Professional Documents
Culture Documents
HUKUKA GİRİŞ
BİRİNCİ BÖLÜM
GENEL OLARAK
Kişilerin sosyal hayatta muhatap oldukları sosyal ilişkileri düzenleyen ve zorlayıcı olan kurallardan
oluşan bütünlük, hukuk olarak kabul edilir.
1. Hukukun Dalları
• Kamu Hukuku
Kamu hukuku; Devletin ve diğer kamusal kuruluşların ve memurların görev ve yetkilerini, devlet ve
diğer kamu kuruluşları arasındaki ilişkileri, devlet ve diğer kamu kuruluşlarının kendi emir ve otoriteleri
altındaki kişilerle olan ilişkilerini düzenler.
- Anayasa Hukuku
- İdare Hukuku
- Ceza Hukuku
- Uluslararası Hukuk
• Özel Hukuk
Özel hukuk, taraflardan biri diğerine göre üstün olmayan yani kamu erkini kullanmayan kişiler
arasındaki ilişkilere uygulanan hukuktur. Eşit oldukları varsayılan özerk iradeli kişilerin yatay düzeyde
oluşturdukları hukuksal ilişkileri düzenler. Kamu hukuku – özel hukuk ayrımında önemli olan;
taraflardan birinin kamu erkine sahip olması değil, aradaki ilişkide bunu kullanmasıdır.
- Medeni Hukuk
- Borçlar Hukuku
- Ticaret Hukuku
1
• Tarihî Hukuk: Belli bir ülkede belli bir zaman dilimi içinde uygulandıktan sonra yürürlükten kalkmış
olan hukuktur. Bilim ve teknikteki gelişmelerle değişen insan ihtiyaçları ile hukuk kuralları arasında sıkı
bir bağ vardır. Bu itibarla zaman içinde hukuk kurallarının değiştirilmesi ihtiyacı doğar. Tarihi hukukun
en önemli işlevi ise pozitif hukuk kurallarının yorumu ve anlaşılmasına yardım etmesidir.
• Yazılı Hukuk (Mevzu): Bir ülkede belli bir zamanda yürürlükte bulunan hukuk kurallarından sadece
yazılı olanları kapsar, konulmuş kurallardır. Kanunlar, kanun hükmünde kararnameler, uluslararası
antlaşmalar, tüzük ve yönetmelikler mevzuatın içeriğini oluştururlar.
• Örf ve Âdet Hukuku: Bir ülkede uzun süreden beri uygulana gelen ve hukuki yaptırıma bağlanmış
olan, yazılı olmayan hukuk kurallarıdır. Yazılı hukuk kurallarından farkı; bunların bir yetkili organ
tarafından yapılmayıp kendiliğinden zaman içinde uygulanır hale gelmeleridir. Örf ve âdet hukukunun
üç unsuru bulunmaktadır:
- Tekrarlanma
- Genel kabul görme
4. Hak Kavramı
Hak düşüncesi insanın ruhsal yaşantısında saklı doğal bir olgudur. Hukuk kurallarının düzenlediği
ilişkiler çok çeşitli oldukları için bu kurallardan doğan haklar çeşitli adlar ve türlere ayrılmaktadır. İlk
önce hakkın konusu hakkın niteliğine göre değişir. Örneğin kişilik haklarının konusu hak sahibinin
kendi kişilik alanına giren bütün değerlerdir. Bu anlamda hayat, sağlık, beden bütünlüğü, hürriyetler,
şeref ve haysiyet, sır çevresi, isim gibi haklardan bahsedilebilir. Ayni hakların konusu ise eşyadır. Eşya
ekonomik değer taşıyan kişilik dışı maddi varlıklardır. Bir diğer ayrım hakkın sahibi ile ilgilidir.
Hakkın sahibi kişilerdir. Bu anlamda kişinin biri gerçek kişi, diğeri tüzel kişi olmak üzere ikiye ayrılır.
Hukuk alanı içinde hukukun koruduğu haklar da ayrıma tabi tutulmuştur. Bu ayrımda hakların bir
bölümü kamu hukuku, bir bölümü ise özel hukuk tarafından düzenlenmiş ve korunmuştur.
2
4.1. Mutlak Haklar
Mutlak Haklar, sahibine maddi ve maddi olmayan (gayri maddi) bütün mallar ile kişiler üzerinde en
geniş yetkileri veren ve sahibi tarafından herkese karşı ileri sürülebilen haklardır. Mutlak haklar ya
malvarlığı ya da kişiler üzerinde söz konusu olmaktadır.
3
verir. Bu haklar kural olarak sadece borç ilişkisinin diğer tarafına karşı ileri sürülebilen haklardır, üçüncü
kişilere karşı ileri sürülemezler.
Yorum Yöntemleri
Kanunlar, genel ve soyut nitelik taşıyan kurallardan oluşur. Hâkimlerin hukuku uygulaması sırasında, bu
soyut ve genel kurallar somut ve özel olaylara uygulanır. Bu yapılırken de birtakım yorum yöntemlerine
başvurulur.
• Deyimsel (Lafzi) Yorum Yöntemi: Kanun hükmünün yorumlanmasında kelimelerin hukuk dili ve
günlük dildeki anlamlarını, metin içindeki yerlerini, cümlenin kuruluş biçimini, noktalama işaretlerini
ve dil bilgisi kurallarını, ifadesini esas alan yorum metodudur. Sözel yorum metoduyla kanundaki ifade
biçimleri ve sözcükler değerlendirilir ve anlamları açıklanır.
• Tarihî Yorum (Subjektif Yorum) Yöntemi: Kanun, kanun koyucunun bir eseri, o andaki bir
iradesinin ürünü olduğu için, kanunun yapıldığı andaki kanun koyucunun iradesinin araştırılmasına
ilişkin yöntemdir.
• Objektif Yorum (Amaçsal Yorum) Yöntemi: Hukukun genel kavramlarına göre, tekniğin gelişimi
ve şimdiki şartlar göz önünde tutularak ondan çıkarılabilecek anlamın araştırılması yöntemidir.
Yorum Araçları
• Zıt Kanıt Yöntemi: Kanunda belirli bir eylem, davranış veya ilişki hakkındaki düzenleme biçiminden,
bunların tam aksi olup da kanunda düzenlenmemiş bulunan, yani hakkında hüküm bulunmayan bir
eylem, davranış veya ilişkinin kanundaki düzenleniş biçiminin tamamen aksi olan bir hükme tabi
tutulmak istendiği sonucunu çıkarmaktır. Örneğin; özgürlüklerin hukuka ya da ahlaka aykırı olarak
sınırlanamayacağını hükme bağlamıştır. Bu hükmün zıt kavramından, özgürlüklerin hukuka veya ahlaka
aykırı olmamak kaydıyla sınırlanabileceği sonucuna varılabilir.
• Kanunun Evleviyetle Uygulanması (Haydi Haydi): Bir kanun hükmünün düzenlediği durumun
önceliğinde kalan olaylara uygulanmasıdır. Kanunda bulunan daha hafife ilişkin bir hükmün daha ağıra
ya da daha az önemliye ilişkin bir hükmün daha önemli bir olguya da uygulanmasıdır. Örneğin, kanunda
evlenme engelleri olarak bulunan düzenlemelerin nişanlanma engelleri olarak kabul edilmesidir.
4
6. Medeni Hukuk Kurallarının Çeşitleri
Tanımlayıcı Kurallar
Hukuki bir kavramın veya müessesenin ne anlama geldiğini açıklayan kurallardır. Örneğin, nişanlanma
evlenme vaadiyle olur veya yerleşim yeri bir kimsenin sürekli kalma niyetiyle oturduğu yerdir.
5
İKİNCİ BÖLÜM
MEDENİ KANUN
BAŞLANGIÇ HÜKÜMLERİ
Medeni kanunun, ‘başlangıç’ başlığını taşıyan hükümleri yedi maddeden oluşmaktadır. Bu hükümler
sadece Medeni kanun için değil Borçlar ve Ticaret kanununda da uygulama alanı bulacaktır. Bu
maddelerde şu konular ele alınmıştır:
Kanunun uygulanması
Dürüstlük ilkesi
İyi niyet
Hâkimin takdir yetkisi
Borçlar kanununun, medeni hukuk alanında uygulanma
İspat
Resmî sicil ve belgeler
1. Kanunun Uygulanması
Kanun özüyle ve sözüyle değindiği bütün konularda uygulanır. Kanunda uygulanabilir bir hüküm
bulunmaz ise hâkim örf ve âdet hukukuna müracaat eder. O konu hakkında örf ve âdet hukukunda da
herhangi bir düzenleme bulunmadığı hâkim hukuk yaratma yoluna gidecektir. Yukarıdaki açıklamayı
irdeleyecek olursak;
Öncelikle hâkim olaya kanunu uygulamak zorundadır. Kanunda o konuya ilişkin herhangi bir hüküm bulunmadığı
takdirde kanun boşluğu ortaya çıkar. Bu durumda hâkim yazılı olmayan kurallara yani örf ve âdet hukukuna
başvurur. Diğer bir ifadeyle kanun boşluğunun varlığını halinde hâkim örf ve âdet hukukuna başvurur.
O konu hakkında örf ve âdet hukukunda da herhangi bir düzenleme bulunmadığı takdirde hukuk boşluğu ortaya
çıkar. Bu durumda hâkimin hukuk yaratma yani kural koyma yoluna başvurması gerekir. Diğer bir ifadeyle hâkim,
hukuk boşluğunun varlığı hâlinde hukuk yaratır.
6
3. Hâkim Tarafından Yaratılan Hukuk
“Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa hâkim, örf ve âdet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun
koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir, yani hukuk yaratır” hükmü hâkime
çözmek zorunda olduğu meseleye uygulanacak kuralı, gerektiğinde bizzat yaratma yetkisi vermiştir.
Çünkü bu durumda ne kanun ne de uyuşmazlığa uygulanabilecek olan herhangi bir örf ve âdet kuralı
bulunmamaktadır. Bu durumda bir hukuk boşluğu ortaya çıkacağından, hâkimin tarafları çözümsüzlükle
baş başa bırakmamak için o olaya özgü olan bir kural yaratma yani hukuk yaratma yoluna gitmesi
gereklidir.
Bu durum, hukuk boşluklarının doldurulması konusunda hâkimlere çok önemli ve çok büyük bir görev
vermiştir. Bu nedenle hâkimin bir hukuk boşluğunu doldurmak amacıyla kanun koyucuymuş gibi bizzat
bir hukuk kuralı koymak ve koyduğu bu kurala göre sorunu çözümlemesine hâkimin hukuk yaratma
yetkisidenir. Ancak bu durum hâkim için bir yetki olduğu kadar aynı zamanda bir görevdir. Bu nedenle
hâkim, kanunda ve örf ve âdet hukukunda meseleye uygulanacak bir kural bulunmadığı gerekçesiyle
hâkim bir uyuşmazlığı çözmekten kaçınamaz. Toparlamak gerekirse hâkimin hukuk yaratmasının
şartları;
Hâkimin çözmek zorunda olduğu meseleye uygulanabilir bir kanun hükmü bulunmamalıdır.
Örf ve âdet hukukunda da söz konusu olaya uygulanacak bir kural bulunmamalıdır.
Kıyas yoluyla bir boşluğun doldurulmasının mümkün olmadığı hâllerde, hâkim büsbütün orijinal bir kural
koyarak boşluk doldurma yoluna gidebilir. Hâkim bir hukuk kuralı yaratırken; hareket noktası önündeki somut
olay olmakla beraber, yarattığı hukuk kuralının bu olaydan ayrı olarak buna benzeyen tüm olaylarda da
uygulanabilecek doğru ve adil bir kural olması gerekir. Başka bir deyişle, hâkim, yaratacağı kuralın soyut ve genel
bir mahiyet taşımasına özen göstermelidir.
DİKKAT !!!! Hakim, hukuk yaratırken bilimsel görüşlerden ve yargı içtihatlarından faydalanabilir.
7
DİKKAT !!!! Hâkimin hukuk yaratırken başvuracağı yöntemler arasında; yorum yapma, analiz yapma
veya atıf yapma yolları bulunmamaktadır. Diğer bir ifadeyle hâkim hukuk yaratırken atıf, analiz ve
yorum yapamaz.
DİKKAT !!!! Hâkimin yorum yapması bir boşluk doldurma faaliyeti olamaz ancak yorum, boşluk olup
olmadığını hâkimin anlayabilmesi için başvurulan bir araç durumundadır.
Hâkimin yarattığı hukuk kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı değildir zira hâkimin yarattığı hukuk kanun niteliğinde
değildir ve yasama yetkisine müdahale olarak değerlendirilemez.
Hâkim objektif şekilde hareket ederek genel ve soyut bir hukuk kuralı yaratmalıdır.
Hâkimin yarattığı hukuk kuralı diğer hâkimleri ve daha sonra önüne gelecek somut olaylarda kendisini bağlamaz.
Hâkimin yarattığı hukuk, üst yargı denetimine tabidir. Buna göre hâkimin yarattığı hukuk Yargıtay tarafından
denetlenir .
Hâkim hukuk yaratırken, Anayasa’nın değer hükümlerini ve mevcut yazılı kuralları dikkate almak zorundadır.
4. Boşluk Türleri
• Kural İçi Boşluk: Hukuki mesele için kanunda somu bir çözüm öngörülmüştür. Ancak bu kuralın
somut olaya doğrudan uygulanması mümkün değil. Diğer bir ifadeyle kanun koyucu bilinçli olarak bir
çözüm bulunabilmesi için çözümü uygulayıcıya yani hâkime bırakmıştır. Başka bir açıdan yaklaşacak
olunursa; soyut kurallar, somut olaya uygulanırken (kural içi boşluk doldurulurken) hâkim takdir
yetkisini kullanır, hakkaniyete göre karar verir. Örneğin,manevi tazminatın miktarını hâkim
hakkaniyete göre tayin eder yani takdir yetkisini kullanır.
8
• Kural Dışı Boşluk: Kanun koyucunun istemeden bıraktığı boşluklardır. Kanun koyucu durumu
gözden kaçırmış ya da durum düzenlemelerden sonra ortaya çıkmıştır. Bu durumda kuralın bulunmadığı
kabul edilecek ve hâkim kural koyma diğer bir ifadeyle hukuk yaratma yoluna başvuracaktır.
• Örtülü Boşluk: Hukuki uyuşmazlığa ilişkin olarak kanunda bir düzenleme vardır. Ama yasa koyucu
ayrıntıyı düzenlemediğinden somut olaya uygulanmasında haksızlık ortaya çıkabilir. Yani düzenleme
bilerek değil istemeden eksik kalmıştır. Diğer bir ifadeyle kanunun anlamının ve amacının zorunlu
kıldığı bir hükmün kanuna eklenmemesi hâlidir. Bu durumda kanunda yer alan iki hükmün bir biri ile
çelişmesi söz konusudur.
• Açık Boşluk (Gerçek Boşluk): Kanunda konuyla ilgili bir düzenleme yoktur. Bu durumda gerçek
manada bir boşluk bulunmakta ya da diğer bir ifadeyle olaya uygulanacak bir kural bulunmamaktadır.
Bu durumda kuralın bulunmadığı kabul edilecek ve hâkim kural koyma diğer bir ifadeyle hukuk yaratma
yoluna başvuracaktır.
Kanun boşluğu Yazılı bir kuralın bulunmaması Örf ve âdet kuralına başvurur
Kural içi boşluk Kural içinde eksiklik bulunması Takdir yetkisini kullanır
5. Dürüstlük İlkesi
Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.
Kanun bu hükmüyle, bir hakkı kullanırken veya bir borcu yerine getirirken nasıl davranmamız
gerektiğini gayet genel bir biçimde belirtmektedir. Bu kurala dürüstlük kuralı denilmektedir. Dürüstlük
kuralları, herhangi bir makam tarafından konulmuş bulunan yazılı kurallar değildir. Bunlar “toplumdaki
dürüst, namuslu ve orta zekâlı kişilerin ahlak, dürüstlük ve karşılıklı güven esaslarına uygun olarak
sürekli davranışları sonucunda meydana gelen ve uygun görülerek benimsenen kuralların tümüdür”.
9
O hâlde, bir hak sahibi hakkını kullanırken veya bir borçlu borcunu yerine getirirken dürüstlük
kurallarına uygun davranıp davranmadığını anlamak için kişinin hareketlerinin toplumun hareketlerine
uygun olup olmadığına bakılır. Bu durumda kişi hayatın her alanında içinde yaşadığı toplumun
hareketlerini sürekli uygulamak zorunda kalır ve bu durumda dürüstlük kuralına aykırı hareket etmemiş
sayılır. Bu durumda denilebilir ki dürüstlük kuralı objektif olup kişiden kişiye değişen kurallar değildir.
Örneğin yüklü miktarda olan borcunu demir paralar hâlinde ödemeye kalkması kişinin dürüstlük
kuralına uygun davranmadığı anlamına gelir.
Dürüst davranma ilkesinin uygulama alanı yaygın olup sınırlı sayıda değildir. Bu alanların bazılarını
şu şekilde ifade etmek mümkündür:
Kanunun yorumlanması ve tamamlanması
Yan yükümlülüklerde
DİKKAT !!!! Dürüstlük kuralları, hakların kazanılmasında (hukuki bir sonucun doğumunda - iyi niyetin
uygulandığı hâllerde) uygulanmaz. Hatta denilebilir ki hakları kazanırken iyi niyetli; hakları kullanırken
dürüst olmak gerekir.
• Hakkın Kötüye Kullanılması Yasağı: Sahip olunan bir hakkın açıkça kötüye kullanılması hukuka
aykırıdır. Hakkın kötüye kullanılmasının şartlarını aşağıdaki şekilde ifade edebiliriz:
o Hukuk düzenince tanınmış bir hakkın bulunması
o Hakkın açıkça doğruluk ve güven kurallarına aykırı olarak kullanılmış olması
o Hakkın bu şekilde kullanımı nedeniyle başkalarının zarar görmesi veya zarar görme tehlikesi ile karşı karşıya
kalması.
Örneğin, mülkiyet hakkının kullanımında yarar olduğu ölçüde arazinin üstünde ve altında dilediği
faaliyetleri yapabilme yetkisini malike verir. Bu yetkisine dayanarak bir kişinin arazisi üzerinde yüksek
bir duvar yapması mümkündür, bu konuda herhangi bir hukuki engel söz konusu değildir. Ancak, bu
duvar komşuya zarar veriyorsa mesela komşunun manzarasını kapatıyor ise malikin duvarın boyunu
azaltması gerekmektedir. Zira hakkın bu şekilde kullanımı başkalarına zarar verir ya da tehlike yarattır.
Örneğin; vasilik sıfatı kötüye kullanılırsa vasi görevden alınır. Örneğin; eşlerden biri kendisine tanınmış
olan evlilik birliğini temsil yetkisini kötüye kullanırsa diğer eş bu yetkinin onun elinden alınmasına
hakimden talep edebilir.
10
DİKKAT !!!! Hakkın kötüye kullanılması yasağı emredici bir kural olması nedeniyle tarafların aksini
kararlaştırmaları mümkün değildir.
6. İyi niyet
Hakların doğumuna engel olan bir durumun somut olayda varlığı veya hakkın doğumu için gerekli olan
unsurlardan birinin somut olayda yokluğu karşısında kişideki mazur görülebilir bir bilgisizlik veya yanlış
bilgi iyi niyet olarak nitelendirilir. Kanunun iyi niyete hukuki bir sonuç bağladığı durumlarda, asıl olan
iyi niyetin varlığıdır. Ancak, durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse
iyi niyet iddiasında bulunamaz.
DİKKAT !!!! İyi niyet kuralı hakların kazanılmasında önem arz eder ya da diğer bir ifadeyle bir hukuki
sonucun doğumunda kişinin iyi niyetli olması gerekir. Ayrıca kişinin somut olayda iyi niyetli olup
olmadığını öğrenebilmek için o kişiye bakılması gerekir bu nedenle iyi niyet subjektif bir kavramdır.
Bir hakkın kazanımı için birden çok kişinin irade beyanında bulunmasının gerekmesi hâlinde ilgili
kişilerin tamamının da iyi niyetli olması gerekir. İçlerinden birinin kötü niyetli olması durumunda tümü
kötü niyetli sayılır ve söz konusu hakkın kazanımına engel olur.
DİKKAT !!!! Temsilcinin iyi niyeti temsil edilen de iyi niyetli olduğu zaman anlam kazanır. Başka
bir anlatımla, eğer temsilci iyi niyetli ancak temsil edilen kötü niyetli ise ve temsil edilen temsilcinin iyi
niyetinden istifade ederek hak kazanma çabası içine girmişse söz konusu hakkı kazanması mümkün
değildir.
DİKKAT !!!! Hakların kazanılmasında iyiniyetin varlığı şart olmakla birlikte olağanüstü zamanaşımı
yoluyla taşınmaz mülkiyetinin kazanılmasında iyi niyet aranmaz.
11
8. Genel Nitelikli Hükümler
Medeni kanun ve Borçlar kanununun genel nitelikli hükümleri, uygun düştüğü ölçüde tüm özel hukuk
ilişkilerine uygulanır. Bu durumu daha önce ifade etmiştik. Borçlar kanunu sanki Medeni kanunun borç
ilişkilerinde uygulanan kitabı olarak ortaya çıkar. Borçlar kanunu, Medeni kanunun ayrılmaz bir parçası
durumuna gelir.
9. İspat Kuralları
Bir olayın veya olgunun varlığı ya da yokluğu hakkında hâkimin kanaat sahibi olmasına yönelik
faaliyettir ispat. Başka bir deyişle iddiamızın doğruluğu konusunda hâkimin ikna edilmesi işlemidir.
Taraflardan her biri, kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, hakkını dayandırdığı olguların varlığını
ispatla yükümlüdür.
İddiasını bir karineye dayandıran kişinin bu durumu ispatlaması gerekmeyip aksini iddia eden kişinin
bunu ispatlaması gerekir. Bu durumda karineler ispat yükünü ters döndürmektedir. Tekrar belirtmek
gerekirse bu karinelerin mevcudiyeti hâlinde iddiayı atan değil karşı taraf bu iddianın doğru olmadığı
yönünde ispat yükü altına girer.
Karine; mevcut ve bilinen olgulardan bilinmeyen bir olgunun çıkarılmasıdır.
Adi karineler, aksi ispat edilebilen karinelerdir. Örneğin; ölüm karinesi, iyi niyet karinesi, birlikte ölüm karinesi,
resmî sicil ve senetlerin içeriklerinin doğruluğu karinesi, babalık karinesi, taşınıra zilyet olan kimsenin iddia ettiği
hakkın sahibi olduğu karinesi, resmî belgelerin doğruluğu karinesi, masumiyet karinesi vs.
Kesin karineler, aksi ispatı mümkün olmayan karinelerdir. Örneğin, tapu sicilindeki kayıtların ilgili herkesçe
bilindiği karinesi, bir yerleşim yeri kurulmadıkça eskisinin korunduğu karinesi, aleni sicillerin içeriklerinin bilindiği
karinesi, erginlik karinesi, yapılan ilanı ve resmî belgelerin içeriğini herkesin bildiği karinesi vs.
DİKKAT !!!! Resmî sicil ve senetler, belgeledikleri olguların doğruluğuna kanıt oluşturur. Bunların
içeriğinin doğru olmadığının ispatı, kanunlarda başka bir hüküm bulunmadıkça, herhangi bir şekle
bağlı değildir.
12
İKİNCİ KISIM
BİRİNCİ KİTAP
KİŞİLER HUKUKU
BİRİNCİ BÖLÜM
GERÇEK KİŞİLER
13
Birlikte Ölüm Karinesi
Birden fazla kişiden hangisinin önce veya sonra öldüğü ispat edilemezse hepsi aynı anda ölmüş sayılır. Bu kişiler birbirlerinin mirasçısı
olamazlar. Ayrıca birlikte ölüm karinesinin uygulanabilmesi için ölümlerin aynı olay içinde olması şart değildir.
Kendisinden uzun zamandan beri haber alınamayan bir kimse hakkında, son haber tarihinden itibaren 5 yıl
geçtikten sonra ilgililer mahkemeye başvurabilir.
Gaiplik Kararı İstenebilmesi Şartları: Yukarıdaki olasılıklar gerçekleştiği takdirde ilgili kişiler,
kaybolan kişi hakkında gaiplik kararı verilmesini isteyebilirler. Başvuru üzerine mahkeme gaipliğine
karar verilecek kişi hakkında bilgisi bulunan kimseleri, belirli bir sürede bilgi vermeleri için usulüne
göre yapılan ilanla çağırır. Bu süre, ilanın yapıldığı günden başlayarak en az 6 aydır. Süre sonunda
kaybolan kişiyle ilgili bilgi verilmediği takdirde mahkeme, kişinin gaipliğine karar verir ve bu durumu
ilan eder. Sonuç olarak en az iki kez ilan yapılmalıdır.
Gaiplik Kararının Sonuçları: Gaiplik kararı geriye etkili olarak hüküm ifade eder. Böylece kaybolan
kişi ölüm tehlikesi veya son haber tarihinden itibaren gaip olmuş sayılır ve hukuki sonuçlar bu andan
itibaren doğar.
Gaibin Malvarlığının Mirasçılara İntikal Etmesi: Kanun, mirasçıları ve mirastan yararlanan diğer kimselerin
mirastan alacakları malları gerektiğinde ortaya çıkan gaibe veya ölüm tarihi belli olduğu ve buna göre mirastaki
hak sahibi değiştiği takdirde tercih edilecek olan bu kimselere iade edeceklerine dair bir teminat göstermelerini
aramıştır. Ancak teminat belirli sürelerle sınırlanmıştır ve gaiplik hükmü ölüm tehlikesi içinde gaip olmaktan ileri
gelmişse beş yıl, uzun süreden beri haber alınamamaya dayanıyorsa on beş yıl ve her hâlde gaibin yüz yaşına
varacağı süre içinde gösterilir. Beş yılın başlangıcı; malların teslim edildiği gün ve on beş yılın başlangıcı alınan
son haber tarihidir.
14
Gaibin Evliliğinin Feshedilebilmesi: Gaiplik kararı ile gaibinevliliği kendiliğinden sona ermez. Gaibin eşi ya
gaiplik davasıyla birlikte veya ayrıca açacağı bir dava ile evliliğin feshini isteyebilir.
Ölümüne kati (kesin) gözle bakılan olay içinde kayıp Ölümüne muhtemel gözle bakılan olay içinde kayıp
Belli sürenin geçmesi beklenmez. Bir ve beş yıllık sürelerin geçmesi beklenir.
Evlilik kendiliğinden sona erer. Evlilik kendiliğinden sona ermez feshi gerekir.
