- Yine, felsefenin estetik dalına geldi-
şüncesi Hıristiyanlık, Yahudilik ve Müs- ğimizdeyse, idealizm sanat alanında sa-
lümanlık dinlerinin, özellikle de bu din- vunulan "gerçekçilik" anlayışının karşı
lerin ortodoks anlayışlarının en temel il- sına dikilen, sanatın enson amacını do-
kesidir. Modem felsefenin başlarındaki ğada ya da dünyada bulunduğu varsayı
aşkınsalcılık yaklaşımı, bütün gerçekliğin lan gerçekliklerin öykünme yoluyla yeni-
tümüyle saltık tinin ya da istencin dışa den yaratılmasında değil de ideaların, ön-
vurumu olduğunu savunan XIX. yüzyı cc~iz sonrasız varlıkların yetkinliğinin ve
lın egemen felsefe akımı "saltık idea- güzelliğinin ülküselleştimıe yoluyla göv-
lizm"in doğmasına da zemin hazırlamış delenmesinde ya da yaşama geçirilme-
tır. sinde bulan görüşe karşılık gelmektedir.
Metafizik: çerçevenin dışına çıktığı Doğadaki şeyleri ya da nesneleri, her
mızda, özellikle "ideal" (ülkü) ile "idea- şeyin özünü oluşturan tek bir saltık gü-
list" (ülkücü) sözcüklerine gündelik dilde cün ya da enerjinin geçici görünümleri
yüklenen anlamlar doğrultusunda "idea- olarak gören; varlığın tüm görünüşle
lizm" (ülkücülük) terimi ahlak bağlamın rinde tek bir anlamın yattığını düşünen;
da farklı kullanımlara sahiptir. Kimi dü- varoluşu bedeni doğa, ruhu Tanrı olan
şünürler felsefi idealizm ile ahlaki idea- tek bir birlik olarak algılayan; evrenin u-
lizm arasında bir ayama giderek, felsefi sa bağımlı olduğunu savlayıp hiçbir ol-
idealizmin düşünce ile varlık arasındaki gunun amaçsız, karmaşık ve de bizim i-
ilişki üzerine ortaya konan belli bir öğ çin bütünüyle bilinemez olmadığını sa-
reti olduğunu, buna karşı ahlaki idealiz- vunan; usun sağladıklarının dışında ger-
idealizm 716
nedensel yasalarla uyum içinde olduğunu p ve her iki durum da bizi kendisiyle
ve değişimin niceliksel olarak aynı kalan çelişen sonuçm götiirdüğiinden tek çö-
sürekli bir öze gereksinimi olduğunu bi- zümün gerç~ uzay ve zamanda ol-
liriz. İkincisi ne apriori (önsel) ne de a madığını söylemek olduğunu savunur.
poııeriori (sonsal) bilgi, İnsanın yazgısına Kendisini bir yandan "deneysel ger-
ve geleceğine ilişkin, Tann var mıdır yok çekçi" öte yandan da "transendental ide-
mudur ya da ölümden sonra yaşam var alist" diye adlandırlln Kant, son çözüm-
mı yok mu türünden "büyiik" sorulara lemede duyuların ve deneyin verdiği bil-
yanıt verebilir. Fıziksel hatta zihinsel ginin yanıltıcı olduğunu; gerçeğin usun
dünyalar konusundaki smutile. apriori bil- tasamnlarında yattığını; duyuların getir-
gimizin tek olanaklı açıklaması, gerçekte diği verilerin ancak usun önsel (a priMJ)
kendi bilişsel doğmııza ilişkin bilgimiz verileriyle biçimlendikten sonıa bilgi ha-
olduğudur. Algısal se2gimizin foımlan line gelebilecep düşünmektedir. Kant'
~y ve zaman ile nedensc:llik. töz, ilinek_ tan sonra Alman İde2lizmi üç koldan i-
gibi kategoriler; daima bilgisiz kaldığımız lerler: Fichte'nin öznel idealizmi; Schel-
şeylerden ('noumena') ben'e ulaşan, bi- ling'in nesnel idealizmi; Hegel'in saltık i-
linçsiz uyaNndan doğan gerçek ya da de2lizmi.
olanaklı deneyim dünyamızın birliğini o- XIX. yüzyılın önde gelen idealistleri
luştıırduğumuz kategorilerdir. Kant şey Fichte, Schdling ve Hegel, Kant'tan ol-
lere ilişkin apriori bilgimizi, yalnızca zih- dukça etkilendiyseler de bir yandan da
nimizin şeylere uymak zorunda oldukları onun felsefesini bütünüyle dönüştürme
bir yapı yiiklediğini varsayaNk açıklaya ye çalışmışlardır. Fichte, dış dünyayı ve
bileceğimizi savunur. İnşan zihni gerçek- zihin durumlarını bir. kenara bırakır;
lere değil, yal~a görünüşlere bir yapı doğrudan doğruya, hem zihindışı nesne-
yiikleyebildiğinden bilgimiz göriiniişlerle leri hem zihinsel durumlan kaVNyan
sınırlıdır. Görünüşler, gerçek ya da ola- saltık, aşkınsal "ben" üstüne odaklaıur.
naklı deneyimimizin nesneleri olarak va- Bireysel, tek tek gözlemlenebilir benler
rolduklanndan zihnimizin yüklediği ko- bu aşkınsal ben'in sayısız öznelere bö-
şullara uymak zorundadırlar yoksa bize lünmesidir. Ona göre "Ben", bir şey ya
görünmezler. Kant bu nedenden ötürü da cisim değil salt etkinlik, "kendini or-
töz ve neden gibi kategorileri fiziksel taya koyma" (ya da kendinin farkına v-ar-
dünyaya uyguladığımızı, bunun da meta- ma, kendi üstüne düşünme) etkinliğidir.
fiziğe yönelmemizi ve bu kategorileri in- Ben, kendi kendinin farkına/bilincine
san deneyiminin ötesine uygulamamızı varması sayesinde vardır: "Ben, Ben'im
engellediğini düşünür. Kant bunun bili- (vanm)." Ben'in bu kendini ortaya koy·
mi şüpheli duruma düşürmediğini, aksi- ması "sav"dır. Bu ortaya koymanın belli
ne bilimi kuşkuculuktan korumanın tek koşulları, dolayısıyla belli içermeleri var-
yolunun bu olduğunu savunur. Bilim bi- dır. Ben'in kendini ortaya koyuşunu ka-
ze doğrulan ama yalnızca görünüşlere i- bul eder, fakat koşullan ve içermeleri
lişkin doğrulan söyler. Bilimin işlevinin reddedersek bir çelişkiye düşeriz. Ben bu
bize gerçeklik hakkındaki doğruyu söy- çelişkileri ortadan kaldırarak ilerler. Ben
lemek olduğunu iddia edersek, onun bü- kendinin bilincine varaNk çalışır ve böy-
tünüyle aldatıcı olduğunu kabul etmemiz le yaparak kendini sınırlar, bunu kendin-
gerekir. Aynca Kant, gerçekliğin uzay ve den başka bir şeyi, kendi-olmayan'ı, Ben-
zamanda olduğunu söylersek, belirli bir olmayan'ı C'karşısav'') ortaya koyarak ya-
biçimde kendi içimizde çelişkiye düşece pabilir: ''Ben, Ben-olmayan değilim." Bu
ğimizi savunur. Kant bu durumda uzay aşamada Ben, yeni bir çelişkiye düşer:
ve zamandaki dünyanın ya sonlu ya da "Kendini hem evetler hem yadsır." Bu
sonsu2 olduğunu iddia etmemiz gerekti- · çelişki de bir bireşim ile çözülür: Ben,
idealizm 718
bölünebilir bir ben ortaya koyar ve bu denin tinin bir görünüşü olduğunu dü-
da bölünebilir bir ben-olmayan'ı hem sı şündüğü kesin olsa da algılanmayan nes-
nırlar hem de kendisi onun tarafından sı nelerin değergesi hakkındaki düşünceleri
nırlanır, yani ben-olmayan ben'i kısmen pek açık: değildir. Hegel'in felsefesi, bü-
yadsır ve ben de ben-olmayan'ı kısmen tün kavramlann en soyutu ve en boşu
yadsır. Ben kendini Ben-olmayan tara- "varlık"tan başlayarak düşüncenin a pri-
fından belirlenmiş olarak, Ben-olmayan ori süreciyle tinsel yaşamın en yüksek
da Ben tarafından belirlenmiş olarak or- mantıksal kategorilerine dek ulaşabilece
taya koyar. Ama tek .tek her ben, ben-ol- ğimizi göstermeye çalıştığı diyalektiğe da-
mayanı diğer benlerlcı nasıl paylaşmakta yanır. Bu uslamlama kipinin en ayırt edi-
dır? Fichte bu soruya birbiriyle ilişkili iki ci özelliği üçlemeler halinde başlayıp ay-
yanıt verir. Yanıtlardan biri, ahlılki geli- nı biçimde de sürüp gitmesidir. İlk önce
şim bir toplulukta meydana gelen bir şey uygun bir kavram alınır, tutarsızlığı onun
olduğundan, farklı benlerin ahlılki yaz- karşıtıyla değiştirilmesine yol açsa da i-
gılarını gerçekleştirdikleri ortak bir çevre kincisi de temelde benzer eksiklikler gös-
tarafından paylaşılan bir ben-olmayanı terir ve tek sağaltım yolu bu ikisinin iyi
varsaymaları gerektiğidir. İkincisiyse ah- noktalarını bir üçüncü k;ıvramda bireş
l:iki yazgıyı gerçekleştiren ben'in, gerçek- tirmektir. Çeşitli sorunları çözse ve bizi
te görünüşteki yaşam çokluğunu gerçek- doğruya yaklaştırsa da bu bireşim de tu-
leştiren tekil bir "dünya ruhu" olduğu tarsızlıklar gösterdiğinden yeıü bir sav ve
dur. Fichte bu açıklamayı, görünüşte kar- karşısav doğar ve ikisinin arasındaki ça-
şıt doğruların saltık doğruya ulaşana dek tışkı yeni bir bireşim tarafından ·çözülür.
daha yüksek bir bireşimde ardışık bir bi- Bizler temel "saltık idea" kategorisine u-
çimde biraraya getirildikleri diyalektik laşana ve bütün gerçekliğin tinin ifadesi
yöntem aracılığıyla geliştirmiştir. Fichte' olduğunu ispatlayana dek sav, karşısav
nin bu düşünceleriyle birlikte, doğanın ve bireşim üçlemesi süreci yoluna devam
ve sınırlı zihnin arkasındaki gerçekliğin .eder. Hegel bu düşünce sürecini ya da
tekil bir saltık zihin ya da kendini keşfet düşünme yordamını hem mantıkta hem
me ya da geliştirme sürecindeki ben ol- de etik ve siyasetin daha somut konula-
duğu "saltık idealizm" doğar. rında başarıyla kullanır. Diyalektik yal-
Schelling temelde Fichte'yi izlese de nızca bir uslamlama olarak değil, düşün
daha nesnel ya da en azından doğayı cenin ve uygarlığın gelişiminin bir açık
kendi adına olumlu düşünen bir idealizm laması olarak da kavranır. Hegel'de "sal-
uyarlaması geliştirir. Saltık ya da evrensel tık" tarih ve toplumsal kurumlar yoluyla
fiziksel dünyayı yalnızca ahlaki çahanın kendini açığa vurur. Böylece bireysel hak
bir sahnesi olarak görmez; saltığın ken- ve değerler, toplumun ve devlerin de-
disini, koşut bir diyalektikle, zihnin doğ ğerleri yanında ikincil kalır. Hegel'e göre
duğu doğada "gerçek" ve doğanın va- "idea", us, tin ve diğer tüm varolanlann
roluş nedeni zihinde de "ideal" olarak i- temelinde bulunan ilkedir; varlık, bu
fade eder. Bu ikisi enson anlamda felsefi idea'nın kendini açması, belli bir ereğe
kavrayışta ve daha somut olarak da sa- doğru gelişmesidir.
natta biraraya gelir. Fichte, Schelling ve Hegel farklı bi-
Saltık idealizm, diyalektik yöntem ve çimlerle de olsa dünyanın ancak ve an-
varlıkbilgisi bakımından tarihsel olarak cak uygun yeri zihin olan kavramların
en yetkin biçimine Hegel'in felsefesinde somut gerçekleşirni olduğu kavranarak
ulaşır. Her zaman yapıldığı gibi Hegel'i anlaşılabileceğini savunurlar. Bu onları
bir idealist olarak sınıflandırmak akla uy- Kant'a bağlasa da, onlar ilgili kategorile-
gun olsa da hangi anlamda idealist oldu- rin niçin oldukları gibi olduklarını ve gö-
ğu oldukça tartışmalıdır. Hegel'in mad- rünüşte farklı zihinler için ortak bir de-
719 idealizm
neyim bütünlüğünün niçin söz konusu kavranabilir değildir; (iı) farklı şeyler ola-
olduğunu açıklayarak -sonuçta dünya ev- rak betimlediğimiz şeyler daha yüksek
rensel zihin ya da usun inşasıdır- Kant'ı bir birlikten soyutlamalar olarak kavra-
aşmaya çalışırlar. Bu saltıkçı idealistler- nabilirler. Dolayısıyla Bmdley'e göre her
den oldukça ayn duran, yalnız ama etkili şeyin tekil bir "kozmik deneyim"den so-
düşünür Anhur Schopenhauer ise "ken- yutlamalar yoluyla çıkması gerekir.
dinde şeyler''i kendisini bir öznenin nes- Buna karşı, İngilizce konuşulan dün-
nesi olarak gösteren tekil bir evrensel is- yanın birçok idealist düşünürü "birey"
tencin boyutları olarak kavrayarak, ken- ya da "kişi" kavramının saltık idealizm
dinde şeyler alaıunın doğasını keşfettiği tarafından önemsizleştirilmesini engelle-
ni iddia eder. meye çalışmıştır. (Platoncu ve Hegelci i-
XIX. yüzyılın ikinci yansında Alman dealizm anlayışlanmn tersine çoğu idea-
felsefeciler idealizmden uzaklaşırken, i- list -Descartes ile Leibniz'den çağdaş lı:i
dealizmin temelde saltıkçı bir türü İngil şiselcilere değin- "kişi" ile "birey"in bi-
tere ve Amerika Birleşik Devletleri'nde lincini önemle vurgulamış; insam değer
başat hale geldi. Bu dönemin en önemli ler oluştunlıa yetisine sahip özgür, ah-
özgün idealist felsefecileri arasında T. H. laksal birimler olarak görmüştür.) Bunla-
Green (1836-1882) ile P. H. Bradley nn amsında çokçu idealizmin oldukça bi-
(1846-1924) sayılabilir. Green insan ya- reyci bir biçimini savunan J. M. E. Mc-
şamının gelişiminin Darwin'in doğal a- Taggart (1866-1925) adı daha bir öne
yıklanma kuramı araalığıyla, hatta doğal çıkmaktadır. McTaggart'ın geliştirdiği i-
a bir biçimde bile açıklanamayacağına i- dealizm biçimine göre, yüce kutsal zihin
nanmaktadır. Green'e göre, insan yaşa ya da saltık söz konusu olmasa da, "ger-
mının gelişiminin evrensel bir tinin ya- çeklik" sayısız tinin olağanüstü bir uyum-
şamının aşamalı bir açılışı olarak kav- da birleşmesinden oluşur. McTaggart in-
ranması gerekir. Ne deneycilik ne de do- san deneyiminin zaman ile kurduğu do-
ğalcılık dünyanın bağlantılılığını ve insan layımlı ve doyurucu olmayan ilişkilerin
zihninin farklı zamanlardaki olayları bü- hemen tümünün yalnızca görünüş oldu-
tünsel bir tarihte birleştirmesini açıkla ğunu, gerçeklikte birbirlerini seven tin-
yabilir. Bu yalnızca her birimizin onda lerden başka bir şeyin söz konusu olma-
vücud bulduğumuz tekil bir evrensel ti- dığını, ölümsüz olduğumuzu ve zaman
nin (fann'nın) kendini dışavumıasıyla o- içerisindeki şeyleri deneyimlemeyi kese-
lanaklıdır. Green şeylerin ancak zihinle rek zamansız dcığamw gerçekleştirmeyi
bağlantılı olarak kavranabileceklerini öne istediğimizi ve bunun da kavrayabilece-
sürmüş; Kant ve Hegel gibi düşüncenin ğimiz her şeyden daha büyük bir mut-
algıdaki yeri üzerinde durmuştur. Brad- ll,!luğa sahip olmayı gerektirdiğini savu-
ley ise Gilriinii/ ve G"flklilt.'te (Appea- nur.
mnce and Reality, 1893) bütün sıradan Son olamk Hegel'in fdsefe kalıtı.na
kavmmlanmızın, özellikle de "ilişki" kav- sahip çıkarak felsefece düşünmenin tari-
ramımızın, kendi içinde çelişkili olduğu hinde yer almaya hak kazanmış iki İtal
nu göstermeye çalışır. Yine de beklene- yan idealist filozofun adım anmamız ye-
bileceği üzere bu tanıtlama çabası Brad- rinde olur. Bcncdetto Croce (1866-19 52)
ley'i kuşkuculuğa değil, bütün bu çeliş ile Giovanni Genıile (1875-1944). Ôzel-
kilerin ortadan kaldınldığı yetirin bir dü- lilde Croce ortaya koyduğu estetik kura-
şüncenin, yani aşkınsal salttğın varoldu- mıyla "güzel felsefesi" nin son büyük fi-
ğunu varsaymamız gerektiği sonucuna lozofu sayılmaktadır:
götürür. Bmdley'in bu düşüncesi iki te- Ana hatlanyla rcsmctmeyc çalıştığı
mel sava dayanır: ~) çeşitli tarzlan ve i- mız idealizmin bu "kaba" özetinin sonu-
çerikleriyle deneyim dışında hiçbir şey cunda, temel varsayımlarının şunlar ol-
ideefixe 720
ıinden ayn olaralı: varolduğunu savladığı, dığını öne sürer. Ona göre kafa karıştır
ancak insanda birbirlerine sıkı sıkıya makaın başka hiçbir işe yaramayan bu
bağlanarak bir bütün oluşturduğu gözle- kavram felsefe tanışmalarından bütü-
nen bu iki töz arasındaki ilişkiyi açıkla nüyle uzaklaştınlmalıdır.
mada başarısız kalması, sonraki yüzyıl Bütün bu karşı görüşlerle yüzyıllar i-
larda felsefecilerin büyük çoğunluğunu çinde oldukça yıpranan ikici yaklaşım,
yalnızca zihnin gerçek olduğunu savu- "dilci", "görüngübilimsel", "post-yapı
nan (idealist) ya da yalnızca bedenin var- salcı" düşüncelerin de etkisiyle günü-
lığını kabul eden (maddeci) bir birciliğe müzde felsefi değerinden çok şey yitir-
yöneltmiştir. Öte yandan genel olarak miştir. Buna karşı, zihin-beden ikiliğini
doğa bilimleri de zihinsel (ya da tinsel) onadan kaldırmakaın öte, bunların ara-
olanı bütünüyle bir yana bırakarak ger- sındaki gerilimi aşma girişimleri de yok
çekliği birci bir biçimde yorumlamış; bu değildir. Bu bağlamda, etkileşimcilik be-
durum da zihin felsefesinde zihinsel o- den ile zihnin karşılıklı bir nedensellik
laylan beynin kimi işlevlerine indirgeye- ilişkisi içinde birbirleriyle aralıksız olarak
rek açıklayan (örneğin David Annstrong etkileşim içinde bulunduğunu savunur-
ile J. J. C. Sman'ın geliştirdiği "zilıin-be ken; koşutçuluk bedensel olaylar ile zi-
yin özdeşliği kuramı" ya da Hilary Put- hinsel olayların birbirinden bağımsız ola-
nam'ın savunduğu "işlevselcilik" gibi) bir- rak, aralarında nedensel bir bağ bulun-
takını maddeci kuramların ortaya çıkma madan, birbirini etkilemeksizin ama bir-
sına sebep olmuştur. birine koşut bir biçimde ortaya çıkuğını
Kattezyen felsefenin zihni ele alışına ileri sürer. Zihinsel olayların fiziksel o-
bir karşı koyuş olarak da adlandırılabile layların yan ürünleri olduğunu savunan
cek Gilbett Ryle'ın çözümleyici davra- gölgegörüngücülük ise bedenden zihne
nışçılığı ise doğrudan "*makinedeki ha- doğru işleyen tek yörılü güçlü bir neden-
yalet" dogması diye nitelendirdiği Kar- sel bağın varlığını savlar. Öte yandan İn
tezyen ikiciliği eleştirerek yola koyulur. giliz matematikçi ve fizikçi Roger Pen-
Bu dogmaya göre, herkese açık olarak rose da maddeci ve işlevselci görüşlerin
gözlemlenebilir olaylar aynlmaz bir bi- zihinsel durum ve süreçleri aydınlatmada
çimde fiziksel cisimlere bağlıdır; buna yetersiz kaldığını oraıya koyduğu Empe-
karşı özel/ öznel olaylar, başkalarıyla pay- ror's Ne111 Mind (Kralın Yeni Zihni, 1989)
laşılmayan durumlar da ayrılmaz bir bi- adlı kitabında zihin-beden etkileşiminin
çimde tinsel düşüncelere ya da zihne doğasının gelecekte aydınlığa kavuşaca
bağlıdır. Ryle'a göre bu ikicilik aııla}ışı, ğına olan inancını dile getirerek ikici tu-
"zihin" kavramını hiç de ait olmadığı bir tumu savunmayı sürdürmüştür.
yere, "özel/ öznel olma" kategorisine yer- Ahlak felsefesinde de dünyanın nasıl
leştirmekle açık bir biçimde "kategori olduğunu dile getiren olgusal bildirim-
yanlışı"na düşmektedir. Ona göre zihin- lerden, onun nasıl olması gerektiğini dile
sel terimlerin özel/ öznel tinsel durum- getiren değerlendirici yargıların çıkarsa
lara göndermede bulunamayacağı, yal- nabileceğini ve bunun geçerli bir çıkarım
nızca insanların yaptıklan şeylere ya da olacağını ileri süren doğalcı etik anlayı
bunları yapış biçimlerine karşılık gelebi- şına kaı;şı ahlaksal yargıların anlamlarının
leceği açıktır. Günümüz felsefecilerinden ahlaksal olmayan olgu önermeleriyle aynı
Richard Rorty de Ryle'ı izleyerek "zihin" olmadığını ileri süren, olgularla değer
kavramını Descanes'ın düşüncelerden ve yargılanrun birbirlerine indirgenemeye-
duyumlardan yaratnğı korkunç bir fel- ceğini savunan anlayışa ikili elik den-
sefe kurgusu olarak niteleyip beden ile mektedir. Doğu felsefesinde kökleri iki-
zihin arasında yapılan ayrımın varlıkbil aınnlı Eski İran dinlerine uzanan ikicilik
gisel .!eğil bilgikuramsal bir nitelik aışı- öğretisinin izini sürmek için bkz. dvaita;
723 ikili kaqıtlık(lar)/karşıt ikilik(ler)
Mani dini; Zerdüştçülük. Aynca bkz. karşıtlık ilkesini incelemiştir. Öte yanda
zihin felsefesi; zihin-beden ikiliği so- bir başka önmıli yapısalcı Levi-Strauss,
runu (zihin-beden ikiciliği); etkile- yapısalcı bir kavram olarak tanımladığı
şimcilik; koşutçuluk; gölgegörüngij- ikili karşıtlık düşüncesini insanbilim bağ
cülfık; bircilik; çokçuluk. lamına taşıyarak, "doğa/kültür", "çiğ/piş
miş", "yenebilir/yenemez" türünden kar-
ikikatlı doğruluk bkz. çifte hakikat. şıt ikiliklerin söylenbilgisi düşüncesindeki
izlerini belirginleştirmeye de ayrı bir ö-
ikili karşıtlık(lar) / kaqıt ikilik(ler) zen göstermiştir. Daha sonra bu incele-
~ng. biflaty oppositiOt1(1); Fr. oppoıiliofl bi- menin özellikle dilin ilişkisel özellikleri
flaire-, Alm. bifliin oppositiofl] Birbirlerini bü- doğrultusundaki vargıları, yalnızca yapı
tünüyle dışlayan terimler ya da kavramlar salcılık üzerinde değil post-yapısalcılığın
arasında bulunan, hiçbir koşulda ortadan gelişimi üzerinde de bir hayli etkili ol-
kaldırılması olanaklı olmayan karşıtlık muştur.
durumu. Bütün bir Batı felsefesine, Batı Saussure'ün dilbilimi bütün dilin ikili
dilleri başta olmak üzere pek çok farklı karşıtlıklarca düzenlendiğini bildirirken,
dilin içine işlediği düşünülen, salt birbir- Derrida'nın yapısökümcü düşüncesi bü-
lerine karşıtlıklarıyla birbirlerinden ayırt tün Batı dillerine kök salmış bu tür kar-
edilen ikili terimler. Belli bir göstergeler şıtlıkların oynaklığı üstünde durmaktadır.
dizgesinde herhangi bir özelliğin varlığı Saus sure'e göre, göstergeler ve sözcükle-
ile yokluğunu ya da birbirine karşıt öğe rin anlamlan bütünüyle kendilerinin kar-
lerle belirlenen kavram karşıtlığını anla- şıtı olan göstergeler ve sözcüklerle be-
tan yapısalcı dilbilimin çözümlerinde sık lirlenmektedir. Bu bağlamda, ikilikler üs-
ça başvurulan temel ilke. Post-yapısalcı tüne kurulu olarak işleyen bir dil dizge-
lıkta, her bakımdan dil ile düşünceye te- sinde "siyah ile beyaz" ya da "kadın ile
mel oluşturmasına bağlı olarak, bir an erkek" gibi birbirini kesin çizgilerle dış
önce çökertilerek kendisinden kurtulun- layan sayısız karşıt ikili(k)ler bulunmak-
ması ya da en azından kendisini bütü- tadır. Ancak bunlar her durumda ait ol-
nüyle etkisiz kılacak yeni bir dil ile dü- duklan dizgenin aynlmaz bileşenleridir
şünme kipine geçilmesi gerektiği savu- ler. Sözgelirni, siyah ile beyaz sözcükle-
nulan karşıtlıklar düzeni. rinde dile gelen ikili karşıtlık ait olduğu
İkili karşıtlıklar ilkesine göre, dil kendi renk dizgesinin, dolayısıyla da tek tek
içinde: "yin/yang", "doğru/yanlış", "si- öteki bütün renklerin belirleyici öğesidir.
yah/beyaz'", "aydınlık/karanlık", "eril/ Bu söylenenden de anlaşılacağı üzere,
dişil", "yukarısı/ aşağısı'" gibi, felsefi ba- yapısalcı dilbilim çözümlemesi ikili kar-
kımdan kimi canalıcı önemde kimi ikin- şıtlık tasanınını yalnızca sözcükler ya da
cil önemde sayısız ikili karşıtlık barın kavramlar düzeyinde değil, ele alınan met-
dırmaktadır. Terimin felsefi bir değer ka- nin uzlaşımları ile kodları doğrultusunda
zanması daha çok XX. yüzyılın sonlarına da kullanmaktadır. Yine Saussure'ün dü-
doğru gerçekleşmiş olmakla birlikte, şüncesine göre, ikili karşıtlıklann hemen
daha yüzyılın ilk yarısının ortalarınday bütünü doğal karşıtlıklar olmayıp kültü-
ken ikili karşıtlık ilkesinin yapısalcılık ile rel yapıntılardır. Ait oldukları anlamlan-
yapısalcı yönelimli toplum bilimleri ça- dırma dizgesinin toplumsal ürünleri ol-
lışmalarında son derece kilit bir konuma dukları gibi, belli bir dil topluluğunda ya-
geldiği görülmektedir. Nitekim ilk olarak şayan insanların anlam dünyalannın ku-
yapısalcı dilbilimin kurucusu İsviçreli Fer- rulmasında da temel yapıtaşlan olma ko-
dinand de Saussure, ölümünden sonra ya- numundadırlar. Öyle ki bütün söylemler,
yımlanan Gene/Dilbili111 Ders/m'nde (1916) anlatılannı bu tür ikili karşıtlıklar üzerin-
ortaya koyduğu kuram çerçevesinde ikili den giderek dillendirmekte, k:iini ideolo-
ikili kartıthk(lar)/karııt ikilik(ler) 724
iletişim felsefesi ~ng. phi/tJsophy of ro111- şamsal bir rol oynadığını vurgulamışlar
1111111imtiw, Fr. phimsophie Je a>111111unicalion; dır. Öte yandan, iletişim felsefesi konu-
Alın. phi/tJsophie ıler leo111111uni/eation] En ge- sunda Eski Yunan fılozoflan
da mutlaka
nci anlamda iletişimin doğasını, özünü, anılmak durumundadır. Anlamanın diya-
amaçlannı, kapsamını ve içeriğini araştı lektik bir süreçte gerçekleştiğine inanan
ran; ideal bir iletişim ortamı için gerekli Platon'a göre, inançlar tartışmada gerek-
olan koşulların neler olduğunu ortaya ko- çelendirilip haklılandırılmalıydı ve tartış
.yan; iletişim sürecinde kullanılan yön- ma da gerçeği arayış üzerine temellendi-
temleri irdeleyen felsefe dalı. İletişim fel- rilmeliydi. Bu bakış açısı felsefi diyalekti-
sefesi, iletişim araştırmalarında elde bir ği retoriğin dışına }'erleştirmekteydi çün-
olarak görülen kuramsal, çözümleyici ve kü retorik Platon'a göre tek taraflı ikna
siyasal yaklaşımların doğasını irdeler. İ sanatıydı. Platon'un diyalektiğinde man-
letişim felsefecilerinin yanıt aradığı soru- tığın edimbilimsel temelini gören Aristo-
lar arasında dilin doğası, deneyimin öz- teles ise tartışmanın başlangıonda öncül-
nelliği, yorumlann bilgibilimsel ya da bil- ler üzerinde bir anlaşma olmadan felsefi
gikuramsal kökeni, bilginin ve iletişimse! iletişimin gerçekleşemeyeceğine inanıyor
eylemlerin politikası gibi temel sorular du.
yer almaktadır. İletişimin bağlamı üzerinde duran ki-
Bir süreç olarak insan iletişiminin asıl mi felsefeciler "bclirteç"leı:le özel olarak
amacı anlam üretimi ve paylaşımıdır. Bu ilgilenmiştir. Bu sözcükler, yorumu kul-
süreç büyük ölçüde bağlama bağımlıdır. lanıldıkları bağlama göre değişen sözcük-
İletişim bağlamı iletişimin doğasını ve lerdir. "Bu, oradaki, ben, sen" gibi "a-
dolayısıyla da üretilecek anlamı doğnı dıl"lar; "-di, -miş, -cek" gibi zaman be-
dan etkiler. İletişimcilerin bakış açıları da lirteçleri bu kategoriye dahildir. Peirce
anlamı etkiler. Bakış açısı kişinin salıip bunlara "belirtisel gösterge" adını vermiş
olduğu dünya görüşüdür. Dünya görüşü ve bu göstergelerle gönderme yaptıkları
ise bir anlamda felsefeyle ya da en azın nesneler arasındaki ilişkinin varoluşsal
dan yaşama felsefesiyle eşanlamlıdır. olduğunu öne sürmüştür. Bertrand Rus-
Felsefecilerin iletişim hakkında geliş seli ise bunları "benmerkezci ayrıntılar"
tirdikleri temel düşünceler üç koldan i- olarak niteledikten sonra tüm belirteçle-
lerlemiştir: edimbilim; yorumbilgisi; va- rin bir tür öznel deneyime gönderme
roluşsal iletişim. yaptığını savunmuştur. Belirteçlere iliş
EJimbilinr. Sözcük ilk kez 1938 yılın kin olarak en yaygın biçimde paylaşılan
da dil felsefecisi Charles W. Morris tara- felsefi yaklaşım, "sözce"nin (ut1era11a) an-
fından, "göstergelerin kullarucılıınru ve . lamıyla ifade ettiği önerme arasında bit
bağlamlarını araştırma" anlamında kulla- ayrım yapmaktadır. Örneğin "40 yaşın
nılmıştı.r. Ardıllan ise terimi tüm göster- dayım" tümcesinin anlamı açıktır; ancak
gelerin araştırılması anlamında değil de bu tümceden çıkarılacak önerme nasıl,
sııdece dil göstergelerine sınırlayarak kul- ne zaman, nerede ve kim tarafından söy-
lanmışlardır. Ama yine de ortak bir ta- lendiğine bağlı olarak değişecektir.
nıma ulaşamamışlardır. En çok kabul gö- Edimbilim en geniş anlatımını Alman
ren tanım, edimbilimin "dilin içinde işlev filozof Jürgen Habermas'ın çalışmaların
gördüğü yollarla ilgilenen bir dilbilim da- da bulmaktadır. Habermas, oldukça kap-
lı" olduğu yönünde verilen tanımdır. samlı bir iletişimse! eylem kuramı ge-
Morris terimi, Charles S. Peirce, John liştirmiştir. Habermas iletişimi toplumsal
Dewey ve George Herbert Mead gibi olarak eşgüdümlenmiş toplumsal etkin-
felsefecilerin çalışmalarına gönderme ya- likler bütünü olarak görür ve bu etkin-
parken kullanmıştır. Bu felsefecilerin tü- likler aracılığıyla insanoğlunun kendisini
mü de toplumsal yaşamda iletişimin ya- ussal bir varlık olarak gerçekleştirdiğini
727 ilinek
savunur. Ussallık, tartışma aracılığıyla uz- macı varolan bu doğruları açığa çıkar
laşabilme yeteneğidir. Taruşmada kulla- maktır. Burada iletişim kaynaktan alıcıya
rulan uslamlamalar gerçeklik savlan içe- bilgi aktarmak değil, alıcının zaten sahip
rir ve Habermas'ın evrensd edimbilimi olduğu bilgiyi keşfetmesine yardımcı ol-
dört tcmd gerçeklik savı ortaya koyar: i- mak anlamına gdmektedir.
letişim sürecine katılan bir kişi, (i) savını S0ren Kierkegaard tarafından kulla-
anlaşılır bir şekilde ifatk eder, (ıi) karşısın nılan dolaylı iletişim kavramı ise alıcının
daki kişiye anlaşıla bilecek bir ffY aktarır; etik varoluşa erişimini sağlamak için ile-
(ıiı) böylece /wıılisini anlaşılır kılar ve (iv) tişim ediminde iletişimin kendisine karşı
başka bir kişi ik ortak bir anlayışa ulaşır. işlediğini savunur. Bireyler etik bir dü-
YorumbilgisT. Yunan ulak tannsı Her- zende yaşayabilmek için kendi içedönük-
mes'tcn esinlenerek "hermcneutik" adını lüklerirıi fark etmek zorundadırlar. Bu
alan bu yaklaşım Rönesans döneminde tür bir özndliğin sağlanabilmesi için i-
gdiştirilmiş ve bundan böyle "yorumbil- letişimcilerin öncülük etmeleri, ancak ay-
gisi" klasik ya da dinsd metinlere yazılı nı zamanda lider konumundan da ka-
yorumlar aracılığıyla yeniden hayat ver- çınmalan gerekir. Dolaylı iletişim bilgide
me anlamında kullarulmıştır. Y orumbilgi- bir artış yerine özgürlüğün gerçekleştiri
sinin en önemli uygulayıcılarından Hans- mini hedefler.
Georg Gadamer'e göre, iletişimciler ken- Çokanlamlı iletişim kavramıysa La-
di kültürel kavramlarını, yanlılıklarını ve can'ındır. Kierlcegaard için tek öğretmen
önyargılannı beraberlerinde taşırlar ve Tann iken, Lacan için Freudcu bilinçdı
bunlar iletişim sürecini etkiler. Eğer din- şıdır. Bilinçdışı dilin neden olduğu bir
leyiciler ya da okurlar daima iletileri ken- sonuçtur. Daha özgül olarak söylersek,
di kültürel dokulan içinde anlıyorlarsa, dilin ikili anlamsal karşıtlıklan zihni "ser-
iletişim döngüsel bir karaktere sahip de- best/ yasak"; "varlık/yokluk"; "gerçek/
mektir. Bu yapının farkında olan ileti- kurmaca" gibi durumlara böler. Karşıt
şimciler kendi yanlılıklaonın da daha faz- lıkların bir tarafı bastırılır ve sabit "ö-
la farkında olacaklardır, teki" rolünü üstlenir. Lacan'a göre insan
Varoluşsal iletişim: İletişim edimi ger- dili iletişimi oluşturur ve bu iletişim sü-
çekleşirken kişinin kendi benliğiyle ça- recinde gönderici kendi iletisini tersine
tışmaya girmesi iletişimin yeg.Uıe amacı çevrilmiş biçimde alıcıdan alır. İleti, ko-
haline gdebilir. Bu durum varoluşsal ile- nuşma konusunun bina edilmesinde
tişimi gündeme getirmektedir. En bili- "farklılık" gereksinimiyle ilintilidir. Gön-
nen varoluşsal iletişim biçimleri doğur dericilerin alıcıdan aldıkları kendi farklı
tucu/ araalı (maientik) iletişim, dolaylı lıklarıdır. Biz iletişimde bulunuruz çünkü
iletişim ve çokanlamlı/muğlak (oramlalj bizim kim olduğumuzu belirleyen diğer
iletişimdir. leridir. Aynca bkz. Habermas, Jürgen;
Doğurtucu/aracılı iletişim Platon'un Gadamer, Hans-George; Lacan, Jac-
hocası Sokr.ıtes'tcn devşirerek yaptığıbir ques; yorumbilgisi; doğurtma (yön-
tanımlamadır. Sokrates, Platon'un Phaid- temi); sözcelem.
ros isimli diyalogunda yazılı iletişimde
hemen her zaman bulunabilecek bir ya- iletişimsel eylem (kuramı) [İng. mm-
nıltıcı imgenin olduğunu düşünür. Bu- munkah've adİo11', Fr. a.lion ı:ommu11katiııe;
nun üzerine Platon yeni bir diyalog ya- Alm. kommu11ikah'ves handeln] bkz. Ha-
zar; bu diyalogda Sokratcs, izleyicilere bennas, Jürgen.
cevaplarını kendilerinin buldukları soru-
lar soran bir aracı konumundadır. Aracılı ilinek [İng. aaidmt, Fr. aaident, Alm. ak-
iletişimde alıcılann gerçeğe halihazırda zjdenz-, Yun. şymbebekor, Lat a'admr, es. t.
sahip olduklan anımsatılır; iletişimin a- arazi Bağlı olduğu şey olmadan kendisi
ilinekçilik 728
nı türün bireylerinin birbirlerinden ili- anlamda ilk felsefe çağı. M.Ö. VI. yüz-
neksel nitelikleriyle, aynı cins altındaki yılda Thales ile başlatılıp M.S. VI. yüz-
türlerin de birbirlerinden o cinse eklenen yılda son dönem "Yeni Platoncular" ile
ilineksel formlarla ayrıldıklannı öne sü- Simplicius ve Philoponus gibi Aristote-
.rer. Buna göre belli bir türün bireylerini les yorumcularıyla sonlandınlan, yaklaşık
birbirinden ayıran karşılıklı farklılıklar o on iki yüzyıl boyunca varlığıru etkin bir
türe; belli bir cinsin altındaki türleri ya- biçimde sürdürmüş, tek bir başlık altında
ratan birbirlerine karşıt fark1ılıklar da o toplanamayacak denli geniş bir çeşitliliğe
cinse ilinekseldir. Guillauıne'ın öğrencisi konu birbirinden değişik öğelerin hep
ve görüşlerinin en büyük eleştiricisi olan birarada durduğu, kendi içinde bütün-
Petrus Abelardus'a göreyse bu görüş, lüklü özgül felsefe düzlemi ya da çerçe-
birbirleriyle bütünüyle karşıtlık içindeki vesi. Coğrafi açıdan bakıldığında, ilkçağ
iki niteliğin aynı anda bir ve aynı şey i- felsefesinin dönemin uygarlık merkezleri
çinde yer alamayacaklan yollu ilkeyi çiğ Yunanistan ile İtalya başta olmak üzere,
nediğinden mantıksal olarak geçersizdir. Sicilya, Batı Asya, Mısır, Kuzey Afrika
Aynca blı:z. adcılık. gibi Akdeniz'in Yunanca ile Latince ko-
nuşulan değişik bölgelerinde yapılmış fel-
ilk devindirici [İng. prime mom; Fr. pre- sefe çalışmalanyla biçimlendiği görülmek-
mier 111ok11r, Alnı. erster btwegetj bkz. Beş tedir. Hiç kuşkusuz tüm bu öğeler ara-
Yol; Aristoteles. sında, değişik fılozoflarca ortaya konmuş
düşünceler bir yanda, çeşitli felsefe "diz-
ilk konum [İng. original position; Fr. posi- geleri", "okulları", "anlayışları" ya da "öğ
tion originak-, Alm. tmpriinglidJt position) retileri"nce savunulan görüşler öbür yan-
blı:z. Rawls, John; aynm ilkesi. da ilkçağ felsefesinin ana iskeletini oluş
turmaktadırlar.
ilkçağ atomculuğu [İng. anatnl atomi- Kimi kaynaklarda "Klasik Felsefe"
f/Jt) bkz. atomculuk diye de anılan ilkçağ felsefesi, Batı Felse-
fesi geleneğini tarihsel olarak başlatmak
ilkçağ felsefesi [İng. anamı philosopo/, la kalmayıp kendinden sonraki dönem-
philosophy of anfi4N#y, Fr. philosophil anti- lerde yapılan felsefe çalışmalan üzerinde
qNr, Alnı. philo.rophie der antike] En genel gerek yöntembilgisi gerek düşünsel içe-
anlamda, M.Ô. ilk bininci yılın ortalann- rik gerekse biçemsel özellik1er bakımın
dan M.S. ilk bininci yılın analarına dek, dan son derece belirleyici olmuştur. ~u
yaklaşık 1200 yılı kapsayan bir dönem bağlamda ilkçağ felsefesi, felsefenin en
boyunca sürdüğü düşünülen felsefe dö- temel kavramlan ile konulannı, bundan
nemi. Büyük bölümü "Eski Yunanlı" ve daha da önemlisi çözüme kavuşturulma
"Romalı" filozoflarca gerçekleştirilmiş sı gereken binalam pmnnial ("demirbaş')
değişik felsefe etkinliklerini, içerdikleri felsefe sorularını, kendinden sonra gelen
belli ortaklıklar doğrultusunda tek bir ça- felsefe dönemlerinin düşünürlerine paha
tı altında toplayarak derli toplu bir bi- biçilmez değerdeki bir felsefe kalıtı ola-
çimde anlatmak için kullanılan felsefe te- rak bırakmıştır. Nitekim sonradan gelen
rimi. Temelde Eski Yunan-Roma kültür fılozoflar da devraldıkları bu kalıtı, salt
onamlannın kendine özgü koşullan için- koruyup kendinden sonraki kuşaklara ol-
de yeşerip gelişen, soru sormadan gidim- duğu gibi aktarmakla yetinmeyerek, çok
li usyürütmeye, uslamlamadan savlama- çeşitli yönlerde, olanca farklı vurgularla,
ya, temellendirmeden çürütmeye hemen alabildiğine değişik bağlamlarda geliştir
her bakımdan Batı Felsefesi'nin köklen- mişlerdir. Öteki pek çok düşünsel değer
diği, bütün yönleriyle düşünme etkinliği bir yana, ilkçağ felsefesinin geriye kalıt
nin temı=Jlerinin atıldığı tarihin gerçek olarak bıraktığı, felsefe etkinliği bakımın-
ilkçağ felsefesi 730
dan kilit değeri bulunan konular arasında rüyle ters düşen çeşitli öğelerinhiç de
en önemlileri olarak şunlar sayılabilir: (i) azımsanamayacak denli büyük bir yer
"Saltık Gerçeklik", "sayılar", "tümeller", tuttukları görülmektedir. Sözgelimi Pla-
"Tann" gibi doğrudan algılanması ola- ton'un tümellerin tikellerden bütünüyle
naklı olmayan birtakım metafizik kendi- bağımsız varlıkları olduğunu ileri süren
liklerin varlıkbilgisel bakımdan çözümle- "Formlar Kuramı"; Aristoteles'in "De-
nip temellendirilmeleri; (ıi) usyürütme ile vinmeyenDevindirici" olarak Tanrı tasa-
uslamlamanın değerlendirilip açıklığa ka- rımı; "oluş" ile "devirıim"in, dolayısıyla
vuşturulması; (ıiı) canlı ve canlı olmayan da her türden değişimin bütünüyle ola-
doğa dünyasının metafizik gerçekliğinin naksız olduğunu tanıtlamak amacıyla ge-
araştırılması; (iv) bilginin neliği bağla liştirilmiş "Zenon Açmazları"; iyi ile kö-
mında doğru bilgi ile doğru gibi görünen tü arasında Stoacılarca yapılan "Saltık
kanıları birbirinden ayırırken başvurula Ayrırnlar'' bunlardan yalnızca birkaçını
cak ölçütlerin belirlenmesi; (v) mutlu bir oluşturmaktadır.
yaşam yolunda bir bütün olarak iyi ya- Günümüzde her bakımdan "Batı Fel-
şam olanağının sorgulanıp vazgeçilmez sefesi Geleneği"nin ilk aşaması olarak
koşullarının saptanması; (vı) siyasal bir görülen "İlkçağ Felsefesi"nin ilk izleriy-
dizgenin doğasını tanımlamada başta a- le, kimilerine göre M.Ö. 1500 yıllarında
dalet kavramı olmak üzere onunla ya- Hindistan'da, kimilerine göreyse M.Ö.
kından bağlantılı bir dizi kavramın değe 1000 yıllarında Eski Mısır'da karşılaşıldı
rinin çözümlenmesi. Bu başlıklardan da ğı savunulmaktadır. Ne var ki bugün için
açıklıkla görüleceği gibi, ilkçağ fılozo!lan hemen herkesçe benimsenen yerleşik
kendilerinden sonraki fılozotlar için salt görüş, ilkçağ felsefesinin asıl temellerinin
geliştirilmek üzere birtakım düşünceler çok büyük ölçüde M.Ö. VI. yüzyılda
ortaya koymakla kalmamışlar, metafizik, Eski Yunanlılarca atıldığı; daha sonra
varlıkbilgisi, mantık, etik ve siyaset felse- Roma'ya taşınarak burada yeni yönelim-
fesi gibi değişmez felsefe araştırmalarını ler doğrultusunda geliştirildiği; en so-
da verdikleri ilkörnekletle en iyi biçimde nunda da Orta ile Kuzey Avrup-a'dan
temellendirmişlerdir. Bundan da önemli- başlayarak bütün bir Avrupa'ya yayıldığı
si, açık bir zihinsel kavrayışı, önyargılar biçiminde özetlenebilecek bir tarihsel
dan bağımsız özgür düşünceyi, ayrım gö- gelişim çizgisi izlediği yönündedir. Öte
zetmeksizin ilkece her şeyi sorgulamayı, yanda Batı dışındaki kültür dünyalarının
öznel ve usdışı etmenlerden kurtarılmış söz konusu tarihsel dönem boyunca ö-
nesnel ve ussal bir tartışma düzlemini, zellikle "yaşam" ile "hakika t"in özü bağ
salt uslamlama yoluyla düşünmeyi, her lamında önemli metıtfizik düşünceler or·
durumda en doğru düşünme yöntemi ile taya koymuş oldukları tarihsel bir gerçek
doğru bilginin neliğini araştırmayı, iyi ve olmakla birlikte, söz konusu kültürlerin
mutlu bir yaşam yolunda sürekli soruş "düşünme kipleri"nin Batı Ussallığının
turmayı felsefece düşünmenin olmazsa kavrayış çerçevesiyle bağdaşmazlıkları ge-
olmaz bileşenleri olarak kuşkuya yer bı rekçe gösterilerek bu düşünceler çoğu
rakmayacak bir sağlamlıkta kesinlemiş durumda felsefenin dışına yerleştirilmek
lerdir. Temelde ortakgörüyle büyük bir tedir. Tartışmasız kendi içlerinde özel
uyum içinde ortaya konmuş düşüncele felsefe mantıkları bulunan bu etkinlikle-
rin tarihi olmasına karşın, ilkçağ felsefe- rin ilkçağ felsefesi içine dahil edilmeyiş
sinin önemli bir bölümünde, kimi özel lerine, özellikle XX. yüzyılın ikinci yarı
gerekçelerle temellendirilmiş değişik "dü- sında en üst düzeye ulaşan Batı Ussallık
şünce açmazları" bir yanda, içinden çık anlayışına yöneltilen son derece haklı e-
manın adeta olanaksız göründüğü "dü- leştirilerden yola çıkan değişik düşünür
şünsel döngüler'' öbür yanda, ortakgö- lerce son derece önemli karşı çıkışlar dil-
731 ilkçağ felsefesi
lcndirilmiştir. Bilindiği üzere Batı'ya öz- nemini bütünüyle yitirirken, buna karşın
gü yerleşik felsefe tarihi bölümlemele- Stoacı etiğin temel tasarımlarının ne
rinde, başta Konfüçyüs ile Buddha gibi denli önemli olduklarının görülebilmesi
Uzakdoğu düşünürleri olmak üzere, ilk- için yaklaşık on sekiz yüzyıl geçmesi ge-
çağ düşünürlerinin çağdaşı Batılı olma- rekmiş, söz konusu Stoacı içgörülcrin
yan öteki kültürlerden düşünürlerin kimi felsefece değerleri ile içerimleriysc ancak
zaman adlaarun dahi geçmediği görül- XX. yüzyıl çağdaş felsefesinde geı:çek
mektedir. Buna karşılık, yapılacak çok anlamıyla görülebilmiştir. Ôte yanda, "ki-
daha küresel ölçekli bir ilkçağ felsefe şisel özdeşlik", "zihin ile beden ikiliği",
kültürleri bölümlemesiııde üç ana başlığa "birincil ile ikincil değerdeki sorular ara-
özellikle yer verilmesi çok daha gerçekçi sındaki karşıtlık" gibi modern felsefenin
görünmektedir: (i) Sami Uygarlıklarının değişmez araştırma konularının, ilkçağ
Felsefe Kültürleri; (iı) Hint-Avrupa Kö- felsefesinin düşünsel dağarında bulunma-
kenli Uygarlıkların Felsefe Kültürleri; yışları yine bir başka önemli felsefe tarihi
(ıiı) Uzakdoğu ile Güney Amerika Uy- gerçeğidir. Ancak kimi felsefe tarihçileri
garlıklarının Felsefe Kültürleri. Birinci bu durumu ya söz konusu modern fel-
başlık altında Farslar, Araplar, Babi1liler, sefe sorurılarından kimilerinin ilkçağ fel-
Asurlular, Ermeniler gibi değişik Mezo- sefesinde başka sorunlar adı altında in-
potamya uygarlıkları yanında, Hititliler- celenmiş oluşuyla ya da kendilerinden·
den Likyalılara, Urartulardan Frigyalılarıı daha temel sorunların altında bir biçim-
dek Anadolu'da kurulmuş irili ufaklı pek de yer aldıklarıyla açıklamaktadırlar. Ni-
çok uygarlığın düşünsel etkinlikleri bu- tekim bu bağlamda ilkçağ felsefesi ile
lunmaktadır. Kuşkusuz bu ilk başlıkta günümüz felsefesi arasındaki söyleşimin
yer alan ilkçağ uygarlıkları arasında her her zaman için yeni keşiflere açık oldu-
bakımdan felsefeye en büyük katkılan ğunu belirten söz konusu felsefe tarih-
yaparılar Farslar ile Araplar olmuştur. çileri, bu savlanna ana kanıt olarak, özel-
Ancak neresinden bakılırsa bakılsın bu likle modern felsefecilerce bütün bir ilk-
ilk başlıkta yer alan bütün uygarlıkların çağ felsefesi arılayışımızı baştan yapılan
felsefeye yaptıkları katk:ılar, ikinci başlık- . dıran yaratıcı okumaları öne çıkararak,
ta yer alan Yunan ile Roma uygarlıklan felsefe tarihinin değişik dönemlerinde ilk-
nın felsefe kültürlerince gerçekleştirilen çağ fdscfesinin kavramsal çeı:çcvesi ile
lerle karşılaştırıldığında yok denecek ka- sorun örgülerine yönelik olarak ''yorum-
dar azdır. bilgisd buluş"lann aralıksız sürmekteli-
Daha ilk bakışta, ilkçağ felsefesinde ğini göstermektedirler. Ôtc yanda, baştıı
oldukça önemli yer tutan çeşitli fel~efe "ben sorunu" olmak üzere bütünüyle
izleklerinden kimilerinin daha sonra ge- modem felsefe bağlamında doğmuş kimi
len felsefe dönemlerinde ya bütünüyle felsefe sorunlarının ilkçağ felsefesinde
gündemden düştükleri ya da taşıdıkları sorun olmayışları ya da karşılık geldikleri
önemi büyük ölçüde yitirdikleri açıklıkla durumların sorun oluşturmayışlan, kül-
görülürken, buna karşı daha önceleri ö- türel, toplumsal ve tarihsel pek çok farklı
nemli olarak değerlendirilmemiş kimi iz- etmenlere bağlı olarak felsefe ile yaşamın
leklerinse ancak aradan yüzyıllar geçtik- geçirdiği derin başkalaşımla ilintili bir
ten sonra önemlerinin fark edilmiş ol- konudur. Ancak gerçek olan bir şey
ması üstünden atlanamayacak bir felsefe varsa, o da hem geçirdiği tarihsel evrim
tarihi gerçeği olarak kendisini göster- doğrultusunda felsefenin bugününü kav-
mektedir. Sözgelimi Sokraıes öncesi fel- ramak bakımından hem de bir bütün
sefenin en temel sorununa karşılık gelen olarak felsefe etkinliğinin inceliklerini ya-
bir şeyi oluştur.ın "ilk ilkenin maddi var- kalamak bakımından düşünüldüğünde,
lığı" sorusu daha sonraki yüzyıllarda ö- ilkçağ felsefesi üstüne araştırma yapma-
ilkçağ felsefesi 732
ıun her türden felsefe araştırmasının ol- lozoflanna oranla ortaçağ Aristotelesçi-
mazsa olmaz bir bileşeni olduğudur. lerinin payı daha büyüktür.
İlkçağ felsefesi çoğunlukla M.Ö. VI. Çeşitli felsefe tarihlerine bakıldığında
yüzyılın ortalarında yaşamış Thales ile açıklıkla görüleceği gibi, birbirinden de-
başlatılıyor olmasına karşın, Yunanlılar ğişik başka bölümlemeler de yapılıyor
genellikle M.Ô. 700'lü yıllarda yaşamış olmakla birlikte, gerek birtakım haklı fel-
Homeros'u ilk büyük düşünürleri olarak sefi nedenlerle gerekse sağladığı bölüm-
görmektedirler. Bununla birlikte, Platon leme kolaylıkları nedeniyle ilkçağ felse-
da dahil olmak üzere, ilkçağ felsefesinin fesi geleneksel anlamda dört ana döne-
Aristoteles'e gelene dek geçen bölümün- me ya da evreye ayrılarak incelenmekte-
deki filozofların, kendi dönemlerinin ma- dir. (i) M.Ö. VI. yüzyd ile M.Ö. V. yüzyd
tematik ile tıp alanlannda olduğunun ter- arasında, Miletli Thales ile başlayıp Sok-
sine, üst düzey teknik bir dil üstüne ku- rates'e dek süren, "evrenbilgisi" ile "do- .
rulu özel bir "terimbilgisi" geliştireme ğa bilimleri" ağırlıklı sorular temelinde
dikleri görülmektedir. Kuşkusuz bu du- doğa felsefesi egemenliğinde geçen Sok-
rumun başlıca nedenlerinden biri, felse- rates Ô11çen FiloZfiflar Dö11emi ya da Sokm-
fenin daha önceki dönemlerden gele- tes Ô11tr.ri Doğa Felsefesi Dönemi; (ıı) M.Ö.
nekler yoluyla taşınagelen yerleşikleşmiş V. yüzyd ile M.Ö. IV. yüzyd arasında, üç
söylensel öğelerden kendisini bütün bü- büyük Yunan filozofu Sokrates, Platon
tün sıyıramamış olmasıdır. Nitekim ge- ve Aristoteles tarafından metafizikten e-
nelde felsefenin, daha özeldeyse ilkçağ tiğe, bilgi felsefesinden varlıkbilgisine, si-
felsefesinin sözdağarcığııun oluşumunda yaset felsefesinden mantığa dek hemen
asd önemli katkılar, Platon'un öğrencisi bütün felsefe dallannda çeşitli düşünce
Aristoteles ile ondan daha sonra gelen lerin ortaya konduğu, bugünkü anlamda
Stoacı filozoflarca yapdmıştır. Burada al- felsefenin dizgesel temellerinin atıldığı
tı koyuca çizilmesi gereken önemli bir İlk;ağ UsptlNk Felsefesi DÖl1efllİ ya da İlkçağ
nokta, M.Ö. I. yüzyddan itibaren Lucre- Usptlan Diınemi: Sokrates, P/01011, Aristote-
tius, Cicero, Seneca, Autelius gibi kimi le.r, (ıiı) M.Ö. IV. yüzyılın sonlarında A-
Romalı filozofların, büyük Yunan filo- ristoteles'in ölümüyle başlayıp M.S. III.
zoflarının düşünceleriyle girdikleri etki- yüzyda gelinene dek süren, daha çok ah-
leşimden aldıkları büyük esinle kendi öz- lak felsefesini ilgileiıdiren pratik yaşam
gün yapıtlanru Yunanca yazmak yerine sonınlannın öne çıktığı "Stoacılık", "Epi-
Latince yazmayı yeğlemiş olmalarıdır. Ni- kurosçuluk", "Sokratesçilik", "Platoncu-
tekim ilerleyen yüzyıllarla birlikte, Y u- luk", "Kuşkuculuk" gibi deği~k felsefe
nanca'ıun felsefe dili olmııdııki kııyıtsız ~nlayışlarının egemenliğinde geçen Felsefe
koşulsuz egemenliği kırdmış; özellikle O!eN/lan Dömmi ya da Aristotelu S 011rası
ortaçağ felsefesinden başlayarak Yunan- Felsefe A11itgışlan Dö11emi; (iv) III. yüzyd-
ca aşama aşama Latince karşısında geriye da başlayıp VI. yüzyılın ortasına dek sü-
düşmüştür. Ancak yine de, XVII. yüz- ren, büyük ölçüde ''Yeni Platonculuk"
ydda yerini bütün bütün Latince'ye bıra akımının belirleyici olduğu GiZ!mt:i Felsefe
kana dek, Eski Yunanca felsefe dili ola- Döttemi ya da Y mi Plato11m Fi"1Zf!Jlar Dö-
rak varlığını sürdürmeyi bir biçimde ba- 11emi.
şarmıştır. İlk bakışta günümüzde felse- . I. Sokrates Ô11trli Doğa Felsefesi Dö11emi:
fenin pek çok terimi Latince'den geliyor İlkçağ Yunan Felsefesi'nin başlangıç nok-
gibi görünmesine karşın gerçekte bunla- tasıru, fiziksel dünyanın görünüşlerinin
rın çok büyük bir bölümü kökence Yu- gerisinde yattığı varsayılan "ana ilke"nin
nanca olan kavramların Latinceleştiril (!ar/ehe) gerçek doğasının us yoluyla kav-
miş biçimleridir. Yunanca kavramların ranmasına yönelik doğa felsefesi soruş
Latinceleştirilmesinde ilkçağın Romalı fi- turması oluşturmaktadır. Nitekim "Sok-
733 ilkçağ felsefesi
rates Öncesi F'ılozoflar"daki ilk biçimle- üzerine düşünmenin önüne geçtiği gö-
rine bakıldığında, felsefenin doğa felse- rülmektedir.
fesiyle birbirlerinden ayrılamayacak denli İlkça.ğ felsefesinin Sokratcs Öncesi
içiçc geçmiş bir bütünlük seıgilediği gö- Felsefe diye adla.ndınla.n bölümüne iliş
rülmektedir. Sözgclimi bu bağlamda tan- kin genci a.nla.yı,.ımız, hem bu dönemde
nsallık ile insan tinine ilişkin düşünceleri, yaşamış tilozoflann günümüze ulaşmayı
varlığın gizemi ile maddesel değişimin başarmış kendi yazılarına. hem de daha
oluşumuna yönelik düşüncelctden ayu- sonraki dönemlerde yaşamış değişik dü-
mak neredeyse olanaksızdır. Felsefenin şünürlen:e Sokrates öncesi filozofların
Eski Yunan'da doğmasının hem felsefi düşüncelerine yapılan göndermelere da.-
hem de felsefi olmayan pek çok nedeni yanmaktadır. Bu dönemin ilk büyük fi-
olmakla birlikte, bunlar arasında dinsel, lozofla.n Thales, Anaksimandros ve A-
tanrıbilimsel ve söylensel açıklamaların naksimenes, günümüzde Türkiye'nin sı
bütün bütün bırakılarak, doğal dünyanın nırlan içinde kııla.n Ege kıyılannda. ku-
illreleri ile yasalarının neler ola.bileceğine rulu İyonya. bölgesindeki Milet kentinde
yönelik olarak derinden uyanan doğal yaşamışlardır. Bu yüzden bu üç düşünü
merakla birlikte, doğanın yine doğanın rün felsefeleri kimileyin Mi/et Olc111N, ki-
kendisiyle a.çıkla.nma.sına yönelik düşün mileyin de ~'!1" OlcNIR başlıklanyla. da
me isteğinin ağır basmaSlrun ayn bir yeri anılmak.ta.dır. Sokrates öncesi filozofların
bulunmaktadır. Felsefe tarihçilerinin ö- temel ilgi a.la.nını, fiziksel dünyanın kö-
nemli bir bölümü, Sokra.tcs öncesi ya- keni ile bütün fiziksel görünüşlerin ar-
şamış düşünürleri, özellikle felsefece dü- dında bulunan ana maddenin neliği so-
şüncelerinin genel yapısı göz önünde bu- rusu bağlamında doğada yer alan düzen-
lundurulduğunda., birer filozof olarak liliklerin araştırılması oluşturmaktadır.
görmekten çok "bilgin'', "alim", "bilge" Bu dönemin belli başlı dü~ünürleri, özel-
ya da "doğa felsefecisi" diye anmanın likle Thales tarafından geliştirilen "ark-
daha doğru bir tutum olduğunu savun- he" ta.sarımı doğrultusunda, doğada va-
maktadırlar. İlkça.ğ felsefesinin ilk filo- rolan fiziksel nesnelerin va.rlıkla.nnı da-
zoflannca ortaya konmuş düşünceler ço- yandırabilecekleri "ilk ilke"yi ya da "ana
ğunluk "cvrenbilgisel" doğalanyla. dikkat ma.dde"yi temellendirmeye yönelik bir
çekiyor olsalar da, özdlikle Sokra.tcs'in felsefe çerçevesi içerisinden düşünmüş
felsefenin akış yönünü büyük ölçüde lerdir. Felsefe tarihine Milet Okulu Filo-
ahliksal ve siyasal sorunlara doğru de- zoflan ya da İyonyalı İlk Fılozofla.r diye
ğiştirmesine gelene dek, pratik yaşamı geçen bu ilk tilozoflann, felsefece dü-
yakından ilgilendiren konular üstüne de şünmenin temdlerini atmaları bağlamın
önemli içgörülcr sundukları üstünden a.t- da geı:çekleştirdikleri en büyük haşan,
la.na.ma.ya.cak bir gerçektir. Yine bu bağ doğada.ki görüngülerin gerçekliğini söy-
lamda. belirtilmesi gereken bir başkıı ö- lenbilgisel öykülere yer etmiş usdışı ·iz-
nemli nokta da Yunan halkının dağınık leklere başvurmadan, tannbilimsel yak-
yaşa.mı bırakarak da.ha çok kentlerde la.şımlann gerçek dışı açıklama. öğelerine
toplanma.ya ba.şla.ma.Slrun, fclscfenin do- gitmeden, salt "bilimsel" açıklamalarla.
ğa sorunlarından yaşam sorunlarına. ge- sorgula.maya. çalışmak gibi oldukça kes-
çiş olarak anlatıla.bilecek temel ilgi kınl kin bir adımı atabilmiş olmalarıdır. Nite-
masında. oldukça önemli bir etkisi oldu- kim bu bağlamda. "maddenin ya da mad-
ğudur. Öyleki, birlikte ya.şama geçilmiş denin tözsdliğinin sürekliliği", "dünya-
olma.sının üzerinden çok geçmeden, top- nın doğal evrimi", "niteliğin niceliğe in-
lumsal yaşam, hukuk, yurttaşlık değer dirgenmesi" gibi önemli konularda yarı
leri, toplumsal uzlaşılar gibi konular üze- felsefi yan bilimsel ilkeler bulgulayıp
rine düşünmenin aşama aşama salt doğa bunlann doğrulukla.nnı kendi içinde tu-
ilkçağ felsefesi 734
kalmayar.ık, bilimsel düşünmeye ayn bir oluştuğunu savunarak, "ilk ilkc"nin neli-
değer ve ilgi göstermiş olması düşünce ğini doğada bulunmayan bir öğeyle, za-
lerinin ayırt cclici bir özelliğidir. Pythago- man ile uzamdan bağımsız matematik
rasçılık diye adlandırılan felsefe dizge- kcndilikler alanıyla açıklamışlardır.
sine çok genci olarak bakıldığında, etik., İlk.çağ felsefesindeki öncrnli felsefe
doğaüstü ve matematik.sel görüşlerle i- konumlarından biri de, İyonyalı filozof-
nançların tinsel bir yaşam anlayışı çerçe- lann tek bir tözün varolduğuna yönelik
vesinde biraraya geldik.leri görülmekte- temel varsayımlanna karşı, birden çok
dir. Nitck.im ruhun (tinin) bedenin tut- tözün varlığını tanıtlamak amaayla ilk.in
sağı olduğunu düşünen Pythagoras ile Empcdokles tarafından ortaya atılıruş
izleyicisi önde gelen Pythagorasçılar, ö- Çokpl/11k anlayışıdır. Varolan bütün her
lümle birlikte ruhun yalnızca belli bir sü- şeyin birbirlerine hiçbir durumda indir-
reliğine bağımsızlığına kavuştuğuna, son- gcrımcsi olanaklı olmayan "hava", "su,"
ra yeniden daha yük.sek ya da daha alçak "toprak." ve "ateş"tcn oluştuğunu ileri
bir yaşam biçimine geri döndüğüne i- süren Empcdoklcs, biribirine bütünüyle
nanmaktadırlar. özellikle it.imi noktalar- karşıt sevgi ile nt.frtt duygulan araalığıyla
da tam bir gizliliğin esas olduğu tarik.at bu dört temel öğenin birbirleriyle birle-
havası uyandıran bir yapılanmaya konu şerek ya da birbirlerinden uzaklaşarak
Pythagorasçılık.ta, "ruh göçü inana"nın dünyada bilinen nesneleri oluşturdukla
c:'"palingtnt.ris} her bakımdan ayrı bir yeri rını dile getirmiştir. Sevgiyle bir araya
ve önemi bulunmak.tadır. Pythagorasçı gelme, buna karşı nefretle birbirinden u-
lar, ruhun yeryüzünde gerçekleştirdiği er- zaklaşma süreçlerine dayalı olarak. dün-
demli yaşama ölçüsüne göre ölümden yanın "kaos"tan düzen kazandığını ama
sonra dünyaya yeniden dönüldüğüne i- günü geldiğinde yine ."kaos"a geri döne-
nanmalanna bağlı olarak, yeryüzündeki ceğini savunan Empedokles, bunun ken-
ömürlerini nasıl geçirmeleri gerektiği ko- disinden kurtulunması olanaklı olmayan,
nusuna hep ayn bir özen göstermişler; tanrısallığa konu beııgisel bir döngü ol-
özellikle belli noktalarda çileci bir yaşam duğunu belirtmiştir. Aynca Empcdoklcs,
tarzını aratmayacak. belli yasak.lar ile ku- söz konusu bcııgisel döııgüyü dinsel iba-
rallan benimsemişlerdir. İnsanın en yük- detin ana nesnesi olarak. değerlendirerek,
sek arnaarun düşünsel erdemleri olabil- kişileştirilmiş tannsallıklarla beslenen po-
diğince keskinleştirerek ruhunu çirkinlik- püler halk inancını son derece kesit.in
lerinden arındırmak. olduğunu ileri süren tümcelerle yermiştir. İlk.çağ Yunan Fel-
Pythagorasçılık, bu bağlamda dünyevi ke- sefcsi'nin "Sokrates öncesi" bölümünde
yifler ile duyusal hazlardan uzak durarak yer alan bir başka öncrnli çokçu filozof
çeşitli dinsel kuttörenler araalığıyla en Anak.sago[as, varolan bütün her şeyin
yüce tin değerlerinin yaşama geçirilmesi- yok olması olanaklı olmayan temel öğc
nin hep en ön planda tutulmasının doğ lerden, daha açık bir deyişle sonsuz sayı
ruluğunu savunmak.tadır. Bunun yanında daki "minik tanecikler"den meydana gel-
müzikte açık bir biçimde matematik. ya- diğini ileri sürmüştür. Evreni düzene ko-
salarının varlığını görmelerine bağlı ola- yan temel iikenin, yani tannsal us nous'un
rak, gezegenlerin devinimlerinin yalnızca bu temel öğeleri de en yetkin biçimde
Pythagorasçı eğitimi alıruş kulakların du- düzene koyduğunu düşünen Anaksago-
yabileceği özel bir gök.küre müziği ortaya ras, bu taneciklerin birleşerek bildiğimiz
koyduğunu ileri sürmüşlerdir. Matemati- nesneleri nasıl oluşturduklannı açıklaya
ğin fizikten daha üstün olduğunu düşün bilmek amacıyla tarihin bilinen ilk "koz-
düklerinden bilimi bütünüyle matematik mik evrim kurarnı"nı geliştirmiştir. Buna
ile özdeş gören Pythagorasçılar, varolan göre, tanecikleri ayıranın ya da birleşti
hcrşcyin sayılar ile geometri şekillerinden renin evrim sürecinin etlııin ilke'si olarak
ilkçağ felsefesi 738
tır. Daha sonraki yüzyıllarda Sokrates'in felsefe okulunu kurduğu gibi, gerek dü-
kişiliğinde gövdelenen "filozof' karakte- şünsel gerekse yazınsal bakımdan kla-
ri, özellikle ahlaksal konularda sergilediği sikler arasında gösterilen Dfyalogları ka-
tutum nedeniyle felsefe tarihinde "filo- leme almışur. Platon, hocası Sokrate5'tcn
zofluk simgesi" olarak algılanacak denli aldığı esinlerin de yardımıyla, tartışmaya
baştacı edilmiştir. Nitekim Sokrates'in fel- açık olmayan yetkin bir dizgesel yapı ser-
sefi düşüncelerinden, sağlam etik kişili gilemiyor olmasına karşın etik, siyaset,
ğinden, düşünsel yeti ve becerilerinden fizik, metafizik, bilgikuramı, estetik ve
esinlenen pek çok düşünür, tarihin deği ruhbilim gibi değişik bilgi alanlarının bir
şik dönemlerinde kurulmuş çeşitli S okm- arada bulunduğu, etlı:ileri günümüze dek
terp Oht//ar'da biıaraya gelerek, Sokrates' uzanan bütünlüklü bir felsefe anlayışı ge-
in "sorgulanmamış yaşam yaşamaya değ liştirmiştir. Sokrates'tcn çok daha dizgeci
mez" sözünde en iyi anlatımını bulan ya- oluşuyla dikkat çeken Platon'un, özel-
şam felsefesinin inceliklerini araşttrmış likle hocasının ağzından yazdığı "önceki
lardır. Sokrates ile sofistler, Atina'yı Yu- dönem" diyaloglannın Sokratesçi felse-
nan Dünyası'nın, dolayısıyla da ilk.çağ fenin temel içgörülerinin açımlanarak
dünyasının felsefe başkenti yapmalanna sürdürümü olmaktan öteye geçemediği
bağlı olarak, gerek bu dönemin gerekse görülmektedir. Tıpkı Sokrates gibi etiği
bütün bir felsefe wihinin tartışmasız iki en yüksek bilgi dalı olarak düşünen Pla-
büyük filozofu Platon ile Aristoteles'in ton, erdemin düşünsel temelleri üstüne
yetişmelerine olanak sağlamışlardır. Sok- özel vurgularda bulunarak, son çözüm-
rates'in bütün yaşamı boyunca iyi yaşa lemede erdem ile bilgeliği özdeş olarak
mın doğasına duyduğu derin ve kesinti- değerlendirmiştir. Aynca doğa felsefesi,
siz ilgi, ilk.çağ felsefesinin insan bilgisi ile siyaset felsefesi, bilgikuramı, metafizik,
ussallığı üzerine genel bakışının biçimle- tannbilim gibi belli başlı felsefe alanlan-
nişinde son derece etlı:ili olmuştur. So- nın temel soru(n)larını araşurmış, bu so-
fistlerin "yıkıcı" kuşkuculuğunun tam ru(n)lar bağlamında bütün bir Batı Fel-
tersine Sokrates'in hep "yapıcı" bir kuş sefesi geleneğine gözardı edilemeyecek
kuculuk anlayışıyla felsefe yapması da değerde birtakım yanıt tohumları ile dü-
kendinden sonraki felsefe yöntemlerinin şünsel öğeler ekmiştir. Hiç kuşkusuz Pla-
gözardı edemeyecekleri bir esin kaynağı ton'un felsefesinin temelini İdtalar KN-
olmuştur. Nitekim Aristoteles, etik dü- rlllJll ya da öbür adıyla F(}f'fll/ar Öğretisi o-
şüncelerini ortaya koyarken gerek Sokra- luşturmaktadır. Platon, başta Devlet ile
tes'in kişiliğinden gerekse savunduğu gö- Pamımidlr adlı yapıtlan olmak üzere, di-
rüşlerden geniş oranda eıki!enetek "er- yaloglannın pek çoğunda "İdealar Ku-
dem etiği" diye adlandırılan önemli fel- raını"nı en ince aynntısına varana dek
sefe yaklaşımını geliştirmiştir. İlkçağ fel- temellendirmiştir. Buna göre varoluşu,
sefesinde yapılan ahl:ik felsefesinin en "düşünülür dünya" ile "duyulur dünya"
belirgin özclliği, sunulan etik çözümle- diye iki ayn metafizik alana bölen Pla-
melerin her durumda gerçek yaşam so- ton, bunlardan ilkinin yetkin, bengiscl,
runlanna uygulanarak değerlerinin sınan algılarla kavranması olanaklı olmayan,
masında kendisini göstermektedir. Bu salt düşünme yoluyla kendisiyle ilişkiye
anlamda ilk.çağ fdozoflan her türden ku- geçilebilen İdealar'ın ya da Fomılar'ın
ramsal ilgilerini sürekli pratik konularla gerçek dünyası olduğunu, buna karşı i-
ilişlı:ilcndimıeye ayn bir özen göstermiş kincisinin İdelar dünyasında varolan
olmaları bakımından bütünüyle Sokra- fomılann somut nesnelerde ömeklen-
tesçi felsefe ruhunun etkisi alundadırlar. mesiyle oluşan, yalnızca duyu organlan
Sokrates'in öğrencisi büyük Yunan aracılığıyla ilişkiye geçmenin olanaklı ol-
filozofu Platon, Ati na'da Akodtfllİa adlı duğu gerçek olmayan bir dünya oldu-
ilkçağ felsefesi 742
formları içeren "İyi İdeası", Baıı Felse- daha ilk bakışta kendisini açıklıkla belli
fesi'ndeki tümtanna ile gizemci din öğ etmektedir. Nitekim okulun içinde kul-
retilerine kaynaklık etmiş olması bakı lanılmak üzere yazılmış bu bilimsel ya-
mından aynca önemlidir. "Doğruluk'', :ı:ılann, kendilerine kolaylıkla herkes tara-
"Güzellik'', "Adalet" fomılannın "İyi İ fından ulaşılamıyor olmasına bağlı ola-
deası"nda biraraya geldiklerini düşünen r.ık, M.Ö. I. yüzyıla gelinene dek derin-
Platon, "ideaların ideası" olan bu en yü- lemesine incelenip tarıışılmadıklan sanıl
ce ideayı İyi olarak temdlendirerek, fel- maktadır. Hayvanbilim içerikli yazılar dı
sefesinin ana iletisinin en başından beri şanda tutulmak koşuluyla, Aristot.clcs
etik alanda olduğunun en önemli kanııını hemen bütün fdsefe yazılarında Platon
sunmuştur. Bu temel gerçeğe karşın, de- tarııfından temelleri atılan pek çok araş
ğişik felsefe çevrelerinde, Platon'un İde ıınna konusunu t.ck tek en ince ayrınıı
alar Kuramı'nın etik içerimlerinden çok sına varana dek çözümlediği gibi, başta
bilgikurıımsal ya da varlıkbilgiscl so- manıık ile bilim dallan olmak üzere fel-
nuçlanyla ele alındığı görülmektedir. Pla- sefe için yeni araşıırma alanlan da aç-
toncu felsefe ilerleyen yüzyıllarda hem mışıır. Bu yazıların her biri ııpkı Platon'
Hıristiyan tannbiliminin hem de ortaçağ un yapıtları gibi Baıı Felsefesi'nin en
İslam düşüncesinin gdişiminde son de- önde gelen klasikleri arasında yer almak-
rece önemli bir rol oynaınışıır. Kuşkusuz tadır. Bu noktada Platon ile Aristotcles'
Platon 'un tannbilimsel bir çerçeveye taşı in düşüncelerinden yola çıkan değişik
narak yeniden düşünülmesinde, Yeni Pla- düşünürlerce oluşturulmuş Plalfmmlnk ile
tonculuk'un kurucusu III. yüzyıl filozofu Aristotelesçilik anlayışlarının, özdlikle M.
Ploıinos'un çabalarının payı büyüktür. S. II. yüzyıldan başlayıp Rönesans'ın so-
Nitekim Plotinos, Platoncu düşünceler nuna gelinene değin en büyük iki felsefe
den yola çıkarak kurduğu Yeni Platon- geleneği olarak felsefe tarihinde yerleşik
culuk anlayışıyla, İskenderiydi Clemcns, lik kazandıklan görülmektedir. İlkçağ fel-
Augustinus, Origenes gibi büyük Hıristi sefesinin bu iki büyük filozofunun bı
yan tannbilimcilcrini derinden etkilemiş rııktıklan felsefe kalıtı, Batı Felsefesi'nin
tir. günümüzdeki konumu ile görünümü üs-
Öte yandan A/wJtfllidnın en patlak tünde dahi son derece belirleyici olmayı
öğrencisi Aristotcles, okulda ilk eğitimini sürdürmektedir.
almasının hemen ardından salt bir izle- Aıistoteles, Platon'un "İdealar Ku-
yici olarak Platoncu çizgiden yürümek rııını"nı bütünüyle yadsımasına karşı, en
yerine, Ale4dt111idya seçenek olarak kur- başından beri aynı hocası gibi gerçek bil-
duğu J_,,,keiot1'da kendi fel~efe dizgesini 'ginin tümdlerin bilgisi olduğundan en
kurmaya koyulmuştur. Aristot.cles'in son ufak bir kuşku bile duymamışıır. Bu bağ
derece yetkin bir dizgdilik nit.cliği sergi- lamda Platon'un tersine, tümellerin tem-
leyen düşünceleri, kendi döneminde Ly- sil ettiği gerçekliğin o şeyi oluştu.:arun
ktiot1'un en önemli eğitim kurumu olarak içinde "İdea" olarak değil "Öz" olarak
görülmesine yol açmakla kalmamış; pek bulunduğunu düşünmüştür. Bu düşün
çok bilgi dalının t.cmdlerini de atmış ol- ceye bağlı olarak da Platon'un "İdealar
masıyla, yalnızca Baıı Felsefesi'ne değil, Dünyası"nı boştan yere şeylerin iki ayn
Baıı kaynaklı bütün bilim dallanna silin- dünya kurgulaııarıık tasarlanmasına yol
mesi olanaklı olmayan izler bırııkınışıır. açıığı için her bakımdan temelsiz bulmuş;
Aristotdcs'in oldukça t.cknik içerikleriyle "Özler Dünyası''nın görüngüler dünyası
dikkat çeken, daha çok araşıırma amacı nın ne üzerinde ne dışında ne de ötesin-
güden -son hallerine getirilmemiş- okul de olamayacağını savunmuştur. Dolayı
yazılarının, "çoğaltılmak" üzere yazıya sıyla, duyu deneyiyle vanlan bilgi ile usa
alınmadıkları önemli bir özdlik olar.ık dayalı bilgi arasında ilkece hiçbir çdişki-
ilkçat felaefeai 744
nin olmadığını ileri süren Aristotcles, fenin gelişmeye başlamasıyla, tarihsel yö-
şeylerin ait olduğu tümel metafizik ilke- nelimli araştırmalardan da açıklıkla gö-
lerin doğrudan tilı:ellerde ömelı:lenen, rülebileceği gibi, felsefenin geniş oranda
duyu bilgisinde sunulu bulunan nitelilı:ler evrensel bir anlayışa ulaşmak için yapılan
üzerinden yapılan soyutlamalar yoluyla bir araştırma kimliği kazandığı gözlen-
elde edilebileceği sonucuna varmıştır. Ö- melı:tedir. Nitekim Helenistik felsefenin
te yandan fiziksel nesnelerin özlerine yö- doruğa ulaşmasında büyük bir etkisi bu-
nelik olarak ilki "Form", ikincisi "Mad- lunan felsefenin kendine yeter bir disip-
de" olmak üzere iki.katlı bir ilke temel- lin konumuna gelmesinde, bu dönemde
lendiren Aristotclcs, bunlardan "Form" gelişen coğrafi farlı:lılaşmanın son derece
un yetkinliğin, etkinliğin, belirlenmişliğin önemli bir yeri vardır. Bu bağlamda
kısacası bütün olumlu özellilı:lerin ana özellilı:le İskenderiye, bir yanda muhte-
kaynağı olduğunu, öte yanda "Madde" şem kütüphanesiyle, öbür yanda döne-
nin ise yetkin olmayışa, edilgenliğe, sı min krallannın bilimsel çalışmalara ver-
nırlanmamışlığa yani olumsuz bütün ö- diği yakın destelı:le, bilimsel, yazınsal, en
zellilı:lere yataklık ettiğini dile getirmiştir. önemlisi de tarihsel araştırmaların yeni
Metafizik ile fizik ar-.ısındaki ince sınıra başkenti konumuna gelmiştir. Buna karşı
gelindiğinde, Aristoteles'in nedenselliğin Atina'daki felsefe okullan daha çok baş
doğasını en üstünleri olduğunu düşün tan beri felsefe diye anılan araştırma et-
düğü dört ayn neden belirleyerek çö- kinliğinin içinde yer alan lı:lasik felsefe
zümlediği görülmektedir: "maddesel ne- dallannda çalışmalarııu sürdürmeyi yeğ
den", "biçimsel neden", "etkin neden", lemişlerdir. Soruadan gelen filozoflar da
"ereksel neden". Bunun yanında Aristo- çok büyük ölçüde Yunanlı uğraşdaşlann
teles, Sokrates öncesi filozoflardan. değ dan devmldılı:lan bir kavramsal çerçeve
me bir felsefe sorunu olarak kalan "oluş ile sorunlar örgüsü doğrultusunda dü-
sorunu"na yönelik önemli katkılarda bu- şünmüşlerdir. M.Ô. iV. yüzyılın sonla-
lunmuştur. Nitekim Platoncu İdealar Ku- nndan başlayıp Hıristiyan tannbilimi a-
mmı üzerine yaptığı ayrıntılı çalışmalar, ğırlılı:lı Ortaçağ · Felsefesi'nin doğuşuna
özellilı:le kummda içerimlenen metafizik dek geçen bu süre boyunca temellendi-
ilkelerin ışığı altında değişim sorununa rilen felsefe anlayışları ile kurulmuş belli
özgün bir yalı:laşım sunabilmesine olanak başlı felsefe okulları şunlardır: Epileımu
tanımıştır. Aristotcles genelde Varlık'ın (lllıl/e, Stoaalıle, 'Kıl1ht&11lılle, Yeni Plato11-
doğasına yönelik açılı:lamalanyla, daha ö- &11lılle.
zeldey5e "Kategoriler Dizgesi" diye bili- Helenistik felsefe bağlamında göze
nen, şeylerin olmakıalıklannı açık kapı çarpan felsefe anlayışları arasında hiç
bırakmayacak bir kesinlilı:te bölümleye- kuşkusuz Kıbnslı Ztnon tarafından ku-
rek oluşturduğu dizclgeyle metafiziğin rulan S toaalıle ile Epikuros tarafından te-
"ilk felsefe" olarak temellerini atmıştır. melleri atılan Epihtrosf11IN!e ayn bir yer
Bundan da önemlisi, Tann'nın varlığını ti.ıtmaktadır. Aynca yine bu dönem bo-
"Devinmeyen Devindirici" tasarımı doğ yunca ilk kez Yunan sofıstlerince dil-
rultusunda temellendirerek, etkileri yüz- lendirilen 'Kıl1/eıı&111Nle anlayışının da de-
yıllarla anlatılacak tarihin en değerli Tan- rinleştirilip geliştirilmiş biçimiyle oldukça
n açılı:lamalanndan birini sunmuştur. etkin olar.ık dolaşımda olduğu görülmek-
III. Felsefi Ohtllan Diiıımtr. İlkçağ felse- tedir. Büyük ölçüde Arkesilaos ile Kar-
fesinin M.Ô. iV. yüzyılın sonlannda neades tarafından ilerilere taşınan "Hc-
başlayıp M.S. III. yüzyılın ortalarına dek leniStik Dönem Kuşkuculuğu"nun "İlk
süren üçüncü ana evresi, Felsefe Okul- çağ Yunan Felsefesi Kuşkuculuğu" ndan
lan Dönemi diye anılmaktadır. M.ô. iV. aynlan önemli bir yaıu, belli anlayışları
yüzyılın sonlarına doğru Helenistik felse- bulunan öğretisel bir felsefe okulu ol-
745 ilkçağ felsefesi
maktan çok, varolan anlayışlar karşısında kararlar alınmasına bir yarar sağladıklan
özel tutum ve yaklaşımlar geliştirme ara- sürece önemli olduklannı savunan Epi-
yışıyla öne çıkan eleştirel bir felsefe o- kuros, ''Tann korkusu'', "ölüm korku-
kulu olmasıdır. Bu yeni kuşkuculuk anla- su", "yaşam korkusu" gibi korkulann gi-
yışı Helenistik dönemin sonlarına doğru derilmesine bir biçimde katkıda bulun-
Pyrrhon'11/uk ile bütünleşerek en üst dü- mayan bilimsel araştırmaların boş uğraş
zeyine ulaşmıştır. lar olmaktan öteye geçemeyccekfcrini ö-
Aristoteles'ten soru:a gelen Yunan fi- ne sürmüştür. Bu bağlamda Epikuros,
lozoflannın düşüncelerine genel çizgiler- Demokritos'un yan maddeci, yan atom-
iyle bakıldığında, felsefenin daha çok in- cu felsefe dizgesini kendi düşüncesine
san yazgısı ile davranışlarıyla ilintili so- uyarlarken söz konusu düşünce yapı
runlar üzerine yoğunlaştığı görülmekte- sında önemli değişikliklere gitmiştir. Söz-
dir. Bu genel eğilimin ana temsilcileri gelimi, atomların olası bütün yönlerdeki
-Stoaalar ile Epikurosçular, ilkece mutlu gelişigüzel devinimleri yerine, atomlann
yaşam ülküsüyle bir biçimde ilişkili olan hep aynı yöne doğru gerçekleşen "tek:-
metafizik sorunlarla ilgilenmeye ayn bir tip" bir devinim içinde bulunduklarını
özen göstererek, metafizik ile etiği bir dile getirmiştir. Bunun yanında atomların
potada eritip bütünleştirmeye yönelik kimileyin ani sapmalarla önceden kesti-
farklı felsefe anlayışları temellendirmiş rilmesi olanaklı olmayan biçimlerde de-
lerdir. Nitekim bu bağlamda hem Stoa- vinebildiklerine de dikkat çekerek, bir
cılar'ın "tümtanncı maddecilik" yaklaşı anlamda özgiir isttllf tasanmına yönelik
mı hem de Epikurosçular'ın "maddeci fiziksel bir açıklama sunmuştur. Bu an-
biıcilik" anlayışı, Platon ile Aristoteles'in lamda Epikuros'un, baştan sona madde-
felsefelerinin en büyük eksikliği olarak ciliği savunan bir filozof olmasına kar-
öngörülen etik yaşamla ilgili boyutları şın, istenç özgürlüğünden en ufıık bir
tamamlamak amacıyla tasarlanmıştır. Ki7 kuşku dahi duymayışıyla klasik maddeci-
. mi felsefe tarihçilerinin gözünde Stoacı lik konumundan ayn düşünülmesi ge-
ile Epikurosçu felsefe okulları, gerekçi- rektiği açıktır. Yaşamın en büyük ama-
leci yaşam etiği ile gizemci felsefe öğcle anı, yumuşak bir devinim içinde aalar-
rini benimsemeleri nedeniyle gerekseme- dan uzakta yaşamakla bir gördüğü haz
tafızik düşünceye yeni bir yön· çizme- alma durumunu olabildiğince en üst dü-
lerinden ötürü, Yeni Platonculuk adıyla zeye çıkarmak olarak belirleyen Epiku-
anılan felsefe anlayışı içinde değerlendi ros, söz konusu erdemin bir başka şeye
rilmelidir. daha gerek duyulmaksızın salt kendisi
Anılan bu okulların ya da anlayışların için değil -bir yanda tutkular ile arzular-
temel uğraş alanlanndan da görüleceği ü- dan, öbür yanda tinsel tıkanıklıklar ile
zere, bu dönemin en belirgin özelliği sorunlardan insanın enson anlamda kur-
İlkçağ Felsefesi'nin Eski Yunan aşama tuluşunu güvence altına alan- tiniıı haz
sında doğa bilimlerine duyulan temel il- _yafanlm'nı çoğaltmak adına istenmesi ge-
ginin, yerini bütünüyle etik, din ve siya- rektiğini ileri sürmüştür. İnsanın ancak
set konulan bağlamında pratik yaşamı il- zararlı duygulanırnlanna gem vurarak, ı
gilendiren konulara bırakmış olmasıdır. lımlı yaşayarak, kendisini bağlayan kuşa
Nitekim bu dönemin önde gelen filo- tanlarından bağımsızlaşarak gerçek mut-
zoflarından Epikuios, M.Ô. yaklaşık 306 luluk olan huzur ya da dinginlik duru-
yılında bütünüyle pratik sonuçlar doğrul muna (:"atarahia) ulaşabileceğini savu-
tusunda ussal bilgi yoluyla mutlu bir ya- nan Epikuros, özellikle kendi adıyla ku-
şamın gizinin çözülmesinin amaçlandığı rulmuş okulunda bu duruma en iyi ve en
Epilulrrı.rpı/Nk diye anılan bir felsefe oku- kolay yoldan nasil geçilebileceğini gös-
lu kurmuştur. Doğa bilimlerinin pratik termeye yönelik yeni öğretiler geliştirme
ilkçağ felsefesi 746
demler bölümlemesindeıi tiitcıilmişler varlığa dışsal herhangi bir başka şey yo-
dir. Bu son derece önemli felsefe okulu- luyla baskı altına alınmasının ya da ö-
nun ayırt edici özelliklerinden biri de nüne geçilmesinin söz konusu olmadı
cvrcndefÇi bir felsefe anlayışı. üstüne ğını dile getirmektedir. Epiktetos, bütün
bina edilmiş olmasıdır. Nitekim bütün insanlann özbeöz Tann'nın çocuklan ol-
insanların cvrcnscl bir tinin görünümü duğunu düşünmüş; taşıdıklan usa bağlı
olduğunu düşünen çoğu Stoacı, bu tcmcl olarak insanlar arasında doğrudan Tan-
varoluş gerçeği uyannca insanlann düş n'dan getirilen bir kanbağı olduğunu ileri
manlık gütmeden kardeşçe geçinmekle; sürmüştür. Tann'dan gclmcktcliği nede-
ırk, din, etnik köken aymnlarım gözet- niyle insanın hem kendi dünyasını hem
meksizin birbirlerine yardım etmekle; de kendi yaşamını, doğanın yani Tann'
tam bir dayanışma içinde yaşamakla yü- run istenci doğrİıltusunda yönetme yetisi
kümlü olduklanrun alunı değişik vurgu- taşıdığını savunan Epiktctos, insanın en
lamalarla çizmiştir. Yine bu bağlamda doğal içgüdüsü olarak kendisini ve kendi
Stoacılar, insanların ten rengi, güzellik ya çıkarlarını korumayı göstermiştir. Bunun-
da çirkinlik gibi dış görünüşlerinin top- la birlikte, kişinin toplumsal ortak çıkar
lumsal ilişkilerde hiçbir önemi olmaması lara katkıda bulunmadıkça kendi özçı
gerektiğine parmak basarak, Hıristiyanlı karlanru güvence altına almasıİıın ola-
ğın doğuşundan çok daha önceleri in- naklı olmadığının da alum özellikle çiz-
sanlığın cvıcnscl kardeşliği ülküsü ile bü- miştir. Yine bu dönemde adından çok
tün insanlann özünde eşit oldukları dü- söz ettiıcn Romalı imparator ve filozof
şüncesini fark edip ödün vemıeden sa- Marcus Aurclius, bilgelik ile soyluluk ko-
vuiınıuşlardır. nuları bağlamında Stoacılık üstüne yaz-
Eski Yunan-Roma dünyasının en et- dığı Diifİİ11tr'6 ile önemli yankılar uyan-
kili okulu Stoacılık önemli yazarlar ile ki- dırmışur. Aurclius, filozof bir kralın ağ
şilikler yaratmış olmasıyla da aynca anıl zından belli görüşleri anlattığı Diifİİ11te'6
maya değerdir. Sözgclimi bunlar arasın adlı yapıtta, çok büyük ölçüde Epiktetos'
da Romalı filozof, devlet adamı ve hatip tan öğrendiği temel Stoacı düşünceleri
Lucius Annaeus Seneca, M.S. I. yüzyıl kendisine özgü bir biçimde işlemiştir.
Roması'run önde gelen düşünsel kişilik Yapıtta ortaya konan düşüncelerden en
lerinden biridir. Seneca Stoacılığın en te- önemlisi, evrenin evrensel bir us tarafın
mel öğretilerini şu biçimde özetlemiştir. dan yönetilen bir birlik taşıyor olması
(i) doğaya göre yaşamak; (ıı) olup biten- gerçeği karşısında, insan tininin tanı:ısal
leri isyan etmeksizin büyük bir tanrısal usun bir parçası oirnası nedeniyle, bütün
planın doğal uzannlan olarak görüp yüce dünyasal kötülüklerin ortasında yaşamak
gönüllülükle kabul etmek; (ıiı) bütün in- zoı:unda olmasına karşın iyi olarak kalma
sanlık için evrensel bir sevgi duymak. yetisi taşıyor olmasıdır.
Scncca'ya göre, felsefe ahmakça şeyler İlkçağ Fclsefesi'nin "Roma Dönemi
yapıp sonra kefaretini ödememek için, Felsefe Okulları" diye anılan bu bölü-
inccliktcn yoksun, kaba bir yaşam biçimi münde yer alan bir başka önemli felsefe
yerine yalın bir yaşama çağndır. Öte yan- okulu da K11ıhia11Nk'tur. Özünde bir Yu-
da geç dönem Roma'nın Yunanlı azat nan düşünce okulu olan kuşkuculuk, nes-
edilmiş kölesi ve düşünürü Epiktctos, nel bilgi olanağına karşı çok büyük öl-
daha çok öğretilerinde karşılaşılan dinsel çüde Yunan sofistlerince getirilen eleşti
vurgulamalarıyla tanınmaktadır. Doğru rilerden yola çıkmaktadır. Algılardan el-
bir eğitimin, insana gerçek aıılamda ait de edilen görünüşler dı'10da gerçekliğin
olan tek şeyin,
yani istencin, ayırdına va- bilgisine ulaşma olanağını bütünüyle yad-
nlmasından geçtiğine inanan Epiktetos, sıyan genel sofist öğreti en iyi anlatımım
Tann'nın her varlığa verdiği istencin o Protagoras'ın "İnsan her şeyin ölçüsü-
ilkçağ fdsefesi 748
dür'' sözü ile Gorgias!ın "varlık diye bir den Sextus Empiricus, gözlem ile ortak-
şey yoktur; olsaydı bile bilinemezdi; bi- görünün ussal kuramlar üzerindeki tar-
linseydi bile iletilemezdi" yollu uslamla- tışmasız üstünlüğünü tanıtlamaya yöne-
masında bulmaktadır. Genel çerçevesi lik bir dizi uslamlama ortaya koymuştur.
bu iki düşünür tarafından çizilen sofist iV. GiZ!fl'd Ftlseft Dönemi: Hiç kuşkusuz
bakış açısı, daha sonralan Elisli Pyrrhon' ilkçağ felsefesinin kapanış evresinde a-
un Roma'da kurduğu felsefe okulunda dından en çok söz ettiren felsefe okulu
savunulan düşüncelerle, "kuşkuculuk" di- Yeni Platon&11lııle'tur. Temelleri M.S. III.
ye anılan di2gesd bir yapı kazanmıştır. yüzyılda Plotinos tarafından atılmakla
insanın ilkece şeylerin gerçek doğalanru birlikte, ilerleyen yüzyıllarda Plotinos'un
bilmesinin olanaklı olmadığını, bu ne- izleyicilerince alabildiğine derinleştirilip
denle de bilge kişinin her durumda yar- geliştirilen Yeni Platonculuk, büyük öl-
gıda bulunmaktan özellikle kaçınması ge- çüde Platoncu felsefeden yola çılalarak
rektiğini savunan Pyrrhon'un da temel kurulmuş bir felsefe anlayışıdır. Özellikle
ilgi odağında etik alanın yattığı görül- kimi bakımlardan Doğu felsefelerinin
mektedir. Pyrrhon'un öğrencisi Phleius- birciliklerinin büyük etkisinde bulunan
lu Timon (M.Ö. 320-230) kuşkuculuk Yeni Platoncular, daha sonralan Hıristi
anlayışını son derece keskin bir mantık yan tanrıbiliminin egemenliği altına gire-
sal çıkmaza taşınuştır: "bir felsefe öner- rek, değişmeyen, başsız sonsuz, yetkin
mesini desteklemek amacıyla ortaya ko- Varlık "Bir"den değişen, çokluğa konu,
nan savlara eşdeğer geçerlikte başka sav- yetkin olmayan dünyanın nasıl türediğini
lar aynı felsefe önermesini çürütmek a- açıklamayı başlıca ödevleri saymışlardır.
macıyla da verilebilir." Sözgelimi, "Tanrı Bu bağlamda Platoncu madde öğretisi
vardır" önermesinin doğruluğunu olurla- nin sınırlannı alabildiğine genişleterek
yıp kesinleyen birtakım uslamlamalar or- bütün maddeyi kötülükle özdeşleştirip
taya koymak ne denli olanaklıysa, aynı bütün kötü eylemlerin kaynağında fızik
biçimde ''Tanrı vardır" önermesinin doğ sel ya da maddesellik üstüne kurulu za-
ruluğunu olumsuzlayıp çökerten uslam- yıflıkların yattlğını ileri sürmüşlerdir. Bu-
lamalar ortaya koymak da bir o denli o- na bağlı olarak, *dai111on (tin) adını ver-
lanaklıdır. Y-ıne bu aynı bağlamda bir dikleri tinselleşmiş bütün İdealar'ın ev-
başka önemli kuşkucu Karneades, hiçbir renin bütününde varlığını gösteren ger-
inancın }'ll da kanının enson anlamda çeklikle, usla, güçle ilişkilerini çözümle-
kanıtlanmasına olanak bulunmadığını, ya- mişlerdir. Bütün bu ideaların, aydırılık
pılabilecek tek şeyin içlerinden kimileri- kaynağı bir cismin çevresine ışık saçma-
nin doğru olma olasılıklannın ötekilere ~ını andıl"llcak biçimde "Bir" den türeyiş
göre daha yüksek olduğunun gösterilme- süreci yoluyla doğduğuna inanmışlardır.
si olduğunu ileri SÜf!DÜştür. Kuşkucular, Yeni Platoncu metafizik dizgesinde, us
ele alınan· felsefe görüşlerini çürütüp ile onun bütün olumlu nitelikleri doğru
yıkmak için doğru kullanılması koşuluyla dan doğruya "Bir"den doğarlarken, mad-
mantığın bulunmaz bir silah olduğunu denin hep şeylerin olumsuz niteliklerine
düşünmüşler; Elealı Zenon'un ünlü aç- kaynaklık ettiği düşünülmüştür. Söz ko-
mazl:inyla bu durumu en iyi biçimde ör- nusu metafizik yapısı 1. yüzyılda başla
neklediğini belirtmişlerdir. Bu bağlamda yan Hıristiyan dönemine gelinene dek,
M.Ö. 1. yüzyılda yaşayan geç dönem Yu- özellikle pagan (çoktanncı) çevrelerde tar-
nan kuşkucusu Aenesidemos, sonuna dek tışmasız tek gerçeklik açıklaması olarak
götürülmüş kuşkuculuk konumunu te- büyük ölçüde benimsenmiştir. Yeni Pla-
mellendirmek amacıyla on ayn uslam- tonculuk, M.S. VI. yüzyılın ikinci yan-
lama sunmuştur. Y-ıne ilkçağ kuşkuculuk sında Thales'ten beri yapılagelen "pagan
geleneği içindeki en büyük düşünürler- felsefe"nin son buluşuna dek, Yunan
749 ilkçağ felsef1:11i
felsefe okullan arasında pek çok konuda recini kötülüğün gerçek kaynağı olarak
söz sahibi olmasıyla adı sürekli ön plan- görmüştür. Öte yanda, 205 ile 270 yılları
da olan bir felsefe anlayışıdır. Daha açık: arasında yaşayan Romalı filozof Ploti-
bir deyişle, Yeni Platonculuk pagan Yu- nos, Yeni Platonculuğun asıl kurucusu
nan felsefesinin en son biçimini yansıt olduğu gibi en önemli savunucusu ola-
masıyla, bir dönemin kaparıışuu, bir baş rak da bu öğretiyi dönemin Roması'nda
ka dönemin ise açılışını haber veren yerleştirmeyi başarmıştır. Plotinos, Yeni
adeta köprü konumundaki özgül bir fel- Platoncu metafiziğin kapsamlı bir açım
sefe çerçevesidir. Nitekim bu dönem bo- lamasım sunduğu Dolıııtz.illlt.lar başill ya-
yunca Yeni Platonculuk, yalnızca en et- pıunda, düşüncelerini çok büyük ölçüde
kili felsefe okullanndan biri olarak kal- Platon, Pythagorasçılar ve Philon'un gi-
mamış, tanrıbilimsel bir felsefe okulu zemli ve şiirsel içerikli görüşlerine da-
olarak da özellilde doğuşunun ilk dö- yandırmıştır. Plotinos için felsefenin te-
nemlerinde Hıristiyanlık: ile önemli bir mel işlevi, insanlan Tanrı ile bir olma ya
rekabet içerisinde olmuştur. Yeni Platon- da 'Bir'leşme deneyiminde yaşanan ken-
culuk anlayışı içinde oldukça belirleyici dinden geçme deneyimine hazırlamaktır.
olmuş ana eğilimlerden en önemlileri kı Bu anlamda Plotinos'un gözünde, kişi
saca şunlardır: (i) Platon'un düşünce ile nin Bir'e geri dönmeye yönelik önüne
madde anısında yaptığı temel aynından geçilmez isteğini gerçekleştirmesi anla-
hareketle ortaya konan "tinsel" ile "be- mında felsefe din iken, buna karşı din de
densel" arasındaki kategorik. karşıtlığa yö- yine aynı biçimde felsefedir. Evrenin en-
nelik savunu; (ıı) tannsal gücün "Bir"den sen gerçekliğinin sonsuz, bilinemez, her
"Çok"a iletilmesini olanaklı kılan 110111 ya bakımdan yetkin Bir olduğunu savun-
da JinrJa tiııi gibi birtakım aracı kendilik- ması nedeniyle, çoğu yerde Yeni Platon-
lerin bulunduğuna yönelik temel metafi- culuk özünde iJeaiist Birrililt. geleneği i-
zik varsayım; (ıiı) duy(g)ular dünyasına çine yerleştirilerek ele alınmaktadır. Yeni
karşı duyulan derin düşmanlık; (iv) an- Platonculuğun yan felsefi yan dinsel yö-
cak bir tür çileci yaşam biçimi sayesinde nelimli ana öğretisi C'*türüm") kısaca şu
duygulann tutsaklığından kurtulunup öz- biçimde özetlenebilir: Bit'den 110111 yani
gürlüğe ulaşılacağına duyulan sarsılmaz "an us" türerken, buna karşılık: ondan da
inanç. . Jiİt!1a tini, yani daha düşük düzeylerde
M.S. 1. yüzyılda yaşayan Yahudi filo- bulunan insan tinlerini ortaya çıkaran
zof İskenderiyeli Philon (Philo Judaeus), "yaratıcı etkinlik" türemektedir. Bu bağ
gerek Yeni Platonculuğu gerekse Yahu- lamda tlii1!Yt1 /ini özünde 111111/un bir im-
di, Hıristiyan ve Müslüman gizemcilikle- gesi olarak kavranırken, aym biçimde no-
rini ayn ayn önceleyerek. başta Platoncu 111 da .Bit'in bir imgesi olarak kavran-
ile Pyıhagorasçı düşünceler olmak üzere makta, buna bağlı olarak da hem llDllS
Eski Yunan Felsefesi ile Yahudi dinini hem Jİİt!Jl.I tiıri Bir ile birlikte varolabil-
kapsamlı bir düşünce dizgesi içinde tek mektedirler. Daha açık: bir deyişle söyle-
bir bütün olµşturacak biçimde kaynaş necek olursa, Plotinos'un metafiziğinde
tımıışar. Philon, Tann'nın insan anlayı evrenin tanrısal bir enerji akışı yoluyla a-
şını aşması nedeniyle "aşkın" bir doğası şama aşama çeşitli düzeylerde gizemli
olduğunu, bu yüzden de betimlenmesi- .Bit'den türeyişi~ konusudur. Yeni Pla-
nin ilkece olaıiaks.ız olduğunu savun- tonculuk anlayışında, Tann ya da Bir her
muştur. Doğa dünyasını, Tann'dan aşa durumda ussal kavrayışın ötesinde va-
ma aşama düşüşün gerçekleştiği, en aşa rolduğu gibi bütün gerçekliğin de ana
ğıda maddenin bulunduğu bir sıradüzen kaynağıdır. En yüksek düzeyler bir yan-
doğrultusunda açıklayan Philon, Tann' da Bir, öbür yanda Platoncu "Form-
dan maddeye doğru bütün bu düşüş sü- lar''dan oluşan "°"'• diğer yanda da insan
ilkçağ felsefesi 750
cinleri ile doğa güçlerini olanaklı kılan rios'un temellendirdiği bu üçleme, çok
dii'!Ja tini olmak üzere bir "Üçleme"den geçmeden geç dönem Yeni Platonculuk
meydana gelmektedir. Bu felsefe kurgu- anlayışının alabildiğine karmaşık bir yapı
sunda dii1!Ja hni, 11011s ile maddesd dünya sergileyen metafiziğinin de en önemli ö-
arasında aracılık etmektedir. Plotinos'un ğesi konumuna gelmiştir. Öteki çalışma
bakış açısından söylenirse, varlıksal ba- ları bir yana, Porphyrios'un Yeni Platon-
kımdan daha yukarıda bulunanlar doğ cu felsefeye yaptığı belki de en değerli
rudan Birden türerlerken, buna karşı katkı, genelde "Aristotdes Mantığı"nı,
varlıksal bakımdan daha düşük düzeylere daha özeldeyse "Kategoriler Öğretisi"ni
doğru inildikçe en altta bulunan katışık Yeni Platoncu bir felsefe çerçevesinde
sız maddeye, yani kötülüğe daha yakın yeniden yapılandırmasıdır. Aynca Por-
olunması söz konusudur. Son çözümle- phyrios, H1riitfyanlara Karşı başlığını taşı
mede Plotinos'un ahlaksal arınma ile dü- yan 15 ayn kitaptan oluşan yapıtında, ö-
şünsel aydınlanmanın birleşimi olarak be- zdlikle fdsefı ve yorumsal temellerden
timlediği Platoncu felsefe, yalnızca ken- hareketle Hıristiyanlara yönelik olarak ilk
dinden geçme deneyimi temelinde kişiyi kez açık açık ideolojik bir savaşı başlat
Bir ile yeniden birleşmeye her bakımdan mış olmasıyla son derece büyük yankılar
hazırlama yetisi taşımaktadır. ve tepkiler uyandırmıştır. Yine bu aynı
Sonraki dönemlerin Yeni Platoncu- dönemin bir başka önemli Yeni Platon-
luk yaklaşımlanna bakıldığında, salt ken- cusu İamblikhos (250-330), geliştirdiği
di içinde tutarlı ve bütünlüklü metafizik kendine özgü Yeni Platonculuk anlayı
dizge kurma arayışı ile yetinilmeyerek, en şıyla, özellikle V. ile VI. yüzyıllardaki Pla-
iyi Proklos'un Platoncu tannbiliminde toncu felsefe okulları üzerinde büyük bir
görüldüğü gibi, yetkin bir pagan (çoktan- etkiye yol açmıştır. İamblikhos'un Yeni
na) tannbiliminin de oluşturulmaya çalı Platonculuk dizgesinde, gerçekliğin ilk il-
şıklığı görülmektedir. Plotinos'tan sonra kesi olduğu düşünülen Birin, dile geti-
gelen Yeni Platoncularca eski din anla- rilmesi olanaklı olmayan bir aşkınlık ko-
yışlarını canlandırmaya yöndik olarak ya- numuna taşındığı, bununla birlikte ken-
pılan savunular, sürekli çatışma içinde dinden önceki düşünürlerle karşılaştırıl
bulunduklan yerleşik Hıristiyan tanrıbili dığında, varlık düzeyleri arasındaki ay-
mince hiç de hoş karşılanmamıştır. Sonra- nmlann hem daha bir keskinleştirildiği
ki dönemlerin Yeni Platonculuk anlayı hem de daha bir çoğaltıldığı gözlenmek-
şının önemli fılozofları arasında Porphy- tedir. Buna göre, Birin altında fiziksel
rios, İamblikhos ve Proklos başı çek- dünyaya varana dek geniş bir iiçk111ekr ya
mektedirler. Bu bağlamda, Plotinos'un da iiçliikler yapısı bulunmakta, bu yapı ise
sadık öğrencisi ve yapıtlarının titiz der- sırasıyla Varlık, Us, Tin diye adlandırılan
lemecisi, 234 ile 305 yılları arasında yaşa üç ayrı düzeyin birbirini izlemesi olarak
mış Porphyrios, geç dönem Yeni Platon- tasarlanmaktadır. Öte yanda, geç dönem
culuk'un gelişimi sürecinde ayn bir yer Yeni Platonculuk anlayışını pek çok ba-
tutmaktadır. Kuşkusuz Porphyrios'un en kımdan açıklığa kavuşturmakla çok ö-
çarpıcı yanı, sonuna dek götürülmüş bir nemli bir başarı sağlayan Proklos (410-
tinsdlik yaklaşımı uyarınca ısrarla "be- 485), Ta11nbili111i11 Ôğeleri adlı yapıtında
denden uçuş" tasarımı üzerinde durmuş Yeni Platonculuğun temel yaklaşımlarına
olmasıdır. Biri U itan kesin sınırlarla a- ilişkin çok özenle hazırlanmış bir taslak
çık bir biçimde ayırmadığı görülen Por- sunmuştur. Çoğu durumda ortaya koy-
phyrios, Varlık, Yaşam ve Ulun enson duğu düşüncelerin ne kadarının Porphy-
anlamdaki gerçekliğin kendini bengisel rios ile İamblikhos'a ait olduğu, ne ka-
olarak belirleyişinin değişik aşamalarına darınınsa kendi özgün düşüncderi oldu-
karşılık gddiğini. düşünmüştür. Porphy- ğunu açıklıkla seçebilmek olanaklı olma-
751 im
sa da, söz konusu yapıt en azından öğ Belit de denir. Euklides'in geometri diz-
retici değeri yüksek derli toplu bir Yeni gesi ilksavlı bir dizgedir. Temele aldığı
Platonculuk yaklaşımı sunuyor olması ba- beş tane ilksav vardır. Bunun üzerine
kımından oldukça önemlidir. iV. yüzyı dizgesini kurar. Euklides'in ilksavlı uiz-
lın sonlanna gelindiğinde, Platoncu Aka- gesi daha sonralan birtakım fdsefecilere
ıkmia'nın Atina'da yeniden kurulduğu, (örnekse Spinoza'ya), birtakım matema-
Yeni Platonculuğun pagancı düşünceler tikçilere (örnekse Peano) esin kaynağı o-
doğrultusunda yapılanmış bir felsefe o- lur. Böylelikle, ilksavlı bir dizgenin ta-
kulu olarak kendisine yönelen Hıristiyan nımlanmadan kabul edilen yalın kavram-
saldınlara elden geldiğince karşı koyma- lara, bu kavramların ilişkilerini dile geti-
ya çalıştığı görülqıektedir. Ne var ki okul ren, kanıtlanmayıp doğru olduğu kabul
kendisine yönelik ağır saldınlara uzun edilen önermelere dayandığı söylenebilir.
bir süre daha direnemeyerek 529 yılında
kapanmak zorunda kalmıştır. Bununla ilksavlı dizge(ler) [İng. axiomatie şysmm;
birlikte Yeni Platonculuk kendisine yö- Fr. systime axionratique; Alm. axiomrystt1J1)
neltilen bütün bu eleştiri ve baskılara Temel olarak ilksavlan alan dizgelere de-
karşın, ortaçağ felsefesinin hemen bütü- nir. İlksavlı bir dizge oluşturmadaki te-
nü boyunca değişik bağlamlarda önemli mel amaç, karmaşık gibi görünen bir ku-
etkilerde bulunmayı sürdürmüştür. Bu ram ya da konuyu az sayıdaki kavram ile
noktada ironik olan bir gerçek, okulun ilkelerle dile getirmektir. İlksavlılaştırma
özellikle çileci yaşamın doğruluğuna iliş bir k.-ınıtlama yöntemi olarak kullanılır.
kin tutumu ile dünyevi yaşama karşı düş İlksavlı bir dizgede tanımlama ile kanıt
manlığının, Yeni Platonculuğa acımasız lama olmak üzere iki temel işlem; bir de
ca karşı çıkan pek çok tannbilimci filo- üç temel öğe vardır. Bunlar: i) yalın ile
zof ile Hıristiyan Kilisesi papazınca gök- bileşik terimlerdir; iı) önermeler ya da
lere çıkartılarak benimsenmiş olmasıdır. formüller -bunlar da yine temel öner-
Nitekim Augustinus, ünlü İtiraflar başlık meler ile çıkarılmış ya da kanıtlanmış
lı yapıtında Yeni Platonculuğun Hıristi önermelerdir; iii) kurallar -tamdeyim ku-
yanlık anlayışına son derece büyük kat- ralları ile çıkarım kurallandır. Tanımlama
kılarda bulunduğunu açıklıkla dile getire- terimler arasındaki ilişkileri kurmanın bir
rek, kendi dinsel düşünüşü üzerinde de yolu olarak yapılan işlemdir. Yalın terim-
Yeni Platonculuğun derin. izlerini gör- ler dışındaki terimler bu yalın terimlere
menin olanaklı olduğunu belirtmektedir. dayanılarak tanımlanır. Bunlar belirtik ta-
Ayrıca bkz. ortaçağ felsefesi; Akade- nımlardır. Çıkarım ya da kanıtlama, ö-
mia; Aristoteles; Aristotelesçilik; a- nermeler ya da formüller arasındaki
tomculuk; çilecilik; çokçuluk; Elea mantık ilişkilerini belirtik hale getirir; ya-
Okulu; Elis-Eretria Okulu; İskende ni ilksavlar doğru diye kabul edildiğinde
riye Okulu; İyonya Okulu; Kinikler başka hangi önermelerin ya da formülle-
Okulu; Kirene Okulu; kuşkuculuk; rin doğru diye kabul edilmesi gerektiğini
Milet Okulu; mutçuluk; Platon; Pla- gösteren işlemdir. Bu önermeler ya da
tonculuk; Pyrrhonculuk; Pythagoras- formüller de ya dizgeye kanıtlanmadan
çılık; sofistler; Sokrates; Sokratesçi O- alınır, ki bunlar ilksavlardır, ya da kanıt
kullar. lanarak alınır, ki bunlar da kanıtsavlardır.
Kurallar da, terimlerin dizilmesini sağla
ilksav [İng. axiom; Fr. axiome; Alm gnm- yan sözdizim ile anlam kuralları ile ka-
dsatz, axiom; es. t mütearife] Bir matema- nıtlama için kullanılan nrodus ponens ile
tik dizgesinde doğru olduğu varsayılan; modus tolltns gibi mantık kurallarıdır.
bu dizge içerisinde kanıtlanamayan de-
yimlere, ilkelere, önermelere verilen ad. im bkz. gösterge.
imbilim 752
John I..ocke, insan zihninin doğum ukçı deneycilik ve buna yakın görüşler,
dan öncesine dayanan hiçbir tür bilginin özellikle Hume'un deneyciliğinden belir-
sahibi olmadığını öne sürüp, yalnızca bir gin izler taşır.
öğrenme yetisine sahip olduğiından yola Bu üç büyük deneyci filozofun temel
çıkmıştır. Locke'a göre, en başında boş öğretilerini sürdüren J. S. Mill'den Bert-
bir kağıt gibi olan zihin, dış dünyayı de- mnd Russcll'a, G. E. Moore'dan A. J.
neyimledikçe dolar. Duyularla deneyim- Ayer'e pek çok felsefeci de kimileyin
lenerek edinilen bilgi başlangıçta tekil ve "İngiliz >Deneycileri" diye anılmaktadır.
somut olan bazı kavramlann (iJemann; Aynca bkz. Lodcc, John; Bcrkelcy,
ömeğin tatlı, acı, sıcak, soğuk vb.) bilgi- Gcorge; Hume, David; deneycilik; ad-
sidir. Zihin, bu yalm kaılramlan (yalın cılık.
idealan) birleştirerek, birbirleriyle ilişki
lendirerek ve kıyaslayarak karmapk kav- insan felsefesi bkz. felsefi insanbilim.
rfl1111an (karmaşık idealan) oluşturur. ·
Locke'un bazı görüşlerini izleyen, ba- insanbalatçalık (İng. tmthrupostfJpimt; Fr.
zılarını da eleştiren Berkeley'in, Locke'a tmthroposcopimte; Alın. 1»1throposkopismı11]
şiddetle karşı çıktığı nokta, Locke'un ka- Eski Yunanca'da "insan" anlamına gelen
bul ettiği ama Berkeley'in deneyci bakış tmthropoı ile "bakmak" anlamındaki ıko
açısına aykırı bulduğu, dış dünyanın nes- pia'dan türetilmiş terim. Tüm varlıklar i-
nel varlığıdır. Berkeley de Locke gibi bil- çinde yalnızca insanoğlunun bir ahlak
ginin kaynağını deneyim olarak ele alır. öğretisi yaratmanın ardına düştüğünü,
Ne var ki o bunu dışımızda varolan bir yalnızca "insan"ın çevresi ile ilişkilerinde
dünyanın deneyimi olarak kabul etmez. ahlaki ölçütler arayışıiçine girdiğini sa-
Berkeley'e göre şeyler ancak algılandıkta vunan görüş.
n zaman vardır; varolmak algılanmakur İnsanbakışçılık, xıx. yüzyılda ftZJo-
(!es.re ut pempı). Şeylerin varlığı biz algı "omi ile eşanlamlı olarak kullanılan, in-
lamadığımız zamanlarda başkalannın al- sanlann fıziksel özelliklerinden, özellikle
gılamasına, hiç kimse algılamadığı za- de yüz hatlanndan yola çıkarak kişilik
manlarda ise Tanrı'nın algılamasına ba- belirleme anlamına gelen antroposkopi
ğımlıdır. Berkeley'in deneyci görüşlerin (tmthroposcrıpy) ile kanşunlmamalıdır.
de algılayan varlık olarak insan tini baş
tan kabul edilmiş, algılamanın ve dene- insanbiçimcilik [İng. anthropo111ophis111;
yimin insanın denetleyemediği şeyler ol- Pr. 1»1thropo111orphi1111r, Alrn. anthropo111or-
masından yola çılalarak da Tann'nın var- phis11111r, es. l 111ii1ebbiheJ Eski Yunanca'da
lığı kanıtlımmaya çalışılmıştır. "insan" anlamına gelen anthropos ile "bi-
Diğer yandan, Hume'un deneyciliği çim", "şekil" anlamındaki mophe'den tü-
hem Locke'un hem de Berkeley'in önka- retilmiş terim. İnsana özgü niteliklerin,
bullerini sorgulayan kuşkucu bir deney- insanı insan yapan ayırıcı özelliklerin, in-
ciliktir. Dış dünyanın ve Tann'nın varlı san dışındaki varlıklara, özellikle de Tan-
ğı, insan benliği vb. şeyler Hume'un de- n'ya ya da tanrısal varlıklara yüklenmesi;
neyci oklarını yönelterek usçu düşünceye insanın kendi dışındaki "başka" bir var-
ağır yaralar aldırdığı bazı temel usçu ka- lığı tanımlama, açıklama ve yorumlama
bullerdir. sürecinde, bir başka deyişle °"" anlam-
Locke ile birlikte dizgeleşmeye başla landırma işleminde yalnızca insana özgü
yan deneyci görüşler, Hume ile birlikte kavramlarla iş görmesi.
gözden kaçmış hiçbir usçu öğe içerme- Yunan tragedyalarında kullanıldığı bi-
yecek biçimde, salt deneyime .dayanan çimiyle dinsel insanbiçimciliğe, tannlann
bir bilgikuramı olarak şekillenmiştir. :XX. "insan şekline bürünmüş, her şeye gücü
yüzyılın ilk yarısında etkili olmuş man- yeten varlıklar" olarak betimlenmesine,
insan bilim 754
Erasmus v.d.) "insana döpük" bir felse- İnsancılık bilgikuramsal düzeyde insanı
feye, insancılığa tutunmaya gereksinim ya da özneyi deneyimin merkezi ve bil-
duymuşlardır. ginin kaynağı olarak görürken, varlıkbil
Her şeyden önce, insancılığı salt bir gisel düzeyde de insanlık ile doğanın geri
düŞünce okulu ya da sııurlan çizilmiş, kalanı arasında keskin bir ayrıma gitmiş;
dizgeli bir felsefi öğreti olarak ele alma- varlık sıradüzeninde insana ayrı bir yer
mak gerekir; insancılık daha çok, insanı açıp onu en üste koymuştur.
bir "değer" olarak başköşeye yerleştiren Tarihe, topluma, kültüre ilişkin açık
bir ".dünya görüşü"ne ya da farklı tarih- lamada önceliği insana, insanın ilgi ve
sel dönemlerde ortaya çıkan ve tüın ya- çıkarlarına veren, yaşama dair ne varsa
pıp etmclerimizin "insan öğesi"ni göz- alunda insanı arayıp bulan bir düşünce
den ırak tutmaması gerektiğini savunan geleneği olarak insancılığın yerli yerine
genci bir anlayışa, bir bakış açısına karşı oturması, XVUI. yüzyıl düşünürleri (Ay-
lık gelir. Nitekim, XIX. yüzyılın sonun- dınlanma fclsefesı) eliyle olmuştur. Bir
dan itibaren "insancılık'' terimi, doğanın yandan Fransız filozoflar Voltaire, Dide-
işleyişinde ya da şeylerin düzeninde "in- rot ve Rousseau (Ansiklopediciler), diğer
san türü"ne ayrıcalıklı bir önem atfeden, yandan Bentharn, Hume, Lessing, Kant,
insanın ya da insarılığın merkeziliğini, Franklin ve Jefferson gibi Amerikan ve
"olmazsa olmaz"lığını vu~ulayan her Kıta felsefelerinin önde gelen isimleri,
türden düşünce eğilimini nitcleyegclmiş insanalığın bilimsel ya da tümüyle dün-
tir. Böylelikle de bugün tarihsel dönem yevi (dindışı) bir kimliğe bürünmesinde
bağlamında "klasik insancılık"tan, "Rö- etkin rol oynamışlardır. Bütün bu düşün
nesans insancılığı"ndan ya da "Aydınlan adamları birçok konuda ayn ayrı düşün
ma insancılığı"ndan; tek tek felsefeci ya celer üretmiş olsalar da evrene ve insan
da felsefi hareket bağlamında da "Marx- yaşamına ilişkin söylen ile dinin öne sür-
çı insancılık''tan, "Hcideggerci insana- düğü yetersiz, yarulua görüşleri yadsıyıp
lık"tan ya da "varoluşçu insancılık''tan yerine doğa bilimleri ile insan bilimleri-
söz açmak mümkün hale gelmiştir. nin yetkin, akla dayalı açıklamasını geçir-
İnsanlığa göz.dm pkarıbmş insanın öne- mekte aynı yolu paylaşmışlardır. Hepsi
mini yeniden anımsatan insancılık önce- de dinin kau, önyargılı dünyasını alaşağı
likle bir savaşımın; insanlığın yazgısını etmek adına özgürlüğü, eşitliği, hoşgö
tümüyle tanrısal bir düzene bağlayan, rüyü vurgulayarak Batı toplumunda dün-
doğaüstü ya da aşkın olanı yücelten bir yevileşmenin yeşermesine ya da dindışı
anlayışla savaşmayı göze almanın ürünü- bir dünya görüşünün uç vermesine kat-
dür. Bir yandan insanlığı bilimsel açıdan kıda bulunmuşlardır.
doğal düzenin bir parçası, diğer canlı İnsancılık, bundan böyle, insanın ken-
türleriyle birarada yaşayan bir varlık ola- di içinde bir değer taşımadığını savuna-
rak ele alma uğraşının; bir yandan da in- rak insanı yoksayıp insan yaşamının -di-
sanı eşsiz yeri ve yetenekleri olan "kendi ğer "yüce şeyler" karşısında- bir anlamı
kendine yeter" bir varlık olarak konu e- olduğunu kabul etmeye yanaşmayan; in-
dinme eğiliminin bir uzanusıdır. İnsana sanı kutsal/ tanrısal iradenin yaratuğı de-
ve insanın bilgisine duyulan bu aprı gü- ğersiz bir yarauk, ancak Tarırı'nın ege-
ven, insan deneyimini bilgiye ulaşmanın menliğinde kurtuluşa erecek bir varlık
başlangıç noktası diye gören, insanın ge- olarak gören; "insan bilinci"ni belirle-
rek kendi üzerine bilgisini, gerekse Tanrı nimci ya da indirgemeci bir tarzda ele
ya da Doğa'nın işleyişi üzerine bilgisini alan; insanı politik ya da ekonomik diz-
bilimsel araşurmanın eleştirel, akılcı yön- gelerin elinde yoğrulacak bir hammadde
temlerine dayandıran, "ilerlemeci" bir sayan/ sanan a.-ılayışların tümüne karşı
dünya görüşü tarafından desteklenmiştir. duran geniş bir eğilim halini almıştır. İn-
75'
sancılık, özünde yatan, insan doğasımn İ nsancılığın her türünü reddeden, ön-
yetkinliğine olan inancım, insana duy- cüllerini geçersiz bulan insancılık karşıt
duğu güveni hiçbir zaman yitirmemiş; lığı ilkin XX. yü:ıyılda, öncelikle de Fran-
insana özgü ahlak duygusu ile sorumlu- sız felsefesinde boy göstermiştir. 1960'
luk bilincinin "ilerleme"nin yolunu aça- !arın sonu ile 1970'lerin başından itiba-
cağı düşüncesine derinden bağlanmıştır. ren önce yapısalalık, sonra post-yapısal
İnsancılık XVIII. yü:ıyılın sonu ile cılık, ardından da postınodernizm ile ya-
XIX. yü:ıyı1ın başlarında, yeni bir kültürü pısökümcü düşünce geleneği, insancılık
yeşertme ülküsünü koruyarak bireyi ve karşıtı düşüncelerini Saussure, Uvi-St-
bireyin iıp yaratma gücünü öne çıka rauss, Lacan, Althusser, Foucault, Derri-
ran yeni bir çehreye bürünür. Alınan dü- da ve Deleuze-Guattari ikilisi gibi düşü
şünür ve kültür adamlan Goethe, Schil- nürler eliyle peş peşe sıralamışlardır. Bu
ler, Humboldt ve Herder'in başım çek- düşünce akımlanrun ya da düşünürlerin
tiği bu evreye "yeni insancılık" adı veri- ortak paydası, adına ister "birey" ister
lir. Yeni insancılığın ana vurgusu, insan- "özne" diyelim insan denilen varlığın
larıı seçme ve eyleme özgürlüğü tamya- toplumsal, ekonomik, dilbilimsel ya da
rak keneli yaşamlarını biçimlendirme hak- ruhbilimsel yapılara bağımlı olduğu ya da
kırun sonuna dek savunulması olarak a- bu yapılarca belirlendiği düşüncesi; insa-
. çığa çıkar. run bu yapılarca üretilen kodlar ile dü-
Bunun dışında, insancılığın temel sav- zerıleyici güçler ('üretim tarzı", "akraba-
larıyla uzaktan yakından ilgisi olmadığı lık ilişkileri", "bilinçdışı" v.b.) tarafından
halde, İngili:ı fılowf F. S. Schiller'in kuşatılmış olduğu görüşüdür. İnsancılı
keneli bilgi ve doğruluk anlayışını temel- ğın, insanı kendi geleceğine kendisi karar
lendirmek adına geliştirdiği pragmacılık veren özerk bir varlık olarak tasarlaması,
türüne de -Protagoras'ın "insan her şe ya da kendi ·kendini -kendi yazgısını
yin ölçüsüdür" savsözünü felsefesine çı belirleyen "özgür insan" u.:sarımı, yanıl
kış noktası yapmasından ötürü- "insan- samadan başka bir şey değildir. Yine in-
cılık" adı verilmiştir. sancılığın keneli özgür iradesiyle, bilinçli
XX. yü:ıyılfelsefesinin, özellikle de kararlan ve seçimleriyle toplumsal ve ta-
yapısalcılığın boy gösterdiği 1970'1erden rihsel sürecin akışını yönlendirebilecek
günümüze felsefenin, son çözümlemede güce sahip "birey" kavrayışı, gerek dü-
hilim ile ilerlemeyi özdeşleştiren insancı şünce tarihinin gerekse insanlık tarihinin
lık eleştirisi için bkz. insancılık karşıt gerrek akışıyla hiç de örtüşmez. Bu an-
h!lı. lamda bilinç denilen şey, şu ya da bu şe
kilde, tam da nedensel ya da yapısal ola-
insancılık karşıtlığı [İng. 1111ti-hu111anis111; rak btlirltnmişliğin ya da koptllanmışltğtn bir
Fr. t111ti-hu111am1111t; Alm. t111ti-hu111am~11111.ij ürünüdür.
