You are on page 1of 15

İslam ve Küçük Kızların Cinsel İstismarı II – İtirazların

Geçersizliği
04/05/2010 — ulpian

Bu çalışma Turan Dursun Sitesi‘nin Köşe Yazıları Bölümünde yayımlanmıştır.

Bir önceki yazımda henüz menstrüasyon dönemine bile girmemiş


küçük kız çocuklarıyla evlenmenin ve cinsel ilişkiye girmenin dinen
caiz yani meşru olduğu hükmünün hangi Kuran ayetlerinden çıktığı
anlatılmış ve husus çok sayıda farklı tefsir ve fıkıh kaynaklarıyla da
temellendirilmişti. Halâ birçok İslam ülkesinde yaşanmakta olan
‘küçücük kızların kocalarının yatak odalarına teslim edilmesi
gerçeği’nin sadece örf, töre, geri kalmışlık ve cehalet gibi sosyolojik
koşullarla değil aynı zamanda doğrudan doğruya İslam diniyle ilintili
olduğu gösterilmişti.

Bu yazımda ise Kuran’dan çıkan bu hükmü içlerine sindiremeyen bazı


Müslümanların (dinî neşriyatta, televizyon programlarında, internet blog ve forumlarında)
geliştirdiği çeşitli itiraz ve savunma mekanizmalarını işlemeye çalışacağım. Bu sözde
argümanların bazıları Kuran’dan bu hükmün çıktığı gerçeğini reddetmeye çalışırken diğer bir
kısmı da hükmü, birinci yazıda gösterildiği şekliyle kabul edip müdafa etmeye (yani bunda
eleştirilecek birşey olmadığını göstermeye) yelteniyor.

Aşağıda tek tek ele alınacak bu argümanları ve verilecek cevapları takip edebilmek için
>birinci yazıdaki< açıklamaların göz önünde bulundurulması gerekir.

I. Talâk/4 ayeti gerçekten de küçük olduğu için henüz âdet görmeyenleri kapsıyor mu?
1. Talak/4′ün Lafzî Manâsı
2. İddet ve Gebelik İhtimali
3. Tefsir Kaynakları

II. Kızın Rızası

III. Nikahta “Denklik Şartı” Küçük Kızların Evlendirilmesine Dinen Engel Mi?

IV. ‘Örf/Maruf’ Küçük Kızların Evlendirilmesine Dinen Engel Olabilir mi?

V. ‘Halvet’ Teriminin Fıkıhtaki Yeri Küçük Kızların Evlendirilmesine Dinen Engel Olabilir
mi?

VI. Kuran, ‘Evrenselliğin’ Bir Gereği Olarak Mı Yaş Sınırı Belirlemedi?

VII. Çocuklarla Evliliğin ve Gerdeğin ‘Eskiden’ Normal Karşılanıyor Olması Ne İfade Eder?

VIII. İklim ve Besin Farklılığı ile Çocuk Yaşta Bir Kız ‘Olgun’ Olabilir Mi?

IX. Sonuç
I. Talâk/4 ayeti gerçekten de küçük olduğu için henüz âdet
görmeyenleri kapsıyor mu?

1. Talak/4′ün Lafzî Manâsı

Birçok meal Talâk/4′ün tercümesinde “henüz” sözcüğünü kullanmış. Fakat ayetin


Arapçasında lafzen (sözcük olarak) “henüz” kelimesi geçmiyor. Diğer yandan sorunun ‘meal
kaynaklı’ olmadığı da belli. Çünkü bizzat Arapça okuyan ve yazan İslam alimleri bu ayetin
“küçük olduğundan dolayı henüz âdet görmeyen kızları” da kapsadığını yazmış. Çünkü ayetin
lafzı ve mantığı bunu gösteriyor. Üstelik ayetin nuzûl sebebini teşkil eden hadisler de açıkça
bunun altını çizmekte…

Ama bu alt başlıkta tefsirleri, hadisleri bir kenara bırakarak önce sadece ayetin salt lafzî
manâsını ele alalım.

 Talâk/4
Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlarla âdet görmeyenler hususunda tereddüt
ederseniz onların bekleme süresi üç aydır. Hamile olanların bekleme süresi ise doğum
yapmalarıyla sona erer. Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa Allah ona işinde bir
kolaylık verir.

Bundan da evvel Kuran’dan bağımsız olarak bir soralım: Dişi olup da hayız görmeyenler
kimlerdir?

(1) Yaşlılıktan dolayı hayızdan kesilenler


(2) Henüz küçük olduğu için hayız görmeyenler
(3) Hamileler

Bu üç ana (normal/doğal) kategoriye bir de patolojik bir durum olarak


(4) hastalıktan dolayı hayız görmeyenleri ekleyebiliriz.

Talâk/4′te lafzen geçen kategoriler hangileridir?

(a) ”Hayızdan kesilenler”


(b) ”Hayız görmeyenler”
(c) ”Hamileler”

Dolayısı ile (b), (2)’yi her halükârda lafzen kapsamaktadır. Bunun yanısıra (4)’ü de
kapsayabilir; ama (2)’yi mutlaka kapsamaktadır.

→ “Hayız görmeyenler”in lafzî manâsı geniş ve kapsayıcıdır. Salt lafzen baktığımızda “küçük
olduğundan dolayı henüz hayız görmeyenleri” de kapsamakta.
→ “Burada sadece ihtiyar olduğu için hayızdan kesilenler kastedilmiş” gibi bir yorum tutarsız
olur. Çünkü ayet zaten önce hayızdan kesilenlerden, ondan sonra da “hayız görmeyenler”den
(ondan sonra da hamilelerden) bahsediyor.

→ “Hayız görmeyenlerden sadece hastalar kastedilmiştir” gibi bir yorum tamamen keyfî ve
gerekçesiz olur. Çünkü “hayız görmeyenler” ifadesi küçük olduğundan dolayı henüz
görmeyenleri de lafzen her halükârda kapsamaktadır. Hattâ hayızdan kesilenlerle hamileleri
eleyince dişi olmasına rağmen hayız görmeyenler olarak ilk akla gelen kategori henüz
menstrüasyon dönemine girmemiş kızlardır. Hasta olduğundan dolayı hayız görmeyenler
atipik, patolojik bir kategoridir.

2. İddet ve Gebelik İhtimali

Bu sonuçları yine de içine sindiremeyen bir Müslüman şöyle itiraz edebilir:

 “İddetin sebebi boşanan kadının, boşanmadan sonra gebe olduğunun anlaşılması


ihtimalidir. Henüz âdet görmeyen küçük kızlar da gebe kalamayacağına göre Talâk/4
bunları da kapsıyor olamaz.“

İddet gebelikle de ilgilidir; fakat sadece gebelikle değil.. İddetin diğer önemli sebebi de (gebe
kalma ihtimalinden tamamen bağımsız olarak) ilişkisi sadece akitten ibaret kalmamış, belli bir
“sıkılık” kazanmış çiftlerde kesin boşanmayı zorlaştırmak, kocaya iddet süresince tekrar
düşünme ve barışma mühleti vermektir (Bu da zaten Bakara/228′de yazar).