3. Kişiliğin Ehliyetleri
Gerçek kişilerin ehliyetleri, hak ve fiil ehliyeti olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Bunlardan hak ehliyeti
pasif bir ehliyet türü olup yararlanma ehliyeti iken fiil ehliyeti ise aktif bir ehliyet türü olarak hakları
kullanma ehliyeti olarak kabul edilmektedir.
Hak Ehliyeti
Hak sahibi olabilme ve borç altına girebilme yeteneğine hak ehliyeti denir. Kişinin hak sahibi
olabilmesi veya borç altına girebilmesi için herhangi bir eylemde bulunmasına gerek yoktur. Örneğin,
akıl hastası bir kişi hak ehliyetine sahiptir.
Çocuk sağ ve tam doğmak şartıyla ana rahmine düştüğü andan itibaren medeni haklardan istifade eder
yani hak ehliyetine sahip olur. Buna göre hak ehliyeti, ana rahminde başlayan bir süreçtir. Ana
rahmindeki cenin beklenen ve şarta bağlı bir hakka sahiptir. Bu şart, sağ ve tam doğumdur. Şart
gerçekleştiği anda hak ehliyeti geçmişe etkili olarak başlar. Ayrıma tabi tutulmaksızın her insanın hak
ehliyeti vardır. Buna göre bütün insanlar hukuk düzeninin sınırları içinde, haklara ve borçlara ehil
olmada eşittirler.
15
Fiil Ehliyeti
Bir kimsenin kendi fiil ve hareketleriyle kendi isteği ile hak kazanma etmesi ve bu hakları değiştirmesi
veya ortadan kaldırması, borç altına girmesi, onları değiştirmesi veya ortadan kaldırması kısaca; kendi
fiilleriyle hak kazanabilmesi ve borç altına girebilmesidir.
3. Kısıtlı Olmama
Kısıtlama, kanunda belirtilen sebeplerden birinin varlığı durumunda,bir kişinin fiil ehliyetinin mahkeme
kararı ile sınırlandırılması veya kaldırılmasıdır. Kısıtlama sebepleri kanunda sınırlı sayıda gösterilmiştir.
Bu sebepler;
a) Akıl Hastalığı veya Akıl Zayıflığı: Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle işlerini göremeyen veya
korunması ve bakımı için kendisine sürekli yardım gereken ya da başkalarının güvenliğini tehlikeye sokan her
ergin kısıtlanır.
b) Savurganlık, Alkol veya Uyuşturucu Madde Bağımlılığı, Kötü Yaşama Tarzı, Kötü Yönetim
c) Özgürlüğü Bağlayıcı Ceza: Bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkum olan her
ergin kısıtlanır.
d) Kişinin İsteği Üzerine Kısıtlama: Yaşlılığı, sakatlığı, deneyimsizliği veya ağır hastalığı sebebiyle işlerini
gerektiği gibi yönetemediğini ispat eden her ergin kısıtlanmasını isteyebilir.
16
DİKKAT !!!! Yaş küçüklüğü bir kısıtlılık sebebi değildir. Ancak velayet altında değilse vesayet altına
alınma sebebi olarak kabul edilir.Mahkeme, kısıtlama kararı vermeden önce (b) ve (d) durumlarında
kişiyi dinlemelidir. Diğer hallerde ise dinlemek hakimin takdirine bağlıdır.
Kısıtlama Kararında Usul: Kısıtlama kararı kesinleşince hemen kısıtlının yerleşim yeri ile nüfusa
kayıtlı olduğu yerde ilan olunur. Kısıtlama kararı, iyi niyetli üçüncü kişileri ilandan önce
etkilemez.Kısıtlılık kararı henüz ilan edilmeden önce bu kişilerle işlem yapan karşı taraf iyiniyetli ise
işlem, yasal temsilciden izin alınmadan yapılmış olsa bile, geçerlidir. Fakat bu kural tam ehliyetsizler
bakımından uygulanmaz ve yapılan işlemler herhalde kesin hükümsüzdür.
Kısıtlama Kararının Kalkması: Özgürlüğü bağlayıcı cezaya mahkûmiyet sebebiyle kısıtlı bulunan kişi
üzerindeki vesayet, hapis halin sona ermesiyle kendiliğinden ortadan kalkar. Diğer hâllerde ise
kısıtlılar üzerindeki vesayet, yetkili vesayet makamının kararıyla sona erer.
Tam Ehliyetliler
Ergin, ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlanmamış olan kişiler tam ehliyetlidir. Hukuki işlem ve
sorumluluk ehliyetleri bulunmaktadır.
Tam Ehliyetsizler
Ayırt etme gücüne sahip olmayan kişiler tam ehliyetsizler grubunu oluşturmaktadır. Kanunda gösterilen
ayrık durumlar saklı kalmak üzere, ayırt etme gücü bulunmayan kimsenin fiilleri hukuki sonuç
doğurmaz. Bu hukuki işlemlerin tam ehliyetsiz olan kişiyi borç altına sokan işlemlerden olup olmaması
önemli değildir. Tam ehliyetsizi borç altına sokmayan onun menfaatine olan örneğin bağışlama
sözleşmesi (bağış alan olarak) yapması hâlinde dahi bu işlem geçersiz olur. Örneğin, vesayet altındaki
sürekli olarak ayırt etme gücünden yoksun ergin K’nın şehirde dolaşırken işportadan bir kazak satın
almıştır. Sözleşme yapabilme ehliyeti bulunmadığı için satım sözleşmesi kesin olarak hükümsüzdür.
Toparlamak gerekirse; tam ehliyetsizlerin kural olarak hukuki işlemleri yapıldığı andan itibaren
geçersizdir, kesin hükümsüzdür, batıldır. Tam ehliyetsizlerin hukuki işlemlerinin geçersiz sayılması
kendiliğinden olmaktadır ayrıca bir işlem yapılmasına, dava açılmasına gerek yoktur. Geçersiz olan bu
işlemler için dava açılsa dahi mahkemenin kararı sadece geçersizliğin tespiti kararından ibaret olur.
Ayrıca bu kişilerin hukuki işlemlerinde kesin hükümsüzlük söz konusu olduğundan diğer tarafın
iyiniyeti ya da yasal temsilcinin icazeti gibi durumlar dahi işlemi geçerli kılamaz.
17
Örneğin; tam ehliyetsiz olan A, kendisine ait saati B’ye satmış ve teslim etmiştir. Bu durumda yapılan
sözleşme geçersizdir.
Dava Açılması Gereken İşlemleri: Kanunda yer alan iki istisnai halde tam ehliyetsizlerin yaptığı
hukuki işlemler için dava açılmadığı takdirde bu işlemler hukuki sonuç doğurmaya devam eder. Bu
durumda mahkemenin vereceği karar tespit kararı olmaz çünkü hukuki işlemler mahkeme kararına
kadar geçerli sayılmaktadır. Bu nedenle bu iki durumda mahkemenin vereceği karar yenilik doğurucu
bir karar olur. Diğer bir ifadeyle geçerli işlemi geçersiz sayan bir karar olur. Bu işlemler yapmış
oldukları evlenme ve ölüme bağlı tasarruflarıdır. Buna göre;
Geçersiz bir evlilik ancak hâkim kararı ile sona erer. Mutlak butlan hâlinde bile evlenme, hâkimin kararına kadar
geçerli bir evliliğin bütün sonuçlarını doğurur. Görüldüğü üzere, tam ehliyetsizlerin yaptığı evliliği sona erdirmek
için iptal dava davası açılması gerekmektedir.
Ölüme bağlı bir tasarruf miras bırakanın tasarruf ehliyeti bulunmadığı bir sırada yapılmışsa iptali için dava
açılabilir.
Sorumluluğun Olduğu Hâller: Tam ehliyetsizlerin yaptığı hukuki işlemler sonuç doğuramayacağı
gibi, bu tip kişilerin haksız fiil sorumluluğunun varlığından da kural olarak söz edilemez. Çünkü
haksız fiilden dolayı bir kişinin sorumlu tutulabilmesi için kusurunun bulunması gerekmektedir. Tam
ehliyetsizlerin ise kusura yönelik bir iradelerinin olamayacağı açıktır. Fakat kusursuz sorumluluk
hâllerinde (örneğin, araç işletenin sorumluluğu vs.) ve hakkaniyetin gerektirdiği durumlarda (örneğin,
zengin bir akıl hastasının fakir birinin malına zarar vermesi) temyiz kudretinden sürekli olarak yoksun
olan kişiler sorumlu tutulabilir. Ayrıca ayırt etme gücü bulunmayan bir kişi yararına iş yapılması
durumunda vekâletsiz iş görmeden doğan hükümler uygulama alanı bulur.
Tam ehliyetsizler sebepsiz zenginleşmeden dolayı da sorumlu olurlar. Çünkü sebepsiz zenginleşmenin
varlığı için zenginleşenin kusuru aranmaz.
Tam ehliyetsizler şahsa sıkı sıkıya bağlı haklarını kullanamazlar. Yasal temsilcileri de bu hakları kural
olarak onlar adına kullanamaz.
DİKKAT !!!! Temyiz kudretinden geçici olarak yoksun bulunan kimseler ise haksız fiillerinden dolayı
kural olarak sorumludurlar. Fakat bu kişiler temyiz kudretini geçici olarak kaldıran duruma kendi
kusurlarıyla düşmemiş olduklarını ispat ederlerse sorumluluktan kurtulurlar. Örneğin kişi kendi
iradesiyle sarhoş olup tam ehliyetsiz olarak haksız fiil sonucu başkasına zarar verirse bu durumdan tam
olarak sorumlu tutulur.
18
Sınırlı Ehliyetsizler
Ayırt etme gücüne sahip olmakla birlikte Küçük veya Kısıtlı olan kişiler bu gruba girmektedir. Örneğin
on yedi yaşındaki A ile otuz beş yaşında ama kötü yönetim nedeniyle mahkeme tarafından kısıtlanmış
olan B’nin her ikisi de sınırlı ehliyetsiz sayılmakta ve hukuki işlem ehliyetlerinin aynı olduğu kabul
edilmektedir.
Hukuki İşlem Ehliyeti: Sınırlı ehliyetsizler, yasal temsilcilerin rızası olmadıkça, kendi işlemleriyle
borç altına giremezler. Koruma düşüncesi ile getirilmiş olan bir düzenlemedir. Çünkü bu kişilerde
ehliyetsizlik asıl ehliyetli olmaları ise istisnadır. Ancak yasal temsilcileri olan veli ya da vasilerinin izni
ile hukuki işlem sonucu borç altına girebilirler. Diğer bir ifadeyle sınır ehliyetsiz, yasal temsilcisinden
izin alamamış ise o işlemi kendisi değil, yasal temsilcisinin yapması gerekir.
Yasal temsilcilerinin izni olmadan kendilerini borç altına sokan bir hukuki işlem yapmaları hâlinde;
yasal temsilcileri sonran bu işleme icazet (onay) verene kadar bu işlem sınırlı ehliyetsiz olan kişi için
bağlayıcı olmaz diğer bir ifade ile askıda kalır. Bu durumdasınırlı ehliyetsiz kişinin yaptığı işlemler
üzerinde tek taraflı bağlamazlık (sınırlı ehliyetsizi bağlamaz ama işlemin diğer tarafını bağlar) söz
konusudur. Yasal temsilci işleme icazet verirse işlem baştan itibaren geçerli olur ancak icazet
vermediğini beyan ederse işlem baştan itibaren geçersiz olur.
Örneğin, on beş yaşındaki A, velisinden izin almadan kendisine ayakkabı satın aldı. Satıcı fiil ehliyetine
sahip bir kişi olduğu için satıcının kendisi bu işlemle bağlıdır. Ancak on beş yaşındaki küçük bu işlemle
bağlı değildir. Yasal temsilcisi olan veli bu işleme onay (icazet) verdiği takdirde sınırlı ehliyetsiz olan
A bu işlemle bağlı hâle gelir. Yasal temsilci onay verene kadar bu işlem askıda kalır. Ancakyapılan
işlem diğer tarafın belirlediği veya başvurusu üzerine hâkimin belirleyeceği uygun bir süre içinde
onanmazsa, diğer taraf bununla bağlı olmaktan kurtulur.
19
DİKKAT !!!! Sınırlı ehliyetsiz, işlemi yaparken kendisini tam ehliyetli gibi göstermişse, karşı tarafın
zararlarını (sözleşmeye güvenden doğan zararlarını) tazmine zorunludur.
DİKKAT !!!!Velisi tarafından bir meslek veya sanat ile uğraşması için çocuğa kendi malından verilen
kısmın (serbest mallar) veya kendi kişisel kazancının yönetimi ve bunlardan yararlanma hakkı çocuğa
aittir. Velisinin rızası ile aile dışında yaşayan çocuk, kazancını dilediği gibi harcayabilir. Aynı şekilde
vesayet altındaki kişi de, kendi tasarrufuna bırakılmış olan mallar ile vasinin izniyle çalışarak kazandığı
malları serbestçe yönetir ve kullanır.
Örneğin, A ve B boşanmış olup, müşterek çocukları 17 yaşındaki ayırt etme gücüne sahip D’nin velayeti
anne A’ya verilmiştir. D ve A, Ankara’da yaşamakta olup D, üniversiteyi İstanbul’da okumak
istemektedir. Bu konuda annesini ikna eden D, İstanbul’daki bir özel üniversiteye kaydını yaptırır.
Öğrenim süresi boyunca kalmak üzere, öğrenim amacına ve kendisine öğrenimi için gönderilen paraya
uygun olarak özel bir yurtta oda kiralar. Kira sözleşmesi geçerlidir. Çünkü, A’nın, D’ye İstanbul’daki
üniversitede okumak için verdiği izin D’nin mutad bir öğrenime uygun bir yerin kiralanması için gerekli
sözleşmeyi yapabilmesini de kapsar.
Sınırlı Ehliyetsizler İçin Yasak İşlemler: Yasak olarak nitelendirilen bu işlemlerin yapılabilmesi için
kişinin fiil ehliyetine sahip olması gerekir. Bunları sınırlı ehliyetsiz tek başına veya onun adına yasal
temsilcisi veya yasak temsilcisinin muvafakatiyle sınırlı ehliyetsiz yapamaz. Yapılsalar dahi askıda
değil geçersizlik yaptırımına tabi olurlar. Kanunda sayılan yasak işlemler;
Kefil olmak: Sınırlı ehliyetsizin kefil olması yasaktır. (Şahsi teminat olarak nitelendirilen kefalet sözleşmesinin
yapılabilmesi kefil olacak kişinin fiil ehliyetine sahip olmasına ve bu konudaki kararını kendisinin vermesine
bağlıdır.)
Vakıf kurmak: Vakıf kurma iradesi, fiil ehliyetine sahip bir kişi tarafından açıklanmalıdır.
Önemli bağışlarda bulunmak: Sınırlı ehliyetsiz kendisi ve ailesi için önemli sayılabilecek bağışları yapamaz.
Örneğin, temyiz kudretine sahip 40 yaşındaki sınırlı ehliyetsiz olan A ile B arasında yapılan kefalet
sözleşmesinde, A, B’nin C’den olan alacağına kefil olmuştur. Sınırlı ehliyetsizler için kefil olmak yasak
işlem olduğundan söz konusu işlem geçersiz olur. Örneğin, ayırt etme gücüne sahip 17 yaşındaki, A,
yasal temsilcileri olan ana ve babasının haberi olmaksızın 19 yaşındaki arkadaşı B’nin Ü’ye olan
borcunun ödenmesini temin etmek üzere B’ye kefil olmuştur. Sınırlı ehliyetsizler için kefil olmak yasak
işlem olduğundan söz konusu işlem geçersiz olur.
20
Yasal Temsilci İzni Olmadan Tek Başlarına Yapabileceği İşlemler
• Karşılıksız Kazanımlar: Sınırlı ehliyetsize herhangi bir yükümlülük getirmeyen karşılıksız
kazandırmaların yapılması yasal temsilcinin onayına bağlı değildir. Örneğin, bağış kabul etme, alacağı için
rehin veya kefalet sözleşmesi yapma ve ayni hakkı zamanaşımı ile kazanma gibi.
• İrade Açıklamaları: Sınırlı ehliyetsizler, bazı irade açıklamalarını tek başlarına yapabilirler.
Örneğin,on beş yaşını tamamlamış olan kişilerin vasiyetname yapabilme iktidarı vardır. Bunun yanı sıra,
satın aldığı bir mal ayıplı çıkan sınırlı ehliyetsizin bu durumu satıcıya ihbar etme külfeti ve ayrıca ayıplı
mal karşısındaki seçimlik hakları kullanabilmesi; ayıplı malın ayıpsız benzeri ile değiştirilmesi,
sözleşmenin feshi, ayıp oranında bedel indirimi veya ücretsiz onarım talep etme yetkisi de bu bağlamda
tek başına yapabileceği işlemler arasında sayılabilir.
• Kişiye Sıkı Sıkıya Bağlı Hakların Kullanılması: Kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar sadece hak sahibi
tarafından kullanılabilen haklardır. Bu nedenle sınırlı ehliyetsiz olan kişiler bu haklarını tek başlarına
kullanabilirler. Örneğin,kişilik haklarına yapılan saldırı nedeniyle manevi tazminat davası açabilme,
kişiliği koruyan savunma davaları (önleme, durdurma ve tespit) açabilme, boşanma davası açma gibi.
Ancak; nişanlanma, evlenme, tanıma ve ad değiştirme ve miras sözleşmesi yapma kişiye sıkı sıkıya
bağlı haklardandır. Bu hakların kullanılması esnasında hak sahibinin sınırlı ehliyetsiz olması hâlinde,
yasal temsilcisinin bu duruma rızası gerekmektedir. Bu nedenle bu haklar şahsa bağlı olmasına rağmen
sınırlı ehliyetsizin tek başına kullanamayacağı haklardandır.
• Başkasının Temsilcisi Olarak İşlem Yapma: Sınırlı ehliyetsizler, yasal temsilcilerinin rızasına gerek
olmaksızın bir başkası adına yani onu temsilen hukuki işlem yapabilir. Çünkü kendisi bu işlemden borç
altına girmemektedir.
DİKKAT !!!! Ayırt etme gücüne sahip olan sınırlı ehliyetsizler, haksız fillerinden dolayı kendi mal
varlığı ile sorumludur. (Haksız Fiillerden Sorumlu Olma)
Sınırlı Ehliyetliler
Kendilerine yasal danışman atanmış olankişiler ile kanunda sayılan hallerde evli kişiler, sınırlı
ehliyetli olarak kabul edilirler. Aslında bu kişiler fiil ehliyetine sahip olmakla birlikte kanunda sayılan
işlemlerin yapılabilmesi için yasal danışmanlarının olumlu görüşüne ihtiyaç duymaktadırlar. Diğer bir
ifadeyle kısıtlanmaları için yeterli sebep olmamakla birlikte, korunmaları bakımından fiil ehliyetlerinin
sınırlanması gerekli görülen ergin bir kişiye aşağıdaki işlerde görüşü alınmak üzere bir yasal danışman
atanır. Bu işlemler şunlardır:
Dava açma ve sulh olma
21
Olağan yönetim sınırları dışında kalan yapı işleri
Bağışlama yapma
DİKKAT !!!! Evli kadın kocasının yerleşim yeri dışında bir yeri yerleşim yeri olarak seçebilir, eşler
bağımsız yerleşim yeri edinebilirler.
KİŞİLİĞİN KORUNMASI
Kişinin maddi, manevi ve iktisadi bütünlüğü üzerinde sahip olduğu mutlak haklara kişilik hakkı
denir. Hukuk düzeni, kişiliği hem o kişinin kendisine karşı hem de dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı
korumuştur.
Hiç kimse hak ve fiil ehliyetlerinden kısmen de olsa vazgeçemez. Hiç kimse özgürlüklerinden
vazgeçemez veya onları hukuka veya ahlaka aykırı olarak sınırlayamaz. Fakat özgürlüğün
kullanılmasının, hukuka veya ahlaka aykırı olmayan kısıtlamaları mümkündür.
Kişilik hakları manevi varlıklara ilişkindir, doğrudan doğruya ekonomik değerleri yoktur. Bir mameleke dahil
olamazlar ve bu özellikleri ile mal varlığı (mamelek) haklarından ayrılırlar.
Kişilik hakkı insana insan olması sebebiyle tanınan haklardır. Bu hak onun varlığında mevcuttur. İnsanın bu haklara
sahip olabilmesi için herhangi bir şey yapmasına gerek yoktur.
Kişilik hakkı miras yolu ile intikal etmez. Başka bir ifade ile, kişinin ölümünde o kişi ile birlikte mezara girerler.
Kişilik hakları devredilemez, haczedilemez ve iflas masasına girmez.
22
Kişilik hakları mutlak haklardandır yani herkese karşı ileri sürülebilir, bu haklara herkes tarafından riayet edilmesi
gerekir.
DİKKAT !!!! Önleme - durdurma ve tespit davasının açılabilmesi için saldırının hukuka aykırı olması
şarttır. Fakat saldırganın kusurlu olması ve zarar şart değildir.
DİKKAT !!!! Kişilik hakkı saldırıya uğrayan kimsenin hukuka uygun rızası, üstün nitelikte özel veya
kamusal yarar veya kanunun verdiği yetkinin kullanılması gibi durumlarda hukuka aykırılık ortadan
kalkar. Bu durumda artık sayılan davalar açılamaz.
DİKKAT !!!! Davaları açan kişi bu davalarla birlikte, düzeltmenin veya kararın üçüncü kişilere
bildirilmesi veya yayımlanması isteminde de bulunabilir.
DİKKAT !!!! Yazılı rıza üzerine organ nakli borcu altına girmek mümkündür. Fakat nakil borcu altına
giren kişiye karşı ifa davası açılamayacağı gibi maddi - manevi tazminat davası da açılamaz. (Organ
Nakli)
HISIMLIK
1. Kan Hısımlığı
Biri diğerinin soyundan veya ortak bir soydan gelen kişiler arasındaki bağa kan hısımlığı denir. Kan
hısımlığının derecesi hısımları birbirine bağlayan doğum sayısıyla belli olur.
23
Üstsoy- Altsoy Hısımlığı: Biri diğerinden gelen kişiler arasında üstsoy- altsoy hısımlığı vardır. Örneğin, anne-
baba-dede üstsoy; çocuklar ve torun ise altsoy kan hısmı olmaktadır.
Yansoy Hısımlığı: Biri diğerinden gelmeyip de, ortak bir kökten gelen kişiler arasında oluşur. Örneğin, kardeşler,
amca-hala-dayı-teyze ve kuzenlerle yansoy kan hısımlığı bulunur.
2. Kayın Hısımlığı
Kayın evlenme ile anlamına gelir. Eşlerden biri ile diğer eşin kan hısımları, aynı tür ve dereceden kayın
hısımları olur. Ayrıca kayın hısımlığı, kendisini meydana getiren evliliğin sona ermesiyle ortadan
kalkmaz. Evlilik birliği sona erdikten sonra kayın hısımlığının doğması için gerekli olan mevcut bir
evlilik bulunmadığından bundan sonra yeni bir kayın hısımlığı doğmaz. Örneğin, eşimin annesi ile
benim aramda oluşan hısımlık; üstsoy kayın hısımlığı olmaktadır.
Hısımlığın Derecesi: Hısımlığının derecesi nesillerin sayısı ile belli olur. Yani bir kimse ile onunkan
hısmı arasında kaç doğum varsa hısımlık derecesi de o kadardır. Anne ile çocuğu arasında 1. derece,
dede ile torunu arasında 2. derece üstsoy - altsoy kan hısımlığı vardır. Yansoy kan hısımlığı 2. dereceden
başlar. Buna göre kardeşler 2. derece yansoy kan hısmıdırlar. Amca, dayı, hala, teyze ile yeğenleri
üçüncü dereceden yansoy kan hısmıdır. Bu nedenle örneğin amcamın oğlu dördüncü derece yansoy kan
hısmım olmaktadır. Örneğin, eşimin kardeşi benim, ikinci dereceden yansoy kayın hısmım olmaktadır.
Örneğin, eşimin teyzesi benim, üçüncü dereceden yansoy kayın hısmım olmaktadır.
Ad ve Adın Korunması
1. Ad: Çocuğa adı, ana ve babası birlikte koyarlar. Velayet hakkı kendilerinden alınsa bile isim koyma
hakları devam eder. Evlat edinme durumunda evlatlık küçük ise evlat edinen isterse çocuğa yeni bir ad
verebilir. Bulunmuş kişiler hakkında düzenlenen tutanaklarda doğum tarihi, adı ve soyadı ile ana ve
baba adı belirtilmemiş ise; nüfus müdürlüğünce ad ve soyadı ile ana ve baba adı verilir.
24
2. Soyad: Evlilik içinde doğan çocuk, babasının soyadını taşır. Oysa evlilik içinde doğan çocuğun
soybağı baba tarafından reddedilmişse, çocuk ananın bekârlık soyadını alır.
Evlilik dışında doğan çocuk anasının soyadını alır hükmü Anayasa Mahkemesi tarafından iptal
edilmiştir. Bu nedenle tanıma halinde baba dilerse çocuğa soyadını verebilir.
Ananın bekarlık soyadını taşıyan çocuk ananın evlenmesiyle gerçekleşen soyadı değişikliğinden
etkilenmez. Evlilik dışında doğmuş çocuklar, ana ve babanın birbirleri ile evlenmesi veya babalarının
tanıması ya da hâkimin babalığa karar vermesi ile babanın soyadını alır.
Kadın evlenmekle kocasının soyadını alır. Ancak evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus
idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabilir. Anayasa
Mahkemesi bu durumu eşitlik ilkesine aykırı bulmuştur ama kanunda hâla kadının kocasının soyadını
almak zorunda olduğu yazılıdır. Boşanma hâlinde kadın, evlenmeden önceki soyadını yeniden alır.
Eğer kadın evlenmeden önce dul idiyse hâkimden bekârlık soyadını taşımasına izin verilmesini
isteyebilir. Kadının, boşandığı kocasının soyadını kullanmakta menfaati bulunduğu ve bunun kocaya bir
zarar vermeyeceği ispatlanırsa, istemi üzerine hâkim, kocasının soyadını taşımasına izin verir.
Küçük olan evlatlık evlat edinenin soyadını alır. Ergin olan evlatlık, evlat edinilme sırasında dilerse
evlat edinenin soyadını alabilir. Evlatlık ilişkisi kaldırılırsa çocuk, evlat edinenin soyadını taşıma
hakkını kaybeder. Diğer bir ifadeyle evlatlık ilişkisinin ölüm dışında bir sebeple sona ermesi hâlinde,
evlatlık kendi ailesinin soyadına döner.