İnsancılığın temel savlarına kuşkuyla XX. yüzyıl felsefesi, XIX. yü:ıyıl fel-
yaklaşan; insam tüm koşullardan soyut- sefesinin doruğa çıkardığı "bilim" ile "i-
layarak onu özgür kılacağını uman tav- lerleme"nin aynı şey olduğu yollu görüşü
rım eleştiren; "özne" ya da "birey" kim- paylaşmıyordur artık; hele insancılığın or-
liğine bürünmüş insanı -ekonomik, top· taya attığı "insanlığın ilerlemesi" öykü-
!umsa! ya da dibe! yapılan hiç hesaba sünde ya da -postmodernlerin deyişiyle
katmaksızın- kendi yazgısını belirleme üstanlatısında insana biçilen ağır görevi,
yetisine sahip "özerk" bir varlık olarak, insana yüklenen bu "anlamsız,, ve "te-
dahası, insanı evrende olup biten her şe melden yoksun" ödevi gülünç bulmak-
yi denetleme gücüne haiz "dünyarun e- tadır. Zamarunda din karşıtlığıyla ya da
fendisi" olarak gören anlayışını yadsıyan tanntanımazlıkla suçlanan insancılık, ar-
yaklaşımların ı:ümüne birden verilen ad. tık insanmerkezcilikle, öznemerkezcilikle
757 inıankorkusu
insanseverlik ~ng. pbilnnthropy, Fr. pbi- kişinin kendi isteğiyle, önceden tasarla-
lanthropie; Alın. philnnthropie] Eski Yu- dığı bir yolla kendi canına kıyrnasıdır. Ne
nanca'da "sevmek" anlamına gelen pbi/o; var ki, önceden tasarlanmamış anlık in-
ile "insan" anlamındaki llflthrrıpoltan tü- tiharlar olabileceği gibi, çoğu durumda
retilmiş terim. Kökeni ilkçağ Yunan fel- kişilerin istemedikleri halde intihar ede-
sefesine, özellikle de Stoacıların eşitlik biliyor olmalarının da bu yerleşik tanımı
öğretisine dek uzanan aynm gözetmek- bir hayli so!'.llnlu bir konuma düşürdüğü
sizin tüm insanları sevip sayma tutumu; açıktır. Yıne bu aynı bağlamda, kişinin
kişisel çıkarlar için değil de insanların ge- bir başkasınca kurban edilmesinin ya da
nel mutluluğu, "evrensel iyilik" için ey- kendi özgür istenciyle kendisini kurban
leme. etmesinin; Hvaşta bile isteye ölüme atı
larak şehit düşmenin; göz göre göre
insantanrıcıhk ~ng. llflthropotheimt; Fr. riskli işlere girerek ölüme davetiye çıkar
anthropothlime; Alın. anthropothti;111uil, Es- manın; ölümün gelmekte olduğu açıkken
ki Yunanca'da "insan" anlamına gelen tıbbi yardım almayı ya da ilaç tedavisini
ıınthropo; ile "tanrı" anlamındaki theoltan geri çevirmenin; ekonomik, ruhbilimsel,
türet.ilmiş terim. Felsefede kaynağını il- toplumsal gibi kişinin kendi denetiminde
kel bir dinsel öğretiden alan, tanrıların olmayan dış nedenlerle ya da başkaları
insan kökenli olduğunu, tanrıların gerçek nın zorlamasıyla intihar etıne gibi çeşitli
doğasırun özünde insanın yattığını savu- durumların yukarıda yapılan genel inti-
nan görüş: tanrıların insanlaştınlması ya har tanımına uymadıkları açıktır. Bu yüz-
da i,.,sanların tanrılaştınlmasL den kimi kuramcıların, tek tek bütün bu
özel durumları da kapsayan bir intihar
intentio recta/intentio obliqua (Lat) tanımı vermek amacıyla; "önceden ta-
Ortaçağ felsefesinde öznenin (ya da ko- sarlanmış olma" ile "kendi isteğiyle" ko-
nunun) doğrudan doğruya "varolan"a, şullanru tanımdan çıkararak, intihar ola-
varlığa yönelmişliğine intentio recin adı ve- }~nı isteyerek ya da istemeyerek ölümü
rilirken; öznenin (ya da konunun) kendi kabul etme; bir biçimde ölmeyi kabul-
üzerine katlanıp yol almasına, düşünüm lenme ya da ölme riskini göze alma ola-
sclliğe bürünmesine ise intmtio obliıpıa adı rak yeniden tanımlama yoluna gittikleri
verilir. görülmektedir. Kuşkusuz tarih boyunca
Bu iki terim daha sonra yeni varlık yapılan alabildiğine değişik intihar açıkla
bilgisinin kurucusu sayılan Ni::olai Hart- maları, intihar olarak görülebilecek ile in-
mann tarafından varlıkbilgisinde yeniden tihar olarak görülemeyecek ölümler ara-
gün ışığına çıkarılmışur. sındaki aynını çizme noktasında derin an-
laşmazlıklara düşmüşlerdir. Örneğin Sok-
inter linitum et infinitum non est rates ile Samson'un (Şimşon) ölümleri
proportio (Lat) Pascal'ın inan uslamla- intihara yönelik kimi bakış açılarında a-
masında önemli bir yeri olan, "sonlu çıkça bir intihar olayı olarak değerlendi
olan ile sonsuz olan arasında herhangi rilirken, kimi bakış açılarına göreyse bu
bir orantı yoktur" anlamındaki Latince iki durumun salt ölümden öte bir an-
deyiş. lamları olmadığı savunulmuştur.
İntiharın ahlaksal bakımdan temel-
intihar etiği ~ng. müide tthiçr, Fr. lthique lendirilebilir ya da hakhlandınlabilir bir
de mi&ide: Alm. sellntmordethik] \rerilen çe- durum olup olmadığı gerek filozoflar ge-
şitli tanımlar arasında, en yaygın ve düz rekse din ahlakçıları arasında geniş tar-
intihar tanımı, yaşanan örtük ya da açık tışmalara yol açmıştır. Bu bağlamda ba-
bir iç hesaplaşma süreci sonucunda ken- şını -her ne kadar kendi söyledikleriyle
disine sunduğu gerekçeli karar gereğince, çelişir bir biçimde kimi durumlarda inti-
759 intihar etiği
l:ımda Thomas Aquinas'ın sunduğu "in- nem Yunan ile Roma· filozoftan, intihar
tihar uslamlamalan"ıun kendinden son- etmeye l'ck bir koşulla izin tanıyarak, an-
raki dönemlerin hemen bütün intihar cak katlanılmaz bir hal alan sonu gelmez
düşünüşleri üstünde belirleyici olduğu bir acıya 'lfln vermek adına intihar etme-
kuşku götürmez bir gerçektir. SHmmn ııin on:ıylan<ıbilir bir seçim olduğunu sg-
tht6/ogiaide yer alan sözü geççn uslam- vunmuşlardır. Sözgclimi, önemli Stoacı
lamalan üç ana başlık altında toplamak lardan Romalı filozof Seneca, yaşın i-
olanaklıdır: (i) varolan her şey doğası ge- ierlemcsine h.1ğlı olarak salt yiışıınan ya
n-ği varlığını sürdürür; bu nedenle inti- da yaşanacak acının korkusuyla değil de
har etmek hem doğa ya_sasına hem de hem :~ihinsd hem de tinsd bakımdan
Joga sevgisine aylan bir davranıştır; (iı) arnk yaşanm,ısı gerektiği gibi yaşaruıma
her insan teki ait olduğu toplumun bir yan durumlarda intihann hoşgörülmesi
p•ırç.ısı olduğundan, kişinin kendini öl- gerektiğini yazmıştır. Yine Stoacılığııı bi-
dürmesi toplumu derinden yaralayan bir linen en büyük filw.oflanndan Epikte-
eylemdir; (iiı) yaşam açıkça Tanrı'nın in- tos, belli koşulların yerine getirilmesi ko-
sana bir armağanı olduğundan, kişinin şuluyla intihan destekler yönde göriişler
kendisine verilen bu yaşanu, bu "can"ı bildirmiştir. Stoacı felsefeye egemen te-
O'nun istenci dışında alması ya da al- mel etik düşünce, insanın kendisini bü-
maya kalkışması Tann'ya kaışı işlenmiş tünüyle yazgının buyruklarına teslim et-
büyük bir günahtır. Aquinas'ın, "intihara nıcsidir. Nitekim bu bağlamda Epiktetos,
izin tanınabilir" yollu düşünceye karşı kimilerimiz için bu yaşamı istenildiği gibi
sunduğu bu üç uslamlamadan "doğal ya- sürdürmenin önüne biiyük engtller çı
sa"ya yani bir şeyin doğal amacına da- kabilir; arıık kimi scyler hoşgörülemez
yandırılmış ilkinde, intihar yanlıştır çün- bir noktaya gelip dayandığında, yaşamı
kü irısanlann temel amacı "doğal ya- mıza son vermeyi isteyebiliriz demekte-
şam"ın gerekleriyle ters düşmektedir. A- dir. Yine görece daha yakınlara gelindi-
quinas'ın intihara karşı sunduğu ikinci ğinde Montaigne, Montcsquieu, Voltaire
uslamlaması doğrudan yararcı temeller gibi yl"ııiçağ düşünürlerinin, tanrısal is-
iistüne kuruludur. Buna göre, intihar :enç düşüncesine dayanclırılmış onaçağ
meydana getirdiği toplumsal yıkım ne- l1slamlamalarına karşı intihardan yana gö-
deniyle asla haklılandınlabilir bir eylem rüş bildirdikleri görlilmektedir.
deı,';ildir. Üçüncü uslamlamasındaysa A- Modem felsefe dönemindeyse Hume,
quinas, Tann'ya ait olan bir şeyi yani geri "İntihar Üstüne" ("On Suicide'') başlıklı
almak üzere insana belli bir süreliğine denemesinde bütün zamanların bilinen
verilmiş yaşamı çalmak olarak değerlen en yetkin intihar ~avunularındaıı birini
dirdiği intihann bütünüyle yanlış oldu- ortaya koymuştur. Adı geçen deneme
ğunu savlamaktadır. Bu üçüncü uslam- beş ayrı denemeyle birlikte 17 57 yılında
lamada, insanın yaşanu Tann'nın mülki- basılmak üzere yayıımı hazırlanmış olsa
yeti olarak düşünüldüğünden, kendisiric da, siyasal baskılardan ötürü Hume bu
Tanrı tarafından emanet edilen bu en denemeyi söz konusu derlemeden son
değerli mülkiyeti O geri almak isteyene anda çıkartma gere{!'; duymuştur. Nite-
dek korumak en büyük insanlık ödevidir. kim ölümünün üzerinden yedi yıl geçtik-
İ ntilıara kesinlikle olumsuz bir gÖ7Je ten sonra 1783 yılında yayımlanan "İnti
bakan ya da bütünüyle karşı çıkan bu har Üstüne"de Hume, intihar sorununa
geleneğe karşı, Stoacılar ile Aydınlanm'.l özeJlikle Hugo Grotius ile Samud Pu-
diişünüderi başta olmak üzere çeşitli fi- fendorf eliyle yük•ck sesle dillendirilen
lozoflar intihar etmenin zorunlu olarak geleneksel "öciev-tcmelli etik" bakışı ü-
ahlaka aykın olmasııun gcrelanediğini zeı'indcıı giderek yaldaşmaktndır. Buna
savunmuşlardır. Bu bağlamda, geç dö- göre, eğer denildiği gibi intihar ahlaka
761 intihar etiği
aykırı bir edimse, Tann'ya, kendime ya nıru belirleme bütünüyle Tann'nın elinde
da başkıılamıa yönelik kimi ödevlerin y~ olan bir şeyse, o zaman yaşam süresini
rine getirilmemesi anlamına gelmek zo- uzatmalt adına, örneğin tıbbın olanakla-
rundadır. Dizgeli bir biçimde bu olanak- ı:ından yararlanarak ya da belli ·ilaçlar
ların her birinin üstüne tek tek giden kullanmak yoluyla insanın özel bir uğraş
Hume, insan olaıak yerine getimıenüz içinde olmasının hiçbir anlamı olmadığı
gereken "intihar etmemek" gibi bir öde- nı belirtmektedir. Yapılan önemli eleşti
vimiz bulunmadığı sonucuna varmakta- rilerden biri de, intiharın, Tann'nın en
dır. Hume'un usla~ canalıcı ya- üst düzey bir yetkinlikte düzene koydu-
nı, intiharın Tann'ya olan ödevlerimizi ğu şeylerin doğal düzeninin işleyişini bo-
hiçe saymak anlaımna gelip gelmediği zuyor olması düşÜncesinden yola koyul-
üstürıc odaklanıyor olmasında yatar. Tan- maktadır. Bu eleştiriye karşı Hume, sert
n'nın insandan kesinlikle uymasını bek- hava koşullanndan korunmak amacıyla
lediği böyle bir ödevin olmadığına yöne- birtakım yapay araçlar geliştirdiğimizi,
lik Hume'un uslamlaınasıru şu biçimde bir yerden bir yere daha hızlı ve daha
özetlemek olanaklıdır: (i) ilki doğal dün- konforlu giunek adına yapay ulaşım a-
yanın fizik yasalaıı ikincisi hayvansal ıaçları tasarladığımızı ömek olarak gös-
dünyanın istek kaynakh eylem yasalan ol- tererek, zaten pek çok açıdan Tann tara-
malt üzere iki doğa gücüne birden Tann 6ndan kurulmuş olduğu söylenen şeyle
tarafından konulmuş, kendi kendine iş rin doğal düzenini bozduğumuzu söyle-
leyen bir kural vardır; (u) bir kural olarak mektedir. Hume, dayanağını tannsal is-
Tann insanlara kendi mutluluklan için tenç tasarımından alan bütün düşüncele
doğanın olağan akışıru değiştirme özgür- rin temelsiz olduklarına parmak basarak.
lüğü taruımştır; (ıiı) intihar, kişinin kendi özce Nil nehrinin doğal akışıru değiştir
mutluluğunu gerçekleştirmek amacıyla mekle kişinin damarlarında doğal akışı i-
doğanın olağan akışıru değiştirmenin bir çinde dolaşan kanının akış düzenini de-
ömeğidir; Qv) bu örneğin Tanrı'nın koy- ğiştirmesi aıasında hiçbir aynın olmadı
duğu kuralı çiğnemek olacağını gösteren ğını ileri sünnektedir. Bütün bu düşün
doyurucu bir neden yoktur; (v) demek celere ek olarak Hume, yaşam artık kat-
ki, intihar Tann'nın istencine aykırı dav- lanılmaz bir hal aldığında, bütün iyileri
ıanmak olmadığı gibi yetkin bir biçimde kendinde toplayan Tann'nın, kişinin in-
oluşturduğu varoluş planını da bozuyor tihar yoluyla acılanna son vermesini an-
değildir. Burada açıkça görülebileceği ü- layışla karşılayacağını yazmaktadır. İnti
zere, Hume'un uslamlamasının odağında hann başk:alanna ya da topJuma kaqı
yer alan dördüncü öncüldür. ödevlerimizi yerine getirmekten ahkoy-
Bu bağlamda Hume'un uslamlama- duğuna yönelik sava karşı da Hume yine
sında içerilen bu öncüle karşı getirilen bir dizi uslamlama sunmaktadır. Kuşku
eleştirilerden biri, insan yaşamırun bir suz bunlardan en önemlisi toplumsal kar-
başka şeyle daha karşılaştınlamayacak şıhkhlık düşüncesi üstüne kurulmuştur: (i)
denli önemli olduğu gerçeği üstünde öldüğümüzde, topluma zaıar veriyor de-
durmaktadır. Yapılan bu eleştiriye karşı ğilizdir, ters.ine topluma iyiliğimiz doku-
Hume, şeyler daha genel bir varoluş çer- nuyordur; (iı) iyi şeyler yapma sorumlu-
çevesine yerleştirilerek düşünüldüğünde, luğumuz aynı anda toplumdan aldığımız
insan yaşamının bir istiridyeninkinden yararlar düşünüldüğünde karşılıklıdır; (ıiı)
daha önemli ya da ayncalıldı olmadığını öldüğümüzde, söz konusu yararlan top-
dile getirmektedir. Hume, kişinin ne za- lumdan aruk alımyoruzdur; Qv) o ne-
man ölmesi gerektiğine ya1ruzca Tann' denle, artık iyi şeyler yapmalt gibi bir ö-
nın kaıar verebileceği düşüncesiyle ya- devimiz yoktur. Yararcı yönelimiyle dik-
pılan bir başka eleştiriye de, ölüm zama- kat çeken bu intihar çözümlemesinde
intihar etiği 762
Hume, varlığımın sürmesi topluma ya- kendisini. Kant aynca, intihar etmeye e-
rardan çok zarar getiriyorsa, böyle bir ' ğilimli her kişinin, her türden suçu da il-
durumda intihara izin çıkması gerektiği kece işleyebilir olduğuna dikkat çekerek,
nin, nitekim pek çok kişinin de böyle bir "kendi yaşamına saygı duymayan kişinin,
durum içindeyken intihar ettiklerinin al- en korkuncundan işkencelerle dahi inti-
tını özellikle çizmektedir. har etmesinin önüne geçilemeyeceğini"
Öte yanda, ortaya koyduğu düşünce özcllikle belirtmektedir. Kant, bu bağ
lerle modem felsefeden çağdaş felsefeye lamda bütünüyle dindışı ya da dünyevi
geçişin mimarı olan Kant, "İntihar" baş uslaınlamalar uyarınca düşünmeye çalış
lıklı denemesinde, intihann kesinlikle yan- makla birlikte, intihar üstüne en kapsam-
lış olduğµnu çünkü insanın içindeki üs- lı tartışmalarından birinde tanrısal bir
tün değeri alçaltarak hayvanlardan da alt mülkiyetin varlığından da söz etme ge-
bir aşamaya düşmesine yol açtığını sa- reği duymuştur. Belli koşullar altında, bir-
vunmaktadır. Bu savunu temelinde Kant, t.'lkım özgür amaçlarla bu dünyaya kon-
iki yaygın intihar haklılandınınını ele ala- muş durumda olduğumuza dikkat çeken
rak, bunlan çürütmeye yönelik bir dü- Kant, intihann insanın kendi Yaratıcısı'
şünsel çizgi boyunca ilerlemektedir. Bun- na açıkça karşı çıkması anlamına geldiği
lardan ilki, bir özgürlük konusu olarak sonucuna varmaktadır. Buna göre intihar
intiharın başkalarının haklarını çiğneme etmiş kişi Kant'ın gözünde, öbür dün-
mek koşuluyla kabul edilebilir bir edim yaya temel ödevini yerine getirememiş,
olduğudur. Intihan olumlayan bu düşün bütünüyle Tann'ya başkaldırmış bir kişi
ceye karşı Kant, diğer insanlan bir ke- olarak gitmek zorundadır. "İnsanlar yer-
nara koyarak, kendimizi korumanın ken- yüzündeki yaşanılan boyunca yaşamları
dimize karşı yerine getirmemiz gereken nın biricik koruyucularıdır, ta ki kendin-
en büyük ödev olduğunu, kendini koru- den üstün bir başka el gelip yaşamlarını
ma dürtüsünden kaynaklandığı sürece alana dek." Kant'a göre, yaşamına son
bedenimize dilediğimiz gibi davranabile- verenler kendilerini kişi olarak görmek
ceğimizi dile getirmektedir. Kant'ın gö- yerine şey olarak gördüklerinden bütün
zünde intihan oluınlayan ikinci düşünce, bir insanlığı değerden düşürmektedirler.
çoğunlukla intihann bir erdem olduğunu Dahası, insanlar ahlaksal eylemlerin öz-
desteklemeye yönelik olarak tarihten gös- neleri oldukları için, kendilerini ortadan ·
terilen erdemli intihar örnekleriyle ortaya kaldırarak aslında ahlakı da ortadan kal-
konmaktadır. Sözgelimi, Roma tarihinde dırmış olmaktadırlar. Öte yanda, bu Kant-
Sezar'a karşı direni~n simgesi olarak gö- çı tasarımın daha önce Locke'un Dtvltı
rülen Cato, artık Sezar'a karşı koyamaya- )'iinelİ1'1İ Üstüne İki Yazı'sında şu sözlerle
cağını anladığından, böyle bir durumda ortaya konmuş olduğu da üstünden atla-
yaşamayı sürdürmektense özgürlük adı namayacak bir gerçektir: "Bize orada he-
na ölmeyi yeğleyerek insanlık onuru adı pimizin de egemenimiz efendimizin kö-
na intihan seçmiştir. Kant, bunun kendi- leleri olduğumuz söylendi. .. Hepimiz o-
ne özgü tek bir örnek olduğunu, bu ne- nun malıyız, kendi isteğimizle yerimizi
denle de intihan savunmak adına genel terketmemeliyiz." Locke ile birlikte, bü-
bir kural haline getirmek amacıyla kulla- tün bir ortaçağ boyunca süregelen inti-
nılamayacağını öne sürmektedir. Kant'ın han Tann karşısındaki ahlaksal değerine
bu noktadaki temel düşüncesi, bütün her yönelerek soruşturma geleneği, yerini ön-
şeyden daha değerli olan yaşamın insan- ce kendi egemenliği altında yaşayan hal-
lara verilmiş kutlu bir emanet olduğu yö- kının yaşamından sorumlu Kral karşı
nündedir. Kendi canına kıyan bir kişi in- sındaki konumunun araşunlmasına bı
sanlığına son vererek, yabanıl hayvan o- rakmış, daha sonra da demokratikleşmiş
larak görülebilecek bir varlık kılmaktadır bütün bir toplum önündeki durumunun
763 Irigaray, Luce
tartışılması yönünde önemli bir evrim olarak alınmasına karşı çıkarak "kültür''
geçirmiştir. Intihar üstüne önemli düşün ile "dil"in bu kavramın inşasındaki rol-
celer ortaya koyan toplumbilimci Durk- leri üzerinde dururlar. Onlara göre eril/
hcim ise "kişinin olumlu ya da olumsuz dişil ikiliğinin temelinde evrensel olma
bir eyleminden doğrudan ya da dolaylı iddiasındaki felsefenin taşıdığı öznellik
·olarak ölümle son bulacağını bildiği bü- yatmaktadır. Felsefenin erilliği nasıl iç-
tün durumlan" intihar olarak tanımla sclleştirdiğinin ve dişilliği nasıl dışladığı
maktadır. İntihar sorunu, modem dünya nın izini sürmek ise bu düşünürlerin o-
koşulları nedeniyle yüksek bir intihar o- luşturduğu felsefenin ana izleğidir.
ranına ulaşılmasına da bağlı olarak, yakın Aynı _zamanda bir ruhçözümcü (psi-
dönem ahlak felsefesi tartışmalannda, ö- lı:analist) olan Luce Irigaray, felsefeye ve
zellikle de "uygulamalı etik" başlığı al- dilbilime ilişkin çözümlemelerini eleştirel
tında son derece sıcak bir gündem mad- bir gözle yaklaştığı ruhçözİ'imleme (psi-
desi oluşturmaktadır. Aynca bkz. ötana- kanaliz) yöntemi üzerinden yürütmesiyle
zi (ölme hakkı); kötümser(ci)lik; Sc- dikkat çeker. Irigaray, Lacan ile Derı:ida'
hopenhauer, Anhur; Camus, Albert; nın açttğı yoldan ilerleyerek, ruhçözüm-
Cioran, E. M .. leme yönteminin olanaklannı felsefenin
konumunu yeni baştan değerlendirmek,
ipse dixit (Lat.) Pythagoras'ın öğrenci deyim yerindeyse felsefenin temellerini
lerinin, bir tartışma sırasında üstadlannın sarsmak için bir araç olarak kullanır.
herhangi bir sözüne "hakikatin ta ken- Erillik ile dişilliğin bilinçaltında nasıl ku-
disi" olarak göndermede bulunurken rulduğu, evrensel ve yansız olma iddia-
kullandıkları Yunanca deyişin (t111to.r tphs) sındaki felsefe ile bilimin de "bilgi" ve
Latincesi: "o kendisi böyle dedi"; "o "ussallık" anlayışları çerçevesinde bu in-
böyle söyledi"; "üstad böyle buyurdu''. şalardan paylarını nasıl aldıktan Iı:igaray'
Bu Latince deyiş sonralan "bir yet- ın temel araşurma konulandır.
keye körü körüne bağlanma" ya da "bir Irigaray'ın en önemli savı kadının
düşünceyi sorgulamaksızın kabul etme" kendine özgü bir dile duyduğu gereksi-
tavrını eleştirmek amacıyla kullanılmıştır. nim üzerinedir. Dişil kimliği .Jl'1İbO(l1111
tanımlamak üzere yola çıkan Irigaray'ın
ipso facto (Lat.) Bir şeyin başka bir şe karşısındaki en büyük engel kadının, do-
yin hemen ardından gclmesinin mantık layısıyla kendisinin, içinde hapsolduğunu
sal bir zorunluluk olduğunu, bir şeyin düşündüğü eril dildir. Luce Iı:igaray, ön-
bilinen olgulardan ya da görünür gerçek-. celikle önad ile ~oyadı arasındaki farklılık
!erden çıkııı:sanabildiğini vurgulamak için für.erinde durarak adlandırma eyleminin
kullanılan, "tam da bu nedenle" ya da önvarsayımlarına dikkat çeker ve dil ile
"tam da bu gerçek yüzünden" anlamın düşünmeksizin benimsediğimiz ataerkil
daki Latince deyiş. gelenek arasındaki ilişkiyi ele alır. Ona
göre dişil öznelliğin yaraulabilmesi için
Irigaray, Luce (1930) Fransız feminist kadınlararası bir toplumsallığın oluştu
felsefeci ve dilbilimci. Cixous ve Kriste- rulması şartur. Bunun ilk adımıysa eril
va'yla birlikte çağdaş Fransız feminizmi tahakkümden, erkeğin sömürüsünden ka-
denince akla gelen ilk üç isimden biridir. çan kadının sığınabileceği bir "dil evi"
Fransız feminist. felsefesinin temel ama- inşa etmektir. Erkeğin bir tahakküm ara-
cı, "Felsefe" öznesinin cinsiyet bakımın cına dönüştürdüğü mevcut dil alanının
dan yansız olmayıp, "eril" bir özne oldu- dışındaki bu "açık alan", kadınların ya-
ğunu göstermektir. Kıta felsefesi gelene- ratıcılığını sınırlamadan onlann kimlikle-
ği içinde yer alan bu fclııcfeciler "cinsi- rini yeniden biçimlendirmelerine olanak
yet:' kavramının basit, mili bir kavram tanıyacak dişil bir imgelemin yolunu aça-
İskenderiye Okulu 764
dan Mısır halkına uzanmış; sonradan Yu- ussal din felsefesi olarak kelam hareketi-
nanlılara, onlardan da Süryanilere geçmiş nin doğuşu; rasathane, kütüphane ve haS:.
ve böylece Araplara ulaşmıştır." Yunan- tane gibi bilim ve araştırma kurumlanrun
Wann hikmeti kazanmaya "ilim", en kuruluşu; düşünsel çalışmaların devlet a-
yüksek hikmeti sevmeye "felsefe" ve en damlarınca desteklenmesi; İslam dünyası
yüksek hikmeti sevip benimseyene, kısa nın tarihsel jeo-politik konumunun yanı
cası felsefeyi elde edene de "filozof'' de- sıra sosyo-ekonomik yapısının gelişmesi;
diklerini belirten Farabi, felsefeyi varlık pratik ihtiyaçların ve koşulların belirleyi-
ların ne olduklaruu olduğu gibi bilerek ci rolü olarak kabaca sıralamak müm-
varlıkların bilgisini elde etme ilmi olarak kündür.
tanımlar. İşte bu anlamda felsefe, Farabi' İslam felsefesinin doğuşunda rol oy-
ye göre, Yunanhlardan Platon ve Aris- nayan temel etken ise "Mesaj'ın anlamı"
toteles'in eserleriyle İslim dünyasına ile- nda yatmaktadır. Bir yandan Yeni Kant-
tilmiştir. çılığa, diğer yandan Alman Tarih Okulu'
Tarihsel gelişimi nasıl olursa olsun, na dayanan tarihselciliğe göre, insan ey-
ilkçağda Yunanlıların M.Ö. VII. ve IV. lemlerinin büyi.ik çoğunluğu, birer olgu
yüzyıllar arasında ortaya koyduğu başa olarak fizik bilimlerindeki gibi başka bir
rılarla, özellikle Platon ve Aristoteles 'in olguya bağlayacağımız türden olmayıp,
eserleriyle dizgeli bir hal alan felsefenin, ancak bir "anlam" aracılığıyla açıklana
Helenistik dönemin (M.Ö. IV.-M.Ö. l. bilecek türden olgulardır. Bu akımın Dil-
yüzyıllar arası) ardından doğuya geçerek, they'dan sonraki temsilcilerinden Rothac-
Facibi'nin belirttiği gibi, ortaçağda Sür- ker'a göre, "bir insan topluluğunun ta-
yaniler aracılığıyla İslam dünyasına, ora- rihsel olarak oluşan ve dönüşebilen ya-
dan da tekrar Batı'ya geçtiği bilinmekte- şam tarzı" diye bildiğimiz kültürü yapan,
dir. Bu kültürel geçişin tarihini Rönesans insanın "anlam"a bağlı etkinliğidir. İs!am
öncesi ve hatta Rönesans sonrası yüz- felsefesinin oluşumu söz konusu olunca,
yıllara kadar incclcycn doğubilimci De bu tarihsel olgunun birçok nedenleri ya-
Lacy O'Leary, İslim düşüncesinin Batı nında, İslam dininin müminleri için "an-
Avrupa felsefe ve biliminin oluşumunda lam"ını, yani diğer nedenlerle karşılıklı
kayda değer etkileri olduğunu belirtir. etkileşim içinde başat rolü oynayan te-
Bu noktada, İslam dünyasında felsefe mel etkeni, tarihselcilerin üzerinde dur-
çalışmalarının oluşumunu etkileyen ne- duklan "tin"i anlamak ve yorumlamak
denlerin kısaca hatırlanması, Yunan fel- gerekir. Bu çerçevede İslam'da sadece fel-
sefesinin İslam dünyasına girişini açık sefenin doğuşuna değil, en geniş anla-
lamada kolaylık sağlayacaktır. Tarihi bir mıyla düşünsel faaliyetlerin başlamasına,
bilimden çok özgün bir olgunun araştı "hikmeti arama cehdi" ne yol açan temel
nlması alanı olarak kabul eden tarihsel- etken şudur: "vahiy"in sunduğu iletiyi a-
cilik akımının üzerinde önemle durduğu çınılamak.
"anlam" kavramı, bize İslam felsefesinin İslam öncesi Cahiliyye döneminde hi-
oluşumunu açıklamada önemli bir çer- gat, şiir, mesel, hikaye, nesep tarihi ve
çeve sunmaktadır. Aslında özellikle M.S. biraz da tıbba dair bilgilerden başka he-
IX. ile XIII. yüzyıllar arasında Müslü- men hiçbir bilim ve felsefesi olmayan
manların özgün bir felsefe hareketi mey- Araplar için Hz. Muhammed'e vahyedi-
dana getirmelerinin kaynağındaki etken- lcn Kuran'ın verdiği mesaj ve bu mesajın
ler, ikincil etkenler ve temel etken olarak anlamı, ilk buyruk ve ilk söz olan "O-
iki kalemde incelenebilir. kul" emrinde bulunmaktadır. Bu emir
İslam felsefesinin doğuşunda rol oy- "Kitap" tan habersiz insanlardan oluşan
nayan ikincil etkenleri eski medeniyet- bir toplumda dikkatleri vahyi okuyarak
lerle olan coğrafi ve düşünsel temaslar; onun mesajını anlamaya çekmektedir.
767 İslinı felsefesi
"Okul" vurgusunun ikinci anlamı, Ku- lan felsefeyi, kimilerince İslim'da gerçek
ran ayetlerinin bir açılımı olarak kabul e- anlamda felsefenin kurucusu kabul edi-
dilen evreni anlamaya dönüktür. Kuran'a len Farabi'nin "varlıkların ne olduklarını
göre evrendeki varlıklar ve olaylar, ancak olduğu gibi bilerek varlıkların bilgisini el-
bilgi sahibi olanlarca kavranabilecek ilahi de etme ilmi" olarak tanımlayıp ardından
bir sistem ve düzen içinde yer alırlar. İn felsefenin nihai amacının da saiidet-i k11s-
sanın da içinde yer aldığı varlık sistemi, llfiya ("enson mutluluk') ulaşmak oldu-
her şeyi kuşatan ve adına "hikmet'' de- ğunu savunması, Kuran'ın mesajındaki
nilen amaçlar doğrultusunda yaratılmış evren ve insanla ilgili telcolojik (erekbil-
tır. Kuran, evrendeki hikmeti anlatan de- gisel) açıklamadan kaynaklanmaktadır.
lilleri birçok kozmik ayette örneklerle Esas itibariyle XI. ve XIII. yüzyıllar
hatırlatır; inananlara varlık ve olayların arasında oldukça verimli bir bilim, fel-
· hikmetini anlamaları için teşvik ve öğüt sefe ve kültür hareketi ortaya koyan İs
lerde bulunur. lim medeniyetinin Batı kültür çevresi ve
İşte Kuran'ın "Okul" buyruğunda tarihinin bir halkası olduğu görüşü, kül-
bulunan bu ikili anlamın, Müslümanların tür tarihi araştırmalarının "yayılımcı" ya
ilk dönemlerden itibaren onu kavramaya da "dağılıma" (dijf11sionisf) yaklaşımına
yönelik çabalarının, dolayısıyla İslam dün- uygun bir açıklamadır.
yasında bilim ve felsefenin doğuşunun Aslında İslam dünyasında "hicret"ten
temelinde bulunduğu söylenebilir. Bu i- hemen sonraki yüzyıllarda başlayan, Ab-
kili anlam, tarihselcilerin üzerinde dur- basilerin ve İslam'ın "Altın Çağ"ı olarak
dukları "tin"le, yani o kültürün insanla- kabul edilen IX., X., XI. ve XII. yüzyıl
nnda bulunan "ruh"la yakından ilişkili larda da en dinamik, üretken ve renkli
dir. Burada önemli olan mesajın doğru dönemini yaşayan Yunan tarzı felsefe
luğu ya da yanlışlığı değil, daha çok me- hareketi (ftlasije), ancak üç-dört yüzyıl gi-
sajın, yani Kuran'ın, Müslümanlar için bi felsefe için çok uzun olmayan bir öm-
ne anlama geldiğidir. re sahiptir. Eski Yunanlıların M.Ö. VII.
Mesajın anlamı, Kitabın bizzat kendi- yüzyıl ile M.S. III. yüzyıllar arasındaki
sini kavramaya yönelik etkinlikler yanın 1000 yıla yaklaşan felsefe hareketi göz
da, Müslümanları Kuran ayetlerinin bir önüne alınırsa bu süre gerçekten de ol-
açılımı olarak kabul edilen evreni ve o- dukça kısadır. Genellikle İbn Rüşd'ün ö-
nun ıçerdiği hikmeti kavramaya yönelik lümünden (1198) sonra İslam'da felse-
etkinliklere de sevk etmiştir. Bu. çerçe- fenin bittiği kabul edilir. Bu tarihten yak-
vede, İslam coğrafyasının genişlemesine laşık iki yüzyıl sonra İbn Haldun tarih
ve İslam toplumunun sosyo-ckonornik felsefesi alanında oldukça özgün, hatta
yapısının gelişmesine paralel olarak, A- modem görüşler ortaya koymuşsa da
rapların sahip olmadığı antik medeni- onun konumu bir istisna olarak görülür.
yetlerin "evail ilimleri"ni, pratik ihtiyaç Kelam ve tasavvufun felsefıleşmesi ger-
ve şartların da etkisiyle, bilimsel bir te- çeği ise hiç hesaba katılmaz. Şu halde,
cessüs ve merakla önce tercüme ederek İslam'da felsefi düşünce hareketi "çö-
öğrenme, daha sonra yorumlama ve ni- küntü" anlamında birden ve bütün ola-
hayet özgün senteze ulaşma yönünde ça- rak silinmemiş; önce XIII. yüzyılda di-
lışmalar ortaya çıkmıştır. Kısacası İslam namikliğini kaybederek gerilemeye baş
dünyasında bilim ve felsefe hareketleri- lamış; ardından giderek artan bir hızla
nin doğuşunda temel belirleyici etken, donuklaşmış, silikleşmiş ve zamanla gün-
Kitabın ancak evrendeki kozmik ayetle- demden kalkmıştır denebilir. Tıpkı olu-
rin anlaşılması yoluyla kavranabileceğine şum sürecinde olduğu gibi bu gerileme
ilişkin Kuran'dan kaynaklanan "anlam" sürecinin de oldukça karmaşık, çok bile-
olmuştur. Nitekim hikmet araştırması o- şenli nedenlerini belirlenimci bir yalda-
islim felsefesi 768
şımJa ortaya koymak pek mümkün de- dilmiş Kitabın ilk emri olan "Okul"nun
ğildir. anlanu, hemen ardından gerek Kuran
Yunan tarzında yapılan felsefenin İs ayetlerini gerekse kozmik ayetleri kapsa-
lim'da ayncalıklı ve geleneksel bir yer yan "Allah'ın adıyla okul" emrinde Ya-
kazanamaması tarihsel bir olgudur. Bu mtıcı'ya yapılan vurguyla açılır. Aklı, bil-
noktada "Oku!" emrinin "anlam"ının, giyi ve araştırmayı böylesine inancın hiz-
İslim medeniyetinde genellikle kabul gö- metine veren faydacı ve pratik bir yakla-
ren, kültüre içselleştirilen ortak bir nite- şıma dayanılarak, her zaman için bazı
lik kazanamadığı ileri sürülebilir. Bu du- bilgiler, felsefeler ve bilimler pekala boş,
rum, İslim tarihinde birer tarihsel olgu faydasız ve hatta zararlı görülebilirler.
olarak karşımıza çıkan, daha Halife Mü- Nitekim GazaJi, Aristoteles'ten Farabi
tevekkil döneminde (847-861) dinin akıl ve İbn Sina'ya geçen felsefeyi din açısın
cı yorumunu temsil eden Mu'tczile'nin dan küfrü gerektiren kısımlar, bid'ati ge-
takibe uğrayarak görüşlerinin "bid'at" i- rektiren kısımlar ve esasında inkan ge-
lin edilmesi; Kindi'nin kitaplaruıın gasp rektirmeyen kısımlar olarak üçe ayırır
edilmesi; yine aynı zamanlarda Bağdat' ken, yine bilimler sınıflamasında bazı bi-
taki bütün profesyonel müstensihlerin limleri "mezmfun" bilimler olarak nite-
felsefe kitaplaruıı kopya euncyeceklerine lerken, aslında bilimin "ebedi saadet"i
dair yemin etmeye zorlanmaları; Halife temin olarak bilinen İslimi anlamına uy-
Nasır döneminde (1180-1225) halifenin gun değerlendirmelerde bulunmuştur.
emriyle içinde İhvan-üs-sara Risalele- İslam dünyasında yapılan bilimler sı
ri'nin de bulunduğu "cvıi.il ilimleri"ne ait nıflamasında bilimlerin "akli ilimler" ile
büyük bir kitap koleksiyonunun yakıl "nakli ilimler'' olarak ayrılmasında da be-
ması; GazaJi'nin, Far.ibi ve İbn Sina'nın şeri olan akli ilimlerle vahye da yanan
temsil ettiği Meşşai felsefenin bazı gö- nakli ilimler arasındaki epistemolojik
rüşlerini "bid'at'' ya da "küfür" olarak (bilgikuramsal) farkı ısrarla vurgulayan,
nitelemesi; Şchristini'nin irade hürriye- din yönünden faydayı temele alan bir bi-
tini savunan Kaderiyye öğretisini ''Yu- lim anlayışı oldukça baskındır. En geniş
nan lilozoflannın eserlerinden aktanlan anlanuyla bilimin tcleolojik (erekbilgiscl)
diyalektik unsurlar içerdiğini" ileri süre- ve teist (tannmerkczli) yorumunun etki-
rek "sapkınlık"la itham eunesi; Selefıyye' sindeki ortaçağ İslim dünyası gibi dinin
nin kelimcİlan "zındıklık"la damgalama- insan düşünce ve davmnışlanna çok bü-
ları gibi felsefi düşünce ile ilgili yakla- yük ölçüde hakim olduğu, çeşitli değer
şımlann din karşıu görülerek reddiyeci, yargılannın gelişmesinde belirleyici rol
engelleyici ve hatta yasaklayıcı tutumlarla oynadığı bir toplumda, felsefe gibi bir
karşılaşmalarının inkan mümkün olma- düşünsel etkinliğin belirgin ya da kalıcı
yan varlığıyla desteklenebilir. Hatta "asıl bir yer kazanamamasını anlamak çok zor
anlamda felsefenin İslam'da her zaman değildir.
için ancak eğreti bir varlığa sahip olmuş Doğubilimci Edward Sachau, bu hu-
olduğu", İbn Sina gibi salt filozoflann, susta M.S. X yüzyılın İslim dünyasında
GazaJi gibi kelamcı düşünürlerin "ilimle- hüküm süren zihniyetin tarihsel bakım
re veya mistisizme ya da her ikisine dön- dan bir dönüm noktası oluşturduğunu
mek üzere felsefeden uzaklaşnuş olduk- ileri sürer. Sachau, Eş'ari ve GazaJi bu
lan" bile ileri sürülmektedir. zihniyete yeni bir yön vermeselerdi A-
Öte yandan Kuran'daki mesajın an- raplann Galileileri, Keplerleri, Newton-
lanu, felsefenin niçin İslam'da kalıcı bir lan yetiştirmiş bir millet olabileceklerini
yer tutamadığının ve yukarıda hatırlatılan belirterek oldukça dikkat çekici bir yo-
bir dizi olumsuz tarihsel olgunun önemli rumda bulunur. GazaJi'nin bu olumsuz
bir açıklamasını da vermektedir. Vahye- etkisi, daha çok Tehtifiit-iil-Felmift (Filo-
769 İslim felsefesi
daha sonra da kendi içine dönerek eski dici" düşünürler topluluğu İhvan-üs-safa
savlannı ve sorunlarını tekrarlaya tekrar- ile doğa fdsefesi olarak natüralist (do-
771 İslim felsefesi
yetileri içinde en önemli yetidir. Özellik- canlı cansız bütün varlıkların da özünü
le özgürlüğü öğretisinin temel ilkesi ya- oluşturan temel yapıtaşıdır. Schopenh11-
pan, doğru ile iyiyi de bu ilkeye bağlayan uer bu en genel metafizik ilkeleri belirle-
Scotus, istenci Tann'nın istenciyle bir dikten sonra, bütün dikkatini istencin ö-
tutmuştur. Buna göre, özgürlüğün köke- zünü betimlemeye yöneltir. Buna göre
ninde zorunlu olarak Tann'nın istenci istenç varoluşwnuz içinde sezdiğimiz,
bulunmaktadır. Scotııs Tann'nın istençli, son çözümlemede yaşama istencine kar-
aşkın bir varlık olduğuna dayanarak, bü- şılık gelen, ortadan kaldınlması ya da çü-
tün içindekilerle birlikte dünyanın Tanrı' rütülerek olwnsıızlanrnası olanaklı olma-
nın istencine dayandığını savunmuştur. yan sürekli bir eğilimdir. Her şeyi kuşa
Ona göre Tann istememiş olsaydı ne tan yaşam istenci insanın da en temel, en
dünya ne de dünyadaki olaylar gerçek- belirleyici dııyıırnudur. Ruhun en derin-
leşmiş olurdu. Bir başka deyişle Tanrı lerine kök saldığı gibi bedenin bütün de-
isteseydi dünyayı bir başka biçimde de vinimini de o belirlemektedir. Bu başsız
yaratabilir; ona yeni bir varlık kazandıra sonsuz duyum bizi her şeyin en temelin-
bilir; dünyadaki kötülükleri ortadan kal- de yatan Saltık'a bağlayan biricik köprü-
dınp iyiyi dünyadaki tek egemen değer dür. Bu anlamda Schopenhauer'a göre
kılabilirdi. Hem Yeni Platoncu "sürekli- "istenç çokluğu" diye bir şeyden söz e-
lik" anlayışına hem de Thomas Aquinas' dilemez. Çeşitli varlık teklerinde kendini
ın istenç ile anlık arasında yaptığı ayrıma açığa vuran istençlcr değil tek bir istenç
karşı çıkan Scotus, istencin bütün öteki vardır; o da kendisini çeşitli varlıklarda
yetileri olduğu gibi anlığı da olanaklı kıl istemesiyle duyuran "Saluk'ın İstenci"dir.
dığını ileri sürmüştür. Daha yakın dö- Çokluk düşüncesi doğası gereği uzam ile
nemlere gelindiğindeyse Kant'ın "pratik zaman tasarımlarından çıkan bir tasanın
us" alanında tek değerli olan şeyin "iyi olduğundan, uzam ile zamanda görülen
istenç" olduğunu söylediği görülür. Yine ya da algılanan her şey Saluk'ın değişik
XIX. yüzyıl Alman felsefesinin önemli istenç görünümlerinden başka bir şey
filozoflarından Fichte, istenci evrenin en değildir. Schopcnhaııcr bu noktada is-
temel, en üst konwnunda bulunan yara- tencin uzam ile zamanda yer almasının
tıcı ilkesi olarak görmüştür. salt bir görünüm olayı olduğunun, yoksa
İstenççiliğin en yaygın, en yerleşik istencin gerçekte hiçbir yerde ve zaman-
anlamı metafizik anlamıdır. İstcnççiliğin da varolmasının söz konusu olmadığının
pek çok yönden en önemli filozofu sa- alunı özcllikle çizmiştir. İstencin uzam i-
yılan Schopcnhaııcr, istenci kendi kurdu- le zamanın dışına taşınarak temellendiril-
ğu metafizik dizgenin temeline yerleşti mesi tek saltık metafizik gerçeklik olan
rerek, düşünülebilecek bütün gerçeklerin istencin gelişmeyen, değişmeyen, başka
en temel ilkesinin istenç olduğunu öne laşmayan, en önemlisi de yok olmayan
sürmüştür. Schopenhauer'a göre kör ve bir şey olduğunu söylemekle birdir. Sc-
saçma bir istencin var ettiği dünyanın hopcnhauer'dan aldığı esinle Nictzsche,
metafizik bir yanılsama olmaktan öte bir "en yüksek iyi" olarak yaşamayı göstere-
anlamı yoktur. Düııy'ı bütün bu temel- rek, yaşamın olduğu her yerde "erk is-
sizliğine karşın her zaman için ben'in ta- tenci"nin olduğunu dile getirmiştir. İs
sanmıdır; yani ben onu nasıl tasarlıyorsa tencin us yoluyla açıklanabilecek bdli bir
öyle vardır. Bcden'in istencin görünür varlık nedeni olmadığı gibi kendisini dün-
hali olduğunu öne süren Schopenhaııcr, yada gerçekleştirmek için yöneldiği belli
insan tekinde dile gelen istençten kalka- bir arnaq da yoktur. Başlangıa olmadı
rak bütün her şeyin kökenini Saltık İs ğından sonu da yoktur; öncesiz ve son-
tenç'e bağlamaktadır. Bunun yanı sıra is- rasızdır. İstenç vardır; onun için söyle-
tenç, insanlann özünü oluşturduğu gibi nebilecek enson şey Pisteme"si, istiyor
it felaefesi 774
mış bir yapıt olmaktan çok bitirilmiş bir doğrulama yöntemi olarak tanımlayan
iş olmak durumuna yakındır. doğrulanabilirlik ilkesine oldukça yakın
İş felsefesi bağlamında düşünüldü dır. Bridgman bu bağlamda bir sorunun
ğünde Marx'ın dillendirdiği yabancılaş anlamlı olabilmesi için o sorunun yanıt
mamış emek ülküsünün pek çok soruyu lanmasında kullanılacak işlemlerin söz
gündeme getirdiği kuşku götürmeyecek konusu olması gerektiğini, böyle işlemle
derecede açıktır. Bunlardan biri, yapılan rin bulunmadığı durumlarda ise sorunun
işten doyum alma özgürlüğünün eşit öl- anlamsız olacağını ileri sürer.
çüde toplumun bütün bireylerine sunu- Bilimsel kuram ve kavramların çeşitli
lup sunulamayacağı, bu bağlamda herke- ölçüm ve işlemlerle nasıl gerçekliğe ve
sin yanş içinde olduğu bir iş yaşamında gözleme bağlandığını göstermeye çalışan
ancak başanlı işler çıkaranların ödüllen- işlemciliğe en büyük karşı çıkış göreli bir
dirilmesinin ne denli olanaklı ya da doğ yaklaşım olduğu yönünde olmuştur. An-
ru, dahası adil olduğudur. Yabancılaşmış cak işlemciler çeşitli ölçüm yollarının ol-
emeği olabildiğince etkisiz lolmanın baş ması çeşitli işlemsel anlamlara yol açsa
lıca yollarından birinin toplumsal ku- da ku!lanıldıldan bağlamlann ayn ayn ol-
rumların eleştirisinden geçtiği düşünül ması nedeniyle gerçekte bir sorun bu-
düğünde, bu kez de toplumun ilerleme- lunmadığını öne sürerler. İşlemci öğreti
sinin sekteye uğratılmadan bunun nasıl her ne kadar fizikte boy atmışsa da özcl-
başanlabilcceği sorunu ortaya çıkmakta liklc toplum bilimlerinde etkili olmaya ça-
dır. Aynca bkz. iıyqaıru etiği. lışmıştır.
iflemcilik [İng. optralİl»lalimt; Fr. opira- İtrikiyye XII. yüzyılda Ş9h-iiJ.İşrak ola-
IWna/isme-, Alm. opmz/Wnalisf!lııij Bilim fel- rak tanınan gizemci düşünür Şihabeddin
sefesinde bütün kendiliklerin, süreçlerin Ebu'l-Fütuh Yahya Es-Sühreverdi (1155-
ve niteliklerin, kavrandıktan bir dizi işlem 1191) tarafındandizgclcştirilen İslami fel-
ve deney aracılığıyla tanımlanabileceğini sefe akımı. Arapça rarle (doğu) kökün-
öne süren kuram. İşlemcilik kuramı ilk den türetme işrak sözcüğü, güneşin do-
kez, modern fiziğin felsefi içerimlerine ğuşu sırasında yayelW ışıkla etrafını ay-
yoğunlaşan Amerikalı fizikçi Percy Wıl dınlatmasını anlatır. Ilkçağ Yunan felse-
liam Bridgman'ın (1882-1962) uzunluk fesinden Pythagoras, Platon ve Aristotc-
gibi bilimsel kavramların, ölçümlerinde les ile Doğu fdsefesinden Zerdüşt'ün öğ
lmllanı1an fiziksel ve zihinsel işlemlerle retilerinden izler taşıyan İşrikiyye felse-
tanımlanabileceğini savundısğu ve bilim- fesi Mcşşaiyyun'un usçu öğreti3ine karşı
sel anlamda "işlemci" yaklaşım yöntemi- sezgiciliği savunmuştur. Mcşş:iiyy(ın'la o-
ni geliştirdiği The Llıtfa of Modmı Phymı lan bu karşıtlıklarından dolayı okulun
(Modem Fiziğin Mantığı, 1927) adlı ki- düşünürleri bazı felsefe tarihlerinde ka-
tabında ortaya konmuştur. Bridgman bu baca "İran Platonculan" olarak da anılır.
çalışmasında herhangi bir kavramla ifade İran'da doğmuş olan Sühreverdi, İş
ettiğimiz şeyin bir işlem kümesinden baş ıiki felsefeyi kurarken Zcrdüştçiilük'tc
ka bir şey olmadığını savunur. Nitekim de kullanılan Eski İranlıların Işık öğreti
Bridgman'ın öncülüğünü üstlendiği iş sini Eski Yunan felsefesiyle biraraya ge-
lemcilik uzunluğu, uzunluğun ölçüldüğü tirmiştir. Sühreverdi'nin gizemci öğretisi
bir dizi işlcınle özdeşleştirir; bilimsel gerçekliğin bilgisini edinmenin yolu ola-
kavram ile terimlerin anlaınlannı da bi- rak usavurma yerine "gizcınli iç dene-
limsel araştırma ve deney süreci içinde yimlere dayalı bilgilenme", "içedönük
belirler. keşfetme" demeye gelen miikafefe'fi gös-
İşlemcilik deneyci ve olgucu bir ku- terir. İyi bir İşr.iki, İşrfilôlerin Arapça
ram olarak bir önermenin anlamını onun garb (batı) sözcüğünü kullanarak gıırbet-iiJ.
777 iyimser(ci)lik
bir çıkış yolu bulma uğraşındadır. Bu evrensel soyut haklar düşünülebilir bir
bağlamda çoğu postmodem düşünürün nitelik kazanmaktadırlar. Ayrıca bu nok-
sandığı gibi, romantizmi sanatın bütün tada Jameson, soyutlamanın egemen bir
olanaklannın tükendiği bir tarihsel dö- görme biçimi olarak dünyayı estetik ola-
nüm noktasıolarak görmek kadar daha rak temsil etmenin de başlıca yolu oldu-
yanlış bir şey olamayacağını ileri sür- ğunu ileri sürmektedir. Marx'ın söylediği
mektedir. Jameson, romantizmin doğdu üzere, nasıl ki sonsuz bir biçimde alınıp
ğu XIX. yüzyılın, sanatın sonunun geldi- verilebilen, ama buna karşı belli bir içe-
ği bir çağ olmaktan çok sanat tarihindeki rikten yoksun para "bütün metaların Tan-
en üretken dönemlerden biri olarak mo- nsı" durumuna gelmişse, modernist im-
dernizmin başlangıana karşılık geldiğini, ge de aynı biçimde dikkatlerimizi bir
daha da önemlisi, "gerçek 'yüce' sana- başka yöne, çoğu kavramsal yönelimli
u"nın bütünüyle bu dönemde gövdelen- sanat yapıtında uygulamaya konmuş so-
diğini savunmaktadır. Nitekim Jameson' yut sanat biçimlerinin ötesinde olana çe-
ın nitelendirmesiyle, modernist sanatın virmektedir.
başlıca amacı kendisini çözüştürüp da- Jameson, nasıl ki modernizm para ça-
ğıtarak sanatın ötesine, gerisin geri felse- ğının doğuşu olarak nitelenebiliyorsa, ay-
fenin içine değil tam da yaşamın göbe- nı biçimde postmodernizmin de değişik
ğine gitmektir. Böyle bir sanat yaklaşı metalaşurma güçlerinin en üst düzeyde
mında gerçek sanat, tam da kendi iç bir yoğunluk kazandığı çağ olarak görü-
devinisiyle kendi sanat olmaktalığını aş lebileceğini yazmaktadır. Buna göre mo-
mayı başarmış bir yaratma ediminin so- dernizm olumsallığın doruğa çıktığı, hem
nucuyken, gerçek sanatçı da kendi sa- imgenin hem de düşüncenin parçalan-
natçı olmaktalığına son verecek denli dığı bir çağsa, bu bağlamda postmo-
büyük bir gözüpekliği canı gönülden gös- dernizm de parçalan dört bir yana dağıl
termesi gerektiğinin bütünüyle bilincin- mış bu yüzer gezer. kırıntılardan "yeni-
dedir. Bu noktada Jameson'ın parmak den anlatılandırılmış", ama bütün bir an-
basuğı "modemizmin açmazı", sanatın latı bağlamı parçalandığından ne tam o-
kendini çözüştürüp dağıtmaya çalışırken larak anlamanın ne de bu bölük pörçük
aslında çözüştürüp dağıtmaya çalıştığının anlatılanlardan bir ileti çıkarmanın ola-
soyut estetiğin kendisinden başka bir şey naklı olmadığı bir çağın adıdır. Küresel
olmamasıyla, bu soyutluğunsa son çö- kapitalizm çağında ütopyacı moderniz-
zümlemede kapitalizme özgü birtakım min "yüce" tasanmı, başta öngörüldüğü
soyut toplumsal biçimlerin dışavurumıı biçimiyle olmasa da bütünüyle· çözüşmüş,
olmasıyla ilıı;ilidir. Önce Marx'ın daha modernizmin kaygılan ile geride bıraktığı
sonra da Simmel'in açıkça gördükleri gi- boşluklar postmodem kültürün tüketim
bi, para biçiminin yükselişiyle birlikte so- mantığınca en iyi biçimde giderilmiştir.
mut yaşam biçimleri de giderek soyut- Kapitalizmin evrenselleşmesine bağlı o-
laşmışlardır. Üretim alanında, somut in- larak kültür ile ekonomi arasındaki se-
san emeği soyut nicel ölçülerle anlatılır çiklik ilkesi bütünüyle yıkılmış, alanlar
olmuş, dolayısıyla da para soyut toplum- arasındaki geleneksel ayrımların ortadan
sal emeğin evrensel eşdeğeri, biricik taşı kalkışıyla da kültür her şeye kaoşmış, her
yıcısı konumuna gelmiştir. Nitekim Ja- şey de metalaştırma mantığının tutsaklı
meson'a göre, günümüzde paranın bu ğına boyun eğmek durumunda kalmıştır.
denli evrenselleşmiş olması, bütün bir Bu noktada J ameson, postmodernizmin
toplumsal ilişkiler ağının ekonomi temel- bütün bunlarla da yetinmeyip kültürü e-
li olduğunun en belirgin göstergesidir. konomikleştirdiği gibi ekonomiyi de de-
Sözgelimi, alabildiğine genelleşmiş bir ğişik kültür alanlarına bölmüş olduğu
meta alışverişleri dizgesi altıiıda ancak nun altını özellikle çizmektedir. Bu an-
Japon felsefesi
lamda postmodcm kültürün yüzer gezer nin verdiği hasarlar bağlamında refah dev-
dünyasının yetki tanıdığı biricik düşünsel letinin "korunma amaçlı" savunusuna
girişim, özenle siyasal içeriği kırpılarak karşı, "Gaullecü" bir direniş ruhu edine-
sözümona düzgün bir görünüm kazan- rek eyleme geçme önerisinde bulunmak-
dınlıruş bir yığın arkaik tasanırun yeni- tadır. Aynaı. yükselen aşın milliyetçiliğin
den dolaşıma sokulmasıdır. Bu savını baruıdırdığı tehlikelere dikkat çekerek,
desteklemek amacıyla Jameson, "Post- baştan sona "milli" ya da "milliyetçi" te-
modernlikte İmgenin Dönüşümü" baş rimlere dayandırılmış bu türden özgür-
lıldı yazısında, görsel sanatlarda bir va- lükçü mücadelelerin başanyla belli bir
kitler suçlu bulunarak mahkıim edilmiş sona varmasının söz konusu bile olama-
"Güzel"in geri dönüşünü, nasıl ve hangi yacağını vurgulamaktadır. Bununla bir-
kılıklar altında pazarlandığını açıklayarak likte Jameson, önceden beri varolan
ortaya sermektedir. Jameson, günümüz- toplumsal kenetlenme biçimlerinin tek
de güzel olduğu düşünülen her şeyin başlarına yeterli olmasalar bile, olası bü-
gösterişe dayalı albenili ya da cafcaflı bir yük bir kolektif toplumsal uyanışın ör-
dış görünümü bulunduğunu, bu nedenle gütlenmesi için kaçınılmaz oldukları so-
de çağdaş yalancı estetiğin güzele yöne- nucuna varmaktadır. Kuşkusuz Jameson'
liminin yarana bir kaynağa doğru yol al- ın düşüncelerinin gerçek değeri, getirdiği
maktan çok, tam anlamıyla hep paranın önerilerden ya da vardığı sonuçlardan
amaçlandığı ideolojik bir manevra olarak çok, sunduğu kapsamlı postmodem ka-
anlaşılması gerektiğini ileri sürmektedir. pitalizm ya da kapitalist postınodernizm
Nitekim Jameson'a göre, nasıl ki XIX. eleştirisinde yatmaktadır. Henüz bu eleş
yüzyılda Wılliam Morris'e "Güzel" sos- tirinin "siyasal düzlemi" çok daha geniş
yalizm için verilen müaı.delenin aynlmaz kapsamlı kuramsal tasarısıyla gerçek an-
bir parçası olarak görünmüşse, bugün lamda bütünleşmiş gibi görünmüyor olsa
için de aynı güzeli metalaştırma manllğı da, Jameson yakın dönemlerin gözde
nın çok ustalıklı bir üçkağıdı olarak gör- düşünsel hareketi postmodernizme karşı
mek haydi haydi olanaklıdır. eleştirel bir uzaklıkta durabilmeyi başar
Hiç kuşkusuz Jameson'ın kendisinin ıruş günümüzün ender düşünürlerinden
c!e sıkça belirttiği üzere, postınoderniz biri olduğu gibi, postmodem düşünceler
me yönelik sunduğu yaklaşımın içinde resmine ayn bir renk olarak katılmayıp
"siyasal''ı tam olarak sağlam temellere o- söz konusu alaca bulaca resmin önünde
turtmak için bir yer bulmak, altından "eleştirel gerçekçi" bir dönemecin alın
kalkılması son derece güç bir soruna masının gereğini son derece başanyla
karşılık ~lıncktedir. Bu bağlamda kendi- seslendirip temellendirmiştir.
sine yöneltilen, postmoderni hemen her Fredric Jameson'ın· başlıca yapıtları a-
yerde estetik ile ekonomik arasında bir rasında Dil Hapishanesi (The Prison-
yerlere yerleştirirken, kültürü bütünüyle House of Language, 1972), S!Ja!al Bilinç-
bir savaş alanında olma duyumsayışı ola- dtşı (The Political Unconscious, 1981),
rak tanımlarlı;en, herkesi düşman ko- Mar.xplı!t. ilt Biçim (Marxism and Form,
numlara ayırırken ipin ucunu kaçırdığına 1983) ve ilkin bir makale olarak yayımla
yönelik eleştirinin bütünüyle ayırdında nan (1984) PoshltodmıiZJll ya da Ger Kapi-
olan Jameson, bütün bu sorunlardan ka- faliZJlli" K#ltiirrl Matıhj (Postmodemism,
çınmak amacıyla görece yakın dönemli or the Cultural Logic· of Late Capitalism,
bir yazısında küreselleşme çağında siya- t 987) sayılabilir.
sal strateji sorununa odaklanma gereği
duymuştur. Söz konusu yazısında Jame- Japon felsefesi ~ng. f a}aflese philosopf?y;
son, hem kültürel e"ınperyalizmin değişik Fr. philosophie fapofltlÜe-, Alm. Jap1111ische
biçimlerine karşı hem de küreselleşme- philosophie] Japonya'da felsefe yapmanın
785 Jaspen, Kari
almak türünden bir savı olmadığı gibi, "Reclpolitik" yaklaşıma, birtakım nor-
bu inanç deneyüstü varlığın saltık anlam- matif (düzgükoyucu) düzenlemeler ge-
da doğru bilgisini taşıdığına yönelik bir tirmek olduğunu dile getirmektedir. Bu
savunu içinde de değildir. amaçla usun insanlık ttholu ile ahliksal
Jaspcrs'in sonraki dönem felsefesinde idealleri özel yaşam alanından kamusal
us kavramının önceki çalışmalarına o- yaşam alanına taşıması gerektiğini savu-
ranla giderek daha büyük bir önem ka- nan Jaspcrs, bu savunusuyla önceden
zandığı açıklıkla görülmektedir. Nitekim savunduğu kişinin kendi özerk varoluş
1947 yılında yazımını tamamladığı olduk- alanı "Existenz"ı da herkese açık kamu-
ça geniş kapsanuyla dikkat çeken Von der sal alanda yeniden yapılandırmayı amaç-
Wahrbeit (Doğruluk Üstüne) adlı kitabın lamaktadır. Jaspers, ancak bu yolla ka-
da, "Karşılama Öğretisi" bağlamında u- rakter sağlamlığı, açık görüşlülük, hoş
sun değişik boyutlannı açık kılmaya çalı görü, öteki kişilere, gruplara, kültürel ya
şarak, usun son çözümlemede bütün da etnik toplulukların "Existenz" hak-
karşılama kiplerinin düğümü olduğunu, kına saygı duyma gibi ahlaksal tutumlara
bir yanda dogmatik olmayan çoğulcu bir dayalı yeni bir siyaset yaklaşınuna geçil-
yönelimi açığa vuran dinamik bir ilkey- mesiyle, modern dönemin iki evrensel
ken, öte yanda hem evrenselleştirici hem sınır durumunun ortadan kaldırılmasırun
de insanlararası iletişimi olanaklı kılan cnson anlamda sağlanabileceğini bildir-
bir ortak yönelim düzlemi olduğunu öne mektedir. Jaspers'e göre bu iki sınır du-
sürmektedir. Us üzerine dile getirdiği bu rumdan ilki atom bombasının olası kul-
temel düşünceler II. Dünya Savaşı son- laııınuyla insanlığın yeryüzünden silinip
rası J aspers 'in siyasal yönleri ağır basan gitmesi tehlikesiyken, ikincisi dünyanın
bir felsefe çizgi.siiıden yürümeye başla dört bir köşesine yayılmış bir totaliter re-
masının da ana nedeni olarak değerlen jimin tek egemen olarak yönetime gelme
dirilebilir. Nitekim t 946 yılında yayımla riskidir.
dığı Alman S11f11 Somn11 (Die Schuldfrage) Jaspcrs'in büyük ölçüde Vom Ursp-
başhldı kitabında Jaspers, Nazilerin işle nmg 11nd Ziel dtr Gtsthithte (Tarihin Kö-
dikleri insanlık suçlarıyla, doğu ile batı keni ile Amacı, 1949) adlı kitabında or-
diye ikiye ayrılan Almanya'nın yeniden taya koyduğu tarih felscfQinin en dikkat
birleşmesinin yol açabileceği olası so- çekici yönü, tarihte M.Ô. 800 ile 200
runlarla ilgili görüş ve düşüncelerini a- yıllannda "Eksenler Dönemi" diye ad-
çıklıkla ortaya koymuşwr. Kitapta aynca landırdığı çok özel bir dönemin varlığı
tınnanışta olan yeni dünya düzeni küre- üzerine sunulan bir dizi uslamlama çev-
selleşmenin getirdiği açmazlar, totaliter resinde kümelenmektedir. Jaspers'in sö-
rejimlerin tehlikeleri, Birleşmiş Milletler zünü ettiği bu "Eksenler Dönemi" bo-
Ôrgütü'nün eksiklikleri, değişik uluslar yunca, insan düşüncesinin, kültürünün,
arasındaki bütün dünyayı kapsayan ileti- dininin en temel kategorileri çok büyük
şim şansının getirileri ile götürüleri, so- ölçüde Çin, Hindistan ve Batı'da birbir-
ğuk savaş döneminin gelecek üzerindeki lerinden bağımsız olarak geliştirilmişler
açılıınlan gibi dünyanın sıcak gündemine dir. Bütün bu kategoriler insanoğlunun
ilişkin konuların da ele alındığı görül- modem döneme gelinene dek kendini
mektedir. Bu bağlamda us kavranuna, nasıl anladığını belirlemişler, daha doğru
hep siyasal dünya görüşlerinin dogma- bir deyişle kendini anlamasıru olanaklı
tikleştirilmesine karşı korunmaıun temel kılmışlardır. Eksenler Dönemi'nin tarih-
ilkesi olarak başvuran Jaspcrs, usun baş sel bilinci bize yalnızca insanoğlunun
lıca ödevinin geleneksel siyaset anlayı birtakım kültürel başanmlarını anımsat
şına, yani ötekiler üzerinde güç yoluyla mak bakınundan değil (Çin'de Konfüç-
egemenlik kurmanın temel aracı olarak yüs ile Lao Tzu'nun düşünceleri; Hindis-
789 jouissance
tan'da Buddha ile Upanişadlar'ı.iı. öğreti şine soyunmuş olan Jaspers, bu tasansı
leri; Filistln'de peygamberlerin bildir- kapsamında yalnızca 1957'de basılan BN-
dikleri buyruklar; Yunanistan'da büyük yiile FiloZ!Jflar (Die Gro~en Philosophen)
filozoflar ile tragedya yazarlarının ortaya başlığını taşıyan ilk cildi tamamlayabil-
koyduğu yapıtlar), hem insanlığın kültür- miştir. Öte yanda, bu büyük tasannın
tarihinin üçkatlı bir yapı sergilediğini öteki iki cildine ilişkin taslak düzeyindeki
hem de evrensel tarihte çoğulculuğun ne yazı parçaları hiçbir yerlerine dokunul-
denli önemli olduğunu göstermesi ba- madan ölümünden epey bir sonra, 1981
kımından son derece önemlidir. Jaspers' yılında yayımlanmıştır.
e göre söz konusu tarihsel bilinç, günü-
müzdeki siyasal görüş ve eylem aynlıkla jen (Çin.) Konfüçyüsçülük'tc insana in-
nna karşın dünyanın bütününe yayılmış sancıllığını veren şeyi anlatan kavrmı;
bir iletişim olanağını görebilmek için de- aşkın ya da cömertliğin erdemi. Çince o-
ğeri bir başka şeyle daha ölçüştürüleınc lan bu kavramın tam bir karşılığını bul-
yecek bir bakış olanağı sunmaktadır. Jas- mak zordur. Yer yer 'insancıllık', yer yer
pers'in bakış açısından bakıldığında, bi- de 'iyilikseverlik' diye karşılanır. Je11 tüm
reylerin her bakımdan tarihsel yasalarla, insan eylemlerinin, ilkelerinin kaynağıdır;
kaçınılmaz yazgılarla, sosyoekonomik dü- ahlikın köküdür. Konfıiçyüsçülüğün ilk
zeneklerle belirlenmekte oluşlan ancak ilkesi de jelle göre eylemektir. Kişi mut-
bir yere dek doğrudur. Tarihin bu ne- luluğa ulaşmak istiyorsa, ilişkilerini jtne
denle insan istencinden ve tasanınlann göre düzenlemelidir.
dan bütünüyle bağımsız olarak, önceden K.onfüçyüsçülüğün dört kitabının ilki
belirlenmiş belli bir son ereğe doğru sayılan LN11 Yılda (Türkçe'ye Ko1111f11111/ar
evrilme anlamında "erekbilgiscl'' bir sü- adıyla çevrilmiştir) jm, insanlann birbir-
reç olarak görülmesine olanak yoktur. lerine gösterdikleri nezaketi, sevgiyi, er-
Bu anlamda J aspers 'in tarih felsefesini demi (birçok yerde le kavrmııyla aynı
çoğu yorumcusunun yaptığı gibi belirle- anlamda, erdem anlmıında kullanılmış
nimci bir tarih felsefesi olarak değerlen tır), iyilikseverliği anlatmak için kullarul-
dirmek son derece yanlıştır. İnsanlar ge- mıştır. Je11 bütün insanları sevmektir (Ko-
lecekte olacaklan bütünüyle öndeyilcye- llllflllalat- XII, 22). Aynca bkz. Konfiiç-
meyecek olsalar bile kendi özgürlükleri yüa; Konfiiçyüsçülük; te.
araalığıyla tarihsel gidişata en azından
belli bakımlardan ilkece etki edebilme jouiBBance (Fr.) XX. yü·,.yıı Fransız fel-
yetisi taşımaktadırlar. Tarih felsefesi yap- sefesi bağlamında yürütülen arzu taruş
manın insanoğlunun tarihindeki büyük malannda kilit değerde önemi bulunan
kişilerle varoluşsal anlamda bir karşılaş post-yapısalcı felsefe terimi. Terim çok
mayı gerekli kıldığını belirten Jaspers, genel bir eşlemeyle Türkçe'deki "haz"
büyük düşünürlerin dolatımdaki yaşmı sözcüğüne karşılık gelmekle birlikte, da-
yöncliınlcri ile düşünme kipleri üzerinde ha çok "oı:gazm anında bütün bedene
bütün zmıanlar için etkide bulunabil- yayılan haz"zı anlatmak için kullanıl
diklerinden ötürü büyük düşünür diye maktadır. ]ollİlıaııa, Roland Barthes'ın
adlandınldıklarını, her dönemde insanlı 1973 tarihini taşıyan Le Plaisir tlıt Texı
ğın en temel varoluş olanaklanrun far- (Metnin Hazzı) başlıklı kitabında, "oku-
kına varmaları için gereken zemini ha- nabilir/yazılabilir" ya da "okurcul/yazar-
zırladıklarını ileri sürmektedir. Bu dü- al" metinler arasında çizilen ayrım bağ
şüncelerin ışığı altında yaşamının son yıl lamında enine boyuna tartışılmaktadır.
larında beş ayn yaklatım (tarihsel, izlek- Bir başka açıdan yaklaşıldığında, burada
sel, kökensel, pratik, dinamik) üstüne ku- yapılan aynının aynı zamanda kendi i-
rulu bir dünya felsefesi tarihi yazımı i- çinde bütünlüklü ve birlikli metinler ile
jouissance 790
bölük pörçük, belli bir birlikten ve mer- yaklaşım ortaya koymaktadır. Yaptığı ay-
kezden yoksun metinler arasında yapılan nıru açık kılmak için, plaisirın az ya da
aynına karşılık geldiği söylenebilir. O- çok doğrudan metin okuma süreci aracı
kurcu! metinler okum edilgen bir okur lığıyla alındığım, yerleşik değerletirnizi ve
konumunda tutan metinlerken, yazarcıl beklentilerimizi karşılamasından ötürü
metinler salt metni tüketmek yerine, o- ortaya çıktığım, buna karşı jo11isıanclın
kura meydan okuyan, okum etkin olma- ise daha incelmiş bir haz biçimi olarak
ya çağırarak metni yeniden yazmaya yü- bir tür kopma, kırılma, parçalanma du-
reklendiren metinlerdir. Söz konusu ki- yumuyla birlikte, olağandışı ya da bek-
tapta Barthcs, yazın yapıtlanndan alınan lenmedik bir şeyle karşılaşmadan doğdu
hazzın özünde olağan hazdan bütünüyle ğunu dile getirmektedir. Plairirdan alı
farklı olduğunu göstetirken jo11issancla nan keyifler bu anlamda okunabilir me-
çok temel bir anlam ve değer yüklemek- tinlere· özgüyken, yazılabilir metinler bü-
tedir. Buna göre yazaral metinler, oku- tünüyle sürprize açık jolliua11çe'dan alınan
yana ilki plaisir (bildik arılamıyla haz ya- keyiflerin beşiğidir. Barthes, jollİsıanır'ı
şantısı) ikincisijollissanır (dolaysız haz ya- daha da açık kılmak adına "erotik'' bir
şantısı) olmak üzere iki ayn türden hazzı benzetme yapar. Buna göre çıplak bir
yaşama olanağı tanıyan metinlerdir. f 011is- bedenden alınan haz plaiıira eşdeğerken,
sann'ın daha çok kendinden geçme dere- aym bedenin şık bir giysiyle örtünerek
cesinde yaşanan cinsel hazzı andırdığıru erotik:lik kazanması yoluyla bakanda u-
belirten Barthes, bu bağlamda bedenin yandırdığı haz jo11issancla yakın düşer.
hazzı üstüne kurulu yepyeni bir estetik Aynca bkz. Barthes, Roland; metin.
Kk
Kabala [İng. Kab(b)ala, Cab(b)akr, Pr. Ca- mının açıklanmasının zorluğudur. Bir a-
bale, Alm. Kabbala] İbranice'de "alınmış çıklamaya göre insan özgür bir biçimde
şeyler", "gelenek" anlamına gelen Kabba- iyi ile kötü arasında bir seçim yapmakta;
/ah sözcüğünün karşılığı olarak; içinde ne var ki bu özgür istence karşın Tann
gerek eski yazılı kaynaklara dayanarak her şeyi bildiği gibi insaıılann hangisini
gerekse ağızdan ağza aktarılarak oluştu seçeceğini de bilmektedir. Daha sonraki
rulmuş dini, fdscfi ve söylcnbilgisel öğ dönemlerde sorunun aşılması amacıyla
retiler barındıran içrek Yahudi gizemcilik Tann'nın yalnızca yaratıcı olduğu, yarat-
dizgesine verilen ad. Kökü çok esk:ilere tıklarının yazgılarını bilmediği, insanlan
dayanan ve bilinemezciliğin güçlü etkile- kcndiliklerine, kendi hallerine · bıraktığı
rinin gözlendiği bu öğretiler bütünü, ev- da öne sürülmüştür. Aynca bkz. adalet
rcndoğum ve Tann'nın doğası gibi kur- ilkesi; Cebriyyc; yazgıcılık.
gusal öğretilerin yanı sıra simya, kutsal
metinlerin simgesel yorumlan, yıldız fal- .kakodaimon (Yun.) İlkçağ Yunan felse-
cılığı, ruhlarla iletişim, rakambilim gibi fesinde "kötü ru;1" anlamında kullanılan
kılgısal öğretiler de içermektedir. Kaba- terim; insanın yazgısını olumsuz yönde
lacılığın etkileri Martin Buber gibi filo- etkileme gücüne sahip "kötücül tin". Ay-
zoflar eliyle modern döncmlcte dek u- nca bkz. daimon.
zanmış; özellikle de Hasidiliğin düşünsel
gelişiminde etk:ili olmuştur. Aynca bkz. kakan (kakos) (Yun.) İlkçağ Yunan fel-
Yahudi felsefesi; gizemcilik. sefesinde "güzel", "güzellik" anlamında..
ki /e;J/o/un karşıtı olarak "çirkin", "kö-
Kadcriyye İslıim felsefesinde kendi için- tü", "kötülük" için kullanılan terim.
de tam bir birlik göstermemesine karşın Sokratcs etiği felsefece düşünmenin
belirlenimci dünya tasanınına karşı çıka konusu yapmazdan önce, iyi ve kötü ü-
rak T ann'nın insana özgür istenç verdi- zerine kafa yormak ozanların ve yasako-
ğini, böylelikle insanın kendi edimlerin- yuculann işi olarak düşünülürdü. Ancak
den sorumlu olduğunu, kendi edimleri- gerek ahlıiki görcciliğin iyice su yüzüne
nin yaraucısı olduğunu savunan yazgıcı çıkması gerekse Sofistlerin yasaları tü-
lık karşıtı akım. Adı insanın kendi edim- müyle keyfi bir şekilde ele almalan, Sok-
lerini yaratma gücüne vurgu yapan Arap- rates'i ahlaklı davranmanın mutlak ölçüt-
ça kader (güç, kudret) kökünden türetil- lerini soruşturmaya itti. Aslında Sokra-
miş olan Kaderiyye öğretisi, savlan ba- tcs'in genel vurgusu erdem r:'arete) ile iyi
kımından belirlenimci bir dünya tasan- <:"agathon) üzerinedir. Çünkü onun fclse-
mını savunan yazgıcı Cebriyye öğretisi iecc duruşunda bilinçli olarak hiç kimse
nin tam karşısında yer alır. Özcllikle Bas- kötüyü istemez; olsa olsa bilgisizlikrcn,
ra 'da gelişme gösteren akım Hasan El- cahillikten kaynaklanan bir kötülükten
Basri ve onun öğrencilerince geliştiril söz açılabilir (Aristoteles, Niko111akhos'a
tniştir. Basri okuluna göre Tanrı yalnızca Eti.lı VII, 1145b). Platon da bir bakıma
iyiyi yaratmıştır; dünyadaki kötülük ise bu geleneği sürdürerek insaıılann nasıl
insandan ve şeytandan kaynaklanmakta- olup da yanlış yargıya vardıklannı, yanlış
dır. Bu bakışın ya da yaklaşımın temel eylediklerini uzun uzadıya tartışır. Ama
sorunu ise bu konumdan "yazgı" kavra- Platon öğretmenine oranla insanın karar
kanıtsav 792
vemıe ya da seçme gücünün; istencinin büyük olasılıkla Lucretius 'a beslediği hay-
daha çok farkındadır. Bu yüzden kimi ranlık da bu okul yıllarında kök salmıştır.
yerlerde ruhun hem iyiye hem de kötüye 1740 yılında doğduğu şehir olan Königs-
yönelebileceğini; iyi bir Dünya Ruhu ol- ı berg'deki Albcrtus Üniversitesi'nin tan-
duğu gibi bunun kötüsünün de var oldu- nbilim fakültesine kayıt yaptıran Kant,
ğunu belirtmiştir (Ya.rt&ır, 896d-c; Deıılet, buradaki derslere katılmış olsa da daha
416c;Thtaitrtos, 176a). çok matematik ve fizikle ilgilenmiştir.
Sonralan, özellikle Stoacılann etki- Kant, ilk ciddi fdsefe derslerini usçu fel-
siyle, onların Tann'run inayeti öğretisiy sefenin önde gelen adlarından Christian
le, kötülük sorunu tannbilime taşınmış Wolfru iyi bilen ve Newton'un fizik ko-
tır. Burada temel soru şuydu: "Tümüyle nusundaki görüşlerinden haberdar olan
iyi olan bir Tann'run yönettiği bir evren- Martin Knutzen'den almış; bab-.1Sınır..
de kötünün varlığı nasıl açıklanabilir?" 1746'daki ölümü ve üniversiteye bağlı o-
Bu sorunun bir yanıtı, Tann'nın insanı kullardan birine yaptığı iş başvurusunun
eğitmek, onu yola sokmak için kötülüğü olumsuz sonuçlanması nedeniyle akade-
bir araç olarak kullandığı şeklindeydi. mik kariyer planlan kesintiye uğradıysa
Diğeri ise yanıtı bir bütün olarak evrer;ıiıı da Kartezyen ve Leibnizci fizik kuvvet
organik doğasında anyordu: "Eninde ~ anlayışlannı uzlaştırmaya çabaladığı Canlz
nunda tüm şeyler iyiye varır." Klll'l1etlerin Doğnl Tahmin Edilmerine Yöne-
lik Diişiincıler (Gedanken vor der wahren
kanıtsav [İng. thtorınr, Fr. thiotime-, Alın. Schiitzung der lebendigen Kriifte) adını
ratz, theom11] Verilen belirli varsayımlara taşıyan 1746 tarihli ilk yapıtını 1749'da
dayanılarak kanıtlanması önerilen genel yayımlatmayı başarmıştır. 17 55'te yeni-
vargı,sonuç. Aynca bkz. ilksav; ilksaviı den üniversiteye dönerken Emnrel Doğa
dizgeler. Tarihi ve Gökkr Kımmn (Allgemeine Na-
turgcschichte und Theorie des Himmels)
Kant, Immanucl (1724-1804) Fdsefe- da basıma hazırdır. Kant bu yapıtında,
nin bilgikuramı, etik, estetik, metafizik, daha sonralan "Kant-Laplace Kuramı"
varlıkbilgisigibi ana kollannda etkisi ça- olarak bilinecek olan evren kuramını bi-
ğımız düşünürlerine dek ulaşan görüşle çimlendirmiştir.
rin sahibi büyük Alınan filozofu. Rene Akademik unvarılanıu alabilmek için
Descartes'ın usçuluğu ile Francis Bacon' yazdığıüç tezde ele aldığı konular Kant'
ın deneyciliğini kendi felsefesinde özüm- ın bu yıllardaki görüşlerinin doğrultu
lemesiyle felsefe tarihinde yeni bir döne- sunu ve ilgi alanlarını göstermesi bakı
min, Aydınlanma Dönemi'nin, başlatıcısı mından kayda değerdir. Bu tezlerden A-
sayılmıştır. lt[ ÜZ!rine Birtahm Derindiişiitıme/erin Ôzfii
22 Nisan 1724'te Doğu Prusya'nın Ap/e/amalan (Meditationum quarundarn
liman kenti Königsberg'de (bugünkü Ka- de igne succincta ddineatio, 1755) başlı
liningrad, Rusya) doğan Kant, yine bu ğını taşıyan çalışmada Kant, hem ateşin
şehirde 12 Şubat 1804'te ölmüştür. Kant, hem de ışığın tözü olan, düzenli olarak
dinsel inana insanın iç dünyasıyla sınır saçılan karmaşık bir madde ile cisimlerin
layarak bir ahlak yasasına bağlanmayı ve birbirleriyle etkileşim içinde davrandıkla
yaşamda yalınlığı ülkü edinen koyu Pro- nnı ileri sürer. Kant'ın üniversitedeki
testan bir aile ortamında yetişmiş; ailesi- derslerinde ilk öğı'.ettiği konular da ma-
nin Lutherci Kilise'ye bu içten bağlılığı tematik ve fizikle ilgilidir. Hiç kuşku yok
ailenin dokuz çocuğundan dördüncüsü ki Kant'ın bilimsel gdişmdere olan bu
olan filozofun eğitimini olanaklı kılmış ilgisi hiç de amatörce bir merak değildir;
tır. Sekiz yaşında kilise okuluna gitmeye izleyen yıllarda insan ırklan, rüzgarların
başlayan Kant, burada Latince öğrenmiş; yapısı, depremlerin nedenleri, genel gök-
793 Kant, Imrnanuel
ler kuramı gibi bilimsel konular üzerine 1760'1arda Kant giderek daha çok
yazdığı yazılar bu durumun en açık gös- Leibnizciliğc karşı çıkar oldu. Açıkça
tagesidir. Newton yandaşı olan Kant artık Leibııiz,
Bu tezlerden ikincisi, Metajizjlıı Bilgi- Wolff ve Baumgarten'in düşünce çizgi-
,,;,, Temel İl!ııtleritıirı Y erıi Bir Aplıılaman sine karşı yazılar kaleme alıyor; romantik
(Principiorum primorum cognitioııis me- Jean-Jacques Rousseau'nun ahlik felse-
taphysicae nova dilucidatio, 1755), Kant' fesine büyük hayranlık: besliyordu. Bu
ın üniversitede "özel hoca" (Privatdo- yılların ana yapıtı, Do/pi Tarrnbilim ile Ah-
. zent) olarak ders açma hakkını elde et- /a/ıım İl!ııtltrirrirı Apaplııbğı ÜZ!'irre Sorllf-
mesini sağlar. Bu yapıtında, Wolff'un el- tumıdda (Untersuchung Über die Deut-
lerinde bir şeyin yokluğundan ziyade lichkeit der Grundsiiıze der natiirlichen
vıırlığı için bir neden olduğu biçimine Theologie und der Moral, 1764) felsefe-
bürünen Leibııizci yeter neden ilkesini nin kendisine örnek olarak matematiği
ele ııhr. Kant'ın bu yapıtındaki yaklaşımı alması ve apaçık öncüllere yaslanarak ta-
eleştirel sayılabilirse de haıa Leibnizci nıtlaıııruş bir doğrular zinciri kurması
me12fiziğin varsayımlanna meydan oku- gerektiğini ileri süren Leibnizci ilkeyi e-
maktan uzaktır. leştirir. Kant, matematiğin, "keyfi" ta-
1756 tarihli F~IMotllJl!olajı'de (Mo- nımlardan yola çıkarak açık seçik tanım
nadologiam physicam) ise Newtoncu dü- lanmış işlemler aracılığıyla ilerlediğini, so-
şünme yöntemleriyle dönemin Alman ü- mut formlarla (biçimlerle) sergilenebile-
niversitelerinde egemen olan düşünce bi- cek kavramlar üzerinde yükseldiğini ileri
çimlerini, yani Leibııiz'in felsefesini karşı sürer. Oysa, bütün bunlann tersine felse-
laştınr. Leibniz'in görüşlerini Almanya'da fe "bulanık ya da yeterince belirlenme-
yaygınlaştıran kişi1eıiıı başında sadık ar- miş" kavramlarla işe başlamak zorunda-
dıh Wolff ile o yıllarda geniş ölçüde ders dır. Felsefe matematik gibi "sentetik"
kitabı olarak okutulan Metafizjlıı'in (Me- (bireşimsel) olarak ilerleyemez; fdsefe .
taphysica, 1739) yazarı Aleıwıder Gott- çözümlemek, açıklamak zorundadır.
lieb Baumgarten gelmektedir. Kuşkusuz Kant, bilgikuramına ilişlı:in göriişleri
bu düşünürler, kendi dönemlerinde Leib- nin temellerini An Unm Elııtirisi (Kritik
ııiz'in yapıtlanna günümüzde olduğu ka- der reinen Yernunft, 1781) adlı yapıtında
dar kolay ~ eksiksiz erişme olanağına ortaya koyar. Olgunluk döneminin en
sahip değillerdir. Bu nedenle de ortaya önemli yapıtı sayılan bu kitapta Kant, işe
koyduklan Leibııiz yorumu aşın ölçüde genel olarak metafiziğin olanaklılığını ya
usçu ve oldukça katıdır. Bu dönemde da olanaksWığını göstermek ve olanak-
Kant için Newtoncu fizik, bilimsel içeri- lıysa metafiziğin sınırlannı ve kapsamını
ğiyle olduğu kadar felsefece yönüyle de belirlemek üzere usu eleştiriden geçire-
önemlidir. rek başlar. Ona göre, asıl sorun, dene-
"Özel hoca" olarak geçirdiği on beş yimden bağımsız olarak usun ve anlama
yıl boyunca Kıınt'ın öğreımen ve yazar yetisinin neyi ne kadar bilebileceğidir. Bu
olarak ünü sürekli artmışttr. Fiziğin ve canalıcı sorunu çözmek ise insanın an-
matematiğin yanı sıra mantık, metafizik lama yetisinin deneyimlere katkıda bulu-
ve ahlak felsefesi konulannda da dersler nurken kullandığı temel ilkderi keşfet
veren Kant, Köııigsbeıg Üniveısitesi'n mekle ve insan usunun bu ilkdeıi dene-
deki profesörlük başvurusu birkaç kez yim sınırlannın ötesine geçmeye zorladı
başansızlıkla sonuçlanmış olsa da Berlin ğında baş gösteren metafizik yanılsama
Üniversitesi gibi başka yerlerden gelen ların maskesini düşürmekle olanaklıdır.
teklifleri hep geri çevirerek, doğduğu Bilginin kaynağını ve oluşumunu çö-
kentten hemen hiç aynlmayarak kendi zümlemek amacıyla Kant, An U11111 E-
felsefesini olgunlaşmmayı yeğlemiştir. leıtirin'cin. ilk bölümünde "sentetik apri-
Kant. lmmanuel 794
oıi" niteliğini taşıyan bilgiler olduğunu masıyla en yüce iyilik idealini sunduğunu
göstermeye girişir. Deneyimden gelen savlar.
bilgilerin özelliklerini taşıması yönünden Ahlak Melajizjjnin Temellendirilmesi
"sentetik", ancak deneyimi aşan bir ke- (Grundlcgung zur Metaphysik der Sit-
sinlik taşıması nedeniyle de "apriori" o- ten, 1785) ile Pratik Usun Eleştirisi (Kritik
lacak bu türden bilgiler adeta deneycile- der praktischen Vemunft, 1788) adlı ya-
rin kuşkuculuğuyla usçulann içi boş ke- pıtlarında ise ahlakın, ahlaklılığın temel
sinliğini birleştiren bir çimento görevi ilkelerini betimlemeye girişir. Kant'a gö-
görecektir. Kitabın "Aşkınsal Estetik" re hem doğa yasaları hem de ahlak yasa-
başlığını taşıyan bölümünde Kant, kendi lan, insan usundan çıkar. Bu iki türden
an uzam ve zaman görülcıimizde temd- yasayla Kant, birbirleriyle uzlaşmaz iki
lcnmiş iç ve dış deneyimlerin uzamsal ve dünyayı tanımlamış olduğunu düşünür:
zamansal biçimlerinin (formlannın) "sen- sürekli birbirleriyle çatışan içimizdeki öz-
tetik apriori" bilgisini taşıdığımızı gös- gürlük dünyası ile doğadaki zorunluluk
termeyi amaçlar. Kant'a göre, uzam ve dünyası. Bu iki dünyanın birbirinden ay-
zamanın bu apriori bilgisi için "Nesne- nlan yönlerini sergilemek üzere harcadı
lere baktığımızda yalnızca uzamlılık ve ğı emeği Kant, hiç kuşkusuz bunlar ara-
zamanlılık biçimlerini görürüz; kendi baş sında bir köprü kurmak üzere de harca-
larına nesnelerin ôzellikleıini göremeyiz" mışur. Nitekim, Yargıgikiiniin Eleştirist'n
diyen aşkinsal idealizm zorunlu koşuldur. de (Kritik der Urteilskraft, 1790) zorun-
An Usım Eleştirisı'nin "Aşkınsal Ana- luluğun egemen olduğu doğa ile özgür-
litik" başlığını taşıyan bölümünde ise lüğün ilke olduğu iç dünya arasında
Kant çığır açıcı bir görüş ortaya atar. köprü kurmanın öneminden söz eder.
Deneyimin olanak:Wığının zorunlu koşul Aynı bakış açısını son yapıtlarından Yeti-
lan olan algı biçimlerinin (formlannın) ya- lerin Çahşma.r1nda (Der Streit der Fakul-
nı sıra düşüncenin en temel ulamlarının tiiten, 1798) da koruyarak, fdsefenin ne
da kendi başlarına insanın ürünü oldu- ya.lnızca birtakım kavramların, görüşlerin
ğunu savunur. bilimi ·ne de bilimlerin bilimi olduğunu;
Aynı yapıtın "Aşkınsal Diyalektik" ad- felsefenin insanı hem doğal haliyle ol-
lı bölümünde ise Kant geleneksel meta- duğu gibi hem de toplum içinde olması
fiziklerin, anlama yetisinin ularnlannın gerektiği gibi her yönüyle de alan bir in-
görü biçimlerimizin (formlanmızın) öte- san bilimi olduğunu ileri sürer. Bu ne-
sinde kalan nesnder hakkında bilgi edin- denle, usun eleştirilmesi, insanın evren-
mek üzere kullanılmasından kaynaklanan deki yerinin belirlenmesinde en önemli
y.ınılsamalar olduğunu savunur. rolü üstlenecektir; çünkü insan tüm kav-
Ancak, tüm bunlara dayanarak Kant' ramların yarauası olarak tüm yaptıkla
ın An Usun Eleştirisı'ni bütün bütün o- nndan sorumlu tutulmalıdır.
lumsuz değerlendimıderle bitirdiğini dü- Kuramsal felsefesinde Kant, duyarlı
şünmek yerinde bir saptama· olmaz. ğımızın ve anlama yetimizin biçimlerinin
Kant, usun kuramsal kullanımının meta- (formlannın) birleşmesinden doğarak dü-
fizik kavrayışlar yaratmaktan uzak olsa şünsel özerkliğimizin belirtisi olacak il-
bile deneysd araştımıalann yürütülmesi kelerden kuşku duymaz; ancak insan du-
sırasında, hem doğa yasalarının yalınlı yarlığının sınırlarının ötesindeyken ge-
ğıyla hem de doğal biçimlerin çeşitlili çerli olan metafizik kavrayışların özerk
ğiyle karşımıza çıkan "düzenleyici" ilke- kaynağı olarak insan usunu gösteren tüm
ler sağladığını belirtir. Kitabın son bö- girişimlerin birer yanılsama olduğunun
lümlerinden "An Usun Kanonu"ndaysa altını koyultarak çizer. Kant pratik fd-
pratik usun, erdem ile mutluluğun bir- sefesindeyse, hem değerlendirme yapar-
leşmesiyle, özgürlük ile doğanın kavuş- ken hem de eylem karan verirken, tensel
795 kaos
eğilimlerin baştan çıkarıcı kışkırtmalann biçimde bir ilke alttnda birleştiren yer
<lan bağışık biçim<le, insan usunun tüm olduğunu savlar.
edimlerin dayandığı ilkelerin özerk kay- Kant'ın her biri felsefece düşünme
nağı olduğunu öner sürer. nin tarihinde iz bırakan yukarıda anılan
1789 Fransız Devrimi'nin etkisiyle yapıdan dışındaki diğer önemli çalışma
zamanın Alman aydınlan kendilerini bir- ları arasında şunlar yer almaktadır: Arı
denbire siyasal sorunların içinde bulur; Usun Eleştirisi'nin (1781) yetkin bir özeti-
Kant da bundan payına düşeni alır. Kant' ni veren Gelecekte Bilim Olarak Orıaya Çı
ın siyaset felsefesinin kilit kavramlarını kabilecek Her Metafiziğe Prolegomena (Pro-
onun "Bir Yaygın Kanı Üstüne: Kuram- lcgomena zu eincr jeclen künftigen Me-
da Doğru Olabilir; Ama Bunun Eyleme taphysik, die als Wisscnschaft wird auf-
bir Yararı Yok" ("Über den Gemein- trcten können, 1783); Doğabiliminin Me-
spruclı: Das mag in der Thcorie richtig tafizik Başlangıç Temelleri (l\fetaphysischc
sein, taugt aber · nicht für die Praxis", Anfangsgründe der Naturwisscnschait,
1793), "Sonsuz Barışa Doğru" ("Zum 1786); "Üç Eleştiri"sinin ardından kale-
ewigen Frieden", 1797) gibi yazılarında me aldığı Yalnız Usun Sınırları içinde Din
bulmak olanaklıdır. Kam'a ı-,rörc baskı (Die Religion innerhalb der Grenzen der
ancak iizı-,rürlüğün engellenmesine ya da blossen Vemunft, 1793); Ahlak Metafiziği
ortadan kaldırılmasına karşı uygulandı (Metaphysik der Sittcn, 1797). Aynca
ğında, dolayısıyla bireysel hak ve özgür- bkz. modem felsefe; metafizik; var-
lükler ı.,rüvence alttna alındığında haklıdır. lıkbilgisi; bilgikuramı; estetik; etik;
Kant'ın gözünde hükümetler özı.,•iirlüğü ödev etiği; intihar etiği; doğa felse-
korumak üzere vardırlar; bireyler ise baş fesi; Aydınlanma (Çağı); idealizm; e-
kalarının özgürlüklerini çiğnemedikleri leştiricilik; aşkınsal idealizm; aşkın
scirece kendi ereklerini belirleme ve ger- sal estetik; aşkınsal tümdengelim; aş
çekleştirme hakkına sahiptirler. "Sonsuz kınsal yanılsama; aşkınsal ben; ko-
Barışa Doğru"da ise Kant, ancak kendi şullu buyruk; koşulsuz buyruk; tam-
çıkarlarını düşünmeyen yöneticilerin ol- algı; alırlık; duyarlık; kendiliğinden
duğu bir dünya cumhuriyetler federasyo- lik; ilinek; görüngü; noumenon; ça-
nunda savaşların sonunun gelebileceği tışkı; şema(cılık); kategori; analitik/
nin umulabileceğini savlar. sentetik (aynını); a priori/a posteri-
lınmanucl Kant 1770 yılında atandığı ori.
mantık ve metafizik profesörlüğünden
1"''17'de emekli olarak Doğa Bilimlerinin kaos !İng. chaos; rr. chaos; Alnı. chaos;
Metafizik Temel //ke/prinderı Fiziğe Geçiş Yıın. khaos] Eski Yunanca'da sözcük an-
(tamamlayamayacağı bu çalışma için tu- lamı "dipsiz uçurum" olan khaos, Yunan
tulan tüm notlar Opus postumum adıyla siiylenbilgisinde yeraltt dünyasının ctcn-
1936-1938 yıllarında basılacakttr) adını disi olan ilk tanrının adıdır. İlkçağ felse-
taşıyacak son büyük yapıtını bitirmeye fesinin cvrcnbilgisi anlayışında ise "ka-
girişir. Bu yapıtında Kant, kuvvet kav- os", evrende düzenlilik eı-,-cmcn olmadan
ramı ile ulamsal çerçeveyi birlikte kulla- i\nceki uçsuz bucaksız "boşluk", "biçim-
narak yalnızca en genci mekanik (düze- sizlik" ya da "karmaşa" durumuna ı-,rön
nekbilim) yasalarını türetmekle kalmaya- derme yapar. Eski Yunanca'da "düzen",
cağımızı, bunun yanı sıra maddenin ve "uyumlu birlik" demeye gelen •kosmos'
onun kuvvetlerinin biçimlerinin en ay- un, özellikle Empcdokles eliyle, "düzen
rıntılı dökümünü yapabileceğimizi gös- olarak eYren" biçiminde "evrcn"le iiz-
termeye çalışır. Çalışmanın ilerleyen bö- deşleşıirilmcsiyle, onun karşısına da "dü-
lümlerinde aşkınsal felsefenin en yüksek zcn"in, "uyum"un karşıtı olarak khaos
noktasının, tanrı ile dünya~ı "sentetik" konmuştur. Empcdoklcs için khaos, bir-
kapan(m)ı' 796
leştirici bir güç olan *mı/la birlikte evre- çok felsefe için başlı başına koca bir dö-
nin yaratılışını açıklayan iki güçten biri- nemin lr.ajJ01Jıfını anlatttğını bildirmekte-
dir. Herakleitos'un bir adım daha ileri dir. Bu saptamadan hareketle Derrida,
giderek koU11olu *nomolla özdeşleştirip ikikatlı olarak gerçekleştirilmesi gerekti-
Doğa Yasası anlayışını başlatmasıyla /eha- ğini düşündüğü yapısökümün belli bir
os "yasa"ya da karşıt olmuştur. Böylelikle geleneğe ait olması anlamında bir dili ve
kaosun ''kargaşa"ya, anlaşılamayan, de- felsefe söylemi olduğunu, ama buna kar-
netlenemeyen, kestirilemeyen duruma şın bu dilin ve söylemin ötcki'ni dillcn-
denk düşen çağdaş kullanımının koU11ol dirmck anlamında da bu geleneğe ait
un /ehtJ1Jr karşısındaki zaferini öven ev- olmadığını söylemektedir. Geleneğe ait
rendoğum söylenlerinde temellendiği söy- olma ile ait olmama arasında yaşanan ça-
lenebilir. Kutsal Kitap'taki Yaratılış öy- tışkı kapanış sorununu betimlemektedir.
küsü bunun iyi bu örneğidir. Doğu fel- Kapanış, hem bütün bütün felsefe gele-
sefesinde de kaos bu anlamıyla, "yasa" neğinin sınırlan içinde kalmayı hem de
ııın karşıtı olarak ele alınır (bkz. adbar- felsefe dilinin içinde kalarak bu geleneği
ma). Kaosun bu "yasasızlık" bağlamın aşma olanağını yadsımaktadır. Y apısö
dan yola çİkılarak modem zamanlarda kümcü okumanın kapanış tasarımı, gele-
oluşturulmuş bir anlam çerçevesi için neğin içersini geleneğin dışarsından ayı
bkz. anarşi. ran sınır çizgisini rahatsız ederek, söküp
bozarak, sözmerkezcilik (usmerkezcilik)
kapan(m)ıf [İng. domrr, ·Fr. jmttthirr, ile onun ötekisi arasındaki anlamca "ka-
Alrn. rmliernmi.J Değişik düşün ya da sa- rarverilemez" ikikatlılığı dillendirme ola-
nat alanlarında üretilmiş yapıtlardan, bit- nağı tanımaktadır.
mişlik, sonlanmışlık, tamamlanmışlık, bel-
li bir çözüme kavuşturulmuşluk duygusu karakter [İng. maracter; Fr. raradire; Alnı.
yaratanların en belirgin özelliğinianlat- charahtr, es. t. rtıW'e] En genel anlamda,
mak amacıyla başvurulan yazın felsefesi bir şeyi diğer şeylerden ayıran niteliklerin
terimi. Buna karşı ilişkiye geçilen yapıtın ya da özclliklerin tümü; bir nesnenin, bir
içindeki kimi izlekler belli bir çözüme kişinin ya da bir topluluğun kendine öz-
kavuşturulmamış, geçişler iyi yapılma gü yapısı (özyap!Sl), onu bir diğerinden
mış, sonu iyi bağlanmamış türünden bir ayn kılan temel özellik; bir insanın hem
bitmemişlik izlenimi uyandırıyorsa bu düşünsel ve ruhsal yapısını belirleyen
rür yapıtlar "kapatılmaya" ya da "ka- hem de rüm davranış biçimlerini oluştu
panmışlığa" karşı dirençli ve korunaklı ran, onu diğerlerinden farklı yapan özel-
yapıtlar diye adlandırılmaktadır. Sözge- liklerin toplamı. Yerleşik fel~efc dilin-
limi, mutlu sonla biten çoğu roman ya deyse, özellikle ahlak felsefesinde, Aris-
da sinema filmi kapanmış yapıtların en toteles'ten bu yana karakter terimi insa-
iyi örnekleridir. Öte yanda, Homeros'un na yaraşır eylendiğinde ahlaki bakımdan
Oıfpreidsı, Lynch'in Kf!Y1P OtoblZIJ filmi ya sağlam ve tutarlı olmayı sağlayacak kişiye
da televizyon dizisi Gizli Dosyahr üst dü- özgü ahlıiki özelliklerin toplamını ya da
zey bir kapanmışlılc sergilemediklerinden kişinin ahliki doğasını dile getirir. Aynca
ötürü sonuna dek açık ya da açılmış ya- bkz. etbos.
pıtlar olarak nitelenebilir.
Kapanış terimi aynca "felsefenin so- karakterbilgisi [İng. ethokıgy; Fr. ethologie,
nu" tartışmaları bağlamında Derrida ta- Alın.tthologie] Eski Yunanca'da karakter,
rafından bambaşka bir anlamda daha alışkanlık ya da ahlak anlayışı anlamına
kullanılmaktadır. Buna göre, Derrida fel- gelen *etholtan türetilmiş terim. 1. ftlıeft.
sefenin sonu deyişinin felsefenin bütün John Stuart Mili tarafından özellikle eği
hütün bittiği anlamına gelmediğini, daha timbilim için tasarlanan, insan kişiliğinin
797 Kameadeı
oluşum yasalanıu anı.şuran bilimsel ça- lcardia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde
lışma; karakterin nasıl biçimlendiğini in- insan bedeninde ruhun yer aldığı bölüm;
celeyen bilim dalı: "karakterbilim". 2. "ruhun ikarnetgıihı" olarak düşünülen
toplıımbilim. Yaşam tarzlanııı, gelenek gö- yer: "kalp" ya da "yürek".
renekleri ve töreleri; bunlann oluşum, Antik Yunan'da kimi düşünce okulla-
gelişim ve yok olma süreçlerini inceleyen n ile kimi filozoflar mlupbalor (beyin) ile
dal: "etoloji". 3. dirintbilim. İnsanlar da luırdia'ya ayn ayn anlamlar atfedip işlev
dahil olmak üzere doğal ortamlannda ya- ler yüklemiştir. Sözgelimi Aristoteles için
şayan canlılann davranışlaniu inceleyen kalp, yaşıımın, devinimiıi ve duyumun
bilimsel çalışma: "davraıuş bilimi". Ka- *arkht'sidir.
mkterbilgisinin felsefece yetkin bir uy-
gulaması için bkz. Weininger, Otto. karma (San.) (Pal. kanıma] Karman diye
de bilinen bu kavrarıun sözcük anlamı
karanlıkçılık [İng. obr1:11rantirm; Fr. obra1- "kişinin geçmiş cylemleri"dir. Yasa'nın,
rantis111e; Alın. obrhırantismıu] Savunucu- dharmanın karşın olan *adhar111a insaıu
lanıun kendileri dışında hiç kimsenin bir aalar.ı. sürükler. Bu acının kaynağı da asıl
şey bilmesini istememelerinden ötürü olarak maddesel doyuma ulaşmak iste-
"Bilmcsinlercilik" öğretisi diye de adlan- yen isteme'dir. Maddesel doyuma ulaş
clu:ılan karanlıkçı.lık, gerici bir tavırla ger- mak için girişilen çabalann sonucu ise
çeği saklayıp doğruyu gizleme anlayışııu; karmadır. İnsan, lt.amtası. gereği yeniden-
düşünceleri ya da bilgileri bile isteye ka- doğuş çevrimlerinden geçmek zorunda-
ranlıkta bırakma tutumunu dile getirmek dır. Buna göre olumlu kamla bir üst
için kullaıulmaktadır. Karanlıkçılık teri- bedenlenişe yol açarken, olumsuz luırma
mi, ilkin XVIII. yüzyılda, usa dayalı bil- insaıu aalara, kötü bedenlenişlere götü-
ginin evrenselleşip yayılmasıyla "ilerle- rür. Karmanın gitgide iyileşmesiyle, ma-
me"nin gerçekleşeceğini savunan Aydın nevi bir yaşam yaşayan bedenlerde can
lanma'ya ve Aydınlanmacı ilkelere karşı bulmayla, insana acı veren yenidendoğuş
çıkan kişilerin tutumunu eleştirel bir bi- çemberinden, ra111ıaradan kurtulunur; ni-
çimde anmak amacıyla dolaşıma sokul- hayet Nİnlantiya ulaşılır. Buna karşılık
muştur. Buddha böyle bir kamla anlayışııu yadsı
yıp insanda bir sonraki yaşarıun kamtası
kararvermecilik [İng. de&i.rionimr, Fr. di- için belirleyici olan bir iradeyi (sa1J1tluıra)
ationi.mte; Alm. dtzjtionitm11lj Ahlak ya da kabul eder. Erdemli bir Jaşam bunu ge-
siyaset gibi alanlarda, neyin doğru neyin rektirmektedir. Aynca bkz. Nirvanz,
yanlış olduğunu belirlemek için elimizde samsara.
nesnel temeller bulunmadığını, bu tür-
den konularda bir karara varmak için Kameades (M.Ö. ykl. 214-129) Arkesi-
genelgeçer ölçütlerden yoksun olduğu laos'tan sonra Yeni Akademia'nın en ön-
muzu savunan görüş. de gelen filozofu. Akademia'nın başında
Kamrvemıecilik <•oni.mt111) Alman olduğu M.ô. 155 yılında Roma'yı ziyaret
siyaset kuramClSl Cari Schmitt'in (1888- etmiş; bumda adalet ve adaletsizliğin ne-
1985) Nazi Almanyası'nın siyasal ahlik- denleri üzerine yaptığı konuşmalar geniş
taıumazcılığıru ya da her türlü "değer" yankı uyandırmıştır. ·
den bağımsız siyasal gerçekçiliğini meş Kameades, kuşkucu bir bakış açısıyla
rulaŞtırmak . için uydurduğu bir sözde- Stoacıların bilginin olanaklı olduğu ve e-
öğretidir. limizde doğruluğun ölçütlerinin bulun-
duğu düşüncesine tümüyle karşı çıkmış
Karatay, Namdar Rahmi bkz. Konya tır. Ona göre hem duyular yoluyla algı
Enerjetizm Okulu. lamamız yanılabilir olduğundan, hem de
karşılıklı koşul eklemi 798
öznitelikleriykc:n, buna karşı Kant'ta yal- (Gönlile-Bağm11), Yer, Zaman, D11111111 (Ko-
nızca düşüncenin apriori formları olarak n11111), f,tlik, Et/ei, Edilgi (Aynca bkz.
tasarlanmaktadırlar. Aralarındaki çok te- kategoria). Buna karşı Aristoteles, Ta-
mel ayrılıklara karşın, Aristoteles'in ka- pileler/Başb/e/ar başlıklı kitabında, katego-
tegoriler öğretisi ile Kant'ınkisi arasında rileri değişik türden yüklemler, yani öz-
en azından iki ortaklık bulunduğu söyle- nelere yüklenebilen "iyilik", "kırmızılık''
neoilir. Bunlardan ilki, her iki fılozof için "uzunluk-kısalık" türünden kavramlar o-
de kategoriler öğretisinin dünyaya ilişkin larak tasarlamıştır. Bir önermede geçen
bilginin içeriğini değil de biçimini oluş özne ya da konu üzerinde ancak bu 10
turmasıyken, ikincisi gerek Aristoteles'in kategori uyarınca birşeyler söylenebilir
gerekse Kant'ın kategori öğretisinin kla- olduğunu savunan Aristoteles, günümü-
sik Aristoteles mantığının temelinde ya- ze ulaşan hiçbir yazısında kategori liste-
tan özne-yüklem (ya da töz-ilinek) man- sinde neden bu kavramlara yer verdiğini
tığı üstüne bina edilmiş olmalarıdır. temellcndirmediği gibi, bu kategorilerin
İlkçağ Yunan fılozofu Aristoteles fel- kesin doğruluklarını kuşku duyulmaya-
sefe tarihinde kategori terimini kullanan cak bir sağlamlıkta temellendirme gereği
ilk filozoftur. M.Ö. N. yüzyılın ortala- de duymamıştır. Bunun yerine, dilin hiç-
rında Aristoteles, felsefenin temel bir so- bir kuşkuya yer bırakmayacak bir açık
ruşturma konusu olarak kategoriler tar- lıkta, gerçekliğin en temel nitelikleri bu
tışmasını başlatmıştır. Aristoteles terimi, kategorileri kendiliğinden açığa vurduğu
"suçhma" anlamına geldiği, çoğunlukla nu, bunun da ayrıca uslamlama yoluyla
birisi hakkında bir suç iddiasında bu- gerekçelendirilmesine gerek olmadığını
lunma anlamında kullanıldığı hukuk di- varsaymıştır. Nitekim Otıanon'un I. Ki-
linden ödünç alarak benimsemiş, daha tap'ında Aristoteles, bütün önermelerin
sonra da tarihin bilinen ilk kategoriler "töz", "nicelik", "nitelik",
"ilişki,,, "yer",
bölürnlemesini yapmıştır. Aristoteles'in "zaman", "durum", "iyelik", "etki", "e-
mantığında kategoriler, tikellerin kendi- dilgi" yüklemlerinden ya birini ya diğe
lerine başvurmak yoluyla betimlenebile- rini dile getirmek durumunda olduğunu
ceği on genel varlık kipine ya da varlığın belirtmektedir. Buna göre, insan, kap-
en genel cinslerine karşılık gelmektedir. lumbağa, çınar "töz" kategorisini; bir ev,
ccHcpsi", "kimi "değildir", "ve", "veya"
0
, iki balık, üç çiçek "nicelik" kategorisini;
türünden mantıksal değişmezlerin dışın yeşil ağaç, kırmızı elma, siyah kedi "nite-
da kalan, başka bir deyime öyle ya da lik" kategorisini; Sokrates Platon'dan da-
böyle bağlanamayan bütün önermelerin ha büyüktür "ilişl!i" kategorisini; Lykei-
kategoriler altında toplanabilecejtini dü- on'da, Ankara'da, Dünya'da "yer" kaLe-
şünen Aristoteles, bunların en üst düzey gorisini; bugün, yarın, geçtiğimiz yıl "za-
kavrama biçimleri olarak olanaklı bütün man" kategorisini; uyumak, düşünmek,
varlık biçimlerini açıkladığını ileri sür- yemek yemek "durum" kategorisini; e-
müştür. Aristoteles Kategoriler başlıklı ya- tekli, silahlı, paralı "iyelik" kategorisini;
pıtında, kendilerinden daha yalınlan ol- devirmek, dolaşmak, yıkamak "etki" ka-
madığını düşündüğü 10 ana tür içinde tegorisini; yüzülmüş, kırılmış, dökülmüş
bütün bir varlık dünyasını bölümlediği "edilgi" kategorisini ömeklcmektedirler.
bir ''varlık şeması" önermiştir. Aristote- Bu noktada bir başka kategoriye indirge-
les'in gözünde kategoriler, düşünce ile nemiyor olmaları anlamında temel olan
gerçekliği yapılandırıyor olmaları anla- bu on kategoriye ilişkin önemli bir nok-
mında, düşünce ile varoluşun ilkömek- tanın özellikle altı çizilmelidir. Buna gö-
leridir. Aristoteles'in yaptığı bu kategori re, sarı bir renktir, renk ise bir nitelik, a-
bölürnlemesinde şu başlıklara yer verdiği ma nitelik kendisi dışında bir başka kav-
görülmektedir: Tıi·z, Niı:ıliJı, Nitelik, İliş/ei ramla if.ıde edilemeyecek denli genel bir
801 kategori
deneyimin zorunlu olarak bir yargı içer- dönerek, bütün deneyimi açıklayacağını
diği düşünüldüğünde, her olanaklı dene- düşündüğü 37 kategoriden oluşan kendi
yin bir biçimde kategorilerin kullanımını içinde bütünlüklü bir kategoriler öbeği
içermek zorunda olduğunu göstermek.tir. oluşturmuştur.
Daha belirgin bir biçimde söylenirse, XX. yüzyıla gelindiğinde, çağdaş çö-
Kant'ın görüşünde, deneyimin kavran- zümleyici geleneğin önde gelen felsefe-
ması sürecinde her durumda kategori- cilerden C. S. Peirce, kategorilerin dene-
lerce düzene konulan dünya deneyimi- yimin bölünebileceği en genel terimler
nin kavranması olanaklıdır. Kant'a göre olduklarını ileri sürerek, bunlann her du-
kategoriler düşünceain en yalın biçimleri rumda üç ayn türden yüklem ya da ilişki
olmalarına karşın bize herhangi bir nes- içinden birini yansıttıktan sonucuna var-
neyi tanıtmak gibi bir yetileri yoktur. mıştır. Peirce'ın üç ana kategorisi sıra
Bütün güçlerini düşünceden, yani görüye sıyla "birincilik", "ikincilik" ve "üçün-
verili bir durumda bulunan olanaklı de- cülük"tür. Söz konusu terimler aralann-
neyin nesnelerini birleştirmekten almak- da ayrıca "birci!" (monadiq, "ikici!" (tfya-
tadırlar. Bu anlamda, bilginin apriori Jiq, "çokçu!" (;ofyadiq ilişkilere geçebil-
formu görü ile deneyin verdiklerini bir- mektedirler. Çağdaş felsefede süregelen
birine bağ1amakla yükümlü bir köprü kategoriler kuranu tartışmasına yapılan
olarak, anlamanın olmazsa olmaz koşulu en dikkate değer katkı, Aristoteles'in bü~
olduklan gibi, deney birbirine bağlı algı tünüyle karanlıkta bıraktığı kategorilerin
lana biçimlendirdiği bir bilgi olduğun nasıl tanımlanıp birbirlerinden nasıl ayırt
dan, zorunlu olarak olanaklı algının da edilecekleri konusuna önemli bir ışık ge-
olanaklı deneyin de koşuludurlar. Kate- tiren Gilbett Ryle tarafından yapılmıştır.
goriler bu nedenle olanaklı deneyin bü- Konu üzerine epey bir kafa yoran çağdaş
tün nesnelerine, buna karşı olanaklı de- çözümleyici felsefeci Ryle için, kategori-
neyin bütün nesneleri de bu on iki kate- ler sayıca belirsiz olmalan bir yana dü-
goriye apriori olarak uymak durumun- zensizdirler de. Bu yüzden kategorilerin
dadırlar. toplanunın sonsuz bir tipler sıradüzeni
Bir başka önemli filozof Hegel ise oluşturmalanna ilkece olanak yoktur.
kategori dendiğinde bundan anlaşılması Ryle aynca, "saçmalık" düşüncesinden
gerekenin gerçekliği açıklayan düşünce hareketle kategori üyeliği için dikkate
ler olduğunu öne sürmüştür. Aristoteles değer bir "sınama" geliştirmiştir. Buna
ile Kant'ın belirttiğinden çok daha fazla göre, mantıksal türleri bakımından ayrı
sayıda kategori olduğunu, bunların tam lık gösteren kavramlar ya da ifadelerin
·~ıı~ının •n<"•k gerçeklik clizgesi bütü- birleştirilmesi tümüyle saçma tümcelerin
nüyle tamamlandıktan sonra kesin olarak oluşmasına yol açmaktadır. Ryle, nitelik-
belirlenebileceğinin. altını özellikle çizen lerin yüklenmesinde ya da şeylerin bö-
Hegel, üçerli (diyalektik) bölümleme il- lümlenmesinde yaşanan karmaşaları ka-
kesini kullanarak şu an için kesin doğru tegori yanlıp diye adlandırmaktadır. Söz-
olduklarını düşündüğü yaklaşık 272 ka- gelimi "Uyku gözü dönmüş azgın bir
tegori belirlemiştir. Buna bağlı olarak canavardır" ya da "Kent kendi içindeki
Hegel, belli bir felsefe dizgesinde her- binalann toplamından daha fazla birşey
hangi temel bir tasarını, kavram ya da değildir'' tümceleri açık birer kategori
ilke olarak anlaşılagelen "kategori" teri- yanlışı örneğidirler. Yine aynı biçimde
minin anlamında büyük bir kınlmaya yol Ryle, Descartesçı ikiciliğin, insan davra-
açmıştır. Öte yanda, geliştirdiği organiz- nışlarının kökenlerinin maddi bir varlığı
macı süreç felsefesiyle tanınan XX. yüz- olmayan tözde yattığını düşünmesiyle,
yılın en büyük metafizikçilerinden White- bu tür bir yanlışın örtük bir biçimde iş
head, geleneksel kategori anlayışına geri lenmesi üstüne kıırulu olduğunu savun-
kategori yanlışı 804
maktadır. Ryle'ın "kategori yanlışı" diye lcmek" anlamına gelen kaıegıımn'den tü-
terimlendirdiği bu "saçmalık'' durumu, retilen bu terim, Aristoteles tarafından
sözcüksel ya da dilbilgiscl bir düzensizli- "kategori" (ulam) olarak felsefeye kazan-
ğin ya da karmaşanın sonucu olmayıp, dınlınış; ilkçağ Yunan felsefesinde "va-
doğrudan doğruya tanım gereği mantıksal rolamn kendisine, bir nesneye yüklenen
olarak yan yana dahi konamayacak te- nitelik"; "öznitelik" ya da "yüklem" an-
rimlerin değişik gerekçelerle birleştiril lamında kullanılmışur.
mesi gibi boş bir çabadan doğmaktadır. Aristotcles, Kategorikı'de (lb-2a) bir
Kategori yanlışı kuramını süreğen bir hal konuyu ya da nesneyi tanımlamanın en
almış felsefe tarnşmalannın açımlanıp çö- genci on yolunu, yani on kategoriyi se-
zündürülmesi sürecinde tanıkoyucu bira- rimler. Bir konu üzerine ancak bu on ka-
raç olarak tanımlayan Ryle, sözgclimi zi- tegori aracılığıyla konuşulabilir: (t)öz (*o-
hin ile beden ikiliği tartışmasında görül- Nıia); nicelik (*posoti); nitelik (*poioti); gö-
düğü üzere, yanlardan birinin lehine ama relik/bağıntı/ilişki (*pros n); yer/uzam
ötekinin aleyhine tartışmaya girenlerin, (*po11); zaman (*pote); durum (*/eeisthaı); i-
ortaya yalnızca görünürde bile birbirle- yelik (*ekheili); etkin(lik) (*poiein); edil-
riyle çelişkili uslamlamalar koyduklarını gin(lik) (*paskheili). Aristotcles'in katego-
öne sürmektedir. Oysa birbirine karşıt ria'ları Plotinos tarafından eleştirilmiş
bu iki uslamlama düzlemi arasındaki de- (Dokıız.IHklar VI, 1, 1-24); Stoacılar tara-
rin aynm, aralarında kurulabilecek her fından da dörde indirgenmiştir: dayanak
türden manu.ksal ilişki olanağını -istet (**1Jokeimmon); nitelik (*poiotı); iyelik (*ek-
birbirini içcrimlemc isterse bağdaşmazlık htin) ve görelik (*pros b). Aynca bkz. ka-
biçiminde olsun- ortadan kaldırmakta tegori.
dır. Nitekim konuya ilişkin yaptığı açık
lamaların bir yerinde Ryie, "felsefe kimi katharsis (Yun.) Sözcük anlamıyla "a-
kategori disiplinleri yoluyla birtakım ka- nnına" ya da "ternizlenme"ye karşılık
tegori alışkanlıklannın değiştirilmesidir" gelen katharıis terimi, ilkçağ Yunan felse-
yollu bir üstfelsefe düşüncesi savlayacak fesinde ruhun tutkulardan, özcllikle de
denli işi ileriye götürmüştür. Öte yanda yıkıcı tutkulardan arınması anlamında
Sinolog (Çinbilimci) Angus C. Graham, kullanılmıştır.
kategorilerin her durumda ait olduklan Felsefe tarihi boyunca, dinsel ve sa-
dil ailesine bağlı olduklannı gerekçe gös- ğaltıcı içermeleri de olan katharm terimi
tererek, bütün toplumlar için geçerli ka- olumlu ya da olumsuz anlamlar yüklene-
tegorilerin ya da tek bir kategori çizelge- rek inişli çıkışlı işlevler üstlenmiştir. Söz-
sinin varlığından söz edilemeyeceğini i- gclimi Pythagorasçıların katharsili, mü-
leri sürmüştür. Kategorilerin dil yapıla zik aracılığıyla ruhun günahlardan arın
nna "görece" olduklarına yönelik bu sav, ması bağlamında güçlü dinsel yananlam-
özellikle "dilsel dönemeç" sonrası düşü lar banndırır.
nürler arasında büyük bir yankı bulur- Katharsilin, çağdaş estetik kuramları
ken, felsefe tarihçileri bu açıklamanın ne nı da etkilemiş olan, sanat 'yoluyla duy-
Aristotcles'in ne de Kant'ın kategori dü- guların boşalması, kişinin estetik dene-
şüncelerinin değerlerinden birşey yitirdi- yimler amcılığıyla olumsuz duyguların
ği anlamına gelmediğini savunmaktadır. dan a.tınması anlamındaki kullanımı A-
ristotcles'e dayanmaktadır. Aristoteles'in
kategori yanll§ı ~ng. takf/".J f/Iİstah; PoetiNisırıın ana kavrarnlanndan biri o-
Fr. em11r de mtigorie-, Alın. kattgorienfehlu) lan kathtmis, trajik şiirin; trageefydnın a-
bkz. kategori; Ryle, Gilbett. macı diye sunulur: ''Tragedyanın ödevi,
aama ve korku duygulan uyandınp ruhu
kategoria (Yun.) Eski Yunanca'da ''yük- tutkulardan . temizlemektir" (Poetika, 6.
805 kavramcılık
dan bir ilintileri olmayıp bütünüyle insan olsun, dinsel metinlerin anlamları üze-
yapımı olduklannı ileri sürmektedir. Hem rinde yorum yapmanın tehlikeli oldu-
tümellerin değil adlann ya da sözcüklerin ğunu öne sürerek bunların yalnızca gö-
varolduğunu, nesnelerde onlar için kul- rünen (zahin) sözlük anlamlan ile okun-
landığımız aynı sözcükler dışında hiçbir ması gerektiği düşüncesini savunmuş ve
şeyin ortak olmadığını savunan adcılığı olası içrek (batıni) anlamların tümünü
hem de tümellerin zihinden bağımsız bir reddetmiştir. Aynca bkz. Bitınnik; Se-
varoluşa sahip olduğunu savunan ger- lefiyye; sükı1t, Zihiıilik.
