Professional Documents
Culture Documents
Ayet Tefsiri –
Fizilal’il Kur’an – Seyyid Kutub
Kur'an-ı Kerim
21 Ocak 2012
HÜKÜM ALLAH’INDIR
Bazı felsefî görüşler yüce Allah’ın birliğini kabul ediyorlar ancak, kimi
iradesini, kimi ilmini, kimi otoritesini, kimi de mülkünü reddediyor. Bu
gibi “felsefi” denilen, yığınlarca görüş var. Bundan dolayı hayatta bir
faaliyeti, davranış ve ahlâklarında bir etkisi, duygu ve pratik hayatlarında
bir değeri bulunmayan edilgen bir tanrı düşüncesidir bu. Hepsi de laf!
Sadece laf!
Şimdi bu derste yer alan ayetleri ayrıntılı bir şekilde ele alalım
127- onlar senden kadınlara ilişkin fetva isterler. De ki; Allah onlar
hakkında size şu fetvayı veriyor: Bu fetva, paylarına düşen mirası
vermediğiniz, yada nikahlamak istemediğiniz yetim kadınlar,
mağdur çocuklar ve yetimlere karşı adil davranmanız konusunda,
size okunan Kur’an ayetleridir. Ne iyilik yaparsanız, kuşkusuz Allah
onu bilir.
“Onlar senden kadınlara ilişkin fetva isterler. De ki; onlar hakkında size
fetvayı Allah veriyor.”
“De ki; Allah onlar hakkında size şu fetvayı veriyor! Bu fetva paylarına
düşen mirası vermediğiniz yada nikahlamak istemediğiniz yetim
kadınlar, mağdur çocuklar ve yetimlere karşı adil davranmanız
konusunda size okunan Kur’an ayetleridir.
Bu ayet hakkında Ali b. Ebu Talha, İbni Abbas (r.a)’dan şöyle nakleder:
Cahiliye devrinde adam tutar yanındaki yetim kızın üzerine elbisesini
atardı. Bunu yaptıktan sonra kimse o kadınla evlenemezdi artık. Şayet
güzel olur da hoşuna giderse kendisi evlenip malını yerdi. Yok eğer
çirkin olursa, ölene kadar erkek yüzü görmesine müsaade etmezdi.
Ölünce de mirasına konardı. Bunu yüce Allah haram etti, böyle bir şey
yapmayı yasakladı. “… Mağdur çocuklar… sözü hakkında, ibni Abbas,
cahiliyede çocuklar ve kızlar varis olamazlardı, der. “…paylarına düşen
mirası vermediğiniz…” sözü, bunu göstermektedir. İşte yüce Allah bu
durumu yasaklamıştır. Her pay sahibinin payını belirlemiştir. Büyük olsun
küçük olsun erkeğin payı, kadının payının iki katıdır, buyurmuştur.
Eski ve yeni görünüm arasında bir çatışma söz konusu olmasına, bir
takım sancılar ve fedakârlıklardan dolayı acılar çekilmesine rağmen, tüm
bunlar gerçekleşmişti. Çünkü burada yüce bir mesaj, itikadî bir düşünce
söz konusuydu. Şu yeniden doğuşta ilk ve son etken oydu. Tabi ki bu
dalgayı İslâm toplumuyla sınırlı tutması mümkün değildi. Aynı şekilde
tüm insan topluluklarına da yönelecekti kuşkusuz.
130- Eğer eşler birbirinden ayrılırlarsa Allah bol nimetleri ile her ikisini
de muhtaç duruma düşmekten korur. Allah’ın nimetleri boldur ve O
hikmet sahibidir.
Bir kez daha kendimizi eşsiz ilahi sistemin önünde buluyoruz. İnsan
ruhunun realitesini ve insan hayatının tüm koşullarını idealist realizmle
yada realist idealizmle karşılayan ve insan ruhunun gizli sentezini
olağanüstü, o eşsiz karışımı kabul eden sistemi…
“Eğer eşler birbirinden ayrılırlarsa Allah bol nimetleri ile her ikisini de
muhtaç duruma düşmekten korur. Allah’ın nimetleri boldur ve o hikmet
sahibidir.”