DİKKAT !!!! İsmin değiştirilmesi ancak haklı sebeplere dayanılarak mahkemeden istenebilir. Sınırlı
ehliyetsiz bir kişi yasal temsilcisinin rızası ile bu talepte bulunabilir. Ancak isim değiştirmekle kişisel
durum değişmez. İsmin değiştirilmesinden zarar gören kimse, bunu öğrendiği günden itibaren 1 yıl
içinde değiştirme kararının kaldırılması için dava açabilir.
3. Takma Ad (Müstear Ad): Bir kişinin, muayyen bir iş yaptığı veya faaliyette bulunduğu sırada asıl
ismi yerine ve bazen asıl ismini gizlemek için, kullandığı isimdir. Örneğin; Cüneyt Arkın, Karacaoğlan
gibi. Edebiyatta bu isim mahlas olarak anılır.
4. Lakap: Üçüncü kişiler tarafından keyfî olarak bir kişinin isminin yanına ilave veya onun yerine ikame
olan ve o şahsı anmaya yarayan, o kişinin bir özelliğini gösteren bir kelimedir. Örneğin; Şifo Mehmet
gibi.
25
Cinsiyet Değişikliği
Cinsiyetini değiştirmek isteyen kimse, şahsen başvuruda bulunarak mahkemece cinsiyet değişikliğine izin verilmesini isteyebilir. Ancak,
iznin verilebilmesi için, istem sahibinin on sekiz yaşını doldurmuş bulunmasıve evli olmaması; ayrıca transseksüel yapıda olup,
cinsiyet değişikliğinin ruh sağlığı açısından zorunluluğunu ve üreme yeteneğinden sürekli biçimde yoksun bulunduğunu bir eğitim ve
araştırma hastanesinden alınacak resmîsağlık kurulu raporuyla belgelemesi şarttır. Verilen izne bağlı olarak amaç ve tıbbi yöntemlere
uygun bir cinsiyet değiştirme ameliyatı gerçekleştirildiğinin resmî sağlık kurulu raporuyla doğrulanması hâlinde,mahkemece nüfus
sicilinde gerekli düzeltmenin yapılmasına karar verilir.
İKİNCİ BÖLÜM
TÜZEL KİŞİLER
Kişilerin bir araya gelerek bazı amaçlarının gerçekleştirilmesi amacıyla kendi kişiliklerinden bağımsız
olarak oluşturdukları topluluklar tüzel kişilerdir. Ancak amacı hukuka veya ahlaka aykırı olan kişi ve
mal toplulukları tüzel kişilik kazanamazlar. Tüzel kişiler kendi içlerinde kişi toplulukları (dernekler)
ve mal toplulukları (vakıflar) diye ayrılabilir. Tüzel kişilerin de hak ve fiil ehliyetleri bulunmaktadır.
Tüzel kişiler, kurulmakla hak ehliyetini kazanırken; organlarını oluşturmakla fiil ehliyetine sahip
olurlar. Bu nedenle organlar, hukuki işlemleri ve diğer bütün fiilleriyle tüzel kişiyi borç altına sokarlar.
DİKKAT !!!! Tüzel kişinin iradesi organları aracılığıyla açıklanır. Organlar, hukuki işlemleri ve diğer
fiilleriyle (haksız fiiller için de geçerli kabul edilmektedir) tüzel kişiyi borç altına sokarlar yani tüzel
kişinin organlarının bu sıfatlarıyla ve görevlerini icra ederken gerçekleştirdiği davranışlar tüzel kişiye
izafe edilir. Organlar, kusurlarından dolayı ayrıca kişisel olarak sorumludurlar.
1. Dernekler
Kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere,
en az yedi gerçek veya tüzel kişinin, bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek suretiyle
oluşturdukları tüzel kişiliğe sahip kişi topluluklarına dernek denir. Fiil ehliyetine sahip gerçek veya
tüzel kişiler, önceden izin almaksızın dernek kurma hakkına sahiptir.
Kamu yararına çalışan dernekler, Bakanlar Kurulu kararıyla tespit edilir. Bir derneğin kamu yararına
çalışan derneklerden sayılabilmesi için, en az bir yıldan beri faaliyette bulunması ve derneğin amacı ve
bu amacı gerçekleştirmek üzere giriştiği faaliyetlerin yararlı sonuçlar verecek nitelikte ve ölçüde olması
gerekir.
Dernekler, tüzüklerinde gösterilen amaçları gerçekleştirmek üzere uluslar arası faaliyette veya iş
birliğinde bulunabilir, yurt dışında temsilcilik veya şube açabilir, yurt dışında dernek veya üst kusuluş
26
kurabilir veya yurt dışında kurulmuş dernek veya kuruluşlara katılabilirler. Yabancı dernekler, İçişleri
Bakanlığının izniyle Türkiye’de faaliyette veya iş birliğinde bulunabilir, temsilcilik veya şube açabilir,
dernek veya üst kuruluş kurabilir veya kurulmuş dernek veya üst kuruluşlara katılabilirler.
DİKKAT !!!! Türkiye’de yerleşme hakkına sahip olan yabancı gerçek kişiler, dernek kurabilirler veya
kurulmuş derneklere üye olabilirler. Onursal üyelik için bu koşul aranmaz.
Derneklere Üyelik: Dernekler kişi topluluğu olduğu için üyelik söz konusudur. Hiç kimse bir derneğe
üye olmaya ve hiçbir dernek de üye kabul etmeye zorlanamaz. Fiil ehliyetine sahip bulunan her gerçek
kişi ile tüzel kişiler derneklere üye olma hakkına sahiptir. Yazılı olarak yapılacak üyelik başvurusu,
dernek yönetim kurulunca 30 gün içinde karara bağlanır Üyelik için kanunda veya tüzükte aranılan
nitelikleri sonradan kaybedenlerin dernek üyeliği kendiliğinden sona erer.
Dernek üyeleri eşit haklara sahiptirler. Dernek, üyeleri arasında dil, ırk, renk, cinsiyet, din ve mezhep,
aile, zümre ve sınıf farkı gözetemez; eşitliği bozan veya bazı üyelere bu sebeplerle ayrıcalık tanıyan
uygulamalar yapamaz. Her üyenin, derneğin faaliyetlerine ve yönetimine katılma hakkı vardır.
Dernekten çıkan veya çıkarılan üye, dernek malvarlığında hak iddia edemez.
Hiç kimse, dernekte üye kalmaya zorlanamaz. Her üye yazılı olarak bildirmek şartıyla dernekten çıkma
hakkına sahiptir.
Dernek tüzüğünde üyelerin çıkarılma sebepleri gösterilebilir. Tüzükte çıkarma sebepleri gösterilmişse,
çıkarma kararına bu sebeplerin haklı sayılmayacağı iddiasıyla itiraz edilemez. Tüzükte çıkarma
düzenlenmemişse üye, ancak haklı sebeple çıkarılabilir. Bu çıkarma kararına, haklı sebep bulunmadığı
ileri sürülerek itiraz edilebilir.
DİKKAT !!!! Üyeler, dernek amacının gerçekleşmesi ve borçlarının karşılanması için zorunlu
ödentilere eşit olarak katılırlar. Dernekten çıkan veya çıkarılan üye, üyelikte bulunduğu sürenin
ödentisini vermek zorundadır. Onursal üyeler ödenti vermek zorunda değildir
27
Derneğin Organları
Derneklerin, Yönetim kurulu, Genel kurul ve Denetim kurulu olmak üzere üç zorunlu organı vardır.
a) Genel Kurul
Derneğin en yetkili ve en yüksek karar alma organıdır. Genel kurul derneğe kayıtlı üyelerden oluşur.
Genel kurul, üyeliğe kabul ve üyelikten çıkarma hakkında son kararı verir, dernek organlarını seçer.
Derneğin altı ay içinde (mülki amir tarafından eksikliğin giderildiği veya bulunmadığına dair yapılan
yazılı bildirim tarihinden itibaren)ilk genel kurul toplantısını yapması ve zorunlu organlarını oluşturması
zorunludur. Olağan genel kurul toplantılarının en geç üç yılda bir yapılması gerekir.
Genel kurul, yönetim kurulunca, en az on beş gün önceden toplantıya çağrılır. Genel kurul toplantıları,
tüzükte aksine hüküm olmadıkça, dernek merkezinin bulunduğu yerde yapılır. Şube genel kurulları
olağan toplantılarını merkez genel kurulu toplantısından en az iki ay önce bitirmek zorundadırlar.
Genel kurul, yönetim veya denetim kurulunun gerekli gördüğü hâllerde veya dernek üyelerinden beşte
birinin yazılı başvurusu üzerine, yönetim kurulunca olağanüstü toplantıya çağrılır. Yönetim kurulu,
genel kurulu toplantıya çağırmazsa; üyelerden birinin başvurusu üzerine, sulh hâkimi, üç üyeyi genel
kurulu toplantıya çağırmakla görevlendirir.
Bütün üyelerin bir araya gelmeksizin yazılı katılımıyla alınan kararlar ile dernek üyelerinin tamamının
kanunda yazılı çağrı usulüne uymaksızın bir araya gelerek aldığı kararlar geçerlidir.
Genel kurul toplantısında yalnız gündemde yer alan maddeler görüşülür. Ancak, toplantıda hazır
bulunan üyelerin en az onda biri tarafından görüşülmesi yazılı olarak istenen konuların gündeme
alınması zorunludur.
Toplantı Yeter Sayısı: Genel kurul, katılma hakkı bulunan üyelerin salt çoğunluğunun; “tüzük
değişikliği” ve “derneğin feshi” hâllerinde üçte ikisinin katılımıyla toplanır; çoğunluğun
sağlanamaması sebebiyle toplantının ertelenmesi durumunda ikinci toplantıda çoğunluk aranmaz.
Ancak, bu toplantıya katılan üye sayısı, yönetim ve denetim kurulları üye tam sayısının iki katından az
olamaz. Ayrıca genel kurul toplantısı, bir defadan fazla geri bırakılamaz.
Karar Yeter Sayısı:Genel kurul kararları, toplantıya katılan üyelerin salt çoğunluğuyla alınır. “Tüzük
değişikliği” ve “derneğin feshi” kararları, ancak toplantıya katılan üyelerin üçte iki çoğunluğuyla
alınabilir.
DİKKAT !!!! Her üyenin genel kurulda bir oy hakkı vardır; üye, oyunu şahsen kullanmak zorundadır.
Onursal üyelerin oy hakkı yoktur.
Genel Kurul Kararının İptali: Toplantıda hazır bulunan ve kanuna veya tüzüğe aykırı olarak alınan
genel kurul kararlarına katılmayan her üye, karar tarihinden başlayarak bir ay içinde; toplantıda hazır
bulunmayan her üye kararı öğrenmesinden başlayarak bir ay içinde ve her hâlde karar tarihinden
başlayarak üç ay içinde mahkemeye başvurmak suretiyle kararın iptalini isteyebilir.
28
b) Yönetim Kurulu
Yönetim kurulu derneğin idare ve temsil organıdır. Yönetim kurulu, beş asıl ve beş yedek üyeden az
olmamak üzere dernek tüzüğünde belirtilen sayıda üyeden oluşur. Dernekler, genel kurulun yetki
vermesi üzerine yönetim kurulu kararıyla taşınmaz mal satın alabilir veya taşınmaz mallarını satabilirler.
Dernekler edindikleri taşınmazları, tapuya tescilinden itibaren bir ay içinde mülki idare amirliğine
bildirmekle yükümlüdürler.
c) Denetleme Kurulu
Denetim kurulu, üç asıl ve üç yedek üyeden az olmamak üzere dernek tüzüğünde belirtilen sayıda
üyeden oluşur.
DİKKAT !!!!Yönetim kurulu ve Denetim kurulu üyelerinin derneğin kayıtlı üyesi olmaları gerekmez.
Derneğin amacı, kanuna Amacın gerçekleşmesi, gerçekleşmesinin olanaksız hâle gelmesi veya sürenin
veya ahlaka aykırı hâle sona ermesi
gelirse İlk genel kurul toplantısının kanunda öngörülen sürede yapılmamış ve zorunlu
Kuruluştaki organların oluşturulmamış olması
eksikliklerin süresi Borç ödemede acze düşmüş olması
içinde giderilmemesi
Tüzük gereğince yönetim kurulunun oluşturulmasının olanaksız hâle gelmesi,
durumunda
Olağan genel kurul toplantısının iki defa üst üste yapılamaması
DİKKAT !!!! Dernek mahkeme kararı ile feshedilmişse, derneğin bütün para, mal ve hakları, mahkeme
kararıyla derneğin amacına en yakın ve kapatıldığı tarihte en fazla üyeye sahip derneğe devredilir.
DİKKAT !!!! Kuruluş amaçları aynı olan en az beş dernek, federasyonu oluşturur. Kuruluş amaçları
aynı olan en az üç federasyon, konfederasyonu oluşturur.
29
2. Vakıflar
Gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli bir amaca özgülemeleriyle oluşan
tüzel kişiliğe sahip mal topluluklarıdır. Bir mal varlığının bütünü veya gerçekleşmiş ya da
gerçekleşeceği anlaşılan her türlü geliri veya ekonomik değeri olan haklar vakfedilebilir.
Mal toplulukları olmasına rağmen vakıflarda üyelik olur. Ayrıca derneklerden farklı olarak vakıflar
birden fazla amaç için kurulabilir. Vakıf kuran kişiler gerçek veya tüzel kişi olabilir.
Vakfın Kuruluşu: Vakıf kurma iradesi yaresmî senetleveya ölüme bağlı tasarruf ile açıklanır. Vakıf,
yerleşim yeri mahkemesi nezdinde tutulan sicile tescil ile tüzel kişilik kazanır (Tescil sistemi).
Özgülenen malların mülkiyeti ile haklar, tüzel kişiliğin kazanılmasıyla vakfa geçer. Vakfın bir yönetim
organının bulunması zorunludur.
Vakfın Sona Ermesi: Amacın gerçekleşmesi olanaksız hâle geldiği ve değiştirilmesine de olanak
bulunmadığı takdirde, vakıf kendiliğinden sona erer ve mahkeme kararıyla sicilden silinir. Sona eren
vakıfların borçlarının tasfiyesinden arta kalan mal ve haklar benzer amaçlı bir vakfa devredilir.
Yasak amaç güttüğü veya yasak faaliyetlerde bulunduğu sonradan anlaşılan veya amacı sonradan
yasaklanan vakfın amacının değiştirilmesine olanak bulunmazsa; vakıf mahkeme kararıyla kapatılır. Bu
durumda vakfa ait mal varlığı herhalde ilgili kamu tüzel kişisine kalır.
30
Dernek Vakıf
Gerçek ve tüzel kişiler üye olabilir. Gerçek ve tüzel kişiler üye olabilir.
Kapatılırsa, mallar en yakın amacı güden ve en çok Kapatılırsa, mallar her hâlde ilgili kamu tüzel kişisine
üyeye sahip derneğe kalır. kalır.
31
İKİNCİ KISIM
İKİNCİ KİTAP
AİLE HUKUKU
BİRİNCİ BÖLÜM
NİŞANLANMA
Nişanlanma, evlenme vaadiyle olur ancak bu vaadin karşılıklı olması gerekir. Kanunda evlenme
engelleri olarak kabul edilen nedenler aynı zamanda nişanlanma engelleri olarak kabul edilir. Ayrıca
nişanlanma kendine özgü bir sözleşme olup şekle tabi değildir. Nişanlılık, evlenmeye zorlamak için
dava hakkı vermez. Evlenmeden kaçınma hâli için öngörülen cayma tazminatı veya ceza şartı dava
edilemez; ancak yapılan ödemeler de geri istenemez. (eksik borç)
Nişanlanma, yasal temsilcilerinin rızası olmadıkça küçüğü veya kısıtlıyı bağlamaz. Sadakat
yükümlülüğüne aykırı davranış diğer nişanlının nişanı bozması için haklı sebep oluşturur ve bu durumda
nişanı bozan taraf kusuru olan taraftan tazminat isteme hakkına sahip olacaktır.
• Maddi Tazminat
Nişanlılardan biri haklı bir sebep olmaksızın nişanı bozduğu veya nişan taraflardan birine yükletilebilen
bir sebeple bozulduğu takdirde; kusuru olan taraf, diğerine dürüstlük kuralları çerçevesinde ve evlenme
amacıyla yaptığı harcamalar ve katlandığı maddi fedakârlıklar karşılığında uygun bir tazminat vermekle
yükümlüdür. Aynı kural nişan giderleri hakkında da uygulanır. Tazminat istemeye hakkı olan tarafın
ana ve babası veya onlar gibi davranan kimseler de, aynı koşullar altında yaptıkları harcamalar için
uygun bir tazminat isteyebilirler.
• Manevi Tazminat
Nişanın bozulması yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevi
tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.
32
DİKKAT !!!! Nişanlılığın sona ermesinden doğan dava hakları, sona ermenin üzerinden bir yıl
geçmekle zamanaşımına uğrar.
İKİNCİ BÖLÜM
EVLENME
Evlenme, karşıt cinsten iki kişinin iradelerinin tam ve sürekli bir yaşam ortaklığı kurmak üzere, hukukun
aradığı koşullara uygun olarak anlaşmasıdır. Bu bölümde evlenmenin şartları, evlenmeye engel olan
hâller, sakatlık hâlleri düzenlenmiştir.
1. Evlenmenin Şartları
• Ayırt Etme Gücü
Ayırt etme gücü bulunmayanlar evlenemezler. Evlenmek isteyen kişilerin ayırt etme gücüne sahip
olması gerekir. Bu kişilerde aranan ayırt etme gücü, evlenmenin anlam ve amacını anlayabilme,
evlenmenin gerektirdiği yükümlülükleri idrak edebilme kudretidir.
• Evlenme Yaşı
Evliliğin gerçekleşmesi için, kişinin belirli bir olgunluğa erişmesi gerekir. Erkek veya kadın on yedi
yaşını doldurmadıkça evlenemez. Ancak, hâkim olağanüstü durumlarda ve pek önemli bir sebeple on
altı yaşını doldurmuş olan erkek veya kadının evlenmesine izin verebilir. Olanak bulundukça karardan
önce ana ve baba veya vasi dinlenir. Buna göre;
a) Olağan Evlenme Yaşı: Kişinin 17 yaşını doldurması gerekir. Ayrıca bu kişilerin varsa velilerinin
izni de aranır. Velinin her ikisi de hayattaysa hem annenin hem de babanın rızası aranır. Velayet anne
babadan birine bırakıldıysa ya da anne babadan biri vefat ettiyse evlenme iznini yetkili kılınan veli
verecektir. İznin yazılı bir şekilde ve evlenme başvurusunun yapılması sırasında mevcut olması
gerekir. Hâkim, haklı sebep olmaksızın evlenmeye izin vermeyen yasal temsilciyi dinledikten sonra,
bu konuda başvuran küçük veya kısıtlının evlenmesine izin verebilir.
b) Olağanüstü Evlenme Yaşı: Kişinin 16 yaşını doldurması gerekir. Bu kimselerin evlenebilmesi için
pek önemli bir sebebin varlığı ve mahkemenin kararı gerekir. Hâkim bu durumda veli veya vasiden
izin almak zorunda değildir. Olanak bulunuyorsa veli veya vasiyi dinler. Örneğin, 16 yaşındaki A,
hamile kalmış olsa bu durumda taraflar yapacakları başvuru ile hâkimden izin alacaklardır.
DİKKAT !!!! Evlenecek erkek ve kadın, içlerinden birinin oturduğu yer evlendirme memurluğuna
birlikte başvururlar. Evlendirme memuru, belediye bulunan yerlerde belediye başkanı veya bu işle
görevlendireceği memur, köylerde muhtar veya eğitim sınıfından kişilerdir.
33
Başvuru, evlenecekler tarafından yazılı veya sözlü olarak yapılır. Evleneceklerden her biri evlendirme
memurunun red kararına karşı mahkemeye başvurabilir. İtiraz, evrak üzerinde incelenip kesin karara
bağlanır. Evlenme izni belgesi, verildiği tarihten başlayarak altı ay içinde evleneceklere herhangi bir
evlendirme memuru önünde evlenebilme hakkı sağlar.
Evlenme, tarafların olumlu sözlü cevaplarını verdikleri anda oluşur. Aile cüzdanı gösterilmeden
evlenmenin dinî töreni yapılamaz. Evlenmenin geçerli olması dinî törenin yapılmasına bağlı değildir.
2. Evlenme Engelleri
2.1. Kesin Evlenme Engelleri
a) Hısımlık
Üstsoy ile altsoy arasında; kardeşler arasında;
Amca, dayı, hala ve teyze ile yeğenleri arasında, (3. derece dahil kan hısımlığı)
Kayın hısımlığı meydana getirmiş olan evlilik sona ermiş olsa bile, eşlerden biri ile diğerinin üstsoyu veya altsoyu
arasında, (Kayın hısımlığında yansoy ile evlilik mümkündür. O halde kişi boşandığı eşinin kardeşiyle evlenebilir)
Evlat edinen ile evlatlığın veya bunlardan biri ile diğerinin altsoyu ve eşi arasında evlenmek yasaktır.
b) Mevcut Evlilik
Yeniden evlenmek isteyen kimse, önceki evliliğinin sona ermiş olduğunu ispat etmek zorundadır.
Buradaki sona erme ölüm, boşanma, evliliğin iptali ve gaiplik şeklinde karşımıza çıkabilir. Evliyken
yeniden evlenen bir kimsenin önceki evliliği mutlak butlan kararı verilmeden önce sona ermişse ve
ikinci evlenmede diğer eş iyi niyetli ise, bu evlenmenin butlanına karar verilemez.
c) Akıl Hastalığı
Akıl hastalığının varlığı kişi için kesin evlenme engelidir. Akıl hastaları, evlenmelerinde tıbbi sakınca
bulunmadığı resmî sağlık kurulu raporuyla anlaşılmadıkça evlenemezler. O hâlde bu kimselerin
evlenebilmesi için sağlık kurulu raporu gerekmektedir.
2.2. Kesin Olmayan Evlenme Engeli Kadın İçin Bekleme (İddet) Süresi
Kesin olmayan evlenme engellerinin varlığına rağmen, evlilik akdi yapılmışsa evlilik geçerli bir
evliliğin hükümlerini doğuracaktır, artık bu evlilik iptal ettirilemeyecektir. Örneğin, evlilik sona
ermişse, kadın, evliliğin sona ermesinden başlayarak üç yüz gün geçmedikçe evlenemez. Fakat kadının
bekleme süresi bitmeden evlenmesi, evlenmenin butlanını gerektirmez. Doğurmakla süre biter. Kadının
önceki evliliğinden gebe olmadığının anlaşılması veya evliliği sona eren eşlerin yeniden birbiriyle
evlenmek istemeleri hâllerinde mahkeme bu süreyi kaldırır.
34
3. Evlenmede Sakatlık Halleri
Evlenmenin Yokluğu Hâlleri Evlenmenin Mutlak Butlan Hâlleri Evlenmenin Nisbi Butlan Hâlleri
- Tarafların aynı cinsiyette - Eşlerden birinin evlenme sırasında evli bulunması - Ayırt etme gücünden geçici yoksunluk
olması - Eşlerden birinin evlenme sırasında sürekli bir sebeple - Yanılma-aldatma-korkutma halleri
- Resmî memur huzurunda ayırt etme gücünden yoksun bulunması - Yasal temsilcinin izninin bulunmaması
bulunulmaması - Eşlerden birinde evlenmeye engel olacak derecede akıl
- Karşılıklı olarak iradelerin hastalığı bulunması
uyuşmaması - Eşler arasında evlenmeye engel olacak derecede
hısımlığın bulunması
Bu durumda evlilik kurulmamış Batıl bir evlilik ancak hâkimin kararıyla sona erer. Mutlak İptal davası açma hakkı, iptal sebebinin
sayıldığından dava açılması butlan hâlinde bile evlenme, hâkimin kararına kadar öğrenildiği veya korkunun etkisinin ortadan
gerekmez. geçerli bir evliliğin bütün sonuçlarını doğurur. Bu nedenle kalktığı tarihten başlayarak altı ay ve her
evlilik geçersiz olsa dahi bu durum kendiliğinden olmayıp hâlde evlenmenin üzerinden beş yıl
mahkeme kararına bağlı olacaktır. Dolayısıyla ilgili geçmekle düşer.
kişilerin mutlaka evliliğin iptali için dava açmaları
gereklidir. Ayrıca mahkeme, butlan nedenlerine dayalı
olarak evliliğin iptaline karar vermişse bu karar geçmişe
değil geleceğe etkili sonuç doğuracaktır. Çünkü mahkeme
kararına kadar evliliğin tüm sonuçları doğmuş kabul edilir.
Kadının bekleme süresine (iddet müddeti) uymaması evliliğin iptali sebebi değildir.
a) Yokluk
Evlenmenin kurucu unsurlarının bulunması hâlinde ortaya çıkar. Bu hâllerde dava açılması vs. yollara
başvurulması gerekmemektedir.
b) Mutlak Butlan
Kanunda sayılan bazı hâllerde evlenme mutlak butlan (geçersiz - kesin hükümsüz) yaptırımına
bağlanmıştır. Mutlak butlan davası, Cumhuriyet savcısı tarafından resen açılır. Bu dava, ilgisi olan
herkes tarafından da açılabilir.
Evlenmenin butlanını dava etme hakkı mirasçılara geçmez. Ancak, mirasçılar açılmış olan davayı
sürdürebilirler. Dava sonucunda evlenme sırasında iyi niyetli olmadığı anlaşılan sağ kalan eş, yasal
mirasçı olamayacağı gibi, daha önce yapılmış olan ölüme bağlı tasarruflarla kendisine sağlanan hakları
da kaybeder.
35
Mutlak butlan davası süreye tabi değildir. Sona ermiş bir evliliğin mutlak butlanı Cumhuriyet savcısı
tarafından resen dava edilemez; fakat her ilgili, mutlak butlanın karar altına alınmasını isteyebilir.
Mahkemece butlanına karar verilen bir evlilikten doğan çocuklar, ana ve baba iyi niyetli olmasalar bile
evlilik içinde doğmuş sayılırlar. Evlenmenin butlanına karar verilirse, evlenirken iyi niyetli bulunan eş
bu evlenme ile kazanmış olduğu kişisel durumunu korur.
DİKKAT !!!! Ayırt etme gücünün sonradan kazanılması veya akıl hastalığının iyileşmiş olması
durumlarında mutlak butlan davasını yalnız ayırt etme gücünü sonradan kazanan veya akıl hastalığı
iyileşen eş açabilir.
C) Nisbî Butlan
Kanunda sayılan halelrde ve süresi içerisinde evliliğin iptali dava edilebilir.Küçük veya kısıtlı, yasal
temsilcisinin izni olmadan evlenirse, izni alınmayan yasal temsilci evlenmenin iptalini dava edebilir.