çekçiliği reddeden kavramalık ise cinsle-
rin kendi başlanna değil bir yüklem ol- keistbai (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
malarından ötürü, yani kendi başlarına sinde "durum" ya da "konum" anlamın
varolan şeylere (tikellere) bağlanma!an a- da kullanılan terim; Aristote!es'in on ka-
çısından varolduklanru savunur. Dolayı tegorisinden (*kalegoria) biri. Sözgeliıni
sıyla kavramcılara göre, sözgdimi kırmı "uzanmış"; "oturuyor" durum bildirir
zılığı düşündüğümüzde, bir şeyin kırmızı (Kate§Jriler, 1b-2a). Aristoteles, bilerek ya
olmasından onun renkli olduğunu çıkar da bilmeyerek luisthai ile *ekhein'i (iyelik)
sadığımızda, sahip olduğumuz kırmızılık kimi yerlerde kategoriler listesinin dışın
kavramını inceler ve onun renk kavra- da bırakmıştır (Ikina Çiiz!imlemeler 1,
mının bir parçası olarak içerildiğini keş 83b). Bu kategori, aynca diğer bir kate-
federiz. Başka bir deyişle, bir şeyin kır gori *pnu ti (görelik) ile ilişkilendirilmiştir
mızı olduğunu farkettiğiınizde yaptığı (Kaıt§Jriler, 6b).
mız, aslında o şeyin kırmızı kavramına
girdiğini ya da kırmızı kavramını karşıla kelim Aiapça'da "söz" anlamına gelen
dığını görmektir. Dolayısıyla kavramcılık keiJlll (kelamullah: "Allah'ın sözü"; Ku-
anlayışında kavramsa! bilginin dile değil, ran), İslam felsefesinde temel inanç ko-
tikel gerçekliklerle zihin arasında kurulan nulanru dizgeli bir biçimde inceleyerek
nesnel ilişkiye dayandığı kabul edilir. us yoluyla açıklamayı, temellendirmeyi
Daha açık bir deyişle kavramlar, insan ve savunmayı kendine görev edinen di-
zihninin soyutlama etkinliğinin ürünleri sipline verilen addır. Kutsal kitaba ve ha-
olarak ortaya çıkarlar. Aynca bkz. adcı dislere dayanan bu köklü disiplin, İslim
lık; gerçekçilik. dünyasında Eski Yunan felsefesinin etki-
siyle ortaya çıkan ftlôsife geleneğine karşı
kavranılamazlık bkz. akatalepsia. "usa dayalı", gizemci olmayan dinsel. bir
felsefe olu~turmayı amaçlayan okullarca
kaygı ~ng. anxü!J", Fr. anxietf, Alın. sorge, geliştirilmiş; bu yüzden bu "ilim"le uğra
angs~ Varoluşçu felsefenin temel kav- şanlar kendilerine ft.ylesof ya da mutarawrf
ramlarından biri olarak "kaygı", insanın yerine 111iitekelli111 (kelamcı) demiştir. Baş- -
özgürlüğüyle yüzleşmesinin ardından ta- ka bir deyişle "ilm-i kelam" İslim felse-
şıdığı sorumluluğun bilincine varmasıyla fesi bağlamında tannbilime karşılık gel-
onaya çıkan farkındalığın ağır yüküne mektedir. Tann'nın sıfatlan, peygamber-
karşı içine düşülen ruhsal duruma karşı lik, başlangıç ve sonları açısından varlık
lık gelmektedir. Aynca bkz. Kietkega- ların durumu gibi konuları İslim ilkeleri
ard, Seren; içdaralması; angst. çerçevesinde ele alan bu bilim, "başlan
gıç ve sonları açısından" sınırlamasıyla
kt:IF(AI.) İslıim felsefesinde özellikle Se- doğa bilimlerinden, "İslam ilkeleri çer-
lefiyye yandaşlarınca güdülen çokanlam- çevesinde" sınırlamasıyla da Yunan tarzı
lılığı gözardı etme tutumu. Selefıyye'nin felsefeden aynlır.
yedi temel ilkesinden biri olan bu yakla- İsliıniyet'in ilk döncm1erinde siyasal
şım, gerek kutsal kitap gerekse hadisler ve dinsel tartışmaların çözümü için din-
807 kendinde/kendisi için
şeyler kendilerinden başka bir şey ola- dünyadan gelen veriler bu. biçimler ve
mayan varlıklar olarak, kendisi için şey kategoriler aracılığıyla işlendiğinden dış
lerse kendilerinin bilincinde olan, dünya dünyayı kendi nasılsa öyle bilmemiz ola-
ile ilişkilerinin farkında olup kendilerini naksızdır. Yani Kant'a göre nesneleri gö-
aşan ve özgürlük içindeki şeyler olarak ründükleri biçimleriyle bilebiliriz, kendi-
kavranırlar. Sartre'a göre kendinde varlık lerinde bilemeyiz; göriingüleri bilebiliriz
ne ise odur; kendisinden başka bir şey ama bunlann altındaki kendinde şeyi, noN-
olamayan varlıkıır; örneğin bir kitap ne mmotlu bilemeyiz. Kant kendinde şeyleri
ise odur, başka bir şey olma olasılığı bilemesek ya da sczinleyemesck de gö-
yoktur. Ama kendisi için varlık kendi rüngüyü açıklayabilmek için bunlan lro-
kendini görür ve bilir. Bir bireyi, özellik- yutlamamız gerektiğini öne sürer. Aynca
le de kendini, özgür olmayan bir nesne bkz. Ding an siclr, noumenon
ve özgür olmayan bir eyleyen olarak dü-
şünmek, bir başka deyişle kendi varlığını kendinde varlık [İng. bting-in-itself, Fr.
olgusal olarak görmek kendisi için varlı em en-ıoi; Alm. mn in .ıich] bkz. Sartte,
ğın bir eğilimidir. Kendinde varlığın ak- Jean-Paul; kendinde/kendisi için.
sine kendisi için varlığın önceden belir-
lenmiş ve değişmez bir özü yoktur. Ken- kendini kandırma [İng. se!f-oeaption; Fr.
disi için varlık ne değilse odur, ne ise o deception de ıoi-flltme-, Alm. ıelbıtbttrug, ıel
değildir: Bilinç kendisi için varlığı oldu- bıt-tİİllırhNng] Varoluşçu düşünürlerde ge-
ğundan başka mecralara sürükler, onu ol- çen, Kierkegaard, Heideggcr ve özellikle
duğu şeyden ayınr. Sartte bu sürüklenişi de Sartte'ın felsefelerinde önemli bir yeri
ve aynlmayı "hiçlik" olarak tanımlar ve olan, kişinin gerçekliğin kendisi için hoş
kendinde varlığın tam ve değişmez bir olmayan yönlerinden kaçınması, gerçek-
gerçekliğe sahipken, tam ve değişmez bir liğin yüzleşmek istemediği çehresinden
gerçeklikten yoksun olan kendisi için kendini sakınması durumuna verilen ad;
varlığın içinde bir "içdaralması" duygu- özellikle özgürlük, sorumluluk ya da ö-
suyla öznel olarak deneyimlenen bir hiç- lüm gibi insan yaşamı için canalıa önem
lik öğesi banndırdığıru ileri sürer. Katık taşıyan konulardaki hakikatlerle yüz yüze
sız bir sürükleniş ve aynlış olan bilinç, gelen kişinin içine düştüğü "*içdaralma-
biflemt'dir. Sonuçta Sartre'a göre "hiçle- sı"ndan (angoisn) kurtulmak için verdiği
me" bilincin kendinde varlığı düşünerek sahici olmayan tepki, düzmece yoksayış.
kendini bu kendinde vıırlılrtar. ayırması Sözgclimi Sartrc'a göre, insanın sorum-
dır; kendisi için varlık bir anlamda ken- luluk almayı gerektiren özgürlüğünün bi-
dinde varlığın hiçlcnmesidir. Aynca bkz. lincine vanp bundan bile isteye geri dur-
Sartte, Jean-Paul. ması, sürekli gerekçeler öne sürüp ka-
rarlannda seçme şansının bulunmadığını,
kendinde §ey [İng. thing in itself; Fr. moıe bunlann kendisi varolmadan çok önce
en ıoi; Alm. ding an ndı; es. t. biz.dlihi /!1] belirlenmiş olduğunu yineleyip durması
Bilen özneden bağımsız olarak varolan, demek olan kendini kandırma, "*kötü
görüngülerin temelinde bulunan ama de- niyct''ten {fllaNWIİH .foi) başka bir şey de-
ney(ım)lerimizin ötesinde olduğu için bil- ğildir. Aynca bkz. kendini kandırma e-
gisine ulaşamadığımız şey. Kant dış dün- tiği.
yaya ilişkin verilerin duyarlığın biçimle-
rinden ve anlığın kategorilerinden geçe- kendini kandırma etiği [İng. ethirs of
rek onlann şeklini alıp onlar tarafından ıe!f-titftj>lion; Fr. itbiqNe d'llvtrlglemtnt, Alm.
düzene sokulduklannı ileri sürer. Duyar- ıtlbıtbttrugıethik] Yaşamın hoşa gitmeyen,
lığın biçimleri ve anlığın kategorileri in- can sıkıa, aa verici yanlarıyla doğrudan
sanın zihninde bulunan şeylerdir. Dış yüzleşmeyip doğrudan ya da dolaylı yol-
809 kendini kandınna etil}i
hal almış olduğundan bir an önce mü- duğunu belirtmektedir. Kant bu noktada
dahale edilmeyi gerektirmektedir. Çoğu daha da ileri giderek kendini kandırma
felsefeciye göre burada atılması gereken nın kendi içinde ahlakdışı bir eylem ol-
ilk adını, bütün karakter bozukluklarının ması bir yana, başkalanna karşı ödevle-
altında yatan, bir bakıma onlan her ge- rimizi yerine getirmemize engel olması
çen gün besleyerek daha içinden çıkıl nedeniyle aynca ahlakdışı olduğunu öne
maz bir hal almalanna yol açan kendini sürmektedir. Öte yanda David Pears ile
kandırmaıun ortadan kaldınlmasına, bu- Alfred R. Mele bu Kantçı konumu so-
nun için kendilik reformu yapılmasına nuna dek götürerek kendini kandırma ile
içtenlikle karar verilmiş olunmasıdır. Bu ahlaksal zayıflık (!-alerasia: "istenç güç-
bağlamda J oseph Butler 1722 yılında ya- süzlüğü') arasındaki ilişkiyi çözümlemiş
yımlanmış iki ayrı konuşmasında kendini lerdir. Bu düşünürler kendini kandırmayı
kandırma görüngüsünün çok önemli iki doğrudan ahl:iksal bakış açısının yitimi
özelliğine dikkat çekmektedir. Bunlardan olarak değerlendirerek ahlaksal bakım
ilki, ahlıiksal kurallar tam olarak açık ol- dan yeniden bir bakış açısı edinilmedikçe
mayıp belirsiz olduklarında kendini kan- kendini kandırma görüngüsünden kur-
dırmaya yatkın insanların söz konusu tulmanın güçlüğüne değinmişlerdir.
kurallann belirsizliğini işlerine nasıl geli- Kuşkusuz felsefe tarihinde kendini
yorsa öyle yorumlama1arıdır. Kendini kıın kandırma konusu üzerine Jean Paul Sar-
dirma görüngüsünün ikinci ayırt edici ö- tre kadar önemle eğilen bir başka düşü
zelliği ise yerine getirilmeleri gerektiği nür daha yoktur. "Kötü inanç" diye ad-
açıkça belli olan ödevlerin yerine geti- landırdığı kendini kandırmayı bütünüyle
rilmeyişlerinin hep dış nedenlere bağla sahici olmama ile özdeşleştiren Sartre,
narak taşınan vicdan yükünün olabildi- sahici olmaya ilişkin verdiği betimleme-
ğince azaltılmasıdır. Butler'a göre her iki lerde kendini kandırmayı açıklığa kavuş
özellik de kendini kandırma görüngüsü- turmaya çalışmıştır. Sartre sahiciliği kişi
nün özünde insan bencilliğinin, kişinin nin kendi değerlerini kendisinin seçmek-
kendi tutkulan dışında gözünün başka te olduğuna ve seçtiği değerler uyarınca
bir şey görmüyor olmasının doğal sonu- dünyayı yorumlamakta bütünüyle özgür
cu olduğunu göstermektedir. Kendini olduğuna ilişkin farkındalık olarak ta-
kandırma olayının her zaman için ussal- nımlamaktadır. Tanımdan da açıkça gö-
laştırma, yani gerekçelendirme, yokmuş rüleceği üzere, sahicilik kendini kandır
gibi sayma ya da yapma, dizgeli yoksay- ma amaçlı gerekçeler, özürler ya da ba-
ma gibi çefitli taktiklerle gerçekleştirildi hanelerden bütünüyle ayn olan insanın
ğini ileri süren Butler, kendini kandıran temel özgürlük durumudur. Sartrc'a göre
kişinin yaptığı yanlışların az buçuk farkı en kötü kendini kandırma biçimi (Yahu-
na vannca ya da yaptıklannın doğrulu di düşmanlığında ya da değişik siyasal
ğundan biraz olsun kuşkulanmaya başla egemenlik biçimlerinde en açık biçimle-
yınca, hemen o an kendini araştırmaya riyle görüldüğü üzere) doğrudan ötekile-
son verdiğini, kişinin bilincinin gözlerini rin eyleme özgürlüğünü hiçe saymaya
yaptıklarına kapayarak kendini kandırma yol açtığından ötürü bilincin özgürlüğü
yoluna girdiğini dile getirmektedir. But- nün bütünüyle tanınmayışıdır. Bununla
ler aynca kendinden kaçarak uzaklaşma birlikte genelde özgürlük değil de yalnız
nın özünde "yönelmişlik"e konu bir ey- ca kendini kandırmanın söz konusu ol-
lem biçimi olduğunu söyleyerek, kendini duğu her yer, gerçekte kişinin yaşantıları
kandıran kişinin yalnızca kendine zarar ile eylemlerini özgürce kendisinin seçti-
vermekle kalmayıp yöneldiği kişilerle i- ğinin yoksayıldığı yer anlamına gelmek-
lişkilerine de hep bir kandırmaca yoluyla tedir. Sartre bu noktada, kendini kan-·
yaklaşacağından başkalanna da zaran ol- dırma stratejilerinin çok büyült bir bölü-
811 kendisi için varhk
münün, gözlerin vakit geçirmeden kaygı diğer bölümüyse bir düıenleme meka-
üreten yaşam bölgelerinden keyif üreten nizması olarak gördükleri kendini kan-
yaşam bölgelerine kaçırılması işlevini ye- dımıanın ruh sağlığı için son derece ya-
rine getirdiklerini ileri sürmektedir. Buna rarlı ve gerekli olduğunu vurgulamakta-
göre tipik sahici olmayan, yani kendini dır. Sözgelimi Preud çok az yerde doğ
kandıran insan davranışı, mutluluk va- rudan kendini kandırma sözcüğünü kul-
dettiği sürece özgürlüğün (aşlµnlık) olur- lanmasına karşın, yorumculan bastırma,
!anmasıyken, kaygıya yol açacak sert ya- yansıuna, yücelune gibi savunma meka-
şam gerçekleriyle (olgusallık) karşılaşa nizmalarının her birini bir kendini kan-
ğında ise özgürlüğün sorumluluğundan dırma biçimi olarak okuduklanndan, Pre-
kaçmak yönündedir. Sattre, kendini kan- ud'un bu mekanizmalara 4eğgin verdiği
dırmadaki temel stratejinin (orijinal tasa- açıklamalann özünde kendini kandırma
nrun), inanmak istedikleı:imiıe değgin el- açıklamalan olduğunu düşünmektedirler.
deki en küçük kanıtı bile olabildiğince Preud'a göre insan bu çeşitli savunma
abartarak, inanmak istediklerimize karşı mekanizmalannı kullanarak zihnin üst ke-
olan en önemli kanıtlan ise hasır altı e- simine karşılık gelen ''ben" ve toplumsal
derek, bize daha büyük bir haz getirece- bakımdan edinilmiş değerlerle biçimle-
ğini düşündüğümüz iııancımw destekle- nen "üstben"in yaıdımıyla kendisini "id"e
yen her şeyi kılı kırk yaran bir öıenle (ılkel ben) karşı -yani bilinçdışı, saldır
toplayarak, inanma için gerekı:n sahici gan, yıkıcı, cİİlsel arzu ve isteklerin saldı
ussallık .ölçütlerini çarpıunalttan oluştıı nsına karşı- korurken, insan ruhundaki
ğunu dile getirmektedir. Öte yanda bü- bu üçkatlı diyalektiğin mantığı ilkece ken-
yük Alman fıloıofu Nietzsche, Sattre' dini kandımıa üstüne kurulmuştur. Öte
dan hem çok daha önce hem de çoğu yanda bilişsel ruhbilimciler, zihin sağlığı
bakımdan daha yetkin bir kendini kan- nı korumada kendini kandırma sürecinin
dırma etiği eleştirisi sunmuştur. Ahlaksal oynadığı olumlu roller üstüne yoğunlaşa
değerlerin nesnelliği adına geleneksel i- rak, birer kendini kandırma biçimi olarak
nançlann sorgulanmadan benimsenme- değerlendirdikleri taşınan erdemlerin a-
lerine şiddetle karşı çıkan Nietnche, "bü- barrılması, gerçekleri hiçe sayacak dere-
tün değerlerin yeni baştan değerlendi cede aşın bir iyimserlik içinde olunması
ı:ilmesi" adını verdiği tasaııaında, söz ko- ve her şeyin denetim altıncla olduğu ya-
nusu kendini kandırmaya yataklık eden nılsamasının yaratılması yoluyla travma-
kokuşmuş değer yapdarının içtenlikle ve tik olaylann ve ruhsal çöküntü nedeni
cesaretle tek tek yıkılmalamıın gereğini olan belirsizliklerin önünün alındığını i-
vuı:gulamışur. Bu bağlamda ilginç olanı leri sürmektedirler. Aynı biçimde sosyo-
Nietzsche'nin sahici değerlere göre yaşa biyologlar da insan olarak yanlışlara ina-
yabilmek için gereken "erk istenci''nin narak kendimizi kandırmamızın çok da-
daha da güçlü kılınması amaayla belli ha başanyla yaşamamızın önünü açtığını
ölçüde kendini kandırmanın gerekli ol- düşünmektedirler. Kuşkusuz tüm bu top-
duğunu savunmasıdır. lum bilimciler, felsefede hep baştan o-
Felsefede geliştirilen değişik kendini lumsuzluğu olurlanarak soruşturulmuş
kandırma yaklaşımlarından ayn olarak, kendini kandırma görüngüsünün olumlu
ruhbilimciler ile toplum bilimciler de ko- yönlerine dikkat çekerek, bir anlamda
nunun üzerinde önemle dumıalı:tadıı:lar. kendini kandırma etiğini tersyüz ederek,
Bu bağlamda ruhbilimcileı:in önemli bir alandaki büyük bir eksikliği de doldur-
bölümü özünde bir savunma mekaniz- muş olmaktadırlar.
ması olarak gördükleri kendini kandır
manın ruh hastalığına dek varan zararlı kendisi için varhk [İng. beiırg-far-itse!f.
yönlerine odaklanırken, buna karşı bir Pr. im po11r-soi; Alnı. seitt far sidı] bkz.
kenon 812
!erin büyük bir bölümü için XIX. yüzyıl Genellikle İngiliz çözümleyici felse-
felsefe açısından ortaçağdan bile daha fesinin, Green, Bradley, McTaggart gibi
karanlık bir çağdır. Nitekim 1970ıere felsefeciler eliyle XIX. yüzyılın ikinci ya-
gelinene değin pek çok İngilizce eğitim nsında İngiltere'de dolaşıma sokulmuş
veren üniversitede gerek lisans gerekse olan idealizmin, özellikle Hegelci idea-
yüksek lisans programlannda kıta felse- lizmin yadsınması ya da çürütülmesi et-
fesi içerikli dersler açılmasından özenle kinliğinden doğduğu öne sürülür. Rus-
kaçınılmışur. Bu noktada bugün kurum- seli ile Moore'un yazılan bu durumun
sallaşmış olduğu açıkça görülen çözüm- en iyi örnekleri olarak gösterilebilir. Bu-
leyici felsefe ile kıta felsefesi aynmını nunla beraber, çözümleyici felsefenin
özdlikle çözümleyici felsefecilerin çok genel çerçevesini çizen Russell ile Moo-
daha fazla önemsediklerini ve bu ayrımı re'un felsefece konumlan, yaşamı boyun-
bir biçimde korumak adına çeşitli felse- ca idealizmi kendi felsefe anlayışının baş
fe uslamlamalan sunduklarını, kıta felse- düşmanı bilmiş Gottlob Frege'nin man-
fecilerinin ise ayrım üstünde çok da faz- tıksal soruşturmalarından bir hayli etki-
la durmadıklarını belirtmekte yarar var- lenmiştir. XIX. yüzyılın kapanışıyla bir-
dır. likte Fregc'nin felsefe gündemine getir-
Kıta felsefesindeki "kıta" sözü ilk el- diği yenilikler, egemen idealizm öğreti
.de belli bir coğrafyayı, sınırlan çizili belli sine karşı bir çıkış yolu göstermiştir. ·
bir bölgeyi, yani Avrupa kıtasını bildir- Kıta felsefesi ile idealizmin pek çok
mektedir. Bu anlamda çözümleyici fel- noktada örtüştürülmesinde belli bir doğ
sefe, Britanya Adası'nın felsefesi olarak ruluk payı vardır: Nitekim, çözümleyici
kökenine inildiğinde, kıtaya duyulan bir felsefede Hegel üstüne çalışma yapma-
tepkiden doğmuş; sonralan -özcllikle de nın küçültücü bir yanı varken, kıta felse-
yeni kıta Amerika'nın eklemlenmesiyle fesinde Hegel adının kilit önemdeki ye-
birlikte- İngilizce konuşulan ülkelerin e- rini koruduğu rahatlıkla söylenebilir. Bi-
gemen felsefe anlayışı haline gelmiştir. çemindeki okuma ve anlama güçlükleri
Ne var ki kıta felsefecisi diye görüleme- ile kavramsal bulanıklığı yüzünden içine
yecek Frege, Carnap gibi felsefeciler bir türlü girilemeyen Hegel'in olağandışı
coğrafi !,akımdan kıtalı olmakla birlikte metni Tinin Göriitıgiibilimi, çözümleyici fel-
felsefi bakımdan çözümleyicidirler. Bu sefe çevrelerinde kıta felsefesinin gerçek
bakımdan söz konusu aynının Alman ya anlamda bir felsefe olmadığını temellen-
da Avusturyalı felsefecilerin çözümleyici dirmek amacıyla sıkça başvurulan bir ör-
felsefenin kökenlerinde yatan katkılan nek-yapıt olmuştur. Çözümleyici felsefe-
nın göz ardı edilmesi gibi zararlı bir so- cilere göre Hegcl'i arılamada karşılaşılan,
nucu da olmuştur. Üstelik çözümleyici biçeminden kaynaklanan "güçlük"ler or-
felsefenin kurucu babası Frcge ile yine tadan kaldırıldığında bile öğretilerinde bir
en büyük temsilcilerinden Wittgcnstein, açıklığın hemen baş göstereceğini bek-
kıta doğumlu, kıtada yaşayıp ölmüş bi- lemekten daha yanıltıa bir şey olamaz.
rer felsefecidir. Son çözümlemede, fel- Burada "güçlük" niteleci üzerine bir
sefi açıdan geçerliliği bir yana bırakıla parça eğilmenin yaran olabilir. Bir metin
cak olursa, söz konusu ayrım özdlikle ne zaman güçtür; bir metni okunması
il. Dünya Savaşı'ndan sonra coğrafi o- güç kılan tam olarak nedir? Bunun yanı
larak başka başka bölgelerde yapılan fel- unı vermenin hiç de öyle kolay olmadı
sefeyi anlatmaktan çok, birbirinden çok ğını düşünen günümüz kıta felsefecileri,
değişik sorulan, izlekleri, amaçlan, hep- bir metni arılaşılmaz diye bir kenara a- ·
sinden önemlisi de felsefe yapma bi- tanların tutumunun altında yatana bakıl
çemleri olan iki ayn felsefeyi belirtmek dığında, Çoğunluk kendi "anlama alış
için kullanılagelmektedir. kanlıkları"na yönelik bir başkalık, bir ta-
815 lata feJıefcsi
Sartre ile, Husserl'i Derrida ile değerlen rek daha bir saran "içerik'' ile "biçem"
dimıek kadar kuşkuludur. Üstüne üstlük ayrımının pek çok aynın gibi yersiz bir
bunlann hepsi de kendilerine özgü dü- aynm olduğu düşüncesi de doruğuna
şünüşleri olan felsefeciler olarak, çözüm- Derrida'da ulaşmıştır. Bu duruşuyla Der-
leyici geleneğin o tek, hepsi aynı soyun rida, bilgi savlanna yönelik toplu bir kuş
sopu olduğunu varsaydığı kıta felsefesi- kuculuk savunusu yapmak bir yana, fel-
nin birer üyesidirler. sefe biçeminin zihin bulandırmaktan öte
Kıta geleneği anlayışındaki taşlaşmış bir değeri olmayıp herkesçe anlaşılması
sorunlardan biri de çözümleyici fdsefe olanaklı olmayan bir gizem yumağı ola-
pemmial (başsız sonsuz) erdemleri olan rak dışlanması gerektiğini savunmuştur.
bdirginlik, kavramsal açıklık ve seçiklik, Bu bağlamda, Derrida'ya Cambridge Ü-
duruluk, söyleyiş yalınlığı, kesinlik gibi niversitesi'nce verilmesi düşünülen fahri
"olumlu" nitelikleriyle bilime yakın gö- doktora unvanı önerisine karşı çıkılmış;
rülürken, kıta felsefesinin özellikle yakın The Timelın 9 Mayıs 1992 tarihli baskı
dönem Fransız felsefesinin de eklemlen- sında Derrida'nın kişiliğinde bütün bir
mesiyle birlikte kurgusal metafiziğe, an- kıta felsefesi geleneğine karşı aralarında
lam bulanıklığına, kişinin kendi içgörüle- Barry Smith, David Armstrong, W. V.
rine dayanması nedeniyle sanata, edebi- Quine gibi adlann da bulunduğu önde
yata dahil edilmesidir. Bir felsefe biçemi gelen 19 çözümleyici felsefecinin onak-
kuşkusuz düşünsel alışverişe olanak ta- laşa kaleme alarak irnzaladıklan böyle bir
nıyan bir söyleme olanağıdır; öznelerara- dışlama mektubu yayımlanmıştır. Mektu-
sı bir iletişimi baştan olurlayan bir dil tü- bun ana düşüncesi, Derrida'run felsefe
rüdür. Çözümleyici fdsefenin kıta felse- doktoru olmak için gereken akademik
fesine temel karşı çıkışlarından biri de nitelikleri taşımadığını tanıtlamaktır. Ta-
kıta felsefecilerinin böylesi bir düşünsel nıtlama yapılırken anlamayı bulandırma,
alışveriş olanağını ortadan kaldıran, öz- karşılıklı iletişimi
bozma, felsefe kavram-
nelerarası iletişim ilkesini hiçe sayan söy- larını çarpıtma türünden çeşitli gerekçe-
leyişler uydurmaları, gündelik dilden ala- lerden yola çıkılarak Derrida'nın felsefe-
bildiğine uzaklaşmış yapıntı bir cilller ile ci olmadığı, onun felsefe yazılarının da
söylemler bütünü kuruyor olmalandır. felsefe olarak sayılamayacağı yönünde
Karmaşık terimbilgisi, dolambaçlı· söyle- çok keskin bir vargıya vanlmaktadır. Ö-
yişler ve anlaması güç usyürütmelerden zü itibariyle Derrida'ya yöneltilen eleşti
uzak durmak adına çözümleyici felsefe rilerin mantıkçı olgucu Rudolf Carnap'ın
yalınlığı, doğrudan söyleyişi, kolay anlaşı Heidegger'e yönelttiği eleştirilerden hiç
lırlığı kendisine erek edinmiştir. Kuşku de farklı olmadığını görünce, burada fel-
suz Bertrand Russell'ın etkisi burada da sefe olarak meşruluğu feshedilmek iste-
bdirleyicidir. Russell çözümleyici felse- nenin aslında bir bütün olarak Hegelrın
fenin genel çatısını kurmakla yetinmeyip soyundan olma diye görülen kıta felsefe-
genel anlamda geçerliliği benimsenmiş si olduğu açıktır.
yazma kurallanna ilişkin de önemli öl- Çözümleyici felsefe "sorun"larla, so-
çütler getirmiş; bu konuyu ''Nasıl Yazı run çerçeveleriyle düşünürken, kıta fel-
yorum" başlıklı bir yazısında derinleme- sefesinin "özel adlarla", filozoflann adla-
sine ele almıştır. rıyla anılan felsefeleri bağlamında düşü
Kıta felsefesi ile çözümleyici felsefe nüyor olması bir diğer çatışkı nedenidir.
arasındaki bu durum, Jacques Derrida' Birisi soru yönclirnli bir düşüı:iüşken ö-
nın YazJbilgisine Dair adlı yapıtındaki ol- bürü filozofların adlarıyla özdeşleşmiş fel-
dukça ses getirmiş bir savıyla, "Metnin sefelerinin düşünce sularında düşünme
dışında hiçbir şey yoktur" tümcesiyle ör- ye yönclirnlidir. Bu anlamda kıta felsefe-
ndclenebilir. Aynca kıta felsefesini gide- cileri için bu adlar birer düşünce bağıtı,
lata felsefesi 818
modernizınin bir uzantısı biçiminde tek başlı başına izi sürülecek bir felsefi araş
yetke olarak usu taruyan geleneğin içine tırma yolu iken Husserl, Heidegger, Ga-
bir altkol olarak yerleştirilebilmektedir. damer metinleri gene bir başka felsefi
Bu bağlamda Richard Rorty, çözümleyi- araştımıa yoludur. Kıta felsefesi diye ad-
ci felsefeyi kaşınmayan yerleri fazla kaşı landırılan, özgül felseti sorunlann farklı
yarak tahrişe yol açmakla suçlamıştır. anlamlara bürünerek dolaştığı koskoca
Bir çözümleyici çalışmasına "Doğru bir metin dağarcığıdır; metinlerle örül-
luk Kavramı Nedir?'', "Ben Sorunu", müş uçsuz bucaksız bir düşünme pati-
"Bir Etik Değerler Çözümlemesi" gibi kalan ağıdır. Bu anlamda, kıta felsefe-
başlıklar atarken, bir kıta felsefecisi "Hei- sinde sorunlar, kuruluş tarihleriyle, gök-
degger'in Doğruluk Anlayışı", "Descar- ten zembille inmiş "hazırlop" sorunların
tes'tan Levinas'a Ben Tasannu", "Niet- içine düştüğü tarihsel yanılsamaya karşı
zsche'de Değerlerin Yeni Baştan Değer özellikle korunaklıdırlar. Demek ki bu-
lendirilmesi: Soykütük İzlencesinin Gü- rada felsefecinin kendi uzmanlık alanını
nümüzdeki İçerimleri" başlıklarını atma- tarumlayışı, sahiplenişi, aidiyetini duyum-
yı daha doğru bulur. Bu durum kimile- sayışı, yetke diye bildiği atakültü felsefe-
rini, kıta fclse fecilerini belli kıta felsefe- cilerle ilintilidir. Bir çözümleyici felsefeci
cileri üstüne yorum yapmaktan öte bir Prege'yi, Russell'ı, Moore'u sırf uzmanlık
şey yapmayan, bu nedenle özgünlükleri alaruiıın atababası olarak alıntılarken, bir
bulunmayan araştırmaalar olarak değer lata felsefecisinin Hegel'i, Husserl'i, Sar-
lendirmeye götürmektedir. Oysa bu bü- ıre'ı alıntılamasının önemli bir anlamı
tünüyle yanlış bir anlayıştır; burada söz vardır. Bu onun farklı sorun çerçeveleri-
konusu olan belli sorunların düşünülme ni seçmesi demektir. Kısaca söylenecek
sinin dışlanması ya da özgün çözümler olursa, kıta felsefesi geleneği, çözümleyi-
getirilemeyişinin saklanması değil, sorun- ci felsefede oldukça işlevsel bir yeri bu-
lara metinler ile sorun çerçeveleri bağ lunan felsefe ile felsefe tarihi arasına ke-
lamında yaklaşılıyor olmasıdır. Bu tutum sin bir sırur çekmenin hiç de geçerli ol-
ancak başlı başına başka bir düşünme madığım düşünür ve buna kanıt olarak
kipine geçilerek anlaşılabilecek bir du- da felsefenin doğası gereği tarihsel oldu-
rumdur. Bu anlamda pek çok kıta felse- ğundan felsefe ile felsefe tarihinin bir
fecisi perrnnial (başsız sonsuz) felsefe so- bütün olduğunu, bu nedenle de birbirin-
runları olduğu düşüncesini artık doğru den kopartılamaz olduğunu gösterir. Bu-
bulmadığından, her felsefe sorununun nunla birlikte, tarih üstüne yapılan bu
bir tarihi bulunduğunu, ayn dönemlerde denli sert bir vurgunun felsefe bakırrun
yaşamış iki düşünürün görünüşte aynı dan tutucııluğa yol açacağı düşünülebilir.
sorunu ele almış gibi görünseler de as- Ancak kıta felsefecileri geleneğin getir-
lında aynı sorunu düşünmediklerini sa- dikleriyle olsun felsefe metinleriyie taşı
vunmaktadır. Bu anlamda felsefe tarihi nanlarla olsun eleştirel bir yüzleşmeden
bir sorunlar tarihi değil, sorunlann farklı geçmeye özen gösterirler (anlaşılacağı ü-
bağlamlarda farklı fılozoflar eliyle bam- zere kıta felsefecileri de eleştiri yapmak-
başka biçimlerde dillendirildiği bir me- tadırlar; üstelik can alıcı bir anlamı vardır
tinler tarihidir. Önceden verili sorular "eleştiri" sözcüğünün felsefe sözdağarla
yoktur, sorular önce kurulurlar; bu ne- nnda). Bu anlamda :XX. yüzyılın önde
denle özgün filozoflar yaptıklan, kur- gelen kıta felsefesi akımlarının hemen
dukları sorularla arulırlar. Metinler ara- hepsi öncelikle birer gelenek eleştirisidir.
sındaki ilişkiler bu anlamda kıta felsefe- Hemen tüm düşünce akımları, görüngü-
sinde ayn ayn düşünme öbeklenmeleri bilimden yorumbilgisine, varolu~çuluktan
doğurur. Sözgelimi Nietzsche, Heideg- yapısökücülüğe dek öncelikle gelinen ye-
ger, Levinas metinleri kıta felsefesi için re dair bir durum saptaması sunmuşlar;
kıta felsefesi 820
limsel olmamakla suçlanır. Oysa kıta fel- birlemesi nedeniyle bilime karşı duygusal,
sefecileri açısından bakıldığında buradaki romantik bir ne&et beslerlerken, insan-
"bilimsel olmama" belirlemesinin aslın cılık karşıdan insancılığın bu gelişmenin
da daha çok "bilimcilik karşıtlığı" olması baş sorumlulanndan biri olduğu gerçeği
gerekir. Kıta felsefecilerinin bilimcilik kar- ne parmak basarlar. Her iki konumda da
şıtı olmalannın ana nedenlerinden ikisi kimileyin geçmişe duyulan özlemin yan-
şunlardır. (i) doğa bilimlerinin yöntemle- Iı:ılan duyulur.
rinin felsefe için bir model oluşturama Bu anlamda kıta felsefesi "özgür-
yacağı, daha da önemlisi oluşturmaması lükçü sanatlar"a (liberal arts) ya da -tarih,
gerektiği gerçeği; (ıı) doğa bilimlerinin edebiyat, siyaset gibi- "Tinbilimleri"ne
dünyayı anlamada en önemli yolumuz (Gtis/ts1l!İsst11sd:Jtftt11) doğa bilimlerine (tta-
olmamasL Kıta felsefesinin temkinli yak- lllral stiences) olduğundan çok Lfaha ya-
laşılması gerektiğini düşündüğü bilimci- landır. Kıta felsefesinin söz konusu alan-
lik, çözümleyici felsefede yükselen bir lara olan yakınlığı yakın dönemlerde "di-
değer olarak, hem de kıta felsefesine kar- siplinlerarası çalışma" adıyla yeni bir iv-
şı bir üstünlük göstergesi olarak öne çı me kazanarak meyvesini vermiştir. Bu-
kartılmaktadır. Bu nedenle kıta felsefeci- nunla birlikte post-yapısalcılığın yüksek
lerine göre, çözümleyici felsefe bırakın sesle dile getirdiği temeldencilik eleşıiıisi
felsefenin eleştirel, kültürel ödevini kav- sonucunda "bilim" teriminin yalnızca do-
ramayı, Nietzsche'nin yoksayıcılık tanısı ğa bilimleri anlamına gelmediği, sağlam
koyduğu kokuşmuş bir bilimsel kültürle temeller arayışında olan yapısala dilbi-
suç ortaklığına girmiş, daha da kötüsü ~i lim, yapısalcı toplumbilim, Marxçı ku-
yaltaklanmaya vardırmıştır. Bu anlamda ram gibi pek çok akımın kullanımlarında
felsefi bilimcilik ya da H usserl'in deyi- görüldüğü üzere, "bilimsel soruşturma
şiyle nesnelcilik, bilimsel etkinliğin yü- nın dümen suyu"na girmiş ideolojik bir
rütüldüğü koşullara olanak tanıyan yaşam terim olduğu olurlanmıştır. Burada altı
diİ'!Jasmı göz ardı ederek, insanlann dün- çizilmesi gereken önemli bir nokta şu
yadan, nedensel doğa yasalarıyla nesne- dur: Bilim ile kurulan bu karşıoluş ilişkisi
leştirilmiş doğa alanından yabancılaşma ya da en azından bilimden eleştirel bir
lanna yol açmaktadır. Bilimciliğin eleşti uzaklıkta duruş, özellikle kıta felsefesinin
rilmesi, bilimsel araştırmanın sonuçlan- post-yapısala uzantısının XIX. yüzyıl
run gizemli bir insan varoluşunun bü- felsefesinin yazma geleneğindeki "biçem
türılüğü adına reddedilmesi ya da olum- özgürlüğü"nü sonuna dek götürmesine
suzlanması demek değildir. Bilim dünya- yol açmıştır. Çözümleyici fdsefede görü-
da olmaktalığımı.zın enson anlamı olma- len türdeş eşbiçimli yazıdağan yerine kıta
dığı gibi, dünyayı kavramamızın da biri- felsefesinde ayrışık çokbiçimli bir yazıda
cik yolu değildir. İlerlemeci bilim ideolo- ğanyla karşılaşılmaktadır. Bunun ardında
jisinin etkili eleştirilerinden birini ortaya yatan ana nedenlerden biri de söz sana-
koymuş olan Heidegger'in çözümleme- tının, sözbilimsel araçlann felsefenin hiç-
leri, kimileyin farklı vurgulamalar ekse- bir kesiminden atılamaz oldukları yönün-
ninde olsa da kıta felsefecileri arasında de getçekleşen retorik Iı:ınlmadır. Aynca
genelli.kle kabul görür. Bilim eleştirisi in- bkz. çözümleyici felsefe.
sancılıktan, Heidegger'in Sartre'ın "va-
roluşçuluk insancılıknr'' savına karşı ge- Kierkegaard, Seren Aabye (1813-1855)
liştirdiği
uslamlamayla birlikte Foucault' Düşünceleriyle varoluşçu felsefenin bi-
nun insancılık söyleminin önkabullerinc çimlenmesinde çok büyük bir yeri bulu-
yönelik aynntılı eleştirisiyle ivme kazana- nan Danimarkalı filozof, din düşünürü,
rak insancılık karşıtlığına dek götürülür. toplum eleştirmeni, yazınsal ironi ustası.
İnsancılık savunucuları, insan ruhunu ze- Yapıtlannın felsefenin geleneksel sınırla-
Kierkegaard, Seren Aabye 822
nru epey bir zorlaması, tannbilim, ruh- erkegaard'a göre Hıristiyan ülküsü çok
bilim, yazın eleştirisi, kurmaca yazın gibi daha anlamlıdır çünkü bireyin bütün va-
pek çok alanda da kendisinden sık sık roluşu bir yaratı olarak Tann tarafından
söz edilmesine yol açmışur. Kierkega- değerlendirilecektir. Kuşkusuz bir düşü
ard'ın bütün bu farklı söylem alanlannda nürün ortaya koyduğu yapıtlar onun va-
etkileri bulunan bir düşünce geliştirebil roluşunu değerlendirmede önemlidir. Ne
miş olmasının altında hiç kuşkusuz filo- var ki Kierkegaard açısından bu onun
zofun mevcut Hıristiyanlığın yozlaşmış bütün varoluşunu tüketmez; ancak belli
karakteri karşısında Hıristiyan inancının bir bölümüne karşılık gelir. Bu anlamda
baştan sona yenilenmesi gereğine duydu- Kierkegaard'ın düşüncelerinin hemen
ğu sarsılmaz inanç yatmaktadır. Bu an- her yerinde yaşamında başından geçen
lamda öteki alanlara yaptığı katkılar bir olaylann izleriyle karşılaşmak olanaklı
yana, Kierkegaard özı,>iin düşünceleriyle dır. Bu anlamda annesiyle, babasıyla, u-
hem din felsefesinin hem de tannbilimin zatmalı nişanlısı Rcgine Olscn ile yaşa
geleceğine yaşamsal değerde katkılarda dıklan Kierkegaard'ın felsefesinde hep
bulunmuştur. Varoluşçuluğun en önemli başköşededir.
kuruculanndan biri olarak gösterilen Ki- Kierkcgaard'ın pek çok yapıandaki
erkegaard, dönemin yükselen değerleri temel sorunsal, mevcut Hıristiyanlık du-
Hegelcilik ile Alman Romantizmi'ne yö- rumu içerisinde nasıl Hıristiyan oluna-
nelttiği eleştirilerle, modernizmin gelişi cağıdır. İyi eğitim ıılmış bir kimse için
mine ı,>ctirdiği açımlamalarla, deneysel i- bu sorunun yanıtı çok daha güçtür; çün-
çerikli yazın denemeleriyle, kutsal kitap- kü varolan eğitim ve kültür kurumlan
taki bctilerc getirdiği canlı betimlemeler- bireylere kendilerine özgü kimliklerini
le, dönemin Danimarka Kilisesi'ni ağır keşfetme olanağı tanımaktan çok onları
bir dille yeren yazılanyla, gerçek Hıristi sürünün tektip kişileri olarak yeniden ü-
yan inancını çözümleyip yeniden canlan- retmektedir. Kierkegaard'ın gözünde bu
dırma çabasıyla ve felsefe sorunlannın sorun Danimarka'run feodal toplumdan
bambaşka bir gözle görülmelerine ola- kapitalist topluma çok hızlı bir biçimde
nak sağlayan yaratuğı yeni kavramlarla geçmesinin doğal bir sonucudur. Kier-
da bir () denli önemlidir. kegaard'a ·göre böyle bir toplumsal bağ
Kierkegaard'ın düşüncelerinin, pek lamda kişinin kim ise o olmasının önün-
çok başka filozofla karşılaşunldığında, de iki büyük enı,rel vardır. Bunlardan ilki
daha ilk bakışta yaşamıyla daha bir ya- varolan toplumsal kimliklerin olağandışı
kından ilintili olduğu görülür. Nitekim derecede akışkan olmalarıyken, ikincisi
Hegelciliğe yönelttiği eleştirilerin kayna- kişileri baştan normalleştiren, düzmece
ğında da Hegel'in geliştirdiği duşünce bireyler üretme üzerine kurulmuş ku-
dizgesinin, bu dizgenin büyüsüne kapı rumlann varlığıdır. Böyle bir toplumsal
lan izleyicilerini yaşamın kendisinden bağlamda yaşanan bu derin sorunsal
bütünüyle uzaklaştınyor olması vardır. karşısında Kierkegaard, tektip kimlikler
Varoluşçu denebilecek bu eleştirinin, a- üretmeyecek bir iletişim biçimi oluştur
çımlandığında, bir filozofun yaşamı ile manın ne denli gerekli olduğu düşünce
düşünceleri nasıl birbiriyle çelişebilir so- sinden yola koyulmuştur. Bunun için ki-
rusunun iine çıkarılmasından oluştuğu şilerin kendi iiz kaynaklarına geri döne-
görülür. Kicrkegaard bu bağlamda eleş bilecekleri, kendi varoluş seçimleri için
tirisinin yapısını, büyük ölçüde "filozof- sorumluluk üstlenebilecekleri, kendileri-
ları ortaya koydukları düşünsel yaratılarla ne dayatılan toplumsal kimlikler dışında
değil yaşamlarıyla değerlendirmek gere- gerçekten kendileri olabilecekleri çok ö-
kir" yollu Eski Yunan savsözü üstüne zel bir retorik geliştirmiştir. Bu retoriği
kurmuştur. Bu açıdan bakıldığında, Ki- geliştirirken Kierkegaard, baştan sorgu-
823 Kierkegaard, Serer:. Aabye
!anmaksızın doğru diye görülerek gele- karma eyleminin kendisinden çok baş
neksel kültür yoluyla caşınan bilgi savla- tan çıkarma olanağını tasarlayıp bir dü-
rına karşı önü alınamaz bir ironi ile sa- zen uyarınca uygulamaktan duyusal haz
vaşan Sokrates 'ten çok büyük esinler al- alan kimse olarak "estet" karakteri en
mıştır. Nitekim Sokrates'e Aralıksız Giin- olgun biçimine kavuşur. Estet'in yaşam
dtr111eferle İroni Kawamı Üztrine başlığını daki temel amaa insanları ve durumları
taşıyan 1841 carihli doktora tezinde Ki- güdümleyip yönlendirerek bunun do-
erkegaard, Sokrates'in ironiyi söyleştiği ğurduğu etkileri kendi dikizci zihniyle
kimselerin kendi öznelliklerini yine ken- seyredip haz almaktır. Kierkegaard'a gö-
dilerinin doğumıalannı kolaylaştırmak i- re, estetik bakış gündelik yaşamın sıra
çin kullandığını savlamaktadır. Böylelik- danlığını hangi araçla olursa olsun şiir
le Sokrates yönelttiği ironi dolu soru- sclleştirme yetisi taşıyan bir bakıştır. Dü-
larla konuştuğu kimseleri bildiklerini san- şünümcü estet, kimileyin salt belli bö-
dıkları kanıları bırakıp kendileri için dü- lümlerini okurken geliştirdiği oyunlarla
şünmeye başlamaya, kendi bilgi savlan- sıkıcı bir kitabı ilginç kılabilir, kimileyin
nın sorumluluğunu almaya özendirmiş- de karşı tarafın sıkıcılığını onu kızdıra
tir. rak, sonra da karşısına geçip kızdırma
Kierkegaard yazılarında "ironi", "pa- sının ondaki etkilerini seyrederek keyifli
rodi", "taşlama" gibi yazınsal teknikler hale getirebilir. Bu anlamda estet kur-
yoluyla yerleşik bilgi ve değer kalıplarını nazca oyunlar tasarlayarak, ironiler ge-
kırmaya çalışır. Kierkegaard'ın düşünce liştirerek, kendi imgelemiyle dünyayı
sinin temelinde kendi içinde diyalektik kendi imgesine göre yeniden yaratma
bir sıra izleyen üç aşamalı bir varoluş becerisi olan kimsedir. Bütün bunlan
anlayışı yatmaktadır. Bunlardan ilki "es- yaparken, estet'in yaşamının başlıca gü-
tetik aşama", ikincisi "etik aşama" ve en düleniıni sıkıcı olanı ilginç kılmaktır. Bu
sonda yer alan da "dinsel aşama"dır. Bu tür bir estetizm anlayışına ilk bakışta so-
üç aşamadan her birinin aynı zamanda rumluluk almakcan kaçmayı özendiren
' estetik", "etik" ve "din" olmak üzere
1
bir anlayış ya da geı:çeklikle fantezileri
Kierkegaard felsefesinin üç ayrı bölü- karıştıran yanılsama üstüne kurulu bir
münü oluşturduğu söylenebilir. yaşam biçimi olarak etik konumdan bir-
"Estetik varoluş aşaması"nın en be- takım eleştiriler yöneltmek olanaklı gibi
lirleyici özellikleri duyu deneyine dalma, görünse de Kierkegaard etik ya da din-
gerçeklik yerine olanaklılığın yeğlenme sel aşamalar adına estetik aşamayı bütü-
si, bölük pörçük bir öznenin yaşadığı nüyle ortadan kaldırmayı asla düşünme
lıölük pörçük deneyimler, ironi ile kuş miştir. Nitekim Kierkegaard estetik ile
kuculuğun yoksayıa kullanımı ve elden etik aşamalar arasındaki diyalektiğimsi
geldiğince cansıkıntısından kaçıştır. Ki- ilişkiyi bir bireşimle dinsel aşamada bir-
erkegaard'ın başyapıtı sayılan Ya/Ya Da: birlerine ustalıkla kaynaştırmaktadır.
Yaşamdan Bir Ke.ıifin (Enten-Ellcr: Et Varoluşun ikinci aşamasına karşılık
Livs Fragment, 1843) ilk cildinde estetik gelen "etik varoluş aşaması" ile anlatıl
aşamayı simgeleyen "estet" karakteri, i- mak isteneni kavramaya Kierkegaard i-
ronik bir yolla Alınan romantizminin çin etik teriminin tek bir anlama gelme-
resmini çizdiği gibi Don Juan'dan Ahas- diği belirtilerek başlanabilir. Bu anlamda
verus'a (Serseri Yahudı), ondan da Fa- etiğin Kierkegaard'a göre. iki ayn anlamı
ust'a değin tarihin çeşitli karakterlerine söz konusudur: (i) daha yüksek bir aşa
açık göndermelerde bulunmaktadır. Söz ma olan "dinsel aşama" ile sınırlandırıl
konusu yapıtın "Baştan Çıkarıcının Gün- mış varoluş aşaması; (ıı) dinsel bir ya-
lüğü" ("Forforens Dagbog') başlığını ta- şam sürdürülürken dahi edinilmesi ola-
şıyan en son bölümcesinde, baştan çı- naklı bir yaşam görüşü. İlk anlamıyla
Kierkegaard, Seren Aabye 824
etik daha çok "evrensel" olduğu düşü dogmalarını peşinen kabullenen bir sürü
nülen dcğctlere, daha açık söylenirse inanışı değildir. Böyle bir inanış her za-
toplumsal normlara karşılık gelmekte- man için kişinin öznel tutkusuyla ilgili
dir. Buna göre toplumsal normlar insan bir yaşam biçimi gerektirdiğinden Truın
eylemlerini yargılamak için başvurulan adına bile olsa araya ne bir dünyevi ku-
en üst makamdır. Nitekim Agarncnnon rumun ne de bir başka öznenin girme-
da sırf Yunan törelerini yerine getirmek sine izin vardır. İnanç Kierkegaard için
amacıyla kızını tannlara kurban etmiştir. insanın mutlaka gerçekleştirmesi gere-
Kierkegaaıd'ın İbrahim ile İshak'ın öy- ken bir varoluş ödevidir; çünkü ancak
küsünü diyalektik lirik bir dille yeniden inanç temelinde bireyin tam anlamıyla
yazdığı Korks ile Titrıme (Frygt og Bae- kendisi olarak yaşayabilmesi olanaklıdır.
ven: Dialektisk Lyıik af J ohannes de Böyle bir kendilik Tann'nın sonsuzluk
Silentio, 1843) de özünde aynı konuyu olarak değerlendireceği bir yaşam yapı
işlemektedir. Ancak yapıtın temel amacı tıdır; çünkü en büyük yapıt kayıtsız şart
İbrahim 'in canı gibi sevdiği oğlu İshak'ı sız inanç üzerine kurulmuş yaşamdır.
toplumsal normlar öyle dediği için değil Bu nedenle Kierkegaard'ın gözünde, bi-
Tanrı'nın buyruğu gereği kurban etmek reyi altından kalkılması son derece güç
zorunda oluşunun wutlanmasıdır. An- bir sorumluluk beklemektedir. Bengisel
cak Kierkegaard'a göre dinsel buyrukla anlamda kurtulmayı da köle kalmaya de-
karşılaşmak için kişinin öncelikle etik vam etmeyi de alacağı kararlarla, yapa-
buyruklarla yüzleşmesi zorunludur. Ki- cağı varoluşsal seçimlerle belirleyecek o-
şinin imgelemle, olanaklarla, duyularla lan insanın kendisinden başkası değildir.
biçimlenen estet yaşam biçiminin dışına Bu son derece ağır varoluş sorumluluğu
çıkabilmesi için bir bağıtta bulunması karşısında, özellikle varoluş seçimleri ön-
gerekmektedir. Estct'in etik olanı seç- cesinde bireyi kuşatan en derin duygu
mesi zorunludur bu bağıtın kurulabil- "kaygı" dır (angesı). Kierkegaaıd için kay-
mesi için. Kierkegaard'ın dinsel bakışa gı gibi temel bir insanlık duygusu iki
çısına göre iyi ile kötü arasındaki ayrım yönlü bir duygudur: İlk yönünü kişinin
toplumsal normlar üzerine değil, bütü- bengiselliği yaşamasından duyduğu kay-
nüyle taru:ı üzerine kuruludur. Ancak yi- gı oluştururken, ikinci yönünü kişinin
ne de, Johannes de Silcntio'nun İbra kendi özgürlüğünü seçiyor olmasından
him'in durumu için ileri sürdüğü gibi, duyduğu kaygı biçimlendirmektedir. Va-
Tanrı toplumsal normlar uyarınca bir roluş seçimi zaman ile sonsuzluğun ke-
etik bağıt talep ediyor düşüncesiyle etik sif tiği anda meydana gelir; birey zamana
aşamada kalarak yaşamak da olanaklıdır. konu bir seçimde bulunarak sonsuzluğa
Bu Kierkegaaıd'ın anlayışında etiğin ta- geçmiş olur. Buna karşı inanç seçimi
şıdığı ikinci anlama karşılık gelmektedir. tam olarak bu biçimde gerçekleşmez. İ
"Dinsel varoluş aşaması"na gelince, nanan sürekli olurlanarak yenilenmesi,
Kicrkegaard her şeyden önce kendisini Kierkegaard'ın deyişiyle "yinelenmesi", i-
bir din ozanı olarak tanımlamıştır. Ya- nanca özel bir seçim yordamıdır. Kişi
pıtlanyhi temelde gerçekleştirmeye çalış nin kendi olmaktalığı tam olarak bu yi-
tığı okurlarının Hıristiyan dininin gerçek nelemeye dayalıdır ama kişi bu yinele-
özüne dönmelerini sağlamaktır. Dönül- meden güçlü çıkmıyorsa kenc:liliğini çö-
mesini istediği Hıristiyanlık türü, günah, kertecek bir umutsuzluk içinde bulacak-
suç, acılara katlanma, bireysel sorumlu- tır kendisini. Bu güçsüzlük durumuna
luk gibi ağır değerlerin ya da bedellerin düşmemek için kişinin sürekli olarak i-
sonuna dek yaşanmasından geçmekte- nananı yenileyerek güç toplaması ge-
dir. Bu aıılamda sahici Hıristiyan inanışı rekmektedir. Bu açıdan bakıldığında, Ki-
Kierkegaard'a göre kesinlikle Kilise'nin erkegaard'a göre kişinin kendiliği ile Tan-
825 Kicrkegaard, Ssreıı Aabyc
düşünür olarak değerinin farkına ancak sefe, mantık, ruhbilim, metafizik, müzik
ölümünden sonra vanlabilmiştir. Kier- ve diğer sanatlarla ilgilenen Kindi, ma-
kegaard'ın toplumsal gerçekçiliği, yaşa tematikte modem aritmetiğin temellerini
nan sorunlara ilişkin derin ruhbilimsel oluşturan değişik matematik dizgeleri
ve felsefi çözümlemeleri, bu sorunların üzerinde çalışmış; kimyada simyaya karşı
nedenlerine ve çözümlerine yönelik sap- çıkarak metallerin başka metallere dö-
tamaları ilerleyen yıllarla birlikte kendi- nüştürülemeyeceğini savunmuş; fizikte
sini çeşitli düşünürlerin yapıtlarında a- ise optik üzerine çalışarak bu konuda bir
çıklıkla duyuracaktır. Sözgelimi Kierke- de kitap yazrnışur. Bu yapıtı sonradan
gaard'ın yazılannın Almanca'ya çevril- · Bacan gibi birçok Batılı bilirnadamına da
mesiyle birlikte Hcidegger'in başyapıtı esin kaynağı olmuş; Kindi'nin bilim ve
ı-arlık ile Zaman'ı yazarken Kierkega- felsefeye yaptığı katkılar ortaçağda ve
ard'ın büyük ölçüde etkisi aluna girdiği sonrasında bilimin dirilişinde önemli rol
açıkur -her ne kadar Heidegger onun oynamış ur.
içiçe geçmiş olmasıdır. Nitekim Kinikler lar C. 1. Lewis'in 191 S'de yayımlanıruş
de bu geleneği klasik Yunan uygarlığının S111ı!J of Symbalic Logic (Sembolik Mantık
kalıtsal inançlarına ve uygulamalarına kar- İncelemesi) adlı kitabıyla başlar. Lewis,
şı durmak için başlaımışur. birinci olarak, sonradan S3 denecek olan
Bir yandan kendine yeterlik (*aNlarh- bir kipler hesabı kurar, ikinci olarak da,
ia), ruhu ve bedeni en çetin koşullarda yine sonradan S2 denecek başka bir kip-
yaşamaya hazırlama (arw.r), bir yandan ler hesabı kurar.
da konuşma özgürlüğü (parrht.ria) ve ey- Kipler mantığında doğru önermeler,
leme özgürlüğü (ele11thtria) türünden kav- i) doğru olan; ii) doğru olması zorunlu
ramları yücelten yeni bir ahlak anlayışı olan (ya da yanlış olamaz) diye ikiye ay-
öneren Kinikler, bu ahlakın önündeki en nlır. Yanlış önermeler de yine, i) yanlış
büyük engellerin, insan doğasına ihanet olan; iı) yanlış olması zorunlu olan (ya da
eden mevcut yönetim biçimleri ile insa- doğru olamaz) diye ikiye ayrılır. Doğru
nın mutlu olmasının önüne set çeken olması zorunlu olan önermeye zorunlu
geleneksel kültür olduğunu öne sürer. doğru bir önerme ya da zorunlu doğru
Kinikler'e göre, bilge kişi kendini lasıtla ya da yalnızca zorunlu önerme denir.
yacak bu türden şeylere yüz çevirir; bilge Yanlış olması zorunlu olan önermeye o-
kişinin mutluluğu genel koşullardan ba- lanaksız önerme denir. Ne zorunlu ne o-
ğımsız olmaktan, gündelik yaşamın hay- lanaksız olan önermeye de rastlantısal
huyuna kapılrnamaktan geçer. Bu neden- (rot1tingenl) önerme denir. Kimi rastlantı
le Kinikler evlilik, aile, vatan ve yurttaş sal önermeler zorunlu kimileri de yanlış
lık gibi toplumsallık içeren kavramlara ur. Bir önerme olanaksız değilse bunun
aldırış etmezler. Bu bağlamda, bireyin ö- olanaklı olduğu söylenecektir.
nemini vurgulamak üzere "evren yurtta- Zorunluluk, olanaksızlık, rastlanusal-
şı" ya da "dünya vatandaşı" olmaktan lık, olanaklılık ... Bu dördü birbiriyle iliş
söz açarak, "*evrendeşçilik"in de altyapı kilidir. Bunlardan herhangi üçü dördün-
sını kurmuşlardır. cüyle açıklanabilir. Bir p önermesinin
Kinikler Okulu'nun Antisthenes ile doğruluğu zorunludur demek, p'nin yan-
Diogenes (Sinoplu) dışındaki en önemli lış olması olanaksızdır demektir. p öner-
temsilcisi Krates'tir (fhebeslı); diğer öne mesi olanaklıdır (olanaklı doğrudur) de-
çıkan Kinikler arasında ise Menippos, mek p'nin yanlış olması zorunlu bir doğ
Teles ve Bion (Borystheneslı) sayılabilir. ruluk değildir demektir.
Ayrıca bkz. Antisthenes; Diogenes (Si- Zorunluluk ile olanaklılık arasındaki
noplu); çilecilik; Sokratesçi Okullar. ilişki şöyledir: Lp .. ...,M...,p; Mp = -L...,p;
bu iki~i geçerlidir.
kipler mantığı [İng. moda/ logic; Fr. /t;- Kipler mantığının başlıca kuralları
giq11e modale, Alm. moda5taetenlogik] Gele- şunlardır:
neksel mantığm bildiri kipinde dile ge- 1. -ıDp a 0-ıp
hazcılığı) (İng. Cyrenaics; Fr. Cyrinaisme; olanı, enhoş olanı isteyeceğinden, du-
Alm. Kymıaiker; es. t. Kayreuiniyye] İlkçağ yumlarını olumlu anlamda en çok etkile-
Yunan felsefesinde Kireneli Aristippos' yecek şeyi, "haz duygusu"nu erek edinir
un öncülük ettiği; yaşamın anlamını haz- kendine. Sokrates'in insan davranışının
da bularak insanın tüm yapıp etmelerinin başlıca amacının mutluluğa ulaşmak ol-
biricik ereğinin haz olduğunu öne süren; duğu yollu .görüşü, Kirenelilerin elinde
haz veren her şeyin iyi, acı veren her şe yaşamın biricik ereğinin haz olduğu dü-
yin ise kötü olduğunu, bu ikisi dışında şüncesine dönüşür: Mutluluğa varmanın
kalan hiçbir şeye aldırış etmememiz ge- yolu, bir yandan haz veren· duyı,'Uların
rektiğini savunan Sokratesçi okul. üzerine yoğunlaşırken, onların üretimini
Sokrates'in ölümünden sonra ortava en çoğa çıkarmak için uğraşırken, bir
çıkan diğer Sokratesçi okullar gibi Ki;e- yandan da acı veren duyı,'Ulardan kaçın
ne Okulu da Sokrates'in bilgi, erdem ve maktan geçer.
mutluluk üzerine kurulmuş öğretisini Sokrates'ten etkilenen ya da Sokra-
kendi düşünceleri doğrultusunda kullan- tesçi öğretiden filizlenen her felsefe akı
mıştır. Sokrates 'in bilgiyle ulaşılmış erde- mı gibi Kirene Okulu da felsefenin işinin
min insanı yaşamın biricik amacı olan insanın mutluluğunun özünün ne(re)de
mutluluğa, "en üstün iyi"ye taşıyacağı yattığını bulup çıkarmak olduğunu dü-
şeklindeki görüşünü Sofıstler'in göreci şünür. Dolayısıyla insanı mutlu kılacak,
bilgikuramıyla, özellikle de Protagoras'ın erdem üstüne kurulu iyi bir yaşamın na-
duyumculuğuyla birleştiren Kireneliler, sıl olması gerektiğini bize söyleyecek o-
kendilerine özgü bir hazcılık öğretisi ge- lan da ahlak felsefesidir. Bu nedenle Ki-
liştirmişlerdir. Protagoras'ın bütün bilgi- reneliler, "doğru yaşama" üzerine söyle-
lerin göreli olduğunu öne süren öğreti yecek pek bir sözü olmayan doğa felse-
sinden yola çıkan Kireneliler, "doğru" fesi, matematik ya da mantık üzerine yo-
denilen şeyin yalnızca bize "doğru görü- ğunlaşmayı pek anlamlı bulmazlar. Bilgi-
nen" şey olduğunu, şeylerin kendilerinde nin ne olduğu üzerine öğretiyi ya da bil-
ne olduğunu ya da başkalarına nasıl gö- gikuramsal uğraşıyı da ahlak öğretilerine
ründüğünü bilemeyeceğimizi savunur yaptığı katkı açısından değerlendirirler;
(öznelcilik); bilebileceğimiz ya da bize başka bir deyişle, bilgikuramları onlar i-
kalan tek şey, şeylerin üzerimizde yarat- çin yalnızca ahlak öğretilerini temellen-
tığı izlenimler ya da bize duyumsattıkla dirmek açısından bir önem taşır. Bu bağ
ndır (duyumculuk): İnsan denilen varlık, lamda Kirenelilerin benimsediği öznelci-
duyumlannın ötesine geçemeyen, duyum- duyumcu-göreci bilgikuramı onlann ah-
larının bilgisiyle sınırlanmış bir varlıktır. lak öğretilerine de yansımıştır. Sözgelimi,
Ki rene (>kulu, algılarımız aracılığıyla olu- bu türden bir bilgikurarnına bağlanma
şan duyumlarımızla algıladığımız şeyi ya ları Kirenelilerin hazlar arasında nitelik-
da bizim dışımızda duran nesnenin ken- sel açıdan ayrıma gitmelerinin önünü
disini ayırıp, nesneler üzerine bilgi edin- kesmiş; onları anlık hazların önemini aşı
meye çalışmanın boşunalığını vurgular. n vurgulamaya yöneltmiştir. Epikuros'
Kuşkucu öğeler barındıran bu öznelci un niteliğe önem veren, uzun soluklu
bilgikuramını ahlak öğretilerini temellen- hazzı yeğleyen hazcılığının tersine, Kire-
dirmek için kullanan Kireneliler, "du- ne Okulu hazda sürekliliği yadsımış;
yum"u insanın eylemleri için de bir ölçüt "iyi" ile hazzı bir tutarak, her hazzın bir
olarak alabileceğimizi; kendi öznel du- haz olmasından ötürü iyi olduğunu, haz-
yumlarımızın -yalnızca bunları bilebildi- lar arasında bir ayrıma gitmenin anlam-
ğimize göre- tüm yapıp etmelerimizin a- sız olduğunu, eğer gidilecekse de bunun
macını belirlediğini öne sürerler. Kirene- nitelik açısından değil, yoğunluk açısın
lilere göre her insan da kendisi için en iyi dan ya da ortaya çıkan hazzın şiddeti
831 koan
açısından olması gerektiğini öne sürmüş klasik felsefe [İng. tlatıi&ai pbilosophy; Fr.
tür. Bir başka deyişle, Kireneliler anlık pbilosophie dat1iq11e-, Alm. klatıisme phi/tJso-
hazlan yüceltmelerinden ötürü maddi phie) bkz. ilkçağ felsefesi; felsefe.
(tensel) hazlara manevi (tinsel) hazlardan
daha fazla değer verirler. Bu yüzden, bu klasikçilik [İng. rlatıidsnr, Fr. çfattimflle-,
öğretiyi diğer hazcı öğretilerden, özellik- Alm. /elasıizjmt11ij XVII. yüzyılda Fransa'
le de Epikuros'un sürekliliği öne çıkaran da, ağırlıklı olarak XIV. Louis'nin salta-
nitelikçi hazcılığından ayn tutmak için, nat sürdüğü dönemde ortaya çıkan; An-
Kirene Okulu'nun genci öğretisine "Ki- tikçağ'ın yazın ve sanat arılayışından e-
rene hazcılığı" ya da "duyumcu hazalık" sinlenerek arılatımda açıklık ile duruluğu
da denir. Sonuç olarak Kireneliler yaşam savunan; "bileşim"de (kompozisyon) o-
boyu sürecek bir hazzın peşine düşmez rantıyı ve ölçülülüğü vurgulayan; ahlaki
ler; onlann ardına düştükleri tek tek haz- ve ruhsal çözümlemede inceliği, doğallığı
lardır. ve gerçeğe benzerliği ilke edinen yazın
Bir eylemin ahlaki açıdan uygun olup ve sanat anlayışı.
olmadığına karar vermenin, o eylemi yar- Felsefede, özellikle de estetik ya da
gılamanın biricik ölçütü olarak eyleyenin sanat felsefesinde, bir gelenek ve yakla-
hazzını alan Kirene Okulu'nun kurucusu şım olarak klasikçilik terimi, geçmişin
Aristippos'un öğretisini yayma çabasında uygulamalarına dile getirilen hayranlığı,
en büyük yardımcıları kızı Arete ("Er- eskilerin deneyimlerine yapılan aşın vur-
dem") ile torunu "Genç" Aristippos ol- guyu betimlemek için kullanılır. Eski
muştur. Okulun öne çıkan sonraki tem- Yunan ve Roma çağının dil anlayışından
silcileri arasında ise Hegesias, Annikeris başlayarak hemen her şeyini yücelten
ve Theodoros sayılabilir. Aristippos'un klasikçilik, eskilerin yaşanacak ne varsa
özgün Kirenc hazalığı, bu sonraki dü- yaşadıklarını, her şeyi anlaclıklanru, söy-
şünürler döneminde Epikuros'un düşün lenecek her ne varsa söylediklerini düşü
celerinin etkisi altında kimi önemli deği nür. Bu varsayımla yola koyulan klasik-
şi.kliklere uğramıştır. çilik, ancak duyguların akıl yoluyla diz-
Sokrates'in felsefesini bir erdem öğ ginlendiği, uyum, düzen, duruluk ve öl-
retisi olarak düşünecek olursak, Sokra- çülülük gibi klasik niteliklerin öne çıktığı
tesçi Okullar'dan ilcisi olan Kinikler O- bir sanat arılayışıyla sanat yapıtında yet-
kulu ile Kirene Okulu, aynı kökten çok kinliğe ulaşılabileceğini; "mutlak güzel"
farklı iki erdem arılayışı; aynı ereğe ulaş in varlığına duyulan inancın ancak bu
mak istemelerine karşın, birbirlerinin şekilde pekiştirilebileceğini savunur.
tam zıttı iki ayn ahlak felsefesi ortaya
koymuşlardır. Kiniklerin insanı yaşamla Klitomakhos bkz. Yeni Akademi.
ilgili her türlü konuda özveriye çağıran,
bir tür Nirvana'ya ulaşmak adına ondan koan (Jap.) [Çin. kung-an] Özellikle Rin-
"kendisini aşmasını" talep eden katı er- zai Zen'de kullanılmış bir tür özel soru
dem öğretisinin karşısında, Kirenelilerin ya da bilmece öbeğini; bir tür meditas-
insanı dünya nimetlerinden elden geldi- yon temrinini anlatan kavram. Koan, mah-
ğince pay almaya davet eden, yaşamın kemelerdeki dava kayıtlarını ya da hü-
tadını çıkarmaya kışkırtan "yararcı" er- kümleri anlatan Çince /eımg-an sözcüğü
dem öğretisi yer alır. Ayrıca bkz. Aris- nün Jaroııcasıdır. Koanlann amacı man-
rippos; Sokratesçi Okullar; erik. tığı felce uğratarak gerçeğin doğrudan
anlaşılmasına olanak sağlamakur. Soto
kişi(sel)cilik (İng. pmonaliS11r, Fr. pmon- Zcn'de de kullanılmışlardır ama bu Zen'
na/iıme-, Alrn. perıona/iı11111ij bkz. Mou- de pek temel bir önemleri yoktur.
nier, Emmanuel. Koanlar Zen ustalanrun kayıtlara geç-
Koinai einai 832
miş deyişleridir. Koanlan kullanmak, ay- delik bilinç koan üzerine düşünürken e-
dınlanmaya (Zen Buddhacılığı'ndaki a- rir; "ben" varlığını yitirir, geriye bir tek
dıyla satoriye) ulaşmak isteyenlerin çaba- koan kalır. Bu durum bir süre devam e-
larını kolaylaştırır. Kaanlar aynca aydın der. Talip tümüyle hazırsa bunun ardın
lanmaya ilişkin savlann sınanabileceği öl- dan aydınlanma, satori gelir. Olasılıkla
çütler sunarak Zen'e birtakım sapmala- birkaç yıl sürecek kapsamlı bir koan tem-
rın karışmasını önlerler. rini izlenmeden satori olmaz. Başansız
Koan uyb>ulaması, Zen'i iki yozlaşma olmamak için sürekli bir çaba gerekir.
tehlikesinden korusun diye M.S. X. ile Bu, cesaret isteyen bir iştir. Çünkü alıştı
xı. yüzyıllarda geliştirilmiştir. Zen'in içe- ğımız uslamlamalı düşünme biçiminin
risine düşeceği düşünülen yozlaşmalar koan temrinleriyle kırılmaya çalışılması
dan biri salt mantıksal tartışmalar, diğeri pek hoş bir deneyim olmayabilir. Hakuin
de salt suskunluktur. Koan uygulaması sı Ekaku uslamlamayı kırmayı "Büyük Ö-
rasında usta talibin ne kadar hazır oldu- lüm" olarak adlandınr. Kişinin tüm kud-
ğuna bakıp çözsün diye talibe hazır olma retini yok eden bu çabayı değerli kılan,
düzeyine uygun güçlükte koanlar verir. ardından gelen satoridir. Satori kişiye
Talip tüm gücünü bu koanlan çözmeye mutlak bir dinginlik, mutlak bir korku-
verir. Ne ki, koanlann ussal olarak çözü- suzluk, mutlak bir mutluluk verir. Aynca
lemez oluşu, insan usuna olabilecek en. bkz. Hakuin Ekaku; Japon feİsefesi;
yüksek gerilimi yaşatır. Talip ya çökün- Zen Buddhacıhğı.
tüye uğrar ya da sınırların ötesine geçer.
Sınırlann ötesine geçtiğinde de satoriye koinai einai (Yun.) İlkçağ Yunan felse-
ulaşır. Usta, bu soru-yanıt ya da mondo fesinde özellikle Platon'dan itibaren tüm
oturumlarıyla talibin satoriye ne kadar insanlarda ortak bir biçimde doğıqtan var
yakın olduğunu da kestirebilir. olduğu düşünülen iyilik/kötülük ya da
Doğu felsefe tarihlerinde genellikle güzellik/çirkinlik türünden kavram ya da
verilen iki koan örneği vardır. Bunlardan düşünceleri ifade etmek için kullanılan
biri Tang Dönemi sonlarında yaşayan terim: "ortak (var)olanlar".
Zen ustası Joshu Jushin diye bilinen
Chao'chou Ts'ung-shen'in (778-897) koa· koinonia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
nıdır. Verilen yanıttan ötürü mu koanı o- sinde Platon'un duyulur şeylerle formla-
larak bilinir. Bir keşiş, büyük bir ciddi- nn ilişkisini, dolayısıyla da formlann kar-
yetle, Çinli Zen ustası Joshu'ya "bir kö- şılıklı bağıntısını ya da ilişkisini açıklar
peğin 'Buddha doğası' olur mu?" (bkz. ken kullandığı "birleşim" anlamına gelen
T'ien-T'ai) diye sorar. Joshu yanıtlar: terim. Aristotclcs'te ise koinonia "birara
"mu" (hiçbir şey). Bu soruyu düşünürken da olma"ya karşılık gelir.
us tüm niyetlerinden, amaçlarından sıy
rılmış; geriye bir tek mu kalmıştır. Kojeve, Alexandre (1902-1968) 1933
Diğer koan örneği de şudur: Talibe ile 1939 yıllan arasında verdiği seminer-
sorulur; "tek elin sesi nedir? Eller birbi- lerde geliştirdiği kapsamlı, bir o kadar da
rine vurulduğunda ses çıkar; tek el kaldı olağandışı "Hegel okuması"yla tanınan,
rıldığında ne ses vardır ne de koku ... Bu Rusya doğumlu olmakla birlikte daha
kulağın asla duyamayacağı bir şeydir." çok Almanya ile Fransa'da yaşaması ne-
İmdi, kavramsal olarak düşünüldü deniyle yan Alman yan Fransız olarak
ğünde ya da mantık çerçevesinde ele a- değerlendirilen Hegelci felsefeci. Kojev-
lındığında bu koanlann yanıtı yoktur. Ko· nikof doğumlu olan Kojeve 18 yaşınday
anlann amacı ussal düşünmeyi kanştınp ken Moskova'dan ayrılarak yaklaşık on
tükenmesine yol açmaknr. Ancak bu yolla yıl boyunca Berlin ile Heidelberg'de eği
kavramsal düşünme yok edilebilir. Gün- tim görmüştür. Almanya'daki eğitim yıl-
1133 Kojeve, Alexandre
lannda başta Heidegger felsefesi olmak tanın Hegel'in "doğal" ile "tarihsel" ara-
üzere yakın öğrenci arkadaşlarıJacob Kle- sında yaptığı aynın olduğunu belirtmek-
in ile Leo Strauss'un düşüncelerinden ol- tedir. Yalmzca tarihsel olan ile ilgilenen
dukça büyük yararlar ekle etmiştir. 1927 Kojeve, Hcgcl'in "efendi-köle diyalekti-
yılında olguculuk sonrası bilim felsefesi- ği"ni tarihteki emek ve mücadele aşama
nin kuruculanndan, arkadaşı ünlü felse- lanru anlamak için uygun bir şema öne-
feci Alexandre Koyrc'nin yerine, Hegel riyor olduğu için benimseyip kullanmış
üzerine bir dizi seminer vermek amacıyla tır. Bu şemaya göre, insan başkalarınca
Paris'e gelmiştir. II. Dünya Savaşı sonra- tarunma arzusu olarak, bu arzuyu doyu-
sındaki yıllarda Fransa Ekonomi Bakan- ma kawşturmak adına gerektiğinde ya-
lığı için dünya ticaret mevzuatı hakkında şamını riske atma istenci ile tammlan-
danışman olarak görev yapan Kojevc, maktadır. Bu noktada insanın vıırolma
boş vakitlerinde felsefe üzerine çalışma alam ile tarihinin uzaını, doğanın varol-
lannı sürdürmüştür. Kojcve'nin Hegel o- ma uzamına bütünüyle karşıt bir ko-
kumasının temelinde Hegel'in doğruluğu numda yer almaktadır. Tamnına arzusu-
(ya da hakikatı) tarihin bir ürünü olarak, nun tarihin motoru olduğunu dile geti-
tarihi de insanın başkalarınca tanınma ren Kojeve, efendi-köle diyalektiğini in-
arzusunun bir ürünü olarak bulgulamış san gelişiminin bir benzetisi olarak kul-
olması saptaması yatmaktadır. Kojevc bu lanmıştır. Köleler, hayvansal arzularıyla
arzu bütünüyle doyuma kavuşturuldu kendi yaşamlarım korumak adına efendi-
ğunda tarih denilen şeyin son bulacağını lerini tanırlar. Buna karşı efendiler kendi
belirtir. Buna göre modern döneme ge- insansal arzularım doyuma kawştura
linmesiyle birlikte söz konusu arzunun mazlar çünkü kendileri zaten kölelerce
öteden beri arzuladığı her şeyin doyuma tanınrmşlardır. Gerçekte bu diyalektikte
kavuşması nedeniyle tıpkı Hcgcl'in ön- olan, kölelerin efendilerinin sadık kölele-
gördüğü gibi tarihin sonu deneyimini ya- ri olarak hizmet vermeyi sürdürürken
şamaktayızdır. 1947 yılında yayımlanan aslında onlan tahttan indirerek özgürlük
Kojcve'nin verdiği seminerlerin notlan devrimi yapmış almalarıdır.
savaş sonrası Fransız felsefesi üzerinde Kojeve'ye göre burjuva dünyadaki
derin bir etki bırakmıştır. Kojeve'nin se- durum ya da burjuvanın dünyadaki du-
minerlerinde ortaya koyduğu düşünceler rumu tam anlamıyla budur. Oysa gerçek
günümüzde de büyük yankılar uyandır özgürlük aynm yapmaksızın herkesin bir
mayı sürdürmektedir. yurttaş olarak evrensel olarak tanınma
Kojeve'nin illi: yazılan, ·özellikle de sından geçmektedir. Efendi-köle diya-
Vladimir Solovyev'in gizemli felsefe me- lektiğinin enson bircşimi evrensel tamn-
tinleri üzerine yazılan, tarihsel değişimi ma özgürlüğünün sağlanmış olduğu du-
anlamlı kılacak geçerli bir ölçüt bulmaya rumdur; çünkü böyle bir durumda bütün ·
yönelik bir arayış olarak kendisini göste- insanlann tamnma arzusu doyuma ka-
rir. Bu bağlamda Kojeve'nin üzerinde vuşturulmuş olacaktır. Gelinen bu du-
durduğu temel konu, "Böyle bir ölçüt de rum aym zamanda tarihin sonu anlamına
eninde sonunda tarihsel değişimin bir ü- gelmektedir; çünkü insanların tamnma
rünü olmak zorundaysa, sağlam bir fel- arzuları bütünüyle doyuma kavuşturul
sefe bilgisi olanağından söz etmek nasıl duğunda tarihsel değişim yaratacak (ın
olanaklı olacaktır?'' sorusudur. Nitekim sana özgü) bir güç kalmayacaktır ortada.
Kojeve'nin sürekli Hegel'e göndermede Tarihin sonundan sonra insanlar özgür-
bulunarak söz ettiği "tarihin sonu" da ö- lük ve tamnma arzusuyla çeşitli eylem-
zünde bu soruyu yamtlama amllC!yla üs- lerde bulunmak yerine kendileri için eğ
tünde durulan bir düşüncedir. Kojeve, lenme amaçlı çeşitli oyuncu! eylem bi-
Hegel'den keskin sınırlarla aynldığı nok- çimleri geliştireceklı!rdir. Kojeve'ye göre,
Konfüçyüs 834
tarihin sonu bu anlamda "tarihötesi bir felsefe alaşııru çok büyük ölçüde Weber'
yargıda bulunma ölçütü" sunan belirle- in yaşamın tekdüzeleşmesi dediği şey yö-
yici gerçekliktir. nünde oldukça köklü bir başkalaşıma
1930'lu yıllarla birlikte Kojeve'nin, uğraıruştır. Kojeve, gelinen bu duruti'
Hegel okumalarını, yorumun kendisinin karşısında "demirden kafes" benzetme-
son bir kesinlemesi olacak devrimin he- sini, tanınma mücadelesinin yerini bütü-
men öncesindeki bağlama yerleştirme nüyle çığnndan çıkıruş, doymak nedir
çabası içinde olduğu görülmektedir. Ta- bilmeyen sonu gelmez bir tüketim top-
rih evrensel bir tanınmayla son bulur- lumunun aldığı varolan durum olarak
ken, Kojeve son durumun bir uzantısı okuyarak, tarihsel değişimin yerini bütü-
olacak özbilince katkıda bulunma arayı nüyle hayvanca bir yinelemeye bıraktı
şındadır. Biraz Leo Strauss tarafından yö- ğını ileri sürmüştür. Liberalizm ile mo-
neltilen birtakım eleştirilerin etkisiyle, bi- dernliğin ne gerçek insanlığa ne de bü-
raz da dönemin giderek donuklaşan si- yük insanlığın yaşama geçirilmesine ola-
yasal ortamının etkisiyle Kojeve, ödün- nak bırakmadığını savunan Kojeve'nin
süz "Hegelcilik" anlayışını aşama aşama "tarihin sonu" tasarııru, gerek sağ gerek
yumuşatma yoluna gitmiştir. Dünya tari- sol yönelimli düşünürler arasında son de-
hinin ilerlemesinin önceki bütün olayla- rece büyük yankılar uyandırmıştır. Bu-
rın doğruluklannı da tanımlayacağına yö- nun yanında düşünür ölümüne dek bü-
nelik inancını sürdürmekle birlikte, tari- rokratların arasında danışman olarak, ta-
hin sonunun çoktan meydana gelmiş o- rihin sonunun en iyi görülebileceği yer
labileceğini düşünmeye başİar. Kojeve' diye nitelediği ticaret siyaseti üzerine dü-
nin bu yeni düşüncesine göre, tarih daha şünmeyi sürdürmüştür.
XIX yüzyılın başlarındayken sona er- Kojeve'nin en önemli yapıtı, 1933 ile
miştir. Bu sav :XX. yüzyılın ortalarında 1939 yılları arasında Hegel üzerine ver-
yaşayan düşünürleri geriye söylenecek diği derslerin metinlerinden oluşan Hegel'
pek fazla bir şeyin kalmadığı bir ko- in Okımmasına Gin'ş'tir (Introduction a la
numla başbaşa bırakır. Yapılacak olan lecture de Hegcl, 1947).
tek şey bundan böyle daha önce söy-
lenmiş önemli her şeyi yineleyerek daha Konfüçyüs (M.Ô. 551-479) Çin'in en
önce yapılmış olanları anlamlı kılmaktır. önemli filozofu. Asıl adı K'ung Fu-tzu'
"Tarihin sonu" tasanmı Kojeve'nin son dur. Cizvitler bu adı Latince Konfüçyüs
dönem yazılarında artık zirveye doğru diye söylemiş; bütün Batı'da da bu adla
yükselişe geçmiş İnsanlığın zaferi olarak bilinmiştir.
kendisinden söz edilen bir tasarım değil Konfüçyüs, şimdiki Şantung eyaleti-
dir. Bu durum artık tam anlaıruyla yok- nin Lu kentinde, Chou Hanedanlığı dö-
sayıa çağnşımlan bulunan bir çürümüş neminde yaşaıruştır. Yaşlı babası o kü-
lüğün göstergesi olarak ele alınır. Nite- çükken ölmüş, Konfüçyüs'ü de annesi
kim Kojeve'ye göre, tarihin sonundan büyütmüştür.
sonra yaşayan insanları hayvanlardan ayı Konfüçyüs'ün yaşadığı dönem karışık
ran tek yan "ukalaca bilgiçlikleri"dir~ bir dönemdir. Siyasal güç ile birlik, ha-
"Tarihin sonu"nun kapanışı, bu anlamda nedanlığa ait kentler arasındaki çatışma
İnsan denen hayvanların gerçek itkileri lar ile hanedanlığa dahil olmayan kentle-
doyuma kavuştuğu için hiçbir mücadele rin yayılmacı siyasetleri sonucu zarar
ortaya koymaksızın bir dizi etkinliği ye- görmüştür. Bütün bu olumsuz koşullar
rine getirdikleri bir "demirden kafes" Konfüçyüs'te, Chou Hanedanlığı'nın ku-
durumuna gelmiştir. Bu anlamda Koje- ruluş dönemlerinde egemen olan iki kra-
ve'nin önceki yazılarında Marx, Hegel ve lın, Wen ile Wu'nun günlerindeki ahlak
Heidegger felsefelerini bir potada eriten öğretilerini canlandırma isteği doğur-
835 Konfiiçyüs
bütün insanlan sevmektir. Bu doğuştan malıdır; başka bir deyişle, bunlara ulaş
getirilen bir yeti değil, eğitimle kişiye ka- manın yolu /iye uymaktan geçer. Burada
zandınlan bir yetidir. Erdemli olmak is- 5, her türlü insan davranışını düzenle-
teyen kişi buna kolayca ulaşabilir. Erde- yen, örnek eylemlere ulaşsın diye kişiye
mini yükseltmek isteyen kişi de önce ge- yol göstermek üzere tasarlanmış ilkelerin
rekeni yapıp başarıyı sonra düşünmeli toplamı demeye gelir. Konfüçyüs, Lnn
dir. Kendisinin zayıf taraflanru anlatmalı Ytlnun (Konuşmalar) X bölümünde bu
ama başkalanrun kötü yanlanru söyle- töremlerin uzun, ayrıntılı bir serimleme-
memelidir. Böyleliklc kötülüğü giderebi- sini sunar. Bunlar konuşmaya, giyinme-
lccektir. Dayanıklı olma, katlanma, sade- ye, oruç tutmaya, yemek yemeye, işmar
lik, alçakgönilllülük erdeme yakın şeyler lara, tavırlara, yüz ifadelerine dairdir. Ör-
dir. Kişi, ilişkilerinin tümünü jmc göre nekse, 'efendi' ya da 'üstün insan' pren-
düzenlediğinde mutluluğa erişecek; itibar sin sarayındaysa, bir konu hakkında ihti-
görmek istiyorsa erdemli olmada sürek- yatlı, dikkatlice konuşur ama saraydaki
lilik göstermek zorunda kalacaktır. aşağı rütbeli insanlada serbest fakat ciddi
/111 'efendi'nin ya da 'üstün insan'ın bir tavırla konuşur. Elbise süslerinde ko-
en önemli özelliğidir. "Üstün insan" yu eflatun ya da mor rengi kullanmaz.
sağlam karakterlidir, dürüsttür, doğru Oruç tutarken elbisesinin temiz olması
luktan yanadır. O insanların sözlerini öl- na, ketenden yapılmış olmasına özen
çüp biçer, kişiliklerini inceler; başkaları gösterir. Pirincinin çok temiz olmasını,
karşısında alçakgönüllüd ür (Konuşmalar etinin ince kıyılmış olmasını ister; pazar-
Xll, 20). İnsancıllığını geliştirmiş; ahlak- dan alınmış şarabı içmez. Çok yemez;
sal bakımdan kendinin farkında olan, yemek yerken konuşmaz. Yabancı diyar-
kendisini geliştirmiş olan kişidir. "Büyük, lardan gelenlerle konuştuktan sonra iki
üstün insan" kültür aracılığıyla arkadaş kez eğilip selam verir; sonra onları uğur
larını bulur; onların arkadaşlıklan yoluyla lar. Yatakta bir ölü gibi yatmaz. Evde
da kendi erdemini yükseltir. resmi tavırlar takınmaz. Yas tutan birini
J111 insanın eylemesinin, ilişkilerinin arabasının ön kısmından selamlar. Aile
kaynağı olmasına kaynağıdır ama bunla- tabletleri taşıyanlarla karşılaşuğında aynı
nn da düzenlenip denetlenmesi gerekir. biçimde saygıyla eğilir. Misafirlikte önü-
Bunu sağlayacak olan da /idir (dijzen). ne fazla yiyecek geldiğinde yüz ifadesi
Böylelikle Konfüçyüsçü düşüncenin i- değişir. Şimşek çakuğı, şiddetli bir rüzgar
kinci önemli kavramı devreye girmekte- estiği zapıan yine yüz ifadesi değişir. A-
dir. rabasını sürerken dimdik durup dizgin-
il. I.i pek çok şey demeye gelir. Din leri tutar; etrafına bakmaz, acele acele
demektir; toplum düzeninin genel ilkesi konuşmaz, el işaretleri yapmaz.
demektir; törem (kuttören), ayin demek- Bu töremlerin aynntıları burada anla-
tir; iyi tanımlanmış toplumsal ilişkiler tılanlardan çok daha fazladır. Ne ki, bu
dizgesi demektir; anababadaki sevgidir; töremler yalnızca birer davranış kalıbı
çocukların anababaya duydukları sevgi- değildir; önemleri yüzeysel değildir. Gö-
dir; kullann yetkeye boyun eğmesi, yö- nül gözüyle, zihinle yapılanlar insanın
neticilerin inayetidir; insanın yapıp et- kimi tavırlarıyla tutarlılık gösterdiğinde
melerindeki ahlaksal disiplindir; şeyler iyilikseverlik ya da insancıllık tamam ola-
deki uygunluktur ... Kısacası iz~ temel in- rak gerçekleştirilmiş olacaktır. Eğer 'e-
san ilişkilerindeki uyum ilkesine daya- fendi' ya da 'üstün insan' töremleri dik-
nan, tümüyle toplumsal, ahlaksal bir fel- kate alırsa halk saygısızlık etmeye cesaret
sefe sunmaktadır. edemez. Doğruluğu severse halk ona uy-
İyilikseverliğe ya da insancıllığa ulaş ruk olmaktan çekinmez.
mak isteyen kişi törcmlere ya da /iye uy- Konfüçyüs böylelikle elde edilen ey-
837 Konfüçyüsçülük
Coefıııilltlisme-, Afm. Koefıızjanis11111lj Kon- sağlayacak olan da diğer bir temel kav-
füçyüsçülük en azından başlarda Batılıla ram olan /idir. Pek çok şey demeye gelen
nn kullandığı bir terimdir. Çinliler bu o- li, temel insan ilişkilerindeki uyum ilke-
kula Edebiyatçılar Okulu demeye gelen sine dayanan toplumsal, ahlaksal bir fel-
f 11 Chia adını verirler. Batılılann verdiği sefe sunmaktadır. Linin özü olan üçün-
ad Çinlilerin verdiği anlamı içermez. cü bir kavramsayi kavramıdır. Yi, ahlak-
Şöyle ki, bu okulun üyeleri düşünür ol- sal bütünlüğün sonucu olan eylemdir;
makla kalmazlar; eski metinler konusun- 'doğruluk'tur. Tüm erdemlerin temelin-
da öğretmenlik de yaparlar. Bundan ö- de olduğu söylenen dördüncü bir kav-
türü de Çin toplumundaki ortodoks ge- ram daha vardır: hsiao. ''Nesep dindarlı
leneği devam ettirirler. Aynca bu okulun ğı" ya da "atalar inana" diye çevrilebile-
öğretisi iki bin yıldan fazla bir süre dev- cek olan bu kavram bir aileye özgü ola-
let tarafından gerek eğitimde gerekse rak kalmaz, aileden çıkıp aile çevresine
günlük yaşamda resmi felsefe olarak ka- de taşar. Bunun için de hem ahlaksal
bul edilmiştir. Sosyalist Çin kurulduğun hem de toplumsal bir erdemdir.
da ise pek çok olumsuzluğun kaynağı Konfüçyüs'ten sonra bu çevrenin en
olarak görüldüğü için Konfüçyüsçülük önemli düşüı;ıürü Mensiyüs'tür. Mensi-
bütünüyle yadsınmıştır. yüs'e göre insan doğuştan iyidir. Öte yan-
Okula adını veren Konfüçyüs'e göre dan dünyada kötülük de vardır. Dolayı
önemli olan doğayı değil insanı bilmek, sıyla kötülüğe nelerin neden olduğunu
insanı soruşturma konusu yapmaktır. soruşturmak gerekecektir. Ona göre bu-
Konfüçyüs'ün felsefesi insana, topluma nun üç kaynağı vardır: Birincileyiıı, insan
yönelik bir felsefedir. Çünkü kendini bi- dış koşullar yüzünden kötü eyleyebilir.
lemeyen insan hiçbir şeyi bilemez. Derdi Doğası iyi olmakla birlikte yaşam koşul
de insanı mutlu, ahlaklı kılacak olanın ne lan yüzünden insanın bu iyi doğası bo-
olduğunu soruşturmaktır. Konfüçyüs'e zulabilir. İkincileyin, insan doğasında o-
göre insanın iyiliğinin, mutluluğunun lan iyilikten vazgeçer, yapısının iyiliğe
kaynağı yine insandır. Konfüçyüs'ün öğ doğru açılmasına izin vermez. Üçüncü-
retisinde en temel olan şey, kişinin in- leyin, duygularını, hislerini besleyemeye-
sancıllığını işlemek, insanın içinde oldu- bilir. Niyeti iyi bile olsa bilgisizlikten
ğu varsayılan insancıllığı geliştirmek, tüm ötürü kötü eyleyebilir. Mensiyüs'ün bu
insansal etkinlikleri bu işlenmiş insanlığa bağlamda Konfüçyüs'ten ayn olarak vur-
göre düzenlemektir. Böylelikle insan hem guladığı kavram yidir. fen insan doğasın
kendi kişisel davranışı ile özel yaşamında daki iyiliğe, yi de insan eylemlerindeki
hem de başkalarıyla ilişkisinde önemli doğruluğa göndermede l>ulunur. Çünkü
gelişmeler sağlayacaktır. Her tek birey bu- iyilikle doğruluk arasında bir fark vardır.
nu başardığında da iyiliğe ulaşılıp mut- Her insanda insancıllık vardır ama her
luluğa erişilecekıir. Kişi kendisini huzura insan doğru biçimde eylemez. Bu neden-
erdirdiğinde aile yaşamı huzurlu olacak, le de yiııin ya da eylemin doğruluğunun
aile yaşamı huzurlu olunca ulusun yaşa wrgulanması dünyadan kötülüğün kovul-
mı huzurlu olacaktır. Ulusun yaşamı hu- ması için zorunludur.
zurlu olunca da dünya huzurlu bir yer Konfüçyüsçülüğün bir diğer önemli
olacaktır. filozofu Hsun Tzu'dur. Hsun Tzu'nun
Konfüçyüs felsefesinin dayandığı te- görüşleri Mensiyüs'ün ·görüşleriyle taban
mel kavramlar vardır. Bunlardan biri in- tabana zıttır. Hsun Tzu'ya göre insan
sana insancıllığını veren jttıdir. fen insa- doğası aslında kötüdür. Toplumsal ku-
ıun bütün eylemlerinin, ilkelerinin, iyili- rumlar ile kültür araalığıyla insan iyi o-
ğinin kaynağıdır ama bunların da düzen- lur. Mensiyüs'e göreyse bunlar insanın
lenip denetlenmesi gerekmektedir. Bunu kötü eylemesinin nedenleri olabilmekte-
839 Konya Enetjetizm Okulu
dirler. Mcnsiyüs'e göre insan doğuştan Savaşan Devletler Dönemi diye anılan
getirdiği iyiliğinden dolayı bilge, hikmet bir dönemde gelişip yayı,ıınlaşmıştır. Bu
sahibi olabiliyorken, Hsun Tzu'ya göre dönem Ch'in Hanedanlığı'nın egemenli-
doğuştan getirdiği zekası ile eğitilebilir ğiyle son bulmuştur. İmparator olan Ch'
liği sayesinde bilge, hikmet sahibi biri in Shih Huang Ti, yalnızca Konfüçyüsçü
olabilir. kitapların değil, başka düşünürlerin ki-
İmdi, insan doğuştan kötüyse, soru taplarının da yakıldığı tarihin önemli ki-
bu doğuştan kötü insanın nasıl olup da tap yakma buyruklarından birini vermiş;
iyi olabildiğidir. Hsun Tzu, insanı iyi kı pek çok düşünüre ait kitaplar yakılmıştır.
lan şe)'in toplumsal düzenlemeler ile kül- Han Hanedanlığı döneminde Konfüç-
tür olduğunu söyleyerek bu soruyu ya- yüsçü düşünce yeniden önem kazanıp
nıtlar. İyi, değerli olan her şey insan ça- yaygın kabul görmüştür. Bundan sonra
basının ürünleridir. Değer kültürden kay- (Xl. ile Xll. yüzyıllar) Yeni Konfüçyüs-
naklanır, kültür de insanın başansıdır. çülük adı verilen akım Konfüçyüsçülük,
Her insan kiitü doğuyorsa iyinin kayna- Taoculuk, Buddhacılık'la birlikte Çin'in
ğının ne olduğu sorusuna Hsun Tzu iki dördüncü büyük felsefe akımı olmuştur.
yolla )'anıt verir. Bu yollardan birine göre En önemli temsilcisi Chu Hsi (1130-
insanın bir tür toplumsal düzerıleme ol- 1200) olan bu akım Konfüçyüsçülük ile
madan yaşaması olanaksızdır. Toplumsal Taoculuğun temel ilkelerini uyum içeri-
bir düzenleme içinse yönetim kuralları sinde biraraya ı,ıetirir. Konfüçyüsçülük
gereklidir. Toplumsal kurumlar ile ahlak insanın toplumsal ilişkileri üzerine, Tao-
bu kuralların göstergesidir. Diğer yola culuk da insanın evrenle ilişkisi üzerine
ı.,1(\reyse insanlar aynı şeylerden hoşlanıp yoğunlaşır. Buddhacılık'tan da etkilenen
aynı şeylerden nefret ederler. Hoşlanma Yeni Konfüçyüsçüler, asıl Taoculann-
ları pek çok ama şeylerin sayısı azdır. Bu kinden daha da büyük bir metafizik
da insanın yaşamındaki en temel güç- dizge yaratmışlardır. Yeni Konfüçyüsçü-
lüklerden biridir. İnsanlar birarada yaşa lük akımında başlıca iki okul vardır:
mak zorunda olduklan için kişiler istek- Bunlardan biri Chu Hsi'nin de bağlı ol-
lerini doyuracak sınırlar çizmek zorun- duğu İlkelerin Yasası Okulu (Li Hsueh),
dadırlar. Toplumsal kurumlar ile ahlakın diğeri de Zihin Okulu'dur (Hsin Hsueh).
işlevi işte bu sınırlan çizmektir. Kişi is- Bu okulların kurucuları kardeştir: İlk o-
teklerinin doyurulmasının sınırlarını a- kulun kurucusu Ch'eng Yi (1033-1107),
şarsa ahl:.i.kdışı davranmış olacaktır. ikinci okulun kurucusu da Ch'eng Hao'
Konfüç)'üs'ün diğer bir ardılı olan dur (1032-1085). Aynca bkz. Konfüç-
.\!o Tzu, Konfüçyii~'ün 'iyilik' kavramı yüs; Mensiyüs; Chu Hsi; Çin felse-
nın toplumsal düzenlemenin temeli ola- fesi; jen; li; hsiao.
rak görülmesini eleştirir. Kendisine ka-
lırsa eylemlerin doğruluğu, insan için ya- Konya Enetjetizm Okulu Konya'da 1
rarlı ne ortaya koyduğuna bakılarak be- Ocak 1925-15 Ekim 1929 tarihleri ara-
lirlenebilir. Mo Tzu'nun felsefesi faydaa sında Yeni Fikir dergisini çıkaran Naci
bir felsefedir. Fikret Baştak'ın arkadaşı Namdar Rahmi
Hsvn Tzu'nun öğrencisi olan Han Karatay'la birlikte geliştirdiği felsefi sis-
Fei Tzu 'ya ı.,J()reyse insarılann eylemlerini tem.
düzenleyip iyi kılan şey ödül ile cezadır. Konya Enerjetizm Okulu'nun baş
İnsanların iyi davranacak kadar iyi ol- temsilcisi Naci Fikret Baştak 1891 'de
ımılannı beklemeye gerek yoktur. İyi dav- Konya'da doğdu. 1911 'de Konya Mül-
ranış ceza ile ödüle dayalı bir yasa düze- kiye İdadisi'ni bitirdi. Bu okulda öğren
niyle sağlanabılir. ciyken arkadaşlarıyla birlikte çıkardığı
Konfüçyüsçü düşünce Çin tarihinde Ufk-i Ati dergisinde ilk felsefi şiirlerini
Konya Enerjetizm Okulu 840
yayımladı. Arkadaşı Namdar Rahmi Ka- kiye İdadlsi'nde tamamladı (1912). Şahap
ratay'la da bu okulda tanıştı. Başlangıçta adlı dergide ilk yazılan çıktı. Öğretmen
daha çok edebiyatla ilgilenen Namdar liğe önce Konya'daki Ümit Özel İdadisi'
Rahmi'nin felsefeye yönelmesinde etkili nde başladı; daha sonra Afyon İdadisi'
oldu. İlk yıllarda Dr. Abdullah Cevdet'in nde çalıştı. Konya'ya dönünce çeşitli o-
yayınladığı İffihai dergisinde ve Baha kullarda Türkçe, Edebiyat ve Felsefe
Tevfık'in Fılstjt Mıı;?J1ua.rlnda karşılaştığı dersleri verdi. Konya Türk Ocağı'nın ya-
materyalizm, fikri gelişimi üzerinde ö- yınladığı Otak (1917-18) dergisinin yö-
nemli etki yaptı. I. Dünya Savaşı ve Kur- netimine getirildi. 1918'de okullarda in-
tuluş Savaşı'na yedek subay olamk ka- celeme yapmak için valilik tarafından Vi-
tıldı. Kurtuluş'tan sonm Konya'da Ümit yana ve Budapcşte'ye gönderildi. Milli
Özel İdadisi'nde, Anadolu İntibah Mek- Memıutlda yazılan çıktı. Arkadaşı Naci
tebi'nde ve Konya Lisesi'nde Coğrafya Fikret'in çıkardığı Yem' Fikir dergisinin 3.
ve Felsefe dersleri öğretmenliği yaptı. sayısından itibaren yayımladığı yazılarıyla
Konya'da Bari/ea, Şahap, Rehber, Ocak, Enetjetizm'i geliştirdi. 1925 yılında psi-
Hak Yolu ve iı Omğı dergilerinde; İstan koloji öğrenimi için Paris'e gönderildi.
bul'da Baha Tevfik'in yayınladığı Ftlrefe Paris 'ten Yem' Fikir'e yazılanru gönder-
Mtmıuan ve Zelea ile Semt-i Fii111111'da ya- meyi sürdürdü. l 928'de Türkiye'ye dö-
zılan çıktı. 1924'te Konya Müzesi mü- nerek Konya Lisesi'nde öğretmenliğe
dürlüğüne atandı. Bir süre Yusuf Ağa devam etti. 15 Kasım 1929'da Rıza Şü
Kütüphanesi müdürlüğü de yaptı. 1925' kuh'la birlikte çıkardığı Balansı adlı dergi
te Ytm' Fikir dergisini çıkarmaya başla "ahlaka mugayir resim basıldığı" gerek-
yan Baştak bu dergiyi 51 sayı yayınladı. çesiyle Maarif VekaJeti 'nce toplatılıp ka-
Aynca Enetjetizm çerçevesinde İstan patıldı. Bir süre öğretmenlik görevinden
bul'da yayınlanan Milli Mtı;?Jllia ile Sivas' alındıysa da daha sonra Bursa'ya atandı.
ta çıkan D1!}gu ve Diifiitta adlı dergilere 1932'de Dolmabahçe Sarayı'nda topla-
de yazılar gönderdi. Konya Halkevi'nin nan I. Dil Kurultayı'na katıldı ve Hüse-
çıkardığı Ko'!Ja adlı dergide Konya tarihi yin Cahit Yalçın'a karşı dil devrimini sa-
ile ilgili yazılar yayımladı. 1 Ekim 1929' vundu. 1933'ten sonra yazdığı mizahi
da Namdar Rahmi ile birlikte Arie Mine- şiirlerle tanındı. 1942'de Gazi Terbiye
"" adlı Fransızca bir derginin ilk ve son ·Enstitüsü hocalığına geçti. 1947'de Çapa
sayısını çıkardı. Ancak aradan çok geç- Kız Enstitüsü'ne atandı. 1952 yılında e-
meden Namdar Rahmi'nin öğretmerılik mekli olan Karatay, 26 Ağustos t 953
ten önce atılması, daha sonm da geri alı tarihinde İzmir'de öldü.
nıp Bursa'ya gönderilmesi ve çok sevdiği Felsefl Mu/ekler VoA:abiileri (t.y.), Na-
ninesinin ölmesiyle ümitsizliğe düştü. '111k Ke111alwİtlealiZJlli(1941), Yazma Dm-
Konya'yı terk ederek İstanbul'a yerleşti. /eri (1945), T.Gtaplan111m Hik4Jui (1952),
1930-33 yıllarında İstanbul Üniversitesi Paris Mektuplan (1952) ve Gef# Bor'u11 Pa-
Edebiyat Fakültesi kitipliği yaptı. Daha zan (1954) Namdar Rahmi Karatay'ın ya-
sonm İ.Ü. Kütüphanesi'nde memur ola- yımlanmış eserleridir.
rak çalıştı .. 5 Amlık l 948'de İstanbul'da Enetjetizm, XIX yüzyılda fizik, kim-
ölen Naci Fikret Baştak'ın Kotrya I (1945) ya ve biyoloji bilirnlerindelı:i gelişmelerin
adlı bir kitabı yayımlanmıştır. felsefeye yansımasıyla Alman kimyacı ve
Naci Fikret'in Enetjctizm 'i birlikte filozof Oswald tarafından savunulan bir
geliştirdiği arkadaşı Namdar Rahmi Ka- görüş olup, maddenin, ruhun, bütün
ratay 1896'da Kütahya'da doğdu. İlkoku gerçeğin enerjiden ibaret olduğunu ve
lu burada bitirdi. Ortaöğreııimine Kütah- fiziksel, kimyasal, zihinsel ve ruhsal olay-
ya'da başladıysa da eğitimini 1910'da ai- ların enerjinin bir değişmesi olduğunu
lesinin memleketi olan Konya'dalı:i Mül- ileri süren bir tür moııizmdir (tekçilik).
841 koful eklemi
Naci Fikret, Ye1fİ Fikirde yayımladığı ve Milli Mt01ı11a'da Cemil Sena Ongun'
"Felsefe Kamusu"nda Oswald'ın görüş un yayımladığı bir tenkit yazısından baş
lerini bu şelı:ilde özetlemiştir. ka hemen hiçbir tepki almamışlardır.
Konya Enerjctizm Okulu'nun bu ilci 1929 yılı sonlarında iki arkadaşın ayrıl
temsilcisi, Naci Fikret ile Namdar Rah- mak durumunda kalmaları da onlan ka-
mi, görüşlerinde bir okul anlayışı içinde ramsarlığa düşürmüş ve görüşlerini daha
birlik gösterirler. Büyük bir ihtirasla kur- ileriye götürememelerine neden olmuş
maya giriştikleri felsefi sistemin, her tür- tur.
lü metafizik kavram .ve anlayıştan uzak
olmasını, bilime dayanmasını ve monist kosmos (Yun.) Sözcük olarak bezeme,
(tekçı) bir nitelik taşımasını planlamış süsleme, donatma anlamına gelen koı-
lardır. Naci Fikret ve Namdar Rahmi, 11101, ilkçağ Yunan fdsefesinde "evren"
kendi Enetjetizm '!erini bir sistem olarak (acun), "evrenin düzeni", özellikle de fi-
geliştirmek için Ye1fi Fikir dergisini ya- ziksel ya da görünür dünyanın uyumlu
yınlamaya başlamadan çok önce, daha birliği anlamında kullanılmıştır.
lise yıllarından itibaren büyük bir şevkle Evrenin bir leoS11101 olarak görülmesi
felsefeye yönelmişlerdir. Abdullah Ccv- gdeneği ilkin Pythagoras'la başlar; ancak
detrın ve Baha Tevfık'in materyalist gö- bir düzen olarak tasarlanması Anaksi-
rüşlerinin etkisinde felsefi okumalarını mandros ile Anaksimenes'in fragmanla-
sürdürmüş; sonunda da felsefede monist rına kadar uzanır. KoS111olun anlam ba-
bir sistem kurma arayışına girmişlerdir. zında geçirdiği evrimin izini sürmek güç
Varlık ve olaylardaki değişme ve etkinliği olsa da, görünen o ki, geçirdiği aşamalar
açıklamak için etkin bir ilkeye ihtiyaç duy- "düzen"; "bu evrenin düzeni" ve "düzen
muş ve bu ilkeyi, Nietzsche'nin "kudret olarak evren" yönünde olmuştur. Her ne
iradesi"nden ("erk istenci'') esinlenerek, kadar, insanın evrenin mlurıkoZ!"olu ol-
fizikteki enerjide bulmuşlardır. Nitekim duğu görüşü ilk olarak Dcmokritos tara-
yazılarında kendi fikirlerini fizikteki ter- fından ortaya atılmışsa da leosmolun ev-
mo-dinamiğin ilcinci yasasının gelişme renle özdeşleştirilmesi Empedokles'in za-
sine yol açan Camot ilkesine dayandınr manında gerç~klcşmiştir. Gelgelelim dört
lar. Başlangıçta "Kudretiyat Felsefesi", başı mamur, temellendirilmiş bir koı11101
daha sonra "Enerjetizm" olarak adlan- öğretisi Pythagorasçılann eliyle oluştu
dırdıkları fikirlerini açıklarken, Camot il- rulmuştur: evren bir /eoS111os'tur çünkü
kesinin yanı sıra Oswald'ın ve Gustav Le tüm şeylerin *arkht'si olan sayıya (arith-
Aon'un görüşkrinden de önemli ölçüde 11101) yaslanan matematiksel oranlara (har·
yararlanmışlardır. mania) indirgenebilir (Ari~toteles, Metafi-
Naci Fikret ve Namdar Rahmi, fdse- zjle, 985b). Yıne, tıpkı Demokritos gibi,
felcrine temd olarak aldıkları enerjiyi var- Pythagorasçılarda "*makrokozmos/ mik-
lığın her biçimini açıklamada temel bir il- rokozmos" bölümlemesini kullanıp ruh-
ke olarak kullandılar. Encrjetizm'i ilk kez taki "kozmik uyum"dan dem vurarak leor-
kurmasalar da Oswald'daki ve Bau'daki 1110/u etik alanına taşımışlardır. Heraklei-
diğer biçimlerinden daha da ileri götüre- tos ise tüm bu filozoflardan bir adım ö-
rek varlığın her alanına, madde, canlı, zi- teye geçerek koı111olu, yani "kozmik dü-
hin, ruh, hatta toplum ve değerler alanı zen''i, "yasa"yla rno11101) özdeşleştirip
na dek genişletip tam bir sistem haline Doğa Yasası anlayışını başlatmıştır.
getirdiler. Ancak bu görüşleri Türk fdse-
fesinin düşünce hayaunda gereken ilgiyi koful eklemi ~ng. mnJitional, implkation;
bulmadL Enerjetizm'i tanıtmaya yönelik Fr. implica1e11r, Alm. implileator, konJitional-
bütün çabalarına karşılık,· Anadolu'da ya- ~ es. t. tazd111111tn1] bkz. önenne ek-
yınlnran birkaç deıginin değinmesinden lemleri mantığı..
koşullu buyruk 842
arasındaki ilişkilerdir: (1-) Karşıtlık, tü- nin ya da her ikisinin birden değillen
mel olumlu önerme ile tümel olumsuz mesidir. S P: S P tam çevirme; S P ön
önerme arasında söz konusudur. Bu iki çevirme, S P art çevirmedir. Bu ikisine
önerme bir arada doğru olamaz ama ikisi yarı çevirmeler denir. Evirme iki türlü-
bir arada yanlış olabilir: SaP-+-ıScP. (2-) dür. Birinde, evrilende evrilmişin niceliği
Altkarşıtlık, tikel olumlu bir önermeyle aynı kalır; buna yalın evirme denir. Diğe·
tikel olumsuz bir önerme arasında söz rinde, evrilende evrilmişin nicdiği deği
konusudur. İkisi bir arada doğru olabilir şir; buna da ilineksel evirme denir.
ama ikisi bir arada yanlış olamaz: SaP-+PiS, SeP-+PoS ilineksel evirmeler;
SiPvSoP. (3,4-) Aluklık, tümel olumlu SeP+->PeS, SiP+->PiS yalın evirmelerdir.
önermeyle tikel olumlu önerme, bir de O önermelerininse evriği yokrur. Devir-
tümel olumsuz önermeyle tikel olumsuz me'de S P gibi bit kalıpta özne ile nesne
önerme arasında söz konusudur. SaP ö- yer değiştirir. Bu yapılırken ya S ya ~ya
nermesi doğruysa SiP önermesi de doğ da her ikisi birden değillenir. S P: P S
rudur; SiP önermesi y~nlışsa SaP öner- ön devirme, P S art devirme (bu ikisi
mesi de yanlışur. Aynı biçimde, SeP ö- yandevirmelerdir), P Stam devirmedir.
nermesi doğruysa SoP önermesi de doğ Koşulsuz tasım (fyllogirm) yasaları, iki
rudur; SoP önermesi yanlışsa SeP öner- koşulsuz önermenin öncül olduğu çıka
mesi deyanlışnr:SaP-+SiP, -ıSiP-+-.SaP; nmlardır. Aristoteles tasımı koşullu ö-
SeP-+SoP, -,SoP-+-ıSeP. (5,6-) Çdi- nermeler biçiminde, (pAq)~s biçiminde
şiklik, tümel olumlu önerme ile tikel o- dile getirir. Ne ki, daha sonralan tasım
lumsuz önerme, bir de tümel olumsuz hep çıkanın biçiminde dile getirilir olur.
önerme ile tikel olumlu önerme arasında Bir tasımda sonucun öznesi küçük terim,
söz konusudur. Bunlardan biri yanlışsa sonucun yüklemi büyük terimdir. Küçük
diğeri mutlaka doğrudur. Birinin yanlış terimin yer aldığı öncül küçük öncül,
lığı diğerinin doğruluğundan çıkarılabilir. büyük terimin yer aldığı öncül büyük
SaP+->-ıSoP; SeP......-.SiP. Bu alu yasanın öncüldür. Öncüllerin her ikisinde olan
geçetliliğinisembolik mantıkla denet- terim de orta terimdir. Yani büyük öncül
lemek için çelişiklik yasası dışındaki dön P M, küçük öncül de S M'dir.
yasaya 3xSx öncülünü katmak gere- Herhangi bir tasımda, büyük terimin
kir. yerine P, küçük terimin yerine S, orta te-
Karşıthk rimin yerine de M konarak bir tasım ko-
Saf> __ _,_Ş_!!P-+---, ScP ScP numu elde edilir. Aristoteles bunlardan
Al '" -~--{ı ık
üç tanesini dile getirir. Dördüncü ko-
~- '
.iY numuysa Galenus dile getirir. Bunlar:
~/
uı
~
,,"O
ı:n
1. II. III. IV.
Konum Konum Konum Konum
l ~.o l
~ f
.ı('· "'~~
~~. ~.o
ti)
:ı
"O
M-P
S-M
P-M
S-M
M-P
M-S
P-M
M-S
~$.
S-P S-P S-P S-P
SiP SiPVSoP SoP
Altkarşıthk Bu konumlarda - iminin yerine a, e, i, o
gibi terim eklemleri gelecektir. Bu bi-
Dolaysız çıkarım yasalan üç tanedir- çimde elde edilen 256 tasım biçiminden
ler: (i) çevirme; (ıı) ::virme; (ıiı) devirme. yalnızca 24 tanesi geçerlidir. Geçerli ta-
Çevirme S P kalıbının ya S'sinin ya P'si- sım biçimleri şunlardır:
kotulsuz tasım yasalan 844
koşulsuz tasım yasalan bkz. koşulsuz şının öncülüğünü yapan bilimsel düşün
önermeler mantığı. ce tarihçisi. Olgucu bilim felsefesi aııla
yışırun en sıkı eleştiricilerinden biri olan
koşutçuluk [İng. paraUelisflf', Fr. parallt- Koyrc, yapıtlarında olguculann yegane
lismr, Alın. paraUelis11111.ij Descartes'ın ken- temelini "us" olarak gösterdikleri tarihsiz.
dinden önceki felsefenin töz düşünce bilim aıılayışlarıru kökünden sarsacak bir
sinde büyük bir kırılma gerçekleştirerek biçimde bilimin köklerinde yatan bilim-
"zihinsel töz" (ru mgitani) ile ''bedensel dışı, usdışı öğeleri bir bir ortaya döker.
töz" (ru extenıa) arasında keskin bir ay- Rusya'da doğan; felsefe eğitimini a-
nına gitmesiyle ortaya çıkan ikili yapı ğırlıklı olarak "görüngübilim" yönelimli
daki zihin ile beden arasındaki ilişki so- Husserl, Hilbert ve Reinach'la çalıştığı.
rununu aşmak üzere, 'Descartesçı İkilik'i Görtingen (Almanya) ile "yaşam felse-
kendilerine temel alan felsefelerin öğ fesi" eğilimli Bergson, Lalande ve Brun-
retilerini yerleştirdikleri birbirine karşıt schvicg'le çalıştığı Paris 'te (Fransa) ta-
iki temel konumdan biri: beden ile zihin mamlayan; 1919 yılında Paris'e yerleşe
arasındaki ilişkinin "etkileşimcilik"in öne rek Fransız vatandaşlığına geçen; çalış
sürdüğü gibi karşılıklı bir nedensellik iliş malanrıın bir bölümünü de ilk olarak II.
kisi olmayıp bedensel olaylar ile zihinsel Dünya Savaşı sırasında gittiği ABD'de
olayların, birbirini etkilemeksizin, birbi- İngilizce olarak yapan KoyrC'nin tüm ya-
rine koşut olarak gerçekleştiğini savunan pıtı "insan düşüncesinin birliği" üzerine
ikici zihin felsefesi kumrm. Koşutçulara kuruludur. Çalışmalarında insan zihninin
göre bedensel olaylar ile zihinsel olaylar "doğru"yu bulma adına yüzyıllardır sür-
birbirine koşut iki dizi halinde meydana dürdüğü yolculuğun izini süren Koyre,
gelirler. Bu dizilerin birbirini etkilemesi bilimsel öğretilerin de tıpkı tannbilimsel
söz konusu olmayıp yalnızca belli be- öğretiler gibi tarihsel çerçeveleriyle bir-
densel görüııgülerin karşısına belli zihin- likte kavranması gerektiği üzerinde dura-
sel görüngüler denk düşmektedir. Be- rak, buıılann yine bir yaşam felsefesi dü-
densel olaylar ile zihinsel olayların ara- şünürü olan Dilthey'ın Weltansçha1111ng
sında doğrudan nedensel bir bağ olmak- ("dünyagörüşü') kavramıyla ortaya koy-
sızın. önceden kurulmuş kutsal bir uyu- duğu gibi belli "düşünce yapılan"na ait
mun varlığıru koyutlayan Leibniz'in "mo- olduklarını öne sürer. Bu bağlamda, Koy-
nadoloji"si koşutçuluğun en bilinen ör- re'ye göre, bilimsel düşüncenin gelişi
neğidir. Karşıtı için bkz. etkiletimcilik. minde felsefenin de ortaya koyduğu "dü-
şünme çerçeveleri"yle oldukça büyük bir
Kotarbinski, Tadeusz bkz. eylembil- payı vardır. Koyre, Hegelci dilin, zaman
gisi felsefesinin ve mantığın içsel sorunları ü-
zerine yazdığı üç önemli makalesinin yer
Koyre, Alexandre (1892-1964) Bilim aldığı Felsefi Diişiinte Tarihi Araşlmllaları
tarihi yazırmnda çığır açan çalışmalarıyla {Etudes d'histoire de la pensee philosop-
olguculuk sonrası bilim felsefesi aıılayı- hique, 1961) adlı çalışmasında bilimsel
845 köktencilik
düşüncenin bir boşluk içinde değil, bir (Etudes galileennes, 1939), ortııçağ ev-
düşünceler, temel ilkeler, genellikle felse- renbilgisinden Newtoncu doğal tannbi-
feye ait olduğu d~ünülen kendiliğinden lime Tann'nm dünyayla ilişkisinin izini
apaçık belitler çerçevesinde geliştiğini
sa- sürdüğü ünlü yapıtı Kapalı Diinyation Son·
wnur. Sil!( Emnı (From Closed World to the
Koyre bilime insanbilime dayalı bir lnfınite Univcrse, 1957), bilim tarihinin
yöntcınbilgisinden haı:ekctlc yaklaşmak yöntcmbilgisine ve ortaçağdan Pascal'a
tadır. İnsan düşüncesinin (ya da usunun) dek eleştirel çalışmalar üzerine yazılannı
üzerine inşa edildiği tek bir temel ara- içeren Bilimsıl Diifiit"• Taribi Araşlırllla·
mak yerine, onu farklı wihscl dönem- lan {Etudes d'histoire de la pensee scien-
lerdeki değişkenliği ve devingenliği. için- tifiquc, 1966) sayılabilir.
de ele ıılan bu yaklaşım, Koyre'ye meta- Koyre, biliınl diğer kolektif kurgu-
fiziğin derin sezgileriyle belli dönemlerin larla etkileşime açarak ve geçmişin dilini
kültürel bağla(ıu)mlannı ilişkilendirme o- kendi sözdağarcığıyla tutarlı bir biçimde
lanağı vermiştir. Bu bağlamda Rus gi- yeniden yaratarak bilim tarihini insanbi-
zemciliği. ile Spinoza'ıun terimceleri üze- lim aracılığıyla sağlam bir temele oturt-
rine çalışan Koyre, Hegcl'i görüngübi- muş ve tarihsel yöntembilgisini bilimi
·limsel bir yaklaşımla, Kojevc ile Sartrc'm çözümlemenin yeni bir biçimi olarak
Hegclciliğini derinden etkileyecek bir bi- kunnuştur. Kuhn ve Foııcault üzerinde-
çimde yeniden yorumlamıştır. Görüngü- ki etkisi ise onun çalışmalarına uzak, hat-
bilimin ve varoluşçuluğun iki Dünya Sa- ta karşıt bir biçimde de olsa bilgikuramı
vaşı arasında Fransız felsefesinde yay- tartışmalarına yeni bir boyut kazandır
gınlaşmasında da önemli bir payı olan mıştır. Aynca bkz. bilim felsefesi.
Koyre, Husserl'in çizgisinde Descanesçı
derindüşünmeler yönünde aşkınsal bir i- kozmik yokıayacıhk bkz. yoksayaca-
dealizme doğru yönclcn görüngübilimi hk.
eleştirerek, Hcidcgger'de gözlemlediği gi-
bi, bir metafizik olarak değil varlıkbil kozmogoni bkz. evrendoğum.
gisel anlamıyla özlerin araştınlması için
bir yöntem olarak "gerçekçi görüngübi- kozmoloji bkz. evrenbilgisi.
lim" anlayışııu savunmuştur.
Koyre'nin diğer önemli çalışmaları köksap/köksaph dütünce [İng. rhi~
arasında Hegel'in ve *Natııtphilarophü'nin 1111/ rhİZP11ta/İç tho11ghiJ bkz. Deleuze, Gil-
Rus izleyicileri aracılığıyla anavatanı Rus- les; Guattari, Felix; ağaçbiçimli dü-
yıı'nın kiiltiird kimliği. İİ7.erine eleştirel şünce; dikey dütünce.
bir düşünüm gerçekleştirdiği. XIX Yiit-
ytidA &tsya'Ja Felteft 111 UINr Son11111 (La köktenci deneycilik (İng. radical empiri-
philosophie et le probleme national en OmıJ bkz. duyumcıduk.
Russie au debut du XIXe siede, 1929),
modern bilimi olguculuk karşıtı bir tu- köktencilik [İng. raJKalimr, Fr. raJkafir.
tumla kurguladığı ve özellikle uzayın ~ 111r, Alm. ratli/ıur/is11111r, es. t. at'i»'eJ En
ometrik ve evı:enin sonsuz olduğunu genel anlamda bilimde, dinde, siyasette
söykyen Galilci'nin ortaya koyduğu ma- ya da herhangi bir başka alanda kökten
tematiksel fizik anlayışııu Aristotelesçi yenilikler yapma tutumu. Ycrleşik felsefe
olgucu bilim tarihi anlayışına karşı "Pla- dilinde, ele alınan konunun son nedenle-
toncu bir intikam" olarak niteleyip buna rine, enson köklerine ya da ilk temelle-
sonralan Kuhn'un felsefesinde baştacı rine inme amaayla yürütülen düşünme
ettiği "bilimsel devrim" kavramını yakış yöntemi; bir gerçeği ya da ilkeyi hiçbir
ıırdığı başlıca yapıtı Galilıi ÇA/q111alan ödün vermeden kayıtsız .şartsız, doğru-
Köseraü, Suvar 846
luğu önceden olurlarunış belli ilkelere lendiklcri; ilerde "Türk felsefesi" diye bir
bağlı kalarak sonuna dek sürdürme tu- şeyin olup olamayacağı; felsefe ile g(\n-
tumu; savunulan düşünsel konumun delik yaşam arasında nasıl bir bağ olduğu
doğruluğıiııu, gerçekliğini ya da değerce türünden onların pek alışık olmadığı so-
üstünlüğünü ne pahasına olursa olsun rulan düşünmeyi öğretmiştir. Usa uygun
sonuna dek götürme üzerine kurulu dü- temellendirmenin doğası, açmaz, sonsuz
şünme biçimi; yaşam biçimlerini, yaşam gerileme ve döngüscllik gibi kavramların
ilişkilerini kökten değiştirme sorunu kar- anlamı üzerine kafa yoran Köseraif, kıs
şısında karşılaşılan bütün güçlüklere kar- men Wittgenstein'ın etkisiyle dilsel çö-
şın sonuna dek gitmekten vazgeçmemeyi zümleme ile ruhsal çözümleme arasında
kendisine ülkü edinmiş yaklaşım; artık ki yakın ilişkiyi derslerinde, laf arasında,
yaşanamaz olanı uçlarına varılana dek fırsat buldukça vurgularnışur. Suvar Kö-
yaşama yürekliliğini gösterme tavrı. Bu- seraif, Jacques Derrida'run yapısökümü
nun yanında Jeremy Bentham, William ne benzeyen -ama Derrida'run yönte-
James, Tames Mili, John Stuart Mili gibi mine göre çok daha sade- ve adına se!f-
İngiliz . filozoflarınca siyasette bireysel applicaJion C'kendi kendine uygulama") de-
özgürlüklerin, ekonomide serbest piyasa, diği bir yönteme sıkça başvurarak felsefi
ticaret ya da sermaye düzeninin, ruhbi- savlan bu savların kendi savundukları
limde çağnşımcılığın, felsefede yararcılı görüşler ışığında komik durumlara dü-
ğın yerleştirilmesi için birtakım köklü şürmeyi seven ve alışılmış şekilde dü-
değişiklerin yapılması önerisi üstüne ku- şünmeyen bir felsefecidir. Köseraifin bir
rulmuş olan yaklaşım da "felsefi kökten- Türk felsefesinin kurucusu olabilecek
cilik" adıyla anılmaktadır. Siyaset felse- denli derin bir felsefeci olduğu yakın çev-
fesi alanında ise köktencilik, yapılacak resindeki felsefecilerce de söylenmekte-
yeni yasalarda olsun uygulanacak yeni dir.
yönetim biçimlerinde olsun olabildiğince
kapsamlı, elden geldiğince de hızlı bir kötü niyet (kötü inanç) ~ng. bad faith;
değişikliği gerçekleştirmenin doğruluğu Fr. 1111J11vai1e foi; Alın. böıer glaube, 1111111ahr-
nu savunan siyaset öğretisinin adıdır. haftigkei~ Sartre'ın varoluşçu felsefesin-
Ayrıcabkz. tutuculuk; gelenekçilik. de, irısanın "özgürlüğe mahkılm" oldu-
ğunun farkına vanp taşıdığı sorumlulu-
Köseraif, Suvar (1945-1997) Türkiye' ğun bilincine varmasıyla yüz yüze geldiği
nin önde gelen çözümleyici felsefecile- "*içdaralması"ndan (angoir.re) kurtulmak
rinden biri olan Köseraif yaşamı bo- için başvurduğu kurnazlık; özgürlüğün
yunca pek bir şey yayınlamadığı için adı bu ağır yükünü kaldıramayan in~anın
felsefe çevrelerinden başka bir yerde kendi kendisine söylediği yalan.
hemen hiç duyulmamıştır. Bilge Karasu' Buna göre, Sartre'ın öğretisinde, "in-
nun Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bö- ~an olma" sorumluluğunu üstüne alma-
lümü'nde gerçekleştirdiğine benzer bi- yan, kendisi dışında gelişen koşullar tara-
çimde, Orta Doğu Teknik Üniversitesi tindan belirlenmiş olduğunu, elinin ko-
Felsefe Bölümü'nde meta-felsefe (üstfel- lunun bağlandığım öne süren insanın kö-
sefe) ve felsefede metin çözümleme ders- tü niyet yoluyla "*kendisi için varlık"ın
leri vermiştir. Gençliğinde Teo Grünberg (etn pour-soz) sorumluluk taşıyan özgür-
ile birlikte mantık konusunda çalışan Kö- lüğünden kaçmaya çalışması kendini al-
seraif, Wittgenstein'ı okuduktan sonra datmadan başka bir şey değildir. Sartre'a
meta-felsefe konularına yönelmiştir. Dil- göre, insan varoluşunun apaçık bir ger-
sel çözümleme yöntemini kendine has çeği olan "kötü niyet"in karaya vuruşu,
bir üslupla kullanan Köseraif, öğrencile bilincin özgürlüğe ulaşması demek olan
rine felsefecilerin taruşırken neden sinir- hiçliğin kavranmasından geçer. Aynca
847 kötümser(ci)lik
lu/ olumsal ve a priori/a posteriori ayrım cülerin anlamlandırma için zorunlu ol-
larının çakışmadığını ileri sürer. Kripke' duğunu iddia ettikleri Ataerkil Yasa'yı
nin diğer bir önemli kitabı, Wittgens- önceleyen anaerkil bir düzenlemenin
tein'ın "özel dil uslamlaması"nı "kural varlığından söz etmektedir. Nitekim o,
izleme" bağlamına otuntuğu Wittgenstein Freud'un Oedipus ya da Lacan'ın "ayna"
on Rules and Private Language {Wittgens- dönemlerini önceleyen öznelliğin ilk ge-
tein'da Kurallar ile Üzel Dil, 1982) adlı lişimiyle ilgilenmiş; Lacan imgesel ile
çalışmadır. simgesel arasında kesin bir kopma oldu-
ğunu savunup bütünü)'le "ayna aşaması"
Kristeva, Julia (1941) Genellikle çağdaş ndan sonraki süreçler üzerine yoğunla
Fransız feminizmi denilince Cixous ve şırken, Kristeva bu ikisi arasındaki ilişki
Iriı,raray'la birlikte akla gelen ilk üç isim- nin bir devamlılık ilişkisi olduğunu sa-
den biri olan Fransız felsefeci, ruhçö- vunmuştur.
bir tür bileşimi olmaksızın "mlam" o- den üretim işlevi olarak- annelik işlevine
luşmaz. Düşüncelerinde Marxçı öğeler indiıgeniyorsa, ataerkil kültürlerde "ka-
den her zaman yararlanan Kristeva'ya dınlık", "annelik'' ve "dişillik" de annelik
göre simgesel ile gösteıgesel arasındaki işleviylebirlikte düpedüz aşağılaruyor de-
ilişki tarihsel diyalektik sürecin bir parça- mektir. Dolayısıyla bu uygunsuz aşağıla
sıdır: simgesel, anlamını yerleşik dizgele- ma, aynı zamanda kadınların ataerkil
rin temellerinde bulurken gösteıgesel bu toplumdaki baskılanışlarını ve küçük gö-
temelleri "bozma", "parçalara ayırma" rülmelerini açıklamanın bir yolu olmak-
hareketidir; söylemler wafıı:ıdan kulla- tadır.
nılsa da onlar tarafından asla belli bir dü- Kristeva'nın feminizme ilişkin gö-
zene sokulamaz. Sonuç olarak Kristeva, rüşlerine baktığımızdaysa feminizmi üç
simgesel/gösteıgesel aynmım ortaya ko- evıeye ayırdığını görürüz. Kristeva, fe-
yarken, cinsel aynaun varolmadığı Oedi- minizmin, içinde Simone de Beavouir
pus dönemi öncesindeki gelişimle ilintili gibi isimlerin yer aldığı birinci evresini,
olduğundan hiçbir cinsel aynm gözet- evrensel bir eşitlik peşinde olduğu ve
meyen gösteıgeselin her ne pahasına o- cinsel farklılıklara önem vermediği ge-
lursa olsun güçlcrıdiri1mesinden yana bir rekçesiyle reddeder. Bu ilk dönem femi-
tavır alır. nizminin ana i7leği olan anneliğin red-
Kristeva Korhımm Giifltri: Aşağ/ama dedilmesini de eleştirerek anneliği red-
ÜZ!'Ü'e Bir Deneme (Pouvoirs de l'hor- detmekten çok yeni bir annelik söyle-
reur: essai sur l'abjection, 1980) adlı ça- mine gereksinimimiz olduğunu savunur.
lışmasında ise kadının üzerindeki baskı Kristeva'ya göre anneyi kutsallığa indir-
nın dinamiklerinin belirlenmesinde çok geyen din -özellikle Madonna kavramıy
yararlı olan "aşağılama" kavranunı geliş la Katoliklik- ile anneyi doğaya indiıge
tirir. Kristeva aşağılamayı ruhun öznel yen bilim, bugün Batı kültürünün sahip
.kimliğinin (ya da grup kimliğinin) sınırla olduğu yegane annelik söylemleridir. Bu
nnı tehdit eden her şeyi dışlayarak ger- bağlaında Melanie Klein ile D. W.
çekleştirdiği bir işleyiş olarak betimler. Wınnicott'u izleyen Kristeva, Preud ile
Gelişme aşamasında öznenin karşılaştığı Lacan'ın yeterince üstünde durmadığı.
ilk büyük tehdit anne bedenine olan ba- nihçözümleme geleneğinin ilunal ettiği
ğımlılığıdır. Bu nedenle Kristeva S!Jah Oedipus dönemi öncesi anaerkil işlevin
Güneş: Dtprrgon 111 Melan/UJ/i (Soleil noir: öznelliğin gelişimindeki ve kültür ile dil-
depression et mClancolie, 1987) adlı ça- deki önemini kabul eden yeni bir annelik
lışmasında ana katlinin bizim için yaşam söylemi için çağrıda bulunur. Kristeva
sal önemde olduğunu çünkü ataerkil bir feminizmin, kendine özgü dişil bir dil
kültürde "özne" olabilmek için anne be- oluşturma çabasının egemen olduğu ve
denini aşağılamamız gerektiğini vurgular. içinde Irigaray gibi çağdaşlarının da yer
Ancak ona göre kadınlar aynı zamanda aldığı ikinci evresini de olanaksız oldu-
kadın olmaktalıklannı niteleyen anne be- ğunu düşündüğü bu ülküsünden ötürü
denini aşağılayamadıklarından cinsellik- reddeder. Kristeva, ruhsal yaşamın olu-
leri çökkün (Jlpmsive) bir hal alır. Aşk şumunda dilin vazgeçilmezliği üzerine
Hikqyekribde (Histoires d'amour, 1983) Irigaray gibi düşünürlerle aynı -Lacana-
de b•ı uygunsuz aşağılamanın kadınlann çizgide düşünse de, dil ile kültürün bü-
kendilerini çöküntüde (depresyonda) his- tünüyle ataerkil olup terk edilmesi ge-
setmesinin nedenlerinden biri olduğunu rektiğini ileri süren feministlerle aynı dü-
savunur. Ôzne olmak için annelik işle şüncede değildir. Aksine kültür ile dilin
vini aşağılamak zorunluysa ve ataerkil konuşan öznenin alanı olduğunun ve ka-
toplumlarda "kadınlık", "annelik'' ve "di- dının öncelikle (anneliğinden ya da qişil
şillik'' kavramlannın tümü de -bir yeni- liğinden de önce) bir "konuşan özne"
Kropotkin, Peter 852
olduğunun altını koyuca çizer. Bu bağ nuş; 1886 yılında çıknuştır. 1886'dan yur-
lamda Kristeva 'ya göre, felsefi ve ideo- duna geri dönmesine olanak tanıyan 1917
lojik temellerini yetkeci ve baskıa olarak Devrimi'ne dek Londra'da yaşamıştır.
tanımladığı modern dilbilimin toplum- 1921 yılında ölen Kropotkin'in cenaze-
sal/bireysel ayruru üzerine kurulu Saus- sinde anarşistlerin siyah renkli bayrağı
surecü *lattg11e/*parole (dil/ söz) ikiliğinde Moskova sokaklarında son kez dalgalan-
nesne konumunda olan "konuşan özne" nuştır.
yeni baştan kurulmalıdır. Kristeva, femi- Kropotkin'in anarşist öğretiye en ö-
nizmin "kimlik" ile "farklılık" kavramları nemli katkısı, tüketim gereksinimlerin-
üzerinde .durarak bunlar arasındaki iliş den çok üretilenlerin ortaklaşmaa bir
kiyi yeniden yorumlama/kurma çabası yaklaşımla paylaşılmasına dayanan Baku-
içinde olan üçüncü evresini destekle- ninci ortaklaşacılık yerine anarşist ko-
mektedir. Bu dönem feminizminin en münizmi öne çıkarnuş olmasıdır. Kro-
vurucu özelliği, "kimlik" uğruna "farklı potkin devletin emekçi halkın egemen
lık"tan ya da "farklılık" uğruna "kimlik" sınıflarca sömürülmesinin onaylanma-
ten vazgeçmeyip bu seçimi reddederek sından ve bu sömürünün sistemli bir ha-
cinselliği de içeren çoklu kimlikleri keş le getirilmesinden başka bi~ işlevi olma-
fetmeye yönelmesidir. Nitekim Kristeya' dığını öne sürer. Bu bağlamda gelecekte-
run farklılık anlayışına göre cinsellik asla ki sosyalist bir devletin de insarılar üze-
birkaç kimlikle sınırlanabilir bir kavram rinde benzer bir iktidarı sürdürebileceği
olmayıp her insanda farklıdır. Aynca ne inan Kropotkin, devletin olmadığı a-
bkz. simgesel; Irigaray, Luce; Cixous, ma komünist ilkelerin işlediği anarşist
Helene. komünizmi savunur. Anarşist komünizm
en yalın arılanuyla birey olarak insanın
Kropotkin, Peter (1842-1921) Asıl mes- çıkarının diğerlerinin çıkarlarına bağlı o-
leği coğrafyacılık olan, anarşist komü- larak düzerılendiği bir "toplumsal dü-
nizm ya da komünist anarşizm düşünce zen" dit. Bu düzene geçiş de şiddet ve
sini geliştiren Rus toplum felsefecisi Pro- yıkım yoluyla olmalıdır; burada yıkılacak
udhon'un tilmizi olan Alexandr Herzen' olan kurumlardır, ancak bunların yıkıl
den etkilenen düşünür, Rus ceza hukuku ması ile anarşist komünist bir düzene ge-
ile uygulamalannı inceleme fırsatı buldu- çilebilecektir.
ğu Sibirya günlerinde yetkeye dayanan Kropotkin, anarşist komünizmle bir-
devlete karşı görüşler geliştirmeye baş likte tüın gerekli kamulaştırmalan yapa-
lanuştır. 1865 yılında Prouclhon'un ya- cak ve üretim araçlarının ortaklaştırılma
pıtları ile tanışan Kropotkin, 18701erin sını yürütecek yerel komiinlerin olıı~tıı
başında bilimle uğraşmayı bırakarak İs rulması gerektiğine inanıyordu. Devletin
viçre'ye gitmiş, orada Rus devrimcileri ve iktidarın yadsınması, yönetime ve ka-
ve özgürlükçüleriyle tanışmıştır. Tanıştı rar verme sürecine doğrudan katılım,
ğı kişiler arasında Bakuninciler de bu- ahlaklı özyönetirn gibi konularda öteki a-
lunmaktadır ve bu süreçte anarşist dü- narşist okullarla koşut görüşler savunan
şünceyi benimsemiştir. Rusya 'ya dönü- Kropotkin, özgür üretim ile özgür dağı
şünde bir yeraltı örgütüne katılmasının tımı önermiş, üretim araçları ile sanayi
ardından yakalanıp hapse atıldıysa da iki kuruluşları yerine "komün"ün kendini
sene sonra hapishaneden kaçıp Avrupa' savunmuştur. Komürılerde bireyler ge-
ya geçmiş; burada anarşist hareketin ön- reksinimlerini belirleyecek ve bu gerek-
de gelen ve etkin temsilcilerinden biri sinirrılerini üretilmesine katkısı olsun ya
olmuştur. Londra'da 1881 yılında Ulus- da olmasın ortak mağazalarda yer alan
lararası Anarşizm Kongresi'ni düzerıle ürürılerden karşılayacaktır.
miş; bir yıl sonra Fransa'da hapse atıl- Kropotkin'in anarşist öğretiye kazan-
853 Ksenophanes
dırdığı bir başka yaklaşımise '."•ilimsel nan filozofu. Ölümüne dek Akademia'
anarşizm" olmuştur. Kropotkinrın bilim- nın başında kalan Ksenokrates üretken
sel anarşizm anlayışı daha çok dönemi- bir filozof olarak bilinse de yapıtlanndan
nin "Toplumsal Darwinciler"ine yanıt ni- hiçbiri günümüze ulaşmamıştır. Ancak
teliğindedir. Kropotkin Darwinci görü- aktanlanlardan anlaşıldığı kadarıyla Pla-
şün aksine insanlığın gelişiminde rekabe- ton'un felsefe çizgisini ortodoks ("orta-
tin değil işbirliğinin temel olduğunu sa- yolcu') bir çizgide devam ettirmiştir.
vunur. Bu yaklaşıma göre ahlak yasaları Aristoteles'in Speusippos'un kimi konu-
doğa tarafından öğretilmekte ve bilim lardaki görüşlerini çürütme çabalanna
yoluyla da teınellendi.ı:ilebilmektedir. A- karşı koymaya çalışan Ksenokrates, Orta
narşist ahlak kuramı da bu bilimsel te- Dönem Platonculuk ile Stoacılık üze-
melleııdirrınelerden türemektedir. Bu ba- rinde etkili olan kuramlar geliştirmiştir.
kıından bilim aklın doğru aracı ve ahlak- Ksenokrates'in Orta Dönem Platoncu-
sal gerçeğe giden tek yol olarak görüldü- luğ.ı etkisi daha çok Formlar Kuramı yo-
ğünden, devrime giden yol da bilimsel luyla olmuştur. Platon'un Formlar Kura-
bilgiı:ıin geniş olarak yayılmasından geç- mı'nın Pythagorasçı bir yorumunu yapan
mektedir. Her ne kadar devrim sınıf da- Ksenokrates'e göre Formlar matematik-
yanışması ile gerçekleşecek olsa da Kro- sel varlıklardır. Ksenokrates, bu biçimde
potkin'in onaya attığı evrimci bilimsel tanımladığı Formlar'ı doğa olaylarını a-
ahlak öğretisi devrime giden yolda ö- çıklamada kavramsal birer çerçeve ola-
nemli uğraklardan biri olarak öne çık rak kullanmıştır. Öte yandan felsefece
mıştır. sorgulamanın klasik bölümlenmesi diye
EnfJlopetlia Brit111111İaı'nın 11. basımın görülen ve Stoacılığın da temel dayanak-
da "anarşizm"in ilk uzman tanımını ka- lanndan biri olan mantık, fizik ve etik
leme alan Kropotkin'in başlıca çalışma üçlüsünü kökleştirmeye çalışmıştır. Kse-
lan arasında anarşist komünizm üzerine nokrates'in bu üçlü aynmı yaparl•:n de
bir bölüm içeren La mnq11ete J11 pain (Ek- -dönemin diğer Akademia düşünürleri
meğin Fethi, 1892); anarşist komünizm gibi- Pythagorasçılığın etkisinde olduğu
ile onun felsefe ve bilimle ilişkisini de açıktır. Maddenin bölünmeyen birimler-
aldığı L 'Arumhie: sa philasophit, son ideal den oluştuğu yollu görüşü nedeniyle ki-
(Anarşizm: Felsefesi ve Ülküsü, 1895); milerince "atomcu" olarak da değerlen
sanayi ve tanmdaki ekonomik eğilimleri dirilen Ksenokrates'in Platon'un Sicilya'
önceden kestirdiği Fiı/Js, Fa&tories anJ da giriştiği 11.mJi Devlet'ini hayata geçir-
Worluhops (Tarlalar, Fabrikalar ve İşlik me deneyimine de katıldığı söylenir.
kr, 1899); hayvanlar arasında ve ins~n
toplumundaki karşılıklı yardımlaşma ü- Ksenophanes (M.Ô. ykl. 560-475) Ken-
zerine 1890'1arda yazdığı makalelerden disinden sonra gelen Platon ve Aristote-
oluşan ve başyapıtı sayılan M11111al AiJ: les gibi kimi filozoflar tarafından Parme-
A Fa&tor of Ewilltion (Karşılıklı Yardım nidcs'in başını çektiği Elea Okulu'nun
Iaşma: Evrimin Bir Etkeni, 1902) ile eti- kurucusu olarak gösterilen Eski Yunanlı
ğin gelişimini tarihsel olarak incelediği ozan ve düşünür. Döneminin ünlü ozan-
aina tamamlayamadığı yapıtı Etika (Eti- lan Homcros ve Hesiodos'un kimi za-
ka, 1922) sayılabilir. Ayrıca bkz. anar- man ahlakdışı davranışlar atfettikleri in-
şizm sanbiçimli tanrılannın karşısına, ne mad-
di ne de manevi olarak insana benzeme-
Ksenokrates (M.Ö. ykl. 396-314) Pla- yen, tek bir tannsal aşkın varlık anlayı
ton'dan sonra *Akademia'ıı:ın başına ge- şıyla çıkan Ksenophanes'in bu tektanncı
çen Speusippos'un ölümünün (M.Ö. 339) anlayışı, Parmenides 'in Varlık kavramına
ardından yönetimi devralan ilkçağ Yu- olan benzediğiyle dikkat çeker. Ksenop-
Kuçuradi, loanna 854
hanes farklı halkların (kendilerine ben- sefesi Bakımından Değer Problemi" adlı
zeyen) farklı Tanrı tasvirlerine sahip ol~ teziyle doçent; 1978'de ise "Aristoteles'
duğu gözleminden hareketle insanbiçim- in Ousia'sı ve Substans Kavramı" adlı
ciliğin Tanrı gerçeğini çarpıttığını düşün çalışmasıyla profesör oldu. Hacettepe Ü-
mektedir. Ona göre her şey birdir; Bir niversitesi Felsefe Bölümü'nün kurulu-
ise Tanrı'dır. Kendisi devinmeyen, ancak şundan bu yana başkanlığını yapmakta-
düşünce gücüyle dünyayı devindirebilen dır.
bu Varlık, kutsal olan Bir'in her şeyin Kuçuradi 1970'1i yıllann ortalarından
birliği ilkesine dayanan ideal kavramsal- itibaren ve özellikle de 1980'lerden son-
laştınlmasının ilk örneklerinden biridir. ra felsefenin ne işe yaradığını gösterebil-
Bütün bunlardan anlaşılabileceği üzere mek için önemli faaliyetlere girişti. 1973
Kscnophanes gerçeğin peşindedir; ancak yılında Vama'da gerçekleştirilen XVI.
insanoğlunun gerçeğe, kesin felsefi bil- Dünya Felsefe Kongresi'ne ilk kez katıl
giye ulaşmasının olanaksızlığının da altı dığı sırada edindiği izlenim sonucunda
nı çizer. Tanrıbilim alanında çoktanncı Türk:iye'nin ülke olarak bu kongrelerde
Jık ve insanbiçimcilikle amansız bir mü- temsil edilebilmesi için gereken bir mes-
cadeleye girişen, döneininin bunlara ben- lelci örgütün kurulması ihtiyacından ha-
zer pek çok kökleşmiş düşüncesine de reketle 1974 yılı başlarında Ankara'da
karşı çıkan Ksenophanes, Sokrates ön- "Felsefe Kurumu" adıyla kurulan der-
cesi fılowflar içinde bu türden bilgiku- neğe öncülük etti. Felsefe Kurumu'nun
ramsal görüşlerle öne çıkan ilk düşünür adı 1979'da Bakanlar Kurulu kararıyla
dür. Ksenophanes'in bu görüşlerinin hem "Türkiye Felsefe Kurumu" olarak değiş
Parmenides hem de kendisiyle ilgili bil- tirildi. Bu değişiklik, aynı yıl içinde ku-
gilerin büyük ölçüde kaynağı olan Aris- rumun Uluslararası Felsefe Kurumları
toteles üzerinde etkisi olmuştur. Aynca Federasyonu'na (FISP) üye olmasını sağ
bkz. Elea Okulu; ilkçağ felsefesi. ladı. Türkiye Felsefe Kurumu'nun 1980
yılına kadar genel sekreterliğini yürüten
Kuçuradi, İoanna (1936, İstanbul) Ha- Kuçuradi, o yıl Nusret Hızır'ın ölmesiyle
cettepe Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde başkanlığa getirildi. 1982'de Uluslararası
değer felsefesini temele alan bir yaklaşı Felsefe Kurumlan Federasyonu'nun yö-
mın öne çıkmasını sağlayan felsefecimiz. netim kurulu üyeliğine seçilerek 1988'de
İoanna Kuçuradi ilköğrenimini İs ge:ıel sekreter oldu. 1998'de ise federas-
tanbul Merkez Rum Onaokulu'nda, or- yonun başkanlığına getirildi.
taöğrenimini ise Zapyon Rum Kız Lise- Türkiye Felsefe Kurumu, Kuçuradi'
si'ndc yaptı. 1954'tc girdiği İstanbul Ürıi rıin gerek genel sekreterlik döneminde
versitesi Felsefe Bölümü'nden 1959 yı gerekse bugüne kadar süren başkanlık
lında mezun oldu. Aynı yıl Tak:iyettin döneminde, özellikle Hacettepe Felsefe
Mengüşoğlu'nun asistanı olarak bu bö- Bölümü'nün öğretim üyelerinin katkı ve
lümde göreve başladı. Ancak bir yıl son- çalışmalarıyla yurt içinde hem yayın ola-
ra görevden aynldL 1965'te hazırladığı rak değerli ürünler vermiş hem de semi-
"Schopenhauer ve Nietzsche'de İnsan nerler, konferanslar, paneller, anma top-
Problemi" adlı çalışma ile doktorasını ta- lantıları gibi çeşitli önemli etkinlikler ger-
mamladı. 1965-68 yıllannda Atatürk Üni- çekleştinniş; yurt dışındaki çeşitli etkin-
versitesi Edebiyat Fakültesi'nde Felsefe likler ve kongrelere katılmada da öğretim
ve Latince dersleri verdi. 1968'de Hacet- üyelerine yardımcı olmuştur.
tepe Üniversitesi Sosyal ve İdari Bilimler İoanna Kuçuradi, felsefi antropoloji
Fakültesi Eğitim Bölümü'ne geçti. 1969 alanındaki çalışmalarını "yüzyılımız felc
yılında yeni kurulan Felsefe Bölümü'nün sefesi antropolojisine bir katkı" olarak
başkanlığına getirildi. 1970'te "İnsan Fel- değerlendirdiği hocası Takiyettin Men-
855 Kuçuradi, İoanna
güşoğlu'nu Hacettepe Üniversitesi Fd- cc felsefi etiğe giden yolda önemli bir
sefe Bölümü'nde özellikle felsefi etik a- problemi açıklığa kavuşturmak amaçla-
çısından izlemiş bir felsefeci olarak dik- nır. Ancak Kuçuradi burada da Mengüş
kati çekmektedir. Yalııız hocasının çalış oğlu'ndan hareket etmiştir. Mengüşoğlu,
malarııu izlemekle kalmamış; aynı zaman- Dlj./111tz. Dtğrir ve Dıifm D-,Jar
da felsefi bilginin ancak gctçekliğc baka- -Fılstjl Ethilt. İfİtl Krililt. Bir HaZfrlılt.- adlı
rak üretilebileceği noktasında felsefe an- eserinde etik: fenomenleri antropolojik-
layışı bak.unından da Mengüşoğh.ı'nun et- ontolojik bir yaklaşımla ortaya koymaya
kisinde kalmışur. çalışırken, araşurmasını "değişen davra-
İoanna Kuçuradi'nin "değer'' ve "de- nışlar"lıl değil "değişmez değerler''le te-
ğerler''e olan ilgisi de Mengüşoğlu'nun mellendirmek isterken, antropolojik-on-
Nietzsche iizerinc: verdiği derslerle baş tolojik bir etik kurma amacındadır. Ku-
lamışur. '!Max Scheler ve Nictzschc'de çuradi'nin yaptığı da hocasının bu girişi
Trajik:" adlı çalışmasında Schder'den ha- mini daha sınırlı bir alanda, "değer prob-
ı:cketle bir "insan fenomeni", bir "yaşam lemi" çerçevesinde getçeklcştirmektir. O-
fenomeni" olarak trajiğin "özü"nü be- nun da vurgusu, değerlerin ve değerlen
lirlemeye çalışırken, onun "her zaman dirmelerin değişmesine karşılık, "değer"
değerler ya da değer karşılaşurmalarıyla in değişmez olduğu üzerinedir.
ilgili" olduğunu, "mekanik bir dünyada Böylelikle Kuçuradi etik ile ahlakı bir-
trajik" olanın ortaya çıkamadığını vur- birinden ayınna amacında oldukça önem-
guhıyaı:ak trajedinin günlük hayatla olan li bir mesafe kaydetmiş olur. Öte yandan
aynlmaz ilişkisine değinir. Yaşanan haya- onun değer problemiyle ilgilenmesinde
tın olup bitmeleri içinde sanatın ve felse- artık salt felsefi bir kaygı değil, aynı za-
fenin bir araya getirildiği bu çalışmasın manda bugünün fenomenlerini kavrama,
da, bir fenomen olarak insanın trajik du- "çağı" anlamayı antropolojik bir değer
rumunu teınelleııdirmeye çalışır. Dokto- felsefesi çerçevesinde ele alırken bir yan-
ra aşamasında değer fdsefesine doğru dan da yaşanan hayattaki değer prob-
dan doğruya eğilmeyen Kuçuradi, Men- lemlerini "aydınlatma" da söz .konusu-
güşoğlu'nun felsefi antropolojiyi esas a- dur. Kuçuradi soyutlamayı esas alan ge-
lan yaklaşımını Schopenhauer ve Niet- leneksel etikteki kavram analizi yerine,
zsche'de insan problemini araştırırken bugünkü etikte fenomen analizinin de-
de sürdürür. Kuçuradi için daha sonra ğer problemini ortaya koymak bakımın
giderek "bdirginleşen ve vurgulanan bir dan daha uygun bir yaklaşım olduğunu
görüşe, "moral" ile "etik"i birbirinden belirtir ve etikle antropoloji arasındaki
ayırma konusuna ilk kez de~esi itiba- ilgiyi özellikle vurgular.
riyle Schopenhaucr'un onun felsefesinde Değer konusunda antropolojiyi te-
ayn bir önemi vardır. mclc aldığı kadar zaman-üstü ve evren-
İoanna Kuçuradi'nin fdsefı antro- sel olmaya da önem veren Kuçuradi, ha-
polojiden etiğe doğru yol alan düşünce ı:cket ettiği Scheler ve bir ölçüde Han-
gelişiminin en önemli basamaklarından mann'ın ve dolayısıyla da Mengüşoğlu'
biri, aslında doçentlik tezi olan İnsan ve nun görüşlerinden aynlaı:ak ahlik yasa-
Değerleridir. Her ne kadar tezin adı "İn sını cvrcnsel bir ölçü olarak alıp "nu-
san Felsefesi Bakımından Değer Prob- men"in rno11111ınon) metafiziğini temel-
lemi" olsa da felsefi antropoloji burada lendiren Kant'a _yönelir. Fakat Kuçuradi
artık yalnız bir yaklaşım biçimidir. Temel her çağa özgü niteliklerin değer proble-
sorun öıiceki çalışmalarında olduğu gibi minde dikkatten uzak tutulamayacağını
bir fenomen olarak insan· problemini a- da göz ardı etmez. Hatta bu durumu in-
raştırmak değil, bir fenomen olarak de- san gerçekliğinin değerlendirilmesindeki
ğer problemini ortaya koymaktır. Böyle- çağdan çağa değişen insan anlayışlarını
Kuhn, Thomas SamueJ 856
nümüz biliminin bugünün bilimi olma- önce eşine rastlanmamış ölçüde çekicidir
sını sağlayan temel öğclerini, örneğin kav- ve ardında ilerideki bilimsel araştırmalar
ramlarını, kuramlarını, deneysel yöntem- için yeterince ilginç sorunlar bırakacak
lerini -ya da tüm bunların izlerini- eski denli açık uçludur. Bu örnek alınacak çö-
metinlerde kazıyıp bularak ve bunları zümler "paradigma" diye adlandınlırlar;
zamandizinsel bir öyküleme içerisinde sonraki dönemde araştırmayı şaşmaz bir
düzenleyerek ulaşılabilir. Bu· görüş uya- biçimde yönlendirmeye yararlar. Bu dö-
rınca bilimsel gelişim zorunlu olarak bi- nem de "olağan bilim" diye adlandınlır.
rikimli (.kümülaıit) bir gelişmedir: bilim Olağan bilim temel sorunlara ilişkin ala-
varolan bilgi parçalanna yenilerini ekle- nın uygulayıcıları arasındaki geniş bir
yerek adım adım ilerler. Ne var ki bu oydaş.ımla ve belli bir araştırma yorda-
türden bir tarihyazımı anlayışı düne bu- mıyla ayırt edilir. Olağan bilim dönemi
günden bakarak, günümüz bilimini geç- boyunca egemen paradigma ne sorgula-
mişe yansıtarak eski bilimin özyapısıru nır ne de sınamadan geçirilir. Bilimsel
bozar. Geçmişte bilim adına ortaya ko- topluluğun üyeleri paradigmayı daha çok
nanların, geçmişin bilim göruşünün ger- önemli sorunları çözmek için bir araç o-
çek doğasının böyle bir yaklaşımla kav- larak kullanırlar. Zamanla bu topluluk
ranması olanaksızdır. Buna karşı, başını direnen sorunlarla ya da "aykırılık"larla
Gaston Bachclard, Georges Canguil- ("anomali"lerle) karşılaşırsa da bu so-
hcm, Alexandre Koyre gibi düşünürlerin runlardan çok azı endişeye neden olur.
çektiği bilim tarihi çıkışlı bilim felsefesi Ancak gitgide biriken aykırılıklar bilimsel
geleneğinin önerdiği "yeni bilim tarilıya topluluğu ister istemez "olağ.ındışı bi-
zıını'' anlayışı, bir bilimin genel duruşu lim" evresine yönelten, daha doğrusu
ile ana savlarını kendi zamanındaki tarih- iteleyen "bunalım" durumuna geçilmesi-
sel bütünlüğünü koruyarak ortaya koy- ne neden olur. Olağandışı bilim dönemi
maya çalışır. Bu anlayışa göre eski bili- boyunca bilimsel topluluğun üyeleri ege-
min kavramlan, araştırma çerçeveleri, men paradigmanın ve rakiplerinin temel
konu edindikleri sorunlar ve en önemlisi ilkelerini etkin bir şekilde yeniden tar-
de gelişim ile ilerlemeden ne anladıkları uşmaya açarlar. Bu arada rutin sorun
tarihsel olarak uygun bir biçimde yeni- çözme işlemi yeni bir paradigma ege-
den bina edilmelidir. İşte Bilimsel Dev- menliğini kurana dek askıya alınır. Araş
ri111kri11 Y<fmlnın birincil amaa da bu tırma önemli aykırılıklar ile onların bağ
yeni bilim tarihyazıını anlayışını arkasına lamı üzerine yoğunlaşır. Eğer olağ.ındışı
alarak yepyeni bir "bilim imgesi" oluş bilim evresinde yürütülen bu araştırma
turm~ktır. bilimsel topluluk tarafından kabul edilen
Kuhn'a göre bu tarihyazıını kuramın yeni bir kuram ortaya koyarsa, bu yeni
dan çıkan bilim betimi tüm bilimsel di- kuram yeni bir olağan bilim dönemine
siplinler için bir gelişim şeması içerir: He- yol açacağından ötürü bilimsel bir dev-
nüz olgunluğa er{şmemiş, emeklemekte rim gerçekleşmiş olur. Kuhncu anlamda
olan bilimsel alanlar genellikle rekabet bilimsel devrimler gelenek bağımlı ola-
halindeki okullar arasında yaşanan çatış ğan bilim etkinliğinin gelenek kına ta-
malarla ayırt edilirler; doğmakta olan ala- mamlayıcılandır. Daha açık bir deyişle,
nın uygulayıcılan arasında hiçbir konuda bilimsel bir devrimde önceleri kabul
bir oydaş.ım söz konusu değildir. Bu re- görmüş bir kuram yeni bir tanesi adına
kabet ortamı nihayet bir uygulayıcı öbeği yadsınır. Bu yadsıma beraberinde sorun
değme bir araştırma sorununa örnek bir tabarurun, dolayısıyla çözüm zemininin
çözüm getirdiğinde sona erer. Qmek çö- başkalaşımını ve kimileyin de temel bi-
zümün iki ayırt edici özelliği bulunmak- lim~cl kavramlann ince ayarlarla değişi
tadır: Diğer okulların üyeleri için de daha mini getirir. Devrimler, içinde bilimsel ça-
Kuhn, Thomas Samuel 858.
sipliner matris"i (ıiistipünary matrix) kap- ~u, bu yüzden de zorunlu olarak "ku-
sayan daha geniş anlamından ayn tutarak ralkoyucu" bir anlam taşıdığını ve ey-
yanıt verir. Paradigmanın "disipliner mat- leme yol açtığını ileri sürer. Ah!ıik felse-
ris" anlamı diğer öğelerin yanı sıra sü- fesinin "olanı" değil "olması gerekeni"
rekli işleyen ama özellikle kuram seçimi soruşturduğunun tltını koyuca çizen ku-
sırasında ayırt edilen, açıklık, tutarhlık, ralkoyuculuk, insana ne yapması ya da
verimlilik, yalınlık gibi bilimsel değerleri nasıl davranması gerektiğini söyleyen; in-
de içerir. Bu değerler kuram seçimini san etkinliklerinin yönünü çizmek adına
yönlendirseler de hangisinin seçileceğini kurallar saptayan bir ahlak anlayışını sa-
zorla kabul ettirmezler; bilim adamları vunur.
kimileyin kuram değerlendirme sorunu Her ne kadar adını ve ahlak felsefe-
karşısında, seçeneklerden hiçbiri usdışı ~indeki gücünü son yüzyıla borçlu olsıı
olmasa da, anlaşmazlığa düşebilirler. da kuralkoyuculuğun Sokrates ile Aristo-
Kuhn'un diğer önemli çalışmaları a- teles'ten başlayıp Hume, Kant \•e Mill'e
rasında K11an1Hm Fiwi Tarihinin ~na/e dek süren uzun bir geçmişi \•ardır. Ahla-
lan (Sources for the History of Quan- ki önermelerin buyuruculuğunun tanınıp
tum, 1967), tarihsel ve felsefi makalele- tanınmaması ilk zamanlar~an bu yana fi-
rini içeren Asal Gerilim. Bilimsel Geltnele ve lozoflarca ele alınan bir konu olmasına
Dtğifint Ü:(!rine Sefilmiş İncrkllleler (fhe karşın, bu önermelerin dile getirdiği an-
Essential Tension. Selected Studies in lamların "betimleyici" ve "kuralkoyucu"
Scientific Tradition and Change, 1977) öğeleri arasındaki ilişkinin irdelenmesi
ile Kuhn'un kuantumun fiziğe girişine i- oldukça yenidir.
lişkin tartışmalı anlatısı Kara Kiitlt Ktıramı Sokraı:es, nasıl olup da birinin bir şe
ve KHant11111 Siirele.riz.fiği, 1894-1912 (Black yin "iyi" olduğunu düşünüp de o şeyi ya-
Body Theory and the Quantum Dis- şamında uygulamadığını anlamakta ya da
continuity, 1894-1912, 1978) sayılabilir. açıklamakta güçlük çektiğini söylüyordu.
Ayrıca bkz. bilim felsefesi; anomali; Bilgiyle eylemin örtüşmemesini, bilmeyle
paradigma. yapabilme arasındaki olası bir gediği, ya-
ni istenç güçsüzlüğünü f:akrasia) kabul-
kullanımcı anlam kuramı bkz. anlam. lenmeye yanaşmıyordu. Aristoteles ise
Sokraı:es'in kendine egemen olamamanın
kural yararcılığı [İng. mft..11tilitarianism; bilgisizlikten kaynaklandığı yollu görüşü
Fı. riglt-11tilitaris11te-, Alm. rege1Htilitarism11ij ne karşı, istenç güçsüzlüğü sorununa tu-
bkz. yararcılık. tarlı bir kuralkoyuculukla eğilmiştir. Doğ
ru yargılama (* !Jntsis) ile aklıbaşındalık
kuralkoyuculuk ~ng. presmptivim; Fr. ya da pratik bilgelik f:phrrmesis) arasında
presmptivisme-, Alm. priiskriptivis11111s] Ahlak bir ayrıma giderek; doğru yargılamanın
felsefesinin temel işlevinin bize ne yap- değerlendiriciyken, bize ne yapıp ne yap-
mak z.omnda olduğumuzu bildirmek ol- mamamız gerektiğini bildiren aklıbaşın
duğunu savunan; ahlaki yargıların özün- dalığın buyurucu, yaptınmsal (epitaktike)
de "betimleyici" değil de "buyurucu" ya olduğunu öne sürmüştür (Niko111akhos'a
da "kuralkoyucu" olmalarından ötürü Etik, 1143a, 1145b).
eylemlerimizin yönünü belirlediğini öne Ahlaki önermelerin dile getirdiği an-
süren öğreti. lamın kuralkoyucu bir öğe içerdiğini ta-
Ahlaki değer yargılannı dile getiren nımasına karşın, Hurne'un ahlak öğreti
önermelerin ancak olgusal olduğunda sini kuralkoyucudan- ziyade öznelci diye
"anlamlı" olacağını öne süren betimleyi- nitelemek daha yerinde olur. Kant'a ge-
ciliğin tersine, kuralkoyuculuk bu türden lindiğinde ise sıkı bir kuralkoyuculukla
önermelerin "de~.ı:r biçici yargılar" oldu- karşılaşılır: Nesnelliği hedefleyen ahlak
kuramsal felsefe 860
öğretisini "ödev ahlakı" ile "koşulsuz buy- ğine sahip olduklanna, ahlaki düşünce
ruk" üzerine temellendiren Kant'a göre, nin ussallığını ve nesnelliğini açıklama
ahlaki olguların ahlak alanında kayda de- yetisi taşıdıklarına dikkat çeker. R. M.
ğer bir rolü yoktur; ahlak, ahlak ilkele- Hare, son çözümlemede ise betimleyici-
riyle ya da ahlak buyruklarıyla iş görür. liğin göreciliğe saplanmaya yazgılı oldu-
Hume'un "olan" /"olması gereken" üze- ğunu, yalnızca kuralkoyuculuğun nesnel-
rine düşüncelerinin izinden giden J. S. li!'.,>i güvence altına alabileceğini, ahlaki
Mili de ahlak önermelerinin birer buyruk evrensellik ülküsüne ancak ve ancak ku-
olduğunu dile geurerek kuralkoyuculu- ralkoyucu bir etik anlayışıyla varılabilece
ğunu açıkça ilan eder. XX. yüzyılın ahlak ğini belirtir. Ayrıca bkz. betimleyicilik.
felsefesinde ise duyguculuğu savunan A-
yer, Camap, Stevenson gibi düşünürlerin kuramsal felsefe bkz. pratik/kuram-
görüşleri az ya da çok kuralkoyucu öğe sal felsefe.
ler içermektedir.
Kuralkoyuculuk, tüm bu tarihsel geli- kuramsal kendilik ~ng. ıheoreh'cal entity,
şim sürecini bir yana koyarsak, çağdaş Pr. thiorique entitf, Alm. theoretische entifıi'~
düşüncedeki yerini İngiliz ahlak felsefe- Gerçekliğe hiçbir gönderimleri olmama-
cisi Richard Mervyn Hare'e borçludur. sına karşın salt kuramlarda gerçekleştir
Hare, Kant'ın yolundan giderek nesnel- dikleri belli işlevlere bağlı olarak varolan
liğe ulaşacak bir ahlak öğretisi kurmaya birtakım değişmez açıklama öğelcrini an-
girişmiştir. Dil felsefesini ahlak kuramına latan felsefe terimi. Sözgeliıni "Ortalama
uygulayarak ahlak önermelerinin, ahlaki Türk Kadını" belli bir kadın tekine karşı
dilegetirişlerin, örtük bir üstüne alma ya lık gelmiyor olmakla birlikte, kullanıldığı
da yüklenme içerdiğini, bir eylem biçi- bağlamda hep özel bir işlevi yerine ge-
mine bağWık bildirdiğini savunur. tirmektedir. İlk kez XX. yüzyılda deney-
Hare, Ahla/em Dili (fhe Language of cilik çerçevesinde dillendirilen kuramsal
Morals, 1952) adlı yapıtında, ahlakla ilgili kendilik terimi, günümüzde özellikle çö-
önermelerin bildirdikleri anlam bakımın zümleyici bilim felsefesi çalışmalarında
dan "betimleyici" C'olgusal') ve "kural- kendisine sıklıkla başvurulan bir terim
koyucu" ("değerbiçici') önermeler ol- konumuna gelmiştir. Öte yanda, yine ay-
mak üzere ikiye ayrıldığını; betimleyici nı manuk içerisinde bilimsel olarak ya-
önermeler kültürden kültüre ya da kişi rarlı görülen bir varsayım kümesindeki
den kişiye farklılık gösterirken, kuralko- kuramsal bir terimin anlaıru için verilen
yucu önermelerin değişmeden kaldığını açıklama "kuramsal açıklama" diye ad-
öne sürer. Doğalcı etiğe karşıt biçimde lanclırılmakwlır. Ayrıca bkz. gerçekleş
ahlaki yargıların eyleme kılavuzluk etme tirim.
işlevinden ötürü betimleyici değil de ku-
ralkoyucu olduğunu, bir yaptının içerdi- kurgusal (kurgu)) felsefe ~ng. specula-
ğini vurgular. Hare, Ôzt/irliile ve Akı/'da tiııe philosopo/, Pr. philosophie spectılative;
(Freedom and Reason, 1963) ise ahlaki Alm. speleu/aJive philosophie] En gend an-
ilkelerin seçiminin *Altın Kural uslamla- lamda öğretilerinde somut olana değil de
masına göre yapılması gerekliliğinin altı soyut olana; pratiğe değil de kuramsal o-
nı koyuca çizer: "Başkalanrun sana karşı lana; eyleme değil de eylem üzerine dü-
nasıl davranmasını istiyorsan, sen de şünmeye; deney ile deneyime değil de
başkalarına öyle davran!" Ahlaki Diifiin- deney(im)sel olmayana ağırlık veren fel-
me (Moral Thinking, 1981) adlı kitabında sefe anlayışı. Nesnel gerçekliğe hemen.
da Hare, yalnızca ahlaki yargıların ya da hiç aldımiaksızın zihinsd kurgularla yol
ahlaki değer yargılarını dile getiren öner- alan felsefe yapma yordaıru; doğrulama
melerin "evrenselleşebilir" olma özelli- ya, tanıtlamaya, temellendirmeye, dolayı-
861 kutkucufük
rimi. Yedeşik felsefe dilinde, kesin bir yalnızca belli alanlarda daha yumuşak bir
tutum almamayı, enson bir yargıya var- dille yadsıyarak, belli şeylerin bilgisine
mamayı ilke edinmiş; bütün değerlerden, belli çekinceler göz önünde bulundurul-
inançlardan, bilgi savlarından ilkece kuş mak koşuluyla varılabileceğini düşün
ku duymanın doğruluğunu savunan fd- mektedir. "Alan kuşkuculuğu" diye de
sefe anlayışı. adlanclınlan bu kuşkuculuk biçiminde,
Kuşkuculuk, düşünülebilecek hiçbir metafızik gibi belli araştırma alanlarında
konuda kesin bilgi diye bir şeyin olmadı bilgi edinilemeyeceği ya da algılama gibi
ğını, olsa bile insanın ddeki yetileriyle belli yetilerin bilgi sağlamayacakları gibi
kesin bilgilere ulaşmasının olanaklı ol- düşüncelerle elemeci-ayıklamacı bir kuş
madığını öne sürerek, nesnel bilgiyi ve kuculuk tutumu söz konusudur. Kuşku
nesnel bilme olanağını bütünüyle yok- culuğun bu daha ılımlı biçimi, bir bütün
saymaktadır. Buna karşı açık ve seçik olarak bilgi olanağını bütün alanlarda
doğruya, kendisinden kuşku duyulama- yadsımadan ancak belli alanlarda kuşku
yacak sağlam bilgiye ulaşmak için sağlam culuğun işletilmesinden yanadır.
bir dayanak bulana dek bütün bilgilerin Kuşkuculuğun varolan bütün değer
kuşkuya açılarak sınanıp sorgulanması i- lere karşı olumsuzlayıcı bir tutumun ser-
. se "yöntembilgisd kuşkuculuk" diye ad- gilendiği, bencil olmayan değerlerin bun-
landırılmaktadır. Her türden düşünce uğ ların varlığına duyıılan inançsızlık nede-
raşısında doğrulan yanlışlardan ayırmak niyle yoksayılclığı, insanlığın temel değer
amacıyla bütün bilgilerin tek tek yeni ve ülkülerinin geçerliliğinin toptan kuş
baştan gözden geçirilmesini öngören bu kuya açıldığı "Kinizm" ile karıştırılma
kuşkuculuk anlayışı, kimileyin "olumla- ması gerekir. Yıne kuşkuculuğun, fdsefe
macı kuşkuculuk" ya da "geçici kuşku ilkelerinin ndiği gibi enson soruların il-
culuk" diye de arulmaktaclır. Bu anla- kece yanıtlanamaz olduğunun, bu tür ko-
mıyla kuşkuculuk modem felsefenin ku- nularda araştırma yapmanın gereksizliği
rucusu Descartcs tarafından geliştiril nin, dolayısıyla bu tür konularda yargıda
miştir. Bunun yanında gerçekliğin özünü bulunmaktan kaçınmanın doğruluğunun
bilmenin ilkece olanaksız olduğunu ileri savunulduğu bir başka felsefe anlayışı
süren bütün metafizik öğretiler de kuş "bilinemezcilik" ile de arasında çok ince
kuculuk deyişiyle nitelendirilmektedir. aynmlar bulunmaktadır.
Bilgi olanaklarınıiı son derece sınırlı Felsefe tarihinin bilinen en eski kuş
olduğunu, şaşmaz bir kesinlikle hiçbir kuculuğu Eski Yunan'ın gezgin düşünür
şeyin bilinemeyeceğini, topu topu birta- leri sofıstlerce temellendirilmiştir. Başta
kım kişiye özel, doğruluğu her zaman Protagoras ile Gorgias olmak üzere bü-
için kuşkuya açık görüşlerin bulunabile- tün sofistler, herkesçe benimsenecek or-
ceğini savunan genel kuşkuculuk öğretisi tak gendgeçer doğruların olmadığını,
yanında, kuşkuculuğun ilk bakışta iki ayn doğrunun her bireye ayn görünen bir
biçimi daha bulunmaktadır. "Sonuna dek şey olarak kişiden kişiye değiştiğini sa-
götürülmüş kuşkuculuk" diye adlanclın vunarak felsefece düşünmeyi olanaksız
lan ilk biçim her türlü bilgi olanağını kılacak denli ileri götürmüşlerdir kuşku
yadsıyarak işin doğası gereği hiçbir şeyin culuğu. "Sofist· Öğreti"nin olmazsa ol-
hiçbir koşulda bilinemeyeceğini savunur. maz bileşeni kuşkuculuk, Eski Yunan'da
Bu kuşkuculuk anlayışı yer yer felsefe özellikle yapılan siyasal tartışmalarda
metinlerinde "olumsuzlamacı kuşkucu karşı tarafın savunduğu düşünceyi kuş
luk" ya da "sürekli kuşkuculuk" diye de kuculuk yoluyl'1 çürüten sofistlere büyük
geçmektedir. Buna karşı "olumsal kuş bir retorik üstünlük sağlamıştır. Eskiçağ
kuculuk" ya da "ölçülü kuşkuculuk" diye kuşkuculuğunun dizgeli bir biçimde te-
adlanclınlan ikinci biçim bilgi olanağını mellerini atan Elisli Pyrrhon, felsefe ta-
863 kültıin:l görecilik
nın birçok yöresinde Baıı'nın gözüyle kav- nca bkz. görecilik; göreci etik; ölçüş
ranamayacak, biz ''yabancılar"ın sözda- türiilemezlik; Feyerabend, Paul.
ğanyla dile getirilemeyecek kültürler bu-
lunduğu saptamasını yapmıştır. Feyerac kiime [İng. .<et; Fr. eıııtı11bk; Alm. 111engr,
bend bu nedenle bilimin varsaydığı "ev- es. ı. ı7i111k] Nesnelerin iyi tanımlarunış
rensel insan doğası" denilen şeyin varlı bir sıralaması, toplamı ya da öbeğidir. İyi
ğını yadsımış; bir kültürdeki insan doğa tanımlanmış olması bir kümeyi bir yı
sının başka bir kültürdeki insan doğasın ğından ayıran şeydir. (Bir görüşe göre
dan kesinkes farklı olduğunu düşünmüş de, her matematik dizgede tanımlanma
tür. mış ter.imler vardır. 'Küme' terimi de
Küycl, Mübahat Türker İslam felsefe- mun'u tanıtan bir bildiri ile katılmıştır.
sine, özellikle de Türk kökenli filozofla-· Daha sonra SIEPM'nin Almanya'nın
nn tanınmasına yönelik lmtlı:ılanyla öne Köln Üııiversitesi'nde 1961 yılında dü-
çıkan Ankara doğumlu felsefecimiz. zenlediği II. Uluslararası Ortaçağ Felse-
Ankara Üniversitesi DTCF Felsefe fesi Korıgresi'ne İbn Sina ve İbn Rüşd'
Bölümü'nü bitiren Küyel, aynı yıl Felse- ün felsefelerini; İtalya'nın Mendola ken-
fe Tarihi Kürsüsü'ne asistan olarak girdi. tinde 1964 tarihinde yapılan III. Ulusla-
"Üç Telıifüt Bakımından Felsefe ve Din rarası Ortaça* Felsefesi Kongresi'ne de
Münasebeti" başlıklı tezle doktorasını ver- XII. yüzyıl Islam matematikçilerinden
di (1954). 1959'da "Aristoteles ve Firi- İbnü'ş-Şalah'ı tanıtan bildirilerle katıldı.
bi'de Varlık ve Düşünce Öğretileri" ko- Aynı kurumun düzenlediği Kanada-Mon-
nulu tezle doçent oldu. Bölümünde A- treal (1967), İspanya (1972), İspanya
ristoteles ve İbn Rüşd, Hıristiyan Ona- Madrid (1979), Helsinki (1987), Kanada-
çağı, Felsefenin Menşei ve Helen Felse- Ottowa (1992) toplantılannda da Tür-
fesi, Modern Çağ Felsefe Tarihi, İslam kiye'yi temsil ederek bildiriler sundu. Yi-
Felsefesi, Felsefe Tarihi Semineri, Fel- ne değişik kurumların Tahran (1973),
sefe Tarihine Giriş, İlkçağ Felsefesi, Budapcşte (1988), İspanya (1993) ve
Türk-İslam Filozofları gibi dersler verdi. Ankara'da (1983, 1985, 1989, 1991,
Nusret Hızır'dan sonra Felsefe Tarihi A- 1992) düzenlediği çeşitli uluslararası top-
nabilim Dalı başkanlığı ve Sevim Tekeli' lantılarda Farabi, İbn Sina, Beyııini, Yu-
den sonra da 1991-1994 yıllan arasında suf Has Hacip, Yunus Emre gibi özel-
Felsefe Bölümü başkanlığı yapan Küyel lilde Türk asıllı fılozof/bilginleri bildiri-
1994 yılında emekli oldu. lerle tanıttı.
1961 'de Brüksel'de kurulan Uluslara- 1983 yılında kurulan Atatürk Kültür
rası Ortaçağ Felsefe İncelemeleri Kuru- Merkezi'nin asli üyesi olan Küyel, mer-
mu'nun (SIEPM) üyesi olan Küyel, 1972 kezin başkanı Aydın Sayılı'nın yayınlan
yılında İspanya'da düzenlenen Uluslara- masında büyük çaba gösterdiği Erdem
rası V. Ortaçağ Felsefesi Korıgresi'nde dergisine çıktığı ilk sayıdan itibaren (O-
"Onaçağda Çeviriler Komisyonu"na se- cak 1985) hazırlık komisyonu üyesi ola-
çildi. Kurulduğu yıldan itibaren SIEPM' rak katkılarda bulundu ve birçok maka-
nin düzenlediği kongrelere düzenli ola- lesini bu dergide yayımladı. Başta' Erdem
rak katılan Küyel, ilk kez, SIEPM ku- olmak üzere 1980'li yıllarda çeşitli dergi-
rulmadan önce, ancak böyle bir kuru- lerde daha çok Türklerin İslıim ve Batı
mun kuruluş hazırlıklannın da yapıldığı kültürüne katkılannı ortaya koymaya yö-
1958 yazında Belçika'nın Louavin Üııi nelik popüler yazılar yazdı. Halen Ata-
versitesi'nde yapılan 1. Uluslaııırası Or- türk Kültür Merkezi üyesi olan Küyd,
ta.çağ Felsefesi Korıgresi'ne İbn Mey- 1983 sonrası Aydın Sayılı çizgisinin iyi
Küyel, Mübahat Türker 868
bir izleyicisi durumundadır. Ancak Kii- de felsefi uyanış için öncelikle yapılması
ycl'dc hocasuın göte "Türk" vurgusunun gereken şey "İslam-Türk tefekkürü"nün
daha ön planda olduğu söylenebilir. Yi- tarihinden başlanarak onun modern fel-
ne Sayılı'da Sarıon'un etkisiyle hümanist sefe karşısındaki durumunun belirlenme-
görüşler de olduğu halde, Kiiyel'de hü- sidir.
manizm karşın bir görüşün izlerini bul- Küyel daha başlangıçta filolojik yön-
mak mümkündür. temin problematik ve kültür tarihi yön-
Küyel'in İslam felsefesine olan ilgisi temine göre önceliği olduğunu düşün
DTCF Felsefe Bölümü'ndeki öğrencilik mekle birlikte, pratik açıdan bunun im-
yıllannda hocası Necati Alı:der'in verdiği kansızlığını Öfle sürerek, sınırlı da olsa
dersler ve düzenlediği seminerlerle baş bir problemin sistematik olarak kültür
ladı. Kiiycl, doktora tezinin "Önsöz"ün- tarihi yöntemiyle ele alınabileceğini sa-
de, bu ilgisi üzerinde, hocasının yalnız vundu. Kendi ifadesiyle daha sonraki ça-
Ban'yı merkeze alan hümanizm anlayı lışmalarında giderek öne çıkacak olan "li-
şına karşı İslam Ortaçağı'nın ortaya koy- sani-tarihl metot"un C'dilsel-tarihsel yön-
duklannın da ele alınması gerektiği şek tem"in), başlangıç düzeyinde, yalnız üç
lindeki görüşünün rolü olduğunu belir- tehafüt üzerinde haşan ile uygulandığı
tir. Gerçekten de "Üç Tehafüt Bakımın söz konusu doktora teziyle Kiiyel, bir-
dan Felsefe ve Din Münasebeti'' konulu çok yerli ve yabana araştırmaanın pay-
doktora teziyle başlayan İslam felsefesi laşuğı bir yanlışı ortaya koymuş ve dü-
eğilimi, giderek hazırladığı diğer tezler, zeltmiştir: Ona göre bu yanlış, Fatih'in
incelemeler, yayımladığı makale ve ki- Hocazade ve Ali Tus!'ye Gazali ve İbn
taplar çevresinde 1950'li yıllardan bugü- Riişd'ün tehafütleri üzerinde bir eser yaz-
ne kadar gelen önemli bir eğilim ve anla- malarını emrettiği hakkındaki görüştür.
yış biçiminde DTCF Felsefe Böliimü'n- Küyel tezini, Gazali'nin "filozofık bir ta-
de gelişip yerleşti. Gerçi DTCF'den çok vırla" Farabi ve İbn Sina'nın Aristoteles-
· önce, İstanbul Darülfünıinu'nda da özel- çi felsefesine yapmış olduğu eleştirilerin
lilcle İzmirli İsmail Hakkı'nın ve 1933 Ü- İslam açısından hangi tür bir felsefenin
niversite Reformu'ndan sonra Hilmi Zi- uygun olamayacağını göstererek "yeni bir
ya Ülken'in İslam felsefesiyle ilgili ma- felsefe aramaya gidecek yolu açmış" ol-
kale ve kitap olarak oldukça önemli ya- masuın rağmen, Gazali sonrasında İslam
yınları olmuştur. Hatta Meşrutiyet döne- dünyasında "eleştirel zihniyetin neden do-
mi eğitimcilerinden San Bey, İslam me- layı canlı ve yaratıa bir devama sahip o-
deniyetinin yalnız Arapların çalışmaları lamadığı" sorusunu ortaya koyarak sona
sonucunda ortaya çıkmadığını, İslam u- erdirir. Aslında bu sorunun cevabını Kü-
leması arasında çalışmalarıyla bu mede- yel, ele aldığı üç tehafütte felsefe-din iliş
niyete önemli katkılarda bulunan Türkle- kisinin verimli bir şekilde kurulamadığını
rin sayılarının hiç de az olmadığını, me- ortaya koyarak zaten vermektedir. Fakat
sela İbn Sina'nın bir Türk olduğunu ileri yine de araştırma alanının sınırlılığından
sürmüştür. Ancak Mübahat Türker Kü- dolayı kesin bir yargıya ulaşmanın güçlü-
yel'in İslam ve özellilcle Türk-İslam filo- ğünü ifade eder.
zoflarına ilgisi daha bir yöntemli ve diz- Ortaya koyduğu sorulara tatmin edici
gelidir. Onun bu ilgisi önce bir proble- ve kesin cevapların verilebilmesi için ön-
matik (sorunsal) olarak başlamış; fakat celikle ilgili eserlerin eleştirel metin neşir
daha sonra doğrudan doğruya özellilcle lerinin yapılması gerektiğine inanan Kü-
Farabi gibi Türk filozoflarının eserlerinin yd, gerçekten de daha sonraki çalışmala
eleştirel metin neşrini yapma türünden rında giderek böyle bir yola yönelmiş,
filolojik (betikbilimsel; örübilimsel) bir yetiştirdiği asistanlarını da bu yola yö-
çizgi içine girmiştir. Ona göre Türkiye' neltmiştir. Nitekim daha doçentlik çalış-
869 Kyreneliler
masını bitirmeden Yahya bin Adi (1956) bano iki faktör rol oynamıştır: Bunlar-
ve Faribi'nin (1958) bazı eserlerini eleş dan birincisi Aydın Sayılı etkisidir. Sayılı
tirel metin neşri yöntemiyle yayınlarruş daha Küyel asistanken Fiicibi'nin özel-
tır. Aslında "Aristotoles ve Faribi'de likle bilimle ilgili yönlerini öne çıkararak
Varlık ve Düşünce Öğretileri" konulu onun İsliim düşüncesindeki ve dolayı
doçentlik tez{ de, her ne kadar zorunlu sıyla Batt düşüncesindeki yerini belirten
olarak problem yönteminin kullanıldığı makalelerinin yanı sıra doğrudan doğru
bir çalışma olsa da, kültür tarihi yönte- ya bilimle ilgili bazı risalelerini de kritik
minin yerine daha çok fılolojik yöntemin metin neşri yoluyla yayınlamışttr. Böyle-
öne çıktığı bir araştırma olması bakımın ce Aydın Sayılı'nın Bilim Tarihi Kürsü-
dan dikkati çeker. Bu tezde artık yöntem sü'nde gelişen filolojik yöntem çalışma
bakımından vurgusu, "lisaııi-tarihl me- larının, Felsefe Tarihi Kürsüsü'nde de e-
tot" dediği fılolojik yöntemdir. Gerçek- gemen olması gibi bir durumla karşılaşı
ten de Küyel'in daha sonraki çalışmala lır. İkinci faktör ise dıştan gelir ve Küyel'
nnda problem yönteminin hemen he- in SIEPM'nin üyesi olmasından kaynak-
men tamamen ihmal edildiği, buna kar- lanır.
şılık filolojik yöntemin kullanıldığı metin Mübahat Türker Küyel'in açttğı teha-.
neşirlerini esas alan bir eğilimin başat bir fütlcrin incelenmesi yolu, DTCF Felsefe
şekilde ortaya çıktığı görülür. Onun ça- Bölümü'nde, 1960'lı ve 1970'li yıllarda
balan, artık yazma kütüphanelerinde u- yetiştirdiği Ahmet Arslan, 1980'li yıllarda
nutulmuş, kimsenin haberi olmadığı ve- yetiştirdiği Recep Duran ile 1980'li ve
ya hakkında eksik ve/veya yanlış bilgile- 1990'1.ı yıllarda yetiştirdiği Ülker Öktem
rin olduğu İslam ve özellikle Türk düşü ile de"\Talil etmiştir.
nür ve bilginlerinin eserleriıiin eleştirel Eserleri: Or TeMfiit Bakımmdan Felsefe
metin neşirlerini yapmaya yöneliktir. Bu ve Din Mii1ıasebeti (19 56), Aristotefes ve Fa-
amaçla özellikle Fariibi'nin mantık eser- rabfnin V arkk ve Diişiina Ôğretikri (1969),
lerine eğilir. "İslam :iİeminde yetişen ilk Tiirkfye'de Cumhuriyet Döneminde Felsefe
fılozor' ve "Muallim-i Sani" olması ba- qlemi (1976), Felıefge Başlangr (1976),
kımından Farabi'ye eğilirken, Batılı ve Do- Felsefeye Giriş (1985), Farabfnin Baz! Man-
ğulu araştırmacılann çalışmalarına rağ hle Eserleri (1990), Farabf'nin Şara'it ul-Ya-
men, ortaya bir "Farabi Külliyatı" konu- "ftin'i (1990), Farabfnin Peri Htffllenitu
lamamasından hareket eder. Ona göre Muhta.ran (1990), Farabl)e Aifedilen Kiifiik
böyle bir külliyatı ortaya koyma işi "her- Bir Eser (1990), Farabfnin Geometri Felreft-
kesten çok Türk aydınlarına düşer". Bu- sine İli/lein Metinler (1992), Farabfnin Peri
nun için "metodolojik" bir zorunlulukla, Htffllenia.r Şerlıi (1994). Küycl'in çok sa-
"Farabi'nin kayıp zannedilen eserlerini, e- yıdaki makalderi de DTCY Dtr?Jsi, EIH-
le geçtikçe, onun düşüncesini aydınlat des Mediterraraneenner, Araştm11a, Errit111,
mak ve sisteminin bütününü meydana MiUi Kiiltiir, Tiirk Yurdu ve Bilge gibi der-
çıkarmak" amaoyla yayınlamak ve Türk- gilerde yayımlaiırruşttr.
çe'ye çevirmek gerelı:riğini vurgular.
Küyel'in böyle bir yolu seçmesinde Kynilder bkz. Kinikler Okulu.
ve gerçekten de uluslararası literatüre gi-
ren eserler yayımlamasında yerli ve ya- Kyreneliler bkz. Kirene Okulu.
Ll
La Bruyere, Jean de (1645-1696) Fran- ceği Prusya'da Büyük Frederick'e sığın
sız ahlfilı:çı
ve yergici düşünür. Aristote- mak zorunda kalmıştır.
les'in en ünlü öğrencisi olan Thcoph- La Mettrie'nin felsefece yapıtı L 'His-
rastos 'un aynı adlı yapıtına dayanarak toire natrmUe de /'ôme biçim ve sözdağan
yazdığı KJJra/eJerler [tam adıyla wCarac- bakımından metafizik bir inceleme gibi
tem ıle Theophraste, T raduits du Gm; avec /es görünse de yerleşik felsefe uslarnlamala-
ı:ararteres 011 fes Moeım de ce .titrle (fheo- rının maddeci bir bakış açısından tartı
phrastos'un Karakterler'inin Yunanca' şıldığı, bunlann yerine maddeci bir felse-
dan Çevirisi ile Bu Yüzyılın Karakterleri fenin kurulmaya çalışıldığı bir yapıttır.
ve Törelen)) başlıklı yapıtının ilk baskısı Bu yapıtında La Mettrie, Locke'un mad-
1688'de, Theophrastos'tan yaptığı çevi- deci bir okumasını yaparak bunu özel-
riye ek olarak çıkmıştır. Düşüncelerinde likle XVII. yüzyıl metafizikçileri Descar-
Descartes ve Pascal'dan izler taşıyan La tes ve Leibniz'e karşı kullanmıştır. L'
Bruyere, insan ilişkilerini derinlemesine Ho111111e machine'de ise zamanının tüm bi-
gözlemleyen; kibir, gösteriş gibi ahlfilı:sal limsel verilerini maddeciliğin temellendi-
düşkünlükler sergileyen kişilik durumla- rilmesi için kanıt olarak kullanmış ve a-
rını betimlemede parlak bir düşünürdür. natomi (gövdebilim), fizyoloji ve ruhbi-
Karaleterlet'de bir ahlakçı gözüyle öne limin verilerinden yararlanarak ruhun
sürdüğü felsefece görüşleri ses getirmiş bedene bağımlı olduğunu, oysa bedenin
tir. kendi kendine devinebileceğini göster-
meye çalışmıştır. La Mettrie maddeci fel-
La Mettrie, Julien Offroy de (1709- sefesini deneyci bir bilgi öğretisiyle ta-
1751) Özellikle maddeciliğin bir bildir- mamlamıştır: Ruh ya da zihin öncelikle
gesi sayılabilecek L 'Ho111111e machine (İn beden ya da maddeye bağımlıdır; bu ne-
sa~ Bir Makine, 174 7) başlıklı yapıtıyla denle de "ruhun doğal tarihi" fiziksel sü-
tanınan Fransız filozof ve hekim. La reçlerin yetkin gözlemleri aracılığıyla in-
Mettrie'nin felsefeyle olan ilişkisi upçılı celenmek zorundadır.
ğıyla bağlantılıdır ve Fransız aydınlan Felsefedeki maddeciliğini tanrıtanı
ması geleneği içinde tıpçı bir maddecilik maz bir dünya görüşü ve hazcı bir ahlak
öne sürmüştür. Kısa süren up pratiğin felsefesiyle bütünleştiren La Mettrie'nin
den l!Qnra kendini ünlü düzenekçi hekim diğer yapıtları arasında, doğa felsefesi ü-
Hermann Boerhaave'nin tüm yapıtlan zerine yazılmış L 'Ho111111e Plante (İnsan
nın çevrilmesine ve yorumlanmasına a- Bir Bitki, 1748) ve Systime d'EpiCllf'rl (Epi-
dayan La Mettrie, bu sırada tıp camiasın kuros'un Dizgesi, t 750) ile ahlfilı: üzerine
dan aulmasına da neden olan L 'Histoire düşüncelerini serimlediği Disı:tı11rs
mr la
natrmllt de l'ôme (Ruhun Doğal Tarihi, Bonhe11r (Mutluluk Üzerine Söylev, 1750)
l745) başlıklı İcitabını yazmış ve yayım sayılabilir.
lamıştır. Kitabın kışkırtıcı maddeci içeri-
ği nedeniyle Hollanda'ya sürülen La Met- La Rochefoucauld, Français de (1613-
trie, burada maddeciliğini insanlara uy- 1680) Fransız ahlfilı: filozofu ve öğüt
guladığı ve hoşgörüyle karşılanmayan ün- çüsü. XVII. yüzyıl soylu sınıfının temsil-
lü yapıtı L 'Ho111111e machine'i tamamlamış cisi olan La Rochefoucauld, zamanın
ve daha so-ı::a yaşamının kalanını geçire- gdeneklerini ayrıntılı bir biçimde ele alıp
871 Lacan, Jacques
her özdeşlikt:c içcrirnlenen aynın üstüne !iğin birliğini oluştutduğu yerde ben'in
kurulu bir bilinç anlayışı geliştimıiştir. kendisine yabancılaşıyor olmasıdıt. Bu
Hiç kuşkusuz bu anlayışı geliştirirken anlamda Lacancı kuramda "ben", her
Hcgel'in düşüncelerinin büyük ölçüde şeyden önce bir nesnedir: öznenin ken-
etkisi altındadıt. Bu anlayışı temellendi- disini hep ben olarak gördüğü nesne.
rirken Lacan'ın aynından tam olarak an- Ben yalruzca bir nesne olarak, yani bir
ladığı, özne ile özneye bir özdeşlik sağla başkası olarak görünebildiğinden ötürü,
yan nesne arasındaki kavranabilir bir ay- Lacan için ben'in qrtaya çıkışı olayı ken-
nklıktır. Lacan'a göre bu türden bir ay- disine karşı yönelmiş temel bir şiddet
nklık ya da uzamsal boşluk bir anlamda duygulanımına kaynaklık etmektedir.
nesneye ait olduğundan, öznenin özdeş 1950'lere gelindiğinde, Lacan'ın dü-
liği her zaman tam bir yetkinlikten uzak şüncelerinde "Roma Söylemi" diye anı
olacaktır. Nitekim Lacan bu noktada lan yazıdan (daha sonra "Ruhçözümle-
Freud'un bilinçdışı ile ilişkilendirdiği et- mede Konuşma ile Dilin İşlev ve Alanı"
kilerin de bütünüyle bu yetkin olmayış başlığıyla 1966 yılında Eeritlde yayımlan
durumundan kaynaklandığı saptamasın mıştır) başlayarak yeni bir boyutun baş
da bulunmaktadır. gösterdiği görülür: "simgesel". Lacan'ın
Lacan bilinçdışı kuramını en genci Ferdinand de Saussure'ün yapısalcı dil-
aıılamda her biri de öznelliği tanımlayan bilimi ve Claude Uvi-Strauss'un insan-
üç ayrı alana karşılık gelen üç tarihsel bilimi ile girdiği verimli düşünsel alışve
aşama içinde geliştirmiştir. Bu üç aşama riş, imgesele seçenek oluşturacak yeni
sırasıyla "imgesel", "simgesel" ve "ger- bir tasarım geliştirmesinin önünü açmış
çck"tir. İmgesele ilişkin en ayrıntılı Çö- tır. Buna göre imgesel nesnenin özdeşli
zümlemesini Lacan, daha ruhçözümleme ğini saplantılı bir özdeşlik temsiliyle ya
eğitimi aldığı sıralarda yayımladığı "Ben' da özdeşliğin nesnesini yok etme aracılı
in Oluşturucu İşlevi Olarak Ayna Aşa ğıyla işlerken, simgesel belli ölçülerde de
ması" (1936) b;;.;;lıklı yazısında vermiştir. olsa her iki işlevi birden yerine getirme
Bu yazısında Lacan, henüz konuşamayan yetisi taşımaktadıt. Simgesel bu iki işlevi
sözöncesi bebeklerin ayna karşısınday göstergenin yapısına dayanarak gerçek-
mış gibi kendilerini tanık oldukları olay- leştirebilmektedir. Saussure'ün söylediği
larla özdeşleş tirmcleri olarak betimlediği gibi gerçekten gösterge hem bir maddi
imgesel bir alan temellendirmesi sun- öğeden (gösteren) hem de onun göster-
muştur. Bebeklerin yetişkinlerle karşılaş diği bir düşünceden (gösterilen) oluşu
tırıldığında, henüz gelişkin bir konuma yorsa, o zaman bu yapı bütün insan tem-
gelmemiş oluşları nedeniyle, kendi ey- sillerinin temel koşulu olmak durumun-
1.eınlerini denetleme yetisinden yoksun- dadıt. Bir başka deyişle, gösterge ancak
lukları yönclmişliğin birliği için dışsal bir bir gösteren araalığıyla bir gösterilen su-
model gereği doğurmaktadıt. Bu aynı za- nabiliyorsa, bu demektir ki her bulunuş
manda Lacan'a göre altı aylıktan başla içinde bir olmayış ya da bulunmayışın
mak üzere konuşma çağına gelmemiş olması zorunludur; çünkü düşünce yal-
bebeklerin kendi imgelerini ya bir ayna- nızca temsil edildiği dil araalığıyla su-
da ya da çoğu durumda olduğu üzere nulabilen, o olmadan olmayan bir şeydir.
başkalarının yüzündeki mimik!erde keş Daha da önemlisi bir dili konuşmak üstü
fetme8İnİn neden gerekli olduğunu da örtük bir biçimde olsa da İster istemez
açık kılmaktadıt. Çocuğun aşın sevinme- bu sınıtlanmışlığı kabul etmek demektir.
sine yol açan bu imge Lacan'a göre aynı Dil bir temsil etme işiyse, o zaman bu,
zamanda çocukta aşın bir kızgınlığa da özğül nesne ya da olgu bağlamları uya-
yol açabilmektedir. Bu kızgınlığın başlıca nnca yabancılaşmanın zorunluluğunun
neden; ':-ıgcsc! özdeşleşmenin yönelmiş- da (gösteren ile gösterilen arasındaki sür-
873 Lacombe, Olivier
gü) her zaman için temsil edilmesi anfa- özünde ölüm içı,rüdüsü enerjileridir- bas-
mına gelmek durumundadır. Lacan'ın tırarak ya da dönüştürerek dilin iizdcşli~
1'reudcu ( )edipus ile "iğdiş edilme" dra- kemirdiği süreçte kullanır. Bu düşünccl"
malarını dile yer etmiş bir yasağın lllur- riyle [.acan, son çalışmalarını bütünüyle
lanması olarak (örneğin baba için "ba- "olanaksız gerçek" diye adlandırdığı tem-
banın adı') yeniden yorumlaması, Freud- sile girişin yasak olmasına adamıştır. Söz
cu gelişim şemasını kültürel olarak bi- konusu dönemin en belirgin düşüncesi,
çimlenmiş herhangi bir aile resminden arzu denen en önemli insan itkisinin yeri
ayn tutarak düşünebilmesine olanak ta- doldurulamayacak hir eksiklik olmasıdır.
nımışttr. Lacan'a göre simgesel çok daha Düşlerin dışında ar/.uyu bütünüyle sona
somut anlamda bir talepte daha bulun- erdirecek bir doyuma ulaşmak olanaklı
maktadır. Gösteren ile gösterilen arasın değildir. Lacan'ın çözümleme yöntemine
daki sürgü, ii:menin kendi boşluğunu ya en ı,rcncl anlamda Freud'un arzu çiizüm-
da olmak istediğini (manque·İiı·etre) temsil le.meleri ile Marx'ın siyasal çözümleme-
edivorsa, bu <lcmekıir ki bunu bir devini lerini bütünleme çabası olarak bakılabi
içi~de temsil ediyor~lur. Söz konusu de- lir. Nitekim ruhsal bastırılmışlık ile siya-
vini sürecini "arzu" diye adlandıran La- sal bastırılmışlık arasında doğrudan bir
can, arım içindeyken dilin somut anlam- bağ olduğunu düşünen l .acan, l'reudcu-
da eksiksiz, aracısız bir biçimde "bulu- Marxçı bir çizgi uyarınca "doj!;anın iyi-
nuş"un olanaksızlığını tanıtladığım dile liği" ile "toplumun kötülüğü" arasındaki
getirmektedir. Hep dilin aracılık ettiği, arkaik denebilecek bir aı'nm doğrultu
kendisini sunan aralıksız bir "ii7.dcşle sunda ilerleyen bir düşünme yordamını
şiınlcr" süreci yaratarak dil bu olanaksız benimsemiştir.
lığı tanıtlaınakradır. Arzu özdeşliği bu- Lacan'ın başlıca yapıtları arasında ö-
rada bcn'in özdeşliğini parçalayan kesin- nemli tüm yazılarını içeren Ecrits (Yazı
tisiz bir devinidir. Bu süreci dü?.değişme lar, 1966) ile Les Quatre concepts fondamen·
ccli, bir gösterenden bir başka ı,'<'isterene ıaux de '4 prycbanalyse (Ruhçözümlemenin
sıçrayarak ilerleyen bir süreç izler ama Dört Ana Kavramı, 1973) saı1labilir. Ay-
her zaman için eskisinin yerine yeni bir nca Lacan'ın verdiği tüm seminerler d"
iizdeşlik yaratmayı da elden bırakmaz. Le Slminaire de jacques Lacan başlığı altın
Bu söylenenlerden de açıkça ı,tiirüleceği da kitaplaştırılarak 20 ciltlik bir külliyat
üzere, Freud'un çoğu çiizümlemesi belli haline ı,rctirilmiştir. Aynca bkz. post-ya-
iikiil('rd(' hen'i güçlendirme)~ amaçlar- pısalcı felsefe.
ken, Lacan'ın çiizümlemelerinde temel
amaç ben 'in imgesel bağlarını olabildi- Lacombe, Ollvier (1904-?) Türkiyc'dc
ğince gevşetmek amacıyla öznenin arzu- felsefe eğitiminin yerleşmesine katkıda
sunu çoğaltmaktır. 1960 ile 1970 yıllan bulunmuş Fransız felsefeci. 1939-1940
arasında, Lacan'ın çalışmaları Freud'un öğretim yılında Ankara Üniversitesi Dil
gürece çok daha az benimsenen bir sa- ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde Felsefe
vına yoğunlaşmışttr. l..acan bu noktada Bölümü kurulmuştur." Bu yeni kürsünün
Freudcu "ölüm içgüdüsü" varsayımının kuruluşunda zamanın dekan vekili Meh-
biyolojik kabuklarını soyarak, onu ruh- met Emin Erişirgil'in de rolü vardır. A-
çöziimlemenin tam odağına yerleştirme ma daha da iinemlisi kürsünün kuruluşu
çabası içine girmiştir. Öznenin dünyasın için Fransa'dan, Sorbonne Üniversitesi
da simgesel arzu dinamiklerinin başına Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü öğ
gelen, bütünüyle imı,rcscl içinde, enerjile- retim üyelerinden Olivier 1.acombc'un
rin ancak şiddet aracılığıyla dışavurulma getirilmesidir. Gerçekten de İstanbul Ü-
sına bağlı olarak açığa çıkmasıdır. Simge- niversitesi Felsefe Bölümü'nde olduğu
sel söz konusu enerjileri -ki bu enerjiler gibi herhangi bir Alman öğretim üyesi-
Lacombe, Olivier 874
dışındakini zamana, evrenseli özele, in- pekti fier", bilimlerden farklı olarak felse-
sanı yurttaşa ulaştıran yollan bilir." Bu fede düşüncenin aynı zamanda hem nes-
ifadelerde yeni dönemin hümanist mer- nel hem öznel görünüşünü bize vermeye
kezli kültür politikası ile geçmiş döne- yarar. Öte yandan Lacombe sanat felse-
min milliyetçilik eğiliminin, felsefe çatısı fesinin ve estetiğin de felsefe disiplini
altında Amerikan pragmatizmi ile nasıl için önemini wrgiılar.
uzlaştınlmaya çalışıldığı açıktır. Lacom- Bu yaklaşımla kurulan Felsefe Bölü-
be, Fransız geleneğindeki "Descartesçı" mü'nde Lacombe, Felsefe Tarihi ile Des-
eğilimini de ihmal etmez. Ona göre "pe- cartes derslerini vermiş ve seminer ça-
kin ve açıklandırıa bir bilgi ülküsü feyle- lışmalan yapmıştır. Dört buçuk yıllık gö-
sofun daima gözü önündedir. Ancak bi- revden sonra kendi isteğiyle 30 Haziran
rinci derecede bir bilgi olmaya devam 1944'te Felsefe Enstitüsü'nden aynlarak
etmek istemesinden dolayı felsefe ilk is- Hindistan'a gitmiştir.
tidadına göre çıplak bilimi aşmak, bilge- Eserleri: Lacombe'un Türkiye'de ve-
liğe ulaşmak ister. ...bilge değil insan u- rimli bir yayın hayatı olmamıştır. Türk-
sunun sır.ısı içinde bilge, işte felsefe bu- çe'de yayımlanmış tek kitabı Mehmet
dur." Karasan'ın çevirdiği Dutartu (1943) adlı
Lacombe, bu ilginç makalesinde daha eseridir. Aynca yukarıda irdelenen maka-
sonra çağdaş filozofların iki faıklı felsefe lesi bizim _açımİzdan önemlidir: "Ankara
anlayışlannı özetler. Ona göre, birinci Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde Fel-
grupta felsefenin bilimden bağımsız ola- sefe Öğretimi", DT<Y D"l)ıi, Sayı l'den
rak kendi konusuna, al~nına ve yönte- ayn baskı (1942).
mine sahip olduğunu sawnan fenome-
nologlar, egsiztansiyalistler, Bergsoncu- Laerteli Diogenes bkz. Diogenes La-
lar, Thomasçılar vb. vardır. İkinci grupta ertios.
ise felsefenin bilimsel bilginin sonuçla-
nna göre kurulması gerektiğini savunan Lakatos, Imre (1922-1974) Gerek bi-
eski ve yeni pozitivistler, Viyana Okulu' limle sözdebilim arasına sınırkoyma so-
nun temsilcileri, bazı Anglosakson yeni rununu adamakıllı deşmcsiyle, gerek "bi-
realistler vb. yer alır. Lacombe bu eği limsel araştırma programlannın yöntcm-
limler karşısında kendisinin, Felsefe Ens- bilgisi" ni sıkı bir eleştiri süzgecinden ge-
titüsü'nün başkanı olarak yöneticinin ku- çirmesiyle klasik bilim anlayışını derin-
şatıcı yaklaşımıyla, her hocarun kendi e- den sarsan; matematik felsefesi ile bilim
ğilimine göre bir felsefe eğitimini ger- felsefesine önemli katkılarda bulunan
çekleştirmesini sağlayacak düzenlemeleri Macar bilim felsefecisi.
yaparak tarafsız kalmasının uygun oldu- Lakatos, bir öğretmen ile bir grup
ğunu söyler. parlak öğrencisi arasında yürütülen ha-
Daha sonra, öğrencilerin pozitif bi- yali bir tartışmadan oluşan başlıca yapıtı
limlerden yalnız biriyle biraz kaynaşma K411ıtlamalar ve Çiiriimeler: kLate1111Jfiltsel
larının yeteceğini, ancak bu kaynaşmanın B111Hşı"' Mantığı (Proofs and Rcfutaıions:
o bilim üzerine "kuşbakışı" bir yüzeysel- The Logic of Mathematical Discovcry,
likle değil, aksine "bir bilim özünün ne 1976) adlı çalışmasında, matematiğin bi-
olduğunı;; anlayabilecek düzeye" erişme ze sunulan standart gelişim çizgisi res-
lerini sağlamak biçiminde olması gerek- minin ciddi biçimde kusurlu olduğunu i-
tiğini wrgular. Lacombe, bu amaçla ens- leri sürer. Bu resme göre ya savunulmak
titüde aynca bir "Bilimler Tarihi" kursu- üzere önce bir varsayım oluşturulur ve
nun açılacağını belirtir. Hatta ona göre bir süre sonra bunun kanıtı üretilir ya da
Bilim Tarihi "enstitü programının en ö- matema,tikçiler üzerinde anlaşmaya va-
nemli parçasıdır". Çünkü "tarihsel pcrs- nlınış ilksavlı temellerden yola koyularak
Lakatos, lmre 876
kanıtı oluşturmaya çalışırlar. Lakatos ise runu dediği şeyin çözümü olamaz. Laka-
aslında kuramların kanıtlamadan önce o- tos bilim ada mlanrun olgularla çeliştiğin
luşturulduklarını, kanıtlama sürecinin de de kuramlannı hemen bırakmadıklarını,
başlangıç girişimlerinin kuramın kendi- kurtana varsayımlar (ad hoç o/!Jotheses)
siyle birlikte eleştirildiği ve adım adım uydurarak aykınlığı açıklamaya çalıştıkla
düzeltildiği bile isteye tızatılmış bir süreç nnı, kurtarıcı varsayımlarla aykınlığı a-
olduğunu ileri sürer. Doğrulama süreci çıklayamazlarsa, aykınlığı görmezden ge-
ise özgün kuramın ve başlangıçtaki ka- lerek başka bir soruna geçtiklerini savu-
nıtlar döneminde eklemlenen gizli varsa- nur.
yımların karşıömeklcrini aramayı içeren Lakatos, Kuhn'un bilimsel devrim dü-
bir deneme-yanılma yöntemidir. Varsa- şüncesi doğruysa, bilimle sözdebilim, bi-
yım oluşturmanın deneme-yanılma evre- limsel ilerlemeyle de düşünsel çöküş ara-
sini, zamanla daha dizgeli bir evre olan sında bir fark kalmayacağını ve nesnel
"kanıt çözümlemesi"ne yerini bırakacak bir bilimsel dürüstlük diye bir şeyin söz
olan yönlendirilmemiş kanıt ve/ya da konusu olamayacağını öne sürer. Nite-
karşıömek arama evresi izler. Lakatos kim Lakatos, A. E. Musgrave ile ortak
matematiksel buluşun yalnızca büyük ma- çalışması Ekştiri ve Bilginin Gt~nn·ndeki
tematikçilerin zihinleri araştınlaralı: ele a- (Criıicism and Growth of Knowlcdgc,
lınması gcrcken ruhsal bir olay olmadı 1970) "Yanlışlama ve Bilimsel Araştırma
ğının, dile getirilebilir "buldurucu" (heıı Programlannın Yöntembilgisi" ("Falsifı
risti&'j ilkeler tarafından yönetildiğinin gös- cation and the Mcthodology of Scien-
terilebileceğini iddia eder. Lakatos, en a- ıifıc Rescarch Programmes') başlıklı ma-
zından matematik örneğinde, Popper ve kalesinde Kuhn'un ve Popper'in çöze-
mantıkçı olguculann öne sürdükleri te- mediğini düşündüğü sorunlara çözüm ge-
mellendirme bağlamı ile buluş bağlamı tirdiğini savunur ve Popper ile Kuhn'un
nın bağdaşmaz oldukları görüşü ile felse- görüşlerinin bir bireşimi olarak gördüğü
fenin ya da bilim mantığının yalnızca te- "bilimsel araştırma programlannın yön-
mellendirme bağlamıyla ilişkili olduğu tembilgisi"ni açıklar. Lakatosçu bir araş
savının yanlış olduğunu, bu iki "bağlam" tırma programını, programın "kau çe-
geleneğinin dışında mantıksal olarak çö- kirdcği"ni özgülleştiren "olumsuz buldu-
zümlenebilir . bir alanın, "matematiksel rucu" ilkesi (kendisinden kaynaklanan
buldurucu"nun söz konusu olduğunu sa- her kuram tarafından içerilen bir temel
vunur. varsayım) ile "olumlu buldurucu'' ilkesi
Lakatos, editörlüğünü üstlendiği Tii- (program içerisindeki özgün kuramların
111evan111/ı M1Jt1hk Sonmrlnda (Th.e Prob- oluşturulmasını yöneten ve büyük bir o-
lem of Inductive Logic, 1968) yer alan lasılıkla birtakım geniş metafizik ilkeler-
"Tüırlevanmlı Mantık Sorunundaki De- den türeyen bir dizi yönerge) biçimlendi-
ğişimler" ("Chaııges in the Problem of rir. Bir araştırma programı tarafından ü-
Inductivc Logic") adlı makalesinde Car- rctilen özgün kuramlar deneysel olarak
napçı tümevanm mantığına karşı Pop- çürütülebiliı:lerse de, bu çürütmeye stan-
pcrci görüşleri savunsa da, daha sonra- dart yanıt ya da karşı koyuş yine aynı
lan Popperci yaklaşımda büyük eksikler program içerisinde daha özgün bir ku-
olduğunu gözlemler ve Popper'in Hu- ram aramak olabilir. Bu sürcç kuramın
me'un ortaya koyduğu biçimiyle tümeva- çürütülmesinden çok, deneysel zorlukla-
nm sorununu çözdüğüne yönelik iddia- rın 1Şlğı altında düzeltilerek korunması
sını ayrıntılı bir biçimde eleştirir. La- olarak görülebileceğinden, izleyen kuram
katos'a görc, Popper'in yanlışlanabilirlik daha önceki kuramla benzer savlan (katı
ölçütü, kuramların kararlılığını göz ardı çekirdek şavlannı) gerektirecektir.
ct~den ötürü Humc'un tümevarım so- Bilim felsefesinin temellerini yerinden
877 Lange, FriedricL .~ben
nir. Lao Tzu da Konfüçyüs gibi Chou ğiştirme isteğiyle yola çıkmıştır.
Hanedanlığı döneminde yaşamıştır. Lao Konfüçyüs gibi Chou Hanedanlığı
Tzu'nun doğumuna dair bir söylen de döneminde yaşamış olan Lao Tzu, Kon-
vardır. Bu söylene göre Lao Tzu'nun an- füçyüs'ün dizgesiyle karşıt denebilecek
nesi bir nurdan gebe kalmış; seksen yıl bir fdsefe dizgesi ortaya koyar. Kon-
sonra da ak saçlı, ak sakallı bir çocuk füçyüs, insanın anababasına, kardeşleri
doğurmuştur. Lao Tzu, yani "İhtiyar Ço- ne, toplumundaki insanlara, giderek de
cukn adı buradan gelmektedir. tüm insanlara duyduğu bir insancıllıktan,
Kimi bdgderde, Çin'deki eğitim ile iyilikseverlikten söz eder (*jen). İnsanın
yaşamın vazgeçilmez öğesi olan töremler huzura kavuşması, mutlu olması buna
(kuttörcnler) konusunda Konfüçyüs'e bağlıdır.
ders verdiği belirtilir. Ama günümüzde Oysa Lao Tzu, Tao ile doğanın uyu-
kimi bilginler bu görüşün değişcirilip, mundan, bir birlik oluşturmasından söz
Lao Tzu'nun Konfüçyüs'ten sonraki bir eder. Birliği sağlama belirli hedeflere u-
tarihte yaşadığının kabul edilmesi gerek- laşmakla değil, wu ıııeiyle (hareketsiz kal-
tiğini söylemektedirler. Bu bilginlere gö- makla; vazgeçişle; bir şey yapmamakla;
re Konfüçyüs'ün gerçekten yaşaıruş Lao birtakım arzulan, hırslan bastırmakla) o-
Tzu adında bir efendisi olmuş olabilir a- lur. Konfüçyüs'ün dediği gibi töremlere
ma düşünür . Lao Tzu Konfiiçyüs'ten uygun davranmak söz konusu olamaz;
sonraki bir tarihe yerleştirilmdidir. tersine doğal olana, doğanın yasasına bo-
En önemli fılozofu Lao Tzu olan yun eğmek gerekir. Doğal olan, doğanın
Taoculuk :X:X:. yüzyıl başlanna değin yasası hemen bulunabilecek bir şey de-
Çin'de etkili olmuş üç felsefe dizgesin- ğildir. Tao ya da Yol, "gezile dolaşıla"
den biridir. Diğer ikisiyse Konfüçyüsçü- keşfedilecek bir şeydir. İnsan doğaya da-
lük ile Buddhaalık'tır. Bu ilrisi, insanın hil olmalı, onunla bir olmalıdır.
nasıl doğru yaşayacağına, evrendeki ruh- Konfüçyüs adil bir toplum yaşamına
sal gelişime dairken, Taoculuk doğa hak- iyi betimlenmiş bir ahlak dizgesiyle, bu
kında bir metafizik sunar. Çünkü Tao dizgeyi insanlara kazandıracak iyi bir eği
hem 'Yol'dur hem de her bir varlıktaki timle ulaşılacağını söyler. Lao Tzu da
evrensel ilkedir; evrendeki her şeyin kay- toplumsal uyum düşüncesini · benimser;
nağıdır. ne ki, bunun dde edilmesinin yolu Kon-
Taoculuğun en önemli kitabı olan füçyüs'ün söylediklerinden başkadır. Lao
Tao Te Ching (Yol ile Gücü) Çin'in ilk Tzu'ya göre erdemler ile ahlfildı olmak
felsefe kitabıdır. Çatışkılı dile getirişlerle için çabalamak rekabete yol açacaktır.
dolu olan kitapta seksen bir küçük bö- Ayrıca, bunlar doğayla uyumlu da değil
lüm vardır. Beş bin Çince yazı karakte- dir. İnsan, erdemli olmak için hazır bil-
rinden oluştuğu için kitaba "Lao Tzu' gilerden oluşturulmuş bir yol izlememe-
nun Beş Bin Sözü" de denir. Lao Tzu'ya lidir. ·
atfedilen bu kitapta Tao (Yol) ile leden Lao Tzu'nun insanın toplumsal yaşa
('güç') söz edilir. ıruyla ilgili görüşlerinin özeti şudur: İn
Taoculuk da tıpkı Konfüçyüsçülük sanlar genellikle arzularına, isteklerine
gibi kökenini zamanın koşullarına felse- göre eylerler. İnsanların kendi arzulan ile
fece bir tepkide bulur. Lao Tzu'nun ya- isteklerini gidermeye çalışmaları ise ça-
şadığı dönem Konfiiçyüs'ün yaşadığı dö- tışmaya neden olur. Arzulannı doyur-
neme yakındır. Lao Tzu da Konfüçyüs mak için çatışan insanlar arasında barışı,
gibi kötü yöneticilerin neden olduğu se- uyumu sağlamak için ahlak ilkeleri ko-
faleti; savaşlara, cinayetlere yol açan ko- nur. Ne ki, ahlak ilkelerinin sorunu çö-
şulları; toplumu çöküntüye sürükleyen zemediği de ortadadır. Çatışma ile reka-
zenginlik, güç, şan, ,şeref isteklerini de- bet sürüp gitmektedir. Kurallar çiğnen-
Laplace, Pierre-Simon 880
mckte, eski kuralları korumak için yeni Bunlar birbirini bütünleyen, birbirini gö-
kurallar konmaktadır. Bu kez hem yeni zeten, dengeli bir birlik oluşturacak par-
hem de eski kurallar çiğnenmekte, sorun çalardır. Aynca bkz. Taoculuk; Çin fel-
yine çözülememektedir. Ahlak ilkeleri so- sefesi; Konfüçyüs; tao; te; wu wef,
runu çözemiyo!Sa bunların bırakılmaları yinyang.
gerekir. Bu da ancak, böylesi eylemenin
nedeni olan arzulardan, isteklerden vaz- Laplace, Pierre-Simon (1749-1827)
geçmekle olur. Bunun içinde Taoya, Yol'a Klasik olasılık kuramına kesin biçimini
göre eylemek gerekir. Böylece, toplumun kazandıran Fransız matematikçi ve gök-
düzenlenmesi, insanların yönetilmesi Tao- bilimci. Laplace'ın felsefeye temel katkı
ya uygun olacaktır. sıru olasılık kuramı üzerine çalışmaları ve
Lao Tzu'ya göre şeyler Taodan gd- belirlenimcilik anlayışı oluşturur. Lapla-
mektedir. İmdi, şeyler varsa, bu şeylerin ce, Newton fıziğine dayanarak -ki kendi
değişmelerini yöneten yasalar da olmalı de güneş sisteminin mekanik düzenliliği
dır. Doğada değişmez yasalar vardır. Ki- ni kanıtlamıştır- evrendeki olayların ta-
şi kendi Taosunu, Yol'unu bu yasaları ya- mamının, evrendeki her şeyin yerinin,
şayarak bulmalıdır. Kendi Taosunu, Yol' durumunun ve birbirlerini etkileyen güç-
unu bulması da doğa yasalarına uygun lerinin bilinmesi durumunda, önceden
olana karışmamaya; Gö/esel Tao'yu oluş kestirilebileceğini öne sürmüştür. Lapla-
turan evrensel yasaların ortaya çıkmasını ce'a göre olasılık da bunların tamamını
engdlemeye çalışmamaya; 11111 wei yapma- bilmememizden yani bilgisizlikten, ceha-
ya bağlıdır. letten kaynaklanmaktadır. Bütünüyle be-
Tao hep 11111 weidir. W11 wei ise bir şey lirlenmiş olan dünyada bir olayın olanağı
yapmamaktır. Ama 11111 wei salt bir olum- onu belirleyen güçleri bilmememize da-
suzluk, edilgenlik değildir; aynı zamanda yanmaktadır. Yoksa olanaktan söz edile-
varlıkların sahici yapısına uymaktır da. mez, olsa olsa zorunlu olaylardan söz e-
Toplumu yönetenlerin de 11111 wti yapma- dilebilir. Bu bağlamda olasılık kuramı da
ları gerekir; prensler, krallar Taoyu ko- eş düzeyde olanaklı olaylar arasında ku-
rurlarsa insanlar onlara .boyun eğerler. ruıan" benzeşimlere dayanmaktadır.
Çünkü Taoda hiçbir isteme yoktur. İs Düzenckçi belirlenimciliğin savunu-
teme olmayınca da insan huzura· erer. cusu Laplace'ın başlıca felsefi çalışmaları
Böyle eyleyen de dünyaya egemen olur arasında "olasılık kuramı" üzerine yo-
(Tao Te Cbing, 37. bölüm). İmparatorlar, ğunlaştığı Thiorie ana!Jtiq11e des probabilitis
prensler Taoya sahip olunca egemenlik- (Çözümleyici Olasılıklar Kuramı, 1812)
lerini uzun süre devam ettirirler (39. bö- ile Expo.rition d11 ıystimt d11 111onde (Dünya
lüm). Yöneticiler halkı, kafalarını boşal Sisteminin Açıklanması, 1798) sayılabilir.
tarak, midelerini doldurarak, iradelerini Ayrıca "Essai PIÜlosophique sur la Pro-
zayıflatarak yönetirler (3. bölüm). babilites" C'Olasılıkların Temeli Üzerine
Taonun bütünlüğünü sağlayan ilkeyin Felsefece Deneme) adlı ses getiren yazısı
yanpr: "Eril olduğunu biliyor, dişiliğini da Çöz!i111/eyid O/anlıklar Kttra111lnın ikin-
sürdürüyor; dünya vadisini yapıyor. Dün- ci baskısının (1814) giriş bölümü olarak
ya meydana geldikten sonra sonsuz olan basılmıştır.
te onu terk etmiyor. Parlak olanı biliyor,
karanlığı koruyor" (28. bölüm). Larissalı Philon bkz. Akademia.
Lao Tzu uyum ile birliğe ulaşma ça-
basında birbirini çeler gibi görünen bu Lebenspbilosophie (Alm.) XIX. yüzyı
ikiliklerin, eril ile dişil, varlık ile varlık lınikinci yansı ile XX. yüzyılın başla
olmayan, aydınlık ile karanlık gibi şeyle rında "yaşam" kavramının Alman felse-
rin: eşit önemde olduğunu savunmuştur. fesinde temel bir konuma gelişine bağlı
881 Lebe11;;pbilosopbie
olarak, salt kuramsal bilgi adına mctafı olarak kullanıldığı görülmektedir. Teri-
zilı: kurgular yoluyla .yaşantının çarpıtıl mirı bu popüler kullanımı kendi gelişim
masına karşı, felsefenin her durumda ya- sürecinde belli bir süreklilik gösteriyor
şamın anlamını değerini ve amaanı öne olsa da, modern felsefe çerçevesinde do-
çıkararak yapılması gerektiği düşüncesi ğan Ltbensphilosophiinin köklerinin, çok
üstüne kurulu özgül felsefe yapma yor- genel bir deyişle, XIX yüzyılın ortala-
damı. Daha ilk bakışta Lebensphilosophie' rında Ayd.ırılanma usçuluğuna karşı deği
nin en belirgin özelliği, duygular ile sez- şik düşünsel bağlamlarda aynı anda ken-
gilere dayalı bir felsefe yoluyla keskin diliğinden oluşan genel tepkiye dek u-
soyutlamalara karşı çıkmak, varolan her- zandığı söylenebilir. Özellikle Hamann i-
şeyi kuşatan "yaşamın önceliği" ni her le Herder'in yapıtlarında duyguların, do-
yerde sağlamaktır. Çeşitli biçimlerinde a- laysız yaşantının, doğrudan yaşanan de-
çıklıkla görülebileceği gibi bu felsefece neyimin önemine yapılan güçlü vurgu,
düşünme yolunun ana savı, yaşamın d.ı usun soyutlamalanna önsel, herşeyi ken-
şatdan ya da üstten bakarak değil ancak di çatısı altında toplayacak birleştirici bir
içerden yaşayarak kavranabileceğidir. Yi- ilke arayışına son. veren, "an anlama"
ne bir başka açıdan yaklaşıldığında, Lt- karşısında "canlı yaşam"ın önselleştiril
bensphikuophie felsefenin sınırlarının dışı mesi düşüncesini doğurmuştur. Yine bu
na uzanan geniş kapsamlı bir kültürel a- aynı çerçevede StHrm Hnd Drangın (Fır
kımın uzantısı olarak da görülmelidir. tına ile Atılım; çoşkunculuk akımı) "ya-
Söz konusu akım, bir yanda yaşamın bir şam ile ölüm", "somut ile soyut", "orga-
bütün olarak dirimselci bir olurıılanışı a- nik ile mekanik", "devingen ile durağan"
raolığıyla yalıtılmış bireye getirilen kısıt arasındaki epey bir süredir uykuya dal-
lamaları ortadan kaldırma amacıyla dik- mış bir dizi temel karşıtlığı yeniden a-
kat çekerken, öbür yanda en iyi anlatı yağa kaldırmasının etkileri, Schdling'in i-
mını güzel sanatlarda bulan tkleadans/ çö- dcalizmirıde, Hegel'in önceki dönem fel-
kiiş kiiltiirilnün kötümsercilik ruhuyla ö- sefesinde, ayrıca da felsefe ile yaşamın,
ne çıkmaktadır. Nitekim Georg Simmel, şiir ile düşüncenin özdeşliğini kurmaya
Ludwig Klages, Oswald Spengler gibi çalışan Alman Romantiklcri'nde kendi-
XIX yüzyılın büyük düşünürlerinin ya- sini göstererek modem Ltbensphilosophie'
pıtlarına bakıldığında, yaşam kavramının ye taşınmıştır.
modern toplumların yaşadığı çatışkılar i- Bütün bu beslenim kaynakları bir ya-
le çelişkilerin tanımlanıp teşhis edilebil- na, "yaşam" kavramının Alman felsefe-
mesine olanak tanıyan eleştirel bir kate- sinde 1870 ile 1920 yıllan amsında tartış
gori olarak alındığı görülmektedir. masız blı: biçimde başköşeye oturuşu,
Lebensphilosophie teriminin kayıtlara ge- Schopenhauer ile Nietzsche'nin felsefe-
çen ilk kullanımı, G. B. von Schirach ta- lerini göz önünde bulundurmaksızın tam
rafından yazılmış bir dizi denemeden o- olarak kavranamaz. Schopenhauer'un her
luşan Üher die mt1ralisçhe S çhiinheit und şeyi tek bir çatı altında toplayan birleşti
Philosophie des Ltbens (Ahlaksal Güzellik rici-bütürıleştirici ilkesi "istenç" kavramı,
ile Yaşam Felsefesi Üstüne, 1772) başlı hem herşeyin altında yatan temel metafı
ğıyla yayımlanan kitapta yer almaktadır. zilı: kategori olarak yaşamı kavramaya
Bununla birlikte, XVIII. yüzyılın sorıları yönelik her türden çabanın taslağıdır
ile XIX. yüzyılın başlarında, terimin ço- hem de sunduğu usçuluk eleştirisi usd.ışı
ğunlukla pratik yaşam felsefesi doğrultu metafiziğe yönelik bütün girişimlere mo-
sunda doğru yaşamın genel etik ilkelerini del oluşturmuştur. Buna karşı, en azından
temellendirmek için başvurulan Lthens- Lebensphilosophie bağlamında Nietzsche'
ıveishtit (yaşam bilgcliğı) ile Lebensleunst nin önemi, her koşulda doğruluğu yaş~m
(yaşama sanatı) terimlerinin eşarılarıılısı için gerçekleştirdiği işleve bakarak açık-
Lefebvre, Henri 882
nemli üç adından biri olan Alınan filozof Spinoza, Leibniz) sonuncusudur. Leib-
ve matematikçi. niz'in felsefe ve manuğa yaptığı katkıla
Felsefe tarihinin çok yönlü filozofla- rın tümü tam bir usçu çizgi izler. Hayau
nndan biri olan Leibniz'in felsefe dışın boyunca birer rehber olarak kullandığı,
da da birçok alanda katkılan olmuştur. benzerlerini diğer usçuların da kullandı
Modern türev ve integral kavramlarının ğı, iki temel ilke vardır: (i) re/ifmez/ik ilke-
temeli sayılan "sonsuz küçükQük)ler he- n; (ıı) yeter-,,eden ilkesi. Birinci ilke 111 doğ
sabı"ru, Newton'dan bağımsız olarak, rulannı (örneğin matematik ve manuk
bulmuş; bu hesabın varlık.bilgisel temel- doğrulan gibi), ikinci ilke de olguıal dof
lerini felsefesinde (MonadfJ/oji adlı ese- rulan belirlemede birer yol göstericidir.
rinde) oluşturmaya çalışmıştır. Çok ö- Çelişmezlik ilkesi, çelişki içeren bir dü-
nemli diğer bir katkısı da modem bi- şüncenin her durumda yanlış olduğunu
çimsel manuğın ilk adımı sayılan manuk söylerken; yeter-neden ilkesi, bir olgu-
çalışmalarıdır. nun olduğu gibi olup da başka türlü ol-
Leibnizfa varlık kuramı en son şek mamasının bir nedeni olması gerektiğini
lini Monadbloji (La Monadologie, 1714) söyler. Şimdi, Leibniz'in us doğruları de-
adlı eserinde almışur. Monadolı!fı'de Leib- diği doğrular zymnlu doğrulardır ve zıt
niz'in temel kaygısı Spinoza'run tekp gö- lan olanaklı değildir. Öte yandan, olgusal
rüşünde ~ksik olan yanları tamamlayarak doğrular zorunlu değildir ama olana/elıdır
kendi rokfu görüşünü temellendirmektir. ve bu halde zıtlan da olanaklıdır. Ancak
Leibniz Spinoza'nın görünürdeki tüm olgusal doğruların zorunlu olmaması,
bireylerin tek bir tözün kipleri olduğu dünyanın başına buyruk bir olgular top-
savının sorunlu olduğuna, kip ve töz ay- lamı olduğu anlamına gelmez. Leibniz'e
nmının antik felsefede tekillikleri özel- göre dünyanın başına buyrukluğuna en-
liklerinden ayırmak için yapıldığına, oysa gel olan şey, her olgusal doğru için, diğer
Spinoza'nın görüşünde töz olarak kabul olgulardan yola çıkarak bulunabilecek
edilen şeyin ne bir tekil ne de bir tümel bir yeter-nedenin varlığıdır.
olduğuna vurgu yapar. Lt;ibniz'in Spino- Leibniz'in, özellikle modem mantıkta
za'nın felsefesinde sorunlu bulduğu bir çok önemli yeri olan ve çokça taruşılan
başka nokta da ruhun öliimıiiz/iiğii savıdır. ôzdeşlik kavramını tanımlamaya yönelik
Leibniz de ruhun ölümsüzlüğünü kabul iki kuralı vardır. Bunlardan l!Jnlmaz.lann
eder ama Spinoza'run ölümsüzlükten an- ôzdeşliği olarak bilineni, a ve b diye iki
ladığı biçimiyle, Tann'run sonsuz zihni- nesnenin, eğer tüm özellikleri aynıysa
nin bir parçası olarak varolmayı anlamsız özdeş olduğunu, yani bir ve aynı şey ol-
bulur. Ruhun ölümsüzlüğünün ancak ru- duğunu dile getirir. Diğer kural da Leib-
hun bilinci olan, tekil ve bağımsız bir niz. Kuralı veya öz.deş/erin i!Jnl111az.lığı olarak
varlık olduğu durumda anlamlı olduğunu bilinir ki a ve b nesnderi özdcşse tüm
savunur. Leibniz, çokçu görüşünü açık özdliklerinin aynı olduğunu söyler. Bu i-
ladığı Monadolojı'de, gerçekliğin boyut- ki kuralın simgesel biçimleri modem
suz, hareketsiz, dışardan etki almayan ve mantıl.-ıa sırasıyla şöyledir: V'FVx'ty{x=y
yalnızca algılayan varlıkların (monadla- --... (.Fx tt ry)), V'Prtx'ty((Fx tt Ij)--... x=y).
nn) toplamı olduğunu öne sürmüş; kur- İki kuralı birleştirirsek V'FVxV'..J((Fx tt
duğu bir tür monadlar sıradüzeni dahi- Fy) tt x=y)'yi elde ederiz; yani herhangi
linde insan ruhunu ve insan ruhuyla ilgili iki nesne ancak ve ancak tüm özellikleri
felsefe sorunlanru insan ruhunu bilinçli aynıysa özdeştir.
bir monad olarak de alarak anlamaya Leibniz'in de, diğer usçu filozoflarda
çalışmış ur. olduğu gibi, bir Tann kanıtlaması vardır.
Lcibniz usçu bir filozoftur ve kıta us- Leibniz, varlık:lan zorunlu olmayan olgu-
çulan olarak bilinen üçlünün (Descartes, ların bütününün varlığını olanaklı kilan
Lenin v. t. 884
duk.ça iyimser yaklaşımın en önemli so- yal Demokrat Parti.'nin, dönemin Alman
nuc:u, Lcnin'in "toplumu Marxçı bakış a- hükümetinin I. Dünya Savaş.ı'na katılışı
çısından çözümleyenler saltık hakikati d- na karşı çıkmaması konusunda açıkça
de edcrlct' görii§Üııü sonuna dek savun- tavnm ortaya koymayan Kautsk:y'yi sot-
ması olmuştur. Böylece Lenin için Karl yalist enternasyonde ihanet etmekle suç-
Marx'ın başyapıtı K4pittı/de yazan hiçbir lamasımn arkasında bu görii§ yatmakta-
şey çürütülemeyeceği gibi saltık hakika- dır.
tin bütünüyle kavranmasında bu yapıt Lenin, Marxçı bilgikuramıru kavra-
vazgeçilemeyecek bir kılavuza dönüşür. mada yardımı olabileceğini düşündüğü
Maddi ve toplums81 dünyanın sürekli Aıistotdes, Hcgel gibi kimi filozofların
değiştiği. bu nedenle olup bitaı herşeyin metinlerini de inttlemiştir. Saw.ş yılla
durmaksızın araştırılması gerektiği öncü- nnda tuttuğu defterlerdeyse Marxçılığın
lünden yola çıkan Lcnin'in Mancçılığı bi- merkezine konulacak diyalektiğin gerek-
limsel, maddeci ve tanntanımaz temeller liliğini geniş ölçüde desrekleme amacına
üzerine yüksdir. Büyük oranda MaJJeti- yöndik notlar kaleme alır. O zamanlar
lile 1111 Dnteyd Bllfliritili/ire (Materializm i yayımlanmamış bu notlarda Lenin M.1-
mıpiriokrititsizm, 1909) Bogdanov'a kar- tletilile 1111 Dı11~a Blqtiridlile'te sawnduğu
şı sürdürdüğü polemiklerin sonucunda hakikati kamera gibi yansıtan anlık görü-
Lenin, felsefede maddecilik ve idealizm şünü bir kenara koyarak insanın algıla
olmak üzere iki büyük kampın olduğunu masının yalnızca zihin ile madde arasın
savlar. Oldukça yoğun siyasal hesaplaş da geçen etkileşimli bir süreç olmadığını,
malann olduğu yapıtta Bogdanov, Lc- aynı etkileşimli sürecin .zihin ile kavram-
nin'e karşı olmakla kabul edilebilir rek lar arasında da yaşandığını savlar. Lenin'
yoldan, maddecilikten uzaklaşmış; dahası in görüşlerindeki bu incdmeye, kuramın
devrim yolundan ayrılarak örgütlü Marx- geçerliliğinin ancak eylemle sınanabile
çılıktan kopmuş sayılır. ceği saptaması eşlik edecektir. Böylelikle
Öre yandan Bogdanov tüm bunlara Lenin, bilginin her zaman değişebilecek
karşılık olarak, Lcnin'in "saltık hakikat" bir niteliği olduğunu savlayan fdsefece
kavramının kendisinin bilimdışı ve meta- duruşa, Marx ile Mach'ı kaynaştırmayı
fizik bir kavram olduğunu öne sürerek deneyen Bogdanov'dan farklı bir yoldan,
suçlamaları boşa çıkarmaya girişir. Bog- Hegel'in görüşlerinden esinlenerek eriş
danov, Lenin'in neredeyse Marx ile En- miş olur. Ne var ki, bu durumdan hare-
gds'e taparcasına bir saygı gösrerdiğini; ket ederek Lcnin'in MaJtlt&ilile 1111 D,,,gç;
oysa Marx'ın tüm çözümlemelerinin, Lc- Elqtiriti61e'tek.i tüm görüşlerini değiştir
nin'in gösrermeyc çalıştığının ~rsine, ge- diğini öne sünnek doğnı olmAyacAktır.
çici olduğunu öne sürer. Söıgelim.i, Lenin, felsefede maddecilik
Kuşkusuz bu yoğun tartışmalann so- ve idealizm olmak üzere yalnızca iki
nucunda Lcnin'"ın felsefeyi birtakım siya- kamp olduğunu savunmaktan hiçbir za-
sal çıkarlara alet etmiş olduğu izlenimiru: man geri adım aunadı. Dahası 1920'de
kapılmak oldukça yanıltıcı olacak.ur. Ö- Bogdanov wtışması yeniden alevlendi-
zellikle siyaset ya da iktisat üzerine ku- ğinde MaJJemile "' Dmeya Bllıtiridlile'in
rulmuş tüm görüşlerin felsefece bir te- yeniden basılmasını
isreycrek remel gö-
melinin olması gerektiğini sawnması o- rüşlerinin değişmediğini ortaya koymuş
nu en azından Marxçı felsefe içinde öz- tur.
gün bir konuma ta'şımaktadır. Marx- XX. yüzyılın siyasal yapısını kökün-
çılığın özü saydığı bu anlayış içerisinde den etkilemiş bir devlet adamı, SSCB'nin
Lenin, Marxçıların siyasal davranışlarının kurucusu olarak Lenin dönemin siyasal
hesabını fdsefe aracılığıyla vermderi ge- çalkantılan karşısında zorunlu olarak her
rektiğini düşünür. Sözgelimi, Alman Sos- şeyden önce bir eylemcidir; bu nedenle,
Leopold, Aldo 886
onun siyasal başarılanyla aynı yoğunluk Eski Ahifin birçok bölümünde anılan
ta ve önemde felsefe çalışmalan yaparak bir deniz canavarının adı olan Leviathan,
felsefe tarihine geçtiğini söylemek zor- XVII. yüzyıl siyaset felsefecilerinden T-
dur. Buna karşın irili ufaklı onlarca kitap homas Hobbes'un aynı adlı ünlü yapıtın
kaleme alan Lenin'in daha bir öne çıkan da toplumsal düzenin yöneticisi ("başı")
yapıdan arasında ~a'da KapitaliZ!"İll Gt- için kullandığı simgedir. Leviathan, ya-
li/iflli (Razvitie kapitalizma v Rossi, 1899), pıtta "doğal durum"daki insanların savaş
Ne Yap111alt? (Çto Delat, 1902), Kapita- halinde, güvenlikten yoksunken ortak
liZ!"İıı Eıı Yiiksek Aşil111ast: EmperyaliZ!" çıkaı:lan adına bir toplum sözleşmesi ya-
(İmperializm, kak vısşaya stadiya kapita- parak bütün haklarını devrettikleri tek
lizma, 1916) ile Devlet ve Devri111 (Gosu- yetkiliye, yasama, yargı ve yürütme erkini
darstvo i revolyutsiya, 1917) sayılabilir. elinde tutan yöneticiye verilen addır.
Aynca bkz. Rus/Sovyet felsefesi. Hobbes'un yöneticiyi böyle bir canavarla
özdeşleştirmesinin iki nedeni bulunmak-
Leopold, Aldo bkz. Derin Ekoloji. tadır: İlki, bu yolla bireyin devlet karşı
sında ne kadar ·güçsüz olduğunu vurgu-
Leukippos M.Ö. V. yüzyılın ortalannda lamak; ikincisi, sınırsız yetkilerle dona-
yaşadığı tahmin edilen, felsefe tarihinde tılmış bı.i yöneticinin bir canavara dönü-
atomcu bir evrenbilgisini ilk kez ortaya şebileceğini sezdirerek seçimin doğru ya-
koyan ilkçağ Yunan fılozofu. Aslında pılması zorunluluğunun altını çizmek.
Abdera Okulu ile atomculuğun kurucu- Ayrıca bkz. Hobbes, Thomas.
su sayılan Leukippos'un yaşamı ve yapıt
ları üzerine elimizde sağlam bilgiler yok- Levinas, Emmanuel (1906-1995) Hus-
tur. Hatta Epikuros böyle bir filozofun serl ile Heidegger'in düşüncelerinin ışığı
hiç var olmadığını bile ileri sürmüştÜt. altında geliştirdiği "öteki felsefesi"yle
Oysa ki Aristoteles ile ardılı Theophras- XX. yüzyılın ikinci yarısında çok büyük
tos onu Demokritos'la birlikte atomcu yankılar uyandıran; Litvanya doğumlu
felsefenin "babası" diye anar. Eldeki bil- olmasına karşın yapıtlarını verdiği, içinde
gilerden, Leukippos'un Miletli olduğu, yetiştiği Fransız felsefe bağlamıyla bir-
sonradan Batı Trakya'ya gelip Abdera'ya likte anılan felsefeci. Lcvinas'ın düşün
yerleştiği ve burada okulunu kurup De- çevrelerinde tanınmaya başlayışı, 1930'
mokritos'u yanına aldığı anlaşılmaktadır. !arda Husserl ile Heidegger'in görüngü-
İlkçağ felsefesi literatüründe Demokri- biliınse1 felsefelerini bir yanda yaptığı
tos ile Leukippos'un düşünce ve yapıtla çevirilerle öbür yanda yazdığı açımlama
nru birbirinden ayırmak oldukça güç ol- yazılarıyla Fransız felsefe gündemine so-
duğundan, çoğu felsefe tarihçisi Leukip- kuşuyla olmuştur. Daha sonra geliştirdiği
pos'un düşünce tarihindeki önemini ya özgün düşüncelerle Levinas, geleneksel
da atomcu öğretiye yaptığı katkıyı öğ Batı felsefesine kök saldığını düşündüğü
rencisi Demokritos'un üzerinden dile "Ben''in yerine "Ôteki"yi, "Aynılık"ın
getirmeyi yeğlemiştir. Yine de içerikleri yerine "Başkalık"ı öne çıkaran bir felse-
hakkında çok ufak bilgi kırıntılarına sa- fenin temellerini atmıştır. Söz konusu
hip olduğumuz Zihiıı ÜZ!riııe (Peri nou) düşüncelerinde Levinas, prote philosophia
ve Bi!Jiik Evret1 Dizgesi (Megas diakos- C'ilk felsefe'') olarak kayıtsız şartsız so-
mos) adlı yapıtlar Leukippos'a atfedil- nuna dek "Öteki" için duyulan sonsuz
mektedir. Aynca ·bkz. Abdera Okulu; bir sorumluluk üzerine yapılandırdığı
atomculuk; Demokritos; ilkçağ felse- kendi etiğini önermiştir. Nitekim Levi-
fesi. nas'ın görüngübiliınsel bir bakış açısın
dan etiğin gerçek anlamını ortaya çıkar
Leviathan Fenike söylenbilgisinde ve mak amacıyla yürüttüğü çalışmalar daha
887 Levinas, Emmanuel
yaşarken klasik bir nitelik kazanmışlar şımsız" (asimetrik) bir doğa sergilediğini,
dır. 1961 yılında yayımladığı en önemli yani öteki'nden aynı yükümlülükleri bi-
yapıtlarından Biitiinliik ilt Sonsuzbık'ta zim için duyması beklentisi içinde ola-
(Totalite et infıni) Levinas etiğin temeli- mayacağımızı savunmaktadır. Başka bir
ni Öteki ile girilen yüz yüze ilişkide ô- deyişle, Öteki'nin benden istediğini aynı
teki'nin Ben'i sorun haline getirmesi ola- biçimde karşılık olarak benim de Ôte-
rak belirlemiştir. Başta Ôziin Ötesinde ki'nden isteme gibi bir hakkım yoktur.
Varlık/an da Ôttki (Autrement qu'ette ou Levinas, bu kayıtsız şartsız yerine geti-
au-dela de l'essence, 1974) adlı çalışması rilmesi gereken yükümlülükler sorumlu-
olmak üzere, daha sonraki yapıtlarında luğuna karşı, yerleşik etik kuramlarının
Levinas, giderek görüngübilimsd izlen- çoğunluk ileri sürdüğü gibi "ancak be-
ceden uzaklaşarak bu belirlemesinin ön- nim iradem ve gücüm dahilinde olanı
koşullannı başka yönlerden geliştirme gerçekleştirebilirim" biçiminde verilen
çabası içinde olmuştur. Son döneminde savunuyanın kesinlikle kabul etmez. Bu
Levinas, görüngübilimin sonuna dek gö- açıdan bakıldığında Levinas bir etik ku-
türülerek sınırlarının dışına çıkıldığı yer- ramı ortaya atmaktan çok etiğin olmazsa
de; ben'in içindeki ötekiliği görmeye yö- olmaz koşullarını temellendirmenin pe-
nelik bir düşünme tutumu içinde olmuş şinde oluşuyla, geleneksel arılamda filo-
tur. Bunun ya::ıında Levinas'ın düşünce zofların etikten anladığından çok farklı
lerinde Yahudiliğin kutsal kitabı Tevrat bir etik arılayışını resmetme arayışı için-
üzerine yapılan yorumlardan oluşan Tal- dedir. Bu bağlamda Levinas sunduğu alı
mudik ('incelemeci'') geleneğin etlcileri şılmadık etik tasarımının ötekiliğinin bi-
de dikkat çekicidir. çimsel mannk diliyle ya da gidimli kav-
Levinas'ın "önceki dönem"ini yansı ramsal bir uslamlama çizgisiyle kavrana-
tan temd kitabı Biitiinliik ile S onsuz!uk'un mayacağının alnnı koyuca çizmektedir.
en belirgin düşüncesi, öteki insanın ben' Çoğunluk karşılıklı yükümlülükler dizge-
in dışındaki varlığıyla ben'i sorunlaştın si olarak görülen etik, Levinas'ın etik
yor olmasıdır. Öteki ile girilen yüz yüze anlayışında "adalet" başlığı altında ele a-
ilişkide kendime güvenim ortadan kal- lınmaktadır. Buna göre, nasıl ki Öteki ile
kar; buna bağlı olarak da kendimi bütü- yüz yüze ilişkimde ben'im sorun haline ·
nüyle kötü vicdan içine sılaşmış bulu- geliyorsa, aynı biçimde Öteki'yle karşıla
rum. Levinas'ın bu durum karşısında e- şılmasıyla birlikte adalet 9e sorun haline
tikten arıladığı kesinlikle iyi vicdanı yeni- gelmektedir. Öteki'yle girilen etik ilişki
den tesis etmek değildir. Bunun tam ter- bu anlamda Levinas'a göre yansız bir u-
sine Levinas'a göre belli bir durumda sun, "üçüncü kişi"nin bakış açısını orta-
doğru şeyi yapıp yapmadığımı bilmek ya çıkarmaktadır. Levinas bu üçünçü kişi
gibi bir lüksüm yoktur; ne de eylemler bakışını ayrıca bütün insarılığın adına Ô-
kavramsallaştınlmış ya da konulaştırılmış teki'nin gözleriyle bana bakan, benden
düşüncenin doğru işletilmesi koşuluyla adalet isteyen, yükümlülüklerimi ve_ so-
bulgulanabileceği birer bilgi konusudur- rumluluklarımı yerine getirmemi talep e-
lar. Bu noktada Levinas ötekinin Öteki- den bir bakış olarak betimler. Etiğin ada-
liği karşısında kişinin içinde bulunduğu leti sorun haline getirme biçimi, bir ba-
çaresizlik, gariplik, ezilmişlik durumunu lama çoğunluk Levinas'a yöneltilen siya-
tam anlamıyla anlatabilmek amacıyla çok sal içerimleri üstüne yeterince düşünül
çeşitli yollardan yürüyerek, gerektiğinde memiş bir etik anlayış geliştirdiği eleştiri
çok çeşitli eğretilemeler kullanmaktan sini de yanıtlıyor gibidir. Levinas'ın top-
kaçınmaz. Ôteki'ne karşı yükümlülükle- lum siyaseti üzerine açıktan çok fazla şey
#mizin sınırsız olduğunu belirten Levi- söylemediği belli olmakla birlikte, etiğin
nas, bu yükümlülüklerin de özce "bakı- "iyi vicdan" olarak anlaşılmasına derin-
Levinas, Emmanuel 888
den kaı:şı çıkışırun siyasal alanda aynen çoğaltmasının ya da geniş tutmasının ar-
uygulanabileceği kuşku götürmez bir dında yatan başlıca amaç, etiğin adalete
gerçektir. indirgenme çabasından başka bir şey de-
Levinas'ın son döneminde düşünce ğildir. Levinas'ın bu genel amacı verdiği
lerinin ne yönde bir başkalaşım geçirdi- ayrıntılı "Yüz Görüngübilimi" betimle-
ğini görmek bakımından en önemli ya- melerinde kendisini açıklıkla duyurmak-
pıtı olarak görülen Ôzjitt ÔtrsittJe V arbk- tadır. Bu betimlemelerin her biri başlı
latı Ja ôtr.Vnin temel amacını, Ötelı:i'nin başına felsefeye bir katkı olınası bir yana
sorun haline getirdiği Ben'in özdeşliği Levinas'ın Öteki'nin yüzünde yansıyan
konusunu bir başka açıdan ama çok da- sınırsız sorumluluk düşüncesini de tanıt
ha derinlemesine ele almak oluştumıak lamalan bakımından aynca önemlidir.
tadır. Bu yeni ele alış biçimi Levinas 'ın Yüzün öteki'yle ilişkiye girmenin beşiği
"yer değiştirim" diye adlandırdığı yeni olduğunu dile getiren Levinas, sonsuzlu-
bir yapıyı da tartışmaya katmasına olanak ğuyla yüzün hiçbir biçimde belli "aynı
tanımıştır. Levinas, en taslak biçimiyle lık" kategorilerine indirgenerek te111alİ'.(!I
söz konusu "yer değiştirim"i Rimbaud' eJile111ez!iğini, "izlekselleştirilemezliğini" i-
nun ''Ben ötekidir" savsözüyle özetle- leri sürmektedir. Metafizik tarihindeki he-
mektedir. Öznelliğin tutsak olmak anla- men bütün düşüncelerin aynılık katego-
mına geldiğinin altını özellikle çizen Le- rileriyle işlediğini söyleyerek, metafiziğin
vinas, modem felsefede hep öngörüldü- ötelı:i'ni bildik ben'lerin aynılığına indir-
ğü üzere öznelliğin "yalıtık bir tasanm"a geyerek bütün öteki olanlara uygulanan
karşılık gelmekten çok öteki tarafından şiddet üzerine kurulduğu saptamasında
sürekli rahatsız edilmekte olan ben'in bir bulunur. Bir başka açıdan bakıldığında,
türlü üstünden atamadığı rahatsızlık du- bütün bir metafiziksel düşünme tarihi
rumu olduğunu öne sürmektedir. Bu an- yabancıyı, usdışı olanı, kavranamazı, tu-
lamda, "Ötelı:i'ni neden önemsemeliyirn? haf olanı, ne idüğü belirsiz olanı kendi
", "İnsanların iyiliğini neden isteme- benleri için bildik, tanıdık ve anlaşılır kı
liyim?" gibi geleneksel felsefede kendile- larak Ötekilerin ötekiliklerini sorun ol-
rine hep temel etik sorular olarak yakla- maktan çıkararak bir ben yapısı kazan-
şılan sorular, Levinas'a göre Öteki'ne o- dırmaya dayalı totaliter (tümcü~ bir şid
lan yakınlığımdan türetilmiş bir ben kav- det arzusunun sonucudur. Bu amaç uya-
ramı üzerine temellendirilmiştir. Bu bağ rınca söz konusu yapıt önceki felsefele-
lamda Levinas düşüncelerinin temel a- rin düşünmeden bıraktığı benlik alanını
macını açık bir biçimde kesinlemiştir: araştırmaya yönelik arayışlardan oluş
varlıkbilgisinin daha ikincil bir konuma maktadır. Ancak Levina~, iki yapıt ara-
yerleştirildiği bir düzlemde etiği "ilk fel- sında belirgin bir ayrım yaparak, Biitiin-
sefe" f)mıte philoıophia) yapmak. liile ik Sottı11z!11k'un içine işlediğini dü-
Levinas'a göre Ôteki'nin gereksinim- şündüğü varlıkbilgisel dilden sıyrılmak i-
leri, benden kaı:şılamam, enson anlamda çin Ôzjin ôıwnJe V arbktan Ja Ôteklyi
yerine getirmem olanaksız istemlerde bu- yazdığını açıklıkla belirtmektedir. Bu söy-
lunmaktadır. Çoğu geleneksel etik dizge- lediğine kaı:şın Levinas'ın ilk yapıtında
si, iyi vicdanın yıkılmasına varacak denli ortaya koyduğu ana düşünceleri ikinci
büyük bir ölçüde ben'in sorumlulukları yapıtında olumsuzlamaktan çok bu dü-
nın alabildiğine çoğaltılma-sına karşıdır.. şünceleri daha da açma yoluna gittiği
Bu anlamda Levinas'ın ileri sürdüğü gibi gözlenmektedir.
kişinin doğumu öncesinden de sorumlu Levinas'ın diğer yapıtlan arasında
olduğu yönündeki düşünce asla kabul Husserl'le ilgili Fransa'daki ille önemli
edilebilir bir şey değildir. Ne var ki Levi- çalışma olarak görülen LJı Thiorie Je l'in-
nas'ın ben'in sorumluluk alanını bu denli tuitUın danı la phino111bıologie Je Hasserl
889 Levi-Strauss, Claude
meden yoksun "özgür pazar ideolojisi" neyse! fizik alaıundaki çalışmaları yanın
olmakla eleptirilir. Liberalizme yöneltilen da bilimsel konular üstüne kaleme aldığı
bir başka temel eleştiri de liberalizmin popüler yazılarıyla daha çok gündeme
t.oplumsal etkeni arka plana iterek t.op- gelen Llchtenberg'in fizikteki en önemli
lumlardan ayn bireylerin ya da soyut ku- başarısı "Llchtenberg Şekilleri" adıyla a-
ralların bulunduğunu kabul etmesidir. nılan elektrik yüklü tabakaların üstün-
"Sağ"ın liberalizme yönelik en temel e- deki taneciklerin geometrik düzenleni-
leştirisi ise yerleşik kurumlara ve gele- şinden oluşan elektrostatik görüngüyü
neklere duyarlı olınamw ve bireysel öz- keşfidir. Bu keşfin XX. yüzyılda çekim-
gürlüğün artınlmasında t.oplurnsal yapı bilgisi (xerogra#y) diye anılan bir araştır
lara ve sınırlamalara gereksinim olduğu ma alanının doğmasında çok önemli bir
nu göz ardı etmesidir. Aynca bkz. siya- yeri bulunduğu söylenebilir. Bunun ya-
aet fclaefesi; toplum felsefesi; ekono- nında Llchtenberg'in döneminin olasılık
mi felsefesi; özgürlükçülük kumnu, gıızlann fiziği ile kimyası, hava-
bilgi.si ·gibi bilimsel içerikli tartışmalarına
Lichtenberg, Georg Christoph (1742- etkin olarak katıldığı gözlenmektedir.
1799) Bir yanda felsefece (s)özdeyişleriy Lichtenberg, Not Deftrin'ndeki (s)öz-
le öbür yanda bilimsel ve kültürel· konu- deyişlerinde en gend anlamda kendi de-
lar üstüne yazdığı denemeleriyle gerek neyimlerinden kalkarak insan zihninin
kendi döneminin düşünürlerini gerekse belirgin özelliklerini, zayıf:lıklarıiıı. ve sı
kendinden sonra gelen düşünürleri bü- nırlılıldannı irddemektedir. Eskiçağ ile
yük ölçüde etkilemiş Alınan matematik- modern dönemin alılikçılarııun tersine,
çi, fizikçi, gökbilimci ve felsefeci. Üni- Llchtenberg bu Iİ:onulardaki gözlemlerini
versite hocası olarak da oldukça büyük asla kapsamlı bir insan doğasından hare-
başarılara imza atan Llchtenberg, Alman ket ederek dile getirmez. Bu gözlemler
Geç Dönem Aydınlanması'nın önde ge- daha çok belli felsefe görüşlerine ya da
len adlanndan biri olarak "taşlamalı", öğretilerine indirgenemeyecek derecede
''yergili", "alaya'', "eğlendirici" biçemiy- dağınık yazılmış, deneysel insanbilim ile
le de yazın alanında pek çok büyük yaza- ruhbilim biı.ğlanunda ele alınabilecek öz-
rın hayranlığını kazanmıştır. Günümüz- yaşamöyküsü yazılarıdır. Döneminin a-
de çok büyük ölçüde ölümünden sonra kademik felsefecilerinin dizgeli yapıtları
yayımlanmış not defterlerindeki düşün ıun tersine bu yazıların "bölük pörçük"
celeriyle tanınmaktadır. Kimileyin tek bir bir karakterde olmalan, Llchtenberg'in
söZcülde kimileyin birkaç sayfa uzunlu- kapsamlı ve kendi içinde tutarlı bir dün-
ğundaki yazılarıyla düşüncelerini dile ge- ya resmi sunmaktan özellikle kaçındığını
tiren Llchtenberg, bu yazılannda hem göstermesi bakımından önemlidir. Nite-
kendisini hem de dünya üzerine gözlem kim bu felsefe biçimi başta Wittgenstein
ve izlenimlerini kağıda dökmüştür. (S)öz- olmak üzere geleneksel felsefe dışında
deyiş (aforizma) yazma geleneğinin de yeni bir felsefe yapma biçimi arayanlara
en önemli mimarlan arasında gösterilen büyük bir esin kaynağı oluşturmuştur.
