Professional Documents
Culture Documents
KIRILMA
KIRILMA
TERAS KATI/DIŞ/GECE
- her an, her şey bir balık hafızasından geçiyor. (bunu her sayfayı
çevirdiğinde tekrar eder.)
ÖZGÜR üst üste tekrarlanan sesten sıkılır. Yüksek tonda bir sesle
girer
ÖZGÜR
-kes artık. Bütün sayfalar aynı.
ÖZGÜR mevcut durumu kabul edip, onca sayfada aynı şeyin yazması
kafasını kurcalar ve BAGERden, defterden yırtılmış sayfayı okumasını
ister.
ÖZGÜR
-hadi olan oldu artık. Aç şu sayfayı oku. Bu gece sinir ettin beni.
ARMANÇ abi sorarsa tenekeyi devirdik, aceleyle toplamaya çalışırken
kitaplarda düştü. Olan oldu.
BAGER
-’’ Bugün karım öldü. Ben halen türk dili ve edebiyatı öğretmeniyim.
Şuan bir otobüsün en arka koltuğunda, yetmişe yakın insanın
isteyerek dünyada ki konumlarını değiştirmek üzere yola koyulmuş
olduğu yolculuğun, kaçak ve zorunlu yolcusuyum. Bu satırları yazma
zorunluluğu hissetmemin sebebi bugünün her gün gibi sıradan
olmadığına kendimi ikna etme şartlanmamdır. Sırt çantamda bulunan,
dokuz seçme kitap ve günlüğüm dışında bir hiçim. tabi ceplerimi ölüm
tarihleriyle doldurmayı unutmadım. Özlemek filini üstüme bir ceket
gibi giyindim. Hem öğretmen olup bu zaman aralığında karısı ölmüş
yüzlerce insan tanıdım. insanın he gün karısı ölmüyor ki, bir kez
daha tekrara düşüyor dünya, yaşandığı gibi yazılmayan, yazıldığı
anlamıyla okunmayan şeyler hatırladım. Hayatım enine boyuna
öğrenmekle geçti. Öğrendiklerim hissedemediğim bir dilin,
anlaşılmadığım hudutları içerisinde zihnimin bütün zarlarının ırzına
geçilerek, çekiçle bir çiviyi yerine oturtana kadar vurulması gibi
öğretildi. Göz ardı etmemeli öyle güzel öğretiler ki, çıkıp
kafamdaki çivileri başkalarının kafasına çakmaktan başka yapacak
hiçbir şeyim kalmadı. Ikinin iki ile toplamına her dilde aynı sayı
karşılık gelir. Benim dilimde sayılar dışında bir şeyin karşılığını
bulmaya çalışırsanız, karşınızda yer yüzünün, tanrı yüzünü
bulursunuz.
Bugün hastaneden aradılar.
-ARMANÇ beyle mi görüşüyorum.
-evet buyurun
-karınız öldü
Öğrendiğim o bütün süsü anlamına mal olan kelimeler, içi boşaltılmış
bulutlar gibi hafif ve nedensiz zihnimin boşluğunda gezindiler.
Dilimin ucunda hiçbir şey yoktu. Zira burası dilimin sonuydu.
Telefondaki ses,
-ARMANÇ bey duydunuz mu? Dedi.
Zaman sesleri ve kendiyle birlikte bütün görüntüleri bükmüş, beni
bir in’in çarmıhında inim inim inletiyordu.
Bugün karım öldü. Ben halen türk dili ve edebiyatı öğretmeniyim.
Anlamıyor ve konuşamıyorum.
Bir gün babam da ölmüştü. Kan kıyamet falan yoktu. Ortalık süt
liman, ilk bahar yüzlerce tohumun şerbeti olmak için yeryüzüne
iniyordu. Annem muhtarlık seçim çalışması yapan amcamın yakasına
uzun bir kavağın çınar gövdesine düşmesi gibi yapışmıştı. Başından
kar beyazı tülbentti çamura, bir hediye gibi düşmüştü. Ağır ağır iç
çekip ağlıyordu. Ansızın amcamı çağıran minibüs şoförüne doğru dönüp
giderken amcam, kavak dizleri üstünde çamura eğilmişti. Alnı çamura
saplanmış vaziyete
‘’hey hevar cinarno, hey hewar xwye mın mır hewar rıhe mın mır.’’