İslâm; bir avuç çamur ve Allah’ın ruhundan bir nefhanın eşsiz bileşimiyle
birlikte bir bütün olarak insan ruhunu, yetenek ve güçleriyle birlikte ele
aldığı, ayaklarını yere koyduğu halde; çekişmeye, ayrılmaya meydan
vermeden ruhunu göklerde uçuran idealist realizmiyle yada realist
idealizmiyle birlikte hareket ettiği için…
Evet İslâm böyle davrandığı için, insanlığın mükemmel bir tablosu olan
İslâm peygamberi (salât ve selâm üzerine olsun) mükemmelliğin
zirvesine ulaşmışken, bütün özellikleri ve yetenekleri insan fıtratının
sınırları içinde dengeli ve eksiksiz bir gelişme göstermişti.
İşte bu peygamber de eşlerinin arasında gücü yettiği konularda
paylaşma yapmıştı. Bu paylaşmada kuşkusuz adaleti gözetmişti ancak,
bazısını bazısına tercih ettiğini ve bunun elinde olmadığını inkar
etmiyordu. Bu yüzden şöyle diyordu:
HAKİMİYET ALLAH’INDIR
134- Kim dünyada mükafatını elde etmek isterse bilsin ki, dünyanın da
ahiretin de mükafatı Allah’ın katındadır. Hiç kuşkusuz Allah herşeyi işiten
ve görendir.
“Eğer kafir olursanız, biliniz ki, göklerde ve yeryüzünde bulunan her şey
Allah’ındır. Onun hiç bir şeye ihtiyacı yoktur ve övgüye layıktır.”
Yüce Allah, onları ortadan kaldırıp yerlerine diğer bir İnsan topluluğunu
getirebilir kuşkusuz. Yoksa sadece onların çıkarı ve durumlarının ıslahı
için takvayı emretmektedir.
“Kim dünya mükafatını elde etmek isterse bilsin ki, dünyanın da ahiretin
de mükafatı Allah’ın katındadır.”
Gelecek ders, hakkında yüce Allah’ın “Siz insanlar için ortaya çıkarılmış
en hayırlı ümmetsiniz.” (Al-i İmran. 110) buyurduğu bir ümmet ortaya
çıkarmak için ilahî gözetimin altındaki metodla, eğitim zincirinin bir
halkasını oluşturmaktadır. Bu halka; değişmez olduğu kadar, adımları
sürekli olan, insan ruhunu yüce yaratıcısının verdiği ilaçla tedavi etmek
için hedefleri belirlenmiş olan ilahî sistemin bir halkasıdır. Kuşkusuz yüce
Allah, insan ruhunun girintilerinden ve çıkıntılarından haberdardır. Onun
özelliklerini ve hakikatlerini görür. Zorunluluk ve isteklerini güç ve
kuvvetini bilir.
Kuşkusuz bu, her zaman ve mekanda İslâm ile cahiliye arasında kesintisiz
süren bir çarpışmadır. Bu çarpışma, müslüman toplum ile, şahıslar ve
yöntemleri değişen ancak özellikleri ve ilkeleri değişmeyen düşmanları
arasında her zaman varolmuştur.
Bu oldukça zor bir çabadır. Son derece zorlu bir çaba olduğunu hep
tekrarlıyoruz. İşte İslâm, mümin nefisleri -realite dünyasında- pratik
deneyimlerin tanık olduğu ve tarihin kaydettiği böyle bir zirveye
yöneltirken, insanlık aleminde gerçek bir mucize meydana getiriyordu.
Bu mucize ancak, ulu ve sağlam ilahi hayat sisteminin gölgesinde
gerçekleşebilir.
“o halde nefsinizin arzusuna uyarak doğruluktan sapmayınız.”
Arzular çeşit çeşittir. Bazısı zikredildi de. Bencillik nefsin bir arzusudur.
Aile ve akraba sevgisi arzusudur. Şahitlik ve hüküm noktasında fakire
acımak bir arzudur. Zengine toleranslı davranmak nefsin arzusudur. Ona
zarar vermek de şahitlik ve hüküm konusunda aşiret, kabile, ümmet,
devlet ve vatan tarafını tutmak da keyfï bir arzudur. Aynı şekilde -şahitlik
ve hüküm noktasında- din düşmanı da olsalar düşmanlara antipatik
davranmak nefsin keyfî bir arzusudur. Kuşkusuz arzular ve hevesler sınıf
sınıf, çeşit çeşittir. Tümü de yüce Allah’ın müminleri etkilemekten ve
etkilerinde kalarak haktan ve doğruluktan sapmaktan yasakladığı
şeylerdir.
