İnsan davranışları istenç dışı ya da istence dayalı olarak yapılması dolayısıyla ikiye ayrılabilir. Pek çok davranışımız istence dayalı olarak oluşur. Çünkü akıl yürütme, hedef belirleme, karar alma gibi süreçlerden sonra davranışta bulunuruz. İstence dayalı davranışlara “eylem” denebilir. Kurallar, eylemlerimizi belirleyen ölçütlerdir. Belli durumlar karşısında ne yapıp yapmayacağımız kurallara göre belirleriz. Ancak kurallara uymayı ya da uymamayı kendimiz seçeriz. Kurallara uymamanın karşılığında cezalandırılıp kınanabileceğimiz gibi yalnızca suçluluk hissedip vicdan azabı duymamız da mümkündür. Toplumsal yaşam belli kurallara muhatap olmak anlamına gelir. Farklı kaynaklardan ortaya çıkan her çeşit kural hayatı ve davranışları yönlendirir. Bu kuralların varlığı, eğitim ve sosyalleşme sürecinde zamanla öğrenildiğinden, çoğu zaman zorunlu ve doğal olarak görülür. Kurallar, genel itibariyle dört kategoride incelenebilir: • Ahlak kuralları • Din kuralları • Örf ve adet kuralları • Hukuk kuralları Ahlak kuralları, nasıl davranacağımıza ilişkin sorulara değer yüklenmiş normlar vasıtasıyla cevaplanması sonucu ortaya çıkar. Bunu kendine has bir “iyi” anlayışı çerçevesinde şekillendirir. Bu iyiyi gerçekleştirmek için hangi ilke veya kuralları izlememiz gerektiğini söyler. Betimsel ahlak, bir toplumda hâlihazırda var olan, uyulan ahlak kurallarını ifade ederken, normatif ahlak uyulması gereken davranış kurallarını ifade eder. Her toplum ya da grubun kendine has ve üyelerinden bağımsız oluşturulmuş bir ahlakı vardır. Bu nedenle ahlaki yargılar öncelikle toplumdan öğrenilir. Fakat zamanla bu durum değişip kişi kendi ahlak kurallarını da oluşturabilir. Ancak her zaman için bireysel ve toplumsal iki uç arasında kalacaktır. Ahlak kurallarına uyulmadığı takdirde kişi bireysel olarak vicdan azabı gibi huzursuzluk yaşayabilir; toplumsal olarak başkaları tarafından kınanabilir, dışlanabilir. Din kuralları, dinin evrene, insana ve toplumsal yaşama ilişin tanımlamalarından hareketle mensubu olanların nasıl davranacağını belirler. Dinler, insanoğlunun binlerce yıldır sorageldiği “Dünya nasıl var oldu?”, “Ne için yaşıyorum/yaşamalıyım?”, “Ölümden sonra hayat var mı?” gibi sorulara çeşitli cevaplar sunar. Tanrı veya doğaüstü güçlerle olan ilişki, çoğunca tapınma adı verilen bireysel veya kolektif ritüellerle kurulur. Din kurallarına uyulmamasının yaratacağı azap ve gazap bu kuralların yaptırımıdır. Bununla birlikte, dini kurallar ihlal edenler insanlar eliyle de cezalandırılabilir. Din adına hareket ettiğini söyleyen kişiler güç kazanıp iktidar olurlarsa kurdukları devlet büyük ihtimalle teokratik devlet olacaktır. Fakat devletin koyduğu ya da iktidarın koyduğu kuralların “hukuk kuralları” olduğu düşünüldüğünde bir din devletinde kurallar iktidar tarafından konacağından bu bağlamda dine dayalı bir hukuk düzeni olduğu söylenebilir. Örf ve adet kuralları, başlangıcı bilinmeyecek kadar eskiden beri uygulanana gelen kurallardır. Toplumda bu şekilde hareket edilmesi yönünde bir inanç bulunur. Daha çok modernleşmemiş toplumlarda görülür. Geniş haline gelenek, dar haline de töre denir. Genel itibariyle ahlak ve din kurallarıyla iç içe geçmiştir. Dinden ve toplumsal pratiklerden bağımsızlaştığını düşündüğümüz durumlarda bile ahlaki yargıların izlerini dinî düşünceye ve kültüre dayandırmak mümkün olacaktır. Hukuk kuralları da diğer tip kurallar gibi bazı davranışları emreder, bazılarını da yasaklar. Gündelik bir tabirle, bir kural devlet tarafından konulmuşsa hukuk kuralıdır. Bu durumda hukuk kurallarını diğer kurallardan ayıran özelliğin, kuralın koyucusu tarafından yapılan belirlemeye bağlı olduğunu söylenebilir. Bir anlamda devlet ve hukuk birbirini oluşturur. Hukuku uygulamakla görevli kişi ve kurumlar bu kuralların ahlakiliğini tartışmazlar. Devletin çıkardığı kuralları hukuk kabul ederek eylem ve kararlarına dayanak ve gerekçe yaparlar. “Hukuk