Çığlıkları dilinin altından örünün sonuna akıyordu. Telefon
kapanmıştı, ya bulunduğum altıncı katın açık penceresinden fırlayıp
bedenim bu acıyı betonla parçalayacaktı, ya da sesim bu taşlaşmış
yüreklere bir ölüm tarihinin acısını bildirecekti. Ayağa kalktım,
genzimde karımın ölüm haberini pişirdim. Ömrümün en ücrasına
hapsedilmiş annemin diliyle çığırdım.
-zarokna, zarokna jinamın mır, hewar zarokna rıhe mın mır.
Okulun dışına nasıl çıktığımı, hastaneye nasıl ulaştığımı
hatırlamıyorum. Kendimi bilincim açık bulduğumda hastane
danışmasındaki görevliye
-karım ölmüş
-bir saniye beyefendi karınızın ismi nedir?
-xezal dağlı.
Klavyenin tik tak sesleri, ceylanların ürkekliğine sıkılan kurşunlar
gibi kulaklarıma saplandı. Işıklar üstüme bir silahlı asker gölgesi
gibi geliyordu.
beyefendi evet karınız ölmüş, hastanemizden bir ambulans talep
edilmiş fakat bildirilen adrese devam eden saldırı nedeniyle emniyet
güçleri izin vermemiş.
Tek kelime söyleyemeden koşmaya başladım. Göğüs kafesim birazdan bir
adım ilerime fırlayacakmış gibi sıkışmış haldeydi. Kararmak üzere
olan hava sanki bir zırh olmuştu. rüzgar bir sarsılma kadar rahatsız
ediyordu. Dakikalar sonra evin önündeydim. Ağzımı xezal diye açmak
istedim. Kapının eşiğinde kızım dedesi ve nenesi duruyordu.
Xezalın babası ‘’ ÖZGÜR olan yaşamdır, yaşayanın mahkûmiyeti
mutlaktır.’’ dediğinde. Bu sabah yerel bir dergide yayınlanan
şiirim, bir müsveddeye aktardığım son düşümün ilk iz düşümüydü.
Dağıtıldığı yerleri ilk öğrendiğimde, sorguya çekilmeyi göze
almıştım. Evimin, karımın yakılacağını düşünebilseydim, hiçbir şeyi
asla düşünmezdim.b
Bugün ben bir şiirle karımı öldürdüm. Kızım bir şiirin gazabına
uğradı. Ben halen türk dili ve edebiyatı öğretmeniyim. Ben bu dilde
öğrendiklerimi o kadar dilsiz kalarak öğrendim ki, bir gün öğretilen
bunca şeyle dönüp karımı öldürteceğimi bilemezdim. Bugün ne annemin
dili sığar ağzıma, ne de devletin dilini kusabilirim ağzımdan.
Geriye kalan ömrümün son mevsiminin kızımın saçlarına acımı göz
yaşlarımla akıtama bile izin verilmedi. Annem duvarın köşesinde
babamın öldüğü gün gibi dizlerini çamura saplamıştı. Derweşe evdi
klamını her kelimede yutkunarak söylüyordu. Gözlerimiz buluşunca
anladım ki, dil diye bir keşif dünyadan eksik kalabilirdi. Diline
son bir çabayla sürdü kelimeleri. yutkunarak
Armanca rıhe mın de here kura té te biqujin, xwli sero bireve,
Bugün adımlarımın şimdiye kadar olan izlerinden ayrılıyorum. Geride
şiir kaldı, şiirin içinde dağlı ölü bir xezal, bir kız çocuğu ve
ağıtıyla annem kaldı.