Ancak evlenen kimse sonradan onsekiz yaşını doldurmak suretiyle ergin olur, kısıtlı olmaktan çıkar
veya kadın gebe kalırsa evlenmenin iptaline karar verilemez.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
BOŞANMA
• Hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış: Eşlerden her biri diğeri tarafından hayatına
kastedilmesi veya kendisine pek kötü davranılması ya da ağır derecede onur kırıcı bir davranışta
bulunulması sebebiyle boşanma davası açabilir. Davaya hakkı olan eşin boşanma sebebini
öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her hâlde bu sebebin doğumunun üzerinden beş yıl geçmekle dava
hakkı düşer. Affeden tarafın dava hakkı yoktur.
• Suç işleme ve haysiyetsiz hayat sürme: Eşlerden biri küçük düşürücü bir suç işler veya haysiyetsiz
bir hayat sürer ve bu sebeplerden ötürü onunla birlikte yaşaması diğer eşten beklenemezse, bu eş her
zaman boşanma davası açabilir.
• Terk: Eşlerden biri, evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek maksadıyla diğerini
terk ettiği veya haklı bir sebep olmadan ortak konuta dönmediği takdirde ayrılık, en az altı ay sürmüş
ve bu durum devam etmekte ve istem üzerine hâkim veya noter tarafından yapılan ihtar sonuçsuz kalmış
36
ise; terk edilen eş, boşanma davası açabilir. Diğerini ortak konutu terk etmeye zorlayan veya haklı bir
sebep olmaksızın ortak konuta dönmesini engelleyen eş de terk etmiş sayılır.
Davaya hakkı olan eşin istemi üzerine hâkim veya noter, esası incelemeden yapacağı ihtarda terk eden
eşe iki ay içinde ortak konuta dönmesi gerektiği ve dönmemesi hâlinde doğacak sonuçlar hakkında
uyarıda bulunur. Bu ihtar gerektiğinde ilan yoluyla yapılır. Ancak, boşanma davası açmak için belirli
sürenin dördüncü ayı bitmedikçe ihtar isteminde bulunulamaz ve ihtardan sonra iki ay geçmedikçe
dava açılamaz.
• Akıl hastalığı: Eşlerden biri akıl hastası olup da bu yüzden ortak hayat diğer eş için çekilmez hâle
gelirse, hastalığın geçmesine olanak bulunmadığı resmî sağlık kurulu raporuyla tespit edilmek koşuluyla
bu eş boşanma davası açabilir.
DİKKAT !!!! Boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın reddine karar verilmesi
ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak üç yıl geçmesi hâlinde, her ne sebeple olursa olsun ortak
hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliği temelden sarsılmış sayılır ve eşlerden birinin istemi üzerine
boşanmaya karar verilir.
Boşanma Davası
Boşanma davası açmaya hakkı olan eş, dilerse boşanma, dilerse ayrılık isteyebilir. Boşanma veya ayrılık
davası açılınca hâkim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine,
eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri resen alır.
37
Boşanma sebebi ispatlanmış olursa, hâkim boşanmaya veya ayrılığa karar verir. Dava yalnız ayrılığa
ilişkinse, boşanmaya karar verilemez. Dava boşanmaya ilişkinse, ancak ortak hayatın yeniden kurulması
olasılığı bulunduğu takdirde ayrılığa karar verilebilir. Ayrılığa bir yıldan üç yıla kadar bir süre için karar
verilebilir. Bu süre ayrılık kararının kesinleşmesiyle işlemeye başlar. Süre bitince ayrılık durumu
kendiliğinden sona erer. Ortak hayat yeniden kurulmamışsa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.
Boşanma Davasında Yargılama Usulü: Hâkim, boşanma veya ayrılık davasının dayandığı olguların
varlığına vicdanen kanaat getirmedikçe, bunları ispatlanmış sayamaz. Hâkim, bu olgular hakkında gerek
resen, gerek istem üzerine taraflara yemin öneremez. Tarafların bu konudaki her türlü ikrarları hâkimi
bağlamaz. Hâkim, kanıtları serbestçe takdir eder. Boşanma veya ayrılığın ferî sonuçlarına ilişkin
anlaşmalar, hâkim tarafından onaylanmadıkça geçerli olmaz. Hâkim, taraflardan birinin istemi üzerine
duruşmanın gizli yapılmasına karar verebilir.
b) Yoksulluk Nafakası
Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer
taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.
DİKKAT !!!! Evliliğin boşanma sebebiyle sona ermesinden doğan dava hakları, boşanma hükmünün
kesinleşmesinin üzerinden bir yıl geçmekle zamanaşımına uğrar.
DİKKAT !!!! Boşanan eşler, bu sıfatla birbirlerinin yasal mirasçısı olamazlar ve boşanmadan önce
yapılmış olan ölüme bağlı tasarruflarla kendilerine sağlanan hakları, aksi tasarruftan anlaşılmadıkça,
38
kaybederler. Ayrıcaboşanma davası devam ederken, ölen eşin mirasçılarından birisinin davaya devam
etmesi ve diğer eşin kusurunun ispatlanması hâlinde de kişi miras haklarını kaybeder.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
• Konutun Seçimi, Birliğin Yönetimi ve Giderlere Katılma: Eşler oturacakları konutu birlikte
seçerler. Birliği eşler beraberce yönetirler. Eşler birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve
malvarlıkları ile katılırlar.
• Kadının Soyadı: Kadın, evlenmekle kocasının soyadını alır; ancak evlendirme memuruna veya daha
sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da
kullanabilir. Daha önce iki soyadı kullanan kadın, bu haktan sadece bir soyadı için yararlanabilir.
DİKKAT !!!! Genel olarak evlilikle ilgili bir durumda uzlaşamayan eşler hakimden tavsiye niteliğinde
görüş isteyebilirler, örneğin aile konutunun seçimi gibi.
• Eşlerin Meslek ve İşi: Eşlerden her biri, meslek veya iş seçiminde diğerinin iznini almak zorunda
değildir. Ancak, meslek ve iş seçiminde ve bunların yürütülmesinde evlilik birliğinin huzur ve yararı
göz önünde tutulur.
• Aile Konutu: Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini
feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz. Rızayı
sağlayamayan veya haklı bir sebep olmadan kendisine rıza verilmeyen eş, hâkimin müdahalesini
isteyebilir.
Aile konutu olarak özgülenen taşınmaz malın maliki olmayan eş, tapu kütüğüne konutla ilgili gerekli
şerhin verilmesini isteyebilir. Ayrıca aile konutu eşlerden biri tarafından kira ile sağlanmışsa,
sözleşmenin tarafı olmayan eş, kiralayana yapacağı bildirimle sözleşmenin tarafı hâline gelir ve
bildirimde bulunan eş diğeri ile müteselsilen sorumlu olur.
BEŞİNCİ BÖLÜM
39
EŞLER ARASINDAKİ MAL REJİMİ
Eşler arasındaki mali ilişkilerin düzenlenmesine “mal rejimi” denilmektedir. Eşlerin evlenmeden
önce veya evlenmeden sonra aralarındaki mal rejiminin ne olacağına ilişkin bir mal rejimi seçmemeleri
durumunda kanundan ötürü tabi olacakları mal rejimine “yasal mal rejimi” denir. Medeni kanunda
kabul edilen yasal mal rejimi “edinilmiş mallara katılma rejimidir”. Bu nedenle eşler, kendi
aralarında herhangi bir rejim belirlememişler ise edinilmiş mallara katılma rejimine tabi olacaklardır.
Yasal mal rejiminin yanında, kanun eşlerin seçimine bıraktığı üç mal rejimi daha vardır. Bunlar, “mal
ayrılığı”, “paylaşmalı mal ayrılığı” ve “mal ortaklığı”dır.
Mal rejimi sözleşmesi, evlenmeden önce veya sonra yapılabilir. Taraflar, istedikleri mal rejimini ancak
kanunda yazılı sınırlar içinde seçebilir, kaldırabilir veya değiştirebilirler. Mal rejimi sözleşmesi, ancak
ayırt etme gücüne sahip olanlar tarafından yapılabilir. Küçükler ile kısıtlılar, yasal temsilcilerinin
rızasını almak zorundadırlar. Mal rejimi sözleşmesi, noterde düzenleme veya onaylama şeklinde yapılır.
Ancak, taraflar evlenme başvurusu sırasında hangi mal rejimini seçtiklerini yazılı olarak da
bildirebilirler. Mal rejimi sözleşmesinin taraflarca ve gerektiğinde yasal temsilcilerince imzalanması
zorunludur.
Kapsamı: Edinilmiş mallara katılma rejimi, edinilmiş mallar ile eşlerden her birinin kişisel mallarını
kapsar. Edinilmiş mal, her eşin bu mal rejiminin devamı süresince karşılığını vererek elde ettiği
malvarlığı değerleridir.
40
Kanundan Dolayı Edinilmiş Mallar Kanundan Dolayı Kişisel Mallar
kuruluşlarının veya personele yardım amacı ile Mal rejiminin başlangıcında eşlerden birine ait
kurulan sandık ve benzerlerinin yaptığı bulunan veya bir eşin sonradan miras yoluyla ya
ödemeler da herhangi bir şekilde karşılıksız kazanma
Çalışma gücünün kaybı nedeniyle ödenen yoluyla elde ettiği mal varlığı değerleri
Eşler, mal rejimi sözleşmesiyle, bir mesleğin icrası veya işletmenin faaliyeti sebebiyle doğan edinilmiş mallara dahil
olması gereken malvarlığı değerlerinin kişisel mal sayılacağını kabul edebilirler. Eşler, mal rejimi sözleşmesiyle
kişisel malların gelirlerinin edinilmiş mallara dahil olmayacağını da kararlaştırabilirler. Bu nedenle denilebilir ki;
kişisel malların geliri kanun gereği edinilmiş mal olmasına rağmen sözleşmeyle kişisel mal hâline getirilebilir.
Edinilmiş mallara katılma rejiminde her eşin diğerinden katılma alacağı olur. Örneğin A ile B evlidir.
Evlendikten sonra aldıkları dört tane konut var (evlerin değerleri eşit) ve bu kişiler boşandı diyelim.
Boşanma sırasında üç konut A’nın mülkiyetinde, diğer konut ise B’nin mülkiyetinde olsun. Bu durumda
A’da olan bir konutun mülkiyeti B’nin üzerinde verilmeyecek yani B’nin o konut üzerinde ayni hak
istemi olmayacaktır. B, sadece katılma alacağı bulunması nedeniyle A’nın üzerinde bulunan üç konuttan
birisinin bedelini isteyebilecektir.
Belirli bir malın eşlerden birine ait olduğunu iddia eden kimse, iddiasını ispat etmekle yükümlüdür.
Eşlerden hangisine ait olduğu ispat edilemeyen mallar onların paylı mülkiyetinde sayılır. Bir eşin bütün
malları, aksi ispat edilinceye kadar edinilmiş mal kabul edilir.
DİKKAT !!!! Her eş, yasal sınırlar içerisinde kişisel malları ile edinilmiş mallarını yönetme, bunlardan
yararlanma ve bunlar üzerinde tasarrufta bulunma hakkına sahiptir. Ancak aksine anlaşma olmadıkça,
eşlerden biri diğerinin rızası olmadan paylı mülkiyet konusu maldaki payı üzerinde tasarrufta
bulunamaz.
41
Mal Rejiminin Sona Ermesi ve Tasfiye: Mal rejimi, eşlerden birinin ölümü veya başka bir mal
rejiminin kabulüyle sona erer. Mahkemece evliliğin iptal veya boşanma sebebiyle sona erdirilmesine
veya mal ayrılığına geçilmesine karar verilmesi hâllerinde, mal rejimi dava tarihinden geçerli olmak
üzere sona erer.
Her eş, diğer eşte bulunan mallarını geri alır. Tasfiye sırasında, paylı mülkiyete konu bir mal varsa,
eşlerden biri kanunda öngörülen diğer olanaklardan yararlanabileceği gibi, daha üstün bir yararı
olduğunu ispat etmek ve diğerinin payını ödemek suretiyle o malın bölünmeden kendisine verilmesini
isteyebilir.
DİKKAT !!!! Zina veya hayata kast nedeniyle boşanma hâlinde hâkim, kusurlu eşin artık değerdeki pay
oranının hakkaniyete uygun olarak azaltılmasına veya kaldırılmasına karar verebilir.
Aile Konutu ve Ev Eşyası Üzerinde Ayni Hak: Sağ kalan eş, eski yaşantısını devam ettirebilmesi için,
ölen eşine ait olup birlikte yaşadıkları konut üzerinde kendisine katılma alacağına mahsup edilmek,
yetmez ise bedel eklenmek suretiyle intifa veya oturma hakkı tanınmasını isteyebilir. Sağ kalan eş, aynı
koşullar altında ev eşyası üzerinde kendisine mülkiyet hakkı tanınmasını isteyebilir.
ALTINCI BÖLÜM
SOYBAĞI
Çocuk ile ana arasında soybağı doğumla kurulur. Çocuk ile baba arasında soybağı, ana ile evlilik, tanıma
veya hâkim hükmüyle kurulur. Soybağı ayrıca evlat edinme yoluyla da kurulur. Bu nedenle denilebilir
ki baba ile çocuk arasında ki soybağının kurulabilmesi için doğum yeterli olmamaktadır. Çünkü evlilik
dışında da doğmuş olabilir.
1. Kocanın Babalığı
Evlilik devam ederken veya evliliğin sona ermesinden başlayarak üç yüz gün içinde doğan çocuğun
babası kocadır. Bu süre geçtikten sonra doğan çocuğun kocaya bağlanması, ananın evlilik sırasında gebe
kaldığının ispatıyla mümkündür. Kocanın gaipliğine karar verilmesi hâlinde üç yüz günlük süre, ölüm
tehlikesi veya son haber tarihinden işlemeye başlar.
Koca, soybağının reddi davasını açarak babalık karinesini çürütebilir. Bu dava ana ve çocuğa karşı açılır.
Çocuk da dava hakkına sahiptir. Bu dava ana ve kocaya karşı açılır. Çocuk evlilik içinde ana rahmine
düşmüşse davacı, kocanın baba olmadığını ispat etmek zorundadır.
Koca, davayı, doğumu ve baba olmadığını veya ananın gebe kaldığı sırada başka bir erkek ile cinsel
ilişkide bulunduğunu öğrendiği tarihten başlayarak bir yıl içinde açmak zorundadır. Çocuk, ergin
olduğu tarihten başlayarak en geç bir yıl içinde dava açmak zorundadır.
42
DİKKAT !!!! Çocuk evliliğin sona ermesinden başlayarak üç yüz gün içinde doğmuş ve ana da bu arada
yeniden evlenmiş olursa, ikinci evlilikteki koca baba sayılır. Bu karine çürütülürse ilk evlilikteki koca
baba sayılır.
DİKKAT !!!!Evlilik dışında doğan çocuk, ana ve babasının birbiriyle evlenmesi hâlinde kendiliğinden
evlilik içinde doğan çocuklara ilişkin hükümlere tabi olur.
2. Tanıma
Tanıma, kurucu yenilik doğuran tek taraflı hukuki bir işlem olup sadece baba tarafından kullanılabilir.
Tanımanın şarta ya da vadeye bağlanması mümkün değildir. Tanıma geçmişe etkili (çocuğun ana
rahmine düştüğü andan itibaren) sonuçlar doğurur. Tanıma belli bir süreye tabi değildir. Evlilik dışı
çocuk cenin iken tanınabileceği gibi öldükten sonra dahi tanınabilir.
Tanıma, babanın, nüfus memuruna veya mahkemeye yazılı başvurusu ya da resmî senette veya
vasiyetnamesinde yapacağı beyanla olur. Tanıma beyanında bulunan kimse küçük veya kısıtlı ise, veli
veya vasisinin de rızası gereklidir. Başka bir erkek ile soybağı bulunan çocuk, bu bağ geçersiz
kılınmadıkça tanınamaz.
4. Evlat Edinme
Medeni kanun evlat edinme konusunda detaylı bir düzenleme getirmiştir. Buna göre, ilişkinin
kurulabilmesi ancak mahkeme kararıyla mümkündür. Küçüklerin ya da erginlerin evlat edinilebilmesi
mümkündür. Kişinin kendi altsoyunun olması evlat edinmesine engel olmamaktadır.
Evlat edinilenin, evlat edinenden en az onsekiz yaş küçük olması şarttır. Ayırt etme gücüne sahip
olan küçük, rızası olmadıkça evlat edinilemez.
43
beri evli olmaları veya kendisinin otuz yaşını doldurmuş bulunması koşuluyla diğerinin çocuğunu evlat
edinebilir. Ayrıca evli olmayan kişi otuz yaşını doldurmuş ise tek başına evlat edinebilir.
Evlat edinme, küçüğün ana ve babasının rızasını gerektirir. Rıza, küçüğün veya ana ve babasının
oturdukları yer mahkemesinde sözlü veya yazılı olarak açıklanarak tutanağa geçirilir. Verilen rıza, evlat
edinenlerin adları belirtilmemiş veya evlat edinenler henüz belirlenmemiş olsa dahi geçerlidir. Rıza,
küçüğün doğumunun üzerinden altı hafta geçmeden önce verilemez. Rıza, tutanağa geçirilme tarihinden
başlayarak altı hafta içinde aynı usulle geri alınabilir. Geri almadan sonra yeniden verilen rıza kesindir.
Evlat edinen tarafından, küçükken en az beş yıl süreyle bakılıp gözetilmiş ve eğitilmiş ise,
Diğer haklı sebepler mevcut ve evlat edinilen, en az beş yıldan beri evlat edinen ile aile hâlinde birlikte yaşamakta
ise.
DİKKAT !!!! Evli bir kimse ancak eşinin rızasıyla evlat edinilebilir.
Genel Olarak Evlat Edinmenin Hükümleri: Ana ve babaya ait olan haklar ve yükümlülükler evlat
edinene geçer. Evlatlık, evlat edinenin mirasçısı olur. Evlatlık küçük ise evlat edinenin soyadını alır.
Evlat edinen isterse çocuğa yeni bir ad verebilir. Ergin olan evlatlık, evlat edinilme sırasında dilerse
evlat edinenin soyadını alabilir. Eşler tarafından birlikte evlat edinilen ve ayırt etme gücüne sahip
olmayan küçüklerin nüfus kaydına ana ve baba adı olarak evlat edinen eşlerin adları yazılır.
Evlat edinme ile ilgili kayıtlar, belgeler ve bilgiler mahkeme kararı olmadıkça veya evlâtlık istemedikçe
hiçbir şekilde açıklanamaz. Evlat edinme kararı, evlat edinenin oturma yeri; birlikte evlat edinmede
eşlerden birinin oturma yeri mahkemesince verilir. Mahkeme kararıyla birlikte evlatlık ilişkisi kurulmuş
olur.
YEDİNCİ BÖLÜM
VELAYET - VESAYET
1. Velayet
Ergin olmayan çocuk, ana ve babasının velayeti altındadır. Yasal sebep olmadıkça velayet ana ve
babadan alınamaz. Hâkim vasi atanmasına gerek görmedikçe, kısıtlanan ergin çocuklar da ana ve
babanın velayeti altında kalırlar.
Evlilik devam ettiği sürece ana ve baba velayeti birlikte kullanırlar. Ortak hayata son verilmiş veya
ayrılık hâli gerçekleşmişse hâkim, velayeti eşlerden birine verebilir. Velayet, ana ve babadan birinin
ölümü hâlinde sağ kalana, boşanmada ise çocuk kendisine bırakılan tarafa aittir.
44
Ana ve baba evli değilse velayet anaya aittir. Ana küçük, kısıtlı veya ölmüş ya da velayet kendisinden
alınmışsa hâkim, çocuğun menfaatine göre, vasi atar veya velayeti babaya verir.
Ana ve baba, çocuğun bakım ve eğitimi konusunda onun menfaatini göz önünde tutarak gerekli kararları
alır ve uygularlar. Çocuk, ana ve babasının sözünü dinlemekle yükümlüdür. Ana ve baba, olgunluğu
ölçüsünde çocuğa hayatını düzenleme olanağı tanırlar; önemli konularda olabildiğince onun düşüncesini
göz önünde tutarlar. Çocuk, ana ve babasının rızası dışında evi terkedemez ve yasal sebep olmaksızın
onlardan alınamaz.
Çocuğun adını ana ve babası koyar. Çocuğun dinî eğitimini belirleme hakkı ana ve babaya aittir. Ana
ve babanın bu konudaki haklarını sınırlayacak her türlü sözleşme geçersizdir. Ergin, dinini seçmekte
özgürdür.
Velayet altındaki çocuk, ayırt etme gücüne sahip ise ana ve babanın rızasıyla aile adına hukukî işlemler
yapabilir; bu işlemlerden dolayı ana ve baba borç altına girer.
Çocuk ile ana veya baba arasında ya da ana ve babanın menfaatine olarak çocuk ile üçüncü kişi arasında
yapılacak bir hukuki işlemle çocuğun borç altına girebilmesi, bir kayyımın katılmasına ve hâkimin
onayına bağlıdır.
Nafaka Yükümlülüğü
Herkes, yardım etmediği takdirde yoksulluğa düşecek olan üstsoyu ve altsoyu ile kardeşlerine nafaka vermekle yükümlüdür. Kardeşlerin
nafaka yükümlülükleri, refah içinde bulunmalarına bağlıdır. Nafaka davası, mirasçılıktaki sıra göz önünde tutularak açılır. Dava, davacının
geçinmesi için gerekli ve karşı tarafın mali gücüne uygun bir yardım isteminden ibarettir. Nafakanın, yükümlülerin bir veya bir kaçından
istenmesi hakkaniyete aykırıysa hâkim, onların nafaka yükümlülüğünü azaltabilir veya kaldırabilir.
2. Vesayet
Vesayet, mahkeme kararı ile kişinin koruma altına alınmasıdır. Vasi, velayette olduğu gibi, vesayeti
altındaki kimsenin kişiliğine ve mallarına özen gösterme ve kişiyi temsil etme hak ve yükümlülüklere
sahiptir. Vesayet, bir taraftan velayet altında bulunmayan küçükleri, diğer taraftan çeşitli nedenlerden
dolayı kendi kendilerini ve mallarını yönetmekten aciz durumda olanları korumayı amaçlayan bir
kurumdur.
Vesayet Organları
Vesayet organları, Vesayet daireleri ile Vasi ve Kayyımlardır. Vesayet makamı, Sulh hukuk mahkemesi;
Denetim makamı Asliye hukuk mahkemesidir.
Vasi, vesayet altındaki küçüğün veya kısıtlının kişiliği ve mal varlığı ile ilgili bütün menfaatlerini
korumak ve hukuki işlemlerde onu temsil etmekle yükümlüdür. Kayyım, belirli işleri görmek veya mal
45
varlığını yönetmek için atanır. Bir kimseye kayyım atanması onun fiil ehliyetini etkilemez. Belli bir iş
için görevlendirilmiş olan kayyım, vesayet makamının talimatına aynen uymak zorundadır.
Vasinin Atanması
Vesayet makamı, bu görevi yapabilecek yetenekte olan bir ergini vasi olarak atar. Gereken durumlarda,
bu görevi birlikte veya vesayet makamı tarafından belirlenen yetkileri uyarınca ayrı ayrı yerine getirmek
üzere birden çok vasi atanabilir. Rızaları bulunmadıkça birden çok kimse vesayeti birlikte yürütmekle
görevlendirilemez.
Haklı sebepler engel olmadıkça, vesayet makamı, vesayet altına alınacak kişinin öncelikle eşini veya
yakın hısımlarından birini, vasilik koşullarına sahip olmaları kaydıyla bu göreve atar. Bu atamada
yerleşim yerlerinin yakınlığı ve kişisel ilişkiler göz önünde tutulur. Haklı sebepler engel olmadıkça,
vasiliğe, vesayet altına alınacak kişinin ya da ana veya babasının gösterdiği kimse atanır.
Atama kararı vasiye hemen tebliğ olunur. Vasiliğe atanan kişi, bu durumun kendisine tebliğinden
başlayarak on gün içinde vasilikten kaçınma hakkını kullanabilir. İlgili olan herkes, vasinin atandığını
öğrendiği günden başlayarak on gün içinde atamanın kanuna aykırı olduğunu ileri sürebilir. Vasiliğe
atanan kimse, vasilikten kaçınmış veya atanmasına itiraz edilmiş olsa bile, yerine bir başkası atanıncaya
kadar vasiye ait görevleri yerine getirmekle yükümlüdür. Vasi, kural olarak iki yıliçin atanır. Vesayet
makamı, bu süreyi her defasında ikişer yıl uzatabilir. Dört yıldoluca vasi, vasilikten kaçınma hakkını
kullanabilir.
Vesayet altına alınan kimsenin yerleşim yerinde oturanlardan vasiliğe atananlar, bu görevi kabul
etmekle yükümlüdürler.
Bedensel engelleri veya sürekli hastalıkları Kamu hizmetinden yasaklılar veya haysiyetsiz
sebebiyle bu görevi güçlükle yapabilecek olanlar hayat sürenler
Dörtten çok çocuğun velisi olanlar Menfaati kendisine vasi atanacak kişinin
Üzerinde vasilik görevi olanlar menfaati ile önemli ölçüde çatışanlar veya
onunla aralarında düşmanlık bulunanlar
Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve
Bakanlar Kurulu üyeleri, hâkimlik ve savcılık İlgili vesayet daireleri hâkimleri
mesleği mensupları
46
İKİNCİ KISIM
ÜÇÜNCÜ KİTAP
MİRAS HUKUKU
BİRİNCİ BÖLÜM
MİRASÇILAR
Miras hukuku, bir insanın ölmesi veya gaipliğine karar verilmiş olması hâlinde, para ile ölçülebilen
bütün hak ve borçlarının geleceğini düzenleyen hukuk dalıdır. Tereke, miras bırakanın ölmesi veya
ölümüne denk tutulan gaipliğine karar verilmesiyle mirasçılarına geçen ve parayla ölçülebilen bütün hak
ve borçları ile hukuki ilişkilerinin tümünü ifade eder.
Yasal Mirasçılar
Miras hukukunda yasal mirasçılar açısından zümre esası düzenlemesi bulunmaktadır. Buna göre;
1. Zümre mirasçılar; miras bırakanın altsoyundan oluşmaktadır. Çocuklar eşit olarak
mirasçıdırlar.Miras bırakandan önce ölmüş olan çocukların yerini, her derecede halefiyet yoluyla
kendi altsoyları alır.