Rivayet edilir ki; Abdullah b. vaha, (r.a) Resulullah (salât ve selâm üzerine
olsun) tarafından, hayberlilerin meyve ve ekinlerden elde ettikleri
ürünleri ölçüp yarısını, hayberin fethinden sonra Resulullah (salât ve
selâm üzerine osun)’a verdikleri söz uyarınca almak üzere
gönderildiğinde, yahudiler, kendilerine yumuşak davranması için rüşvet
teklif ettiler. Bunun üzerine; “Allah’a andolsun ki ben yaratılmışlar için en
çok sevdiğim kişi tarafından size gönderilmişim. Sizden ise vallahi de
sayınızca maymun ve domuzdan daha çok nefret ederim. Ancak ona
karşı olan sevgimle, size duyduğum kin sizin hakkınızda adaletten
sapmama neden olamaz” dedi. Onlar da “göklerle yer bu sayede
ayaktadır” dediler.
Bütün kitaplara inanmak -bütün kitapların aslında tek bir kitap olduğu
gerçeğinden hareketle- müslüman ümmetin ayırıcı bir özelliğidir. Çünkü
bu ümmetin, bir olan yüce Rabbi, onun biricik sistem ve yolu hakkındaki
düşüncesi, uluhiyet gerçeği ve insanlığın birliği ile uyuşmaktadır. Birkaç
çeşidi olmayan ve ötesinde sapıklıktan başka birşey bulunmayan hakla
aynı doğrultudadır:
“Hak’tan sonra sapıklıktan başka ne var ki?” (Yunus Suresi, 32)
AZABLA MÜJDELENENLER
Şimdi de daha önce işaret edildiği gibi, nifak ve münafıklara yönelik bir
saldırı başlamaktadır. Hayatın ve gönüllerin realitesi içinde tabiata uygun
hareket eden ilahî hayat sisteminin mahiyetini anlamak için, .çeşitli
yöntemler kullanılarak başlatılan bu saldırıyı incelemek, iyice düşünmek
gerekir.
138- Münafıklara acı bir azabın kendilerini beklediğini müjdele. ”
141- Onların Gözleri hep sizin üzerinizdedir. Eğer Allah size zafer nasip
ederse, “Biz sizinle beraber değil miydik?derler. Ama eğer kafirler
üstünlük sağlarsa, (bu kez de onlara) “Sizin tarafınızı tutmadık mı,
müminlere karşı size destek vermedik mi?” derler. Allah kıyamet günü
arınızdaki hükmünü verecektir. Hiç kuşkusuz Allah kafirlere, müminler
karşısında üstün gelme fırsatı vermez.
Burada söz konusu edilen kafirler, tercilı edilen görüşe göre yahudilerdir.
Münafıklar onlara sığınırlardı. Onların yanında gizlice buluşurlardı.
Birlikte müslüman kitlenin aleyhinde çeşitli komplolar hazırlarlardı.
Yüce Allah kınayıcı bir üslupla soruyor: İman ettiklerini iddia etmelerine
rağmen niçin kafirleri dost ediniyorlar? Kendilerini niye böyle bir duruma
sokuyorlar? Niçin böyle bir konumda bulunmayı tercih ediyorlar`? Yoksa
kafirlerin yanında şeref ve güç mü arıyorlar?
Fakat yüce Allah tüm şerefi tekeline almıştır. Onu dost edinen, katından
isteyen ve himayesine sığınandan başkası elde edemez bu şerefi.
Dikkat edin, insan ruhunun katında şeref bulduğu tek dayanak budur.
Buna dayandığı sürece herkese üstünlük sağlayacaktır. Dikkat edin,
insan ruhunu yücelten, onu özgür kılan tek kulluk şekli budur. Bir olan
Allah’a kulluk… Şayet kişi bu kullukla tatmin olmazsa bitmez tükenmez
değerlerin, çeşitli şahısların yığınlarca geleneğin ve sonsuz korkuların
kulu olacaktır. Herkese, her şeye ve her değere kulluk yapmaktan kimse
koruyamaz onu artık.