BAGER kürtçe anladığı için okumasına bir yerden sonra ağlamaklı devam
eder. Günlüğün kızıyla ilgili kısmında yanmış fotoğrafa bakar. ÖZGÜRün
baştaki dikkatsizlik ve aldırmazlığından eser kalmaz, yüzünün ortasına
bir binanın enkazı dökülmüş gibi darıma dağın vaziyete, başını iki
dizine koyup bekler. Ateş sönmek üzeredir, yıldızların parlaklığı
artmış araba ve korna sesleri nadiren duyuluyor. Yaklaşık bir saat
geçer. Kimse yerinden kımıldamaz ikisinden de tek kelime çıkmaz. Bütün
bunlardan habersiz.
BAGER
-ne yapacağız şimdi? Hiçbir şey olmamış gibi yapamayız.
ARMANÇ
-madem bir müsvedde içinde dilsiz bırakılmadım, sizi şahit yazacağım
kendime. Uyandırıldığımız dünya sanrılarla sınırların aşıldığı
duvarlarla çevrili. Işık, ses benzeri bütün duyularıma çarpan şeyler
beni eksiltip ufaltıyor. Herhangi birinin bir bavulu ömründe bir
kere kullanması gibi bende taşınabileceğim bütün adreslerden kendimi
topladım. Varabildiğim her adrese uğradığım son adres iştahıyla
açıyorum gözlerimi. annemin yüzünde kızımın varacağı şeyi
gördüğümden beri, dilim bir su haresine verilmiş konuşma hakkını
kullanmayıp mutlak kendisine benzeyen bir sonraki hareye bırakması
gibi lal bir berraklık içinde. Bütün sürdürüle bilinir düşler
zihnimi bir sürgün yeri olarak seçmiş ve bildiklerini sandıkları her
şeyden feragat ettiler. Enine boyuna durup beklediğim bütün acı
kusma nöbetlerimi bıraktım. Acım bir boz bulut gibi açı alıyor
güneşe karşı, sahip olunan ve sahip sanılan her kimlikten silinen
adım, süreriz bir çoğalma halinden yıkandı. Hangi dağın taşında
sesim kalmışsa dilerim bir avcının ayağının altında öldürmeye en
yakın yerde parçalanıp bir vadiye dağılır. Mecbur ve zorunlu
istikamet olarak belirlenmiş yaşamaktan, ölüm hakkımın anını
zamandan talep ederek her günün içinde düşünüp kullanmaya
yeltenmektir ayaklarımı halen bu çukurda eskiten. Eskiden ayraç diye
gözlerimi bıraktığım bütün kitaplar bugün içleri zihin salyası dolu
lağımları andırıyor. Kendi kirime denediğim bütün sular
başkalarından arta kalmıştı. Böylece arındığımı düşündüğüm her yer
daha çok kirlendiğimi anladığım başlangıç noktaları oldu. Başlangıç
ve son iki ucu son belki de sonsuzlukta ama mutlaka sonunda birleşen
aynı yerden ibareti. Şimdi durmadan biraz sonra olmaya devam
ederken, söyleyeceklerim bahsi geçen iki noktayı birleştirmekten
başka şey değildir. Başında bir kısmını başkalarının gözleriyle
gördüğüm bu alem, sonunda duvara bakmanın duvara bakmaktan başka şey
olmadığını benim gözümle ispatlamıştır. Velev ki hissetmenin bu
hastalıklı yanı asırlara bölüyor adımlarımı, hissettiğim yabani bir
dağlı xezaldır en olunmaz taşın en olunmak istenilen yerinde.
Hissettiğim evrenin bütün düşerek yahut çarparak kırılmış
yerleridir. İnsanlar bu ovayı bu binalar gibi çıkıyorlar, öyle
beton, böyle kaskatı.
Anlaşılıyor ki, insanlar dünyanın bütün uykularının sabahla
bittiğini sanıyor.
Anlaşılmalı ki, alışılmadık yerde tutuyor sabahtan sonraki uyku.
Ve dilim ağrıdan unutmuştur ağızda olduğunu, lütfen bir daha
dönmeyelim buna.