2. Zümre mirasçılar; miras bırakanın ana - babası ve onların altsoyundan oluşmaktadır.
Altsoyu bulunmayan miras bırakanın mirasçıları, ana ve babası ve eşit olarak mirasçıdırlar. Miras
bırakandan önce ölmüş olan ana ve babanın yerlerini, her derecede halefiyet yoluyla kendi
altsoyları alır. Bir tarafta hiç mirasçı bulunmadığı takdirde, bütün miras diğer taraftaki mirasçılara
kalır.
3. Zümre mirasçılar; miras bırakanın büyük ana - büyük babası ile onların altsoyundan
oluşmaktadır. Altsoyu, ana ve babası ve onların altsoyu bulunmayan miras bırakanın mirasçıları,
büyük ana ve büyük babalarıdır. Miras bırakandan önce ölmüş olan büyük ana ve büyük babaların
yerlerini, her derecede halefiyet yoluyla kendi altsoyları alır.
Miras bırakanın ana ve baba zümresi ile birlikte mirasçı olursa, mirasın yarısı,
Miras bırakanın büyük ana ve büyük babaları ve onların çocukları (amca, hala, dayı ve teyze) ile birlikte mirasçı
olursa, mirasın dörtte üçü, bunlar da yoksa mirasın tamamı eşe kalır.
47
Pratik 1
Örneğin, M, 5 Nisan 2008’de öldüğünde geride annesi A, eşi E, anne baba bir kardeşi C ile
kendisinden önce ölen babası B’nin evlatlıkları D ve F kalmıştır. Bu durumda miras paylarının
hesaplanması; Olayda M’nin altsoyu bulunmadığı için ikinci zümre mirasçılığı devreye girecektir. Bu
durumda eşinin ikinci zümredeki miras hissesi ½ olmaktadır. Geriye kalan 1/2 ise ana ve babası
arasında paylaşılacak ve annesi A ¼ alacaktır. Babası B ölü olduğundan onun 1/4 hissesi de kardeşi
C’ye kalacaktır. Ayrıca D ve F, mirasçı olamazlar çünkü evlatlık sadece evlat edinen kişiye mirasçı
olabilir.
Pratik 2
Örneğin, İ, 24 Şubat 2012’de ölmüş ve geride eşi E, annesi A, anne baba bir kız kardeşi B, anne bir
erkek kardeşi C ile baba bir erkek kardeşi D kalmıştır. Bu olaya göre, miras paylarının hesaplanması;
Öncelikle şunu belirtmek gerek; ana-baba bir (tam kan) ya da ana ayrı baba bir (yarım kan) veya baba
ayrı ana bir (yarım kan) durumu önemli olmaksızın bu kişiler kardeş sayılır ve miras payını alırlar.
Olayda İ’nin altsoyu bulunmadığı için ikinci zümre mirasçılığı devreye girecektir. Bu durumda eşinin
ikinci zümredeki miras hissesi 1/2 olmaktadır. Geriye kalan 1/2 ise ana ve babası arasında paylaşılacak
ve annesi A 1/4 alacaktır. Babası ölü olduğundan onun 1/4 hissesi kız kardeşi ve erkek kardeşi D
arasında iki paya bölünecektir yani her birinin hissesi 1/8 olacaktır.
48
Pratik 3
A, 2010 yılında ölmüş, geride eşi E, çocukları C ve D ile kendisinden önce ölen oğlu S’nin çocukları
K, F ve G kalmıştır. Bu olaya göre, miras paylarının hesaplanması; Olayda A’nın altsoyu bulunduğu
için diğer zümreler mirasçı olamaz. Birinci zümre mirasçılığında eşi E, terekenin ¼’ünü alır. Geriye
kalan 3/4 ise altsoyu olan çocukları C, D ve S arasında paylaşılır. Bu durumda C, D ve S’nin her biri
3/12 hisse alacaktır. Ancak S, ölü olduğundan ona ait olan 3/12 hisse çocukları K, F ve G’ye kalacaktır.
Bu durumda K, F ve G’nin her biri 3/36 pay alacaktır.
Pratik 4
M ölmüş; geride eşi E, ilk evliliğinden olma kızı K ile mevcut evliliğinden olma ancak kendisinden
önce ölen oğlu O’nun eşi B ve kızı C kalmıştır. M’nin mirasçıları ve miras paylarının
hesaplanması; Olayda M’nin altsoyu bulunduğu için diğer zümreler mirasçı olamaz. Öncelikle kızı
K’nın annesinin farklı kişi olması kızının M’ye mirasçı olmasını engellemez. Oğlunun eşi olan B ile M
arasında kan bağı bulunmamaktadır. Bu nedenle B, M’ye yasal mirasçı olamamaktadır. Bu durumda,
birinci zümre miras hesaplamasında M’nin eşi E’nin payı terekenin 1/4’tür. Geriye kalan 3/4 ise kızı K
ve ölen oğlu O’nun kızı C’ye kalacak olup; her birinin hissesi 3/8 olacaktır.
DİKKAT !!!! Evlilik dışında doğmuş ve soy bağı, tanıma veya hâkim hükmüyle kurulmuş olanlar, baba
yönünden evlilik içi hısımlar gibi mirasçı olurlar.
DİKKAT !!!! Evlatlık ve altsoyu, evlat edinene kan hısımı gibi mirasçı olurlar. Evlatlığın kendi
ailesindeki mirasçılığı da devam eder. Evlat edinen ve hısımları, evlatlığa mirasçı olmazlar.
DİKKAT !!!! Mirasçı bırakmaksızın ölen kimsenin mirası devlete geçer. Devlet, miras bırakanın
borçlarından dolayı sınırsız sorumlu olmayıp, kendisine intikal eden mallarla sınır olarak sorumludur.
Yasal mirasçılar kural olarak gerçek kişi olup, yasal mirasçı olan tek tüzel kişi devlettir. Bunun dışında
diğer tüzel kişiler sadece iradi mirasçı olabilirler.
İradi Mirasçılar
Miras bırakanın vasiyetname veya miras sözleşmesi yoluyla kısacası kendi iradesiyle miras bıraktığı
kişiler iradi mirasçılar olarak kabul edilirler. Bu kişiler atanmış mirasçılar ve vasiyet alacaklıları (belirli
mal vasiyeti) olarak ikiye ayrılmaktadırlar.
49
1. Mirasçı Atama
Miras bırakan, mirasının tamamı veya belli bir oranı için bir veya birden çok kişiyi mirasçı atayabilir.
Bir kişinin, mirasın tamamını veya belli bir oranını almasını içeren her tasarruf, mirasçı atanması sayılır.
Örneğin, terekenin yarısını Ahmet’e bırakıyorum denilmiş ise Ahmet atanmış mirasçı olarak kabul
edilir.
DİKKAT !!!! Belli mal bırakılan kişi yani vasiyet alacaklısı, yasal veya atanmış mirasçıların aksine
külli halef değildir. Diğer bir ifadeyle miras bırakan kişinin ölümüyle birlikte mal üzerinden
kendiliğinden hak kazanmaz. Bu nedenle mirasın açılmasından sonra mirası yerine getiren kişilere genel
zamanaşımı süresi olan 10 yıl içinde başvurmalıdır. Ayrıca bu kişi tereke borçlarından dolayı da
sorumlu olmaz; bu nedenle bu kişinin mirası reddetme hakkı olmadığı gibi resmî tasfiyede talep
edemez.
DİKKAT !!!! İradi mirasçılar olan atanmış mirasçı ve vasiyet alacaklısının mirasa hak kazanabilmesi
için murisin ölümü anında sağ olmaları gerekir; aksi halde alt soyları mirasa hak kazanamazlar; çünkü
bu kişiler yasal mirasçı değildirler.
İKİNCİ BÖLÜM
1. Vasiyetname
Vasiyetname yapabilmek için ayırt etme gücüne sahip ve on beş yaşını doldurmuş olmak gerekir. Bu
nedenle sınırlı ehliyetsizler tek başlarına yani yasal temsilcilerinin rızasını almak gerekmeksizin
vasiyetname düzenleyebilirler. Vasiyet, resmî şekilde veya miras bırakanın el yazısı ile ya da sözlü
olarak yapılabilir.
50
a) Resmî Vasiyetname
Resmî vasiyetname, iki tanığın katılmasıyla resmî memur tarafından düzenlenir. Resmî memur, sulh
hâkimi, noter veya kanunla kendisine bu yetki verilmiş diğer bir görevli olabilir. Miras bırakan,
arzularını resmî memura bildirir. Bunun üzerine memur, vasiyetnameyi yazar veya yazdırır ve okuması
için miras bırakana verir. Vasiyetname, miras bırakan tarafından okunup imzalanır. Memur,
vasiyetnameyi tarih koyarak imzalar.
Vasiyetnameye tarih ve imza konulduktan hemen sonra miras bırakan, vasiyetnameyi okuduğunu,
bunun son arzularını içerdiğini memurun huzurunda iki tanığa beyan eder. Vasiyetname içeriğinin
tanıklara bildirilmesi zorunlu değildir.
Fiil ehliyeti bulunmayanlar, bir ceza mahkemesi kararıyla kamu hizmetinden yasaklılar, okur yazar
olmayanlar, miras bırakanın eşi, üstsoy ve altsoy kan hısımları, kardeşleri ve bu kişilerin eşleri, resmî
vasiyetnamenin düzenlenmesine memur veya tanık olarak katılamazlar. Resmî vasiyetnamenin
düzenlenmesine katılan memura ve tanıklara, bunların üstsoy ve altsoy kan hısımlarına, kardeşlerine ve
bu kişilerin eşlerine o vasiyetname ile kazandırmada bulunulamaz. Resmî vasiyetnameyi düzenleyen
memur, vasiyetnamenin aslını saklamakla yükümlüdür.
b) El Yazılı Vasiyetname
El yazılı vasiyetnamenin yapıldığı yıl, ay ve gün gösterilerek başından sonuna kadar miras bırakanın el
yazısıyla yazılmış ve imzalanmış olması zorunludur. El yazılı vasiyetname, saklanmak üzere açık veya
kapalı olarak notere, sulh hâkimine veya yetkili memura bırakılabilir.
c) Sözlü Vasiyetname
Miras bırakan; yakın ölüm tehlikesi, ulaşımın kesilmesi, hastalık, savaş gibi olağanüstü durumlar
yüzünden resmî veya el yazılı vasiyetname yapamıyorsa, sözlü vasiyet yoluna başvurabilir. Bunun için
miras bırakan, son arzularını iki tanığa anlatır ve onlara bu beyanına uygun bir vasiyetname yazmaları
veya yazdırmaları görevini yükler. Resmî vasiyetname düzenlenmesinde okuryazar olma koşulu
dışında, tanıklara ilişkin yasaklar, sözlü vasiyetteki tanıklar için de geçerlidir.
DİKKAT !!!! Miras bırakan için sonradan diğer şekillerde vasiyetname yapma olanağı doğarsa, bu
tarihin üzerinden bir ay geçince sözlü vasiyet hükümden düşer.
51
Miras bırakan, önceki vasiyetnamesini ortadan kaldırmaksızın yeni bir vasiyetname yaparsa, kuşkuya
yer bırakmayacak surette önceki vasiyetnameyi tamamlamadıkça, sonraki vasiyetname onun yerini
alır.
DİKKAT !!!! Vakıf kurma, tanıma, vasiyeti yerine getirme görevlisi atama ve mirastan çıkartma gibi
iradeler ancak vasiyetname yoluyla yapılabilmektedir.
DİKKAT !!!! Miras bırakan, terekesinin tasarruf edilebilir kısmının tamamını veya bir bölümünü
özgülemek suretiyle vakıf kurabilir.
2. Miras Sözleşmesi
Miras sözleşmesi yapabilmek için ayırt etme gücüne sahip ve ergin olmak, kısıtlı bulunmamak gerekir.
Bu nedenle sınırlı ehliyetsizlerin miras bırakan sıfatıyla miras sözleşmesi yapabilmesi ancak izin almak
suretiyle olabilir.
Miras sözleşmesinin geçerli olması için sözleşmenin noterde resmî şekilde yapılması gerekir.
Sözleşmenin tarafları, arzularını resmî memura aynı zamanda bildirirler ve düzenlenen sözleşmeyi
memurun ve iki tanığın önünde imzalarlar.
DİKKAT !!!! Mirasçı atanan veya kendisine belirli mal bırakılan kişi miras bırakanın ölümünde sağ
değilse, miras sözleşmesi kendiliğinden ortadan kalkar.
52
Maddi Anlamda Ölüme Bağlı Tasarruflar
Maddi anlamda ölüme bağlı tasarruflar ifadesinden anlaşılması gereken, ölüme bağlı tasarrufların
içeriğidir. Miras bırakan, ölüme bağlı tasarruf yoluyla mirasçı atayabilir, belli mal bırakabilir, yedek
veya art mirasçı atayabilir; mirası koşullara veya yüklemelere tabi tutabilir.
• Mirasçı Atama
Miras bırakan, mirasının tamamı veya belli bir oranı için bir veya birden çok kişiyi mirasçı atayabilir.
Bu kısım yukarıda anlatılmıştır.
53
miras bırakanın ölümünde sağ değilse veya mirastan yoksun kalmışsa ya da mirası reddederse, miras
art mirasçıya geçer.
• Koşullar ve Yüklemeler
Miras bırakan, ölüme bağlı tasarruflarını koşullara veya yüklemelere bağlayabilir. Tasarruf hüküm ve
sonuçlarını doğurduğu andan itibaren, her ilgili koşul veya yüklemenin yerine getirilmesini isteyebilir.
Hukuka veya ahlaka aykırı koşullar ve yüklemeler, ilişkin bulundukları tasarrufu geçersiz kılar. Oysa
anlamsız veya yalnız başkalarını rahatsız edici nitelikte olan koşullar ve yüklemeler yok sayılır.
İptal davası, tasarrufun iptal edilmesinde menfaati bulunan mirasçı veya vasiyet alacaklısı tarafından
açılabilir. Dava, ölüme bağlı tasarrufun tamamının veya bir kısmının iptaline ilişkin olabilir. İptal istemi
mahkeme tarafından kabul edilirse tasarruf herkes için geçerli olacak şekilde iptal edilmiş olur.
İptal davası açma hakkı, davacının tasarrufu, iptal sebebini ve kendisinin hak sahibi olduğunu öğrendiği
tarihten başlayarak bir yıl ve her hâlde vasiyetnamelerde açılma tarihinin, diğer tasarruflarda mirasın
geçmesi tarihinin üzerinden, iyi niyetli davalılara karşı on yıl, iyi niyetli olmayan davalılara karşı yirmi
yıl geçmekle düşer.
54
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Miras bırakanı kasten ve hukuka aykırı olarak sürekli şekilde ölüme bağlı tasarruf yapamayacak duruma getirenler
Miras bırakanın ölüme bağlı bir tasarruf yapmasını veya böyle bir tasarruftan dönmesini aldatma, zorlama veya
korkutma yoluyla sağlayanlar ve engelleyenler
Miras bırakanın artık yeniden yapamayacağı bir durumda ve zamanda ölüme bağlı bir tasarrufu kasten ve hukuka
aykırı olarak ortadan kaldıranlar veya bozanlar
Mirastan yoksunluk, miras bırakanın affıyla ortadan kalkar. Mirastan yoksunluk, yalnız yoksun olanı
etkiler. Mirastan yoksun olanın altsoyu, miras bırakandan önce ölen kimsenin altsoyu gibi mirasçı olur.
2. Mirasçılıktan Çıkarma
Bazı durumlarda miras bırakan kişiyi mirastan ıskat edebilir yani çıkartabilir. Ancak bunun için kanunda
yer alan nedenlerden birisinin gerçekleşmesi gerekir. Aşağıdaki durumlarda miras bırakan, ölüme bağlı
bir tasarrufla saklı paylı mirasçısını mirasçılıktan çıkarabilir:
Mirasçı, miras bırakana veya miras bırakanın yakınlarından birine karşı ağır bir suç işlemişse,
Mirasçı, miras bırakana veya miras bırakanın ailesi üyelerine karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini
önemli ölçüde yerine getirmemişse.
Mirasçılıktan çıkarılan kimse, mirastan pay alamayacağı gibi; tenkis davası da açamaz. Miras bırakan
başka türlü tasarrufta bulunmuş olmadıkça, mirasçılıktan çıkarılan kimsenin miras payı, o kimse miras
bırakandan önce ölmüş gibi, mirasçılıktan çıkarılanın varsa altsoyuna, yoksa miras bırakanın yasal
mirasçılarına kalır. Mirasçılıktan çıkarılan kimsenin altsoyu, o kimse miras bırakandan önce ölmüş gibi
saklı payını isteyebilir.
DİKKAT !!!! Mirasçılıktan çıkarma, miras bırakan ancak buna ilişkin tasarrufunda çıkarma sebebini
belirtmişse geçerlidir. Mirasçılıktan çıkarılan kimse itiraz ederse, belirtilen sebebin varlığını ispat,
çıkarmadan yararlanan mirasçıya veya vasiyet alacaklısına düşer.
DİKKAT !!!! Sebebin varlığı ispat edilememiş veya çıkarma sebebi tasarrufta belirtilmemişse tasarruf,
mirasçının saklı payı dışında yerine getirilir; ancak, miras bırakan bu tasarrufu çıkarma sebebi hakkında
düştüğü açık bir yanılma yüzünden yapmışsa, çıkarma geçersiz olur.
55
BEŞİNCİ BÖLÜM
Anne ve baba için saklı pay oranı yasal miras payının dörtte biridir. Ancak diyelim ki bir kişinin altsoyu yani
çocuğu veya torunu var. Bu durumda anne baba mirasçı olamayacağından saklı payı da olmaz.
56
Sağ kalan eş; Anne ve baba ya da altsoy ile birlikte mirasçı olarak kalmışsa yasal miras payının tamamı, bu
sayılanların dışında başka mirasçılarla kalmışsa (örneğin kardeşler, yeğenler, amca, hala, vs.) yasal miras
payının dörtte üçü saklı payı olacaktır.
Pratik 1
M öldüğünde, hayatta kalanlar eşi ve bir çocuğudur. Bu durumda M’nin terekesi üzerinde
tasarruf edebileceği miktarın hesaplamasını yapacak olursak;
Birinci zümre mirasçılıkta eşin yasal miras payı terekenin ¼ idi. Aynı zamanda saklı payı yasal miras
payının tamamıydı. Bu durumda eşin saklı payı ¼ olmaktadır. Çocukların yasal miras payı ise toplam
¾ idi. Onların saklı payları ise yasal miras paylarının yarısı idi yani toplam 3/8 olmaktadır. Bu
durumda saklı paylar toplamı ¼ + 3/8= 5/8 olmaktadır. Miras bırakanın tasarruf oranı hesaplanırken,
toplam terekeden saklı paylar toplamının çıkartılması gerekirdi. Toplam terekeye yani bütüne 1
diyebiliriz. Bu durumda, 1- 5/8= 3/8 olarak ortaya çıkan oran miras bırakan kişinin terekesi üzerinde
tasarrufta bulunabileceği orandır yani tasarruf nisabıdır.
Pratik 2
M, 2013 yılında ölmüş, eşi E ve oğlu O ile kızı K hayattadır. M’nin 2012 yılında düzenlemiş olduğu
vasiyetname ortaya çıkmış ve vasiyetnamede arkadaşına 100.000 lira bıraktığını belirtmiştir.
M’nin terekesinin toplamı ise 400.000 liradır. Bu durumda saklı payların ihlal edilip edilmediğine
bakacak olursak;
Öncelikle kişilerin miras paylarını bulmamız gerek. Buna göre birinci zümre mirasçılık hâlinde eşi
terekenin ¼’ünü alır. (100.000 lira) geriye kalan ¾ ise iki çocuğa eşit şekilde bölünür. Yani O ve K’nın
her biri 3/8’er (150.000) alır. Saklı payları hesaplayacak olursak; eşin saklı payı bu durumda yasal
miras payının tamamıdır yani ¼ yani 100.000 lira olmaktadır. Çocukların saklı yasal miras paylarının
yarısıdır yani her birinin saklı payı 3/16 (75.000) olmaktadır.
Olayı inceleyecek olursak; toplam tereke içerisinden arkadaşına bağışlanmış olan 100.000 lira
çıkartılırsa geriye 300.000 kalacaktır. Şimdi bu miktar üzerinden terekenin dağıtımını yapalım.
Eşin yasal miras payı ¼ olduğundan eşe 300.000 üzerinden 75.000 lira düşecektir. Oysa gerçek tereke
400.000 olduğundan eşin saklı payı yukarıdaki hesaba göre 100.000 lira olmaktaydı. Bu durumda eşin
saklı payı 25.000 lira kadar ihlal edilmiş olduğundan eş, miras bırakanın arkadaşına karşı tenkis
davası açabilecektir.
Çocukların miras payı toplamda ¾ idi. Bu durumda toplam 225.000 lira alacaklardır. Gerçek tereke
400.000 lira olduğunda yukarıdaki hesaplamamıza göre çocukların saklı paylarının toplamı ikisi için
150.000 lira olmaktaydı. Oysa çocuklar zaten toplam 225.000 lira alacakları için onlara ait olan saklı
paylar toplamı olan 150.000 lira ihlal edilmiş olmamaktadır. Bu durumda bağış yapılan kişiye karşı
çocuklar tenkis davası açamazlar.
57
2.3. Saklı Payın İhlal Edilmesi Durumu
Miras bırakan sağlığında yaptığı vasiyetname veya miras sözleşmesi gibi ölüme bağlı tasarruf ile bir
mirasçısını mirastan çıkarmış ya da mirasçılarının saklı paylarını aşacak miktarda tasarrufta
bulunmuş olabilir. Bu durumda saklı paylı mirasçıların bu hakları ihlal edilmiş olacaktır. Bu durumda
saklı paya sahip mirasçıların, saklı payın ihlali halinde dava açmaları gerekir. Bu davaya “tenkis davası”
denilmektedir.
Terekeden Çıkartılacak Değerler: Miras bırakanın borçları, cenaze giderleri, terekenin mühürlenmesi ve yazımı
giderleri, miras bırakan ile birlikte yaşayan ve onun tarafından bakılan kimselerin üç aylık geçim giderleri terekeden
indirilir.
Terekeye Eklenecek Değerler: Miras bırakanın sağlararası karşılıksız kazandırmaları ve miras bırakanın sigorta
alacakları, terekeye eklenir.
Tenkis Davası
Saklı paylarının karşılığını alamayan mirasçılar, miras bırakanın tasarruf edebileceği kısmı aşan
tasarruflarının tenkisini dava edebilirler. Tenkis davası, murisin ölümünden sonra açılabilir. Tenkis
davası, hukuki niteliği itibariyle yenilik doğrucu bir davadır. Miras bırakanın ölümüne kadar geriye
etkilidir. Ayrıca iptal davasının aksine tenkis kararı yalnızca taraflar arasında etkili olur yani sadece
davayı açarak kazanan kişi faydalanabilir.
58
1. Tenkis Davasının Davacıları
• Saklı Pay Sahibi Mirasçılar: Saklı pay sahibi bir mirasçının tenkisi davası açabilmesi için; miras
bırakanın ölümü anında mirasçı sıfatına sahip olması ve miras bırakanın tasarrufu yüzünden saklı
payının tamamını veya bir kısmını elde edememiş olmalıdır. Tenkis davası küçük veya kısıtlı adına yasal
temsilcisi tarafından açılır. Ayrıca tenkis davası açma hakkına sahip saklı paylı mirasçı dava açamadan
ölürse, kendi mirasçıları, saklı pay sahibi olmaları gerekmeksizin, tenkis davasını açabilirler.
• Mirasçının Alacaklıları ve İflas İdaresi: Acze düşmüş saklı pay sahibi bir mirasçının alacaklıları
ve iflas idaresi tenkis davası açabilir. Ancak bunların dava açabilmesi için; alacaklılar saklı paylı
mirasçıya karşı mirasın geçtiği tarih itibariyle borç ödemeden aciz vesikasına veya iflas kararına sahip
bulunmalıdırlar.
DİKKAT !!!! Vasiyeti yerine getirme görevlisi ile mirası resmen yönetmekle görevlendirilmiş kişiler
tenkis davası açamazlar.
3. Süreler
Tenkis davası açma hakkı, mirasçıların saklı paylarının zedelendiğini öğrendikleri tarihten başlayarak
bir yıl ve her hâlde vasiyetnamelerde açılma tarihinin, diğer tasarruflarda mirasın açılması tarihinin
üzerinden on yıl geçmekle düşer.
DİKKAT !!!! Kamu tüzel kişileri ile kamuya yararlı dernek ve vakıflara yapılan ölüme bağlı tasarruflar
ve sağlararası kazandırmalar en son sırada tenkis edilir.
59
5. Tenkise Tabi Sağlararası Kazandırmalar
Ölüme bağlı tasarrufların tamamı tenkise tabi olduğu hâlde, miras bırakanın sağlar arası her tasarrufu
tenkise tabi değildir. Yukarıda belirtildiği üzere, ölüme bağlı tasarruflardan alınamadığı takdirde
sağlararası kazandırmalara gidilir. Ama sağlararası kazandırmalardan hangisine gidileceğini kanun
açıkça düzenlemiştir. Aşağıdaki karşılıksız kazandırma, ölüme bağlı tasarruflar gibi tenkise tabidir:
Miras bırakanın serbestçe dönme hakkını saklı tutarak yaptığı bağışlamalar ve ölümünden önceki bir yıl içinde
âdet üzere verilen hediyeler dışında yapmış olduğu bağışlamalar
SON HÜKÜMLER
Mirasın Reddi
Yasal ve atanmış mirasçılar mirası reddedebilirler. Ölümü tarihinde miras bırakanın ödemeden aczi
açıkça belli veya resmen tespit edilmiş ise, miras reddedilmiş sayılır. Miras, üç ay içinde reddolunabilir.
Önemli sebeplerin varlığı hâlinde sulh hâkimi, yasal ve atanmış mirasçılara tanınmış olan ret süresini
uzatabilir veya yeni bir süre tanıyabilir. Mirası reddetmeden ölen mirasçının red hakkı kendi
mirasçılarına geçer.
Red Usulü
Mirasın reddi, mirasçılar tarafından sulh mahkemesine sözlü veya yazılı beyanla yapılır. Reddin kayıtsız
ve şartsız olması gerekir. Sulh hâkimi, sözlü veya yazılı red beyanını bir tutanakla tespit eder.
Süresi içinde yapılmış olan red beyanı, mirasın açıldığı yerin sulh mahkemesince özel kütüğüne yazılır
ve reddeden mirasçı isterse kendisine reddi gösteren bir belge verilir.
DİKKAT !!!! Yasal süre içinde mirası reddetmeyen mirasçı, mirası kayıtsız şartsız kazanmış olur. Red
süresi sona ermeden mirasçı olarak tereke işlemlerine karışan, terekenin olağan yönetimi niteliğinde
olmayan veya miras bırakanın işlerinin yürütülmesi için gerekli olanın dışında işler yapan ya da tereke
mallarını gizleyen veya kendisine maleden mirasçı, mirası reddedemez.
Reddin Sonucu
Yasal mirasçılardan biri mirası reddederse onun payı, miras açıldığı zaman kendisi sağ değilmiş gibi,
hak sahiplerine geçer. Mirası reddeden atanmış mirasçının payı, miras bırakanın ölüme bağlı
tasarrufundan arzusunun başka türlü olduğu anlaşılmadıkça, miras bırakanın en yakın yasal
mirasçılarına kalır.
DİKKAT !!!! En yakın yasal mirasçıların tamamı tarafından reddolunan miras, sulh mahkemesince iflas
hükümlerine göre resmen tasfiye edilir. Tasfiye sonunda arta kalan değerler, mirası reddetmemişler gibi
hak sahiplerine verilir.
60
DİKKAT !!!! Altsoyun tamamının mirası reddetmesi hâlinde, bunların payı sağ kalan eşe geçer.
Mal varlığı borcuna yetmeyen mirasçı, alacaklılarına zarar vermek amacıyla mirası reddederse;
alacaklıları veya iflâs idaresi, kendilerine yeterli bir güvence verilmediği takdirde, red tarihinden
başlayarak altı ay içinde reddin iptali hakkında dava açabilirler. Reddin iptaline karar verilirse, miras
resmen tasfiye edilir.
Ödemeden aciz bir miras bırakanın mirasını reddeden mirasçılar, onun alacaklılarına karşı, ölümünden
önceki beş yıl içinde ondan almış oldukları ve mirasın paylaşılmasında geri vermekle yükümlü
olacakları değer ölçüsünde sorumlu olurlar. Olağan eğitim ve öğrenim giderleriyle âdet üzere verilen
çeyiz, bu sorumluluğun dışındadır.
Resmî Defter Tutma
Mirası reddetmeye hakkı olan her mirasçı, terekenin resmî defterinin tutulmasını isteyebilir. Defter
tutma, mirasın reddine ilişkin usule uyulmak suretiyle, bir ay içinde sulh hâkiminden istenir.
Mirasçılardan birinin defter tutma istemi, diğerleri hakkında da etkili olur.
Resmî defter, sulh mahkemesi tarafından düzenlenir; bu deftere terekeye ait aktif ve pasifler takdir
edilen değerleriyle yazılır.
Resmî Tasfiye
Her mirasçı, mirası red veya resmî deftere göre kabul edeceği yerde terekenin resmî tasfiyesini
isteyebilir. Bu istem, birlikte mirasçı olanlardan birinin mirası kabul etmesi hâlinde dikkate alınmaz.
Resmî tasfiye hâlinde mirasçılar, terekenin borçlarından sorumlu olmazlar.
Miras bırakanın alacaklarını elde edemeyeceklerinden inandırıcı sebeplerle kuşku duyan alacaklıları,
istedikleri hâlde alacakları ödenmediği veya kendilerine güvence verilmediği takdirde, miras bırakanın
ölümünden ya da vasiyetnamenin açılmasından başlayarak üç ay içinde, terekenin resmî tasfiyesini
isteyebilirler. Aynı koşulların varlığı hâlinde vasiyet alacaklıları da, haklarının korunması için gerekli
önlemlerin alınmasını isteyebilirler.
61
GENEL BİLGİLER
Yasal mirasçının, mirastan karşılık alarak yani ivazlı olarak feragat - Mirasçının, karşılık almadan yani ivazsız olarak mirastan feragat
etmesi etmesi
- Mirastan yoksunluk olma
- Mirastan çıkarılma
- Mirasın reddi hâli
DİKKAT !!!! Sağ olup olmadığı bilinmeyen bir kimsenin mal varlığı veya ona düşen miras payı on yıl
resmen yönetilirse ya da mal varlığı böyle yönetilenin yüz yaşını dolduracağı süre geçerse, hazinenin
istemi üzerine o kimsenin gaipliğine karar verilir. Gaiplik kararı verilebilmesi için gerekli ilan süresinde
hiçbir hak sahibi ortaya çıkmazsa, aksine hüküm bulunmadıkça, gaibin mirası devlete geçer.
Göreve başladıktan sonra gecikmeksizin terekedeki malların, hakların ve borçların listesini düzenler. Liste
düzenlenirken olanak varsa mirasçılar hazır bulundurulur.
Terekeyi yönetir ve yönetimin gerektirdiği ölçüde tereke mallarının zilyetliğinin kendisine devrini ister.
Tereke ile ilgili dava ve takiplerde miras ortaklığını temsil eder. Mirasçılar tarafından açılmış davalardan görevi ile
ilgili olanlara müdahil olarak katılabilir.
Açtığı veya aleyhine açılan davalar ile yapılan takipleri mirasçılara bildirir.
62
Miras bırakan taahhüt etmiş olmadıkça, terekeye dahil malların, vasiyeti yerine getirme görevlisi
tarafından devri veya bunlar üzerinde sınırlı ayni haklar kurulması, sulh hâkiminin yetki vermesine
bağlıdır. Hâkim, olanak bulunduğu takdirde mirasçıları dinledikten sonra karar verir. Olağan giderleri
karşılayacak ölçüdeki tasarruflar için yetki almaya gerek yoktur.
Vasiyeti yerine getirme görevlisinin görevi, ölümü veya atanmasını geçersiz kılan bir sebebin varlığı
hâlinde kendiliğinden sona erer. Vasiyeti yerine getirme görevlisi sulh hâkimine yapacağı bir beyanla
görevinden ayrılabilir. Görev uygunsuz bir zamanda bırakılamaz. Ayrıca vasiyeti yerine getirme
görevlisi, görevinin yerine getirilmesinde sulh hâkiminin denetimine tâbidir.
İKİNCİ KISIM
DÖRDÜNCÜ KİTAP
EŞYA HUKUKU
BİRİNCİ BÖLÜM
EŞYA KAVRAMI VE ZİLYETLİK
Kişilerin üzerinde hâkimiyet kurabildiği, ekonomik ve maddi değeri olabilen varlığı olabilen maddelere
eşya denilmektedir. Hukuki anlamda eşyanın özellikleri;
Cismani varlığa sahip olma
Sınırlanabilir olma
Kişisel olmama
İnsan vücudu ve ceset hukuken eşya değildir. Vücuttan ayrılmış parçalar, saç, diş, kan vs. eşya olarak
kabul edilir. Takma diş veya peruk gibi vücuda sıkı sıkıya bağlı olmayanlar eşya sayılır.
DİKKAT !!!! Tabii kuvvetler (elektrik, su, doğalgaz vb.) taşınır mülkiyeti hükümlerine; bağımsız ve
sürekli irtifaklar ise taşınmaz hükümlerine tabi tutulmuştur.
Eşya Türleri
Taşınır – Taşınmaz Eşya: Taşınır eşya, özüne zarar gelmeden bir yerden diğer bir yere taşınabilen
eşyadır, örneğin otomobil. Taşınmaz eşya ise özüne zarar vermeden bir yerden diğer bir yere taşınması
mümkün olmayan eşyalardır.
Misli - Gayri Misli Eşya: Sayı,tartı ve ölçü ile belirlenebilen taşınır eşyaya misli eşya denir, buğday,
para gibi. Misli eşya yok olmaz yerini ayni cinsten ayni miktar başka eşya alabilir. Sayı, tartı, ölçü ile
değil ferden belirlenen eşyaya gayri misli eşya denir, sanat eserleri, hayvanlar, taşınmazlar gibi.
63
Basit - Bileşik Eşya ve Eşya Birliği: Basit eşya tek başına hukuki varlık taşıyan eşyalardır; elmas, at,
bitki gibi. Bileşik eşya birden fazla eşyanın birleşerek tek bir eşya niteliği kazanmasıyla oluşan
eşyalardır. Birden çok yalın şeyin ayrılmaz bir biçimde birleşmesinden meydana gelir ve onu meydana
getiren şeylerden ayrı bir varlığı olan eşyadır; televizyon gibi. Eşya birliği (topluluğu) ise,
bağımsızlıklarını kaybetmeksizin ve aralarında bir üst – ast ilişkisi bulunmaksızın ortak bir amaç için
bir araya getirilmiş olan ve ekonomik bir bütünlük arz eden birden çok eşyadan oluşan topluluktur, pul
koleksiyonu, hayvan sürüsü, galeri, ilk yardım çantası gibi.
Sahipli – Sahipsiz Eşya: Fiilen bir mülkiyete tabi bulunan sahipli eşya iken; henüz üzerinde hiçbir
mülkiyet kurulmamış eşya (av hayvanları gibi) sahipsiz eşyadır. Sahipli eşyada mülkiyetin kazanılması
kural olarak devir yolu ile olabilirken, sahipsiz eşyada mülkiyet aslen kazanma yolu ile kazanılır. Aslen
kazanma; başkasının mülkiyetinden bağımsız olarak kazanmadır. Önceki malikin mülkiyetiyle
bağlantılı kazanmaya ise devren kazanma denir.
ZİLYETLİK
Zilyetlik, bir eşyayı fiili hâkimiyet altında bulundurma anlamına gelir. Eşya üzerinde, malikin veya
malik olmayan üçüncü bir kişinin sahip olduğu fiilî bir hâkimiyet olup, bu hâkimiyet bir hak olmayıp
sadece fiilî bir durumdur.
Bir kimsenin, bir eşyanın zilyedi sayılabilmesi için eşya üzerinde fiili hâkimiyete sahip olması ve o eşya
üzerinde fiili hâkimiyete sahip olma iradesi yani zilyetlik iradesine sahip olması gerekir. Hukukta, terzi,
emanetçi, nakliyeci, kiracı, eşyayı rehin alan kişi, hırsız veya eşyayı yolda bulan kişiler; o eşyanın
zilyedi olarak kabul edilmektedirler. Örneğin, yolda giden kişinin cebine onun haberi olmadan para
koyulduğunda, paranın fiili hâkimiyetine sahip olsa dahi iradesi bulunmadığı için paranın zilyedi olmaz.
A, B’ye ait olan vazoyu çalmışsa, A bu vazonun zilyedi olmuştur. Çünkü vazo üzerinde fiili hâkimiyeti
ve zilyetlik iradesi bulunmaktadır. Bu durumda çalan kişi, hırsız yani kötü niyetli kişilerde eşyanın
zilyedi olabilirler. Bu nedenle zilyetlik hakkında kullanılabilecek en doğru ifade; zilyetlik bir hak
olmayıp sadece fiili bir durumdur. zilyetliğin kazanılabilmesi için, iyi niyet-kötü niyet ayrımının
yapılmasına gerek yoktur.
Akıl hastası olan A, kendisine ait olan saati B’ye satıp teslim etmiştir. Bu durumda yapılan sözleşme
geçersiz olduğundan B eşyanın maliki olamaz. Ancak sonuçta saat şu durumda B’de bulunduğu için B
eşyanın zilyedi olmuştur. Bu durumdan zilyetlikle mülkiyetin kesinlikle aynı şeyler olmadığı sonucu
çıkartılabilir. B olayda malik değildir ama zilyettir.
A, B’ye ait saati çalmışsa A saatin mülkiyetini kötü niyetli olduğu için kazanamaz ama saatin fiilî
hâkimiyetine sahip olduğu için zilyetliğini kazanır. B’nin ise saat üzerinde fiilî hâkimiyeti yok olduğu
için B zilyetliği kaybetmiştir ama hala B saatin malikidir. Bu durumda şu ifade kullanılabilir; zilyet olan
kişinin malik, malik olan kişinin zilyet olması şart değildir.
64
DİKKAT !!!! Zilyetlik maddi malvarlığı değerleri üzerinde yani sadece eşyalar üzerinde kurulabilir.
Taşınır ve taşınmazlarda söz konusu olabilir. Ayrıca bütünden ayrılarak bağımsız nitelik taşımadıkça
ayrı bir ayni hak konusu olamayan bütünleyici parça üzerinde de zilyetlik kurmak mümkündür.
1. Zilyetlik Türleri
• Tek Başına Zilyetlik - Birlikte Zilyetlik: Bir eşya üzerinde birden fazla kişi aynı anda ve aynı sıfatla
zilyetlik icra ediyor ise birlikte zilyetlik; eşya üzerinde bir kişinin zilyetliğine ise tek başına zilyetlik
denir. Örneğin, A, kendisine ait evi, karı-koca olan B ve C’ye kiralayarak onlara teslim etmiştir. Bu
durumda B ve C’nin zilyetliği birlikte zilyetlik olmaktadır. Oysa evi sadece B’ye kiralamış olsaydı B’nin
zilyetliği tek başına zilyetlik olurdu.
• Doğrudan ve Dolaylı Zilyetlik: Bir şeyde fiilî hâkimiyetini doğrudan doğruya sürdüren kimse
dolaysız, başka bir kişi aracılığı ile sürdüren kimse ise dolaylı zilyettir. Örneğin A kendisine ait saati
B’ye kiralayarak ona teslim etmişse eşya bizzat B’de bulunduğu için B doğrudan zilyet olurken A ise
dolaylı zilyet olmaktadır.
Bir başkasına ayni veya şahsi bir hak vermek amacıyla eşyayı veren kimse dolaylı zilyetliğini muhafaza
eder. Malı kiralayan kişi fiilî hâkimiyeti tamamen kiracıya vermeyip fiilî hâkimiyeti kiracıyla
paylaşmaktadır. Bu nedenle her ikisi de zilyet olmaktadır. Ayrıca dolaylı zilyet de dolaysız zilyet gibi
zilyetliğe ilişkin koruma imkânlarından istifade eder.
• Hakka Dayanan Zilyetlik - Hakka Dayanmayan Zilyetlik: Hukuka uygun olarak kurulan zilyetlik
hakka dayanan; hukukun izin vermediği şekilde tesis edilen zilyetlik ise hakka dayanmayan zilyetlik
olarak tanımlanır. Örneğin eşyayı malikten kiralayan kişiler hakka dayanan zilyetliğe sahip olurken
çalan kişiler haksız zilyet olarak kabul edilirler. Çalıntı malı teslim alan kişiler iyiniyetli dahi olsalar,
haksız zilyet olarak kabul edilirler.
• Başkası İçin Zilyet - Kendisi İçin Zilyet: Zilyet, kendisine veren kişi için eşyayı elinde tutuyor, bu
iradeyle fiilî tasarrufta bulunuyorsa bu kişi sadece başkası için zilyettir. Örneğin, emanetçi, terzi ve
nakliyeci başkası için zilyet olmaktayken kiracı, malı rehin alan ve hırsız fiili hâkimiyete bizzat
kendileri için sahip olduklarından kendileri için zilyettirler.
• Malik Sıfatıyla Zilyet: Mülkiyet iddiasıyla malı hâkimiyetinde bulundurana malik sıfatıyla zilyet
denir. Ancak kişinin malik sıfatıyla zilyet olabilmek için gerçekten malik olup olmaması önem
taşımaz. Dolayısıyla hırsız dahi malik sıfatıyla zilyet olarak kabu edilir. Örneğin, A eşyayı B’ye satıp
teslim etmiştir. Bu durumda B malik sıfatıyla zilyettir.
Aynı şekilde A, B’ye ait olan saati çaldığında A’nın kendisi malik sıfatıyla zilyet olur çünkü artık malın
kendisine ait olduğunu iddia eder ve B’nin zilyetliğini sona erdirir. Oysa kiracı olan kişi malik sıfatıyla
zilyet olamaz çünkü onun mülkiyet iddiası bulunmamaktadır.
65
• Asli ve Feri Zilyetlik: Zilyet, bir sınırlı ayni hak veya bir kişisel hakkın kurulmasını ya da
kullanılmasını sağlamak için şeyi başkasına teslim ederse bunların ikisi de zilyet olur. Bu durumda bu
eşya üzerinde malik sıfatıyla zilyet olan aslî, diğeri ferî zilyettir. Örneğin A saatini B’ye kiralamış ve
teslim etmiştir. Bu durumda B feri zilyet iken A asli zilyet olmuştur. Ancak her malik sıfatıyla zilyet
asli zilyet değildir. Asli zilyetliğin doğabilmesi için fer’i zilyetliğin olması gerekir. Feri zilyetlik yoksa
bu durumda sadece malik sıfatıyla zilyetlik vardır.
Örneğin A’nın malı kimseye kiralamadığı durumda feri zilyetlikte yoktur. Bu durumda A, sadece malik
sıfatıyla zilyet olurken asli zilyet olmamaktadır. Diğer bir ifadeyle bir erkeğe baba denilebilmesi için
onun önce çocuğunun bulunması gerekir. Burada erkek olması malik sıfatıyla zilyetlik, baba olması asli
zilyetlik, çocuk ise feri zilyetlik olarak düşünülmelidir.
• Emin Sıfatıyla Zilyetlik: Malikin, eşyasını güvenerek, inanarak, tamamen kendi iradesiyle diğer bir
ifadeyle emin olarak teslim ettiği kişiler emin sıfatıyla zilyet olarak ifade edilir. Bu durumda terzi,
nakliyeci, kiracı vs. emin sıfatıyla zilyet olarak kabul edilir. Ayrıca emin sıfatıyla zilyetlerin kendi
iradeleriyle eşyayı teslim ettiği kişilerde emin sıfatıyla zilyet olmaktadırlar. Ancak bunun için araya
hırsızın girmemiş olması gerekir. Örneğin malik A saatini B’ye kiralayıp teslim etmiş. B ise E’ye emanet
etmiş. E’nin dükkanından H çalmış ve C’ ye emanet etmiş. Bu durumda B ve E emin sıfatıyla zilyet
iken H ve C emin sıfatıyla zilyet değildirler.
• Zilyet Yardımcılığı (Zilyet Değil): Bir eşyayı zilyetlik iradesiyle değil de, başkasına bir hizmet
görmek amacıyla fiilî hâkimiyetinde bulunduran kimse zilyet yardımcısıdır. Bu kişiler, zilyet olan
kişinin yanında çalışanlar olarak kabul edilir. Örneğin hizmetçi, bahçevan, şoför zilyet olmayıp sadece
zilyet yardımcısı olarak kabul edilirler. Bu kişiler, zilyetliğe dayalı karinelerden istifade edemez.
2. Zilyetliğin Kazanılması
66
devreden kişinin zilyetliği sona ermektedir. Örneğin temyiz gücüne sahip olan A, kendisine ait saati
B’ye satıp teslim etmiştir. Bu durumda B zilyetliği devren kazanmıştır. Oysa A, saatini B’ye kiralayıp
teslim etmiş olsaydı B zilyetliği devren kazanmış olmazdı tesisen kazanmış olurdu. Çünkü devren
kazanma olabilmesi için belirttiğimiz üzere devreden kişinin zilyetliği sona ermelidir. Oysa malı
kiralayan kişi asli zilyet olarak kalmaya devam eder.
Sınırlı ehliyetsiz olan A, malını diğer tarafa satmış ve teslim etmiştir. Sınırlı ehliyetsizlerin kendilerini
borç altına sokan bu işlemi izin ile yapmaları gerekeceğinden bu işlem yasal temsilci icazet verene kadar
askıda kalacaktır yani B malik olmayacaktır. Ancak B eşyanın zilyedi olmuştur çünkü mal B’ye teslim
edilmiştir. Bu durumda B zilyetliği devren kazanmış olur çünkü sınırlı ehliyetsizlerin temyiz güçleri
bulunmaktadır.
Zilyetliğin devren kazanılması, eşyanın teslimi ile ve eşya teslim edilmeden kazanılması olarak ikiye
ayrılmaktadır.
• Hükmen Teslim
Zilyetliği devredenin, özel bir hukuki ilişkiye dayanarak zilyet olmaya devam etmesidir. Diğer bir
ifadeyle eşyanın zilyetliğini devreden kişinin özel bir sebebe dayanarak eşya üzerindeki vasıtasız
zilyetliğini devam ettirmesidir. Hükmen teslim kelime anlamı olarak “gerçekte teslim yok ama teslim
67
edilmiş sayılır” anlamına gelmektedir. Hükmen teslimde malın önceki zilyedin elinde kalmasına özel
bir hukuki ilişki (emanet sözleşmesi, ödünç sözleşmesi vs.) sebep olur.
Örneğin, A kendisine ait taşınmazı B’ye satmış ama henüz teslim etmemiştir. Teslim etmemesinin
sebebi ise yeni bir ev buluncaya kadar satmış olduğu evde kiracı olarak oturma konusunda B ile anlaşmış
olmasıdır. Görüldüğü üzere eşyanın diğer tarafa gerçekte teslimi söz konusu değildir.
Örneğin, A galeriden araba satın almış ama temizlenmesi için akşama kadar arabayı galeriden
almamıştır.
Örneğin kişi satın aldığı pantolonunun paçaları yapılsın diye bir sonraki güne kadar teslim almamıştır.
Örneğin mağazadan dolap alan kişinin evlenene kadar dolabı mağazadan teslim almaması hükmen
teslim olarak kabul edilir.
DİKKAT !!!! Kısa elden teslimde eşya zaten diğer tarafa teslim edilmiştir oysa; hükmen teslimde
eşyanın diğer tarafa teslimi söz konusu olmamaktadır.
• Zilyetliğin Havalesi
Öncelikle şu durumun bilinmesi gerekir ki havale üç farklı kişi arasında söz konusu olmaktadır.
Zilyetliğin havalesi, üçüncü kişinin vasıtasız zilyetliğinde bulunan bir eşyanın vasıtalı zilyetliğinin
önceki zilyet tarafından zilyetlik durumunda bir değişiklik olmaksızın bir sözleşme ile yeni zilyede
devredilmesidir.
Örneğin A, kendisine ait saati B’ye kiralamış ve ona teslim etmiştir. Daha sonra A, aynı saati C’ye
satmış ama teslim edememiştir çünkü mal şuan B’de bulunmaktadır. Bu durumda A, C’ye; kira
sözleşmesi sonunda malı B’den almasını söyler. Bu durumda zilyetlik C’ye doğrudan değil bir başka
kişinin üzerinden devredilmiş olur ki bu duruma zilyetliğin havalesi denilmektedir.
DİKKAT !!!! Kısa elden teslim hâlinde doğrudan zilyetlik kazanılırken; hükmen teslim, zilyetliğin
havalesi ve emtia senetlerinin teslimi hallerinde dolaylı zilyetlik kazanılmaktadır.
3. Zilyetliğin Korunması
Eşya üzerinde fiilî hâkimiyet olarak ifade edilen zilyetlik üç şekilde korunabilir. Bunlar;
Savunma hakkı
Zilyetliği koruyucu dava
Taşınmaz zilyetliğin idari yoldan korunması
68
3.1. Savunma Hakkı
Zilyet olan kişi gasp ve saldırı fiillerine kuvvet kullanarak karşı koyabilir. Zilyet, rızası dışında
kendisinden alınan şeyi taşınmazlarda el koymuş olan kişiyi kovarak, taşınırlarda ise eylem sırasında
veya kaçarken yakalananın elinden alarak zilyetliğini koruyabilir. Ancak zilyet, durumun haklı
göstermediği derecede kuvvet kullanmaktan kaçınmalı yani savunma hakkını kullanırken ölçülü
olmalıdır.
Zilyetliğe ilişkin savunma hakkı, zilyet olan kişiye tanındığı için bu hakkı kullanacak kişinin zilyetlik
sıfatı bu anlamda önemli değildir. Dolayısıyla haklı ya da haksız zilyet olup olmadığına bakılmaksızın
her zilyedin (hırsız dahil) zilyetliğini savunma hakkı bulunur. Örneğin feri zilyet olan kişiler, asli
zilyetlere karşı dahi zilyetliklerini savunabilirler. Ancak zilyet yardımcılarının savunma hakları
bulunmaz çünkü bu hak zilyet olanlara tanınmıştır.
69
Soruşturma en geç 15 gün içinde tamamlanarak karara bağlanır. Verilen kararlar idari yargı yolu açık
olmak üzere kesindir.
Başvuru sırasında, taraflar arasındaki taşınmaz mal anlaşmazlığı hakkında mahkemece ihtiyati tedbir
kararı verilmiş veya anlaşmazlık dava konusu yapılmış ise idari yoldan koruma istenemez.
İdari makam tarafından verilmiş bir önleme kararı varken, taraflarca taşınmaz mal anlaşmazlığına ilişkin
dava açılmadan adli mercilerce ihtiyati tedbir kararı verilemez.
4. Zilyetliğin İadesi
Zilyetliğin iadesinin kapsamı, iade edecek zilyedin iyi niyetli olup olmamasına göre değişebilmektedir.
• İyiniyetli Zilyedin İade Yükümlülüğü: İyi niyetli zilyet, iade zamanında elinde kalanı vermekle
yükümlüdür. Dolayısıyla, zilyetliği altındaki malın yok olmasından veya zarara uğramasından sorumlu
değildir. Herhangi bir tazminat ödemek zorunda değildir. Ancak, malı elinden çıkarmakla birlikte eline
karşılık bir değer geçmiş ise, bu değer sebepsiz zenginleşme teşkil ettiği ölçüde kendisinden talep
edilebilir.
Zilyetliği iade edecek olan iyiniyetli zilyet; eşya için yaptığı zorunlu (malın korunması ve ekonomik
işlevini sürdürebilmesi için yapılması gereken) ve faydalı masrafları (malın değerini artıran giderler)
talep edebilir. Masraflar kendisine ödeninceye kadar eşyayı alıkoyma hakkına sahiptir. Oysa lüks
masrafları ise talep edemez ancak lüks masrafa konu olan eşya asıl şeye zarar vermeksizin sökülüp
alınabiliyorsa onu ayırıp alma hakkı vardır. Malik ise lüks masrafların bedelini ödemeyi teklif ederse iyi
niyetli zilyet ayırıp alma hakkını kullanamaz.
• Kötüniyetli Zilyedin İade Yükümlülüğü: Kötü niyetli zilyet, eşyayı hak sahibine iade etmekle
beraber haksız alıkoymuş olması nedeniyle doğan her türlü zararı tazmin etmekle yükümlüdür. Kötü
niyetli zilyet eşyadan dolayı olanı değil olması gereken herşeyi iade etmek zorundadır. Eşyanın yok
olması, zarara uğraması nedeniyle doğan zararlar, kötü niyetli zilyet tarafından tazmin edilir. Tazminat
sorumluluğunun doğması için kötü niyetli zilyedin kusurlu olmasına gerek yoktur. Ancakeşyayı kime
vereceğini bilmediği sürece kötü niyetli zilyet sadece eşyaya kendi kusuru ile verdiği zararlardan
sorumludur.
Kötü niyetli zilyet, elde ettiği veya elde etmeği ihmal ettiği semereleri de ödemekle yükümlüdür. Kötü
niyetli zilyet, yalnızca zorunlu masrafları talep edebilir, faydalı ve lüks masrafları ise talep edemez. Kötü
niyetli zilyedin alıkoyma hakkı yoktur.
5.Taşınır Davası
Taşınırı rızası dışında elinden çıkan zilyedin o taşınırı elinde bulunduran kişilere karşı açabildiği
davadır. Bu davayı sadece iyi niyetli zilyetler açabilir bu nedenle zilyetliği kötü niyetle kazanmış olan
önceki zilyetler sonraki zilyetlere karşı taşınır davası açamazlar. Ayrıca taşınır davasında davayı açan
70
kişi, eşyanın zilyedi olduğunu ve eşyanın elinden isteği dışında çıktığını veya davalının zilyetliği kötü
niyetli edindiğini ispatlamalıdır.
Taşınır davası, iyi niyetlilere karşı, malın irade dışı elden çıktığı tarihten itibaren 5 yıl içinde açılabilir.
Kötü niyetli zilyetlere karşı ise bu dava her zaman açılabilir.
Örneğin, A’ya ait olan vazo H tarafından çalınmış ve üç yıl süreyle kullanılmıştır. Daha sonra vazoyu
H, C’ye satmış ve ona teslim etmiştir. C’de vazoyu dört yıl kullanmıştır. Toplam yedi yıl geçmiş olacağı
için bu durumda artık A, C’ye karşı taşınır davasını açamaz. Çünkü iyi niyetli kişilere karşı bu dava
eşyanın elinden çıkmasından itibaren beş yıl içinde açılabilirdi. Oysa bu dava hırsıza her zaman açılabilir
çünkü kötü niyetli zilyetlere karşı ise bu dava her zaman açılabilirdi.
DİKKAT !!!! Ferî zilyet, asli zilyede karşı zilyetlik davasını açabilir ama taşınır davasını açamaz.
Çünkü zilyetlik davasını açma hakkı sadece zilyetliğe dayandığı için; ferî zilyedin dava açabilmesi için
zilyet olması yeterliydi ki kendisi zilyettir. Oysa taşınır davasını açma hakkını ferî zilyet bir nevi asli
zilyetten almaktadır. Bu sebeple taşınır davasını ferî zilyedin şartları varsa üçüncü kişilere karşı açması
gerekir; asli zilyede karşı değil.
DİKKAT !!!! Bir taşınırın hiçbir zaman zilyedi olamamış olan kişi taşınır davasını açamaz. Çünkü
hiçbir zaman zilyet olamamışsa zaten zilyetliğinin rızası dışında elinden çıkması da söz konusu olamaz.
DAVALARIN KARŞILAŞTIRILMASI
Gasp veya saldırı bulunmalıdır. Zilyetliğin rıza dışı elden çıkması gerekir. Mülkiyete yönelik bir tecavüz olmalıdır.
Davacının zilyet olması yeterlidir. Davacının iyi niyetli zilyet olması gerekir. Davacının mülkiyet sahibi olması gerekir.
(Örneğin; hırsız bu davayı açamaz).
Konusu taşınır ve taşınmaz eşya olabilir. Konusu sadece taşınır eşya olabilir. Konusu taşınır ve taşınmaz eşya olabilir.
İki ay ve bir yıllık süreler içinde dava İyi niyetlilere karşı beş yıl, kötü niyetlilere Dava, süreye tabi değildir.
açılmalıdır. karşı her zaman açılabilir.
71
Başkasına Ait Taşınır Malın Mülkiyetinin Sahibinin
Rızası Olmadan Kazanılması
72
Örneğin, A, kendisine ait çantasını tamir etmesi için tamirci T’ye bırakmış. T ise söz konusu çantayı
dükkanında görüp beğenen iyi niyetli C’ye satıp teslim etmiştir. Tamirci emin sıfatıyla zilyettir çünkü
malik emin olarak eşyasını ona teslim etmiştir. Malı emin sıfatıyla zilyetten iyi niyetli olarak alanlar
teslimle birlikte malik olur. Olayda C, eşyayı teslim almakla birlikte eşyanın maliki olur. Bu kişilere
karşı taşınır davası açılarak eşya geri alınamaz.
Örneğin, A kendisine ait ceketi temizlemesi için kuru temizlemeci K’ya bırakmış. Ceket, H tarafından
çalınmış ve iyi niyetli C’ye satılarak ona teslim edilmiştir. Yukarıda ifade ettiğimizi üzere malikin,
eşyasını güvenerek, inanarak, tamamen kendi iradesiyle diğer bir ifadeyle emin olarak teslim ettiği
kişiler emin sıfatıyla zilyet olarak ifade edilir. Bu durumda terzi, nakliyeci, kiracı vs. emin sıfatıyla zilyet
olarak kabul edilir. Ayrıca emin sıfatıyla zilyetlerin kendi iradeleriyle eşyayı teslim ettiği kişilerde emin
sıfatıyla zilyet olmaktadırlar. Ancak bunun için araya hırsızın girmemiş olması gerekir. Olayda araya
hırsız gitmiş olduğu için A’nın hırsıza güvenmesi söz konusu değildir. Bu nedenle hırsız emin sıfatıyla
zilyet olamaz. Dolayısıyla C, iyi niyetli olsa dahi eşyayı teslim almakla birlikte eşyanın maliki olmaz;
C’nin malik olabilmesi için eşyayı iyi niyetli olarak beş yıl zilyetliğinde bulundurması gerekir.
73
Başkasına Ait Taşınır Malın Mülkiyetinin Kazanılabilmesi İçin Önemli Noktalar
- Öncelikle, hak kazanılabilmesi için kişinin kesinlikle iyi niyetli olması gerekir.
- Taşınır malın emin sıfatıyla zilyetten iyi niyetli olarak alınması durumunda alan kişi teslimle birlikte yani
hemen malik olur.
- Taşınır malın, emin sıfatıyla zilyet olmayan kişilerden (hırsızdan veya araya hırsızın girdiği hukuki
ilişkilerden) iyi niyetli olarak alınması durumunda, alan kişi beş yıl boyunca iyiniyetini sürdürürse malik olur
yani teslimle birlikte malik olmaz.
- Taşınır malın, (kimden alındığı önemli olmaksızın) para veya hamiline yazılı senet olması halinde alan kişi
teslimle birlikte yani hemen malik olur.
- Taşınır malın iyi niyetli olarak, pazar-açık artırma veya benzer eşya satan yerlerden alınması durumunda,
teslim alan kişi, bu gibi yerlere ödemiş olduğu bedeli, (ona taşınır davası açılması ve eşyanın istenmesi
halinde) geriisteyebilir.
İKİNCİ BÖLÜM
TAPU SİCİLİ
Ayni hakların kurulması tapu kütüğüne yapılacak tescile bağlıdır. Bu nedenle tapu kütüğüne aşağıdaki
hususlar tescil edilir;
Mülkiyet
Taşınmaz üzerinde kurulmuş olan veya o taşınmaz lehine başka taşınmaz üzerinde kurulmuş bulunan irtifak hakları
ile taşınmaz yükü
74
DİKKAT !!!! Tapu kütüğüne yapılan kaydın hüküm ve sonuçları yevmiye defterindeki tarihten başlar.
Ayrıca tapu sicilinde yapılan basit hataları memur kendiliğinden düzeltebilirken; önemli hataların
düzeltilebilmesi için tarafların anlaşması gerekir; aksi hâlde mahkeme kararına ihtiyaç duyulur.
DİKKAT !!!! Kadastrosu yapılmamış yerlerde tutulan deftere; zabıt defteri denilmektedir.
• Tescil İlkesi
Taşınmazlar üzerinde ayni hakların kurulabilmesi için alıcı adına tapu sicile tescilin yapılması gerekir.
Bu açıdan tescil kurucu olmaktadır. Tescil, yazılı istem üzerine yapılır ve bu istemin kural olarak
malikten gelmesi gerekir. Ayrıca her tescilin bir sebebi bulunmalıdır; satım - bağışlama gibi. Bu
sebeplerin geçerli olması gerekir. Çünkü tescil, sebebe bağlıdır yani sebebin olmaması veya geçersiz
olması hâlinde tescilde geçersiz olur.
DİKKAT !!!! Kurulması için kanunen tapu siciline tescili lazım gelen her hak bu tescil olmadıkça bir
aynî hak olarak mevcut olmaz(Tescilin Olumsuz Hükmü).Tescil edilmiş olan her aynî hakkın geçerli
olarak varlık kazandığı kabul edilir (Tescilin Olumlu Hükmü).
Hak kazanacak kişinin tapu siciline güvenmesi gerekir. Tapu siciline güvenmesi; kişinin tapuda hak sahibi olan
kişiyle hukuki işlem yapması anlamına gelmektedir. Bu nedenle; sahte vekâletnameye, sahte nüfus cüzdanına
güvenerek hukuki işlem yapan kişinin iyiniyeti korunmaz.
75
Örneğin, Ü, A’ya ait tapulu bir taşınmazı sahte bir vekâletname ile iyi niyetli M’ye satar ve M’nin adına
tescil eder. Daha M, söz konusu taşınmazı iyi niyetli C’ye satar ve C’nin adına tescil eder. Bu durumda
M, iyiniyetli olsa dahi tapu siciline güven ilkesinden istifade edemez. Çünkü M’nin kazanımının
korunabilmesi için öncelikle tapu siciline güvenmesi ve üçüncü kişi olması gerekliydi. Olayda
taşınmazın maliki olan A birinci kişi; M ise ikinci kişidir. Ayrıca M sicile değil sahte vekâletnameye
güvenmiştir. Bu durumda M adına yapılan tescil geçersizdir. Oysa C’nin kazanımı korunur çünkü
iyiniyetli olarak tapu siciline güvenmiş yani tapuda malik olarak gürünen kişiden taşınmazı satın
almıştır. Bu nedenle C, adına tescilin yapılmasıyla birlikte malik olur.
2. Şerh
Tapu siciline yapılacak kayıtlardan ilki olan tescil yukarıda ifade edildi. Ancak tapu siciline
yapılabilecek olan ikinci kayıt olan şerh konusunun da bilinmesi gereklidir. Tescil, taşınmazları
ilgilendiren ayni haklarda söz konusu olur ve kural olarak hakkı kurma amacını taşır. Kısacası ayni
hakların şerhi olmaz. Oysa şerh sadece kanunda sayılan bazı nispi hakların üçüncü kişilerce bilinmesini
ve onlara karşı hakların ileri sürülebilmesini sağladığından kurma değil hakkı duyurma işlevine sahiptir.
76
Şerh edilecek kayıtlar; nispi haklar, devir sınırlamaları ve geçici tescil kayıtları olmak üzere üçe
ayırabilir;
DİKKAT !!!! Toparlamak gerekirse şerh; nispi hakların üçüncü kişilere karşı ileri sürülebilmesi tapuda
yer alan bir kayıttır. Şerh, her zaman üçüncü kişiler için etkilidir. Bu açıdan bakıldığından olayda olduğu
gibi üçüncü kişi malik olduğunda şerhin ona karşı etkisi ayni etki; oysa üçüncü kişi malik dışındakiler
olduğunda onlara karşı etkisi ise şerhin munzam etkisi olarak ifade edilmektedir.
Nispi haklar sınırlı sayıda olmamasına rağmen bu haklar içerisinde şerh edilebilenler sınırlı sayıda
kanunda düzenlenmiştir. Bu haklar;
Medeni Kanunda Düzenlenmiş Olanlar: Sözleşmeden doğan alım hakkı, sözleşmeden doğan önalım hakkı,
sözleşmeden doğan geri alım hakkı ve rehinli alacaklının boş dereceye ilerleme hakkı olmak üzere ayrılabilir.
Borçlar Kanununda Düzenlenmiş Olanlar: Kira sözleşmesi, hasılat kirası sözleşmesi, bağışlamadan rücu
sözleşmesivearsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi olmak üzere ayrılabilir.
77
DİKKAT !!!! Tapuda şerh isteminde bulunabilecek olan kişi kural olarak taşınmazın malikidir. Ancak
taşınmaz satış vaadi sözleşmesinde malik olan veya karşı taraf olan alacaklının her biri şerh isteminde
bulunabilir.
DİKKAT !!!! Tapuda şerhin kalma süresi yani şerhin etkisi en çok on yıl olmasına rağmen taşınmaz
satış vaadi sözleşmesinde bu süre en çok beş olarak düzenlenmiştir.
Aile konutu
Tamamlanabilen Belgelerde Eksiklik Bulunması: Ayni hakkın tescili için tapu memuruna yapılan talebin
belgelendirmesinde tamamlanabilir bir eksiklik bulunursa şerhler sütununa geçici tescil yapılır.
78
DİKKAT !!!! Burada dikkat edilmesi gereken nokta geçici tescil şerhi ile çekişmeli hakların
korunmasına ilişkin şerh aynı fonksiyona sahip değildir. Geçici tescil şerhi sicilin düzeltilmesi davasında
söz konusu iken çekişmeli hakların korunmasına ilişkin şerh tescile zorlama davasında söz konusu
olmaktadır.
ŞERH
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
AYNİ HAKLAR
Kişilere belli bir eşya üzerinde doğrudan doğruya hâkimiyet sağlayan haklara denir. Ayni haklar
herkese karşı ileri sürülebilen dolayısıyla herkes tarafından ihlali mümkün olan mutlak haklardandır.
Ayni haklar taşınır ya da taşınmaz mallar üzerinde kurulabilir. Taşınır mallar üzerinde kurulabilmesi
için eşyanın diğer tarafa teslim edilmesi gerekirken; taşınmazlar üzerinde kurulabilmesi için tapuya, hak
sahibi adına tescilin yapılması gerekir.
• Aleniyet İlkesi: Kişilerin hangi eşya üzerinde hangi ayni haklara sahip olduğunun bilinmesidir. Taşınır
eşyalarda bu açıklığı “zilyetlik”, taşınmazlarda ise “tapu sicili” sağlar. Taşınır mülkiyetinin devri için
zilyetliğin devri, taşınmaz mülkiyetinin devri için kural olarak tapuya tescil şarttır.
79
• Sınırlı Sayı ve Tipe Bağlılık İlkesi: Ayni haklar kanunda sınırlı sayıda belirtilmiştir. Taraflar yeni bir
ayni hak oluşturamazlar. Ayni hakların içeriği de kanunda düzenlenmiştir. Ayni hakkın içeriğinin yani
sahibine verdiği yetkinin kapsamının kanun tarafından belirlenmiş olmasına tipe bağlılık ilkesi denir.
• Muayyenlik (Belirlilik) İlkesi: Ayni haklar ancak mevcut ve ferden belirlenmiş olan şeyler üzerinde
kurulabilir yani bir ayni hakkın konusu ancak belirli bir şey olabilir. Ayni hak belli bir şeyin tümünü
kapsar. Bir şeyin bütünleyici parçaları o şeyden ayrılıp bağımsız bir varlık oluşturmadıkça ayni hak
konusu olmaz. Ayni hak eşyanın bütününü kapsar fakat sağlayacağı yararlanmanın sadece malın bir
kısmı üzerinde toplanmasına engel yoktur. Örneğin, geçit irtifakı taşınmazın sadece bir kısmından yarar
sağlar fakat taşınmazın tamamı bu irtifakla yüklüdür.
• Zamanaşımına ve Hak Düşürücü Süreye Tabi Olmama: Ayni hak sahiplerine, üçüncü kişilere karşı
tanınan haklar zamanaşımı ve hak düşürücü süreye bağlı değildir. Malik elinden çıkan eşyasını aradan
ne kadar süre geçerse geçsin, istihkak davasıyla her zaman geri iadesini sağlayabilir. Kazandırıcı
zamanaşımı ile mülkiyet hakkını kazanan üçüncü bir şahıs olmadıkça, malik ne kadar uzun süre
kullanmamış olursa olsun, mülkiyet hakkını kaybetmiş olmaz.
• Ayni Hakların Başkalarına Devredilebilirliği İlkesi: Ayni haklar kural olarak başkalarına
devredilebilirler. Bununla birlikte, şahsa bağlı irtifak haklarının (intifa ve sükna) başkalarına devri
mümkün değildir.
• Kıdeme Öncelik İlkesi : Eşya hukukundaki bu ilkeye göre kıdemli olan, yani önce tesis edilmiş olan
ayni hak, sonra tesis olanlardan önce gelecektir. Taşınmazlar üzerinde tesis olunan ayni haklar kıdem
sırasını, “tapuya tescil ve yevmiye defterine yazım” tarihine göre almaktadır. Taşınmaz rehinlerinin
kendi aralarında öncelik sırası, kıdem esasına göre değil, bağlı oldukları dereceye “sabit derece
ilkesine” göredir.
80
Ayni Haklar ve Şahsi (Nispi) Haklar Arasındaki Farklar
- Ayni haklar herkese karşı ileri sürülebilir. Fakat şahsi haklar yalnızca belirli kişilere yani bağlı olduğu
borçlandırıcı işlemin diğer tarafına karşı ileri sürülebilir.
- Ayni haklar herkes tarafından ihlal edilebildiği hâlde şahsi haklar yalnızca belirli şahıslarca ihlal edilebilir.
- Ayni haklarda hak sahibi ile eşya arasındaki ilişki, doğrudan doğruyadır. Hak sahibinin hakkını kullanabilmesi
için bir aracı şahsa ihtiyacı yoktur. Oysa şahsi haklarda hak sahibi hakkını kullanabilmek için akdin diğer
yanından, bir edimde bulunmasını talep etmek zorunda olduğundan, eşya ile arasındaki ilişki dolaylıdır. Bir
aracı şahsı zorunlu kılar.
- Ayni haklar sınırlı sayıdadır. Halbuki sözleşme özgürlüğüne dayanarak kişiler istedikleri çeşit ve kapsamda
şahsi haklar yaratabilir.
- Ayni haklar bir zamanaşımı veya hak düşürücü süreye tabi olmadığı halde, şahsi hakların kullanılması bir
zamanaşımı süresine tabidir.
81
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
MÜLKİYET
Sahibine bir eşya üzerinde kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkilerinden tamamını
veren ayni hak, mülkiyet hakkıdır. Malik, sahibi olduğu eşyayı hukuk düzeninin sınırları içinde
istediği gibi kullanabilir.
Mülkiyetten doğan yetkilerin kullanılmasında taşkınlıktan kaçınma yükümlülüğü vardır. Mülkiyet
hakkına ilişkin bu kısıtlama, hiçbir talebe gerek kalmadan doğrudan etkilidir. Bir taşınmaz malikinin
mülkiyet hakkını bu hakkın yasal kısıtlamalarına aykırı kullanması sonucunda zarar gören veya zarar
tehlikesi ile karşılaşan kimse, durumun eski hâline getirilmesini, tehlikenin ve uğradığı zararın
giderilmesini dava edebilir. Taşınmaz maliki zararlardan kusursuz sorumludur.
82
• Bütünleyici Parça
Bir bütünü tamamlayan ve bütünün diğer parçalarından bağımsız olarak ayni haklara konu edilemeyen
eşya parçalarına bütünleyici parça (mütemmim cüz) denir. Bütünleyici parça, yerel âdetlere göre asıl
şeyin temel unsuru olan, o şey yok edilmedikçe, zarara uğratılmadıkça veya yapısı değiştirilmedikçe
ondan ayrılmasına olanak bulunmayan parçadır. Örneğin, geminin yelkeni, evin duvarları, arabanın
tekerlekleri gibi.
Bütünleyici parçalar asıl eşyanın hukuksal kaderine tabidir. Asıl eşyanın maliki kim ise, bütünleyici
parçanın maliki de odur. Diğer bir ifadeyle bütünleyici parça üzerinde asıl eşyadan ayrı olarak ayni
haklar kurulamaz. Örneğin arabayı satıyorum ama motorunu satmıyorum diyemez veya arabayı
Ahmet’e satıyorum ama motorunu Mehmet’e satıyorum diyemez. “Bütünleyici parçanın asıla
bağlılığı” olarak bilinen bu ilkeyle hukuk düzeni, eşyanın ekonomik değerinin, parçalanma suretiyle
azalmasının önüne geçmek istemiştir. Bir başka şeyin bütünleyici parçası durumuna gelen şey üzerinde
önceden kurulmuş ayni haklar son bulur.
Medeni kanunda, bütünleyici parçanın koşullarını taşıyıp taşımadığına bakılmaksızın kanun gereği
bütünleyici parça sayılan eşyalarda vardır. Bunlar;
Yapılar
Bitkiler
Doğal ürünler
Doğal ürünler, asıl eşyadan ayrılıncaya kadar onun bütünleyici parçası sayılırlar. Ürünler, dönemsel
olarak elde edilen doğal (ağacın meyvesi, koyunun yünü gibi) veya hukuki ürünler ile bir şeyin
özgülendiği amaca göre âdetler gereği ondan elde edilmesi uygun görülen diğer verimlerdir (bir ineğin
yavrusu, bir ormanın ağaçları). Asıl şeyden ayrılıncaya kadar doğal ürünler de asıl şeyin malikinin
mülkiyetindedir. Asıl şeyden ayrılmamış ürünler üzerinde asıl şeyden ayrı olarak ayni haklar kurulamaz.
Asıl şeyden ayrılan doğal ürünler kural olarak asıl eşyanın malikine ait olur.
• Eklenti
Asıl eşya malikinin iradesine veya yerel âdetlere göre, bir şeyin işletilmesi, korunması veya yarar
sağlaması için sürekli bir biçimde o şeye özgülenen ve kullanılmasında birleştirme, takma veya başka
bir biçimde asıl eşyaya bağlı kılınan taşınır eşyadır. Örneğin, televizyonun kumandası, gözlüğün kabı,
arabanın teybi vs.
Aksi belirtilmediği sürece eşya üzerinde kurulan ayni haklar onun eklentisini de kapsamaktadır. Ancak,
kişiler aksini belirterek eklentiyi devrin kapsamı dışına çıkartabilirler. Örneğin arabanın Ahmet’e
satıldığını düşündüğümüzde; taraflar aksini ifade etmemişse; teyp araba ile birlikte satılmış olur. Araba
ve teyp iki ayrı kişiye satılabilir. Diğer bir ifadeyle bütünleyici parçalar, ayrı bir ayni hak konusu
olmadıkları hâlde, eklenti asıl şeyden bağımsız bir hukuki varlık olarak ayrı ayni hak konusudur. Asıl
şey üzerinde ayrı bir mülkiyet, eklenti üzerinde ayrı bir mülkiyet olabilir. Kısacası, bütünleyici parçadan
83
farklı olarak asıl eşya ile ilgili olarak yapılan tasarruf işlemleri aksi belirtilmedikçe onun eklentisini de
kapsar.
2. Mülkiyetin Türleri
Mülkiyet, kendi içerisinde tek başına mülkiyet ve birlikte mülkiyet olarak ikiye ayrılmaktadır. Aynı
şekilde birlikte mülkiyet ise paylı mülkiyet ve elbirliği mülkiyeti olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.
Eşlerden hangisine ait olduğu ispat edilemeyen mallar onların paylı mülkiyetinde sayılır.
İki taşınmazı birbirinden ayırmaya yarayan duvar, parmaklık, çit gibi sınırlıklar, aksi ispat edilmedikçe, her iki
komşunun paylı malı sayılır.
Kat mülkiyetine tabi olan yerlerde müşterek kullanım alanları üzerinde paylı mülkiyet vardır.
Karışma- birleşme sonucu eşyalar ayrılamıyorsa her iki arasında paylı mülkiyet oluşur.
84
Paylı Mülkiyette Yönetim İşleri
Paydaşlardan her biri olağan yönetim işlerini yapmaya, özellikle küçük onarımları yaptırmaya ve
tarımsal işleri yürütmeye yetkilidir. (Olağan yönetim işleri)İşletme usulünün veya tarım türünün
değiştirilmesi, adî kiraya veya ürün kirasına ilişkin sözleşmelerin yapılması veya feshi, toprağın ıslahı
gibi önemli yönetim işleri için pay ve paydaş çoğunluğuyla karar verilmesi gerekir. (Önemli yönetim
işleri) Olağan yönetim sınırlarını aşan ve paylı malın değerinin veya yarar sağlamaya elverişliliğinin
korunması için gerekli bakım, onarım ve yapı işlerinde de aynı çoğunluk aranır.
Paylı malın özgülendiği amacın değiştirilmesi, korumanın veya olağan şekilde kullanmanın gerekli
kıldığı ölçüyü aşan yapı işlerine girişilmesi veya paylı malın tamamı üzerinde tasarruf işlemlerinin
yapılması, bütün paydaşların kabulüne bağlıdır. (Olağanüstü yönetim işleri ve tasarruflar)
Örneğin, taşınmazın tamamı üzerinde ayni hak kurulabilmesi için oy birliği gerekir. Aynı şekilde, havuz
yapılması, teras yapılması gibi işlemler için oy birliği ile karar almaları gerekir. Taşınmazın
kiralanabilmesi için oy çokluğu ile karar almaları gerekir ancak iş yeri olarak kiraya verilecekse oy
birliğine ihtiyaç bulunmaktadır.
Paydaşlar, kendi aralarında oy birliğiyle anlaşarak yararlanma, kullanma ve yönetime ilişkin konularda
kanun hükümlerinden farklı bir düzenleme yapabilirler (anlaşma şekle tabi değil) yani yönetime ilişkin
kararlarda farklı çoğunluklar belirleyebilirler. Ancak, böyle bir anlaşmayla paydaşların aşağıdaki hak
ve yetkileri kaldırılamaz ve sınırlandırılamaz:
Paylı mülkiyet konusu eşyanın kullanılabilirliğinin ve değerinin korunması için zorunlu olan yönetim işlerini
yapmak ve gerektiğinde mahkemeden buna ilişkin önlemlerin alınmasını istemek.
Eşyayı bir zarar tehlikesinden veya zararın artmasından korumak için derhâl alınması gereken önlemleri bütün
paydaşlar hesabına almak.
DİKKAT !!!!Paylı mülkiyetten doğan veya paylı malı ilgilendiren yönetim giderleri, vergiler ve diğer
yükümlülükler, aksine bir hüküm bulunmadıkça, paydaşlar tarafından payları oranında karşılanır.
Payına düşenden fazlasını ödemiş bulunan paydaş, diğerlerine payları oranında rücu edebilir.
85
3.2.4. Paydaşlıktan Çıkarma
Kendi tutum ve davranışlarıyla veya malın kullanılmasını bıraktığı ya da fiillerinden sorumlu olduğu
kişilerin tutum ve davranışlarıyla diğer paydaşların tamamına veya bir kısmına karşı olan
yükümlülüklerini ağır biçimde çiğneyen paydaş, bu yüzden onlar için paylı mülkiyet ilişkisinin
devamını çekilmez hâle getirmişse, mahkeme kararıyla paydaşlıktan çıkarılabilir. Davanın açılması,
aksi kararlaştırılmış olmadıkça, pay ve paydaş çoğunluğuyla karar verilmesine bağlıdır.
Hâkim, çıkarma istemini haklı gördüğü takdirde, çıkarılacak paydaşın payını karşılayacak kısmı maldan
ayırmaya olanak varsa, bu ayırmayı yaparak ayrılan parçanın paylı mülkiyetten çıkarılana
özgülenmesine karar verir. Aynen ayrılmasına olanak bulunmayan maldaki payın dava tarihindeki
değeriyle kendilerine devrini isteyen paydaş veya paydaşlar bu istemlerini paydaşlıktan çıkarma istemi
ile birlikte ileri sürmek zorundadırlar.
Hâkim, hüküm vermeden önce resen belirleyeceği uygun bir süre içinde pay değerinin ödenmesine veya
tevdiine karar verir. Davanın kabulü hâlinde payın istemde bulunan adına tesciline hükmolunur.
Payı karşılayacak kısım maldan aynen ayrılamaz ve bu payı isteyen paydaş da bulunmazsa hâkim,
davalıya payını devretmesi için bir süre belirler ve bu süre içinde devredilmeyen payın açık artırmayla
satışına karar verir. Satış kararı, cebrî icra yoluyla paraya çevirmeye ilişkin hükümler uyarınca yerine
getirilir.
DİKKAT !!!!Cebri artırmayla satışlarda, paydaşlar arasındaki satışlarda önalım hakkı kullanılamaz.
Ayrıca payın, paydaşlardan birine satılması halinde diğer paydaşların ön alım hakları bulunmaz.
DİKKAT !!!!Önalım hakkından feragat resmî şekle tabidir. Bir paydaşın yaptığı feragatin o payın
sonraki sahiplerini de bağlayabilmesi için tapu kütüğüne şerh verilmesi gerekir. Belirli bir satışta önalım
hakkını kullanmaktan vazgeçme ise yazılı şekle tabidir ve satıştan önce veya sonra yapılabilir.
86
Paylı Mülkiyetin Sona Ermesi (İzale-i Şüyu)
Hukuki bir işlem gereğince veya paylı malın sürekli bir amaca özgülenmiş olması sebebiyle paylı
mülkiyeti devam ettirme yükümlülüğü bulunmadıkça, paydaşlardan her biri malın paylaşılmasını
isteyebilir. Uygun olmayan zamanda paylaşma isteminde bulunulamaz.
Paylaşma, malın aynen bölüşülmesi veya pazarlık ya da artırmayla satılarak bedelinin bölüşülmesi
biçiminde gerçekleştirilir. Paylaşma biçiminde uyuşma sağlanamazsa, paydaşlardan birinin istemi
üzerine hâkim, malın aynen bölünerek paylaştırılmasına, bölünen parçaların değerlerinin birbirine denk
düşmemesi hâlinde eksik değerdeki parçaya para eklenerek denkleştirme sağlanmasına karar verir.
DİKKAT !!!! Paylaşmayı isteme hakkı, hukuki bir işlemle en çok on yıllık süre ile sınırlandırılabilir.
(İdame-i Şûyu)
Taşınmaz Mülkiyeti
Yerinde sabit olan ve bir yerden diğer yere nakledilemeyen eşyaya taşınmaz denir. Arazi üzerindeki
mülkiyet, kullanılmasında yarar olduğu ölçüde, üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını kapsar. Bu
mülkiyetin kapsamına, yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere yapılar, bitkiler ve kaynaklar da girer.
Kanunda taşınmaz olarak kabul edilenler;
Arazi
Tapu kütüğünde ayrı sayfaya kaydedilen bağımsız ve sürekli haklar. (Sürekli olan yani en az 30 yıl için kurulmuş
olan ve bağımsız olan bir irtifak hakkı; hak sahibinin istemiyle tapuda ayrı bir sayfaya kaydedilmiş ise; bu hak
taşınmaz mal hükmünde sayılacaktır)
87
b) Taşınmaz Mülkiyetinin Tescilden Önce Kazanılması
Bazı hâllerde taşınmaz mülkiyeti tescilsiz kazanılır. Bu durumda yapılan tescil bildirici olmaktadır.
Taşınmaz mülkiyetinin tescilden önce kazanıldığı haller aşağıda verilmiştir;
İşgal: Tapu kütüğüne kayıtlı bir taşınmazın mülkiyetinin işgal yoluyla kazanılması, kaydının malikin istemiyle
terkin edilmesine bağlıdır. Bu durumda taşınmaz sahipsiz hâle gelmektedir. Bu durumda her kim taşınmaza malik
olma iradesiyle zilyet olmuşsa taşınmazın maliki olur.
Miras: Miras bırakan kişinin ölümü ile birlikte taşınmazın mülkiyeti mirasçılara kendiliğinden geçmektedir.
Mahkeme Kararı: Geçerli bir borçlandırıcı işlemle mülkiyeti devir borcu altına giren malik tescili talepten
kaçınırsa alacaklı taraf tescile zorlama davası açabilir. Hükmün kesinleşmesiyle mülkiyet davacıya geçmiş olur.
Cebrî İcra: Hacizli veya rehinli taşınmazlar açık artırmayla satılır. Alıcı malın mülkiyetini ihale anında kazanır.
Kamulaştırma
Olağanüstü Zamanaşımı
Yeni Arazi Oluşması: Bu şekilde oluşan yararlanmaya elverişli arazi her durumda devlete ait olur.
Şirket Birleşmesi
88
Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik
sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki
mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.
Tapu kütüğünde kayıtlı olan bir taşınmazın maliki tapu kütüğünden anlaşılamazsa veya yirmi yıl
önce hakkında gaiplik kararı verilmiş ise; taşınmazın tamamı veya bir parçası üzerinde mülkiyet
hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir. Bu durumda taşınmaz mülkiyeti tescilden
önce kazanılmış olur. Ayrıca mülkiyet geçmişe etkili olarak kazanılır.
DİKKAT !!!! Taşınmaz mülkiyetinin olağan zamanaşımı yoluyla kazanılabilmesi için malik olacak
kişinin iyi niyetli olması gerekirken; olağanüstü zamanaşımı yoluyla kazanılabilmesi için, malik olacak
kişinin iyi niyetli olması gerekmez. Mülkiyeti kazanacak olan kişinin taşınmaz üzerindeki zilyetliğini
geçici nedenlerle kullanamaması zamanaşımını kesmez. Tescil için hazineye ve ilgili kamu tüzel
kişilerine veya varsa tapuda malik gözüken kişinin mirasçılarına tescil davası açabilir. Davanın konusu,
mahkemece gazeteyle bir defa ve ayrıca taşınmazın bulunduğu yerde uygun araç ve aralıklarla en az üç
defa ilan olunur. Son ilandan başlayarak üç ay içinde yukarıdaki koşulların gerçekleşmediğini ileri
sürerek itiraz eden bulunmaz yada itiraz yerinde görülmez ve davacının iddiası ispatlanmış olursa,
hâkim tesciline karar verir.
Malik olmak isteyen kişi taşınmaza fiilen Malik olmak isteyen kişi taşınmaza fiilen yirmi yıl zilyet
yirmi yıl zilyet olmalı olmalı
89
Taşınır Mülkiyeti
Taşınır mülkiyetinin konusu; nitelikleri itibariyle taşınabilen maddi şeyler ile edinmeye elverişli olan ve
taşınmaz mülkiyetinin kapsamına girmeyen doğal güçlerdir, elektrik, doğal gaz vs.Taşınır mülkiyeti
aslen ve devren kazanılabilir. Devren kazanma hâlinde; malik olan kişi ile alıcı arasında geçerli olan
bir taşınır satım sözleşmesi yapılır ve taşınır malın zilyetliği teslim edilir. Bu durumda taşınır mülkiyeti
devren kazanılmış olur. Taşınır mülkiyetinin aslen kazanılmasında ise; herhangi bir kimsenin devir
iradesi bulunmamakta; hak olan kişi mülkiyeti aracısız yani doğrudan kazanmaktadır. Taşınır
mülkiyetinin aslen kazanılma hâlleri;
Kazandırıcı zamanaşımı ile kazanma: Başkasının taşınır malını davasız ve aralıksız5 yıliyi niyetle ve malik
sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kimse, o taşınırın maliki olur.
İhraz (Sahiplenme): Sahipsiz bir taşınırı malik olmak iradesiyle zilyetliğine geçiren kimse, onun maliki olur.
Örneğin kişi avlamış olduğu balığın ihraz yoluyla maliki olur.
Buluntu (Lükata): Kaybedilmiş bir şeyi bulan kimse, malın sahibine, sahibini bilmiyorsa, kolluk kuvvetlerine,
köylerde muhtara bildirmek veya araştırma yapmak ve gerektiğinde ilan etmek zorundadır. Bulunan şeyin maliki,
ilan ve kolluk kuvvetlerine ya da muhtara bildirme tarihinden başlayarak 5 yıl içinde ortaya çıkmazsa; bulan
kimse, yükümlülüklerini yerine getirmiş olmak koşuluyla o şeyin mülkiyetini kazanır. Ancak burada dikkat
edilmesi gereken nokta şudur; kişinin ne bulduğunun herhangi bir önemi bulunmamaktadır. Para, hamiline yazılı
senet veya herhangi bir eşya bulduğunda aynı şekilde beş yıl sonra mülkiyeti kazanabilir.
Hukuki tağyir (işleme): Bir kimse başkasına ait bir şeyi işler veya başka bir şekle sokarsa, emeğin değerinin o
şeyin değerinden fazla olması hâlinde, yeni şey işleyenin, aksi hâlde malikin olur.
Define (Gömü): Define, bulan kişinin değil içinde bulunduğu arazinin malikinin olur. Ancak defineyi bulan kimse,
değerinin yarısını aşmamak üzere uygun bir ödül isteyebilir.
Karışma ve Birleşme: Bir taşınır diğer bir taşınırla onun ikincil nitelikte bütünleyici parçası olacak şekilde karışır
veya birleşirse; eşyanın tamamı ana parçanın malikine ait olur.
90
Haksız İnşaat Taşkın Yapı
Bir başkasının arazisine iyi Bir başkasının arazisine taşma durumunda, arazisine taşma olan kişi bu
niyetle yapı yapmış olan kimse; kısmı yıktırma hakkına sahiptir. Ancak zarar gören malik taşmayı
yapının değeri açıkça arazinin öğrendiği tarihten başlayarak 15 gün içinde itiraz etmediği, aynı zamanda
değerinden fazlaysa, uygun bir durum ve koşullarda haklı gösterdiği takdirde, taşkın yapıyı iyiniyetle
bedel karşılığında yapının ve yapan kimse, uygun bir bedel karşılığında taşan kısım için bir irtifak hakkı
arazinin tamamının veya yeterli kurulmasını veya bu kısmın bulunduğu arazi parçasının mülkiyetinin
bir kısmının mülkiyetinin kendisine devredilmesini isteyebilir. Söz konusu şartlardan biri eksikse
kendisine verilmesini isteyebilir. arazi maliki taşan yapının kaldırılmasını her zaman isteyebilir.
Haksız inşaatta sadece arazinin mülkiyeti talep edilebilirken; taşkın yapıda taşılan kısım üzerinde ya irtifak ya
da mülkiyet talep edilebilmektedir.
BEŞİNCİ BÖLÜM
SINIRLI AYNİ HAKLAR
Ayni haklar kendi içerisinde mülkiyet ve sınırlı ayni haklar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Mülkiyet,
hak sahibine en geniş yetkiler temin eden bir ayni hak olduğu hâlde sınırlı ayni haklar bu yetkilerden bir
kısmını temin etmektedir. Bunlar ya hak sahibine hakkın konusu eşyayı kullanma (intifa hakkı) ya
hakkın konusu taşınmazda oturma ya hakkın konusu taşınmazdan geçme (geçit hakkı) ya da hakkın
konusu eşyayı paraya çevirip alacağını elde etme (rehin hakkı) gibi yetkilerdir. Görüleceği üzere, sınırlı
ayni haklarda mülkiyet hakkındaki hak ve yetkilerden bir kısmı sınırlı olarak bulunmaktadır. Mülkiyetin
malike sağladığı hakların sadece kullanma ve (veya) yararlanma kısmı sınırlı ayni haklarda
bulunmaktadır.
91
a) İrtifak Hakları: İrtifak hakları, aynî hakların sahibine verdiği yetkilerden ikisini; kullanma ve
yararlanma yetkilerini içeren haklardır. Bu yetkiler ayrı ayrı verilebileceği gibi, bir arada da
verilebilir. Bu hakları malik, diğer tarafa verdikten sonra; karşı tarafın bu hakları kullanmasına
malikin katlanması gerekir. Bu durumda denilebilir ki irtifak hakları malike katlanma (yapmama)
borcu yüklemektedir.
b) Taşınmaz Yükü: Taşınmaz yükü, taşınmaz malikini mülkü dolayısıyla hak sahibine verme veya
yapma edimlerinde bulunma borcu altına sokar. Bunun yanı sıra, bu borç söz konusu taşınmaz ile de
güvence altına alınmıştır.
c) Rehin Hakları: Bir alacağı güvence altına almak için kurulan, alacak ödenmediği takdirde
alacaklıya eşyanın malikinin aracılığına ihtiyaç duymadan eşyayı sattırabilme yetkisi bahşeden sınırlı
aynî hakka rehin hakkı denir.
1. İRTİFAK HAKLARI
Sahibine kullanma ve (veya) yararlanma yetkilerini veren haklara sınırlı ayni haklar denir. Geçit ve
oturma irtifaklarında olduğu gibi sahibine katlanma ödevi yükleyen irtifaklar olumlu; manzara
kapatmama irtifakı gibi kaçınma ödevi yükleyen irtifaklar ise olumsuz irtifak olarak nitelendirilir.
92
a) İntifa Hakkı
İntifa hakkı sahibi, hakkın konusu olan malı zilyetliğinde bulundurma, yönetme, kullanma ve ondan
yararlanma yetkilerine sahiptir. Bu anlamda intifa hakkı sahibine tam bir yararlanma imkânı sağlar.
İntifa hakkı; taşınır, taşınmaz mallar, alacaklar ve bir malvarlığı üzerinde kurulabilir.
Hakkın kurulduğu kişinin gerçek veya tüzel kişi olması mümkündür. Tüzel kişilerin intifa hakkı, en çok
yüz yıl devam edebilir. İntifa hakkı, taşınırlarda sözleşme ve zilyetliğin devri ile alacaklarda alacağın
devri, taşınmazlarda resmi sözleşme ve tapu kütüğüne tescil ile kurulur.
İntifa hakkı şahsa bağlı olduğundan hak; hak sahibince bir başkasına devredilemez; mirasçılara da
intikal etmez. Ancak sözleşmede aksine hüküm yoksa veya durum ve koşullardan hak sahibince şahsen
kullanılması gerektiği anlaşılmıyorsa, intifa hakkının sadece kullanılması başkasına devredilebilir yani
intifa hakkı sahibi bu hakkını kiraya verebilir. Bu takdirde malik, haklarını, devralana karşı doğrudan
doğruya ileri sürebilir.
DİKKAT !!!! İntifa konusu taşınır malın kullanımı tüketime bağlı ise bu durumda mülkiyet intifa hakkı
sahibine geçer ve intifa hakkı sahibi bunları mislen iade yükümlülüğü altına girer.
93
İntifa Hakkını Sona Ermesi
İntifa hakkı, gerçek kişilerde hak sahibinin ölümü; tüzel kişilerde kararlaştırılan sürenin dolması, süre
kararlaştırılmamışsa kişiliğin ortadan kalkmasıyla sona erer. Eşyanın tamamen yok olması, taşınmazda
tescilin terkini hallerinde de intifa hakkı sona ermektedir. Sigorta ve kamulaştırma gibi durumlarda intifa
hakkı, hakkın konusu yerine geçen karşılık üzerinde devam eder.
DİKKAT !!!! Üst hakkı, bağımsız bir hak olarak en çok yüz yıl için kurulabilir. Üst hakkı, süresinin
dörtte üçü dolduktan sonra, kurulması için öngörülen şekle uyularak her zaman en çok yüz yıllık yeni
bir süre için uzatılabilir. Bu konuda önceden yapılan taahhüt bağlayıcı değildir.
Aksi kararlaştırılmış olmadıkça üst hakkı, devredilebilir ve mirasçılara geçer. Bu nedenle üst hakkı,
bağımsız ve sürekli nitelikte ise üst hakkı sahibinin istemi üzerine tapu kütüğüne taşınmaz olarak
kaydedilebilir, en az otuz yıl için kurulan üst hakkı, sürekli niteliktedir. Bir üst irtifakına dayalı olarak
başkasına ait bir arazinin altında veya üstünde sürekli kalmak üzere inşa edilen yapıların mülkiyeti,
irtifak hakkı sahibine ait olur. Buna göre, bir arazide üst hakkı sahibi olan kimse, bu irtifak hakkının
konusunu teşkil eden yapı üzerinde mülkiyet hakkına sahiptir. Bu irtifak hakkı, bağımsız ve sürekli hak
olarak tapu kütüğünde ayrı bir sayfaya kaydedilmişse, taşınmaz gibi işlem görür.
Üst hakkı devam ettiği sürece yapılar; üst hakkı sahibine ait olmaya devam eder. Bu durumda yapılar
arazinin bütünleyici parçası olmazlar. Ancak üst hakkı sona erince yapılar, arazi malikine kalır ve
94
arazinin bütünleyici parçası olur. Ayrıca taşınmaz maliki, aksi kararlaştırılmadıkça, kendisine kalan
yapılar için üst hakkı sahibine bir bedel ödemez.
Üst hakkı sahibi, bu haktan doğan yetkilerinin sınırını ağır şekilde aşar veya sözleşmeden doğan
yükümlülüklerine önemli ölçüde aykırı davranırsa; malik, üst hakkının ona bağlı bütün hak ve
yükümlülükleri ile birlikte süresinden önce kendisine devrini isteyebilir.
b) Kaynak Hakkı
Doğal veya yapay yollarla komşu taşınmazdan çıkan suyun kendi arazisinden geçişinin sağlanması
şeklindeki irtifaka denir. Başkasının arazisinde bulunan kaynak üzerinde irtifak hakkı, bu arazinin
suyunun alınmasına ve akıtılmasına katlanmakla yükümlü kılar.
Malik, taşınmazı üzerinde herhangi bir kişi veya topluluk lehine atış eğitimi veya spor alanı ya da geçit olarak
kullanılmak gibi belirli bir yararlanmaya hizmet etmek üzere başka irtifak hakları da kurabilir. Bu haklar, aksi
kararlaştırılmış olmadıkça, başkasına devredilemez ve mirasçılara geçmez. Bu hakların kapsamı, hak
sahibinin olağan ihtiyaçlarına göre belirlenir.
c) Geçit Hakkı
Taşınmazından genel yola çıkmak için yeterli geçidi bulunmayan malik, tam bir bedel karşılığında bir
geçit hakkı tanınmasını komşulardan isteyebilir.
d) Mecra Hakkı
Su, gaz, elektrik ve benzerlerinin borular sistemiyle bir taşınmazdan geçirilmesi hakkına denir.
Komşuluk hukukunun gerektirdiği hâller dışında bir taşınmazın böyle bir mecra ile ayni hak olarak
yüklenmesi, ancak bir irtifak hakkı kurulması suretiyle olabilir.
DİKKAT !!!! Başkasının arazisi üzerinde kalıcı olması amaçlanmaksızın yapılan kulübe, büfe, çardak,
baraka ve benzeri hafif yapılar, bunların malikine aittir. Bu tür yapılar, taşınır mal hükümlerine tâbi olur
ve tapu kütüğünde gösterilmez.
2. TAŞINMAZ YÜKÜ
Taşınmaz yükü, bir taşınmazın malikini yalnız o taşınmazla sorumlu olmak üzere diğer bir kimseye bir
şey vermek veya yapmakla yükümlü kılar.
Taşınmaz yükünün konusu ancak yüklü taşınmazın ekonomik niteliğinden doğan veya yararlanan
taşınmazın ekonomik ihtiyaçlarını karşılayan bir edim olabilir.
Taşınmaz yükünün kurulması için tapu kütüğüne tescil şarttır. Taşınmaz yükü, alacaklıya yükümlüye
karşı hiçbir kişisel alacak hakkı sağlamaz; sadece alacağını yüklü taşınmazın değerinden elde etme
95
yetkisi verir. Her edim, muaccel olmasından başlayarak üç yıl sonra kişisel borç hâline gelir ve taşınmaz
bu borcun güvencesi olmaktan çıkar.
3. REHİN
Rehin hakkı, borçlu tarafından gösterilen bir aynî teminat üzerinde alacaklıya, alacağını öncelikle talep
ve tahsil imkânı verir. Rehin hakkının özellikleri;
Rehin hakkı, ferî bir hak olup alacağın sona ermesi ile birlikte rehin kendiliğinden sona erer.
a) İpotek
Bir alacağın güvencesi olarak bir taşınmazın karşılık gösterilmesidir. Borç zamanında ödenmediği
takdirde rehin alacaklısı ipotek konusu taşınmazın satışında alacağını almak hakkına sahiptir. İpoteğin
kurulabilmesi için tapuda alacaklı adına tescilin gerçekleşmesi gerekir. Borç ödendiği takdirde ise
alacaklının istemi üzerine taşınmaz üzerinde bulunan ipoteğe ilişkin tescil kaldırılır.
96
DİKKAT !!!! Bir başkasının borcu için ipotek verilmesi mümkündür. İpotekli taşınmazın maliki
borçtan şahsen sorumlu değilse, alacaklının ödeme isteminin ona karşı etkili olması, bu istemin hem
borçluya, hem kendisine karşı yapılmış olmasına bağlıdır. Örneğin, A, X bankasından 20.000 lira kredi
kullanmıştır. Bu kredinin teminatı olarak, A’nın kardeşi olan C, kendi taşınmazını banka lehine ipotek
vermiştir. Ancak A, krediyi zamanında ödemediği için C krediyi bankaya ödemek istemektedir. Bu
durumda banka ifayı kabul etmek zorundadır. Rehinli taşınmazın sahibi ifada bulunduğu için C,
bankanın yani alacaklının haklarına halef olmuştur; yeni alacaklı olur, A’nın borcu devam eder. C’nin
ifasıyla birlikte ipotek kendiliğinden sona ermeyip askıda kalır. Bu durumda tapuda ipoteği kaldırma
istemi bankadan değil halef olan C’den gelmelidir.
DİKKAT !!!! İpotekle güvence altına alınmış bir alacağın devrinin geçerli olması, devrin tapu kütüğüne
tescil edilmesine bağlı değildir.
İpotek Türleri
İpotek, anapara ipoteği ve üst sınır ipoteği olmak üzere ikiye ayrılır. Bu ayrım, rehinli taşınmaz satıldığı
takdirde, alacaklının hangi miktarı taşınmazın satışından doğrudan alabileceğini ortaya koyacağından
önemlidir.
Anapara ipoteğinde alacaklı, taşınmazın satım bedelinden, yan alacaklarla birlikte alacağının tamamını
alır. Bu nedenle anapara ipoteği kredi veren bankalar için avantajlıdır. Üst sınır ipoteğinde alacaklı,
taşınmazın satım bedelinden sadece tapuda yer alan üst sınır talep edebilir. Geriye kalan alacağı için
gerçek borçluyu takip eder. Bu durumda alacak riske edilmiş olur çünkü gerçek borçlunun ödeme gücü
olsa idi zaten taşınmaz paraya çevrilmezdi. Bu nedenle üst sınır ipoteği kredi veren bankalar için
avantajlı değildir.
Örneğin, A, B bankasından beş yıl vadeli 30.000 lira kredi çekmiş. Kredinin teminatı olarak A’nın
kardeşi olan C, kendisine ait taşınmazı B bankası lehine ipotek vermiştir. İpotek miktarı olarak tapuda
40.000 lira gösterilmiştir. Beş yılın sonunda bankanın alacakları anapara-masraf ve faiz toplamı
100.000 liraya ulaşmıştır (tüm alacak). Kredi ödenmediği için banka taşınmazın satışını talep etmiş ve
taşınmaz 120.000 liraya satılmıştır.
Olaya göre alacaklı olan banka, taşınmazın satış miktarı olan 120.000 lira içinden; tüm alacağı olan
100.000 lirayı mı yoksa tapuda ipotek miktarı olan gösterilen 40.000 lirayı mı alacak sorunu ortaya
çıkmaktadır. Bu sorunu çözebilmek için ipoteğin türünü bilmek gerekir;
İpoteğin “anapara ipoteği” olduğu düşünülürse; (Anapara ipoteğinde alacaklı, taşınmazın satım
bedelinden, yan alacaklarla birlikte alacağının tamamını alır) alacaklı olan banka; taşınmazın satış
bedelinden tüm alacağı olan 100.000 lirayı alır.
İpoteğin “üst sınır ipoteği” olduğu düşünülürse; (Üst sınır ipoteğinde alacaklı, taşınmazın satım
bedelinden sadece tapuda yer alan üst sınırı talep edebilir. Geriye kalan alacağı için gerçek borçluyu
97
takip eder) alacaklı olan banka; taşınmazın satış bedelinden tapuda yer alan miktar olan 40.000 lirayı
alır. Ancak tüm alacağı 100.000 lira olduğundan geriye kalan 60.000 liralık alacağı için gerçek borçlu
olan A’ya başvurur.
DİKKAT !!!!Sınav sorularında ipoteğin türü açıkça verilmiş ise soru verilmiş olan tür dikkate alınarak
çözülür. Oysa sınav sorularında ipotek türü verilmemiş ise şu pratik çözüm dikkate alınmalıdır;
Başlangıçtaki borç miktarı ile tapuda yer alan ipotek miktarı aynı ise anapara; miktarlar farklı ise üst
sınır ipoteği ortaya çıkmaktadır. Örneğin; A bankasına olan 20.000 liralık borcu için ipotek miktarını
30.000 lira gösterilmişse bu üst sınır ipoteği iken; ipotek miktarı 20.000 lira olarak gösterilmiş olsa idi
bu anapara ipoteği olurdu.
Hapis Hakkı: Kanun, tacire, esnafa, acenteye, kiralayana, taşıyıcıya, komisyoncuya; zilyetliğinde
bulunan ve borçluya ait olan taşınırı veya kıymetli evrakı, vadesi gelen alacağı kendisine ödeninceye
kadar o şeyleri iade etmemek ve gerekirse paraya çevirterek alacağını alma yetkisi vermiştir.
98