İmam Ahmed rivayet ediyor: Bize Hüseyin b. Muhammed, bize Ebu Bekir
b. Abbas, Hamid el-Kindi’den, O da Ubade b. Nesi’den, O da Ebu
Reyhane’den, Resulullah (salât ve selâm üzerine olsun) şöyle
buyurduğunu anlattı: “Kim şeref ve iftihar duyarak kendini kafir olan
dokuz göbek atasına dayandırırsa, o da cehennemde onların
onuncusudur.”
“Onların gözleri hep sizin üzerinizdedir. Eğer Allah size zafer nasip
ederse, `”Biz sizinle beraber değilmiydik?”, derler. Ama eğer kafirler
üstünlük sağlarsa (bu kez onlara), “Sizin tarafınızı tutmadık mı,
müminlere karşı size destek vermedik mi?” derler. Allah kıyamet günü,
aranızdaki hükmünü verecektir. Hiç kuşkusuz Allah kafirlere, müminler
karşısında üstün gelme fırsatı vermez.”
“Ama eğer kafirler üstünlük sağlarsa (bu kez onlara), “Sizin tarafınızı
tutmadık mı, müminlere karşı size destek vermedik mi?” derler.”
Kendilerine sığındıklarını, yardımcı olduklarını, geriden destek
olduklarını, müminleri yardımsız bırakıp safları karıştırdıklarını
kastediyorlar.
İşte böyle, bukalemun gibi, yılan gibi renkten renge giriyorlar. İçlerinde
zehir, dillerindeyse yağ. Ancak onlar buna rağmen oldukça zayıftırlar. Bu
aşağılık, bu iğrenç görünümleri, mümin gönüllerin iğrenmesine neden
oluyor. Kuşkusuz bu da ilahi sistemin mümin gönüllere özgü
kazandırdığı bir özelliktir.
Bu ayetin tefsirine ilişkin bir rivayete göre, söz konusu olan kıyamet
günüdür bu ayette. O zaman yüce Allah, müminlerle münafıklar
hakkında hükmünü verecek ve kafirlere, müminler karşısında bir
üstünlük vermeyecektir.
Bir diğer rivayette ise; söz konusu olanın dünyadaki durum olduğu
anlatılmaktadır. Buna göre kimi zaman çarpışmalarda yenilmiş olsalar da
müminler üzerinde kafirlerin, sürekli bir egemenlik kurmalarına fırsat
vermeyecektir.
Ayetin hem dünyadaki hem de ahiretteki duruma göre genelleştirmesi
daha doğrudur. Çünkü herhangi bir sınırlandırma yoktur ayette.
Evet, imtihan için bazı sıkıntılar çekilir. Ancak bunun da bir hikmeti
vardır. O da iman gerçeğinin ve pratik gerçeklerinin iyice oturmasıdır.
“Uhut” savaşında olduğu gibi. Nitekim yüce Allah müslümanlara
anlatmıştı bunu. Ne zaman bu gerçek imtihanlar sonucu olgunlaşıp
başarıya ulaşmışsa, zafer gelmiş ve Allah’ın vaadi kesinlikle
gerçekleşmiştir.
Aksine biz hakkı, batılın üzerine atarız da onu darmadağın eder. Bir de
bakarsınız batıl yok oluvermiş. (En’am Suresi, 18)
6. CÜZ
Nisa sûresinin geri kalan kısmı da dördüncü cüzde yer alan girişinde
açıkladığımız sûrenin genel metodu doğrultusunda devam etmektedir.
Ancak çok özel bir şekilde de olsa burada sûrenin sunuş metoduna
değinmemiz yerinde olacaktır.
149- Bir iyiliği açığa vursanız da gizli tutsanız da veya bir kötülüğü
bağışlasanız da biliniz ki, Allah bağışlayıcıdır ve gücü her şeye yetendir.