kuralı,” “merkezi siyasal iktidar,” “devlet” kavramlarının taşıdığı zorunlu bir anlam örgütlü yargılamadır. Yargılama, bir eylemin bir kurala uygun olup olmadığını belirlemedir. Hukuktan ve devletten bahsedildiğinde, bu yargılama örgütlenmiş, kurumlaşmış, egemenlik alanının tamamında etkin, sürekli ve düzenli bir şekilde karşımıza çıkar. Bu bağlamda bir devletin egemen bir güç olması, iktidar iddiasında bulunduğu sınırlar içerisinde yargılama yapabilmesine ve sadece merkezi siyasal iktidarın bu yetkiyi kullanıyor olmasına bağlıdır. Devletin örgütlü yargılama faaliyeti mahkemelerde icra edilir. Mahkemeler, devlet tarafından yaratılan hukuk kurallarına fiilen uyulup uyulmadığını belirler. Suç oluşturduğu kabul edilen eylemlerde devlet, aynı zamanda davacı konumundadır. Dolayısıyla suç işlediği düşünülen kişinin mahkemece yargılanması süreci, yine devlet tarafından yönetilir. Zor Kullanma Olarak Hukuk Devlet varlığını zor kullanmaya borçludur. Devletin kurulması ve iktidarın güçlenmesi sonrasında, zor kullanma istisnai bir nitelikmiş gibi görünür. Zira devlet sürekli ve görünür şekilde zor kullanıyor ise ya iktidarını tam olarak sağlayamamıştır ya da bir meşruiyet sorunu bulunmaktadır. Olağan dönemlerde devlet, çeşitli aygıtlarla zor kullanmayı en aza indirmeyi hedefler. Ne var ki her kural ihlali, devletin zor kullanma gücünün özellikle kuralları ihlal edenler tarafından hissedilmesine neden olur. Devletin zor kullanma gücü hukuka uyulduğu sürece pek hissedilmez. Hukukun gerekleri yerine getirilmedikçe zor kullanma gücü giderek artar. Yaptırım Devletin hukuk kurallarına uyulmasını sağlamak amacıyla kuralların ihlali durumunda, ihlal eden kişilerin istemedikleri bir durumla karşı karşıya bırakılmalarına, yaptırım adı verilir. Kısaca, hukuk düzenine aykırı durumlara hukukun verdiği tepkidir. Her kural türü şöyle ya da böyle bir yaptırıma sahiptir. Hukukta yaptırım, ihlal edilen hukuk kuralını niteliğine ve hukuka aykırılığın gerçekleşme tarzına göre değişir. Hukuk, kendi kurduğu düzenin devamını öngördüğüne göre, bu düzene ait olmayan bir eylem, en basitinden, hukuk tarafından tanınmayacaktır. Yaptırım dört kategoride incelenebilir: • Ceza • Cebri icra • Tazminat • Geçersizlik Ceza, Türk Ceza Kanunu ile özel cezai düzenlemeler içeren kanunlar çerçevesinde verilen hapis cezası ve adli para cezası gibi cezaları içerir. Ceza mahkemelerinin suç sayılan eylemler için yaptırım olarak öngördüğü cezalar, hapis cezası ile adli para cezasıdır. Hapis cezası, suçun niteliğine göre “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası”, “müebbet hapis cezası” ve “süreli hapis cezası” olarak belirlenebilir. Bir yıl ve daha az süreli hapis cezaları “kısa süreli hapis cezası” olarak kabul edilir. Kısa süreli hapis cezaları daha sonra para cezasına çevrilebilir. Türk hukuk sisteminde hâlihazırda idam cezası yoktur, 2002 yılında kaldırılmıştır. Cebri icra, kelime anlamı itibarıyla, zorla yerine getirme demektir. Hukukta kişiler tarafından yerine getirilmeyen yükümlülüklerin, devlet eliyle zorla gerçekleştirilmesi anlamına gelir. Bu yükümlülükler gerçekleştirilirken kolluk kuvvetlerine ihtiyaç duyulabilir. Tazminat, genellikle, zararın parasal değerine karşılık gelen bir ödeme yükümlülüğüdür. Bir kişi hukuk kurallarına aykırı hareket etmek suretiyle bir başkasına zarar vermişse zararın giderilmesi, tazmin edilmesi gerekir. Tazminat, borç ilişkisinin koşullarına uyulmamasının yanında, hukukta “haksız fiil” adı verilen eylemlerden de doğabilir. Haksız fiil, hukuka aykırı kusurlu bir eylemle bir başkasına zarar verilmesidir. Aynı zamanda devlet, devlet görevlilerinin görevleri nedeniyle yapmış oldukları eylemlerle vatandaşlara verdikleri zararı tazmin etmekle yükümlüdür. Ayrıca bir kişi, hukuka aykırı kusurlu eylemiyle, bir başka kişiye, ortada maddi bir zarar olmasa da, acı veya ıstırap çektirmiş olabilir. Bu durumda manevi tazminat istenebilir. Geçersizlik, hukuki işlemin tayin ettiği kurucu unsurların yokluğu durumunda ortaya çıkar. Bazı durumlarda ise hukukî işlemin tamamlanmış sayılması için gerekli sayılan bazı koşulların gerçekleşmemiş olması, bu işlemlerin geçersiz sayılmasını gerektirir. Hükümsüzlük (butlan, mutlak butlan), hukuki işlemin geçerlilik şartlarından kamu düzenini ilgilendirdiği kabul edilenlerin gerçekleşmemesi durumunda ortaya çıkar. Yokluk durumunda işlemlerin hukuk dünyasında hiçbir zaman var olmadıkları kabul edilirken, hükümsüzlükle geçersiz olan işlemler vardır, hukukî işlem olarak varlık kazanmışlardır. Ancak baştan itibaren geçersiz oldukları kabul edilir. Tarafların anlaşması veya zamanın geçmesiyle işlem geçerli hâle gelmez. Bir dava sırasında işlemin bu niteliği fark edilirse, hâkim kendiliğinden bu durumu dikkate alır. İptal edilebilirlik (nisbî butlan) durumunda ise işlemin yapılmasında ortaya çıkan hukuka aykırılığın nispeten daha hafif olduğu kabul edilir. Bu durumda hukukî işlem varlık kazanmış ve hukukî sonuç doğurmaya başlamıştır. İptal edilebilir hukukî işlemler, kendiliğinden geçersiz olmamakla birlikte, taraflardan birisinin talebiyle iptal edilebilir. Düzen ve Değer Olarak Hukuk Ahlak ve din gibi diğer normatif sistemlere paralel olarak hukuk, içinde yaşadığımız evreni anlamlandırır. Hukuk egemenlik iddiasında bulunduğu sınırlar çerçevesinde olayları ve nesneleri kendince isimlendirir. Bu olaylar ve nesneler arasında çeşitli ilişkiler kurar. İnsan eylemlerini sınırlandırır, bir kısmını yasaklar, bazı eylem tiplerini emreder. Hukuk, yasaklarken ya da emrederken bazı değer yargılarına dayanır. Böyle yapmakla, nesneler, insanlar ve eylemler arasında belli bir hiyerarşi öngörür. Bazı eylemleri meşru, bazılarını gayrimeşru ilan eder. Zaman zaman sadece eylemleri değil, bazı insanları hatta nesneleri bile istenmeyen veya kötü olarak kabul edebilir. Hukukun bir düzen ve değer sistemi oluşu, süregiden bir hukuk uygulaması çerçevesinde alışkanlıkla sürdürdüğümüz eylemler söz konusu olduğunda pek fark edilmeyebilir. Hukukun işlevleri Nerede toplum varsa orada hukuk vardır. Hukukun işlevleri dört kategoride incelenebilir: • Barış • Güvenlik • Eşitlik • Özgürlük Barış, hukukun ve devletin, insanlar arasındaki kuralsız, ölçüsüz ve acımasız bir kavga, mücadele ve savaş durumunu yine şiddet kullanarak bastırması ve kurala bağlamasıyla sağlanmış olur. Güvenlik ise hak ve özgürlükleri güvence altına alan kuralların ihlali etkin bir şekilde yargılama konusu yapılabilmesi ve yaptırımlar vasıtasıyla kuralların mümkün olduğunca az ihlal edilmesinin sağlanabilmesi ile ilgilidir. Bu sayede hukuk düzeni altında yasayan insanların can ve mal güvenliği büyük ölçüde güvenliğe kavuşmuş demektir. Bunun anlamı, insanların gündelik yaşamlarını sürdürürken kendilerini daha az tehdit altında hissetmeleri, bunun sonucu olarak da daha mutlu bir hayat sürdürebilmeleri olanağıdır. Eşitlik, kuralların genelliği ile ilişkilidir. Aynı durumda bulunan insanların aynı muameleye tâbi tutulması sonucunu doğurur. Bir hukuk düzeni, bir kişinin arzuladığı şekliyle adil ve ahlaki olmasa bile adaletin en basit formu diyebileceğimiz eşitlik, genel kurallar vasıtasıyla sağlanmış olur. Hukukun sağladığı bu eşitliğe verilen ve sıklıkla karşılaşılan isim “kanun önünde eşitliktir.” Özgürlük ise hukuksuzluk durumunda insanlar arası ilişkilerin ölçüsüz bir savaşa dönüşeceğiyle ilişkilidir. Devletin ve hukukun getirdiği sınırlamalar çerçevesinde sahip olunan özgürlük, hukukun bulunmadığı durumda sahip olunabilecek özgürlükten çok daha fazladır. Zira hukukun bulunmadığı durumda insanlar kendilerini daima tehdit altında hissederler ve bütün enerjilerini kendilerini korumaya yönlendirirler. Üstelik güçsüzler, kendilerini korumaktan aciz oldukları için, başkalarının kölesi hâline gelirler. Sürekli korku hâli, başkalarını egemenlikleri altına alan güçlüler için dahi geçerlidir.
Ünite 2: Hukukun Uygulanması
Hukukun Uygulanması Hukukun uygulanması yargı örgütünü oluşturan yargı organlarının kararlarına gerekçe ve dayanak yapacakları hukuk kurallarını kullanmaları anlamına gelir. Hukuk kurallarının uygulanmasında en büyük rol kamu görevlilerinindir. Yargı organları bakmakta oldukları davalarda kararlarını hukuka dayandırmalı ve hukuk kurallarını uygulamalıdır. Yargılama ve yaptırımların hayata geçirilmesi, geniş anlamıyla hukukun uygulanmasıdır. Hukukun Kaynakları Yargı organları kararlarını, hukuka dayanan, hukuktan kaynaklanan, hukukun gerektirdiği kararlar olarak sunarlar. Ancak hukuk kurallarına uymamak ve hukukun kaynaklarının ihmal edilmesi aykırılık oluşturacaktır. Bazı kaynakların kullanımı zorunlu ve bağlayıcı iken bazılarının bağlayıcı olmadıkları gibi kararlara ilişkin gerekçe gösterilme zorunluluğu bile yoktur. Kaynaklar iki şekilde sınıflandırılabilir (S:28, Şekil 2.1): • Asli Kaynaklar • Tali Kaynaklar Asli Kaynaklar Asli kaynaklar, zorunlu nitelikteki kaynaklardır ve iki farklı şekilde gruplandırılabilir: • Yazılı Hukuk Kuralları • Yazılı Olmayan Hukuk Kuralları Yazılı Hukuk Kuralları: Hukuk kuralları hukuk, kanun ya da mevzuat olarak da isimlendirilen devlet tarafından çıkarılmış tüm kuralları kapsar. Kanunların yanında çeşitli hukuk kuralları da hukukun işleyişinin önemli unsurları arasında yer alırlar (S:28, Tablo 2.1). Bu normlar hiyararşisi; • Anayasa, • Temel hak ve özgürlükler alanındaki uluslararası antlaşmalar, • Kanun hükmünde kararnameler, • Tüzükler ve • Yönetmeliklerdir. Anayasa: Hukuki düzenlemeler ve örgütlenmeler, ucu Anayasaya kadar giden bir varlık zincirinde yer alırlar. Bütün hukuk sistemi Anayasaya dayanır. Anayasa bazen devleti düzenleyen, bazen dizginleyen, bazen de sınırlayan bir güçtür. Anayasa, devletin temel kuruluşunu, işleyişini, iktidarın el değiştirmesini ve iktidar karşısında bireylerin özgürlüklerini düzenler. Şu anda geçerli olan Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, 1982 Anayasasıdır. Anayasal düzendeki köklü değişiklere olağanüstü durumlarda rastlanır. Anayasa değişiklikleri çok sık yapılmamaktadır. 1921, 1924, 1961 ve 1982 tarihli anayasalar bugüne kadar olan Türkiye Cumhuriyeti Anayasalarıdır. Anayasalar; • Sert ve • Yumuşak anayasalar olmak üzere ikiye ayrılır.
DEĞİŞİM BİLİMİ 4 ADIMDA: Hayatınızda nasıl önemli değişiklikler yaratacağınızı ve bunları zaman içinde nasıl sürdüreceğinizi anlamak için stratejiler ve operasyonel teknikler