Keza Talâk/4′te sadece henüz hayız görmeyen küçük kızlar değil hayızdan kesilmiş ihtiyar
kadınlar da geçer. Ama hayızdan kesilmiş, postmenopozu geçmiş ihtiyar kadınlar da gebe
olamaz. Fakat buna rağmen Talâk/4 onlar için de bir iddet belirlemekte… Ayrıca yine aynı
ayette zaten gebe olduğu bilinen kadınlar için de iddet belirlenmiştir. Demek ki iddet sadece
boşanmadan sonra gebe olduğunun anlaşılması ihtimali ile ilgili değil…

Meselâ bir adam hayızdan kesilmiş, postmenopozu geçmiş ihtiyar bir kadınla evlenir ve
ilişkiye girmeden onu boşarsa Ahzâb/49′a göre iddete gerek olmaz. Fakat ilişkiye girdikten
sonra boşarsa Talâk/4′e göre üç ay beklenir. Her iki durumda da “gebe olma ihtimali” söz
konusu değildir. Fakat birincide nikah fiilen gerçekleşmemiş, ilişki sadece akitten ibaret
kalmış olduğu için iddet gerekli görülmez. İkinci durumda ise “sıkı ilişki” kurulmuş olduğu
için iddet konulur.

Aynı şekilde henüz küçük olduğu için hayız görmeyen bir kızla evlenen bir adam cinsel
ilişkiye girmeden kızı boşarsa yine Ahzâb/49′a göre iddete gerek olmaz. Ama cinsel ilişkiye
girdikten sonra boşarsa Talâk/4′e göre üç ay iddet beklenir. Yine her iki durumda da ‘gebe
kalma’ ihtimali olmadığı halde…

Dolayısıyla “henüz âdet görmeyen küçük kızlar gebe kalamayacağına göre Talâk/4 bunları da
kapsıyor olamaz” gibi bir itiraz tamamiyle tutarsızdır. Çünkü Talâk/4′te iddeti belirlenen üç
kategorinin üçünde de kadının boşanmadan sonra gebe olduğunun anlaşılması tehlikesi -
zaten- yoktur.
3. Tefsir Kaynakları

Talâk/4 ayetinin henüz küçük olduğundan hayız görmeyen kızları da kapsadığı zaten Kuran
müfessirleri arasında tartışma konusu bile değildir.

 Mevdudi, Tefhimu’l Kuran, Talâk/4 (oku)


Büluğa ermediği için hayız görmeyen veya bazı nedenlerle geç hayız gören ya da
çok büyük bir istisna olup da hiç hayız görmeyen kadınlar, hayızdan kesilmiş kadınlar
gibi talaktan sonra 3 ay iddet beklerler.
Kur’an’ın bu açıklamasına göre burada “Mudhale” (kocasıyla gerdeğe girmiş) bir
kadının sözkonusu olduğuna dikkat edilmelidir. Çünkü eğer mübaşeret olmasaydı
iddet sözkonusu olmazdı. (Bkz. Ahzab: 49) Bu yüzden henüz hayız görmeye
başlamamış kızların iddetinin beyan edilmesinden anlaşıldığına göre bu yaştaki
kızlarla evlenmek ve kocalarının kendileriyle cinsel ilişkide bulunması caizdir.
Dolayısıyla Kur’an’ın caiz gördüğü bir davranışı hiçbir Müslüman’ın
yasaklamaya hakkı yoktur.

 Taberi, Taberi Tefsiri, Talâk/4 (oku)


Âyet-i kerimede “Hiç adet görmeyenler de böyledir.” buyurulmaktadır. Bundan
maksat küçük yaşta evlenen ve zifafa girdikten sonra boşanan kadınlardır.
Bunlar adet görmedikleri için iddetleri aylarla ölçülür; bu da 3 aydır. Nitekim
Süddi, Katade ve Dehhak bu kısmı aynı şekilde izah etmişlerdir.

 İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/437-438.


“Asla ay hali olmayanlar” ile kastedilen küçük yaştakilerdir. Bunların da iddetleri
üç aydır. Buna göre haber hazfedilmiştir. Bu durumdakinin iddetinin ay hesabı ile
yapılmasının sebebi bunda adetin olmayışıdır.

 Ömer Nasuhi Bilmen, Kuran Tefsiri, Talâk/4′ (oku)


Ve o kadınlar ki altmış veya elli beş yaşında oldukları için hayzdan kesilmişler veya
pek genç oldukları için henüz hayz görmeğe başlamamışlardır. Eğer bunların
boşandıkları vakit iddetleri hususunda şüpheye düşmüş iseniz biliniz ki onların
iddetleri 3 aydır. Bu kadar müddet bekleyince kendilerini boşamış olan kocaları ile
bağları tamam kesilmiş olur; artık başkaları ile evlenebilirler.

 Seyyid Kutub, Fizilal’il Kuran, Talâk/4-5 (oku)


Boşanma sonrası bekleme döneminin süresine ilişkin bu sınırlandırma hayız
görmeyen, bir de hamile olmayan kadınlar içindir. Hayız görmeme durumu hem
hayızdan kesilmiş kocamış kadınlar hem de yaşının küçüklüğünden veya bir
hastalıktan dolayı henüz hayız görmeyen kadınları kapsıyor.

 İbn Kesir Tefsiri, Talâk/4


Henüz âdet yaşına erişmemiş olan küçük kızların da âdetten kesilmiş hanımlar gibi
üç ay iddet bekleyeceklerini bildiriyor.

 Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Talâk/4


“Bunların iddetleri 3 aydır..” ayeti nazil olunca da birisi ayağa kalkarak “Ey Allah’ın
Resulü.. Peki hayız görmeyecek derecede küçük olanların iddeti ne kadardır?”
deyince “Henüz adetini görmemiş bulunanlar…” ayeti nazil oldu.. Ki bu, “Bunlar
da hayızdan kesilmiş yaşlı kadınlar gibi olup iddetleri 3 aydır.” demektir.
 Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları, Talâk/4
Yaşı küçük olduğundan ötürü hayız görmemekte olan kadınlara gelince bunların
da iddetleri aynı şekilde 3 aydır.

 Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları, Talâk/4 (oku)


Henüz bulûğ çağına gelmemiş olanların iddeti de hayız çağını geçmiş olanlar gibi 3
aydır.

 Ebül-Leys Semerkandi, Tefsirü’l-Kur’an, Talâk/4 (oku)


Sizden birisi âdetten kesilmiş bir kadın alır da iddetinde şüphe ederse onun bekleme
müddeti 3 aydır. Bunu işiten bir sahabi ise şöyle sordu: “Ya Rasulallah! Balığa
olmamış bir kızın iddeti ne kadardır?” demesiyle de âyetin devamı geldi. Onlar
da âdetten kesilmiş kadınlar gibi 3 ay bekler.

 Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir (Ensar Neşriyat), Talâk/4


Aynı şekilde küçüklüğünden dolayı hayız görmeyenlerin iddeti de 3 aydır.

 Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini – Kuran Dili, Talâk/4 (oku)


Bunlar gerek 17 yaşından küçük olup henüz büluğa ermemiş olduklarından dolayı
hayız görmemiş olanları ve gerek büluğ yaşının en üst sınırı olan 17 yaşını geçmiş,
binaenaleyh yaş itibariyle büluğa ermiş oldukları halde âdet görmeyenleri
kapsamaktadır.

 Ali Küçük, Besairu’l Kuran, Adım Yayınevi, Talâk/4


Yaşlılıklarından dolayı hayızdan kesilmiş, hayızdan ümidi kesilmiş, hayız görme
dönemi bitmiş ve henüz hayız görmemiş, hayız görecek yaşa gelmemiş kadınların
iddetleri hususunda bir şüpheye düşerseniz bilesiniz ki onların iddetleri 3 aydır.

 Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kuran Tefsiri (Anadolu Yayınları), Talâk/4
Ubey b. Kâb (R.A.), Peygamber Efendimize: «Ya Resûlallah! Kadınların iddetiyle
ilgili ayet inince Medineli bazı kişiler “Ayhalinden ümidi kesilenle henüz ayhali
olmayan kadınların ve bir de hamile kadınların iddeti hakkında Kur’ân’da bir
açıklama ve hüküm yoktur!” diyorlar. Bu hususta ne buyurursunuz?» diye sorunca
ilgili âyetler indi.(…) Yaşı küçük olduğundan henüz ayhali görmüyorsa o da
boşandıktan sonra 3 ay bekler.

 Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kuran Tefsiri (Üçdal Neşriyat), Talâk/4′ün tefsiri
(oku)
Yani elli-ellibeş yaşını tecavüz etmekle (geçmekle) hayızdan ve çocuktan ümidi
kesilmiş me’yus ve yaşlı olan kadınlara ve henüz sinn-i rüşde baliğ olmamış sabiyye
olanlara talâk verip de iddetinde şekkederseniz onların iddetleri eğer talâk ayın
bidâyesine tesadüf ederse o ayın ibtidası ve ayın ortasına tesadüf ederse gün hesabiyle
3 aydır.

Görüldüğü gibi farklı asırlarda yaşamış, farklı milletlere, mezheplere, kültürlere ait, kimisi ilk
Kuran müfessirlerinden olan kimisi çağımızda yaşayan, içlerinde Türkiye Cumhuriyeti’nde
Diyanet İşleri Başkanlığı yapmış olanın da bulunduğu bunca tefsir alimi Talâk/4′ün henüz
küçük olduğundan dolayı âdet görmeyen kızları da kapsadığında hemfikirler.
Sonuç olarak Kuran hariç hiçbir kaynak kabul etmeyip ayetin sadece lafzına da baksak, ayetle
ilgili rivayet edilen hadisleri de incelesek, alimlerin görüşlerini de alsak sonuç aynı: Talâk/4
henüz küçük olduğu için hayız görmeyen kızların boşanma durumunu da düzenliyor.

II. Kızın Rızası


Henüz âdet bile görmeyen küçük kızların evlendirilmesini masum göstermek için sıkça
getirilen savunmalardan biri de İslam Hukuku’na göre evlenenlerin rızasının şart olduğu
iddiasıdır. Bu iddia birazdan kaynaklarıyla gösterileceği gibi zaten yanlıştır. İslam Hukuku
bulûğa girmemiş küçük kızların rızası olmadan evlendirilmesine müsaade eder. Ama bu
yanlış iddia doğru olsaydı bile meseleye bakışımızı nasıl değiştirebilirdi ki? Söz konusu olan
7-14 yaş arası küçük kızlar!..

Ama İslam Hukuku kızın rızasını gerekli de görmüyor zaten. Konuyla ilgili bazı ayrıntılarda
mezheplerarası görüş ayrılıkları olsa da bir hususta dört mezhebin alimleri de hemfikir: Eğer
kız hem bulûğa girmemiş hem de bakire ise babası veya dedesi kızın rızası olmadan da
evlendirebilir. Üstelik -şayet evlendiren baba veya dedeyse- kızın daha sonra bulûğa erdiğinde
nikahı feshetme gibi bir hakkı da yoktur!

 El-Mavsili, El-İhtiyar
Eğer bunları evlendiren veli baba veya babanın babası ise bulûğa erdiklerinde
nikâhdan dönme muhayyerlikleri yoktur. Çünkü baba ve babanın babası velayetleri
altındaki çocukların menfaatine aşırı derecede düşkün ve onlara karşı çok
şefkatlidirler. Böyle olunca da bunların o çocuklar için yaptıkları nikâh akdi sanki o
çocukların kendileri yapmış gibidir. (…)
Eğer veli bu ikisinden başkası ise bulûğa erdikleri zaman nikâhı devam ettirip
ettirmemekte muhayyerdir. Sonra bakire bulûğa erdiğinde nikâhlandığını öğrenirse
susması, evliliğe razı olması demektir. (…). Gerdeğe girdikten sonra bulûğa ererse
kadının razı olduğunu veya reddettiğini açık bir sözle ifade etmesi şarttır.
- Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta’lîlî’l-Muhtar, Ümit
Yayınları, (3/42-43), 38. Nikah, Bulûğa Ermeden Önce Evlenen Kızın Bulûğdan
Sonraki Hükmü (oku)

 Kuduri
Öyle ise eğer baba ve dede evlendirirse baliğ olduktan sonra cayamazlar. Eğer baba ile
dedenin gayrisi evlendirmişse baliğ olduğu zaman her ikisine de hürriyet vardır.
İsterseler nikâhı devam ettirir isterse bozarlar.
- Ahmed Ebu’l-Hasan el-Kuduri el-Bağdadi, Kuduri, 4. Bölüm, Nikah bashsi (oku)

 Mülteka El-Ebhur
Eğer baba ve dededen başkası (veli) olursa (küçük kız ve oğlan) akıl baliğ oldukları
veyahut baliğ olduktan sonra nikâhlandıklarını bildikleri zaman (o nikâhı kabul veya
red hususunda) muhayyerdirler.
- Mülteka El-Ebhur, 1. Cilt, 2. Bölüm, Nikahda Veliler. Eş Ve Denklikler Babı (oku)

 Seyyid Sabık
Yukardaki hükümler akil baliğ olanlar içindir. Küçüklere gelince.. Kendi izni olmadan
babası ve dedesi tarafından evlendirilebilirler. Çünkü çocuğun görüşü olmaz.
Seyyid Sabık, Fıkhu’s-Sünne, 38. Nikah, 9.26.6. Küçüklerin Evlendirilmesi

 Prof. Dr. Celal Yıldırım


Velileri, babaları ya da dedeleri olan küçük kız ve erkek çocuklar ergen olunca yapılan
nikâhı feshedemezler. Baba ve dededen başka velilerin yaptığı nikâhı bozmakta
serbesttirler.
- Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Nikah, Başkasına Nikahlanan Küçükler
Ergen Olunca Nikâhı Feshedebilirler Mi? (oku)

Görüldüğü gibi İslam Hukuku’na göre -ve Hanefi mezhebinde bile- ergen olmayan, bakire
kızlar baba veya dedeleri tarafından kendi rızaları olmadan da evlendirilebilir ve kızın ergen
olunca nikahı feshetme gibi bir yetkisi de olmaz.