Her ne şekilde olursa olsun dille kötü söz söylemek, vicdanda sakınma
ve Allah korkusu yoksa, dile kolay gelir. Bu kötülüğün yaygınlık
kazanması, toplum vicdanında derin etkiler bırakır. Bu toplumda çoğu
zaman karşılıklı güven yok olur. İnsanlar gittikçe kötülüğün her tarafı
kapladığını düşünürler. İçlerinde kötülük işleme isteği bulunmasına
rağmen, bunu yapmaktan çekinen çoğu kimsenin, kötülüğün toplumun
alışkanlığı haline geldiğini ve yaygınlaştığını görmesi onu işlemesine
neden olur. Artık böyle bir durumda çekinmelerine ve saklamalarına
gerek yoktur. İlk defa onları yapmıyorlar ki! Çoğu zaman kötülükten
tiksinti duymanın nedeni kötülükle, fazlaca içiçe yaşamaktır. Çünkü
insan, ilk karşılaştığında kötülükten şiddetli bir şekilde iğrenir. Ancak
yapılması ya da söylenmesi sıklaştıkça iğrenmenin ve tiksinmenin oranı
düşer. Giderek kötülüğü işitmek -hatta görmek bile- basit gelir kalplere.
Artık kötülüğü değiştirmek için harekete geçmez olurlar.
Böylece ilahî eğitim sistemi, mümin bireyi ve müslüman toplumu bir üst
dereceye daha yükseltmektedir. İlk derecede, yüce Allah’ın kötülüğün,
açıklanmasından hoşnut olmadığından söz etmektedir. Bu arada zulme
uğrayan ; birinin intikam almak ya da adaletin gerçekleşmesini istemesi
durumunda, zulme uğradığı konuda ve uğradığı oranda, zulmedenin
kötülüğünü açıklamasına için verilmektedir. İkinci derecede ise, hepsini
birlikte iyilik yapmaya yöneltmektedir. Zulme uğrayan kişiyi de -zulmü
açığa vurmak şeklinde intikam alması mümkünken- affetmeye ve
vazgeçmeye yöneltmektedir. Ancak gücü yettiği zaman, yoksa gücü
dahilinde olmayan şeyi affetmek söz konusu değildir. Kişiyi intikam
almaktan vazgeçirip, hoş görecek bir düzeye yükseltmektedir bu.
Kuşkusuz bu, çok daha yüce ve üstün bir düzeydir.
YAHUDİLER
Bundan sonra ayetlerin akışı genel olarak Ehl-i Kitap’la yeni bir gezintiye
başlıyor. Sonra bir turda yahudilere geçiyor, diğer turda da hristiyanlarla
yol alıyor. Yahudiler -yalan ve iftira ederek- Meryem ve İsa hakkında
kötü sözler sarf ediyorlardı. Bu dedikodulara gezinti esnasında
değinilmektedir. Böylece bu gezinti ile sûrenin akışında geçen iki ayetin
içerdiği bu açıklama, birbirine bağlanmaktadır. Gezinti tümüyle
başlangıçta Kur’an’ın, Medine’de müslüman kitlenin düşmanlarına karşı
giriştiği çarpışmanın bir yönünü oluşturmaktadır. Bu çarpışmanın diğer
yönleri bu surede, Bakara suresinde ve Al-i İmran suresinde ele alınmıştı.
Şimdi Kur’an’ın akışında yer aldığı gibi sunmaya başlayalım:
150-151- Allah’ı ve peygamberlerini inkar edenler, Allah ile
peygamberleri arasında ayırım yaparak; `Buna inanır, fakat şuna
inanmayız’ diyenler böylece, iman ile küfür arası bir yol tutturmak
isteyenler var ya, onlar gerçek anlamı ile kafirdirler. Biz kafirler için
onur kırıcı bir azap hazırladık.
“Onlar gerçek anlamı ile kafirdirler. Biz kafirler için onur kırıcı bir aza
hazırladık.”
154- Kesin söz vermeleri üzerine, başları üzerinde asılı duran kayayı
yukarı çektik. Kendilerine, o kasabanın kapısından secde ederek içeri
giriniz ve `Cumartesi yasağını çiğnemeyiniz’ dedik, bu konularda
onlardan sağlam bir söz aldık.
158- Tersine Allah, O’nu kendi katına çıkardı. Hiç şüphesiz Allah üstün
iradeli ve hikmet sahibidir.