Llchtenberg'in yazılaı:ının önemli bir bö- Bu bağlamda Llchtenberg'in (s)özdeyiş
lümünü oluşturan felsefe içerikli sözde- lerinde çarpıa olan önermesel nitelikle-
yişlerinin felsefe tarihinde yazılmış kitap- rinden çok ödün vermeden sonuna dek
ları aratmayacak denli önemli içerimleri sergilenen "kuşkucu tutum'', aralıksız
bulunmaktadır. Llchtenberg, meslekten öznd bir bakış açısından sesleniliyor ol-
bir fdsefeci olmamasına karşın hem fel- ması, belli aydınlatıcı işlevleri yerine ge-
sefe alanında hem de genel düşün dün- tirmek amacıyla geçici bir değerleri ol-
yasında önemli yankılar uyandıran dü- masıdır. Dile getirilen düşüncelerin ola-
şüncekr ')flaya koymuştur. Öncderi de- bildiğince az sözcükle, daha çok da "di-
893 Lichtenberg, Georg Christoph
lek-istek" kipinde dile getiriliyor oluşu, ortak araştırma nesnesi bulunduğu sap-
Lichıenberg (s)iizdeyişlerinin bir başka tamasında bulunarak, bir ı.,>iirünı.,ıii dizisi-
belirgin iizelliğidir. ni açıklayan bir kuramın ilk bakışta pek
Düşüncelerinden açıkça görüleceği de ilgili görünmeyen bir başka görüngü
üzere l.ichtenberg birtakım felsefece so- dizisini açıklamaya yardımcı olabileceğini
ruşturma alanlarının konularına ayn bir ileri sürmüştür. Bu düşünceleriyle Lich-
ilgi duymaktadır. Bu konuların başında tenberg, bilimde Kuhn tarafından çok
doğaya ilişkin yapılan bilimsel araştırma sonralan ortaya atılan "paradiı.,>tlla" anla-
ların karşılaşnğı yöntembilgisel sorunlar yışına bir hayli yaklaşmıştır. [jchtenberg'
ile ıihin/beden ikiliği sorunu gelmekte- e göre dizgesel bir biçimde kendi içinde
dir. Yine ayrışık bir karakter sergileyen bütünlüğü bulunan bir doğa bilimi t.-ısa
birçok felsefe dcğinisi, Lichtenberg'in nmı asla başarılabilecek bir ülkü değildir.
insan bilgisinin doğası ile sınırlan üstüne Bunun en temel kanıtını, salı matemati-
kuramsal olduğu denli pratik bir ilgi de ğin bile deneye açık gerçekliğe saltık an-
duyduğunun açık kanındır. Düşünceleri lamda uyı.,>ulanabilirliğine ilişkin Lichıen
ne bakarak bu ilgi alanlan yanında ken- berg'in temel kuşkuculuğunda görmek
disini hemen giisteren birtakım felsefe olanaklıdır. 1790'lara ı.,ıclindiğinde Lich-
konumlan da belirlemek olanaklıdır. Söz- tenberg'in düşünme çizı.,>İsi büyük ölçüde
ı.,ıclimi bu felsefe konumlarından biri ü- Kant'ın kuramsal felsefesinin etkisi altı
niversite ~'lllannda tanıştığı Alman okul na girmiştir. Uchıenberg'in Kant'ı kav-
ti:lsefesiysc, bir diğeri de İngiltere'ye i- rayışı özellikle bilgi ile bilginin nesneleri-
kinci kez gidişinde karşılaşma olanağı nin kuruluşunda insan öznelliğinin yeri
bulduğu, David Hartley ile Joseph Pri- konusu üzerine .odaklanmışnr. Kant'ın
estley tarafından savunulan İngiliz çağrı insan bilgisini görünüşlerle sınırlayan an-
şımcı ruhbilimi ile ruhbilimsel maddeci- layışını alarak, bu görüşü bütün bilebile-
liğidir. Lichtenberg'in düşünsel çizgisin- ceğimizin kendi duygularımız ya da dü-
de bunlara ek olarak birtakım "arkaik" şüncelerimiz olduğunu ileri süren kendi
felsefe eğilimlerinin varlığından da söz "kuramsal bencilik" görüşüne destek o-
edilebilir. Bunlar arasında XIX. yüzyıl lacak biçimde yeniden yapılandırmıştır.
Alman felsefesinin geç dönemlerinde ye- Bu görüş bağlamında dikkat edilmesi ge-
niden canlanma eğilimi gösteren Spino- reken, Lichtenberg'in kesinlikle bizim
za 'nın "tümtanncılık" anlayışı ile özel- dışımızdaki gerçekliğin varlığını yadsıma
likle Lichtenbcrg'in yaşamının son yılla yıp söz konusu gerçekliğin bilinemez ol-
rında tinin, dünyanın, ben'in ve Tann' duğunu, insan bilgisine açık olmadığını
nın bilinebilirliği karşısında bütünüyle savunuyor olmasıdır. Buna ek olarak
"lıiliııcıııcı.ci" bir ıuıum almasının önü· Lichıenberg, beden ile- zihin arasındaki
nü açan Kanı'ın "eleştirel felsefesi" sayı görünürdeki ayrımın bilinmesi olanaklı
labilir. olmadığı gibi ancak bu ikisinden biri de
Bilimlerin kuramsal ve pratik boyut- olmayan bir dayanağın varlığıyla açıkla
ları arasındaki ilişki sıirunu bağlamında nabileceği yönündeki Spinozacı düşün
Lichıenberg, doğanın bütünüyle birliği ceye de bir hayli sıcak bakmıştır.
varsayımı altında düşüncelerini biçimlen- Kant'ın "transendental idealizm"ini
dirmiştir. Bu varsayımdan harekede araş belirginleştirmeyi amaçlayan daha sonra-
tırma alanlan arasındaki kopukluğu, bir- ki düşµncelerinde Lichtenberg, şeylerin
birinden başka başka araştırma dallan bizden varlıksal bağımsızlıkları l.praeter
olmasını insan bilgisinin sınırlı oluşuyla -nos) ile uzamsal olarak bizim dışımızda
açıklamışur. Çoğu yerde birbirinden gö- oluşları (extra nos) arasındaki ayrımı dile
rünürde ayrı olan araştırma alanlan ara- getirmek için farklı Latince tümcelere
sında gerçekte olası ilişkiler ve pek çok yer vermiştir. Bu ayrım doğrultusunda
Lipsius, Justus 894
yerine, Locke tözü nesnelerin taşıdığı Locke bu noktada her türden bilgi ile
bütün nitelikleri birımıda tutamk o nes- ideanın oluşumunda belleğin oynadığı
nenin birliğini ya da özdeşliğini olanaklı son derece önemli role odaklanarak, bel-
kılan metafizik yapıştıncı olarak temel- leğin ancak duyu izlcniınlerinin sağladığı
lmdirmektedir. Töze ilişkin verdiği bu bilgiyi depolama gibi bir yetisi olduğunu
yeni tanımla Locke, bir yanda geleneksel belirterek, duyular dışında herhangi bir
felsefmin varlık sorununu duyular dün- biçimde bilgi edinme olanağını temellen-
yasının duyulur nesnelerinin varlıkbilgi dirme çabasını bütünüyle çürütmüş· ol-
sel statüsü düzlemine taşırken, öbür yan- maktadır. Bu bağlamda anlama yetisinin
da şeylerin ancak duyularca algılanabilen konu olduğu bütün ncsnc:leri idealar diye
nitelikleriyle anlaşılabileceğini savunarak, tanımlayan Locke, idealardan her zaman
"nitelikler" ile "niteliklerin taşıyıcısı ola- için zihinde varolan varlıklar olarak söz
rak töz" doğrultusunda yeni bir varlık etmektedir. İdeaların varlığına ilişkin ola-
bilgisinin de temellerini atmıştır. Bunun- rak Locke'un ele aldığı ilk sorun, idea-
la birlikte Locke, genel töz ya da madde ların kökeni ile tarihinin izini sürerek,
ile her türdm tözü ya da maddeyi km- anlama yetisinin idealarla nasıl bir işlem
dileri araalığıyla tanıyıp bildiğimiz göz- gördüğünü, deği~ ilişkiye geçme biçim-
lemlenebilir niteliklerin o töze ya da lerini, en önemlisi de idealann bilgisinin
maddeye özel oluşu arasında yaptığı ay- nasıl edinildiğini açıklığa kavuşturmaktır.
nının gerçek anlamda bir aymn olmadı Locke'un felsefesinde "idea" teriminin
ğının altını özellikle çizmektedir. Söz ko- bu çok geniş anlamda kullanımı ilkece
nusu ayrım daha çok nesnelerin felsefi büyük ölçüde Dcscartes'tan alınmış ol-
bakımdan çözümlenebilmelerini kolay- makla birlikte, Locke'un terimin "bulu-
laştırmak amacıyla yapıldığından, her za- nuş" anlamına gelen bu Dcscartesçı an-
man için anlama yetimizin sınırlılığına lanunı bir hayli genişletmiş olduğu da bir
görece bir ayrımdır. Locke bu kavram- o kadar açıktır. "Bulunuş" Locke'un i-
salcı bölümlemesinin kapsamını genişle deadan anladığının değişik yönleri ara-
terek "bireylcşim ilkesi"nin temellendi- sında yalnızca tek birine karşılık gelmek-
rilmesine yönelik. verdiği ünlü uslamla- tedir. Nitekim idea Locke'un felsefesin-
masında, kişinin bireyliğinin maddesel de aynı zamanda "temsil", "imge", "al-
olmayan bir tin yoluyla değil hiçbir ke- gı", "kavram", "tasanın" gibi çok değişik
sintiye konu olmaksızın sürekli birleşti anlamlarda da kullanılmaktadır. Dolayı
rip bütünleştiren bilinç aracılığıyla oldu- sıyla Locke'un "idea" terimi, geleneksel
ğunu savunmaktadır. Platoncu anlamının çok dışında bir an-
Locke'un sczıı;iciJW P!atoncu-Augus- lam taşımaktachr. Nitekim İnsanm Anla-
tinusçu-Descartesçı düşünme çizgisinde ma Yetisi Üsliinı Bir Denıme başlıklı yapı
kendisini açık bir biçimde gösteren, dün- tın doğuşt.an gelen idealar konusu üstün-
yaya doğuşt.an birtakım idealarla geldi- de duran birinci kitabı, insan deneyimi-
ğimiz anlamına gelen doğuşr.analığıı (iıı nin alabildiğine büyük bir çeşitlilik sergi-
IUllislll) karşı açılmış deneyci bir savaştır. lediği gerçeğine değindikten sonra, "ge-
Bu noktada bütünüyle zihnin tüm idea- nel" ve "soyut" idealar ol uııturma işinin
lan deney yoluyla, dünyaya geldikten içerdiği kmdine özgü güçlük üzerine yo-
sonra edindiğini düşünen Locke, zihin ğunlaşmaktadır. Söz konusu türden idca-
tarafından bir biçimde algılanmamış bir lann deneyimi önceledikleri görüşünün
ideanın zihinde bulunmasının hiçbir bi- tam anlamıyla gülünç olduğunu söyleym
çimde söz konusu olmadığını gerekçe Locke, bütün bilgilerimizin bütün bö-
göstererek, doğuştan getirilen idealar lümlerinin kökenlerinin aynı ölçüde ve
yaklaşımını "saçmaya indirgeyen" bir us- aynı tarihsel ölçekte deneyimde yattığını
lamlama yapısıyla hareket etmektedir. savlamaktadır.
897 Locke,John
duıumu"nda tek tek her insanın kendi pıunda ortaya koyduğu, Monark'ın tan-
dışındaki öteki insanları tannsal ya da nsal ve saltık anlamda yönetme hakkı
doğal ahlak uyannca korumakla yüküm- bulunduğuna dayalı siyaset felsefesi öğ
lü olduğunu ileri sürerek, hiç kimsenin retisini çürütmek; (ıı) yurttaşın özgürlüğü
bir başkasının yaşamına, sağlığına, öz- ile siyasal düzeni uyumlu bir biçimde bir
gürlüğüne ya da mülkiyetine kastetmek araya getirecek yeni bir siyaset felsefesi
gibi bir hakkı kendisinde görmemesi ge- kuramı geliştirmek. İlk yazının çok bü-
rektiğini dile getirmektedir. Bununla bir- yük bir bölümü Filmer'ın düşüncelerinin
likte her yurttaş, devlet yönetiminden aynntılı bir eleştirisini, özellikle içerdiği
önce, kendi kişilik haklanna saldırmak açmazlar ile çelişkilere yoğunlaşarak sun-
yoluyla hukuku çiğneyenleri belli ölçü- maktadır. Locke'a göre, Filmer'ın öne
lerde cezalandırmak gibi bir hakka sa- sürdüğü Adem'in saltık egemenliği gü-
hiptir. Locke'a göre, "doğa durumu" yal- nünkoşullandüşünüldüğünde taşıdığı. bü-
nızca bir ideal soyutlama olmayıp içinde tün değeri ve önemi yitirmiştir. Locke
küçük toplulukların üyelerinin yaşamış doğrudan Hobbes'un siyaset felsefesine
ve halen de yaşamakta olduğu, savaş çık açık bir göndermede bulunmamakla bir-
madıkça bağımsız ulus devlet ·yönetim- likte, özellikle doğa durumunda saltık mo-
lerinin iş başında olduğu tarihsel bir du- narkın bütiliı egemenliği öznelerin kendi
rumdur. Bu anlamda Locke, savaş du- aralanndaki ilişkilere bıraktığını savlarken
rumunda uluslararası ilişkilerin kurulu usunun bir köşesinde Hobbes'un görüş
yetke tarafından yazılıp karara bağlanmış lerini tutuyor gibidir. Öte yanda ikinci
pozitif hukuk doğrultusunda işlemediği yazıda toplum ve siyaset felsefesinin te-
ni belirterek, banş sağlandıktan sonra ise meli olacak biçimde birtakım öğretilerin
bu yetkenin hukuku çiğneyenleri geçmişi geliştirilmesi söz konusudur. Bu bağlam
onarmak ve geleceği güvence alana al- da Locke'a göre emek, mülkiyetin köke-
mak amacıyla ortadan kaldırmasının en ni ve temelidir; toplumda kurulan bağıt
doğal hakkı olduğunu ileri sürmektedir. ya da yapılan 5Qzleşme devlet yönetimi-
Sivil toplumda hukuk etkinlikle işlemez nin belkemiğini oluşturmakta, devlet yö-
oldıığuncla "savaşma hakkı" ya da "ken- netiminin hem kapsam alanını hem de
dini savunma hakkı" kendiliğinden doğ~ sınırlanru belirlemektedir. Bu anlamda
maktadır. Locke'un doğa durumunda her iki öğretinin altında da bireyin öz-
"özgürlük", her türden kısıtlamaya karşı gürlüğü düşüncesi yatmaktadır. Doğa du-
tam bir bağımsızlık içinde olunduğu ah- rumu devlet yönetimi diye bir şey bilmez
laksal bir doğa yasasıdır. Bu bakımdan de tarıımaz da; ama onun içinde yaşayan
devlet yönetimi altındayken özgürlük, bireyler tıpkı siyasal toplumda olduğu ü-
herhangi. bir yurttaşın kendi keyfi iste- zere Tanrı'nın yasası olan ahlak yasasına
ğinden çok, herkes için, toplumun tek göre yaşamakla yükümlüdürler. Yıne Loc-
tek bütün bireyleri için geçerli olan genel ke'un 'siyaset felsefesi anlayışında, insan-
bir yasadır. Köleliğin sava§Jn doğal bir lar bütünüyle özgür, her bakımdan da
uzantısı olduğunu savunan Lockc, savaş birbirleriyle eşit doğmaktadırlar. İnsanla
ne kadar adil bir olaysa köleliğin de o nn çoğalması, yaşanan toprağın kalaba-
kadar adil olduğunu düşünüı:ken, suçlu- lıklaşmasıyla birlikte, birtakım toplumsal
lara ölüm cezası vermek yerine tıpki kö- kurallann konması, dolayısıyla da bunla-
leler gibi suçlulann da sivil toplum dışına ra uyulması gereğinin başgösterdiğini söy-
itilerek cezalandırılmalarını adilce bir çö- leyen Locke, söz konusu kuralların ister
züm olarak görmektedir. istemez ahlak yasasının ya da doğanın
Devlet Yönetimi Üıtiine İki Yazı'nın, ilk gereklerine dayalı yasaların dışında yasa-
bakışta iki amaçla yazıldığı görülmekte- lar olmalan gerektiğini özellikle vurgu-
dir: (i) Robert Filmer'ın Patriarcha adlı ya- lamaktadır. Bu noktada Locke, devlet
899 logos
evrenin temelindeki ussallıktır. Heraklei- 1134a; il, 1103b; VI, 1144b). Aristoteles
tos'un düşüncesinin belkemiğini. oluştu logo/tan aynca matematiksel oran, orantı
ran "akış öğretisi" bağlamında logor, dü- diye de söz eder (Metafizik, 991 b).
zenli akışı sağlayan, çeşitliliği bir birlik Herakleitos'un öğretisinden yola çı
içinde tutan evrensel us; bir başka de- kan Stoacılık'ta ise logor, evtende hüküm
yişle Doğa'dır. "Değişme"nin yasakoyu- süren ussallığı yönlendiren tanrısal güç;
cusu, Doğa'daki uyumun miman olan lo- doğada içkin durumda bulunan tanrısal
gor, karşıtlıklardan doğan gerilimin yarat- lık (koinor logor); evrendeki düzenin ana
tığı "kozmik süreç"te iş gören Doğa Ya- kaynağı olarak oluşun, gelişmenin, değiş
sası; Jiirtkli olu/un ilkesidir. Herakleitos' menin tohumlaı:ını taşıyan akıl ilkesi (* lo-
un dünyaya düzenlilik ve ussallık kazan- goi ıpermatikoı); evrenin yasasıdır. Tıpkı
dıran "kozmik ilke"si, yani logolu, aynı Herakleitos gibi Stoacılar da logolu "a-
zamanda insanın eylemine yön veren, in- teş"le (.pyr), maddi bir güçle özdeşleştir
san aklının başvurabileceği biricik "ya- miş; "doğa"yla (Jıl?Jsir) ve Zeus'la bir tut-
şam ilkesi"dir. Böylelikle Herakleitos, muştur. Aynı zamanda "doğayla uyum i-
dünyanın ussal yapısı ile insanın akılcı çinde yaşama" düsturu olarak logolu ah-
eylemesi, akıla söylemi arasındaki bağ lak değerlerinin biricik kaynağı olarak
lantıyı da vurgulamış olur. görmüşlerdir. Stoaolann dilbilim öğreti
Platon ile Aristoteles ise logolu, genel lerinde "iç logo!' (düşünce) ile "dış logo!'
olarak, bir şeyi anlaşılır kılan mantıksal · (söz, konuşma) arasında bir aynına git-
temel, dayanak arılamında; *nou!un gör- meleri ise düşünceyle dil arasındaki uyu-
düğü işleve yakın bir anlamda kullan- mun logor sözcüğünün ikili anlamında
mışlardır. Platon, mytbor (söylen; mit) ile saklı olduğunu savunarıların ilk dayanak
logor karşıtlığından yola çıkarak, logolu noktası olmuştur. Bu aynm Yunan felse-
doğru, çözümleyici bir açıklama diye de fesini Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat'la
betimlemiştir. Bu genel kullanım içinde, özdeşleştirmeye çalışan İskenderiyeli Phi-
Platon da logolu, özellikle de bilgikura- lon'un karmaşık logor görüşünü de etki-
mında, çeşitli anlamlarla donatmıştır. Söz- lemiştir.
gelimi Pbaidon diyalogunda (76b) doğru Philon'la (ykl. M.Ö. 20-M.S. 50) bir-
bilginin f:'epirteme) ayına bir özelliği ola- likte logos kavramı tannbilimin çekim ala-
rak logor birisinin bildiğini açıklayabilme nına girmiş oldu. Bundan böyle, Yeni
yetisi (temellendirme) anlamında geçer. Platonculuğun da etkisiyle (örneğin Plo-
T:heairetor diyalogunda da (201 c-d) logo! tinos) logor her şeyin kökeni olarak "Tan-
un bu yönü episteme'yi tanımlarken kulla- n'nın Sözü"; Tanrısal/Kutsal Akıl; Tanrı
ıulır. Buna göre doğru kanı (*dok.ta) an- ile evren arasındaki kutsal köprü türün-
cak kanıta ya da açıklamaya (logor). yani den anlamlara büründü. Skolastik felse-
doğru uslamlamaya dayanırsa bilgi (epir- fede, özellikle de Augustinus'ta, logor bil-
teme) olur. Aynı diyalogda Sokrates bu giye kavuşmamızı sağlayan Tannsa! ışık,
bağlamda logo/un ne demeye geldiğini u- bilginin asıl kaynağı olarak karşılık bul-
zun uzadıya tartışıp (206c-210b) şu so- du. Yine Hıristiyarılık öğretisinde logos,
nuca varır: "Bir şeyin ayına özelliğini insan kılığına giren İsa'da vücut bulan;
betimleyen önerme; bir konuyu diğer onda kendini gerçekleştiren Tannsa!
bütün şeylerden ayıran kanıt." Aristote- Söz'dür.
les'te ise logor sık sık "tanım" anlamına Son olarak, retoriğin başlıca savunu-
gelen horirmolla eşanlamlı olarak; bazen cusu olan Sofist düşünür Gorgias'ta ise
de, özellikle etik söz konusu olduğunda, logos, sözün gücü; aydırılatmaya değil de
akıl, ussallık ya da "doğru akıl" (orthor lo- etkilemeye, ikna etmeye yönelik sözün
gor, sağduyu) anlamında kullanılmıştır karşı durulamaz gücüdür (Platon, Go'lfar
(Politika, 1332a; Nikomakhor'a Etik, V, ya da Sifylev Sanalı Ürtiine).
901 Lukaca, Gy&gy
logos orthos (Yun.) İlk.çağ Yunan felse- araştırmanın başlıca nedeninin tanrılam
fesinde sağlanı teınelleıc dayalı akı.lyü ve yera!tındaki yaşama (hatiıi) ilişkin boş
riitıne biçimlerini ya da doğru uslamla- inançlara dayanan korkulardan bizi öz-
mayı nitelemek için kullanılan terim; A- gürleştirmesi olduğu bütün şiir boyunca
ristoteles'te "sağ/ doğru akıl" (artbaı la- önceden kabul edilmiş gibidir. Lucretiııs
sawnduğu düşüncelerle
gerek_ "ilahi
~· bu
takdir'' düşüncesine önem veren Stoacı
Lucretius (M.Ö. yld. 99 /94-55/50) Ro- lan, gerekse "ruhun ölümsüzlüğü"ne ve
ma İmparatorluğu döneminde yaşamış dolayısıyla "ruh göçü"ne inanan Platon-
Epikurosçu filozof-ozan. Tam adıyla Ti- cular ile Pythagorasçdan karşısına alıp e-
tus Luactius Carus'un yaşamı hakkında leştirmiştir.
Aynca bkz. ilkçağ felsefesi;
-44 yaşında intihar etmiş olmasının dı Epikuroa; Epikurosçuluk; De renun
şında- fazla bilgi bulunmamaktadır. Eği natura.
timli bir ozan olan Lucretius özellikle
Yunan edebiyatından etkilenmiş, cğitici Lukaca, György (1885-,-1971) Avrupa
öğretici şiir geleneğin.ele şiirler kaleme al- anadamar Marxçıhğını derinden etkile-
mıştır. Şiirlerinde fizik ve doğa yasalanru yen Macar Marxçı felsefeci, yazın ve es-
odağa aldıysa da ahlik üzerine bölümler tetik kuramcısı. Lulcics düşünce tarihin-
de yazmıştır. Bilinen ve oldukça kapsam- de gerek Marxçı estetik kuramıyla, geıck
h tek yapıtı De ""'"' ııahmı'da- (Şeylerin modernizme ve sanatçıların siyasi dene-
Doğası Üzerine/Evrenin Yapısı) Lucre- timine karşı çıkan sanat ve edebiyat ku-
tius'un şiiri Latin şiiı:ioin doruk noktası ramıyla, gerekse diyalektiği diizenekçi
olarak değcı:leııdirilmektcdir. Lucretius' maddecilik ile dogmacılığa karşı savunu-
un Epikurosçu evren anlayışını serimle-- şuyla dikkat çeker.
eliği altı bölümden oluşan yapıtının bi- İlk dönem çahşmalan olan Dit Seele
rinci bölümünde boşluğun sonsuzluğun 11114 ti# Formnt (Ruh Vl: Biçimleri, 1911)
da hareket eden atomlann _varlığı tantt- ile Dit Tlıeoriı ıiu Roman/da (Roman Ku-
lanırken, ikinci bölümde bütün sonlu ramı, 1920) Hegel ve Kant'ın etkisi.yle
dünyalann ölüme ya da yokoluşa yazgıh insan deneyiminin öznelliği ve toplumsal
oluşu ıcsmedilir. Üçüncü bölüm ruhun deneyimin boşluğu üzerinde duran Lu-
atomlardan oluşan yapısını ve ölümlülü- öcs, daha sonra Matxçılığa yöndmiştir.
ğünü tatutladılttan sonra ölümde korka- Lukacs dönemin siyasal gelişmeleri
cak bir yan olmadığı üzerine bir ilahiyle nedeniyle Komintem tarafından eleştiri
son bulur. Dördüncü bölümde duygula- ye uğrayıp içindeki göriiJlcri yadsımak
nım ve düşünce tartışması cinsel ya da zorunda kaldıysa da, Gırlıit:hR 1111ıi Kltu-
bedensel tutkulann lanetlenmesine wnr. St11bantstrıİll'da (Tarih ve Sınıf Bilinci,
Görülür dünyanın biçimleri ve içerikle- 1923) bugün Luücs'ın temel savlan ola-
rinin tartışıldığı beşinci bölüm, yaşamın rak kabul edilen görüşlerin tamamım ya-
ve -evrenin evrimine ilişkin bir açıldt kını bulunabilir. Lı.ıkacs bu çalışmasmdıı
mayla sona erer. Altıncı bölüm gökyü- MaEXÇılık konusundaki özgün görüşleri
zünü ve yeryüzünü yöneten güç!Cl'C iliş ni geliştirmiş ve sanatta bİfİ1llin gelişimini
kindir ve A.tim'yı saran vebanın betim- sınıf tarihine bağlayarak edebiyat ve sa-
lendiği kasvetli bir anlatımla biter. De ,._ nat kuramının ilk temellerini atmıştır.
rt1111 11a1Nrtlda Epikurosçu etik kuımıı Lukacs bu özgün görüşünde altyapı/üst
dizgeli bir biçimde de ahmnamış olsa da yapı çözümleme modelinin yerine "şey
Epikurosçulıığun genelde kabul göıcn leşme" ve "yabancılatma" kavtıımlannm
temel savlan olarak hazzın biricik iyi ol- önemli bir rol oynadığı Marx'ın Hegel-
duğu; hazzın en değerli biçiminin korku cileştirilıniş bir_ yorumunu ortaya koy-
ve kaygıdan özgürleşme oldıığu; doğayı muştur. Bu yorum, Man'ın 1930'lamı
Lukacs, György 902
!erini atuğı edebiyat kuramını Ess'!JS iiber sa ile bir oldukları inanışı bağlamında İsa
P.ealismus (Gerçekçilik Üzerine Deneme- kadar günahsız olduklarını öne sürmüş
ler, 1948), Deutsrhe P.ealisten des 19. Jarhr- tür. İnanç günahkarın içinde Tann'nın
lmnderts (XIX Yüzyıl Alınan Gerçekc;:ile- sözü ile ortaya çıkmaktadır ve kutsal ruh
ri, 1952), Der mssir&he P.ealismus in der insana İncil aracılığıyla doğru yolu gös-
WeltliterafHr (Dünya Edebiyatında Rus termektedir. Bu yaklaşım felsefece ol-
Gerçekçiliği, 19 52), Der historisrhe Roman maktan çok aşkın bir inanç tasanmına
(farihsel Roman, 1955) gibi çalışmala dayanmakta ve kuşkusuz usu bir kenara
rında geliştirmiş ve iyi bir gerçekçi roma- itmektedir. İnannuşların içinde kutsal o-
nın toplumsal ilişkilerin yüzeysel görü- larak işleyen inanç, doğal olarak iyi şeyler
nüşlerinden çok, bu ilişkilerin altında ya- üretmektedir; ne var ki iyi şeylerin temel-
tanları betimlemekle yükümlü olduğunu lendirilmeleri bu yolla yapılmaz; bunlar
savunmuştur. Lukacs bu görüşüyle top- daha çok Tanrı aşkına inancın özgürce
lumcu gerçekçilerin yoğun eleştirilerine dile getirilmeleridir. Luther'e göre, bu
maruz kalnuştır. dünyada çok az gerçek inanan olduğun
Otuzun üzerinde yayunlannuş kitabı dan kendi kurallannı koyan ve kimi şey
bulunan Lukacs'ın diğer önemli çalışma lere zorlayan bir devlete yine de gereksi-
Jan arasında Die Eigenart des Asthetisrhen nim bulunmaktadır. Luther, döneminin
(Estetik, 1962), Der junge Marx (Genç Kilise egemen ortanunda geçerli olan
Marıı:, 1965) ve bugün bile pek az anlaşı tinsel mevkilere göre yapılan ruhban ve
lan Zur Ontologie des gesellschaftlichen Stins dindışı sı.nıflar ayrınuna karşı çıkarak
(foplumsal Varlığın Varlıkbilgisi Üzeri- tüm insanların eşit olduğunu savunmuş
ne, 1971) sayılabilir. tur. Hiçbir dünyevi (ölümlü) kişinin, yet-
kilinin ya da yasanın gerçek Hıristiyan'ın
Luther, Martin (1483-1546) Alınan vicdanı üzerinde söz ya da hak sahibi
tanrıbilimci ve Protestan Reform hare- olamayacağını ileri sürerek Kilise'nin in-
ketinin öncüsü. Martin Luther'in Kutsal sanları yönetmeye soyunmaması gerekti-
Kitaba ve Augustinus'a dayanan tannbi- ğini belirtmiştir. Kilise'nin görevi sadece
lim öğretisi ile Hıristiyanlık üzerine gö- ibadet ve ayinleri yönetmekle ya da öğüt
rüşleri Protestanlığın en temel kaynaklan vermek ve aforoz etmek gibi işlerle sı
arasında sayılmaktadır. Luther Hıristiyan nırlı olmalıdır. Luther'in ortaya attığı bu
lığın önerdiği toplum biçiminin İsa'nın görüşler, Kilise'nin sıradüzenli (hiyerar-
önderliğindeki bir sevgi toplumu oldu- şik) yönetim anlayışına ters düşmüş ve
ğunu, zor içermediğini ve bu toplumun dinsel bir yenilenmenin (Reform) doğ
üzerindeki tek gücün, kelamın ("Tanrı' masına aracı olmuştur. Bu yenilenme ha-
nın sözü") ve iknanın gücü olduğunu reketi kendini Roma Kilisesi'nden ayrı
savunmuştur. Zamanın tannbilirninin ve lan Protestanlık biçiminde ortaya koy-
dinsel pratiklerinin kurtuluş kaygısının muştur.
üstesinden gelemeyeceğine inanan Mar- Oldukça güçlü bir kaleme sahip olan
tin Luther, Tann'nın insandan istediği Martin Luther, geriye bugün tanrıbilim
nin yalnızca günahları. için af dilemek ve - tarihi açısından büyük değer taşıyan on-
günah çıkarmak olduğunu söyleyen bir larca risale (ya da kitapçık) bırakmıştır.
tanrıbilime yönelmiş, insanların kendi
· çabalan ile Tann'ya ulaşabileceklerini sa- Lvov-Vartova Okulu ~ng. Lvov-War-
vunmuştur. s11J11 Srhoo4 :X::X. yüzyılda l. Dünya Savaşı
Tanrı, günahkarların kendilerine olan ile Il. Dünya Savaşı arasındaki dönemde,
güvenlerini yıkarak içlerindeki İsa dolayı özellikle de 1930'1arda boy veren, ağır
nuyla ortaya çıkardığı sözlerine inanma- lıklı olarak mantık ve matematik felsefe-
larını sağlamaktadır. Luther insanların İ- sine yönelik çalışmalarda bulunan bir
Lykeion 904
namayanlara karşı özel bir yükümlülüğü lararası Felsefe Koleji'nin kurucu üyesi
bulunduğunu ileri sürmektedir. Düşün ve ikinci müdürü olan Lyotard, ABD'nin
celerinde sürekli felsefenin, estetik ile si- değişik üniversitelerinde değişik aralık
yaset kuranunın konu olduğu sınırlılıkları larla bulunduğu sekiz yıl boyunca Fran-
öne çıkaran Lyotard, sanat ile yazının bir sız felsefesi ile eleştirel kuram üstüne
başka şeye indirgenemez kamıaşıklıklan dersler verdiği gibi, bir sürede Almanya'
na, tarihsel-siyasal olayların tasarımcı bir da konuk profesör olarak bulunmuştur.
dille kavranamayacak etkilerine açıklık Lyotard'ın değişik metinlerinin, görün-
getirmeye çalışmaktadır. Düşünsel yaşa gübilimci Merleau-Ponty'nin son döne-
mının başlarında Marxçı bir konumdan minde yazdıklanndan, Levinas'ın etiği
seslenen Lyotard, çok geçmeden 1974 yeniden temellendirmek amacıyla ortaya
yılında yayımladığı Eçonomie libiJinak (Li- koyduğu görüşlerden, Adorno'nun este-
bidinal Ekonomı) başlıklı kitabında bu tik ile siyaset üstüne ayrıntılı çözümle-
konumdan seslenmeyi bı.mkarak, Nietz- melerinden, Derrida ile Delcuze gibi son
scheci bir siyasetin olanaklarını araştır dönem Fransız felsefesinin önemli dü-
maya koyulmuştur. PosmoJem Dunı111 şünürlerinin metin okumalarında sunduk-
(1979) başlıklı en çok göndermede bu- ları betimlerden derin izler taşıdığı üs-
lunan kitabıyla yalnızca Fransa içinde de- tünden atlanamayacak bir gerçektir. Ge-
ğil, dünya çapında uluslararası tanınırlık rek estetik ile siyaset arasındaki bağlan
payesi kazanan Lyotard 'ın Le Differrtıd tıya yaklaşımıyla, gerekse Marx, Freud,
(Diffcrend, 1983) başlıklı çalışmasına ge- postmodernizm, Kantçı yüce kavramı üs-
lindiğindeyse, önceleri belli belirsiz bir tüne sunduğu kışkırtıcı çözümlemelerle
biçimde uygulamaya çalıştığı, Wittgens- Lyotard, Derrida'nın "koşulsuz meydan
tein'ın özellikle sonraki döneminde in- okuma" (aıtegoriça/ rhallangı) adını verdiği
celiklerini gösterdiği dilsel sağaltım felse- düşünsel çizgisiyle çağda~annın gözün-
fesini benimsemiş olduğu görülmektedir. de "yargı sorunu"nu biı:inCi değerde ilgi
Bu nedenle kimi araştınnaalar, Lyotard' konusu kılmış, böylelikle de kıta felsefe-
ın düşünsel çizgisinin en iyi yan Witt- sinin eleştirel felsefe koluna damgasını
gensteincı yan post-yapısalcı öğclerle be- vurmuştur.
timtn Je fhistoirr (Coşkunluk: Kantçı Ta- bağlı olarak davası görülerek belli bir
rih Eleştirisi, 1986) ile 1...ep1ns Sllr f atl4!Jti- sonuca bağlanabilen uyuşmazlık biçimle-
fj11t d11 s11blimt (Yüce Çözümlemesi Üstü- rinin tersine, evrensel geçerlikte bir ku-
ne Dersler, 1991) başlıklı çalışmalarında, ralın ya da yargının uygulanmasıyla çö-
Kant'ın Y arguiiniitl Elqtirisi'rllrı postmo- zülmesi olanaklı olmayan temel ayrılıklar
dcm içcı:imlerini, özellikle yüce kavramı ve anlaşmazlıklar (dif!irrııdi) doğrultusun
na getirdiği yorumlarla bir adım daha ö- da tanımlamaktadır. Buna bağlı olarak
teye taşımışttr. Buna göre Lyotard, Kantçı Lyotard, birbirleriyle çarpışan deyişler,
yüccrllrı sunuma ya da temsile getirilen tasanmlar ve yetiler arasındaki bağlantı
sınırlamalara yönelik sağladığı farkında nın nasıl kurulacağı sorununu, eleştirel
lık yoluyla, toplumsal-siyasal alanın hiÇ- bir düşüncenin olduğu kadar çeşitliliğe
bir şeye indirgenemez aynşıklığına du- ve çokyaıılı tartışma üstüne yapılanmış
yulan saygıya dayalı olarak tarihe deştircl bir siyasetin de zorunlu koşulu saymak-
bir yaklaşım sunduğunu ileri sürmekte- tadır. Anlaşmazlıklar karşısında adil ve
dir. Lyotard'ın, başta Le DijfimıJ (1983) kabul edilebilir bir konumda durmanın,
olmak üzere öteki yakın dönemli çalış söylem evrcnirlln bütün bir ayrışıklığı ile
malannda, Adomo'nun Negatitıt Dialtk- farklı deyiş ve kavrayışların birbirleriyle
tik'te (Olumsuz Diyalektik, 1966) "Aus- ölçüştürelcmezliğini tanımaktan geçtiğini
ch'Witz Sonrası" sanat ile kültürün değcr savunmaktadır. Nitekim Lyotard'ın bu
gesine yönelik sunduğu çözümlemelerini bağlamda dile getirdiği "her ne zaman
kendi düşüncesine uyarlayarak, "sanatın davalı kendini savunma araçlanndan yok-
aası" diye adlandırdığı şey ile sanatın sunsa, o zaman davalı olmaktan çok bir
bdleğc karşı sorumluluklannın üstünde kurban konumuna düşmektedir" sözü,
durduğu gözlenmektedir. Öte yanda, modem dünyanın adaletsizlikler üstüne
1988 yılında yayımladığı Heideggtr ti "ks kurulu düzerllrıe karşı seslendirdiği post-
jıtift" (Heidegger ile "Yahudiler") başlıklı moclcrn meydan okumanın gerekliliğini
kitabında Lyotard, Pransa'da sürmekte göstermesi bakımından ayn bir değer ta-
olan Heidegger'in Nasyonal Sosyalizm şımaktadır. Aynca bkz. post-yapısalcı
ile ilişkisinin felsefi ve siyasal içerimleri felsefe; poıtmodem felsefe; üstanlan;
tartışması bağlamında önemli katkılarda di/Ferend
bulunmuştur.
1983 yılında yazdığı
Le Differend baş Jype (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde,
lıklı çalışmasındaLyotard, "siyasal'\ ön- özcllikle de Aristotclcs'te, "aa" anlamın
ceden belirli bir dizi kural ya da yasaya da kullanılan terim.
Mm
Ma'dt'lmiyye bkz. Hayyatiyye. mız- bildiğimizden ötürü, bilimin duyu-
lara verilmiş olı,rulann bir açıklaması ola-
Mach, Emst (1838-1916) "Mach il- rak yeniden bina edilmesi gerektiğini
kesi" ile "Mach sayısı" gibi buluşlanyla söyler. Mach'a göre atomlar, saltık uzay,
adını bilim tarihine yazdıran Avusturyalı saltık zaman, saluk devinim ve diğer
fizikçi ve bilim felsefecisi. Bugünkü Çek Newtoncu kavramlar değil de, renkler,
Cumhuriyeti'nin Turas kentinde doğan kokular, sesler ve benzerleri duyulanmı
Mach, Viyana'da aldığı fizik eğitimiyle zın nesneleri olduklanndan bilimin en-
Avusturya'nın etkili deneysel ve kuram- son çözümlemede duyumlanmızın bir a-
sal fizikçilerinden biri oldu. Viyana Üni- çıklaması olması gerekir. Üteki kavram-
versitesi'nde kurduğu bilim tarihi ve ku- larla kurulan iinermelerin bilimsel bir
ramı kürsüsünde çalıştığı dönemde yaz- anlamı bulunmamaktadır. Bu bağlamda
dıklanyla da mantıkçı olguculuğun öncü- Mach bilimin işinin betimleme ve kesti-
-lüğünü ~'3ptı. Emst Mach'ın düşüncele rimde bulunma olduğunu, bilimsel ku-
rinden Viyana Çevresi düşünürlerinin ya- ram ve yasalann yalnızca olan biteni be-
nı sıra Bertrand Russell ve William Ja- timlediğini savunmuş, bunu yaparken de
mes gibi erken XX. yüzyıl düşünürleri de Ockhamlının Usturası'na benzer bir dü-
etkilenmiştir. şünsel ve kavramsal tutumluluk ilkesi
Keskin bir metafizik karşın olarak önermiştir.
Humc ve Mili deneyciliği ile Viyana Çev- Öte yandan, Mach deneyin bize yal-
resi deneyciliği arasında duran Mach, nızca sürekli değişen ve ilişkisiz duyum-
Kant Salt Aklın Elqtirisi'yle "eski meta- lar sağladığını; dünyada kavramlarımız ya
fiziğin düzmece düşüncelerini gölı,>eler a- da bilimsel yasalanmız için herhangi bir
lanına sürgün etse de", metafizik kav- temel bulabildiğimizi nesnel olarak sav-
ramların bilim felsefesinde, hatta bilimde layamayacağımızı savunur. Bizim kavra-
hile halen işbaşında olduğunu öne sürer. yışımıza ı,ıöre, doğa yasalan doğada evi-
Mach'ın temel amaa, bütün metafizik ve mizdeymişçesine duyumsama gereksini-
deneysel olmayan i>ğelerden anndınlmış minin bir ürünüdür; duyumlan aşan bü-
bir bilim doğası açıklaması ,·ermek .-e tün kavramlar çevremizi anlamamıza,
mekanik bilimini (işleybilim) bu felsefece denetlememize ve kestirmemize yardım
ı.,ıcrcksinimlere ı.,ıöre yeniden inşa etmek- cı olduklarından ötürü temellendirilir ve
tir. bu amaç adına farklı kültürlerde ve farklı
Gerçekte yalnızca duyulann olduğu zamanlarda farklı kavramsal dizı,ıeler
na inanan düşünür, koyutlatla bilim yap- denk işlevler görmek için kullanılabilir.
manın felsefece yanlışlığına dikkat çek- Dolayısıyla Mach'a göre bilimde kanıt ya
miştir. Gözlemlenemeyen varlıklarla iş da kanıtlamadan bahsetmek yanıltıcıdır.
leyen bilimsel kuramlann doğrudan be- Eğer bilimsel yasalar kavramsal araçlar-
timlemelerle işleyenlere yerini bırakması sa, olgulardan tümevanmlı olarak kanıt
ı.,ıercktiğini süyleyen bir ilkeye bağlı kala- lanamazlar; yasalann diğer yasalardan çı
rak Mach, atom, ı.,ıiirclilik, saltık, zaman karsanmasının da pek bir anlamı yoktur;
ile uzay gibi kuramsal yaklaşımlan red- çünkü bu işlem bilime yanılucı bir ke-
detmiştir. Mach bilimsel olguları giizler sinlik havası vermekten başka bir işe ya-
iinüne seren biricik kaynağı -<!uyulan- ramaz. Mach'a ı.,ıüre bir bilimsel yasayı
Machiavelli, Niccolo 910
hiavelli'ye göre, Hükümdar için en iyi o- çınmaktır. Ayrıca bkz. Machiavelli, Nic-
lanı eli sıkı olma alışkanlığını kendisinde colô; toplum felsefesi.
bir erdem olarak yerleştirmesidir. Kita-
bın bir başka yerinde, 17. Bölüm'de Mac- Maclntyre, Alasdair (1929) Modem
hiavelli, suçluları cezalandınrken merha- dünyaya y~nelik eleştirel tonu yüksek
metli olmaktan çok acımasız olmanın çözümlemelerini .Aristoteles başta olmak
Hükümdar için daha iyi olacağını ileri üzere etik tarihindeki kaynaklardan aldığı
sürer. Ölüm cezası verilmişlere aamasız açık desteklerle besleyen, çalışmalanru
davranmak ancak belli sayıda insanı üze- önce İngiltere'de daha sonraysa Ame-
cek ya da olumsuz etkileyecektir; buna rika'da sürdüren, yarı İskoç yan İrlanda
karşı aynı suçun işlenmesinin önüne ge- kökenli pratik yaşam ve ahlak felsefecisi.
çilmesi bağlamındaysa kitleler üstünde Maclntyre'ın düşünsel yaşamı boyun-
büyük bir uyan etkisi olacaktır. Machia- ca elden hiç bırakmadığı ana ilgilerinden
velli bu noktada daha da ileri giderek, ilrisi, 1954 yılında Marxism and Chris!İatı·
halk tarafından sevilen bir monark ol- iry (Marxçılık ile Hıristiyanlık) adıyla ya-
maktansa korkulan bir monark olmanın yımladığı ilk kitabının başlığında açıklıkla
her bakımdan daha yeğlenir bir durum görülmektedir. Kitabın temel düşünce
olduğunu savunur. Bununla birlikte Mac- sine göre, Marx belli başlı Hıristiyan İ
hiavelli, Hükümdar'ın. kendi uyruğu al- nançlarını "insancılaştırmış" ya da "dün-
tındaki insanların malları ile mülklerine yevileştirmiş" bir düşünür olduğundan,
el koyarak nefret kazanmasının çok bü- Hıristiyanlarm Marxçılığın başarılarından
yük bir tehlike olduğuna da dikkat çeker. da başansızlıklarmdan da öğrenecek çok
Nitekim bu düşüncesini şu çarpıcı söz- şeyleri bulunmaktadır. Maclntyre bu ilk
lerle tanıtlar: "İnsanlar babalarının ölü- çalışmasından bugüne felsefenin, başta
münü, kaybetmiş oldukları mallan ile etik olmak üzere, birçok değişik alanında
mülklerinden çok daha Çabuk unutur- araştırmalarını sürdürmektedir. Bu araş
lar." Hiikiimdm'ın muhtemelen en taruş tırmalarda toplumsal, tarihsel ve siyasal
malı kısmıysa Machiavelli'nin Hüküm- boyutlara olağanüstü bir duyarWık göste-
dar'ın amaçlarına uygun olduğu sürece ren Maclntyre, ahlak felsefesinden top-
nasıl düzenbaz olunacağını bilmesi ge- lum bilimleri felsefesine, siyaset felsefe-
rektiğini savladığı 18. Bölüm'dür. Buna sinden toplum felsefesine pratik felsefe-
göre Hükümdar düzenbaz olduğunu gös- nin hemen bütün alanlarına önemli kat-
termek, düzenbazlığını açıkça ilan etmek kılarda bulunmuştur.
zorunda değildir ama erdemliliğini, özel- Maclntyre'ın bütün yapıtlannın oda-
likle de şu beş ayn erdemi taşıdığını sü- ğında yer alan temel savunu, modernli-
rekli l1>1lkma göstermek durumundadır: ğin yol açuğı bütün çıkmazların ortasın
"bağışlayıcılık'', "dürüstlük", "insancıl da ivedilikle gereksinim duyulan açılımı
lık/ sevecenlik", "başıyukarıdalık", "din- yaratacak biçimde ahlak felsefesini tarihe
darlık". 19. Bölüm'de Hükümdar'ın ken- yerleştirerek yeniden yapılandırmanın ge-
disinden nefret edilmesine yol açacak reğidir. Ahlak felsefesinde "erdem etiği"
şeyleri yapmaktan özellikle uzak durması yaklaşımının önde gelen mimarlarından
gerektiğini bir kez daha yineleyen Mac- sayılan düşünür, daha geniş bir çerçeve-
hiavelli, bunun ancak insanların malları de Aristotelesçi ahlak ile siyaset anlayış
na göz koymamakla, onlara açgözlü ya larını yeniden canlandırmaya yönelik ça-
da ilkesiz görünmemekle başarılabilece lışmalarıyla dikkat çekmektedir. Macln-
ğinin altını koyuca çizer. Daha açık bir tyre, kuramsal bakımdan düpedüz çarpı
deyişle söylenirse, Hükümdar'm egemen- tıldığını, pratik bakımdansa un ufak edi-
liğinin yıkılmasını engellemesinin baş ko- lerek parçalandığını düşündüğü modern
şulu her durumda nefret edilmekten ka- ahlak yaşamının en derin açmazı olarak
913 ~aclntyre,Alaıdaiı
mazlık biçimi, bir tür ussallık eksikliği, lntyre, modern dünyada liberalizmin bu
yani "*ölçüştürülemezlik" söz konusu denli egemenlik taslamasına karşı tek
olmaktadır. çare olarak, Aristotelesçi etiğin yeniden
Maclntyre işte bu yöntembilgisel ön- ayağa kaldırılarak dolaşıma sokulmasını
cüUerden hareketle Ban'nın ahlak felse- önermektedir. Maclntyre'ın bu önerisin-
fesi tar'ihini özgün bir dille yazmaya ko- deki kilit konumdaki öğe ise erdem eti-
yulmuştur. Ona göre, ahlak yaşamı bir ğinin yeniden kurulup buna uygun top-
dönemler Eski Yunan dünyasının polis' lum biçimlerinin yeşermesine olanak ta-
inde, aynı J\ristotcles'in yapıtlarında be- nıyacak, bütün bir insan yaşamının ana
timlendiği gibi, ussal ve kendi içinde amacını ortaya koymaya yönelik yeni bir
bütünlüklü bir yapıdadır. Bu yapının gü- bakışaçısıdır. Maclntyre bu bağlamda Es-
vencesi ise Aristoteles'in insanların ken- ki Yunan kentdevletlerine benzer, ortak
di özsel doğalarını nasıl gerçekleştirebi bir iyi yaşam ülküsünde birleşmiş küçük
leceklerine yönelik dile getirdiği öneri- küçük toplumların gelişimini savundu-
lerden oluşan oldugu gibi olmak kavramı ğundan, siyasal açıdan bakıldığında, an-
ile insanın )'etkinleşmesi ülküsü arasında laşılır bir biçimde kimi yorumcularca ü-
öngördüğü "yöntem-erek" ilişkisidir. Bu topyacı bir düşünür olarak görülmekte-
bağlamda Aristoteles'in erekbilgisel ·me- dir.
tafiziğine güvensizlik duyulmaya başlan Maclntyre'ın izlencesi, özellikle libe-
ması, insan yaşamının bu yaşamın değe ralizmi hedef alan bıçak gibi keskin eleş
rini temellendirebilecek, kendi içinde tirel dili nedeniyle, çağdaş felsefede ki-
bütünlüğü bulunan belli bir amacı ol- mileyin aynı keskinlikte karşı eleştiriler
duğu duyı.,rusunun yitirilmesine yol aç- · almıştır. Nitekim bu bağlamda Macln-
mışnr. Maclntyre'in gözünde, yaşamın tyre'a yöneltilen eleştiriler arasında sağ
anlamını, bireylerin yaşama amacını içe- lamlığıyla dikkat çekenlerden ilki,, doğ
ren böylesine önemli bir duygunun yiti- rudan doğruya düşünürün yöntembilgi-
rilmesinden sonra Ban'da ortaya çıkan sel ·dayanaklarına meydan okumaktadır.
ahlak felsefeleri, Aristoteles'in özgün ah~ Söz konusu eleştiri, Maclntyre'ın ahlak
lak şemasının parça parça olmuş öğele gelenekleri arasında olumlu bir rol yük-
rini birbirine yeniden yapıştıracak bir şey lediği anlaşmazlık ile eleştirdiği "ölçüş
bulmaya yönelik boşuna çabalardan iba- türülemez" anlaşmazlık· arasında ayrım
ret kalmıştır. Bu saptamadan hareketle yapmaya olanak tanıyacak ilkeleştirilmiş
Maclntyre, günümüz ahlak durumunu bir yöntem önermiyor olmasıdır. Buna
ram bir düşünsel düzensizlik olarak de- karşı Maclntyre, dillerarası çevrilebilirlik
ğerlendirerek, adeta kıyametin kopuşunu eksikliklerinin belli ölçülerde sözünü et-
andıran bir durum olarak betimler. tiği ölçüştürülemezliğin örneği olarak gö-
Maclntyre, bu önemli belirlemeler- rülebileceğini söylemiştir. Yöneltilen e-
den yola çıkarak, çağdaş liberalizmin leştiriler arasında yine sağlamlığıyla dik-
ahlaksal ve siyasal ·kültürde yapılan tar- kat çeken bir ikincisi de Maclntyre'ın ah-
tışmalarda son karan söyleme konumu- lak açıklamasının hem temeldenci hem
na son derece sert eleştiriler getirmekte- de indirgemeci olmakla suçlanmasıdır. Bu
dir. Liberalizm, kendi çıkarları uyarınca eleştiriye göre, ahlak felsefesinde Mac-
belirlediği yüce idealler ya da daha önce- lntyre'ın yaptığı gibi ahlaksal buyrukları
likli konular adına yaşanan anlaşmazlık bir bütün olarak "insan doğası"ndaki
ları çözüme kavuşturmaya istediği kadar ahlaksal olmayan bir temele dayandır
çalışsın, Maclntyre'a göre liberalizmin mak gibi bir zorunluluğumuz yoktur.
öteki gelenekler üstünde bu denli söz Buna karşı Maclntyre, uslamlamasının
sahibi olmasına olanak tanıyacak bir dü- olası ahlaksal gelişmeleri sınırlandıran a
şünsel yetkinliği bulunmamaktadır. Mac- priori bir insan doğası anlayışına dayan-
915 madde
madığının altını çizer: düşünsel ahlak ya- lemiğe dönük çalışması Mamue (1970)
şamı da belli ölçülerde bu temelin ya da sayılabilir. Maclntyre, 1970'lerden itiba-
"öz"ün bir belirleyeni olabilmektedir. Ü- ren Marxçıhğa yüz çevirmiş olsa da bu
çüncü bir eleştiriyse, yazılannda başvur durum onun XX. yüzyılın tüketim çıl
duğu retorik bir yana konulacak olursa, gınlığı ve bürokrai:ikleşmeyle tanımladığı
Maclntyre'ın göründüğünün çok ötesin- kapitalizmine ve egemen ideolojisi libe-
de, hatta en az modem bir ·liberal düşü ral bireyciliğe karşı konumunu hiçbir bi-
nür kadar modem alılik ve siyaset felse- çimde değiştirmemiştir. Aynca bkz. er-
fesinin değerlerine bağh olduğu düşün dem etiği.
cesini gündeme getirmektedir. Bu üçün-
cü eleştiri akınusında yer alan pek çok madde (İrıg. 111atm; Fr. malim; Alm. 111a-
eleştirmen, özerklik ya da özgürlük gibi terir, Yun. ftylr, Lat. 111ateria] Tanımlanma
değerlere açıkça bağh olduğu gerçeğine sının zorluğu, felsefe içindeki görevinin
parmak basarak, Maclntyre'ın eskiçağ ile ve yerinin ne olduğuna ilişkin yürütülen
modern etik bakışları arasındaki aynmı tartışmaların keskinliği nedeniyle üze-
gereğindenfazla büyüttüğünü savunmak- rinde pek az görüş birliğine varılmış; öte
tadır. yandan filozoflann düşüncelerini, diz-
Bütün bu eleştirileri
dillendirenler, gelerinin kuruluşunu en çok etkilemiş te-
Maclntyre'ın karşısında kendi durumla- rimlerin başında gelir. Bu yüzden mad-
nnı son bir eleştiriyle daha güçlendir- deyi tanımlamak yerine felsefe tarihi bo-
mektedirler. Maclntyre'ın tarihsel anlatı yunca aldığı biçimleri betimlemek, onun
sına meydan okunan bu eleştiri çizgi- anlaşılmasını kolaylaştıracaktır.
sinde Batı'daki ahliksal düşüncenin tari- Sokrates öncesi doğa filozoflarının
hine yönelik farldı bir yaklaşım sunul- doğruluk arayışları, daha sonraları mad-
maktadır. Bu bağlamda Charles Taylar' denin olmazsa olmaz bir özelliği sayıla
un Maclntyre'la aynı yöntembilgisel iz- cak bir özsözle biçimlenmişti: "Hiçbir
lekleri kullanıp, Platon'dan günümüze şey yoktan varolmaz; hiçbir şey yokol-
gelinene değin "ben" kavramının geçir- maz." Böylece, biçimden biçime girse de
diği başkalaşımın izini sürerek modem hep varolan bu "şey" doğanın temel ku-
"ben" anlayışının ne gibi sorunlar içerdi- rucusu olacaktır. Öte yandan evreni ta-
ğini ortaya koymayı amaçladığı S oımes of nıma ve anlama çabası içerisindeki ilkçağ
ıhe Stlf (Ben'in Kaynaklan, 1989) başlıklı Yunan atomculan ise maddenin en kü-
çalışması modem dünya değerlerine da- çük parçasının atom olduğunu öne sü-
ha iyimser bir bakışla yaklaşarak Mac- rüp, evrende yalnızca atornlann ve boş
Intyre'ınkine açıkça şeçenek oluşturan luğun varlığını tanırlar. Onlara göre ev-
bir modern ahlik görüşü temellendir- rende olup biten her şey; değişim, devi-
mektedir. Diğerlerine göre bu son eleş nim, dönüşüm, canlıların büyümesi ve
tiri çizgisi, Maclntyre'ın felsefe ile tarihi gelişip ölmesi, işte bu atomların boşlukta
kaynaştıran çalışma tarzıyla örtüştüğün yer değiştirmelerinin bir sonucudur. Fel-
den en güçlü olanıdır. sefe tarihi açısından maddeyi bir kate-
Maclntyre'ın anılmaya değer öteki ö- gori olarak tanımlamak ise Aristoteles'e
nemli yapıdan arasında R. M. Hare gibi düşer. Maddeyi biçimle birlikte ele alap.
felsefecilerin tarihdlŞl yaklafımlanna kar- Aristoteles'te maddenin kendi başına bir
şıt biçimde yazdığı Etij11 Kısa Tarihi (A özelliği yoktur; ancak madde özellik ta-
Short History of Ethics, 1966) ile kendi şıma olanağına, gizilgücüne sahiptir. Bi-
Marxçılık yorumuna bir hayli yakın bul- çimsiz madde düşünülemeyeceği düşün
duğu bir düşünürde dahi olduğunu bul- cesinden hareket eden Aristoteles'e göre
guladığı "seçkincilik", "usdışıcılık", "hoş madde bir töz değildir. Kuşkusuz XVII.
görüsüzlük" nitelilderini öne çıkardığı po- yüzyıldan başlayarak maddenin kendi ba-
maddebiçimcilik 916
ğü, Tann'nın atomlann yaratıcısı olduğu Maıx ile Friedrich Engcls'in maddeciliği,
düşüncesini korumaya çabalayarak, mad- toplumsal, ekonomik ve tarihsel gelişi
deciliğin XVII. yüzyılın ilk yansında ye- min yasalarını belirlemeye uğraşır. XIX
.niden canlanmasına yol açar. Thomas yüzyılda maddeciliğin baskın eğilim ol-
Hobbes ise insan doğası ile doğanın ne- masını örneklemesi bakımından Ludwig
ligi üzerine görüşlerini kaleme alırken, Büchner'in Kıtwet ve Madde (Kraft und
bütünüyle olmasa da, maddeci bir yakla- Stoff, 1855) adlı yapıtının on altı baskı
şım sergiler. XVIII. yüzyıl, fizyoloji k·u- yapmış olması dikkat çekicidir. 1852'de
ramına dayanarak insanın doğasını mad- Jacob Moleschott, Yaşam Döngüsü (Der
deci ve düzenekçi açıdan yorumlayan J u- Kreislauf des Lebens) adlı · kitabında
lien Offroy de La Mettrie'nin İnsan: Bir kuvvetin maddeye indirgenmesini, mad-
Makine (L'Homme machine, 1748) adlı denin korunumu öğretisini savunur.. Al-
kitabının basılmasına tanıklık eder. Diz- man fizyolog Kari Vogt ise Jean Caba-
geli bir maddecilik geliştirmeye yönelik· nis'ten esinlenerek, karaciğerin safrayı
eski girişimleri olgunlaştıran sıçrama, Pa- saklamasına benzer biçimde beynin de
ul-Henri Dietrich de Holbach'ın, bilişsel düşünceyi sakladığını savlar. Kaba mad-
ve duygusal durumları beynin içsel maddi deciliğe yönelen bu çıkışlar bir kenara,
dönüşümlerine indirgediği doğalcı mad- bu yüzyıl, bilimadamlan ile filozofların,
deciliğini ortaya koyduğu Doğa Di~esi bilimsel bilginin sınırları ile maddeciliğin
(Systeme de la nature, 1770) adlı kita- bilgikuramı sorunlarını yoğun biçimde
bıyla yaşanır. tartıştığı bir yüzyıl olur. Bu tartışmalar,
Copernicus'un gökbilim buluşlarının, Lange'nin Maddedliğin Tarihi ve Giinii-
Galileo Galilei'nin evrenbilgisi kuramla- miiz.deki Anlamının Eleştirisi (Geschichte
rının ve Isaac Newton'un düzenekbiliin des Materialismus und Kritik seiner
kuramının sonucunda doğanın l:iütün- Bedeutung in der Gegenwart, 1866) adlı
lüklü kavraruşının taçlandırdığı hızlı ve kitabının basılmasıyla doruğa çıkar. Lan-
yoğun bilimsel büyüme, gerçekliğin eski- ge, genel olarak bilimin kullanacağı yön-
sinden daha çok maddeci bir bakışla gö- temsel bir ilke olarak maddeciliğin ya-
rülmesine yol açar. Sözgelimi, gökbi- rarlı; ancak, indirgemeci bir yaklaşım o-
limci, matematikçi Pierre-Simon Lapla- larak felsefe alanında tartışmalı oldu-
ce, Tanrı düşüncesini dışlayarak kurgu- ğunu öne sürer. Lange'ye göre bilimin
ladığı evren kuramında hcrşeyi bilen üs- kavramları, öndeyilcri, insan zihninin bi-
tün bir usun, evrenin gelecekte alacağı çimlendirdiği kuramsal · ya da uylaşımsal
durumu da bileceğini öne sürer. kavramlardır. Bunlann bilim alarunda işe
Charles Darwin'in "doğal seçilim" ya yarıyor olmalan, maddeciliğin felsefece
da "doğal ayıklanma" görüşüyle biçim- bir temeli olduğunu göstermez.
lenen evrimci biyoloji kuramı, erekbil- XX. yüzyılda maddecilik, olguculu-
gisel açıklamaları gözden düşürerek or- ğun ağır etkisiyle, Otto Neurath ile Her-
ganik gelişimin maddeci ve fiziksel yo- bert Feigl'in öncülüğünü yaptığı fıziksel
rumlarını güçlendirir. Fransa'dan Anto- cilikte ifadesini bulur. Fızikselcilik, fizik-
ine-Laurent Lavoisier ile İngiltere'den sel cisimleri ya da süreçleri dile getiren
John Dalton'un kimya alanında elde et- anlamlı önermeleri, hiç yoksa ilkece, ger-
tikleri başarılarla doğal çevrede gözlem- çeklenebilir olmalarıyla sınırlar. Günü-
lenen cisimlerin kimyasal maddelere, e- müz bilim felsefecilerinden Norwood R.
lementlere indirgenmesiyse doğanın de- Hanson'ın maddenin "maddesizleştiril
neyci, maddeci yorumlarını destekler. mesi" adını verdiği durumdaysa, inİkro
XIX yüzyılda pek çok fılozof, kuramla- fızik kuramlanna bağlı olarak maddecili-
rını bilimsel olgular, ilkeler, yasalar üze- ğin ne anlama geldiğine ilişkin bir dizi
rine kurmaya çalışır. Sözgelimi, Kari sorun ortaya konur. Evrensel nedensel-
maddetanımazcılık (maddesizcilik) 918
lik ilkesi de içinde olmak üzere klasik kabul etmez. Sankara fizik evrendeki
maddeciliğin dayandığı temeller sorgu- çokluk ile çeşitliliği Brahman'ın görünü-
lanmaya başlanır. Aynca bkz. metafizik; şü olarak açıklar. Bu açıklamayı kabul
atomculuk; Gassendi, Pierre; La Met- etmeyen Madhva, dünyanın Brahman'ın
trie, J. O.; Holbach, P. H. D.; Lange, dünyası olması anlamında gerçekliğin bir
F. A.; Marx, Kari; Engels, Friedrich; olduğunu yadsımaz; ne ki, fizik evren ile
diyalektik maddecilik; tarihsel mad- fizik evrendeki tek tek şeylerin de gerçek
decilik; fizikselcilik; maddetanımaz olduğunu, bunlann yalnızca Brahman'ın
cılık (maddesizcilik). görünüşleri olmadığını ileri sürer. Mad-
hva'ya göre biri bağunlı (tek tek ruhlar
maddetanımazcılık (maddesizcilik) bütünüyle Tanrı'ya bağımlı gerçeklikler-
~ng. i111111aleriafimr, Fr. i111111aJiriali1111e-, Alm. dir), diğeri bağımsız (I'ann bütünüyle
i111111aJerialimrrn; es. t. g'!]r-i madtlfxle, lô-111ad- bağımsız bir gerçekliktir) iki gerçeklik
tft:vıe] Maddenin, maddi dünyanın bizim vardır.
dışımızda varolmadığını; maddenin tek Gerçekliğin, her biri diğerinden farklı
başına bir gerçekliği bulunmadığııu sa- sonsuz sayıda maddeden oluştuğunu i-
vunan öğreti. Sıkı deneyciliği yanında leri sütdüğü için Madhva'nın ilgisi ay-
"modem idealizm"in kurucusu olarak da rımlara dair olmuştur. Dolayısıyla, Mad-
gösterilen İrlandalı filozof George Ber- hva'nın dizgesi birtakım aynmlara daya-
keley'in kendi felsefece duruşunu adlan- nır. Birinci olarak gerçekliğin üç öğesi
dırmak için kullandığı terim: "özdeksiz- olduğunu söyler: Tanrı, ruhlar, madde.
cilik". Tüm bir felsefesini maddenin varlı Ruhlar ile madde ikici bir gerçeklikte bir-
ğını yadsımaya adayan Berkeley, "dışı birine bağlı öğelerdir. Bunun ardından,
mızda" varolduğundan hiç kuşkıılanma bu üç öğe ara~ında varolduğunu söyle-
dığınuz şeylerin bile hep "düşüncede" diği beşli bir ayrım yapar. Bunlar, Tanrı
varolduğunu öne sürmüştür. Ayrıca bkz. ile tek tek ruhlar; Tanrı ile madde; tek
Berkeley, George; esse est percipi tek ruhlar ile madde; ruh ile ruh; madde
ile madde arasındaki ayrımlardır. Bu ay-
Madhva (ykl.1199- 1278) Hem doğum nmlan Tann buyurmuştur; bu nedenle
ölüm tarihleri hem de sürdüğü yaşam de gerçektirler, algılanabilirdirler.
süresi konusunda belirsizlikler olan ö- Gerçekliğin, her biri diğerinden farklı
nemli bir Hint felsefecisi. Kimi kaynak- sonsuz sayıdaki maddeden oluştuğunu
lar 1238'de doğduğunu belirtir. Yine ba- ileri süren varlık anlayışı, "göreli özellik-
zı kaynaklara bakılırsa 95 yıl ömür sür- ler kuramı" diye bilinen bir öğretiye yol
müştür (kimi kaynaklar da 79 yıl ömür açar. Şöyle ki: Maclhva tümellerin gerçek
sürdüğünü belirrirler). Bombay'ın güne- varlıklar olduğu yollu görüşü kabul et-
yinde, Udipi yakınlarında doğmuş olan mez. Ona kalırsa kişi "daire" ya da "üç-
Madhva, tümüne birden Sarva111Nla adı gen" gibi tümel terimleri, bu terimler iki
verilen çeşitli konularda otuz yedi kitap şey arasındaki benzerlikleri göstermeye
yaznuştır. yaradığı için kullanır. Dolayısıyla nitelik-
Vedantaa Hint felsefesi, temel ola- ler ayn varlıklar olarak değil de madde-
rak, başını Sankara'nın çektiği Advaita nin görünüşleri olarak kabul edilmelidir.
(İkicisizlik) Okulu ile Vaisnava Okulları Bu durum, bir soruna neden olabilir;
olmak üzere ikiye ayrılır. Madhva, bu i- ''Bir nitelik, kendisinin bir görünüşü de
kinci gruba bağlı Dvaita (İkicilik) Okulu' olan maddeyle özdeştir; nitelik ortadan
nun en önemli temsilcisidir. kalkarsa madde de ortadan kalkar" gibi
Madhva, sonııl gerçekliğin bölüne- bir düşünceyi akla getirebilirdi. Madhva
mez, tinsel bir bütün olduğunu söyleyen bu sorunla şöyle başa çıkar: "Bu üçgen-
Sankara'nın ikicisizlik (advaita) öğretisini dir"; "Bu d~iredir" -ienirken, bir madde-
919 Madhyamixa Okulu
nin tarumında yer alan pek çok özellik- ruhların kurtuluşu bulamayabileceğini
ten biri imlenir. Bir maddenin tarumında söylemekle, diğer büyük Hint felse fecile-
yer alan bu özellikler, maddenin nereden rinden ayrılır. Madhva'ya göre üç tür ruh
bakılıp tanımlandığına bağlıdır. Dolayı vardır: ebediyen özgür olanlar; sa111ıara
sıyla da bunlar bakış açısına göre olan, dan kurtulmaya çalışanlar; kurtuluşa er-
göreli olan özelliklerdir. Madhva bunun- mesi eninde sonunda takdir edilmiş o-
la şeylerdeki farklılık ile özdeşliği açıklar. lanlar ile kurtuluşa hiçbir zaman erişe
Madhva da Hint felsefesindeki diğer meyecek olanlar. Kurtuluşa hiçbir zaman
okullar gibi bilginin üç kaynağı olduğun erişemeyecek olanlar karanlığa gidecek-
dan söz eder. Bunlar duyu algısı, gidimli ler ya da sa111saradan asla kurtulamaya-
uslamlama ile Kutsal Kitap'tır. Madhva' caklardır.
ya göre bilgi, bir bilen ile bir bilineni ge- Madhva'ya göre yenidendoğuş çem-
rektirir. Gerçeklikse bilginin nesnesine berinden kurtuluş yalnızca acının sona
tam uygunluğudur. Bu da olanaklıdır. ermesi değildir; sevinç ile özgürleşmeyle
Madhva bilgi konusunda kuşkucu değil ilgili olumlu bir yaşantıdır da. Bunu sağ
dir. Fizik evren ile fizik evrende varolan layansa bilgi ile tapınmadır. Aynca bkz.
tek tek şeyler hakkındaki yanılmalar, Hint felsefesi; Vedanta; Brahman; ad-
Sankara'nın yaptığı gibi fizik evrenin bir vaita; dvaita; sarnsara.
"kuruntu" (111'!1a) olduğu yollu bir görü-
şe yol açmamalıdır. Bu yalnızca insanın Madhyamika Okulu Mahayana Budd-
yanıldığını gösterir. haolığı'nın iki büyük okulundan biri (di-
Duyuların sağladığı algılar, insana an- ğeri ondan yüz yıl kadar sonra kurulmuş
cak belli türden bilgiler verir. Sınırlı da olan Yogacara Okulu'dur). Madhyamika
olsa, doğru koşullar alunda edinildiğin (Orta Yol) Okulu'nu kurup görüşlerini
de, bu geçerli bir bilgi türüdür. Bu bilgi yaygınlaşuran felsefeci, M.S. i l yüzyılda
türünü, kimi ikicisizlcrin yapuğı gibi, e- yaşadığı düşünülen Nagatjuna'dır. Oku-
ninde sonunda yanlışlanabilir diye kabul lun diğer önemli düşünürleri Aryadeva
etmek de saçmadır. Yine de, Madhva'ya (ykl. 200-225) ile Candrakirtti'dir (ykl.
göre algı bir hakemi de zorunlu kılmak 600-650).
tadır. Bu "iç tanıklık" ya da sak.ridir. Sak- Madhyamika Okulu, Buddha'nın haz-
si algı ile çıkarım sürecini kavramlaşura lara aşın düşkünlük ile aşın çilecilik ara-
bilen; bilginin geçerliliğini kavrayabilen; sında bir yaşamı savunan Orta Yol öğ
benliği, zamaru-uzamı kapsayan bir bi- retisini temel alır.
linç öğesidir. Yanılmazdır; "giderme" Gerek algısal gerek kavramsal araç-
(bkz. Sankara) ya da başka bir düzeltme larla gerçekliğin sonu! olarak bilineme-
türüne gerek duymaz; duyu ile bellek u- yeceğini savunan Madhyamika Okulu'
yuşmazlıklarını d\h:eltir. Madhva'ya göre nun öğretisine göre, gerçeklik kavram-
çıkarım bilgiyi düzenleyip sınayan, sağ larla yapılan betimlemelerden bağımsız,
lamlaşuran bir süreçtir. mutlak olarak bölünmemiş bir birliktir.
Madhva, sa111saradan kurtulmak iste- Hakkında hiçbir şey dile getirilemeyeceği
yen herkesin, Brahman'ı belli bir anlama için de bir boşluktur (m'!Jala). Mutlak
yolu olduğuı)u söyler. Dolayısıyla herkes olanın doğası da boşluğun doğasıdır.
kurtuluş için kendi yolunu yürür. Tek Görünüşteki karşıtlıklar gerçekte yok-
tek ruhlar sonsuz sayıda olduklarından tur. Karşıt olduğu söylenenler arasında
farklar da sonsuz sayıdadır. Bu nedenle aslında hiç fark yoktur. Dolayısıyla ıa111·
sa111saradan, yenidendoğuş çemberinden sara ile Nirvana arasında da hiç fark
kurtulıııak için çabalayan her ruh Tanrı' yoktur. Şöyle ki: Mutlak, her tür düşünce
yla bit olamaz. belirleniminin boşluğudur. Mutlağın öte-
Madhva bu görüşüyle, yani bütün si bir başka dış görüngüye işaret etmez;
mağara benzetmesi 920
mahasandi (San.) ffib. &lz.ogs Chen] menlik Kurma Diizeyi'dir (I'ib. tshe dbang
"Büyük Yetkinleşme" demeye gelen bu rig'dzj'n). Bu düzeyde meditasyon yapan
kavram, özellikle Tibet Buddhacılığı'nın bedene bağlıdır ama yaşam süresini uza-
en eski tarikatlanndan rNying ma pa 0- tıp şekil değiştirebilir. Kişi artık yaşam i-
kulu'nda (Eskiler Okulu) kullanılan bir le ölümün dışındadır.
yoga dizgesinin adıdır. Bu okulun M.S. Üçüncü düzey maham11dradır (I'ib. ph-
vııı. yüzyılda yaşamış önemli felsefecisi yag eben rig'dzjn). Bu düzeyde kişi istedi-
Padma-Sambhava tarafından geliştiril ğinde bedenini terk edebilir. Böylesi an-
miştir. hırda us ile beden; ben ile öteki ayrımları
Bu yoga dizgesinin izlenmesi gereken aşılır.
ilk adımı, aydınlanmaya ermiş bir gımı Dördüncü düzey olan Kendiliğinden
(usta) bulmaktır. Bundan sonra talip ay- V arolma Düzeyi (I'ib. lh1111 grnb rig'dzjn)
dınlanmayı, boJhisattvayı her duyarlı var- tümüyle betim dışıdır. Kişiye tüm görü-
lık için ister. Padma-Sambhava bunun nüşler benlikleri olmadan, bir aynada na-
kuramsal temelini de yeniden bedenlen- sıl görünüyorlarsa öyle görünürler; gö-
me öğretisine dayandınr. Buna göre, "her rünüşler kavramlar olmadan da bilinirler.
insan geçmişte sayısız yaşam yaşamıştır; Bu düzeyde gerçeklikle yüzyüze gelinir.
her duyarlı varlık bir zamanlar birimizin Görünüşler bilinçte yansıtılırlar ama ar-
anası ya da babası olmuştur". Bu, insan- zulanmazlar. Meditasyon yapan arzuların
ların başkaları yararına eyleme geçme ar- üstesinden geldiği için hiçbir şeyi arzu-
zusunu güçlendirir. Başkaları yararına ey- lamaz. Buddhacı felsefedeki ayna imge-
leme geçme arzusu yoksa, manlra konu- sinin kaynağı da burasıdır: Ayna yalnızca
sundaki ustalık aydınlanmaya erişmek i- karşısındaki şeyi yansıtır; onu arzulamaz.
çin yetmeyecektir. Bu, aydınlanmaya e- Bu düzeyde meditasyon, belirli zaman-
rişmenin ilk koşuludur. larda gerçekleştirilen bir etkinlik olmak-
Bodhisattva olmaya girişildiğinde me- tan çıkıp tüm eylemlerin gerçekleştirildi
ditasyon gereklidir. Tanttacı yoganın aslı, ği durum olur. Bu durum ahlaksal eyle-
meditasyon yapanın, man/ralardan yarar- min de tek kesin temelidir. Çünkü eylem
lanarak tanrısalı görselleşcirmesidir. Bu- bir yarar sağlamak için yapılmamaktadır.
nun için, kişi ilkin yidam (kişisel, içkin) Aynca bkz. Tibet felsefesi; mahamud-
tanrısalın fiziksel imgesi üzerine yoğun ra; bodhisattva; mantra; yoga.
laşmalı; bu uyan gereksiz hale gelinceye
kadar temrin sürdürülmelidir. Böylece i- Mahayana Buddhacılığı Ilımlı bir tu-
kicisizlik (*adılf1tta) düşüncesine uygun tumu olan Buddhacılık okulu. Mahayana
olarak görselleştirilen tanrısalın, meditas- (Mahasanghikas d~ elenir), ''nüyük A-
yon yapan kişinin usundan ayn, kendine raç" anlamına gelir. Genellikle, M.Ö. 383
özgü bir varoluşu olmadığı kavranır. yılında yapılmış olan ikinci Buddha kon-
Diğer meditasyon teknikleri gibi bu seyinden sonra kurulduğu kabul edilir.
meditasyon tekniğinin de amacı, kavram- Bugün Nepal, Kore, Çin, Japonya, Tibet
sal düşünmeyi bir kenara bırakmak, böy- gibi ülkelerde başat konumdadır. Thera-
lelikle de aydınlanmaya ulaşmanın yolu- vada (Hinayana) Buddhacılığı'yla birlikte
nu hazırlamaktır. Bu düzeye erişen kişi Buddhacılığın iki büyük kolunu meydana
vitfyadharadır. ("bilgi sahibi"). getirir.
Dön vitfyadhara düzeyi vardır: Bu iki okul arasındaki temel ayrım,
İlk düzey Olgunlaşma Düzeyi'dir Buddha'nın _Nirvana'ya ulaşmakla ilgili
(I'ib. rnam smin rig'dzjn). Bu düzeyde kav- söylediklerinin başka başka yorumlan-
ramsal düşünme bırakılır; usun tanrısal masına dayanır. Theravada Buddhacılığı
yapısı ortaya çıkar. özdisiplin ile kişisel başarıyı öne çıkarır.
İkinci düzey, Yaşam Üzerinde Ege- Burada amaç a<hat olmaktır. Mahayana
923 Maimonides
ise botlhis4/hla olmayı amaç olarıık ortaya llllllar) oluştuğunu, buna ba.ğlı olarak da
koyar. BoJhisa/tıla kenclisini aydınlanmaya deneyimi eclinilen şeyin gerçekliğinin
varmaya adamış; buna karşın başkalanna deneyimi edinene bağlı olmadığını ileri
yardım etmek için Nil'V11111lya ulaşmasını süren Theravada Buddhacılığı'nın ger-
geciktiren, samsarada kalan kişidir. çekçi düşünürlerine karşı da gerçekliğin
Mahayanacılar keneli öğretilerini The- çok değil tek olduğunu, bunun da özü
ravada öğretisinin yadsımaS1 olarak değil bakımından n:ıaddescl olmayıp fizik nes-
de devaıru olarıık görürler. Mahayana nelerin değil bir tek vijıınanın gerçek ol-
Buddhacılığı, Tantracı Buddhacılık ola- duğunu savunur. Ayrıca bkz. Buddha-
rak bilinen Tibet Buddhaalığı ile Zen cılık; Madhyamika Okulu; Yogacara
Buddhacılığı'm da etkilemiştir. Mahaya- Okulu; Thetavada Buddhacılığı; ar-
na Buddhacılığı'nın ayrıldığı iki büyük hat; bodhisattvıı; Nil'VRl1a; samsara.
felsefe okulu vardır. Bunlar Madhyamika
ile Yogacara'dır. Maimonides (1135-1204) Yahucli he-
Madhyamika Okulu, Buddha'nın haz- kim, Talmud bilgini, filozof ve tannbi-
lara aşın düşkünlük ile aşın çilecilik ara- limci. Maimonides yalnızca Yahucli fel-
SlOda bir yaşallll savunan Orıa Yol öğ sefesinin değil, bütün bir orıaçağ felsefe-
retisini temel alır. Gerek algısal gerek sinin en biiyiik düşünürlerinden biri ola-
kavramsal araçlarla gerçekliğin sonu! ola- rak kabul edilir. Daha çok Latince adıyla,
rak bilinemeyeceğini savunan bu okulun Moses Maimonides olarak bilinen ve ya-
öğretisine göre, gerçeklik kavramlarla ya- pıtlanru çoğunluk hem Arapça hem de
pılan betimlemelerden bağımsız, mutlak Ibranice kaleme almış olan Endülüslü
olarak bölünmemiş bir birliktir. Hakkın düşünürün adı, Yahudi kaynaklannda
da hiçbir şey dile getirilemeyeceği için de Moses· ben Maimon ya da Rambam, İs
bir boşluktur. Mutlak olanın doğası da lami metinlerde ise (Musa) İbn Meymun
boşluğun doğaSldır. Tekçiliği savunan diye geçer. Maimonides'in felsefesi ve
Madhyamika Okulu'na göre, "iki değil" tannbilimi Yahucli düşünürler tarafından
sözcüğündeki 'iki' görünüşü imler. Çün- başköşeye oturtulduğu gibi ondan sık sık
kü kavramlar alanında hiçbir şey sonu! alınu yapan Thomas Aquinas ve diğer
ya da mutlak olarak gerçek olamaz. Bu skolastikler tarafından da oldukça değerli
kabul edildiğinde, insan hiçi, boşluğu bulunmuştur. Özellikle aklın içgöriileriy-
(sımyata) duyumsar. Görünüşteki karşıt le kutsal metinlerin ve geleneğin öğreti
lıklar gerçekte yoktur. Karşıt olduğu söy- lerini uzlaştırdığı bireşimscl yaklaşıllllnın
lenenler arasında aslında hiç fark yoktur. onaçağ düşüncesinde ayn bir yeri vardır.
Dolayısıyla s11111sara ile Nin1t1na arasında Öte yandan günümüz Yahudi felsefeci-
da fark yoktur. Boşluk yaşantısı "mutlak leri de kendi konumlannı değerlendirir
bilgi'', "mükemmel bilgelik'' f;rt!inapara- ken Maimonides'i asal gönderme noktası
111İta) için temclclir. Kişi buna eriştiğinde olarak almakta ve çoğunlukla keneli gö-
acı çekmekten kurtulur; Nif'Vamlya ulaş rüşlerini onun düşüncelerinin aynntılan
mak için gereken de budur. clınlması, uyarlanması ya da yorumlan-
Yogacara Okulu ise bu biçimde bilen ması olarak kabul etmektedirler.
bilinç ile bilinen nesnenin birbirine bağlı Aristotclesçi geleneğe bağlı. kalarak us
olduğunu, gerek dış gerçekliğin gerekse (felsefe) ile inanan (din) insanı aynı ha-
bilincin görece gerçek olduğunu öne kikate götüreceğine dair kesin bir inanç
sürmekte olan !'vladhyamika Okulu'na iizerine bina ettiği felsefesini oluşturur
karşı yalnızca 1Jij11ananın (bilinç) gerçek ken İsJaın fılozoflanndan, özellikle de
olduğunu, görünüşte olanınsa ona ba- Farabi, İbn Sina ve İbn Rüşd'den derin-
ğımlı olup gerçek olmadığını; fizik nes- den etkilenen Maimonides, felsefe açı
nelerin varlığın sonu! öğclerinden rdhar- Slndan da en önemli eseri olan başyapıu
Maine de Biran, M. F. P. 924
linç kişinin
istenci ile bedeni arasındaki olduğu, yani varoluşun iki ayn alanı ol-
ilişkideneyiminden doğar. Maine de Bi- duğu yollu varsayımına verdiği ad. "Çö-
ran bu düşüncesiyle Descartes'ın "düşü zümleyici ·(mantıkçı) davranışçılık" adı
nüyorum, demek ki varım"ırun yerine verilen bir tür davranışçılık savunusu
"istiyorum, demek ki vanm"ı koyar. ortaya koyduğu bu yapıtında Kartezyen
İnsanı anlamanın başlangıç noktası felsefenin zihni ele alışına yönelik kap-
nın içebakış ruhbilimi olduğunu savunan samlı bir eleştiriye girişen Ryle, zihinsel
düşünür, bunun istençli edimin ayırdına görüngüleri fiziksel görüngülerle aynı bi-
varılmasına yarayacağına inanıyordu. İs çimde değerlendirerek kategori yanlışına
tencin tam olarak anlaşılabilmesinin ruh- düştüğünü öne sürdüğü bu kuramı "ma-
bilimin, genel olarak da insan bilimleri- kinedeki hayalet'.' eğretilemesiyle betim-
nin temel sorunsalını oluşturması gerek- ler: Buna göre "makine", herkesçe gö-
tiğini söyleyen düşünür, aranedenci ruh- rülebilen, fiziksel somutluğu olan bede-
bilimin varsayımlarına karşıt olarak zi- ni; "hayalet" ise bilinci ya da iç a!gırun
hinsel olayların zorunlu olarak ilişkili ol- yer aldığı özel, gizli, görünmez olan zi-
duğunu, dilin de bunları temsil eden bir hinsel alanı nitelemektedir. Ryle oldukça
araç değil tersine bunların kurucu bir ö- etkili olmasına karşın kendi içinde kimi
ğesi olduğunu düşünüyordu. Maine de tutarsızlıklar da barındıran Zihin Kavramı
Biran, zihinsel olayların fiziksel durumlar adlı çalışmasında zihin hakkındaki birçok
olduğuna ya da fiziksel durumlara indir- düşüncenin yanıltıa olduğunu; felsefe-
genebileceklerine karşı çıkarak birinin ö- cilerin, özellikle de Descartesçılann zihni
tekine kayıpsız olarak aktarılamayacağını gizemli bir biçimde bedenin hayaletimsi
savunuyordu. ortağı, fiziksel olmayan durumların ve
Y aşamırun ilerleyen döneminde her eylemlerin sahnesi ve aracısı olarak res-
ne kadar ruhbilimin önceliğine inancı mederek düşünceleri yanlış bir yola sap-
sürse de metafizik, ahlak ve dinle ilgili tırdıklarını ileri sürer. Ryle, "Kartezyen
sorunların önemini vurguladı. Yaşarken ikicilik" ya da "makinedeki hayalet söy-
pek bir şey yayımlamamış olsa da ölü- leni" diye adlandırdığı bu zihin (felsefesi)
münden sonra yazdıkları derlenmiştir kuramına, zihnin doğasına ve bedenle
(örneğin İnsanbilimde Yeni Denemeler, No- ilişkisine dair felsefi sıkıntıların tümünün
veaux Essais d'arıthropologie, 1823-24). bizzat bu kuramın yol açtığı "*kategori
İstencin birinciİliğine yaptığı vurgu bu- yanlışı"ndan kaynaklandığını ileri sürerek
gün bile insan bilimlerinde önemli bir aamasızca saldırır. "Makinedeki hayalet
sorun ve çalışma alanını oluşturmakta dogması"na karşı bir reddiye olarak da
dır. nitelenebilecek Gilbert Ryle'ın çözümle-
yici davranışçılığına göre bir şey yapmak,
ınakinedeki hayalet ~ng. ghosı in the biri zihinsel öteki fiziksel iki ayrı eylemi
machine; Fr. fantôme dans la 11111chinr, Alın. gerçekleştinneyi değil, yalnızca belirli bi-
geist in der maschine] Dil ve zihin felsefesi çimde davranmayı imlemektedir. Aynca
alanlannda yaptığı çalışmalarla tanınan bkz. Ryle, Gilbert; ikicilik.
İngiliz felsefeci Gilbert Ryle'ın, Zihin
Kavramı (The Concept of Mind, 1949) ınakrokozınos/ınikrokozınos [İng.mac
adlı çalışmasında, Descartesçı ikiciliği rorosm/ 11/İtrOcosm; Fr. mamırosme/ mimırosme;
çözümleyici felsefenin bakışaçısından e- Alın. ma/ı:roleosmos/ miknıkosmos] En genel
leştirirken kullandığı ifade; Ryle'ın Kar- anlamda makrokozmos bir bütün olarak
tezyen ikiciliğin bedenin usta işi ve kar- dünya ya da evren, mikrokozmos ise
maşık bir makine, zihnin ise açıklanamaz makrokozmosu model alan onun küçük
bir biçimde bu makineye yerleşerek onu bir parçası, yani "küçükevren"dir.
yöneten, onu bir kişi haline getiren şey Makrokozmos/mikrokozmos düşün-
maksim 926
cesinin kökleri Pythagoras, Platon ve da- Tüm bunların ötesinde "koşulsuz buy-
ha sonra Yeni Platoncular'a dek uzansa ruk" ilkesine dayalı Kant'ın ödev etiğin
da dizgeli teınellenclinnesini İsviçreli he- de, kişinin "kendine biçtiği eyleme ilke-
kim ve fizikçi Paracelsus'a (1493-1541) si"; "nasıl eylemesi gerektiğini belirle-
borçludur. Hıristiyanlık öğretisinin dışı mek üzere koyduğu ahlak ilkesi"; "is-
na çıkmadan kimya ile Yeni Platonculu- teme'nin öznel ilkesi". Aynca bkz. ahlak
ğun bileşimine dayanan bir up felsefesi ilkesi; koşulsuz buyruk; ödev etiği.
geliştiren Paracelsus makrokozmos/mik-
rokozmos kuramını Yunanlı tıp bilgini makulıit (Ar.) Arapça'da "kategori'', "u-
Galenos'un geleneksel dört sıvı ya da lam" anlamına gelen makule'nin çoğulu
salgı öğretisine dayanan hastalık açıkla olan bu sözcük, İslam felsefesinde Aris-
masına karşı ortaya atmıştır. Her şeyin toteles felsefesindeki varlık kategorileri-
birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğu bir ev- nin karşılanması için kullanılan terimdir.
ren tasarunına dayanan bu kurama göre, İslam felsefesindeki kategori kuramı ge-
evreıi yaşayan büyük bir organizma ola- nel hatlarıyla Aristoteles'e sadık kalmışsa
rak kabul edilir. İnsan bedeninin tam o- da kendi dizgesine uyum sağlamak ba-
larak anlaşılabilmesi için Eskiçağ'ın sim- kımından yer yer değişiklikler gösterir.
ya, astroloji (yıldızfalcılığı) ve sihir ina- Bu değişikliklerde Yeni Platoncıılann et-
nışlarına dönen ve bunları kutsal bir kisi de gözardı edilemez. Aristoteles'in
bağlamda temellendiren Paracelsus, ev- özgün kuramını bağlılıkla izleyen tek fi-
ren (yani makrokozmos) ile insan (yani lozof ise İbn Rüşd'dür. Aynca bkz. İbn
mikrokozmos) arasındaki bağları açımla Rüşd.
mak istemiştir. Paracelsus'a göre evrenin
yapısı ve öğeleri ne ise insan bedeninin Malebranche, Nicolas (1638-1715) A-
yapısı ve öğeleri de odur: İnsan bedeni ugustinus ve Descartes felsefelerinin bi-
makrokozmosun yapısını ve öğelerini leşimi sayılabilecek Kartezyen bir felsefe
yansıtan bir mikrokozmostur. İnsanların ortaya koyan Fransız filozof ve Katolik
yaşıyor olması gibi evren de yaşamakta tanrıbilimci. En önemli yapıtı olan De la
ve evren ile insan arasında kesin bir u- recherche de la vbite (Hakikatin Soruştu
yum ya da uygunluk ilişkisi bulunmakta- rulması, 3 cilt, 1674-75) başlıklı kitabın
dır. Kuşkusuz bilgikuramsal içermeleri da metafizik, bilgikuramı, etik, fizik ve
de bulunan bu kurama göre, insan bede- felsefi tannbilimi içine alan birçok ko-
ni evreni yansıttığı için dışarıdaki nesne- nuyu ele almışur. Bu yapıt döneminin
lerin bilgisine ancak içsel durum ve iliş birçok düşünürünü etkilediği gibi birçok
kilerin bilgisi dolayımıyla ulaşılahilir. <liişünür tarafınclan ela eleştirilmiştir.
Malebranche'ın felsefesinin üç ayağı
maksim (İng. maxim; Fr. maxime-, Alm. bulunmaktadır. Bunlardan birincisi en
maxime] XVII. ile XVIII. yüzyıllarda boy dizgeli ve ünlü yaklaşımını oluşturan ara-
veren ahlakçılardan bu yana insana yara- nedenciliktir. Malebranche düşünceleri
şır bir biçimde eylemeye, yerli yerinde mizi ve duygularımızı incelerken onlar
davranmaya yol gösteren genel bir kuralı arasında zorunlu bağlantılar kuramadı
ya da ilkeyi anımsatan özlü söz; tüm in- ğımızı, zihin ile bedenin birbirini neden-
sanlık için uyulması önerilen davranış sel olarak etkilemediğini, ikisi arasındaki
kuralı ya da ahlılk ilkesi. Manukta baş nedensel gibi görünen ilişkinin gerçekte
langıç noktası olarak alınabilecek en yük- Tanrı tarafından kurulduğunu savunur:
sek, en temel önerme (maxima propositio); Tanrı evrendeki tek nedensellik kaynağı
ahlak felsefesinde yapıp etmelerirnize dır ve evrende ne kadar zihinsel ya da fi-
yön verebilecek yetkinliğe ulaşmış en ziksel olay varsa hepsi de Tann'nın gücü-
yüksek, en temel kural (maxima regula). nün kendini göstermesinin aranedenleri
927 mandala
lilde kötülüğün karışımıdır. Ruhla beden da dile getirilen düşünmeninse çok belli
birarada olduğu için insan da böyledir. bir içeriği vardır. Söz konusu edilen, her
Bedenle, maddeyle birarada durup acı türden düşünme değil de uslamlamalı
çeken Ruhu kurtarmak gerektir. Tüm düşünmedir; düşünmenin uslamlama bi-
ruhlar kurtulup asıl yerleri olan Işık dün- çimine girmiş türüdür. Yani, doğru diye
yasına gittikleİ:İnde dünyanın sonu gele- bilinen bir ya da birden fazla önermenin
cektir. insaıu ne gibi bir başka önermenin doğ
İnsanın ödevi Karanlığın güçlerine ruluğuna İnanmaya götürdüğünün soruş
karşı savaşmak, Karanlığa karşı sonu! ut- turulmasıdır. Soruşturulan, doğru diye
kusunu kazansın diye Işığa yardım et- bildiğimiz önermeyle başka hangi öner-
mektir. melerin doğruluğunu belgeleyeceğimiz
Mani, müritlerine bir tür çilecilik ile dir. Burada söz konusu edilen de taıut
bedeni ezmeyi öğretti. Çünkü beden, lamadır.
madde, kötülüğün kaynağıydı. Dolayısıy Öncüllerden -belgeleyici önermeler-
la bedenin ezilmesi bir erdemdi. Tüm den- bir sonuca -belgelenen önermeye-
bedensel istekler kötüydü. Bunlann bas- gidilir. Bunun tersi de olanaklıdır. Böy-
tınlması gerekirdi. lesi iki tür önerme arasında kurulan bu
Mani'nin iki tür müridi vardı: Kamil türden bağa çıkarım adı verilir. Başka
olanlar, Seçkinler ya da Cennetlikler türlü söylendikte eldeki bilgilerden, ve-
(Sür. z.adtlıgın) ile Müminler ya da Din- rilerden yeni bilgiler türetmeye verilen
leyiciler (Sür. samo). Bunlar iki ayrı yol iz- addır çıkanın. Böyle olduğunda da man-
liyorlardı; uymak zorunda oldukları ku- tık çıkanmların geçerliliğinin kurallarını
rallar da başka başkaydı. araştıran bir bilgi alaıu olarak tarumlana-
Mani dinine göre küfür sayılan bütün bilir.
konuşmalardan, düşüncelerden uzak kal- Bir çıkİırırn yapıldığında amaç sonu-
mak gerekiyordu. Konuşmada, düşün cun doğru olduğunu taıutlamaktır. Bu a-
cede temizlik şarttı. Mani'nin yasakladığı macın gerçekleşmesi için, birinci olarak,
şeyler ağızla alınan zevkleri de kapsıyor öncüllerin -belgeleyici önermelerin- tü-
du. Örnekse, et yememek, çok su içme- münün ya da bir kısmının doğru olması,
mek gerekiyordu. Bitkisel yiyecekler yen- ikinci olarak da öncüllerin sonucu -bel-
meliydi. Hayvanlar ile bitkilere zarar ve- gelenen önermeyi- zorunlu kılması gere-
rilmemeliydi. Hiçbir bitki, hiçbir hayvan kir. Bu koşullardan ilkinin yerine gelip
yok edilmemeliydi. Çünkü bunların Işık gelmediğini soruşturmak, yani öncüllerin
dünyasııun da bir parçası olan ruh taşı doğru olup olmadığııu soruşturmak man-
chklanna inanılıyordu. Mani dininde ev- tıkla uğraşan kişinin değil de bilginin işi
lenmek, hatta cinsel ilişki de yasaktı. dir. Mantıkçı bu koşullardan ikincisinin
Ne ki, bu yasakların tümü Cennet- yerine gelip gelmediğini soruşturacaktır.
likler içindi. Dinleyiciler, Cennetlikler i- Yani, öncülleri doğru diye kabul edecek,
çin olan bu yasaklara uymayabilirlerdi. öncülleri doğru diye kabul ettiğinde so-
nucu da doğru diye kabul etmesinin zo-
mannk ~ng. logir, Fr. logiqur, Alın. logik; runlu olup olmadığııu soruşturacaktır.
Yun. logike; Lat. logica] Felsefenin temel Burada unutulmaması gereken bir nokta
dallarından biri de mantıktır. Mantık ya vardır: Öncüllerin tümü doğru olmadı
da logike, doğru düşünme, doğru ko- ğında sonucun ille de yanlış olması ge-
nuşma bilgisi, sanatı, yolu yordamı; doğ rekmemektedir; öncüllerin tümünün doğ
ru düşünme kurallannın bilgisi diye ta- ru olması durumunda da sonuç yanlış o-
rumlanagelmiştir. Bu mantığın bir yan- labilmektedir.
dan düşünmeyle, bir yandan da dille iliş Bir bilgi alanı olarak mantık, yalıuz
kili bir alan olduğu anlamına gelir. Bura- belli türden düşünmeye yardımcı olmak-
manttk 930
la kalmaz, bunun ötesine de gider. Dü- Zenon'un buluşu diye bilinir. Sofistlerse
şünmenin işleyiş yasalarını, doğru dü- doğru düşünmek için doğru konuşmak
şünmenin ne olduğunu da araştınr. Böy- gerektiği düşüncesinden hareketle söz-
le, kuramsal yönün öne çıkanldığı yerde cüklerin önemli olduğunu dile getirdiler.
mantığa bilim diyenler; lalgın yönün öne Mantıkla ilgili ilk dizgeli çalışma Aristo-
çıkarıldığı yerde de mantığa sanat diyen- teles'in Otgtmon'udur. O bu kitabında ta-
ler vardır. Mantığın uygulama alanlarına sımsal uslamlamalann temclleritıi ortaya
bakıldığında bu kuramsal-kılgısal aynını koyar. Daha sonra da başlıca bu tasımsal
şöyle görülebilir: İnsan günlük yaşayışın uslamlamalarla uğraşan geleneksel man-
da birtakım mantık kurallarını uygular. tık Aristoteles'in çalışmalarını temel ala-
Bunlardan karmaşık olma yanlarını sağ caktır.
duyusu, sezgisi aracılığıyla bulur. Ne ki, Stoacılar M.Ô. IV. yüzyılda Aristo-
insanın bu bilgisi yeterli değildir. Bilim teles'inkine bir mantık anlayışı ge-
karşı
alanında ise, mantık kurallarının "belge- liştirirler. Stoacılar
simgesel mantığın te-
leme", "pekiştirme", ..tanıtlama", ''açık. melini oluşturacak olan, sonralan "öner-
lama" gibi daha karmaşık biçimleri kul- meler hesabı" ya da "önerme eklemleri
lanılır. Teknik alanda mantık, özellikle mantığı" adı verilecek mantık dizgesinin
de simgesel mantık, elektronik bilgi iş ilkesini bulmuşlar; koşullu yargı ile ayrık
lemi kuramında bilgisayarlara uygulan- çıkarımlann kuramını oluşturmuşlardır.
maktadır. Beynin işleyişinin anlaşılması Ne ki, Stoacı mantık anlayışı Aristotele~
gibi kuramsal konularda da biyolojiye te- mantığı karşısında yürüttüğü çekişmeyi
mel sağlayıp *güdümbilim (gbmıtJiçi'j a- kaybetmiştir.
lanını oluşturmuştur. Felsefede de kav- Ortaçağ, özellikle de sonlarına doğru
ram çözümlemeleri yapıldığı yerde man- mantığın en parlak çağlanndan biri ol-
tık uygulaması söz konusudur. Öte yan- muştur. Bu çağda hem İslam hem de
dan dil felsefesi ile bilim felsefesi de Hıristiyan düşünürleri arasında egemen
mantıktan önemli ölçüde yararlanır. olan Aristoteles mantığıydı. İslam man-
Bir görüşe göre mantıktan bağımsız tıkçılan arasında Farabi, İbn Sina, Fah-
felsefe, bir bilim, matematik düşünüle reddin Razi adı anılması gereken önemli
mez. Bu anlayışı savunanlara göre man- düşünürlerdir. İslam mantıkçılan Ploti-
tığınsa. başka bir bilgi dalına dayanması nos'un hocası Ammonios Sakkas gibi Or-
na gerek yoktur. Baştan beri felsefenin ganon'un altı kitabı ile yine Aristotcles'in
temel bir dalı olarak görülen mantık, Rhetorika ile PoieliMsını; aynca da Por-
XX. yüzyılın başlarında, felsefeyi "meta- phyrios'un Isagoge'sini kabul etmişlerdir.
fızik"ten anndırmak İ~teyen Hettrııncl A ristotell'~'tl'n ~onN gelen anlamıncla
Russcll, Rudolf Camap gibi birtakım fel- Muallim-i Sani ("İkinci Öğretmen') de-
sefeciler tarafından felsefeyle aynı şey nen Farabi en önemli Aristoteles yo-
diye görülür olur. XIX ile XX. yüzyılda rumcusudur; 'öncül' ile 'belgeleme' kav-
matematikçi mantıkçılar ya da matema- ramlannı incelemiştir. İbn Sina'ysa kipli
tikçi felsefeciler eliyle mantık, matema- önermelerle uğraşmıştır. Hıristiyan orta-
tiksel bir nitelik kazanır. çağda da mantık çalışmaları Aristote-
Eleah Parmenides ile öğrencisi Ze- les'in yapıtlarının Latinceye çevrilmesiyle
non Batıda mantık konusuyla ilgilenen başlamıştır. İlk çevirileri yapan felsefeci
ilk düşünürlerdir. Özellikle Zenon'un ça- Boethius'tur. XII. yüzyılda mantığın bü-
tışlalan, Aristoteles'in sonralan üzerinde tünü üzerine çalışılır olacak, XIII. yüz-
duracağı çıkanın örnekleri olur. Dolaylı yılda da Aristoteles mantığı üzerine ça-
tanıtlama, yani bir önermenin doğrulu lışmalar doruk noktasına ulaşacaktır. Bu
ğunu, doğru olmaması durumunun saç- yüzyılın mantıktaki en önemli temsilci-
ma olacağını göstererek tanıtlama da leri Albertus Magnus, Aquinah Thomas
931 mantık
ile Petrus Hispanus'tur. Geçerli on do- mantıksa, asıl olarak XIX. yüzyılda
kuz tasım biçiminin taşıdığı adlan da Geotge Boole ile Gottlob Frege'nin ça-
Petrus Hispanus'un ortaya koyduğu sa- lışmalanyla oluşmaya başlamıştır. XIX.
nılmaktadır. yüzyılın ilk yansında matematik alanında
Rönesans'taysa attık Aristoteles man- önemli değişmeler olur. Euklidcs geo-
tığının yetersiz olduğu kabul edilir hale metrisi dışında bir geometri (Euklidesçi
gelir. Eski skolastik aracın karşısına (*or- olmayan geomettller), yeni temellere da-
ganon araç da demeye gelen Yunanca bir yalı bir cebir kurulur. Matematik örnek
sözcüktür) yeni bir araç konmak isten- alınarak yeni bir mantık kurulmaya baş
mektedir. Bu Nov11m Organ11m'u Francis lanır. Bu işe girişenler Augustus De
Bacan ortaya koyar. Bu yeni aracın özel- Morgan, George Boole, Stanley Jevons,
liği ded11ctioya (tümdengelime) değil ind11c- John Venn gibi İngiliz mantıkçılar, ma-
tiuya (tümevanma) dayanıyor olmasıdır. tematikçiler olur. Frege, Begriffeschrift, ei11e
Ardından XVII. yüzyılda Descartes'a der arithmetischen nachgebildete Formelspmdıe
bağlı Antoine Amauld ile Pierre Nicele des mnen DenkBns (Kavramsal Simgele-
gibi düşünürler Jansencilerin kurduğu nim, An Düşünce Uğruna Aritmetik Ör-
Port-Royal manastırında bir Port-Royal nek Alınarak Kurulmuş Biçimsel Bir Dil,
Dilbilgisi'nin yanı sıra bir Port-Royal 1879) adlı kitabında matematiği mantığa
Mantığı da ortaya koydular. Bu mantığın indirgeme işine girişir. Bu işe katkısı olan
önemli kitabı La lofiq11e 011 /'art de penser diğer matematikçi-mantıkçılar arasında
(Mantık ya da Düşünme Sanatı) idi. Böy- Ernst Schröder ile Giuseppe Peano'nun
lece mantık yöntemle de uğraşır oluyor, da anılması gerekir. Simgesel mantık i-
bu kitap yeni bir yöntem anlayışını or- çin, biçimsel mantık, matematiksel man-
taya koyuyordu. Yöntem kısmının ek- tık gibi adlar da kullanılmış; XX. yüzyılın
lenmesi klasik mantık bakımından pek başlarında simgesel mantığa lojistik de
bir değişikliğe yol açmayacak ama daha denmiştir.
sonralan bilim felsefesi alanına giren so- XX. yüzyılın başında Alfred North
runlar bu bölüm altında incelenecek di- Whitehead ile Bertrand Russell'ın 1910-
ğer bölümler göz ardı edilecektir. 1913 yılları arasında yayımlanan Prindpia
Yine XVII. yüzyılda Gottfried Wil- Mathematica'sı (Matematiğlıı. İlkelen) bu
helm Leibniz, XTII. yüzyılda Ramon alanda yeni bir aşama olur. Bu da mantı
Null'un öne sürdüğü bir düşünceyi, us- ğın matematiğe uygulanmasıdır. Şöyle ki,
lamlamanın mekanik, otomatik bir dil XIX. yüzyılın sonlannda kümeler hesa-
kurularak yapılabileceğini ileri sürmüş bında birtakım çatışkıların iyice su yüzü-
tür. Leibniz düşünmenin, uslamlamanın ne çıkmasıyla birlikte, matematikçiler
tıpkı hesap kuralları gibi birtakım kural- mantıkla ilgilenir olmuşlardır. Frege ile
lara bağlanabileceğini düşünmüş; bunun Peano'nun çalışmalarını temel alan Rus-
için bir simgeler dizgesi kurmak gerekti- sell, bu çatışkılardan kurtulmak için man-
ğini kabul etmiştir. Önermeler simgelerle tık araştırmaları yapmak gerektiğini be-
dile getirilmeli, dile getirilmiş bu simge- lirtir. Bunun için de Russell ile ardılları
ler üzerinde işlem yapılmalıydı. Leibniz' simgesel mantığın.öncülerinin yaptığı gi-
in bu çalışmalan 150 yıldan fazla bir süre bi mantığa matematiği değil de mantığı
Hannover K.ütüphanesi'nin raflarında matematiğe uygulama yolunu tutmuşlar
bekler. XX. yüzyılın başlarında yayımla dır.
nır. Ama bu çalışmaların, o dönemde Daha sonra David Hilben ile Paul
kurulan simgesel mantık üzerinde bir et- Bernays'ın Gnmdlagen der Mathematik
kisi olmaz. (Matematiğin Temelleri, 2 cilt, 1934,
İlk inceltilmemiş örneklerini Leibniz' 1939) adlı yapıtı, matematiği temellen-
in verdiği, bugün simgesel mantık denen dirme yolunda mantığın bir başka ö-
mantık felsefesi 932
nemli başarısı oldu. Son zamanlarda .ise Lo§li (Mantık Felsefesi, 1970) ile Hilary
Kurt Gödel, Alfred Tarski, Alonzo Putnam'ın yine Philosophy of Logic'idir
Church, Jan Lukasiewicz ile Jaakko (Mantık Felsefesi, 1971). Quine'ın ileri
Hinti.kka gibi mantıkçılann adlan anıl sürdüğü, birçok felsefeci tarafından da
maya değer. Aynca bkz. mantık felse- yaygın olarak benimsenen birinci derece
fesi; matematik felsefesi; manukçı savına göre mantık uygulama alanlan a-
lılc; manuklaştıncdık; çıkarım; çö- rasında taraf tutmamalıdır. Bu yüzden
zümleyici çizelge; kipler mantığı; ko- mantığın özel varlık.bilgisel üstlenimleri
şulsuz önermeler mantığı; küme; kü- (ontological commitments) olmamalıdır. Bu,
meler kuramı; önerme; önerme ek- mantık tikel nenlerden (şeylerden; ken-
lemleri manhğı; ödev mantığı; tasım; diliklerden) başka hiçbir şeyin varlığını
yandh (yanılım); yanılhlı uslamlama üstlenmemelidir demektir. Quine'a göre,
biçimleri; yüklemler mantığı. yalnızca tikel nenlerin varlığını üs tienen
ve yalnızca tikeller üzerine niceleme yap-
mantılc felsefesi ~ng. philosophy of logic-, tığımız birinci derece mantık dizgemiz
Fr. philosophie des lotfq11er, Alm. philosophie asıl mantık dizgemizdir. Buna karşın, i-
der logik] En genel anlamda, mantığın kinci derece dediğimiz ve tümeller üze-
doğasını, özünü, amaçlarını, kapsamını rine de niceleme yaptığımız mantık diz-
ve içeriğini araştıran; mantıkta kullanılan gesi aslında mantığa değil matematiğe
simgelerin, bağıntı ve ilişkilerin, ilke ve özgüdür. Quine'ın bu görüşüne Putnam
yasalann varlıkbilgisel değerlerini incele- karşı çıkar ve Quine'ın önerdiği birinci
yen; mantıksal bilginin değerini, daha da derece mantık dizgesinde bile tümellerin
önemlisi öteki bilgilerden farklannı or- varlığını üstlenmekten kurtulamayacağı
taya koyan; mantıksal bakımdan geçerli mızı, bu yüzden de birinci derece mantık
usyürütmeyi geçersiz bir usyürütmeden dizgesinin de, Quine'ın savının aksine,
ayn kılanın ne olduğunu çeşitli ölçütler varlık.bilgisel olarak tarafsız olamayacağı
ortaya koyarak temellendiren; tümeva- nı savunur. Bugün, Quine'ın birçoklann-
rımlı ile tümdengelimli usyürütmeler ara- ca benimsenmiş olan görüşünün aksine,
sındaki ayrı.klı.klan belirginleştiren, man- Putnam'ın savına uygun olarak, farklı
tık önermelerinin geçerliliğini göstermek mantık dizgelerinin mantık sayılabileceği
amacıyla çeşitli kanıtlama yöntemleri bul- gittikçe daha çok felsefeci ve mantıkçı
gulayan; manttğın gelişim tarihi boyunca tarafından kabul görmektedir.
başgösteren "Aristoteles mantığı" (gele-
neksel mantık), "modern mantık", "ma- mantıkçı atomculuk ~ng. lo!faal atoı11i
tematiksel mantık", "çokdeğerli mantık", Fr. atomisme loJ!fq11e; Alm. lo.fefsdıer alo·
s11r,
"olasılıklar mantığı", "kiplikler mantığı" mismus] Bir yanda Russell'ın "Mantıkçı
gibi çeşitli mantık dizgelerini birbirleriyle Atomculuğun Felsefesi" ("The Philoso-
karşılaştırarak inceleyip değerlendiren; phy of Logical Atomism", Monist, 1918)
mantık ile felsefe arasındaki yakın ilişkiyi başlıklı makalesinde, öte yanda Wittgens- .
temellendiren, başta mantığın felsefeye tein'ın Trada/Hs Logirophilosophims (1922)
ilişkin içerimleri üstüne yoğunlaşarak adlı kitabında geliştirdiği, bir felsefece
mantığın doğasını ve değerini bütün çözümleme tekniği olarak kabul edilen,
yönleriyle dizgeli bir biçimde ele alan gerçekliği oluşturan olguların doğasına
felsefe dalı. ilişkin hem dilbilimsel hem de varlık
Mantık felsefesindeki en temel tar- bilgisel bir kuram. Dilin dünyayı temsil
tışma neyin mantık sayılacağı, neyin etmek için kullandığı araçlar ile dünyanın
mantık sayılmayacağı üzerinedir. Bu tar- yapısı ve parçalarını kendine inceleme
tışma için kaynak olarak verilebilecek iki konusu edinen mantıkçı atomculuk, bü-
önemli yapıt W. V. Quine'ın Philosophy of tünlüklü bir yaklaşım olmaktan çok bir
933 mantıkçı deneycilik
culuktan ayrıldığı en temel noktalar, katı Herbert Fcigl, Hans Hahn, Kari Men-
metafizik karşıtlığından biraz olsun vaz- ger, Otto Neurath ve Friedrich Wais-
geçmesi ile matematiğin ve doğa bilimle- mann gibi düşünürlerdi. Bunun dışında
rinin kavramlarını ve kuramlarını man- Bedin Üniversitesi'nden Hans Reichen-
tıksal olarak kesin ve katı bir biçimde bach çevresinde toplanan Walter Dubis-
yeniden inşa etme ödevine daha ılımlı lav, Kurt Grelling ve Cari Hempel gibi
bir tutumla yaklaşmasıdır. düşünürler de hareketin Almanya ayağını
Mantıkçı deneyciler bilimsel savlann oluşturmaktaydı. Her iki grubun da üyesi
deneysel kanıtlar temelinde değerlendi olmamakla beraber Avusturyalı Ludwig
rilmeleri gerektiğini savunmuş; bilimsel Wıttgenstein ve Kari Popper de en azın
varsayımın deneysel temellendirmesini dan bir süre mantıkçı olguculuk ile bera-
değerlendirmek için tümdengelimli man- ber anılmış, AJ. Ayer, C.W. Morris, Ar-
tığı model alan biçimsel bir tümevanmlı ne Naess ve Emest Nagel gibi düşünür
mantık geliştirmeye çalışmışlardır. Aynca ler de bu akıma dahil edilmişlerdir.
bilimsel açıklamanın ve kestirimin yapı Mantıkçı olguculuğa göre, mantıksal
sını anlaşılır kılmaya çalışan mantıkçı de- akılyürütme ile bilimsel deney bilginin
neyciler, bilimsel kavramların anlamları başlıca kaynaklarıdır. Mantıksal akılyü
nın deneyle ilişkili olarak türetildiğini ta- rütme "analitik apriori", bilimsel deneyse
nıtlama girişiminde bulunmuşlardır. Bu "sentetik a posteriori'dir. Mantıksal bilgi
"elektron" gibi kavramlarda sorun çıkar biçimsel mantığa indirgenebilir olan ma-
mış ve .bu tür kavramlara deneysel temel tematiği de içerir. Deneysel bilgiyse fizi-
oluşturma girişimleri mantıkçı deneycile- ği, biyolojiyi ve ruhbilimi içerir. Deney
rin tarihleri boyunca başlıca araştırma bilimsel kuramların tek yargıcıdır; yine
konusunu oluşturmuştur. Mantıkçı de- de mantıkçı olgucular bilimsel bilginin
neycilik günümüzde önemini yitirdiyse yalnızca deneyden doğmadığının farkın
de ruhu ya da kalıu bilimsel kavramların dadırlar: bilimsel kuramlar deneyin öte-
çözümlenmesinde biçimsel anlambilgisi- sine geçen "gerçek" varsayımlardır.
ni kullanan ve Bayes'in kuramı üzerine Mantıkçı olgucııların felsefece en ö-
tümevarıma dayanan bir mantık inşa et- nemli savlan önermelerin anlamının doğ
meye çalışan felsefecilerde halen yaşa nılama yöntemi ('doğrulanabilirlik. ilke- ·
maktadır. Aynca bkz. mantıkçı oJgu- si'') ile belirlenebileceği olmuştur. Bu an-
culuk; bilimsel deneycilik. layışa göre bir önerme ancak deney ve
gözlem yolu ile doğrulanabiliyorsa an-
mantıkçı olguculuk ~ng. logi&al po.ritı~ lamlı ve doğru kabul edilmelidir; tersi
vi.t111; Fr. positivi.tme logique, Alm. logiıfhef' durumda ise anlamsız ya da yanlış sayıl
positivi.rm11.?j XIX. yüzyılın sonu ile XX. malıdır. Bu tutum mantıkçı o!guculann
yüzyılın başında mantık, matematik ve tannbilim ve metafıziğe karşı saldırıları
matematiksel fizikte gerçekleşen ilerle- nın da dayanak noktasını oluşturmakta
melerden esinlenen, 1920'lerde Almanya dır: Tannbilim ve metafiziğin dünyanın
ile Avusturya'da ortaya çıkan ve "yeni yaratılışı, gerçekliğin doğası gibi konular
olguculuk" ya da "mantıkçı deneycilik" üzerine söyledikleri doğrulanamaz ve bu
diye de adlandırılan felsefe hareketi. Bu nedenle doğru ya da yanlış olmanın öte-
hareketin temel amacı geleneksel metafi- sinde anlamsızdır. Bu bağlamda felsefe-
ziğin yarattığı sonu gelmez tartışmaların cinin ödevi dizge kurmak ya da öğretiler
önünü alacak bilimsel bir felsefe kur- ortaya atmak değil, anlamın ya da anlam-
maktı. En önemli temsilcileri, sonralan sızlığın ortaya çıkanlmasıdır.
"Viyana Çevresi" diye anılacak olan ve Bilimsel bir kuram, gerçek nesneler
Viyana Üniversitesi'nden Moritz Schlick (ya da gerçek süreçler) ve kuramın soyut
etrafında toplanmış olan Rudolf Carnap, kavramları arasında bağlantı kuran ve
935 mantıkçı. olguculuk
"uygunluk kurallan" diye adlandınlan soyut diline ait terimleri doğrudan göz-
uygun önemıeler araalığıyla deneysel bir lemlenebilir nesneleri betimleyen sınır
yorum sağlayan ilksavlı bir dizgedir. Bi- landırılmış bir dil içerisinde çok açık bi-
limsel kuramın dili, gözlemsel ve kuram- çimde tanımlamaktır. Böylclikle gözlem
sal olmak üzere iki tür terim öbeği içerir. terimleri ile kuram terimleri arasında bir
Gözlem terimleri doğrudan gözlenebilen aynm doğar. Carnap da kuram terimle-
ve ölçülebilen nesneleri gösterirken, ku- rinin gözlem terimleriyle tanımlanabile
ram terimleri doğrudan gözlemlerden çı ceğini savunur. Bu varsayım "*Ramsey
kıırsanabilen nesneleri ya da nitelikleri önermesi"nce de desteklenmiştir.
gösterir. Bilimsel bir kuramın önermeleri Kuram terimleri ile gözlem terimleri
de analitik ve sentetik diye ikiye aynlır. arasındaki aynırun çözümlenmesi birçok
Analitik önermeler /1 prioridir ve doğru mantık ve felsefe çalışmasının konusunu
lukları dilin doğtuluklanna dayanır. Sen- oluşturduysa da, bu aynırun kendisi de
tetik önermelerse /1 porterioridlı; deneye eleştirilmiştir. Sözgelimi Poppcr'e göre,
dayanırlar ve doğrulukları ancak deney her sav yalnızca varsayımlar gercktimıe
aracılığıyla kanıtlanabilir. Bilimsel kuram- yip aynı zamanda varsayımsal da oldu-
ların yapısına ilişkin bu anlayış mantıkçı ğundan, yani kesin olmayıp daima yan-
olguculuğun en uzun süre dayanan ilkesi lışlanabilir olc;luğundan, bütün bilim kav-
olmuştur. Bu anlayışın temel ıiokıaları ramları kuramsaldırlar.
şunlardır: gözlem terimleri ile kuram te- Analitik ve sentetik önemıcler ara-
rimleri arasında aynına gitme; sentetik sındaki aynm doğrulanabilirlik ilkesinin
önermeler ile analitik önermeler arasında başka bir sonucudur ve bu ayrım kuram-
aynına gitme; kuramsal ilksavlar ile uy- sal ilksavlar ile uygunluk kuralları ayn-
gunluk kurallan arasındaki aynm; bilim- ıruyla olduğu denli gözlemsel ile kuram-
sel kuramların tümdeııgeJimli doğası. Bu sal aynmıyla da bağlantılıdır. Doğtulana
dört nokta birbirleriyle sıkı sıkıya bağ bilirlik ilkesine göre ileri sürülen sentetik
lantılıdır. Kuramsalilksavlar kuramıngöz 11 priori bir önemıenin anlaıru olamaz;
lem kısırunı ifade ederken, sentetik uy- yalnızca iki tür önemıenin anlam taşıma
gunluk kurallan kuram terimlerine de- sından söz açılabilir: sentetik /1 posteriori
neysel bir anlam verirler ve analitiktirler. ve analitik /1 priori.
Bir kuramın tümdeııgelimli olması gere- Mantıkçı olguculuğun bilim çözüm-
kir; çünkü başka türlü olursa çeşitli tür- lemesinde bilimsel bir kuram her şeyden
den önemıeler ve terimler arasında bi- önce tümdengeJimli bir dizgedir. Bu bir
çimsel bir aynına gitmek olanaksızlaşır. anlamda pragmatik boyutların gözönün-
Gözlem terimleri ile kuram terimleri de bulundurulmaması anlaıruna gelir. Da-
arasındaki aynm doğtulanabilirlik ilkesi- hası mantıkçı olguculuk gerçek keşfetme
ne dayanır. Bir önerme ancak doğtula süreciyle ilgilenmeyip bilimsel bilginin us-
nabilir ise anlamlıdır; ama bilimsel ku- sal yeniden inşası, yani verili kuraırun ö-
ramlarda kuantum parçaaklanna ilişkin nermeleri arasındaki mantıksal (biçimsel)
savlar gibi doğrulanabilir olmayan birçok ilişki üzerine yoğunlaJlr. Mantıkçı olgu-
önerme de bulunmaktadır. Bu önemıe culara göre, herhangi bir keşfetme yön-
le~ doğrudan bir sınama için fazlasıyla temi söz konusu değildir ve dolayısıyla
soyut olduklarından, "anlamsız'' gibi bir bilim adaıru tercih ettiği her varsayııru
sonuçtan kaçınmak için iki farklı çözüm ileri sürebilir; yalnızca varsayım ile verili
önerilmiştir: Schlick'e bakılırsa bilimsel olgusal kanıt arasındaki mantıksal ilişki
bir kuramın ilkeleri önermeler değil de konuyla doğrudan ilgili olmalıdır. Ama
çıkarım kuralları olduğundan ötürü an- bu bilim anlayıJI birçok sorun barındır
lam sorunu doğmamaktadır. Neurath'ın maktadır. Bunlardan en önemlisi, man-
önerdiği çözümse, bilimsel bir kuramın tıkçı olgucuların varsaydığının tersine ol-
mantıkçılık 936
gusal deney ile kuramsal ilkeler arasında olguculara göre, etik ilkelerin kökenidir.
tümdcngclimli bir ilişkinin bulunmama- Otuzlu yı1lann ortalanndan itibaren
sıdır: gözlem önermeleri kuramsal ilk- nasyonal sosyalizmin yükselişe geçme-
savlan içermezler. Camap yine de bu i- siyle birlikte Avrupa'daki etkinliği sek-
lişkinin tümevanmlı mantığın yardımıyla teye uğrayan mantıkçı olgucu düşünürle
açıklanabileceğini ileri sürer. rin bir bölümü ABD'ye göç etmişlerdir.
Doğrulanabilirlik ilkesinin bir diğer Burada Charles Morris, Ernest Nagel ve
sonucu etik ilkelere ilişkin önermelerin W.V. Quine gibi mantıkçı, deneyci ve
ne doğru ne de yanlış olduklan; yalımca pragmaa düşünürleri etkilemiş, bilim fel-
duygu. bildiren birer ifade oldukları yö- sefesi ile mantık ve matematiğin felsefe
nündeki düşüncedir. Mantıkçı olguculara sorunlarına uygulanmasının gelişmesini
göre etik bir dilegctiriş deneysel bir şey sağlamışlardır. 1960'lardan itibaren ise
ler söylemeyi amaçladığı ölçüde anlama özcllikle Quine'ın pragmacı doğalalığı
sahip olabilir. "X iyidiı''le ifade edilmek ile Kuhn'un bilim felsefesine tarihsel ve
istenenin en azından bir kısmı kabaca toplumsal bir boyut kazandıran kuramla-
"ondan hoşlandım" ise "X iyidir" an- rının gelişmesiyle mantıkçı olguculuk ö-
lamlıdır çünkü bu onu konuşmacının nemini yitirmeye başlamıştır. Aynca bkz.
davranışı araştırılarak doğrulanabilir bir bilim felsefesi; bilimsel deneycilik;
sav kılmaktadır. Gelgclelim mantıkçı ol- Viyana Çevresi; Schlick, Moritz; Car-
gucular bildik bir şekilde "X iyidir"in ve nap, Rudolf; Reichenbach, Hans.
benzer dilegetirişlerin bu tür bir anlatı
mın ötesinde doğru ya da yanlış olarak mantıkçılık [İııg. logism; Fr. logirme, Alm.
değcrlendirilebileceklerini yadsıyıp bu- logirmu.ıj Felsefenin, dahası
evrenin oda-
nun yerine bu tür önermelerin birincil ğına mantığı yerleştirerek dünyada olan
anlamının duygusal olduğunu öne sürer- biten her şeyin mantığın gözüyle okun-
ler. Aslında bu tür bir çözümleme man- ması gerektiğini savunan öğreti; evrenin
tıkçı olguculann olgu-değer ayrımına ko- mantığın yasalarına uygun bir biçimde
yu bağı.tlanmışlıklannı göstermektedir. düzenlenmiş olduğunu öne sürüp man-
Dolayısıyla mantıkçı olguculara göre bir tık bilimini her şeyin üstünde gören an-
etik kuramından söz açmak bile olanak- layış.
sızdır. Ama eğer etik anlamsız ise etik il-
kelerinin kökeni nedir? Viyana Çevresi' manttklattıncılık ~ng. logitism; Fr. logi-
nin önde gelen adı Schlick'e göre, etik asme, Alm. logizjsmus] Matematiğin temel
beıimlcyici bilimsel bir kuramdır. İnsan kavramlarının mantığın kavramları aracı
daima acıya neden olmayanı ya da ha7. lığıyla tanımlanabileceğini, matematiğin
vereni yeğler; insan için iyi, aa değil haz temel yasalarının da mantığın yasaların
veren şeydir; iyi yararlı olandır. İnsanın dan çıkarsanabileccğini savunan felsefe-
eylemlerine kendine yararlı olma isteği ce görüş; matematiğin mantığa indirge-
yön verir. Dolayısıyla ilk ahlaki itki benci nebileceği, bir başka deyişle, matemati-
bir itkidir. Ama eylcınin güdülcyicileri ğin mantıktan türcıilebilcceği savunusu.
sabit değildirler; doğal gelişme ve seçime Frege ile Prinapia Mathımati«lda Whitc-
tabidirler. Bir toplumda özgeci bir dav- hcad ve Russell'ın başlıca amaçlan .man-
ranış biçiminin tamamıyla benci bir dav- tıklaşuncılığın olanaklı olduğunu göster-
ranış biçiminden daha yararlı olması ola- mekti.
naklıdır. Dolayısıyla benci bir davranışı Matematiğin bu biçimde ele alınması
varsayan ilk itki ile toplumsal bir davra- özcllikle Fregc'nin yapıdan ile yeniden
nışı varsayan gelişimin ortaya çıkardığı biçimlenen XIX. yüzyıl mantığıyla bir-
özgeci eylem yönündeki eğilim arasında likte başlamıştır. Frege'dcn önce mate-
bir karşıtlık söz konusudur. Bu, mantıkçı matiğin mantıksal uslamlamaya dayandı-
937 Mao Tse-tung
ğırıısöylemek olanaklı değildi. Yeni man- sesin, ruhsal güçlerin titreşim seviyele-
ıık matematik uslamlamayı arı mantıksal riyle ilişki kurabilmek gibi üstün güçleri
türetme biçimlerine dönüştürmeyi ola- olduğuna inanılır. Çünkü bu inanışa göre
naklı kılıyordu. Mantıkçılar, matematik her organizmanın, ayrıca her cansız var-
tcoıemlcrinin bilgisinin bütünüyle man- bğın da bir titreşim seviyesi vardır. Titre-
tığın temel doğnılanndan yola çıkılarak şim seviyesi bilindikçe bu varlıklar, bu
mantıkça tcmellendirilcbileccğini ve bun- titreşim düzeyinin gizli kullanımı ile da~
laan kullandıkları kavramlar ile varsay- ğııılabilir.
dıklan nesnelerin bütünüyle mantıksal Böyle üstün güçleri olduğu için de
olduğunu ileri sürmüşlerdir. Frcgc, arit- manmdat titizlikle saklanır. Bu işi de
metiğin mantık dışında kalan bir varsa- Tantracı Buddhacılık'ta özel bir önemle-
yıma gcrcksinmcdiğini, sayı kavramının ri olan gımdar (ustalar) yapar. Gımdar an-
an bir mantık kavramı olduğunu, sayıla cak sınamadan geçmiş bir talibe (fib.
nn kendilerinin mantık nesneleri oldu- sbirltJa) Tanrıça Kundalini'yi uyandıracak
ğunu söylerken aklında yine aynı tasarını manlr'tlfl öğretirler. S!Jisl!]a bu 1llillllrayı
bulunmaktadır. Bu tasanmın en önemli söyleyince Tamıça Kundalini uyanıp ta-
aşaması rakamın C'sayıt'1 bir manıık kav- libin emrine giıer. Burada !!""' devreye
ramı olan "sınıf' aracılığıyla tanımlan girer. Çünkü - l r a iyi amaçla kullanıla
masıdır. Doğal bir sayı, mantıkçılara gö- bileceği gıbi kötü amaçla da kullanılabi
re, eşit rakamlar olma anlamında "ben- lir.
zet" olan bürün sınıflann sınıfıdır. Bu ManlrtUr kendi özel dile gctirilişlc
bağlamda "Bu odada iki sandalye var" riyle söylenmedikçe etkileri olmaz. Er-
önermesi, ''Bu odadaki sandalyeler sınıfı ginlenmcmiş biri tarafından söylendikle-
çiftler (ıkililer) sınıfının bir üycsidir"le rinde anlamdan yoksun olurlar. Bir l,"'11·
aynı anlamdadır. nun yardımı olmakswn da anlamlan
Günümüzde ise Frcgc'nin varsaydığı yoktur. Özel söylenişlerinin bilinmesi ka-
kimi ilkelerin tutarsız olduğunun ortaya dar bedensel bir temizliği de gerektirir-
çıkması ve matematiğin türctilebilcccği ler; temiz bir ağızla söylenmelidirler.
bir mantığın olanaksızlığını gösteren Gö- 0111 M411i PaJmı H11111 (Lotüste Mü-
del'in kuramı matematiği mantıktan tü- cevher Olana Selam), Om WI§' Shari
retme tasansının önemini zayıflatmışıır. H11111 (Sözün Sahibine Selam), 0111 V '9m
Her ne kadar matematiğin tiimden- Pani H11m (Dorje'yi Tutana Selam) çok
gdimli mantığın bir parçası olduğu yollu bilinen -mdardan birkaçıdır.
öğretinin kuruculan olarak Gotdob Fre- Bu ııranmdardan ilkinin yinc1cnmcsiy-
gc ve Bcttrand Russcll anılsa da Fregc le ycnidcndoğuJ çemberinin (*samsam)
bütün matematik için böyle bir yaı:gıda kırılacağına inanılır. Bu *Nİnlaluı demek-
bulunmamaktadır. Richard Dcdekind'ın tir. Aynca bkz. Tibet felsefesi; man-
ise aritmetiğin mantığın bir kolu oldu- dala.
ğunu savunanlar arasında önemli yeri
vardır. Aynca bkz. matematik felsefe- Mao Tse-tung (1893-1976) Çin Halk
si. Cumhuriyeti'nin kurucusu olan devlet
adamı, felsefeci. Huan eyaletinin Shaos-
mantra (San.) Dua ederken ya da me- han köyünde doğmuştur. Babası sonra-
ditasyon yaparken yardıma olduğu dü- dan yoksul düşmüş bir çiftçidir. 1918 yı
şünülen kutsal, yinclcmclerden oluşmuş lında Changsha'dak:i öğretmen okulunu
dilegctirişlcr. Ozcllikle T antracılıkta mant- bitirmiş; siyasal düşüncelerle karşılaşması
nalar ile ~an, tannsal varlıklan da bu okulda olmuştur. Burada Çinli dü-
canlandırdıklan gerekçesiyle, yaygın ola- şünürlerin yaru sıra Batılı düşünürlerin
rak yararlamlır. Mantrııda dile getirilen yapıtlanru da okumuştur. Okulu bitirdiği
Mao Tse-tung 938
yıl Pekin'e gitmiş; burada Çin Komünist reci yi siyasal gerçekliği dikkate almaksı
Partisi'nin kurucuları olan Li Ta-chao ile zın uygulama eğilimindedir; bu da bir
Ch'en Tu-hsiu'dan etkilenerek Marxçı yanılgıdır.
düşünceyle tanışmıştır. 1935 yılında ya- Mao çelişki kavramına bir eklenti ya-
pılan Tsunji Konferansı'nda ÇKP'nin pıp "asal çelişki"den söz eder. Aynca
önderi olan Mao, 1 Ekim 1949'da Çin yeni bir kavram, bir çelişkideki "asal uç"
Halk Cumhuriyeti'nin kuruluşunu ilan kavranunı ortaya koyar. Şöyle ki: Dün-
etmiş; öldüğü 1976 Eylülü'ne kadar da yada çelişki tek başına pek ortaya çık
kurucusu olduğu bu devletin başkanlı maz. Üzerinde durulması gereken şeyler
ğını yapmıştır. iki ya da daha çok çelişkinin bileşkesidir.
Mao'nun Maoculuk adı verilen felse- Bu bileşkelerden biri de hep diğerlerin
fesi Marxçılık ile Leninciliğin -bunların den daha önemlidir. Şeyin ya da duru-
söylediklerini asıl olarak kabul etmekle mun başat belirleyicisi bu asal çelişki ol-
birlikte- yeni bir yorumudur. Mao, felse- duğu için bunun saptanması gereklidir.
fesini iki öğe üzerine kurar. Bunlardan Aynca, tekil bir çelişkideki iki öğeden
biri, Marx'ın Hegel'den alıp diyalektik biri diğerinden daha önemli olacaktır; bu
düşüncenin merkezine koyduğu "çe- da çelişkideki asal uçtur. Bir şeyin yapısı;
lişki" kavramı, diğeri Mao'nun Lenin'in asıl olarak, bir çelişkinin asal ucu tara-
düşüncelerini ele alıp irdelediği bilgiku- fından belirlendiğinden bunu saptamak
ranudır. da önemlidir. Öte yandan asal uçla buna
Mao'ya göre çelişki, bir şeyin ya da bağlı ucun konumlan her an değişebilir.
durumun oluşturucu öğeleri arasındaki Çünkü gerçekliğin yapısı sürekli deği
gerilimdir. Doğa olaylarının da, toplum şimdir. Bu da Mao'yu Marx'tan ayıran
olaylarının da temel özelliği çelişkidir. bir noktadır. Marx altyapı-üstyapı ilişki
Mekanik devinim şeylerdeki iç çelişki sinde, altyapının sürekli olarak üstyapıyı
aracılığıyla ortaya çıkar. Bitkilerdeki, hay- belirlediğini savunur. Mao'ya göreyse,
vanlardaki gelişme, çoğalma bunlardaki her çelişkide uçlar her an konumlarını
iç çelişkilerden kaynaklanır. Toplumsal değiştirebildiğinden, Marx'ın bu söyle-
gelişme de asıl olarak içsel gerilimlerden diği kabul edilebilir değildir. Mao'nun
kaynaklanır. İnsan gerçekliği anlamak is- bunu savunabilmesinin temelinde de
tiyorsa, onun iç çelişkilerini anlamak zo- kendine özgü bir özdeşlik kavramı var-
rundadır. Çünkü gerçekliğin yapısını iç dır. Burada söz.konusu olan özdeşlik sa-
çelişkiler oluşturur. Yine çelişki, her za- yısal ya da niteliksel özdeşlik değil birlik;
man her yerde kesintisizce vardır. Çelişki çakışma, karşılıklı gelişme, karşılıklı bağ
olmadan hiçbir şey varolamaz. Çelişki bir lantıdır.Mao özdeşlik kavramına bu ka-
yanıyla genelgeçerdir, evrenseldir. Başka dar geniş anlam yüklediği için, çelişen
bir yanıyla da tekildir. Dolayısıyla yaşa uçların her birinin karşıtına dönüşebildi
mın her alanında başarılı olmak isteyen ğini savunacaktır. Mao'ya göre her çeliş
kişiye çelişkinin evrensel olduğunu bil- ki düşmanca bir tutum da sergilemeye-
mek yetmez; kişi her tekil durumdaki te- bilir. Ne ki, düşmanlık taşımayan bir çe-
kil çelişki örneklerini de kavramak zo- lişki düşmanlık taşır hale gelebilir; düş
rundadır. Çünkü tekil çelişkiler o şeyi baş manlık taşıyan da düşmanlık taşımayan
ka bir şeyden ayıran özelliktir. Bu önem- bir hale gelebilir.
lidir çünkü haşan -özellikle de siyasi ha- Mao'nun felsefesinin ikinci öğesi bil-
şan- her tek durumdaki bu tekil çelişki gikuranudır. Ona göre bilgi, insanın olan
leri kavramaktan geçer. Mao'nun görüş biteni, özellikle de kendisi ile· doğa ara-
lerinin Sovyetler Birliği'ndeki uygulama- sındaki ilişkiyi anlamasını sağlayan mad-
lardan ayrıldığı temel noktalardan biri de di üretim etkinliğine dayanır. Yani, insa-
budur. Mao'ya göre, Sovyetler Marxçı öğ- nın bilgi ortaya koyması, yaşamak için
939 Marcel, Gabriel
kaynaştırmak ister. Marcuse, Freud'un gü- felsefe alanında doktora yapmış olsa da
dülerin basunlmasının yaşamda kalma akademik çalışma yerine yoğun siyasal
gereksiniminin dayatması sonucu insan etkinlikler içerisine girmeyi yeğlemiş sos-
doğasının değişmez bir özelliği olduğu yalizm kuramcısı düşünür. Marx, 1835'te
savının etkisini azaltmaya çalışır. Bu kav- hukuk öğrenimine Berlin Üniversitesi'
raırun yerine, gereksinimlerin farklı top- nde başlar; ancak, Ludwig Feuerbach'ın,
lumların farklı istekleriyle biçimlendiğini Bruno Bauer'in, Genç Hegelcilerin etki-
ileri sürdüğü "etkinlik ilkesi"ni koyar. siyle hukuk eğitimini yanda bırakarak
Marcuse'e göre sınıf egemenliğinin oldu- 1836'da yine Bertin Üniversitesi'nde baş
ğu yerde artı değer baskısı ortaya çıkar; ladığı felsefe öğrenimini 1841 'de dokto-
bu baskı ise yaşamda kalma güdüsünce ra derecesini alarak tamamlar. Dönemin
değil, egemen sınıfın çıkarlarınca işlenip siyasal güçlerinin Genç Hegekiler karşı
biçimlendirilir. Böylelikle baskıya dayalı sında aldıkları olumsuz tutumun etkisiyle
egemenliğin kökleri bilinçdışının derin- genç Marx'ın akademik kariyer umutları
liklerjne uzanır. Eski dünyanın köle a- boşa çıkar. 1842 ile 1848 yılları arasında
yaklanmalarından çağcıl dünyanın sosya- Ren Bölgesi, Fransa ve Belçika'da ya-
list devrimlerine dek baskı altındakilerin yımlanmış çeşitli gazete ve dergilerde
savaşımı hep "daha iyi" bir baskı dizge- çalışır. 1843'te Hegelı:i Hukuk Felıefefinin
sinin oluşmasıyla sonuçlanıruştır. Oysa, Eleştirisi Üz.erine (Zur Kritik der Hegel-
Marcuse'e göre uygarlığın gelişmesi so- . schen Rechtsphilosophie) ile ''Yahudi
nucunda, yabancılaşıruş emeği ortaya çı Sorunu Üzerine" C'Zur Judenfrage")
karmak için sarf edilen enerjinin miktarı adlı çalışmalarıyla Genç Hegelcilerden
azaltılabilir. Böylesi bir toplumda Freud' ayrıldığı yönleri ortaya koymaya başlar.
un "ölüm-yaşam güdüleri" dediği güdü- Bilgikııramı ve varlıkbilgisi konuları üze-
ler arasındaki çatışkı aşılacak; iş, oyuna rine görüşlerini özlü biçimde sıraladığı
dönüşecek; Marx'ın "zorunluluklar file- "Feuerbach Üzerine Tezler"i ('"Ibesen
mi" dediği şeyden vazgeç.ilmiş olacaktır. über Feuerbach") 1845'te bitirir.
Marcuse'ün tarih felsefesi anlayışı, in- Marx, 1844'te Paris'teyken yaşaırunın
sanlığın doğa ile uyum içinde olacağı, dönüm noktası olacak bir dostluğun te-
özne ile nesnenin Lukacsçı bir özdeşlik melini atar; Friedrich Engels'le tanışır.
ten farklı bir birleşmeyle "kendi başına Bruno Bauer'e karşı bir polemik olan
ve kendisi için" uyuşacağı düşüncelerine K11tsai Aileya da Eleıtirrl Eleştirinin EICfti·
yaslanır. Bu bakımdan Hegel'in Heideg- risı'ni (Die Heilige Familie oder Kritik
gerci yorumuna sadık kalan Marcuse'ün der kritischen Kritik, 1845) Engels ile
yaşama ya da daha gend deyişle doğaya hirlikte yazar. 1845-1846 yıllan arasın
verdiği önem nedeniyle de Dilthey'a ya- daysa yine Engels'le birlikte, kendi tarih
kın durduğu söylenebilir. Marcuse'ün öz- kuramlarını, özellikle de düşüncelerin top-
ne-nesne birliğini kavramsallaştırmak a- lum içindeki yetini değerlendirdikleri Al-
macıyla yaşama yönelmesi, bütünü ya- man İdeolojisi'ni (Die Deutsche Ideologie)
şama uydurması onun Martin Jay'in de- kaleme alırlar. Proudhon'un S ifa/etin Fel-
yişiyle belki de hep "özdeşliğin ve uzlaş sefesi (Philosophie de la misere, 1847)
tırmanın peygamberi" olarak anılmasını adlı yapıtına karşı giriştiği polemik olan
sağlayacaktır. Aynca bkz. Frankfurt O- Felsefenin Sefaleti (La Misere de la Phi-
kulu. losophie, 1847) ise onun gelişmekte olan
ekonomi görüşlerini, dahası tam yirmi yıl
Marx, Kari Heinrich (1818-1883) Ge- sonra yetkin bir biçimde Kapitai'de or-
rek düşünceleriyle gerekse bunları eyle- taya koyacağı iktisat kuraırunın ilk bilgi
me geçirmesiyle çağcıl dünyanın oluşu kırıntılarını da içerir. Yine Engels'le or-
munda her yönüyle derin etkileri olmuş, tak yazdığı Komiinisl Manifesto (Das Kom-
943 Marx, Kari Heinrich
munistische Manifest, 1848) ise Marx'ın gramms, 1875) adlı yapıtı da kayda de-
tarih, siyaset, ekonomi üzerine görüşle ğerdir.
rinin devrimci sonuçlanrun klasik bildi- Marx'ın felsefece maddeciliğe duy-
risi olur. 1850'de Engcls'le birlikte Ko- duğu ilginin kökler~ onun Demokritos
münist Birliği'nin kurulmasında kilit rol ile Epikuros'un doğa felsefelerini ele al-
oynar; ancak siyasal fırtınalann koptuğu dığı doktora' tezine (Diffm11z. dtr tlemola-
bu dönemde Prusya'dan sürgün edilir. n'tis&he11 N11J epilaNrrisçhe11 NalNtphilosophk,
Londra'ya yerleşen Marx'i burada zor 1841) dek uzanır. Felsefeci olarak Marx,
yıllar bekleyecektir; altı çocuğundan üçü bilinçli biçimde Alman İdealizmini, özel-
yoksulluğun getirdiği kötü koşullardan likle de Hegel'in felsefesini köktenci F-
ölür, kendisinin sağlığı da bir daha dü- ransız Aydınlanması'nın bilimsel madde-
zelmemek üzere bozulur. 1850'ler, 1860' ciliğiyle kaynaştırmaya çabalar. Hegel'in
!ar boyunca sağlığı elverdiği oranda Bri- ve onun izleyicilerinin dinsel öznellik so-
tanya Müzesi'nin kütüphanesine giderek runları olarak kavradıkları bir dizi so-
günde on saat çalışması ilk meyvesini E- runu Maoı:, 1844 E!Jaz.malan'nda (Manu-
/eo11omi PoHtiğill Eleıtirisi (Zur Kritik der skripte aus dem Jahre 1844), maddeci
politischen Ökonomie) başlıklı yapıtın ekonomi politik bilimiyle irdeler. İnsanın
1859'da basılmasıyla verir. Bu yapıtın in!lllnla ve doğayla girdiği ilişkinin do-
önsözünde Marx, maddeci tarih anlayı ğurduğu sorunlan aşmak ve ben'in bö-
şının en özlü ve açık anlatımına yer verir. lünmüşlüğüne son vererek yeniden birlik
1867'de kapitalizmin gelmiş geçmiş en olmayı salt felsefece ve/veya dinsel bir
köklü yorumunu ve eleştirisini kapsayan yöntemle sağlamaya çalışan Hegel'e kar-
araştırmalarını biraraya getireceği başya şı, ilk kez Marx, bu parçalanmış, bölün-
pıtı Kapitalin (Das Kapital) ilk cildini ya- müş. herşeye yabancılaşmış insan beni-
yımlar. İkinci ve üçüncü ciltleri bitirme- nin kendini yeniden kurmasının, ancak
ye ömrü yetmez; Engels tamamlanama- insanların içinde yaşadiklan toplumsal ve
yan bu ciltlerden ilkini 1884'te, ikincisini ekonomik koşullan, çalışırken sergile-
1893'te bastırır. 1862-1863 yıllarında ya- dikleri etkinlikleri, birbirleriyle girdikleri
zılan ve diğer ekonomistlerin iktisat ku- pratik ilişkileri herşeyin temeline koyma-
ramlarına yöneltilen bir dizi eleştiriyi bir- sıyla olanaklı olduğunu dillendirir. Bu
araya getiren Artı-Dtğtr KNramlım (Theo- nedenle işçi sınıfının görevi, yalnızca en
rien über den Mehrwert) üç cilt halinde başından beri mücadelesini verdiği temel
:XX. yüzyıl başlannda basılırken, 1857- yaşam gereksinimlerinin giderilmesini
1858 yıllarında kaleme alınmış Elr.D11ami sağlamakla sınırlı değildir; onun asıl gö-
Politi§11 Elqtiriti11i11 Aırahatlan (Gnmd- revi, insanlann, "insanlıktan gelen yetile-
risse der Kritik der politischen Ökono- rini geliştirebilecekleri" ve "dilediklerini
mie) ancak 1939'da yayımlanabilmiştir. özgürce yapabilecekleri" koşulların ger-
Ekonomi politik bir yana Marx'ın dö- çekleşmesini sağlamaktır. 1844 E!Jaz.ma-
nemin Fransası'nda geçen siyasal olaylar ltm, ekonomi politik biliminin de göster-
üzerine yazdığı üç kitabı vardır: Frm11a'Ja diği üzere, çağcıl (modern) toplumda in-
Smef Savaptm (Die Klassenkiimpfe in sanın, yaşam etkinliklerinin insanlılı:dışı
Frankreich, 1850); LoNiı B011apartr'm 011- bir biçime bürünmesinin sonucu, ken-
rek;z. Bf'llmairr ~· (Das achtzehnte Bru- dine yabanalaştığını öne sürer. ÇağCıl
maire des Louis Bonaparte, 1852); Fran- toplumun örgütlenişi sürecinde nüfusun
sa'Ja İfSat111f (Der Französische Bürger- büyük çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfı,
krieg, 1871). Ayrıca Marx'ın sosyalizm- ürettiklerinin kendi etkinliğinin bir so-
den ne anladığına ve adalet anlayışına nucu, bir ifadesi olduğunu anlamaktan
ışık tutması bakımından Gotha Progrllllll- gitgide uzaklaşarak, üretimin soyut birer
11111 Eltıtirisi (Kritik des Gothaer Pro- organı ya da aracı haline dönüşmüştür.
Marxçılık 944
cakur. Böylece, Marx'ın gözünde tüm ta- nançlann yoğunlaşması, bu temel öğreti
rih, sömürenle. sömürülen arasında ge- de birtakım düzenlemeler yapılmasına ne-
çen bir sınıf savaşımına dönüşür. Eski den olur. Marıı:'ın ölümünden sonra bu
tarihçiler, savaşları, buluşları, antlaşma gözden geçirmeler, revizyonlar artar. En-
ları, saraylarda sürüp giden entrika.lan gcls'in açtığı yoldan, daha sonra Kari
vb. olaylıın tarihin ana malzemesi sayar- Kautsky ve başkaları yürüyerek, Marıı:'ın
ken, Marx bütün bunların önemsiz ay- tarihin belli bir anında toplumun bclli bir
rıntılar olduğunu savlar. Tarib.in asd itici sınıfına yüklediği görevi tanımlayan dev-
gücü, toplum içindeki bireylerin yiyecek, rimci öğretisini, batışçd biçimde gerçek-
barınak ve öteki mallan edinirken izle- leşecek evrimsel bir zafere dönüştürür
dikleri yöntemleri betimleyen üretim a- ler. Lenin 'in ellerinde bir kez daha deği
mçlannın gelişimidir. İşte Marx'ın tarih- şen öğretide, işçi sınıfının kendi başına
sel maddeciliğinin özü budur. Maddi bir devrim yapamayacağı, işçi sınıfına ön-
dünya varolmadan insan varolamaz. Mad- derlik edecek devrimci bir partiye gerek-
di yaşamı sürdürmek için insan, doğayla sinim olduğu ileri sürülecektir. Lenin ay-
ilişki içinde olmalıdır. Bu ilişkiler, insan- nca, sanayileşmemiş ülkelerde de dev-
lığın deneyimlediği tarihsel evrelerle u- rime olanak sağlayacak biçimde Marıı:'ın
yumludur. Yani, XIV. yüzyılda kapitalist tarih çözümlemesini değiştirir. Gelenek-
bulunamayacağı gibi XX. yüzyılda da de- sel Marxçılığın bir parti organıyla böylece
rebeyi bulunamaz. Tarihsel evrclcr diya- birleşmesine -sonraları Doğu Avrupa ül-
lektik bir biçimde dönüşürler; karşıuyla kelerinin resmi ideolojisi olarak da anıla
etkileşim içine giren bir evre, onurda bi- cak- Marxçılık-Lcnincilik adı verilir. Öte
reşim oluşturarak yeni bir evrenin do- yandan, Otto Bauer'in başı çektiği, A-
ğumuna yol açar. Her bir evrede baskın vusturya Marıı:çılığı adı verilen okul İse
olan üretim araçları, derhal insanla doğa, sınıf savaşımını en uç noktalara taşımak
insanla insan arasında bir dizi ilişkiyi da- isteyenlerin ahlakdışılığına karşdık olarak
yaur. Marx'a göre, tarihsel evrelerin so- sosyalizmin ahlaksal temellerine dönme-
nuncusu olan kapitalizmin dayattığı iliş ye çabalar. Komünist devletlerin uygula-
kilerde insanlar insanlıktan çıkmaya, in- dığı Marxçılık, SSCB'den başka, Çin gibi,
sanca yaşamaktan uzak kalmaya yazgılı Küba gibi başka ülkelerde de sık sık
dır. Başarısını, arb değer oranını dünya ortodoks Marıı:çılıktan ayrdır. Jean-Paul
çapında inanılmaz düzeylere yükseltme- Sartre ise çağcıl toplumların teknolojik
sine borçlu olan kapitalizm, insanları me- gelişmeler sonucunda karşılaştığı sorun-
taya dönüştürerek kendi )1kımını hazır- lara dikkat çekmenin aracı olar.ık Marx-
1.ır. Sınıf savaşımının keskinleştİ)lİ bu ev- çılığı varoluşçulukla başarılı bir biçimde
rede proletarya ağır sömürünün sonucu bağdaştırır.
insana yaraşır yaşamdan öylesine keskin SSCB'nin birbirine gevşek biçimde
bir biçimde kopacaktır ki sonunda sö- bağlı cumhuriyetlere bölünmesi, Balbk
mürüyü ortadan kaldırmak üzere birleşe devletlerinin bağımsızlığı, Varşova Paktı'
rek ortak hareket edecektir. Bu nedenle, nın dağılması gibi :XX. yüzyılın son on
sınıfsız toplumu doğuracak proleterya- yılına damgasını vuran olaylar, Marx-
run zaferi yakındır; işbölümünün ortaya çılığın bir yönetim dinamiği olarak gele-
çıkmasından bu yana kapitalizmin insan- ceğini belirsizleştirmiştir. Ancak, her du-
lıkta yol açbğı yıkımı onaracak olan bu rumda kesin olan gerçek şudur: Son yüz
zafer, tüm insanlığın zaferi olacakur. elli yda yayılmış burjuva felsefesinin geli-
Ne var ki, 1848 Devrimleri'nin başa şimini ölçmeye soyunacak hiçbir değer
rısızlığı, her geçen gün daha çok karma- lendirme Kari Marx'sız yapılamaz.
şıklaşan toplumsal yapının artık Marıı:'ın Marıı:çılığın kendine özgü düşünce o-
çözümlemelerine uymadığına yönelik i- luklanndan felsefece düşünmeye damıtıp
matematik felsefesi 946
akıttığı kalıtlar
için bkz. Frankfurt O- karşı-örnek oluşturduğundan vazgeçil-
kulu; Labriola, Antonio; Gramsci, An- mez bir inceleme konusu olmuştur. Buna
tonio; Lukacs, György; Bloch, Emst; ek olarak, matematik felsefenin başlan
Lefebvre, Henri; Althusser, Louis; A- gıcında ortaya aulan pek çok sorunun
rendt, Hannah; Jameson, Fredrick; iş dile getirilişi bağlamında bulunduğu ö-
felsefesi; siyaset felsefesi; eğitim fel- nemli katkılarla felsefenin gözünde ayrı
sefesi; güç/iktidar. Aynca bkz. Marx, calıklı bir yer edinmiştir.
Kari; Engels, Friedrich; Lenin V. İ.; Matematik felsefesinde çözüm ara-
Mao Tse-tung; diyalektik maddeci- nan en önemli sorunlardan biri, mate-
lik; tarihsel maddecilik; bilinç; yaban- matikte kullanılan bağınuların, simgele-
cılaşma. rin, sayıların ve öteki kendiliklerin varlık
bilgisel değergesini açıklığa kavuştur
matematik felsefesi [İng. philosopf?y of maktır. Nitekim felsefesinde matematiğe
111othematiu; Fr. philosophie des mathimah~ büyük önem veren ilk büyük dizgeci fi-
q11er, Alın. philosophie der mathematile] En lozof Platon, matematik nesnelerinin ne-
genel anlamda, geleneksel olarak aritme- liklcri sorusu karşısında "gerçekçi" tutu-
tik, cebir, geometri gibi kolları bulunan mu benimsemiştir. Ona göre matematik-
matematiğin doğasını, özünü, amaçlarını, te adı geçen bütün her şeyin bildiğimiz
kapsamını ve içeriğini araştıran; mate- dış dünyadan bağımsız, somut, gerçek
matikte kullanılan ilkelerin, bağıntıların, birer varlıkları vardır. Daha açık söyle-
kavramların, dizgelerin, simgelerin ve iş mek gerekirse, Platon matematiğin an-
lemlerin varlıkbilgisel değergelerini so- cak us yoluyla kavranabilir bir gerçekliği
ruşturan; matematik önermelerinin ne olduğunu ama bu gerçekliğin ustan ya da
üzerine oldukları sorusunun ışığı altında zihinden bağımsız olarak da varolduğu
matematikteki soyut varlıkların varlıkbil nu düşünmüştür. En genel anlamda "ger-
gisel ve bilgikuramsal konumlarını açık çekçilik" diye adlandırılan bu matematik
lığa kavuşturan; matematiksel bilginin felsefesi konumu, bilginin yetkin bir ör-
değerini, öteki bilgilerden farklarını orta- neği olarak gördüğü matematiğin felse-
ya koymaya çalışan; özellikle felsefe tari- fenin bütün soruşturma alanları için ör-
hinde sıkça kendisine vurguda bulunulan nek oluşturması gerektiğini savunmakta-
matematik ile felsefe arasındaki yakınlık dır. Felsefe tarihinde başlı başına bir ge-
ilişkisinin ana nedenlerini matematiğin lenek olan gerçekçilik, daha yakın za-
felsefeye ilişkin içerimleri üstüne yoğun manlara gelindiğinde ünlü İngiliz mate-
laşarak irdeleyen; matematiğin neliğini matikçisi ve felsefecisi RusselJ'ın çalış
ve değerini bütün yönleriyle dizgeli bir malarında kendisini gösıermekteılir.
biçimde ele alan felsefe alanı. Matematiğin varlıkbilgisel yeri soru-
Matematik Platon'dan Spinoza'ya, Spi- nuna değgin gerçekçiliğe karşı geliştirilen
noza'dan Frege ile Russell'a değin felsefe bir başka önemli konum Alınan fılozof
tarihinin hemen her döneminde fılozof Kant'ın felsefesinde yerini bulmuştur.
lann yakın ilgisini çekmiştir. Hiç kuşku Kant bütün matematik önermelerinin, da-
suz bu ilginin başlıca nedeni, matemati- ha doğru bir anlatımla matematikte ge-
ğin gözlem ile deneye dayanmaksızın, za- çen bütün "ilksavlar'' ile "kanıtsavlar"ın
man ile uzamın üstünde bilgi sunabilme sentltile apriori yargılar olduğunu belirt-
yetisidir. Özellikle usçuluk açısından ba- miştir. Kant ünlü Kantçı soru sorma ya-
kıldığında matematik yetkin bilginin eş pısının ışığı altında sorduğu "Matematik
siz bir örneği olarak değerlendirilmiş, bü- nasıl olanaklıdır?" sorusunu yanıtlamaya
tün bilgilerin deneyden çıkması gerektiği yönelik kapsamlı bir açıklama sunmuş
düşüncesiyle usçuluğa karşı çıkan deney- tur. Buna göre matematik, içduyu formu
ci felsefeyi çürütecek denli önemli bir zaman ile dışduyu formu uzamın hem a
947 matematik felsefesi
tafizik arayışlar içine girmek son derece Hanife'den almaktadır. Ebu Hanife'nin
yersizdir. Matematik önermeleri anlam- görüşleri doğrultusunda iman konusun-
lannı, yani doğru ya da yanlış olma ni- da Kuran ve sünnetle birlikte akla da
teliklerini matematik dilinin içindeki uz- önem veren Maturidiyye genelde Eş'ari
laşımlardan alırlar. Matematiği öteki dil ye'yle aynı ilkeleri paylaşırken Mu'tezile'
oyunları içinde ne daha üstün ne daha yle ters düşer. Örneğin gerek Ebu Hani-
aşağı bir yerde olmayan bir dil oyunu fe gerekse Maturidi insanın cezalandı
olarak gören bu uzlaşıma matematile felse- nlması ya da ödüllendirilmesi için edim-
fesi, matematiğin bütün bilgi dallan için lerinden sorumlu olması gerektiğini, bu-
örnek bir bilgi araştırması alanı olarak na bağlı olarak da yaptığı işlerde bir ira-
görülmesini de doğru bulmaz. Matema- desi olduğunu savunmuşlardır. Buna kar-
tiğin tarihte hep önemli bir etkinlik ola- şın "adalet ilkesi" gereği insanın kendi
mk görülmesinin ardında yatanın, mate- edimlerinin yaraucısı olduğunu ileri sü-
matiğin insanın oyun oynama sevgisini ren Mu'tezile'nin insana atfettiği mutlak
bir başka alana göre çok daha doyurucu kudreti kabul etmeyerek Eş'ariye'nin or-
bir biçimde karşılaması yanında, günde- taya attığı kub kavramına yönelmişlerdir.
lik yaşamda sağladığı pratik yararlarda a- Eş'ariye'den farklı olaraksa Maturidiler i-
ranması gerektiğini savunur. Aynca bkz. nanç konusunda insanın yalnızca usa da-
manttklaştıncılık. yanarak, kutsal metin ya da peygamber
olmaksızın da Tann'run varlığına kanaat
matcria prima (Lat.) Ortaçağ felsefe- getirebileceğini, iyiyle kötüyü ayırabile
sinde Aristoteles'in bütün şeylerin daya- ceğini öne sürerler. Eş'ariye'nin amelin
nağı olan, buna karşın kendi başına va- imana uygunluğunu şart koşmasına da
rolamayan, ancak bir forma kavuştu karşı çıkarlar. Aynca bkz. Eş'adye; ke-
ğunda, biçim aldığında etkin duruma ge- lim; Mu'tezile; Selefiyye.
çen "ilk madde"sine verilen ad. Gerek
Aristoteles'te gerekse onu izleyen Sko- mauvaisc foi (Fr.) bkz. kötü niyet (kö-
lastik felsefede terim fiziksel dünyadaki, tü inanç).
doğadaki "değişim" olgusunu tanımla
mak için kullanılmıştır. McTaggart, John McTaggart Ellis
(1866-1925) Bosanquet ve Bradley ile
materyalizm bkz. maddecilik. birlikte kendilerine çıkış noktası olarak
Hegel'in felsefesini alan "İngiliz İdealist
mathcai<ı ımivcraalia (Lat.) Descartes, leri" diye anılan felsefe okulunun ve Hc-
Spinoza ve Leibniz ıarnfınclan geliştirilen geki i<le~lizmin şon büyük temsilcilerin
XVII. yüzyıl usçuluğunı.ın temelinde yer den. 1890'lardaki ilk yazılarında -zaman,
alan "evrensel matematik" ya da "genel- zihin ve gerçeklik kavramlarına ilişkin
geçer bilim" tasarısı. Bu filozoflar man- kendi özgün konumunu geliştirmezden
tık ile matematiğe dayalı yetkin bir felse- önce- Hegel'in mantığına ilişkin eleştirel
fenin kurulabileceği inancını paylaşmış değeri yüksek açımlamalar yapan Mc-
lardır. Taggart, l 9lO'lara gelindiğinde varlığın
yapısına dair Hegel'den bağımsız bir fel-
Mituridiyye İslam dininde Eş'arlye ve sefe görüşü sunmuştur. McTaggart'ın en
Selefıyye ile birlikte Sünniler için üç te- çok ses getiren görüşü zamanın gerçek
mel inanç mezhebinden biri sayılan ve olmadığı yönündeki savı olmakla birlik-
özellikle Mu'tezile'ye karşı bir tepki ola- te, bundan daha ilgi çekici olan savı dün-
rak ortaya çıkan bu kelam okulu, Ma- yanın enso.n gerçekliğinin bütünüyle bir-
turidi (852-944) tarafından kurıılmasına birini seven algılamalardan oluşan bir
karşın asıl kuramsal dayanaklannı Ebu "benler topluluğu"ndan meydana geldi-
949 McTaggart, John McTaggart Ellis
ğini dile getirmesidir. Genellikle felsefe- mesi için geçmesi gereken bir zamansal
ciler arasında bu sav, McTaggart felsefe- süreç değil, kendimize temel gerçekliği
sinin baştan beri aynlmaz bir parçasını açık etmek için başvurduğumuz bir us-
oluşturan gizemciliğin dışavurumu ola- yürüıme yöntemidir. Hcgelci yaklaşımın
rak değerlendirilmiştir. Bununla birlikte yerine McTaggart, 1901 yılında yayımla
söz konusu gizemcilik, gizemli içgörü- dığı Hegeld Evrenbilgisi İçinde Araşhmıalar
lerin yalnızca salt usun ışığı altında gö- (Studies in Hcgelian Cosmology) başlıklı
rülebileceği gerç~ne parmak basışıyla kitabında, Saltık'ın bütünüyle birbirini
Spinoza felsefesinin ussal belirlenimcili- seven algılayışlardan oluşan bir "benler
ğini çağrıştırmaktadır. topluluğu"ndan meydana geldiğini ileri
Cambridge'de ~tim gören ve bürün sürmüştür. McTaggart ancak bu türden
yaşamı boyunca aynı okulda dersler ve- bir yapı içerisinde diyalektiğin biçimsel
rerek hocalık yapan McTaggart, 1896 yı gereklerinin tam anlamıyla doyuma kıı.
lında yayımladığı Hegeld Dryaiekıi./e İçinde vuşabileceğini düşünmektedir.
Araşttf'111alar (Studies in the Hegelian Zamanın gerçek olmayışı savı ilk dö-
Dialectic) başlığını taşıyan ilk yapıtında nemindeki Hegelci yazılarında ortaya at-
Hegelci diyalektiğin felsefece uslamlama tığı bir sav olmakla birlikte, McTaggart
için vazgeçilmez bir araç olduğunu sa- 1908 yılında yayımladığı "Zamanın Ger-
vunmuştur. McTaggart'a göre Hegelci çek Olmayışı" ("The Unreality of Ti-
diyalektiğin en güçlü olduğu nokta, son- me') başlıklı makalesinde aynı savı yeni
radan deneyim temelinde kavramlara uy- bir başlangıç noktasından başka bir bi-
gulanacak en küçük varsayımlardan baş çimde temellendirme yoluna gitmiştir.
layarak, deneyimin ortaya koyduğu ya- Burada McTaggart bir olayın geçtiği za-
pıya, yani gerçekliğe ilişkin önemli var- manı belirtmenin birbirinden iki ayrı yo-
gılara ulaşmaya olanak tanıyor oluşudur. lu olduğu saptamasında bulunarak yola
McTaggart'ın diyalektik yöntemi bu den- koyulur. Buna göre zamanı ya söz ko-
li önemsemesinin altında yatan, kendi nusu olayın geçmişte meydana geldiğini
metafiziğini en geniş anlamda "mantık belirterek, yani yalnızca şu anki dene-
sal" öncüller üzerine oturtma çabası i- yimle ilişkisini kurarak ya da doğrudan
çinde olmasıdır. Bununla birlikte, meta- olayın meydana geldiği tarihi söyleyerek
fiziğin doğrulan söz konusu olduğunda (örneğin M.Ö. 1071), yani olayın tarih
özce gizemli bir şeyin her zaman bu- verme dizgesinin başlangıcı olarak kabul
lunmak zorunda olduğunu da belirtme- edilen tarihten ne lmdar önce ya da ne
den geçme:ı:. Felsefesinin bu iki ana var- kadar sonra olduğunu dile getirerek be-
<a~~mından hareketle McTaggart, yalnız lirtiriz. McTaAAatt belli bir kipler dizge-
ca diyalektik yöntemin olağan deneyimi sine göre düzene konulan olaylan "A-di-
aşan bir alanın temel gerçekliğinin tanın zisi", buna kıı.rşı belli bir zamanlar dizge-
masına olanak tanıdığı saptamasında bu- sine göre sıralanan olaylan ise "B-dizisi"
lunur. Bu noktada bütünüyle Hegel'in i- diye adlandırmaktadır. Uslamlamanın ilk
zinden yürüyen McTaggart, gerçek olanı bölümü A-dizisinin B-dizisinden çok da-
"Saltık" diye adlandırmaktadır. Ancak ha temel olduğunu, çünkü böyle bir di-
Saltık'ı daha iyi kıı.vramak amacıyla ver- zide yer alan olayların zamana göre dü-
diği çözümlemeler Hegel'inkilerle çok zenlendiğini göstermeyi amaçlamaktadır.
büyük farklılıklar gösterir. McTaggart'ın McTaggart ilk önce değişimin zaman i-
verdiği çözümlemelere göre Saltık, tarih- çin kıı.çırulmaz olduğunu, A-dizisi deği
sel bir sürecin belli bir sona varmak ü- şim içerirken buna karşı B-dizisinin de-
zere gelişimi olarak kavranabilir bir kıı.v ğişmez ilişkilerden oluştuğunu öne sürer.
ram değildir; çünkü diyalektik yalnızca Bunun ardından ikinci olarak zamanın
Saltık'ın kendisini dünyada e,~rçeklcştir- özünde geçmişten geleceğe A-dizisini i-
medicina mentis 950
çerecek, B-dizisini ise içermeyecek bi- suz sayıda bölünebilirliği ilkesi; (iii) var-
çimde yöneldiğini dile getirir. McTag- lıkbilgisel belirlenmişlikilkesi, yani tözde
gart'ın uslamlamasının ikinci bölümü, A- taşınan niteliklerin bütünüyle sınırlı ol-
dizisinin kendi içinde nıtarlı bir yolla maları gerektiği ilkesi. Yapıtın ikinci cil-
olayların sıralanmasına olanak tanımadı dinde McTaggart bu ilkelerin yalnız ve
ğını, çünkü A-dizisi olayların değişime yalnız daha önceki idealist düşünceleri
olanak tanımasının bir ve aynı olayın nin doğru olduklarının kabul edilmesi
hem geçmişte hem de gelecekte meyda- koşuluyla tam anlamıyla yerine getirile-
na geldiğini varsaymak olacağından bu- bileceklerini ileri sürmektedir.
nun çelişkiye yol açacağını bildirir. Son McTaggart'ın dünyanın enson ger-
çözümlemede McTaggart, ne A-dizisinin çekliğinin bütünüyle birbirini seven al-
ne de B-dizisinin olayların zamanda tu- gılamalardan oluşan bir berıler toplulu-
tarlı bir biçimde sıralanmasına yönelik ğundan meydana geldiği savı bağlamında
bir kavrayış sunmadıklarını gerekçe gös- felsefeye önemli bir katkısı da aşk kav-
tererek, zamanda sıralanmış olaylar tasa- ramı için verdiği açıklamada kendisini
nınınuzın bütünüyle bir yanılsama ürünü göstermektedir. Buna göre "aşk", kendi-
olduğu sonucuna varmaktadır. McTag- sini bir başka ben ile yaşanan içtenlikli
gart'a göre gerçekte olan, olayların C-di- birleşme duyumu olarak gösteren bir duy-
zisi olarak bir başka biçimde sıralanıyor gudur. Nitekim McTaggart'a göre, ken-
olmalarıdır; yanlış bir biçimde zamansal dimizi algılayışımız ile başkalarını algıla
bir sıralanım olarak kavradığımız da işte yışımız bu içtenlikli birleşim duyumunu
bu gerçek sıralanımdır. yarattığından ötürü, "karşılıklı algılayan
1910 yılında Hegel'in mantığı üzerine lar topluluğu" diye adlandırılan bu dünya
yaptığı Hegel'iıl Manhğt Üz.erine Bir Yomm aynı zamanda bir aşk kentidir de. Mc-
(A Commentary on Hegel's Logic) baş Taggart, birbirimizi olağan algılayışımı
lıklı eleştirel bir çalışmayı tamamlayan zın bu içtenlikli duyumun yaşanmasına
McTaggart, Hegel'in yöntemine bütü- olanak tanıdığını söylemekle bitlikte, in-
nüyle karşı olmamakla birlikte ana us- sanların doğaları gereği bütün yaşamla
lamlamalannın kimi ayrıntılarında Hegel' rını kendi farkındalıklanna benzeyen bir
in söylediklerinin bütün bütün dışına farkındalığı başkalarında aramakla geçir-
çıkmıştır. İlerleyen yıllarla birlikte kendi diğini belirtmektedir. Ancak böyle bir o-
düşüncelerinin idealist sonuçlarını He- lanağın bütün insanlar için yaşama geçi-
gelci felsefe üzerine bina etme olanağı rilmesinin şimdilik olanaksız olduğunu
kalmadığını gören McTaggart, kendisini belirten McTaggart, bunun başlıca nede-
iyiden iyiye hissettirdiğini düşündüğü ye- nini C-dizisinin şu an için yanlış algılanı
nı bır metafizik temel inşa etme işine ko- yor olmasına, başka bir deyişle C-dizisi-
yulmuştur. Bu amaçla 1921 ile 1927 yıl nin doğru bir biçimde algılanması için
lan arasında yazdığı iki ciltten oluşan henüz yeterli koşulların oluşmamış ol-
V aroluşım Doğası (!be Nature of Exis- masına bağlamaktadır. McTaggart, C-di-
tence) başlıklı kitap, genellikle McTag- zisinin doğru bir biçimde algılanmasının
gart'ın başyapıtı olarak değerlendirilmek önü açıldığı vakit bütün algıların açık se-
tedir. Söz konusu yapıtın ilk cildinde çik bir hale geleceğini, böylelikle de aşk
McTaggart, kabul edilebilir türden her kentinin kurulmuş olacağını dile getir-
metafiziğin a priori koşulları olduğunu mektedir. Görüldüğü üzere McTaggart'
ileri sürdüğü üç temel varlıkbilgisi geliş ın aşk tasarımında dahi Hegelci "erekbil-
tirmiştir. Bu ilkeler için çok açık olma- gisi"nin izleri kendisini açık bir biçimde
makla birlikte aşağı yukarı şunlar söyle- göstermektedir.
nebilir. (i) birbirinden ayırt edilemez o-
lanların özdeşliği ilkesi; (iı) tözlerin son- medicina mentis (Lat.) Ortaçağ felse-
951 medya etiği/gazetecilik etiği
önemli olaylan hakkında doğru ve tam mak ya da başka bir anlatımla gazeteci-
bilgi sağlama sorumluluğu gelmektedir. liği daha saygın, onurlu, güvenilir bir
Medyanın diğer yükümlülükleri de şöyle profesyonel meslek haline getirmektir.
sıralanmıştır: Farklı yorum ve eleştirile Bu etik ilkelerin büyük bir çoğunluğu
rin değişimi için bir "forum" C'toplutar- nun, gazetecilik misyonundan çok gaze-
tışma') görevini üstlenmesi; toplumu o- teciliğin mesleki saygınlığını öne çıkaran
luşturan tüm grupların temsili bir görün- ve büyük ölçüde olumsuz, yani yasakla-
tüsünün medyada yansıtılması; toplumun yıcı, sınırlayıa ifadelerle dolu olduğu gö-
değerleri ile hedeflerini aktarmada ve a- rülmektedir. Bu ifadelere genel olarak
çıklığa kavuşturmada bir araç görevini bakıldığında, sanki asıl amacın gazeteci-
üstlenmesi. Etik ilkelerin yer aldığı yazılı liğin topluma karşı sorumlu olmasını
metinler genelde bu "misyon" açıklama sağlamaya çalışmaktan çok, gazetecilik i-
sıyla başlamaktadır. Örneğin Türkiye Ga- majının iyileştirilmesi olduğu gibi bir gö-
zeteciler Cemiyeti tarafından 1998 yılında rüntü ortaya çıkmaktadır. Bu ilkeler ö-
kabul edilen Türkiye Gazetecileri Hak ve zellikle haberi toplama ve aktarma aşa
Sorumluluk Bildirgesi'ndeki "misyon" a- masında gazetecilerin izlemesi gereken
çıklaması şöyledir: "Gazetecinin haklan süreçleri açıklamaktadırlar. Bu süreçlere
halkın haber alma hakkının ve ifade öz- ilişkin ilkeleri üç temel kategoriye ayıra
gürlüğünün, meslek ilkeleri ise dürüst ve biliriz:
doğru iletişimin temelidir." Bu ilkeler, Haber ki!Jna.klarryla ilifkikri diiz.enkye11 il-
gazetecilerin misyonunun halkın doğru keler. Çoğu "etik kod"da gazetecilerin
ve eksiksiz bilgi edinme hakkına hizmet bilgi aldığı haber kaynaklarıyla nasıl bir
etmek olduğunu vurgulayan hükümler- ilişki yürütmesi gerektiği oldukça kesin
den oluşmaktadır. Gazetecilik misyonu a- cümlelerle belirtilmiştir: "Saklı kalması
çılı: bir şekilde, ABD Profesyonel Gaze- kaydıyla verilen bilgiler, kamu yaran cid-
teciler Derneği'nin (SPJ) 1996 yılında di biçimde gerektirmedikçe yayımlana
gözden geçirdiği "etik kod"un girişinde maz"; "Gazeteci kaynaklannın gizliliğini
ifade edilmektedir: "Profesyonel Gazete- korur. Kaynağın, kamuoyunu kişisel, si-
ciler Derneği üyeleri, kamuyu aydınlat yasal, ekonomik vb. nedenlerle yanıltma
manın adaletin önceli ve demokrasinin yı amaçladığı haller bunun dışındadır";
temeli olduğuna inarurlar. Gazetecinin gö- "Gazeteci, kendisine güvenilerek veril-
revi (misyonu), gerçeği arayarak ve olay- miş bilgilerin ve belgelerin kaynaklarını,
larla sorunlar hakkında adil ve kapsamlı kendileri izin vermediği sürece, mesleki
açıklamalar sağlayarak bu amaa gerçek- gizlilik ilkesi uyarınca hiçbir şekilde açık
leştirmektir. Tüm medya ve özel nitelikli lamaz"; "Gazeteciler, riim kaynaklarnan
yayın organlarındaki vicdanlı gazeteciler, elde edilen bilgilerin doğruluğunu araş
kusursuz ve dürüst davranarak kamuya tırmalı ve dikkatsizlikten kaynaklanan ha-
hizmet etmeye çabalarlar." Genel olarak talardan kaçınmak için çaba göstermeli-
söylersek, etik kodlardaki "misyon" açık dirler. Bilinçli çarpıtmalara asla izin ve-
lamaları olumlu cümlelerle ifade edil- rilemez". Kaynaklan korumaya yönelik
mekte ve gazeteciliğin önceliklerini or- ilkeler özünde gazetecilerin ham malze-
taya koymaktadır: aktarılan bilgilenimin me (yoğrulmamış bilgi) temin ettikleri ki-
(enformasyon) doğruluğu; kamunun bil- şilere verdikleri sözlerin tutulması gerek-
gi edinme hakkına hizmet edilmesi; ka- . tiği üzerinde durmaktadırlar. Kuşkusuz
muoyunun oluşumunda sorumlu hareket bunun tek nedeni, gazetecinin, dürüstlük
edilmesi gibi. ilkesi gereği, verdiği sözü tutması zorun-
Gazeteciliğe yönelik etik ilkelerin i- luluğu değildir. Haber kaynaklan işten a-
kinci amacı ise gazetecilik mesleğinin gü- tılma, saldırıya uğrama korkusu gibi çe-
venilirliğini güvence altına almaya çalış- şitli nedenlerden dolayı kimlikıerinin a-
953 medya eti{;i/ gazetecilik etiği
raştırmak isterken "insanın hiçbir top- dirmede ayru görüşten hareket etmiştir.
lumda eksik olmayan" evrensel başarıla• Mengiişoğlu'nun son dönem asistanı o-
nnı ortaya koyma ve "bu başarıların ayru lan Akın Etan da lisans ve doktora tezle-
zamanda onun 'varlık koşulu' olduğunu" rini Hartmann .üzerine yaprruştır.
göstermeye çalışma olarak anlaması, bu Takiyettin Mengüşoğlu sonralan Ha-
çerçevede değerlendirilebilir. cettepe Üniversitesi Felsefe Bölümii'nün
Takiyettin Mengüşoğlu, Alman gele- düşünce yolunu çizecek olan İoanna
neğindeki felsefe anlayışının, özellikle de Kuçuradi üzerinde de etkili olmuştur.
yeni-ontolojiyi felsefenin temeline koya- 1959'da İ.Ü. Felsefe Bölümii'nü bitiren
rak diğer bütün disiplinleri yıı bundan Kuçuradi, lisans tezi olarak Mengüşoğlu'
çıkarmaya çalışan ya da çıkmayanları yok mm yol göstericiliğinde "Max Scheler ve
sayan, felsefe kabul etmeyen kendi fel- Nietzsche'de Trajik''i; doktora tezi ola-
sefi anlayışının İstanbul Üniversitesi Fel- rak da "Schopenhauer ve Nietzsche'de
sefe Bölümü'nde önemli ölçüde egemen İnsan Problemi"ni (1965) hazırlamıştır.
olmasında etkili oldu. Ondan sonraysa Doktora tezinde de hocasının felsefi ant-
bölümde fenomenoloji bir diğer önemli ropolojiyi esas alan yaklaşırrunı sürdüren
felsefecimiz Nermi Uygur'la önemli bir Kuçuradi, aslında doçentlik tezi olan İn
açılım kazandı. 1948 yılında İ.Ü. Felsefe fan ve Değerlen'nde ise Mengiişoğlu'nun
Böliimü'nü bitiren Uygur, 1950 yılında Değiımez. Değerler ve Değiıen Davmmıkır
AJmanya'dan gelen Heinz Heimsoeth'iin -Feüeft Eıhik İpn Kntik Bir HaZfrble- adlı
asistanlığını yaprruş ve doktorasını onun- eserindeki antropolojik-ontolojik bir etik
la birlikte hazırlamış olsa da Mengüşoğ kurma girişimini, daha sınırlı bir alanda,
lu'nun da etkisinde kalrruştır. Mengüşoğ "değer problemi" çerçevesinde gerçek-
lu'nun 1933 Üniversite Reformu sonra- leştirmeye çalışrruştır.
sında Alman geleneğindeki felsefe kav- Eserleri: Ober die Grcnz.en der Er/eenn-
rayışının yapıt düzeyinde Türkiye'deki ilk bar/eeit bei Huuerl und S ebeler (193 7), Kant
örneği olan Felsefeye Gin{inden (19 58) ve Scheler'de İnsa11 Probleı11i: Felsefi Antropo-
sonra, Uygur da Felsefe Arkivı'nde yayın lqji İpn Teııkidi Bir HaZfrlık (1949), Felse-
lanan "Bir Felsefe Sorusu Nedir?" feye Giri/ (1958), Değipnez. Değerler ı-e Deği
(1960) adlı makalesiyle felsefeyi sorula- /etl Daı'1"anıılar -Feüeft Ethik İpn Kritik
rından hareketle aydınlatma çabasına gir- Bir HaZfrlık- (1965), Feüeft Antropologi I:
miştir. Uygur'un bu felsefe kavrayışı Men- İnfanm Varlık Y apm ve Nitelikleri (1971),
güşoğlu'nun başlattığı felsefe tarihi araş Fmomenologi 11t Nicolai Hartmann (1976),
tırmalarından ayrılarak felsefe sorunları İnsan ve Hqyva11, Diiırya ve Çeı,,-e: İnsan ve
nı temele alan, ancak felsefe tarihini <le Htryı>a111n V nrbk Yapmnda Ortf9·a Çık.mı
bütünüyle yadsımayan sistematik felse- Zil Fenomenler(l 979), İnsan Felfeje.ri (1988).
feye yönelişin önemli bir aşamasıdır. İ. Ü. Çevirileri: İnıanın Kainallaki Yeri (Max
Felsefe Bölümü'nde fenomenoloji ve fel- Scheler'den, 1947), Imvıan11el Kant'ın Fel-
sefi antropoloji Bedia Akarsu'nun çalış fejeıi (Heinz Heirnsoeth'den, 196 7). Ma-
malarıyla daha da gelişmiştir. Akarsu ü- kaleleri özellikle Felsefe Arkivı'ndc yayım
zerinde hocası Mengüşoğlu'nun felsefi lanrruştır; ayrıca Anadol11 Arll/hrmalan ve
antropoloji seminerlerinin etkisi önemli- İftanbul Ümversitesi Bii/tem adlı yayınlarda
dir. Aynca onun •-Jnt ahlakına yönelme- da bazı yazılan çıkrruştır.
siyle Kant, İviengüşoğlu'ndan sonra tek-
rar önem kazanrruştır. Nicolai Hartmann' Mensiyüs M.Ö. 371-289 yıllan arasında
ın yeni-ontolojisi Mengiişoğlu için felsefi yaşarruş Çinli felsefeci. Asıl adı Menge
antropolojiyi temellendirmede nasıl ö- K'e'dir ama daha çok Latince söylenmiş
nemli bir dayanak olmuşsa, İsmail Tu- adıyla, Mensiyüs olarak bilinir. Konfüç-
nalı da kendi sanat ontolojisini temellen- yüsçü düşünce geleneği içerisinde yer a-
959 Mensiyüs
lan Mensiyüs'ün yaşaıru hakkında pek az ren şeydir. Bu nedenle de yinin ya da ey-
şey bilinmektedir. Shangtung eyaletinin lemin doğruluğunun vurgulanması dün-
Tsou kentinde doğmuş; babası kendisi yadan kötülüğün kovulması için zorun-
küçükken öldüğü için annesi tarafından ludur.
büyütülmüştür. Konfüçyüs'ün torunu T- Mensiyüs'e göre kötülüğün üç tür
zu Ssu'dan ders alıruş; kısa bir süre öğ kaynağı vardır: i) Dış koşullar. İnsan do-
retmenlik; daha sonra da yönetici saray- ğası iyi olmasına iyidir ama bu iyi doğa
larında danışmanlık yapıruştır. Düşünce yaşam koşulları yüzünden bozulabilir.
leri, Konfüçyüs'ün düşüncelerinin anla- Gerek toplum gerek kültür yanlış ey-
tıldığı dört temel yapıttan dördüncüsü lemler ile dünyada kötülüğün olmasında
olan Mensiyüs Kitabı'nda yer alır. Bu sorumluluğu olan kavramlardır. ii) Ben'
yapıtta Mcnsiyüs'ün Konfüçyüs'ün öğ in terk edilmesi. İnsan doğasında olan
retilerine düştüğü açımlamalarla katkılar iyilikten vazgeçer. Yapısının iyiliğe doğru
vardır. Kitabın kendisi tarafından mı açılmasına izin vermez. iiı) Hislerin, duy-
yoksa öğrencileri tarafından ıru yazıldığı guların beslenmesinde başarısızlık. Niyet
konusu bugün de bilinmemektedir. iyi bile olsa kişi doğru karar verecek bil-
Mensiyiis de Konfüçyüs gibi )enin, er- giden yoksunsa doğru davranmayabilir.
dem ile iyiliklerin kaynağı, temeli oldu- Mensiyüs ahlakında da kişi ahlakı
ğunu kabul eder. Yine /inin )enin geliş toplum ahlakı ile siyaset ahlakının önko-
mesi, açığa çıkması için gerekli olduğunu şuludur. Baba ile oğul birbirini sevmeli-
düşünür. Ona göre de h.<iao iyiliğin baş dir; yönetici ile yönetilenler arasındaki
langıç noktasıdır. Ne ki, Mcnsiyüs'ün ilişki adilane; kan ile koca arasındaki i-
düşünce dizgesinde yinin yeri Konfüç- lişki ölçülü; ağabey ile kardeş arasındaki
yüs'ün düşünce dizgesindekinden daha ilişki ast-üst ilişkisini gözetir; arkadaşlar
lıüyük bir öneme sahiptir. Mensiyüs'e arasındaki ilişki de içten olmalıdır. Kişi
göre yi, )enin gelişip işlenmesinin asıl ler arasında ortaya konan insancıllık ile
;ınahtarıdır. Mensiyüs'ün yiyi vurgulama- doğru eylemenin siyasete de yansıması
sının gerekçesi, iyilikle doğruluk arasında gereklidir. Devletin görevi ahlaklı bir
yaptığı ayrıma dayanır. fen insan doğ.ısı toplumun koşullarının yerine gelmesini
nın temeli olan iyiliğe, yi de insan ey- sağlamaktır. Siyasal yaşam asıl olarak ah-
lemlerindeki doğruluğa göndermede bu- laka dayalı bir yaşamdır. İnsan dünyasını
lunur. Bu ayrııru yapmaksa zorunludur. hayvan dünyasından ayıran budur. Bu
Mcnsiyüs'e göre insanlar doğuştan iyi- yüzden en iyi yönetici 'bilge kral'dır. İn
dirler. Onlarda bunun dört belirtisi var- sanlara ahlak eğitimini kendi örnek dav-
ı l!r: acıma, utanma, incelik, doğru ile ranışlanyla ka?an<lıran yönetici hiiyle bi-
yanlışı ayırabilme. Her insanda jen, yani ridir. Bu eğitimi zorla kazandırmak iste-
insancıllık vardır ama her insan doğru yen yönetici ise kötü yöneticidir. Çünkü
lıiçimde eylemez. İnsan ahlaklı bir canlı böyle bir yöneticinin isteklerine kaba
dır. Yapısında olan iyilikten ötürü de güçten ötürü boyun eğilir; buna karşı ah-
doğru ile yanlışı bilir, bunları birbirinden lakın dönüştürücü etkisine bile isteye
ayırabilir. Burada bir sorunu, böyleyse boyun eğilir.
dünyada kötülüğün nasıl olup da varol- Tıpkı Konfüçyüs gibi gerek toplum-
duğunu açıklamak gerekmektedir. Men- sal gerek siyasal olarak olumsuz bir or-
siyüs'e göre kötülük yanlış eylemler yü- tamda yaşayan, düşüncelerini bu olum-
zündendir. Dolayısıyla da eylemlerin yan- suzlukların giderilmesi için ortaya koyan
lışlığı ile insan yapısının iyiliğini birbirin- Mensiyüs'ün ustası Konfüçyüs'ten ayrıl
den ayırmak gerekir. İyiliğin varlığına dığı kimi noktalar vardır. Konfüçyüs in-
karşın insanlar kimi zaman yanlış eyle- sanda olanak halinde bir iyilik olduğunu
yebilirler; bu da dünyaya kötülüğü geti- vurgularken Mensiyüs doğasının bir par-
Merleau-l'onty, Maurice 960
çası olarak insanda gerçek bir iyilik ol- nı oluşturan algıya ilişkin bir açıklama
duğunu ileri sürer. Konfüçyüs iyilikle sunmak olmalıdır. Nitekim Merleau-Pon-
doğruluğu bir tutarken Mensiyüs bu iki- ty yaşamı boyunca Fransız bilinç felsefe-
sini ayırır. Ayrıca bkz. Konfüçyüs; Kon- cisi olarak bilinmesine karşın düşüncele
füçyüsçfılük; hsiao; jcrr, li, ch'i riyle kendi konumunu aşama aşama Sar-
tre ile Husserl'in görüngübilimsel konum-
Merlcau-Ponty, Maurice (1908-1961) larından ayırmıştır. Bu anlamda Merleau-
Sartre ile birlikte varoluşçu felsefe ile gö- Ponty'e göre görüngübilimsel epolehe, ya-
rüngübilimsel felsefenin önemli kurucu- şanan yaşantının bilincinin içkin özleriyle
ları arasında gösterilen Fransız felsefeci. ilişkiye geçme olanağı sunmaktadır. E-
Varoluşçuluk ile görüngübilim arasında polehe'lerin burada oynadığı başlıca rol,
kesin çizgilerle bir ayrım yapmak güç ol- bütün nesnelliğiyle birlikte verili doğal
makla birlikte, Maurice Metleau-Ponty dünyadan bir kopmayı sağlıyor olmaları
çoğunluk "varoluşçu görüngübilim" a- dır. Düşüncelerini her zaman için Des-
dıyla anılan felsefesini çok büyük ölçüde cartesÇı "Cogito"nun ("Düşünüyorum,
Husserl'in düşünceleri ışığı altında geliş demek ki vanm') soyutluk ile boşluğun
tirmiştir. Metleau-Ponty'nin hemen bü- dan olabildiğince ayrı tutmaya özen gös-
tün düşünsel yaşamı boyunca kendisine termiş olan Merleau-Ponty, bedenli ol-
hedef olarak belirlediği temel sorun, manın belli bir dünyaya bağlı olmak ol-
Sartre'ın varoluşçuluğuna da yer ettiğini duğunu göstermeyi erek edinerek gele-
düşündüğü Descartesçı felsefenin doğal neksel anlamda ruh ya da zihin karşı
içerimi olan özne-nesne ikiliğidir. Hus- sında ikinci plana itilen bedene saygınlı
serl'in "öndeyileyici yönelmişlik" tasarı ğını yeniden kazandırmaya çalışmıştır.
mı ile Heidegger'in "dünyada bulun- Bu anlamda Merieau-Ponty'e göre be-
mak'' olarak insan varlığına getirdiği yo- denimiz baştan beri hep dünyada ola-
rumun ışığı altında Metleau-Ponty, ken- gelmiştir; dolayısıyla "kendinde beden"
dimizi içinde bulduğumuz bir deneyim diye bir şeyin varlığından söz etmek ola-
alanı olarak dünya betimlemesini geliş naklı değildir. Algı bu anlamda hep belli
İirmiştir. Sartre'ın "özgürlüğe mahku- bir bağlamda ya da durumda gövdelen-
muz" görüşüne karşı Merleau-Ponty, miş bir algıdır; yoksa "kendinde algı''
bütün insanların birer "anlam avası" ol- diye bir şey söz konusu değildir. Özetle
duğunu dile getirerek hepimiz de "anla- "algılıyorum" demek kesinlikle Descar-
ma mahkumuz" düşüncesini öne çıkar tes'ın "düşünüyorum"una karşılık gelen
mıştır. Ortaya attığı düşüncelerle kişinin bir şey değildir; ne de "algılamak" nesnel
kendisini ancak başkaları üzerinden Li- Lir Liçimdc görülerek evremelleştirilehi
lebileceğini, bu anlamda düşüncelerimi lir bir eylemdir. Algılayan öznenin göv-
zin de eylemlerimizin de bizi tanımladı delenmiş olma değergesi bu anlamda ya-
ğını, bunun da önemli tarihsel içerimleri şanan anın görüngübilimsel betimleme-
bulunduğunu savunmuştur. Gerçek in- sinin yapılabilmesinin önünü açmakta-
san doğasının asla değişime dur demeye- dır. Bu noktada Merleau-Ponty'e göre
ceğini belirten Merleau-Ponty, felsefeyi böyle bir betimleme içinde, yani görün-
doğruluğu varlığa getiren bir sanat ola- gübilimsel epolehe içindeyken algılanan
rak görmüştür. şey, kendisi hakkında söylenen şeye eşit
Merleau-Ponty'nin çıkış noktasını ö- tir.
zünde Hussetl'in *epolehe düşüncesi oluş Merieau-Ponty 1942 yılında yayımla
turmaktadır. Ancak ona göre amaç Hus- dığı daha ilk kitabı D11vmnıpn Yapm'nda
seri'de görüldüğü üzere Descartes 'ın kuş (La Structure de comportement) döne-
ku felsefesinin yapısı içine sıkışıp kalmak minin ruhbilimi ile fizyolojisindcki ege-
değil, cam tersine yaşananın can damarı- men anlayışların kapsamlı bir eleştirisini
961 Merleau-Ponty, Maurice
sunduktan sonra algının varolan bütün de ise C'L'Oeil et l'esprit", 1961) bede-
her şey karşısındaki önceliğini temellen- nin dünya ile olan ilişkisinin niteliğini
dirmeye çalışmıştır. Bu arada geleneksel resmetmeye çalışmıştır. Benzeri bir ça-
felsefenin algıya salt halüsinasyonlardan bayı, dil üstüne düşüncelerini Saussurecü
(varsamlardan) aynlığını tanıtlamak ama- dilbilimi görüngübilime sokarak derin-
oyla yaklaşmasının altında yatan neden- leştirdiği ve algoritmik bir dilin olanaklı
leri sorgulayarak, kuşkuculuktan kurtul- lığını savunduğu çeşitli yazılarının top-
mak adına algıya yaklaşılmış olmasının, landığı Göstergelerde de (Signes, 1960)
algının edimsel anlamıyla araştırılmayışı görmek olanaklıdır. Merleau-Ponty'e gö-
nın başlıca nedeni olduğunu ileri sür- re bir yanda bilim öbür yanda aşırı soyut
müştür. Algı görüngüsüne geleneksel püşünme alışkanlığı, felsefenin her nes-
yaklaşımın ne denli yetersiz olduğuna neyi, her kişiyi, düşünülebilecek her gö-
kanıt olarak da "yalnızca yeni bir algı a- rüngüyü bir veriler toplamı olarak dü-
dına bir önceki algıdan kuşku duyma" şünmeye başlamasına yol açmıştır. Felse-
alışkanlığını ya da gerçeğini göstermiştir. fecilerin başlıca ödevinin şeylerle düşün
Bir yanılsamanın ya da varsamın kurbanı sel ilişkiye geçerken onları bilimin be-
olunduğunun bulgulanması bu anlamda timlediği gibi değil de olduktan gibi gö-
algının bütün bütün yoksayılması için rüp öyle de göstermeleri olduğuna ina-
yeter neden değildir. Merleau-Ponty tam nan Merleau-Ponty, bu bağlamda her-
bu noktada düşünüm ile düşünümün ol- günkü dolaysız deneyimlerimizde karşı
madığı yaşantıda "verili olan" arasında laştığımız yaşamdünyasına (Lebennvell) ge-
bir aynma gitmiş; bu aynm doğrudan ri dönmemiz gerektiğini savunmuştur.
doğruya Merleau-Ponty'nin sürekli eleş Çoğurıluk Merleau-Ponty'nin Saussu-
tirdiği çözürrıleme anlayışına karşı seçe- re'ün Genel Dilbilim Derskn'nde sunulu
nek olarak önerdiği "köktenci düşünüm" dil kuramını kendi görüngübilimini sağ
tasarımını doğurmuştur. Buna göre çö- larrılaş urmak amacıyla kullandığı bilinse
zümleyici düşünce yaşantıyı (deneyimi) de burada Merleau-Ponty için yapısalcı
duyumlar, özellikler ve bunlar arasındaki dilbilim ve göstergebilirn kuramlarının
ilişkiler olmak üzere önce parçalarına a- odağında bulunan iki Saussurecü ilke ö-
yırmakta, sonra da bunları kendi içinde zellikle önemlidir. Bunlardan ilki anla-
tutarlı bir bireşime ulaştıracak, yaşan ular mın dilde göstergeler arasındaki "sesçil-
dünyasının birliğini ve bütünlüğünü ye- ler" aracılığıyla oluştuğuyken, ikincisi di-
niden kuracak özel bir güç arayışına gi- lin sesçilliğinin araşunlmasıyla varolan
rişmektedir. Bu eleştiriye karşın Merleau- kullanımların doğasının açıklanamayaca
Pnntv'nin yapıtlarının çözürrıleyici felsc- ğıdır.Nitekim Merleau-Ponty, Dünya Ya-
fi:ciler arasında öteki görüngübilimcilere Z?JI (La Prose Ju nıunde, \ 969) başlıklı
göre çok daha büyük bir okuyucu kitlesi çalışmasında, "Saussure'ün kuşkuya yer
bulmuş olması ilginçtir. bırakmayacak bir açıklıkta ... sözcüğün ya
Merleau-Ponty'e göre beden ne öz- da dilin tarihinin şu anki anlamını belir-
nedir ne de nesne; ama buna karşın bü- lemediğini" dile getirmektedir. Merleau-
ı ün bilme etkinliklerimizi derinden etki- Ponty'nin bir göstergebilimci olarak ya-
leyen anlaması son derece güç bir varo- pısalcı dilbilimde bulduğu, hiç kuşkusuz
luş kipidir. Hemen bütün yazılarında be- öznenin dünya ile yaşadığı deneyim üs-
denin dünya ile girdiği ilişki açılırrılarını tüne yapılan önemli vurgudur. Bu bağ
araştıran Merleau-Ponty, bu araştırmaları lamda Descartes'ın "Cogito"sunu "dün-
boyunca deneysel koşullar altında özerk yaya ait iken kendime de aidim" biçi-
bilgi istemiyle yola koyulan bilimsel ve minde dönüştüren Merleau-Ponty, dün-
felsefi düşüncelere karşı çıkmıştır. Daha yayı bir bilgi nesnesi olarak kurma uğraşı
geç tarihli bir yazısı olan "Göz ile Tin'' içinde olan her türden çabanın, bedenin
nıeson, nıesotes 962
dünyaya katılışını kavrama çabası önün- "orta karar davranma"nın, aşırıya kaç-
de ancak ikincil değerde bir felsefe ola- mamanın, erdeme (!'arefe) giden yolda
cıık görülmesi gerektiğini savunmuştur. "zorunlu" bir uğrak olduğunu öne sür-
Nitekim Merleau-Ponty başyapıtı sayılan müştür: Erdemli kişi aşırılık ile eksiklik-
A/gtmn Gô"riingiibi/imi (Phenomenologie ten kaçınır; iki ucun ortasını, kendisine
de la perception, 1945) başlıklı kitabında göre "orta olan"ı arar ve bulur. Erdem,
geliştirdiği özgün düşüncelerle seçkin bir "ona"yı erek edinir (Nikomakhor'n Etik,
beden felsefecisi olarak değerlendirilir l 106a-1109b).
olmuştur. Merleau-Ponty'nin büyük bir
felsefe dayanışması içinde olduğu Sartre Meşşıiiyyun Yunan felsefesinde Peri-
ile ilişkileri, Sovyetler Birliği'ni ve yurt- patosçular olarak bilinen "Gezimciler"in
taşlarına yönelik uygulamalannı kayıtsız Arapça'daki karşılığı olan bu sözcük, İs
şartsız savunmasıyla kopma noktasına lam felsefesinde de Aristotelesçi akımı
gelmiştir. Buna karşın ölümüne dek Marx- temsil eden filozofları nitelemek için kul-
çılığını sürdürmekle birlikte, Sovyet Ko- lanılmıştır. Bunlar arasında en önemlileri
münist Partisi'ne yönelik eleştirilerde bu- Kindi, Farabi, İbn Sina, İbn Bacce ve
lunmaktan da geri kalmamıştır. İbn Rüşd'dür. Meşşailer aynı zamanda
Merleau-Ponty'nin başlıca diğer ya- İslam dünyasında Jetasift olarak adlandı
pıtları şurılardır: Marxçı bir gözle yazıl rılan Yunan felsefesi çizgisindeki fılozof
mış Humattisme et temur (İnsancılık ve ların ilk örnekleridir.
Şiddet, 1947); yazın ile resim üzerine ya- İslam felsefesindeki Aristotelesçilik
zılarını da içeren bir ilk yazılar toplamı genel hatlarıyla Aristoteles'in öğretisine
olan S ens et non-senr (Anlam ile Anlam- sadık kalmışsa da ait olduğu dizgeye u-
sızlık, 1948); Marxçılık üzerine bir yazı yum sağlamak bakımından yer yer deği
lar toplamı olan Ler Aventurer de la diakc- şiklikler göstermiştir. Bu değişikliklerde
tique (Diyalektiğin Serüvenleri, l 955) ve Yeni Platonculann etkisi de oldukça faz-
Merleau-Ponty'nin kendi görüngübilimi- ladır. Eski Yunan felsefesi İslam dünya-
nin ana izleklerini yeniden ele aldığı ta- sına büyük ölçüde Yeni Platoncular'ın
mamlanmamış kitabı Le Viribk et l~nviri yapıtlarıyla aktarıldığından Meşşailerin
bk (Görünen ile Görünmeyen, 1964). felsefelerinde de Platon ve Aristoteles 'in
görüngübilim; beden. Yeni Platoncu yorumu ağırlık kazanmış
tır. Bu dönemde başta Aristoteles'in ve
meson, mesotes (Yun.) İlkçağ Yunan Plotinos gibi Yeni Platoncuların -ço-
felsefesinde, özellikle de Aristoteles'te, ğunlukla Aristoteles 'in zannedilen- ya-
"orta (karar) olma", ne fazla ne de eksik pıtları olmak üzere pek çok Yunanca
olma anlamında kullanılan terim: "aşırı metin bu filozofların katkılarıyla Arapça'
lık ile eksikliğin ortası". ya çevrilmiştir. Aristoteles'in özgün ku-
Pythagorasçılar varolan şeylere iki uç ramını bağlılıkla izleyen tek fılozof ise o-
ya da karşıtlıklar (*enantia) acıısındaki nu kaynağına inerek inceleyen İbn Rüşd
dengede olma durumu (*ironofllİtı) açısın olmuştur. İbn Rüşd bu tavrıyla Batı'da
dan yaklaşıp "kötü"yü sınırsızın (!'apei- da Averroes adıyla "Yorumcu" olarak
ron), "iyi"yi ise sınırlının (*pera.r) özelliği tanınmış;onun etkisiyle XIIJ. yüzyıl son-
sayıyorlardı. Her ne kadar bugünkü a- larında Hıristiyan dünyasında yayılan A-
dıyla orta yol öğretisi (*altın orta) kıvamını ristotelesçi düşünce akımına da "İbn
Aristoteles'te bulmuşsa da "orta" düşün Rüşdcülük" denmiştir.
cesini ahlak felsefesine ilk taşıyan Platon Aristotelesçiliğin etkisiyle Arapça'da
olmuştur (Phikbor, 23c-26d). Aristotelcs ·"varolan" arılamına gelen viictid teriminin
en başından itibaren duygulanımlar (*pat- Tann'yı da içine alıp almayacağı tartışıl
hor) ve eylemlerle (Jırakseis) ilgili olarak maya başlanmış; bu tartışma sonunda
963 metafizik (fızikötesi)
"mevcı'.id olanlar" arasında Aristoteles sefece düşünmenin akışı, bazı felsefe ta-
felsefesindeki varlık kategorilerine (Ar. rihçilerinin iddia ettiği gibi durmayıp, iki
maknlal) dayanarak bir sıradüzen kurul- ayrı oluktan devam etmiştir: bunlardan
muş; özellikle Meşşfiller tarafından geliş biri tasavvuf, diğeri ise kelamdır. Aris-
tirilen bu düşünce dizgesine İslam felse- totelesçilik de bu kollar içinde yer alan
fesi tarihinde "vüctidiyye" felsefesi den- düşünürlerin en çok karşıtlık kurduğu
miştir. Bu İslam metafiziğine gfüe viicfid- düşünce akımı olarak İslam felsefesinde
iil-111111/ak olarak adlandırılan Tanrı bütün etkisini sürdürmüştür. Tasavvufta *İşra
varolanların yaratıcısı ve en yücesi olarak kiyye akımının kurucusu Sühreverdi ile
dizgenin en üstünde yer alır. Meşşailer'in kelamda İbn Teymiyye bu konuda akla
varlıkbilgisi alanında Yeni Platoncu Plo- ilk gelen örneklerdir. Ayrıca bkz. Aristo-
tinos'un mdlır (*türüm) kuramıyla des- telesçilik; Farabi; Gazfilt; İbn Rüş<I;
tekledikleri bu dizgenin tasavvuf öğreti İbn Sina; Kindi; kelam; tasavvuf; vü-
sinin *vahdet-i viklıd ("varlığın birliği') an- cüd(iyye).
layışında da önemli etkileri olmuştur. Sii-
dlır kuramı evrende sürekli bir oluşa, ger- meta-anlatı bkz. üstanlatı.
çekleşmeye karşılık gelir. İslam fdsefesi-
nin varlık tasarımında varlığın kaynağı meta-etik bkz. üstetik.
olarak Tanrı görüldüğünden, bu kurama
göre varlıklar yukarıdan aşağıya doğru meta-felsefe bkz. üstfelsefe.
aşama aşama Tanrı'dan türemekte, mdlır
etmektedirler. Siidlır kuramını da içine a- meta-mantık bkz. üstmantık.
larak Farabi'nin biri varlığı olanaklı olan
"olumsal" varlıkları (*miimkirı-iil-viidid), di- meta-matematik bkz. üstmatematik.
ğeriyse varlığı zorunlu olan varlığı -yani
Tanrı'yı-niteleyen (*vadb-iil-viidid'j iki var- metabole (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
lık kategorisi olduğu yollu savıyla ta- sinde, özellikle de Aristoteles'te, en geniş
mamlanan bu yeni metafizik tasarım, "o- anlamıyla "bir durumdan bir diğerine ge-
luş"u neden-sonuç ilişkisinin doğal bir çiş" için kullanılan terim: "değişme" ya
sonucu olarak görüp Tann'run yaratım da "dönüşme". Aristoteles'te metabole te-
sürecindeki mutlak iradesini yadsıması rimi, "değişme" töz düzeyinde gerçek-
nedeniyle özellikle kelamcılar tarafından leştiğinde yerini genesile (oluş); nitelik
reddedilmiştir. Razi ve Biruni gibi düşü (poion), nicelik (posorı) ve yer/uzam (pou)
nürler de kendi doğa felsefelerinde Yeni kategorilerinden birinde gerçekleştiğinde
Platoncu etkilerden uzak kalıp doğruJ,uı iı;c kiııcıiı'c (devinim) bırakır (Fizik V,
Platon'a yönelerek Meşşfillerin dayandığı 224a-225b).
Aristotelesçi doğa felsefesine karşı çık
mışlardır. metafizik (füikötesi) ~ng. metapl?Jsics;
Eski Yunan felsefesinin bilgikuramın Fr. metaphysique; Alm. metapftysik; es. t.
dan ve metafiziğinden yola çıkan Meş ma-ba'd-et-tabtiyye] En genel anlamda bü-
şaiyyı'.\n, İslam düşüncesini sadece vahye tün bir varoluş gerçekliğinin doğasını
dayalı olmaktan çıkarıp ondan bağımsız her yönüyle açıklığa kavuşturmaya çalı
ussal bir zemin üzerine oturtmuş; ancak şan fdsefe dalı. Yerleşik felsefe dilindeki
kimi noktalarda İslam'ın temel inançla- daha özel anlamlarıyla, ensen anlamdaki
rına ters düştüğü gerekçesiyle özellikle gerçeklik ile varlığın neliğini ya da özünü
Gazili tarafından ağır biçimde eleştirile araştıran; evreni yöneten görünürdeki il-
rek İbn Rlişd'ün ölümünden (l l 98) kısa kelerin gerisinde yatan değişmez ilkeleri,
bir süre sonra etkinliğini yitirmiştir. Ne yasaları, kesinlikleri soruşturan; şeylerin,
ki, İbn Rüşd'den socıra da İslam'da fel- nesnelerin, kendiliklerin varlıksal özlerini
metafizik (fızikötesi) 964
bağlı olduğu yasaları araştırdığını, meta- değer ilk metafizik dizgeleri olarak göze
fiziğin ya da çıkarımsal ruhbiliminse bu çarparlarken, XVII. yüzyılda Descartes,
iki inceleme alanında yapılan çalışmalar Spinoza, Lcibniz, Malebranche tarafın
dan hareketle belli birtakım vargılar çı dan temellendirilmiş usçu metafiziklerin
kardığını öne sürmektedir. Metafiziğin ikinci önemli metafizik dizgeler kuşağını
bu indirgemeci yaklaşımla ruhbilim ola- oluşturduğu görülmektedir. Kant meta-
rak anlaşılmasının kökeninde, kuşkusuz fızik soruların ilkece yanıtlanmalannın
Descartes'ın metafiziğin kalkış noktasını olanaklı olmadığım açıklıkla tanıtlayarak,
bütünüyle "ben" olarak temellendirmesi, metafiziğin gerçek araştırma konusunun
bir başka deyişle "metafizikte ortaya ko- ancak insan düşüncesinin dünyayla iliş
nan bütün düşünceler öznel ya da zihin- kisinin sınırlarının açıklanması olabilece-
sel görüngülere dayalıdırlar" türünden ğini ileri sürmüştür. Nitekim Kant önce-
son derece büyük tartışmalara yol açmış si metafizik genellikle /emgHı:u meta.ftzjk
bir varsayım yatmaktadır. Descartesçı fel- diye anılırken, buna karşı Kant sonrası
sefenin bu öznel metafizik anlayışına kar- yapılan metafizik araştırmaların hemen
şın, felsefe tarihinde gerek Aristoteles'in bütünü beti111/~iti metafizik diye adlandı
izleyicilerince gerekse onun yetkesini ta- rılmaktadır. XVIII. yüzyılda Kant'ın "e-
nımayanlarca metafizik en başından beri leştirel felsefesi"yle metafizik araştırma
çok daha geniş bir kapsam içinde, hem nın özünde meydana getirdiği kırılmanın
öznel hem nesnel gerçekliği bütün yön- hemen ardından, Alman İdealizmini göv-
leriyle kavrama savında olan temel bir delendirmek amacıyla Fichte, Schelling
bilim olarak anlaşılmıştır. Bu açıdan ba- ve Hegel'in kurduklan metafizik dizgeler
kıldığında, bütün metafizik arılayışlarda gelmektedir. Öte yanda XIX. yüzyılın
üç kavrama yönelik olarak sunulan felse- ortalarına gelinmesiyle bir yanda yaşam
fece temellendirmelerin, ortaya konan felsefesi anlayışının yükselen değer ola-
metafizik yaklaşımın özniteliğini kavra- rak felsefede ışıldaması, öbür yanda her
mak bakımından son derece belirleyici türden metafizik savın geçerliliğini yad-
bir önemi vardır: "Varlık", "Töz", ''Ne- sıyan olguculuğun giderek daha bir ege-
den". Nitekim bu kavramların her biri men konuma gelmesiyle birlikte metafi-
başlı başına büyük metafizik araştıtmala zik dizgenin varlığına duyulan inanç bü-
nn konusu olduklarından, çoğu yerde yük bir sarsıntı geçirmiş; hem metafizi-
"varlık metafiziği", "töz metafiziği", "ne- ğin kendisi hem de metafizik dizge tasa-
den metafiziği" başlıklarıyla bölümlene- rımı sorun haline gelmiştir. Nitekim XX.
rek ele alınmaktadırlar. yüzyıla girilmesiyle "Varoluşçuluk", "Dil-
Metafizik denince öncelikle düşü ci Felsefe", "Görüngübilim", "Yapısal
nülmesi gereken konuların başında fel- alık", "Post-yapısalalık'', "Postmoder-
sefe tarihinde kurulmuş metafızik dizge- nizm", "Yorumbilgisi" gibi değişik fel-
leri gelmektedir. Platon'dan Kant'a geli- sefe çerçevelerinde geleneksel felsefonin
nene dek pek çok filozof hangi türden metafizik yaklaşımına karşı yürütülen
varlıklann varolduğunu belirlemek ama- temel eleştiriler sonucu metafizik düşün
ayla çeşitli metafizik sorunların çözü- cenin kendisiyle birlikte metafizik dizge
müne yönelik olarak son derece değişik kurma tasarısı da bütün bütün ortadan
soruşturmalarda bulunarak, alabildiğine kalkmaya yüz tutmuştur.
değişik metafizik dizgeleri kurup olanca Bir bütün olarak gerçekliğin doğasıyla
değişik metafızik uslamlamalarda bulun- ilgilenen metafizik araştırmaların çok bü-
muşlardır. Nitekim "Kuşkuculuk", "Pla- yük bir bölümünün felsefe tarihi bo-
tonculuk", "Aristotelesçilik'', "Epikuros- yunca üç ana gerçeklik tasarımı doğrul
çuluk", "Stoaalık" ve ''Yeni Platoncu- tusunda, dolayısıyla da üç ana metafizik
luk" klasik felsefe döneminin en dikkate düşünme kipi çevresinde kümelendikleri
metafizik (fızikötesi) 968
teki insanlarla, kurumlarla, yasalarla, ge- nbilim", evrenin kökeni ile enson an-
lenek ve göreneklerle ilişkisi; insanbili- lamdaki ilkelerini araştıran "evrenbilgisi"
minkini insanın kökeniyle değişik insan olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Buna
ırkları arasındaki ilişkiler; dilbiliminkiniy- karşı, maddesel olmayan kavramlar yani
se insanların aralarında kullandık.lan ya- maddeyi gerektirmeyen genel tasarımlar
zılı ve sözlü dil kullanımları uyannca in- üzerine yoğunlaşan metafizik araştırma
sanın dil ile ilişkisi oluşturmaktadır. Bu lar "genel metafizik" ya da varlığın bilimi
anlamda nasıl ki fizik varlığı fiziksel ö- olarak "varlıkbilgisi" başlığıyla adlandı
zelliklerden yola koyularak, öte yanda rılmaktadır. Metafizik, hem özgül hem
matematikse varlığın niceliksel özellikle- de genel metafiziği kapsamına alacak bi-
rine odaklanarak araştırıyorsa, metafizik çimde maddesel olmayan varlığın bilimi-
de kendisini varlığın hiçbir özelliğiyle ya dir diye tanımlandığında açıkça görüldü-
da yönüyle sınırlamaksızın olduğu gibi ğü üzere bir önceki tanımda verilen var-
bütün yönleriyle varlığı varlık olarak a- lık olarak varlığı araştıran bilim taruıruyla
raştırmaktadır. Metafiziğin maddesel nes- örtüşmektedir.
nesi tüm bir varlık olduğu için, metafi- (ıii) Meta.ftzjk en Sf!YUI kavramlann bilimidir.
zikçi hem olan hem de olabilecek olan Bu üçüncü metafizik tanımı, metafiziğin
her şeyle ilgilenmektedir. Yine bu bağ insan düşüncesinin en üst düz.ey soyut-
lamda metafiziğin biçimsel araştırma nes- lama alanı olduğuna dikkat çekmektedir.
nesini de varlık oluşturduğundan, meta- Kuşkusuz fizik ile matematik gibi bilim-
fiziğin bakış açısı bütün öteki bilimlerin ler de çeşitli soyutlamalarda bulunurlar,
bakış açılarından bütünüyle ayrıdır. Bu- ancak metafiziğin soyutlamaları hem kap-
mınla birlikte, metafizik bütün bir ger- sam olarak onlardan çok daha geniştirler
çekliği araştırır düşüncesi temelinde, me- hem de çok daha derin bir kavrayışın ü-
tafiziğin tek tek bilimlerin bakış açıları rünüdürler. Nitekim bu durum metafizik
nın toplamı olarak da algılanr.ıaması ge- soyutlamaların çoğu insanın ortakgörüye
rekir, çünkü metafiziğin tümel bakış açısı dayalı kavrayışına aykırı kaçıp çoğunlukla
bilimlerin tikel bakış açılarının toplamı uçuk kaçık deli saçmaları olarak görül-
nın çok ötesindedir. mesinin de başlıca nedenidir. Metafizik,
(ıl) Meta.ftzjk maddesel olmf!Yan varlığın bi- varlığı en iyi biçimde kavramak amaoyla,
5ımdir. Meta fiziğin bu ikinci tanımı bağ doğa bilimlerinin tersine, her durumda
lamında Aristoteles, "İlk .bilim olarak me- maddesel varlığa yönelik nicelik ya da
tafizik hem maddeden ayn hem de de- nitelik bildiren soyutlamalarla yetinme-
vinmeyen şeylerle ilgilenendir'' diye yaz- diğinden, maddesel gerçekliği bulunma-
maktadır (Mttaftzjk, VI, 1026a, 16). Öte yan varlığa yönelişinde "töz", "varlık",
yanda Thomas Aquinas, Aristoteles'ın "tümel" gibi kendi soyutlamalarını ya-
verdiği tanıma şöyle bir bölümlemeyle a- ratma gereği duymaktadır. Bütün bu me-
çıklık getirmektedir: Maddesel olmayan tafızik soyutlamalar da açıkça yalnızca
varlıklar (.guoad esse), yani maddesel var- varlığı, onun en temel belirlenimlerini a-
lığı olmayan "Tarırı" ya da "tin" gibi var- çıklığa kavuşturmak için tasarlanıruşlar
lıklar; maddesel olmayan kavramlar (quo- dır. Ancak sanıldığının tersine soyutlama
ad ronceptum), yani anlaşılmalan için mad- düzeyinin son derece yüksek olması, me-
denin varlığına gerek olmayan "töz", tafiziği gerçekdışı ya da yaşamdan kopuk
"neden", "nitelik" gibi kavramlar. Mad- bir araştırma kılmayıp, bütün bilimlerin
desel olmayan varlıklara yönelen metafi- arasındaki en gerçek, yaşamla en yakın
zik genellikle "özgül metafizik" diye ad- dan ilgili araştırma alanı kılmaktadır. Bu-
landırılır; kendi içindeyse insan ruhunu nun en temel kanıtı metafıziğin gerek tek
araştıran "ussal ruhbilim'', Tanrı'run var- tek bilimlerin yaptığı genellemelerden
lığı ile yüklemlerini araştıran "ussal t.an- gerekse gündelik dilin içerdiği soyutla-
971 metafizik (fızikötesi)
malardan sıyrılarak, başta bilimler olmak tafızik başhğı altında ele alınmakla bir-
üzere bütün her şeyin kaynağı ile köke- likte, kimileyin bu konuların özgül meta-
ninde yatan varhğı varhk olarak düşüne fizikte de incelendikleri görülmektedir.
bilmenin önünü açmak adına üst düzey (v) Metaftzjk ille ilkelerin bilimidir. Metafi-
soyutlamalara başvunnasıyla anlatılabilir. ziğin bu tanımı da yine ilk olarak Aristo-
(iv) Metafizik m liiflltl kAvr""'lamı bilİf!IİJir. teles tarafından veri.imiş olmakla birlikte,
Metafiziğin bu dördüncü tanımı açıklıkla pek çok metafizikçi arasında da yaygın
bir önceki tanımından çıkarsanabilir ni- bir biçimde benimsendiği görülmektedir.
telikte bir tanımdır. Çok iyi bilinen bir Aristoteles, tek tek bütün bilimlerin şey
mantık yasasına göre, bir kavramın ya da lerin ilkeleri ile nedenlerini araştırdığını,
terimin kapsam alanı çoğaldıkça sundu- buna karşı metafiziğin ise bütün ilkelerin
ğu kavrayış da çoğalmaktadır. Dolayısıy gerisindeki ilk ilkeleri, bütün nedenlerin
la, en soyut kavramlarla uğraşan bir bi- kaynağındaki ana nedenleri araştırdığını
limin bu yüzden en tümel kavramların düşünmektedir. Buna göre, neden ile il-
bilimi olmasından daha doğal bir şey o- ke kavramlarını olduğu denli, "maddesel
lamaz. Metafizikte en soyut kavram var- neden", "biçimsel neden", "etkin ne-
hk olmakla birlikte, çoğunluk varhğın en den", "sonu! neden" gibi değişik türden
temel belirlenimleri olarak her varhkla nedenler üzerine düşünmek de metafızi
birlikte olduğu düşünülen (örneğin, var- ğin en önemli ödevleri arasındadır. Öte
hk birdir, iyidir, doğrudur tümcelerinde yanda, bilginin metafizik düzeyine geçil-
olduğu gibi) "aşkınhk", bütünlük", "bir- diğindeyse, değişmez bilgi ilkelerinin bil-
lik", "doğruluk", "iyilik'', "güzellik" kav- gisini araştırmak, ortaya atılan "özdeşlik"
raınlan da en az varhk kavramının ken- ile "çelişmezlik" gibi kimi ilkelerin geçer-
disi denli geniş bir tümdliğe konudurlar. liliklerini soruşturmak en başta gelen ko-
Bu tümel kavramlardan daha sonra ge- nular arasındadır. Bütün bu metafizik ta-
len, çoğunluk mptrme genem diye adlandı nımları ilkece Aristoteles felsefesinin ü-
rılan "töz", "ilinek", "'öz", "varolu~", rünleri olmakla birlikte, Descartes ile
"olanaklılık", "olanaksızhk", "asalhk", başlayan modem felsefede pek çok ko-
"olasılık" gibi kavramlar da yine oldukça nuda olduğu gibi metafizik araştırmanın
yüksek bir tümellik düzeyi içermekte- da köklü bir değişim geçirmesi söz ko-
dirler. Bütün bu kavramların, metafizik nusudur. Nitekim Aristotelesçi metafizik
düşünme sürecinde filozofların kendi tasarımında, enson anlamda gerçekliğin
metafizik tasanmlan uyarınca değişik çö- bilimi olarak metafiziğin gerçekliğin de-
zümlemelere dayah olarak temellendiril- neyime sunulduğu biçimiyle mi yoksa
dikleri görülmektedir, Dolayısıyla varlı deneyden bağımsız olduğu biçimiyle mi
ğın beliı:lenimlerinden ne anlaşılması ge- araştırılacağı gibi bir sorunun varhğından
rektiği sorusuna verilen yanıt, çoğu du- söz edilemez. Ortaçağ skolastik felsefe-
rumda metafizikten ne anlaşılması ge- sinde çeşitli biçimlerde, "ana mantık" ya
rektiği sorusuna da açıkhk getinnektedir. da "eleştirel mantık" ile günümüzde
Sözgdimi zaman ile uzamın varlığın en bilgikuramına karşılık gelen "uygulamalı
tümel bağlanımları olarak varsayıldığı bir mantık" ayrımı bağlamında ilk kez dil-
metafizik çerçeve, zaman ile uzamın hiç- lendirilmiş olmakla birlikte, bu soru da-
bir biçimde varhğın belirlenimi olamaya- ha çok modem metafizik anlayışında
cağının düşünüldüğü bir metafizik çer- çok temel bir sorun konumuna gelmiştir.
çeveden açıkça son derece farklı metafi- Ne var ki XX. yüzyıla girilmesiyle bir-
zik öncüller üzerine kurulmuştur. Meta- likte, özellikle çözümleyici felsefe çevre-
fiziğin en tümel kavramlannın neler ol- lerinde, söz konusu bilgikuramsal sorun
duğu, bunlardan tam anlamıyla nelerin büyük bir yanhş anlamayla metafiziğe
anlaşılması gerektiği çoğunluk genel me- yiiklenir olmuş; bu durum da felsefenin
metafizik (fızikötesi) 972
iki ana dalının, metafızik ile bilgikuraını nmla bu görüngülere dayalı sonuçlar or-
nın birbirine kanşunlması gibi, felsefi a- taya koyma; (iiı) nesnel a postmori yöntenr.
raştırmanın güvenilirliği bakımından son aynı öznel a posterion' yöntemin içgözle-
derece sakıncalı bir sonuç doğurmuştur. me dayalı olgular üzerinden sonuçlar or-
"Eskiçağ Yunan Metafiziği" ile "Sko- taya koyması gibi deneysel olguların ken-
lastik Metafizik" başta olmak üzere kla- dileri üzerinden sonuçlar ortaya koyma.
sik metafiziğe karşı en çok yöneltilen e- Bu yöntemlerden ikincisi, düşünme sü-
leştirilerden birisi, izlediği yöntemin bü- reçlerimize yoğunlaşarak bütün felsefeyi
tünüyle usdışı ya da bilimdışı bir nitelik "Düşünüyorum, demek ki varun" öner-
sergiliyor olmasıdır. Metafizik doğası ge- mesi uyarınca sağlam temeller üstüne o-
reği apriori yani önsel bilginin yolundan turtmayı amaçlayan Descartes ile izleyi-
yürüdüğünden, genellikle doğanın araşu cilerince etkinlikle kullanılmıştır. Söz ko-
nlmasında etkinlikle kullanılan a posterion' nusu yöntem, ruhbilirnsel temelleri gü-
yani deneysel yöntemi kendi soruştur vensiz bularak metafiziği "koşulsuz buy-
malarında kullanmaktan özenle kaçın ruk" uyarınca, yani "Yapmak zorunda-
maktadır. Nitekim bu bağlamda metafi- yım, demek ki özgürüm" önermesiyle bü-
ziğe yöneltilen eleştirilerin en önemlile- tünüyle ahlaksal temeller üstüne oturtma-
rinden biri Bacon tarafından ünlü "ö- ya çalışan Kant ile izleyicilerinin de baş
rümcekler ile arılar eğretilemesi"yle dile vurduklan bir yöntemdir. Üçüncü yön-
getirilmiştir. Bacon'a göre, aynı örümce- tem, Aristotelesçi kavramları, özleri, töz-
ğin kendi gövdesinden ağını örmesi gibi leri, nedenleri bütünüyle yadsıyarak, bun-
metafizikçi de metafizik yapısını çevre- ların yerine güç, kütle, ağırlık gibi bütü-
sindeki dünyadan hiçbir veri toplamak- nüyle deneysel kavramları kullanan de-
sızın, doğadaki hiçbir kaynağa başvur neyci felsefecilerC:e kullanılan bir metafi-
madan salt- kendi zihninin içeriklerinden zik yöntemidir. Bu yöntemin uygulayıa
oluşturmakta, kendi zihnindekileri kılı lan, her bilimin kendi özel doğasına öz-
kırk yaran bir özenle işleyerek metafizik gü kavramlarını bir deneysel-eleştirel me-
ilkeleri durumuna getirmektedir; üstelik tafizik dizgesi içinde toplama arayışıyla
çiçeklerden topladığı özleri kendi vücu- metafizik yapmaktadırlar. İkinci ile ü-
dunda işleyip bala dönüştüren anlar gibi çüncü yöntemler karşısında, bütünüyle
çiçeklere yani dış dünyaya da başvuruyor sözcüğün gündelik dildeki kullanımıyla
değildir. Yeniçağ bilim anlayışının genel "bilirndışı" olmakla suçlanan birinci yön-
metafizik eleştirisini oldukça iyi yansıtı temin izleyicileri arasında, gerçek felsefe
yor olmakla birlikte, Bacon'ın eğretile bilgisinin kaynağının dünyada ya da çev-
mesi metafıziğe ilişkin çok önemli bir remizde olmayıp kesinlikle bizim üstü-
yarıiış anlama üstüne kuruludur. Bacon' müzde bulunduğunu düşünen başta Pla-
ın eleştirisi metafiziğin salt tek bir yön- ton olmak üzere klasik fılozofların he-
temle gerçekleştirilen bir bilme etlı:i.ıiliği men bütünü bulunmaktadır. Nitekim bu
olduğunu varsayar; oysa ki metafiziğin yöntemle düşünen filozoflara göre, me-
değişik bağlamlarda kullandığı üç ayrı tafiziğin başlıca amacı tümellerin bilgisi-
düşünme yöntemi bulunduğunun alu ö- ne ulaşmakur; bu bilgi ise deneye gi-
zellikle çizilmelidir: (i) aprioriyöntem: bir- dilerek değil ancak düneyüstü yüksek bir
takım kendinden açık koyutlardan, ilk- doğruluk düzeni ile bu düzenin saluk
savlardan, kanıtsavlardan ya da doğru ta- metafizik ilkelerinin düşünsel sezgisine
nımlardan tümdengelim yoluyla bu var- dayanarak elde edilebilir.
sayımlarda içcrimlenen sonuçlan çıka Modem Felsefe'de pek çok düşünce
rımla ortaya koyma; (ıi) ÖZJ1el a posteri6n' okulunca yürürlüğe konan, bütün öğele
yiintenr. birtakım bilinç görüngülerini in- riyle birlikte klasik metafizik anlayışın
celeyerek deneysel yolla, yani tümeva- çürütülerek yadsınması amacı, hiç kuş-
973 metafizik (fızikötesi)
görece yeni anlayışların başındaysa hiç likte "*ruh göçü" anlamında kullanılmaya
kuşkusuz "manukçı olguculuk" gelmek- başlanan terim. "Ruhun ölümsüzlüğü"
tedir. Bütün bilgilerin deneye açık olgu- ve "yeniden doğuş" öğretileriyle içiçe
lar ile yine deneye açık olgulararası iliş düşünülmesi gereken bu terim, ayrıca
kiler üzerine olduğiınu ileri süren man- Doğu felsefesinde, özellikle de gelenek-
ukçı olguculuk, bu bilgikuramsal gerçeğe sel Hint felsefesi ile Buddhacılık'ta,
karşı felsefe yapmanın, yani deneyin ala- *sa111sara öğretisinin önemli bir öğesine
nının dışına çıkarak klasik metafiziğin karşılık gelir. Ayrıca bkz. palingenesis.
kurgusal düşünme kipiyle bilgiyi araşur
manın saçma bir uğraş olduğunu bildir- metheksis (Yun.) Sözcük anlamı "pay
mektedir. Metafiziğin saçmalığını en iyi alma", "bir etkinlikte payı bulunma'',
biçimde tarutlandığıru düşündükleri Witt- "kaulma" olan bu terim, Platon tarafın
genstein'ın Traçfat11s Logiaı-Philosophiauad dan tek tek algılanan değişen nesneler ile
lı kitabını kendi konumlarının adeta fel- düşünceyle kavranabilen değişmez idea-
sefe anayasası olarak benimseyen man- lar arasındaki ilişkiyi betimlemek için
tıkçı olgucular, Hume'un açıkça metafi- kullanılmışur.
ziğe öldürücü son darbeyi vurduğu dü- Bir başka deyişle, Platon'un "duyıılur
şünülen ünlü tümcesini de kendi felsefe dünya"sı ile "düşünülür dünya"sı arasın
anlayışlarına temel ilke yapmışlardır: "De- da köprü işlevi gören metheksis, formlar
neyimin dışına çıkmak olanaksızdır." ile bu formlardan pay alan, böylelikle
Açıkça görüldüğü gibi, modern fel- aynı zamanda onlara kaulmış da olan ti-
sefe bağlamında metafiziğin olanaksızlı keli er arasındaki ilişkiyi niteler (Phllido11,
ğının gösterilerek çürütülmesi düşüncesi 100d; Pıırmenides, 130c-131a). Aristoteles
başlı başına bir felsefe sorununa dönüş metheksis ile diğer bir Platoncu terim olan
müştür. Ancak bu bağlamda verilen pek *mimesis (taklit; öykünme) arasında, söy-
çok çözümlemenin bilgikuramsal temel- leyiş farkı dışında, herhangi bir ayrım
ler üzerinden gidilerek yapılmış olması, bulunmadığını, her ikisinin de Platon'un
dolayısıyla metafiziğin bilgikuramına in- felsefesinde aynı işlevi gördüğünü ileri
dirgenerek çürütülmeye çalışılması, me- sürmüştür (Metafizik, 987b).
tafiziğin Eski Yunan'daki özünün, sözün Yeni Platoncu düşünürlerden Ploti-
özü metafizik bağlarurnlann insan yaşa nos başka eğretilemeler kullanmayı yeğ
mındaki yerinin yeterince iyi algılanma lerken, Proklos'un felsefe dizgesinde
dığını göstermesi bakımından olduğu ka- metheksis önemli bir yer tutar. Proklos
dar, modem felsefenin pek çok şeyden Tllnnbili11tin Öğe/m•nde bu terimin meta-
vazgeçmek pahasına ne denli bilgi ağır fi:rik içermelerini derinlemesine taruşır.
lıklı bir felsefe tutumu sergilediğini gör-
mek bakımından da oldukça öğretici bir methodos (Yun.) İlkçağ Yunan felsefe-
değer taşımaktadır. Aynca bkz. felsefe; sinde, özellikle de Aristoteles'te, "sorup
varlıkbilgisi. soruşturma'', "irdeleme" ya da "kovuş
turma" anlamında kullanılan terim: "a-
metafizik davranışçılık bkz. davranış raştırma".
çılık.
metin ~ng. text, Fr. fe.""<te; Alm. texı] En
metafizik idealizm bkz. idealizm. genel anlamda, yapıt, belge, dilekçe, yasa,
önerge gibi çeşitli dilsel anlatım düzenle-
metafizik istenççilik bkz. istenççilik. rine göre oluşturulmuş; yerleşik dilbilgisi
kuralları uyarınca yazılmış; yazılırken belli
metempsykbosis (Yun.) İlkçağ Yunan retorik stratejiler, konu, içerik, biçem
felsefesinde, özellikle Pythagoras'la bir- gibi birtakım biçim özellikleri gözetilmiş;
975 metin
çeşitli anlarım ya da söyleme olanaklarıy nin nesnel bir içeriğinin, anlamının, an-
la kurulmuş sözcükler bütününe, basılı lamasının, dolayısıyla da nesnel bir oku-
ya da değil her türden yazı parçasına ve- masının olduğu, buna bağlı olarak da ya-
rilen ortak ad. Metinler, kimileyin tek bir zarın yazdığı metnin tek yetkesi olduğu
yazarca, kimileyin iki ya da daha çok ki- dur. Hatta geleneksel anlayışt.-ı metnin
şiden oluşan ortakyazarlarca, kimileyin yazarının Tanrı konumuna yerleştirilmesi
de belli bir yazı komisyonunca kaleme söz konusudur. Yazar-egemen bu gele-
alınırlar. Bu bağlamda yazılı bir iletişim neksel anlayışa karşı yapısalcılar, özellikle
yolu olarak metin hep önceden varsay- de post-yapısalcılar metnin yazar ile okur
dığı belli bii: okur öbeğine seslenir. Bu arasında yalınkat bir iletişim olanağı ol-
seslenişiyle, hedef okur kitlesi olarak be- duğu düşüncesine karşı çıkarak, metnin
lirlediği ya da öngördüğü okuyucularına bir kültürel dönemin söylem kodlarıyla
belli iletiler yollayarak kendilerinde çe- yazın kurumunca belirlenmiş bir biçim-
şitli etkilere yol açmaya çalışır. Yerleşik ler dizisi olduğunu savunmaktadırlar.
felsefe dilindeki kullanımıyla yazılı bir Aynca yazarın söylediklerini kayıtsız
anlamlandırma biçimi olan "metin" te- şartsız anlamaya çalışan edilgen okur ko-
rimi, genellikle belli bir bağlam içinde numunu eleştirerek, bir yandan yazarın
okura belli felsefe konularında çeşitli dü- yetkesini kökünden sarsmayı ·amaçlar-
şünceler iletmek amacıyla oluşturulmuş ken, öbür yandan okura yazar önünde
yazılı metinler için kullandır ve bu tür yitirdiği değergesini yeniden kazandır
metinler de "felsefe metni" diye adlan- maya çalışmaktadırlar. Bu çabalarıru des-
dırılırlar. teklemek amacıyla, metin bir kez yazıl
Metin terimi özellikle XX. yüzyılın dıktan, yazarının elinden çıkıp baskıya
önde gelen düşünce akımları ''post-yapı verildikten sonra, metnin yazardan ba-
salcılık", "görüngübilim" ve "yorumbil- ğımsızlığını da kazandığını belirterek, o-
gisi" çerçevelerinde savunulan temel dü- kurun metni ilkece metnin yazarından
şüncelerin etkisiyle büyük bir önem ka- daha iyi kavrama konumunda olduğunu
zanmışur. Günümüzde her metnin ken- dile getirmektedirler. Bu nedenle klasik
disini oluşturan, kendi metin olmak- okuma yordamında olduğu üzere yazarın
talığını belirleyen, kendini öteki metin- söylediklerini olduğu gibi anlamaya çalış
lerden ayıran birtakım yapı ve soy özel- mak, yazarın kafasındaki niyetleri yaka-
liklerinin toplamı olarak ele alınması ge- lamak ya da yazarın metindeki sesini
rektiği düşüncesi sıkça dile getirilmekte- bulgulamak, yazarın egemenliğine teslim
dir. Kuşkusuz bu düşüncenin alunda olmak anlamına gelen yersiz arayışlardır.
yatan, metinlerin bağımsız birer ,·arlığı XIX yiizyılda Dilıhey'ın çalışm:ıla
olan "kendilikler" olarak görülmeleridir. nyla canlanmaya başlayan, XX. yüzyıl
Buna göre her yazılı metnin sözden daysa yeni bir solukla, yepyeni bir görü-
farklı olarak yazarın yazdığı bağlamdan nümle Gadamer'in falsefea yorumbilfjsı•nde
ayn bir varlığı vardır. Geleneksel metin doruğuna ulaşan "yorumsamacı" gele-
anlayışında, belli bir iletiyi belli okurlara nek için "metin" terimi, kilit değerde bir
taşıma, iletme isteğinin doğal sonucu önemi bulunan, sürekli yeniden yorum-
olarak görülür metin. Metnin anlamaya lanması gereken bir terimdir. Özellikle
açık bir içeriği söz konusudur; bu içerik anlama ile yorumlama gibi iki temel in-
de yazarca belirlenmiştir. Yazar, metnini san etkinliği üstüne yoğunlaşan yorum-
kaleme alırken kişisel güdülenimlerini, bilgisi, bu iki etkinliği doğru bir biçimde
amaçlarını ya da niyetlerini kimileyin kavramanın ancak kapsamlı bir metin
açıkça kimileyin farkında olmadan üstü anlayışırun oluşturulmasından geçtiğini
örtük biçimde açığa vurur. Bütün bu dü- düşünmektedir. Hiç kuşkusuz yorumbil-
şüncelerde savunulan ortak görüş, met- gisinin metin üzerine getirdiği açımla-
metin 976
maların pek çoğu anlam ile anlamın ta- lamaya çalı\ffllayı savunmanın, anlama gi-
rihselliği olgusuna dayanmaktadır. Bu ol- bi çok önemli bir insan etkinliğini met-
gu üzerinden metin anlayışımızı geliş nin sınırlarına kapatmak· olacağını dü-
tirmeye yönelik olarak ortaya konmuş şünmektedir. Öte yanda ikinci öbekte
düşünceleri en genel anlamda iki öbeğe yer alan okurun niteliklerine gdince, bu
ayırarak ele almak olanaklıdır. Bunlardan konuda dile getirilen düşüncelerin çok
ilki doğrudan metnin kendisinin taşıdığı büyük bölümünün daha ilk bakışta gele-
nitelikleri ilgilendirirken, ikincisi metni neksel metin anlayışının üstüne bina
anlamak amacıyla metne yaklaşan oku- edildiği "yazar-okur ikiliği"ni çözüştür
run nitelikleriyle ilgilidir. İlk öbekte an- meyi amaçladıkları gözlenmektedir. Bu
lain varlığı olarak metne yönelik belirle- amaçla ortaya konan düşüncelerden en
melerden en önemlisi, her metnin belli önemlisi, metni yazarken yazann kafa-
bir tarihsel bağlamda yazılmış olduğu sından geçeni olduğu gibi anlamak, do-
gerçeğine parmak basan "tarihsel uzak- layısıyla da yazarın egemenliğine kayıtsız
lık" düşüncesidir. Buna göre metinler şartsız boyun eğmek yerine, kişinin ken-
geçmişte çoğunluk düşünüldüğünün ter- dini anlamasına katkıda bulunacak okur-
sine ilkece her bakımdan anlamamıza egemen bir okuma tarzı içinde metne
açık değildirler. Metnin yazıldığı dönem- yaklaşmasının gerekliliğidir. Yorumbilgi-
le aramıza giren süre metnin anlaşılma ci felsefenin metin tasarımında her me-
sını her geçen gün bizden daha bir uzak- tin, her okunduğunda kişiye kendini an-
laştırmaktadır. Bu b-ağlamda Aristoteles' laması bağlamında değişik olanaklar su-
in Metaft'ik adlı kitabının tarihin bütün nan, yeni katkılarda bulunan, özetle ken-
dönemleri için aynı anlaşılma değergesini disine hiç bakmadığı yönlerden bakma-
taşıdığı söylenemez. Farklı dönemler için sına olanak tanıyan bir anlama yaratıcılı
farklı anlama düzeylerinin söz konusu ğının beşiğidir.
olması, kişilerin anlam yetilerinin gerile- Metin sorunu bağJ.amında gerek post-
mesinden ya da körelmesinden ileri ge- yapısalcılardan
gerek yorumbilgicilerden
len bir durum olmayıp daha çok metnin daha da ötelere giden postmodernler,
yazıldığı dönemdeki anlama biçiminin metin kavramını salt yazılı metinlerle sı
bütün içeriğiyle birlikte evrilip başkalaş nırlamanın doğru olmadığını düşündük
masından kaynaklanmaktadır. Bu düşün lerinden, karşılaşılan bütün olayların, va-
cenin doğrudan bir içerimi olarak yo- rolan bütün görüngülerin okunması ge-
rumbilgici düşünürler, geleneksel felse- reken birer metin olduklarını ileri sür-
fede üstünde önemle durulan "önyargı mektedirler. Her şeyin metin yapılması,
lar"dan b~ımsız bir anlama arayışının hf"r şeye bir metin olarak yaklaşmak an
da yanlış anlamalara meydan vermeden lamına gelmektedir. Postmodernler met-
doğru anlamaya ulaşma ülküsünün de ni herhangi bir kısıtlama olmaksızın nes-
boş istekler olduğuna dikkat çekmekte- nel içeriğinden özgürleşmiş bir bütünlük
dirler. Özellikle Gadamer anlama anlayı olarak gördüklerinden, bir metnin hiçbir
şımızı baştan aşağı değiştirecek denli okumasının bir başka okuma önünde ne
aşın uç bir açıklamada bulunarak, önyar- daha iyi ne de daha doğru bir okuma
gılann anlama önünde bırakın engel o- olmadığını savunmaktadırlar. Metin üze-
luşturmayı tam tersine anlamayı olanaklı rine ortaya çıkan bu yeni düşünsel ko-
kıldıklarını belirtmektedir. Bütün anla- num en iyi anlatımını Fransız yapısö
maların eninde sonunda kişinin kendini kümcü düşünürü Derrida'nın "Her me-
anlaması demek olduğunu savunan Ga- tin başka bir metne gönderme yapar:
damer, geleneksel yaklaşımda olduğu gi- metnin dışında hiçbir şey yoktur'" sö-
bi metinleri önyargıdan uzak bir biçim- zünde bulur. Bu yeni metin anlayışıyla
de, metinde söylenenleri olduğu gibi an- oluşturulan postmodem metin, birbirin-
m metinselcilik
bir örgüsü bir anda açıklığa kavuşmakta dır. Burada açıkça ortaya konan görüş,
dır. Yani bir başka deyişle, metnin karar- metinde görünmez olanın, gizlenmiş ya
verilemezliğinin değerlendirilip çözülme- da saklanmış bulunanın ancak metnin
si, metinselliğinin kararverilemezliğinin metinselliğinde kendisini açığa vurabilir
değerlendirilip çözülmesinden geçmekte- olmasıdır. Ancak metne ilişkin ne kadar
dir. · şey kesinlenerek aydınlığa kavu;;turulursa
Bütün bu söylenenlerden çıkan en ö- kavuşturulsun, metnin kendisine yönelik
nemli sonuç, post-yapısalcılık ile yapısö belirleme ile belirginleştirme çabaların
kümcülük başta olmak üzere çoğu post- dan daha çok kaçmakta oluşu, kendi-
modem metin anlayışında metnin me- sinde gizli olanı daha da bir gizliyor o-
tinselliği denince bundan anlaşılması ge- luşu metinselliğin en ayırt edici özellikle-
rekenin kararverilemezlikten başka bir rinden biridir. Derrida'nın metnin "açık
şey olmadığıdır. Bu anlamda, "metin bir yüzü" ile "gizli yüzü" üzerinden giderek
şeydir metinselliği başka bir şeydir" var- sunduğu bu iki katlı metinsellik çözüm-
sayımı son derece yanlış bir anlayıştır. lemesini, çok büyük ölçüde Heidegger'in
Ne var ki metnin dillendirme mantığı varlığın bir yandan kendisini açığa vu-
çoğu durumda kolaylıkla izlenebilir ol- rurken öbür yandan gizliyor olduğu yol-
masına karşın, metinselliğini belirleme- lu temel varlıkbilgisi saptamasından ha-
nin hiç de öyle kolay bir yolu olmadığı reketle geliştirdiği kuşku götürmez. Ni-
açıktır. Karar verememe durumu okuyu- tekim metnin belli bir şey anlatırken,
cunun kendisinden, kafasının karışık ol- olanaklı bir dünyayı ortaya sererken, çe-
masından ya da ruhsal durumundan kay- şitli seslere, düşüncelere, ritimlere, söz
naklanan bir eksiklikle açıklanamayacak oyunlarına başvuruyor olması metni gö-
denli karmaşık bir süreçtir. Dahası met- rünür kılan açık yüzüdür. Ama öte yan-
nin göndermelerinin açık olmayışlarına da, metin kendi metinselliğini ya da me-
bağlanacak bir durum da değildir. Nite- tinsdliklerini gizlemeye de ayn bir özen
kim başta felsefe ile yazın metinleri ol- göstermektedir. Bunu yaparken de için-
mak üzere, hemen bütün metinlerin de taşıdığı anlamlar ile anlam yapılarının
dünyanın gerçekliğiyle ya da gerçekliğin üstünü örtmektedir. Derrida'nın gözün-
dünyasıyla ne türden bir ilişki içinde ol- de metinselliğin gizlenişinin başlıca ne-
duklarını açık seçik bir biçimde ortaya deni, metnin belli türden bir okuma yor-
koymadıkları bilinen bir durumdur. Bu- damıyla okunmayı istemesi, dahası belli
nun yanında pek çok metnin gerçek bir biçimde anlaşılması için duyurduğu
dünyaya rağmen, birtakım olanaklı dün- çağrının kendisidir. Dolayısıyla metinsel-
yalar tasarlayıp kurmalan, metinsellik ko- liği gizlenmiş hir metnin olağan okıım•<ı
nusu bağlamında üstünden atlanamaya- ancak yüzeydeki anlamı görme yetisi ta-
cak denli önemlidir. Ancak yine de bü- şıdığından, bu okumanın metnin gizemli,
tün bu sıralanan durumların hiçbiri de üstü örtülmüş, kararverilemez anlamla-
metnin kararverilemezliğini tek başına rını fark edip peşlerine düşmesi ya da
betimlemek için yeterli değildir. Metnin izlerini sürmesi olanaklı değildir. Aynca
kararverilemezliği, onlar aracılığıyla ken- bkz. metin; metinselcilik; yapısöküm;
disini bir metin olarak kurduğu metinsel- yorumbilgisi.
liği ya da metinselliklerinde yatmaktadır.
Derrida'nın metinsellik tasarımına "mış" felsefesi [İng. as-ifphilo.rophy, phi-
göre, metnin metinselliğinde her zaman loıopl!J of (the) a.r-if, Fr. philıı.rophie de romme-
için bir şey saklanmaktadır; metin hem ıi; Alm. philoıophie deı al.r-ob] Alman dü-
kendinde olan bir şeyin hem de ken- şünür ve felsefe tarihçisi Hans Vaihin-
dinde olmayan bir şeyin kendi metinsel- ger'in (1852-1933), Kant'ın "bulgusai/
liğinde gizlenmesine olanak tanımakta- buldurucu yapıntılar" (heuriıtic.ftı1ionı) te-
981 Milarepa
kabul edip ona Fısıluyla Aktarım Okulu' için alu şey gereklidir: 1) iman; 2) bir gu-
nun (Iib. bKa' rgy11tl pa) öğretilerini öğ mnun önderliği; 3) iyi disiplin; 4) inziva;
retti. 5) kararlı bir biçimde temrin yapmak; 6)
Marpa'dan ayrıldıktan sonra Milarepa meditasyon. Bunlardan özellikle temrin
on iki yıl boyunca bir mağarada inzivaya gerçekliğe giden yolu izlemek için zo-
çekildi. Yaşamın geçici olduğunu kavrı runludur. Gerçekliğe uslamlamayla değil
yor, bundan mutlak özgürleşmeyle, ay- temrinle varılır.
dınlanmayla kurtulmak istiyordu. Sonun- Özgürleşmeye giden yolda us bir en-
da da tam özgürlüğe erişti. Bundan son- gel oluşturabilir. Bu durumda kişi, bir
ra yaşamını dhar111ayı vaaz ederek, öğ g11mnun yol göstericiliğinde Tantracıyoga
retmeye değer gördüklerine Tantracıyo yapmalıdır. Fısıluyla Aktarım Okulu'nda
gayı öğreterek geçirdi. bunu sağlayacak temrin maha11111dradtr.
Milarepa'run felsefe görüşü Mahaya- Özgürleşmeye ya da aydınlanmaya, yani
nacı Madhyamika ile Yogacara öğretile Buddhalığa, ulaşmak için kullanılan ma-
riyle Tibet felsefesinin karışımından olu- ha11111dra yogası dört aşamada gerçekleşti
şur. Yogacara öğretisinden mutlak ola- rilir. Sonunda Buddhalık durumuna eri-
nın us olduğunu, Madhyamika öğreti şen benin istekleri hiçleşir; geriye bir tek
sinden de usun doğasının boşluğun do- şey kalır: sevecenlik.
ğası olduğunu alıp bu iki savı biraraya Aslında Milarepa'ya göre kişinin öz-
getirir. gürleşmeye, aydınlanmaya, Buddha ol-
Y ogacara öğretisi, gerçekliğin ;amsara' maya giden kendi yolunda yaşadıklan di-
yı oluşturan bireyler ile nesneler dünya- le getirilir şeyler değildir. Bunlar yalruzca
sının dışında değil de kişinin yüzeysel yaşanırlar. Aynca bkz. Tibet felsefesi;
benliğinin derinliklerinde bulunabilece- Fısıltıyla Aktarım Okulu; Madhyami-
ğini savunur. Madhyamika öğretisine gö- ka Okulu; Yogacara Okulu; bardo;
reyse gerçeklik kavramlarla yapılan be- dharmz, mahamudrz, sarnsarz, sun-
timlemelerden bağımsız, mutlak olarak yatz, yoga.
bölünmemiş bir birliktir. Hakkında hiç-
bir şey dile getirilemeyeceği için de sonu! Milet Okulu [İng. Mi/e,üın Sdıool; Fr.
gerçeklik boşluktur (m!Jafa). Milarepa Ecole de Mi/ete; Alın. Miksische Schule]
bunu sıklıkla vurgular: "Gerçeklik söz- Miletliler olarak bilinen Antik Yunan'ın
cük oyunlarının ötesindedir''. üç eski fılozofu Thales, Anaksimandros
Milarepa'ya göre gerçeklikle, onun ve Anaksimenes'in M.Ö. VI. yüzyılda
hakkında bilgi sahibi olar-.ık değil, onu Batı Anadolu'da, bugünkü İzmir'in gü-
yaşayarak temasa !(Cçilİr. Bütün bunları neyinde yer alan ve iyonya'nın en geliş
da bardo kavramıyla açıklar. Ona göre miş kentdevleti olan Milet'te kurdukları
her türlü görünüm ustadtr; bu yüzden felsefe okulu. Bu üç Miletli aynı zaman-
insanın gündelik deneyimlerinin tümünü da ilk İyonyalı filozoflardır. Bu nedenle
sa111Sara bardosu olarak adlandmr. Dolayı onların içinde yer aldığı okula, Efesli
sıyla insanın kavramsal bilgilerinin tümü Hcraklcitos'u da kapsayacak biçimde ge-
samsaraya dairdir. Bu da insanın gerçek- nişletilerek, İyonya Okulu da denmekte-
liği yaşamasında engel oluşturur. dir. Bu filozoflar hakkında en sağlam bil-
Bu durumda bilen ile bilinen ayrımı gilerimiz Aristoteles'in Metqfi~k'ine da-
yapmak doğru değildir. Gerçekliğin yu- yanmaktadtr.
karıda dile getirilen doğasının farkına va- Sokrates öncesi doğa felsefesi döne-
nlırsa bu ayrım kendiliğinden çöker. minin ilk okulu sayılan Milet Okulu'nun
Gerçekliğin bu biçimde farkındalığı ise kurucusu, aynı zamanda kendisi de Aris-
özgürleşme, aydınlanma demeye gelir. toteles'in Metqfizjk'inde "ilk filozof' ola-
Milarepa'ya göre, bu zorlu yolu yürümek rak gösterilen, M.Ö. VI. yüzyılın ilk yarı-
983 Mill,James
sında yaşadığı bilinen Thales'tir. Thales, nes'le son bulur. Ancak bu filozofların,
Yunan tarihinde "Yedi Bilge" olarak anı özellikle de Anaksimenes'in ortaya koy-
lan grubun içinden sıyrılarak görece "bi- duğu evren tasarımı, ar/ehe'si "ateş" (pyi)
limsel", felsefece düşünme tarzıyla Yu- olan bir başka İyonyalı filozof Heraklei-
nan felsefesi tarihinin -ve dolayısıyla da tos'u da oldukça etkileyecektir.
sırtını bu felsefeye dayayan Batı düşünce Felsefece düşünme açısından bakıldı
tarihinin- başlangıç noktasını oluşwr ğında bu filozoflardaki asıl önemli nitelik
muştur. Thales felsefe tarihinde çevre- soyutlama ve genelleme yetisinin ilk kez
sindeki doğa olaylannı gözlemleyerek bu düzeyde kullanılmış olmasıdır. Bu
yerleşik düşüncelerle yetinmeyip basit bağlamda söylensel gerekçelerle yetin-
varsayımlarla bunlara '.'akılcı" ve "doğal" meyerek insanın tüm bir düşünce tari-
açıklamalar getiımeye çaiışan ilk kişidir. hini oluşturmasının önünü açan "usa-
Bu bağlamda Milet Okulu filozofla- wrma" yöntemine ilk başvuranlar Milet
nııın bir ilk olarak ortaya koyduklan şey, Okulu filozoflan olmuştur. Aslında çev-
çevrelerindeki her şeyin yapıtaşı, her şe relerine bakarak depremlerin, rüzgılnn,
yin ondan türediği öncesiz sonrasız bir yağmurun, yıldınmın, taşın, toprağın na-
"ilk madde" olarak *ark.he arayışlarıdır. sıl oluştuğu gibi "yalın" sorulara cevap
Böyle bir arlehl arayışı ilk kez Milet O- aramışlardır; ama onlann her şeyin için-
kul~ fılozoflarında görülmüş; Aristoteles den çıktığı ve her şeyin içinde varlığını
onlann bu ar/ehe arayışını bir tür "maddi değişmeden sürdüren öncesiz sonrasız
neden" arayışı diye tanımlamıştır (Meta.ft- bir töz (ark.he) arayışı, bir anlamda hem
:efle, 983-985b). Bu aynı zamanda çok- fiziğin hem de metafiziğin başlangıcı ol-
tanrılı Yunan söylenbilgisine karşı tekçi muştur. Ayrıca bkz. ilkçağ felsefesi;
bir yaklaşımla çokluk içinde birlik, do- Thales; Anaksimandros; Anaksime-
ğalcı bir yaklaşımla bir "ilk ilke", evrenin nes; Herakleitos; lyonya Okulu.
düzenini belirleyen bir "doğa yasası" a-
rayışıdır. Evrenin nasıl oluştuğuna dair Mili, James (1773--1836) Felsefi kök-
yarı söylenlerden yan akılyürütmelerden tenciliğin önde gelen savunuculanndan
hareket ederek kendi evren tasanmlarını İskoçyalı fılozof. Aynı .zamanda ünlü bir
dizgeli bir biçimde dile getiren, bu yüz- iktisatçı ve tarihçi olan J ames Mill,
den Milet Evrenbilimcileri olarak da bi- Londra'da bağımsız gazeteci olarak çalı
linen bu fılozoflann arkhe'leri, felsefc;le- şırken Bentham ile tanışıp dost olmuş,
rindeki evren tasarımını da doğrudan daha sonra aralannda hukuk filozofu
belirleyen öğedir. Örneğin Thales'e göre John Austin ile iktisatçı Da\'İd Ricardo'
her şeyin kaynağı "su"dur; her şey sudan nun da bulunduğu yarara ve özgürlükçü
türemiştir ve sonunda tekrar suya dönü- "radikal felsefeciler" grubunun bir üyesi
şecektir. Bu nedenle Thales dünyayı su- olmuştur. Her ne kadar yazdıklannın ö-
yun üzerinde yüzen düz bir tabak gibi nemli bir bölümü yararcı ilkelerin eğitim,
düşünür. Onun ardılı olan Anaksiman- basın özgürlüğü, devlet gibi konulara uy-
dros'un ar/eln'si ise sonsuzluğu, sınırsız gulanması ise de Bentham'ın öğretisini
lığı wrgulayan ve algılanamaz olan baş arkasına alarak Hume ve Hartley'in bağ
Sız sonsuz *aptiron'dur. Anaksimandros' daştırmacı (çağrışımcı) ruhbilimi üzerine
un sonsuz evren tasanmında merkezde iki ciltlik AN Anafyıis of the Phet10111ma of
yer alan dünya, basık bir silindir biçi- the H11111an Mindi (İnsan Zihni Görüngü-
mindedir. Milet Okulu, ar/ehe olarak her sünün Bir Çözümlemesi, 1829) yazmış
yeri dolduran "hava"yı (aery gören, dola- tır. Mill'in yararcılıkla uyumlu bir zihin
yısıyla da havanın sıkışıp genleşmesiyle felsefesi olarak gördüğü bağdaştırmacılı
ve havada asılı duran gökcisimlerinden ğa (çağrışımcılık) göre eğitimin ödevi öğ
oluşan bir evren tasarlayan Anaksime- rencilere bireysd haz ile toplumun refa-
Mill, John Stuan 984
mime.ris'in, yani öykünmenin olduğunu i- niyordu. Ancak onlara göre sanatçı taklit
leri süren Aristoteles, sanatın doğayı tak- etmekten çok, kendi yaraucı etkinliğini
Lit etmeye çabaladığını düşünüyordu. An- hammaddesi)fo yoğurup ortaya ycpı":-ni.
cak Arist.oteles'in mimesiranlayışı, Platon' özgün bir yapıt; özerk, bağımsız bir ne'-
un "duyulur dünyadaki nesnelerin taklit ne koyayordu. Aynca. bkz. sanat felse-
edilmesi'" kavrayışından oldukça farklı fesi; estetik.
lıir amaca hizmet eder. Aristoteles'in Po-
elika'sının en temel kavramlanndan biri Minerva'nın Baykuşu [ İng. Oıı•/ ~/Mi
olan mimesi.s, yalnızca basit bir öykünme, nemı; Fr. Hiboıı
de Minenvr, Alnı. E11/e tlu-
bir nesneyi ele alıp "yeniden sunma" o- M.inen•a] lhıu
felsefesi tarihinde gelcııek
ları değildir; aynı zamanda, işin içine ger- sel ı)larak "erdem"i simgeleyen Mineı
çekleşmenin, edimselleşmenin, yani *mcr· · va'LUn Baykuşu en çok Hegcl'in H.11/uık.
geia'nın girdiği ülküselleştirici bir etkin- Felrifesı'ne yazdığı önsözünde ona dc:ğırı
liktir. mesiyle ünlenmiştir: "Felsefe k,ı r.uılığa
Platon, tiim felsefece düşünmesini ü- gömüldükçe yaşamın bir biçimi tiiken'.
1.~rine bina ettiği görünüşler dünyası ile dikçe tükenir. Mir.erva'nın füıykı!.~Ll ;,•.
idealar dünyası ayrımından yola çıkarak, kanatlarını yalnız.en akşamın alac;ıkaran·
her türden sanat yapıtının birer kopya- lığı çökünce açar.'' Hegel Mineıya'ruıı
nın kopyası olduğunu, sanatın uğraş a!a- Baykuşu'n:ı dn göndermede bulunduğu
nının "gerçeklik" olmayıp "görüntüler"le bu bölümde, felsefeyi k•.ıran ya da yapan
sınırlı kaldığını öne sürmüştür. Başka bir özbilinçli düşünmelerin ancak !;eçmekte
deyişle sanatın kendisine konu edindiği, olan yaşamın ve akrı:ıakta olan ?.am:ınııı
öykündüğü nesneler, ideaların birer göl- yeterli bir biçim~ ya da ana gelme'i ile
gesinden başka bir şey değildir. Bu bağ ortaya çıkacağıru söylemektedir.
lamda, üretmek için ınimesis'e gebe olan
sanat, ancak imgeye, görüntüye, yansı modern felsefe ~ııg. modem p/;iı;m;pl~·c
maya dayalı bir dünya yaratabilir. Böyle- Fr. philo.rophic 111ııdenu; Alnı. 111otlcn1e philo-
likle de Platon'un çizgi benzetmesinde JOphieJ :xvn. yüzyılın ortalarında Descar-
(Dl'vlet, 509e) yalnızca görüntüleri ve tcs ile ba.şbtılıp XIX. yüzyılın ortalarında
yansımaları algılama durumu olarak ni- Kant ile sonlandırılan, yerine ya da bağ
telediği bilmenin en aşağı düzeyinden bir lamına r,öre "Ycniçağ Felsefesi" diye de
adım öteye geçemez. Bu yüzden Platon ııdlandırıl~r., "ortaçağ felsefesi''ndcn son-
bize gerçekliğin yolunu açacağına ondan ra, "çağdaş felsefe''den ise önce geldiği
gitgide uzaklaşmamıza neden olduğunu düşüniikn fel~cie rnrihinin iiçünc:ii ana
düşündüğü sanau, deyim yerindeyse, bor felsefe di>n•:mi. "Ortaçağ FeJ,eft·<i"nden
görmüştür. Güzel sanatları yadsımış; top- hemen her konuda, hemen her bakım
hıma ahlaki açıdan zararı dokunduğu ge- dan kesin çizgilerle son derece açık bi~
rekçesiyle sanatçıları "ideal devlet"inden kopuşun yaşandığı, kendi içinde birbi-
dışlamıştır (Devlet, 377d-e; 392e-398b; rinden değişik sorunların. yöntemlerin,
606c-608b). :ırastırma izleoceleriiı.in, yazma biçemle-
Öykünmeci (rnimetik) sanat anlayışı, rinin bulunduğu, "özgül" felsefe yapm:•
Romantizmin yükselişine dek Batı'da a- ı•ordamın; anlatmak amacıyla kullanılan
ğırlığını koruyarak bir kuram olarak ege- felsefe terimi. Kimilerine göre daha :\.\.'.
menliğini sürdürmüştür. Romantiklerle yüzyıldaki belli düşünsel eğilimlerde ken-
birlikte ise sanat yapıtının yalnızca bir dis.ini açıklıkla dış:ıvurduğu, buna kar~ı
taklit olarak görülmesine kuşkuyla yak- modern felsefeye özgii birtakım "in-
laşılması süreci başlamıştır. Kuşkusuz sancı" izlcr.ce ve ülkülere karşı tepki ola-
Romantikler için de sanatçı Doğa'ya ya rak doğan \'e günümüzde ağırlığını git-
da Taıırı'y:ı öykünüyor, onlardan esinle- gide daha da bir yakından duyumsatan
987 modem fdsefe
için geçerli temel düşünce, doğru biçim- maz istek ise, en az onun kadar önemli
de işletildiği sürece sonu hiç gelmeyecek olan bir başka özelliği de hemen her
bir ilerlemeyi sağlayacağı yönünde insan alanda alııbildiğine değişik yollarla yep-
usuna duyulan sarsılmaz güvendir. Ay- yeni düşünceler bulma yönündeki hiç
dınlanma düşünürlerinin "ilerleme"den eksilmeden süren tutkusudur. Nitekim
anladıkları bilgiden teknolojik buluşlara, yerleşik alışkanlıklara, değerlere ve öğre
ahlaksal değerlerden dinsel öğretilere, tilere karşı takındığı bu aşm eleştirel tu-
toplumsal örgütlenmeden devlet yöne- rumu nedeniyle, özellikle XVIII. yüzyılın
timine kültürün hemen her alanını ku- ilk yarısı boyunca Aydırılanma Felsefesi'
caklayan oldukça geniş bir kavramdır. nin öncülerinin dillendirdikleri düşünce
Çoğu aydınlanma düşünürü Kilise'yi, ö- lerin hemen tamamı çok büyük tepkiler
zellikle de Roma Katolik Kilisesi'ni geç- uyandırmıştır. Kimileri yazılarından ötü-
mişte insan zihnini köle haline getiren rü hapse atılmış, kimileri ele savundukları
başlıca unsur olarak görüyor olsa da, bu görüşlerden dolayı hem devlet tarafın
düşünürlerin dini bir bütün olarak orta- dan sansürlenmiş hem de Kilise tarafın
dan kaldırmak gibi bir amaç gütmekten dan ağır saldırılara maruz kalmıştır. Ne
çok, ussal bakımdan kabul edilebilir sı var ki yüzyılın geri kalan bölümü Avru-
nırlara çekmekten yana oldukları gözlen- pa'da Aydınlanma hareketinin tam bir
mektedir. Nitekim bu bağlamda ilk baş zaferiyle son bulmuştur. Gazetelerin, der-
larda Tanrı'run varlığını bütünüyle kabul gilerin, kitapların yapraklaruu Aydırılan
ederek her türden tanrıcılık biçimine macı doğasıyla dikkat çeken pek çok ye-
karşı oldukç.ı sıcak bakan çoğu aydınlan ni düşünce boydan boya kaplamıştır.
ma düşünürü, buna karşı ilerleyen yüz- Modem Felsefe Dönemi'ne genel
yılla ela birlikte dindışı çıkarlar gereği Hı hatlarıyla bakıldığında, tıpkı ilkçağ felse-
ristiyan tannbiliminin eklediğini düşün fesi ile ortaçağ felsefesinde olduğu üzere
dükleri çeşitli baskıcı ve dayatmacı öğre fılozofların kendilerini yine bütünüyle
tileri bütünüyle reddetmişlerdir. Bundan düşünmeye verdikleri, düşündüklerini de
da önemlisi, insanların paha biçilmez de- karşı çıkılamayacak bir kesinlikte yazıya
ğerdeki yaratıcı esirılerini ölümden son- geçirmeye uğraşukları görülmektedir. Ne
raki bir başka yaşam olanağına kenetle- var ki daha önceki çağlarda karşılaşıl
nerek heba etmeleri yerine, bütünüyle mamış derecede "şeylerin olma biçim-
budünya yaşamının iyileştirilmesine yön- leri"nde başgösteren önemli değişiklik
lendirmelerinin kayıtsız koşulsuz doğru ler, dünyanın artık öteden beri bilinen
luğunu ~avunmuşlardır. Açıkça görüle- dünya olmadığına yönelik önceki felsefe
ceği üzere, Aydınlanma Düşünccsi'nde clönemlerincle lmhınmayan salt modern
dünyasal mutluluk ülküsü dinsel kurtuluş felsefeye özgü bir farkındalığın oluşu
söyleninin her bakımdan önüne geçmiş muna kaynaklık etmiştir. Hiç kuşkusuz
bir konumdadtr. O nedenle, Aydınlanma söz konusu farkındalığın oluşumunda,
Tasarısı 'na dar kalıplar içine sığdırılacak özellikle xvı. yüzyıldan başlayarak mo-
bir dizi düşünsel izlence ya da erek ola- dem felsefeye geçişin mayalanma süreci
rak bakmak yerine, onu dünyaya, yaşama boyunca, dünyada yaşanan ve bir daha
ve insanlığa karşı alınan genel bir varol- geri dönülmesini olanaksız kılan dev-
ma tutumu, bir dünya görüşü, bir dü- rimlerin meydana getirdikleri inanılmaz
şünme çerçevesi olarak değerlendirmek derinlikteki kırılmaların ayrı bir yerleri
çok daha gerçekçi bir yaklaşımdır. Bu bulunmaktadır. İçerimleri toplumsal ya-
bakımdan, Aydınlanma'nın belki de en şamdan sanata, bilimsel düşünceden in-
belirgin özelliği, · geçmişten devralınan san haklarına, evrene bakıştan doğa tasa-
bütün düşünceler ile değerleri baştan so- rımına dek çok değişik alarılara uzanan
na sorgulamaya karşı duyulan dayanıl- devrimler, öteden beri bilinen dünyanın
989 modem felsefe
dolayısıyla da zihnin açık seçik bir biçim- estetik deneyimin olanaklarını açıklığa
de görünen dünyanın dışındaki bir ger- kavuşturmuştur. Çoğu kişinin gözünde
çeklik düzenine ait olarak tasarlandığı bir bütün zamanlann en büyük birkaç filo-
felsefe dizgesi geliştiren Descartes, do- zofundan biri olan Kant, ortaya koyduğu
ğanın kendisiyle ancak matematik dilini eleştirel felsefede, bir bütün olarak fel-
kullanmak koşuluyla yetkin bir biçimde sefe etkinliğinin içeriğini, yöntemlerini,
iletişime geçilebileceğini ileri sürmüştür. amaçlarını, geleceğini, daha da önemlisi
Bir yanda deneycilik öbür yanda usçuluk sınırlar.ını en ince ayrıntısına dek be-
tarafından çizilen modem felsefenin bu timleyerek oluşturduğu yeni felsefe tasa-
en temel iki ayn gerçeklik resmi, sonra- rımıyla, kendinden önce yapılan felsefe-
dan gelen modern felsefecilerce değişik lerin "Kant Öncesi", kendinde sonra
bakımlardan benimsenip değişik bakım gelen felsefelerinse "Kant Sonrası" diye
lardan eleştirilerek değişik renklendirme- anılmasına yol açmıştır.
lerle daha ilerilere taşınmıştır. Bu bağ Daha ilk bakışta modern felsefe dö-
lamda altı çizilmesi gereken önemli bir neminden hemen bir önceki felsefe ev-
nokta, usçuluk büyük ölçüde "Kıta Av- resi olan Yeniçağ Felsefesi'nde ortaya
rupası"nda büyük bir destek bulan bir konan felsefelerin hemen tamamı belir-
felsefe anlayışıyken, buna karşı deneyci- gin bir biçimde "olumsuz" ya da "yıkıcı"
liğin çoğunluk "Britanya Adası" filozof- doğalarıyla dikkat çekerlerken, buna kar-
larınca benimsenmiş bir yaklaşım olma- şı modem felsefelerin hemen bütünü-
sıdır. Nitekim Descartes, Spinoza, Leib- nün "olumlu" ya da "yapıcı" amaçlarla
niz gibi en büyük modern usçu filozoflar temellendirilmiş oldukları görülmektedir.
kıta kökenlilerken, buna karşı Hobbes, Hiç kuşkusuz modern felsefenin bu ayırt
Locke, Hume gibi modem deneyciliğin edici özelliğinin ardında, geçmişten ge-
en büyük filozofları daha çok ada kö- len bütün yerleşik dogmalara karşı koya-
kenli oluşlarıyla dikkat çekmektedirler. bilmeyi, geleneksel bütün yapılardan sıy
Aralarındaki bütün ayrılıklara karşın, ge- nlarak kendi bağımsızlığını kazanabilme-
rek usçuluk gerekse deneycilik, bambaş yi başarmış olması yatmaktadır. Bu bağ
ka izlencelerden yürüyerek son derece lamda modem felsefeyi başlatan iki bü-
farklı savlar ortaya koymuş olsalar da, yük düşünür diye görülen Rene Descar-
her iki yaklaşım için de ortak olan birşey tes ile Francis Bacon, kendi özgül ba-
varsa o da başından sonuna dek zihinsel kışlarıyla genelde bilginin konu olduğu
süreçleri açıklığa kavuşturmaya yönelik bütün araştırma alanları için, daha özel-
bir felsefe arayışı içinde olmalarıdır. Öte deyse felsefece düşünme için son derece
yanda Kant, usçuluk ile deneycilik ara- üretken bir gelrrek çizmişlerdir. Bu bağ
sında kurduğu üretken ilişki sonucunda lamda Descartes, her durumda bilinç ve-
her iki yaklaşımın savunduğu doğruları rileri üstüne dayandınlmış bir tinsel fel-
kendi felsefe dizgesinde bir araya getire- sefe olanağını temellendirerek, Maleb-
rek modern felsefede kimileyin "Coper- ranche, Spinoza, Leibniz gibi öteki bü-
nicus Devrirni"yle karşılaştırılacak dere- yük modem filozoflara, yöntembilgisi
cede başlı başına önemli bir devrim ger- başta olmak üzere pek çok bakımdan
çekleştimıiştir. Kant peşpeşe üç ayn e- yürümeleri gereken olanaklı yolları gös-
leştiri yazarak, bunlardan ilki An Unın termiştir. Öte yanda Bacon, duyum ile
E!eştirist'nde usun gizilgüçleri ile sınırları duyu verilerinin olanaklı tek bilgi kay-
nı belirlemiş; ikincisi Pratik Unın Eleşti nağı olduğunu açıklıkla tanıtlayarak, ö-
mlnde, ilk eleştirisinde vardığı sonuçlar zellikle XVII. ile XVIII. yüzyıllarda İn
doğrultusunda etiği yeni bir bağlama giltere'de oldukça belirleyici bir konuma
verlestirmış; üçüncüsü Y argıgüdinün Eleş yükselecek olan "Deneycilik" akımının
tirisı"nde ger.elde estetiği, daha özeldeyse doğuşunu hazırlamıştır. Nitekim, çok
991 modem felsefe
geçmeden Baconcı duyumculuğun izin- !iz Deneyciliği'nin bütün bir XVIII. yüz-
den yürüyen Hobbes, Locke, Berkeley yıl boyunca büyük bir yayılma göster-
ve Hume, büyük ölçüde "öznelcilik"ten mesi söz konusudur. Nitekim bu yayıl
de yararlanarak her biri deneyciliğin fel- manın en açık izlerinin görülebileceği
sefi bakımdan gelişiminin değişik aşa yerler, Condillac ile La Mettrie bir yanda,
malarına karşılık gelen önemli düşünce Ansiklopediciler öbür yanda önde gelen
yapıları ortaya koymuşlardır. Deneyci Yeniçağ düşünürlerince yazılmış yapıt
gelenek içinde bütün bunlar olurken yi- lardır. Özellikle bu bağlamda, Voltaire
ne duyumculuktan esinlenen bir başka duyumculuk arılayışını halk katmanlarına
önemli yaklaşım, "çağrışıma ruhbilim" indirerek popülerleştirmeyi başarırken,
anlayışının değişik yollarla dolaşıma gir- buna karşı Jean-Jacques Rousseau ise bu
diği, çok geçmeden de kendisini bağım anlayışı Kilise'nin sözcülüğünü yaptığı
sız bir araştırma alanı olarak kabul ettir- Hıristiyan inancının altını oyacak biçim-
diği görülmektedir. Brown, Hartley, Pri- de yeniden yorumlayarak sunmuş; buna
estly gibi düşünürlerin başını çektiği bir bağlı olarak da 1789 Devrimi'nin kuram-
dizi kurama birbirlerinden bağımsız ola- sal altyapısını oluşturmakla kalmayıp,
rak çeşitli yönlerden "düşüncelerin çağ Fransız halkını pek çok bakımdan bu
rışımı kuramı"nı geliştirmişlerdir. Ne var yeni duruma hazırlamıştır. XVIII. yüzyıl
ki aradan çok bir süre geçmeden, mo- modern felsefe döneminin Almanya ka-
dern felsefede oldukça egemen bir ko- nadında ise başta "Wolff Okulu" ile Ba-
numa yükselen duyumculuk anlayışına umgarten'in "Estetik Okulu" olmak üze-
karşı, en etkili olduğu İngiltere toprakla- re ortaya konan hemen bütün düşünsel
nnda dahi oldukça önemli eleştiriler ses- etkinliklerin, ya doğrudan ya da dolaylı
lendirilmeye başlanmıştır. Kuşkusuz bu olarak bir biçimde Leibniz felsefesi ile
eleştirilerden en dikkate değeri, başta Sa- bağlantı içinde bulundukları söylenebilir.
muel Parker ile Ralph Cudworth olmak Ancak bu dönemdeki Alman fılozofları
üzere, "Cambridge Okulu Gizemci Pla- nın çalışmaları üstünde pek çok açıdan
toncuları"nca yönelrilmiş olanıdtr. Du- asıl belirleyici olan, Kant'ın ortaya koyup
yumculuğa karşı yöneltilen bu karşı çıkı son derece büyük başarıyla temellendir-
şın, XVIII. yüzyılda Thomas Reid tara- diği çığır açıa değerleriyle öne çık..ın fel-
fından kurulan İskoçya Okulu'nca etki- sefe görüşleridir. Nitekim Kant ile mo-
sinden hiçbir şey yitirmeden sürdürül- dern felsefenin derin bir kırılma yaşadığı,
müş olduğuna bakılırsa, büyük ölçüde sonraki bütün felsefelerin öyle ya da
gdeneklcşmeyi başardığı rahatlıkla söy- böyle etkileneceği eleştirel bir yöneLim
lcrıcbilcccktir. Öte yanda, Hobbes 'un k,tzandığı görülmektedir. Kant'ın mo-
"benci" dizgesi Bentham eliyle ''Benci dern felsefede gerçekleştirdiği kırılma,
Yararcılık" diye anılan bir ahlak aıllayı kimilerine göre modern felsefenin ikinci
şına dönüştürülürken, "Özgecilik"in ön- bölümüne geçilmesi olarak yoruinlanır
de gelen savunucularından Adam Smith, ken, kitnilerine göreyse "Çağdaş Felsefe"
önemli üç düşünür Shaftcsbury, Hutche- diye anılan başlı başına ayrı bir felsefe
son ve Samuel Clarke'ın birlikte oluştur dönemine adım atılması olarak değer
dukları "ahlaksal duyumculuk kuramı"na lendirilmektedir. Bilgikuramını, etik ile
karşı oldukça etkili bir eleştiri geliştir estetik dizgesini, metafiziğe yönelik gö-
miştir. Bunun yanında yine İngiltere'de riişlerini çok büyük ölçüde zihnin yapısı
felsefece bir din temellendirmeye yöne- üstüne verdiği çözümleme üstüne da-
lik bütün olumlu din görüşlerini yadsı yandıran Kant, XVIII. yüzyılın Alman
yan Yaradancılık anla yışırun da olanca felsefesinde yer alan hemen bütün ö-
bir hızla geliştiği görülmektedir. Fransa' nemli fılozofları Kantçılık ile yüzleşmek
ya dönüldüğündeyse, Bacon çıkışlı İngi- durumunda bıraknuştır. Bu bağlamda,
modern felsefe 992
savladıkları için, buna karşı usçular ise tafiziğe yönelik bu son bakış, çoğunluk
salt kuramsal an us yoluyla deneyimin değişik bilim dallarında elde edilen deği
dı~ ~ da ötesine çıkabileceğimizi var- şik sonuçlar arasında bir bireşime ulaş
saydıkları için daha baştan yanlış felsefe manın amaçlandığı *Wıltan.rrhtm1111g (dün-
izlencelerinin tuzağına düşmüş durum- ~görüsü) terimiyle birlikte anılmaktadır.
dadırlar. Bu saptamadan hareketle Kant, Çoğu yerde modern felsefenin ba-
yalnızca "pratik us"un, ~ni ahlaksal bi- bası, atası, kurucusu gibi deyişlerle anılan
linç yetisinin insanı deneyimin dışına gö- ünlü Fransız bilimadamı, matematikçi ve
türme olanağı taşıdığını. kendinde şeyle filozof Descartes, Baron ile Galilei'nin
rin bilgisinin ancak pratik us yoluyla elde izlerinden yürüyerek var olan yerleşik
edilebileceğini öne sürmüştür. Kant'a gö- yöntemler ile inançların eleştirisini suna-
re hiçbir aracı~ konu olmaksızın dolay- mk yola koyıılmuştur. Desca:rtes, göz-
sız bir biçimde ayırdında olduğumuz lemlenmiş olgular üstüne kurulmuş tü-
pratik us, dolayısıyla da ahlak ~sası, ola- mevarım yönteminin doğruluğunu savu-
naklı bir metafizik biliminin olası tek te- nan Bacon'ın tam tersine, matematiği
melini oluşturmaktadır. Kant'ın bu ö- bütün bilimler için model konumuna ta-
nemli düşüncelerinin felsefeye açtığı yeni şıyarak, bütün bilgi alanlarına tümeva-
yoldan yürüyen Fichte, Schclling, Hegel, nına ile çmümleyici düşünme yöntem-
Schopcnhaucr ve Hartmann gibi Kant lerini uygulamıştır. Descanes Yöntem Üı
sonrası Alınan fdozoilan öteki pek çok tiine Konn1111a (1637), İlk Felsefe Üstiine Dı
konuda değişik düşünüyor olsalar da, rinılii{İİflreler (164 l ), Felstfenitt İlktleri (1644)
hepsi de aralarında onak bir karar almış başlıklannı taşıyan en önemli üç ~pıtın
çasına metafıziğin temel amacını deney- da bilimin, meilikle de matematiğin tü-
üstü saltık gerçekliğe ulaşmak olarak mevarımcı ussal yöntemlerini felsefeye
görmüşlerdir. Nitekim Fichte'de "Ben", Lıygulamaya çabalamıştır. Bu bağlamda,
Schelling'de "ayrımsızlığın saltıklığı", He- mantıksal bakımdan tersi düşünülemcye
gcl'de saltık düşünce ~ da tin olarak ne, zorunlu doğru olduğunu kuşku~ yer
"Geist" ile Schopcnhauer'da "İstenç", bımkmayacak bir açıklıkta kanıtla~na
Hartmann'da da "Bilinçdışı" terimleri dek ilkece varolan bütün inançların doğ
hep bu aynı saltık gerçekliği anlamlan- ruluğunu ~dsımak yoluyla insan bilgisi-
dımıak amacıyla kullanılmıştır. Yine me- nin bütününe şaşmaz kesinlikte saltık bir
tafiziğin temellendirilmesi sorunu çerçe- da~nak araştırmıştır. Descanes'ın "yön-
vesinde Kant'a bağlılıklarıyla dikkat çe- temsel kuşkuculuk" adı verilen yöntem-
ken bir başka anlayış da "ampriokriti- bilgisi de işte bu da~nak arayışından
sizm" (deneyci-eleştiricilik) diye anılmak doğmuştur. Descancs, araştırmalarının
t.ıdır. Söz konusu anlayışın üyeleri, meta- Ardından olanaklı tek gerçek bilginin en
fiziğin başlıca ödevini deneyimin eleşti iyi anlatımını ı"agito ırgo s11111 (düşünüyo
rel bir gözle incelenmesi amacı doğrultu rum, demek ki varım) savsözünde bul-
sunda bilginin temel ilkelerinin soruştu duğunu düşünüp, düşünen bend~n var
rulması olarak görmektedirler. Modern olan benin doğallıkla çıktığına yönelik,
felsefenin özellikle sonlarına doğru yine felsefi içerimleri son derece önemli bir
Alman felsefesinin içinde bir başka me- sonuca varmıştır. Bu temel gerçeğe da-
tafızik tasannunın kendisini açıktan açı ~narak Tanrı'nın varlığını da tanıtlayan
ğa duyumsattığı görülmektedir. Bu yeni Descartes, Tann'nın herşeye yeten gü-
anlamıyla metafizik, her durumda tek tek cüyle bütün gerçekliği oluştururken, ilki
bilimlerin sınırlarını aşan gerçekliği ya "düşünen tözler", ikincisi de "uzamlı
belli bir yönüyle ya da bir bütün olarak tözler" olmak üzere birbirinden bütü-
~ni bütün yönleriyle ele alan araştırma nüyle bağımsız iki ayrı tür töz yarattığını
yordamına gönderme yapmaktadır. Me- ileri sürmüştür. Descartcs, bütün bir ya-
modern felsefe 994
Spinoza için töz kavramı, kesinlikle salt nın zihin ile beden arasındaki etkileşim
maddesel gerçekliği nitelemek amacıyla leri açıklamakta son derece yetersiz kal-
başvurulmuş bir kavram olmayıp bütün dığım görerek, maddesel nesneler ile dü-
gerçekliğin kendine yeten, varolmak için şünceler arasındaki nedensel etkileşim
· başka bir şeye gereksinim duymayan, us- leri açıklamak amacıyla "koşutluk" kav-
sal bakımdan zorunlu, kendi içinde bü- ramını geliştirmiştir. Spinoza'nın Descar-
tünlüklü ve kapsamlı bir metafizik yapı tesçı zihin-beden ikiliği sorununu çöz-
olduğuna gönderme yapmaktadır. Spi- mek amacıyla önerdiği koşutluk açıkla
noza, Tanrı ile Doğa'nın bir ve aynı şey masına göre, her düşüncenin fiziksel bir
olmak anlamında birbirleriyle özdeş ol- karşılığı (eşleneğı) varken, buna karşı ay-
duklaruu tanıtlamaya çalışırken, fiziksel nı biçimde her maddesel nesnenin de
nesneler olsun düşünceler olsun bütün düşünsel bir karşılığı (eşleneği) bulun-
şeylerin Tann'nın değişik yönleri ya da maktadır. Bunlar aynı tözün, her bakım
kipleri olduğuna yönelik temel tümtan- dan birbirlerine tam anlamıyla koşut iki
na sonuca varmıştır. Spinoza açısından biçimini yansıttıklarından, her durumda
töz ile doğal dünya arasındaki ilişki en birbirlerini eşit ölçüde etkiledikleri gibi,
yalın biçimiyle şöyledir: Töz (ya da Tan- birbirlerinden de eşit ölçüde etkilenmek-
n) 11af11ra 11afllra11s, yani "yaratan doğa" tedirler. Daha açık bir deyişle, bedende
dır; yaratma etkinliğine bağlı olarak do- başgösteren en ufak bir değişim doğru
ğanın kendi bütün kiplerinin belirleyeni- dan zihinde etkisini gösterirken, buna
dir. Kipler 11afllra 11at11rata, yani "yaratıl karşı zihinde olan biten her şey Je aynı
mış doğa" dırlar; kendi dışavurumlarının biçimde bedende bire bir karşılığını bul-
çokluğundaki doğanın görünümleridirler. mak zorundadır. Spinoza'nın felsefesin-
Kipler gelip geçiçi olduklanndan, varo- de bu dünyanın gerçeklikleri ya zamanın
luşlan zamansallığını daha baştan varsay- bütünüyle dışındaki sonsuz "düşünsel a-
mak zorundadır. Töz ya da Doğa bengi- lan" a aittirler ya da zamana konu sonlu-
sel olduğundan, varoluşu bütün kipsel luğun egemen olduğu "maddesel alan"a
değişimlere aşkındır. Bu bağlamda Spi- aittirler. Bunlardan ilkini "özler dünyası"
noza için tözün yüklemlerinin ya da öz- olarak tammlayan Spinoza, ikinci alanıy
niteliklerinin sayısı sonsuzdur; buna kar- sa "varoluşlar dünyası" diye adlandır
şılık insanın anlama yetisi doğası gereği maktadİr. Buna göre özler dünyası içkin
bunlardan yalnızca ikisini kavrayabil- varlığın, yani varoluşlar alamna içkin bir
mektedir. Bir başka deyişle, tözün bütün olmanın alanıdır, dolayısıyla da öz varo-
yüklemleri ya da öznitelikleri zorunlu o- luşun "içkin nedeni"dir. Bu bakımdan
larak iki temel kategori yoluyla kendile- Spinoza'ya göre içkin neden olarak iiz
rini açığa vurmaktadırlar. BuıılarJan ilki doğrudan doğruya kendi kendınin ne-
belli birtakım düşünceler olarak Tanrı' deni olduğundan, kendini yine kendisi
nın kiplerinin kendini açığa vurduğu belirlediğinden bütünüyle "özgür olmak''
"düşünce" iken, ikincisi fiziksel nesneler anlamına gelmektedir. Uzam olsun dü-
olarak Tann'nın kiplerinin kendini açığa şünce olsun her iki yüklemle l'tıro/11ş da
vurduğu "uzam" kategorisidir. Spinoza' "bağlanmış olmak" demektir çünkü va-
nın dizgesinde düşünce ile uzam hem roluş içindeki bütün herşey birbirlerine
birbirlerine bağımlı olarak düşünülmekte nedensel zincirlerle zorunlu olarak bağ
hem de bunların tek bir tözün yani lanmış durumda bulunurlar. Her nesne
Tann'nın enson anlamdaki gerçekliğinde teki ya da belli bir tikel düşünce her du-
varolduklan savunulmaktadır. Tam bu rumda başka nesnelere ya da düşüncele
noktada Spinoza, zihin ile maddenin re bağlı olduğundan, varlığının biçimi
birbirinden bağımsız iki ayrı töz olarak bağlı olduğu bütün öteki nesnelerle ya
tasarlandığı Descanesçı ikicilik anlayışı- da düşüncelerle belirlenmektedir. Bu
997 modem felsefe
yaşadığımız dünyanın "olanaklı dünyala- önemli bir yanıt geliştiriyor olması ba-
nn en iyisi" olduğunu dile getirmiştir. kımından aynca üzerinde durulmaya de-
Leibniz'in evreninde Tanrı, hem bütün ğerdir. Bu noktada Bc:rkeley'in sunduğu
öteki monadları yarattığı için hem de temel uslamlamayı üç ana basamakta ö-
"önceden kurulmuş uyum" doğrultu zetlcınck olanaklıdır: (i) duyulur şeylerin
sunda onların gelişimlerini önceden be- "varbğı" ıılgılaruyor olmalanndan geç-
lirlediğinden Monadlann Monadı olarak mektedir; (ıı) ıılgılanan her şey gerçektir,
kavranmaktadır. Leibnizci bu "iyimser'' wrolduklan kesin olarak bilinen şeyler
evren tasannu Fransız yazarı ve düşünü yalnızca algılanabilenlerdir; (iiı) varolmak
rü Voltaire'in '/VmJiJ (1759) adlı roma- demek algılanmış olmak demektir, va-
nında alaycı bir dille taşlanmış olmasına rolmaları gereken şeyler gözlemlencmi-
karşın, Leibniz'in bütün şeylerin organik yorsa, bunların varolma\arı için Tann ta-
ve tinsel olduklan yönündeki temel me- rafından algılanmayı sürdürüyor olmalan
tafızik görüşü "XVIII. yüzyıl idealizm gerekmektedir. Berkcley'in bu son dere-
geleneği"nin ba'1angıcı olarak değerlen ce önemli düşünceleri çağda'1annın ço-
dirilmesi bakımından oldukça önemlidir. ğunca gözardı edilmiştir. Bununla bera-
Geııellikle modem idealizm okulu- ber, duyusal görüngülerin olanaklı tek
nun kurucusu olarak görülen İrlandalı bilgi nesneleri olduklan savı §jriillgiiı:iil#k
filozof ve Anglikan Piskoposu Berkeley, (maddenin yalnızca duyular doğrultu
İngiliz felsefesinde son derece etkili bir sunda çözümlenebilir olduğunu savunan
konumda bulunan deneycilik ile kuşku algı kuranu) diye bilinen bilgi felsefesi
culuğu birleştirmek yoluyla, öteden beri anlayışının temellerini attığı gibi, sonra-
"İngilizce Konuşulan Ülkelerin Felse- dan modern fclscfede büyük bir yükse-
fesi"nde kendisine pek sıcak bakılmayan lişe geçen olg11aı1Nk akı.nurun da büyük
idealizmi güçlü bir konuma taşımıştır. ölçüde önünü açmıştır. Berkeley'in dü-
Berkeley'in en önemli yapıdan yayımla şünceleriyle temellendirdiği metafizik diz-
nış sıralanyla şöyledir: iman Bilpjsit1in il- gesi kendisinden sonra çok az yandaş
keleri Üıtiittt (1710), fblas ile Philot10111 A- bulmuş olmasına karşın, zihinden ba-
mst'1fh Ü; SiiJlep (1713). Bc:rkelc:y, mad- ğımsız dünya tasanmı ile madde kavra-
denin hiçbir durumda zihinden bağımsız mına karşı getirdiği değerli eleştiriler gü-
olarak kavranamayacağıru, duyu deneyi nümüzde dahi geçerliliklerinden hiçbir
görüngülcrinin ancak aralıksız olarak in- şey yitirmiş d~rdir.
san zihninde algılama olanağını canh tu- Ôtc ymda lskoçyalı tarihçi ve filozof
tan tanrısal bir gücün· varlığını olurla- Hume, geliştirdiği düşüncelc:de modem
makla açıklanabileceğini ileri sürmüştür. fclscfcde hem kuşkuculuğun hem de de-
Zihnin ötesinde dünyaya ilişkin bilgi sav- neyciliğin gelişim:inc çığır açıcı değerde
larında Locke'un duyduğu kuşkuları da- katkılarda bulunmuştur. Özünde Lockc
ha da ilerilere taşıyan Berkeley, bütü- ile Berkeley'in görü'1erinden yola koyu-
nüyle insan zihninden bağımsız olarak lan Hume'un deneycilik anlayışı, şeyler
böyle bir dünyanın varolduğunu kanıt üstüne sunulan ama doğrudan· duyular
lamanın olanaksız olduğunu, çünkü e- aracıbğıyla algılanamayan bütün metafi-
ninde sonunda gözlemlenebilen biricik zik savlannın ilkece anlamsız olduklarını
şeylerin duyumlardan başka birşey olma- savunmaktadır. Hume, söz konusu genel
dığını savunmuş, hu duyuınlann da dış deneyci savunu temelinde daha da ileriye
dünya denilen yerde değil kesinlikle in- giderek, gerek bir bütün olarak usun
san zihninde oldukları sonucuna varınış kendisinin gerekse ussal olduğu varsayı
m. Berkeley'in çoğu yerde "meta6zik i- lan birtakım yargılann değişik duyumlar
dealizm" diye adlandınlan bu yaklaşımı. ile deneyimlerin alışkanlıklarına belir-
kuşkuculuk ile tanntanımazlığa karşı da lenmiş bir dizi çağnşım olmaktan öte bir
modern felsefe 1000
etik balamdan değeri us tarafından uyan- gerçekler olarak gören Kant, bu tür kav-
dınlan bir ödev ahlakı duyumu doğrultu ramların bilimsel bilgi ya da felsefece dü-
sunda değerlendirilmek zorundadır. Bu- şünme yoluyla değil ahl:iksal inanç te-
nunla birlikte, salt yasalara, gdenek ya da melinde anlaşılabilir olduklannı öne sür-
göreneklere uymak adına, yalnızca top· müştür.
!umun birtakım beklentilerini doyuma Modem felsefenin önemli bölümünü
kavuşturmak adına belli eylemlerde bu- oluşturan "Aydınlanma Çağı" çoğunluk
lunmak söz konusu eylemleri ahlaksal 1789 Fransız Devrimi ile sonlandınl
kılmak için yeterli değildir. Ahlak ilkde- maktadır. Bu anlamda Aydınlanma Dü-
rinin doğalan gereği uyulması gerekli ko- şüncesi, devrim öncesinde devrim için
şulsuz buyruklar olduğunu kesin bir dille gereken düşünsel ve top)umsal altyapıyı
savunan Kant, istisna kabul etmeyen bir hazırladıktan sonra, devrimin gerçekleş
kesinlik taşıyan usun salıık buyruklannın mesiyle birlikte bir anlamda kendi göre-
hiçbir durumda ne hazla ne de kişisel vinin son bulmasıyla kapanmıştır. Fran-
pratik yararlarla ilintilendirilemeyecekle- sız Devrimi, Aydınlanma düşünürlerinin
rini ileri sürmüştür. Öte yanda siyasal ve gösterdiği birtakım ülküleri yaşama ge-
toplumsal düşüncelerine dönüldüğünde, çirmiş olmasına karşın, özellikle ilk yılla
Kant'ın gdeneğe ve kökleşmiş yetkelere nnda yaşanan şiddet eylemlerine bağlı
karşı us ve özgürlük hareketinin en önde olarak Avrupa insarunın gözünde pek
gelen filozoflanndan biri olduğu açıklık çok Aydınlanmacı düşüncenin değersiz
la görülmektedir. Nitekim Pratik Unm leşmesine de yol açmıştır. Ancak her du-
Elqtirisi (1788) başlıklı "II. Eleştiri"de rumda Aydınlanma Felsefesi usa duyu-
bireyin kayıtsız koşulsuz özgür olduğuna lan büyük güven, her alanda bilgilenme
duyduğu inancı açık bir biçimde dilegeti- tutkusu, daima daha çok ilerleme isteği
ren Kant, söz konusu özgürlüğün yasa- gibi birtakım ülkülerin alevlendirdiği hiç
sızlığın ya da yasatanımazlığın kol gezdi- dinmeyecek bir düşünsel ateşi XIX ile
ği bir özgürlük durumu olmaktan çok, XX. yüzyıllara kalıt olarak bırakmıştır.
us tarafından söylenenler uyannca kişi Bundan da önemlisi Aydınlanma, Kilise'
nin evrenin yasalanna bile isteye uyarak nin düşüşüne karşı modem laikliğin yük-
kendini yönetme özgürlüğüyle özdeş ol- selişe geçmesi üzerinde kilit değerde ö-
duğunu belirtmektedir. Kant, din üstüne nemi bulunan bir aşama olarak, önünü
görüşlerini büyük ölçüde, kişisel vicdan- açtığı siyasal ve ekonomik liberalizm bir
da kendini gösteren Tann'nın tam anla- yanda, insancılık anlayışıyla bütün bir in-
mıyla ahlaksal bir ülkü olduğunu ileri sanlığın yeniden kucaklanmasına yönelik
sürdüğü Salt Unm Sfltfriarı İçtrisinde Dıiı dillendirdiği izlekler öbür yanda, kendin-
(1793) başlıklı yapıtında ortaya sermiştir. den sonraki düşünürlerce olumlu ya da
Bir bütün olarak Kant'ın felsefe dizgesi- olumsuz pek çok tepki almıştır. Aydın
nin yerine getirmeye çalıştığı temel a- lanma Düşüncesi'nin ateşli savunucula-
maçlardan biri de bilim ile dini aynı dün- nnın hemen tamamı, sözcüğün gerçek
yanın iki ayrı düzeyi olarak tasarlayarak anlamdaki kullanımıyla "filozof" değil
aralarında bir uzlaşı sağlamaktır. Kant, lerdir. Ancak buna karşın, Aydınlanma'
bu düzeylerden ilkini duyularca algılan nın temel görüşleri ile savunulannı ga-
mayıp salt us yoluyla kavranan noumena zetelerde, dergilerde, kitapçıklarda deği
(kendinde şeyler alanı) diye adlandınr şik biçimlerde dillendirerek. Aydınlan
ken, ikincisini duyulara göründükleri bi- ma'yı halk katmanlanna indirerek yay-
çimleriyle kavranan phenomena (görünüş gınlaştırdıkları da üstünden atlanamaya-
ler alanı) olarak tanımlamıştır. Bu aynm cak bir gerçektir. Aydınlanma Dönemi'
uyarınca Tann, özgürlük, ölümsüzlük gi- nde yapılan felsefe çalışmalanna genel
bi konuları "kendinde şeyler alanı"na ait olarak bakıldığında, temelleri Locke tara-
1003 modem felsef'e
ğünün tersine, sanatın ille de bir amacı zelliğine karşılık gelmektedir. Moderniz-
olacaksa bunun sanatçının o anki yaşa min bu çok önemli niteliği "dönüşlü
dıklannı dile getirmekten öte bir anlamı lük"; yani kendine ilişkin farkındalığın
olmadığını; bu anlamda değme sanatçı farkında olarak belli bir izlence yönünde
nın sunumcu ya da yansıtımcı olmayan bilinçli olarak ilerlemedir. Bu anlamda
soyutlamalarla, imgelerle ve düşlemlerle modernist yapıtlar da dönüşlü yapıtlar
bezeli deyişlerle kendi dünyasını dile ge- dır.
tirirken olabildiğince özgür davranması Kültür tarihinde hep özel bir dönem
gerektiğini savunmaktadır. Bu temel sa- olarak görülen modernizm, çoğunlukla
vunusu nedeniyle çoğu yerde "soyut dı kaynakları Avrupa ile Amerika'da bulu-
şavurumculuk" olarak da görülen mo- nan ilerici, yenilikçi ya da avangard (ön-
dernizm, pek çok felsefeciye göre genel cü) birtakım düşünsel ve sanatsal akım
felsefe yaklaşımlarından "öznelcilik" an- ların genel doğasını nitelemek amacıyla
layışının estetik koluna karşılık gelmek- kullanılıyor olsa da, modernizm terimi-
tedir. Modernist sanat yapıtının en belir- nin çok daha genel ölçekte kimi özgül
gin özdliği, kendisine bakandan hep toplumsal koşullar ile tutumlan betim-
özenli ve dikkatli bir biçimde bakmayı lemek amacıyla kullanılıyor olması hep
istiyor oluşudur. Nitekim modernist ya- daha ön plandadır. Pek çok yazın tarih-
pıtların hemen bütünü, klişeleşmiş yargı çisi ile plastik sanatlar eleştiricisine göre,
lara sığınmadan sanatçının yapıtında dile modemizm adıyla anılan dönem tarihsel
getirdiği gerçekleri, tasarımları ve bir bü- olarak 1880'lerin sonlarından başlayarak
tün olarak yaşantı dünyasını olduğu gibi II. Dünya Savaşı'run patlak verişine dek
görmeye yönelik değişik çağrıların dillen- sürmüş bir zaman dilimidir. Bu anlamda
dirildiği yapıtlardır. Paul Cezanne genel- modemizm, hem "modem tarih" deyi-
lilde sanatta modemizmin kurucu babası şindeki ortaçağdan sonra gelen her şeyi
olarak anılmaktadır. Modernizmin en bü- adlandırmak anlamında kullanılan "mo-
yük örnekleri olarak anılan felsefi, yazın dern" teriminden, hem de -"modern ya-
sal ve sanatsal akımlar arasında "Küp- şam" deyişindeki çağdaş popüler tutum-
çülük'' (Kübizm), "Fauvicilik", "Dışavu ları adlandırmak anlamında kullanılan
rumculuk", "Gelecekçilik", "Simgecilik", "modem" teriminden kesin sınırlarla ay-
"İmgecilik", "Dadacılık", "Vorticilik",. nlmaktadır. Nitekim modernizm terimi-
"Gerçeküstücülük'' ile "İzlenimcilik Son- nin tam olarak anlamını kavrayabilmek
rası" akımlarının değişik biçimleri yer al- için modernizm terimindeki "-izm" son-
maktadır. Ancak verilen bu tür bir di- ekinin kilit değerde bir önemi bulun-
zelge her durumda eksik kalmak duru- maktadır. Öte r~nda, dinler tarihine ~öy
mundadır çünkü açıkça görüldüğü üzere le kısa bir göz atılarak bakıldığında, mo-
hem bu akımlardan herhangi birine gir- dernizm teriminin oldukça dar bir an-
memesine karşı modernist olarak nitele- lamda kullanıldığı, yalnızca XIX. yüzyılın
nebilecek akımlar bulunmaktadır; hem sanlan ile XX. yüzyılın başlarındaki Ro-
bu akımların değişik bileşimlerinden ku- ma Katolik Kilisesi'nin durumuyla yine
rulmak.lıı birlikte herhangi bir akım altına aynı dönemler arasında Protestanlık ile
konamayacak modernist akımlar bulun- köklü bir reform geçirmiş Yahudilik i-
maktadır; hem de mimariden felsefeye, çindeki birtakım yenilikçi hareketlere
toplum bilimlerinden doğa bilimlerine göndermede bulunduğu görülmektedir.
pek çok değişik alanda yaşam bulmuş Bu anlam bağlamında modernizm, XIX.
binbir türlü modernist gelişme söz ko- yüzyılın birtakım eleştirel yöntemlerinin,
nusudur. Ama yukarıda sıralanan tüm a- özellikle de pragmatik yönelimli olanla-
kımların ortak bir yanı vardır ki bu aynı rının, kutsal metinler ile birtakım tanrı
zamanda modernizmin de en önemli ö- bilimsel öğretilerin yorumlanmasında et-
1007 modemizm
kin bir biçimde uygulanması çabasına zamansal yönelim içersine girdikleri duy-
karşılık gelmektedir. Bu dinsel hareket gusuna kapılmalarına neden olmaktadır.
bağlamında adı geçen modernizm, kül- Kuşkusuz böyle bir duygu yaşıyor olma-
tür tarihindeki bildik anlanuyla moder- nın başlıca nedeni, Rönesans ile başlayıp
nizm döneminin birtakım temel yakla- XIX. yüzyılın ortalarındaysa hemen bü-
şımları ile değerlerini paylaşmakla birlik- tünüyle sona ermiş, özellikle yazın ya-
te, ondan bütünüyle bambaşka bir şeye pıtlarında yaratıcılarının gözünde ölmüş
karşılık gelmektedir. Modemizm döne- olan okurun yeniden diriltilmesine yö-
minin kendinden önceki dönemlerle kar- nelik bıkıp usanmadan verilen uğraşların
şılaştırıldığında gerek son derece yoğun bir sonuç vermeyeceğinin anlaşılmasıyla
olması gerekse de alabildiğine karmaşık başlayan yeni bir zaman ve uzam du-
bir dizi toplumsal ve düşünsel olayla yumu yaratmanın kaçınılmazlığıdır. Ge-
örülmüş olması göz önünde bulunduru- leneksel kozmik yalnızlıkla belirlenen sa-
lacak olursa, en belirgin dış avurumlan natsal ve düşünsel uzamlara karşı yaratı
olarak baştan beri hep modemizmi ni- lan bu yeni uzamın hiç kuşkusuz en be-
telendirmiş belli başlı değerlerin neler ol- lirgin özelliği, uzamın dört bir yanında
duklarına açıklık getirmenin ayn bir öne- aynı şiddetle duyulan sarsıntının yaşantı
mi olduğu açıktır. Kuşkusuz burada sö- laruşının yaşantılandığı biçimiyle dışaw
zü edilen değerler bütünüyle bağlayıcı rumudur. Değişik türden modern sanat
bir yapı sergilemedikleri gibi, kimileyin yapıtlarında, modernliği ağır basan top-
birbirine taban tabana karşıt tutumların lumsal, bilimsel ve felsefi düşüncelerde
dahi yaı:ı. yana durduğu modemizm çer- söz konusu sarsıntının etkilerini görmek,
çevesini tüketici bir biçimde bütünüyle ortaya neler çıkardığını açıklıkla izlemek
kavramak için de yeterli değillerdir. Bu olanaklıdır. Picasso ile Braque'nün re-
değerlerin hemen bütünü 1880'lerden simlerinde, Stravinsky ile Schoenberg'in
başlayarak 11. Dünya Savaşı'na gelene müziklerinde, Kafka ile Faulkner'in ro-
ı;!ek gerçekleşmiş en temel düşünsel et- manlarında, Y eats ile Eliot'un şiirlerinde
kinlikleri bir yandan belirlerken bir yan- hiçbir aracıya konu olmaksızın doğrudan
dan da onları taşınuş egemen değerler yaşanan "bilgikuramsal sarsıntı", sanki
dir. "modem estetik"te verili olan bir şey
Kuşkusuz modernizmin en önde ge- mişçesine, modem estetiğin yazgısını be-
len değerlerinden birisi "bilgikuramsal lirleyecek ölçülerde başat bir duyumdur.
sarsıntı"dır (epistemi.- traııma); bir başka Daha açık bir deyişle, modern estetik an-
deyişle, "bilgi"nin uğra(tıl)dığı onulmaz layışının bir anlamda bilgikuramsal sar-
iJrselcnme. Söz konusu tasarım, moder- sıntıya yönelik izlenimlerin dışavuru
nist yapıtlarda sıklıkla geçen anlaşılmaz muyla kendiliğinden temellenmiş bir es-
tuhaflıklar ile bulanıklıklara, ortakgörü- tetik olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bir
nün çiğneniyor oluşuna, kılı kırk yararca- başka açıdan bakıldığında, modem sanat
sına bir özenle temellendirilmiş gerçeklik kültürünün tam olarak izlenebilmesinde
sezgilerinin inceliklerine yönelik olarak, karşılaşılan güçlük, matematik ile doğa
daha işin başındayken karşılaşılan bir bilimlerindeki yeni gelişmelerin yerleşik
güçlüğe parmak basıyor olması bak.ınun bilim anlayışına.karşı içine düştükleri du-
dan önemlidir. Belli ölçülerde modemiz- rumu andırmaktadır. Her iki alanda da
min bilgikuramsal ardalanında açıklıkla yaşanan güçlük, ilk başta düşünüleceği
kendisini duyumsatan, belli ölçülerdeyse gibi yeni tekniklerin geliştirilmesinden ya
kimi modemist sanatçılar ile düşünürle da eski bildik tekniklerin yeni uygulama-
rin yapıtlarında açıklıkla görülen bu "ö- larla alabildiğine karmaşıklaşnuş olma-
tekilik", kendisiyle bir biçimde karşıla sından ötürü değil, daha çok geride bıra
şanların çok özel türden bir uzamsal- kılmış olanların doğalarından kaynakla-
modernizın 1008
içerisi ile dışarısı gibi bir dizi ikilik üstü- nist felsefe ile ilişkisinin temellendirilme-
ne bina edilmiş gerçekçi sunum mantı si olmamakla bitlikte her iki dizge ara-
ğına tutsak olmak konumundan çıkar sında en azından çok önemli iki ortak
mayı arzulamaları, geleneksel anlamdaki yön bulunduğu söylenebilir. An Usun E-
felsefenin tanımının yeniden yapılmasına leştirisı'nin kuramsal ya da kurgusal bilgi-
varacak denli önemli felsefe hareketleri yi görüngülcr dünyasına ya da deneyim
doğurmuştur. Modern düşünürlerin her alanına indirgeyen, dogmayı dinin gerçek
biri değişik yollardan yürüyerek, nesne temelinden ayırmak amaçlı belirgin bir
ile nesnenin yerleştirildiği uzam ya da o- uslamlama ortaya koyan bölümü moder-
lay ile olayın zamansallığı arasındaki so- nizmin altına imza atacak denli olurlaya-
nu gelmez etkileşimi aralıksız soruştur cağı bir düşünme çerçevesi temellendir-
muşlar; bu soruşturmalara bağlı olarak mektedir. Buna karşı aynı yapıtın diğer
da özne, nesne, dünya gibi eski felsefe bir yüzüne bakıldığında, modernizmin
kategorileri geçmişteki sağlamlıklarını bü- Kantçılık'tan birtakım temel noktalarda
yük ölçüde yitirmişlerdir. Modernist öz- açıkça ayrıldığı görülmektedir. Kant için
gürleşim girişimi temelinde, moderııist inanç gerçek anlamda zihnin ussal ya-
gerçeklik modellerinin kendileri, küpçü pışunasıdır; bu yüzden de pratik usun
resim ile kuantum kuramında olduğu ü- koyutlanyla yapışık ikizler gibi bütünle-
zere gözlemcilerin aynı zamanda katı şik bir konumdadır. İstenç, ahlak yasası
lııncı .olduğu ayn birer alan konumuna nı benimsemekte ya da yadsımakta bü-
gelmişlerdir. Aynca okurların meuıin ya- tünüyle özgürdür; bu yüzden Kant bu
ratımına çok daha etkili bir biçimde ka- seçimin olumlu yönde yapılmasını inanç
tılmalarının özendirilmesine dayalı ola- olarak tanımlamaktadır. Ahlak yasasının
rak, yaratıcı ile okuyucu arasındaki gele- benimsenmesiyle birlikte, usun Tanrı'nın
neksel ayrımın karşılıklı katılım ve etkile- varlığını, özgürlüğü, ölümsüzlüğü tiını
şime büyük olanak tanıyan Kafka'nın Şa maktan başka yapacağı bir şey, gideceği
to'su gibi modernist yapıtlarda bütün bü- bir yol yoktur. Buna karşı modernist i-
tün yıkılmasıyla, yeni bir okuma edimi- nanç her durumda bir duyma konusu-
nin ve yeni bir yaşam özgürlüğünün de- dur; kişinin bilinmez olana savrulması,
neyimlenmesinin önü iyiden iyiye açıl bu savrulmanın da felsefi bakımdan us
mıştır. yoluyla temellendirilmesi söz konusu de-
Pek çok felsefecinin gözünde felsefe ğildir. Kant'ın felsefe dizgesinde dogma-
tarihinde modern felsefenin kurucusu lar ile dinin bütün bir olumlu çerçevesi
Descartes olarak biliniyor olsa da mo- yalnızca çocuklar için ya da sıradan in-
dernizmin felsefece temellerini atan filo- sanlar için gereklidir. Bunlar açıkça bir-
zofun Kant olduğundan en küçük bir takım imgeler ya da benzetiler yoluyla
kuşku bile duymak olanaklı değildir. Bir çeşitli anlamları canlandırmaya kolaylık
başka deyişle modernist felsefenin daya- sağlayan simgesel karşılaşurmalardır. Bu
nağı çok büyük ölçüde Kant'ın eleştirel bağlamda modcrnist simgelerin durum-
felsefesidir; çünkü usun kurgusal ya da larına bakıldığında ise değişken ve oynak
kuramsal bir yoldan yürüyerek duyular- bir yapı sergiliyor olmalarına karşın, in-
üstü dünyanın gerçek bilgisini sağlayaca san doğasının bir yasası bulunduğu tasa-
ğını bütünüyle yadsıyan modernist bütün rımı üstüne bina edildikleri açıklıkla göz-
bilinemezcilik türleri ilkece Kant'ın özel- lenmektedir. Çok genel anlamda bu sim-
likle An Usun Eleştirisi'nde ''Bilgi nasıl geler, Kant'ın schwiirmerei dediği etkileyici
olanaklıdır?" sorusu ışığı altında insan u- dinsel duyarlılıkları besleyip inceltmeye
su ile bilgisinin sınırlarına yönelik verdiği yardıma olmaktadır. Kant, bir usçu ola-
temel açıklamaya geri taşınabilir. Burada rak, doğaüstü bir din anlayışını bütü-
temel amaç Kant'ın felsefesinin moder- nüyle yadsırken, buna karşı modcrnistler
1011 monad/monadoloji
doğal din tasanmını yararsız bir soyutla- modus tollens (Lat.) bkz. çıkarım.
ma olarak gördüklerinden, dinin özünü
oluşturanın düzenli olarak ibadet edip moksa (San.) "Kıırtuluşa erme" demeye
insancılığı sağlaınlaştına etkinliklerde bu- gelen Sanskritçe sözcük. İnsanın Brah-
lunmak olduğunu savunmaktadırlar. Tam man'ın bilgisine erişerek yenidendoğuş
bu noktada modemizmin, en azından çemberi olan ıamıartıdan kurtulması.
dinsel yönünün, Kant'a çok şeyler borç- Hint dininde, insanın dinsel çabayla var-
lu olmakla birlikte, ondan ayn kendi öz- mak istediği ruh durumunu; gerçeğin asıl
gün felsefe dizgesini kurmayı bilmiş bü- doğasına bakışla ulaşılan durumu anlatır.
yük Alman tannbilimci-fılozof Schleier- Bu durumda kişi her türlü istekten kur-
macher'in düşünce gövdesinden sürgün tulur.
verdiği öne sürülebilecektir. Nitekim Sch- Hint felsefesinin geleneksel okulla-
leiermacher, dinde reforma gitme yö- rına göre 1110/esa, hem ruhun maddesel
nündeki modemist tasanyı temelde bilim varlığın bütün bağlarından kurtulduğu
ile din arasında uzlaşı sağlamak olarak hem de haz ile acının olmadığı bir du-
kavramaktadır. Aynı modemistler gibi Sc- rumdur. Carvaka Okulu ise ne ruhun
hlciermacher de yeni dinsd savuncaların bedenden ayn bir varlığı olduğunu, ne
düşünü kurmakta, gerçek anlamda bir de insanın haz ile acıdan kurtulduğu bir
Hııistiyan olmak istediğini açıklıkla dile duruma, yani 1110/esaya erişebileceğini ka-
getirmekte, bütün fdsefelerden bağımsız bul eder. Çünkü Carvaka Okulu düşü
olduğunu vurgulamakta, salt bir soyut- nürlerine göre bu dünyanın ötesinde
lama olarak gördüğü doğal dini yadsı cennet ya da cehennem diye bir şey
makta, dogmayı dinsd deneyimden özd- yoktur. Haz cennet, aa cehennemdir.
lilde ayırmaktadır. Ortaya koyduğu yeni Caynacılığa göreyse tanrılar bile kur-
tannbilim yaklaşımıyla Schlciermacher, tuluşa doğrudan ulaşamazlar. Kurtuluşa
kendisininkinden çok daha ılımlı ve öl- ermeyi ummadan önce, burada insan o-
çülü temciler üstüne kurulmuş moder- larak doğınalan gerekir. Bunlara göre in-
nist din tasanmının doğuşunu hazırla san 1110/es.mın yolu gibi görülmektedir.
mıştır. Daha yakın dönemlere gelindiğin Çünkü yalnızca insan, ruhsal özgürlüğü
de, özellikle XX. yüzyılın ikinci yansında dde etmeden önce "köldiğin zincirlerini
modernizmin temel tasanmlannın, anla- koparmak" için zorunlu koşul olanyogayı
yışlarının, en önemlisi de ideallerinin, uygulayabilir. Bu dünyadaki insan yaşa
kendisine tepki olarak doğan postmo- nun sonu! amaana en yakın olan varlık
dernizm çerçevesinde baştan aşağı so- diye görüldüğü için, insanın çok şanslı
runsallaştınlarak eleştirel bir gözle kap- olduğu düşünülür. Ayrıca bkz. Hint fel-
samlı incelemelerden geçiıildiği görül- sefesi; Carvaka Okulu; Caynacdık;
mektedir. Bu bağlamda modernizmi baş Brahman; samsara; yoga.
ta felsefi boyutları olmak üzere olumlu
olumsuz bütün yönleriyle birlikte kav- monad/monadoloji [İng. 111D11atle/111011a-
raınarun kuşkusuz en iyi yollanndan biri, ıiology; Fr. 111onatle/ 111D11adolot)e', Alnı. 111011a·
yüzyılın en önemli düşünürlerince dillen- de/ 111onadologit] Eski Yunanca'da "bir o-
dirilen aydınlatıcı değeri oldukça yüksek lan" anlanuna gelen 111D1111ltan türetilen
düşüncelerin ortaya konduğu postmo- 111onad, G.W. Leibniz'in çokçu varlık ku-
demizmin modemizm eleştirisi ü~tüne mımnın tekil tözlerine; "bölünmez bir
odaklanmaktan geçmektedir. Ayrıca bkz. birlik olan sonsuz sayıdaki tözlerin her
poıtmodernizm;gcrçcküıtücülük;ge birine" veı:ilen addır. Monadoloji terimi de
lecckçilik. Leibııiz'in monad diye adlandırdığı tekil-
tözlerle ilgili kuramını sunduğu eserin
modus ponens (Lat.) bkz. çıkarım. (Monadology. 1714) başlığından gelir.
monas 1012
kavram çözümleme işi olarak gören Moo- !um yaşamından aile içi ilişkilere yarın
re'un ahlak felsefesinde bulduğu o üst caya kadar birçok konuyu içermekte ve
bakış olanağı büyük savını ortaya atma- zamanının toplumsal kurumlarını yapıtta
sını kolaylaştırmıştır: Moore'a göre fel- serimi.enen imgesel eşleri ile karşılaştır
sefenin görevi tüm evrenin genel bir be- maktadır. More'un, Platon'un Dev/e/"ın
timlemesini yapmaktır. Some Main Prob- den esin alarak yazdığı yapıtı, aklın yo-
kms of Philosopl?J (Felsefenin Bazı Temel luyla yönetilen ortaklaşmaa bir düzene
Sorunları, 1953) adlı kitabında dile getir- dayanan bir kentdcvletini betimlemekte-
diği bu görüş, Moore'un felsefeyi bilim- dir. Birey ve toplumun bencilliğine tek
lerden ayn bir çalışma alanı olarak gör- çözüm olarak ortak miilkiyeti gören Mo-
mesinin nedenini de anlamamızı kolay- re'un Ülojrya'smda para, özel mülkiyet
laştırır. Moore'a göre felsefe bilimlerden yoktur; toplumsal işbölümü sayesinde
daha genel olan ve "doğal olan"la ilgi- insanlara mutluluklarını artırabilecekleri
lenmekten çok daha fazlasının yapılabil ilgi alanlarına yönelmek için zaman da
diği bir alandır. kalmaktadır. More'un alaysamayı (ironı)
Moore'un felsefece düşünmeye yöne- sevmesi, ÜtoJ!1a'nın başka başka biçim-
lik katkıda bulunmuş diğer önemli yapıt lerde yorumlanmasına neden olmuştur.
ları şunlardır: Ahlılk felsefesi üzerine· dü- More'un diğer önemli çalışmaları arasın
şüncelerini işlediği ve etik kur-amını daha da Kilise'nin niteliği üzerine kaleme al-
da bir açımlamaya giriştiği Ethirs (Etik, dığı The Cof11taçyon of Tyndals Answere
1912); 1903 ile 1919 yıllan arasında ya- (fyndals'ın Yanıtlarına Yalanlama, 2 cilt,
yımlanmış önemli yazılarının toplamın 1532-1533), Katolik inancını sawnduğu
dan oluşan Philosophical S tudies (Felsefece Apohıo (Savunma, 1533) ve DebeUa9•on
İncelemeler, 1922); bu kez 1923-1955 (Fatih, 1533) ile Hıristiyan edebiyatının
yılları arasındaki yazılarından derlenen başyapıtlarından biri kabul edilen A dia-
ve ölümünden sonra yayımlanan Phihı hıge of romfort against tn'b11/adon (Acıya Kar-
sophiral Papers (Felsefece Yazılar, 1959); şı Bir Yatıştırma Söyleşimi, 1535) bu-
1929-1934 yıllarında Cambridge'de ver- lunmaktadır.
diği derslerin notlarından oluşan LertNres
on Pbilosopl!J (Felsefe Dersleri, 1966). more geometrico (Lat.) "Geometri tar-
Ayrıca bkz. doğalcı etik; doğalcılık zında", özellikle de Eukleides'in (Öklid)
yanıJgısı; güzel-lik. ortaya koyduğu biçimiyle "geometrik
yönteme uygun şekilde" anlamında kul-
More, Thomas (1477-1535) İngiliz in- lanılan Latince terim.
sancı yazar, hukukçu ve devlet adamı. Eukleides'in Elemanlar (Stoikheia) ad-
Londra'da doğan ve burada hukuk eği lı yapınnda serimlediği "geometnk yön-
timi alan Thomas More, 1534 yılında tem" öteden beri ussal tanıtlamanın zir-
VIII. Henry'nin yeniden evlenmek için vesi olarak görülmüştür. Descartes, Spi-
Katolik inancı hiçe sayarak çıkarttığı im- noza, Leibniz gibi yeniçağ felsefesinin
tiyaz yasasına bağlılığını bildirmeyince bdli başlı düşünürleri bu yöntemi kendi
tutuklanmış, yargılandıktan sonra da i- yapıtlarında uygulamayı denemişlerdir.
dam edilmiştir. Bunun en yetkin örneğini Spinoza 1677
Bütün bir "yapıt"ıııı oluşturan parça- tarihli başyapıtı Ethira, Orditıe Geometrico
lar arasında yaşamöyküsü, şiir, mektup Demonslrata (Geometrik Düzene Göre
ve dinsizlik karşıtı değiniler de bulunan Tanıtlanmış Törebilim) ile vermiştir.
More, daha çok felsefece çalışması Uto-
pia (Ütopya) ile tanınmaktadır. 1516'da motpbe (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesin-
Latince yayımlanan bu başyapıtı devlet- de, özellikle de Aristoteles'in dört neden
ten eğitime, cezalandırmadan dine, top- öğretisinde, "biçim" (form) ya da "şekil"
Mounier, Emrnanuel 1016
mucize (tansık) [İng. mirade; Fr. mira≤ te (Sartre, Romantik Usçu, 1953) üze-
Alm. Wllndeı'J Gündelik dilde beklenme- rinde önemli etkileri olan Sartre'ı eleşti
dik ya da olağanüstü bir olayın ortaya rel bir gözle incelemiştir. Başlıca felse-
çıkması durumu için kullanılan mucize fece ilgisi etik olan Mıirdoch 1992'de ya-
sözcüğü, felsefe tartışmalarında tanrısal yımladığı Metaphysi" as a Guide to Moral/
istencin görünümü ya da doğa düzeninin ta (Ahlakın Yol Göstericisi Olarak Me-
değişmesi, doğa yasaları ile uyuşmayacak tafızik) iyiliğin soyut da olsa bu dünyada
bir durumun ortaya çıkması anlamına gerçek bir varoluşa sahip olduğu kura-
gelmektedir. Birtakım felsefecilere göre mını geliştirir. Murdoch'a göre iyiliğin e-
mucize, doğanın tek başına ortaya çıka dimsel varoluşu Tanrı düşüncesini anla-
ramayacağı, doğa yasaları ile uyum içinde manın biricik yoludur.
olmayan olaylardır ki bunlar yalnızca do- Felsefe çevrelerinde modern bir Pla-
ğa yasalarına bağlı kalınarak açıklanamaz. toncu olarak görülen Murdoch, The Fin
Öte yandan başka kimi felsefeciler ise and The 51111 (Ateş ve Güneş, 1977) adlı
mucize olarak adlandınlan olayların şim çalışmasında Platon'un sanata karşı ta-
dilik eldeki doğa kummları ile açıklana kındığı olumsuz tavrın düşünsel temelle-
mayacağını, ancak doğal yollarla ortaya rini sorgular ve "sanat" ile "sanatçılık"
çıkan bu türden olayların yeni ve daha kavramlanııın onun metinlerinde geçiş
kapsamlı doğa kuramları ile kolaylıkla ya da yer alış biçimlerini araştırır. Mur-
açıklanabileceğini savunmuşlardır. Cice- doch bu incelemesinde aynca "gerçek"
ro'dan tutun da Hume'a varıncaya dek kavramı ile sanat yapıtı arasındaki ilişkiyi
pek çok filozof "mucize" üstüne de kafa soruşturarak Platon'un "sanatçılar gerçe-
yormuşlardır. ği çarpıtan kişilerdir" savını !artar. Ro-
manlarında işlediği konulara felsefece bir
Muhyiddin Arabi bkz. İbnü'l-Arabi, bakış açısından yaklaşan yazar, açıkça
Muhyiddin. parçalanmış ve anlamsız bulduğu bu
dünyaya karşı ahlak ve dinsel düşünceyi
mundus intelligibüis/mundus sensi- Platoncu koruyucular olarak ele alıp sa-
bilis (Lat.) Platon'un felsefeye soktuğu, vunmuştur. Eğitim ve din üzerine de
yalnızca akıl yoluyla kavranılabilir ger- yazmış olan Murdoch'un bir diğer ö-
çeklerin dünyası ile duyular aracılığıyla nemli felsefece çalışması da The Soı•mig
algılanabilir şeylerin dünyası arasındaki nt; of Gootfdur (İyinin Egemenliği, 1970).
ayrımın Latince dile getirilişi: "düşünülür
dünya/ duyulur dünya". mutatis mutandis (Lat.) Aynntılarda
MımdNı intelligibilit salt us yetisiyle eri- ıı;izlenmiş farklılıkları hesaba katmak,
şilebilir olan Platon'un idealar dünyasına göz önüne almak bağlamında kullanılan
ya da Kant'ın numenler/noumenon'lar "gerekli değişiklikler yapılmış olarak" ya
alanına karşılık gelirken, mNnı:htı muibilis da "gerekli değişiklikler yapıldıktan son-
duyu yoluyla ulaşılan Platon'un görü- ra" anlamındaki Latince terim.
nüşler dünyasına ya da görüngülerden o-
luşan maddi dünyaya denk düşer. Bun- mutçuluk (mutlulukçuluk) ~ng. eNdai-
lardan ilki bilginin uygun nesnesi iken monism; Fr. eNdimonisme, Alm. e11dİİl!lonit-
ikincisi yalnızca kanıların alanına girer. 11111s-, Yun. t11daimoniI111os-, es. t. istis'ôıliyye]
İnsanın tüm yapıp etmelerinin, bütün
Murdoch, iris Jean (1919-1999) İrlan eylemlerinin altında yatan amacın "mut-
da asıllı İngiliz romancı ve felsefeci. Fel- ltıluk" olduğunu; insan yaşanunın anla-
sefeciliğinden daha çok romancılığı ile mının mutlulukta yattığını öne süren ah-
tanınan iris Jean M urdoch ilk felsefece liik: öğretisi: "mutluluk ahlakı". İnsan ya-
çalışması olan Sartre, Ramanti' Rationalisf şamını anlamlı kılacak "en yüksek iyi"yi
1019 mümkin-ül-vücıid
ğa ve doğa bilimleri tasarımı savunul- doğayı bütünlüklü ve birlikli bir yapı ola-
muştur. Nitekim, Na1Hphilosophie yöne- rak değerlendirirken pek çok Alman dü-
limli düşünürlerin, hem bir bütün olarak şünürün görüşlerinden, sözgelimi Goe-
doğayı hem de onun tek tek parçalaruu the'n.in organik ile inorganik doğa alan-
durağan terimlerle açıklamak yerine, da- lan arasındaki ayrımı ortadan kaldırmak
ha çok doğanın gelişmeye ya da evril- üzere bunlann kökenlerinin birliği üzeri-
meye yönelik niteliğini öne çıkaran gö- ne geliştirdiği biçimbilimsel uslamlama-
rüşler dillendirdikleri gözlenmektedir. Bıı lardan, önemli ölçüde yararlanmıştır. Yi-
gelişimi aşamalı bir evrim dizilişinin so- ne bu bağlamda akımın savunucuları, en
nucu olarak kavramaya çalışan bu anla- başından beri, Aristoteles felsefesinin
yış, bu sürecin çoğunlukla birbirine kar- modem·uzanttsı olarak algıladıkları Kant'
şıt güçlerce devinime geçirildiği ve yine tan, genelde ilerleme düşüncesini, daha
bu· karşıt güçlerce hiçbir kesintiye uğra özeldeyse türler ile hayvanların gelişimine
maksızın sürdürüldüğü düşüncesi üstüne yönelik erekbilgisi tasarımını alarak ken-
kuruludur. Natuphilosophie'nin belli başlı di düşünsel çerçevelerine yedirmişlerdir.
temsilcileri arasında Fichte, Schelling, Bunun sonucunda doğaya bütünüyle, bi-
Hegel gibi "Alman İdeal.izmi"n.in önde çimbilimsel ve dirimbilimsel gözlemlerin
gelen filozoflarının yanında, Lorenz 0- harmarılanmasıyla elde edilmiş, en üstte
ken, Hans Christian 0rsted gibi döne- insanoğlunun durduğu belli sıradüzenler
min önemli doğa bilimcilerin.in de bu- doğrultusunda bakmayı savunan dizgin
lunduğu gözlenmektedir. Kendi içinde vurulamayacak devingenlikte etkin bir
oldukça ayrışık bir yapı sergileyen bu metafizik kuramı çıkmıştır onaya. Nite-
özgül doğa felsefesi konumunun düşün kim bu çerçevede kalarak düşünmeye ça-
sel kaynaklan ise "Alman İdealizmi" ile lışan hemen bütün filozofların, "Fransız
geç dönem "Klasisizm" ve "Romantizm" Ansiklopedicileri"nin "düzenekçi madde-
anlayışlarına dek geri götürülebilmekte- cilik"lerine zemin hazırlayan Descartesçı
dir. Aynca bu temel kaynaklar yanında, madde/ zihin ikiciliğine karşı, Spinoza'nın
akımın ortaya son derece etkili gelişim tek bir tözün birbirlerini destekleyip bü-
kuramları koyan Goethe ile Herder'den tünleyen iki kipi olarak tasarladığı iki
de önemli oranlarda beslendiği açıklıkla yönlü zihin-madde kuramının izinden yü-
görülmektedir. Ne var ki Hegel'in 1831 rüdü.ıcleri görülmektedir. Bu devingen sü-
yılında, Goethe'nin ise 1832 yılında öl- reci kavramak amacıyla geliştirilen mo-
melerinden sonra Natuphilosophie olanca dellerse ya Kant gibi kimi·önemli felsefe
bir hızla düşüşe geçerek bütünüyle orta- kaynaklarından ya aynı anda hem ben'i
<lan kalkmaya yüz tutmuş; ama yine <le hem <le hen-olmayan'ı koyutfayan Fich-
Alman kültürü ile biliminde yapılan pek te'n.in "kendi kendini belirleme" düşün
çok çalışmada değişik yollardan XX. yüz- cesinden ya da dönem.in değişik alanlar-
yıla gelinceye dek etkilerini sürdürmüş da geliştirilmiş bilimsel kuramlarından
tür. benzeşim yoluyla alınmışlardır. Öte yan-
Felsefe açısından bakıldığında, daha da, bir başka Kant sonrası idealist fılozof
ilk bakışta, Natuphilosophie çerçevesi i- Hegel de Naımphilosophie bağlamında ö-
çinde yer alan çeşitli eğilimler arasında nemli düşünceler ortaya koyınuştur. He-
Schelling'in doğa felsefesinin ayrı bir yeri gel, Schelling'den belirgin bir biçimde
ve önemi bulunduğu görülebilir. Schel- etkilenmesine karşın sonuçta özünde bü-
ling'in görüşleri üzerindeyse önce Kant, tünüyle başka bir doğa dizgesi temellen-
daha sonraysa Fichte tarafından dillendi- dirmiştir. Hegel için, kendi ötekiliği i-
rilen düşüncelerin belirleyici bir konum- çinde ideanın (Begriff) alanı olarak doğa
da oldı!ltlan kuşku götürmeyecek dere- evrimsel bir süreç olarak değil, ideanın
cede açıktır. Öte yandan Natuphill>sophie, kendi bilgioine ulaşması yolunda onun
1025 Natutphilosophie
kavramsal gelişimi olarak, diyalektik bir açılımı ya da son bir uzantısı da, çok sa-
süreç olarak kavranmak zorundadır. yıda fizyolog ile ruhbilimci yanında, içle-
Yukanda belirtilenlerden de anlaşıla rinde Dtr Logiıtht ARjbaH dtr Wtlt (Dün-
cağı üzere, Naturphiloıophit çerçevesi bağ yanın Mantıksal Yapısı, 1928) başlıklı ya-
lamında kimileyin aynntılarda birbirin- pıtıyla Rudolf Camap'ın da yer aldığı bir
den ayrılık gösteren farklı yııklaşımlar dizi felsefeci tarafından savunulan iki
sunulmuş olsa da bu yaklaşın'llarda ken- yönlü zihin-beden anlayışında bulunabi-
disini hep yeniden gösteren birtakım or- lir.
tak eğilimler belirlemek olanaklıdır. Bun- Na111rphiloıophit'nin ikinci bir öğretisi
lardan ilki ve en önemlisi, "madde ile oı:ganizmacı açıklama modelinin her ko-
zihnin birliği" öğretisini savunmaya dö- şulda üstürılüğünün, dolayısıyla da kaçı
nük görüşlerdir. Schclling ve birçok baş rulmazlığının savunulması üstüne kuru-
ka Na111rphiloıopht11, madde ile zihnin bir- ludur. Kant için olduğu gibi Schelling i-
liğinin ya da "özdeşliği"nin, ilkece doğa çin de düzenekçi terimlerle doğaya geti-
nın yasalarını zihnin yasalarından, buna rilen açıklamalann her durumda oıganik
karşı zihnin yasalarını da doğanın yasala- terimlerle desteklenmeleri gerekmektedir.
rından çıkarsamaya olanak tanıdığını ileri Organizmalar kendine yeter etkin kendi-
sürmektedirler. Bu noktada Schclling'in likler olduklarından, kendi kendilerinin
"Doğa dizgesi aynı zamanda zihnimizin nederıleri ve sonuçlan olduklanndan ö-
de dizgesidir, doğa görülebilir tin iken, türü kendi kendilerine dcvinebilirler; bu-
zihin görünmeyen doğadır" tümcesinde na karşı nedensel düzenekler ancak dışa
dile getirdiği görüş, açıkça hem Descar- rıdan dcvindirilebildiklerinden ötürü öz-
tesçı ikiciliğe hem de XVIII. yüzyıl mad- ce bütünüyle edilgindirler. Schclling, 1797
deciliğine karşı yöneltilmiş olması bir ya- ile 1806 yıllan arasında kendi doğa felse-
na, özellikle bilim ile yazın alanlan ol- fesi anlayışını çeşitli bakımlardan ilerilere
mak üzere Romantik akım üstünde ol- taşımış, bu çerçevede yaptığı çalışmalar
dukça derin izler bırakmıştır. Sözgelimi çok geçmeden Fichte'nin tinsiz, düze-
1820'de Naturphiloıophit'riin doğayı de- nekçi doğa tasarımıyla derin bir çatışkıya
vindiren içkin karşıt güçler arayışına uy- düşmesine neden olmuştur. Nat1ırphiloıo
gun olarak elektromanyetiği keşfeden phil özellikle 1801 yılından başlayarak
Hans Christian 0rsted, bütün nesnelerin Schelling'in gözünde aşkınsal felsefeden
maddeleştirilmiş düşünceler olduğunu ö- bütünüyle bağımsızlığını kazanarak on-
ne sürerken, biyolog Lorenz Oken zih- dan daha birincil bir konuma yükselmiş
nin yasalannın doğa yasalarından ayrı ol- tir. Bu yeni çerçevede Schelling, doğayı
madıklarını, her ikisinin de birbirlerini deneyimimize sunuldukları biçirrıleriyle
yansıttığını göstermenin Naturphiloıopbie' yalnızca ürettiği sonuçlara bakarak araş
nin en dikkate değer başanlanndan biri tırmakla kavrayamayacağımızı; çünkü bu-
olduğunu belirtmektedir. Bu açıdan ba- nun açıkça doğayı salt edilgin bir yapı,
kıldığında doğa felsefesi ile zihin felse- yani *11at11ra 11alllrata olarak görmek oldu-
fesi son çözümlemede birbirleriyle örtü- ğunu savunmuştur. Oysa, her durumda
şen alanlar olarak tasarlanmaktaydı. Ne "üretkenlik" ya da "saltık etkinlik" ola-
var ki ilerleyen yıllarla birlikte, Naturphi- rak arılaşılması gereken doğa, "sonsuz
lnsophie'nin en keskin eleştiricilerinden oluş"u içerisinde, ona *ntılllra natlırans,
Hermann von Helmholtz, bu arılayışın yani kendi ürürılerinden kristalleşen ü-
temel yanlışının doğanın zorurılu yasala- retken bir süreç, canlı bir özne olarak
nyla zihnin kendiliğinden etkinliğini ka- yaklaşılmayı gerekli kılmaktadır. Bu gö-
nştırmak olduğuna yönelik oldukça ö- rüş, çOk geçmeden modern bilimin pa-
nemli bir saptamada bulunmuştur. Doğa radigması olarak anılan Newton'un dü-
ile zihnin özdeşliği öğretisinin önemli bir zenekçi fiziğine yönelik bir eleştiriye dö-
neden 1026
nedensellik (ilkesi) (İng. t1111ra6!J/prin- Kant'a göre bir olayın nedeninin bekle-
aple of 'lllUa/İ!T. Fr.. t1111ralitl/pri11tipe ek (411- nen sonuçlardan bambaşka bir sonuç do-
raliti; Alm. Awnalittil/ kmualitiitspri11zjp; es. ğurması, nedensellik ilkesinin kendisinin
L if#.ut~ Her şeyin, her olayın bir nedeni varlığından kuşku duymaya yetmez. Hu-
olduğunu; aynı koşullar altında aynı ne- me'un yalnızca bir düzenlilik dediği du-
denlerin aynı sonuçları doğuracağını dile rum, Kant'ın ellerinde apriori çerçevenin
getiren ilke. En yalın anlaıruyla biri diğe yapıtaşlan olacaktır. Hegel 'le birlikte ne-
rinin nedeni olan iki şey arasındaki iliş densellik ilkesi, ideanın gelişim biçimine
kinin dayandığı ilkeye nedensellik ilkesi dönüşür. Hegel, kendi başına saltığın
denir. Kuşkusuz, bu noktada iki olaydan başkalık olarak açığa çıkan görünüşleri
birinin neden, ötekinin sonuç olmasını nin yeniden kendisine dönerek özdeşliği
sağlayan şeyin ne olduğu önem kazan- doğurduğunu öne sürer. Nedensellik yo-
maktadır. Genellikle bu sorun, nedenin lunda olup biten herşey, Saltık Tın'in ken-
·sonuçtan önce gelmesiyle çözümlenme- dini açarak başkalaşması; sonunda ken-
ye çalışılmıştır. Günümüz felsefecileri ne- dine döneR:k özdeşlik kazanmasından
denselliği daha çok tek yönlü bir ilişki başka bir şey değildir.
olarak ele alır; yani a, b'nin nedeniyse; b, Nedensellik ilkesi, metafizik kuraınla
a'nın nedeni olamaz. n açısından oldukça kapsamlı ve güçlü
Ortaçağ felsefesi boyunca süren A- bir aygıt olma özelliğiyle önplana çıkmış
ristoteles'in dört neden öğretisinin ağır olsa da, özellikle: Hume'un getirdiği e-
etkisi, XVi. yüzyıldan başlayarak kırılır. leştirilerden sonra, bütünlüklü bir bakış
Çağcıl (modem) felsefenin nedensellik açısı sağlamada oldukça zayıf kalmıştır.
ilkesine bakışının biçimleneceği bu sü- Ayrıca bkz. neden; Hume, David; Na-
reçte aslan payını temel bilimlerin sağla garjuna; belirlenimcilik; düzenekçi-
dığı olanaklar alacaktır. Özellikle w üze- lik; rasdanh.
rine incelemeleriyle dikkat çeken No1111m
Orga111111lun yazan Francis Bacon ile o- nefs (Ar.) .Eski Arapça'da dönüşlü adıl
nun ardından Rene Descartes, doğadaki olan tllft sözcüğü, daha sonra İslaın fel-
gözle görülecek kadar çeşitlilik arz eden sefesinde "ruh" ve "istenç" anlaınlannda
değişimin nedeni olarak devinimi görür. kullanılmaya başlanmıştır. Kuran'da da
Descartes, Aı:istoteles 'in mirası skolastik dönüşlü adıl olarak kullanılmasının yanı
biçimsel ·neden anlayışını bir kenara ko- sıra "insan ruhu" anlamında kullanıldığı
yarak, maddeyi devinimsiz saysa da artık bölümler bulunmaktadır. Ancak bu ruh
nedensellik ilkesinin eski dönemlerden insanın arzu ve istelclerini denetleyerek
daha fıırklı bir yeri olacaktır. Giderek onu yönlendiren bir ruh olduğundan
güçlenen nedensellik ilkesine ilk ciddi e- "istenç" yerine de kullanıldığı söylenebi-
leştiriyi David Hume getirir. H~, ne- lir. Temel niteliği körülüğe yönelmişlik
denselliği bir önkabul olarak benimse- olan 11eft, bu nedenle İslam felsefesinde
mekten yana değildir; nedenselliği, idea- iyileştirilmesi gereken bir şey olarak gö-
lar (düşünceler/kavramlar) arasındaki i- rülmüştür. Bu bağlamda, örneğin, tasav-
lişkiye indirgeyen Hume, ideaların köken- vufun bu işe yönelik sağaltıcı bir felsefe
lerini ruhbilimsel açıdan açıklayan bir olduğu söylenebilir.
görüş geliştirir. Olaylar arasındaki dü-
zenliliğin yinelenmesinin doğurduğu alış neikos (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesin-
kanlıktan beslenen Hume, nedensellik il- de, özellilcle de Empedokles'te, *philia'
kesinin varlığından kuşku duyulmasına nın sevgi ve iyilik yayan etkisiyle sürekli
yol açar. Hume'un felsefesinde can bu- bir savaşım içinde olan "kin" ya da "nef-
lan bu keskin kuşkuculuğu Alman filo- ret''. Aristoteles "kin" için lllİnJr sözcü-
zof Immanuel Kant dengeleyecektir. ğünü de kullanmıştır.
nesne 1028
nesne [İng. objecl", Fr. objtl", Alın. objekt, sorusu büyük ölçüde varolan "somı:t/
timi{. es. L fryj Çok genel bir
gtgt11slmuJ, fiziksel nesneler" ile nasıl bir ilişkileri
deyişle, duyulardan en az biriyle algılan bulunduğu temelinde yanıtlanmaya çalı
maya açık olan; uzam ile zaman içinde şılmaktadır.
somut bir varlığı bulunan; bilince veril- Descartesçı felsefenin "özne ile nes-
mişliğiyle ya da sunulmuşluğuyla bilincin ne aynmı"na bağlı olarak modem felse-
ayırt edip tanıdığı; düşünen özneye karşı fede kilit değerde önemli bir konuma ta-
düşünülen "şey": Birbirinden değişik an- şınan nesne kavramını en iyi biçimde
lama edimleri araalığıyla bilgisine, algı kavramanın yollarından biri, Kant'ın fel-
sına, kavrayışına ya da duygusuna ulaşa sefesinde sunulan nesne çözümlemesi-
bildiğimiz herşey; öznenin kuşkulanır nin, özellikle de nesneyle yalcından bağ
ken, tasarlarken, özlerken kendisine yö- lantılı kimi terimler arasında yapılan ay-
neldiği nen. Türkçe'ye de "obje" olarak nmlann belirginleştirilmesinden geçmek-
geçmiş olan Batı dillerindeki karşılıkları tedir. Kant'ın değişik dönemlerde yaptığı
nın kökeni ''karşıda bulunan", "karşıda nesne açıklamalarının, aralarındaki ince
duran", "karşıya konulmuş" anlamlarına ayrımları gözardı etmek pahasına da ol-
gelen Latince'deki objtctum sözcüğüne u- sa, kendi içinde tutarlı bir bütünlük ser-
zanan nesne terimi, yerleşik felsefe dilin- gilediği söylenebilir. Bununla birlikte,
de çoğunluk bağWaşığı durumundaki "öz- Kant'ın "şey" (Din~, "karşıda duran"
ne" terimiyle birlikte, ya onun "ardalanı" (Gegenstand), "nesne" (Of?jek~ arasında
nda ya da onun "gölge anlamı"na bağlı yaptığı ayrımlar çoğunlukla göz önünde
olarak dolaşmaktadır. Buna göre, düşü bulundurulmadığından, özellikle de öteki
nülebilen ya da düşünceye konu edilebi- dillere yapılan çevirilerde korunmadığın
len her şey temelde bir nesne olduğun dan, Kantçı nesne tasarımının anlaşılma
dan, öznenin karşısındaki bütün dünya bir sında son derece büyük güçlüklerle kar-
"nesneler alanı" oluşturmaktadır. Bunun şılaşıldığı da üstünden atlanamayacak bir
yanında, düşünme ediminin dönüşlü do- gerçektir. Kant nesne açıklamasını orta-
ğasına bağlı olarak düşünen öznenin ken- ya koyarken, çok büyük ölçüde Roma
disi üstüne düşündüğü her durumda öz- hukukunda yapılan "kişiler'' ile "şeyler''
ne de düşünülebilir bütün yönleriyle bir- aynnurun izinden yürümektedir. Yapılan
likte nesne olabilmektedir. Felsefe me- bu ayrıma göre, eyle.mleri kendisine yük-
tinlerinde yapılan değişik bölümlemeler lenebilen "özne" iken, "şey" eylem dahil
uyarınca farklı nesne türlerinin varlığın kendisine hiçbir şeyiiı yüklenemediğidir.
dan sıkça söz edildiği görülmektedir. Bu öyle ki her koşulda "özgürlük" ile "ken-
bağlamda, kendisine doğrudan yönelmiş diliğindcııli.k"in taşıyıcısı olarak tasarla-
düşünsel bir edim olmaksızın varolama- nan özne birtakım ussal ilkelere göre
yan, düşüncenin konusu olarak salt bi- eylemde bulunabilme yetisi taşırken, öz-
linçte bulunan, yalnızca düşünme edimi- gürlük ile kendiliğindenlikten bütünüyle
nin önünde duran nesne ideal nesne, öz- yoksun olma olarak tasarlanan şey kav-
neden, bilinçten ya da düşünceden ba- ramına bağlı olarak bir insan varlığının
ğımsız olarak dış dünyada varolan, dış salt kendisine yönelen etkilere edilgenlik
dünya gerçekliğinin bir parçası olarak bi- içinde karşılık vermesi, o insanı öteki ki-
zim dışımızda, biz olmasak da varolan şiler ya da şeyler karşısında başka so-
nesne ise ger;ek neme diye adlandırılmak nuçların aracısı kılmakta, yani şey kıl
tadır. Yine aynı bağlamda "sayılar", "tü- maktadır. Edilgenliğiyle, özerklikten yok-
meller'', "geometrik şekiller" uzam ile sunluğuyla, özgür bir eyleyen olmama-
zaman içinde yer almadıklarından ötürü sıyla kişiden bütünüyle ayrılan şeyin bü-
s~11ı nesneler olarak tanımlanmakta; bun- tün bu nitelikleri, aynı zamanda Kant'ın
lann gerçekten varolup varolmadıklan kuramsal felsefesinde genel olarak şeyin
1029 nesne
ya da nesnenin karakterini belirler. Nite- bilgisi" (Dastin) ile metafizik töz ile eşm
kim tam bu noktada Kant, deneyimin lamlı olan "şeylerin belirlenmemiş var-
açıklanmasında bütünüyle edilgen bir oluşu" nu (Dasein ıJer Dinge) birbirinden
konumda gördüğü şey tasanmı uyarınca, kesin çizgilerle ayırır.
insan anlığının karşısında çeşitli biçim- Kant'ın şey ya da nesne kavramı üs-
lerde duran "şeyler alanı" ile "nesneler tüne sonraki yoğunlaşmaları. belirgin bir
alaru."m birbirinden ayımıamn önemini dönüşle Dmgden Gt§!nstanti ile Objı/eJ~
özellikle wrgulamaktadır. doğru kaymıştır. Bu noktada Gt§!nstanti
Kant'ın her biri için ıayn bir Almanca ile Objılet arasındıa yapılan aynm, Kant'ın
sözcük kullandığı (Ding, Gegensta11J, Ob- aşkınsal felsefesini anlamak bakımından
je/el) bütün bu farklı "şeylik" kipleri gö- son derece önemli bir yer tumıaktadır.
ründükleri farklı bağlamlarda farklı fel- Nitekim bu durumu Kant, "deneyimin
sefi işlevler yerine getirmektedirler. Söz- olaııaklılığının koşulları genelde nesnele-
gelimi Kant'ın eleştirel felsefesinde en az rin (Gegtnstantlt) olanaklılığının da koşul
başvurduğu Dmg terimi, onun Wolffçu landır" biçiminde dile getirmiş; bu ikisi
Okul'un "dogmacı metafizik"inden "e- arasındaki "karşılıklı gerektirme ilişki" si-
leş ıird felsefe''yi ayırma çabasına bakıla nin aynı. biçimde kavram ile görü arasın
rak açıklıanabilir. Wolff ile izleyicileri Ding dalı:i ilişkiyi de öngerclı:ıirdiğini belirt-
terimini gerçekten olmayanlar da içinde miştir. Gt§lnstmıtiı C'karşıda duranlar')
olmak üzere olanaklı bütün herşeyi kap- deneyimin nesneleridir ya da anlama ile
sayacak biçimde kullanmışlardır. Wolff- görülemcnin sımrlarını çizen görünüm-
çuların neredeyse hiç kullanmadıkları Ob- lerdir; "ıanlamanın işlevleriyle ilişkili ol-
je/et ile Gegmstanti sözcüklerini An Umn maksızın", görüdeki görünümler olabile-
E/eştirin'nde sıklıkla kullanan Kant ise cekleri gibi, hiçbir biçimde kavranmala-
Ding sözcüğünü, en açık biçimiyle "aş nndan ayrı tutulamayacak "bilincin nes-
kınsal olumlama" ile "aşkınsal olumsuz- neleri" de olabilmektedirler. Dolayısıyla
lama" tartışmasında görüldüğü üzeR:, ço- deneyimin nesneleri (Gegtnstantiı) bilgi-
ğunluk sadece "metafizik şeylik" düşün nin nesneleri kılındıklan zaman Obje/etı
cesiyle doğrudan ilgili bağlamlarda kul- r•nesnder") haline gelmck.tedirler. Bu
lanmayı yeğlemiştir. Bu çerçevede Kant, bağlamdıa "anlamanın bilgisi", belli bir
"aşkınsal olumlama"nın gerçekliği kur- Obje/et için verili tasanmlar ile verili gö-
duğunu ve bu yolla nesnelerin şeylik ta- rünün çokkatWığımn birleşmesine bağlı
şıma yetisi kazandıklanru.; "aşkınsal o- olarak ona karşılık gelen kavramca be-
lumsuzlama"nın ise olumsuzlama olana- timlendiği biçimle Obje/elin kendisi arıa
ğını kurduğunu, bundan daha da önem- sındıaki kesin belirli ilişkiden meydana
lisi sınırlamıa açıkça bir olumsuzlama bi- gelmektedir. Dolayısıyla Kantçı çerçeve-
çimi olduğundan bütün sınırlama ola- de, ''verili görü" ya da Gigmstdllti böyle-
naklanru. kurduğunu ileri sürmektedir. likle "*tamalgı"nın birliği koşulu altında
Bu durumda "belirlenmemiş" olan şeylik Obje/et haline gelmiş olmakta, anlamanın
kavramına, Gegtnstanti ya da Objdıt an skh kavramlıanyla bilinebilen özgül bir bilgi
demclı: yerine, "kendinde şey'' 0'-Ding,., nesnesini, bir deneyim nesnesini yani
.ridJ) adım veren Kant, Dingile Gıgenstdllti Geglnstmıılı zorunlu kılmaktadır. Kant'a
arasındaki aynını deneysel düşüncenin göR:, bu türden nesnelerin olabilmesi
koyutlannda ayn bir önem vererek in- için hiçlikten başka birşcyin olması zo-
celemiştir. Bu bağlamda Kant, ancak ne- runlu bir koşul.dur, çünkü hiçlik dışında
densellik yasalan uyarınca algıya sunulan vıırolma, yani şeylik (Dmm, kendinde
öteki durumlardan ileri gelen etkilerin şeylik (Ding ,., siçh) metafiziğine girdi-
varoluşuna ya da götünüşüne bağlı ola- ğinden dopsı gereği bilinmıezdir. Bu a-
rak bilinebilen "belirlenmiş varoluşun çıdan bakıldığında Kantçı nesne tasa-
nesne dili 1030
ussal olanda gösteriyor olsa bile, dün- miyle birlikte oluşturdukları "nesnel ile
yada somut bir varlığı bulunmayabilir, öznel aynmı"na yoğunlaşmaktan geç-
herhangi bir gerçekliğe karşılık gelmeye- mektedir. Söz konusu aynm, şeylerin ol-
bilir. Örneğin, zamandan ve uzamdan maktalıklan ile bu olmaktalığın insanlar-
bağımsız olarak salt ussal bir kendilik o- ca nasıl düşünülüp nasıl duyulduğu bağ
larak tasadadığııruz "uçan at" imgesi lamında ortaya konan önermeler ve yar-
nesnel bir kavramken gerçek bir kavram gılar arasında yapılmaktadır. Bu ikisi ara-
değildir. Ne var ki çoğu felsefe metnine sındaki ayrımı kesin çizgilerle yapmanın
bakıldığında, nesnel olanın öznel olan- bir hayli güç olduğu, yapılan aynmların
dan bütünüyle ayn olması gerektiği var- da oldukça büyük tartışmalara konu ol-
sayımı temelinde, nesneli hep nesneyle dukları belirtilmek koşuluyla, nesnel ifa-
ilgisi kurulmuş olarak düşünmenin daha delerin doğruluklannın bütünüyle öznel
yaygın bir tutum olduğu görülmektedir. ifadelerde içerimlenen görelilik içeren ö-
Nitekim bu mantık uyarınca, kişinin ne ğelerden bağımsız oldukları öngörülmek-
düşündüğünden bağımsız doğrular "nes- tedir. Buna göre örneğin, "Kar beyaz-
nel doğrular" diye adlandırılırken; buna dır" ifadesi nesnel bir ifadeyken, "Kan
karşı öznel yargılann, kişisel eğilimlerin, seviyorum" ifadesi öznel bir ifadedir. ö-
peşinen verilmiş yargılann dışında bi- te yanda, "insanların yaklaşık üçte ikisi
linçten, zihinden ve algılayandan bağım yağmuru sever" ifadesi, belli öznelere
sız olarak vuolma biçimine "nesnel va- yönelik olarak söylenmiş nesnel bir ifa-
roluş" denmektedir. Nesnel varoluş te- dedir. Nesnel · ile öznel aymnı felsefe
rimiyle nitelenen kcndilikler, herkes tara- metinlerinde sıklıkla geçiyor olmasına
fından açıkça gözlcmlendikleri gibi, ken- karşın, bilen öznenin nesnelliği gerçek-
dilerine her bakıldığında hep aynı şeyle leştirip gerçekleştiremeyeceği ya da nasıl
rin görüldüğü kendiliklerdir. Terimin bu gerçekleştireceği çok da belirgin olmadı
genel aıılamlanndan örnekseme yoluyla ğından, ayrımın geçerliliğine yönelik ola-
içinde "nesnel" sözcüğü geçen birtakım rak özellikle yakın döneinletde oldukça
deyişlerin anlamlannı da türetmek ola- derin kuşkular dile getirilmektedir. Bu a-
naklıdır. Sözgelimi "nesnel tin" denildi- rada nesnel doğruların çoğunlukla değeri
ğinde bundan anlaşılması gereken, tek gözardı edilemeyecek bir ikna gücü taşı
tek insanlan aşması nedeniyle kişilerüstü dıkları düşünüldüğünde, nesnel oldukları
olan ama aynı zamanda onları birleştirip savıyla ortaya atılan görüşlerin, yaklaşım
bütünleyen, tinin öznenin dışına çıkarıık ların, düşüncelerin çoğu durumda dü-
ortaya koyduğu ahlak, sanat, bilim gibi şünsel ya da toplumsal anlamda kurul-
özgül bir yaşama alanıdır. Yine bu yolla mak istenen baskının araçlan olaıak kö-
felsefe metinlerinde sıkça geçen "nesnel tüye kullanıldıklan da üstünden atlana-
doğruQ.ar)" deyişinin anlamı için de yak- mayacak bir gerçektir. Kuşkusuz bu o-
laşık aynı şeyler söylenebilir. Buna göre, lumsuz durumun en iyi görülebileceği
nesnel doğru denince bundan öncelikle yerlerin başında, "bilimsel" ile "nesnel"
anlaşılması gereken, kişinin ne düşündü in neredeyse özdeş bir anlamda kullanı
ğünden bağımsız olarak doğru olandır. larak, bilimsel söylemlerin kendi özçıkar
Örneğin, "dünya güneşin çevresinde lannı sağlama almak adına dışlayıcı, bas-
dönmektedir'' önerinesinde dile getirilen kıcı, totaliter bir tutum içinde öteki söy-
olgu, Copernicus'un bu durumu keşfet lem biçimlerine yaşama şansı tanımak is-
mesinden önce de sonra da nesnel doğ tememesi gelmektedir. Karşıtı için bkz.
ruluk değerini aynı biçimde korumakta- öznel. Ayrıca bkz. nesnellik.
dır.
Nesnel terimini kavrayabilmenin en nesne] gerçeklik [İııg. ol!je&li11e reali!r, Fr.
iyi yollarından biri, karşıtı "öznel" teri- ria/iti oijemw, Alm. oijıhm rıaRtil] Var-
nesnel gerçeklik 1032
insan düşüncesine kapah olan, ustan ba- rine göre kimileyin bs/aµlpn ~~
ğımsız olarak vaıolan, dolayısıyla us yo- diye de adlandırılan nesnel görecilik, şey
luyla doğası gereği bilinemeyen gerçeklik lerin değişik öznelerce, değişik bakış açı
anlamında kullanılmaya başlanmışur. Ö- lanndan algılanmasıyla edinilmiş görüşle
te yandan XX. yüzyıl felsefesinde, Ric- rin, aralarında hiçbir ayrım olmaksızın
hard Rorty'nin iki ayn "nesnel gerçeklik" aynı ölçülerde gerçek olduldannı, şeyle
tasanınını birbirinden özellikle ayırdığı rin bütün bu görünümlerinin her birinin
görülmektedir. Bunlardan ilki, dışarıda de nesnel bir temeli bulunduğunu ileri
olana karşılık geldiği, bir tür algoritmayla sürmektedir. Aynca bkz. nesnel; göre-
kcşfcdilcceği varsayılan nesnel gerçek- cilik; nesnelcilik; öznelcilik; saltıkçı.
lerdir. Rorty, bunu nasıl başaracağımıza hk.
yönelik hiçbir fikrimiz olmadığım gerek-
çe göstererek bu tür bir nesnel gerçeklik nesnel idealizm [İng. objı&lm iJeaiism;
tasanmının varlığını bütünüyle yadsımak Fr. iılialismı obfadif, Alm. obje/ııti111r itlıalis
tadır. İkinci nesnel gerçeklik tasanmıysa mNJ] bkz. idealizm.
ussal taruşmalar sonucunda benimsenmiş
düşünüşlere karşılık gclmcktcdir. Rorty'e nesnelci etik [İng. dbiml objet/Wis11r, Fr.
göre bu ikinci tasanm olmasını umut e- obfaetİPİmlı İlbİljHI', Alm. ıthisdıer obje/etiııit
debileceğimiz tek nesnel gerçeklik biçi- mlls} Ahlik felsefesinin temel kavramla-
midir. Aynca bkz. nesnel; nesnellik. nnın, bizim onlan nasıl kavradığımızdan
bağımsız olarak varolduklannı savunan
nesnel görecilik [İng. obfam rrlalı"vimr, öğreti; ahlik felsefesinde ahlaki açıdan
Fr. rrlatİıJİ!mt objtdif, Alm. obfalelivr rrlati- "iyi" ya da "değerli" olanın bu "iyiliği"
S'iım11s) Değerlerin her durumda özneye ya da "değerliliği" insandan almayıp ken-
göreli olduğunu, bütün değerlerin bir in- dinde, kendi içinde nesnel olarak taşıdı
sandan bir insana, bir dönemden bir dö- ğını öne süren görüş.
neme, bir yaşam bağlamından bir başka Ahlak felsefesinde, öznelcilik ile gö-
yaşam bağlamına değişiklik gösterdiğini, rcciliğin karşısında yer alan nesnelci ah-
bu yüzden bunların birinin diğerinden lak anlayışı, değerlerin insanlığın dışında
ne metafizik ne de bir başka bakımdan bir gerçekliğe dayandığuıı ileri sürer.
daha üstün bir konumda bulunmadığını Alılikın dile getirdiği önermelerin nesnel
ileri süren ahlik felsefesi anlayıp. Algıya olarak doğru olduğunu, bir özneye ya da
konu nesnenin olası bütün bakış açıla bir kültüre göre değişmediğini vurgular.
nndan elde edilmiş tek tek görünüşle
rinden her birinin nesnellik bakımından neanelcilik [İng. objtdilJimr, Fr. objetti-
eşit ölçüde doğru olduğunu savunan bil- ııitme; Alm. obje/etivism11;, es. t. ılfii/e!ut]
gik.uramı öğretisi. Değerlerin her durum- Zihinden bağımsız bir gerçeklik oldu-
da insanlann doyum arayışlanna göreli ğunu; insan ya da başka bilinçli canWann
olduldannı; buna karp insanın hem do- söz konusu varlıldan kavrayış biçimle-
yuma kavuşturmaya çalıştığı. temel ge- rine bağlı olmaksızın varoJanlann var-
reksinimlerinin neler olduğunun hem de lıklarını sürdürdüklerini ileri süren görüş.
bu gereksinimlerin nasıl doyuma kavut- "Gerçeklik nesnel midir yoksa öznel mi-
turulacaldannın ancak deneysel olarak dir? sorusu bağlamında, öznelcilik ile gö-
nesnel anlamda belirlenebileceğini savu- reciliğe karşıt olarak, gerçekliğin bütü-
nan değer kuramı. Açıkça görülebileceği nüyle zihnimizden ayn, dolayısıyla da in-
gibi. nesnel görecilik bu temel anlamla- sanın bilme yetisinden bağımsız kendine
nyla kendisini "nesnelcilik", "öznelcilik", özgü metafizik bir varlığı olduğunu sa-
"saltıkçılık'' anlayışlannın karşısına ayn vunan öğreti. Nemelerle ilgili yaı:gı bildi-
bir seçenek olarak yerleştirmektedir. Ye- ren önermeler nesnel, öznelerle ilgili yar-
nesnellik 1034
gı bildiren önennelerse öznel sayılır. Söz- dışında var olduğundan öznenin -kendi
gclirni, "Top yuvarlakur'' önermesinin bilişsel sınırlılıklannın da bilincinde ola-
bildirdiği yargı nesnel bir yargıdır; doğ rak- olurlamak durumunda olduğu bire-
rulanması ya da yarılışlanması yalnızca yi aşan gerçekliğin niteliği; insanın, öz-
insanların kendi başlarına vereceği bir nenin ya da bireyin duygularını, düşün
kararla gerçekleşmez. Öte yandan "Ya- celerini, yargılarını işin içine katmaksızın
lan söylemek kötüdür" önermesi ise öz- bir nesneyi, olguyu ya da görüngüyü
nel bir yargı bildirir. Günlük yaşamda sık kavrama tutumu; bilgi edinme sürecinde
sık yansızlık anlamında kullanılan nes- kişinin yeğlemelerini, önyargılannı uzak-
nellik, aslında nesne odaklı yargılar için ta tutarak yalnızca ve yalnızca varolanı
kullanılır. belirleme, olanı biteni saptama amacı ta-
Felsefenin bilgikuramı kolunda nes- şıyan bilgiye ulaşma tavrı. Sözgelimi,
nelci yaklaşım, doğruyu bireyden bağım dağlar, ağaçlar, kuşlar, böcekler, çiçekler,
sız ele alarak, doğruluk kuramlarına uy- atomlar gibi dünyada ne varsa bunlann
gunluk (mm.rpondmre) kavramını sokar. nesnel varlığı birinin onların bilincinde
Ne var ki, idealistler de düşüncede va- olmasını gereksinmez. Ne var ki "acı"
roluşun, gerçek varoluşun biricik biçimi gibi nesnel varlığı olmayan bir şey onu
olduğunu savunmak için nesnelliği kul- duyumsayan biri, bir özne olınaksızın
lanır. Sözgelimi, Platon Formlar Dünya- varlığını sürdüremez ya da onun varlı
sı'yla ilgili olmayı nesnellik sayar. Böyle- ğından söz edilemez. Hiç kuşkusuz te-
likle, çağımız anlayışıyla taban tabana zıt rimin yaygın kullanımındaki anlamı "ki-
bir durum ortaya çıkar; duyu organlann- şisel yargılardan bağımsızlık"tır. Başka
ca gözlemlenmesi olanaksız, ancak us türlü söylendikte her ne türden olursa
yoluyla bilinebilecek bir dünyayı Platon olsun yargıların kişisel ölçütlerden ba-
nesnel diye niteler. ğımsız olması durumuna işaret eder, yar-
Çağcıl (modem) dönemde ise felse- gılann yansızlığı anlaınına gelir. Bir yar-
feciler, erişilmesinin olanaksız olduğunu gının oluşumunu kişisel önyargılar, be-
savunsalar da nesnel bir dünyanın varol- ğeniler gibi ilgisiz değişkenler değil de
duğunu kabul etmeye eğilimlidirler. John konuyla ilgili değişkenler belirliyorsa o
Locke'un bir şeyin tözünü ele alırken ya yargı nesnel bir yargı olarak değerlendi
da Kant'ın tüm bilgimizi görüngülerle sı rilebilir.
nırlarken izlediği yol bu durumu örnek- Felsefede nesnellik bütün bilginin bi-
lemektedir. :XX. yüzyıldaysa artık nes- limsel anlamda doğrulanabilir olınası ge-
nellik dışımızda varolan dünyayla uy- rektiğini savunan mantıkçı olgucuların
gunluk içinde olına çabasından çok, ko- temel amacıdır. Bu anlayışta en genelde
nunun taratlan arasında sağlanmış uyla- bilimin, bilimsel yöntem nesnel olmayı
şımın sonucu belirlenmiş ilkeleri nitele- zorunlu kıldığından ötürü nesnelliği ge-
mek için kullanılınaktadır. Richard Rorty rektirdiği kabul edilir. Bilimin başlıca a-
gibi kimi felsefccilerse nesnelciliğin vanp maçlanndan biri dünyadaki görüngülerin
varacağı son noktanın bu olduğunu dü- kesin bir biçimde betimlenmesidir: Ge-
şünmektedirler. Aynca bkz. nesne; nes- nelgeçetlilik ya da evrensellik ya da doğ
nel; nesnel gerçeklik; nesnelci etik; ru olduklan konusunda hepimizin hem-
öznelcilik; görecilik. fikir olduğu olgulara dayalı bilimsel ger-
çeklik. Öte yandan neRnellik sorununu,
nesnellik ~ng. objectiviry-, Fr. objertivitf, belki de en güzel, nesnelliğin bir eşza
Alın. objelelivitiit, es. t. ôfak!Jyat. f!Y'!V'e~ marılı "görüngeler toplamı" (perspektif-
Öznel değil de nesnel olduğundan, nes- ler bütünü) gerektirdiğinin altını çizen
nelerin gerçeğine dayandığından ve en ö- Mauricc Merleau-Ponty ifade etmiştir.
nemlisi de bilinçten bağımsız ya da zihin Merleau-Ponty özneler olarak, somutlaş-
1035 Newton, Isaac
maıruzın bir sonucu olarak, yalnızca ola- Almanca olarak gerekse İngilizce'ye çev-
naklı olan fiziksel yerimizden ya da du- rilerek son yıllarda yeniden derlenmekte
rumumuzdan değil, deneyimimizden de ve yayımlanmaktadır. Aynca bkz. Viya-
türeyen belirli bir görünge/bakışaçısı na Çevresi; manukçı olguculuk; fi-
(perspektif) tarafından sınırlandınlmak zikselcilik.
yerine gerçekten nesnel bir görüşe sahip
olabilmemiz için aynı anda her yerde Newton, Isaac (1642-1727) Bilimsel
olmanuz gerektiğini, ama yalnızca tanrı dünya görüşünün öncülerinden İngiliz
nın aynı anda her yerde olabileceğini sa- fizikçi ve matematikçi. Isaac Newton,
wnur, Aynca bkz. nesnel; nesnelcilik. Galileo Galilei'nin düzenekçiliğini diz-
geleşıirmiş, evrensel kütle çekimi yasası
Neurath, Otto (1882-1945) Avusturyalı nı bularak fizikte, diferansiyel ve integral
felsefeci ve toplum kuramcısı. Manukçı hesabı bularak da matematikte birer dev-
olguculuğwı gelişiminde önemli bir rol rim gerçekleştirmiş, ışık ve yansıma ku-
oynayan Otto Neurath, felsefenin yanı raınlanna da katlalarda bulunmuştur.
sıra toplumbilim, siyaset ve eğitbilimle Lincolnshire'da doğan Newton Trini-
de etkin bir biçimde ilgilenmiştir. 1929 ty Koleji'nde eğitimini tamamlamış, ya-
yılında Viyana Çevresi'nin ilk bildirgesini şamının büyük bölümünü geçirdiği Cam-
de yazan Neurath bu okulun en etkili bridge Üniversitesi'nde uzun yıllar mate-
düşünürlerindendir. Neurath özellikle matik profesörü olarak çalışmıştır. New-
manukçı olguculuğwı yayın organı Er- ton Cambridge'deki bu döneminde Des-
/eennhliite yayımlanan yazılan ile tanın cartes, Gasendi ve Boyle'un yeni düze-
mıştır. Başta 1932'de yayımlanan "Pro- nekçi felsefelerinin, Vieta, Descartes ve
tokollsatze" başlıklı yazısı olmak üzere Wallis'in birlikte ortaya koydukları yeni
yazdan ile Viyana Çevresi'nin bilginin te- cebir ve analitik geometrinin, Galilei'nin
mellerini yalın ve yorumlanmamış duyu düzenekbilimi ile Copernicusçu gökbi-
deneyimlerinde aramak yerine daha fi- limin etkisi altında kalmıştır. Bu etkile-
zikselci ve bütüncü bir bilgilruramına yö- nimler altında yazdığı başyapıtı Philosop-
nelmesini sağlamıştır. Geliştirdiği fizik- hiae natnmlis prinapia mat/JemaJiça (Doğa
selcilik kuramı, anlamsız ve eşsöz olanlar Felsefesinin Matematik İlkeleri) 1687 yı
dışında bütün deneye dayalı yargıların il- lında yayınlanmıştır. Newton yalnız dün-
ke olarak uzamsal ve zamansal nesneler ya yüzeyindeki nesnderin değil, ay, dün-
üzerine yargılara dönüştürülebileceğini ya ve öteki gezegenlerin de devinim ya-
öne sürer. Neurath bu kuramının gerek safannı incelediği bu yapıtında mekani-
tek bir bilimsel dilin varlı~n gerekse ğin (düzenekbilim) üç temel yasası ile
kişilerarası anlaşma olanağının önünü a- evrensel kütle çekimi yasasını ortaya
çacağını düşünmektedir. Neurath'ın fi- koymuş, yöntem olarak da gözleme ve
zikselciliği farklı bilimlerin dillerinin arzu tümevarıma dayanan bir yöntemi izle-
edilir bir bireşimini vaat eden dilsel bir miştir.
öğretidir. Yöntem birliğine dayalı birle- Newton yöntem konusunda Descar-
şik bilim idealine dayanan 6zikselcilik tes ile çatışmış, Leibniz ile de hem dife-
aynı yöntemlerin yeterli ölçütleri sağla ransiyel ve integral kalkülüsü (işlence)
yan her türden düşünsel araştırmada kul- kimin kurduğu hem de saltık/göreli uzay
lanılabileceği düşüncesini içerir. Neurath' aynmı konularında tartışmıştır. Newton'
ın bir diğer önemli görüşü de doğrula un fiziksel güçler ve matematiksel eşit
manın söz ile deneyin değil de sözleri likler aracılığıyla tanımladığı evren tasa-
birbirleriyle karşılaştırma ile gerçekleşti rımı, dinin enson nedenlerinin gündelik
rilebileceğini savlamış olmasıdır. oluşumları anlamada önemli olmadığını
Otto Neurath'ın bütün yapıdan gerek i)ne sürer. Newton tanrıyı evrenin yara-
niceleme ·mantJğı. 1036
tıcısı olarak gönneyi sürdürse de, onun yerleşik ahlak değerleri ile Hıristiyan ku-
tannsı ve evreni kendinden önceki Hı rumlarına yönelttiği keskin eleştiri okla-
ristiyanlarınkinden epeyce farklıdır. Tan- nyla bütün dönemlerin en özgün, en et-
n bir mimar, bir matematikçi ya da bü- kili, adından en çok söz ettiren Alman
yük bir saat yapımcısı, evren de büyük filozofu. Düşünsel yaşamına filolog (ö-
bir saat gibidir. Tann dünyayı yarattıktan rübilimci) olarak başlayan Nietzsche, çok
sorıra, dünya -insanın da anlayabileceği genç yaştayken bu alanda profesör un-
türden olan- kendi yasalanna, kuralları vanı almasına karşın Schopenhauer'un
na, niteliklerine göre işlemeye başlamış düşüncderiyle karşılaşmasının ardından
tır. Newton'un bu savı evrenin doğa ya- felsefeye yönelmiştir. Nietzsche, hemen
salanrun ahlaki değil, matematiksd ol- bütün yazılarında yaşamı, yaratıcılığı, tin-
duğu düşüncesini içerimler. İnsan doğayı sel ve bedensel sağlığı, dünyaya aşkın
son neden olarak tannya başvurarak de- saltık hakikatlerden çok yaşanan dünya-
ğil, güçler, kütle ve ivme arasındaki iliş nın gerçeklerini öne çıkarmıştır. Y alruzca
kilere dayanarak açıklayabilir. Evrenin özünde Platoncu temeller üstüne kurul-
mekanik (düzeneksd) bir şey olarak ta- duğunu düşündüğü Akademik Felsefe'yi
nımlanması, dünyaya ilişkin olgusal be- değil, kutsal ve değerli olduğu inancıyla
timlemelerin ahlaki savlardan aynlmasını tapınılası derecede göklere çıkarılan ne
C'*olan/olması gereken ayrımı"ru) ifade varsa; Tanrı'yı, ahlakı, eşitliği, demokra-
etmektedir. siyi, Iiıristiyanlığı, bütün modem kurum-
Newton, her ne kadar "akıl çağı"nın lan sözünü sakınmadan sorguya çekmiş
babası olarak görülse de, tannbilimle de tir. Bu açıdan bakıldığında, Nietzsche fel-
ilgilerırniş, İncil ve Iiıristiyanlık üzerine sefesinin kilit taşını, yaşam enerjilerini a-
toplamı bir milyon üç yüz bin sözcüğü damakıllı iğdiş eden bütün öğretilerin,
bulan elyazmalan bırakmıştır. Üstelik P- değer dizgderi ve anlayışlanrun içtenlikli,
ri11tipia'da tanıtlamaya çalıştığı kütle çe- dürüst, sonuna varıncaya dek sorguya
kimi yasasının tannnın varlığına inanmak çekilmesinin amaçlandığı "yaşamın olur-
için yeterli kanıt olduğunu da savlamış lanması" düşüncesinin oluştunluğu söy-
tır; Newton'a göre yalnız düzenek ilke- lenebilir. Nietzsche, büyük bir önem
leri tek başına böyle düzenli bir devini- verdiği "erk istenci" anlayışını, eleştirdiği
min doğmasını, oluşmasını sağlayamaz yerleşik köhne değerlerin yerine yenile-
dı. rini yaratma yetisi taşıyan "üstinsan" (il-
XVII. ve XVIII. yüzyıl filozofları, ö- btr71te11ıdı) olmaya giden yoldaki yön gös-
zdlikle İngiliz deneycileri ile Kant, New- terici olarak önermiştir. Üstinsan sözcü-
ton'dan derinden etkilenmişlerdir. Hume' ğünü ilk olarak tannbilimci yazar Hcin-
un kendisi için insanoğlunun ortaya çı rich Millcr'in XVII. yüzyıl sonunda yaz-
kardığı az karşılaşılır ve büyük dahiler- dığı Geiıtlicbm Erquiçksm11tkn başlıklı ya-
den biri dediği Newton, Locke felsefesi- pıtında kullanmış olduğu bilinmekle bir-
nin de önemli dayanaklanndandır. likte, üstinsan tasamru özdlikle Nietz-
sche' nin sunduğu etkileyici çözümleme-
niceleme mantJğı. bkz. yüklemler man- lerden sonra yaygınlık kazanmıştır. Nietz-
tığı. sche'ye göre dünyanın içindC"ki her şeyin
bütün anlamı Übemmıı,h'te yatmaktadır.
Nicolaus Cusaiıus bkz. ortaçağ felse- Üstürılüğün cisimleşmiş hali olan Üw-
fesi. 111mı"1 için Nietzsche şunlan söylemiştir:
"Işıl ışıl parlayan denizlere bakarken,
Nietzschc, Friedrich (1844-1900) Fd- Tann, hiç değilse size şunu demeyi öğ
sefe tarihinde kök salmış geleneksel me- rettim demiştir: Ühermmı,h." Ne var ki
tafızik. tasanmlara, modem dünyadaki Nazi kuramcılan Nietzsche'nin kimi dü-
1037 Nietzıche, Friedrich
Yazılannda sık sık kendisini gösteren bir kültürün önünü açmak için bir an
söz konusu doğnıluk yaklaşııru, Nietz- önce kurtulunması gereken bu ülkü, il-
sche yorumcuları arasında çoğunlukla kece yalnızca Batı felsefesi ile din anla-
"perspektivizm" (bak.ışaçısıcılık) adıyla yışlarında değil Doğu felsefeleri ile din
anılmaktadır. Nietzsche'nin bak.ışaçısı anlayışlarında da bulunmaktadır. Nite-
cılık anlayışında, bizim yüklediklerimiz kim bu bağlamda Nietzsche'ye göre, çi-
dışında dünyanın kendisinde nesnel bir leci din adamları belli türden eylemleri
düzen ya da saltık bir yapı yoktur. Öte bencilce ya da hayvanca oldukları, daha
yanda yine aynı yazısında Nietzsche, açık bir deyişle doğal içdürtüleri olur-
daha insanlar yeryüzüne gelmezden önce ladıklan için yanlış ya da günah olarak
de bir bengiselliğin varolduğunu,insanlık yorumlarken, öte yanda çileci filozoflar
bütünüyle ortadan kalktığında bile bu ise doğruluk, erdem, felsefe, bilgi adına
bengiselliğin değerinden hiçbir şey yi- değerli olan ne varsa bu türden kendi-
tirmeksizin, sanki hiçbir şey olmamış gi- likleri doğa dünyasının dışında aramak
bi süreceğine olan derin inancını açıkça gerektiğini, doğada bu türden şeylerin
ortaya koymaktadır. bulunamayacağını, bunların deneysel a-
Nietzsche'nin felsefeye ilgisinin, Eski raştırmaya açık olmadığını düşündükle
Yunan kültürü ile karşılaştırıldığında rinden değerli olan bütün her şeyi hep
boş, yalancı ve yapay bulduğu modern doğal olmayan terimlerle açıklama yolu-
Batı kültürünün değerlerinden tiksinti na gitmişlerdir. Nietzsche çileci ülkü ü-
derecesinde duyduğu derin rahatsızlıkla zerine daha sonraki düşüncelerinde "çi-
başladığı söylenebilir. Sorunun kaynağı lecilik etiği"nin er ya da geç kendi değer
olarak bilimi (bütün bilgi ve kuramsal lerinin kökünü kazıma noktasına gr.lmek
araştırma alanlannı kapsayacak anlamda zorunda olduğu saptamasında bulunmuş
biliıru) gören Nietzsche, Batı kültürünün tur. Nietzsche için bu durumun en belir-
bilgi peşinde koşan sözde bilginlik al- gin göstergesi ahlak ile Tanrı'ya duyulan
datmacasına karşı, Eski Yunan'ın bütün inançta kendisini göstermektedir. Tanrı'
önceliği sanat ile söylene tanıdığı gerçe- ya duyulan çileci değerler üstüne kunılu
ğine dikkat çeker. Bu bağlamda Nietz- inanç "Tanrı'nın ölümü"ne yol açıruştır;
sche, Batı kültürü için tek kurtuluşun sırada ise bu inançtan türeyen ahlılksal
Eski Yunan'ın sanata verdiği değere geri değerlerin aşama aşama yeryüzünden bü-
dönerek, sanatın en yüksek amaç oldu- tünüyle kalkmaları vardır. Bu anlamda
ğu, olası tek metafizik etkinliğin sanat Nietzsche'nin gözünde ahlak olanaklı
etkinliği olarak görüldüğü bir yaşam bi- tek etik yaşam biçimi olmaktan çok, çi-
çimi kurmaktan ııeçtiğini düşünmekte leci ülkiice ortaya konmuş belli türden
dir. Özellikle daha sonraki yazılarında bir yaşam biçimidir. Buna göre Nietz-
Nietzsche, Batı J...-ültürünün çöküşünü sche'nin Sokratesçi kültür diye adlandır
(dekadatu) ahlılk değerlerine sökülüp atı dığı modern dünyanın dekadans kültürü,
lamazcasına kök salıruş olduğunu sapta- özünde yaşamın en yüce amacının fel-
dığı "çileci ülkü"ye yönelik olarak sun- sefe ile bilimin peşinde koştuğu doğrulu
duğu .roykiitiileçü çözümlemelerle açıkla ğun kuramsal yolla kavranması olduğu
ma yoluna gitmiştir. Batı kültürünün bü- inancı üstüne kunılmuştur. Bu durum
tününde yaşam enerjilerinin tümüyle yi- karşısında kuramın doğruluk getireceği
tirilmesi gibi son derece ağır bir yam a- inancının saçmalığının ve gidimli usyü-
çan bu ülkü, en somut ifadesini kişinin rütmenin kendinde şeylere değil eni so-
kendisini yadsımasında, içinden gelen nu görünüşlere götürdüğü gerçeğinin kuş
dürtü ve istekleri her durumda olumsuz- kuya yer bırakmayacak bir biçimde Kant
lamasında bulmaktadır. Nietzsche'ye gö- ile Schopenhauer felsefelerince açıkça
re hem tek tek kişilerin hem de bütün gösterilmiş olduğunu belirten Nietzsche,
1039 Nietzsche, Friedrich
Avrupa kültürünü kurtaracak tek ilacın lan "değerlerin yıkımı", "kozmik amaç-
meaıfizik kaygılardan sıyrılmış, bütünüy- sızlık", "Tanrı'run ölümü" gibi izlekler
le insanın yaşam etkinlikleri üstüne ku- yalnızca kendinden sonraki felsefeciler i-
rulmuş yeni değerler yaratma uğraşında çin değil, başta sanatçılar ile toplum eleş
ki bir yüksek sanat anlayışı olduğunu sa- tiricileri olmak üzere kültürün hemen
vunmuştur. Yazı yaşamının hemen bü- her dalından araştırmacılara büyük bir e-
tün dönemlerinde Nietzsche, sanatın sun- sin kaynağı olagelmiştir.
duğu, yaşam gereksinimlerince sınırlan Nietzsche, orta dönemini yansıtan İn
mamış bir kuramdan daha iyi bir kültür sança, Pek İnsança ile Tan KıZflltğı (Mor-
yıkıcısı bulunamayacağına olan inancını genröte, 1881) başlıklı kitaplarında, şaş
aralıksız yinelemiştir. Bu bağlamda özel- maz bir yöntemle kazanılmış minik doğ
likle önceki dönem ile orta dönem yazı rulan göklere çıkaran yüksek kültür an-
larında, çok büyük ölçüde, kuramlarımı hıyışına övgüler yağdıran düşünceler dile
zın ya da inançlarımızın doğruluğundan getirmiştir. Bu bağlamda kendi düşünce
söz edilmesine şiddetle karşı çıktığı gö- lerinin, doğruluğu sunma yetisi taşıyan
rülmektedir. Ne var ki son dönem yazı olanaklı tek doğa bilimi olduğu savunu-
larında gerçek anlamda karşı çıktığı tek sunda bulunur. Aynca önceden oldukça
doğruluk anlayışı metafizik türden doğ tehlikeli bulduğu doğalcılığın doğruluğu
ruluktur. Bu anlamda "metafiziğin top- na kendisini bütünüyle adayarak, insan-
tan devrilmesi izlencesi" Nietzsche'nin lar ile diğer hayvanlar arasında öz bakı
felsefesinin köşetaşlarından birisine kar- mından önemli bir ayrım bulunmadığını,
şılık gelmektedir. Nietzsche'nin alaşağı e- insanlara ilişkin bütün her şeyin hayvan-
dilmesini öngördüğü metafizik, bütü- lardaki temel özellikler doğrultusunda il-
nüyle gerçek dünya ile uzaktan yakından kece açıklanabileceğini ileri sürmüştür.
bir ilintisi olmayan türden bir doğruluk Bu döneminin başlarında daha çok do-
dünyasına duyulan inanç üstüne temel- ğalcılığın değerlere adanmışlıkla nasıl bağ
lendirilmiş olmasıyla tanımlanmaktadır. daştırılabileceği konusu üstünde duran
İnsanca, Pek İnsanca (Menschliches, All- Nietzsche, yaşamda . bir değer arayarak
zumenschliches, 1878-80) adlı kitabında onu bulacağını sanmanın büyük bir ya-
bu metafizik inancın bir soykütüğünü nılsama olduğunu açıklıkla belirtmiştir.
sunan Nietzsche, deneysel olmayan, de- Özellikle Tan KıZJlltğı adlı yapıtında "erk
neyime dayanmayan bir dünyanın uydur- istenci" anlayışının ilk tohum!anyla kar-
macadan öte bir değeri bulunmadığını şılaşılmasi yanında, Hıristiyanlığın ahlak-
belirtirken, açıkça doğruluğun kendisini sal değerlerine ilişkin eleştirel düşüncele
yoksaymayıp yalnızca metafizik doğruluk rinin daha da bir keskinleştiği göıden
tasarımına karşı çıkmaktadır. Daha açık mektedir. 1882 tarihini taşıyan Şen Bilim
bir deyişle, Nietzsche'nin doğruluktan (Die Fröhliche Wissenschaft) ile başla
anladığı yalnızca deney öncesi Dionysos- yan Nietzsche'nin son dönem yazıları,
çu bir sanatın kapısını aralayabileceği bir doğa karşısında izleyici konumunda ol-
olanaktır. Nitekim "doğruluk belli türden ma anlayışını bir kenara bırakarak, bu-
bir insan tipinin kendisinden asla vazge- nun yerine "varoluş dansına doğrudan
çemediği bir dürtüdür" derken Nietz- katılan şölen ustası bir bilen" anlayışını
sche, filozofların hiçbir sorgulamadan savunur. Bu yeni anlayış Nietzsche'nin
geçirmeden araştırmaya başladıkları ke- çoğunluk "bilgi" diye adlandırdığı doğal
sinliklerin varlığını yadsıdığı gibi, filozof- cılık anlayışı ile değerler arasında bir bağ
ları da hastalıklı bir dürtünün egemenli- daşım kurmasına da olanak tanımıştır.
ğine boyun eğmiş insanlar olarak nite- Bu dönemde yine .sanatı kutlayarak gök-
lemektedir. Nietzsche'nin son derece et-. lere çıkarmayı sürdüren Nietzsche, bir
kileyici yoksayıcılık açıklaması:ıda yer a·· yandan Sokrates sonrası düşünce t2ri-
Nietzıche, Friedrich 1040
basmaktadır. İnsanımsıdan daha üst bir başka önemli özelliği Nietzsche tarafın
katmanda bulunan ise "insan"dır. İnsan, dan sonsuz bir süreç olarak değerlendi
Nietzsche'ye göre, varolan değerlerle il- riliyor oluşudur. Nitekim Nietzsche'ye
gili yaşadığı sorunların ayırdında olan a- göre belli bir erk konumuna yerleşmeye
ma eyleme gücünün yeterince yüksek ol- çalışmak ve orayla yetinmek, daha aşağı
mayışı nedeniyle bu değerlerin ancak daki bir konumun görece erksizliğine
belli bir bölümünü yıkabilme yetisi taşı düşmek gibi zorurılu bir sonuç doğura
yan kişidir. İnsan, doğası gereği varolan caktır. Bu erk konumları arasındaki yük-
değerleri hiçbir zaman bütünüyle yıka selme ve geri düşme durumu Nietzsche'
mayacağı için değeryaratıcısı olmak gibi nin bir başka arılayışı "bengidönüş" öğ
bir şansı da yoktur. Sıradüzenin en üst a- retisinin odaklandığı temel konudur. İn
şamasında yer alan "üstinsan" ise insa- sanın insan olarak kaldıkça, üstinsanlık
nın ve onun bütün değerlerinin aşıldığı, aşamasına geçemedikçe erk ile erksizlik
"iyinin ve kötünün ötesinde" varolundu- konumları arasındaki bengidönüşte sü-
ğu arılamına ·gelmektedir. Bir başka açı rekli bir yineleme içinde olacağını savu-
dan yaklaşıldığında, Nietzsche'nin üstin- nan Nietzsche, ancak kahkahalarla neşe
san tasarırnı ile arılatmak istediği daha içinde yaşayabilerılerin erk istençlerini
çok, bütün değerlerin görece oldukları, çoğaltma şansına sahip olduklarını özel-
bu arılamda da hep insan teklerinin öz- likle vurgulamıştır. Söz konusu öğreti,
nel değerlemeleri doğrultusunda görülüp çizgisel zaman tasarımına karşı yaşantı
benimsendikleri gerçeğidir. Bu bağlamda nın döngüsel zamanını öne çıkarması
Nietzsche amacın, ulaşılması gereken ül- bakımından da ayrıca önemlidir.
künün her zaman için üstinsan olduğunu Nietzsche hemen bütün düşüncele
bdirterek insanın ancak üstinsana bir riyle yinelediği "yaşama dön" çağrısıyla,
köprü olması arılamında bir arılamı bu- felsefe yazınına getirdiği biçemsel yeni-
lunduğunun altını özellikle çizmiştir. İn liklerle, ele aldığı soruları bambaşka bir
sanlığın kurtuluşu üstinsan olanağı karşı gözle işleyişiyle, günümüzün önde gelen
sında, bütün insarıları bir arılamda üstin- post-yapısalcı ya da postmodern düşün
sanın gelişini hazırlama gibi önemli bir celerine sürekli bir esin kaynağı olmayı
ödevin beklediğini vurgularken, kendisi- sürdürmektedir. Bu bağlamda Nietzsche'
nin de üstinsan olmanın çok uzağında nin "Felsefe tarihi unutulmuş, unuttu-
olduğunu içterılikle bdirtmiştir. Açıkça rulmuş, hatta göz göre göre saklanmış
görüleceği gibi sıradüzenli
insan tasarımı düşüncelerin de tarihidir" sözü gerek soy-
doğrudan doğruya Nietzsche'nin belki kütükçü gerekse de yapısökümcü anla-
de en önemli öğretisine karşılık gelen yışların felsefe tarihini başka bir gözle o-
"erk istenci" tasarımının doğal bir uzan- kuma tutumlarının da temel çıkış nokta-
tısıdır. Gerek insanımsı gerek insan ge- sını oluşturmaktadır. Nietzsche felsefeye
rekse de üstinsan aşamaları Nietzsche' getirdiği bölük pörçük felsefe yapma
nin gözünde tam arılamıyla birbirinden yordamıyla, kendinden sonra gelen pek
ayrı birer "erk konumu"durlar. Burada çok büyük düşünür üstünde hem yazın
"erk"ten arılaşılması gereken bir başka sal yenilikler bakımından hem de felse-
sını ya da başkalarını kendi iktidarıyla fece duruşunun özgürılüğü bakımından
egemerıliği altına almak değil, eyleme gü- önemli etkilerde bulunmuştur. Yapıtla
cünü yani yaşama istencini taşıyabiliyor nnda sıklıkla karşılaşılan eğretilemeler,
olma halidir. Bu arılamda Nietzsche, Ba- söz oyunları, ironiler bir bütün olarak
tı'nın çileci değerlerini, can sıkıntısıyla Nietzsche felsefesine hep yeni yorum-
boğuşan günümüz insanının erksizlik lara olanak tanıyan "açık yapıt" olma ye-
halınin başlıca sorumlusu olarak gör- tisi kazandırmaktadır. Bununla birlikte
mektedir. Erk İstenci tasarımının bir kimileyin aynı anda dillendirilen çelişki
1043 Nirvana
derecesindeki karşıt konum alışlar, birbi- nihil ex nihi/o fit bkz. ex nihilo nihil
riyle taban tabana zıl Nietzsche yorum- fit.
larının yapılmasının başlıca nedenidir.
Günümüzde hemen her yerde kendile- nihilizm bkz. yoksayıcılık
rini "Nietzscheci" diye adlandıran şair
lerle, felsefecilerle, oyun yazarlarıyla, a- nike (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde,
narşistlerle, postmodernlerle, toplum e- özellikle de Aristoteles'te, "utku" ya da
leştirmenleriyle karşılaşmak olanaklıdır. "zafer" anlamında kullanılan terim: "yen-
Ne var ki Nietzsche fdsefesinin en te- gi".
mel iletilerinden birisi, "gerçekten Nietz-
scheci olmak için önce Nietzscheci o- Nirvana (San.) [Pal. Nibbana] 'Sönme',
lunmaması gereklidir'' yollu kendi içinde 'bitme' demeye gelen Sanskritçe sözcük.
çelişik görünümlü savsözde dile gelmek- "Aydınlanma"yla aynı şey demek olan
tedir. "lurs, nefret, düş ateşinin sönmesi" anla-
Nietzsche'nin yukarıda anılanlar dı mında kullanılır.
şında kalan bir yapıtı daha bulunmakta- Buddhaa öğretiye göre ruh, bir b;·-
dır: 1873 ile 1876 yıllan arasında yayım dendcn diğerine geçerek, yeniden beden-
lanan Umzyitgemiije Betnzdıtımgen (Zaman- Jenişlerle çeşitli yaratıklarda yaşamaya
sız Düşüncder). Nietzsche'nin ilk dö- devam eder. Bu yenidendoğuş çemberi-
neminde yazdığı Zamansız. Dii1ii11rekr dört ne s11111sara denir. Ne ki, bu yeniden do-
küçük kitaptan oluşmaktadır: David Stra- ğumlar acı vermekten başka bir şeye yol
ım, der Bekemıer ımd der Sdhnftsteller (Da- açmazlar. Öte yandan insan karması ge-
vid Strauss, İtirafçı ve Yazar, 1873); Vom reği bu çemberi kıramaz. Elinden gelen
N 11tz!n 1111d Nachteil der Historie Jiir das ancak daha iyi bir bedenleniş, daha iyi
Lehe11 (Tarihin Yaşam İçin Yararları ve bir doğum sağlamaktır (bkz. bardo).
Zararları Üstüne, 1874); Sdıopenha11er ak Bu yenidendoğuş çemberini kırmaksa
Erztiher (Eğitimci Olarak Schopenhauer, Nirvana'ya ulaşmakla, aydınlanmayla o-
1874); F.khard W~ner in Btryt?11th (Ric- lur. Ancak Nirvana insanı sonu gelmez
hard Wagner Bayreutlı'da, 1876). Aynca aalar çevriminden çıkartabilir. NiTValta'
bkz. yoksayıcılık; perspektivizm; çi- ya ulaşmak için aşınlıklardan kaçınıp
leciJik; üstinsan; erk istenci; bengi- dengeye, uyuma varmak önemlidir. Tüm
dönüş; Tanrı'nın ölümü; Apolloncu/ Buddhaa metinler Nirvana'ya ulaşmak i-
Dionysosçu (ilkeler); değerlerin yeni çin sıkı bir disiplin altına girmek gerekti-
baştan değerlendirilmesi; efendi ah- ğinde birleşirler. Hu da kişinin başkala
lakı/köle ahlakı; ahlakın soykiitiiğfı; nna değil ancak kendisine uygulayabile-
amor fatf, rigor mortis, aşırılığın pey- ceği bir disiplindir. Nirvana insanın için-
gamberleri. den gdmdidir; hiçbir biçimde dışardan
verilemez.
'
nihil estin intellectu quod non prius Buddhaalığın iki kolu arasındaki te-
fuerit in sensu (Lat.) Deneyci bilgikura- mel ayrım da Buddha'run Nirvana'ya u-
mının özünü oluşturan, bilginin kayna- laşmakla ilgili söylediklerinin başka baş
ğının yalnızcaduyulara dayalı deneyimler ka yorumlanmasına dayanır. Theravada
olduğunu, deneyden bağımsız bir bilgi- Buddhacılığı özdisiplin ile kişisel başarıyı
nin olanaksız olduğunu, daha önce du- öne çıkarır; burada amaç arhaJ olmaktır.
yularla algılanmamış hiçbir şeyin düşü Mahayana Buddhaalığı ise bodhisaJtva ol-
nülemeyeceğini dile getiren Latince de- mayı amaç olarak ortaya koyar. Bodhi.rat-
yiş: "Zihinde daha önce duyum yoluyla t;•a kendisini aydınlanmaya varmaya ada-
izlenimi edinilmemiş hiçbir şey yoktur." mış; buna karşın başkalarına yardım et-
Ayrıca bkz. deneyciJik. mek için Nirvana'ya ulaşmasını gecikti-
nisus 1044
ren, samsarada kalan kişidir. Mahayana na ise olumlu ya da olumsuz bir yanıt
Buddhaalığı'nın bu yaklaşımına göre Nir- vermez.Ayrıca bkz. Buddhacılık; Budd-
va11a gelecekteki bir durum ya da yer de- ha; Brahman; arhat, bodhisattva; sam-
ğildir. Doğru anlamadır; şimdi ve bura- sara; karma.
dadır. Kavramsal aynmlann sonu! olarak
gerçek olmadıklan anlaşıldığında N irvmıa nisus (Lat.) Rönesansla birlikte terk edi-
ile samsara arasındaki ayrım da ortadan len Aristotelesçi doğa anlayışında doğa
kalkacaktır. daki değişimi ve devinimi açıklamak için
Aslında Hint dininden alınma bir kullanılan temel kavrama verilen Latince·
kavram olan Nin,l(J11a, geri döndürüle- ad.
mezliğinden ötürü mutlak bir huzur, Sözcük anlamı "çaba"; "eğilim"; "itici
mutlak bir mutluluk durumu olarak be- güç"; "itki"; "dürtü" ya da "içten gelen
timlenir. Kimileyin de bütünüyle olum- kuvvetli istek" olan 11isus, şeylerin varlığa
suz terirrılerle anlatılır. Buna göre Nirva- geldikleri, ait oldukları yere doğru çelı:il
11a, ne yeı:yüzünün, ne suyun, ne ateşin, meleri bağlamında doğadaki değişim ve
ne havanın, ne sonsuz uzay küresinin, ne devinimi açıklamak için kullarulrruş tır.
sonsuz bilinç alanının, ne de boşluğun
olduğu; ne gelenin, ne gidenin, ne bir noema (Yun.) Husserl'in görüngübili-
duraklayışın, ne düşüşün, ne de yükseli- minde düşüncenin yöneldiği nesne ya da
şin olduğu bir durumdur. Onda yalnızca "düşüncenin içeriği" anlamında kullanı
hareketsizlik, temelsizlik varclır. Nirva11a lan terim. Husserl bu teri.mi, onunla sıkı
aslında dile getirilemez diye de düşünü sıkıya bağlı olan, düşünmenin yönelmiş
lebilir. etkinliği ya da "düşünme edimi" anla-
Hint dininde Nin,l(J11a, bireyselliğin mındaki *11oesis'le birlikte kullanır. Hus-
bütünüyle ortadan kalktığı, evrenin so- ser~ Yunan felsefesinden ödünç aldığı
nu!, mutlak gerçekliği olan Brahman'la noema/ noesis ikilisini zihinsel eylemin yö-
bir olma durumu olarak tanımlanır. Ne nelmişliğini vurgulamak adına felsefesine
ki, Brahman kavramının Buddhacılık'ta uyarlamıştır. Husserl, Edmund.
ki kullanımı bundan farklıdır. Birincile-
yin, Brahman'ın varlığı evrenin soriul, noesis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde
birleştirici gücü diye kabul edilmez. İkin "düşünme edimi"; *nous'un işleyiş biçimi
cileyin, Brahmanca mutluluğa ererek so- ya da çalışma tarzı anlamında kullanılan
nu! kurtuluşa kavuşma yeteneği olan bir terim. Noesis duyuma, duyu organları a-
bengi ruh da yoktur. raalığıyla algılamaya karşıt olarak "dü-
Göçüp duran sonsuz bir ruh yoktur, şünrne"ye; gidimli, adım adım ilerleyen
bunun yerine biten bir yaşamın eğilimi akılyürütmeye karşıt olarak da "sezgi"ye
nin, yani karmanın gelişmesinin koşullan (aracısız sezgisd kavrayışa) karşılık gelir.
ile yeni bir bedenlenişe doğru sıçraması Gerek Sokrates öncesi filozoflar, ge-
vardır. Buddhaa metinlerde ölen birinin rek Platon ile Aristotdes, gerekse Ploti-
kamıası, gebe bir kadının cenininde, geç- nos ile diğerleri bilginin türlerini ayırır
miş yaşamına uygun bir bedeni bulma ken ya da bilginin sıradüzenini oluştu
olarak dile getirilir. Böylelikle bir önceki rurken mmile başka başka da olsa felse-
yaşamın eğilimi bir sonraki yaşamın içe- felerinde yer açmışlardır. Sözgelimi Pla-
risine yerleşip, oluşturulmuş bu yeni ton'da noesis en yüksek bilgi türüne; ma-
'ben'i etkiler. tematiksd bilgiden bile daha ileride olan
Buddhaalık kurtulmuş bir varlığın, "tümellerin bilgisi"ne denk düşer.
yani "Aydınlanmış", Ninıa11a'ya ermiş bir Bunun dışında, Husserl'in görüngü-
varlığın ölümden sonra belli bir biçimde bilirninde de "düşünme edimi" olarak
yaşamını sürdürüp sürdürmediği sorusu- noe.rif önemli bir yer tutar. Bu kullanım
1045 norm/ normatif' (düzgü/ düzgükoyucu)
ikiye ayınr. Bunlardan "edilgin akıl" zih- yüceltmiştir. Bu bağlamda us ile imge-
nin duyularla elde ettiğimiz verileri an- lem, düşünsel yetiler ile şiirsel güç ara-
lamlı hale getiren, bilgi yapan parçasına sındaki ayrımlar üzerine yaptığı çözüm-
karşılık gelirken; "etkin akıl" zihnin yal- lemeleri oldukça önemlidir. Novalis, bu
nızca tüm şeylerin kökeninde bulunan iki alanın birbirini tamamlayıa ilişkileri
ilk ilkeleri, öncesiz sonrasız tözleri ya da nin öne çıkanlması ile felsefe ve şiirin
şeylere özünü veren formlan kavrayan birliğinde ısratcıdır. Diğer bir önemli yö-
parçasına denk düşer. Bu yüzden, "etkin nelimi ise insan ve doğa, nesne ve özne,
akıl" kimi yorumcular tarafından "ölüm- iç dünya ve dış düny-d arasındaki ilişkile
süz" olarak nitelendirilmiş ve Aristote- _ re yaptığı vurgudur. Novalis, bu ikilikle-
les'in Devinmeyen Devindiricisi'yle (tıoe rin gerçekte olmadığını savlamış, bu iki-
iİI 11oueor. "düşüncenin düşüncesi") öz- liklerin birbirleri ile uygunluk içinde ol-
deşleştirilmiştir. Ancak Aristoteles insan duğunu, hatta bir ve aynı şey olduklannı
düşüncesinde tannsal bir yön olduğunu öne sürmüştür. Bir yandan her alanı in-
düşünmekle birlikte, onun doğrudan san zihninin bir eğretilemesi, simgesel
Devinmeyen Devindirici'nin bir ürünü imgesi olarak görürken öte yandan da
olduğunu öne sürmüş değildir. insan zihnini bu alanların eğretilemesi,
Plotinos'ta noulun kullanımı ise genel simgesel imgesi olarak tasarlamıştır.
hatlanyla Platoncu geleneği izler: no11• Genç yaşta ölen Novalis'in dizgeli bir bi-
"temel gerçekliği" içeren idealar dünya- çimde yazmak yerine çoğunlukla parça-
sının, akılla kavranan dünyanın, akılla lar biçiminde "bölük pörçük" dile getir-
kavranabilir varlıklar alanının ilkesidir. diği felsefece düşünceleri şiir, felsefe ve
Plotinos bu ilkeyi, her şeyin nihai (en- bilimi alegorik bir dünya yorumuyla bir-
son) ilkesi, sözle anlatılamayan Bir'den leştirdiği Bliitemta11b (Çiçek Tohumu,
doğan bir *tiiriim diye tarumlar. Aslında 1798) ve Glauben 11nJ Litbe (İnanç ve
Plotinos'un no11.r'u ele alışı, Platon'un Aşk, 1798) adlı yapıtlarında bulunabilir.
Formlanyla Aristoteles'in Devinmeyen Ayrıca bkz. romantizm.
Devindiricisi'nin çatışan yönlerini uyum-
lu hale getirme çabası olarak da düşü Nozick, Robert (1938) Anmrl?J, Sıaıe
nülebilir. and Uıopia (Anarşi, Devlet ve Ütopya,
1974) ile Philorophiı:al E:ı.:platıa/İotıi (Felse-
nouthetesis (Yun.) İlkçağ Yunan felse- fece Açıklamalar, 1981) adlı yapıtlarıyla
fesinde, özellikle de Aristoteles'te, "öğüt tanınan Amerikalı çağdaş felsefeci. Ro-
ya da salık verme" anlamında kullarulan bert Nozick günümüzde siyaset felsefe-
terim: "yol gösterme". sinin başyapıtlanndan sayılan A11arfi,
Deıılet ve Ütopya'da "doğal kişisel haklar"
Novalis (1772-1801) Felsefe ile şiir'in anlayışını geliştirerek devletin hareket a-
ayrılmazlığının altınıkoyultarak çizen, u- lanının sırurlandınl.ınasına ve belirlenme-
sun egemenliğini kırmaya çalışan roman- sine çalışmıştır. Verimli bir siyaset felse-
tizmin serpilmesine büyük katkılarda fesi çalışması olan bu yapıtında adil bir
bulunan, asıl adı Friedrich von Harden- durumun adil yollarla değiştirilmesi du-
bcrg olan Alman romantik filozof-ozan. rumunda ortaya çıkacak yeni durumun
Kendi dünya tasarunına ve felsefesine da adil bir durum olacağını savunmuş,
başlangıç noktası olarak Fichte'nin dü- Rawls'a Chaktanırlık olarak adalet" öğ
şünmeye dayalı aşkıncı felsefesini seçen retisine) karşı bireysel hakların önceliğine
Novalis inanç, aşk, şiir ve din gibi dü- dayanan "yetkitarurlık olarak adalet" ku-
şünsel deneyim biçirnlerini kullanarak ve ramını (entitlement theory of fartice) ortaya
onlara eş, özerk varlık durumlan tasarla- koymuştur. Nozick, ideal devlet yöneti-
yarak Fichte'nin felsefece düşüncelerini minin serbest piyasaya dayalı ekonomiye
1049 Nyaya-Vaisesika.
benzemesi gerektiğini, yani kendiliğin !ar. Okulun adının da "ayn" demeye ge-
den oluşması gerektiğini ve devletin gö- len Sanskritçe visesa sözcüğünden geldiği
revinin de düzeni korumak ve kendili- sanılmaktadır. İki okulun birlikteliği, N-
ğinden oluşmayan kamusal hizmetleri yaya Okulu'nun bilgikuramıyla mantığını
sağlamakla sınırlı olması gerektiğini öne Vaisesika Okulu'nun varlık felsefesine
sürmüştür. Ona göre, kamu gönencini dayandırmasından kaynaklanır. Amaçlan
arttırmaya çalışmak ya da mülkiyet ile bakımından da temelde aynı şeyi isterler:
sermaye dağılımını yeniden düzenlemek "bireyin özgürlüğü". Vaisesika hem bir
devletin asli görevleri arasında sayılamaz. felsefe okulu olarak hem de *s11tr11 ola~ak
Nozick, devletin, yurttaşlarını başkaları Nyaya'dan daha eskidir.
na yardım etmeye ikna etmek amacıyla Nyaya Okulu'nun derli toplu ilk ki-
ya da insanların kendi yararlarına olan tabı, Gautama'nın aşağı yukarı M.Ö. III.
eylemlerini engellemek için zora dayalı yüzyılda yazmış olduğu Ny'!Ja-sııtra'dır.
aygıtlar kullanamayacağını söyleyedurur. Önemli diğer kitaplar, Ny'!J11-s11tra'ya a-
Nozick ahlaken temellendirilebilir tek çıklama olarak Vatsyayana'nın yazmış ol-
devlet olarak gördüğü "küçül devlet"in duğu Nyaya-bha.711 (M.S. ykl. IV. yüzyıl)
(mittimal f/ate) düşseverlerin ütopyacı ile Uddyotakara'nın yazdığı Nyqya-vartti-
arzularını en iyi dillendirip gerçekleştire ka'dır (M.S. Vl. yüzyıl).
bilecekleri devlet olduğunu öne sürer. Vaisesika Okulu'nun ilk kitabı ise
Bilgi.kuramı alanında daha çok *Get- Kanada'run yazmış olduğu V aisesik11-s11t-
tier Sorunu ile ilgilenen Nozick, ayrıca ra'dır. Vaisesika-s11trdya yazılıp günümü-
bilimsel düşünmeden epeyi ayn olan bir ze kalmış bir açıklama ya da bhasya yok-
düşünme yolu olarak felsefece düşünme tur. (Seylan Kralı Ravana'nın böyle bir
nin doğasıru nasıl kavradığını Thc Exn· açıklama yazdığı söylenirse de günümüze
mined Ufa (Sorgulanmış Yaşam, 1990) ad- böyle bir kitap kalmamıştır.) Bu yüzden
lı kitabında enine boyuna serirnlemiştir. Prasastapada'nın M.S. iV. yüzyılda yaz-
Ayrıca bkz. adalet mış olduğu Padartha-Jhaf71Ja-snmgraha adlı
kitabı Vaisesika-mtrdnın açıklaması ola-
nür (Ar.) Sözcük anlamı "ışık" olan mir, rak kabul edilir.
İslam felsefesinde Tanrı ile özdeş. olarak Yaklaşık olarak M.Ö. lll. yüzyılda
kullanılmıştır. Her şeyi bilen Tarın in- Gautama ile Kanada'yla başlatılan Nya-
sanlar için de her şeyi bu ışık aracılığıyla ya-Vaisesika Okulu, yine yaklaşık olarak
bilinir kılmaktadır. İslıimiyet'in birinci XIII. yüzyılda yaşamış olan Gangesa adlı
yüzyılından başlayarak Tanrı'nın töz ba- düşünürle sona erdirilir. Başlangıcından
kımından ışık olduğu, dolayısıyla bilginin M.S. 900 yılına kadar olan döneme "ilk
kaynağının da ışık olduğu kabul görmeye dönem", bu tarihten c.;.angesa'nın 1225
başlamıştır. Tasavvuf düşüncesinde de u- gibi yazdığı Tattvacilfta-mani adlı kitaba
laşılmak istenen işte bu nlir'dur. kadar olan döneme de "son dönem"
Nyaya-Vaisesika denir.
Nyaya-Vaisesika Temel olarak mantık Hint mantığının başlangıcında Nyaya
la uğraşan bir Hint felsefe okulu. Sans- ile Vaisesika gelenekleri vardır. N.J'!Ja-
kritçe "yöntem" demeye gelen ~a, beş mtrdda dile getirilen mantık, V aisesika-
öğesi olan bir tanıtlama yöntemidir. 111/rdda dile getirilen mantıktan daha ileri
"Mantık" diye de çevrilir. Nyaya Okulu bir evreyi temsil eder. Bunlar arasında
asıl olarak mantıkla, aynca da bilgikura- şöyle bir ayrım vardır: Vaisesika-s11tra çı
mıyla ilgilenir. V aisesika Okulu ise temel karımsal süreçle, Ny'!Ya-s11tr11 ise tanıtla
olarak fizik, metafizik, bir de varlık felse- mayla ilgilenir. Dolayısıyla Vaisesika ta-
fesiyle uğraş". Dünyanın ayrı, indirge- sım biçiminde dile getirilemez. Çıkarımı
nemez oluşturucularını sınıflayıp tanım- ömeklere başvurmak diye görmez; çıka-
nyn 1050
nmı doğrudan şeylerin gerçek ilişkilerine lüdür: Birinde örneklendirme suret ara-
dayandırır, gerçek ilişkileri çıkannun te- cılığıyla yapılır, diğerinde suret aracılığıy
meli olarak alır. Nyaya ise gerçek ilişki la yapılmaz. Suret aracılığıyla örneklen-
leri çıkarımın temeli olarak almak yerine dirme, sürekli olarak prrıband11111la birlikte
örneğin işlevini vurgulayıp çıkarınu ben- olan "işaret"in görülmesidir. Örnekse,
zeyişe dönüştürür. "devinen şey bir töz olarak vardır -ok
Çıkarım, laingikam jn1111a111, yani "bir gibi". Suret aracılığıyla olmayan örnek-
işaretten ya da imden çıkan bilgi" diye lendirme, probatıd111ndan ayn olduğu yer-
tarumlanır. Gerçek ilişkilere dayalı bu çı de "işaret"in yokluğunun görülmesidir.
karım iki türlüdür: i) görülen şeyin imi Örnekse, "töz olmayan şey devinmez -
(deneyimi doğrudan olan); iı) görülme- varlık gibi".
yen şeyin imi (suretten deneyimlenen). Dördüncü adım, uygulama, örnekteki
Bu ikincisi, genellikle "surette görülen" özellikle birlikte görülen "işaret"in özne-
diye tanımlanır. Örnekse, bir ruhun, fi- sine yapılan yüklemedir. Örnekse, "rüz-
zik niteliklerin dayanağı olarak varlığının gar devinir". Bunun bir de olumsuz bi-
kanıtlanması savları bu çıkarım türünce çimi vardır: Özelliğin olmadığı yerde,
sağlanır. "işaret"in yokluğuna vardıktan sonra,
Bu iki tür çıkanın ayrımı, Vaisesika "rüzgar töz değilse devinmez de" denir.
kaynaklı olarak, başka mantık okulların Beşinci adım, sonuç, birinci adımda
da da görülür. Örneğin Sabara, Bhaşyll (önermede) söylenen, ama o anda kesin
adlı kitabında şöyle der: "Çıkanın iki tür- olmayan önermeyi tanıtlanrnış olarak ye-
lüdür: i) algıyla deneyimlenen ilişki; iı) su- ııiden söylemektir -"dolayısıyla rüzgar
retten deneyimlenen ilişki". Bunlardan töz olsa gerektir" gibi.
ilkine, yani deneyimi doğrudan olana Yukarıdaki '!}aya örneği şöyle sırala
Hint mantık kitaplarında genellikle şöyle nabilir:
bir örnek verilir: İnekten başka bir hay- 0111111/Jı biçinı:
vanda gerdan olmadığı deneyiminden 1- Rüzgıir tözdür.
yola çıkıp, başka bir yerde, yalnızca bir 2- Çünkü devinir.
gerdan görüp o yaratığın inek olduğu çı 3- Devinen şey bir töz olarak vardır -ok
karılır. Bu çıkarımın özelliği, bir şeyden, gibi.
bütünüyle aynı olan başka bir şeye gi- 4- Rüzgar devinir.
dilmesidir. İkinci tiir çıkarımda ise dene- 5- Dolayısıyla rüzgar töz olsa gerektir.
yimi edinilen bir şeyden deneyimi edi- Oft11nı11z bifİIH: 3. ile 4. adımlar değişiktir.
nilmeyen başka bir şeye gidilir. 3- Töz olmayan şey devinmez -varlık gi-
Daha önce de belirtildiği gibi Nyaya bi.
mantığı beş parçalı bir uslamlama üze- 4- Rüzgar töz değilse devinmez de.
rine kuruludur. Bu beş parça sırasıyla Genellikle kullanılan bir başka örnek
şunlardır: 1) önerme (Jıratffeıa); 2) gerekçe de şudur:
(het11); 3) örnekle birlikte genel bir öner- 1-Tepede ateş var.
me (11daharana); 4) uygulama (11panaya); 5) 2- Çünkü dumanlı.
sonuç (nigama11a). 3- Dumanlı tüm nesnelerde ateş vardır -
Birinci adım, önerme, çelişki taşıma ocak gibi.
yan bir proband11111 bildirir -"rüzgıir töz- 4- Tepe dumarılı.
dür" gibi. 5- Dolayısıyla tepede ateş olsa gerektir.
İkinci adım, gerekçe, "işaret"in (orta
terimin) dile getirilişidir -"çünkü devi- nyn (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde, ö-
nir" gibi. zellikle de Aristoteles'te, "an" ya da
Üçüncü adım, örnekle birlikte genel "şimdiki an" anlamında kullanılan terim:
bir önerme, yani 'örneklendirme' iki tür- "şimdi".
Oo
Oakeshott, Michael (1901-1990) Tutu- UberaJ Learııinjte (Özgürlükçü Öğren
cu bir çizgide yürüyen İngiliz siyaset fel- menin SesQ ise öğrenmeyi söylemlerin
sefecisi ve kuramcısı Oakcshott, Cam- ya da söylem dünyalanrun birbirleriyle i-
bridge Ü niversitcsi 'ndc tarih eğitimi al- letişimlerinin anla~ması olarak değer
mış olmasına karşın McTaggart'ın felşe lendirmiştir. Oakeshott'a göre eğitimin
fesinden etkilenerek felsefeye yönelmiş, bu biçimde değerlendirilmemesi, her söy-
Almanya'nın önde gelen iki üniversitesi lemin birbirinden ayrı, kendi sınırlan
Marburg ile Tubingen'dc de bu ilgisini olan, kendi kendine yeten birer alan ola-
ilerletmiştir. 1933 yılında yayımlanan, Hc- rak ele alınmasına neden olacaktır -ki bu
gel geleneğinden dizgeli bir çalışma olan da deneyimin bir bütün olarak kavran-
Experietıa anJ its Motkt (Deneyim ve masını olanaksız kılacaktır. Oakeshott di-
Kiplen) adlı ilk önemli felsefe yapıtı, dö- ğer çalışmalannda -On ıhe H11111a11 Cotı·
nemin Britanya felsefesinin çözümleyici dua (İnsan Davranışı Üzerine, 1975) ile
felsefe eğilimli olması nedeniyle bütü- On History (rarih Üzerine, 1983)- tarih-
nüyle gözardı edilmiştir. Buna karşın bu sel ve gündelik deneyimin, özellikle de
yapıt daha sonraki yazılarında Montaig- dinsel, ahlaksal ve siyasal deneyimlerin
ne'nin kuşkuculuğu ile Hobbes ve Bur- koyutlaruu ele almıştır. Bu çalışmalann
kc'nin· siyaset felsefelerinden derinden da bir söylem türii olarak tarih ile
etkilenerek geliştirdiği eğitim ve siyaset Hobbes'un ahlaksal ve siyasal öğretileri
üzerine düşüncelerini anlamak için ufuk ne odaklanmıştır.
açıadır. Oakeshott'un temel çalışma ko-
nusu bağımsız söylem dünyalan olarak obiectum quo/obiectum quod (Lıt.)
değerlendirdiği insan deneyimleridir. Oıı. Ortaçağ felsefesinin skolastik bilgikura-
keshott'a göre insan deneyimi tutarlı ol- mında nesnenin kavramıyla nesnenin ken-
duğu sürece anlaşılabilir olan bir düşün disini ayırmak için kullanılan terim ikili.~i.
celer ile tasarımlar dünyasıdır. İlk başta Sözgclimi bir cimanın ne olduğunu bilen
ı:ırih, bilim ve gündelik deneyim olarak biri için elma ohiett11111 q11od iken, onun ci-
-.r:ılaclığı bu söylem diinyalarının arıısına ma kavr.ımı obie.111111 q11o'dur.
d:ıh·.ı mora e~tetik clenf'yimi ılf' eklemiş ()?.ellikle insan bilgisinin dolaylı, kllt-
tir. Felsefe ise deneyime dayanan bir söy- sal bilginin ise dolaysız olduğunu vur-
lem değildir, o daha çok bir bütün olarak gulamak için kullanılan bu ikili, insanın
deneyim ışığında bu söylemleri ve birbir- bilgi sahibi olması için kavramlara gerek-
leriyle olan ilişkilerini inceler. sinim duyduğunun, buna karşılık Tanrı'
Oakcshott Ralionalism in Po/i/içs (Siya- nın, zaten bildiği her şeyi o yarattığı için,
sette Usçuluk, 1962) ;ıdlı yapıtında siya- böyle bir gereksinimi olmadığının altını
setin ne sığınmak için bir limanın, ne çizer.
.!emir atmak için bir dibin, ne de bir
başlangıç ya da vanş nokt.asının bulun- obscıuwn per obscıuiua (.Lat.) Anla-
duğu uçsuz bucaksız bir denizdeki yol- şılmaz olanı açık kılmak adına yapılan
culuğumuzda bizi denizin üstünde tut- açıklamanın konuyu daha da anlaşılmaz
nı.ıyı amaçlayan bir "onarım sanatı" ol- kıldığıdurumlarda kullanılan Lıtince de-
duğunu söyler. 1989 yılında makalelerini yiş: "Zaten bulanık olan bir şeyi oldu-
bir amya ~ıirdiği son yap1t1 The Voit"t of ğundan daha bulanık hale getirmek".
Ockhamlı William 1052
sözü tutmak" örneğinde olduğu gibi ger- yapılması gerekmektedir'' önermesi, ola-
çekte pek çok ahlaksal ifadenin "tutul- ğan mantık b."Uralları aracılığıyla geçerli
malıdır" türünden bir "olması gerekirlik" biçimde çıkarsanabilirdir. Dolayısıyla o-
içerdiği önvarsayınuna dayanmaktadır. lan/ olması gereken ayrınunın başarılı bir
"Doğrudur", "iyidir" ya da "olmalıdır" şekilde tartışılması için ortada ahlaksal
gibi terimlerin ahlaksal bir kullanışları terim ve kavramları ahlaksal olmayan te-
olduğu kabul edilecek olursa, adına ah- rim ve kavramlarla birbirine bağlayan
laksal ifadeler denilen ifadeler, "doğru", analitik bir köprü ilkenin bulunması
"iyi" ya da "olmalı" gibi ahlaksal terimle- şarttır. Ahlaksal terim ve kavramların ah-
rin değerlemeye konu nesnelerin yükle- laksal olmayan türlü betimsel terim ve
mi olduğu ifadelerdir. Buna karşı ahlak- kavramlarla analitik olarak bağlantılan
sal olmayan ifadelerse ahlaksal terimlerin dırılması ayrılığın ortadan kaldırılmasına
değerleme nesnelerinin yüklemi olma- hizmet edecek olsa da, bu türden analitik
dıkları bütün ifadeleri imler. Buna göre bağlantılar bulma yönündeki en ciddi
olgusal ifadeler, ahlaksal olmayan ifade- felsefi çabaların doğalcı etiğin uyarlama-
lerin, şeylerin, olayların, ilişki bağlamla larını temsil ettiği unutulmamalıdır. Do-
rının ya da buna benzer durumların var- ğalcı etik bu noktada, bilimsel araştırma
lığını ortaya koyma ya da bunları "doğ nın temel ahlak terimleri ile kavramlarını
ru", "iyi" ya da "olmalı" terimlerind= çeşitli doğal özellikler ya da ilişkilerle
başka bir sözdağarcığı kullanarak be- betimleme; olmadı bunlara bir biçimde
timleme amaondaki uygun bir altdizisini göndermede bulunan terimler ya da kav-
temsil etmektedirler. Bu bağlamda Hu- ramlar aracılığıyla tanımlama girişimine
me Yasası'nın arkasındaki asıl düşünce, karşılık gelmektedir. Burada özellikle be-
bir "olması gereken" ifadesini bir dizi lirtilmesi gereken önemli bir nokta, Hu-
olgusal ifadeden geçerli bir biçimde çı me Yasası'nın, yani olan/ olması gereken
karsamanın olanaksız olduğu yönünde- ayrımının doğruluğunu tanıtlamanın, an-
dir; çünkü Hume'a göre burada, "böyle- cak değişik doğalcı etik yorumlarınca
clir" ya da "böyle değildir" türünden ifa- ortaya atılan savların çürütülmesiyle ola-
delerin kendilerinde içerilmey= yeni bir naklı olduğudur. Nitekim Humecu olan/
ilişki ya da doğrulama dile getirilmekte- olması gereken aynını temcll=dirmesi-
dir. Sözgelirni, "Hemen hemen bütün nin en güçlü savunulanndan biri, ahlak-
ins~nlar x türünden eylemlerin yapılma sal terim ve kavramları doğalcı terim ve
sını onaylar" biçimindeki olgusal öner- kavramları kullaı'larak tanımlama girişim
meden "x türünden eylemlerin yapılması lerinin "*doğalcılık yanılgısı"na
mahküm
gerekir" biçimindeki ahlaksal yargı öner- olduğunu sa';'Unan G. E. Moore tarafın
mesini geçerli bir biçimde Ç1karsayama- dan ileri sürülmüştür. Buna karşın John
yız. Searle, 1964 tarihli "How to derive
Hume Yasası'yla, buna bağlı olarak 'Ought' from 'Is"' C' 'Olması Gereken'
da olan/ olması gereken aynnuyla başa 'Olan'dan Nasıl Çıkarsanır?", Philosophi-
çıkmanın yollarından biri, olgusal ifade- ral &view, 73) adlı makalesinde, bir dizi
ler dizisi arasında ahlaksal terimleri ah- olgusal önermeden bir "olmalı" önerme-
laksal olmayan terimlerle birbirine bağla si çıkarsayarak olan/ olması gereken ayrı
yan, dolayısıyla da olgusal önermelerden mına karşı çıkmıştır. Searle'ün çıkarınu
geçerli ahlaksal sonuçların çıkarımına i- nın temel adımlan şunlardır: (i) Erk, U-
zin veren "ahlaksal köprü ilkeleri" deni- laş'a "Sana 5 milyar lira ödeyeceğime söz
len şeyi bu sürecin içine katmaktır. Buna veriyorum" der; (ıi) Erk, Ulaş'a 5 milyar
göre, "Hemen hemen bütün insanlar x lira ödeyeceğine söz vermiştir; (iii) Yani,
türünden eylemlerin yapılmasını onaylı Erk kendisini Ulaş'a 5 milyar lira ödeme
yorlarsa, demek ki bu türden eylemlerin yükümlülüğünün altına sokmuştur; (iv)
1057 olanaklı dünyaların en iyisi
Öyleyse, Erk'in Ulaş'a 5 milyar lira öde- lirme-, Alm. posribilinn111] Bilgikuraınında
mesi gerekir. Searle, felsefecilerin genel- yalnızca etkin ya da edimsel olanın değil,
de "Erk 183 cm uzunluğundadır" gibi olanak ya da gizilgüç halinde bulunanın,
yalınkat olgulann yanı sın evlilik, söz olması mümkün olanın ya da olumsal
verme ve özel mülkiyet gibi belirli ku- olanın da gerçekte varolduğunu kabul
rumları varsayan birtakım "kurumsal ol- eden öğreti. Bu öğreti ahlak felsefesinde
gular" da olduğunu fark edemedikleri yö- de insanın seçimlerinde olanaklı olanın
nünde önemli bir saptamada bulunmak- en iyisine yönelmesi gerektiği biçiminde
tadır. Bu kurumlar daima belli kural diz- anlaşılır.
geleri tarafından tarumlanmakta, söz ver- Ahlak felsefesinde etkinciliğin karşıtı
me kurumunun kurallannda olduğu gibi olan olanakçılığa göre seçim sırasında
bunlardan kimileri belli yükümlülükler yapılacak en doğru şey eyleyenin yapa-
ve sorumluluklar içermektedirler. Searle' bileceğinin en iyisini göz önüne alarak
ün çıkanını, söz vermenin ne olduğunu seçim yapmasıdır. Bu durum "söz ver-
tanımlayan kurucu kurallan göz önünde me"yi konu alan bir örnekle şu biçimde
bulundurarak, Erk'in ne yapması gerek- açıklanabilir: Birinci durumda kişi, söz
tiğine ilişkin çıkarımda bulunulmasına o- verme (.A) ya da söz vermeme (-.A) se-
lanak tanıyan kurumsal bir olguya (Erk çenekleriyle karşı karşıyadır. Kişi söz ve-
söz verdi) bağlı olarak işlemektedir. Ay- rirse önünde iki seçenek daha belirir -
nca bkz. olgu/ değer aynını. sözünü tutma (Aa); sözünü tutmama
(-.Aa). Bu durumda "söz verme" ve
olanak [İng. poııibility; Fr. poııibiliti; "sözünü tutma" (A"Aa) birinci en iyi;
Alm. miiglichleeit, Yun. efynamis; Lat. poıri "söz vermeme" (-.A) ikinci iyi; "söz ver-
bilitas, poıentia; es. t. im/ean] Belli koşullar me" ve "sözünü tutmama" (A/\-.Aa) ise
alunda gerçekleşebilecek olan ya da belli üçüncü iyi seçenek olarak gözükmekte-
varsayımlardan hareket ederek gerçekle- dir. İşte böyle bir durumda etkincilik,
şebileceği ileri sürülen şey; olmasa bile kesin olan en iyi seçeneği seçerek "söz
olması herhangi bir şey tarafından engel- vermeme"yi (-.A) önerirken; olanakçılık,
lenmeyen durum: "olabilirlik". Bir başka olanaklı olan en iyi seçeneği hedefleye-
tanıma göre ise olanaklı şeyler ya da du- rek "söz verme"yi (A) önerir. Aynca
rumlar, kavramları çelişki içermeyen şey bkz. etkincilik.
ler ya da durumlardır. Nitekim manukta
olanak, herhangi bir çelişkinin bulunma- olanaklı dünyaların en iyisi ~ng. best
dığı durumları imler. of ali poıriblt worldr,Fr. meiUe11r de /011s le.r
Olana)iın felsefedeki önemi zorun- monJer poıribles; Alm. beste al/er moglirhen
luluk ile olumsallık arasındaki karşıtlığın welten] Kıta usçuluğunun önde gelen ad-
açıklanmasında yararlanılan temel kiplik larından Leibniz'in tannbilimciler için
ulamlarından biri olmasından kaynak- yanıtlanması her zaman için bir sorun
lanmaktadır. Aristoteles olanağın zorun- oluşturan "Tanrı iyi ise dünyada neden
lulukla bağlantılı ele alınması gerektiğini kötülük var?" sorusuna; kötülük sorunu
ileri sürerek "Bütün insanlar ölümlüdür" diye bilinen, dünyada kötülüklerin va-
zorunlu önermesinin birşeyin özüne iliş rolrnasının her şeye gücü yeten ve ahla-
kin bir yargı iken, "Bazı insanlar uzun ken kusursuz Tanrı anlayışıyla nasıl bağ
boyludur" olumsal önermesinin birşeyin daşabilir olduğu sorununa getirdiği çö-
iliniksel niteliğine ilişkin bir yargı oldu- züm: ''Tann olanaklı dünyaların içinden
ğunu belirtir. Aynca bkz. olanakçılık; en iyisini seçmiştir."
olumsal(lık); zorun(lu)luk. Usçu felsefenin yanında tannbilime
de önemli katkılarda bulunan Leibniz,
olanakçılık ~ng. po11ibilirm: Fr. posribi- Tann'run varlığını tanıtlayan uslamlama-
olasıcılık 1058
sında, varlıkları zorunlu olmayan olgula- ğunu, buna karşınolumsal bilgiye ulaşa
nn bütününün varlığını olanaklı kılan bir bileceğimizi savunan "olasıcılık"ın ahlak
yeter-nedenin olması gerektiğini, bunun felsefesindeki karşılığı, kesinlik imkansız
da Tanrı dediğimiz, kendi varlığının ne- olsa da olasılık inanç ve eylemleri yö-
deni olan zorunlu bir varlık olduğunu netmek için yeterlidir yollu öğretidir.
koyutlar. Görüldüğü üzere, Leibniz Tan- Öte yandan günümüz ahlak felsefesinde
rı 'nın varlığını tanıtladığı bu uslamlama- olasılık kavranuru temele alarak bir ey-
sını felsefesinin de temel taşlarından bi- lemin doğruluğu belirlenirken, eylemin
rini oluşturan yeter-neden ilkesine da- fiili değil olası sonuçlarırun göz önüne
yandırmıştır. Yeter-neden ilkesi, gerçek- alınması gerektiğini savunan sonuççu
leşen her şeyin gerçekleşmesi için bir kuramlar da olasıcı olarak adlandırılmak
yeter-nedenin bulunması gerektiğini, ya- tadır. Dogmacılık ile kuşkuculuk ara-
ni bir olgunun olduğu gibi olup da başka sında salınan olasıcılık, mutlak doğruya
türlü olmamasının bir nedeni olması ge- ulaşmamızın, yani mutlak gerçeği kav-
rektiğini bildirir. Leibniz'e göre, yeter- ramamızın olanaksız olduğunu, dolayı
neden ilkesi Tanrı'nın içinde bulunduğu sıyla da kesin ve doğru bilgiden değil
muz dünyayı yaratmak için bir yeter-ne- doğru olma olasılığı daha fazla olan var-
dene sahip olması gerektiğini içerimle- sayımlardan söz edebileceğimizi savuna-
mektedir. Ancak Tanrı'nın her şeye gücü rak, daha fazla olası olan ile daha az olası
yeterliği ve ahlaki kusursuzluğu göz ö- olanı birbirinden ayırmakta kullanabile-
nüne alındığında bu nedenin seçilen dün- ceğimiz kuralları ve yöntemleri belirle-
yanın değerleriyle de bağlantılı olması meye çalışır.
gerekir ki bu da seçilen dünyanın ola- Öte yandan kimi yerlerde abartılı bir
naklı dünyaların en iyisi olmasını gerekti- nitelemeyle "olasıcılığın babası" olarak
rir. Nitekim Leibniz'e göre varolan hiç- gösterilen skolastik tanrıbilimci Bartolo-
bir şey yarauanın her şeye gücü yeterliği, meo Medina (1527-1580), bir görüşün
ahlaki kusursuzluğu ve tümiyiliğiyle tu- ahlaki bir ikilemin olası çözümü olarak
tarsız olamaz. kabul edilebilmesi için onu destekleyen
Yaşadığımız dünyanın olanaklı dün- görünür nedenlerin bulunmasının ya da
yaların en iyisi olduğu yollu anlayışın i- insanların çoğunun onu desteklemesinin
çerimlediği görüşler, ilkin Aydınlanma yeterli olduğu yollu tannbilimsel görüşü
düşünürü Voltaire tarafından, ardından reddederek, bir görüşün ancak önce bil-
da bu dünyanın "olanaklı dünyaların en ge kişiler tarafından ortaya konup yetkin
kötüsü" olduğunu savunan kötümser- nedenlerle desteklendikte, sonra da ye-
(ci)liğin babası Schopenhauer eliyle sıkı niden kanıtlanmaya ihtiyaç duyulmaksı
bi~ eleştiri süzgecinden geçirilerek yer- zın olduğu gibi izlenebildikte bir olasılık
den yere vurulmuştur. Ayrıca bkz. Leib- olarak görülebileceğini öne sürer. Medi-
niz, G. W.; iyimser(ci)lik; kötümser- na'ya göre ahlaki ikilemlerin çözüme ka-
(ci)lik; her şeye gücü yeterlik; tüm- vuşturulmasında kullanılabilecek tek ge-
iyi(lik). çerli ölçüt budur.
olasıcılık [İng. probabilism; Fr. probabi- olasılık [İng. probability, Fr. probabiliıt;
lisme; Alnı. probabilismNr, es. t. ihtimôJi.ıye] Alın. probabilitiit, wahmhei11/ichkeit, Lat.
Çok genel bir deyişle, "olasılık" kavra- probabilitar, es. t. Jbfimfı4 En genel an-
mını öğretilerinin temeline yerleştiren lamda, "kesinlik"e karşıt olarak, görü-
akımların ya da kuramların tümüne bir- nüşe bakılırsa olması beklenenin, olması
den verilen ad. Bilgikuramında bilginin olanak dahilinde bulunanın durumu: bir
yalnızca olasılıklı bir değeri olabileceğini, şeyin gerçekle~ebilirlik ya da ohı bilirlik
kesin bilgiye ulaşmarun olanaksız oldu- derecesi. Felsefedeki genel kullanımıyla,
1059 olgu/değer ayrunı
"doğruluk"a aşama aşama yaklaşma bağ olgu/değer ayrımı ~ng. fntt/mlHe ıJi.r.
lanunda, belli bir yanılgı payı içerse de Jindion; Fr. distinctİlın entre le /ait et la vakıır,
"doğru" olarak sayılmak için yeterli ve Alm. latsadu-werı HnltmheiJuııg] Şeylerin
geçerli nedenleri banndıranın niteliği; gerçekte nasıl oldukları (olgular) ile nasıl
gerçekleşmesi zorunlu olmayan bir du- olmaları gerektiği (değerler) arasında, ilk
rumun belirme olanağının en üst aşa kez İngiliz deneyciliğinin en önemli fılo
maya çıkması. Aynca bkz. olasıcılık; o- zoflarından Hume tarafından yapılan,
lumsal(lık); Carnap, Rudolf. ahlaksal zorunluluk bildiren savlann salt
olgu önermelerinin doğruluklarından hiç-
olgu [İng. f«t, Fr. fait, Alm. fakı, tatrache; bir biçimde geftrli olarak çıkarsanamaya
Lat. fadNnr, es. t. ıwha] Düşünülmüş cakları düşüncesi üstüne kurulu, usa da-
olana karşıt olarak yapılınış olan, olmuş yalı her türden ahlak felsefesi girişimini
olan; duyulanınızla ulaştığımız verilerin olanaksızlaştıran felşefe ayrımL Olgu Ö·
ya da düşüncelerimizin dayandığı verili nermelerinin (olgusal ifadelerin) değer
gerçeklik; gerçek olan bir olay ya da ·ger- yargısı içeren ya da değer biçici önerme-
çekleşmiş olan olaylar dizisi. Genellikle lerden (değer yargılarından) farklı türden
olguların dünyada düşünce ve dilden ba- önermeler olduklarını, bu nedenle de ol-
ğımsız bir varoluşa sahip olduğu, nes- gu önermelerinden değer yargisı bildiren
neler \•e ilişkilerin bileşiminden oluşan önermelere hiçbir biçimde geçilemeyece-
içsel bir yapısı bulunduğu kabul edilir. ğini savunan ahlak felsefesi görüşü.
Gerek varoluşları gerekse doğası gü- Kimileyin "olgu/ değer ikiciliği" diye
nümüz felsefesinde de önemli ıaruşma de adlandırılan olgu/değer ayrımı gö-
konularından biri olmayı sürdüren olgu- rüşü, değer yargısı içeren önermelerin ol-
ların felsefede önemli bir kuramsal rolü gusal önermelerden mantıksal olarak ba:
bulunmaktadır. Felsefe açısından olgula- ğımsız olduklan belirlemesine dayana-
rın gözlemlenmesi olgusal önermeyi doğ rak, bütün olgular önümüzde verili ol-
rulamaya yarayan kuramsal bir sürecin salar dahi, bu durumun ahlaksal bakım
olmazsa olmaz bileşenidir. Nitekim ol- dan nasıl değerlendirileceğinin yine de
gular doğru olgu önermelerinin (olgusal belirsiz kalmak durnmunda olduğunu i-
ifadelerin) göndefbresİdir. leri sürmektedir. Ayrım ilk kez Hume e-
Olgulara dayanan en bildik dizgeli liyle yapılmış olmakla birlikte, başta C.
felsefelerden biri her türden bilgi araş L. Stevenson ile R. M. Hare olmak üzere
tırmasının kayıtsız koşulsuz olgulara ya "bilişselci etik karşıtları"nın sonuna dek
da gerçeklere dayandırılması gerektiğini bu ayrımın •lrkasında durdukları görül-
savunan olguculuk ise bir diji:eri de Witt- mektedir. Bu düşünürlere göre insanlar,
genstcin'ın "önceki dönem"ini yansıtan belli olguların eldeki yalınkat betimleri
Tractatus Logim-Philosophims (1922) adlı ya- üstünde bütünüyle anlaşsa da, iş bunla-
pıtında geliştirdiği, olgula:rı mantıksal bir rın ahlaksal değergelerini belirlemeye ge-
uzamdaki yalın mantıksal yapılar diye ta- lince anlaşma yerini büyük bir anlaşmaz
nımlayan "olgular felsefesi" dir. Wittgen- lığa bıraktığından, olgu betirnlerine karşı
stcin'ın Trat:tahls Logim-Philosophims'ta or- ne türden eylemlerle tepki verileceği nok-
taya koyduğu varolan dünya tasarımına tasında derin · ayrılıklar söz konusu ol-
göre, dünya birbirinden bağımsız sayısız maktadır.
olgudan, bu olguların her biri de yalın Olgular gerçek durumlan ya da olay-
nesnelerin birbirleriyle değişik kombinas- larıimler. Buna karşı değer ya doğruluk
yonlar yoluyla girdikleri ilişkilerden oluş gibi iyi olan bir şeyin taşıdığı niteliği ya
maktadır. Ayrıca bkz. olgu/değer ayrı da bir şeyin iyi olduğu yönünde taşınan
nu; olan/ olması gereken ayrımı; ol- inancı anlatmaktadır. Bu anlamda sözge-
guculuk. limi, "Yalan söylememek en önemsedi-
olgu doğrulan/us doğrulan 1060
ğim değerlerimden biridir" demek, "Ya- iki ayn kola ayrılmaktadır. Kollardan ilki,
lan söylememenin iyi olduğuna inanıyo "doğalcı etik", değerlerin doğal olgular
rum" demektir. İşte bu noktada, gerçek oldukları. bunun da doğa bilimleri araş
olı,1\1 durumlan ile her iki anlamdaki de- tırmalarına açık olan olgularla özdeş ya
ğerler arasında bir ayama giden olgu/ da onlar tarafından oluşturulmuş olgular
değer aynını, ya da doğrudan bununla i- olduktan anlamına geldiği düşüncesinde
lintili "olan/ olması gereken aynını" gibi dir. Buna karşı değerleri kendilerine öz-
kimi başka ayrımlar, XX. yüzyıl üstetik gü olgular olarak gören ikinci kol, "do-
tarnşmalannda kilit değerde bir önem ğalcı olmayan etik'', değerleri doğal ol-
taşımaktadırlar. Bu aynının son çözüm- gularla özdeşleştirmeye yönelik her türlü
lemede değerlemelere ilişkin olduğunu girişimin, yani değer biçici terimleri yine
düşünenler, değerlemelerin asla olguları değer biçici terimler kullanarak tanımla
belirleme girişimleri olarak görülemeye- ma girişiminin "doğalcılık yanılgısı" ola-
ceklerini ileri sürmektedirler. Bu görüşe rak adlandırdıkları geçersiz bir uslamla-
yönelik en etkili tanıtlamayı sunan Hu- ma biçimi olmaktan öteye geçemeyece-
me, "olan"a yönelik olarak dile getirilmiş ğini ileri sürmektedir. Öte yaiıda, değer
önermelerden "olmalı" biçiminde }'argı biçici terimlerin değer biçici olmayan te-
bildiren kanıların mantıksal olarak türe- rimlerle tanımlanması gerektiği görüşü
tilemcycceklerini kesin bir dille karutla- nü kabul eden, ama buna karşı değer bi-
mıştır. 1-lume'un tanıtlamasına göre, ge- çici terimlerin betimleyici anlamlannın
çerli bir uslamlamanın görünüşte yalnız olması gerektiği savını reddeden "duy-
ca olgulara göndermede bulunan bir bi- gucular" (örneğin, A. J. Ayer, C. L. Ste-
çimde yapılması gerektiği başarılı bir bi- venson) ile "kuralkoyucular" (örneğin,
çimde ileri sürülecekse, bunu yaparken R. M. Hare) değer biçici terimlerin dilde
kullandığınız önermelerden en az birinin belli özgüllükleri ı,röstermekten başka bir
üstü örtük de olsa bir "olmalı" yargısını rolleri olduğunu, değer biçici dilin birin-
kaçınılmaz olarak içermesi gerekmekte- cil rolünün betimlemek değil kural koy-
dir. mak olduğunu öne sürmektedirler. Duy-
Yine aynı bağlamda, nelerin olgusal guculuğa göre, X'in iyi olduğunu savla-
önerme nelerin olgusal olmayan önerme mak ya da X'e yönelik olumlayıcı bir
olarak sayılacakları noktasında, olgu/ de- tutum ortaya koymak, başkalarını da bu
ğer ayrımı görüşünden çok daha dar bir tutumu benimsemeleri için cesaretlen-
anla}ışı benimseyen uyarlama görüşler dirmek gibi bir işlevi yerine getirmekte-
büyük iincm taşımaktadır. Çi\zümleyici dir. Kuralkoyuculuk ise bu durumun zo-
ahlak felsefecileri. olguların aynı doğa bi- runlu hir doğnı olar.ık anlaşılma'! gC'-
limlerinde olduğu gibi, salt doğal betim- rektiğini savunmaktadır. Nitekim her iki
lemelerle sınırlandıktan düşünüldüğün görüşe göre de "yiğitlik" gibi belirli söz-
de, değer yargılarının olgu sunumu olarak cükler, olı,1\Jsal bir içeriğe sahip olabilir-
görülemcyeceklerini, dolayısıyla da "iyi" lerse de, bu içerik en azından km·ramsal
ya da "doğru" gibi sözcüklerin salt be- açıdan değerleme içeriğinden ayırt edile-
timlemeye indirgenemeyecek özel birta- bilirdir. Aynca bkz. olan/olması gere-
kım rolleri bulunduğunu öne sürmekte- ken aynını; doğalcılık yanılgısı.
dirler. Buna karşılık, "gerçekçi etik" ko-
numunun savunucuları, değerlerin bu olgu doğrulan/us doğrulan bkz. veri-
dünyanın bir parçıısı olduklarını, bu ne- tes de faitlvhites de raison.
denle de aynı olgu önermeleri gibi de-
ğerlemelerin de önü sonu birer olgu su- olguculuk (pozitivizm) !İng. positivism;
mımu olduklarını öne sürmektedirler. Fr. positivisme; Alm. positivismus; es. t. ispa·
Gerçekçi etik ı-,>lirüş kendi içinde aynca tiyyej Her türden bilgi araştırmasının ka-
1061 olguculuk taruımaal
sal ve siyasal boyutları üzerine odaklana- luşan bir ardyöreye karşı verilen bir sa-
rak, çoğunluk bilimin göz ardı edilen vaşımdır. Başka bir anlatımla, olgusallık
yönlerine ilişkin etkili bir olgucu (poziti- Sartre'da "kendisi için-varlık"ın (etre po-
vist) bilim ideolojisi eleştirisi sunmuşlar 11r-soz) dünya ve kendi geçmişiyle, yani
dır. Toplum bilimlerinin ya da Alman bir anlamda "kendinde-varlık"la (etre m-
geleneğindeki adıyla tinbilimlerinin nes- soı) kurduğu zorunlu bağıntıdır. Heideg-
nelliği, öznel değerlerden bağımsızlığı, ger ise varoluşumuzu taııırrılayan kişisel
yöntembilgisi ve en önemlisi de siyasal çözümümüzü, bir kimlik ve bir değerler
ve toplumsal ödevleri, tartişmanın kavga dizgesi aracılığıyla, kendi seçimimiz ol-
derecesine varacak denli keskinleştiği mayan toplumsal olgusallığın içinde uy-
konuların başında gelmektedir. Tartışma, gulamaya koyduğumuzu ileri sürer. Ay-
olguculuğun yöntembilgisel dayatmala- nca bkz. Heidcgger, Martin; Sartre,
rına karşı, toplum bilimlerine doğa bi- Jean-Paul.
limleri ekseni doğrultusunda çizilen uf-
kun dışında toplum bilimlerinin yeniden olumlu/ olumsuz yararcılık ~ng. positi-
yapılandırılmasına yönelik bir arayışın ı~/ negatiııe 11tilitaria11ism] bkz. yararcılık.
başlamasına kaynaklık etmiş olması ba-
kımından son derece önemlidir. olumsalQık) [İng. mntinge11t, coııti11ge11ry;
Fr. contingmt, continge11re; Alm. ko11ti11gent,
olgusallık [İng. faai&iry, jaçfHali~; Fr. Jac- kontingenz, Yun. endekhome11os; Lat. co11ti11-
tiatf, Alm. f aktizjtii~ Düzanlamı bir olgu gens, contingentia] En genel anlamda, zo-
olmarun ayırdedici niteliği ya da koşulu runluluk ile olanaklı olmayanın karşıtı o-
olan terim, varoluşçu felsefede, özellikle larak, olması da olmaması da olanaklı o-
de Heidegger ile Sanre'da, insan yaşamı lan şeyin durumu. Başka türlü söylen-
run olumsal koşullanru, varoluşun insa- dik:te, gerek varlığa gelmede gerekse ey-
run özgür seçimine olumsal yönünü dile leme geçmede zorunlu olmama, değişi
getirmek için kullarulır. min ve özgür istencin etkilerine açık ol-
Olgusallık Heidegger ile Sartre'ın in- ma durumu; değişime ve rastlantıya tabi
san varoluşunun kendisini içinde biıldu olan, rastlantıların insafına kalmış varlı
ğu koşullar ya da karşı karşıya bırakıldığı ğın durumu ya da niteliği. Mantık diliyle
olgular tarafından belirlenip tarumlanan söylendikte, önermelerin zorunlu olarak
boyutuna verdikleri addır. Olgusallık, bir doğru ya da yanlış olmaması durumu;
yandan üzerinde hiçbir denetimimizin hem kendisi hem de değillemesi olanaklı
bulunmadığı olgusal ayrıntılan -doğum olan önermelerin niteliği.
tarihi ve yeri, ebeveynlerimizin kimler Bir şeyin olum~al olarak meydana
olduğu, yeteneklerimiz vb- içerirken bir geldiğini söylemek, onun meydana gel-
yandan da insan olmanın doğasını ve sı meyebileceğini de söylemektir; dünyayı
ııırWığıııı, Hddegger'in dramatik bir bi- olumsal olarak düşünmekse onun va-
çimde "Ölüm-için-Varlık" ("Ölüme doğ rolmayabileceğini de düşünmektir. Fel-
ru Varlık"/ Stin Zf'11t Tode) diye adlandır sefede, özellikle de mantıkta, ne zorunlu
dığı şeyi, yani bütün insanlann bir gün olarak doğru ne de zorurılu olarak yanlış
ölecekleri olgusunu içerir. Olgusallığın olan önermelere olumsal önermeler de-
Sartre ile Heidegger'd~ önemli bir yeri nir. Olumsal bir önerme doğru olabile-
vardır çünkü onlara göre olgusallık bü- ceği gibi yanlış da olabilir. Başka bir de-
tün eylemlerimizin zorunlu zeminini o- yişle, olumsal önermeler zorunlu değildir
luşturur. Sartre yalnızca durumlar içeri- ama olanaklıdır; o halde bunların karşıt
sinde özgür olabileceğimizi söyler. Ey- ları da olanaklıdır. Zorunlu bilimsel ya-
lem özgürlüğümüz, koşullarımızı aşma salarla açıklanabilen dünyanın bilimsel
yeteneğimiz -aşkınlığımız- olgulardan o- olarak zorunlu olduğunu düşünen kimi
1063 oreksis
felsefeciler, bilimsel zorunluluk ile man- söz konusu zorunluluk bilgisinin "Tanrı'
tıksal zorunluluğun birbiriyle kanştınl nın bilgisi" anlamına geldiği çok açıkµr.
ması nedeniyle dünyanın olumsal gözük- Aynca bkz. endekhomenos, zorun(lu)-
tiiğünü savunmaktadırlar. Öte yandan luk; rastlantı.
mantıkçı deneycilerin, zorunlu doğrula
rın mantıksal bakımdan analitik ve to- olumsuz(lamacı) tannbilim ~ng. 11ega-
tolojik (eşsözlü; genelemelı) olmaların fipe theolog, Fr. thiololfe negative; Alm 11eg11·
dan ötürü dünya hakkında yeni bilgiler tiv theololfe; es. t. menfi i/ahiya~ Sonlu ve
verip veremeyeceği konusunda kuşkulan sınırlı bir varlık olarak insanın, sonsuz ve
bulunmaktadır. Bütün bunlar, bize nere- yüce bir varlık olan Tann'yı yeterince
deyse tüm deneyim ve bilgimizin olum- kavramasının olanaksızlığıni vurgulayan;
sal türden olduğunu düşündürtebilir. Tanrı'nın ne olmadığı dışında Tanrı'yla
Tanrıbilimde ise olumsallık varolan ilgili söyleyebilecek pek fazla sözümüzün
herşeyin, bütün yaratılışın olumsal ya da olmadığının altını çizen tanrıbilim türü.
yaratıcının istencine bağlı olduğu düşün "Apophatik tanrıbilim" diye de geçen
cesine göndermede bulunur. Klasik or- olumsuz tanrıbilim, Tanrı'yı Tanrı yapan
taçağ tannbilim düşüncesine göre, dün- temel niteliklerin insanın anlama yetisini
yanın ya da doğanın varoluşu olumsal, aştığını; Tanrı üzerine bilgimizin, Tanrı'
yani Tanrı'nın istencine ve özüne bağlıy nın ne olduğuna değil de ne olmadığına
ken, Tann'nın varoluşu olumsal değil ilişkin düşünceler üzerine kurulabilece-
zorunludur. Nitekim ortaçağ felsefesinin ğini öne sürer. Aynca bkz. via negati-
en önemli düşünürlerinden Thomas A- va/ via affırmativa; din felsefesi.
quinas, Summa. Theololfae'da (fanrıbilim
Tümyapıtı, 1266-1273) Tanrı'nın varlığı oluş ~ng. becoming; Fr. devenir, Alm. wer-
nı tanıtlamak için öne sürdüğü beş sav- den; Yun. genesir, Lat .fteri-, es. t f'!)'nİn~
dan üçüncüsü olan olumsallık uslamla- İlkçağ Yunan felsefesinden, özellikle de
masında, dünyada varolan şeylerin olum- Herakleitos'tan bu yana, bir halden baş
sal niteliğinin varoluşun farklı bir düze- ka bir hale, bir durumdan başka bir du-
yini, yani zorunlu bir varoluşa sahip olan ruma geçiş olarak değişme; değişmelerin
bir şeyi gerektirdiğini; çünkü ancak zo- sürekli bir biçimde ardarda gelerek ev-
runlu bir varlığın (fann'nın) başka şeyle rende tüm olan biteni olanaktan gerçek-
rin ya da olumsal varlıkların nedeni ola- liğe taşıması: "değişme olarak değişme".
bileceğini savunur. Ancak özellikle tek- Ayrıca bkz. genesiç, aktş öğretisi; He-
tanrılı dinlerin Tanrı anlayışlarına taban rakleitos.
tahana zıt bir bicimde dünyanın ya da
doğanın varoluşunun zorunlu olduğunu oneiros (Yun.) İlkçağ Yunan ti:lseti:sin-
savunan bir görüş de söz konusudur. de "düş" anlamında kullanılan terim.
Nitekim Tıınrı'yı Doğa ile özdeşleştire Düş'ü öznel bir "içe-yönelme" ya da
rek "tümtanrıcı" bir Tanrı tasarımını sa- "içe-dönüş" olarak ele alıp felsefeye so-
vunan Spinoza, töz olarak düşündüğü kan Herakleitos olmuştur. Ksenophanes
Tanrı ya da Doğa'nın, dolayısıyla evren- ise düşlerin gerçek doğasının tanrısal
de olan her şeyin hep mantıksal bir zo- esinli ya da kutsal olduğu şeklindeki gö-
runluluk uyarınca varolduğunu, bıina kar- rüşü tümüyle yadsıyıp uzun bir yol kat-
şı öteden beri filozofları uğraştıran felse- eden düş üzerine ussal bakışaçısını ye-
fedeki olumsallık kategorisinin özünde şertmiştir.
zorunluluk bilgisi eksikliğinden kaynak-
landığını savunmuştur. Spinoza'nın Tanrı ontoloji bkz. varlıkbilgisi.
ile Doğa arasında kurduğu bu özdeşlik
ilişkisi göz önünde bulundurulduğunda, oreksis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesin-
organik birlik 1064
de, özellikle de Aristotcles 'te, "iştah" ya Buna göre, bir bütünün özgül değeri
da "arzu" anlamında k:ullanılan terim. A- parçaların her birinin özgül değerlerinin
ristotcles'te "arzu edilen şey" (orrkto11), toplamına eşit olmak zorunda değildir.
ruhun ele geçirmeye hevesli olup peşini Öyle ki bir parçanın özgül değeri ile o
bını.kmadığı şeye karşılık gelir (P.ııh ÜZ!- parçanın varlığının bütünün özgül değe
n'tte, 43 ta, 433a-b). Aristoteles'e göre, rine katkısı arasında oransal bir ilişki
ruhun özlemini çektiği onılt.Iiı, duyumsa- yoktur.
ma (aistbeiis) ve düşünmeyle (11oesis) bir- Organizmacılık toplumsal kurumlara
likte ruhtaki devinimin başlıca nedenidir. ve bir bütün olarak evrene de uygulan-
Aristoteles yer yer terimi, arzu anlamına mıştır -bunun en güzel örneğini Alfred
gelen diğer bir sözcük epitl!Jmia ile eşan North Whitehead'in felsefesinde bulabi-
lamlı olarak da kullanır. liriz. Organik benzetme yalnızca bütü-
nün parçalarının içsel ilişkiler tarafından
organik birlik ~ng. orga11ü uniry; Fr. uniti birleştirildiğini değil, bütünün ayırt edici
organique-, Alm. organisı:he einheiij bkz. or- bir yaşam döngüsüne ya da oı:ganizmala
ganizmacıhk. nnınki gibi bir gelişme sürecine sahip ol-
duğunu içerimler.
organizma felsefesi ~ng. philosopl!J of
organism] Alfred North Whitehead'in or- organon (Yun.) [Lat. oıganumJ Sözcük
taya koyduğu biçimiyle "süreç felse- anlamı "alet" ya da "araç" olan bu terim,
fesi"ne verilen diğer ad. Whitehead'in aynı zamanda Aristoteles'in mantık üze-
kendisi de "doğa felsefesi"ni bu .başlıkla rine kaleme aldığı yapıtlarının bütününe
adlandırmayı yeğlemiştir. Aynca bkz. or- verilen addır.
ganizmacılık; süreç felsefesi; Wlıite Aslında Aristoteles'in mantık için
head, A. N. kullandığı ya da yeğlediği terim analytika
olmakla beraber, Organon adı onun ölü-
organizmacılık (örgencilik) ~ng. orga- münden sonra Peripatosçular, özellikle
nid..rm', Fr. organimme-, Alm. otganizjrmus] de Rodoslu Andronikos tarafından onun
Gerçekten oı:ganik olmasalar da şeyleri "mantık külliyatını" nitelemek için kon-
organik bir bütün olarak görüp buna muştur. Pcripatosçulann bu adla vurgu-
göre değerlendiren öğreti; bütün karma- lamak istedikleri, mantığın kendi başına
şık: bütünlerin, oluştukları organizmala- bir amaç ya da başlı başına bir bilim ol-
nn ayırt edici özelliği olan bir tür dizgeli madığı; yalnızca doğru akılyürütmenin,
birliğe sahip olduğu şeklindeki kuram. Bir tutarlı düşünmenin yöntemi ya da bilim-
organizma bir düzenek ya da kütleden sel araştırmanın ilkelerine, bilimsel bil-
parçalaruıın doğasının ve varoluşunun giye varmamızı sağlayan bir araç oldu-
bütündeki yerlerine bağımlı olmasıyla ay- ğudur.
rılır. Bir el yaşayan bir gövdeyle birleşik İngiliz deneyciliğinin öncüsü saytlan
ise bir eldir, başka türlü değişmeden Francis Bacon da kendi tümevarımcı
kalır. Görüldüğü üzere organizmacılık yönteminin Aristoteles'in tümdengelimci
parçaların yapıları ile parçalar arası iliş yöntemini aştığını vurgulamak üzere ya-
kilerin, ancak organik bir bütün olarak pıtına Noııum Otganum adını vermiştir.
değerlendirilebildiklerinde anlaşılabilece Aynı başlık, Johann Heinrich Lambert
ğini savunmaktadır. Bu bağlamda deni- tarafından en önemli felsefi çalışması i-
lebilir ki biitiitt parçaların tamamından, çin de kullanılmıştır (Neues Otganofl).
toplamından başka bir şeydir. G. E. Modem mantığın doğuşuna dek tüm
Moore, Prittcipia Ef/Jiça'da bütün ve par- bir felsefece düşünme dizgesini derinden
çaların özgül değerlerini gözönüne ala- etkileyen Aristoteles'in Organofl'u altı ki-
rak "oı:ganik birlik" ilkesini önermiştir. taptan oluşur:
1065 ortaçağ felsefesi
konu altında toplanamayacak denli geniş Felsefi doğruluk ile tanrısal doğruluğun
bir çeşitliliğe konu birbirinden değişik ö- özdeşleştirilmeye çalışıldığı bütün bir or-
ğelerin hep bir arada durduğu kendi i- taçağ felsefesi boyunca, Yahudi olsun
çinde bütünlüklü özgül felsefe düzlemi Hıristiyan olsun Müslüman olsun bütün
ya da çerçevesi. Ortaçağ felsefesine coğ ortaçağ filozofları, felsefe ile din arasın
rafi açıdan bakıldığında, özellikle döne- da geçmişten gelen anlaşmazlıkların gi-
min uygarlık merkezi İtalya başta olmak derilerek bu iki alanın kaynaştırılıp bü-
üzere, bütün bir Avrupa kıtası ile Batı tünleştirilmesine yönelik değişik felsefe
Asya, Mısır, Kuzey Afrika gibi Akde- arayışları içinde olmuşlardır. Nitekim bu
niz'in Latince konuşulan değişik bölgele- bağlamda ortaçağ felsefesinin en önemli
rinde yapılmış sayısız felsefe çalışmasıyla felsefe konumlarından Yeni Plat011cul11k
biçimlendiği görülmektedir. Hiç kuşku anlayışının, özellikle tannbilim yönelimli
suz bu öğeler arasında, değişik filozof- öğretilerin oluşturulmasında İlkçağ Fel-
larca ortaya konmuş düşünceler bir yan- sefesi ile Ortaçağ Felsefesi arasında köp-
da, çeşitli felsefe "dizgeleri'', "okulları", rü görevi görecek denli etkili bir ko-
"anlayışları" ya da "akımları"nca savu- numda olduğu görülmektedir. Ortaçağ
nulan öğretiler öbür yanda ortaçağ felse- felsefesinin kökleri Yeni Platonculuk ü-
fesirii.n düşünsel bakımdan ana iskeletini zerinden İlkçağ Yunan ve Roma felse-
oluşturmaktadırlar. Ortaçağ fılozoflarının felerine uzanıyor olmasına karşın, bu fel-
çok büyük bir bölümü dönemin üniver- sefenin tarırıbilimsel dogmaları kesinle-
sitelerinde hoca olarak ders verdiklerin- meye yönelik olarak sağlam felsefi te-
den tarih boyunca "okullu" anlamında meller sunmak gibi temel bir amaç üs-
Skolastik diye adlandırılmışlar, buna bağlı tüne kurulmuş olması, ister istemez İlk
olarak ortaçağ felsefesi de yaygın bir bi- çağ Yunan Felsefesi'nin gerçek ruhunun
çimde Skolastik Felsefe ya da Skolastik Fel- ortaçağ tanrıbiliminin içinde çözündürü-
sefe Dii11e111i diye anılır olmuştur. lüp bozulması gibi olumsuz bir sonuç
Eski Yunan-Roma Uygarlığı'nın çö- doğurmuştur.
küşüyle birlikte, Batılı fılozofların dik- Ortaçağ Felsefesi, tanrıbilimsel yöne-
katleri, çok büyük ölçüde doğaya yönelik limli metafizik felsefeye çok fazla ağırlık
bilimsel İncelemeler ile insanın dünyada verilen bir felsefe dönemi olduğundan,
yaşarken mutluluğu elde etmesinin ko- Batı Felsefesi geleneği içinde çoğunluk
şullarının soruşturulduğu etik araştırma İlkçağ Felsefesi'nden sonra felsefenin
lardan, her bakımdan daha iyi olduğu girdiği bir "duraklama" ya da "geriye git-
varsayılan bir "öbür dünya tasarımı'' doğ me" çağı olarak görülmüştür. Bu olum-
rultusunda bir başka yaşamda tinsel suz bakış, genelde ortaçağ felsefesinin
kurtuluş olanağına çevrilmiştir. Nitekim daha özeldeyse ortaçağda yapılan değişik
M.S. III. yüzyılın sonlarına doğru Hıris felsefe etkinliklerinin günümüzde dahi
tiyanlığın Roma İmparatorluğu'nu bir son derece olumsuz niteleçler aracılığıyla
uçtan öbür uca bütünüyle kaplamasıyla düşünülüyor olmasına bakılarak daha iyi
birlikte "Matta", "Markos", "Lukas", görülebilir. :XX. yüzyılda öteki felsefe dö-
"Yuhanna" başlıklı kitaplarda temellen- nemlerinde karşılaşılmayan kendine öz-
dirilen İncil'e yönelik dinsel öğretiler ile gü inceliklerinin birer ikişer yeniden keş
Kilise'nin üst düzey papazlarınca yapılan fedilmesine dek, ortaçağ felsefesi çok ge-
kutsal kitap yorumlan bir yanda, İlkçağ niş bir oranda "Karatılık Ortaçağ"ın ka-
Yunan ve Roma felsefelerinin pek çok ranlık felsefesi olarak değerlendirilmiştir.
kavram, yaklaşım ve anlayışları öbür Helenistik Felsefe'nin sonunda, yani M.
yanda, Ortaçağ Felsefesi'nin hemen bü- S. 427 yılında Batı Roma İmparatorlu
tün dönemleri için geçerli olan yeni bir ğu'nun çökmesiyle birlikte, Avrupa Kül-
felsefe çerçevesi meydana getirmiştir. türü duraklamayı andıran bir ivmeyle son
1067 ortaçağ felsefesi
derece ağır aksak bir gelişme sürecine Ortaçağ felsefesinin bu olumsuz ge-
girmiştir. Nitekim bu dönem boyunca, nel havasına karşı, sayılan hiç de azımsa
bir yanda belli bir sonuç vermekten uzak namayacak bir dizi filozof, dönemin ağır
tanrıbilimsel tartışmalardan, öbür yanda koşullarından sıyrılarak özgür düşünme
geleneksel Hırisıiyanlık öğretisinin kesin- etkinliğini sürdürdükleri gibi, en azından
lenmesi amacıyla sürekli yinelenen sığ belli konularda felsefeye önemli katkılar
savunulardan ötürü dönemin düşünsel da bulunmayı da başarmışlardır. Bu açı
enerjisinin yeterince iyi değerlendirile dan balaldığında, ortaçağ felsefesinin ge-
memiş olması, çoğulannın gözünde söz nel çerçevesinin büyük ölçüde birbirine
konusu dönemin "Karanlılı: Ortaçağ" di- bütünüyle karşıt ilci konum arasında ge-
ye anılmasına neden olmuştur. Karanlık çen düşünsel etkileşimlerle çizildiği söy-
geçtiği söylenen bu yüzyıllarda, Kilise' lenebilir. Bu karşıtlığın bir yanında tan-
nin denetiminde yürütülen çakşmalar ço- nbilimsel sonuçlan kesinlemeye yönelik
ğu durumda özgür felsefece düşünmeyi olarak temellendirilmiş "ortodoks görüş
yüreklendirmek yerine, Hıristiyanlıktan ler" bulunurken, öbür yanda özgür felse-
sapılacağı çekincesiyle düşünceleri bütü- fece kurgularda dillendirilen "sapkın gö-
nüyle bastırarak etkisiz kılmaya yönel- rüşler" yer almaktadır. Bu iki karşıt ku-
miştir. Kilise'nin ağır baskısı altında, din tup arasında yürütülen sonu gelmez kes-
tarafından dikte edilen düşüncelerin dı kin tartışma, ortaçağ felsefc~inin bütünü
şına çıkılması yasaklanırken, yalnızca Ki- üstünde son derece önemli içerimleri
lise'nin sınırlarını önceden çizdiği bir a- bulunan en önemli felsefe düzlemlerin-
lan içinde kalarak düşünmeye izin veril- den birinin de oluşumuna kaynaklık et-
miş olması, felsefe bakınundan oldukça miştir.
verimsiz bir dönem geçirilmesi gibi bir Ortaçağ Felsefesi'nin hemen bütün
sonucu da beraberinde getirmiştir. Kuş fılozofları, İlkçağ Yunan Felsefesi'nin ta-
kusuz ortaçağ felsefesine yönelik bu son rihsel bakımdan izleyicileri olmaları ger-
derece olumsuz görüşün oluşumunda, çeği bir yana, pek çok bakımdan orıların
bu dönemde yapılan felsefenin bağlamı doğal felsefe mirasçılan oluşlanyla da
nın kendi iç dinamikleri ne denli önem- dikkat çekmektedirler. Bununla birlikte,
liyse, Rönesans ile başlayan modem fel- tarihsel koşullar gereği ilkçağ fılozofla
sefede önü alınamaz bir yükselişe geçen nyla doğrudan ilişkiye geçme olanağı bu-
ımrı deneyci yan olgucu bilimsel bakış lamadıklarından, çoğu durumda düşün
:ıçısırun egemenliği de bir o denli önem- sel öncülerinden ancak dolaylı yollardan
lidir. Nitekim çağın yükselen yeni değeri belli etkiler aldıkları görülmektedir. Öte-
olarak yarar~ı:z metafizik kurgnlardan bü- ki tarihsel ve toplumsal nedenler bir ya-
tünüyle anndınlmış felsefe olanağını ya- na bu durumun başlıca nedeni, yaklaşık
şama geçirmeye yönelik modem felsefe 1125 yılına gelene dek, ortaçağ felsefe-
ülküsü, onaçağ felsefesinde yapılmış dü- sinde yer alan fılozofların ilkçağ Yunan
şünsel çalışmalann hemen bütününü, ne felsefesi metinlerinin çok azının özgün
idüğü belirsiz sorunlara yönelik hiçbir biçimlerine ulaşabilmiş olmalarıdır. Da-
pratik getirisi ya da felsefece değeri ol- ha ilk bakışta, ilkçağ felsefesinin çok bü-
mayan yığınla gereksiz tartışma olarak yük ölçüde felsefe öğretilerinin egemen-
görerek bu bütünü bir kenara bırakma liğinde geçmiş bir felsefe bağlamı oluş
nın doğruluğunu savunmaktadır.Daha a- turmasına karşı, ortaçağ felsefesi bağla
çık bir deyişle, modem felsefede ortaya mında her durumda asıl belirleyici olanın
atılan a'dan z'ye bütün felsefe anlayışları, tannbilimsel öğretiler olduğu görülmek-
bütünüyle ortaçağın yerleşikleşmiş tann- tedir. Ortaçağın sonlanna doğru bilimler
bilimscl felsefe yapma biçimine karşı du- birer ilcişer felsefeden aynlarak kendi ö-
yulan deriıı tepkiden doğmuşlardır. zerk vıırlıklarını temellendirmeye başla-
ortaçağ felsefesi 1068
mış olsalar da, toplum bilimleri en azın maktadır. Bu anlamda Aristoteles'in me-
dan birkaç yüzyıl daha felsefenin sııurlan tafizik kurgusunda, cismani . ya da kimi
içinde kalarak varlıklarını bu biçimiyle cismani olmayan tözlerin madde ile
sürdürmeye devam etmişlerdir. Hiç kuş formdan oluştukları düşünüldüğü gibi,
kusuz bu durumun ana nedenlerinden kendi başınayken belli bir yapıdan bütü-
biri, insan eylemleri ile davranışlarına yö- nüyle yoksun olan maddenin, formun
nelik temel araştırma konularının her kendisine belli bir biçim kazandırması i-
durumda tannbilimsel araştınnalann ala- çin malzeme olmaktan öte aynca var-
nıyla yakın bir bağlantı içinde olmasıdır. lıkbilgiscl bir değer taşımadığı savunul-
Buna bağlı olarak onaçağ felsefesinin maktadır. Bir başka deyişle, form mad-
hemen bütününde toplum bilimleri Hı deye belli bir yapı ya da düzen kazandı
ristiyan Kilisesi'nin güdümüne girmiş, rarak, maddeyi belli bir şey yaparak, o
görüşleriyle yerleşik Kilise anlayışına en şeyin o şey olarak varolmasına olanak ta-
aykırı sayılması gereken düşünürler dahi nımaktadır. Sözgelimi bu anlamda Sok-
onaçağın bu genel havasından ister is- rates'in ruhu, Sokrates'in bedeninin mad-
temez etkilenmişlerdir. Nitekim Hıristi desel varlığına kanlılık ve canlılık sağla
yanlığın iV. yüzyılın başlarından itibaren yarak, Sokrates 'e belli bir insan teki ola-
Roma İmparatorluğu'nun tamamına ya- rak yapı kazandıran form'dur. Aynı bi-
yılmasıyla birlikte, yaklaşık 1000 yılı kap- çimde Sokrates'in boyu ya da gözünün
sayan uzun bir dönem boyunca felsefe rengi de birer form türüdür, ama bunlar
büyük ölçüde Kilise'nin gölgesinde var- varlıklarını maddeden değil de doğrudan
lığını sürdürmüştür. Yine hiç de şaşırtıcı doğruya tözün kendisinden almaktadır
olmayan bir biçimde, ortaçağ felsefesi- lar. Bu bağlamda Aristoteles, ilinekleri
nin en büyük filozofları ya Kilise'dendir- varolmak için her durumda tözlere gerek
ler ya da Kilise'yle öyle ya da böyle açık duyan, varlıkları bütünüyle tözün varlı
bir bağlantı içindedirler. ğıyla olanaklılık kazanan birtakım töz
Ortaçağ felsefesi için en belirleyici özellikleri olarak tanımlamaktadır. Aris-
gerçeklerden biri, Platoncu/11/e ile Yeni Pla- toteles tarafından tözler ile ilinekler me-
tontıt/11/e anlayışlarının, doğrudan İncil'de tafiziği bağlamında sunulan bu çözüm-
söylenenlerden hareketle türetilmiş bir- lemeye dayalı olarak, onaçağ felsefesinin
takım tannbilimsel ilkeler doğrultusunda çok büyük ölçüde cismani tözlerin temel
Hıristiyanlaştırılarak yeniden yapılandırıl bileşenleri "madde" ile "form"un ger-
mış olmasıdır. Bunun yanında ortaçağın çekliğin açıklanmasındaki en temel açık
tannbilim yönelimli düşünürlerinin, man- lama ilkeleri olduğu varsayımından yola
tıksal açıklamalar yoluyla Hıristiyan öğ çıktığı görülmektedir. Tıpkı Aristoteles'in
retilerine ussal temeller kazandırmak a- ileri sürdüğü gibi, ortaçağ felsefesi için
macıyla, Aristottlesfilile geleneğinden de de bir şeyin oluştuğu maddesi (maddesel
geniş oranda yararlandıkları görülmekte- nedenı) ile formu (biçimsel nedenı) hem
dir. Nitekim bütün bir ortaçağ felsefesi- doğada olup bitenleri hem de insan ya-
nin altında yatan temel metafizik yapı, pıp etmelerini açıklamada kullanılacak
gerçekliğin en genci anlamda "tözler" ile temel metafizik ilkeleridir. Aristotelesçi
"ilinekler" olmak üzere iki ayn kategori- erekbilgiscl evren tasarımında, bu iki te-
ye bölünerek incelenebilir olduğunu sa- mel ilkeye ek olarak, ilki "etkin neden"
vunan Aristoteles metafiziği üstüne ku- ikincisi "ereksel neden" olmak üzere iki
ruludur. Tözler, varolmak için kendileri ayrı ilke daha bulunmaktadır. Aristoteles
dışında başka şeylerin varlığına gereksi- etkin nedeni her türden devinimi ya da
nim duymayan bağımsız varlıklar olduk- oluşu başlatan güç olarak tanımlarken,
larından, varlıkbilgisel bakımdan gerçek- buna karşı ereksel nedeniyse her türden
liğin en temel yapıtaşlan olarak tasarlan- etkinliğin, sürecin ya da oluşun yöneldiği
1069 ortaçağ felsefesi
enson amaç ya da sonu! iyi olarak tasar- ile tanımlamışlardır. Bu anlamda ortaçağ
lamaktadır. Ortaçağ felsefesi, çok büyük felsefesi, insanın doğası sorunu karşı
ölçüde Aristotelesçi metafizik dünya a- sında bütünüyle ruh ile beden aynmını
çıklamasını benimsemiş olmakla birlikte, kesin çizgilerle olurlayan bir felsefe çer-
söz konusu açıklamanın özellikle dinsel çevesi olarak, "iyi-kötü", "beden-ruh",
öğretiler açısından tehlikeli bulunan ke- "us-usdışı" gibi kavramsal ikiliklerin açık
simlerine karşı çıkmayı, tannbilime yö- bir sorgulamadan geçirilmeksizin baştan
nelik kimi içerimleri ile sonuçlarını çü- varsayıldığı Platoncu felsefenin kavram-
rüterek açıkça olumsuzlamayı da kendi- sal örgüsüyle yapılanmıştır. Ortaçağ fel-
sine görev saymıştır. Sözgelimi bu nok- sefesinin bir başka dikkat çekici özelli-
tada, Tann, melekler, ruh gibi cismani ğiyse, gerek "İlkçağ Felsefesi"nin gerek-
olmayan tözlerin de aynı cismani tözler se "Modem Felsefe"nin tam tersine, en
gibi madde ile formun biraraya gelişiyle temel bilgikuramsal sorunlar üzerine da-
oluştukları düşüncesine şiddetle karşı çı hi neredeyse yok denecek kadar az dü-
lalarak, bunların hiçbir biçimde madde- şünülen bir felsefe dönemi olmasıdır.
sellik içermeyen salt formlar oldukları Nitekim ortaçağ felsefesinin çok geç
savunulmuştur. Yıne bu aynı bağlamda dönemlerine gelinene dek, ortaçağ fılo
onaçağ felsefesinin bir başka önemli tar- zoflan kuşkuculuk okulunun temı:J sav-
tışma konusunu da, Sokrates'in düşün larını yanıtlamak türünden bir kaygı duy-
düğü gibi tözlerin yalnızca tek bir töz madıklan gibi, bilginin ya da doğrunun
formundan mı (Sokrates'in ussal tinı) o- zorunlu ve yeterli koşullannın neler ola-
luştuğu, yok.~a birden çok töz formunun bileceği üstüne düşünmeyi de pek ge-
(beden, devinme yetisi, isteme yetisi) bir- rekli görmemişlerdir. Her durumda belli
likteliğiyle mi oluştuğu sorusu oluştur türden bilgilerimiz olduğunu baştan var-
maktadır. Tözün tekliği ile çokluğu so- sayan onaçağ filozoflan, bu bilgilerin na-
runu çerçevesinde savunulan düşünceler sıl ve hangi koşullar altında elde edildi-
ne olursa olsun, ortaçağ felsefesinin ge- ğini, doğruluklannın hangi ölçütlerle sı
nel metafizik anlayışı başından sonuna nanabilir olduğunu içeren bilgikuramsal
dek tözler ile ilinekler ayrımı temelinde sorunlan bütünüyle yok saymışlardır.
madde ile biçim kategorilerinin açıklığa Bunun yerine maddesı:J olmayan, bengi-
kavuşturulma.'l!na yönelik değişik arayış sel, değişmeden kalan tümı:Jler ile zorun-
larla belli bir yapı kazanmıştır. Nitekim lu doğruların bilgisine nasıl ulaşılacağı
ortaçağ fılozoflannın çok büyük bir bö- konusu felsefenin asıl sorusu olarak gö-
lümü, bu temel metafizik ayrımın sun- rüldüğünden, değişim ile oluşa konu
duğu olanaklann bütün öteki felsefe so- maddesel dünyanın gerçekleri ile tikel
runlarının çözümünde etkinlikle kullanı ne.~nelerin varlıklarına yönelik bilgi ola-
labilir olduğundan en ufak bir kuşku da- nağı bütün bütün fı:Jsefece araştırmanın
hi duymamışlardır. dışında bırakılmıştır. Tümellerin bilgisine
Ortaçağ felsefesine bir başka açıdan nasıl ulaşılacağı sorusu karşısında, orta-
bakıldığında, insan varlığının doğasının çağ felsefesinde genellikle iki ayn yakla-
yine form ile madde aynını üstüne bina şımdan ya birinin ya da ötekisinin sun-
edilen değişik metafizik görüşler doğrul duğu yoldan yürünerek değişik açıkla
tusunda açıklandığı görülmektedir. İnsa malar sunulmuştur. Buna göre, bir kesim
nın düşünme yetisi taşıyan ussal tinini ortaçağ filozofu değişmeyen sonsuz var-
salt insana özgü bir yeti olarak kavrayan lıkların bilgisine ancak tanrısal ışığın yol
hemen bütün ortaçağ filozofları, insanın gösterdiği düşünsel bir açılım yoluyla
büLün olumlu ve iyi özelliklerini "form" ulaşılabileceğini düşünürken, geri kalan
ile özdeşleştirirken, buna karşı bütün kesimdeki filozoflar daha doğalcı bir
olumsuz ve kötü özelliklerini "madde" yaklaşımı benim.,eyerek, insanın bilişsel
ortaçağ felsefesi 1070
bir süreç olarak nitelendirmektedir. Tan- filozofu Boethius, Eski Yunan ile Roma
nbilim ağırlıklı bu düşüncelere ek olarak Felsefeleri'ne yüzyıllar içinde aşama aşa
Augustinus, metafiziğin üç ana sorunun>ı ma giderek azalan ilgiyi yeniden uyan-
yönelik olarak ussal çözümler önermiş dırmaya, özellikle de Aristoteles'in man-
tir. Bunlar sırasıyla "'özgür istenç' ile tığı ile metafiziğini yeniden canlandırma
'önceden belirlenmişlik' aı?.~ındaki ayrım ya yönelik çalışmalarıyla dikkat çekmek-
sorunu", "Tann'nın saltık iyiliği karşı tedir. Filozof olmasının yanısıra hem et-
sında dünyadaki kötülüklerin varlığı so- kili bir deviet adamı hem de önemli bir
runu", üç ayrı kişi doğasının birleşimiyle bilgin olan Boethius, pek çok felsefe ta-
tek bir doğada oluşumu anlatan "Hıristi rihçisine göre Augustinus'un ölümünün
yanlığın Üçleme Ôğretisı'nde Tann'nın var- üstünden geçen üç yüzyıl boyunca Batı
lığının tarutlanniası sorunu"dur. Bütün Felsefesi'nin kayda değer bir katkıda bu-
bu sorunlara karşı Augustinus'un öner- lunabilmeyi başarmış tek düşünürüdür.
diği çözümlerin kaynağında, her bakım Boethius'un büyük ölçüde Yeni Platon-
dan yetkin, bütün herşeyi yapma yetisi cu öğeler üstüne kurulu De ronsolalione
taşıyan Tann'run iyi istencinin insanın philosophiae (Felsefenin Avuntusu Üstü-
anlama yetisini bütünüyle aşan evrensel ne) adlı başyapıtı, Tanrı sevgisiyle bilge-
bir kavrayışı olduğu saptaması bulun- liğin peşinde koşmayı mutluluğun gerçek
maktadır. Augustinus yaimzca bu konu- kaynağı olarak betimlemektedir. Felsefe-
larla yetinmeyerek, toplum yaşamına iliş sinin hemen her bölümünde, iyi yaşam
kin olarak da son derece değerli düşün yolunda yerine geciıilınesi gereken etik
celer ortaya koymuşrur. Bu bağlamda ta- ilkeler ile düşünsel yasalara ayrı bir önem
rihi, bir yanda "Tanrı Kenti'nin kuralları veren Boethius, ussal söyleme etik bağ
ile azizler topluluğunun öngörülerine iç- laruırun başanlı bir yaşam geçirmenin
tenlikle bağlılıkta dile gelen insanlığın baş koşulu olduğunu ileri sürmektedir.
iyiliği, öbür yanda "dünyevi kent"in Boethius'un, iyi yaşam yolunda insanın
maddi değerlerine tutsak düşen insanlı yürüyüşüne engel çıkaran hastalık dere-
ğın kötülüğü olmak üzere, iyi ile kötü cesine varan kişisel bozuklukları ayrıntılı
arasında geçen amansız bir savaş olarak bir incelemeye tutmasına karşın, söz ko-
tanımlayan Augustinus, ölümden sonra nusu hastalıkların nasıl iyileştirileceği
öte dünyada yeniden dirilene dek yaşam bağlaırunda açık seçik bir reçete öner-
dünyasında mutluluğun olanaksız olduğu mekten özellikle kaçındığı gözlenmekte-
düşüncesinden hareketle insan yaşamına dir.
yönelik olarak alabildiğine kötümser bir IX. yüzyıla gelindiğinde, İrlandalı ke-
yaklaşım sergilemiştir. Nitekim Augusci- şiş, tanrıbilimci, çevimıen ve filozof Jo-
nus 'un Hıristiyan tanrıbilimine yaptığı en hannes Scotus Eriugena'nın Hıristiyan İ·
önemli katkılardan biri, insanın kötülüğe nana ile Yeni Platonculuğu kaynaştır
ne denli açık olduğunu göstermek için mayı amaçlayan düşünceleriyle ve ken-
sunduğu ruhbilimsel çözümlemelerde dinden önceki çeşitli düşünürlerin yapıt
yatmaktadır. İnsanın doğası gereği gü- larına getirdiği son derece özgün yorum-
nahkar olduğunu, bu durumdan da asla larla ortaçağ felsefesinin kendinden son-
kaçınamayacağını düşünen Auguscinus, raki gelişimine açıkça damgasını vurduğu
bu temel gerçek karşısında inanç, ümit, söylenebilir. Özellikle başyapıu olarak
yakarma, itiraf gibi belli başlı "dinsel er- gösterilen De divisione nat11rae (Doğanın
dem!Lr'' ~dinilmeden, cesaret, adalet, bil- Bölümlenme;i Üzerine) adlı kitapta, E-
gelik, kişilik sağlamlığı gibi "doğal er- riugena'nın gt rek diyalektik felsefeyi ge-
demler"e ulaşmanın baştan olanaksız ol- rekse kendinden önceki tanrıbilimcilerin
duğu sonucuna varmıştır. düşüncelerini oldukça yakından tanıdığı
Ortaçağ felsefesinin bir başka önemli açıklıkla görülmektedir. Genel olarak ba-
1073 ortaçağ felsefesi
bilimsel düşünce okulunun varlığı pek Magnus, hem Aristotelcs hem de günü-
çok düşünsel konumda belirleyici ol- nün doğa bilimleri üzerine başlıbaşına
muştur. Bu okullardan ilki, önderliğini ansiklopedi ~ddesi olacak· değerde yo-
Bonaventura'nın yaptığı geleneksel Au- rumlamalarda bulunmuştur.
gusıinusçu tannbilim ile klasik Yeni Pla- Y-ıne aynı dönemde yaşamış İngiliz
toncu felsefenin izinden yürüyen Fraıı.ris Fransisken keşişi Roger Baron, doğaya
/enıltr iken, bunun tam karşısında yer ilişkin olarak öğrenilecek daha çok şey
alan ikincisiyse, düşünsel temellerini bü- bulunduğunu savlayarak, deneysel bilim-
yük ölçüde Thomas Aquinas'ın attığı, lere büyük bir önem veren ilk skolastik
özellikle Aristoteles'in yazılarından etkin ortaçağ felsefesi düşünürü olmuştur. Ba-
bir biçimde yararlanarak usun kullanımı con Kutsal Kitabın insan bilgisinin te-
na büyük bir önem veren Dolltİnil!.eııler' mdi olduğunu savlasa da bilgiye ulaş
dir. mada aklımızı da kullanabileceğimizi be-
XIII. yüzyılda yaşamış İtalyan filozo- lirtmekten geri durmaz. Akılyürütme so-
fu ve Fransisken keşişi Bonaventura, di- nucunda ulaşılan düşüncelerin deneyle
ne yöndik düşüncelerini Platoncu felse- sınanıp kanıtlanmadıkça varsayım olarak
fe ile genci Hıristiyanlık öğretisinin sko- kalacaklannı eklemeyi de unutmaz. Ken-
lastik bir bireşiminin doğruluğunu te- di bilimsel çalışmalannda pek başanlı o-
mellendirmek amacıyla dillendirmiştir.. lamasa da Bacon yaşadığı döru:mde ıs
Tıpkı Ansclmus gibi Bonaventura da an- rarla deneyin önemi üzerinde durmasıyla
cak felsefe yöntemlerinin dinsel inancın modern bilimsel deney düşüncesini ön-.
ışığıyla aydınlatılması koşuluyla felsefe ccleyen birkaç düşünürden biri olmuş
uslamlamalannın doğruluğa ulaşma yetisi tur.
taşıdıklannı ileri sürmektedir. Bu anlam- İtalyan kökenli Dominiken keşişi
da Bonaventura'ya göre, Tann'run varlı Thomas Aquinas (ya da Aquinolu Tom-
ğını tanıtlamaya yöndik bütün çabaların maso) tartışmasız geç dönem ortaçağ
dinsel inanç üzerinden kurulmaları zo- felsefesinin en büyük fılozofudur. İlk
runludur. Bonaventuı:a, Platoncu ile A- ciddi felsefe egitimini çömezi olarak ya-
ristotelesçi ilkeleri bir potada eriterek, nında yetiştiği Albertus Magnus'tan alan
ruhun ölümsüzlüğünü kanıtlamak için Thomas Aquinas, temelde Aristotelesçi
tözsel biçim ya da maddesel olmayan töz bilim ile Augusıinusçu tannbilimi olağa
kavramını ortaya atmıştır. Düşünceleri nüstü kapsamlı bir düşünce dizgesinde
nin genci yapısına bakıldığında, Bona- kaynaştırmıştır. İlerleyen yüzyıllarla bir-
ventura'nın son çözümlemede tümtanrı likte Roma Katolik Kilisesi'nin rc~mi
a bir gizemcilik temelinde felsefenin bü- felsefesi konumuna gelen Aquinas'ın dü-
tün bütün sonunu ilan ederek, Tann ile şünce dizgesinde, bilim ile felsefe alanla-
kendinden geçme deneyiminden doğan nnda düşünülebilecek hemen her şeyin
bir bütünleşmeyi sawnduğu görülmek- açıklıkla ortaya konduğu, felsefe sorula-
tedir. nnın neredeyse tamamının yanıtlandığı,
XIII. yüzyılın Alman kökenli bir baş açıkça yanıtlanmamıf olanlara da en a-
ka önemli düşünürü Albertus Magnus zından yanıt arandığı görülmektedir. A-
(Büyük Albert), Thomas Aquinas'ı önce- quinas'ın S11111111a ıheolo!faa (I'annbilim
leyerek Aristoteles 'in bütün bir felsefe Tümyapıu) ile S11111111a rontra geııtiles (İ
dizgesini yorumlayıp en ince ayrıntısına nançsızlara Karşı Tümyapıt) başlıklı en
dek Hıristiyanlıkla destekleyen ilk Hıris büyük iki yapıtı, günümüzde halen Batı
tiyan düşünürü olması bakımından ayrı düşüncesi üzerinde önemli etkilerde bu-
bir yer tutmaktadır. Oldukça önemsediği lunmayı sürdürmektedir. Yazılan ağırlıklı
Müslüman ile Yahudi Aristotelesçilerin olarak ortaçağ felsefesinin değişmez ko-
yazılarını da yukından inceleyen Albertus nuları dinsel inanç ile enson anlamda in-
onaçağ felsefesi 1076
lıkbilgisi ilkesi geliştirmesiyle tanınmak deri ise Mcister (Üstat) Eckhart'ur. Öte
tadır. XIV. yüzyılda yaşayan İngiliz kö- yanda, İslim gclcneğinde ise "mutasav-
kenli bu Fransiskcn tannbilimci, ''*Ock- vıf'' diye adlandınlan gizemcilerin orta-
hamlı'nın Usturası" deyişiyle arubn ve çağ gizemci felsefe arayışının bir başka
yalnızca ortaçağ felsefesine değil, kendi- önemli kolu olduğu söylenebilir. XV. ve
sinden sonraki bütün bir felsefe tarihine XVI. yüzyılla birlikte bilimsel ilginin pat-
mal olan bu ilkesiyle sonuna dek götü- lama derecesinde gelişme gösrcrmcsine
rülmüş bir adalık anlayışını dillendir- bağlı olarak söz konusu gizemciliğin yer
mektedir. Ockhamlı Wılliam'a göre, so- yer doğalcılıkla ya da tümtanncı gizem-
mut bir varlığı bulunmayan metafizik cilikle de bütünleştiği gözlenmektedir.
kendiliklerin başka sözcüklere gönder- Roma· Katolik lı:ilisesi başpiskoposu Ni-
mekten öte bir değerleri yoktur. ''Nes- colaus Cusanus, ortaçağ felsefesinde var-
neleri gerekmedikçe çoğaltmayınız" sav- olan bütün çelişik eğilimlcri kucaklayan,
sözünde en iyi anlatımını bulan bu var- bütün karşıt konumlan rck bir düşünce
lıkbilgisi kuralı, manuksal olarak zorunlu çausı altında bir araya toplayaıi yeni bir
olmadıkça olması gerekenden daha fazla felsefe dizgesi kurmaya çalışmışur. Bu
şeyin varlığını varsaymama düşüncesi üs- çabası uyarınca Nicolaus Cusanus, felsefe
tüne kurulmuştur. Söz konusu varlıkbil geleneği içinde görünürde varolduğu sa-
giscl tutumluluk ilkesi ilerleyen yüzyıllar nılan bütün çauşkılı durumlann manuk-
la birlikte gerek modem bilimin gerekse sal çelişki içerip içcrmcdiklcıinc bakıl
felsefenin temel ilkesi olarak yerleşilı:lik maksızın alabildiğine kapsamlı tek bir
kazanmışur. bütün olarak kucaklanması gerektiğini sa-
XIV. yüzyılın sonlarından itibaren, vunmuştur. Aynca Nicolaus Cusanus,
Duns Scotus ile Ockhamlı William 12ra- kendi adıyla anılan devrimi gerçekleşti
fından geliştirilen eleştirel bakış ruhu gi- ren Polonyalı gökbilimci Copcmicus'u
derek etkisini yitirmiş, buna bağlı olarak öncclcycrek, dünyanın güneşin çevresin-
da ortaçağ felsefesinin fclscfe ile din ge- de döndüğünü, dolayısıyla insanlığın sa-
leneklerini kapsamlı bir düşünce dizgesi nıldığının tersine evrenin merkezinde
araalığıyla banşurmaya yönelik ana iz- buluıunadığını savlayarak bütün tepkileri
lencesine duyulan temel inanç da derin bir anda üstüne çekmiştir. Nicolaus Cu-
bir sarsınuya uğramışur. Nitekim XIV. sanus, yerleşik kanı ve değerlere bütü-
yüzyılın Fransız kökenli tannbilimcisi ve nüyle ters düşen bu sava bağlı olarak, yi-
ada filozofu Autrccourtlu Nicholas, yüz- ne hep düşünülegelenin tersine evreni
yıllardır felsefe uslamlamalannı Hırisıi sonsuz olarak tasarlayıp Tanrı ile özdeş
yan öğretisine uygulamaya dönük verilen leştirerek "cvrcnbilgisel tümıanncılık" an-
onca emeğin başansız olduğunu, dolayı layışına varmışur. Nicolaus Cusanus'un
sıyla böyle bir çabadan bütün bütün vaz- ardından İtalyan gökbilimci, matematikçi
gcçilmcsi gerektiğini açıklıkla dile getir- ve filozof Giordano Bruno, evrenin
miştir. Öte yanda, ortaçağ felsefesinde Tann ile özdeş olduğu düşüncesi teme-
başgöstcren bu bunalım karşısında kimi linde, Copcrnicus'un kuramının felsefi i-
başka düşünürlerse, ussal yöntemleri kul- çerimlerini en ince ayrıntısına varana dek
lanarak ortaya koyduklan kendi içinde geliştirmiştir. Bruno'nun yan bilimsel ya-
açmazlı durumlardan harckctle, gcıçek n tümtanncı düşüncclcri yaşadığı XVI.
insan bilgi~nin ancak Taıın ile gizemli · yüzyıl için bütünüyle sapkın kaçtığından,
bir bütünleşme yoluyla sağlanabilir oklu- önce düşüncdcrini yalanlayıp geri alma-
ğunu tanıtlama arayışı içinde olmuşlar ya çağrılmış ancak bunu yapmadığı için
dır. Söz konusu gizemcilik arayışının Ya- yakılarak ölüm cezasına çarptınlmıştır.
hudilik içindeki en önemli savunucusu Bruno'niın savunduğu düşüncclcrdcn öl-
Hasdai Crescas'ken Hııistiyanlıktaki ön- mek pahasına geri adım atmayışı, kendi-
ortaçağ felsefesi 1078
sinden sonra ortaya çıkan modem bili- gerek çalışmalarııun geniş bir alana ya-
min doğuşunun önemli bir esin kaynağı yılmış olması gerekse düşüncelerinin öz-
ve Reform hareketlerinin savunucuları günlüğü bakımından İslam dünyasırun
ıun gözünde tarihin ikinci Sokrates vaka- Aristoteles'i gibidir. Filozofluğu yaıunda
sı olarak özgür düşüncenin simgesi diye ayıu Aristoteles gibi bilginliği ve fizikçi-
görülmüştür. liğiyle de dikkat çeken İbn Sina, Yeni
Öte yanda, ortaçağ felsefesinin ö- Platoncu düşünceler ile Aristotelesçi öğ
nemli uğraklarından birini oluşturan İs retileri İslam dininin genel doğrularıyla
!Jm Felseftsı'nde, çoğu Arap, Fars ve ustaca kaynaştırdığı oldukça kapsamlı bir
Türk kökenli Müslüman filozoflann tıp felsefe yapısı ortaya koymuştur. İbn Si-
kı Hıristiyan uğraşdaşlan gibi, gerek fel- na'nın dünya görüşü büyük oranda Yeni
sefe ile tanrıbilimi gerekse inanç ile usu Platoncu türüm kuramına dayalıdır. Tıp
bağdaştırmaya ~rönelik sorun ve konu- çalışmaları sırasında Aristoteles dizgesini
larla ilgilendikleri görülmektedir. İslam anlamak amacıyla yazılanıu defalarca o-
filozoflanıun içinden çıktıklan kültür ilk- kumasına karşın anlamadığını açıklıkla
çağ felsefesinin özünü pek çok bakım dile getiren İbn Sina, Aristoteles'i neden
dan koruyabilmiş, daha sonra da Batı'ıun sonra Facibi'nin yorumlan sayesinde kav-
gündemine yeniden sokmayı başarmış radığını söylemektedir. İbn Sina büyük
bir kültür olması nedeniyle, Arap, Farslı bir önem verdiği, hemen her düşünce
ve Türlt düşünürler, Latin fılozoflarııun sinde bakmadan edemediği her iki kay-
büyük ölçüde gözardı ettiği Yunan dün- nağın düşüncelerinden yola çıkarak, A-
yasııun kültürel ve felsefi zenginliklerinin ristoteles'in "devinmeyen devindirici" ta-
hem daha ayırdındadırlar hem de değer sarımı ile Yeni Platonculuğun sıradüzen
lerini çok daha iyi bilmektedirler. Çoğu sel varlık anlayışı doğrultusunda, Tann'yı
yerde İslam felsefesinin ilk büyük filo- bütün herşeyin kendisinden türediği te-
zofu olarak anılan IX yüzyılda yaşamış mel gerçeklik olarak evrenin merkezine
FJ-Kindi, kendinden sonra gelen İslam yerleştirmektedir. Ortaçağ felsefesinin a-
düşünürleri kuşağı üstünde son derece dından en çok söz ettiren yarı İspanyol
derin etkiler bırakması bir yana, Yeni yarı Arap fdozofu İbn Rüşd, Hıristiyan
Platonculuğun hemen farkedildiği bir olsun Müslüman olsun Aristoteles'i ger-
felsefe anlayışıyla İslam felsefesinin pek çek bir filozof olarak gören pek çok
çok konu ve sorun bağlamında genel skolastik düşünürün gözünde en önemli
çerçevesini çizmiştir. Bir başka önemli Aristoteles yorumcusudur. İbn Rüşd'ün
İslam filozofu Farabi, Aristoteles'in man- Aristoteles bilimi ile felsefesi üstüne
tık iiurİnl" yazılarından yararlanarak, Tan- yaptığı yonırnlann hem aydınlatıcı de-
n'ıun varlığını kaıutlamak amacıyla yine ğerlerinin yüksek olması hem de kavra-
Aristoteles metafiziği üstüne dayandırıl ması oldukça kolay açık seçik bir dille
mış birtakım uslamlamalar ortaya koy- yazılmış olmalan ortaçağ felsefesinde bi-
muştur. Ortodoks tektanncılığa ussal bir rinci elden Aristoteles kaynağı olmalan-
temel kazandınna amacıyla geliştirilen ıun başlıca nedenidir. Kendinden önce
bu uslamlamalann pek çoğu, yalnızca gelen İslam düşünürleriyle usun felsefe
İslam felsefesinin kendi sırurlan içinde sorunlanna nasıl uygulanacağı bağlamın
kalmayarak, özellikle XIII. yüzyılda ya- da keskin bir ayrılık gösteren İbn Rüşd,
pılan Hıristiyan tannbilirni çalışmalanna felsefece düşünmeyi yürüten usun dinsel
da ışık tutacak denli geniş bir alanda et- vahiyden bütünüyle üstün bir konumda
kili bir konuma gelmişlerdir. Kimilerine bulunduğunu, daha da önemlisi gerçek
göre İranlı kimilerine 'göre ise Türk ol- doğruluk bilgisine ulaşmanın ana kay-
duğu düşünülen, XI. yüzyılda yaşamış en nağı olduğunu savunmaktadır. Dine kar-
önemli İslam filozoflarından İbn Sini, şı felsefenin önceliğini temdlendirdiği
1079 ortaçağ felsefesi
bu savunusuyla, döneminin din adaınla öğeler üstünde daha fazla durarak işle
nnca sapkın olarak nitelenen İbn Rüşd'e dikleri gözlenmektedir. Yahudi Felsefesi
karşı pek çok saldıada bulunulmuş ol- deyince hiç kuşkusuz ilk akla gelen fılo
makla birlikte, bunlardan en felsefece zof, Yahudiliğin Altın Çağı diye anılan
olanı iman ve inancın us karşısındaki tar- Xl. yüzyılda İspanya'da yaşanuş İbn Ga-
tışmasız üstünlüğünü savunan Gazfili ta- - birol'dur. Çoktannlı Yunan felsefesiyle
rafından dillendirilmiştir. İbn Rüşd'ün fel- tektanncı Yahudi dini arasında bir bire-
sefeye yaptığı önemli katkılardan birisi şime gitmeye çalışan İbn Gabirol, Plo-
de, ilki bilimsel doğrular bütünü, ikincisi tinos'un yaratılnuş bütün gerçekliğin
ise dinsel doğrular bütünü olmak üzere kendisinden doğduğu Tann anlayışını
özünde birbirinden bütünüyle farklı iki felsefesinin bütününde ödün vermeksi-
doğruluk dizgesi bulunduğu yollu bir ay- zin içtenlikle benimsemiştir. Bir başka
rıma gitmesinde ve buna dayanarak sun- önemli Yahudi filozofu Moses Maimo-
duğu Aristoteles felsefesi ile vahye dayalı nides (İbn Meymun) yalruzca Yahudi
din yaklaşımı arasındaki çatışkılan orta- felsefesinin değil, bütün bir ortaçağ fel-
dan kaldınnaya yönelik çözfüıılemelerin sefesinin en büyük filozo ilan arasında
de yatmaktadır. "İkikatlı doğruluk" öğre sayılmaktadır. Yazdığı Kafan Kanp/elar İ
tisi diye de anılan İbn Rüşd'ün bu ku- çin KPav11z. adlı başyapıtı felsefe klasikleri
ranu, ortaçağ felsefesinde soluk alıp ver- arasında anılan Maimonides, enson ger-
miş pek çok Müslüman, Yahudi ve Hı çeklere yönelik olarak ortaya konan dü-
ristiyan düşünürü derinden etkisi altına şünceleri çoğu sıradan insanın kavrama-
almıştır. Bu kuranun doğruluğunu yadsı sının zorunlu olmadığını, üstelik bu zor-
yan kimi başka düşünürler olmasına kar- lama çabanın onların kafalannı karıştır
şın, desteklensin ya da desteklenmesin maktan Öte bir yaran da olmadığını canlı
İbn Rüşd'ün yaptığı ayrım ortaçağ felse- örneklerle tanıtlamaktadır. Maimonides'
fesinin sonlaana varana dek önemli bir e göre, sıradan insan için en doğru olanı
konu olarak varlığını sürdürmeyi başar felsefece düşünmeye yönelmek değil din-
nuştır. sel inancın yolundan yürümektir. Aynca
Ortaçağ felsefesinin üçüncü bölü- filozofluk ile peygamberlik kurumlan ya
münü oluşturan Y ah11di Felsefesı'ne gelin- da konumlan arasında sağlam bir denge
diğinde, başından sonuna dek bütün bir kurmaya çalışan Maimonides, Tanrı'nın
ortaçağ boyunca Yahudi düşünürlerin varlığını kanıtlamaya yönelik olarak Aris-
kişisel, toplumsal ve düşünsel özgürlük totelesçi yönleriyle dikkat çeken değişik
bakımından hem Müslüman hem de Hı tanıtlamalar önermiştir. Bu bağlamda çı
ristiyan uğr.ışdaşlanndan çok daha rahat kış noktası olarak, kutsal kitapta sözü ge-
bir konumda oldukları gözlenmektedil:. çen evrenin yaratılış öyküsü ile cismani
Bununla birlikte Yahudi düşünürlerken insan varlığının ölümsüzlük olanağına yö-
di dinlerinde buldukları rahatlığa karşın, nelik açıklamalar üzerine incelikli felsefe
İslam ve Hıristiyan dinlerinin keskin Ya- yorumlan getirmiştir. Maimonides, Aris-
hudi düşmanlıklan nedeniyle zor anlar totelesçi bilim ile dini bütünleştirmeye
yaşanuşlardır. Aynı Hıristiyan ve Müs- çalışırken açıkça İbn Rüşd'ün izinden
lüman düşünürleri gibi, ortaçağ felsefe- yürüyor olmakla birlikte, birbiriyle ça-
sinde yer alan Yahudi düşünürler de ge- tışkı içeren iki ayn doğruluk dizgesinin
niş ölçüde din ile felsefe arasındaki uz- aynı doğru üzerine konuşamayacağını i-
laşmazlığı gidermeye yönelik bir düşün leri sürerek İbn Rüşd'e karşı çıkmıştır.
sel arayış içinde olmakla birlikte, kendi- Ayrıca bkz. skolastik felsefe; patristik
lerine çıkış noktası olarak aldıkları Yeni felsefe; Yeni Platonculuk; Platoncu-
Platoncu felsefeyi, Hıristiyan ile İslam lulc; Aristotelesçilik; İslim felsefesi;
filozoflarıyla karşılaştırıldığında gizemci Yahudi felsefesi; etik; adcılık.
onakgörü felsefesi 1080
onakgörü felsefesi ~ng. aımmon sense zam" ile "zaman" kavramlan, her türlü
pbilosophy, Fr. philosophit Je sens crımmım; algılama onları önceden varsaydığından,
Alm. çommon sense philosophiilı Temel ola- nesneler ancak uzamsal, olaylar da za-
rak İskoç filozof Thomas Rcid'in (171 O- mansal bağlamda algılanabildilderinden,
t 796) çalışmalanna ve bu çalışmaların deneyimle cdinilmemişlerdir. Sonradan e-
başhca kaynağını oluşturduğu İskoç fel- dinilmcdiklerine göre doğuştan gelen bil-
sefesine göndermede bulunmak için kul- gilerle desteklendikleri açık olan bu kav-
lanılan "ottakgörü felsefesi" deyişi, bu ramlar ve yargılar Rcid'in "ottakgörü il-
anlamıyla XVIII. yüzyılda Rcid tarafın keleri" diye adlandırdığı şeyi oluşturur
dan geliştirilip İskoç (Ottakgörü) Oku- lar. Sözgclimi, olan biten her şeyin bir
lu'nun temsilcileri tarafından sürdürülen, nedeni olduğu, nesnelerin bizim onları
felsefenin başta bilgikuramı ve etik ol- bilmemizden bağımsız olarak varolduk-
mak üzere tüm alanlarını kapsayan ger- lan ya da insanların kendi eylemleri üze-
çekçi felsefe konumuna karşıhk gelir. rinde az ya da çok belirleyici oldukları
Ottakgörü felsefesinin biçimlenmesinde yollu düşünceler bu türden ilkelerin ör-
ilk elde en önemli katkıyı 1758-1773 yıl nekleridirler. Rcid'e göre açık ve seçik
lan arasında İskoçya'da faaliyet gösteren olmamalanna karşın temellendirmeye ge-
Abcrdccn Felsefe Topluluğu yapmıştır. reksinim duymayan bu ortakgörü ilkele-
Rcid'in tannbilimci Gcorge Campbcll ile rinin birinden kuşkulanmanın tek kabul
birlikte kurduğu bu topluluk, İskoç Ay- edilebilir nedeni başka bir ortakgörü il-
dınlanması'nın önemli isimlerinden Da- kesiyle çelişmesi olabilir. Bu tür yargılar
vid Hume'un dönemin düşünce iklimine yanhş olduklannı göstermek için tasarla-
egemen olan kuşkucu görüşlerinin çü- nan gidimli uslamlamalara göre öncelikli
rütülmesini kendisine temel hedef diye olduklarından, dahası evrensel olarak ka-
belirleyerek ottakgörüye dayalı gerçekçi bul gördüklerinden ve onları reddetmek
bir felsefe çizgisinin ada felsefesine ege- asla hergünkü yaşamda onlardan kurtul-
men olmasını sağlamıştır. Rcid'in felse- mak anlamına gelmeyeceğinden adeta
fesinin önde gelen izleyicileri arasında bir dokunulmazlığa sahiptirler. Bu yüz-
hiçbir ,zaman Abcrdeen Felsefe Toplu- den Rcid'e göre bir felsefe öğretisi or-
luğu'nun bir parçası olmasa da adı daima takgörü ilkeleriyle çelişiyorsa baştan yan-
Rcid'le birlikte anılan tannbilimci J ames hş sayılmalıdır. Saltık idealizm ile kuşku
Oswald (1703-1793), Abcrdccn Felsefe culuk doğrudan reddedilmesi gereken bu
Topluluğu'nun en önemli üyelerinden biri tür felsefe anlayışlannın başında gelir.
olan James Bcattie (1735-1803) ve İskoç Bilgikuramında her insanın ortakgörü
(Ottakgörü) Okulu'nun Rcid'den sonra yoluyla doğnıluğıı ve gerçekliği doğru
gelen başhca temsilcisi Dugald Stcwatt dan kavrayabilme yetisine sahip olduğu
(1753-1828) sayılabilir. nu savunan ortakgörü öğretisinin ahlak
Her ne kadar ortakgörü felsefesinin felsefesindeki uzantısı da sıradan insanın
tüm temsilcileri aynı düşünceleri savun- kuramlara önsel olan ahlfilti yargılarına
masalar da üzerinde hemfikir oldukları göndermede bulunarak, bunlan başanh
ortak bir öz söz konusudur. Bu okulun bir ahlak kuramının dizgeleştinnesi, a-
üyeleri ortakgörüyü tersini savlayamadı çıklaması ya da temellendirmesi gereken
ğımız ve araştırmaya gerek duymadan "olgular" olarak görür. Nitekim Rcid, ah-
kabul ettiğimiz, kuramlara önsel olan lfilti usyürütmcnin ahlakın doğrudan kav-
düşünceler ya da tasarımlarla özdeşleşti ra yabilcceğimiz açık ilk ilkelerinden baş
rirler. Hume'un deneyci anlayışına karşı laması gerektiğini savunur. Aynı oranda
Rcid gündelik dilde kullanılan birtakım doğru olan ama çelişen pek çok temel
kavramların ve yargıların deneyimle öğ ah1:ik ilkesinin bulunduğunun da çok iyi
renilmediği kanısındadır. Sözgclimi "u- · farkında olan Rcid, bir ilkenin yap dediği
1081 Ortega y Gasset,Jose
şeyi bir diğerinin yasakladığı durumlarda ekonomik kuramları ifade eder. Aynca
ahLik ilkeleri arasındaki kendiliğinden a- bkz. özgecilik.
çık, sezgisel önceliğe dayanmamız gerek-
tiğini savunur. ortalama yararcılık bkz. yararcılık.
Ortakgörü felsefesi, XIX. yüzyılın bi-
rinci yansında Britanya Adası'nda anada- Ortega y Gasset, Jose (1883-1955)
mar felsefe akımı halini alınış; yüzyılın Varoluşçu cğilimler de taşıyan İspanyol
sonuna doğru etkisi özellikle Dugald "insancı" felsefeci; modem kitle top-
Stewart'tan etkilenen P. Royer Collard lumu üstüne eleştirel bir gözle yazıp çİ2-
eliyle Napoleon sonrası Fransası'nda ya- dikleriyle tanınan toplum düşünürü. Fel-
yılmış; Fransa'da bu gelenek içinde yeti- sefeciliğiyle olduğu denli yazarlığıyla da
şen Victor Cousin ile Thcodore Jouffroy tanınan Ortega y Gasset Madrid'de doğ·
gibi düşünürlerin ve onlardan da önce muş; felsefe eğitimini önce Madrid ar-
erken yaşta Amerika'ya göç ederek Reid dında da Leipzig, Berlin ve Marburg'ta
ile Stewart'ın düşüncelerini bu yeni ül- tamamladıktan sonra oldukça genç bir
kede yaymaya başlayan George Camp- yaşta Madrid Ünivcrsitesi'nde metafizik
bell ile John Witherspoon gibi İskoç fel- profesörü olmuştur. İspanya ve Latin A-
sefecilerin çabalarıyla Amerika Birleşik merika'da etkin ve etkili bir düşünür
Devletleri'ne kadar uzanarak yanm yüz- oİan Onega y Gasset yazılarında yalın
yıl daha varlığını sürdürmüştür. XX. yüz- bir dil kullanmış, di2geli felsefelerin ya-
yılda özellilcle Witıgenstein'ın ve daha rattıkları, ortaya çıkardıkları kendilerine
farklı bir biçimde Wılfrid Sellars ile J. L. özgü dillerini kullanmaktan kaçınmıştır.
Austin'in çalışmalarında da ortakgörüye İlk başlarda Marburg'ta okumasının
verilen önem aynı yoldan gündelik dil da etkisiyle Yeni Kantçı düşüncelerin et-
felsefesi çalışmalarına kaydırılmıştır. Ay- kisi altında kalmışsa da sonraları kendine
nca bkz. Reid, Thomas; Aberdeen özgü felsefe yolunu wemiştir. Zihne
Felsefe Topluluğu; İskoç (Ortakgö- vurgu yapan idcali2m ile şeylere vurgu
rü) Okulu. yapan gerçekçilik arasında bir ara yol
bulmaya çalışan felsefeci, önceliği yaşa
ortaklll§acılık ~ng. mlleaivi.snr, Fr. tolfeai- mın kendisine vermiştir. Temel gerçekli-
vimte-, Alm. /eollek/Wis11111s] Siyaset ve ahLik ğin insanın kişisel yaşamı olduğunu sa-
felsefesinde bireyin eylemlerinin ken- vunan Ortega y Gasset, saltık aklın yeri-
dinden daha çok içinde yaşadığı t6plu- ne kişisel aklı, saltık doğruların yerine de
luk, toplum ya da devlet türünden bir kişilerin kendi yaşamlanruı dayanan pers-
onak örgütlenmeye hizmet etmesi, onun pektiflerini (IY.ıkışaçılannı) koymuştur.
yararını ya da çıkarını gözetmesi gerekti- Onega y Gasset'in perspektivi2mi (ba-
ğini savunan öğreti; toplum içinde bir- laşaçısıcılık) olarak da bilinen bu anlayışa
likte yaşamayı erek edinmiş bireylerin göre, her bir yaşam evrene ayn bir ba-
hedeflenen amaçlara ulaşmak adına or- laşaçısı anlamına gelmektedir ve bu ne-
tak eylemesi gerektiğini öne süren görüş. denle hakikat çoğuldur ya da her yaşama
Liberal bireyciliğin karşısında yer alan biçimine göre başka bir hakibt söz ko-
siyaset kuramındaki ortaklaşacılık, ahlak nusudur. Bu başka başka hakikatlerden
felsefesindeki özgeciliğe sıkı sıkıya bağlı herhangi birinin ötekine üstünlüğünden
dır. Toplumbilimde ortaklaşacılık ise da- hiçbir biçimde söz edilemeyeceğinden ö-
ha çok üretim ve dağıtım araçlanrun özel türü biri ötekinden daha doğru da değil
kişilerin değil de kamunun malı olmasını dir. Bu bağlamda varoluşçu bir yaklaşımı
ya da en azından devletin denetiminde olduğu da söylenebilir felsefecinin. Ken-
olmasını öngeren; komüncü mülkiyetin di de felsefesine "dirimsel usçuluk" ya
önemini vurgulayan siyasal ya da sosyo- da "usçu dirimselcilik" felsefesi adını
oudenmaOon 1082
vermiştir. Dirimsel us yaklaşımı bir diz- ousia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde,
genin evrensel ilkelerini ortaya çıkarmak özellikle de Aristoteles'te, yer yer "öz",
tan çok, tarihsel olarak belli, çetin ve öne yer yer de "töz" anlamında kullanılan te-
çıkmış fclse fe sorunlarını çözmeye yö- rim. 011sia kimi zaman da, özellikle Pla-
nelik bir yöntemdir. Ancak geliştirdiği ton'da, "varlık" ya da "kendilik" anlamı
bu yöntemin yetkinleşmesiyle birlikte Or- taşır.