“Kuran’dan başka kaynak kabul etmem” diyenlere gelince… Tüm bu fıkıh içtihadlarını bir
kenara atsak bile bulûğa girmemiş kızların evlendirilmesinde (ki bunun caiz olduğu
Kuran’dan çıkıyor) kızın rızasının hangi Kuran ayetine göre şart olduğunu göstermeleri
gerekir. Böyle bir ayet gösteremeyeceklerdir ama bunu da görmezden gelsek ve kızın
rızasının dinen şart olduğunu varsaysak bile henüz baliğ bile olmamış küçük kızların rızasının
evlilik gibi önemli bir meselede ne denli geçerli olduğunu sormak lazım. Birçok ağır fiili ve
hukuki sorumlulukları beraberinde getirecek bir kararı -örneğin- 9 yaşında, henüz baliğ
olmamış bir kızın vermesi kabul edilebilir mi? Üstelik kızın ailesi çok istedikten sonra -
meselâ- 9 yaşında bir kızı hiç de fazlaca zorlanmadan, tatlı yollarla ‘ikna’ edebilecektir her
zaman.

Sonuç olarak: İslam Hukuku’nda baliğ olmamış, bakire kızlar baba ve dedeleri tarafından
kendi rızaları olmadan da evlendirilebilir. Ama bunu kabul etmesek ve kendimizce kızın
rızasını dinen şart koşsak bile 7-14 yaş arasındaki küçük kızların ‘rızasının’ olup olmamasının
bu meselede çok önemi de yok zaten. ‘Rızası şarttır’ dense bile İslam dininin henüz bulûğa
girmemiş küçük kızlarla evlenmeye ve cinsel ilişkide bulunmaya müsade ediyor olması ‘daha
hoş‘ karşılanamaz.

III. Nikahta “Denklik Şartı” Küçük Kızların


Evlendirilmesine Dinen Engel Mi?
İslam Hukuku’nda nikâh akti için evlenecek eşler arasında “denklik” (kefâet, küfûv) şartı
konulmuş. Buradan hareketle bazı Müslümanlar şöyle bir itiraz geliştiriyor:

 “İslam’a göre nikahın bir şartı da eşlerin denkliğidir. Bu olmazsa zaten nikâh olmaz.
Dolayısıyla henüz bulûğa girmemiş küçük kız -meselâ- 40 yaşında adamla
evlendirilemez.“

Bu ‘sözde itiraz’ birçok açıdan yanlış ve tutarsız..

(1) Bu iddia doğru olsa bile (ki yanlıştır) küçük kızın ancak babası-dedesi yaşında biriyle
evlendirilmesine engel olabilir. Fakat örneğin 8 yaşında baliğ olmamış bir kızın sözgelimi 17
yaşında bir gençle evlendirilmesine mâni olamaz.
(2) Ayrıca denklik şartı zaten eşlerin yaşını kapsamıyor! Nikâhta denklik şartı İslam
Hukuku’nun bir müessesesidir ve doğrudan Kuran’da yer almaz. Dolayısıyla bu müesseseyi
öne sürenler mecburen denklik şartının İslam Hukuku’ndaki yeri ve konumunu baz almak
durumundalar. İslam Hukuku’nda ise denklik sadece beş alanda şart koşulmuştur: 1) Nesebte
(Soyda), 2) İslam’da, 3) Hürriyette, 4) Malda ve 5) Hırfette (San’at, Ticâret, Ziraat Gibi
Geçim Vâsıtalarında). Buna ek olarak bazı İslam Hukukçuları altıncı şart olarak 6) Diyanette
(Dine olan bağlılıkta) denkliği de şart koşmuşlar.

Üstelik bu şartlar İslam Hukuku’nda sadece kadının erkekten üstün olmamasını öngörür. Yani
‘denlik’ aslında tek taraflı düşünülmüştür. Örneğin hür kadının köle ile evlendirilmesi doğru
değildir fakat hür erkek köle kadını nikâhlayabilir. Veya zengin kadının fakir erkekle
evlendirilmesi hoş değilken zengin erkek fakir kadınla evlenebilir.

 Fetevayı Hindiyye
Nikâhta erkek tarafında kefaet aranır. Yani erkeğin —aşağıda açıklanacak olan
hasletlerde— alacağı kadına denk veya ondan daha üstün bulunması nikâhın
lüzumu bakımından gereklidir.
(…)
Kefaet (= Denklik) esasen şu 6 yerde aranır:
1- Nesebte denklik
2- İslâmiyet’te denklik
3- Hürriyette denklik
4- Malda denklik
5- Diyanette denklik
6- Hırfette (= San’at, Ticâret, Ziraat Gibi Geçim Vâsıtalarında) denklik
- Fetevayı Hindiyye, Akçağ Yayınları, Nikâh, 5. Nikâhda Kefaet (= Denk Olma) (oku)

 El Mavsili
Nikâhta denklik esastır. Denklik kadınlar hakkında lazım olduğu için erkeğin kadına
denk olması esastır. Zira şerefli kadın hakir bir erkeğin yatağına girmekle utanç
duyup öfkelenir. Ama erkek böyle değildir. Çünkü kadını yatağına alan odur.
Bunun dayanağı da şu hadîs-i şerîftir: “Bilesiniz ki, kadınları ancak velileri
evlendirebilirler ve kadınlar da ancak denkleri olan erkeklerle evlensinler.”
Umumiyetle nikâhın maslahatları ancak denk olan eşler arasında tamamlanır. Nikâhın
maksadının tamamlanması için erkeğin kadına denk olması şarttır. Erkeğin kadına
denk olması şu 5 yerde aranır:
1- Soyda denk olmak
2- Din ve takvada denk olmak
3- Sanatta denk olmak
4- Hürriyette denk olmak
5- Malda denk olmak
- Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta’lîlî’l-Muhtar, Ümit
Yayınları (3/51-55), 38. Nikâh, Evlenmede Tarafların Denk Olmaları (oku)

 Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı


(Denklik gereken alanlar)
1. Din Veya İffet Ya Da Tekva: (…)
2. İslam: (…)
3. Hürriyet: (…)
4. Soy (Nesep): (…)
5. Mal Veya Zenginlik: (…)
6. İş, Meslek Veya Sanat: (…)
- Camisab Özbek, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı, Ravza Yayınları, (4. Cilt, 2.
Bölüm), 55. Bölüm (oku)

(3) Ayrıca, İslam Hukuku’ndaki ‘denklik’ şartı zaten nikâhın olmazsa olmazı değildir; sadece
kendinden aşağı biriyle evlenen veya evlendirilen kadına veya kadının ailesine nikâhı
feshetme ile onaylama arasında tercih hakkı (muhayyerlik) öngörülmüştür. Yani denklik
olmasa bile eğer tercih hakkına sahip olanlar nikâhı onaylarsa nikâh dinen geçerlidir.

 Camisab Özbek, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı


Denkliğin kadının ve velilerin hakkı olduğunda fakihler ittifak etmişlerdir. Eğer kadın
denk olmayan biriyle evlenirse velileri fesh etmeyi istemeye hakları vardır. Veli de
kadını denk olmayan biriyle evlendirirse kadının fesh etme hakkı vardır.
- Camisab Özbek, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı, Ravza Yayınları, (4. Cilt, 3.
Bölüm), 62. Bölüm, İddet, (Velilik İki Kısma Ayrılır) (oku)

Sonuç olarak: Nikâhtaki ‘denklik şartı’ İslam’ın küçük kızların cinsel istismarına müsade
ettiği gerçeğinin eleştirilmesine karşı sunulabilecek bir argüman değildir. Çünkü İslam
Hukukundaki ‘denklik’ zaten beş alanda aranır ve bunların içinde eşlerin yaşı yoktur. Yaş
olsaydı bile (ki yok) ‘denklik’ şartı zaten sadece erkeğin kadından üstün olmasını, kadından
daha aşağı bir konumda olmamasını öngörür. Dolayısıyla yaşlı bir erkeğin küçük bir kızla
evlenmesi -denklik şartı yaş durumunu da kapsıyor olsaydı bile- bu şarta aykırı olmaz. Bunu
bile es geçip ihtiyar adamın küçük kızla evlenmesini İslam Hukuku’ndaki denklik şartına
aykırı görsek dahi (ki değil) bu şart zaten nikâhın mutlak bir koşulunu teşkil etmiyor; sadece
kıza veya kızın ailesine nikâhı feshettirme ve onaylama arasında tercih hakkı veriyor.
Dolayısıyla yaşlı adamın küçük kızla evlenmesi bu şarta aykırı olsaydı bile (ki değil) hak
sahiplerinin onaylaması ile nikâh dinen yine geçerli olurdu.

Tüm bunları da görmezden gelsek ve ‘denlik’ şartını ihtiyarla küçük kızın evlenmesine
mutlak mani görsek bile bu şart -örneğin- 7-8 yaşında bir kızın 17 yaşında bir gençle
evlendirilmesine engel olamazdı.

Hangi açıdan bakarsak bakalım “İslam küçük kızların cinsel istismarına izin veriyor”
eleştirisine karşı nikâhtaki denklik şartını öne sürmek tamamiyle tutarsız ve anlamsız bir
savunmadır.

IV. ‘Örf/Maruf’ Küçük Kızların Evlendirilmesine Dinen


Engel Olabilir mi?
İslam Hukuku Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas’tan oluşan dört asli (birincil) kaynağın/delilin
yanısıra birçok ferî (ikincil) kaynağı da tanımıştır ve bunlardan biri (özellikle Hanefi ve
Maliki fıkıhında) ‘örf’tür (bkz. muhtelif fıkıh usûlü eserleri). Kuran ve Sünnet tarafından
doğrudan veya dolaylı olarak düzenlenmemiş -örneğin ticarî hayatın birçok ayrıntısı, yargı
kurumunun şekillendirilmesi gibi- alanlarda hüküm verecek olan İslam Hukukçuları söz
konusu zaman ve mekânda hakim olan örf, adet ve teamülleri -Kuran ve Sünnet’e ters
düşmediği müddetçe- esas alarak bir hükme ulaşır.
Bu fıkıh kaidesinden hareketle bazı Müslümanlar şöyle bir savunma geliştirmekteler:

 “Evet, Kuran’a göre henüz bulûğa girmemiş küçük kızın evlendirilmesi genel ve teorik
olarak meşrudur. Fakat pratikte de meşru olabilmesi için bir de sözkonusu somut
toplumun güncel örf ve adetince de meşru olarak değerlendiriliyor olması gerekir.
Bugün Türkiye’de bulûğa girmemiş küçük kızların evlendirilmesi örf ve adete uygun
olmadığı için bugün Türkiye’deki bu tür bir evlilik İslam’a göre de uygun olmaz.“

Bu savunma 2 açıdan sakat: Birincisi, içerdiği iddia doğru değil. Çünkü İslam Hukuku’nda
bizzat Kuran tarafından genel olarak meşruluğu teyid edilmiş bir davranış daha sonra örfün
değişmesiyle dinen yasaklı hale gelemez. İkincisi, bu iddia doğru olsaydı bile (ki yanlış)
bundan bu davranışın örf ve adetlere uygun olduğu ülkelerde bugün dinen de caiz olduğu
sonucu çıkar.

Kuran ve Sünnet’in doğrudan veya dolaylı olarak ne yasakladığı ne de caiz kıldığı davranışlar
zamanla toplumdaki örf ve adetlerin değişmesi neticesinde fıkıhen yasaklı da olabilir, caiz de.
Ancak caiz olduğu bizzat Kuran’dan çıkan bir davranışın, örf’ün değişmesiyle sonradan
fıkıhen yasak hale gelmesi İslam Hukuku metodolojisinde yeri olmayan bir durumdur.
Dolayısıyla “Allah’ın müsaade ettiği birşeyi kul yasaklayamaz” görüşü -İslam’ın kendi
mantığı içerisinde- ‘doğru’ olan görüştür.

Ama yukardaki savunma taktiğinin içerdiği yanlış iddiayı doğru kabul etsek bile bu, sadece
bulûğa ermemiş küçük kızlarla evliliği ve cinsel ilişkiyi örfen uygun görmeyen bölgelerde bu
davranışın dinen de yasaklı olduğunu açıklamaya yeter. Ama örneğin Yemen’in,
Afganistan’ın, Pakistan’ın, Arabistan’ın çoğu yörelerinde baliğ olmamış küçük kızlarla nikâh
ve gerdek bugün halâ örf ve adetlere de uygun olarak gözükmekte. Dolayısıyla yukardaki
savunmayı getirenler bu bölgelerde bugün küçük çocuklarla evliliğin ve gerdeğin İslam’a
göre caiz olduğunu da söylemek zorundalar.

V. ‘Halvet’ Teriminin Fıkıhtaki Yeri Küçük Kızların


Evlendirilmesine Dinen Engel Olabilir mi?
Birinci yazıda detaylı olarak açıklandığı, tefsir ve fıkıh kaynaklarıyla da temellendirildiği
üzere baliğ olmamış kız çocuklarıyla cinsel ilişkinin meşruiyeti Kuran’ın Talâk/4 ve
Ahzâb/49 ayetlerinden çıkmakta.

(a) Talâk/4′te henüz hayız görmeyen küçük kızların boşanma durumunda ne kadar iddet
beklemeleri gerektiği açıklanmakta.
→ Dolayısıyla bu ayete göre henüz hayız görmeyen küçük kızlarla evlenmek caizdir.

(b) Nuzûl sırasına göre daha önce gelen Ahzâb/49′da ise cinsel ilişki olmadan boşanılırsa
iddete gerek olmadığı söylenmekte.
→ Dolayısıyla henüz hayız görmeyen küçük kızlarla cinsel ilişki de (kocaları için) caizdir.
Aksi taktirde Talâk/4′te bunlar için iddet belirlenmezdi.

Bazı Müslümanlar bu mantıksal ilişkiyi kabullenmemek için şöyle bir itiraz geliştiriyorlar:
 “İddetin gerekli olması için İslam Hukuku’na göre cinsel ilişki şart değildir. Karıyla
kocanın halvet olması da (yani cinsel ilişkiye girebilecek bir süre boyunca dört duvar
arasında, kapalı kapılar ve perdeler ardında başbaşa vakit geçirmiş olması da)
yeterlidir. Dolayısıyla yukarda kurulan mantıksal ilişki yanlıştır.“

Bu sözde argüman yukardaki (a)’da ifade edilenleri yani baliğ olmamış küçük kızların
evlendirilmesinin dinen caiz olduğunu kabul ediyor; fakat (b)’deki Ahzâb/49′la kurulan
mantıksal ilişkiye itiraz ediyor. Argümanın sahteliği farklı açılardan gösterilebilir:

(1) Birincisi halvet‘in de iddet gerektirdiği görüşü İslam Hukukçuları arasında ihtilaf
konusudur. Örneğin Hanefilerin aksine Şafiiler bu görüşü benimsememiştir. bkz. İmam
Nevevi, Minhac, Kahraman Yayınevi, Nikah, İddet (oku)

(2) Hemen aşağıda mantıken sakat olduğu gösterilecek olan bu argümanın doğru olduğunu
varsaysak bile bundan şu sonuç çıkar:

 “İslam’a göre henüz baliğ olmamış küçük kızlarla evlenilmesi ve kocalarının


kendileriyle halvet olmaları (yani dört duvar arasında, kapalı kapı ve perdeler
ardında başbaşa uzunca vakit geçirmeleri) caizdir. Ama cinsel ilişki caiz değildir.“

Argüman doğru olsa bile (ki yanlış) çıkan sonuç bu olur. Bu ise İslam Dini’nin henüz baliğ
bile olmamış küçük kızların, hiçbir denetim olmadan kocalarının şahsi irade ve insafına
terkedilmelerine müsaade ettiği ve çocukların cinsel istismarına tüm kapı ve pencereleri açtığı
anlamına gelir.

(3) Üçüncüsü ve asıl önemlisi ise, halvetin de iddet gerektirdiği görüşünü benimseyen fakihler
bunu bir tedbir ve ihtiyat olarak benimsemişlerdir. Ahzâb/49′un lafzından sadece cinsel ilişki
şartı çıkıyor. Fakat dört duvar arasında, kapalı kapı ve perdeler ardında cinsel ilişkide
bulunabilecek kadar başbaşa birlikte olan (yani halvet olan) eşlerin cinsel ilişkide bulunup
bulunmadıklarına dair ispat sorunu var. İşte bundan dolayı fakihler tedbiren ve ihtiyaden
halvetin de iddet gerektireceğini söylemişler. Yani halvet olanların cinsel ilişkide
bulunmadıklarını ispatlamak ilkesel olarak mümkün olmadığından halveti cima’ya denk
görmüşler. Ama her halükârda -ayetin kendisinden de anlaşıldığı gibi- iddet hükmünün asli
sebebi (illeti) cinsel ilişkidir. Halvet ise sadece ispat sorunundan ve halvet olan karı kocanın
cinsel ilişkide de bulunmuş olacağına dair oluşan kuvvetli ihtimalden dolayı cinsel ilişkiye eş
görülmüştür. Dolayısıyla Talâk/4 ve Ahzâb/49′dan her halükârda küçüklerle cinsel ilişkinin
meşruiyeti çıkmakta. Zira hükmün asli sebebi budur.

“Kuran’dan başka kaynak kabul etmem!” diyen Müslümanlar ise bu sakat savunmayı zaten
öne süremez. Çünkü halvetin de iddet gerektirdiği, sadece bazı fakihlerin ihtiyaden koyduğu
bir hükümdür. Ayetin kendisinde yalnızca cinsel ilişki geçer.

VI. Kuran, ‘Evrenselliğin’ Bir Gereği Olarak Mı Yaş


Sınırı Belirlemedi?
Diğer bir popüler savunmayı şu şekilde ifade edebiliriz:
 “Evlilik ve cinsel ilişki yaşı zaman ve mekâna göre değişebilir. Nitekim bugün batı
devletlerinde bile hukuken farklı alt sınırlar öngörülmekte. Oysa Kuran kıyamete
kadar yaşayacak olan tüm toplumlara gelmiştir. Bu yüzden mutlak bir alt sınır çizmesi
Kuran’ın evrenselliğine yakışmazdı. Çünkü Kuran her zaman ve mekânda
uygulanabilir olmalı. Kuran nikâh ve cima için bir alt sınır çizmemiştir ve böylece
Kuran’a uymak isteyen her toplum kendi zaman ve mekânının anlayış ve koşullarına
en uygun sınırı çizebilmektedir.“

Bu argüman da yine birçok açılardan tutarsız ve yetersizdir. Herşeyden önce burada konu
edilen, Kuran’ın evlilik ve/veya cinsel ilişki için herhangi bir alt sınır belirlemiş olmaması
değildir sadece. Bir önceki yazıda gösterildiği gibi küçük olduğundan dolayı henüz hayız
görmeyen kız çocuklarıyla evlenmenin ve cinsel ilişkide bulunmanın caiz olduğu bizzat
Kuran’dan çıkmakta. Eleştirilen husus herhangi bir düzenlemenin yok olması değildir; var
olan düzenleme eleştirilmektedir.

Diğer yandan “Kuran evrenselliğin bir gereği olarak hiçbir alt sınır getirmemiş ki her toplum
kendi koşullarına en uygun düzenlemeyi yapabilsin” diyen bir Müslüman -örneğin-
Afganistan, Pakistan, Yemen gibi ülkelerde var olan düzenlemeyi de, orada yaşayan baliğ
olmamış küçük kızlarla evleniliyor ve cinsel ilişkiye giriliyor olmasını da Kuran açısından
eleştiremez.

Üstelik Kuran zaten evrensellikten büsbütün yoksun tonlarca düzenleme ve mutlak sınırlarla
dolu.
Örneğin Kuran’a göre erkek (aynı anda) en fazla dört kadınla evli olabilir. Buradaki soru
neden erkeğin (ve neden sadece erkeğin) İslam’a göre birden çok eşle evlenebildiği değil;
soru, neden mutlak sınırın dört olduğu. Diyelim ki bazı toplumlarda, bazı koşullarda erkeğin
birden çok kadınla nikahlı olması gayet makûl bir durum olabilir. Ama neden son sınır dört;
niçin üç değil, beş değil de tüm zaman ve mekânlar için dört? Meselâ bazı sebeplerden ötürü
belli bir toplumdaki nüfus dağılımı dengesiz seyretmiş ve fiilen bir erkeğe 5-6 kadın düşüyor
hale gelmiş olabilir. Neden kıyamete kadar yaşayacak olan tüm toplumlar için gelen bir
kitapta mutlak sınır olarak dört belirlenmiş olsun ki?

Veya Nisa/11, 12 ve 176 ayetlerinde son derece detaylı olarak ölen kişinin malının nasıl
bölüştürüleceği düzenlenmekte. Tek tek anneye şu kadar, babaya bu kadar vs. şeklinde
ayrıntılı hükümler konulmuş. Neden kıyamete kadar yaşayacak olan tüm toplumlar için
ekonomik, sosyal, kültürel, demografik şartlar ne olursa olsun, mutlaka bu oranlar emredilsin
ki? Örneğin tıbbın gelişmesiyle bir toplumda ortalama yaşam süresi büyük oranda uzayabilir;
ekonomik şartlardan ötürü devletin yaşlılar için ayırabildiği yardım ve emekli ücretleri
yetersiz kalabilir ve dolayısıyla mirastan dede ve ninelere biraz daha fazla pay vermek uygun
görülebilir (ki bunun için diğer hak sahiplerinin oranından biraz eksiltmek gerekir). Ama
Kuran kıyamate kadar yaşayacak olan tüm toplumlara mutlak oranlar emretmiş. Evrensellik
bunun neresinde?

Bunun gibi sayısızca alanda son derece teferruatlı düzenlemeler getiren, mutlak sınırlar çizen,
-üstelik örneğin- kişinin kendi öz annesiyle, kızıyla veya kız kardeşiyle evlenmesini özel
olarak ayetle yasaklamayı da ihmâl etmeyen bir Kuran varken önümüzde “Kuran,
evrenselliğin bir gereği olarak evlilik ve cinsel ilişki için bir alt sınır getirmemiştir.” gibi bir
açıklama oldukça gülünç kalır. Yaş olarak olmasa dahi en azından “kızın bulûğa girmiş ve
hayız görüyor olması” gibi bir sınır bile konmamış. Ne evlilik için ne de cinsel ilişki için, ne
herhangi bir Kuran ayetinde, ne de en azından bir Hadis’te…
Tam tersine henüz baliğ olmamış, âdet görmeyen küçük kızlarla evliliğin ve cinsel ilişkinin
meşruiyeti Kuran’da var olan düzenlemelerden çıkmakta…

VII. Çocuklarla Evliliğin ve Gerdeğin ‘Eskiden’ Normal


Karşılanıyor Olması Ne İfade Eder?
İnanmaktan vazgeçemeyen birinin çok sıkıştığında getireceği ‘savunma’lardan biri de
şöyledir:

 “Daha geçen yüzyılın başlarına kadar birçok Batı ülkesinde bile, yasal evlenme yaşı
çok düşüktü. Zaman değiştikçe toplumların bu gibi konular hakkındaki algı ve
anlayışları da değişir. Dolayısıyla 1400 yıl önce vahyolunmuş bir Kitap’ta küçük
kızlarla evliliğin ve gerdeğin meşru görülmesi eleştirilemez. O dönemde bu durum
herkes tarafından, müslüman olmayanlar tarafından da normal karşılanmaktaydı.“

Böyle bir savunmayı getiren inanır, (muhtemelen) farkında olmadan, aslında İslam’ın
evrensel olmadığını, olamayacağını da beyan etmiş oluyor. Ne de olsa, toplumların algı ve
anlayışları değişebilir ve geçtiğimiz 14 asır içerisinde de bir hayli değişmiştir. Oysa Kuran,
tam da 14 asır öncesinin algı ve anlayışları bağlamında anlamlı olabilecek öğreti, öğüt, emir
ve düzenlemeler getirmiş.

Fakat daha önemlisi, burada tartışılmakta olan konu, zaten İslam’ın sadece 14 asır öncesi için
küçük kızlarla evlenmeye ve cinsel ilişkiye girmeye izin vermiş olması değil, evrensel
olduğunu iddia eden Kuran’ın buna bugün de müsaade etmesi! (bkz. IV. ‘Örf/Maruf’ Küçük
Kızların Evlendirilmesine Dinen Engel Olabilir mi?)

Ayrıca bu savunmanın içerdiği aşırı rölativizmin de tutulur hiçbir yanı yok. Şüphesiz,
toplumların ahlaki ve hukuki algıları zamanla değişir, Dünya’nın bir ucunda ‘normal’ olan,
diğer bir ucunda ‘ayıp’ karşılanabilir. Fakat bu saptamadan sınırsız bir değer rölativizmi
çıkmaz.

Örneğin daha birkaç yüzyıl öncesine kadar Batı’da da, İslam Coğrafyasında da kölelik,
toplumun neredeyse tamamı tarafından gayet ‘normal’, ‘doğal’ olarak algılanmaktaydı. Köle
anne ve babadan doğan çocuk, daha doğarken köle olarak, ‘sahibi’nin emrine tâbi olarak
dünyaya geliyordu. Köleliği normal karşılayan herkes vicdansız ve akılsız değildi, fakat içine
doğduğu toplumun bu yerleşmiş, vicdansız ve akılsız algısını devralmıştı. Köleliğin büsbütün
yanlış, adaletsiz bir kurum olduğunun genel kabul görebilmesi için, insanlığın bir hayli yol
katetmesi gerekti. Bugün biz, kölelik kurumunu topyekûn adaletsiz ve yanlış buluyoruz,
Ortaçağda yaşayan ortalama bir insan için normaldi. Öyleyse, “kölelik kurumunun doğru veya
yanlış olması (algılanması değil, olması!), o dönemin genel anlayışına bağlıdır. Birkaç yüzyıl
sonra, büyük çoğunluk bunu tekrar normal görmeye başlarsa, kölelik yine ‘doğru’ bir kurum
olabilir” diyebilir miyiz? Hayır, kölelik her zaman ve her dönemde yanlış ve adaletsiz. Bunun
genel kabul görmesi için insanlığın birçok aşamadan geçmesi gerekti, fakat bugün artık bu
düzeye ulaştık. Belki şu an öngöremeyeceğimiz olumsuz süreçler neticesinde, birkaç yüzyıl
sonra insanlık tekrar kölelik kurumunu getirebilir. Fakat bu bir gerileme, kötüleşme,
kazanılmış olan bilinç düzeyinden düşüş anlamına gelir. Kısacası, köleliğin genel olarak
meşru ve normal karşılandığı dönemlerdeki insanları büsbütün vicdansızlık ve akılsızlıkla
suçlamak elbette anakronik bir yaklaşım olur. Ancak kölelik, meşru görüldüğü dönemlerde de
aslen yanlış ve adaletsizdi, fakat toplumun genel bilinci henüz bu düzeyde değildi (Bu arada,
toplumun neredeyse tamamı tarafından meşru görüldüğü asırlarda bile, kölelik kurumuna
büsbütün karşı çıkan aydın bireyler her zaman vardı).

Aynı şekilde, henüz baliğ olmamış 7-8-9 yaşında bir çocuğun evlendirilmesi ve kocasının
yatağına verilmesi de, bir zamanlar belli bir toplumun tamamı tarafından normal karşılanmış
olabilir. Fakat bu, olayın aslen yanlış ve adaletsiz olduğu gerçeğini değiştirmez.

‘Kutsal’ kitapları veya Tanrı’nın elçisi olduğunu iddia eden din kurucularının hayatını
eleştirirken, elbette aynı dönemde yazılmış herhangi bir kitaba veya o dönemlerde yaşamış
herhangi bir insana uyguladığımız kıstasları uygulayamayız. Sözgelimi ortaçağda yaşayan bir
düşünürün köleliği veya kadın-erkek eşitsizliğini veya küçük çocukların evlendirilmesini
normal karşılamasına anlayış gösterebilir, onu kendi zamanının kriterleri ile
değerlendirebiliriz (tabii azınlıkta da olsa, kendi zamanının kriterlerini kıran ve içinde
yaşadığı toplumun tamamı tarafından ‘görülemeyen’ haksızlıkları eleştiren ‘gerçek’ aydınları
ise apayrı bir kategoride değerlendiririz). Fakat Tanrı elçisi olduğunu, tüm insanlığa
zamanüstü, evrensel hakikatler getirdiğini iddia eden birini -bu iddialarını ciddiye alırsak-
haliyle sadece kendi zamanının kriterleri ile değerlendiremeyiz.

Henüz hayız görmeyen 7-8-9 yaşında bir çocukla evlenmek ve cinsel ilişkiye girmek, 14 asır
önce de yanlış ve adaletsizdi. O dönem Arap Yarımadasındaki toplumun bunu normal ve
meşru olarak görmesi, o dönem ve coğrafyadaki insanların bilincinin ‘gelişmemiş’ olduğunu
gösterir. Birkaç yüzyıl öncesine kadar da, Hindistan’ın bazı bölgelerinde kocası ölen dul
kadınların yakılarak öldürülmesi asırlardır süregelen, gayet normal ve doğal bir gelenek
olarak algılanıyordu. Henüz birkaç onyıl öncesine kadar, Batı toplumlarında bile kadınların en
temel vatandaşlık haklarından mahrum bırakılması gayet normal karşılanıyordu. Sonsuz bilgi
sahibi bir yaratıcı, şayet insanlığa evrensel hakikatler öğretmek için bir Kitap göndermiş
olsaydı, bu Kitap gönderildiği dönem ve coğrafyadaki hakim olan örf ve anlayışlara bağlı
kalmazdı. Kuran’da eleştirilen herhangi birşey için “ama bu, o dönemde normal
karşılanıyordu” savunması, zaten Kuran’ın böyle bir yaratıcı tarafından gönderilmemiş
olduğunun kabulüdür.

Bütün bunlarla birlikte yukardaki cümleyi tekrarlamak gerekirse: burada tartışılmakta olan
konu, zaten İslam’ın sadece 14 asır öncesi için küçük kızlarla evlenmeye ve cinsel ilişkiye
girmeye izin vermiş olması değil, evrensel olduğunu iddia eden Kuran’ın buna bugün de
müsaade etmesi! (bkz. IV. ‘Örf/Maruf’ Küçük Kızların Evlendirilmesine Dinen Engel Olabilir
mi?)

VIII. İklim ve Besin Farklılığı ile Çocuk Yaşta Bir Kız


‘Olgun’ Olabilir Mi?
Bu konuda öne sürülen savunmaların belki de en cahilcesi, iklim ve besin farklılıklarından
dolayı bazı zaman ve yerlerdeki kızların ortalama olarak çok küçük yaşlarda ‘olgun’ hale
gelebilmesi iddiası.

Öncelikle, burada konu edilen mesele, zaten somut bir yaş değil, Kuran’ın baliğ olmamış,
yani henüz âdet (hayız) görmeyen kızlarla nikah ve cimayı meşru sayması. Küçük olduğundan
dolayı henüz âdet görmeyen bir kızın evlendirilmesi ve cinsel ilişkide bulunulması ise, o
toplumdaki ortalama baliğ olma yaşı kaç olursa olsun, hoş karşılanabilecek bir durum değil.

1400 yıl öncesi Arap yarımadasındaki kızların çok daha erken yaşlarda bedensel olarak
‘kadınsı’ bir şekil aldıklarına dair de en ufacık bir bilgi yok elimizde. Sırf Muhammed’in
çocuk yaştaki kızlarla nikâhını mâsum göstermek için ortaya atılan mesnetsiz bir iddia sadece.
Ama bunun doğru olduğunu varsaysak bile evlilik gibi önemli bir meselede kız çocuğunun
‘kadınsı’ bir bedene sahip olması tek başına yeterli olmamalı, zihinsel olarak da belli bir
olgunluğa gelmiş olması -en azından bu olgunluğa ortalama olarak varılan yaşa basmış
olması- şart koşulmalı. Ama Muhammed zamanından gelen rivayetlerden de en eski fıkıh
kitaplarından da anlıyoruz ki o dönemde evlendirilen kızlar da zihnen çocuktular. Zaten bu
yüzden bütün fıkıh kitaplarında “baliğ olmamış kızın henüz çocuk olduğundan ve iradesinin
hükmü olmadığından nikah aktini velisi yapar” gibi açıklamalar getirilmiş. Yani bugün
Yemen, Afganistan, Pakistan veya Arabistan’daki küçük kızların evlendirilmesini yargılamak
ama diğer yandan da Muhammed dönemindeki aynı uygulamarı eleştiriden muaf tutmak
isteyen birçok Müslümanın kendilerini zorla inandırmaya çalıştıkları sebepler doğru değildir.
“Bugün Pakistan’da yaşayan -örneğin- 8 yaşında bir kız henüz çocuk ve onunla evlenmek
sapıklık. Ama Peygamber efendimiz zamanında 8 yaşındaki kızlar bedenen ve zihnen olgun
kadınlar gibiydiler” gibi bir savunma kişinin kendi aklına tecavüz etmesinden başka birşey
değildir.

IX. Sonuç
Başka hiçbir kaynak kabul etmeyip sadece Kuran’ı baz alsak da, ayetlerin nüzûl sebeplerine
dair hadis rivayetlerini incelesek de, genel olarak sünnet rivayetlerine başvursak da, farklı
mezheplere ait tefsir ve fıkıh kaynaklarına müracaat etsek de çıkan sonuç aynı:

İslam Dini henüz bulûğa girmemiş, hayız görmeyen küçük kızlarla evlenmeyi ve cinsel
ilişkide bulumayı meşru görmektedir.

Bunun hangi açıdan bakarsak bakalım savunulabilecek hiçbir yanı yoktur. Günümüzün tüm
az-çok gelişmiş ülkelerinde “çocuğun cinsel istismarı”, “pedofil (sübyancı) eylemler”
başlıkları altında suç sayılan ve ağır hapis cezaları öngörülen bir davranışın, insanlara ışık
tutsun diye sonsuz adalet sahibi bir yaratıcı tarafından gönderildiği iddia edilen bir kitapta
meşru olması -inanan açısından- akla ihanet etmeden izah edilebilecek bir durum değildir.

Afak Adalı – ulpian

You might also like