159- Kitap Ehli’nden hiç kimse yoktur ki, ölümünün eşiğinde İsa’ya iman
etmemiş olsun. Fakat kıyamet günü İsa, onların aleyhinde şahitlik
edecektir.
Bu istekleri seni sıkmasın. Bunda şaşılacak bir şey yok. Garip bir şey söz
konusu değildir.
Buna rağmen yüce Allah onları bağışladı. İçlerinden Musa’nın duasını, bir
başka sûrede yer aldığı gibi de kabul etti:
“Onlar bir titreme tutunca: `Rabbim, dileseydin daha önce onları da beni
de yok ederdin. Bizden beyinsizlerin yaptıklarından dolayı bizi yok eder
misin? Bu ancak senin bir denemendir. Bununla dilediğini saptırır,
dilediğini doğru yola iletirsin. Bizim dostumuz sensin. O halde bizi
bağışla, bize merhamet et. Sen bağışlayanların en hayırlısısın. Bu
dünyada ve ahirette bize iyilik ver. Biz sana yöneldik…’ dedi.” (A’raf
Suresi, 155-156)
“Bunu da bağışladık.”
“Kesin söz vermeleri üzerine başları üzerinde asılı duran kayayı yukarı
çektik. Kendilerine o kasabanın kapısından secde ederek içeri giriniz ve
“Cumartesi yasağını çiğnemeyiniz” dedik, bu konularda onlardan sağlam
bir söz aldık.”
Yüce Allah’ın Musa’ya (a.s) verdiği yetkin mesaj, genel kanıya göre,
levhaların içerdiği şeriattır. Çünkü Allah’ın şeriatı O’nun yetkisine
sahiptir. Allah’ın şeriatından başka yüce Allah hiçbir şeriata, bu yetkiyi
vermemiştir. Bu nedenle, insanların kendileri için koydukları şeriat ve
kanunların kalpler üzerinde hiçbir ağırlığı olmaz. Bir gözetleyici yada
cellatın kılıcı olmaksızın bu kanunları uygulamak mümkün değildir.
Allah’ın şeriatına gelince; kalpler ona boyun eğer ve itaat eder.
Gönüllerde bir heybeti ve ürpertisi vardır.
HRİSTİYANLAR
“Tersine Allah O’nu kendi katına çıkardı. Hiç şüphesiz Allah, üstün iradeli
ve hikmet sahibidir.”
“Yahuda ile birlikte askerler İsa’nın bulunduğu yere yaklaşınca, İsa büyük
bir kalabalığın yaklaştığını duydu. Bu yüzden korkarak eve çekildi. o
arada onbir havarisi de evde uyuyordu. Allah kulunun başındaki tehlikeyi
görünce, Cibril, Mihail, Refail ve Evril adlı elçilerine İsa’yı dünyadan
almalarını emretti. Bu temiz Melekler gelerek, İsa’yı güney tarafta açık
pencereden çıkarıp üçüncü göğe taşıdılar. Sürekli Allah’ı tesbih eden
Meleklerin arasına bıraktılar. Yahuda öfkeyle İsa’nın göğe çıkarıldığı
odaya girdi. Talebelerinin tümü uyuyordu. O esnada yüce Allah,
harikulâde bir olay meydana getirdi. Yahuda’nın, konuşmasını ve yüzünü
değiştirerek tamamen İsa’ya benzetti. Öyle ki bizler bile O’nun İsa
olduğuna inanmaya başladık. Ancak O bizi uyandırdıktan sonra, Hocanın
(İsa) nerede olduğunu araştırmaya başladı. Bunun üzerine şaşırdık ve
`Hocamız sensin ey efendimiz, şimdi bizi unuttun mu?’ diye cevap
verdik.”
“Tersine Allah O’nu kendi katına çıkardı. Hiç şüphesiz Allah, üstün
iradeli°ve hikmet sahibidir.”
Dost, düşman kim olursa olsun, tüm hak temsilcilerine ve her zaman
hidayet taşıyıcılarına düşman olmuşlardır. Çünkü fıtratları bizzat
hakka düşmandır. Kalpleri katılaşmıştır. Gönülleri taş kesilmiştir.
Tepelerine balyoz inmedikçe boyun eğmezler. Boyunlarının üzerinde
kuvvetin kılıcı asılı durmadıkça hakka teslim olmazlar.
O halde bu, insanlık tarihi boyunca yol alan, birbirine bağlı tek bir
kervandır. Uyarı ve müjdelemek için, bir tek hidayetle gelmiş bir
mesajdır bu. Kervanda insanlığın şu üstün ve seçkin kişileri yer
almaktadır:
Ancak, insan aklı, Allah’tan gelmiş hüküm hakkında ileri sürülen akla
dayanan beşeri anlama kendisine ait aklı ve beşeri bir anlamla itiraz
edebilir. Bu onun sahasıdır. Yorum ve farklı anlayışlarını sağlıklı
temellere dayandırdığı sürece de hiçbir zorluk ve engelle
karşılaşmaz. Bu sağlıklı temellere ve bizzat dinin belirlediği kurallara
dayanması koşuluyla, farklı bakış özgürlüğü, bu alanda, insan aklına
tanınan en geniş alandır. Hiçbir grup, otorite veya kişi, insan aklını,
doğru hükmün maksadını ve uygulama alanını düşünmekten
alıkoyamaz. Değişik görüşleri her zaman ileri sürebilir. Dinin
hükümlerinden gelen doğru bir kaynağın ve sistemin sınırları içinde
kaldığı sürece, kendisine bakış açısı belirleyebilir. İşte risaletin akla
hitap ettiğinin anlamı budur.
Yüce Allah, evren konusunda, insan yada diğer bir yaratık hakkında
bir gerçeği belirledikten yahut farzlar veya yasaklara ilişkin bir
hüküm verdikten sonra, yüce Allah’ın belirlediği bu hükmün
anlamını kavrar-kavramaz kendisine ulaşan herkesin, kabul edip
uyması zorunludur.
Yüce Allah:
“O insanı pişmiş çamur gibi kuru balçıktan yarattı. Cinleri de yalın bir
alevden yaratmıştır.” (Rahman Suresi, 14-15)
TEBLİĞ
Bu son derece büyük ve olağanüstü bir iştir. Öyle olması gerekir de.
Bu yüzden peygamberler sorumluluklarının büyüklüğünü
biliyorlardı. Yüce Allah kendilerine teslim ettiği yükün gerçek
mahiyetini onlara göstermişti. Yüce Allah’ın, peygamberine söylediği
şu söz bunu göstermektedir: “Şüphesiz biz sana ağır bir söz
vahyedeceğiz.” (Müzzemmil Suresi, 5) Sonra buna nasıl
hazırlanacağını, ne yapması gerektiğini öğretiyor: “Ey örtünen,
gecenin az bir kısmı hariç, kalk namaz kıl. Gecenin yarısında kalk
yada yarısından biraz eksilt, yahut ilave et. Kur’an’ı da ağır ağır oku.
Şüphesiz biz sana ayrı bir söz vahyedeceğiz.” (Müzzemmil Suresi, 1-
5) “Biz sana Kur’an’ı ağır ağır indiriyoruz. Öyleyse Rabbinin hükmüne
sabret. Onlardan günahkarlara veya kafirlere uyma. Sabah akşam
Rabbinin adını an. Gecenin bir kısmında da O’na secde et. Bir de
geceleyin uzun süre O’nu tesbih et.” (İnsan Suresi, 23-26) İşte yüce
Allah, peygamberine bunu öğretiyordu. Söylemesini ancak
söylediklerinin gerçek mahiyetini bilmesini emrediyordu: “De ki,
Allah’a karşı beni kimse savunamaz. O’ndan başka bir sığınak da
bulamaz. Benim yaptığım yalnız Allah’ın katından olan ve mesajını
tebliğ etmektir.” (Cin Suresi, 22-23)
İşin garip tarafı; bu insanın, bir ara kalkıp Allah’a ihtiyaç duymadığını
söylemesidir. O’nun himayesine, lütfuna, rahmet ve iyiliğine muhtaç
olmadığını söylemesidir. Hem de yüce Allah’ın -ilahî sisteme
dayanmadığı sürece yeterli olmayacağını bildiği ve peygamber
gönderip açıklamadığı sürece cezalandırmadığı akıl mekanizmasına
güvenerek. Bacaklarında biraz güç olduğunu sezen çocuk canlanıyor
gözümüzün önünde. Düşmemesi için kendisine dayanak yaptığı
ellerini yerden kesmeye çabalıyor bu çocuk. Ancak örnekteki çocuk,
daha doğru ve fıtrata daha uygun hareket etmektedir. Çünkü çocuk,
fıtratın çağrısına uyarak, ellerden kurtulma çabasındadır. Böylece,
bünyesinde gizli enerji harekete geçecek, özünde saklı kuvvet
gelişme sağlayacaktır. Alıştırma yapa yapa kaslar ve sinirler gelişip
güçlenecektir. Ancak günümüzde Allah’a dayanmak istemeyen ve
O’nun yol göstericiliğinden kaçan insana gelince, onun bünyesinin, -
içinde gizli tüm güçleriyle birlikte- Allah’ın desteğine ve yol
göstericiliğine ihtiyaç duymayacak yeterlilikte olmadığını yüce Allah
biliyor. İnsanın sahip olduğu yetenekler olsa olsa Allah’ın
peygamberlerinin duyurduğu mesajla olgunluğa erişebilir, düzelir ve
istikamet bulabilir. Yok eğer kendi başına davranıp, Allah’ın yol
göstericiliğini kabul etmezse sapıtır, derin bir boşluk içine girer, bir
bunalım hayatı yaşar.
166- Fakat Allah sana indirdiği kitabın kendi bilgisi altında indirilmiş
olduğuna şehadet eder. Melekler de buna şahitlik ederler. Aslında
Allah’ın şahitliği yeterlidir.
KÜFREDİP ZULMEDENLER
“… Kafirleri ve zalimleri…”
Aslında küfür zulmün ta kendisidir. Gerçeğe karşı zulümdür. Nefse
ve insanlığa karşı zulümdür. Kur’an-ı Kerim kimi zaman küfrü, zulüm
olarak ifade etmektedir. Şu ayetlerde olduğu gibi:
ALLAH’IN KELİMESİ
Bu ayetlerde ele alınan sorun ise, “teslis” sorunu ile bunun içerdiği;
“Mesih’in oğulluğu” efsanesidir. Bununla, yüce Allah’ın gerçek ve
dosdoğru bir birliğinin zihinlere yerleştirilmesi amaçlanmaktadır.
SON ÇAĞRI
Sonra da dağıldılar. İkinci gece herbiri tekrar aynı yerine gelip geceyi
onu dinlemekle geçirdi. Şafak sökünce de dağıldılar. Yine yolda
birbirleriyle karşılaştılar. Önceki sefer birbirlerine söylediklerini
tekrarlayıp dağıldılar. Üçüncü gece tekrar gelip sabaha kadar O’nu
dinlediler. Oradan ayrılırlarken tekrar yolda karşılaştılar. Bu sefer “Bir
daha gelmemek üzere anlaşalım” dediler. Böylece anlaşıp dağıldılar.)
Bu örneklerden sadece bir tanesidir. Hangi nesilde olursa olsun zevk
sahibi olanlar bu yönden Kur’an-ı Kerim’de bir özellik, bir güç ve
apaçık bir kanıt olduğunu anlarlar.
“Size apaçık bir ışık indirdik” ifadesi için söylediklerimiz her ne kadar
az ise de, bunun tadına varmayana, onu içinde hissetmeyene
sözlerimle bu gerçeği tasvir etmem imkansız. O halde bu anlamları
kavramak için zorluklara katlanmak gerek. Bizzat tatmak zorunludur.
Doğrudan doğruya denemek kaçınılmazdır.
Eğer adamın iki kız kardeşi varsa bunlara mirasın üçte ikisi verilir.
Eğer hem erkek hemde kız kardeşleri varsa erkeğin payı kızın
payının iki katı olur. Allah şaşırmayasınız diye hükmünü böyle
açıklıyor. Al/ah herşeyi bilir.
Genel ve kapsayıcı bir ifade “herşeyin mirasla ilgili olsun olmasın herşeyi
bilir. Aile ve toplum ilişkilerini, hüküm ve yasalarını bilir. Bundan sonra ya
herşeyi kapsayan Allah’ın açıklamasını uymak vardır ya da sapıklık. İnsan
hayatı için bir üçüncüsü bulunmayan iki yol: