You are on page 1of 240

COĞRAFİ

KESİFLERİN
İÇYÜZÜ
Abdurrahman Dilipak
İnkılAb Tmymluı : 31
A n ş t u m s dizisi : 13

4. baskı

“ C oğrafi K esiflerin İçyüzü” adıyla yayınlanan bu eser, İnkılâb


Basım Yayım O rganizasyon ve Ticaret Lim ited Şirketi’nce
İstanb ul’da M ayıs I988’de Ü çer O fset m atbaasın da
bastınim ıstır.

Kapak grafiği; Tkmer A başlıoğlu


ıT J ' t i r f S~i^r^FX4'

Abdurrahman Dilipak
COĞRAFİ
KESİFLERİN
İÇYÜZÜ

in k lU â lo
Y A Y IN L A R I
P e v z ip a şa C ad. 11/7, T el. ; 524 44 99
F a tih — İ s ta n b u l
ABDURRAHMAN DİLİPAK: Yazar ve gazeteci. 1949 yılında
Adana’da doğdu. Orta öğrenimini İmam Hatip Lisesi’nde tamam­
ladı. Yüksek öğrenimine îst. Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap-
Fars Filolojisinde başladı. Daha sonra yüksek öğrenimini I.T.I.A.
Gazetecilik Halkla ilişkiler Yüksek Okulunda tamamladı. Yeni
Devir Gazetesi kuruculan arasmda yer aldı. Milli Gazete dış po­
litika sütununda günlük yazılar yazdı. Çeşitli gazete ve dergiler­
de yazılan yayınlanan Dilipak evU ve üç çocuk babası. Bu güne
dek yayınlanan eserleri ise şunlar: Terörizm, Orta Afrika Dosyası,
Isl&m Savaşlan, Filistin’de Bir Çocuk, Mehdike, Kıp Kıp, Arayış,
Gün Doğarken, Yaşamak Güzel Şeyi Güneyin Gelini, Türkiye Ne­
reye Gidiyor.
İÇİNDEKİLER

3. Baskı lçin/7
1
DİU/9
Amerika’nın Keşfi, Kristof Kolomb Efsanesi/l 1
Brazil/33
Peru/37
Kuzey Amerika’nm Keşfi/39
Amerika’nm Keşfi (!) Olayma Genel Bir Bakış/41
Kızüderililer/46
Macellan’m Dünya Turu/62
Hindistan Yolımdan Afrika’nm «Keşfime Doğru/72
Motherland/83
Vasco da Gama Efsanesi/86
Afrika’mn Keşfi’nin Sonuçlan/107
Güney Kutbu’nun Keşfi/115
2
Coğrafî Keşiflere Genel Bir Bakış/119
Coğrafi Keşiflere öncülük Eden İslam BUginleri/134
Müslümanlarm Coğrafya Teknikleri/139
3
Batı’nm Kültür TemeUeri/147
Batı Gerçekten Hristiyan mı?/181
Batı Dehası ve Şarkiyatçılık/185
Batialık İhanet mi?/199
Masonluk Kronolojisi/211
4
İlim Tarihl/219
Bitirirken/226
S«n Söz/230
Biblİ70Krafya/231
Ek: HaritaIar/233
ÖNEMLİ BİR NOT

Size anlatacağım şeyler bir masal değil... Ya da hayal ürünü


bir hikâye de... Tümü ile gerçeklerden oluşmaktadır..
Bir gerçeğin hu kadar uzun zaman gizli kalmış olması, anla­
tacağım şeyler konusunda belki sizi kuşkuya düşürebilir. Ancak
hemen şunu söylemeliyim ki, burada zikredeceğim gerçekleri araş­
tırmak sizin üzerinize bir borç olacaktır. Bunları doğru olma ih­
timali olan iddialar olarak kabul edin ve bir de bu gözle bakma­
ya çalışm olaylara, çevrenize. Umarım sonımda hana hak vere­
ceksiniz.
Söylediklerim, bu konuda batılılann anlattığı çoğu şeylerin
gerçek dışı olduğunu gösterecektir size... Bımun neden öyle ol­
duğuna gelince, değerlendirmesini size bırakıyorum..
Bu kitabı, sözkonusu gerçekler ışığmda, aym zamanda dün­
ya milletlerinin aldatılmışliğınm acı bir hikayesi olarak da oku­
yabilirsiniz.. Hele bu aldatmaca hala sürüyor, gazeteler, dörgUer,
radyo istasyonlan tüm İnsanların gözünün içine baka baka bu
yalam söylemeye devam ediyorlarsa, okuyacağıma şeylerin anlamı
daha da büyük olacaktır.
3. BASKI İÇİN

Bu kitabın ilk İki baskısı 1984 yılında Çekirdek yayınevinde


yapılmıştı. O zaman teknik bir takım nedenlerle kitabm hazırlan­
masında bir çok aksaklıklar ortaya çıktı. Okullann açılma dö­
nemi idi ve çok ucuza bu kitapları okullara ulaştırmak istiyor­
duk. Daha önce îslam dergisinde çıkan bir iki makale, okurun
ilgisini çekmiş, bir talep doğurmuştu ve o şekilde yayınlanmış
oldu.
Bu arada metni yeniden gözden geçirerek, bazı ilaveler yap­
tık. Şimdi daha geniş, kapsamlı ve doyurucu bir kitap çıktı or­
taya. Ancak yine de sömürge tarihinin bir çok bölümü buraya
alınmamıştır. Mesela Çin ve Hindistan bölümü...
Kuşkusuz bu kitap, bu konuda herşeyi ihtiva etmemektedir.
Sadece konuya giriş açısmdan bir önemi vardır. Konuyu bir de
bu gözle değerlendirmeyi teklif etmektedir. Bu hali ile, batınm
uygarlık tezine, batı uygarhğınm üzerine yapılandığı kan, gözya­
şı ve zulme dikkatleri çekmekte ve günümüzde bile hala sürüp
giden bir aldatmacayı gözönüne sermektedir. Bu yönü ile bu ki­
tabın bir tek amacı vardır; yeni bir tartışma gündemi oluştura­
bilmek.
Gösterdiğiniz ve göstereceğinizden emin olduğumuz yakm il­
giniz için şimdiden teşekkür ederim. SaygılanmJa.

Abdurrahman Dilipak
Maltepe — Ocak 1988
1
D ÎU

Bu adı daha önce hiç duydunuz mu?!. Sanmam..


Hatta bir çok kişinin, yanyana gelen bu üç harften mü­
rekkep ismin, bir insan, bir hayvan, ya da bir mekân
ismi olup olmadığı konusunda bile bilgi sahibi olduk­
larını sanmıyorum.. Bu bir suçlama değil kuşkusuz..
Ancak, tarih bilgimizdeki kısırhğm, sathiliğin bir gös­
tergesi olarak kabul edebiliriz bunu..
Sözü uzatmadan söyleyelim.. DİU Osmanldarm
Hint okyanusu politikasmda önemli rol oynayan, Os­
manh askerleıinin Hint yanmadasma ilk çıktıklan bir
Uman şehridir.
Batıh ülkeler için coğrafi keşif sevdasmm, Hindis­
tan ve Çin’e giden deniz yolunu bulma hevesinden kay­
naklandığını biliyoruz. Gerek Macellan’m dünya turu
ve gerekse Kristof Kolomb’un Amerika’jn keşfi hep Hint
adalarma ulaşma, ipek ve baharat yolımu deniz yolun­
dan ele geçirme planlarmm bir parçası olmaktadır. He­
def Hindistan olunca, DİU bu macereınm en önemli bir
liman şehri olarak önümüze çıkmaktadır..
DİU’nun tarihi önemine, kitabımızda yeri geldik­
çe değineceğiz.

9
İsterseniz söze şöyle başlayahm.
Bir varmış, bir yokmuş.. Evvel zaman içinde.. Ha-
jrtr hayır, kalbur saman içinde demeyeceğim.. Bu hi­
kâyede ne develer tellalhk yapıyor, ne de pireler ber­
berlik.. Ve zaman da belh... Yıl 1398.. Henüz İstan­
bul’un fethine tamı tamma 55 yıl var.. Evvelce Tuğluk
sultanlığınm Gücerat valisi olan Zafer Han, I398’de, Ti­
mur’un ülkeyi istilasmdan sonra kendini Gücerat hü­
kümdan ilan ederek Muzaffer Han admı almıştı. İstan­
bul’un fethinden 5 yıl sonra Begara iktidar koltuğuna
oturdu.. 1498’de Portekizliler Hindistan’a geldiğinde ül-
keri Begara yönetiyordu. Ve DİU Gücerat hükümdar-
hğma bağh bir vilayet idi. Begara iktidara geldiğinde,
bir Kırgız olan ve cephede esir düşen Melik Ayaz’ı Diu
ve Cunagerh valisi olarak ilan etmişti.
Diu’yu burada bırakıp Amerika’nm keşfine (!) bir
göz atalım.

10
o'
t•

/•A . V
Ç v -

AMERİKA’NIN KEŞFİ
KRİSTOF KOLOMB EFSANESİ

Bir Ansiklopedide (Kâşifler - Altın Kitaplar, s. 10-


1981) Kristof Kolomb’un Amerika’ya yaptığı gezi için
«Belki de tarihin en iyi bilinen keşif gezisi» diyor.. Ger­
çekten öyle mi?..
1453’de, Batınm geleneksel İpek yolu Müslümanla-
rm eline geçince Batı büyük bir panik içinde yeni yol­
lar aramaya başladı.. Denizden Hindistan’a ulaşmak is­
tiyorlardı.. Kolomb, müslüm anlann kitabmdan buna
benzer şeyler öğrenmişti... Hep batıya giderek Hindis­
tan’a ulaşmayı ümid ediyordu. Dünyayı olduğundan
çok daha küçük olarak düşünüyordu. Okyanus, batıhla-
n n gözünde şeytamn ülkesi idi. Denizde korkunç cana­
varlar, şiddetli fırtmalar ve sis vardı. Dünyanm kenan-
na vanp boşluğa düşmekten bile korkanlar vardı. Ko­
lomb bu işin gerçeğini aramakta kararh idi. Cenovah
Kaptan Kolomb, bu projesini çeşitli devletlere açtı. Hat­
ta Osmanh İmparatorluğundan böyle bir seyahat için
yardım istediği, ancak M üslümanlann bu yolu bildikleri
için, Osmanh İmparatorunun böyle bir teklife iltifat
etmediği belirtilmektedir.. Kolomb daha önce Portekiz’­
den yardım istemiş, onlar böyle bir şeyi asılsız ve fay­
dasız bir macera olarak gördüklerinden kabul etme­
mişlerdi. Sonımda İspanya kraüçesi Kristof Kolomb’a
istediklerini vermeyi kabul etti.. Kolomb 1492 yıhnda

11
karavel tipinde, Santa Maria, Nina ve Pinta isimli üç
gemi ile yola çıktı. On hafta süren deniz yolculuğunun
ardmdan Bahamalardaki San Salvador’a ayak bastı.
Bugünkü Haiti, Dominik ve Küba’ya vardı. Kolomb ilk
gezisinden döndüğünde, coşkun sevgi gösterileri ile
karşüaşü. Kral Ferdinand ve Kraliçe Isabella Kolomb’a
«Okyanus Amirali» nişanı ile. Batı Hind adalarma ulaş­
tığını sanarak «Hindistan Kral Naibi» ünvanmı verdi­
ler. Kolomb 1493, 1498 ve 1502 yıllannda bölgeye üç ay-
n sefer daha yaptı.. Bu gezilerinden hiçbirinde de Ame­
rika’ya ulaştığını anlayamadı. O, Batı Hint adalarma
ulaştığını sanıyordu. Onun için bu topraklar Asya top­
raklan idi. ö y le anlattığmdan İs^oanya Kral ve Krali­
çesi, o topraklan kendi topraklan olarak ilan ediyor
ve hiçbir zaman gitmedikleri ve görmedikleri toprak­
lar için kendilerini kral ve krahçe, Kolomb’u «Kral na­
ibi» tayin ediyorlardı.
Kolomb’un gemilerinden biri, ilk seferinde, bugün­
kü Haiti topraklan civannda yakalandığı şiddeth bir
fırtmada battı. 35 m. boyundaki Santa Maria isimli ge­
mide 40 mürettebat bulunuyordu. Kolomb’un ilk yol­
culuğu hayli macerah geçmişti. Bir ara tajrfalar isyan
etmişler, sis denizinde yok olacaklarını sanmışlardı.
Kolomb’un oğlu daha sonra yaymlanan anılarmda, ba-
basmm tayfalan teskin etmek için şöyle dediğini yaz­
maktadır. «Tannya yemin olsun ki, buralarda bir ksr-
ra parçası var.. Bunu müslümanlann kitaplarmda oku­
dum.. Müslümanlar bilirler ve yalan söylemezler..» Yi­
ne aym kaynaklarda, Küba çevresinde, Kolomb’lann,
kısa kuyruklu, havlamayan Berberi köpekleri gördük­
leri kaydedilmektedir. Kolomb bu topraklan Baü Hint
adalan sandığı için ve Hindistan’da M üslümanlann
varhğma ilişkin bilgiler, onlan bu konuda hayrete dü­
şürmüyor.. Ancak Berberi köpeklerinin buralara ulaş­

12
mış olmalan dikkatleri çekiyor.. Çünkü Berberîler Ku­
zey Batı Afrika’da yaşamaktadırlar.
Prof. Muhammed Hamidullah’m «Müslümanlarm,
Kristof Kolomb’dan önce Amerika’yı keşifleri» konu­
sunda bir makalesi bulunmaktadır. Hamidullah hoca,
bu uzun makalesinde, çok çeşitli kaynaklardan, bu ko­
nuda güvenilir bilgiler vermektedir..
Muhammed Hamidullah, sözkonusu makalesinde,
aynca şu bilgileri vermektedir.

Müslümanlarm Kristof Kolomb’dan


Evvel Amerika’yı keşifleri

Hz. İmam-ı Azam Ebû Hanife (ö . 767) yeryüzünün bir top


gibi olduğunu ve üzerinde alman herhangi bir noktanın onun
merkezini teşkil edebileceğini evvelce biliyordu, (bk. el-Muvafık,
Menâkıb, Ebî Hanife, c. 1, s. 161).
Müslümanlar coğrafyaya ait Yunanca kitaplan Batlamyus ile
tercüme etmişlerdi. Fakat bu tercümelerin yeryüzünün düz ol-
duğıma dair verdiği izahatın en az bir şekilde dahi tesiri altında
kalmadıklan görülüyor. Zira İhn Rüşd 890 sıralannda coğraf-
yasmda (s. 12) şöyle diyordu :
«Bilginler arasmda kara ve deniz kısımlanyla beraber bütün
yeryüzünün top gibi, bir küre şeklinde olduğu hususunda bir İt­
tifak vardır. Güneşin, aym ve yıldızların doğuşu, dünyamn muh­
telif yerlerinde aynı anda vukua gelmeyişi, doğu kısımlarda ka­
lan memleketlerde batı kısımlardaki memleketlerden daha erken
doğuşu gerçeği ile bu hususta delil getirilir. Semavi cisimlerin bu
İntizamı aym ihtiyaca cevap teşkil eder.»
Diğer bir yerde (s. 8) aym müslüman müellif şöyle söylüyor :
«Yeryüzü, konkav bir şekilde olan göğün (semanın) ortasm-
da, havada asılı büyük bir top gibi kürevldir. Hem üst taraftan
hem alt taraftan ve hem de kenarlardan, böylece semâ her taraf­
tan dünyayı eşit bir şekilde sarmaktadır. Semâmn içinde dünya,
kabuk İçindeki yumurtanm sarısı glbidirjı
El-Fakih isimli eserde tbn Khurradadhbeh, Mesudl ve diğer­
leri hep aym şekilde düşünmektedirler.

13
Onlan bu hususta düşünmeye sevkeden ilk fikir, yeryüzünde
verilen herhangi hir noktadan hareket eden'hir kinısenin sağa,
sola veya istediği bir istikamete gitmek şartıyla, bir gün tekrar
aym noktaya ulaşabilmesinden ileri gelmiştir.
Hattâ Ebu el-Pidâ (ö. 1332) coğrafya kitabmda (Pransızcaya
Reinaud tarafmdan çevrilmiştir. 11/1, s. 3-5) daha ileri giderek
şöyle dem iştir:
— «Eğer bir kimse verilen bir noktadan doğuya, diğer biri ba­
tıya doğru gitse bir üçüncü kimse de başlangıç noktasmda kal­
sa, aym noktadan uzaklaşan bu iki yolcu çıkış noktasma vardık-
larmda, her ikisi de aym zaman zarfmda döndükleri halde, dün­
ya turu yapmak üzere doğuya giden kimse bir gün fazla batıya
giden ise -güneşin doğuş ve batışına göre hüküm verilerek- bir
gün eksik hesap edecektir. Zira batıya giden kimse güneşle ay-
m istikamette yürümektedir. Bu bakımdan onun günü doğuya gi­
dene nisbetle dâima biraz uzundur. Netice olarak devr-i âlem ta-
mamlandığmda bu fark tam bir gün eder.»
Okuyucularım JuJes Veme’in «80 Günde Devr-i Âlem» isimli
eserinde bu hadiseden bahseden kısmı, iyi hatırlıyacaklardır. Ora­
da devr-i âlem yapan bir Londrah memleketme dönüşünde bir
gün geç kaldığım zannetmişti. Halbuki neticede bahsi kazandığı
ortaya çıkmıştı. Zira Londrahlar güneşin doğuşunu, devr-i âlem
yapan roman kahramamndan bir kere az görmüşlerdi.
el-Bîrûnl seyahatinden dönüşünde dünyada iki nokta üzerin­
de devamlı olarak altı ay müddetle güneşin doğmadığım söyle­
mişti. (Cemâhir, s. 167).
Bu ilmi nazariyeler yalnız kitap ve seminerlerde kalmamış
aynı zamanda tatbikat sahasına koyulmuştur. Müslümanlar M.
640’da Hz. Muhammed (s.a.v.)’in vefatmdan onbeş sene sonra Hz.
Osman (r.a.) devrinde Ispanya’ya girdikleri zaman, önlerine ni­
hayetsiz Atlantik okyanusu çıktı. Hemen keşiflere başladılar. Mü-
rûc el-Zeheb (c. I, s. 258-9, Paris) isimli eserinde Mesûdî (bu
eserini 956’da yazmıştır) der ki :
«Sis okyanusunda (Atlantik), Ahbâr el-Zamân isimli eserimiz­
de (çok yazık kİ bu eser şimdi kayıptır.) bütün tafsilâtıyla bahs­
ettiğimiz gibi birçok garip şeyler vardır. Orada gördüğümüz ma­
ceracılar, Okyanus’da hayatlarım tehlikeye atarak uzaklara açıl­
mışlardır. Bunlardan bazıları sağ salim geri dönmüşler, diğerleri
ise bu teşebbüslerinde hayatlarım kaybetmişlerdir. «Bunun üzeri­
ne Kurtuba halkından Haşhaş admda bir kimse, kendi muhitin­
deki arkadaşlardan bir gençler grubu teşkil ederek bu okyanus­

14
ta bir seyahate çıknuş ve uzun bir zaman sonra ganimetlerle ge­
ri dönmüştü. Bugün bütün Ispanyollar bu hadiseyi bilirler.»
Diğer çok enteresan bir rapor İdrisi (Ö. 1166) tarafmdan Nûz-
het el-Müştâk (Uzun zaman önce kısmen Paris’te basılmıştır.)
isimli coğrafya kitabmda nakledilmiştir. îdrisi burada şöyle der :
«Müslümanlann baş kumandam Ali b. Yusuf b. Taşfin, em­
rindeki kumandanlardan Rakş el-Auz diye bilinen Ahmed b.
Ömer’i, Atlantik okyanusunda muayyen bir adaya hücum etmek
üzere gönderdi. Fakat o buna muvaffak olamadan öldü. (s. 65)...
Bu sis okyanusunun ötesinde ne olduğu bilinmemektedir. Hiç kim­
se bu hususta sağlam bİr bUglye sahib değildir. Zira onu aşmak
çok zordur. Orada gökyüzü sislidir. Dalgalar çok kuvvetlidir. Kor­
kunç tehlikeler vardır. Deniz hayvanlan dehşetlidir. Rüzgârlar
fırtına yüklüdür. Orada birçok adalar vardır. Bazısı meskûndur,
bazısı da sular altmda kaybolmuştur.
Şimdiye kadar hiçbir denizci onu aşamamış ancak kıyı bo­
yundan gitmeye muvaffak olabilmiştir, (s. 165).
...Ve Lizbon şehrinden «Mugarrarin (baştan çıkarılmışlar)»
adı altmda maceracılar yola çıktılar. Sis okyanusuna girdiler. Ora­
da ne bulunduğunu ve nerede sona erdiğini öğrenmek istiyorlar­
dı. Lizbon şehrinde el-Hama (kaphca-menbaı) yakınlannda hâ­
lâ «Darb el-MugarrarIn ilâ âhir el-ebed = Ebediyete kadar baş­
tan çıkarılanlar caddesi» diye bilinen bir sokak vardır. Filhaki­
ka, birbirinin yeğeni olan 8 arkadaş ticari nakliyat için bir gemi
hazırlamışlar ve onu kendilerine aylarca yetecek kadar su ve yi­
yecekle doldurarak yola çıkmışlardı. Rüzgâr doğudan esmeye baş-
laymca ondan 11 gün yol alacak kadar bir fayda temin edebil­
diler. En nihayet Okyanusta dalgalarm gayet kuvvetli olduğu, su­
yun pis koktuğu, sayısız sığ yerler bulunan ve göriiş mesafesinin
gayet zayıf olduğu bir yere ulaştılar. Orada kaybolacaklarına emin
olduklarından, yelkenlerini başka istikamete çevirdiler ve güne­
ye doğru tam 12 gün yol aldılar. Nihayet Keçi adasma ulaştılar.
Gerçekten adada başlarmda biç bir çoban bulunmadan serbest­
çe otlayan sayısız keçi sürüleri vardı. Denizciler adaya yaklaşa
rak karaya ayak bastılar. Orada, yanmda yaban inciri bulunan
bir su kaynağı buldular. Keçilerden bazılarım yakalayıp kestUer,
fakat etleri o kadar acıydı ki içlerinden hiç kimse yutamadı. Böy­
lece, yalnız derileri sakladılar ve esen güney rüzgârmm kuvve­
tiyle tekrar oradan ayrıldılar. 12 gün daha yol aldıktan sonra
uzakta meskûn gibi görünen bir ada daha gözlerine çarptı. Ora

15
da sürülmüş tarlalar vardı. Ne bulımduğımu anlamak üzere o
tarafa doğru seyrettiler. Fakat birtakım kayıklar hemen onlan
kuşattı. Onlan esir alarak sahilde bulunan fakir bir köye naklet^
tiler. Orada karaya çıkıldı. Denizciler orada kırmızı derili insan­
lar gördüler.,Vücutlarmda fazla kıl yoktu. Saçları düzdü. Uzun
boyluydular. Kadınlan harikulade güzelliğe sahipti. Denizciler bu­
rada 3 gün kadar bir evde hapsedUdiIer. Dördüncü gün yanla-
rma Arapça konuşan biri geldi. Onlara kim olduklarını ve ne
için geldiklerini sordu. Gereken bütün malûmatı verdiler. Tah­
kikatı yapan onlara herşeyin iyi olacağım va’dederek kendisinin
kralın tercümam olduğunu söyledi. Bu tahkikatı takibeden gün
kralm huzuruna getirildüer. Kral da aym soruları sordu, onlar
da okyanusta ne gibi yeni ve garip şeylerin bulunduğunu araş­
tırmak ve keza onun nerede bittiğini öğrenmek için bir seyaha­
te çıktıklarım söyleyerek yine aym cevaplan verdiler. Kral bun­
ları işitince tercüraanma dönerek onlara şunu haber vermesini
söyledi; «Babam da bu okyanusta dolaşmak için bir köle gru­
bunu idare etmişti. Bu dolaşmaya tam bir ay kadar devam etti.
En nihayet ışık olmayan bir yere ulaştılar. Garip bir şey gö­
remeden ve hiçbir istifade sağlayamadan geri döndüler.» Sonra
sözlerine devamla kral onlara tercüman vasıtasıyla korkmaya ma­
hal olmadığım ve kendisinden ancak iyUik beklemelerini söyledi.
Sonra hapis kaldıklan kulübeye döndüler ve batı rüzgârım
beklemeye koyuldular. Daha sonra yerliler bir kayık hazırladı­
lar. Denizcilerin gözlerini kapadılar ve bir zaman kadar deniz­
de yol aldılar. Bu talihsiz (Müslümanlar) 3 gün kadar yol aldık­
larım zannediyorlardı. Sonra karaya çıkıldı. Bizleri ellerimiz ar­
kaya bağlı olarak kıyıda bıraktılar. Doğmakta olan güneşin bü­
yüyen aydınlığım hissedene kadar orada kaldık. Acınacak durum­
daydık. Nihayet uzeiktan insan sesleri duyduk. Bağırdık... bımun
üzerine bize doğru yaklaştılar ve bizi ellerimizi saran iplerle ya-
raü bir şekilde buldular. Bizi sorguya çektiler. İstedikleri bütün
malûmatı onlara verdik. Bunlar Berherilerdi. İçlerinden biri bi­
ze dönerek :
— «Memleketinizden ne kadar uzakta hulımduğunuzu biliyor
musunuz?» diye sordu. Biz de :
— Hayır! dedi. O devamla:
— «Buradan sizin memleketinize 2 aylık yol var.» dedi. Bu­
nun üzerine denizcUerin reisi :
— «Vâ Esefi!» (Yazıklar olsun bana!), diye haykırdı. Bu an­
dan İUburon bu bölge bu ismi almıştır ve hâlâ «Esefi» diye isim­

16
lendirilir. Bahsettiğimiz gibi Pas’m nihayetinde, bir liman şeh­
ridir.»
İşte İdrîsl’nin raporunda bahsettiği budur. Görünüşe göre
denizciler Kanarya adalarmdan birine ulaşrmşlardır. Esefi hâlâ
meşhurdur. (Avrupa haritalarmda Safi diye geçer, fakat Arap
harfleriyle Esefi diye yazılır. Bir ziyaret esnâsmda tren istasyo­
nunda bunu farketmiştim.) Bu yer Kazablanka (Dâr el-Beydâ) ile
Mogador şehirleri arasmdadır.
En enteresan rapor aşağıda tbn FazluUah el-ömerî ( ö . 1348)
tarafmdan verilendir. Onım Mesâlik el-Ebsâr isimli ansiklopedisi
henüz kısmen basılabilmiştir. Gaudefroy-Demombynes tarafmdan
yapılan Fransızca tercümesinde şöyle der (s. 59, 74-75);
— «Mali’nin kuzey taraflannda kendi hükümdarlan altında
beyaz berberîler yaşar. Kabileleri Antasar, Yantar’aras, Medusa
ve Lemtuna isimlerini taşır.. Hacdan dönüşünde Mısır’da bulu­
nan hükümdarlan Sultan Musa b. Emi Hâcib’e :
— «Nasıl hükümdar oldun?» diye sordum. Şöyle cevap v er d i:
— «Biz iktidar bakımmdan oğlun babayı takibettiği bir aile­
ye mensubuz. Benden önce bulunan hükümdar dünyayı saran ok­
yanusun (yani Atlantik Okyanusu) ucuna varmamn imkânsız ol­
duğuna inanmıyor ve bu uca varmak arzusunu besleyerek bu fik­
rinde inatla İsrar ediyordu. Böylece içi insan dolu 200 kayık do­
nattı. Diğer birçoklan da altm, su ve birkaç sene yetecek yiye­
cek doluydu. Bu grubun kumandanma okyanusım ucuna varın­
caya veya yiyecek ve sulan bitinceye kadar dönmemelerini em ­
retti. Yola çıkıldı. Gidişleri (Gaybubetleri) epeyi uzun bir zama­
na varmıştı ki nihayet bir kayık döndü. Soruşturma üzerine ka­
yıktaki reis şöyle söyledi:
— «Prensim, uzun bir müddet dolaştıktan sonra nihayet ok­
yanusun ortasmda delice akan büyük bir nehir gibi bir şey gör­
dük. Benim kayığım en arkadaydı. Diğerleri benim öntodeydi-
1er. Onlardan bir tanesi bu yere vanr yarmaz girdaba karıştı ve
bir daha su yüzüne çıkmadı. Ben bu akmtıya kapılmamak için
geri dönerek kaçtım.»
Sultan onun bu sözlerine inanmadı. Kendisi ve adamlan için
derhal 2000 kayığın, su ve ^erzak için de 1000 kayığm hazırlan-
masmı emretti. Sonra gaybubeti esnasmda İdareyi bana bıraka­
rak adamlanyla birlikte bir daha dönmemek ve hiç bir hayat
işareti vermemek üzere okyanus seyahatine çıkb. (Kezâ bk. Kal-
kaşandi. Sulh el-A’şâ, c. 5, s. 294).»
Bazı mütalâalar:

Coğrafi Keşiflerin IçyOzO - F . : 2 17


Muhtemelen hükümdar Amerika’nm keşfi haberinin rakiple­
ri tarafmdan duyulmasmı istememiş ve böylece seferden dönen
kaptanm ümid kırıcı şeyleri ortada, esas hakikatleri de gizli ola­
rak söylemesini temin etmiştir. Bu bakımdEm binlerce insandan
müteşekkil askerî bir sefer hazırlanmış ve çok muhtemelen eline
geçirdiği yerde yerleşmiştir.
Kaptamn söylediği Okyanustaki nehir Amazon olabilirdi. Bre-
züya, Unesco veya Amerika Birleşik Devletleri denizaltı seferleri
göndererek araştırmalar yapsa belki Amazonun ağzmda orada
battığı söylenen kayıklann kalıntılarını bulabüirler.
Siyah askerler ile birinci ve üdnci seferlerdeki beyaz Berhe-
rîlerin bazdan Kristof Kolomb’un seyahatinde karşılaştığı ve ruz-
nâmesinde kaydettiği siyah halkm ecdadı olmalıdır. Kristof Ko­
lomb orada birbiriyle savaş eden siyah ve kırmızı derili kabile­
ler gördüğünü söyler. Çok muhtemelen Berberîler Batı Afrika’da
en yakm nokta olan Brezüya’ya lüaşmışlardır. Brezilya kelimesi
ne Brezilya ve ne de Avrupa dillerinden bir kelimedir. Bu keli­
me dil âlimlerini (etimolojist) şaşırtmıştır. Bizim hipotezimiz bu­
nu kolaylıkla açıklamaktadır. Şöyle k i : Berberi kabileleri ara­
smda Birzala isminde bir kabile vardır. Bu kabilenin âzalarının
toplu ismi Brazil’dir. O zamanlarda yer isimleri orada yaşayan­
lardan gelmekteydi. Müslümanlarm Okyanustaki aramalar dola-
yısıyle yapmış olduklan seferde Birzala fertlerinden (âzalarm-
dan) müteşekkil bir grup bu yerde yerleştiler. Bu yer muhtemel
bir ada idi. Böylece buraya Brazil ismini verdiler. Sonradan bü­
tün bölge bu ismi aldı.
Diğer iyi bUinen bir misâl de Bene Hoarö adasıdır. (Benî
Huvâre Berberi kabilesinden). Bu adaya, Portekizliler Kanarj'a
takım adalarmda bulunan Palma’yı ele geçirdikten sonra yeni­
den isim vermişlerdir. Aym şekilde AvrupalI seyyahlar tarafm­
dan kaydedilen Benemarin adası da Beni Mârîn kabile ismin­
den gelmiş olsa gerekir.
Diğer bir mühim hakikat da Kristof Kolomb’un oğlunun kay­
dettiği şu husustur;
Kristof Kolomb’un oğlu Hindistan’a Avrupa’nm doğu istik:^
metinde deniz yoluyla gidilebildiği gibi, Avrupa’mn batı istika­
met İnde de deniz yoluyla gidilebileceğinin imkân dahilinde oldu-
finnn hnhtı.sının Cenoza’ya gelen müslüman gemicilerden öğren-
ı l l |l n l tmkleder.
D il âlimleri Krt.stof Kolomb’dan evvelki zamanlarda Kızılde-
rllllartll (tlll«rlnılı> Arupc.a asıllı kelimelerin bulunduğunu ortaya

ın
çıkamuşlardır. Diğer taraftan Kristof Kolomb Küba kıyılannda
havlamayan köpekler görmüştür ki, bunlar da Batı Afrika cinsi
köpeklerdir, öyle görülüyor ki eski dünya üe yeni dünya arasm­
da seyrüsefer ilk olarak müslümanlar tarafmdan kurulmuştur.
Tahıllardan mısır Amerika menşeli olmasma rağmen Avrupa
dillerinde İslâmî bir esasa taaUûk eden kelimelerle ifade edilmiş­
tir. M eselâ: Grano Turco(İtalyanca), Sarazdn Com (İngilizce),
Triticum Turcicum (Hollandaca), Trigo de Turkina (İspanyolca),
Turkish Heude (İsveççe), Turkie Comes (Fransızca) ve nihayet
Türkishes Kom (Almanca). Bunun sebebi o zamanlar Türk ve
Sarazdn kelimelerinin Müslüman kelimesine eş anlamda kullanıl­
mış olmasıdır. Şunu da ilâve etmek gerekir ki Türk dilinde Mı­
sır kelimesi, hem tahıllardan mısın ve hem de devletlerden Mı­
sır devletim ifade etmek üzere iki ayn anlamda kullanılmak­
tadır..
Mısır (tahıl) batı Afrika kıyüarmdan hacüar vasıtasıyla Mı­
sır’a getirilmiş oradan da onu Türkler almışlardır. İşte bütün
bunlar Kristof Kolomb’dan önce cereyan etmiş hâdiselerdir.
Bu hususta daha geniş malûmat isteyenler Pensee Chitte’deki
makaleme bakabilirler. (Paris, No ; 11, 1962, s. 8-14).
(İslâm Düşüncesi-Yü : 2, S a y ı: 6 Kasım 1968).

Hızır Aleyhisselamm Gittiği Diyarlar

Ömer Seyfeddin «Kaşağı» isimli eserinde Turgut


Reisi anlatır. «Forsa» isimli bölümde Ömer Seyfeddin,
Turgut Reis’in «Sis denizinde» ki yolculuğunu anlatır­
ken «.. Tank boğazmı geçmiş, haftalarca, aylarca kıyı
görmeden yol almıştı. Hızır Aleyhisselamm gittiği di-
yarlan dolaşmıştı, ö y le denizlere gitmişti ki, üzerinde
dağlardan kayalardan büyük buz parçalan jmzüyor-
du. Oralan tamamen başka bir cihandı, altı ay gece al­
tı ay gündüz olurdu» «Forsa»da sözü edilen yerlerin
daha sonra Osmanh denizcileri tarafmdan da aşıldığı­
na ilişkin başka kayıtlar da var.. Ömer Sejdeddin’in
hikâye ettiğine göre, Turgut Reis o gittiği yerlerden bir
de geün getirmiştir..

19
Amerika’yı İlk Kez Türkler mi Keşfetti?.,
Amerika’ya ilk kez yaşadığımız kıtadan kimlerin
ulaştığı tartışmalı bir konudur. Batılı kaynaklar bu ko­
nuda ısrarb bir şekilde kendi tezlerini üeri sürmekte­
dirler. A n c ^ diğer bir çok kaynak ise bu konuda ba-
tüı ansiklopedilerin ve bizim ders kitaplannın yazdı­
ğının aksini ileri sürmektedir.
Kara Kuvvetleri Komutanlığı Harekat dairesi baş­
kanlığı Neşriyat Şubesince yaymlanan Kara Kuvvetle­
ri Dergisi’nin 23. sayısında Harita Albayı Sabri Tû-
mer’in konu ile ilgili bir yazısı yaymlandı. 1965 Ağus­
tos'unda yayınlanan makalede, Amerika’ya ilk kez Os-
m anlılann ulaştığına dair aşağıda özet olarak şu gö­
rüşlere yer vermektedir:

«Fâtih Sultan Mehmed’in 1453 yılmda îstanhul’u fethinden


sonra, Türkler, Yükselme Devri’ne yönelmişler, dolayısiyle, Ak­
deniz ve Kızıldeniz! de egemenlikleri altma almışlardı. Nitekim,
1475 yılmda Kınm zaptedilmişti. Bu fetihlere paralel olarak, ün­
lü Türk Korsanlanıım, Osmanh Padişahlannm yardım ve hima­
yesiyle, Batı Akdeniz’de ve Atlas Okyanusu’nda da üstünlük sağ­
ladıkları tarihî hir gerçektir. Türk Korsanlan. 15nci Yüzyılda
Amerika’nm doğu kıyılanna kadar gitmişlerdi. Bugün Türk adı-
m taşımakta olan Amerika’nm doğusundaki Büyüktürk Takım-
adalan’nm ilk kâşifi Türk gemicileridir (Harita 1).
Türk gemicilerinin daha 15nci yüzyılda mükemmel bir hari­
ta bilgisine sahip olduklan Piri Reis’in haritasınm incelenmesin­
den anlaşılmaktadır (Harita 2).

Yazar, Pîri Reis’in çizdiği haritada Ekvator çizgi­


sinin bu günki ile a 3nn konumda bulunduğunu ve Pîri
Reis’in haritasında gösterilen Okyanustaki adalann Ek­
vator çizgisine göre paralel ve meridyen hesabı ile ay­
nı konuma sahip bulunduğımu belirterek Pîri Reis
(1475 Gelibolu doğumlu) ve haritası hakkmda şu bil­
gileri veriyor:

20
«Piri Reis’in 855 sahifeden ibaret olan ve Dünyanın «ilk deniz
kılavuzunu» teşkil eden Kitâb-ı Babriyye adlı eseri, onun İlmî de­
ğerini, dolayısiyle Türklerin Akdeniz’deki hâkimiyetini göstermek­
tedir. Piri Reis bu kitabmda : Antil Adalan’nın bulmuşunu Hic­
rî 870 olarak göstermiştir ki, bu, Amerika’nın keşfi tarihinden 29
yıl öncedir. Antil Adaları halkının yaşayışlarına değinerek : «Bu­
ra halkınm ot-yaprak yediklerini, hayvanlar gibi çıplak gezdik­
lerini», yazmıştır. Kitabmda, ay, yıldızlar, rüzgârlar, med- cezir,
arz, tul, ekvator, pusula, mil hakkmda geniş bilgi, haritacılık hu-
susmda da bugünkü harita anlayışına uygm bilgiler vardır.
Arapça, Ymanca, İtalyanca, İspanyolca dillerini bilen Piri Re­
is, bir de Dünya Haritası yapmıştır. Amerika’nm doğu kıyılan-,
m da gösteren bu harita, Dünya Bilim İnsanlarını hâlâ meşgul
etmektedir (Harita 2). Harita, genel görünüşüyle bugünkü dün­
ya haritalannm aynıdır. Ş m a kaani bulunmaktayım ki, bu ha-
rita, aslı bilinmiyen bir projeksiyon sistemine ve bilgisine dayan­
maktadır. Kroki mahiyeticaeki bozuk haritalardan böyle mükem­
mel bir haritanm yapılması mümkün olamaz. Bugün dünya ha-
ritalarmm yapımı işinde Washington’daki National Geographie
Society özel bir projeksiyon olan trimetrik sistemi İmbul etmiş­
tir. Bu amaçla birçok uzman çok hassas aletlerle çalışmakta­
dırlar. Halbuki Piri Reis’in 21 parça deri üzerine yaptığı harita,
tersimi de dahil, tamamen kendi elinden çıkmıştır. Bu.harita 9
renklidir.
Piri Reis’in haritasma kısaca göz atarsak:
Avrupa’d a : Biskay Körfezi, Brest Limanı, Portekiz kıyılan,
Septe Boğazı.
Afrika’d a : Pas kıyılan. Kanarya Adalan, Yeşilburun Ada-
lan, Asor Adalan, Gine Körfezi...
Amerika’d a : Rio de Janeiro güneyindeki Santos Körfezine
kadar olan kısımlar, bugünkü haritaların aymdır.
Haritada iki nokta dikkati çekmektedir :
1. Amerika’nm güney ucuna Macellan 1519’da inmişti. Hal­
buki Piri Reis, 1513’de yaptığı haritasmda AmerUca’nm güney
ucunu göstermiş bulunmaktadır.
2. Haritada Laplâta Nehri gösterilmiştir. Halbuki bu neh­
rin keşif tarihi, 1515’dir. 1508 yılmda hu nehir önlerinde keşifte
bulunan JUVANDÖSOLİS ile PİNZON adh kâşiflerden birincisi
ölmüştür. Piri Reis hu nehri, keşfinden iki yıl önce, haritasında
göstermiş bulunmaktadır.»

21
ö te yandan yazar. Okyanusta «Türk Adalan» olar
rak işaretlenen bölgelerin, Britanica Ansiklopedisi tar
rafından, burada yetişen bir tür kaktüs çiçeğinin Os-
manb kavuğuna benzemesinden doiajn bu isimle ad­
landırılmış olmasmı «uydurma ve ilmi yönden bir de­
ğeri olmayan iddia» olarak tanımlamaktadır. Yazar bu
konuda Piri Reis haritasmdan yola çıkarak şu görüş­
leri ileri sürmektedir:

«Piri Reis’in haritası incelenirse; haritanın kenarında Piri Re­


is’in amcası Kemal Reis’in bir kulu olduğu, kul denilen bu kişi­
nin Kristof Kolomb’a üç defa Amerika seyahatinde refakat et­
tiği yazıhdır. Türk tarihlerimizde de (tercüme olduğımdan) kul
olarak bahsi geçen bu tayfa kul veya esir değildir. Kemal Reis’in
en yakm arkadaşıdır. Bu zat, Kristof Kolomb’tan önce Amerika’-
lun doğu kıyılarına ve Türk Adalarına kadar gitmiştir. Bundan
dolayı bu adalara Türk Adalan adı verilmiştir. Elimde mevcut
170 senelik Türk atlasmdan çıkarttığım fotokopi (Harita 3) in­
celenirse, Türk Adalan yerinde «TÜRKLER» yazısı okunur. Bu
yazı, 15nci Yüzyılda buralarda, kısa fâsılalarla, Türklerin bann-
dığım gösterir. Kanaatim şudur: Büyüktürk Adasmda, şayet ka­
zı yapılacak olursa, Türklerden kalma eserlere ve Türk ırkına
hâs iskeletlere raslamak mümkün olabilecektir. Amerika’nm keş­
finden onbeş yıl önce, 1477 yılmda, Asor Adalanndan «Plores»
kıyılarma dalgalar iki ceset atmıştır. Yapılan incelemede bunla-
n n geniş yüzlü Tatar Türklerine benzemekte olduklan tesbit edil­
miştir.
Bu devirde, Akdeniz’i aşarak Atlantiğin enginlerine açılan
Türk Korsanlannm başmda Piri Reis’in amcası Kemal Reis gel­
mektedir. Kemal Reis’in adı, denizler çevresinde korkular yarat­
mıştı. Zamamn gemicileri Kemal Reis’le karşılaşmamak için ro­
talarım değiştirmek zonmda kalırlardı.»

Araştırmaa, daha sonra konu ile ilgili olarak ba­


zı görüşlere yer veriyor, ö y le sanıyorum ki, okullarda
okutulan ders kitaplarının bu açıdan yeniden gözden
geçirilmesi gerekir. Batdılan korumak için kendi tari­
himize saygısızlık yapıp, gerçekleri görmemezlikten

22 *
gelmek doğru bir davramş olmasa gerekir. En azmdan
bu şekilde bir takım görüşlerin de bulunduğunun öğ­
rencilere açıklanması zorunludur.
Üzülerek belirtelim ki, Cumhuriyetin ilk yıllarm-
da yaymlanan tarih kitaplarmda batınm sömürgeci ka­
rakterlerinden hiç bir kelime ile söz edilmemiş, coğrafi
keşifler tek yanh bir övgü ile geçiştirilmiştir. Cumhu­
riyetin ilk yıllarmda oluşturulan Tarih Kurumunun bu
gerçeklerden habersiz olduğu düşünülemez. Yeniden
yazdırılan tarih kitaplarında Osmanhya karşı her tür­
lü tecavüzkâr dil kullanılırken, Batıklardan sadece öv­
gü ile sözedilmesi ve sömürgeci karekterinin sistemli
bir biçimde görmemezlikten gelinmesi düşündürücü
değil mi?
Şimdi tekrar sözkonusu makaleye dönelim :

«Konumuzun ilgisi dolayısiyle, XV nci yüzyıbn önemli iki ta­


rihî olayma değinmek zorunluluğu vardır. Bunlardan birisi, Is­
panya’da bulunan Arap Benî Ahmer Devletinin yıkılışı, diğeri
ise; Amerika’mn keşfi olayıdır.
1478’den 1492 yılma kadar süren Granada Savaşlarında, Müs­
lüman Benî Ahmer Devleti, içinden çökertilmiş, yokedilmeye yüz
tutmuştu. Dehşet verici zulümlerden kurtanimalan için bu dev­
let, Osmanh Devletinden yardım istemiş ve Osmanlı Devleti, En­
dülüs’e kurtarma gemileri göndermiştir. 1488 yümda Barbaros,
36 gemisiyle yetmiş bin Müslümam kurtarmış, Kemal Reis de
bu kurtarma işine bütün gücüyle katılmıştır.
Türkiye Tarihi adh eserin 4ncü cildinin 139 ncu sahifesi di­
yor k i :
«Kemal Reis’in dünya tarihi sahnesine çıkmasma İspanya me­
selesi vesile vermiştir. O zamana kadar Ispanya’yı aralannda
paylaşan ve her ikisi de büyük devletler arasmda sayılan Aragon
ve Kastilya Kıralhklan, Türkiye ile harbe girmişlerdir... Kemal
Reis, Batı Akdeniz’de mühim işler yaptı. Donanma-i Hümayun,
ilk defa olarak Batı Akdeniz’de harekâtta bulunuyordu. Türk
Amirali sırasıyla; Malta, SicUya, Sardunya, Korsika Adalarını
vurdu. Bu adalar İspanya’nm idaresinde veya nüfuzunda bulu­
nan adalardı. Güney İtalya kıyılarını da yaktıktan sonra Balear

23
Adalarına geldi. Bu takunadalannı altüst etti. Sonra Aragon sa­
hillerini vurdiL Hemen bütün İspanyol limanlarım bombardı­
man etti. Birçoklarına asker döküp yağmalattı. Sonra güneye in­
di... Türkiye’ye döndü. İspanya sahilleri çok zarar görmüştü...
Kemal Reis’in zaferleri, Sinop’lu şair Safaî’nin 11000 beyitlik mes­
nevisinde terennüm edilmiştir. Kemal Reis’in Deniz Harh Tari­
hinde yaptığı en büyük yenilik, uzun menzilli toplan harb gemi­
lerine tatbiki olmuştur. Bu suretle Türk gemileri çok uzak me­
safelerden düşman gemilerini ve sahillerini döğmek imkânım el­
de etmişlerdi. «Kemal ^eis» diye amlan Ahmet Kemalettin Bey,
Karamanlı Ali’nin oğludur. Gelibolu’da doğmuştur. 1511 (1451)’de
Gelibolu yakmlannda çıkan bir fırtınada gemisi batmış ve bo­
ğulmuştur. Yeğeni, Büyük Amiral, coğrafya, kartografya ve ma­
tematik bilgini Piri Reis’i o yetiştirmiştir»...
Bu yazıdan. Granada Savaşlannda karşılıklı esirlerin alm-
mış olduğu anlaşılmaktadır. Türkler’den alman esirlerden bir kıs­
mı zindanlara atılmıştır. îşte Kristof Kolomb, gerek Amerika se­
yahat hazırhğı, gerekse seyahati sırasmda zindanlardaki hu Türk
denizcilerinden geniş ölçüde faydalanmıştır.

Kristof Kolomb’un Amerika Seyahati Hazırhğı

Kristof Kolomb, açık denizlerde batıya doğru seyahat edebü-


mek amacıyla, Cenova Ayan Meclisi’ne, Venedik Cumhuriyeti’ne,
İngUtere’ye ve Fransa Hükümetine başvurdu. Hiçbirinden yardım
göremedi. Bunlarla beraber Osmanlı Devletine de müracaat etti.
Bu husus Türk tarihlerinde Arif Molla’nm Menakıpname’siyle,
el-Müstetraf tercümesinin 2. cildinin 1039 ncu sahifesinde yazı-
hdır. Kristof Kolomb başvurduğu Osmanlı Devleti’nin Padişahı
II nci Bayezit’den de yardım görmedi. Şurasım belirtmek yerin­
de olur ki, Osmanh’lardan istediği bu yardım konusunu dini ta­
assup ve korkusu yüzünden kimseye söylememiştir. Nihayet Por­
tekiz Kıraliçesi îzabella’dan üç gemi temin etti. Seyahatinden
önce hapısaneleri dolaştı. Esir olduğunu bildiği üç bilgili Türk
denizcisiyle buluştu. Bunlardan birisiyle çok samimi dost oldu.
Bu denizci; dini taassup ve korkusu yüzünden takma ad olarak
«Rodrigo Dötriana» admı aldı. Kristof Kolomb; Santamaria,
Pinta, Nina adh üç gemi ve üç Müslüman Türk denizcisinin de
içinde bulunduğu 120 mürettebat Ue 23 Mayıs 1492 günü Palos’tan
batıya hareket etti. Yolda iki Müslüman Türk, dinleri belli olun­
ca, dinlerini değiştirmeye zorlandı. Bu iki Türk denizcisi de de­

24
nize atlamak suretiyle intihar ettiler. Adım ve milliyetini, di­
nini saklamakta sahır ve meharet gösteren Rodrigo ise, Kristof
Kolomb’ım yanmdan hiç ayrılmadı ve Kolomb’ım en yakım, gü­
venilir bir akıl hocası oldu. Uzun deniz yolculuğundan sonra ka-
ralarm görünmemesi, tayfayı isyana şevketti. Bilhassa yolculu­
ğun 65nci gününde meydana gelen büyük isyanda, Kristof Ko­
lomb dövülmüş ve ölümle tehdit edilmişti. Kolomb’un böyle ıs­
tıraplı bir ânmda, Rodrigo, Kolomb’u teselli etmiş, şunları söy­
lemiştir : «Ben güneşten irtifa almak suretiyle yerimizi tayin et­
tim. Üç gün sonra karalar mutlaka görünecektir. Tayfayı tes­
kin ediniz. Katiyetle müjdeler verebilirsiniz» demiştir. Gemiler­
de sükûn sağlanmış, karalan gözetlemeye memur edilen Rodrigo
cidden- üç gün sonra karalan görmüştür. Bu üç gün vaadini ilk
tarihçilerden Oivedo eserinde belirtmiştir. İngiliz yazan Eliot Mo-
rison da eserinde Kristof Kolomb’un nankörlüğüne işaret ede­
rek : «Kristof Kolomb’un bu Müslüman ırka karşı günahı bü­
yüktür» demektedir.
Fransız kâşiflerinden Şargot 1928 basımlı «Christophe Colomb
Vu Par Un Marin» adlı eserinde : «Kristof Kolomb’a yardımda
bulunan Rodrigo, din ve milliyetini gizlemiş Müslüman Türk de­
nizcisi idi» demiştir.
Neden bu hususlann bugüne kadar gizli kalmış olduğu so­
rusunun sebebini aşağıda bulmak mümkündür.
İstanbul’un zaptından sonraki yıllarda, uzayıp giden Hıris­
tiyan - Müslüman düşmanhğı hakkmda, Türkiye Tarihi adh ese­
rin 3 Rcü cildinin 213 ncü sahifesindeki şu yazıyı okumak kâfi­
dir : «Filhakika 1 Şubat 1454’den itibaren Türklere karşı ele si­
lâh alacak her Hıristiyanm Papa tarafmdan cennet tebşir eden
fermanlar (indulgence) İle mükâfatlandınlacağı vait ve ilân olım-
du. Papamn emriyle, Türklere karşı harbde kullamimak üzere,
bütün başpiskopos, piskopos, manastır ve kiliselere vergi tarh©-
dildi. Herhangi bir Müslümana silâh, erzak ve her türlü malze­
me satan her Hıristiyan en ağır işkencelere mâruz bırakılacak­
tı. Bütün bu emirlere herhangi bir şekilde itaatsizlik gösteren
şahıs, kim olursa olsun, Aforoz edilecek ve işkence ile ölüme
mahkûm olacaktı...» Yıldız Sarayı’ndan İstanbul Üniversitesi’ne
kaldırılan 10803 sayılı Tarihçi Esat Efendinin «Hulâsa-i Ahval-i
Tunus ve Garp» adlı eserinin 400 ncü sahifesi: «Barbaros’un.
Kanuni Süleyman’a yazdığı mektupta; Amerika kıtasmm, Türk
denizcileri tarafmdan Kristof Kolomb’dan önce bilindiğini, bu
yerlerin işgal edilmesi için Padişahtan müsaade istenmiş oldu­

' 25
ğunu. Padişah ise, bu ciheti zamanın Sadnâzamı olan ve o za­
man Mısır'da bulunan İbrahim Paşa’dan sormuş olduğunu, İb­
rahim Paşa’ıun ise, Padişaha vermiş olduğu cevapta: «Ülkemi­
ze çok uzak olduğundan, vazgeçilmesini» istediğini belirtmektedir.

Sonuç
Gerek Pîri Reis’in harita kenar yazısmda, gerekse Kitab-ı
Bahrij-ye’sinde bahsi geçen ve Kemal Reis’in kulu diye belirti­
len zat, Türk olan Rodrigo’dur. Bu devirde dinî taassup ve kor­
kusu yüzünden Kristof Kolomb, İstanbul’a gelişini ve Padişah
II nci Bayezit’ten istemiş olduğu yardımı nasıl gizlemişse, Pîri
Reis ve hattâ Kristof Kolomb da, Türk olan Rodrigo’nun adım
ifşada türlü sakmca görmüşlerdir. Pîri Reis’in yazdığı gibi, Kris­
tof Kolomb ile Amerika’nm her üç seferine katılan ve Kemal
Reis’in kulu olarak gösterilen zat, Türk olan bu Rodrigo’dur.
Üçüncü Amerika seyahati sonunda Kristof Kolomb, Kral ve Kıra-
liçenin gözünden düştüğünü, hattâ Sen Donomik Valisi Uvando
tarafmdan vilâyeti dışına kovulmuş olduğunu görmekteyiz. İş­
te... Kolomb’un itibarımn sarsıldığı bir sırada, Amerika’mn üçün­
cü seyahatine ait harita ve malzemeyi kirala götüreceklerin ba­
şında muhafız olarak Rodrigo da bulunmaktaydı. Bu Türk de­
nizcisi, nitekim 1498 tarihinde yola çıkarılan malzeme arasında
bulunan üçüncü sefere ait haritayı eski kaptam ve arkadaşı Ke­
mal Reis’e kaçınp vermiş, dolayısiyle Amerika seyahatleri hak­
kmda da birçok ilmi bilginin bize intikalini sağlamıştır.
Kristof Kolomb, Amerika’ya seyahat ederken, başlangıçta ka­
pıldığı üzüntü ve heyecan yerine sevinç duymuş, ümide kapıl­
mış, amacma tahmin edilenden daha kısa zamanda ulaşacağma
inanmıştı. Belirsizlik içinde seyahat eden hiç kimse böyle emni­
yet duygulan ile dolu olarak asla yola çıkamaz.
Kristof Kolomb’un elindeki haritaya gelince; Toskanelli’den
almış olduğu bu harita, bir kroki doğruluğunda dahi değildi. Böy­
le noksan bilgi ve çok yanlış harita ile bilinmeyen denizlerde na­
sıl seyahate çıkılabilir? Müzemizde Pîri Reis’in haritasının koy-
nımda tesadüfen çıkan Amerika’mn 3ncü seferine ait harita in­
celenecek olursa, ’Türk Rodrigo’nun Türk Takımadalarma kadar
olan deniz güzergâhım zamanm koordinatlarma göre önceden bil­
mekte olduğu anlaşılır. Meselâ; Pîri Reis’in haritasında görmüş
olduğumuz, bizleri hayret ve hayranlığa sevkeden, Amerikamn
güney kısımları ile Laplâta Nehrinin mevcudiyeti, bu bilgili

26
Türk’ün eseridir. Binaenaleyh, Türk Takımadalarından güneye
doğru Rio de Janeiro’ya kadar olan kısımlar, Kristof Kolomb’tan
önce, Türk denizcileri tarafmdan bilinmekte idi. Bu İtibarla Ame­
rika kıtasmm gerçek kâşifi Türklerdir.»

Konu ile ilgili olarak. Sur Dergisi’nde yayınlanan


(Aralık - 86) bir makalede şu görüşlere yer veriliyordu :

Piri Reis’in İlmî Cephesi


İlim Tarihi’nin mühhn şahsiyetlerinden biri olan Piri Reis,
Türk Amirali olduğu kadar büyük bir haritacı ve deniz müel­
lifi idi. Daha Korsanlık devresinden itibaren gördüklerini yazma­
ya başladı. Coğrafya ve Haritacılık hakkında ele geçirdiği eser­
leri tetkik etti. Asrında Dünya müsbet ilim tarihinde en mühim
bir mevkie sahiptir. Eserleri bütün İlim tarihinin en güzide ve
sayılı eserleri arasındadır. Büyük eseri : Kitab-ı Bahriyye’dir.

Kitab-ı Bahriye
«Denizcilik Kitabı» manâsına gelen bu eserinde Piri Reis, Ak­
deniz! bütün sahilleri, adaları, limanlan, koylarıyla anlatır ki, her
uğradığı yerin hususiyetlerini kaydedip haritasını çizerek eserini
hazırladığı anlaşılmaktadır. Eser son derece alâkaya değer izah­
larla bezenmiştir. Eserin manzum mukaddimesini. Piri Reis’in ağ­
zından -zamanın adetine göre- şair denizcilerden Muradi nazma
çekmiştir. 1521’de tamamladığı eserini bazı düzeltmelerle 1525’de
Sadrazam İbrahim Paşa vasıtası İle Kânûnl’ye takdim etmiştir.
Eser’de, Amerika Kıtası’nm Keşfinden de bahseder ve Dün-
ya’nın «Küre Şeklinde» olduğunu kat’iyyetle söyler.
Eserin İlk kısmında denizciliğin güçlüğünü göstermek İçin
Med-Cezir İle denizlerin sığ ve demir atmaya müsait yerlerini
bilmek gerektiğini bildirir. Sonra* fırtınanın tayini jrapıhr. Rüz­
gâr çeşitleri anlatılır. Pusula ve haritaların tarifinden sonra de­
nizlerin durumu izah edilir.
Eser umumiyetle gemiciler için yazılmış Portlano durumun­
dadır. Yani sahilleri, adalan, ırmaklan, tehlikeli ve kayalık yer­
leri anlatan bir eserdir.
Kitab-ı Bahriyye 1756 yılında D.D. Cardomne tarafından Pran-
sızcaya Le Flanbeau de la Medlterranee adıyla tercüme edilmlş-

27
tir. Bugün hala yazma halinde bulunmaktadır. Kitab-ı Bahriyye
bu alanda yazılan ilk ve tek kitabtır. Çünkü aym devirde aynı
seviyede yazılmış benzeri hiçbir kitap yoktur.
Kitab-ı Bahriyye «Deniz Kılavuzluğu» sahasında da ilk eser
olma yönüyle birinciliği alır. O kadar ki çağımızda yazılan eser­
lerle bile boy ölçüşebilecek buuttadır. İngiliz Denizcilik Bakan-
lığımn 1908’de neşrettiği «Sallin Direction» kolleksiyonuyla ya­
pılan mukayese, Kitab-ı Bahriyye’nin ne kadar doğru ve sağlam
bilgilerle dolu olduğunu göstermiştir. Kitab’m asıl metni harlta-
lanyla birlikte 743 sayfadır. İlk 84 sayfada denizler hakkında bil­
giler yerahr.

Pîrî Reis ve Amerika Kıtası


Plrî Reis Amerika Kıtası’nm varhğım önceden biliyordu. Di­
ğer Türk Denizcilerinin de haberi vardı. Amerika Kıtasının ve
Japonya’nın varlığından İlk defa bahseden müslüman İlim ada­
mı, daha M. 1000 yıllarında Amerika’mn keşfinden 500 sene önce
(1492’den) Bîrûnl idi. lbn-1 Rüşd de aym şeylerden bahsediyor­
du... PIrl Reis Kitab-ı Bahrlyye’slnde (shf : 77-85) Amerika Kı-
tasım şöyle anlatır :
Lodos üstünde bulundu bir diyar
Septe’den dörtbin mil öte uzar
Hangi tarihte bulundu işbu yer
Şerhedeylm ehl-I tarih gör ne der
Tarih-I Hicret buydu ol zaman
Tâ seklzyüz dahi yetmişdl ol ân
İşbu tarih de bulımdu ol zemin
İsmine «Antllya» dediler hemin...
Piri Reis Yeni Dünyaya Antilya denlldlğbıl ve 870 Hicri yı­
lında keşfedildiğini söylemektedir kİ bu tarih Kristof Kolomb’un
Amerika’yı keşfinden tam 27 sene öncesidir. Bu demektir ki «Ame­
rika Kıtasınmn varlığı, keşfedilmeden önce müslümanlarca bi­
linmekteydi.
Kristof Kolomb; 1470’11 yıllarda Padova Üniversitesl’nin ra­
kipsiz üstadı olan ve bu üstadlığı eserlerinin okutulmasıyla 18.
y.y.’m ortalanna kadar Bologne-Ferrare ve Venedik Üniversitele­
rinde devam eden İbn-i Rüşd’ün fikirlerinden istifade etmiştir.
Ve bu fikrini Kolomb; 1498 senesinin Ekim aymda Haiti’den yaz­

28
dığı bir mektupda «Avenruyz-îbn-i Rüşd» adlı bir yazarın Yeni
DUnya’nın varlığı hakkında kendisine iikir vermiş olduğunu be­
lirtmiştir. (MüsIm. îllm öncüleri Anskl, S h : 175)

K rî Reis ve Amerika Haritası


Pîri Reis Osmanhlarda Haritacıhğm öncüsüdür. Kendi eliy­
le Ceylan derisine çizmiş olduğu Dünya Haritasımn orjinali Top-
kapı Saraymda muhafaza edilmektedir. Bu bir Atlas Okyanusu
Haritası’dır. Ve anlaşıldığma göre amiralin kendi eliyle çizdiği
atlas’m bir paftasıdır. Bu ünlü haritanm çiziliş tarihi 1513.
Haritanm Kuzeyinde ve güneyinde 32 uçlu birer rüzgâr gü­
lü vardır. Aynca Harita’mn üzerindeki renkli resimler. M eselâ:
Afrika’ya fil ve deve kuşu resimleri çizilmiş. Güney Amerika’da
ise lâma ve puma resimleri var.
Pîrî Reis’in Amerika Haritası 9 Kasım 1929’da su yüzüne çı-
kanJmışUr. Bu harita Amerika kıtasınm keşfinden yaklaşık 10 yıl
sonra çizilen eh eski Amerika Haritasıdır. Bu harita 1945 yılın­
da Yusuf Akçura’nm bir izahnamesi ile T.TJC tarafmdan bas­
tırılmıştır.
Prof. Afet İnan; «Genova Üniversitesindeyken ilk Amerika
haritalarını incelemiştim. Genova Coğrafya Kurumuna Plrî Re­
is’in haritasımn bir kopyasmı vermiştim. Olay çok ilgi çekti. 1937
yıhnda çeşitli ülkelerin gazetelerinde yayınlandı. Fakat o gün bu­
gündür bu haritanm esran çözülememiştir...» der.
Haritanm kenarma bizzat Plrî Reis tarafından yazılan not­
ların en mühimi Amerika’mn Keşfiyle ilgili olan beş nottur. Bu
notlar oldukça ilgi çekicidir. 1929’dan beri harita uzmanlarmca
incelenmeye başlanmıştır. 26 Ağustos 1956’da Georgetown Üniver­
sitesi, Pîrî Reis’in haritalarıyla ilgili, radyoda bir açık oturum
düzenlemiş, oturuma katılan bütün haritacılar haritanm olağan­
üstü bir keşif yaptığı mevzuunda birleşmişlerdir.
Harita Pîrî Reis’in İlmî metodlara son derece bağlı ve sadık
kaldığım açıkça göstermektedir. Teknik yönden mükemmellikle­
ri yanında Orta Çağ’ın haritalarmda eksik olmayan noksan ve
kusurlardan da uzaktır. Pîrî Reis, Haritasmda sadece bilinen yer­
leri göstermiş bilinmeyen yerleri boş bırakarak «Bundan ötesi
malum olmadığmdan bu kadan çizilmiştir» diyerek not düşmek­
le, tarafsız gözlemler neticesi yapılmış kusursuz bir harita oldu­
ğu kanaatine vardırmıştır. İşte bu harita Dünya ilim çevrelerin­

29
ce «Kuzey Amerika’nın en eski, orijinal ilk ilmi haritası olarak
kabul edilmektedir.»
Son yapılan araştırmalar her iM dünya haritasmm bilhassa
İkincisinin son derece doğru olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu an­
cak uydular ve uzay gemilerinden çekilen dünya fotoğraflanyla
haritalar mukayese edilince anlaşılabilmiş, netice ilgi ve şaşkm-
hkla karşılanmıştır.
Amerikan donanması haritacılanndan Walters uzun çahşma-
lardan sonra haritayı bir dünya küresine uygulamayı başarmış
ve doğru olduğunu tesbit etmiştir.
Piri Reis’in haritalarmda; sadece kıtalann değil, kıta kıyı­
larının, adaların, nehirlerin, ova ve diğerlerinin detaylı olarak gös­
terilişi Weston Gözlemevi yönetmeni Linehamm tarafından da
doğrulanmıştır. Ayrıca jeofizik yıh olan 1957’de incelenmek üze­
re Mr. Linehamm’a verilen haritalar, titiz ve gerçekçi bir çahş-
mayla gözden geçirilmiş, son derece doğru olduğu tesbit edilmiş,
o günlerde kıtanm doğru dürüst bilinmeyen bölgelerinin bile açık­
ça gösterildiği belirtilmiştir.
Çağlar boyunca buzlarla kaplı olan Antartika Dağlarmm ha­
ritada belirgin ve son derece doğru bir şekilde gösterilmesi ha-
ritamn harika yönlerinden birini teşkil eder. Çünkü bu dağlann
varlığı ancak 1952 yılında ses yansıtıcı aletlerle keşfedilebilmiştir.
Prof. Charles Hapgood ve matematikçi R. W. Strachan uy­
dulardan çekilen Dünya fotoğraflarıyla Piri Reis’in Haritalarım
karşılaştırmışlar marnlamayacak derecede benzerliklerle karşılaş­
mışlardır.
1960 yılı eylül ayı «Science et Vie» adlı ilmi dergide, George
Katman tarafmdan yazılan yazıda ise, şu satırlara yer verilmiş­
tir : «Piri Reis’in yaptığı iki harita üzerinde Amerikan Hidrog­
rafi Dairesince yapılan inceleme ve araştırmada, bu haritalarm
günümüzdeki deniz haritalarıyla aynı olduğu, büyük bir hayret­
le tesbit edilmiştir.»
Bu jrazıya İlâve edilecek bir gerçek de şudur: «Yeni roket
ve uydulardan çekilen fotoğraflardan anlaşıldığma göre, Grön-
land bir ada değil, üç adadan meydana gelmektedir. Piri Reis’de
haritasmda Grönland’ı üç ada olarak göstermiştir.»
Dünyamız yuvarlak olduğu için yukarıdan bakıldığında aşa­
ğılara doğru gelen kıtalarda bir büzülme görülecektir. Uzaydan
çekilen fotoğraflarda da bu açıkça görülmektedir. Piri Reis de
haritalarmda bu büzülmeleri aynen göstermiştir. Bu özellik ise
haritalarm değerini bir kat daha arttırmaktadır.

30
İkinci Haritaya Gelince
Piri Reis’e ait 2. Harita ise Topkapı Sarayı Kütüphanesinde
2754/9357 numarada kayıtlıdır. 1528 yılmda sekiz renk kullanıla­
rak deve derisi üzerine çizilen harita 68x69 ebadındadır. Atlas
Okyanusunun kuzey sahillerini, Grönland’dan Florida’ya uzanan
sahilleri yani 25-90 derece kuzey enlemini içine almaktadır. Bu
da daha büyük bir dünya haritası durumundadır. Ve dünyamn
kuzey batı kesimlerini içine almaktadır. Haritamn en çok dik-
. kat çeken yönü, bazı ada ve sahillerinin birinci haritaya göre da­
ha doğru çizilmiş olmasıdır. Avrupa’da Glole Dore’nin çizdiği ha­
ritayla karşılaştırılırsa çok daha kusursuz olduğu görülür.
Aynca bu haritada mil ölçüleri verilir; bu ölçüler 5 üe 10
mil arasmda değişir. Honduras, Yukatan yanmadalan, Bahama
ve Antü takımadalan, Küba ve Haiti Adaları yerinde ve doğru
olarak çizilmişlerdir, ölçüler doğru. 11 derecelik bir pusıüa kay-
masmdan başka herşey doğru...»

«Müslümajı İlim öncüleri Ansiklopedisi»nde (Yeni


Asya Yayınlan 1987, sh. 272) Kristof Kolomb’un Ame­
rika’nm varlığım müslüman denizcilerden öğrendiğine
ilişkin şu bilgilere yer vermektedir. Bu bilgiler, daha
önceki bilgileri doğrulam aktadır:

«Ele geçirilen vesikalar bildirmektedir ki, Kristof Kolomb


Amerika’mn varbğmı Türk denizcilerinden öğrenmiştir. İsmini
bazı sebeblerle değiştiren Kemal Reis’in hizmetçisi bir Türk de­
nizcisi olan Rodrigo (Rodriges de Triane) bu konuda ona reh­
berlik etmiştir. Kolomb müslümanlarm Amerika’mn varlığım bU-
diklerini onlann eline düşen, sonra da serbest bırakılan İspan­
yol denizcUerüıden öğrenmişti.
Kristof Kolomb OsmanlIlardan yardım istemek için önce Sai­
kız adasına, sonra İstanbıü’a gelmiş, Padişahça kendisine maddi
yardım yapılmışsa da, yanma Kemal Reis’in hizmetçisi olan Rod­
rigo verilmişti. Amerika’nm yerini bilen Rodrigo ona yardımcı
olacaktı.
İspanya’ya dönen Kolomb tarihi seyahatine başlamış, aylar­
ca süren seyahatinin sonuna doğru, karayı göremeyen tayfalar is­
yan etmiş Kolomb’u öldürmek istemişlerdi. Rodrigo araya gir­
miş, yaralanan Kolomb’u kaçınılmaz bir ölümden kurtarmıştı. Da­

31
ha sonra Rodrigo ile koniişan Kolomb tarihi belgelerde özellik­
le belirtilen şu konuşmayı yapm ıştı: «Ben, Türk gemicilerinden
ve onlann yazdığı kitaplardan öğrendiğime göre, bu yörelerde bir
karamn olduğunu ve burasım muhakkak bulacağımızı biliyorum.
Zira müslümanlar asla yalan söylemezler.»
Bundan sonra Rodrigo matematik hesap ve gözlemlere giriş­
miş 3 gün sonra ancak karaya varabileceklerini söylemiş, nite­
kim aralıksız gözlemleri sonucunda, karayı ilk gören de kendisi
olmuştu. Kristof Kolomb ise Hindistan’a vardıklarım sanmıştı.
Bütün bunlar tarihi vesikalarla sabittir.
Ünlü İngiliz araştıncısı ve yazan Elliot da aynı görüştedir.
Paris Bibliothöge Nationale’de bulunan K. Kolomb’a ait el yazı­
sı gezi ve gündelik notlannda da Rodrigo’nun kimliği açıkça an­
latılmaktadır.. Fransız amirallerinden Dr. Charcot da 1928 yılm-
da yayınladığı (Christophe Ckılomb vu par un marian) eserinde
şu satırlara yer vermektedir. «Kristof Kolomb : Bu zat (Rodrigo)
sıradan bir tayfa olmayıp Osmanlı deniz kuvvetlerine mensup bir
kişiydi. Gizli bir din (Müslüman) taşıyordu. Bu durumu benden
başka kimse bilmiyordu. Buna göre, yeni dünyanm keşfi şerefi­
ni resmen bir müslümana vermek istemediğimden mükâfatı ken­
disine teslim etmedim!» der.
Demek oluyor ki Amerika’mn keşfi şerefi, Kristof Kolomb’un
hakkı olamaz. Onda en büyük pay müslüman denizcilere aittir.»

32
BRAZİL

Brezilya isminin kökünü düşündünüz mü? Güney


Amerika’nm bu koca ülkesinin adı, Müslüman bir Ber­
beri aşiretinin adı.. Sadece Birzala yada Brazil mi?
Beni Hoare adası, diğer bir Berberi aşireti olan «Beni
Huvare» admdan geliyor. «Benemarin» adasmm ismi
ise, «Beni Marin» kabilesinden geliyor ve Kristof Ko­
lomb’un da dediği gibi, Kızılderili dilinde çok sayıda
Arapça kelimeler bulunuyor.. Yeni bir çok yöresel is­
min de, Arapça orjinli olduğu görülüyor.
İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri, 767 yılmda
vefat etti. Derslerinde, Dünyanm bir top gibi yuvar­
lak olduğunu söylüyordu. 890 yılında İbni Rüşt dün­
yanm yuvarlaklığı, eğimi, gece gündüz, mevsimler ko­
nusunda bugünkü görüşün benzeri bir görüşü savu­
nuyordu. 1332 senesinde vefat eden İslâm bilgini Ebu’l-
Fida, aym yöne giden bir insanm, sonuçta başlangıç
noktasma döneceği ve aradaki zaman kaymasmı ese­
rinde açıklıyordu.
Müslümanlar, 640 senesinde, Hz. Muhammed (s.a.-
v .i’Ln vefatmdan 15 yıl sonra, Hz. Osman zamanmda,
ta İspanya suurlarma kadar uzanmışlardı. Böylece
Müslüman akmcılar Okyanus sahillerine gelip dayan­
mışlardı ve çok geçmeden keşiflere çıkmaya başladı­
lar. Amerika’ya doğru giden ilk denizci, Kurtuba hal-

Coğrafl Keşiflerin İçyüzü - F . : 3 33


kından Haşhaş isimli bir gencin oluşturduğu bir grub-
tu.. Mesudi’nin 956 yılında kaleme aldığı eserinde bu
olay hikâye edilir. Gençler uzım bir yolculuğun arka­
smdan zengin ganimetlerle geri dönmesd başarmışlar­
dı. 1166'da vefat eden îdrisi’nin Nüzhet el-Müştak isim­
li eserinde de, Müslümanlann başkomutanı Ali b. Yu­
suf b. Taşfin’in Rakş el Auz diye bilinen Ahmet b.
Ömer’i Okyanus’ta muayyen bir yere hücum için gö­
revlendirdiği bilinmektedir. O zamanlar, Kuzey Ame­
rika’ya doğru bir çok seferler düzenlenmiş ve oraya
gidenler, Arapça konuşan insanlarla karşılaştıklarını
hikâye etmişlerdir. İbnü Fazlullah el-ömeri (ö. 1348)
Mesaik el-Ebsar isimli eserinde, o devrin Berberi hü-
kümdarlanndan Musa b. Emir Hacib ile Hac dönüşün­
de Mısır’da karşüaştıklanm anlatır. Şu bizim bildiği­
miz dan, Amerika’sn keşfe giden ilk müslümanlann
oradsm getirdikleri bir armağanmış.. 200 kayıkla yapı­
lan bu seferin hikâyesini anlatır.. Daha sonra başka
bir Berberi Sultam 3000 kajnkla Amerika’ya gitmiş..
Kristof Kolomb hatıralannda, Küba’da Berberi ka­
bileleri gördüğünü, baza siyah kabilelerin bu bölgede
yaşadıklanm ve Arapça konuştuklarım kaydeder..
Kristof Kolomb Amerika’ya ulaştığmda, Müslüman­
lar Küba’ya kadar uzanmış orada yerleşik bölgeler
kurmuşlardı..
Ebu Hanife’nin menkıbelerini konu alan «el-Mu-
vaffak» isimli eserde, 767 senesinde vefat eden tmam-ı
Azam Ebu Hanife’nin yerjrüzünü yuvarlak olarak ka­
bul ettiğini ve yeryüzündeki herhangi bir nbktamn
onun merkezini teşkil edeceğini söylediği belirtilmek­
tedir. Müslümanlar, îslâmiyetin ilk yıllannda, ulaşük-
la n yerlerde ilim namma ne varsa almışlar, bu eser­
leri tetkik etmişler, tenkitler yazarak, eksiklerini ta­
mamlayıp, yeni bir şekil vermişlerdi.. Bu arada Bat-

34
lam yos’un Coğrafya kitabı tercüme edilmiş, içindeki
sayısız hatalar düzeltilmişti.. Batlamyos dünyajn çok
küçük olarak tahayyül ediyor ve düz kabul ediyordu.
O ysa tbn Rüşt 890 joUannda dünyayı yuvarlak olarak
tanımladıktan sonra, bvmım gökte boşlukta asılı dur­
duğunu söylüyordu. Daha ileri giderek yıldızlar, ay ve
güneşin deveram hakkmda fikirler ileri süıâiyordu.
Mesudi ve beışka bilginler de, yeryüzünde hep tek ta­
rafa gitmek sureti ile aym noktaya geri dönüleceği te­
zini savunmuşlardır. El Binini, kutuplar hakkmda, o
devirde ilginç görüşler üeri sürmüş, bir seyahatinden
sonra yazdığı eserinde, kutuplarda altı ay süre ile gü­
neşin doğmadığım belirtmiştir. 1332’de vefat eden Ebu
el-Fida, yazdığı Coğrafya kitabmda, «üç arkadaştan,
biri sabit bir noktada kalsa, öteki ikisi aksi yönlerde
yolculuğa çıksalar, sonunda çıküklan yere varacaklar­
dır. Her ikisi de aym zaman zarfmda dönmüş olduk­
la n takdirde, seyeıhat süresini hesaplarken. Doğuya gi­
den, zamam bir gün fazla, Baüya giden bir gün ek­
sik hesap edecektir» demesi, bu gerçeğin Müslüman
alim ler tarafmdan daha o zamandan bilinmekte oldu­
ğunu gösterir. Kuşkusuz, gerek el-Biruni, gerekse Me­
sudi ve Ebu’l-Fida, ya da îbni Rüşt sadece bir nazari­
ye ileri sürmüyorlardı.. Müslümanlar, o dönemde bu
bilgilerini pratikte de isbat etmişlerdi.
640 senesinde, Peygamber Efendimiz’in vefatmdan
15 sene gibi kısa bir süre sonra, Müslümanlar, Hz. Os­
m an (r.a.) zamanında Ispanya’ya ulaşmışlardı.
Gerçekten de batıhlar o zamanki Afrikah öteki put­
perestler Atlas okyanusunun ötesini, şeytamn ülkesi
olarak görüyor ve sis denizi adım verdikleri bu okya­
nustan korkuyorlardı.. Cîerçek olan Amerika’ya müs-
lüm anlann çok önceden gittikleri ve oradan Hacılar

35
vasıtası ile, bir Amerikan ürünü olan mısırm, Mısır ve
Türkiye’ye bu yoldan armağan olarak geldiğini kaydet­
mek gerekir.
Müslümanlar Ispanya’ya ulaştıklarmda batı dün­
yası tam bir cehalet çağmı yaşıyordu..
Kristof Kolomb’un, Amerika’ya ulaştığmda bura­
da müslümanlarla karşılaştığı açık bir gerçektir ve Ba­
tıklar Amerika’ju keşfettikleri iddiasmı ortaya attıkla-
rmda, Müslümanlarm Amerika’nm bir çok bölgesinde
yerleşik medeniyet kurdukları bilinmektedir.
Kaldı ki, keşif kelimesinin bu yolculuklar için kul­
lanılması da Batmm sömürgeci ve kendini üstün gö­
ren tavrmm bir yansıması olarak değerlendirilebilir..
Ki bu üstünlük kof bir aldatmacadan ibarettir.
200 kajnkla yapılan o büjrük tebliğ ve cüıad yol­
culuğunda, gemilerin bir çoğunun Amazon nehri kıyı-
larmda battığı da ileri sürülmektedir. Kaptan Kusto’-
nun bu bölgedeki araştırmaları bu konuda yeni ipuç­
ları verecektir bize..
Kristof Kolomb’un Amerika’yı keşfe (!) çıkması,
İstanbul’un fethinden 39 sene sonrasma, yani 1492 yı­
lma rasthyordu. Oysa Müslümanlar 640 yıhndan kısa
bir süre sonra Okyanusa açılmaya başlamışlardı. Ara­
da 852 yıllık bir zaman farkı vardı.. Tam 852 yıl.. 8,5
£isır..
Kristof Kolomb’un oğlu, daha sonra yaymlanan
anılarmda, Babasmm bu seyahati ile ilgili ayrmtıh bil­
giler verir, gittiği hemen her yerde yerleşmiş Müslü­
man toplulukları gördüğünü anlatır.. Hatıralannm bir
yerinde şöyle diyor Kristof Kolomb’un oğlu «Babam Ce-
nova’ya gelen Müslüman denizcilerden bir çok şey öğ­
rendi. öğrendiği bir diğer şey de, Hindistan’a, hep do­
ğuya gidilerek ulaşılabileceği gibi, hep baüya doğru
giderek de ulaşılabileceği gerçeği idi.»

36
PERU

Peru uygarlığına ilişkin yeni buluşlar, yeni yorum­


lar geliyor gündeme.. Latin Amerika ülkelerine, 1800-
1900 yülarmda çok sayıda Yahudi de göç etmeye baş­
ladı.. Yahudiler, Filistin umutlarını kesince, Latin Ame­
rika ülkelerinde kendilerine yurt aramaya koyuldu­
lar. Avrupa’daki maceracılar, «işgalciler ve rahiplerden
başka, Ortadoğu’nun siyasi istikrarsızhğmdan bıkan
çok sayıda Hristiyan Arap da Latin Amerika ülkeleri­
nin yolunu tuttular bu arada.
Bugün hem en hemen Amerika kıtasmm hemen her
yerinde Yahudilere rastlamak mümkün.. Bunlar bu
gün bile ekonomik, siyasi hayatta etkin bir rol oynu­
yorlar..
Güney Amerika’ya giden Yahudiler İnka uygarh-
ğmı yeni baştan yorumlayarak, Babil olaymm arka­
smdan, penceresiz, fmdık kabuğunu andıran gemiler­
le bir ışığm önderliğinde çeşitli Yahudi boylamım Sis
okyanusuna doğru yol aldığını ileri sürmektedirler.
Eric Von Daniken’in de savunduğu bu görüş, İnka uy-
garüğmı, Yahudi temeline dayandırmaktadır.
Bugün hâlâ, bu yom m un etkisinde kalarak kendi­
lerine Irak, İran bölgesinden kök arayan Kızılderilile­
re rastlanmaktadır. Daniken 2. Süleyman tapmağınm
burada bulunduğunu ve yönünün Kudüs’e doğm oldu­

.37
ğunu, bugün bu mabedin kahntılannın hâlâ sağlam
olduğunu öne sürmektedir..
Bugünkü Kanada ve ABD topraklanna ilk insan­
lann Bering boğazım geçerek geldikleri sanılmaktadır.
Amerika kıtası Asya’dan kopuk değildir. Asya kıtası-
mn devamı gibidir. Haritalarda Amerika kıtası, Avru-
pa’nm soluna almdığı için ilk bakışta bir mesafe var
gibi gözükmektedir. Oysa Asya ile Amerika kıtasmı a 3u-
ran sadece ince bir çizgidir. Bir boğazdır. Bu boğazm-
da buzlarla kaplı olduğu düşünülürse, Sibirya dolay-
larma ilk ulaşan Yakut Türkleri’nin buradan geçerek
Kuzey Amerika’ya yerleşmiş olmalan düşünülebilir..
Gelenek benzerliği, folklor benzerliği, dil benzerliği İlk
TCrk boylanmn inanışlan ile ilgili benzerlikler bunu
doğrular niteliktedir.. Kuzey kızılderilileri’nin dillerin­
de çok sayıda Türkçe kelime bulunmaktadır. Kanada
£Mİı da sadece bir benzerlik midir?..
Güney Amerika’nm karaya en yakm noktası Batı
Afrika sahilleridir. Orta Amerika’ya ise Kuzeyden ve
Güneyden gelenler yerleşpüş olabilir. Siyah ve sa n ır-
km kaynaşması belki Kızılderili ırkınm doğmasma yol
açmıştır. Yahudi efsaneleri ise, Mitolojik bir hikâye ile,
Amerika kıtasma ilk insamn gidişini Babil olayma bağ­
lamaktadır.

38
KUZEY AMERİKA’NIN KEŞFİ

1497 - İtalyan asıllı John Cabot, Ingilizler hesabı­


na Vikinglerden 500 yıl spnra 1497 yılında Kuzey Ame­
rika’ya ilk ulaşan Avrupah oldu. Cabot da, Colomb gi­
bi, Asya’ya ulaştığmı samyordu.
1509-J. Cabot’un oğlu Sebastiyan Cabot Hudson
körfezine kadar ilerledi.
1513 - Vasco Nunez de Balbao adh bir İspanyol ilk
kez Panama’yı aştı ve Büyük Okyanus’a (Magellan ta­
rafmdan Pasifik adı verilmişti) «Güney denizi» admı
verdi.
1519 - Herman Cortes adh bir İspanyol, Orta Ame­
rika’ya çıktı ve Meksika’yı Ispanya’ya bağladığım ilan
etti.
1531 - Francisco Pizzaro isimli başka bir İspanyol,
bu genç Peru topraklanna çıktı.
1534 - 36 - İspanyol hazine avcılannm Kuzey Ame­
rika’ya yöneldikleri bir zamanda, Fransız Jacquez Car­
tier st. Lawrence ırmağım ve Gaspe yanmadasın! bul­
du. Burada karaya çıkarak 1300 km.’lik bir gezi yap­
tı ve buraya büyük bir haç diktirdi.
1539 - 42 - İspanyol Hemando de Soto Missisipi ur-
mağma ulaştı. Daha önce PİZZARO ile birlikte Peru’­
da bulunan De Soto bu yıllar arasmda kuzey Ame­
rika’mn Güney doğu bölgesinde araştırmalar yaptı. De

39
Soto da, buralan Hindistan sanıyordu. Aynı yıllar Co-
ronado isimli başka bir gezgin de Kuzey Amerika’ya
seferler düzenledi.
1541 - Ispanyol, Francisco de Orellana, Francisco
Pizzaro’nun kardeşi Gonzalo ile birlikte Amazon kıyı­
larına ulaştı.
1610-D ah a önce 1609 julmda Kuzey Amerika’ya
giden Hudson, 1610’da yaptığı ikinci seferinde adını
verdiği Hudson körfezini buldu. Gemide çıkan bir is­
yan İngiliz denizci olan Hudson, oğlu John ve 7 arka-
daşmın sonu oldu.
1789-93 yıllan arasmda İskoç Alexandr Mackenzie
Kanada’nın Büyük okyanus kıyılanna ulaştı.
1804 -1806 yıllan arasında Merivvether Lewis ve
yardımcısı William Clark, ABD’yi karadan bir kıyıdan
öte kıyıya kadar geçtiler.
Floransak bir tüccar olan Ameriko Vespuçi, Gü­
ney Amerika kıyılannı dolaşarak bu topraklara adım
verdi.

40
AMERİKA’NIN KEŞFİ (!) OLAYINA
GENEL BÎR BAKIŞ

Italyalı bir denizci olan Kolomb, Müslüman deniz­


cilerden ve müslüman yazarlarm eserlerinden okudu­
ğu o efsanevi ülkeye ulaşmak ister. Zenginlik vadi ile
bir takım maceracılar! bu yolculuğa ikna eder. Bu yol­
culuk için önce Portekiz krallığına başvurur, onlar olur
demeyince Ispanya’dan yardım ister ve Avrupa’lı hal­
km, cehennem yada şeytanın ülkesi zaımettikleri, de­
nizlerde korkunç canavarlarla boğuşacaklarına, kor­
kunç dalgalarm gemileri yuttuğuna inandıkları Sis de­
nizine yolculuk için Sarayı ikna eder. Yıl 1492. Kara­
vel türü 3 gemi ile yola çıkılır, en büyük gemi olan
Santia Maria 35 m. boyundadır ve 40 mürettebatı var­
dır. Nina ve Pinta Santa Maria’yı izleyecektir.. Santa
Maria patlak veren şiddetli bir fırtınada batar.. Tay­
falar bunu Tanrı’lanm n bir gazabı sanarak geri dön­
mek için isyan ederler.. Kolomb, burada bir kara ol­
duğunu, bunu müslümanlarm kitaplarından okuduğu­
nu söyler ve yemin eder ve ekler «Müslümanlar bilir­
ler ve yalan söylemezler».. Sonunda karaya ulaşırlar,
her gittikleri yerde Arapça konuşan Müslümanlarla
karşılaşırlar. Haiti, Dominik, Küba, Guadolop ve Tri-
nidad ile Batı Hint adalarma gidip geri dönerler. An­
cak Kolomb gittikleri yeri Asya sanmaktadır. 1493’te
tekrar ülkesine döndüğünde Kral Ferdinand ve Krali­
çe İzabel, Kolomb’a Okyanus denizi Amiralliği ünva-
nmı verirler ve Kolomb’un Hindistan’a gittiğini sana­
rak ona Hindistan ICral Naibi ünvanını verirler..
Batıklar o zaman gittikleri her yeri kendi egemen­
lik bölgesi olarak görüyor ve kilise bunu belgeleyecek
bir yazı veriyordu.
Amerika kıtasma bu adı veren ise Floransak bir
tüccar olan Americo Vespucci idi.. Artık Kolomb’un
dönüşü, AvrupalI maceracılara ve hazine avcılarına
ümid vermişti.. 1519’da, İspanya Hem an Cortes baş-
kankğmda askeri bir birlik çıkardı.. Batık kaynaklara
göre, Aztek inancmda 1519 yıknda, kısa sakalk, beyaz
yüzlü Quetzalcalt isimli bir tanrının kendilerini kur­
tarmak üzere geleceği kehaneti vardı., Cortes tip ola­
rak ve zaman olarak Azteklerin beklentilerine olumlu
bir cevap veriyordu. Aztek kralı Karsuma, Cortes’i coş­
ku ile karşıladı.. Cortes ve askerlerine izzet, ikramda
bulundular.. Cortes bu fırsatı değerlendirerek Karsu-
ma’yı esir aldı. Kralkğm tüm zenginliklerini yağma­
ladı ve Meksika’yı Ispanya’ya bağladı. Böylece batık­
lar ilk seferlerinden büyük ganimetlerle dönerken Or­
ta Amerika’ya yerleşmeye de başlıyorlardı.. Bu başan
öteki ülkeleri kıskandıracak ve getirilen zenginlikler
maceracıları heyecanlandıracaktır. Azteklerin tann
sandıklan adam, büyük bir soyguncudan başka kim­
se değildi.
1531 yılmda ise bir başka İspanyol subayı olan Pi-
zaro, bugünkü Peru’daki İnka İmparatorluğuna saldır­
dı. Kral Atahualpa’yı esir aldı ve öldürdü.. Halkı ba­
ğışlamak için fidye olarak, tüm İnka hâzinesinin ken­
disine verilmesini istedi. Bu isteği yerine getirildi. An­
cak yine de askerlerine katliam emri verdi. Bütün bir
halk öldürüldü. Bu katliam înka’lann sonu olarak bi­

42
linir.. Daha sonra bu büyük servet, bir yandan batı-
hİEura yeni macera şevk ve heyecam verirken, kuracak­
ları sömürge imparatorluğu için de büjKik bir mali des­
tek sağlayacak, Amerika’nm, Uzak doğvmtm sömürge­
leştirilmesi ve İslâm devletinin yayılmasmm önüne
geçmek için kullamlacaktu'. Bundeın on sene sonra 1541
yıhnda ise bu kez de Francisco de Orella isimli baş­
ka bir İspanyol Amazon nehri kıjolanna kadar gelip
dayanacaktu*.
Batıklara Amerika yolu açılmıştır artık bir kez. Ital-
y£in John Cabot 1497’de, Vikinglerden 500 yıl sonra Ku­
zey Amerika’ya geldi ye Asya zannetti burayı.. Oğlu
Sebastiyan Cabot ise aynı yü çıktığı yolculuktan 1509’-
da geri döndü ve Hudson körfezine kadar ilerledi. 1539’-
da İspanyol Hemando De Soto, 1540’da Coronodo Ku­
zey Amerika’ya gittiler. Tek aradıkları bir şey vardı..
Kızılderili hâzineleri. Hepsi de zengin olup dönüyor­
lardı bu yolculuklardan. Fransız Jacques Cartier de
1534’de benzer bir yolculuk yaptı. 1609’da IngiUz Henry
Hudson Kuzey Amerika'ya gitti. 1789’da IskoçyaU
Aleksandr Mackenzie, Kanada ve büyük okyanus kı-
yüanna kadar ilerledi. 1804’de yolculuğa çıkan Lewis
ve Clark ise uzun bir yolculuktan sonra Kuzeybatıya
ve büyük okyanusa ulaştılar.
Gittikleri her yere kendi isimlerini veriyorlardı..
Hudson körfezi, Lawrance körfezi, Rocky dağlan, St.
Lawrence ırmağı vs. vs.

Monteigne'm «Denemeler»inde
Amerika’nm Bulunuşu

Amerika’nm keşfinden (!) yüzyıl sonra Montaigne


(1533-1592) «Denemeler»İnde şunlan yazacaktır:
«...Bugüne dek üılerm cinlerin bildiği yoktu bu yeni dün­
yayı... Ama çok korkarım ona dokunmakla çöküp yıkıbşmı hız­
landırmış. İnançlarımızı, bilim ve sanatlarımızı onlara pek paha-
hya satmış olacağız...
Kusko ve Meksiko şehirlerinin akıllara durgunluk veren Ih-
tişanu; görülmedik nice şeyler arasmda bilmem hangi kiralın o
bahçesi ki, meyvaları ve tüm bitkileri sahici bir bahçedeki dü­
zen ve büyüklükleriyle altmdan yapılmış, saraymda ülkesinde ya­
şayan bütün hayvanlarm yine altmdan heykelleri, kıymetli taşlar­
dan, kuş kanatlarmdan, boyalı pamuklardan yaptıkları el işleri­
nin güzelliği zanaattan yana da bizden geri kalmadıklarını gös­
termektedir. İnançlara bağlılık, yasalara saygı, iyilik, cömertlik,
dürüstlük, içtenlik gibi erdemlere gelince bunların bizde onlar-
dakinden daha az olması işimize pek yaradı. Bu üstünlükleri yü­
zünden mahvolmuşlar, kendi kendüerini satıp çiğnettirmlşlerdir.
Gözü pekliğe, yiğitliğe gelince, acılara, açlığa, ölüme karşı
dayanmağa, yürek sağlamlığına, sözünün eri olmağa gelince, bun­
lardan yana bizim dünyamızın geçmişindeki en ünlü örneklerin
onlarınkileri hiç de aşmadıklarını söylemekten çekinmem. Çünkü
onları altedenlerin nelerden yararlandıklarım düşünelim : Adam­
ları kandırmak İçin ne kurnazlıklara, ne dalaverelere başvurmuş­
lar!.. Hayvan görmemiş kimselerin karşısına bilinmedik koca ej­
derler üstüne binmiş olarak çıkmışlar; bizimkilerin sırtında göz
kamaştıran zırhlar, ellerinde keskin, parıl parıl kılıçlar; onlar-
sa bir aynamn yada bir bıçağın mucizeli pırıltısına karşılık avuç
dolusu altın ve inci vermeğe can atıyorlar. Bizim çeliğimizi de­
lebilmek için ne yeterince bilgileri var, ne gereçleri; toplarımı­
zın, tüfeklerimizin çıkardığı yıldırımları, gök gürültülerini de ka-
tm bunlara. Roma imparatorunu bile afallatacak olan o gümbür­
tüleri; bunlarm karşısında çırıl çıplak insanlar, sadece pamuk­
tan yapabildikleri bir parça giysileriyle; bütün silâhlan da yay­
lar, taşlar, sopalar ve ağaçtan kalkanlar; sözde dostluğumuza,
İyi niyetimize güvenip acaip şeyler görme meraklarıyla faka ba­
san İnsanlar... îki dünya arasındaki bu ayrılığı hesaba kattınız
mı bizim fâtihlerin bunca zaferi zafer olmaktan çıkıyor.
Erkek, kadın, çocuk, kaç binlerce İnsan tanrılarını ve özgür­
lüklerini korumak İçin ne sarsılmaz bir coşkunlukla kendilerini
amansız tehlikelere atıyorlar; onları hayasızca aldatanların kö­
leliğine katlanmaktansa bütün belâları, işkenceleri, ölümü ne yi­
ğitçe bir direnişle seve seve göze alıyorlar; böylesine alçakça
zafer kazantın düşmanlarının elinden ekmek yemektense açbk-

44
lan kırılmaya nasıl razı oluyorlar! Bunlara bakınca öyle sanıyo­
rum ki bu İnsanlara silâh, görgü ve sayı eşitliğiyle başa baş sal-
(iırsalar gördüğümüz bütün savaşların sonundan daha da kötü
bir sonla karşılaşırlardı.
Bizim oraya götürdüğümüz ilk örnekler, davranışlar o halk­
ları erdeme hayran etse ve özendirse, onlarla bizim aramızda kar­
deşçe bir toplaşma ve anlaşma kurabilse bütün o yeni ülkede ne
yaman bir evrim, bir ilerleme sağlanabilirdi! Çoğunun doğal baş­
langıçları bu kadar güzel olan, o yepyeni, o öğrenmeğe susamış
ruhları kazanmak ne kolay olurdu! Biz tam tersine bilgisizlik­
lerinden, görgüsüzlüklerinden yararlanıp onlan bizdeki kötü ör­
nekleriyle kalleşliğe, sefihliğe, cimriliğe, her türlü insanlık dışı
davranışlara, işkencelere alıştırdık. Kim, ne zaman bezirganlığı,
alışverişi böylesi bir sömürüye götürmüştür? Bunca şehir dibin­
den yıkılıyor, bunca milletin kökü kurutuluyor, milyonlarca in­
san kılıçtan geçiriliyor, dünyanın en zengin, en güzel ülkesinin
altı üstüne getiriliyor, niçin? İnciler, biberler ahp satacağız, di­
ye. Aşağılık makine zaferleri bunlar! Hiç bir zaman kazanç tut­
kusu. hiç bir zaman haksız sömürü insanları böylesi korkunç
bir kinle birbirine düşürmemiş, bu kadar yürekler acısı kıyım­
lara yol açmamıştır.
Tann’nın yeryüzündeki temsilcisi olan Papa bu kirala bütün
Hint ülkesini bağışlamışmış; yerliler onun uyrukluğuna girmek
İsterlerse kendilerine pek iyi davranacaklarmış; onlardan yiye­
cek şeyler, bir de bazı İlâçlarda kullanmak üzere altm istiyor­
larmış; ayrıca bir tek tanrı inancını ve bizim dinimizin doğru­
luğunu bilmeleri gerekiyormuş, bu dine girmeleri de haklarında
hayırlı olurmuş, yoksa işler sarpa sararmış. Aldıkları karşılık şu
olmuş :
Barışseveriz diyorsunuz, ama görünüşünüz hiç de öyle değil.
Kralınıza gelince, kendisinin olmayan bir yeri başkasına vermek­
le, onu verdiği yerin eski sahipleriyle cenkleşmeye sürüyor...»
(Montaigne, Denemeler, çev. Sabahaddin
Eyüboğlu, Cem Yayınlan, İst. 1970)

45
KIZILDERİLİLER

Asıl konumuzla ilgili olmamakla birlikte, bu ko­


nuya kısaca değinmekte yarar var.. Kızılderililerin,
Amerika’ya Ulaşmaları konusunda iki görüş bulun­
maktadır. Bımlardan her ikisinin birlikte gerçekleşmiş
olması muhtemeldir.
Türkiye’deki atlaslarda, Amerika kıtası, Avrupa
kıtasınm yanmda gösterilmektedir. Gerçekte, Coğrafi,
girinti - çıkmtı uyumunun ötesinde Amerika kıtası, As­
ya ile kara bütünlüğü içinde bulunmaktadır.
Amerika kıtası, Asya’dan Bering boğazı ile aynl-
maktadrr ki, bu boğaz yıhn önemli bir bölümünde buz­
larla kaplı bulunmaktadır. Dolasnsı ile hertürlü ulaşı­
ma açıktır. Bölgede yaşayan Yakut Türklerinin, bura­
dan Amerika’ya geçmiş olabileceği düşünülmektedir..
Soğuk iklimden aşağı doğru sıcak iklimlere, güneye
doğru uzanan sıradağlara paralel olarak bu insanla­
rın Orta Amerika’ya daha sonra güneye indikleri dü­
şünülebilir.. Bir takım gelenekleri, inançları, folklor­
ları, süsleme sanatları, gök tann gibi bir tannya inan-
m alan, dini törenlerin şamanlar tarafmdan yönetil­
mesi, bunlann Türk boylan ile akraba olabilecekleri­
ni göstermektedir.
Kendileri ile TVablus’ta görüştüğüm Kızılderili bir
grup araştırmacı^ bu yoldaki rivayetleri doğruladılar..

46
Hatta kendilerini Mısırlı, ya da Iranlı sayanlar da ol­
duğunu söylediler..
Orta ve Güney Amerika ile Atlas okyanusundaki
adalarda yaşayan insanlarm. Batı Afrika’dan giden in­
sanlar olabileceği de akla yakm gelmektedir. Bazı mi­
mari üsluplar, piramitler, Amerikalılarm Mısır kültü­
ründen etkilendikleri görüşünü gündeme getirmekte­
dir. Daha sonra yapılan denemelerde, deri ve ağaçtan
yapılan küçük gemilerle ve papirüsten yapılan yelken­
lilerle Okyanusun aşılmasmm mümkün olduğu anla­
şılmıştır.. Dolajnsı ile Akdeniz uygarhklarmm bu böl­
gelerde etkisi olabileceği düşünülmektedir..
Bunun yanmdâ, Babil efsanesine bağh olarak, her
tarafı kapalı su kabaklan içinde, Yahudilerden bir
boy’un, bir ışığı izleyerek Amerika’ya ulaştıklan da ef­
sanelerle kanşık bir iddiadır. 1000 yıllannda da Vi-
kinglerin Okyanusu aşımş olabilecekleri üzerinde du­
rulmaktadır.. Ancak bu konuda kesin bir şey söylemek
oldukça zordur.. Ancak, Amerika kıtasmı, dünya ha­
ritasının solundan alarak, sağda bugünkü Sovyet sı-
m n ile birleştirirseniz sanınm, dünya haritasmı yeni
bir gözle görmek ve «İlk insanlar Amerika’ya nasıl
ulaştılar» sorusuna kolay bir cevap bulabilirsiniz. En
azmdan böyle bir ihtimal için fikri bir kamt bulun­
muş olacaktır.

KmlderiUlerin Yok Edilm esi

Bugün hâlâ, Kızılderili olarak adlandınlan, Ame-


rikeui' yerlileri «İndians» adı ile anılmaktadır. Yani
«Hintli» lakabı verilmektedir onlara.. Derileri kırmızı
olduğu için değil, yüzlerini kırmızı renkli boyalarla bo-
ysMiıklan için bu isimle arulmaktadırlar..

47
Kızılderili Reis’in Mektubu

Bu mektup, «Duwarmish» Kızılderililerinin reisi


SEATTLE tarafmdan «Washington’daki büyük baş­
kan» a yani 1853 -1857 seneleri arasındaki Amerikan
Cumhurbaşkanı Franklin Pierce’ye ithafen yazılmıştır.
Yale, Sorbon, Oxford ya da bir başka okuldan me­
zun olan ünlü bir düşünürün sözleri değil bunlar. No-
bel ödülü kazanan bir edebiyatçınm da değil. Beyaz
adamın «kafa derisi avcıları», «vahşi», «barbar» ilan
ettiği Kızılderililerin şefi Seattie’nin beyaz başkan’a
m ektubu:

«Washmgton’daki büyük başkan bizden topraklarımızı satın


almak istediğini bildiren bir mektup yollamış. Dostluktan söz et­
miş büyük başkan... Ama biz sizin, dostluğumuza ihtiyacınız ol­
madığım biliriz.
Gökyüzünü nasıl satın alabUirsinlz?
Ya da satabilirsiniz?
Ya toprakların sıcaklığını?
Ağzımdan çıkan sözler yıldızlara benzer, büyük başkan, hiç
sönmezler. Bu yüzden söyleyeceklerime güveniniz.
Havanın taze kokusuna
Suyun pırıltısına
Sahip olmayan biri onu nasıl satabilir?
Kutsaldır bu topraklar benim İçin ve ulusum için...
Yağmur sonrası ışıltılı her çam yaprağı
Denizi kucaklayan kumsallar
Karanlık ormanların koynundaki sis
Şakıyan böcekler...
Ve bilin k i : Kızılderili adamın anılan
Ağaçların özsuyunda saklıdır.
Toprak bizim anamızdır.
Washington’daki büyük başkan bizden topraklarımızı istedi­
ği zaman bütün bunları İstemektedir. Büyük başkan bizim ba­
bamız biz de onun çocukları olacakmışız.
Büyük ruh ulusumuzu sever fakat nedendir bilinmez Kızıl­
derili çocuklarını terketti. Şimdi size makineler yolluyor ve çok

48
yakında beklenmedik yağmurlar sonrası yataklanmıza taşan ır­
maklar ömeğl beyaz adam bu toprakların her karışını doldı».
racak. Bizler yetim kaldık. Çünkü başka ırklardanız. Çünkü İh­
tiyarlarımız farklı öyküler anlatırlar.
Bilesiniz kİ...
Derelerin ve ırmakların İçinden geçen sular
Sadece su değildir.
Atalanmızın kanıdır o.
Babalarının mezarını geride bırakır beyaz adam
Toprağı çocuklarmdan çalar.
Açlığın, dünyayı saracak beyaz adam
Ve ardından koca bir çöl bırakacaksın.
Sabahın sisi dağların karmndan doğan güneşi görür.
Ve kaçar.
Demir at (lokomotif)
Öldürüp çürümeye bıraktığınız.
Binlerce buffalo’dan nasıl kıymetli olabilir?
Nasıl? Anlayamıyorum.
Hayvanlar İnsanları bıraksa,
İnsanlar ruhlannm yalnızlığından ölmez mi?
Hayvanların başma gelen, İnsamn da başına gelecektir.
Toprağın başına gelen, oğullarının da başına gelecek...
Çocuklarımıza bizim öğrettiğimiz şeyleri öğretin. Toprak bi­
zim anamızdır. Ve toprağa tükürülmez. Toprak İnsana değil, İn­
san toprağa aittir. İnsan hayat dokusunım İçindeki bir liftir sa­
dece...
Beyaz adam neyi satın almak İstiyor?
Gökyüzü ve topraklann sıcaklığını mı?
Koşan antilopların çabukluğımu mu?
Biz size bunlan nasıl satabiliriz?
Ve siz nasıl satın alabilirsiniz?
Bir kâğıt parçasını İmzaladığımız ve beyaz adama verdiğimiz
için her şeyi yapabileceğini mi zanneder beyaz adam? Havanın
tazeliğine ve suyun pırıltı.sma sahip değilsek, bunu nasıl satabi­
liriz .sizo? Son buffalo da öldüğünde onları tekrar nasıl satın
alabilirsiniz?
Beyaz adara geçici bir İktidardadır ve o kendini her şey zan­
netmektedir.
Bir insan annesine sahip olabilir mi?
Günlerimizin kalan kısımlarını nerede geçireceğimiz önemli
değil. Çocuklarımız babalarını gururlan kınimış gördüler. Sa-

Coğrafi Keşiflerin içyüzü - F . : 4 49


vaşçılanmız utandınldılar. Yenilgiler sonrası kendilerini İçkiye ve
yemeye verdiler. Bu yolla vücutlarım uyuşturuyorlar. Birkaç kış
ömrümüzün kaldığı bu topraklarda yakında matemimizi tutacak
bir tek kişi büe kalmayacak. Ama niye ağlayayım? İnsanlar de<
nlzdeki dalgalar gibi gelip geçerler. Biz gidiyoruz, ama beyaz ada.
mm da bir gün keşfedeceği şeyi bugünden biliyoruz. Hepimiz
aym büyük ruhtan geliyoruz. Beyazlar da bir gün bu topraklar­
dan gidecektir. Belki de bütün ırklardan daha çabuk. Yatakları­
nızı zehirlemeye devam edin. Ve bir gece kendi çöplerinizde bo­
ğulacaksınız. Bu kader bizim İçin şu anda bilinmezdir. Fakat bi­
liyoruz ki, batışınızda her tarafa parlak bir ışık yayacaksmız.
Bütün buffalolar öldürüldükten, yaban atlan ehlileştirildik-
ten, ormanlann en gizli köşelerine kadar dünya İnsan kokusu İle
doldugımda sevimli tepelerin görüntüsü konuşan tellerle kirletil­
dikten sonra... Bir bakacaksınız kl... Gökteki kartallar yok ol-
muş. Hızlı koşan taylara elveda demişsiniz. Bu ne demektir, bl-
liyor musunuz? Bu yaşamın sonu ve sadece daha fazla ha3ratta
kalmanın başlangıcıdır...
BİZ (kardeşlerininkinden ne kadar farklı olursa olsun) her
İnsanın İstediği gibi yaşamasını savımuruz. Eğer biz teklifinizi
kabul edersek, bu sadece yeni topraklan güvence altına almak
için olacaktır ve orada son günlerimizi rahat ve huzurlu geçire-
biliriz belki...
Size bu topraklarımızı sattığımız zaman, siz de onu bizim sev­
diğimiz gibi seviniz, onunla bizim ilgUendiğImIz gibi ilgileniniz.
Ve onu bugün bulduğunuz gibi hatırlayınız. Bu topraklan ve üze­
rindeki canhian çocuklannız İçin koruyımuz. Çünkü bu dünya
kutsaldır. Beyaz adam bile ortak kaderimizden kaçamaz, belki
biz hepimiz kardeşiz, bunu zaman gösterecek.»

(Gökyüzü/Ekoloji ve Toplum, Yaz 87/1, sh. 47,


Çevirenler: Altınay Işık-Özlem Yangın).

Tüylü Yılan, Tüten Aynaya Yenilince-

Latin Amerika’da, yerli halkın başma gelenler, Af­


rika’daki kara derililerin, ya da çekik gözlü Çinlilerin
başına gelenlerden hiç de eksik değildi..

50
1519’da, Macellan’m aştığı yolu, 1577-1580 yıllan
arasmda Sir Drake’nin geçtiğini belirtmiştik.. Bunlar
kayıtlara geçen geziler.. Mecallan’dan hemen sonra,
birçok maceraperest de açık denizlerin yolunu tutma­
ya başlamıştı.. Hele Drake’in büyük ganimetlerle dön­
düğü haberi, Avrupah korsanlan iştahlandırmıştı. ö n ­
cüler, ülkelerinde millî kahraman olarak karşılanıyor
ve büyük servet sahibi oluyorlardı. Kristof Kolomb’un
1502’ye kadar süren beş gezisi, artık Amerika efsane­
sinin sırlarım batdılarm önüne sermeye yetmişti. Es­
ki efsanevi sis ve korku denizi, Avrupah korsanlar için,
bir an önce cennete açılan kapı, umut kapısı olmuştu..
Bir bakıma, dünyanm öbür tarafım, ister doğudan, is­
terse batıdan kim dönerse «köşeyi dönmüş» oluyordu.
Kolomb her seferinde Orta Amerika’ya gitmiş ve
geri dönmüştü. Ama hâlâ Amerika’ya ulaştıklannı bil­
miyorlardı. Gittikleri yeri Batı Hind adalan sanmaya
devam ediyorlardı. Americo Vespucci isimli (D .: 1451
ö . : 1512) İtalyan asıllı Floransak bir tüccar Kolomb’un
son gezisinden bir yıl sonra döndüğü gezisinde (1497-
1503), gittiği yerin Batı Hint adalan değil, yeni bir ül­
ke olduğunu anladı.. Ashnda bir tüccar olan Vespucci
yeni ticaret imkânlan bulmak maksadı ile Orta Ame­
rika ve Güney Amerika’nm Atlas okyanusu sahilleri­
ni dolaşarak ülkesine dönmüştü.. Vespucci’nin getir­
diği haber ilginçti. Daha sonra bu topraklar Vespucci’­
nin ilk adma atfen Amerika kıtası olarak tanımlandı..
Yaklaşık 900 yıl sonra AvrupalIlar ilk kez, Müslüman-
lann öteden beri bildikleri yeni dünyayı keşfetmiş olu­
yorlardı...
Vespucci’nin seyahati bir dönüm noktası oldu. 1513
yıhnda ise Vasco Nunez de Balbao isimh bir İspanyol
ilk kez Panama’yı aştı. Ulaştığı Büjmk okyanusa Gü­

51
ney Denizi adını verdi.. 1519’da buralara gelen Macel-
lan ise Büyük okyanusa Pasifik okyanusu adını ver­
mişti. Böylece Balbao Orta Amerika’yı ilk keşfeden ka­
şif ünvanım aldı..
Macellan’ın dünya turuna çıktığı yıl (1519) Her-
nan Cortes isimli bir İspanyol, ilk kez Orta Amerika’­
ya silahb bir birlik çıkarttı. Kolomb’dan 10 sene son­
ra Orta Amerika’dan Pasifik’e ulaşan Balbao’nun ar­
dından 6 yıl sonra Cortes’in Orta Amerika’ya ulaşma­
sı ile, Batılılann Amerika halklanm n zenginliklerini
yağmalaması fiilen başlamış oluyordu..
Aztek uygarhğmm Cortes tarafmdan yıkıhşma ze­
min hazırlayan efsanevi olaym hikayesi şöyle : 800 yıl-
larmda Kuş - Yılan Kuetzalkoati Toltek’lerin hüküm-
dan idi. Aztekler 4 merdivenli, 365 basamaklı ve gü­
neş yılı günlerini temsil eden 52 panolu, piramidi an­
dıran tapıneıklarmda güneşe tapmıyorlardı. Şaman’la-
n, insanlan Tannlarma kurban ediyordu. K uş-Y ılan
bu töreye karşı çıktı. Bunun üzerine savaşçılann dö­
külen kanlarım yiyerek beslenen Tann Tekatlıpoka’y-
la savaşa tutuştu ve yenildi.. Tüten ayna (Tekatlıpo-
k a )’ya yenilen Kuş - Yılan (Kuetzalkoati) kuzeye doğru
kaçtı ve burada uzun zaman kalarak Tannlar arası­
na katıldı. Cortes, oraya geldiğinde. Kral Montezuma,
onu, hainleri cezalandırmak üzere geri dönen Tüylü
Yılan (K uş-Yılan) sandı.

Cortes Tüylü Yılan mı?

Cortes karaya çıktığında Aztekler arasında, efsa­


nevi tann tüylü yılan bekleniyordu. Efsaneye göre, kral
ve büyücü olan ve «Tüylü Yılan» adı ile anılan Kuet-

52
zalkoati, 800 yıllarında bir Aztek kabilesi olan Toltek’-
lerin hükümdeın idi. Tüylü Yılan, insanlarm kurban
edilmesine karşı çıkıyordu. Savaşçıların ve kurbanla­
rın kanlan ile beslenen tann Tekatlıpoka «Tüten ayna»
ile arasmda savaş çıktı ve Tüylü Yılan başkent Tula’-
dan aynlıp sahile doğru kaçtı. Daha sonra Tüylü Yı­
lan da tann oldu. Aztek hükümdan Montezuma ise
Tüten aynanın gazabından. Tüylü Yılan’a sığınıyor ve
büyülerle onu çağınyordu. Aztekler I519’da Tann Tüy­
lü Yılan’m ülkeye döneceğine inamyorlardı. Tann Tüy­
lü Yılan kısa boylu, beyaz tenli ve kısa sakallı idi. Ba­
şında uzun bir şapkası ve elinde garip bir silahı (bü­
yülü asa) olacaktı.
Cortes, Azteklerin tam tann Tüylü YılanT bekle­
dikleri bir zamanda karaya ayak bastı. Aztekler Cor-
tes’i görünce Tüylü Yılan sandılar. Kısaboylu, beyaz
tenli ve çenesinin ortasında sakalı vardı. Yıl tutuyordu
ve denizden geliyordu.. Başlannda uzun şapkalar ve
ellerinde «büyülü sopalar» vardı. Dahası, bekledikle­
ri Tüylü Yılan «Kuetzalkoati» adı «Kortes» adma ben­
ziyordu. Bir kısaltma olabilir mi idi bu?
Azteklerin inanışlan konusunda bir çok iddialar
öne sürüldü. Günümüzde bir takım kişiler, Aztek tan-
nlannm başka dünyalardan gelen ve yeryüzü uygar­
lığından daha ileri bir uygarlık düzeyine sahip baş­
ka uygarlıkların'temsilcileri olduğu tezini öne sürmek­
ledirler. Aztekler güneş tanrısına tapmakta idiler ve
mabed olarak inşa ettikleri piramitlerde güneş yıhnın
günleri sayısında (365 adet) basamaklı merdiven bu­
lunmakta idi. Dört a y n mevsimi temsil eden dört mer­
diven grubu vardı. Ve mabedde hafta sayısı kadar pa­
nolar bulunmakta idi.. Bunlann birçoğu kayboldu, yı­
kıldı ve yağmalandı ve böylece Aztek uygarlığı ve tn

53
ka uygarlığı, Avrupah yağmacıların yağm alan sonun­
da yok olup gitti.
Aztekler, tann sandıklan Cortes’i büyük bir tö­
renle karşıladılar. Kral Montezuma, Cortes’in ayağı­
na kadar gelerek, onu sarayma davet etti.. Cortes’e ve
askerlerine hertürlü ikramda bulunuluyordu. Saray­
daki tören sırasında, Cortes, bugünkü Meksika’da bu­
lunan imparatorluk saraymda, İmparator Montezu-
ma’yı esir aldı.. Aztek İmparatorluğuna bağh toprak­
la n Ispanya’ya bağladığmı ilan etti. Cortes’in asker­
leri saraya ve şehre dağılarak büyük bir katliama g^i-
riştiler ve büyük bir yağma yaptılar,. Günlerce süren
katliam ve yağma sonunda, Aztek uygarhğmâ ait tüm
değerleri tahrip edilmiş, para edecek ne varsa, impa­
ratorluk hâzinesi ve altmdan yapılma mabetlerdeki di­
ni simgeler ve kıymetli taşlar, evlerdeki şahıslardaki
hertürlü kıymetli taş ve mücevherat gasbedilerek ge­
milere yüklenmişti.. Hernan Cortes, asırlar boyu süren
bir uygarhğı, tüm halkı ve değerleri ile birlikte bir
anda yerle bir etti.. Ne olduğunu anlayamayan sivil
halk, olaylan tanrmm bir gazabı olarak yorumlaımş
olacaklar. Ama batıdan gelen gÖzü dönmüş vahşi ca­
navarlar, küçük çıkarlar uğruna, su gibi kan akıtmak­
tan ve insanlarm asırlık birikimlerini yok etmek ve
mallarım ellerinden almaktan çekinmediler.. Cortes Is­
panya’da bir kaşif ve bir fatih olarak karşılandı.. Asır­
lar süren güçlü bir imparatorluğun tüm serveti bir an­
da, üç buçuk yağmacmm kişisel servetine dönüşmüş­
tü.. Servetin miktarı hakkında hiçbir zaman bir bilgi
almamadı. Ancak bu rakamm çok astronomik olduğu
ve rakamlara vurulamayacağı, hele bunların bir kül­
tür mirası olarak antik değerinin ölçülemeyeceği bi­
linen bir gerçek.. Ancak tüm simgesel değeri olan taş­
lar ve mücevherlerin büyük bir kısmmm eritilerek kül­

54
çe haline getirildiği, ya da başka şekillerde, başka hiz­
metlerde kullanıldığı da bir gerçek.
Hem an Cortes’in bu korkunç yağmasmdan 12 yıl
sonra, aynı derecede korkunç ikinci bir yağm a hare­
keti gerçekleştirildi. Bu kez başka bir İspanyol, Fran-
cesco Pizzaro, Cortes’e özenerek altm ve, mücevherat
bulmak hırsı ile, bugünkü Peru topraklarına yöneldi.
Amacı İnka uygarlığını yağmalamaktı.. 1531’in sonla­
n n a doğru çıktığı seferinin sonunda, 1532 başlarında,
İnka imparatorluk sarajrma ulaştı.. Askerleri ile sara­
ya saldırdı ve İmparator Atahualpa’yı esir aldı. Fid­
ye olarak, devletin ve halkın elindeki bütün hâzine­
yi istedi. Herkesin elindeki ve devletin hâzinesindeki
tüm kıymetler İspanyol gemilerine taşmdı.. Yapacak
bir işi kalmayan Pizzaro, verdiği sözde durmayarak
önce Atahualpa’yı boğdurarak sarayda öldürdü.. Ül­
keden aynhrken, arkasmdan soyulmuş, yanmış, yıkıl­
mış ve insanlannm büyük bir kısmı acımasızca öldü­
rülmüş bir şehir bırakıyordu.
İnka geleneğinde altm ev ve süslem e eşyalannm
önemi büyüktü. Günümüze bunlardan pek azı kaldı.
Pizzaro, inamimaz boyutlardaki altm ve mücevherler­
le doldurduğu gemileri ile Ispanya’nm yolunu tuttu.
Cortes ve Pizzaro’nun başarısı, korsanlara Ame­
rika yolunu açtı. Kısa sürede, tüm Amerika Avrupa­
l I korsanların, maceraperestlerin ve yağmacılarm ta­
lan alanı olacaktır.. Koca kıta’da, akıllara durgunluk
veren katliamlar, yağmalar başlayacaktır. 1541 yüm-
da yine başka bir İspanyol’un, Francisco de Orella’nm
Amazon ve çevresinde araştırmalar yapfığmı, burada
«Amazon» adım verdiği silahh kadmlarla karşılaştığı
bilinmektedir.

55
Cortes, Pizzaro ve Orella’dan önce de buralara ge­
linmişti. John Kabot Vikinglerden 500 yıl sonra, Müs-
lümanlardan 9 asır sonra 1497’de Kuzey Amerika’ya
ilk ayak basan AvrupalI oldu. Gerçekte, bugün bir ki­
şinin çıkıp Amerika’yı keşfettiğini iddia etmesi ne ka­
dar komikse, o gün içinde Avrupahlann Amerika’yı
keşfettikleri iddiaları Müslümanlar nazarmda o kadar
komik olmalı.. Çünkü Müslümanların keşifleri ile on­
ların keşifleri arasmdaki zaman farkı, bizim zamanı­
mızla, AvrupalIların keşif zamam arasmdaki farktan
çok daha uzundu..
Daha da önemlisi, insanlarm yaşadığı, var olage­
len, en az bizim ülkemiz ve uygarhğımız kadar kök­
lü bir geçmişe sahip bir kara parçasına ulaşmış ol-
manm yeni bir keşif olarak tammlanması!.. Bir Kızıl­
derili, eğer daha önce Avrupa’ya ulaşmış olsa ve Av­
rupa’yı İnka, ya da Azteklere bağh bölge ilan etse idi,
ya da Avrupa’nm kaşifi olarak kendine ünvan verse
idi ne kadar komik olurdu.. N e var ki, aynı komik
durum bizler için geçerli olmuş ve bunlar ders kitap­
larında okutulmuş, insanhğm övgü ile anılan şerefli
tarih sayfalan arasmda yeri olmuştur. Kuşkusuz bu
durum, insanlık onuruna ve ilime indirilen ağır bir
darbe niteliğindedir. Aym yanhşm hala devam ettiril­
mekte oluşuna gelince sanırım söylenecek fazla bir
söz yok. Ancak bunun nedenlerini, a y n bir başlıkta
tekrar ele alacağız.
İtalyan asıllı olan ve İngilizler hesabına hareket
eden Kabot da, Kolomb gibi Amerika’ya değil. Batı
Hint adalanna vardığmı sanıyordu. John Kabot’un oğ­
lu, Sebastiyan Kabot 1509’da Hudson körfezinin ağzı­
na kadar ilerledi. 1539 -1542 yıllan arasmda ise İspan­
yol maceraperest Hemando de Soto Missisipi ırmağı

56
çevresini araştırdı. De Soto, daha önce Pizzaro ile, Pe­
ru’da, İnka hâzinesinin yağmalanmasında bulunmuş­
tu. 1539-42 yıllan arasında Kuzey Amerika’nm gü­
neydoğu bölgesini araştırdı ve yağmalar yaptı. Coro-
nado ise 1540 - 42 yılları arasında Kuzey Amerika’nın,
Orta Amerika’ya bakan yörelerini inceledi. 1534 - 36
yıllan arasında ise İspanyol hazine avcılan ve Jacques
CARTIER (Bu isim, hala dünyaca ünlü, bir Fransız
mücevherat imalatevinin adıdır (Lawrance körfezi böl­
gesinde incelemelerde bulundular. Cartier, burada Gas-
pe yanmadasma büyük bir haç diktirdi. 1535 yılında
St. Lavvrance ırmağı boyunca 1300 km.’lik bir gezi yap­
tı. İngiliz Henry Hudson ise 1610’da, Hudson boğazını
ve Hudson körfezini buldu. Gemide çıkan bir isyan so­
nucunda Hudson’u ve küçük oğlu ile birlikte yedi ki­
şiyi bir tekneye bindirip denize bıraktılar. Hudson ve
arkadaşlarmdan bir daha haber alınamadı. Ancak her
keşif yeni bir yağma demekti. 1793’te ise... bundan iki
asırdan az bir süre önce İskoç Alexander Mackenzie,
Kanada’nın Büyük okyanus kıyılarına ulaştı. 1804-1806
yılları arasmda ise, bundan 177 yıl önce artık Ame­
rika’nm yağmalanması sona ermeye başlamış, Avru­
pa’dan gelen yeni bir Amerikan toplumu doğmaya baş­
lamış idi. Bu kez Amerikalı diye adlandırılan iki kişi,
Merivvether Lewis ve yardımcısı W illiaçı Clark ABD’yi,
karadan bir kıyıdan ötekine geçtiler.. İki arkadaş geç­
tikleri yerlerin ilk kez haritasmı yaptılar.. Artık zen­
ginlikleri yağmalanmış, insanları öldürülmüş Ameri­
kan topraklan, bu kez Avrupah maceracılara vatan
olmaya başlamıştı..
Böylece 42 milyon km® genişliğindeki büyük bir
alan, üzerinde yaşayan insanlan ve tüm zenginlikle­
ri bir asırdan da kısa bir zamanda baştan sona yağ­
malandı.

57
Orta Afrika’ya yapılan keşif gezilerinde M.ö. 300-
M.S. 1000 yıllan arasmda büyük bir uygarlık kuran
Maya uygarlığma ait tüm hazineler de yağmalanmış-
tı.. Matematik, Astronomi ve İnşaat sahasmda önem­
li ilerlemeler göstermiş olan bu uygarlığa ait pek faz­
la bir şey kalmamıştır. Maya başkenti Bonampok, yağ-
macılann yağm alan ile mahvedilmiştir.
Edinilen bilgilere göre Aztekler daha az ömürlü
oldu. 1375 -1521 yılları arasında saltanat süren Aztek
imparatoru bugünkü Meksika’daki Tenochtitlan’da bu­
lunuyordu ve son derece önemli bir merkez niteliği
vardı.. Nüfusunun ise yanm milyon kadar olduğu sa-
nıhyor. İnkalar daha da az ömürlü olmuşlardı (1400-
1533). İnka hükümdan, Japon inanışlannda örneği ol­
duğu gibi, kendini güneşin oğlu olarak tanıtıyordu.
Başkentleri Cuzco idi. Büyük okyanus kıyısmda 4000
km.’lik bir alanda kurulu İnka uygarlığmda, düzenli
şehirler ve sağlam yollar dikkatleri çekiyordu.
Kuşkusuz, Maya, İnka ve Azteklerden önce ve on­
lar iktidarken de başka mahalli idareler bulunmakta
idi ve yüzyıllardan beri bu halk değişik evrelerde fark­
lı yönetimler kuragelmişlerdi..
Nihayet 1620’de Mayflower gemisi ile ilk İngiliz
çiftçileri Amerika’ya ayak bastılar.. 19. yy. ortalarma
kadar sürecek büyük göç böylece başlamış oldu.. Bir
gemi bulabilen herkes Okyanusa açılarak, bu efsane­
vi ülkelerin zenginliklerini yağmalamaya başladılar.
Altın arayıcıları ve soyguncular dünyanm dört bir ya­
nını kapladı.
AvrupalIlarla tanışan Kızılderililer, bir yandan öl­
dürülmeleri, öte yandan geleneksel hayat düzenleri bo­
zulduğu için hızla yok olmaya başladılar.. Beyaz in­

58
sandan kaptıklan hastalıklar salgınlar yapınca ölüm­
lerin önüne geçilemez bir hal aldı..
16. yy.’da gelen Ispanyollar ve Portekizliler iklim
koşullan bakımından kendilerine uygun gelen Güney
bölgesine yerleştiler burada kakao ve şeker kamışı ye­
tiştirmeye başladılar.. Afrika’dan zenci köleler getir­
diler..
Daha önce de belirttiğimiz gibi, Eski dünya, do­
mates, patates, mısır, tütün, kakao, kauçuğu Yeni dün­
yadan getirdi. Bugün Meksika dahil, İspanyol ve Por­
tekiz işgali altma giren Orta ve Güney Amerika top­
raklarma Latin Amerika adı veriliyor. Bugün yakla­
şık 300 milyon insanm yaşadığı Latin Amerika ülke­
leri yeni efendilerin dinlerini yaşatıyorlar. Kızılderili­
ler yok olmak üzere ve nüfusun büyük bir bölümü
ise katolik.
Latin Amerika’ya göçlerin bşlamasmm ardmdan,
bir çok ülkeden, bir çok maceraperest yanmda, kanun
kaçaklan, yada ülkelerindeki ekonomik krizi, askeri
ve siyasi baskılardan dolayı da çok kişi buralara gel­
di.. Bunlar arasmda Yahudileri ve Lübnanh Hristiyan-
lan saymak mümkün.
İngiliz ve Fransızlar ise, iklim koşullarını kendile­
ri için daha uygun gördüklerinden Güney bölgesini seç­
tiler.. Yeni işgal güçleri, adeta tek Kızılderili bırakma-
macasma ülke çapmda katliama girişti ve yüzbinler­
ce yerli öldürüldü.. Günümüzde nesli tükenmekte olan
hayvanlann bile korunması için fonlar aynlırken, ade­
ta bir insan soyur tüm zenginlikleri ve kültür mifas-
la n ile birlikte yok edildi.. Nagazaki ve Hiroşima olay-
larma gösterilen tepki, Çin, Hindistan yada Amerika’-
mn yerli halkma karşı girişilen büyük katliamm ya­
nmda çok masum kalmaktadır. Şu bir gerçek ki, Ame­

59
rika’mn varlık temeli, bu kan gölü üzerine kurulmuş­
tur ve yeni kuşaklar, bu tarihi sorumluluğun ağır psi­
kolojik baskısı altmda, davramşlarmı meşru göster­
mek için, yeni örneklerini sunmak gibi hasta bir ruh
halini sergilemekten kaçınmayacaktır. Kaçmmamak-
tadırlar.
Yeni dünyada vücut bulan ikinci İngiltere 4 Tem­
muz 1776’da bağımsızlığmı ilan etti. 156 yıl süren goç,
sonunda yeni bir devlet olarak ortaya çıkıyordu. Ana­
dolu’da kurulan İslâm uygarlığmı, Anadolu uygarlık-
larmm bir devamı sayanlar, bugünkü Amerikan uy­
gar hgmı, Eski Amerikan uygarlığmm bir devamı mı
sayacaklar?. Dilleri, kültürleri ve gelenekleri tarklı.
Hatta birinin oluşturduğu tüm kültür değerlerini yağ­
malayan bir soyguncu kültürü ile, asırlann saflaştır­
dığı bir ulusun kültürünü, birbirinin devamı saymak
insaf işi mi?. İngiltere 3 Eylül I783’de, ABD’nin var-
hğmı tanımak zorunda kaldı.
Portekiz ve Ispanya’nm kurduğu sömürgeler ise,
Fransız ihtilalinin getirdiği düşünce akım lan ve siya­
si çalkantılar sonucu 1808’den 1823’e kadar tamamen
çöktü. Artık Latin Amerika’da yeni özgürlük mücade­
lesi başhyordu.. Francisco Miranda 1811’de Venezüel­
la’da bağımsızlık ilanı ile sonuçlanan hareketi başlat­
tı. Jose de San Martin (1778 - 1850) Şili ve Peru”yu öz­
gürlüğüne kavuşturdu. 1783 - f830 yıllan arasmda ya­
şayan Simon Bolivar ise 20 yıl süren savaşlar sonun­
da Venezüella, Bolivya ve Ekvator’u, Ispanya’nm ege­
menliğinden kurtardL
Kuzey - Güney savaşlan, Latin Amerika ülkelerin­
de iç kanşıklık, ideolojik aynhklar, askeri rejimler. Ku­
zeyde 1885’te kurulan Ku Klux Klan’lar.. 1919 içki ya­
sağına karşı çıkan Al Capon’lar. Şikago sokaklannda

60
kol gezen mafia ve sonunda 1933’de içki yasağı kal-
dınldı.. 1763’te son bulan, İngiliz - Fransız savaşlan.. İki
ulusun egemenlik mücadelesi yedi yıl süren savaşlar
sonucu Paris anlaşması ile sonuçlandı..

Satın Alınan Bir Vatan

Yedi yıl savaştıktan sonra yeni Amerikan yöneti­


mi ile İngiltere’nin arası açıldı.. 1 Haziran I775’de Ame­
rikalılarla Ingilizler arasmda ilk düzenli çatışma oldu
ve Ingilizler 1000 kadar kayıp vererek çekilmek zo­
runda kaldılar ve 4 Temmuz 1776’da 13 eyaletin ba-
ğımsızlıklannı ilan etmeleri ile ABD kurulmuş oldu.
Fransa ve İngiltere’nin yeni devleti tanımalannm ar­
kasmdan, yeni yönetim, 1803’te, Fransa’dan Louisiana’-
yı, 1819’da Ispanya’dan Florida’yı, 1867’de Rusya’dan
Alaska’yı satın aldı. 1898’de ise, Portoriko, Guyam ve
Havai adalarını ülkelerine kattılar. Teksas, Mexiko ve
Kaliforniya’yı ise 1848’de savaşmak sureti ile Meksi­
ka’dan aldılar.
XVII. yy.’dan itibaren siyah derililerin Amerika’ya
getirilmelerine başlandığım görüyoruz.. 1860’da iktida­
ra gelen Abraham Lincoln köleliğin kaldırılması fik­
rini savundu. Kuzey ve Güney eyaletleri arasında pat­
lak veren görüş ayrılığı savaşa dönüştü. Güney köle­
lik sisteminin devamını savunurken. Kuzey köleliğin
kaldırılması gerektiğini öne sürüyordu. 1861-65 ara­
sında dört yıl süren savaşlarda bir milyon Amerikalı
öldü ve sonunda savaş Kuzeylilerin zaferi ile sonuçlan­
dı. Bugün ülkede halen resmi istatistiklere göre 25 mil­
yonu aşkın zenci bulunmaktadır.. Gerçekte ise bu ra­
kamın daha yüksek olduğu sanılmaktadır. Zencilerin
genel nüfusa oranlan % 15 dolayındadır.

01
MACELLAN’IN DÜNYA TURU

Kolomb’ım 1492’deki seferinden beş yıl sonra da


Vasco da Gama Ümid burnuna doğru yola çıkmış ve
1498’de Hindistan yolunu bulmuştu.. Kolomb, Gama’-
nm, Ümid burnunu dolaşıp Hindistan’a ulaşmasmdan
sonra 1498 ve 1502’de tekrar denize açılmış ve Batı Hint
adaları sandığı Orta Amerika’ya ulaşmıştı. Kolomb’un
son seferinden tam 15 yıl sonra, 1519 Eylül’ünde, Rida-
niye savaşı olmuş ve Memlüklüler dönemi sona ermiş,
Osmanlı imparatorluğu artık Hint okyanusuna yönel­
me hazırlıkları içinde iken, Macellan (Ferdinand Ma-
gellan), Ispanya’dan yola çıktı. 1520’de Güney Ame­
rika burnundaki Macellan boğazını geçerek Büyük Ok-
yanus’a açıldı ve Filipinlere ulaştı. Filipinlere ulaştı-
ğmda, yıl 1521 idi ve aylardan nisandı. Müslümanlar,
asırlarca önce buralara kadar gelmişler ve krallıklar
kurmuşlardı.. Malezya, Endonezya ve Filip adalarında
müslümanlar egemendiler.. Arap ticaret gemileri Ja­
pon denizinde dolaşıyor, Kore’ye kadar seferler yapı­
yorlardı. Muhtemelen 600 înllannm sonlarında, 700’lü
yılların başlannda, ilk müslümanlar buralara gelerek
tebliğde bulunmuşlardı. A ynca ticari ilişkiler hayli ge­
lişmişti. ö te yandan Müslümanların, Peygamberimizin
vefatmdan 15 yıl sonra 640 senelerinde Ispanya’ya ulaş-
tıklanm ve gerek tebliğ ve gerekse ticaret ve tanıma

62
amacıyla Okyanusa açıldıkları bilinmektedir. Daha o
yıllarda domates, patates ve mısır gibi, bir takım yi­
yecek maddelerinin Müslüman seyyahlar tarafından
Amerika’dan getirildikleri de bilinen bir gerçektir.
Müslümanlann çok önceden Amerika’ya çıkıp, bura­
ya yerleştikleri ve siteler kurduklan düşünülürse, bu­
radan ötesine geçmediklerini düşünmek güç olacak­
tır.. Yine müslümanlar Dünyanm yuvarlaklığı mev­
simlerin oluşu, kutuplardaki zaman farkı konusunda­
ki bilgileri, bu seyahat tercübeleri ile kazanmış olabi-
hrler. Dolayısı ile, Macellan’m, dünyayı ilk kez dolaş­
ma iddiası, en azmdan 8 asırhk bir gecikme ile ger­
çekleşmiş olmaktadır. Büyük bir ihtimalle Müslüman­
lar sekiz asır önce bu yollan katedmişlerdir.

Macellan Gözüpek Bir


İslam Düşmam mı İdi?

Bugünkü kitaplann çoğunda, Macellan’m sözko­


nusu seyahati, bilime ve insanhğa hizmet için kendi­
ni adayan bir insanm efsanevi kahramanlığı gibi an­
latılır. Macellan’m asıl maksadı ve kişiliği hakkında
fazla bir bilgi verilmediği gibi, öncesi hakkında da faz­
la bir bilgi yoktur. Portekiz asıllı olan Macellan bazan
İspanya gemileri, bazan da Portekiz gemileri ile, bir
çok kez müslümanlara karşı girişilen saldınlara katıl­
mış ve kuzey Afrika sahillerinde müslümanlara karşı
girişilen baskm ve saldınlarda katliamlara girişmiş­
tir. 1519 Eylül’ünde Ispanya’dan dünya çevresini do­
laşma kararından önce 1509 yıllarında Hint okyanu­
suna gitmiş ve burada müslümanlarla savaşmıştı.. Ma­
cellan’m ilk hedefi, Hint okyanusundan Pasifik’e, ora­
dan Atlas okyanusuna geçerek, dünya turunu tersin­

63
den gerçekleştirmek istiyordu. Bu amaçla Malay ada­
larına kadar gitmiş, daha sonra öldüımleceği yerleri
görmüş ve buradaki müslüman tüccarlarla savaşa tu­
tuşmuştu. Ancak Malay macerasından eli boş dönen
Macellan sonraki seferleri ile Portekizlilerin Malay
adalarına ulaşmasma yardımcı olmuştur. Ispanya’ya
dönüşünde, krala kendini isbatlamak için, Fas’a kar­
şı hücuma geçen Macellan, burada kendini topal bı­
rakan yarayı almıştır. Macellan bu kez, kınlan onu­
runu tamir etmek için. Malay adalarına bu kez Batı­
dan gitme yolunu denemiştir.. Macellan bu seferinde.
Malay bozgununun ve Fas’ta aldığı yaranın kanını sor­
mak hmcı ile dolu idi. Yani coğrafi bir keşiften çok,
buralardaki müslümanlarla savaşmak üzere, öncü bir
güç olarak gidiyordu^

Macellan Bir Sahtekar Mı?..

Sahi, neden kitaplar hep dünyayı ilk dolaşan in­


sanın Macellan olduğunu yazarlar?.. Dünyanm yuvar­
laklığını müslümanlar asırlar önce isbat etmiştir..
Amerika’ya onlardan yıllar önce ulaşmış ve Macel-
lan’ın Okyanusta son durağı olan Bangsamoro (Bu
günkü adı, İspanyollann isimlendirmesi ile Filipin-
1er)’ya yine asırlar önce ulaşmıştık.. Ferdinand Ma­
cellan buraya geldiğinde iki İslâm krallığı bulunuyor­
du bu adalarda.
Macellan Mart 1521’de buraya gelmişti.. Portekiz­
li kaptanın asıl amacı bilimsel bir keşif olmaktan çok,
sömürgelerinin smırlarmı genişletmek, yeni hazineler
bulmak ve din tebliği idi. Her keşif kolunun arkasın­
dan hristiyan misyonerler, askerler ve hazine avcılan

64
sökün ediyordu.. Macellan’ın arkasını da yine aym
gruplar izledi..
1519 Eylül’ünde Ispanya’dan yola çıkan Macellan
1520’de Macellan boğazına adım verdi. Macellan Fili­
pinlere geldiğinde, muhtemelen burada Müslümanlar­
la savaşa tutuştu ve Müslümanlar tarafından öldürül­
dü. Gemilerinden biri yardımcı kaptanlarından Juan
Sebastiyan del Cano komutasmda dünya turunu ba­
şardı. 1577 - 80 yılları arasmda Sir Francis Drake isim­
li bir İngiliz Pelikan adlı gemisi ile bu turu yenile­
di.. Büyük miktarda altınla bu seferinden döndüğü için
bu gemiye daha sonra Golden Hind adı verildi.
İşte böyle, önce keşif kollan yola çıkıyor, bunu ra­
hipler, askerler ve hazine avcılan izliyordu.. Buralar­
dan elde edilen paralar, AvrupalIlara Müslümanlara
karşı verdikleri savaşta büyük mali destek sağlıyor­
du.. Yeni para bulmak için, yeni seferler düzenliyor­
lar, bu şekilde sömürgeler hızla artıyordu.. Bu işi din
adına yaptıklarını söylüyorlardı. Kilise gidilen yerleri,
giden kaptanm ülkesine göre, o krallığa bağlı bölge
olarak tescil ediyordu. Daha sonra batılı yazarlar, bu
siyaseti, yağmayı, cinayeti, coğrafi keşifler gibi bilim­
sel bir temele oturtmaya çalıştılar.. Oysa keşif basit
bir aldatmaca idi.. Müslümanlar çok önceden oralara
yerleşmişler, halkın ne altmına ve ne de canına kasdet-
mişlerdir.. Sık sık seferler düzenleniyordu, ancak bu
konuyu hiç bir zaman istismar etmediler. Sahi, Batı-
iılar onlan keşfetti ise, onlar da balılılan keşfetmiş
sayılmazlar mı?.. Bu eser bir yerde batınm kültür te­
melleri ve bugünkü uygarlıklarının temelinde yatan
ayıplann keşfi anlamını taşımıyor mu?..

Coğrafi Keşiflerin İç y ü z ü -f .: 5 65
Bir Belge

1983 yılı başlarında, Moro Kurtuluş Cephesi lide­


ri Nur Misuari ile Bingazi’de bir konferansta karşı­
laşmıştım. Kendisine Macellan efsanesini, ilk Müslü­
manların Filipinlere ne zaman geldiklerini sordum.
Bölgeye ilk M üslümanlann ne zaman geldiklerini bil­
miyor. Ancak Müslümanlar Hindistan’a ulaştıklarmda
burada durmamışlar, bir kol ilerlemeye devam etmiş^
ti. Muhtemelen Endonezya ve Malezya’dan önce Fili­
pinlere gelmişler. Yani fetih kollannın bir ucu Atlaa
okyanusuna dayanırken, öte yandan Müslümanlar Pa­
sifik’te yelken açıyordu. Misuari bu konuda şu bilgi­
leri veriyor:
«İlk gelen Müslüman kim, bunu bilmiyoruz. Na
zaman geldiği de kesin olarak belli değil. Ama 13. yy.
civarmda ilk M üslümanlann bu bölgeye yerleşmeye
başladıklanna ilişkin oldukça eski ve güvenilir bilgi­
ler var. Şöyle bir tarih tesbiti yapabiliriz. 1470 yılm-
da bu topraklarda Müslüman bir kralhk vardı. Ya da
kral Müslüman olmuştu. Bu konuda Çin kaynakların­
da oldukça güvenilir bilgiler var. Bu sultanlardan bi­
ri o yıllarda 340 kişilik bir heyetle Çin kralını ziyare­
te gidiyor, tebliğ için yada başka sebepleri olabilir.
Çin Kralı ile görüşmek iradesine sahip olduğuna gö­
re büyük bir kralhk demekki. Çin İmparatoru hatıra­
larında bu kralm ve beraberindekilerin iyi birer kişi
olduklannı yazmış. Bu bilgileri Manila’daki Çin Bü­
yükelçisi veriyor.. 1980’de Manila’da Çin Büyükelçisi
olarak görev yapan zat bu ziyaret ile ilgili bazı bel­
geler, yazılar ve resimler getirdi. Bu bölge halkmın
Çin ile diplomatik ilişkisinin çok eskilere dayandığım
göstermek amacını taşıyordu. Ama bu arada bir haki­
kati de ortaya çıkarmış oluyordu tabi. Yine Çin kay-

66
naklanna göre, bu Kral Çin seyahatinden dönerken
maiyetindekilerden biri hastaJanıyor ve yolda ölüyor.
Oraya gömüyorlar. O zatın yakınlan da bu bölgeye yer­
leşiyorlar, ötekiler tekrar ülkelerine dönüyor. Bu Çin
şehrinin adı Dezful’dur.
Bir Çin şehrinin adı bu. Bu bölgede bugün hala,
bu Müslüman ailenin etkisi ile müslüman olmuş ya da
o ailenin soyundan gelen yaklaşık 5000 kişi yaşıyor.
Hepsi de Müslüman. Sultan Müslüman olduğuna gö­
re, halkm İslamlaşması, yada Müslüman tebliğcilerin
daha önce buralara gelmiş olm alan kuvvetle muhte­
mel.
Şu da düşünülebilir Moro halkı, Endonezya ve Ma­
lezya’dan önce İslam’a girmiş olabilir. Bir diğer kay­
nak da 1551 tarihli, Macellan’m seyahati ile ilgili, Ma­
cellan’m Moro bölgesine gelişi ile Müslümanlara kar­
şı sindirme, yıldırma, yok etme hareketleri başladı. Eğer
Macellan bir elli yıl sonra gelse idi, kuşkusuz Moro
ülkesinden başka, tüm o bölge Müslüman olacak ve sö­
mürgecilik A sya’da bu kadar yayılmayacaktı.. Bu böl­
gede Islâm’dan başka bir din olmazdı. Macellan, bir
akıımn öncülüğünü yaptı. Onun peşinden rahipler ve
tüccarlar geldi. Onu Haç ve silah izledi. İslamlaşma
hareketi onlann önünde ilk ve en büyük engeldi. Bu
hareketi zorla önleme yoluna gittiler. Macellan Ma­
nila’ya geldiğinde bu topraklar üzdrinde egemenlik
Müslüman bir krallığa aitti. O kralm adı Süleyman.
Asıl yıkım Macellan’dan sonra başladı.. 1565’te 2. tica­
ret grubu geldi. Bu bilgileri onlann kayıtlarmdan bu­
luyoruz. Hristiyanlar, bu dönemde Müslümanlarla ar­
tık savaşa tutuşuyorlar.. Filipinler de o tarihlerde or­
taya çıktı. Daha önce Filipinler diye bir kavram yok­
tu. Farkh devletçikler vardı. 3u adalarm Hristiyanlar

fl7
tarafından ele geçirilen küçük bir kısmına îspanyol-
lar Filipinler admı verdiler. Manila’da oturan Sultan
Süleyman, Hristiyanlarla giriştiği bir savaşta yenilgi­
ye uğrarken hemen komşu krallık olan ve amcasınm
hüküm sürdüğü Tondo kralhğı da aym savaşta, ye­
nilgiye uğradı.
Bu savaşlar oldukça uzun sürdü. Büyük bir dire­
niş gösterdik. îspanyollar bu bölgeye geldiğinde Ku­
zey ve Güney’de iki İslam devleti vardı. Bütün silah­
la n ile Müslümanlarm üzerine geldiler. Bu bölgeyi
kontrollerine almalan, ilhak etmelerinin kavgası 300
yıl sürdü. Bu uzun süren savaşlarda hazan biz, hazan
onlar galip geldi. 19. yüzyıhn sonuna doğru, buhar gü­
cü devreye girince, lokomotifin icadı ile gerilemeye
başladık. Savaş amacı ile, smır bölgelerimize demir
yollan döşediler, birden bire avantaj h duruma geçti­
ler. Buhar gücünün bölgede savaş aracı olarak kulla-
mlması ile 1878’de artık onlar için egemenlik yollan
açıldı.
19. yüzyılın sonuna doğru yeni bir umut belirdi.
Latin Amerika’da, îspanyollarla ABD’liler arasmda baş­
layan savaşlar, îspanyollarm bu bölgedeki gücünü za­
yıflattı. Bu savaş Îspanyollar için 2. derece önem ta­
şımaya başladı. Asbnda başmdan beri bizi kesin ola­
rak tasfiye etmek, yok etmek, bölgede îslami bir geniş­
lemeyi ezmek istiyorlardı. Tam bu sırada, ABD, Ispan­
ya’yı sıkıştırmak, Ispanya’nın askeri gücünü dağıtmak
için, îspanyollarm eıskeri sürtüşme bölgelerine el at­
tı. Dolayısı ile, ilk olarak da bu bölge ile ilgilendi. ABD
yeniden bu bölgede savaşı kışkırtarak İspanyol cephe­
sini parçalamayı planlıyordu. Bunda da başarılı oldu.
Birleşik Devletler, Filip savaşmı kışkırtmak için Filipi-
noslar üzerine oynadılar. İspanyol savaşmda ülkesini.
yurdunu terkederek, başka ülkelere sığınmış olan Fi­
lipinlileri toplayıp, yeniden bir araya getirerek onlan
silahlandırmak ve kışkırtmak sureti ile İspanyolları
bölgede savaşa zorlamak istiyordu.
Bir yandan Müslümanlar, öte yandan ABD’nin kış­
kırttığı Filipinoslar Ispanyollarla savaşa tutuşunca, gü­
cünün önemli bir bölümünü Latin Amerika cephesine
kaydıran Ispanyollar, gerilemeye başladılar. Ancak bu
kez yönetimin, M üslümanlann eline geçmesinden en­
dişe duyan ABD, Filipinoslan desteklemekten vazgeç­
ti. Müslümanlara karşı derhal Ispanyollann yanmda
yer aldı. Böylece savaş durmuş oldu.Bunun üzerine 10
Eylül 1898’de Paris’te Müslümanlar aleyhine bir anlaş­
ma imzalandı. İspanya, 20 milyon Meksika Dolan kar­
şılığında, hiç bir zaman sahibi olmadığı bizim toprak-
lanmızı ABD’ne satıyordu. Bu tarihten itibaren de MO­
RO savaşı başladı..
40 yıl süren savaşlann sonunda ABD bölgeyi işgal
etti. Müslümanlara karşı katliam operasyonlarına gi­
rişti. Bu durum 1. Dünya Savaşma kadar sürdü.»

Belfaur Deklarasyonundan İki Yıl Önce

«Belfaur deklarasyonundan iki yıl önce, ABD ko-


lonolileştirme planını uygulamaya koydu. Filistin ve
Moro’nun kolonileştirilme girişimleri aynı tarihe rast­
lıyor.. Bu dönem A BD -İngiliz ittifakının Müslüman
kitlelere ve bölgelere karşı müşterek planlarmm uy­
gulanmaya konduğu bir dönemdir. Belfaur bu planm
bir parçasıdır. Aynı plamn, ABD’nin imzasını taşıyan
bildirisi ise Moro halkım yoketmeyi amaçlayan diğer
bir parçası idi. Moro ve Filistin aynı planın birer par­

09
çası idi. Bu tarihte, İslam ülkelerine yönelik bir plan­
da ABD orkestra şefliği yapıyordu. Tüm İslam dünya­
sı da o zamanlar yoğun bir askeri ve siyasi baskı al­
tmda idi. Sultan Abdulhamid zamanmda da, Osman­
lIlar Moro konusu ile ilgilendiler.. Hatta Abdulhamid
Han’m bu bölgeye bir asker gönderme planı vardı.
ABD - Osmanhlarm Uzak Doğu’ya açılmasmdan, özel­
likle Abdulhamid Han’m bu bölgeye asker gönder­
mesinden endişe ediyordu. Avrupahlar, Abdulhamid
Han’ın Hindistan’a, Uzak Doğu’ya yönelmesinin endi­
şesini taşıyorlardı. Bunun için Osmanhlarm bu bölge­
lerden, ABD’nin ve batmm çıkar mücadelesi verdiği
bölgeden elinin çekilmesi gerekli idi. 1900 sonrası ABD
plam, Osmanlı İmparatorluğunun yıkılması ve parça­
lanması temeli üzerine oturmaktadır.. Moro konusu,
Filistin ve Osmanlı İmparatorluğunun başma gelenler
arasında yakm bir kan bağı vardır.»
(İslâm Savaşçıları-A. Dilipak.
Nur Mlsvarl İle mülakat - Sayfa : 25).

Macellan, 1521’de Filipinlere vardığında, ilk ola­


rak Cebu adasmı ziyaret etti. Adanm reisi Hristiyan-
lığı kabul etti. Böylece Asya’da ilk kez Hristiyan bir
devlet kurulmuş oluyordu.. Bu devlet hala bu gün bi­
le tek Hristiyan devlet olma özelliğini korumaktadır.
Tabii bu kez Filipinler adı ile.. Macellan, Cebu adası
reisi ile birlik olup Maçtan adasma saldırdı. Muhte­
melen ada halkı müslümandı ve Macellan, burada
Müslümanlarla giriştiği savaşta öldürüldü. (27 Nisan
1521). Macellan’m ölümü üzerine, yol arkadaşı Juan,
Sebastiyan del Cano, komutasmdaki bir gemi ile, bu
kez Ümit burnunu tersinden dolaşarak turunu tamam­
ladı. 982’lerde Vikinglerin İzlanda’dan geçerek Grön-
land’a gelmeleri ve 1000 yıllarında Vinlan’da gelmele­

70
rinin ardmdan batıhlar ikinci kez kendileri için meç­
hul olan bir yöne yelken açmışlar ve sonunda çıktık­
ları yere dönmeyi başarmışlardı. Sebastiyan del Ca-
no’nun bu seyahatinden dönüşünde ne gibi ganimet­
ler getirdiğini bilmiyoruz.

Sir Francis Drake Kimdir?

Macellan’ın gittiği yolu, ikinci kez bir İngiliz do­


laştı. 1577 r 1580 yıllan arasmda turunu başan ile ta­
mamlayan Sir Francis Drake biraz farklı bir rota iz­
leyerek, Güney Amerika’yı açık denizlerden dolaştı ve
Güney Amerika’nm Büyük okyanus sahil şeridini iz­
leyerek Kuzey Amerika’nm ortalanna kadar uzandı
ve oradan itibaren yeniden Macellan’m rotasmı izledi,
önceleri Pelikan adını taşıyan, daha sonra «Golden
Hind» -Hint Altını- adı ile anılan gemi, 100 ton ağır­
lığında idi, 18 topu ile bir savaş gemisini andırması­
na karşın, ticaret gemisi olarak kullanılmak üzere in­
şa edilmişti. 80 kişilik mürettebatı ile, 18 ay yetecek
kadar yiyecek taşıyabilecek kapasitede idi. Drake, se­
yahatinden dönüşünde Kraliçe I. Elizabeth tarafmdan
kabul edilerek, kendisine şövalyelik nişanı verildi. Dra­
ke, dönüşünde İspanyol ve Portekiz gemilerine saldı­
rarak, onlann elde ettiği ganimetlerinden bir kısmına
el koydu.. Dönüşünde gemi tıka basa dolu idi ve Dra-
ke’in getirdiği ganimetin tutan, bu günkü para ile 7
milyar 200 milyon lirayı buluyordu.

71
HİNDİSTAN YOLUNDAN
AFRİKA’NIN «KEŞFİ»NE DOĞRU

Marko Polo’nun Seyahati


Marko Polo isimli gezgin, 1271 yılmda Venedik’ten
hareket ederek İran, Afganistan, Türkistan, Pamir
yaylası, Gobi çölünden geçerek Çin’e vardı. Cava, Su-
matra, Seylan, Hindistan, Tebriz, Trabzon ve İstanbul
yolu üzerinden 1295 yılında Venedik’e döndü. Polo, Çin
seyahatinde Kubilay Han’la görüşmüş ve konuşmuş­
tu.. İslâm dünyasında İbni Batuta’nm seyahatinin bü­
yük ilgi uyandırmasına, hatta batı dünyasının da bu
seyahatla ilgilenmesine rağmen, daha sonra İbni Ba­
tuta adı hemen hemen unutuldu.. (14. yy.) Marko Po­
lo’nun seyahatleri ve inanılması güç maceraları «Ha­
rikalar kitabma» konu oldu.. Polo’nun anlattıklarına, o
zamanki batıklar inanmakta güçlük çektiler. Polo’nun
düş görmüş olabileceği, şark masallannm etkisinde
kalmış olabileceğinden endişe ediyorlardı ve Polo’ya
«Hayalci - Martavalcı Polo» adını taktılar. Polo, yanan
taşlardan (maden kömürü), yanan sulardan (petrol),
pusuladan, kâğıttan, matematik ve astronomiden bah­
sediyordu. Polo’nun anlattıkları, daha sonra Kristof
Kolomb ve Vasco da Gama gibi korsanlar için iiham
kaynağı oldu.

72
Y uvalan Altm Tozundan Kanncalar..

Yıl 1322.. Batıda, efsanevi doğunun hikâyesi anla­


tılmaktadır. Doğu, medeniyetin menbaıdırt- Bu yıllar­
da İngiltere’den kalkarak Kudüs’e giden Şövalye Sir
John Mandville, dönüşünde kaleme aldığı seyahat not-
larmın bir bölümünde, gittiği yerlerde gördüklerini
şöyle anlatıyor: «Yuvalan altm tozundan kanncalar
gördüm. Ağaçlarda büyüyen yünler vardı (pamuk)..»
Doğuya giden herkes, doğuyu anlatırken hayalini zor­
lamak zorunda kalıyordu. Yepyeni bir uygarlıktı çün­
kü bu.
Tarih kitaplan, Ümit Burnu’nu M.Ö. 600 yıllarm-
da Fenikelilerin dolaştığını yazmaktadır. Yunanlı kâ­
şiflerin ise M .ö. 325 yıllannda Ispanya’yı dolaşarak İn­
giltere’ye doğru çıktıklan ve İzlanda yönünde yol al­
dıkları sanılmaktadır. Yunanlı gezgin Pytheas’m bu
gezisinden, muhtemelen Kuzey buz denizini tanımış
olabileceği ve Atlas okyanusunun derinlikleri hakkm­
da bir bilgi edinmiş olabileceği sanılmaktadır. Ptole-
m e’nin M.S. 100 yıllannda yazdığı coğrafya kitabı, o
çağda bile Yunanlıların coğrafya bilgilerinin çok dar
olduğunu ve dünyayı tam olarak kavrayamadıklarım,
şekil ve boyut itiban ile gerçekten çok farklı olduğu­
nu göstermektedir.. Müslümanlar, Yunanlılann bu bil­
gilerini daha 6 aşırın başlannda ele alarak, onlan ten­
kide tâbi tutmuşlar ve yeni baştan yorumlamışlardır.
Yunanlıları ancak, kadırga adı verilen, 170 kürekçisi bu­
lunan büyük yelkenli gemilerle, batıda coğrafi keşif­
lerin öncüleri olarak kabul etmek mümkün olabilir..
Bu tarih sayfaları arasmda, efsanelere kanşan hi­
kâyeler, ya da yazılı kitaplardaki doğrudan çok yanlı­
şa dayalı bilgiler ve varsayımlar ötesinde batılılann,

73
ilk önemli coğrafi keşif çabalarına 1271 -1275 yıllan
arasmda gerçekleştirilen Marko Polo’nun seyahatlerin­
de tanık oluyoruz.. Arap yanmadasmdan yaptıklan
yolculuklannda Venedikli tüccar gezginler, karadan
ve denizden Çin ve Hind ülkesini gezmişler, Moğolis­
tan sınırlarından Pasifik okyanusuna kadar uzanarak
1292 - 95 yıllan arasmda deniz yolu ile başlangıç nok­
tasma dönmüşlerdi..

74
AFRİKA’NIN KEŞFİ

Afrika'nın keşfi mi olurmuş demeyin.. Evet, belki


haklısınız, Avrupa ile Afrika kıtası arasmda geniş bir
ırmak yatağı kadar mesafe var ama, keşifler yapma
tutkusundaki Avrupalı, tüm dünyayı keşfederken, ye­
niden Afrika’yı da keşfetti.. İnsanm kendi evini, ya da
komşusunu, hergün alışveriş ettiği bakkalını keşfetme­
si gibi bir şey bu..
İşin espri yam bir tarafa, Afrika’nm keşfi olayı,
keşifler tarihinde önemli bir yer tutar..
Afrika’nm Akdeniz sahilleri, çok eski asırlardan
beri bilinmekte idi.. 1400’lü yıllarda Prens Henri’nin
organize ettiği turlarda, Batı Afrika kıyılarına sefer­
ler düzenlenirdi. 1419’da Madeira, 1431’de Azor ada­
ları, 1445’te Yeşil Burun adaları keşfedildi.
Kral II. John tarafmdan desteklenen Portekizli
Diego Cam 1482’de Kongo ırmağmm denize döküldü­
ğü yere ve oradan ırmak boyunca içerilere doğru git­
ti. Daha sonra W alvis koyuna ulaştı. Portekizli Bar-
telomeo Dias da, Batı Afrika sahillerine yaptığı bir ge­
zide. fırtınaya yakalanan gemisiyle güneye doğru Wal-
vies koyu yakınlarına sürüklendi. Kıyıyı ararken en gü­
neydeki Mossel koyuna ulaştı. Geri dönüşünde ise, bir
rastlantı sonucu Ümit burnunu geçen ilk denizci ol­
du.. Böylece tesadüfler, Dias’ı denizci yaptı..

75
1600 yıllan sonrası köle ticareti almış yürümüştü.
Afrika’yı keşfe çıkanlar, genellikle Habeşistan’a ulaş­
mak, Nil’in kaynağmı bulmak. Büyük Sahra, Çad gö­
lü, Nijer ırmağı, Ekvator kuşağı, Zaire ırmağı, Kliman-
jaro dağı. Tana ve Malavi gölleri, Zambezi ve Orange
ırmağı ile ilgileniyorlardı. Nijer ırmağmı araştıran
Mungo Park, N il’in kaynağmı araştıran John Hanning
Speke, Zambezi ve çevresini araştıran David Livings-
tone ve gazeteci Henry Morton Stanley bunlann en ün­
lülerinden.. 28 Ekim 1871 yılında bugünkü adı Tanzan­
ya olan Ujiji de Stanley ve Dr. Livingstone karşılaş­
mışlardı. Dr. David Livingstone aym zamanda bir mis­
yonerdi.

Ansiklopediler Ne Diyor?

Ansiklopedilere göre, Afrika’mn keşfi şöyle o ld u :


«Afrika’mn kıyı bölgeleri dışında, hemen hemen hiç­
bir yeri keşfedilmemişti. N il’in kaynağı, Nijer ile Kon­
go ırmaklannm gerçek akış yönleri bilinmiyordu. 1778’-
de Afrika Birliği kurulduğunda, batılı araştırmacılara
hertürlü kolayhk sağlandı. Iskoçyah Mungo Park Ni­
jer ve çevresini inceledi (1799). Fransız kaşif Rene
Auguste Caillie Senegal ve Sierre Leone’yi dolaştı. Ku­
zeye doğru sahrayı geçti ve Timbuktu’yu gezdi. Al­
man Heinrich Barth aynı bölgenin haritasını çıkarttı.
Yunanlı Denizci Diogenes’in M.ö. VII. yy.’da, Nil’in
kaynağı olarak sözünü ettiği beyaz dağlan araştırma­
ya koyulan kaşifler, çalışmalarını Kızıldeniz sahilleri­
ne doğru yönelttiler. Sir Richard Francis Burton 1858’-
de Tanganika gölünü buldu. John Hamning Speke ise
N il’in kaynağı olarak tanımladığı Viktorya gölünü
buldu.

76
Hem kaşif ve hem de bir misyoner olan Davis Li-
vingstone Afrika kıtasmm değişik yönlerini dolaştı ve
Zambezi ırmağmı buldu. Batıya doğru Luanda’ya ka­
dar gitti. 1856’da Victorya çağlayanını buldu. I860’da
Nyassa gölünü ve bu gölün batı kıyılarını keşfetti.
Tanganika gölüne doğru ilerledi. 1869’da, kendini ara­
maya g e lea Amerikalı Henry Motton Stanley ile bu­
luştular. Kongo, Zambezi ve Nil çevresine geçitler dü­
zenledi. Kongo ırmağı yolu ile Ujiji’den Nyangwe’ye
gitti ve Tanganika gölüne geri döndü. I873’te öldüğün­
de yaptığı yolculuk yaklaşık 30.000 mili bulmuştu. Ma-
meron ise, 1874 yılmda Afrika’yı, doğudan batıya ge­
çen ilk Avrupah oldu. Henry Morton Stanley 1874 - 77
gezilerinde Kongo ırmağınm tamammı keşfetti. Nil’in
kaynağı sanılan yer Laulaba ırmağı olduğu anlaşıldı.
Stanley, Beyaz Nil’in kaynaklandığı Edward gölünü
buldu. Bu gölün yanmdaki karlarla kaplı Ruvvanzori
dağlan, Diogenes’in «Beyaz dağlan» olmah idi..»
Ansiklopediler böyle yazıyor. Afrika’daki birçok
yer adı, ülke adı ,ırmak, göl, dağ adı, hâlâ bu «ka­
şif» lerin verdikleri isimlerle anılıyor... «Afrika kasa­
bı» olarak birçok Avrupah işgal kuvveti komutam,
kendi adlarım, o ülkelerin çeşitli bölgelerine ad ola­
rak verdiler. Bunlardan biri de Fort Lamy idi.. Çad’m
başkentine «Lami kalesi» anlamına gelen bir isim ve­
rilmişti.. Bu ad uzun yıllar sonra değiştirildi. Edward,
ya da Victorya gölü buna küçük bir kaç örnek.

Avrupahlar Afrika’ya Niçin Yöneldiler?

Bu konuyu aynca, genel değerlendirme bölümün­


de tekrar ele alacağız.. Hint ve Aztek, İnka uygarlık­
larının büyük servetlerinin yağmalanmasının arkasın­

77
dan, gelişen ticaret merkezleri, yeni açılan tanm böl­
geleri, özellikle Amerika’nm beyazlar tarafmdan iskan
ve imarma yönelmesi, büyük işgücü talebi doğurdu..
Batıhlar için Afrika yağmalanacak yeni bakir alanlar
kadar, köle yapılacak insan potansiyeli ve daha son­
raki dönemlerde yeraltı zenginlikleri dolayısı ile ilgi çe­
kici idi.
Batılılann çok daha önceden. Batı Akdeniz sahil­
lerine ulaştüclarmı biliyoruz. Özellikle, Hindistan’a de­
nizden ulaşma çabalan, Batı Afrika sahillerini tam-
ma imkam vermiştir batılılara. Afrika’ya yönelmele­
rinin başka nedenleri de vardı kuşkusuz.. Yine daha
sonra değineceğimiz, Rahip John’un kayıp ülkesinin
arayışı, Habeşistan’da varolduklarını bildikleri Hristi-
yanlara karadan ulaşmak, Afrika’da başka siyah ırk­
tan Hristiyan gruplar olup olmadığını öğrenmek, din­
lerini yaymak, öteden beri, Yahudilerin dini kitapla-
rmda, kendileri için vatan tayin edilmiş olan Nil ile
Fırat arasmdaki ülkeleri tanımak ve bunun için de ön­
celikle Nil’in kaynağma ulaşmak...
Batıhlar, Afrika’yı çok öncelerden tanımak iste­
mişler.. Ancak sık ormanlarla kaph, vahşi hayvanlar­
la dolu bu ülkeye girmekten çekinmişlerdi.. Bir yan­
da çöl, öte yanda bataklıklar, merkezde cehennemi bir
sıcak, tüm keşif çabalarını engellemişti.. Hatta Macel­
lan da bir ara Afrika’ya gitmeye karar vermiş, an­
cak aşın sıcağa dayanamadıklan için geri çekilmek
zorunda kalmışlardı.. Efsanevi Tarzan hikâyeleri, be­
yaz insamn Afrika’daki arayışlannı konu alır.. Beyaz
adam hep öncelikle Nil’in kaynağma yönelmiş ancak
çok uzun arayışlardan sonra Nil’in kaynağına ulaşa­
bilmiştir. Nil’in kaynağım aramak için bir çok yahu­
di asılh beyazm da çeşitli ülkelerin kimliklerini ta­
şıyarak Afrika’jn keşfe çıktıklan bilinmektedir.

78
Müslümanların, daha Hicretten önce Afrika’ya
çıktıkları bilinmektedir. Bilindiği gibi ilk Hicret Ha^
beşistan’a yapılmıştır ve Habeşistan İmparatorluğu­
nun himayesinde kendi dinlerini yaymaya başlamış­
lardır. Müslümanlar, o dönemde üç koldan yayılma­
ya devam ettiler.. Bunlardan biri Kızıldeniz çizgisini
takip ederek Nil boyunca Sudan ve Mısır’a yöneldi..
İkinci bir yajnima istikameti ise Orta Afrika yönün­
de idi.. Üçüncü kol ise Somali ve Tanzanya yönünde
Afrika’nm Hint okyanusu istikametinde idi.. İslâmiyet
bölgede hızla yayıldı.. Peygamber Efendimiz’in vefatm­
dan on yıl sonra, Afrika’nm Akdeniz sahilleri Müslü­
manlarm denetimine geçmişti. Daha o günden Müslü­
manlar Afrika’nm üçte ikisini tanıyorlardı.. Birçok
tebliğ kollan ve ticaret erbabı ise, hemen hemen tüm
Afrika’yı dolaşmışlardı. İstanbul’un fetih yıllannda,
Müslümanlar Ispanya’dan geri çekilen müslümanlar,
Afrika’nm derinliklerine doğru dağılmaya başladılar..
Böylece İslâmiyet Orta Afrika’ya ve Afrika’nm Atlas,
okyanusu sahillerine doğru hızla yayılmaya başladı..
Çad gibi bir takım Orta Afrika ülkeleri, daha 1000 yıl-
larma gelmeden İslâmî tanımışlardı.. Moritanya, Ma­
li, Nijer, Nijerya, Çad gibi Afrika ülkelerinde yeni bir­
çok İslâm devleti ortaya çıktı.
Bu arada, Müslüman denizciler, tüm Afrika kıyı-
larmda ticari maksatlı seferler yapıyorlardı.. Hz. Os­
man döneminde, Kızıldeniz bir iç deniz haline gelmişti.

Nil’in Haritasmı İlk Kez Kim Çizdi?

975 senesinde vefat eden İbn-i Havkal’m harita­


sında Akdeniz ve yakm doğu memleketleri kolaylıkla
görülebilmektedir. 1101 yılmda İdrisi’nin, Sicilya kra-

79
h Roger için yaptığı harita doğruluk ve dakikliği iti­
barı ile bugünkü haritalara çok benzemektedir. Da­
ha da önemh bir diğer husus, İdrisi’nin bu haritasın­
da, N il’in kaynağını göstermiş olmasıdır. Stanley’in
1889 yılında Nil’in kaynağını bulma iddiaları böylece
komik bir hal almaktadır. Çünkü arada yaklaşık 800
yıllık bir fark bulunmaktadır ki, bu zaman farkını gör­
memezlikten gelmek mümkün değildir...
O dönemde çizilen bir haritalarda, enlem ve boy­
lam çizgilerinin bulunduğunu ve İslâm haritacılarının,
Kabe-i mükerremeye hürmeten kuzeyi aşağıda, güne­
yi yukarıda gösterdiklerini belirtelim. Dünyanm, de­
rinliğini bilmediğimiz bir boşlukta asılı duran bir kö­
pük balonu gibi durduğunu düşünürsek, aşağılık ya
da yukarılık kavramının izafi olduğu görülecektir.. Av­
rupalI haritacılar Kuzey Amerika, Avrupa ve bugün­
kü SSCB’yi üstte, Hindistan, Arap yarımadasını ve Af­
rika’yı, Güney Amerika’yı altta gösteren bir haritayı
benimsemişlerdir.. Bu izafi biı durumdur ve bilimsel
kabul edilmişliği yoktur.
ö te yandan Dünya haritasımn çiziminde en solda
Amerikan kıtasmı, sonra Avrupa ve Asya’yı getirmek
gibi bir sıralama da zorunlu değildir.. Dünya Harita­
sını tepe takla, ya da herhangi bir yönde, tutmanız
mümkün olduğu gibi, (Tabi, dünyamızla birlikte, ev­
reni de o şekilde düşünmek gerekecektir.. Çünkü Dün­
yanın Güneş sistemi içindeki konumu belli bir seyir
takip etmektedir..) Avrupa kıtasından başlayarak, As­
ya’yı ve daha sonra Amerika kıtasını yerleştirebilir­
siniz. Coğrafi bütünlük açısından böyle bir şey daha
doğru olacaktır. Çünkü Amerika kıtası, Bering boğa­
zı ile bugünkü SSCB topraklarına bağlı bulunmak
tadır.

80
Ya da dünyayı şu şekilde de düşünebilirsiniz.. Ege
çizgisinden Asya ve Avrupa’yı ayınp, Amerika kıtası­
nı Asya’nın sağma, onun sağma da Avrupa kıtası ha-
ritasmı yerleştirebilirsiniz.. Harita yine doğru olacak­
tır..
Yani Amerika’ya gitmek için, herkesin Avrupa kı-
tasmm üzerinden geçmek gibî bir zorunluluğu yoktur..
Asya ülkeleri çok daha kısa bir yolculukla, aksi yön­
den uçarak Amerika’ya ulaşabilir.. Ya da Kore’den,
Japonya’dan Amerika’ya yolculuk çok kısadır.. SSCB
ile ABD smır komşusu olduğu gibi, Japonya ve Endo­
nezya da ABD’ye sanıldığı kadar uzak değildir..
Genel anlamda teorik olarak bunu herkes bilir. An­
cak algılamaya gelince, ABD ile SSCB’nin zıt kutup­
ta yerleştirilmesi ve ABD’nin Avrupa ile yanyana ge­
tirilmiş olmalan, bir coğrafya felsefesinin ürünüdür..
Tıpkı Müslüman coğrafyacılarm Güneyi tepeye alma-
la n gibi...
Afrika kıtası, Müslümanlar için, îslâmm ilk 10 yı­
lı içinde yabancı olmaktan çıkmış ve sürekli olarak Af­
rika’nm derinliklerine doğru yayılma devam etmiştir..
Nil’in kaynağını arama konusundaki aşın istek,
başlangıçta sırf dini nedenlere dayanırken, daha son­
ra, Portekizlilerin Hindistan’ı tehdit etmeye başlama-
lan ve devrin güçlü siyasi merkezi olan Mısır yöneti­
mini çökertmek maksadı ile Nil’in kaynağını bularak
N il’in akış mecrasını değiştirmek gibi bir hevesi de be­
raberinde getirmiştir.. Bilindiği gibi, dini sebep olarak,
bu bölgede yaşayan Hristiyanlan bulmak amaçlan­
makta idi. Afrika’nm en önemli Hristiyanlık merkezi
olan Habeşistan’m ayn bir özelliği de bulunmaktadır..
Habeşistan kralları, kendilerini «krallar kralı, Judah’m
muzaffer aslam ve Tanrının seçtiği kişi» gibi ünvan-

•Coğrafi Keşiflerin içyüzü - F . : 6 81


larla anmaktadırlar.. Rastarafiyen denilen bu kişiler
kendilerini İsrail’in kayıp olduğuna inamlan 12. kabi­
lesi olarak kabul etmektedirler.. Daha doğrusu, siyah
ırk Rastarafiyenlere göre bu kabileden türemektedir.
Kendilerinin Judah’tan türediğine inanan Rastarafi-
yenler bugün Habeşistan’da ve Jamaika’da yaşamak­
tadır. Yahudilerin ülküsel devletlerinin smırlan Etop-
ya topraklanın da içine almakta, Nil çizgisini takip
ederek, Fırat’a kadar uzanmaktadır. Hatırlanacağı
üzere, ülkemizi de ziyaret eden Habeşistan (Etopya)
kralı, asıl adı Rastarafi Makonnen olan İmparator Hai­
le Selasiye (ki 1974’de askeri bir darbe ile devrildik­
ten sonra 1975’de öldü) yukanda saydığımız ünvan-
larla anılmakta idi. Hz. Süleyman Peygamberin toru­
nu olduğu iddiasında idi ve koyu bir Rastarafiyen idi.
1800 yıllannda kıtayı tanıma gezilerine çıkan Av­
rupalI gezginlerin, Afrika’yı keşif iddialan, koyu bir
aldatmacadan başka bir şey olamaz. En son girdikle­
ri, Merkezi Afrika’da, daha 900 yıllannda Prens OM’un
müslüman olması ile, ilk îslâm krallığmın kurulduğu­
nu ve o tarihlerde müslüman tüccarların ve tebliğci­
lerin buralara ulaşmış olduklannı gözönünde tutarsak,
bu büyük yalanm mahiyeti daha iyi anlaşılacaktır..
Batıhlar, niçin dünyayı kandırmak ve bu konular­
da yalan söylemek gereğini duydular.. Böyle bir ke­
şif iddiasında bulundular.. Daha bir yığın soru?.. Kan­
lı bir sömürü düzeninin iğrenç çehresini, keşif ve bi­
limselliğin masum maskesiyle örtmek mi istediler
yoksa..
Bu konuya tekrar döneceğiz.

82
MÖTHERLANL

Şöyle ya da böyle, insanhğm evriminde, onlarm


davramş biçimlerinde din en etkin rolü oynamıştır,
özellikle geçtiğimiz asırlarda insanlık tarihinin, din
1er tarihi ile özdeş olduğu hemen görülecektir.. Ger
çekte tarih budur asbnda.. Din dışı cereyanlarm bile din
geleneğine bir tepki olmaları dolayısıyle, insanlık tari
hinin omurgasmm din üzere kurulduğunu söyleyebi
liriz..
Bunu niçin söylüyorum? Barbar batı’dan ne kal
dı geriye?.. Batmm var olmaya başlaması doğudan ge
len dini akımlarla birlikte başlarmştır. Dinlerin ve me­
deniyetlerin beşiği olan Kudüs - Mekke çizgisi, her za
man insanhğm yolunu aydmlatmıştır.. Gerek Uzakdo
ğu dinleri, gerek batıdaki dini cereyanlarda bunun et­
kisi hemen görülecektir.. Bu nedenledir ki, Kudüs çiz­
gisi, insanhk tarihinin çıkış noktası, ana ülkedir.
Bir Bizans kültüründen sözetmek mümküp.. Kim
Bizans kültürü üzerindeki Hint ve İran kültürünün
etkisini inkar edebilir?.
fslâm inamşma göre, ilahi dinler tek bir bütün
dür.. Gerçek Hristiyanlık Müslümanbğm ilk evresin
oluşturur. Gerçek Musevilik de öyle.. Zebur ve ötek
suhuflar da aynı kategoriye g ir er ...'

83
Bizans kültürünün oluşmasmda. Batıya doğru ge­
nişleyen akınlar dolayısıyla Doğu kültür etkisinin varlı­
ğı bir gerçektir.. Bilim hiçbir zaman batıdan doğuya
gelmedi.. Hep tek yönlü akım olarak doğudan batıya
gitti. Bugünkü çapraşık durum gerçekte, doğudan ba­
tıya akan büjhik ilmi akışm geri yansımasmdan iba­
rettir. Bu yansımadaki hatalar ise türlü hazımsızlıkla­
ra sebep olmaktadır.
Babil ve Mısır uygarhklarmın Bizans kültürü üze­
rindeki yoğun etkisini burada inleyecek değiliz. An­
cak Bizans kültürünün oluşumunda Anadolu uygar-
hklannm etkisi büyük olmuştur. Anadolu uygarlıkla^-
n ise hep öteden beri İran, Hind ve Arap yanm adası
ve Mısır uygarlıklanmn etkisi altında kalmıştır..
Hristiyanlık dönemine gelince, Hz. İsa hiçbir za­
man ne Bizans’ı ve ne de Roma’yı görmedi. Hristiyan-
lık akımı doğudan batıya doğru yayıldı. Batıda bozula­
rak, oradan tüm dünyaya yansıtılmak istendi. Batı bu­
gün, doğudan aldığı Hristiyanlık kültürünü bin bir
parçaya bölerek, türlü kılıklarda ambalajlayarak, tıp­
kı çamaşır tozu paketleri gibi paketleyerek binbir rek­
lamla «Made in Europa» olarak doğuya pazarlamak
istemektedir.. Vatikan bu anlamda din üreten bir sa­
nayi kuruluşudur..
İslâmiyet döneminde ise, kültür yine Batıya Doğu­
dan gelmiş, bir yandan İstanbul’un geri almması, öte
yandan Ispanya’nın fethi ile Islâm kıskacına giren Ba­
tı İslâm kültür hareketinin etkisi altma girmiştir.. Ku­
düs’e yönelen haçlı seferleri, onlan yabancısı olduk­
la n yeni bir uygarlıkla tamştırmış ye batı bir kez da­
ha doğuya kendini açmıştır..
Son dönemde ise, sömürgeler çeığında, sadece iş­
gal edilen ülkelerftı servetleri gasbedilip, insanlan kö-

84
leleştirilmekle kalmanuş, onlarm tüm fikir birikimleri
ve kültür mirasları gasbedilerek kötü bir tercüme ve
acemi bir yorumlama ile hayali bir batı kültürü oluş­
turulmak istenmiş ve daha sonra ilim fabrikaları gibi
çalışan kilise üniversiteleri, yeni batı kültürünü üre­
tip, tüm dünyaya satmaya kalkışmışlardır...
Batı nerede..?..

85
VASCO DA GAMA EFSANESİ

Coğrafi Keşiflerin başlamasında en önemli rol oy­


nayan kişilerin başmda Vasco da Gama gelmektedir..
Denebilir ki, son dönem Coğrafi keşiflerin şahıdır
Gama..
Gama’nm gittiği yollar ilk kez katedilmiyordu kuş­
kusuz.. M.Ö. 3000 yıllarından beri bu yol bilinmekte
idi. M.ö. 600 yıllarında, Afrika kıtasının çevresinin do-
laşıldığı da bilinmekte idi. Kaldı ki, aym yol, daha ön­
ce Portekizli Alfanso de Albuquerque tarafmdan aşıl­
mış ve 1453 - 1515 yıllan arasmda yaşayan kaptan Por­
tekiz bayrağım buralarda dalgalandırmıştı.. 1478 yılm-
da Portekizli Bartolemeo Dias Ümit burnunu bir kez
daha dolaşmıştı.. 1453 yılmda, İstanbul fethedilip, Ba­
tmm doğu ile geleneksel ticaret yolu Müslümanlarm
eline geçince Batıhlar için, denizden Hindistan’a ulaş­
ma emelleri artık vazgeçilmez bir tutku haline gelmiş
ve Ümit Burnu yeniden önem kazanmıştı.
1469 - 1524 jnllan arasmda yaşayan Vasco da Ga­
ma, bu yolu bir kez daha aştı ve daha sonra Hint ok­
yanusuna tekrar tekrar seferlerde bulundu.. 1497 - 99
yıllan arasmda Afrika’mn güney ucunu geçerek Hin­
distan yolunu bulan Gama, daha sonraki seferlerinde
Mozambikte bir ticaret kolonisi kurdu.. İlk seferinden
ümit verici haberler ve başan ile dönen Gama’ya, ay-

86
m zamanda Hindistan Genel Valisi ünvanı da verildi..
Gama, ilk kez gördüğü ülkenin hakimi oluyor ve bu
topraklan, tek kişilik bir kararla kendine ve ülkesine
bağlıyordu..

Gama Gerçekten Bu Yolu Kendi


Becerisi İle Mi Aştı?

Bu yol çok eskilerden beri bilinmekte idi.. Ancak


yine de batıklar açüc denizlere açılmaktan korkuyor­
lardı. Denizlerde korkunç canavarların vsu-lıklanndan,
yakıcı güneş ve şiddetli fırtmalarm gemilerini alabora
etmesinden endişe ediyorİEirdı. Dahası tammadıklan
insanlarla karşılaşacaklardı.. Karada vahşi canavarla­
rın yaşadığı, mızraklı, çıplak, siyah derili insanların
yaşadığı, öldürücü böceklerin her tarafta uçuştuğu,
ağaç gövdesi kadar kalın yılanlarm ortalıkta dolaştığı
bir ülke idi. Afrika ve ötesi ise hiç bilinmiyordu.. An­
cak zengin altın madenlerinin, baharatın bulunduğu
ülkelerdi bunlar.. Bunlara sahip olabilir, bu insanlara
dinlerini anlatabilirlerdi.
Vasco da Gama’nın gitmeyi hayal ettiği yerler ve
ulaşılabilirliği konusunda ciddi tartışmalar yapılan su­
lar, Müslüman denizcilerin hemen hergün gidip gel­
dikleri yerlerdi. 600Tü yılların ortalarında Afrika’nm
Akdeniz sahillerini ellerine geçiren Islâm savaşçıları,
ikinci yarmm başlarında, Atlas okyanusuna vanp da­
yanmışlar, Ispanya’yı fethe koyulmuşlardı.. Bir diğer
kol ise Afrika’nm Atlas okyanusu sahillerinden aşağı
doğru inmeye başlamıştı. Çok daha önceden, Habeşis­
tan’a giden müslümanlar, oradan bugünkü Somali çiz­
gisine doğru Afrika’nm Hint okyanusu sahil şeridinde
İslam’ı yaymayı başarmışlardı.. Tüm Afrika sahilleri

87
çok kısa bir sürede Müslümanların denetimine geç­
mişti..
Nerede ise Akdeniz, ya da Kızıldeniz kadar bilinen
bir bölge idi Afrika sahilleri. Yine aynı dönemde, At­
las okyanusuna açılan Müslüman mücahidlerin öncü
kuvvetleri tüm Hint okyanusunu aşarak, Pasifikte yel­
ken açıyorlardı.. Japon denizine kadar uzanmışlardı..
Vasco da Gama, müslüm anlann bu denli aşinası
olduğu bir yolu, sanki ilk kez keşfediyormuş gibi or­
taya çıktı.. Daha doğrusu, batıhlar adına bu yolda se­
yahat edebildi.. Daha sonra bu yolculuk, sanki tarih
sayfalarmdan altm bir yaprakmış gibi, dünya kamu­
oyuna tamtıldı.. Kuşkusuz bunda, büyük bir sahtekar­
lık yanmda, Batıhlann Afrika ve Asya milletlerine re­
va gördükleri insanlık dışı muameleyi gizleme psikolo­
jisi önemli bir rol oynuyordu.. Eli kanh bir cani, bir
sahtekar olan Vasco da Gama, insanlığa bir kahra­
man olarak lanse edildi.. O ülkelerin öğrencileri, hâlâ
ders kitaplarmda, bu iğrenç yalanı aynen okuyarak,
atalannm katillerini övgülerle amyorlar..
Vasco da Gama’ya, sahtekar ve cani derken duy­
gusal bir suçlamada bulunmuyoruz.. Cani; çünkü, bin­
lerce masum, günahsız sivil halkı, kendi çıkarları uğ­
runa acımasızca öldürmüştür. Sahtekâr; çünkü kendi­
ne ait olmayan bir ünvanı gasbetmektedir..
Bu yolım Müslümanlar tarafından bilindiğini da­
ha önce ifade etmiştik. Gama da bu yolculuğa çıkar­
ken, Müslüman bir kaptanm klavuzluğuna muhtaçtı..
İbni Macid isimli müslüman bir kaptanı, kendine kla-
vuz kaptan olarak, para ile kiraladı.. Batıhlann yeni
yeni tammaya başladütlan Usturlap, uzay geometri he-,
saplan, enlem - boylam hesaplan ve pusula gibi deniz
aletlerini ve hesaplarım o devirde müslümanlar yakı-

88
nen biliyorlardı.. Gama’ya rehberlik eden İbni Macid
hatıralarında bu aletlerden çok olağan şeylermiş gibi
sözetmektedir. (Bkz. Prof. Dr. Muhammed Hamidul-
lah, İslam’a Giriş, 5. bsk. sh. 252).

İslâm Ordulan
Bizans Önlerindeyken...

1400’lü yıllarda, Müslümanlar bir kez daha Bi-


zans’m surlarını sarsarken, batıda büyük bir telaş ve
panik başgöstermişti.. Islamiyetin hızla yayılışı karşı-
smda Hristiyanlığm yok olmasından endişelenenler İs­
lamların coğrafya ve öteki ihm dallarındaki keşifleri­
nin tetkikine koyuldular.. Asıl am açlan Müslümanla­
rın hızlı yayılmalarının önüne geçmekti. 1400’lü yılla­
rın başlannda Portekiz krahnm oğlu Henry bir deniz
araştırma okulu kurdu.. Çeşitli Coğrafya kitaplanm
getirterek bunlan tercüme ettirdi.. Bir yandan Afri­
ka’nm Akdeniz sahillerine araştırma gezileri düzen­
lerken, öte yandan hafif, dayanıklı ve süratli gemi tip­
leri geliştirmeye çalışıyordu.. Kare ve üçgen yelkenli
açık deniz gemileri yaptırdı.. Kendi bu seferlerin hiç­
birisine katılmadı ve keşiflere önemli bir katkısı olma­
dı. Ancak keşiflerin başlamasında önemli bir rol oy­
nadı.. Batıhlar lehine bu süreci hızlandırdı.
1460’da Prens’in ölümünden 27 yıl sonra, Portekiz­
li bir denizci olan Bartolomeo Dias ilk kez Ümid bur­
nunu dolaşarak geri döndü.. Bu olay, Hindistan’a gi­
den deniz yolunun batıh denizcilere açılmasmı haber
veriyordu.
Dias’m bu gezisinden 10 yıl sonra bu kez Vasco da
Gama, Ümid burnunu dolaşarak Hindistan’a giden yo­
lu keşfetti..

89
Vasco da Gama’nın, Hint okyanusuna niçin açıl­
dığı sorusuna cevap arayan. PakistanlI tarih araştır­
macısı Dr. Yakub Mughul (Osmanhlann Hint Okya­
nusu Politikası ve Osmanlı Hint Müslümanlan Müna­
sebetleri - Fetih Yayınlan, İst. 1974, sh. 17) şu görüşlere
yer veriyor: «Deniz yolunun Vasco da Gama tarafm­
dan keşfi ve Portekiz’in Hint okyanusuna açılması bir
tesadüf eseri olmayıp Rahip John’un ülkelerini ve ba­
harat memleketlerini keşfetmek gayesi ile 7 Mayıs
1487’de bu bölgelere seyahate çıkan Portekizli mace­
raperest Joao Peres de Covilhao’nun yazmış olduğu ra-
porlarm bir neticesidir. Covilhao, Kahire’den Hindis­
tan’a Aden yolu ile Keynnanor, Kalikut ve Goa şehir­
lerini ziyaret etmiş ve dönüşünde Hürmüz ve Cidde li-
manlarma uğramıştır. 1490 senesinde Habeşistan’a va­
rarak çok büyük bir hüsnü kabul görmüş ve evlene­
rek hayatının sonuna kadar orada kalmıştır. Covilhao,
Habeşistan’a gelmeden önce, Portekiz krahna deniz
yolu ve Hint okyanusundaki ticaret merkezleri hak­
kmda geniş, tafsilatlı bir rapor göndermiştir. Bu, Hin­
distan’a yapılacak seyahatin planlanmasında Krala çok
yardımcı olmuştur., ö te yandan Ortaçağ adetlerine
bağlı olarak, Portekizliler, Hristiyanlığı, Asya ve Af­
rika’da yaym a fikrine yaban a değillerdi ve gayeleri­
ne ulaşmak için her çeşit metodu tatbik etmişlerdi.»
Gerçek şu ki, 1497 jnlmda Kral Don Manuel, Vasco
da Gama’yı dört gemi ile teçhiz ederek açık denizlere
gönderirken, sadece Hindistan’a giden deniz yolunu
bulmayı değil, aym zamanda baharat, kıymetli ma­
denler ve oralardaki Hristiyanlan da bulmayı, ya da
Hristiyanhğı orada yaşayanlara anlatmayı da düşünü­
yordu. Mart 1498’de, Mozambik’e geldiğinde, burada
Vasco da Gama’yı Müslüman araplar limanda karşı­
lamış ve mahallin şeyhi, gemiye kadar gelerek bir ne­

90
zaket ziyaretinde bulunmuştu. Ancak daha sonra Vas­
co da Gama’nm gerçek niyetinin anlaşılması üzerine,
daha sonraki limanlarda, aym şekilde hoş karşılanma-
dıklarmı görüyoruz. Bazı kaynaklar, Vasco da Gama’-
mn Malindi’ye geldiklerini ve burada hüsnü kabul gör­
düklerini ve Malindi’den Hindistkn’a kadar, Ahmed
ibni Macid komutasmdaki bir klavuz geminin, Malindi
hükümdarının emri ile, klavuzluk ettiği belirtilmekte­
dir. Vasco da Gama’nm Ahmed ibni Macid’in klavuz-
luğunda 18 Mayıs 1498 yılmda, bir Cuma günü, Kali-
kut’un 8 mil kuzeyinde Kapuket şehrinin açıklarında
demir attığını öğreniyoruz. Vasco da Gama Kalikut ve
Keynaanor’u da ziyaret ettikten sonra 1499 Ocağında
Malindi’ye varmış 22 Ocak 1499’da, da gemilerini ba^
harat ve öteki ticari mallarla doldurarak Lizbon’a doğ­
ru yola çıkmıştı.. 1 Eylül 1499’da Lizbon’a varan da
Gama Kral tarafmdan coşkulu bir törenle karşılan­
mıştı.
Gama, bu seyahatinde, mahalli yetkililerden, tica­
ret izni almış, Kralın mektubunu takdim etmiş Krala
mesajlar da getirmişti ve kendinden emin bir siyaset
izlemiş, zora başvurmaktan kaçınarak herkesle iyi ge­
çinmeye çalışmıştı.
Bir yıl sonra ise, 1500 yılmda, Pedro Alvarez Cabral
komutasmda 13 gemilik, 1200 askerden oluşan silahlı
bir kuvvet, Hükümdarlara sunulacak kıymetli hediye­
lerle yola çıkartılmıştı. 30 Ağustos’ta başlayan yolcu­
luk, bir çok Afrika limanına uğrayarak altı ayda Hin­
distan’da noktalandı. Cabral, Kalikut kralından tica­
ret müsaadesi aldı. Kalikutta ticari hayat, Müslüman-
larm elinde bulunduğu için, Müslüman tüccarlar bu
ziyaretten memnun olmadılar. Ancak Portekizliler iki
ay içinde iki gemi dolusu yük aldılar. Portekizliler um­
duklarını bulamamışlardı. Müslüman tüccarlar Porte­

91
kizlilere mal satmada İstekli davranmıyordu. Bunun
üzerine Cabral, limandaki yüklü bir gemiye saldıra­
rak, geminin yüküne el koydu.. Müslümanlar da buna
misilleme olarak, şehirdeki Portekiz ticaret deposuna
el koydular. Aniden durum gerginleşti. Ertesi gün,
Cabral limandaki 10 adet Mısır ticaret gemisine sal­
dırdı ve gemileri yağmaladı. İki gün süre ile, çevreyi
bombaladı. Bu çatışmada iki Kalikut gemisi de hasar
görmüştü. Kalikut Kralmm araya girmesi ile çatışma
durduruldu. Ancak, Cabral Keynnanor’da ticarethane
ve depo kurmak ve ticaret müsadesi almak gibi bir
imtiyazı da bu arada pazarlıklar sırasında kraldan ko­
pardı.
1501 Nisanmda ise, Joao da Nova isimli başka bir
denizci, 4 gemi ile Lizbon’dan yola çıktı.. Ancediva’ya
sonra Keynnanor’a uğradı.. Keynnanor racası ile itti­
fak anlaşması imzaladı. Koçin’e giderken Zamorin’in
donanması ile karşılaştı. Çıkan çatışmada Kalikut kra­
lı Zamorin’in 5 gemisini batırdı. Zamorin destek alarak
da Nova kuvvetlerine yeni bir saldırıya geçti ise de,
Keynnanor racasmm da Nova’nm yanmda yer alması
ile, Zamorin, bir kez daha büyük kayıplar vererek ge­
ri çekilmek zorunda kaldı. Portekiz krallığı bu geliş­
melerden memnuniyet duyuyordu. Bir yıl sonra, tek­
rar Vasco da Gama, 25 Mart 1502’de, 20 gemilik bir
donanma ile Hindistan’a doğru, yola çıktı.

Vasco Da Gama’nm
İkinci Hindistan Seferi

Vasco da Gama, bu kez savaşmak üzere hazırlık-


h gidiyordu. Hindistan yolu üzerinde, ilk olarak Doğu
Afrika kıyılannda Kilvah limamna asker çıkardı ve

02
Kilvah hükümdarım Portekiz’e tâbi kıldı. Battikala’ya
vardığmda ise, kralı, ’Türkleri ticaretten men etmeye
zorladı.. Battikala kralı ile yapılan anlaşmada, Türk
gemilerinin limanlara yaklaştınlmaması ve her sene
Portekiz’e 100 yük pirinç vermesi şartı da bulunuyor­
du.. da Gama bu kez özellikle Türk düşmanlığı gibi
Türklerin bölgeden çıkartılması ve ticaretlerinin meni
konusunda bölge yönetimlerine baskı yapmak gibi bir
görevi de bulunuyordu.
Da Gama’nm gelişi haberi, çok önceden Kaliküt’-
ta duyulmuştu. Zamorin, yeni bir çatışmaya girmek­
ten korkarak, Da Gama’yı lim ana gelişinde karşıladı
ve dostluk kurmaya gayret gösterdi. Zamorin, da Ga­
m a’nm intikam almasmdan korkuyordu. Kral Zamo­
rin iyi niyetini göstermek için, daha önce müslüman
tüccarlar tarafmdan tahrip edilen Portekiz ticaret de-
polarmm tazmini için 20.000 kruzados gönderdi, ertesi
gün, da Gama’nm limanda savaş düzeni almasmdan
endişe ederek 20.000 pardoos gönderdi ise de, Zamo-
ri’nin korkakhğmdan yararlanan da Gama, şehri topa
tuttu. Bütün gün devam eden top ateşi sonunda, li­
mandaki gemiler batınimış, şehir baştan sona yıkılmış
ve yanmış, sivil halktan yüzlerce kişi hayatını kaybet­
mişti.

Gama’mn Katli

Gama, gözünü kırpmadan yerlileri öldürüyor,


adam lan ise şehri baştan başa yağmalıyordu. Şehir ta­
mamen teslim olmuştu. Bir gün sonra, olaylardan ha^
bersiz, iki büyük gemi ve 24 küçük gemiden müteşekkil
bir Hint ticaret filosunun Koromande’den yüklü ola­
rak Kalikut’a gelmekte olduğu haberi geldi., da Ga­

Q3
ma saldın emri verdi.. Kısa sürede gemiler ele geçi­
rildi.. 800 tayfa da Gama’mn emri ile, merhametsizce,
limanda katledildi, da Gama çılgma dönmüştü. İnti­
kam hırsı ve zafer sarhoşluğu öylesine korkunçtu ki,
halkı korkutmak ve sindirmek için, ticaret gemilerin­
den ele geçirilen 800 tayfa önce kesilerek öldürülmüş,
daha sonra elleri ve kulaklan kesilmiş, cesetleri par­
çalanarak bir gemi ile ve bir mektupla birlikte, Por­
tekizlilerin hediyesi olarak Kalikut kralma annağan
olarak gönderilmişti.. Durumun kendi aleyhine geliş­
mekte olduğunu gören da Gama, ganimet aldığı ge­
miler ve yükleri ile birlikte geri dönüşe geçmişti. Dö­
nüşte, Kalikut kralı ile ihtilafı bulunan Keynnanor ra-
casmı ziyaret ederek, bir anlaşma imzalamış ve 200
Portekiz askerini orada bırakarak yoluna devam et­
mişti. Asimda olanlardan haberdar Keynnanor racası,
korkusımdan, da Gama’nm ileri sürdüğü şartlan ay­
nen kabul etmişti. Koçin racası ile de benzer bir an­
laşma imzalayan da Gama, böylece müslüman tüccar-
lan himaye eden Kalikut hükümdarma karşı bölgede
bir ittifak meydana getirmiş oluyordu. Kalikut hüküm-
darmm karşıtı güçler de, Hükümdan dize getiren Por­
tekiz donanmasmı yanlarına alnuş oluyorlardı.
Vasco da Gama’nm bu seferden, 10 gemi dolusu
ganimet aldığı belirtilmektedir.
6 Nisan 1503 yılmda ise bu kez Alfonso da Albuqu-
erque komutasmda 9 gemilik yeni bir filo yola koyul­
du. Doğrudan Koçin'e geldiler. Portekizliler, Kalikut
kralhğmı ele geçirmesi konusunda Koçin racasma yar­
dım teklif ettiler. Buna karşılık da, raca Portekizlilere
Koçin’de bir kale inşa etmeleri iznini verdi. Portekiz­
liler buraya asker çıkartarak kaleyi tahkim ettiler
1504 3ahnda, Zamorin bir sulh anlaşması yapmak zo

94
runda kaldı ise de, Portekizliler Kalikut gemilerine ra­
hat vermediler. Bunun üzerine Zamorin büyük bir sal­
dın başlattı. Koçin racası Portekizlilerin yanında yer
aldı. Şiddetli çarpışmalar sonunda Zamorin çok sayı­
da gemisini ve 19.000 askerini kaybederek geri çekil­
mek zorunda kaldı. Portekizliler artık Hint okyanusu­
nun tek güçlü donanması haline gelmeye başlamıştı.
Aym yıl Lopo Soares komutasmda büyük bir donan­
ma 1200 askeri ile yola çıktı. Hindistan açıklarmda bir
Arap donanmasma saldırarak 17 gemiyi zabtedip 2000
müslümanı öldürdü. 1504’de, Portekizlilerin Afrika ve
Hindistan yolu üzerinde 6 askeri ve ticeri merkezi bu­
lunuyordu ve 1505 yılında Don Francisco da Almadia
komutasmda, bu merkezlerin takviyesi için 22 gemi ve
1500 asker gönderildi.
Daha başka kaynaklarda, başka bilgilere de rast-
lanmaktadrr. 1502’de Portekizlilerin Kızıldeniz’in girişi­
ni kontrollerine aldıkları ve burada Mısır’a giden ge­
milere saldırdıklan, aynı yıl Vicerete Sarte tarafından
7 Mısır gemisinin ele geçirildiği, yolcularla tayfaların
bir kısmmm öldürülüp, geri kalanının köle yapıldığı
belirtilmektedir, ö te yandan aynı yıllarda, Portekizli­
lerin Müslüman hacıların yollarını kesmeye ve Umman
denizinin kontrolünü ele geçirmeye başladıklarını gö­
rüyoruz. Hatta Kansul el Guri’nin, Portekiz sorununu
diplomatik yollardan çözmek için Papa 2. Julius, Por­
tekiz kralı Manuel ve İspanya krah Ferdinand’a, Sion
dağmdaki, Sion m anastın muhafızlarından Framauro’-
yu elçi olarak gönderdiği çeşitli kaynaklarda zikredil­
mektedir. Kansul el Guri, Papaya ve krallara gönder­
diği mesajmda, üstü kapah bir tehditte bulunuyordu.
Memluk Sultanlığmm, Hind okyanusundaki saldı-
n lan n hakkmdan gelebileceğini ve müslüman toprak-

95
lanndaki Hristiyanlarm akıbetlerinin de hesaba katıl­
ması gerektiğini söylüyordu.. Papa Julius bu tehditkâr
sözleri duyunca endişeye kapılmış, konuyu Portekiz
krah ile müzakere etme gereği duymuştu... Portekiz
Kralı Manuel’in papayı teskin ederek, Portekiz kuv­
vetlerinin yeterince kuvvetli olduğımu ve yakm bir ge­
lecekte Mekke’yi bile işgal edebileceklerini, Medine’de­
ki, Hz. Muhammed (s.a.v.) ’in mezarını bile tahrip et­
me gücüne sahip olduklarmı söylemişti. Papa bu du­
rumdan ikna olmuş ve Portekiz saldırılan, Kansul el
Guri’nin tehdidinin boşa çıkmasmdan sonra şiddetle­
nerek devam etmişti.
1505 yılmda da, gerçekten Portekizliler Cidde ön­
lerine kadar ilerlemişler ve müslümanlann ticaret yol­
larını keserek Memluk sultanlığmı zor durumda bırak­
mışlardı. Hatta Mısır artık ticari önemini yitirmeye baş­
lamış, bunun yerine Portekiz yeni bir ticaret merkezi
haline gelmeye başlamıştı.. Alman tüccarlar, artık bu
ihtiyaçlarım Portekiz’den karşılarken. Memluk sultan-
bğı, kendi iç tüketimini kısmak zorunda kalmıştı..
Bunun üzerine Kansul el Guri, Portekizlilere kar­
şı büyük bir donanma hazırlayarak, Kızıldeniz ve Hin­
distan yolu üzerinde yeni kaleler ve istihkamlar ha­
zırlattı. Ancak Portekizlilere yalnız başma karşı koya­
mayacağım anlayan Kansul el Guri, OsmanlIlardan
yardım istedi. İlk yardım Venedik’ten istendi ise de, 10
kişilik Venedik parlamentosu, ihtiyaç duyulan teknik
yardımı sağlamaktan kaçmdı. Osmanh hükümdan olan
Sultan II. Bayezıt’dan yardım istedi.. Ancak bu sırada,
Emir Hüseyin Cidde’nin istihkâmı işleriyle meşgulken
Tristao da Cünha ve Albuquerque komutasmdaki Por­
tekiz askerleri Babulmendep’in girişini denetlemek
üzere olan Aden körfezinde. Kızıldeniz’in girişindeki

96
Sokotra adasını ve Hürmüz adeismı işgal etmişlerdi..
Yıl 1507.
Hindistan yolu kesilmişti.. Arap tüccarlar iflasm
eşiğine gelmişti ve onur kırıcı yenilgiler birbirini izli­
yordu. Kalikut kralı Mamorin’in yardım beklentileri­
ne cevap verilemiyordu. Nihayet, Mısır Sultam Kansul
el Guri bir donanma hazırlanması konusunda Cidde
Valisi, Emir Hüseyin el Kürd’i görevlendirdi.. 13 Mayıs
1507’de, Emir Hüseyin, 10 kadar gemi ve 1500 askerle
Cidde’den yola çıktı. Aden’e uğradı. Daha sonra Diu’-
ya doğru yola çıktı. Gücerat Sultam Mahmut Şah’ı sa­
vaşa hazırlamaya çağırdı. Emir Hüseyin Diu’ya geldi­
ğinde, Melik Ayaz tarafmdan merasimle karşılanmış­
tı.. Ayaz, aym zamanda Cunagerh valisi idi. Portekiz
kaynaklarma göre. Melik Ayaz, Ru° asıllı olup, Türk­
ler tarafmdan esir almmış, daha sonra Hindistan’da
prestij ve kuvvet sahibi olarak valilik makamma k a ­
dar yükselmişti. O sıralarda Don Francisco da Almei-
da Malabar sahillerinin Portekiz genel valisi idi. Mısır
donanmasmm gelişini haber almca oğlu Don Leronço’-
yu, Keynnanor ve Koçin’deki ticarethanelerini koru­
makla görevlendirmişti.
Ve beklenen çatışma Emir Hüseyin ile. Don Loren-
ço arasmda, bugünkü Bombay şehrinin açıklarmda
patlak verdi.. Melik Ayaz küçük bir donanma ile, Emir
Hüseyin’in yamnda yer almıştı.. îlk iki gün şiddetli top
atışlarma rağmen taraflar üstünlük sağlayamadılar. 3.
günkü çatışmalarda ise, müslümanlar kesin bir zafer
kazandılar. Portekizliler 10.000 kayıp verirken, Müs­
lümanlarm toplam kaybı 1000 kadardı. Portekiz kay­
naklan bu rakam lan doğrulamamaktadır. Ancak ye­
nilgiyi kabul etmektedirler.. Portekiz kuvvetleri yeni­
den toparlanarak, 1508 yıhnda Portekiz genel valisi

Coğrafi Keşiflerin İçyüzü - F . : 7 97


Francisco da Almedia komutasmda 19 gemi ve 1500
askerle Keynnanor’dan denize açıldılar. Portekiz kuv­
vetlerinin yandan çoğunu yerliler oluşturuyordu.. Da-
bul’da iki kuvvet karşılaştı. Bu kez müslümanlar ye­
nildiler. 1500 kadar ölü ve 150.000 düka ganimet ver­
diler.. Müslümanlara yardım ettikleri için, Portekizli­
ler Dabul’u, içindeki halkla birlikte topa tutarak ate­
şe verdiler. Çaresiz kalan ve üstelik ikinci kez Diu ön­
lerinde yenilgiye uğrayan Emir Hüseyin’e bağlı kuv­
vetler, dağılmak durumunda kalmıştı.. Emir Hüseyin
çaresizlik içinde, üç gemi dolusu ticarî malzeme ve
yardımla Cidde’ye döndü..
Kansul el Guri çaresiz kalmıştı.. Antalya valisi
olan. Sultan Bayazıt’m oğlu Korkut’tan ve Sultan 2.
Bayazıt’tan yardun istedi. Osmanh Sultanı, Korkut’a
yardım edilmesinin, Osmanh devletine savaş ilanı an­
lamma geleceğini Mısır Sultam Kansul el Guri’ye bil­
dirdi. Ancak durum vahimdi.. Sultan 2. Bayazıt, Kan­
sul el Guri’ye iletilmek üzere, bir gemi dolusu kereste
ve gemi yapımmda kullamhnak üzere, Kemal isimli
bir kaptanm komutasmda malzeme göndermişse de,
gemi fırtınaya tutularak açık denizlerde batmış ve he­
define ulaşamamıştı.. Oysa Kansul el Guri, Portekizli­
lere karşı savaşmak üzere yeni kurulacak donanma-
nm inşâsı için bu malzemeye acil ihtiyaç duymakta
idi. Yine başka bir gemi malzemesi getirmekte olan
Mısır ticaret filosu ki bu filo 28 gemiden oluşuyordu,
aynca silah ve cephane yüklü idi, İstanbul’dan gelen
bu gemilere Rodoslu Frenkler saldırmışlar ve gemileri
yağmalayarak, Mısır’a yapılmakta olan askeri yardı­
mı bu şekilde önlemişlerdi.. Ayas körfezinde meyda­
na gelen bu olay donanmamn inşâsmı geciktirmişti...
Gönderilen malzemeler arasmda Kansul el Guri için
bir zırh, üçyüz tüfek, üçbin ok, çok miktarda İyi cins

98
barut ve iki bin gem i küreği ile, demir kancalar, ma­
kara, halat vesair malzemeler bulunuyordu. Bu arada
Mekke’de, tebdili kıyafet dolaşan bazı Portekizliler ya­
kalanmış ve Mısır’a gönderilmişlerdi. Donanma hazır­
lıkları bitmek üzere idi.. Donanma komutanlığma Reis
Hamid el Mağribi getirildi.

Albuquerque’nin Planlan

Memluk Sultam yeni donanmayı hazırlamakla


meşgulken, 4 Mart 1510’da, Albuquerque tarafmdan ele
geçirilen Goa, Yusuf Adil Sah tarafmdan geri alındı.
20 Mayıs 1510’da Portekizliler Goa’yı terke mecbur ol­
dular. Ancak bu arada Bicapur’da isyan çıktı. Sah is­
yanı bastırmak için Goa’dan aynimca, Portekizliler tek­
rar Goa'yı işgal ettiler. 1510 3nlmm kasım ayında ger­
çekleşen baskmda 6000 müslüman hayatını kaybeder­
ken, 300 top, çok miktarda mal ve savaş malzemesi
Portekizlilerin eline geçti. 1511 yılında da Malaya yo­
lundaki önemli bir ticaret merkezi olan Malakka Por­
tekizlilerin eline geçti.. 3000 parça top Portekizlilerin
eline geçmişti ve ahnan ganimet çok büyüktü.. Böyle­
ce Malay ticaret yolu da Portekizlilerin denetimine geç­
miş oluyordu. Albuquerque, müthiş bir müslüman düş-
mam idi. Goa’ya yakında bir Türk donanmasmm ge­
leceği haberi yayılıyordu. Albuquerque, Kızıldeniz’e gi­
rerek, Türklerin bölgede böyle bir hazırlığı olup olma­
dığını anlamak ve Memluk Sultanının hazırlamakta ol­
duğu donanmayı, daha tamamlamadan yakmak isti­
yordu.. Bu niyetini Portekiz kralına yazmış ve tasdi­
kini almıştı. S u R İ^ yapma 3nı düşünüyordu: Diu ve
Goa’yı tahkim ederek elinde tutmak ve Basra yolunu de­
netiminde bulundurmak için Hürmüz adaşım; Kızılde-

09
niz’i elinde bulundurmak için Aden’i işgal etmek isti­
yordu, Nil’in mecrasını değiştirerek Mısır’m sulama sis­
temini bozmak, Kudüs’teki Hristiyanlara yönelik teh­
ditleri ve vergileri kaldırmak ve Hz. Peygamber’in me­
zarını Hristiyan topraklanna kaçırmak. Bu amaçla 8
Şubat 1513’de 20 gemi ile Kızıldeniz’e doğru yola çık­
tı. İlk olarak Sokotra adasmı yağmaladı ve Müslüman
halkı katletti, daha bir takım katliamlardan sonra, ge­
ri çekilmek zorunda kaldı. Bu arada, bölgedeki ihti-
lafh emirlikleri ve sultanhklan ziyaret ederek, elçiler
göndererek, birbirlerine karşı onlan kışkırttı ve onla­
ra birbirleri ile savaşm alan için destek vadettî.. Bir
süre Hürmüz’de kalan genel vali 5 Kasım 1515’de Hin­
distan’a doğru yola çıktı ve 15 Kasım 1515’de, İslâm
dünyasmı mahvetmek planlan ile çıktığı yolculuğun
yorgunluğu içinde Goa’ya vardı, öb ü r gün ise, bu emel­
lerine ulaşamadan yatağmda ölü bulundu.
Portekizlilere karşı 2. Memluk seferi için 21 Ağus­
tos 1515’de 6 bin askerden oluşan 20 gemilik bir do­
nanma Süveyş’ten yola çıktı. Ancak Yemen’i fethetmek
konusundaki bir strateji hatası sonucu müslümanlar
arasmda ihtilaf başgösterdi ve hiçbir netice ahnmadan
bu sefer, daha Hindistan yoluna bile çıkılmadan kaybe­
dildi.
Bu olaydan iki yıl kadar sonra, 22 Ocak 1517’de
Ridaniye savaşı oldu. Memluklular’m yenilgisi ile, Mı­
sır, Şam, Halep, Suriye ve Filistin Osmanhlarm eline ge­
çiyordu.. Memluk valilerinin, mâliyeyi düzeltmek için
(Portekizlilerin bölgeye gelmeleri ekonomiyi altüst et­
mişti) halka ağır vergiler koyması hoşnutsuzluğu art­
tırmakta idi.. Osmanhlarm Kızıldeniz’e gelişleri, mem­
nuniyet uyandırdı.. Böylece Portekiz tehdidinin defedil-
mesini umuyorlardı. Ridaniye savaşmdan bir ay son­

100
ra Şubat 1517’de, Portekizli Lopo Soares Kızıldeniz’o
yeni bir sefer yapmak üzere, 37 gemi ve yerli savaşçı­
lardan, kölelerden, Portekizli askerlerden oluşan yak­
laşık 10.000 kişi ile Cidde önlerine kadar geldi.. Sel-
man Reis, burada Portekizlilerle savaşa tutuştu.. Por­
tekizlilere ağır zayiat verdirerek geri çekilmeye mec­
bur etti.
Osmanh Sultam, Memluklarm mireısım devrahnca,
Hindistan konusu ile de yakından ilgilenmeye başladı
ve Portekizlilerin bölgeden defedilmesi konusunda il­
gililere talimat verdi ve yeni bir donanma inştısı için
hazırhklara girişildi. Müslümanlar ilk olarak, Selman
Reis komutasmda, bir kaç tekne ile. Kamaran adasma
hücum ederek, buradan Portekizlileri çıkarttılar ve
m allanna el koydular. Daha sonra yeniden ihtilaf ve
fitnenin müslümanlar araısında başgösterdiğini görü­
yoruz. Selman Reis’in, Kutbiddin tarafmdan öldürül­
mesinden sonra, yeğeni Emir Mustafa İbni Behram Ye­
men valisi oldu. 1530 Şubat’mda Emir Mustafa’nm
Aden’deki muhasarayı kaldırarak Hindistan’a doğru yo­
la çıkması üzerine, Aden hüküm dan Portekizlilerle an­
laştı.. 10.000 eşrafi altım her jul ödeyeceğini belirtti.
Aden emiri, Portekizlilerle anlaşmayı, OsmanlIlarla an­
laşmaktan daha güven verici bulmuştu.
Osmanh beyleri arasmdaki ihtilaf yüzünden, bu se­
fer de bekleneni vermedi. Aksine Portekizliler Osman-
lılann korkusundan Hint okyanusundaki kuvvetlerini
takviye ettiler.. Türklerin ilk hedeflerinin DİU oldu­
ğunu bilen Portekiz genel vaUsi Nuna da Cünha, da­
ha önce Diu’yu ele geçirmeye karar verdi.. 190 savaş
gemisi ve 400 kadar yardımcı gemi ile yola çıktı.
Cunha’nm Portekizli askerlerinin sayısı 3600 ve
5000 de yerli halktan oluşan takviye kuvveti vardı.

101
Cünha 6 Ocak 1531’de, Goa’dan Diu’ya doğru yola çık­
tı. 7 Şubat’ta, Diu’ya yakın bir yerdeki Bete adeısma
vardı. Kayalık bir ada olan Bete halkı sert mizaçh idi.
Adada 1000 kadar köylü yaşamakta idi ve 800 kadar
asker bulunuyordu. Bete halkı adamn çepe çevre ku­
şatıldığım görünce, şerefli şartlarla teslim olmaya ra­
zı olduklarmı bildirdiler. Cünha ise, tüm ada halkım
esir olarak gemilere alıp, müslümanlara karşı savaşm­
da kullanmak istiyordu. Bete emiri, teklifi reddetti. Bu­
nun üzerine karaya çıkan Cünha askerleri, kadm, ço­
cuk, yaşlı, genç ayınım yapmadan bütün Bete halkı­
nı kılıçtan geçirdiler ve Bete’nin tamamım yaktılar..
Sonuna kadar direnen Bete halkı, Portekiz kâşifleri­
nin yaktıklan büyük ateşte, son ferdine kadar yana-
rak can verdi. Oysa ne savaş açmışlardı ve ne >de top-
raklarmm işgalini gerektirecek bir davramşta bulun­
muşlardı.. Emir Mustafa İbni Behram, yeniden topar­
lanarak, Diu’ya doğru yola çıktı.. Cünha Diu’ya henüz
gelmişti ki Osmanlı savaş gemileri de Diu’ya ulaşü..
Portekiz donanması ile tutuşulan savaşta, Osmanh as­
kerleri büyük bir zafer kazandı.. 21 Şubatı 1531’de Por­
tekiz askerleri geri çekilmek zorunda kaldı.. Emir Mus-
tafa’nm başarısı büyük hayranlık uyandırdı.. Ancak
Osmanhlann Hint sahillerinde kuvvet ve şöhret bul­
ması Melik Ayaz’ı endişelendirdi.. Daha sonra Baha-
lur Şah’la da Emir Mustafa’nm arası açılmca, bölge­
de başgösteren fitne, tekrar Portekizlilerin işine yara­
dı.. Tabii bu arada Portekiz gemileri, Hindistan’ı aşıp
daha ilerilere, Japon denizine doğru seferlere başlamış­
tı, Ancak Hindistan bu gelişmeler karşısmda önemini
daha da arttırmaya başlamış oluyordu.
Bu dönemde, bir çok Portekiz gemisi, Hint okya-
nusımda cirit atmaya başlamış, bım lan başka ülkele­
rin gemileri izlemişti.

102
Bahadur Şah, Hümayunla savaşında uğradığı ye­
nilginin ardmdan bölgede Osmanhlarm nüfusunun art­
ması üzerine, Portekizlilerle anlaşarak, Diu ve kendi­
ne bağlı öteki bölgelerde askerî ve ticarî imtiyazlar
verdi. Portekizliler burada bir kale inşa ettiler. Daha
doğrusu, sadece ticarî imtiyaz almışlardı.. Limana ha­
kim bir noktada, ticarî depolar inşa edeceklerdi. An­
cak Portekizliler burayı içeriden içeriye tahkim ede­
rek, bir kale haline getirmişlerdi. Bahadur Şah Por­
tekizlilerden memnun değildi. Ama bir yandan Osman-
h sultanlığı ile arası açılmıştı. Portekizliler ise baskıları­
nı giderek artırıyordu.. Diu’daki Portekiz kalesini zi­
yaret ederek, onlann gönlünü almak istedi. Böylece
askeri tahkimat da resmen tanmnuş oluyordu. Daha
sonra Bahadur Şah’m, bir komplo sonucu denizde öl­
dürüldüğünü göreceğiz. Portekizliler, bunun üzerine,
M üslümanlann tepkisini azaltmak için Hoca Sefer’i
Diu’nun idaresine memur ettiler. Genel valinin yakm
akrabası Antonie da Silveria da, Diu kale komutanı
oldu. Bahadur Şah’m katlinden sonra, onun himaye
ettiği ve bu yüzden de Osmanlılar ile arasmm açılma-
sma sebep olan Mirza Muhammed Zaman bu karga­
şadan yararlanarak kendini Gücerat sultanı ilan etti.
Portekizliler, bu aklı eksik maceracıyı desteklediler.
Böylece Gücerat hükümdarlığma bağlı topraklarda ge­
niş imtiyazlar almaktan başka, sultanlığın hâzinesini
de ellerine geçirdiler. İlk olarak Portekizlilerin el koy­
duğu 700 sandık altm Portekiz gemilerine taşındı.. Por­
tekizliler Mirza adma para basıyorlardı ve camilerde
hutbelerde Mirza’nm adı okunuyordu. 12.000 kişilik
Gücerat askeri gücü Mirza’ya bağlanmıştı. Mirza, Por­
tekizlilerin bu desteği karşılığmda, Hindistan’m batı
kıyılan sahil şeridinin tamammda 5 mil genişliğinde
uzayıp giden bir bölgeyi Portekizlilerin emrine veri­

103
yor, onlara bağışlıyordu. Portekizlilerin, bir seferde
Mirza Muhammed Zaman’la ele geçirdikleri Gücerat
hâzinelerinden aldıkları paramn TL. olarak bugünkü
karşıhğı, yaklaşık olarak bir tirilyon 500 milyar Urayı
buluyordu. Bu durum karşısmda Gücerat asilleri bir-
araya gelerek, Umdetül Mülk komutasmda Mirza Za-
m an’a savaş açtılar. Mirza Zaman, Unah yakmlarm-
da gerçekleşen savaşta yenilgiye uğrayarak kaçmak
zorunda kaldı. Bahadur’un kızkardeşinin oğlu Miran
Muhammed Şah tahta geçti ise de, bir kaç hafta için­
de vefat etmesi üzerine, 5 Nisan 1538’de tahta 11 ya-
şmdaki Prens Mahmut çıktı.
Bu olaylar olurken. Emir Mustafa Diu’dan ayrıla­
rak Mekke’ye dönmüştü. 1535’lerde, Asaf Han, Baha-
dur Şah’m vasiyeti üzerine, Sultan’m haremini ve hâ­
zinesinin bir kısmım alarak Mekke’ye geldiğini görü­
yoruz. Bahadur Şah vefatmdan önce Umdetül Mülk
ile Osmanh padişahma bir mektup göndererek duru­
mu arzetmiş ve ikametlerine izin verilmesini istemiş­
ti. Umdetül Mülk 3 yüzmilyon akçe değerinde, kıymet­
li taşlarla bezenmiş bir kemeri de padişaha hediye ola­
rak göndermişti. Padişah Edirne’de olduğu için, oraya
gitmiş ve orada Padişah tarafmdan kabul edilmişti..
Umdetül Mülk, hediyeyi takdimden sonra, Portekiz te­
cavüzleri konusunda bilgi vermiş ve Padişahm ilgisi­
ni istemişti.
Bahadur Şah, durumun vehametini anladığından,
daha önce Asaf Han’la çocuklarını ve hâzinelerinin bir
bölümünü Mekke’ye göndermiş oluyordu. Bahadur’un
katli haberinin gelmesinden sonra Süleyman Paşa,
Diu’ya gitmek üzere gönderilmiş, Süleyman Paşa, bu
arada Mekke’de bulunan Bahadur Şah’m ailesi ve hâ­
zinesi ile ilgilenmiş, 350 sandık tutarındaki bir trilyon

104
lira değerine yakm altm hâzineyi İstanbul’a gönder­
mişti.
Sultan Süleyman, Bahadur Şah’m durumundan
çok önce haberdar olmuş ve Süleyman Paşa’yı, oraya
gitmek üzere görevlendirmişti... Ancak donanmanm
ikmali ve aradan geçen zaman zarfmda Bahadur Şah
katledilmiş (13 Şubat 1537) bölgede önemli gelişmeler
olmuştu.. Sultan I. Selim’in kölesi iken, kendini kabul
ettirip devlet ricaline yükselen Süleyman Paşa, son gö­
revinden önce Mısm ve Suriye beylerbeyi görevini ya­
pıyordu. Osmanlı donanması 11 Temmuz 1538’de Cid­
de’ye vardı. Süleyman Paşa, ilk iş olarak Aden ve Şihr’i
ele geçirdi. Süleyman Paşa’nm Diu’ya doğru yola çık­
ması üzerine, Hoca Sefer de Portekiz kuvvetlerine kar­
şı savaş açmış ve daha sonra Osmanlı donanması ile
birleşerek Portekizlilere ağır darbeler indirmişlerdir.
Diu’dan başka Garcia da Sa kalesi ve St. Thomas ka­
lesi önlerine gelinmiş, ağır hasar verilmesine karşm ka­
leler ele geçirilememişti. Portekizlilerin takviye almak­
ta olduğuna ilişkin haberler üzerine Osmanlı donan­
ması 6 Kasım 1538’de geri çekilmek zorunda kaldı. Sü­
leyman Paşa, bölgede çıkabilecek emin bir yer bula­
madı.. Portekizliler Gücerat hazinesinih Mekke’den İs­
tanbul’a gönderildiği haberini ve Aden Emirinin Süley­
man Paşa tarafmdan öldürüldüğü haberini yaymışlar­
dı.. Süleyman Paşa ilk gelişinde camilerde Osmanh sul­
tanı adma hutbe okunmasım istemesiyle yerli emirle­
ri endişeye düşürmüştü. Aden emiri örneğinden endi­
şe eden Sultan Mahmud, Süleyman Paşa’yı ziyaretten
imtina etti. Sultan Süleyman, Portekiz donanmasmm
imhasını emretmiş olmakla birlikte, Sülleyman Paşa,
yerli müslüman yönetimlerle ihtilafa düşmüş, onlara,
sert muamele etmek sureti ile endişelenmelerine yol
açmıştı.. Geri dönüşe karar veren Süleyman Paşa 27

105
Kasım 1538’de Şihr limsınma vardı. Oradan Moha ve
Zebid’i işgal etti. Süleyman Paşa bu seferinde Porte­
kizlilerin gözünü korkutmuştu ama, bölgedeki müslü­
man halka kendini sevdirmeyi başaramamıştı.. Böyle­
ce bölge halkınm Osmanhlara olan güveni ve sempa­
tisi jnkılmış, Süleyman Paşa’mn gidişi ardmdan, Por­
tekizlilerin bölgeyi yeniden işgal ederek sivil halka kar­
şı katliama girişmeleri üzerine, Hint okyanusu ariak
kesin olarak Portekizlilerin denetimine geçmiş oluyor­
du.. Kasım 1539’da Süleyman Paşa İstanbul’a vasıl olu­
yor ve bir tarih sayfası da böylece kapamyordu. Pa-
kistanlı tarihçi M. Yakub Mughul, bu başarısız plan ko­
nusunda şunları söylüyor: «Süleyman Paşâ’mn müt­
tefiklerine karşı istihfaf dolu tavn, Bahadur Şah’m hâ­
zinelerine el konması ve Aden emirinin öldürülüşü, iki
müslüman ülkenin dostça münasebetlerinin gelişme­
sini büyük ölçüde engellemiştir. Böylece Türk seferi
neticesiz kalmış ve Portekiz nüfuzu yok edilememiştir.
Bundan başka, iki müslüman ülke arasmdaki müna­
sebetler, Hristiyan devletler lehine ciddî bir şekilde ze­
delenmiş ve istikbalde müşterek düşmanlara karşı, bir­
likte yapılabilecek bir hareket ümidi zayıflamıştır. Bu
sebeple, Hristiyan deniz kuvvetlerine gelecek yüzyıl­
lar boyunca, Müslüman Hindistan’ı, esaretleri altmda
tutmak fırsatı verilmiş oldu.»
1539’dan soiıra, Amerika yağması başlamış ve dün­
yanm etrafı dönülmüştü. Korsanlar açık denizlerde ci­
rit atmaya başlamıştı, Avrupa için için kaynarken, Os­
manlI imparatorluğunda sonbahar rüzgârları, asırlık
çmar ağacmm yapraklarım dökmeye başlamıştı.
Daha sonra, Hindistan Ingilizlerin eline geçti. Çin’e
yöneldiler. Hint okyanusunda bunlar olurken, Afrika’­
da, Uzak doğuda, Amerika kıtasmda ilginç gelişmeler
oluyordu.

106
AFRİKA’NIN KEŞFİ’NİN SONUÇLARI

M .ö. 4000 yıllannda bile Afrika’da köle ticareti yor


pıldığı biliniyordu. Ancak bu çağda köleler, yapılan sa­
vaşlarda esir alınan kişilerden oluşuyordu. Esirler öl­
dürülmüyor, onlann emek ve işgüçlerinden istifade edi­
liyordu. Giderek bu statü bir kölelik hukukunu da be­
raberinde getirdi. Bu hukuk özgür insanlarm köleleş-
tirilmesi değil, savaş esirlerine ve borcunu ödemeyen
kişilere has bir durumdu. Coğrafi keşiflerle doğan kö­
lelik ise, insan avcılığma ve hür insanlan köleleştir­
me esasma dayamyordu. Bir çok araştırmacmm da ifa­
de ettiği gibi «Sömürgecilik döneminin işgal ve yağ­
m alan, Avrupada Kapitalizmin gelişmesini hızlandır­
mıştı.» Keşif çabalarmm amacı belli id i: Para, dini yay­
mak ve müslümanlann yayılmasını önlemek, daha son­
ra da yeraltı ve yerüstü zenginlikleri, insan güçleri,
jeopolitik konum lan itiban ile sömürmek. J. T. Mun-
day (The Portuguese Disccver Central Afrika 1482-
1580/Londra 1951) eserinde keşifler esnasmda yapılan
katliamı doğrular ve sömürgelerin önemini vurgular.
Şöyle der Munday adı geçen eserinde: «Diego Cam
1484’te Kongo'yu fethetti. Barthomeleo Dias Ümit Bur­
nu’nu 1486’da dolaştı ve Vasco da Gama da 1497’de ay­
nı yolu izleyerek Hindistan’a vardı. Kristof Kolomb’un
Atlantik’i geçmesi (1492) ve Vasco da Gama’nm Af­

107
rika yolu ile Hindistan’a varması burjuva sınıfmm zen­
ginleşmesi için sayısız imkânlar sağladı. Denizcilik, ti­
caret ve sonunda endüstrinin gelişmesi için çok önem­
li bir adım atılmış olduğu bilinmektedir. 1498’de Vas­
co da Gama’nm gemilerinin Mombasa önlerinde belir­
mesi ile Portekiz doğu Afrika’ya da el atmıştı. Porte­
kizli Amiral buralann yerli halkma, ya Portekiz tacı­
na bağlılık yemini etmeleri, ya da hep birlikte öldürü­
leceklerini söylüyordu. Afrika’ya ondan sonra giden
Francisso da Almeida da Mombasa ve Kilwa gibi bü-
3dik kentleri yıkıp yakmış, bütün halkı öldürmüştü..»

Köle ticareti zaman içinde gelişti, ö y le ki, Avru­


pa ülkeleri arasmda köle ticareti bir yana, özellikle
Amerika’ya köle ihracı konusunda batılı ülkeler ara-
larmda alabildiğine bir rekabet başladı, özellikle
kölelerin nakliyesi ile ilgilenen devletler bu işten
büyük para kazanmaya başlamışlardı. Prof. Orhan Tu­
na ve Prof. N. Yalçmtaş’m ortaklaşa hazırladıkları (Fi­
liz Y a y ın ev i- 1985- İst.) «Sosyalist Siyaset» isimli ki­
tapta da bu konuya değinilir. Burada belirtildiğine gö­
re 1772’de İngiltere ile İspanya arasmda köle nakline
ilişkin bir anlaşma yapılmıştı. O dönemde İngiltere’de
satış için bekleyen 15.000 kölenin bulunduğu bilinmek­
tedir.. Adı geçen anlaşma ile Afrikadan Amerika’ya,
köle nakline ilişkin imtiyaz İngiltere’ye verilmiştir.
Kızılderililerden alman topraklan işleyecek işgü­
cüne ihtiyaç duyan Amerikalı beyaz derililer Afrika’­
dan köle ithaline başlamışlardı. Kızılderililerin dire­
nişleri ve topraklarım korumakta kararlı olm alan on­
lann köleleştirilmesine mani oluyordu. A ynca sömür­
geci beyazlar, banşçı bir karekter taşıyan Kızılderili­
leri vahşice yok ediyordu. Ne acı ki. Kovboy filimle-
rinde gerçek tersjrüz edilerek kafa tası avcılan yer de­

108
ğiştirecektir. Beyazların, o zaman çıkarttıkları yasalar­
da Kızılderili erkeklerin kafa derisi için ayn, kadmlar
için ayn ve çocuklar için ayn fiat biçtikleri bilinmek­
tedir.
Bugün artık kızılderililer, nesli tükenmekte olan bir
canlı türü olarak korunmaya alınmıştır. Amerika’daki
vahşi katliam, bir yanı ile de kara Afrika’da Avrupa­
lI beyazlar eli ile sürdü. Akla hayale gelmedik işken­
ce türleri uygulandı.
Batılı insanm sömürü ruhu hortlayınca, hızım ala­
mayıp kendi tendeşine de yöneldi.. Amerika’da petrol
sahalannı ele geçirmek için -çok uluslu, bugün bile var-
lıklannı sürdüren- petrol tekelleri, tarlasını satmak is­
temeyen beyaz köylüleri avlajnp başparmaklarım pet­
rol şirketlerine sattılar. Onlar adma düzenlenen satış
evraklarmda bu parmaklar imza yerine kullanıldı..
Arap yanm adasm a yöneldiklerinde ise herkesin
isim olarak çok yakmdan tanıdığı Çörçil, gözü dönmüş
bir biçimde şöyle haykınyordu: Bir damla kan, bir
damla petrol..
Eric Williams ise Afrika’nm uğradığı felaketle il­
gili olarak (Capitalism and Slavety) isimli eserinde
şu görüşlere yer veriyor: «.. Amerika’da yerli halkm
giderek azahp kaybolması ve Ispanya’nın Amerika’da­
ki sömürgeleri ile Portekiz sömürgesi Brezilya’daki bü­
yük ekili topraklar köle emeğinin ithalini gerektiri­
yordu; Bu nedenle Afrika’dan Amerika’ya çok sayıda
köle götürüldü. İlk sermaye birikimi için büyük bir
zenginlik kaynağı olan köle ticareti Afrika halkları­
na bir felaket getirmiş, bu kıtayı gelişen kapitalizmin
kurbanı yapmıştı.»
Batı kapitalizminin doğuşu-, Kızılderili kanı. Zenci
ahnteri ve uzak doğu insanmm aimteri ve gözyaşm-

109
dan yoğurulmuş bir temelin üzerinde olmuştur. Kapi­
talizmin ahlaki ve tarihi bir temeli olduğunu savunan­
lar için en büyük bir yalanlama belgesi olacaktm.
Marksisflerin dediği gibi; ne kapitalizm ve ne de sosya­
lizm, tabii bir evrim sürecinin sonunda ortaya çıkan
kültürel, ekonomik ve sosyal değerler değil, sömürü­
ye dayanan bir sürecin beraberinde getirdiği olumsuz­
luklardır.
Afrika'da köle avım ilk başlatanlar Portekizliler
olarak biliniyor. İlk köle kafilesinin 1441’de Lizbon’a
getirildiği kaydedilmektedir. Bunun daha öncesi de ol­
muştur, ancak resmen ilk kafile bu tarihte Lizbon’a
getirilmiş, köle ticareti ve insan avı batı toplumlan
için yeni bir iş alanı olmuştur. Köle ticaretinde Por­
tekiz tekeli 1580’e kadar sürdü. Bu arada hemen her
batılı ülke Afrika’ya yöneldi. Afrika sanki köle depo­
su idi.. Yerden mantar toplar gibi Afrika’dan insan
toplamaya başladılar. Senegal’den Angola’ya kadar bü­
tün batı Afrika sahilleri köle avcılan ile doldu. Köle­
ler demir zincirlere bağlı olarak gemilere konuyor se-
yehât boyunca her yanı kapalı kamaralara balık istifi
dolduruluyordu. Zamanla köle ihracı için dizayn edil­
miş gemiler geliştirildi, ö le n ve hastalanan köleler faz­
la yiyecek ve su tüketmesin diye denize atılıyordu. Af­
rika’dan toplanan köleler bu topraklarda köle taşıma­
cılığı yapan beyaz eldivenli köle tüccarlarma 70-200
frank karşılığında satılıyordu. Amerika’da ise bunun
bir kaç misli para ediyordu. Köleler genellikle toprak
işçisi, harfiyat işlerinde, pamuk ve şeker tarlalan,. ma­
den ocaklan ve fabrikalarda çahştınlıyordu.
Köle ticareti zamanla öyle gelişti ki, Avrupa’da ma­
likanelerde köle sa 3nsı günden güne arttı. Feodal bey­
lerin giderek genişleyen arazilerinde yüzlerce köle ça-

110
hşmaya başladı.. Zamanla bu insanlar savaşlara sürül­
düler, yeni m odem şehirlerin, metrolarm inşasmda Fi-
ravun’un ehram lannda çalışan köleler gibi çalıştılar
ve bugünki batı uygarlığını siyah yoksul Afrikalı in­
samn sırtmda taşıdığı taşlarla inşa ettiler..
Köle avı, vahşi bir hal almıştı. Silahlı insan av­
cıları köy basıyorlar, herkesi öldürüp yalnız genç ve
güçlü insanlan alıyorlardı. Çocuklar bile tavuk gibi ke­
siliyordu. Kaçıp bataklıklara, dağlara sığınanlar ise ya
bataklıklarda ölüyor, ya da kurda kuşa yem oluyor­
du. Bu gün bir hesaba göre 100-150 milyon kadar Afri­
kalı köle ticaretinden etkilenmiş, ölmüş, köleleştirilmiş-
tir. Bu durum Afrika nüfusunun artmasmı engelleyen
öğelerden biri olarak kabul edilmektedir.
Zamanla, Avrupahlar ve Amerikalılar köle yaka­
lama işini yerU işbirlikçilere bırakmış, onlar ufak ko­
misyonlar karşıhğı beyaz efendilerinin isteklerini ay­
nı acımasızlıkla yerine getirmişlerdir. Giderek kabile
beylerine bu iş karşılığı para ve imtiyaz sunulunca Af­
rika halkı ile yönetimi arasmda da bir yabancılaşma
ve düşmanlık süreci başlamıştır.
1876’ya kadar Avrupahlar kara kıtanın ancak %
lO’unu denetimleri altına almışlardı. Kıta içlerine he­
nüz girilememişti. O dönemde (1884 -1900) Afrika’da
sömürgeci ülkelerin ellerinde bulundurdukları toprak
ve bu topraklarda yaşayan insan sayısı şöyle id i:

ülke adı Ele geçirdikleri toprak Bu topraklarda


(Sömürgeci) mil kare olarak (Milyon) yaşayan Afrikalı sayısı
İngiltere 3.7 57.000.000
Fransa 3.6 36.500.000
Almanya 1 14.700.000
Belçika 0.9 30.000.000
Portekiz 0.8 7.590.000
İspanya 3.6 184.000

111
Emperyalistler Afrika’yı zor rekabet şartlan için­
de pay etmeye ve işgale devam ettiler. Kısa sürede
sömürgeci ülkelerin ele geçirdikleri toprak miktan şu
duruma g e ld i:

İngiltere :4.7 (Milyon mil kare)


Fransa : 4.1 »
Almanya : 1.5 »
Belçika : 1.4 »
Portekiz : 1.7 »

İngiltere en stratejik bölgeleri elinde tutuyordu.


Elmas, altm madenleri, zengin tanm kaynaklanna sa­
hip olmuştu. Fransız sömürgeleri ise daha çok kahve,
pirinç, kauçuk, fosfor, demir ve manganez açısmdan
zengindi.
Batıhlar ele geçirdikleri ile yetinmediler ve 1899-
1902 jnllan arasmda Boer savaşı oldu. Bu çalkantı için­
de 1. Dünya Savaşma girdiler.
Afrika’da olan olmuştu. Bütün kıta köleleştirilmiş-
ti. İl Dünya savaşma gelindiğinde ise Avrupahlar bu
kez 845.000 Afrikalıyı ateş hattma sürmüşlerdi. Bu ra­
kam sadece Fransız cephelerinde kullanılan insan sa­
yısını göstermektedir. Sınırlarla yerli halk gelişigüzel
bölünmüş, işbirlikçi yerel beylerle halk birbirine düş­
man olmuştu. Afrikalılarm birlik olup işgalcilere kar­
şı koyma im kanlan ellerinden almmış gözüküyordu
Herşey, hiçbirşey karşılığı almıyor, kullanılıyordu.
Bir yandan misyonerler, bir yandan sözde keşifler,
öte yandan insan avcıları ve silahlı devlet gücü Afri­
ka’yı korkunç bir yamyamlıkla yiyip tüketiyorlardı.
John W. Forje ve W. Howitt’in konu ile ilgili kitapla-
rmda şu bilgiler yer ah yor: 1923’de Paris’te Sömürge
okulımda bir konuşma yapan Fransız Sömürge işleri

Jİ12
devlet bakam Albert Sarraut şöyle diyordu: «Gerçeği
gizlemeye ne gerek var? Sömürgecilik ilk uygarbk ha­
reketi değildi. Çıkarlann dürttüğü bir zor hareketi idi.»
İngiliz Din adamı W. Howitt de «Sömürgecilik ve Hris-
tiyanlık» isimli eserinde: «Avrupa’mn dünyanın bütün
bölgelerinde ve boyunduruk altma almayı başardığı
bütün halklara yaptıkları barbarlık ve emsalsiz taş-
kmhklann dünyanm herhangi bir döneminde ve nice
vahşi, ne derece görgüsüz ve ne kadar acımasız olur­
sa olsun bir örneğini daha başka bir ırkta görmek
mümkün değildir.» görüşlerine yer veriyordu.
Nazi savaş suçlularım yakalayıp yargılayacaklar­
mış. Pöhh! Kendi cinayetlerini kim yargılayacak!. Ya
en büyük cinayet bu kahrolası uygarlıklarım hâlâ şu
bize «batılılaşma» diye yutturmalanna ne demeli! Ne
demeli, ders kitaplarmda sürüp giden bu barbarlar ka/-
dar aşağılık, onlan aklamaya çalışan işbirlikçi eğitim­
cilere, sömürge ülkelerinin eğitim bakanlarma, batıcı
liderlerine!
Evet! İngiltere’de İmparatorluk Doğu Afrika şirke­
tinin, Hindistan şirketinin evraklarmı açıklasm da gö­
relim demokrasinin kan ve irinle dolu, gözyaşı ile do­
lu envanterini. Demokratsa haydi açıklasm!
Afrika’da hâlâ sürüp giden cinayetler, ihtilal, yağ­
ma ve sömürü, sahte, sun’i ideoloji savaşlan ve sun’i
yönetimler sömürgecilerin kirli artıklan değil mi?.. Ve
sömüınii hâlâ sürmüyor mu?..
Sartre «Bizim sömürgeciler olduğumuzu biliyorsu­
nuz» diye söze giriyor artık. Luis Masignon ise bakın
ne diyor: «Onlann herşeylerini tahrib ettik. Felsefele­
ri, dinleri mahvoldu. Artık hiçbirşeye inanmıyorlar.
Derin bir boşluğa düştüler. Anarşi v ey a ’jntihar için
uygım hale geldiler..» İşte bütün başardıkİan bu!

Coğrafi Keşiflerin İç y ü z ü -F .: 8 113


Etopya’da insanlar yılda 137 dolarla geçiniyor.
400.000 kişi şu an ölümle pençeleşiyor açlüc ve ilaç
yokluğundan. Acil olarak 3,5 (sadece üç buçuk) mil­
yon dolara ihtiyaç var am a o da yok. Oysa ABD’nin
Körfez donanmasınm askeri bütçeye maliyeti günde 2,
milyon dolar!

114
GÜNEY KUTBU’NUN KEŞFİ

En son keşfedilen kara parçası Antartika kıtası ol­


du.. Buzlarla kaplı bu kıtaya en yakın noktadan, ilk
kez 1773 yılında, Avusturalya kaşiflerinden James Cook
geçti.. Fok ve balina avcılarının açık denizlerdeki se­
rüvenleri güney denizlerinde yeni keşiflere yol açtı.
1819-21 yıllan arasında Rus seyyah Fabian Von
Bellingshausen, Antartika’nın çevresindeki turunu ta­
mamladı. İlk kez 1831 yılmda buraya ayak basıldı.
1 9 ll’de, İngiliz ve Norveçli iki grup arasmda Kutup
yanşı başladı. Norveçli Ronald Ainundsen İngiliz Ro-
bert Falcon Scott’u bir ayhk farkla geride bırakarak
birinci oldu. Ve Norveç basrrağım kutba dikti.. Scott’un
adam lan ise dönüş yolunda kayboldular.
Güney Amerika ve Avüsturalya’nm uç noktalan-
nm birbirlerine en yakm bulunduğu Güney Kutbunun
tam olarak keşfi 1950 sonrası bilimsel araştırma döne­
minde oldu. Sir Vivian Funchs’un 1957 - 58 yıllan ara­
sındaki Trans Antartika gezileri bölgenin keşfinde
önemli rol oynadı.
Pilot Richard E. Byrd ise 1926’da Kuzey Kutbu,
1929’da Güney Kutbımu hava yolu ile aşan ilk kişi
oldu.

115
Denizaltının Keşfi

1930’larda denizlerde inilebilen en fazla derinlik


180 metreyi geçmiyorken, 30 yıl sonra 1960’da 10.917
metrelik dalma rekoru kınldı..
İsveçli fizikçi ve deniz araştırmacısı Auguste Pic-
card’m yaptığı Trieste Batiskafı ile 1960 yılında yapı­
lan bu dalışm ardmdan 1969 yıhnda Tektife - 1 isimli
bir deniz aracmda, su altında 15 metre derinlikte dört
kişi, iki ay süre ile kalmayı başardılar. Günümüzde
deniz araştırmaları hâlâ sürmektedir. Ünlü deniz araş­
tırmacısı Jacques Yvs Cousteau ve Emile Gagnan isim­
li iki Fransız bilim adamı, oksijen tüpünü geliştirerek
bu yönde buluşları ile deniz araştırmalarına önemli
bir katkı sağladılar.

Avusturalya’nm ve Yeni Zellanda’nın Keşfi

Biz tekrar doğuya dönelim.. Yıl 1600, Avustural-


ya’yı keşfe çıkıyor HollandalIlar.. Bir yandan Avustu-
ralya, öte yandan Yeni Zellanda Avrupa’h işgalcilerin
dikkatlerini çekiyor.. Hollandalılarm arkasmdan Ingi-
hzler Avusturalya kıtasma ayak basacaklardır. 1768’-
de yola çıkan Kaptan Cook ilk gezisinde Avusturalya’-
dan başka, Endeavour isimli 30X9 m. büyüklüğünde­
ki kömür ener-jisi ile çalışan gemisi ile Antartika’yı da
dolaşmajn başarmıştı..
1771’de ülkesine dönen Cook daha sonra çıktığı
ikinci bir gezide Hawai’de öldürülür...
Kaptan Cook’dan çok önce 1605’de Wilhelm Jansz
bu bölgeye gelmiş mürettebatınm çoğu ölmüş, daha
sonra geri çekilmek zorunda kalmıştı. Hollandah Jansz'
dan sonra 1616’dan sonra Hartog bu bölgeyi keşfe çık­

116
tı. 1642’de Abel Tasman Yeni Zellanda’yı buldu ve böl­
geye Tasmanya adım verdi. 1644’de Tasman tekrar ken­
di ülkesine geldi. 1801’de ise Filinders bölgeye geldi..
Artık Avusturalya tamamı ile etrafmdan dolaşdnuştı.
Şimdi bu k ıta-adaıu n derinliklerinin keşfi kalıyordu
geriye. 1829’dan 1874’e kadar adamn derinliklerini keş­
fe çalıştılar. Sturt, Leichhardt, Burkey, Stuart ve Porrest
maceralı yolculuklar düzenlediler.. Seyyahlar, Hindis­
tan’dan getirdikleri develerle yolculuklarını sürdürü­
yorlardı. Robert Brooke ve W ills’in yolculukları çok
ünlüdür.. Bunlar bu maceralannm bedelini hayatları
ile ödediler.. Arkadaşları John King ise bir yerli kö­
yünde açlıktan ölmek üzere iken bulundu.
Yeni Zellanda’mn keşfi ile 1900’lü jnllarm başm-
da, çahşmak, yurt edinmek, ticaret ve tebliğ maksadı
ile çok sayıda müslüman ve Türk de Yeni Zellanda’ya
göç etti.. Bugün hâlâ yeni Zellanda’nm birçok yerin­
de, toplu halde, Türkçe konuşan, Türk geleneklerini
sürdüren, inançlarım koruyan Türkler yaşıyor.. Yine
Avusturalya’da da, ilk jullarda göç eden binlerce kar­
deşimiz hâlâ varlıklarım sürdürmektedir.

Avusturalya’nm İç Bölgelerinin Keşfi

1829 - 1945 - Sturt isimli bir denizci, Avusturalya’-


nın iç kısımlanna doğru, ilkinde Kuzey - Güney, İkin­
cisinde doğu - batı istikametinde iki sefer yaptı.

Kuzey Buz Denizinin Keşfi

1497 yılmda Cabot’un Kuzey Amerika’ya ulaşma-


smm ardından Sibirya kıyüarmdan Kuzey-Batı geçidi

117
ile Asya’ya yol bulma çabalan hızlandı. İlk kez İsveçli
Nils Nordenskjöld 1878 - 79 yıllannda bu geçidi aştı.
1903 -1906 yıllan arasmda Norveçli Ronald Amundsen
bu yolu ikinci kez geçmişse de, başka yollar bulundu­
ğundan bu buluş eski önemini yitirdi. Ancak bu kez
Kuzey kutbunu araştırma gezileri önem kazandı ve
ilk kez 6 Niseın 1909 jnimda Amerikalı Robert Peary,
köpeklerin çektiği bir kızakla Kuzey kutbuna ulaştı.
Norveçli kaşif Fridtjof Nansen «Fram» isimli yelkenli­
si ile 1894 - 95 kışmda 84 derece kuzey enlemine ulaş­
mış, Kuzey kutbuna 438 km mesafede karaya çıkmıştı.
1955 yılmda ABD’nin yaptığı ilk nükleer denizaltı
olan Nautilus, 1958 yıhnda Kuzey kutbunu deniz altm-
dan geçti.
Daha sonra 1968-69 yıllannda W ally Herbert’in
başkankk ettiği İngiliz araştırma grubu, Alaska’daki
Point Barrov’dan yola çıkarak Kuzey kutbu üzerinden
Spitzbergen’e ulaştılar.

118
. COĞRAFÎ KEŞİFLERE
GENEL BÎR BAKIŞ

Coğrafi keşiflerle ilgili ilk yazılı bilgiler M.ö. 530


yıllanna gitmektedir. Gemici asker Hanno’nun hatıra­
ları «uçsuz bucaksız denizlere uzanan yolculuğun» hi­
kayesi ile ilgilidir. Ve bu yolculuklarda varılan yerler­
de kurulan sömürgelerden sözedilir. Böylece Cebelita-
n k ’ı geçerek Atlantik okyanusuna uzanan sömürgeci­
liğin izleri çok eskilere dayandığı anlaşılmaktadır. Kar-
tacah denizciler, gittikleri yerlerde gördükleri şeyleri
efsanevi bir biçimde hikaye etmekte idiler. «Alev alev
yanan yerlerden geçmişler, denize dökülen ırmaklann
bile ateşten olduğunu» yazmışlardı.
Aynı şekilde Fenikeliler de dünyayı tanımaya ça-
hşmışar ve Akdeniz’in dışma çıkarak başka kara jıar-
çalanna ulaşmayı denemişlerdi. M .ö. 495-425 yıllan
arasmda yaşayan Heredot eserinde dünyayı o zaman­
ki bilgileri ile üçe ayınyordu. Bunlar Orien yani Asya,
Occident yani Avrupa ve Libya, yani Afrika.
Kartaca, Yunan, Fenike ve Mısır’h gezginler bu
İşin ilk öncüleri olmuşlardı. Dünyayı tanıma merakı,
ticaret, yeni sömürgeler bulmak ve köle edinmek, ma­

119
ceracılık bu seyahatlerde öne çıkan nedenler arasmda
idi. Akdeniz uygarlığmm askeri gücü karşısında Afri­
ka yerlileri fazla dayanamadiar ve yeni sömürgelerden
gelen zenginlikler ve köleler bu uygarlığa güç kattı.
Yunânh kaşiflerin yeni dünyalara ulaşma çabalan Bü­
yük İskender zamamnda da sürdü ve devletin deste­
ğinde güç kazandı. İskender’in Pers imparatoru Dari-
us’un kızı ile evlenmesi, Akdeniz uygarlığı ile Asya
arasmda yeni bir yakmiığın doğmasına yol açıyor ve
Akdeniz uygarhklanmn Çin uygarhğı ile tanışmasına
vesileı oluyordu.
Herşeye rağmen dünya hakkmdaki bilgiler çok kı­
sırdı. M .ö. 280 yılmda yaşayan Sisam’lı Aristarchus
«dünyanm güneş çevresinde döndüğünü» bilmesine
karşm, 40.003.423 km. olan dünya çevresini 40.000 km.
olarak düşünüyordu.
Batıdaki bu antik bilgi birikimi oldukça yetersiz­
di. A sya’mn derinlikleri ve okyanus ötesi bilinmiyor­
du. Bu da yetmiyormuş gibi, bu bilgiler yerini muhar-
ref Tevrat ve Incil’in doğm alanna bıraktı. Gerçek bil­
giler efsaneler arasmda kayboldu. Dünya dümdüz bir
mekan olarak tasavvur edilmeye başlandı.
V e İslamiyet’in doğuşu ile birlikte, bilimde, sanat­
ta, dünyayı daha gerçekçi bir biçimde tanıma yolunda
büyük bir adım atılmıştı. Yeni dinin gerçeklerini an­
latmak isteyen insanlar tüm dünyaya dağılmışlardı.
Maceracı, sömürgeci gelenekleri bir kenara bırakarak,
tüm insanarı a3rm babamn çocukları olarak kabul eden,
Ayınm gözetmeyen yeni bir ahlakı savunuyorlardı.
İslam coğrafyacılannm dünyayı tanıma yolunda
başlattıkları ilk önemli ve yazıya geçen seyahatler ara­
smda Süleyman ve İbni Vahab isimli iki Basrah ta­
cirin deniz you ile Çin’e yaptıkları yolculuk kaydedil­

120
mektedir. Böylece Müslümanların Filipinlere ve Japon
denizine ulaşma tarihlerini 840 yıllan olarak kabul et­
mek yanıltıcı olmayacaktır. Yine Yakubi’nin seyahat
notlan, dünyayı tamma konusunda ortaya konan ilk
bilimsel ciddiyeti haiz, gerçekçi eserler arasmda yer al­
maktadır. İbni Havkal’m 953 yılarmda yazdığı seyahat­
namesi de kayda değer. Mes’udi’nin «Altm Çayırlar»
(El-Muruc el-Zeheb) isimli seyahatnamesi de üzerinde
durulmaya değer eserler arasmdadrr. Mes’udi eserin­
de dünyanm yuvarlak olduğundan sözetmekte, aym
yöne giderek başlangıç noktasma ulaşılacağım savun­
maktadır. Ve yine N il’in kaynağı hakkmda ilk sağlık­
lı bilgileri Mes’udi’nin kitabmda bulmaktayız. Avrupa
coğrafyasını yakmdan tamyan bir başka İslam gezgi­
ni ise İdris’ti. 1099’da Septe’de doğan İdris Fransa ve
İngiltere’ye gitmiş, öğrenimini Kordoba Medresesi’nde
tamamladıktan sonra bir ara da Sicilya’da Prens Roger
2’nin saraymda kalnuştı.
I303’de Tanca’da doğem, hukuk ve Islami bilgiler
tahsil eden İbni Batuta Hac yolculuğu diye çıktığı, se­
yahati 24 yıl sürdü. Dünyanm dört bir yanmı dolaştı.
Piri Reis’in Kitab-ı Bahriyesini yazdığı yıllarda kurt
denizciler Akdeniz’den çıkarak okyanusa yelken açı­
yorlardı. Turgut Reis’ler, Kurdoğlu Muslihiddin Reis,
Hızır Reis, Kıhç Ali, Buraç ve Oruç Reisler bunlardan
sadece bir kaçı.
Seyyid Ali Reis’in Hind diyanm anlatan hatıratı da
burada zikredilmeye değer. Yine Katip Çelebi ve Ev­
liya Çelebi’nin seyahatnameleri de önemli seyehatna-
meler arasmda yer ahr.
Eski metinlerde, efsanelere kanşık olarak Ameri­
ka’nm ilk kaşifleri olarak Viking ve Normanlar göste­
rilir.. Ancak bu insanlarm nereye ulaştıklarım bildik­

121
leri konusunda bir ipucu yok. Kuzey destanlarında söz
edilen yerler Gronland ve sonrasıdır ve muhtemelen
Kuzey Afrika’nm batı sahillerine ulaşmış olabilirler.
Efsaneler çağı sona ermiş, İslam gelmiş, ardmdan
Haçh seferleri gerçekleşmiş ve nihayet Batı’nm ipek
yolu İstanbul’un fethi ile tıkanmıştı. I260’da Venedik’e
göre dönen Polo kardeşler, doğunun efsanevi güzellik­
lerinden sözederek batılılann gözlerini doğuya çevir­
melerine yardımcı olmuşlardı. Marko Polo’nun anlat-
tığma göre Çinliler daha o zamandan, Barut roketler,
katyuşa füzelerini ahdıran maytap bataryaları kulla­
nıyorlardı. İpek ve kâğıt, hatta gelişmiş baskı sistem­
leri ile seri üretim yapıyorlardı. Polo Kubilay Han’la
tamşmış, Uzak doğu devlet sistemi ve siyaseti hakkın­
da bigi almıştı.
Prof. Delmas’m «Avrupa Uygarlığı» isimli kitabm-
da sözünü ettiği Avrupa uygarlığı temeline, Batıhlann
Doğu kültürünü tamması ile bir öge daha katıhyordu.
O da uzak doğu siyaseti.. Batılılar zamanla usta bir
şekilde uzak doğu siyasetini, imp£U*atorluk siyasetine
dönüştüreceklerdir. Delmas sözkonusu kitabmda Batı’-
nm kültür temellerini sorgularken şöyle bir tanım g e­
tiriyor: Avrupa uygarhğı, Yunanhlann, Rgmahlann
ve Yahudilerin mirasıdır.»
(Asimda şu ortadoğu ve uzak doğu kelimelerini
hiç sevmediğimi söylemeliyim.. Bütün bunlar, İngilte­
re’yi mihver kabul etmenin oluşturduğu bir şuuraltı ile
ahşkanhğa dönüşüyor. Evet, İngiltere uzak batıdır. Bal­
kanlar Yakm batı. Hatta Kabe orjinli olarak düşüne­
cek olursak, İngiltere uzak kuzey batıda kahri)
Modem keşiflerin babası olarak Portekiz prensi
Henri gösterilmektedir. Ashnda bu iş Henry’den çok
önceleri başlamıştı. Ancak Henri bu gezileri düzenli

122
hale getiren bir okul açtı. Bir de Coğrafi keşiflerin ya­
zarları, öteki tüm çabalan gizleyerek yeni bir tarih
yazdılar ve İslam uygarlığmm bu yöndeki çabalarım
gizleyerek kendi çabalanna bir temel oluşturmak üze­
re Henry Okulu’nu çıkış noktası kabul ettiler.
Müslümanlar Amerika’ya ulaştıklarında, Henry’-
nin kurduğu okula mensup olanlar, sis denizi ve kay­
nayan dalgalar denizinin efsanesi ile meşguldüler ve
yeni yüzmeye alışan çocuk gibi okyanus sularma ayak-
lanm daldınp çekmeye başlamışlardı.
Gerçekte Henry dünya tarihini değiştiren biri de­
ğildi. İslam denizcileri ve gezginlerinin birikimlerini
kendi deneyi için bir malzeme olarak kullanmak isti­
yordu. Sonra herşey batılılarm yazdıkları ile kaldı. Olan
oldu, gerçekler saptırıldı. Kendilerini gördükleri, ayak
bastıkları ülkelerin kralları, hakimleri ilan ettiler.
Ve sonra kutuplan keşfedip, bayraklarım diktiler.
Egemenlik alanlanna böldüler kutuplan, dağlann do­
ruklan, yeraltı ve deniz dibi keşfedildi. Uzaym keşfi­
ne çıktılar.. Sonra en ufak parçalann sım n a ermek
için maddenin gizemli derinliklerine daldılar ve eşya
alemi ile bu denli ilgilenirken insan unutuldu. İnsan
sömürüldü. Amaçsız bir hırs haline, egemenlik tutku­
suna dönüştü herşey.. Mutluluk, banş ve özgürlük gi­
bi kavramlar yara aldı. İnsan ayağmm altmdaki top­
rağı, başının üzerindeki göğü, kendini oluşturan lıüc-
releri anladı. Anlayacak da çok bilinmezi var h&lâ,
ama bir şeyi anlayamadı: Kendi ruhunu, kişiliğini,
varoluş ve yaratıhş hikmetini. Yeni keşifler için bitmek
bilmez bir ufkun eşiğindeyiz ve geleceğe bakmak için
teleskoplarımız, radarlarımız, emrimize amade radyo
dalgalan, ışm aygıtlan var. Ve biz vanz.. Yeni keşif­
ler ve yeni fetihler, kendi egemenliğimiz için değU,

123
mutlak egemeni kavramak için olmalı ve imtihan için
geldiğimiz şu dünyada soruıululuklannıızı kuşanma­
mız gerek şimdi.
öyleyse haydin cihada! Haydin bilgiye, banşa ve
özgürlüğe...

124
KEŞİFLER NASIL BAŞLADI

M.ö. 3000 yıllarında Mısırlıların yeni ticaret pazar­


la n aramak için Afrika’nın çevresini dolaşüklan bi­
linmekte idi. M.Ö. 1500 3nllannda ise Etopya’nm ve
Zambezi’nin varlığı bilinmekte idi. Ancak eskiye ait
çok fazla bir bilgiye sahip değiliz. M .ö. 600 yülannda
ise Firaım Nekao’nun görevlendirdiği Finikeli gemici­
lerin üç yü içinde Afrika’yı dolaştüdan Kızüdeniz’den
çıküklan yolculnklarma Cebeli Tarık’tan geçerek Ak­
deniz yolu ile Mısır’a gelerek bitirdikleri belirtilmek­
tedir. Kartacahlann ise M .ö. 500 yülannda Hannon
komutasmda büyük bir donanma ile, Afrika’mn batı
kıyüarmı dolaştıklarım ve Gine sahillerine kadar gel­
dikleri rivayet edilmektedir. Ancak bu dönemde, sır sa-
jnldığından, bu bilgilerin başkalannm eline geçmeme­
sine özen gösterilmekte idi.. Yunan mitolojisindeki dev­
ler ve olağanüstülüklerle süslenen bu deniz macera-
la n aîmı zamanda korsanhk vesilesi de olmakta idi.
Yımanlüann M.ö. IV. jry.’da İzlanda’ya kadar git­
tikleri, Kuzey buz denizi ve Atlas okyanusundaki ka--
ra parçalarmdan kısmen haberdar olduklan da bu gün
için kabul edilen bilgiler arasmda.. Büyük İskender’in
Hindistan’a kadar uzanan bü 3mk askeri yürüyüşü de,
ajnnı zamanda dış dünyayı tanımak açısmdan önemli
bir gehşme olarak kaydedilebilir.

125
Milat başında Mısır’a yerleşen Yunanlı gök bilgi­
ni Plotemaıos’ın Coğrafya kitabı, bu konuda bilinen en
eski yazılı eser olma özelliği taşımaktadır. Avrupa’nm,
kısmen Asya ve Afrika’mn haritalannm yer aldığı ki­
tap dünyayı olduğundan çok küçük olarak tayin edi­
yor ve dünyanm yapısı hakkmda büyük yanlışlıklar­
la dolu tahminlerde bulunuyordu. Bunun dışmda, bin­
lerce yıl önce. Yeni Gine’den Avusturalya’ya, ya da
Sibirya’dan Bering boğazı yolu ile Amerika’ya geçen
insanlarm hikâyelerine burada değinmeyeceğiz.
Ancak kısa bir tarih bilgisi olarak bunları bura­
da, asıl maksatlarını ve bilgi düzeylerini derinlemesi­
ne incelemeden zikretmeyi uygun gördük.
Haçlı seferleri, Hristiyanlarm îslâm dünyası ile ta-
nışmalarma neden olmuştu.. îslâm ülkelerindeki sos­
yal düzen, ekonomik hayat onlan hayran bırakmıştı.,
îlim ve fen ile tamşmışlardı. Marco Polo’nım 1271’de
çıktığı seyahatten I295’te döndüğünde anlattığı şeyler
batı dünyasınm dikkatlerini doğuya çekmişti. Daha ön­
ce de doğuya giden tüccarlar, bu ülkelerdeki efsanevi
zenginliklerden sözediyorlardı. O yıllarda Ispanya’mn
fethi sonucunda batı, İslâmiyet vasıtası ile medeniye­
tin ne olduğunu kavramaya başlamıştı. İstanbul’un
fethi ile, Ortaçağ’da dünya adeta ikiye bölünmüştü.
Ortaçağ batıklar için zifiri karanlık bir gece, îslâm
dünyası için aydmiığm doruklan idi.. Ortaçağ’a karan­
lık çağ adım verenler, ya da Ortaçağ’ı derebeylik dü­
zeninin hüküm sürdüğü çağ olarak görenler, gözlerini
daha çok batıya çeviren ve dünyamn karanlık kesimi­
ne bakıp hüküm verenler olmalı.. Yoksa Ortaçağ, bi­
zim için en aydınlık çağlardan biri idi.
Müslümanlar Akdenizin yüzölçümünü hesaplamış,
dünyanm çevresini ölçmüş, bilimde ve sanatta çok iler-

126
lemişken, Kilise daha dünyamn yuvarlak olup olmadı-
ğmı tartışıyordu.
Ispanya’nm fethini izleyen yıllarda batılılarm gi­
derek artan ilgisi sonunda, İstanbul’un fethi ile birlik­
te, Doğuya ulaşmak için denizden bir yol aramaya itti
onlan.

Tarih ö n cesi

Egemenlik mücadeleleri ya da sömürü düzeninin


başlangıa, bıma başkaldıranlarm direniş mücadelele­
rinin kökleri hayli eski.. Bunların önemü kısmım din
kitaplarında buluyoruz.. Geri kalan bir çoğu ise tari­
hi kalmtüardan ve belgelerden anlaşıhyor. Bunların dı-
şmdakiler ise çoğu kez birer efsane olarak önümüzde
duruyor.. Nuh tufanı, Lut kavminin başma gelenleri
bir kenara bırakırsak, modem tarihçilerin bile ilgisini
çeken Babil, Mısır, Asur, Pers, Yunan ve Roma İmpa-
ratorluklamım genişleme, yayılma siyasetlerini ilk ke­
şiflerin önemh durak noktalan arasmda sayabiliirz..
Hz. Adem aleyhisselamm yeryüzünde yurt edinme­
si ve çocuklannm tüm dünyaya yayılmış olmalan, in­
sanoğlunun binlerce yıl önce dünyanm dörtbir yanma,
gittiklerini gösteriyor.. Metafizik öğeleri hesaba kat-
maseık bile, gerçek şu ki, yerküre asırlarca önce insan-
oğlunca yakmdan tanınmakta idi. Ancak iletişim ek­
sikliği bu bilgilerin toplanmasım, bir araya getirilme­
sini mümkün kılmamış olabilir.
Hatta Nuh tufam sonrasmda, İnsanoğlunun yer­
yüzüne yeniden dağılmış olduğunu düşünürsek, Ame­
rika’dan, A sya’nm derinhklerine Afrika’ya, Avustural-
ya’ya varana kadar çok geniş bir sahanm çok eskiden
beri bilinmekte olduğu gerçeğini kolayca anlariz.

127
Islâmiyetin doğuşu ile birlikte, bilimin büyük önem
kazandığım görüyoruz.. «Hikmet»i, doğru bilgiyi kay­
bolmuş mallan sayan müslümanlar, kendilerinden ön­
ceki tüm bilgi birikimini kısa sürede tetkik ederek, un­
lardaki yanlışlan düzeltmişler, yeni baştan yorumlaya­
rak, bir çok yeni şeyler ilave ederek insanlığa arma­
ğan etmiştir. Tıpta, coğrafyada, teknikte, daha birçok
bilim dahnda öncülük yapan, ilim lerin tasnifini yapar
rak kurallarun ortaya koyan İslâm bilginleri, yaşachk-
la n dönemlerde, halâ bu gün bile hayranhk uyandı­
ran ve tanık olanlan hayrete düşüren eserler bırak­
mışlardır.. Bugünkü büim ve teknolojinin temellerinin,
bu Islâm alimlerirun koydukları kuraUarda aramak ge­
rektiğini de belirtmek gerekir. Matematik bilimleri ko­
nusunda olsun. Uzay Geometrisinde olsun, temel ku­
rallar İslâm alimleri tarafmdan geliştirilmiş ve insan­
lık alemine armağan edilmişti..
«Yerlerde ve göklerde ne varsa, hepsini sizin fai-
deniz için yaratan odur..» «De ki; ‘yeryüzünde seyahat
edin ve sizden evvel gelenlerin akıbetlerinin ne oldu­
ğunu görün» «Onlar ki, yerlerin ve göklerin yaratüışı
üzerine tefekküre dalarak derler ki, ‘Ey Rabbimiz. Sen
bunları boşuna yaratmadın.» «De ki, ‘Rabbim benim
ilmimi artır.» «Yaratan Rabbinin adı ile oku» gibi
Kur’an ayetleri Müslümanlara ilmin önemini ve on-
larm sorumluluk alanlarım ifade etmektedir.. Müslü­
manlar kendilerini yeryüzünde Allah’m halifesi olarak
bildiklerinden ve kendilerini tebliğ ve cihadla mükel­
lef saydıklarından özellikle coğrafi keşifler konusun­
da, önemli buluşlarda bulunmuşlardır.
Kindi, Farabi, İbni Sina, İbni Haldun, İbni Rüşd
gibi bilginler başlıca Hukuk, Sosyoloji, Psikoloji, Ast­
ronomi, Felsefe, Teknoloji, Botanik, Optik, Mekanik, Mi­

128
neraloji, Haritacılık, Zooloji, Kimya, Fizik, Matematik
ve diğer bilim dallarmda sayısız eserler vermişlerdir.
Mimaride ve güzel sanatlarda, dilde ve edebiyatta asır­
larca önde bulunmuşİEurdır.

Namaz - Hac - Tebliğ ve Cihad..

Asü konumuz olan Islâm’m coğrafya sabasmdaki


ilerlemeye katkısı ve coğrafi keşifler meselesine geçer­
ken, şu dört farz üzerinde hassasiyetle durulması icap
edecektir. İslâm alimlerinin coğrafi keşiflerinde bu dört
faktör birinci derecede rol oynamıştır. Asıl itici güç bu
farziyetlerdir.
ö te yandan ilim ayn bir farz olarak müslüman­
larm bu yöndeki gelişmelerini sağlarken, ticaretin meş­
ru sayılması, yeryüzü kajnıaklannm insanlığa sunul­
ması ve mal mübadelesi ile, insanlarm birbirlerini ta-
myıp, kaynaşmaları, bu vesile ile Müslüman tüccarla-
rm tebliğ çalışmalarmm güç kazanmış olmasını da bu­
rada zikretmekte yarar vardır..
Namaz her müslümam, fert fert, yeryüzünde ko­
numunu tesbit etmeye ve zamanı tanımaya mecbur
etmektedir. Günde beş kez, belli vakitlerde Kıbleye yö­
nelmek mecburiyeti vardır.. İkinci olarak Hac ibadeti
olan müslümanlan, jnlda bir kez belli bir mekanda top-r
lanmaya mecbur etmektedir ki, bu durum Müslüman­
lar arasmda seyahati, gebp gitmelerle birlikte, bilgi de­
ğişimini, ulaşunm kolaylaştırılması, yeni araçlar gebş-
tirme ve yollar keşfetme zorunluluğunu doğurmakta­
dır. Hz. Ömer zamanmda (634 - 6 4 4) Müslümanlar, Lib­
y a ’dan Afganistan’a, Anadolu’dan Hind’e kadar çok ge­
niş bir coğrafyaya yayılmışlardı. Hz. Osman zamanm­
da (644 - 656) ise İslâm ordulari Ispanya’nm bir bölü-

Coğrafl Keşiflerin içyüzü - F . : 9 129


münü ele geçirmişler Doğu Akdeniz adalan Müslüman­
lar tarafmdan almmış, îslâm askerleri İstanbul önleri­
ne gelmişti. Henüz Peygamberimizin vefatmdan 15 se­
ne geçmemişti ki, Atlantik’ten Pasifik’e kadar binler­
ce km.’lik geniş bir saha Müslümanlarm kontrollerine
geçmişti.. Habeşistan’a yapılan ilk hicret îslâm ’m Af­
rika’da hızla yayılmasma yol açarken, Kuzey Afrika
sahilleri, çok kısa bir süre sonra, Islâmla tamşıyor ve
Afrika’nm Akdeniz sahillerinde İslâm ordularuun san-
caklan dalgalamyordu.. Akdeniz giderek bir îslâm gö­
lü haline geliyordu., ö te yandan Çin içlerine doğru İs­
lâm orduları ilerlerken Hint okyanusunda, îslâm de­
nizcileri ileriye doğru kürek çekiyorlardı.. Kuşkusuz
insamn pazu gücünün küreklerde göstereceği rekor
düzeydeki harikalardan, en iyi yelkenlilerin en iyi rüz­
gârlarda alacaklan rekor hız düzeyinden bir an geri
kalmadan îslâm ordulan Pasifik denizlerinden Japon
denizi önlerine kadar gittiler..
Müslümanlarm bu hızh yayümalarmı araştıran
batıh mütefekkirler bu konudaki gözlemlerinde; Müs­
lümanlarm yerli halkm mal, can, namus, din em­
niyetlerinin konınmasma itina gösterdiklerini, vergi­
leri hafiflettiklerini, yoksullara yardım ettiklerini, şe­
hirleri imar ettiklerini, mabedlere dokunmadıklarım,
yağma yapmadıklarını belirtmektedirler.. îslâm ordu­
ları ilerlerken, elde edilen ganimetler her zaman dev­
lete ait olmuş, askerlerin elde ettikleri şeyler, şahısla-
nna ait olmamış, çoğu kez bu gelirler tekrar o yöre­
nin inşaası ve halkm ihtiyaçlanmn karşılanmasma
harcanmıştı.. îslâm ordulan seferlerden dönüşlerinde
büyük ganimetler değil, arkalannda yeni müslüman
olmuş genç mûcahidler getirmişlerdi..
Muhammed HamiduUah hocamn «İslâm’a giriş»
kitabmda sözünü ettiği (Assemani, bibi. Orient 3,2 p

130
xcvı mezablı) o dönemde yaşayan bir nasturi papazı­
nın, bir dostıma yazdığı mektupta şöyle deniliyor: «Al-
lab’m bu günlerde hakimiyeti kendilerine bahşettiği
Araplar, aym zamanda bizim efendilerimiz de oldular.
Bununla beraber onlar Hristiyan dinine karşı katiy-
yen mücadele etmiyorlar. Bilakis bizim itikadımızı hi­
maye ediyorlar. Rahiplerimize ve azizlerimize hürmet
ediyorlar, bizim kibse ve manastırlarımız için bağışlar
yapıyorlar».
Hz. Osman (r.a.) ’m vefatmdan sonra Emeviler dö­
neminde uzun bir süre karışıklıklar oldu. 685 - 705 ara­
smda AbdülmeUk zamanmda, ikinci fütuhat dönemin­
de, Hindistan tümü ile Islâm ülkesi olurken, Ispanya’­
yı fetheden müslümanlar Fransa’ya doğru yol almaya
başladılar. Yıllar sonra, ünlü Fransız düşünür Gustav
le Bon «Keşke Müslümanlarm önünü kesmeseydiniz de
onlar Fransa’ya kolaylıkla gelebilselerdi, çünkü onlar
sayesinde iHm ve medeniyet de Fransa’ya daha önce
gelmiş olacaktı» diye hayıflanacaktır..
Sanayi, üp ve felsefede önemli gelişmelere tanık
olunan bu dönemde Yunanca’dan bir çok eser Arap­
ça’ya tercüme edilerek bunlann tenkitleri yapılmış, yan­
lışlıklan düzeltilmiş ve yerine doğrulan konularak. Yu­
nan bilim, keşif ve felsefesi üzerine geniş tetkikler ya­
pılmıştı. 817 - 20 yıllan arasmda Hilafeti devralan Ömer
ibnü Abdülaziz bozulmaya yüz tutan müesseseler! ye­
niden üıya ederek Hz. Ömer’in adaletini yeniden ha­
kim kıldı.. Hatta bir ihanet sureti ile ele geçen Semer-
kand’ı derhal boşaltmak gibi önemli bir karan vermek­
te tereddüt göstermedi. Adaleti sayesinde İslâm hızla
yayıldı, alimler ve ilim rağbet gördü ve rüşvet orta­
dan kalkü.. Kimseye zulüm yapılmadan devlet gelir­
leri hızla arttı ve imar işleri gelişti.

131
İstanbul’un Fethi ve Batılılann Coğrafî
Keşiflere Yönelmelerinin Nedenleri..

Fatih Sultan Mehmed., İstanbul önlerinde Bizans sur­


larını döğerken, Batı’da İslâm ülkelerindeki bu hızh ge-
üşme karşısmdaki panik doruklara uİEişnuştı. İslâm’m
yayıhşmı önlemek hususunda, haçh seferleri yeterli
ohnamış, İslâm sürekli olarak yayılmaya devam etmiş­
ti.. İstanbul’un fethi ile İpek yolu kesin olarak Müs-
lümanlann denetimine geçmiş oluyordu.. Bu durum
hristiyan dünyası için bir bakıma yok oluş anlamma
geliyordu.. Hristiyanlar, İpek yolunun karadan Müslü­
manlar tarafmdan kesilmesi üzerine, denizden bir çı­
kış yolu aradılar; bu suretle hem kendileri için güve­
nilir emin bir yol bulacaklarını, hem de kendi dinleri­
ni yayma fırsatma kavuşacaklarım ümit ediyorlardı..
O zamana kadar neşredilmiş Islâmi kaynaklardan, bu
konuda geniş ölçüde yararlandılar..
İlk yöneldikleri istikamet Hindistan’dı.. Hindistan’a
ulaştıkları takdirde, zengin baharat ve kıymeth ma­
den kaynaklarına kavuşacaklarım ve buralarda din­
lerini yayacak insanlar bulabileceklerini ümid ediyor­
lardı.
Batıhlann bu çabalarmm ilk çıkış noktası, îslânü
yajahna karşısmda kendi varlıklarım koruma çabasm-
dan kaynaklandığı öne sürülebilir., ötek i hedefler ise,
daha sonra Afrika’ya yönelecek keşif kollan, bir yan­
dan Tevratta, Yahudiler için vatan olarak vadedilen
Nil ile Fırat arasımn tesbiti için N il’in kaynağım araş­
tırma çabalan, öte yandan, Habeşistan’da varlığı bili­
nen Hristiyanlarla buluşma ve Afrika’da varolma ih­
timali olan diğer Hristiyan kavimleri tanıma ve onlar
vasıtası ile bölgeye yayılma ve giderek ulaşacaklan

132
bölgelerdeki hertürlü zenginlikten pay alma ve dinle­
rini, o bölgelerdeki insanlara yaym a olarak tanımla^
nabilir..
Gerçekte, ilk keşif kollan genellikle misyonerler­
di.. Sarayın onayını alan gezginler, denizlere açıhyor,
misyoner olarak gittikleri ülkelerden büyük zenginlik­
lerle dönüyorlardı..

133
COĞRAFİ KEŞİFLERE ÖNCÜLÜK EDEN
İSLAM BİLGİNLERİ

Coğrafi keşiflere öncülük eden İslam bilginleri ve


seyyahlarından bazılarım burada kısaca tamtmaya ça­
lışacağız.
Alfabetik sıra ile tamtkcağmuz bilim adamlarımı­
zın çoğu bugünkü bilimin temelini oluşturan hesapla­
rı, aletleri ilk kez yapan, bulan kişilerdi. İnanmış in­
sanlardı. Batımn müsbet ilimlere ters baktığı bir za­
manda, İslam inancmdan kaynaklanan bir dürüstlük­
le, insanm Allah’m yeryüzündeki halifesi olduğu ve
dünyayı tanımaya memur edildiği ve kendisine bilgi­
nin ve hikmetin anahtanmn verüdiği in an a ile araş­
tırmaya koyuldular..
İslam Bilginlerinin çoğu birden fazla ilimle ilgilen­
diler. Bımlar tıp, astronomi, coğrîrfya ve diğer konular­
dı. rtepsi de dini bilgi sahibi idi ve ahlak konusu ile
de ilgileniyorlar, bilginin kaynağı ve bilgi elde etme­
nin am aa hakkmda da nasihatte bulunuyorİEu-, yap­
tıkları işlerden dolaju Rab’lik taslamıyorlardı!
Bunlara kısaca bir göz atalım :
— Ali Kuşçu /1474/ Aym şekillerini araştırdı. Bir
astronomi risalesi yazdı. Yaşadığı dönemin Batlamyus’u
olarak anıldı.

134
— Battani /858 - 929/ Trigonometriyi, Sinüs ve Ko-
sinüs’û buldu. Kopemik’ten çok önce, dünyanm mih­
ver olmadığun ve galaksi düzeninin bir parçası oldu­
ğunu söyledi. Epliktik düzeni açıkladı.
— Biruni /973 -1051/ Dünyanm dönüşüne ilişkin
buluşu gerçekleştirdi. Aym safhalarım inceledi. Tip,
Astronomi ve coğrafya alanmda eserler verdi. îlk kez
bir dünya haritası çizdi. Ümit Burnu ve Amerika bak­
landa ilk kez bilgi veren de Biruni oldu. Japonya’mn
varlığmdan sözetti. Kristof Kolomb’tan beşyüz yü ön­
ce Amerika’dan sözetti. Hint tarihini yazdı ve ustur-
lab’ı açıkladı. Atom ağırlığı konusunu araştırdı.
— Bitruci /13. y y ./ Kopemik’e yol açan kişi ola­
rak bilinir.
— Cabir b. Hayyan /721-805/ İslam kimyasmm
babası ve Atom fikrini ilk kez ortaya atan kişi.
- — Gezeri /1136 -1206/ Otomasyon fikrini ortaya
atan kişi.
— Ebu Kamil Şuca /951/ Batıya matematik ilmini
tamtan kişi.
— Ebul Fida /1271 -1331/ Tarihçi ve cografyaa.
— Ebu’l-Vefa /940-998/ Matematikçi, Sekant ve
Kosekant’ı buldu. Trigonometri, Tanjant ve Kotanjant
üzerinde çabşmalar yaptı. Astronomi konusunda eser­
ler verdi.
— Ebu Ma’şer /785 - 886/ Med-Cezir olayları ile il­
gili araştırmalar yaptı.
— Evliya Çelebi /1611 -1682/ Avrupa, Asya ve
Arap yanm adasım dolaştı.
— Farabi /870 - 950/ Bir çok konu ile ilgilendi, eser­
ler verdi. Ses ve titreşim olayı ile de ilgilendi.
— Fatih Sultan Mehmed /1432 -1481/ İlk defa yiv-
set ve roketi buldu.

135
— Fergani /9. YY./ Epliktik m eyil hesaplarım ilk
kez Fergani yaptı.
— Gıyaseddin Cemşid /1429/ Ondahk kesirleri he­
sapladı.
— Harizmî /780-850/ Cebir kitabı yazdı. Sıfın
buldu ve bugün kullandığımız rakam sistemini geüş-
tirdi. Tarih ve coğrafya ile ilgilendi. Harita çizdi ve
N ü’in kaynağım bu haritada ilk kez gösteren kişi oldu.
— Haşan b. Musa /800/ Dünyanm çevresini ölçtü.
— Hazini /12. YY./ Yerçekimi ve tartı makineleri
hesabını yaptı.
■— Hazerfen Ahmet Çelebi /17. YY./ Bin teknik bi­
len adam olarak amlan Ahmet Çelebi, havada uçan iUc
insandı.
— İbni Fazıl /793 - 805/ İlk kâğıt fabrikasını kurdu.
— İbni Fimas /888/ W right kardeşlerden bin yıl
önce ilk defa uçak yapan kişi.
— İbni Haldun /1332 -1406/ Bilim felsefesi yapa­
rak bilimleri tasnif edip, ajordı ve kurallarını koydu.
— îbni Havkal /lO. YY./ Coğrafya kitabı yazdı ve
harita çizdi.
— îbni Heysem /965 -1051/ Optik sistemleri geliş­
tirdi. Teleskopa zemin hazırladı. Küresel ayna, yansı­
ma ve kınima hesaplan yaptı. Astronomi üzerinde in­
celemeler yaptı. Astronomi özelhkle deniz keşiflerinde
önemli bir rol oynadı. Çünki denizciler ınidızlara ba­
karak yönlerini buluyorlardı.
— îbni Macid /15. YY./ Vasco da Gama’ya yol gös­
teren coğrafyacı.
— İbrahim Efendi /18. YY./ ilk denizaltıjn. geliş­
tiren Osmanh.
— İbrahim Hakkı /1703 -1780/ Dünyanm yuvar­
laklığı ve dönüş hızı hakkmda bilgiler verdi. Dünya

136
haritası hazırladı. Gökkuşağı ve rüzgarlarm hareketi
hakkında açıklamalarda bulundu.
— İdrisi /1100-1166/ Bugünküne çok benzeyen
dünya haritasmı çizdi.
— Katip Çelebi /1609 -1657/ Dünya haritası çizdi.
Cihannüma isimli (Dünyajn Gösteren) bir eser yazdı.
— Kazvini /1203 -1283/ Astronomi ve coğrafya
etütleri ile tanınmaktadır.
— Kemaleddin Farisi /1320/ Matematikçi, fizikçi
ve astronom.
— Lagari Haşan Çelebi /17. YY./ İlk füze kullanan
kişi. Roket denemeleri yaptı.
— Macriti /1007/ Endülüslü matematikçi ve Astro­
nomi alimi.
— Mağribi /16. YY./ Paskal üçgeni diye bilinen
hesabı buldu. Usturlab’ı geliştirdi.
— Maşaallah /815/ Usturlab’la ilgili ilk eseri ve­
ren kişi.
— Mes’udi /956/ Depremin sebeblerini araştırdı.
Tarihçi ve coğrafyacı.
— Mürsiyeli İbrahim /15. YY./ Piri Reis’ten 52 3^1
önce Akdeniz haritasını çizdi ve Amerika kıtasmı işa­
retledi.
— Nasüriddin Tusi /1201 -1274/ Meraga rasatha­
nesini kuran astronomi ve matematik bilgini.
— Necmeddin-ül Mısri /13. YY./ Astronomi bilgini.
— Piri Reis /1465 -1554/ Coğrafyacı, denizci. Dün­
ya haritası çizdi. Haritasmda Amerika’nm batı sahil­
lerini gösterdi.
— Sabit b. Kurra /901/ Dünyanm çapını doğru ola­
rak hesapladı. Newton’dan önce difransiyel hesabmı
buldu.
— Se 3y id Ali Reis /1562/ Denizci ve bilgin.

137
— Şemseddin Halili /1397/ Vakit cetvellerini, dün­
yanm ay ve güneşe göre konumunu tesbit eden he­
saplar yaptı.
— Takiyüddin er-Raşit /1521 -1585/ İstanbul rasat­
hanesini kurdu. Güneş saati hesaplan yaptı ve yıldız-
lann yüksekliklerini, konumlarım hesapladı. '
— Uluğ Bey /1394 - 1449/ Hükümdar ve astronom.
Semerkant rasathanesini kurdu ve yeni teknikler de­
nedi.
— Zerkali /1029 -1087/ Dünyanm güneşe uzaklığı-
m hesapladı, keşiflerde bulundu.

138
MÜSLÜMANLARIN
COĞRAFYA TEKNİKLERİ

Müslümanlar, kendilerini hakkm ve adaletin tesi­


si için yeryüzünde Allah’m halifesi olarak görüyorlar­
dı.. Tebliğ ve cihad sorumluluğu, onlan dünya sorun-
la n ile ilgilenm eye ve dinlerini yaymak, nerede ve han­
gi inanıştan olursa olsun, insanlar arasmdaki mal, can,
namus, inanç, akıl emniyetini tesis etmek maksadı ile
seyahatlar yapmak ihtiyacım hissediyorlardı..
Hac, dünyamn çeşitli yörelerinden gelen müslü-
m anlann, aym zamanda belli bir mekânda bir araya
gelmeleri üe, aym zamanda, müslümanlar arasmda
bilgi, tecrübe ve ticaret hayatımn gelişmesine yol açı­
yordu. Günde beş vakit namazm farz oluşu, müslüman-
lann beUi zamanlarda yönlerini belli bir istikamete dö­
nerek ibadet etme zonmIuluklan, onlan zaman ve me­
kân kavramı üzerinde düşünmeye zorladı.. Hakkm âdü
olarak pay edilmesi ve mülkün hesabı aritmetik he-
saplannm geliştirilmesini zorunlu kıhyordu.. Böylece
bihmlerin anası demek olan bir çok konu, müslüman-
larm ibadet zorunluluklanndan dolayı ilahi mesajlar
ışığmda çözüme kavuşmuş oluyordu. İslâm’da ilmin
değerinin yüksek oluşu «Alimlerin mürekkeplerinin, şe-
hid kam ile kıyaslanması» müslüm anlan üimle uğraş­
m aya itti.

139
İslâmiyet hızla yayılırken, bu arada çeşitli inanç
m ensuplan ve felsefî akımlarla karşılaştı.. Bizans, Ro­
ma, İran kültürleri bunlardan sadece bir kaçı. Müslü­
manlar, onlann kültürlerini peşin olarak reddetmedi­
ler.. «Hikmet mü’minin yitik mahdır, nerede bulursa
alır» düsturundan hareketle, o kültürleri inceleyerek,
akü doğrulan aynen kabul ettiler, yanbşlan düzeltti­
ler ve akaid yanbşlarmı ise reddettiler. Böylece, müs­
lümanlarm bilgi dağarcığı hızla genişlerken, karşüaş-
üklan değişik gruplar onlarla savaşmak yerine, anlaş­
mayı tercüı ettiler.. Çünkü onlara yeni bir dini tebliğ
değil, İbrahim Peygamber’in dinini tebliğ ediyorlardı..
Hz. Adem’den bu yana bütün peygamberleri kabul edi­
yor, ilahi dinlerin tekliğini savunuyorlardı.. Üstelik ku­
ru bir cihangirlik davasmda da değildiler. Ne işgal ve
ne de yağmacıbk yapıyorlardı. Aksine gittikleri yerle­
re, adalet ve banş getiriyorlardı.. İslâm bunun sonu­
cu şimşek hızı ile dünyanm bir ucundan bir ucuna ya­
yıldı. Halife Me’mım zamanmda trigonometri hesap­
la n yapılmış, geometri ve cebirde yeni formüller bu­
lunmuştu. Sıfırlı sayı sistemi kuUanılımştı. Daha Hab-
fe Me’mun zamamnda (813 - 833) Batlamyos’un coğraf­
ya kitabı, Harizmi tarafmdan Arapçaya tercüme edil­
miş, yanbşlan düzeltilerek, yeni baştan yorumlanmış­
tı. I840’a gelindiğinde Jaubert tarafmdan tercüme edi­
len İdrisî’nin Coğrafya kitabı, Avrupalılann o güne ka­
dar dünya hakkmda sahip olduklan bilgileri ters 3biz
etmekte idi.
Müslümanlar, dünyanm dönmekte olduğunu, yu­
varlak olduğunu çok önceleri savunurken, batıh coğ-
rafyacüar başka şeyler söylüyordu. Ne yazık ki, bu­
gün bir çok kitapta, atalanmızm dünyanm düz oldu­
ğuna inandıklan yazık.. Oysa ta 1600 jollarma kadar,
batıklar dünyanm döndüğüne inanmamışlardı. Dünya.-

140
mn döndüğünü savunan Galieo Galilei (1564 -1642) din­
sizlikle suçlannuş ve yargılanmıştı.. O zaman batıda
müthiş bir İslâm korkusu vardı.. 1455 yılında Papamn
emri ile Danimarka’da bütün çanlar tehlike için çahyor-
du. 1482 yılmda burada basılan «De Obsiguona et Bello
Rhodiano» isimli kitapta Saint John şövalyelerinin mer­
kezi Rodos’un Türk tehdidi altmda bulunduğu yazıyor­
du, Guilhelmus Caoursin.
Galile’nin ileri sürdüğü görüşler, Müslümanlarm
görüşleri idi. Bu ise affedilmez bir hata idi.
Halbuki 800’lerden itibaren, İslâm aleminde ünlü
coğrafyacılar yetişmiş, yeryüzünü tul (boylam) ve ar­
za (enleme) bölmüşlerdir. Bunlarm bazıları tarih sıra-
sma göre şöyle : (860) Fergani, (870) İbni Hurradezbeh,
(890) Yakubi, (900) Bettani, (903) İbnül Fakih, (910).
İbni Rüşt, (1000) İbni Yunus ve (1030) Binini..
Kaldı ki, Kur’an-ı Kerim’de dünya ve feza hakkm­
da geniş bilgiler bulunmakla birlikte, Batılüarm 1000
3Uİ sonra öğrendikleri gerçeği, İslâm peygamberi, da­
ha o zaman müslümanlara açıklamıştı.
Müslümanlar, sadece coğrafyayı kendi başma bir
bilim dalı olarak görmemişler, bir yandan da, se 3y a h -
larm seyahatnameleri ile bir edebi coğrafya mektebi
kurmuşlardır, ö te yandan haritacılık sahasmda da
hayli ileri gitmişlerdi. 730 - 798 3ullan arasmda yaşayan
İspanyol Rahip Beatus’un çeşitli kaynaklardan derle­
yerek, rivayetlere dayah olarak hazırladığı harita, müs­
lüman haritacılarm eserleri yanmda eksik ve yanlış­
larla dolu bir amatörlük örneğidir. Müslümanlar da­
ha o zamandan, Mekke yi dünyamn tepe noktası ola­
rak kabul eden bir harita çizmişler ve dünyayı küre
olarak tasarlamışlardı. Mekke gibi en mümtaz bir ma­
hal, dünyamn tepe noktası olmah idi. Bu tasavvurla

141
yola çıkan Müslüman haritacılar, bu düşüncelerine sa­
dık kaldılar. Şimdi ise, zengin ülkeleri üste alan, ku­
zey kutbunu yukarıda, güney yarım küreyi aşağıda
gösteren ve ABD ile Batı Avrupa’yı aym tarafta gös­
teren bir harita sistemi benimsenmiştir.
Edebi ve haritacıhk açısmdan önem taşıyan Coğ­
rafya eserleri 934 senesinden itibaren İslâm dünyasm­
da sık görülen eserler arasmda oldu. Bunlar arasmda
Ebu Zeyt el-Belh (943) ’in eseri, Istahri (950), İbni Hav­
kal (975) ve Maksidi (985))nin eserleri kayda , değer.
Bu dönemde yapılan haritalarda özellikle sahillerin ve
kara parçasmdaki nehir yataklanmn çok iyi belirtil­
miş olduğunu ifade etmekte yarar vardır. 921 senesin­
de Halife Muktedir tarafmdan Volga Bulgarlanna gön­
derilen İbni Fadlan’m raporu ile Mesudi’nin 956’da yaz­
dığı iki kitap İslâm Coğrafyacılannm tasavvur ve te­
lakkilerini izah eden önemli eserlerdir.
1067 yıhnda kaleme alman Muhammed el-Bekri ve
Nasır Hüsrev’in eserleri de kayda değer. Yine İdrisi’-
nin, İbni Havkal’in eserleri üzerindeki yorumu bu dö­
nemin en kayda değer özelliğidir.. İdrisi dünyayı tam
bir yuvarlak olarak değil, daha o dönemde elips biçim­
de yorumlamıştır. Bu olaydan 600 sene sonra, Galiie,
dünyanm döndüğünü iddia ettiği için sapıklıkla itham
edilmişti.. Sicilya Kralı Roger, İdrisi’yi sarayına davet
ederek, ondan çeşitli konularda malumatlar almış idi.
Roger, Müslümanlann coğrafya bilgisine hayrandı. Id-
risi’den kendisi için bir dünya haritası yapmasmı ve
bir coğrafya kitabı yazmasını istedi. Bunım için her ta^
rafa adamlar gönderdi.. Halife Memun ise, yıllar ön­
ce, saraymda ilk Coğrafya A k^ em isini kurmuş, bu
konuda bilinenleri toplamış ve bilinmeyenler hakkm­
da müslümanlar hüküm vermişlerdi. İdrisi’den sonra
coğrafî sahada önemli ilerlemeler görülmedi. Çünkü

142
bilinmezlik alam daralmıştı. 1192’de Endülüs’ten yola
çıkan İbni Cübeyr ile, 1353’de Afrika’yı ve Uzak Do­
ğuyu gezen Fasb İbni Batuta’nm seyahatnameleri bü­
yük ilgi uyandırdı. 1250 yıhnda İbni Fatma adlı şahıs
Afrika’yı dolaşarak, çok tafsilatb bilgiler toplamış ise
de bu eser bulunamamıştır. Ancak 1274 senesinde İbni
Said isimb bir araştırmacı, kaleme aldığı eserinde İbni
Fatma’nm eserinden aimtılar yapmış ve bunu zikret­
miştir. İbni Safd’in eseri, Müslümanlarm Afrika hak­
lımdaki bilgilerinin genişliğini göstermesi bakımından
önemlidir. 1327 yıhnda Ebu’l-Fida tarafmdan yazılan
bir Coğrafya antolojisi de batıda büjrük ilgi uyandır­
dı. 1200 yılından sonra Islâm aleminde Coğrafya An-
siklopediciüği revaç bulmuş, sahip olunan bilgilerin
genişüği ve eksik olan bilgilerin azhğı, yeni coğrafya­
cıları eski bilgileri tasnif etmeye ve özetlemeye yönelt­
miştir. 1228’de, Yakut tarafmdan kaleme alman Büyük
Coğrafya Kâmusu, alfabetik sıraya göre tanzim edil­
miş, tam bir coğrafya ansiklopedisidir. 1275 yıhnda
Kazvini aym türde bir eser vücuda getirmiştir. 1325 yı-
İmda ise Dımışki’nin bu yönde verilmiş bir eserini gö­
rüyoruz. Bu dönemde, Hristiyanlar da, müslüman bil­
ginlerin eserlerini taklit eden yeni eserler vücuda ge­
tirmeye başlamışlardır. 1321’de, dünyamn merkezini
Kudüs olarak gösteren, Müslümanlarm haritasım tak­
lit eden bir harita, Marino Sanuto isimli bir araştırma­
cı tarafmdan çizilerek Papa’ya ithaf edilmişti. 900 yı-
bnda Bettani tarafmdan yazılan coğrafya kitabı da
1150’lerde Tivoli Plato tarafmdan latinceye tercüme
edilmişti.. 1500 yılma kadeir bu hava devam etti. 1600’-
den sonra, batıda coğrafya sahasmda ilerlemeler kay­
dedildi ve daha sonra eser yazan coğrafyacılar, eser­
lerinde bazı batıh kaynaklan da zikretmeye başladılar.
Alman düşünür J. H. Kramers «Coğrafya ve Ti­

143
caret» isimli eserinde, îslâm coğrafyacalarmm, özellik­
le 1126’da yaşayan Harizmî’nin «Mesellesat cetveli»
isimli eserini tercüme eden Barthiı Aberald ve Rogen
Bacon, Albertus Magnus’un arkadaşı Cremona’b Ge-
rard’m (1114 - 87) yazdıkları eserden yararlanarak 1410
julmda «İmago Mundi» isimli bir eser yazan Kardinal
Peter’in, Kristof Kolomb’un Amerika’ya keşfine yardım-
a olduğunu ve Dante’nin İlahi Komedya’smdaki tasav-
vurlarmm mekâna ilişkin yargılarını temellendirdiği­
ni ileri sürer.
Bu dönemde, Müslümanlar tüm Afrika’ya, Avru­
pa’ya ve Uzak Doğu’ya ulaşmışlardı. Bazı kaynaklar
Amerika’ya da ulaşıldığını belirtmektedir. Ki bu konu­
da hayli bilgi vardır. X. asır ortalarında İslâm deniz­
cileri Çin limanlarına ulaşmrşlar ve burada Kanton’da
bir îslâm kolonisi meydana getirmişlerdi. İlk müslü­
manlarm Kore ve Japonya’ya daha 878 yıllarında ulaş­
tıkları bilinmektedir. 850 - 900 yıllarında yaşayan İbni
Rüşd’e, Süleyman ve Ebu Zeyd gibi coğrafyacılar Su-
matra adasmdan ve Seylan’dan bahsetmektedirler ki,
buralara daha önceleri ulaşıldığı anlaşümaktadır.-
ö te yandan müslümanlarm 1000 yılmdan önce Ma­
dagaskar’a vardıkları bilinmektedir. Alman tarihçi
Kramers’in yine «Coğrafya ve Ticaret» isimli eserinde
belirttiği gibi «Vasco da Gama, 1498’de Afrika’yı do­
laşarak Molindi’ye vardığı zaman, ona Hindistan yo­
lunu gösteren bir Arap’tı. Portekiz kaynaklarına gö­
re, adı İbni Macid olan bu Arabm mükemmel bir de­
niz haritasından başka, birçok deniz aletleri bulunmak­
ta idi.» Eserde, İbni Macid’in baskı ve hile yolu ile bu
işe razı edildiği kaydediliyor. Asıl adı Ahmet İbni Ma­
cid olan klavuz hakkmda Sir R. F. Burton ayrmtıh bil­
giler vermekte, İbni Macid’in bir coğrafya kitabı bu­

144
lunduğunu ve pusula sisteminin denizcilikte kullanıl­
masına ilişkin bir sistem geliştirdiğini de kaydetmek­
tedir. İbni Macid ile ilgili bilgi veren kaynaklar, İbni
Macid’e atfen, pusulanm mucidinin Hz. Davud Peygam­
ber olduğunu kaydetmektedirler.
Müslümanlann VII. asnn sonlanna doğru Finlandi­
ya, İsveç ve Norveç’e kadar uzancüklan samimaktadır.
Buralarda yapılan kazılarda, Müslüman sikkelerine
rastlanmıştır. Yine Volga nehri ortalarmda da çok
miktarda Müslüman sikkesi bulunmuştur ki, bu da
müslümanlann buralara kadar ulaştığını göstermek­
tedir.
Müslümanlann çeşitli bölgelere seyahatleri ve ti­
caretleri neticesinde sahip olduklan bilgi birikimini de
buralara aktarmışlardı. Her ne kadar, müslümanlar-
la hristiyanlar arasmdaki ticaret büyük ölçüde Yahu­
di tüccarlar marifeti ile gerçekleşiyordu ise de (Kürk,
silah, ipek ve baharat ticareti), Müslüman tüccarlar
da bu bölgede oldukça etkindi. Müslümanlar, Trabzon,
İspanya ve Hazar bölgesinde Hristiyan tüccarlara mal
satıyorlardı. İslâm medeniyetinin batıya aktanlmasm-
da ticaret büyük bir rol oynamıştır. Bu arada, İslâm
sanayii batıya açünuş ve batınm sanayi ürünleri ile ta­
nışması sonucunu doğurmuştur. Maden işlemede ve
dokuma sanayimde müslümanlar önemli bir yere sa­
hipti. Alman imparatorları, giydikleri elbiselerin üze­
rinde Arap harfleri ile yazılar bulunmasmı övünç ve­
silesi yapıyorlardı. Batı diline, bir çok sanajri ürünü­
nün adı bu vesile ile Arapça’dan geçti. Yine kâğıt ima­
li XII. asırda Avrupa'ya Müslümanlar vasıtası ile geç­
ti. Tanm ve ziraatda, Müslümanlar yine Batı’ya öncü­
lük ve öğretmenlik ettiler. Portakal, limon, kayısı, ıs­
panak, mısır, enginar, zafran, çivit otu Batı’ya Mûs-

Coğrafi Keşiflerin İç y ü z ü -F .: 10 145


lümanlar vasıtası ile götürüldü. Ud ve gitar gibi mü­
zik aletlerini Müslümanlar vasıtası ile tamdılar. Deniz­
cilik ve ticaret ile genel kültür alanmda kullamlan bir
çok kelime halen batıda, Arapça’dan geçen şekli ile
kullanılmaktadır.
Kramers’in dediği gibi «Ortaçağ’da Müslümanlar
ilim, fen ve refahm en yüksek şahikasmda olduklan
halde, Hristiyan Avrupa ümitsiz' bir durgunluk içinde
idi.» Osmanlınm gerilemesi ile Avrupa’nm kuvvetlen­
mesi aym döneme rastlar.. Tanzimatla birlikte Baü’mn
zafer dönemi başlamıştır. I900’lü yıllar ise bir hesap­
laşma dönemidir. Tarih 1900’lü yıllann sonuna varma­
dan bir kez daha dönecek midir?..

146
BATI’NIN KÜLTÜR TEMELLERİ

Bu bölümde, batı uygarhğımn kültür temel­


lerini eleştiren bir dizi makale bulacaksınız.
Bunlar, bu araştırma ışığında yazılmış, buradar
ki bilgi ve belgelerin değerlendirmesi ile ilgilidir.
Bu makaleler, kitaİjm belge ve bilgi ana
bölümünden ayn olarak, ancak onun yapışım
bütünleyen aynimaz bir parçadır.

Haçlı seferleri, seyyahlar, Kudüs’e giden kilise


mensuplan, tüccarlar ve Bizans’tan ayrılıp Avrupa’ya
dağılan Hristiyan din adamlan, Müslümanlarm efsa­
nevi uygarhklanm anlatmakla bitiremiyorlardı.. ö te
yandan Ispanya’yı fetheden Müslümanlar ilkel batıya
medeniyetin ilk ışıklarım taşıyorlardı..
Batı için, bu açığı kapatmak hemen hemen müm­
kün değildi. Bir yanda darmadağın, iç çekişmelerle do­
lu barbar bir baü, öte yandan baüyı yutmaya hazırla­
nan, uygar bir İslâm toplumu.
Akdeniz bir İslâm gölü olma yolunda idi. İş kor­
sanlara düşüyordu. Kilise, aristokratlar, korsanlar güç-
birbği yaparak açık denizlere açılarak, ticaretlerini
müslümanlarm tekelinden çıkarmanm ve Hindistan’a

147
ulaşmanın yollarım aramaya başladılar.. Afrika’da ya­
şayan Hristiyanlan bulmak, öte yandan henüz m üs­
lümanlarm tam egemen olmadıkları Uzak doğu ülke­
lerine sahip olmak istiyorlardı. Bu konuda ihtiyaç duy­
dukları ilk bilgiler daha o günden İslâm kaynakların­
da bulunuyordu ve Kilise bu kaynaklan teksir ederek
ve yeniden yorumlayarak çevresine dağıtıyordu.
Ümit bum unım aşılması, Korsaniann Amerika’ya
ulaşmalan, kısa sürede AvrupalIlara hayal ettiklerinin
ötesinde maddi bir güç kazandırdı.. Aztek ve İnkâ uy-
garbklarmm hâzineleri korsaniann eli ile batıya aktı..
Ümid burnunun dolaşılması ile Afrika ve Uzak doğu­
dan da hazine dolu gemiler Avrupa sahillerinde de­
mirlemeye başladı.. Kilise ve asilzadeler bu büyük ser­
vet karşısmda şaşkma dönmüşlerdi. Kilise ve asilzade­
ler işbirliği yaparak, bir yandan bu bölgelerden servet
akışmı arttırmak, öte yandan burada yaşayan insan-
lan hristiyanlaştırarak kendilerine bağlamak, müslü­
manlara karşı bu bölgede Hristiyan bir güç oluştur­
mak istediler.. Batıya büyük servet akması ve İpek yo-
lunım eski önemini kaybetmesi Osmanh imparatorlu-
ğımun gerilemesine yol açtı.. Batıh ülkeler, bu arada,
her fırsatta azmlıklan ve bölgedeki uluslan Osmanh-
ya karşı kışkırtma yolım a gittiler..
Misyonerlerin tüm dünyaya yasolmalan sonucu.
Kilise adam lan bir yandan kendi dinlerini tebliğ eder­
lerken, öte yandan gittikleri ülkelerdeki yazıh eserle­
rin bir çoğunu satan alarak ya da kopyasmı çıkarta­
rak gemilerle ülkelerine gönderdiler. Bata ekonomisi­
nin temeli, bu soygım ve sömürü ise» kültür temelleri
de, gittikleri ülkelerden ele gçirdikleri büyük bilgiler
ve kitaplardır..
Artık yeni ticaret gemilerinin bir kata altm ve mü­
cevher, bir bölümü baharat ve ipekler ve bir bölümü

148
de kitaplarla dolu idi. Bu kitaplarda tıp, astronomi,
teknik ve mühendislik bilgileri, felsefeye ait batımn ilk
kez tanık olduğu bilgiler vardı. Gittikleri ülkelerde, o
insanlarm dillerini öğrenen misyonerler, kendi ülkele­
rine dönüşlerinde bu kitaplarm ve misyonerlerden ge­
len mektuplarm çözülmesi ve yeni baştan tasnifi için
kiliseye bağh, büyük kütüphaneler ve akademiler kur­
dular.. Batı büyük bir bilim patlamasma tanık oluyor­
du.. Artık tekeri, matbaasn. icat etmek zor değildi.. İs­
tanbul’dan gelen metalürjiye ait bilgilerle, Çin’den ge­
len kâğıt ve matbaaya ilişkin bilgileri bir araya geti­
rince Gütenberg’e matbaayı icat etmek için fazla bir
şey kalımyordu..
K ızıld e rilile rin hayvancılık bilgileri, İslâm ülkele­
rinden aldıkları tıb ve botanik bilgileri ile, artık dünya­
nm bir numaralı üim merkezlerini açmak mümkündü.
Ne var ki, bu bilgiler çok ucuza kapatılmış, haz­
medilmemiş, basit birer formül olarak uygulanacak,
bu bilgiler üzerine, batımn sanayi devrimi bina edil­
mek istenecektir.
Mekanik ve teknik bilgiler batıklan şaşkma çevir­
miştir.. İşgal ettikleri topraklarda yaşayan insanları
hızla köleleştirmişler kurduklan üretim merkezlerin­
de, işgal ettikleri ülkelerden getirdikleri köleleri istih­
dam ederek, tanm alanlarmda çakştırarak batı uygar-
lığmm ilk temellerini atmaya koyuldular.
Doğudan gelen felsefe'kitaplan, batılı aydmlann
düşünce dünyalarmda büyük değişikliklere yol açü..
Kilisenin himayesinde yeşeren akademiler, kısa süre
sonra kiliseye karşı başkaldırmak gereği duydular..
Tarlalarmda köle olarak çalıştırdıklan insanlarm ser­
vetleri ve düşünce ürünleri üzerinde hoyratça tasar­
rufta bulundular, ekerindeki bu malzemeden özellik­

14Q
le, İslama karşı ve kendilerini haklı çıkartacak bir fel­
sefe türü üretmeye gayret ettiler. Batının bu h ızlı ser­
vet akımı, ilmi patlama ve servetin paylaşımına iliş­
kin iç mücadelesini yorumlamaya çalıştılar.. İnsanla­
n n mallarını çalmışlar, onlan köle olarak kullanmış­
lardı. Kendilerinin affedilmez bir günah işlediklerinin
farkmda idiler.. Kilise, onlann bu günahlarım affetme­
ye yarayan bir temizleme evi olmah idi.
Derken, buhar gücü keşfedildi.. Ashnda bu da ye­
ni bir keşif değüdi. Doğudan gelen kitaplann tetkikin­
den elde edilen bilgiler areısmda bulunuyordu.. Batüı
bilim adamlan, keşif sahibi olmaktan çok, eline tutuş­
turulan reçeteyi çözen eczacılar gibiydiler ve bu işi
yapmaktan haz duyuyorlardı.. Buhar gücünün devre­
ye girmesi ile artık insan gücüne eskisi kadar gerek
kalmadı ve sajnlan hızla artan köleler sorun olmaya
başladı.. Sonımda kölelere özgürlüğü verilecektir. As­
hnda bu özgürlük, köleleri sonuna kadar sömürdükten
sonra, herkesin kendi başımn çaresine bakmaya terk-
etmektir.. Yine de, bunlann topyekün imhası düşünül­
mediği için insaflı bir çözümdür.. Ashnda bu görüşü
savunan da olmadı değil. Klux Klanlar olsun. Güney
Afrika’nm ırkçı beyaz yönetiminin zihniyeti olsun bu­
na örnektir.
Böylesine büjrük bilgi akımı, yeni yeni sentezlerle
günümüze kadar, çok kompleks araçlann üretimine
varana kadar devam edip durdu.
Amerika’ya ve Uzak doğuya ilk gidenlerin hemen
ardmdan, bir genü bulabilen herkes açık denizlerin yo­
lunu tuttu.. Zengin olma hırsı ile dolu, gözü dönmüş
bir sürü korsan su gibi kan döktüler ve işgal ettikle­
ri topraklardaki herşeyi yağma ettiler. Açık denizler
ile ilgili efsane yıkılmıştı.. Korktukları şey yoktu. Açık

150
denizler korsan gemileri ile dolu idi.. Hazine yüklü ge­
miler sık sık el değiştiriyor, zaman oluyor yükü ile
birükte denizin dibini boyluyordu. Bu arada batıda
fertler arası ve ülkeler arası bir egemenlik mücadele­
si sürüp gidiyordu.

Haksız Kazanç ve
Gayrimeşru Bir Hayat!

Derken haksız kazanç, gayrimeşru bir hayatı da


beraberinde getirdi. Kaptanlann uğrak yeri olan liman
çevrelerinde yeni bir tarz hayat başladı.. Rahipler, il­
ginç bulduğu bu diyan gezmeye gelen beyefendiler,
tacirler, maceraperestler, garip efsaneler anlatan fal­
cılar, şarap tüccarları, her ne pahasma olursa olsun
zengin olmayı kafasma koymuş fahişeler, artık hep
birükte bir arada görülebiliyordu. Kumar, şehvet tüc­
carları ve içki tüccarlanmn biraraya gelCiesi ile, bu
liman şehirlerinde ilk Mafia türü-hir örgütlenme göz­
lenecektir. Büyük sen/et sahibi olan cahil, sadist ruh­
lu maceracılar ,burâlarda su gibi para harcamakta, li­
man çeyresl'ndeki meyhanelerde yeni soygun planlan,
insan,favı ve karanlık işler planlanmaktadır. İçki gi­
derek korsanlar için artık gittikleri yerlerde yerlilere
sat^eaklan kıymetli bir ürün olmuştu. Batıdan gelen
fahişeler, kısa sürede yerlileri de bu işe alarak sek-
töfjermi genişlettiler. Böylece fuhuş müesseseleri, kor-
sahlann kârlanndan pay sahibi oldular. Büyük servet
sahibi olan fahişeler, daha sonra ülkelerine dönerek
bol parah lüks bir hayat yaşadılar ve sahip oldukla-
n serveti işletmek için karanlık ortaklıklar kurarak, ül­
kelerinde Mafia türü örgütlenmeler gerçekleştirdiler..
Yığmla serseri, cebi bol para gören haydutlann çev­

151
resinde toplanmaya devam ettiler, yeni batı toplumu
bu karmaşık denklem üzerinde doğdu.
Bu büyük servetin kimin elinde olacağı tartışma­
sı, iç savaşa kadar varan mücadelelere sebep oldu. Bu
savaşta ilim kurum lan özerkleşecek. Kilise Vatikan’a
mahkum olma ile sonuçlanan bir yenilgiye uğratılan
çaktır. Milliyetçilik akımlan. Sosyalist ve Kapitalist
akımlar boy gösterecektir.. Sonuçta, baü kendi kültür
temellerini Yunan düşüncesi üzerine bina etmeye ça­
lışacak, Cumhuriyetçi ve Demokratik bir yapınm sa­
vunucusu olacakdır.
Milliyetçilik, Sosyalizm ve Kapitalizm gibi akımlar,
Baü toplumımun o günkü karmaşık çıkar mücadele­
sinin tabii bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bir yan­
dan tarihi maddeciliği savunanlar, öte yandan özgür­
lük ve serbestlik yanhlan, başka bir yandan milliyet­
çi toplumculuktan yana olanlar yeni kurulacak dev­
letin modelini çizmeye koyuldular. Sonuçta bu tartış­
ma ortamı olduğu gibi korundu. Soylular egemen dev­
let oldular. İşçilere haklarım savunmalarım sağlaya­
cak örgütlenme haklan tarandı. KiÜse devlet yöneti­
minden soyutlandı. Maceracılar ile fahişeler ortak olup,
devlet gibi örgütlenerek, devlet kadar güçlü yeralü teş­
kilatlan kurdular. Servet bir süre Avrupa coğrafya-
smda hızla yer değiştirdi. Sonuçta Cumhuriyetçilerin
Şato servetine el kosrması ile yeni dönem başladı.
Ya Masonlar, ya Yahudiler?.. Bu arada Yahudiler
ve Masonlar kiliseye, Şatoya ve Akademilere kadar sız­
dılar, yeralü örgütlerinde rol oynadılar.. Yahudiler, İs­
lâm kültürünün batiya akmasmdaki ilk kibt rolü oy­
nayanlardandır. Yahudiler arasmda okur yazar ora-
nınm yüksekliği, ticaretle uğraşm alan ve dil bilmele­
ri, onlan batidaki her grub için vazgeçilmez bir ter­
cih haline getirmiştir. Batida bilim adamlarmm büyük

152
bir k ısm ın ın yahudi oluşu, ashnda bu tercüme bilgi­
lerin ilk kez onlann elinden geçmesinden kaynaklan­
maktadır. 0 te yandan bu kitaplann tercüme ve tek­
sirlerinden büyük para kazanmışlardır..
Yahudiler Mason cemiyetlerinde de önemli roller
oynamışlardır. İlk olarak, Ingiltere’ye kilise inşa et­
mek için gelen duvar ustalannm kurduktan bu gizli
cemiyet giderek Akademilere ve siyasi mahfillere ka­
dar yayılmış, devlet içinde, devlet kadar güçlü bir ha­
le gelmiştir.
Yahudilerin asıl servet sahibi olmalan, bu baü uy-
garhğmm palazlanma döneminde yapüklan görevdep
kaynaklanmaktadır. Bu dönemde hızh servet ve tica­
ri malzeme akışı karşısmda Yahudiler hemen kollan
sıvEumşlar, daha önce Doğudan Batıya doğru çalışan
İpek yolu ticaretini, bu kez Bati içinde Batıdan Doğu­
ya doğru işletmeye başlamışlardır. Yahudilerin bu dö­
nemde, bölgede tüm Avrupa coğrafyasmı bir ağ gibi
kaplayan güçlü bir ticaret ağı bulunmaktadır. Yine
güçlü bir haberleşme ağma sahip bulunmaktadırlar.
Bir yandan büyük servet akımı, öte yandan çok mik­
tarda gelen ticaret mallanmn dağıtımı ve pazarlanma-
sı Yahudilerin servetlerine seırvet katmıştır.. Yağma­
dan pay sahibi olan birçok asilzade, kilise mensubu
ve korsan, paralarını Yahudilere yatırarak faiz almış,
ya da Yahudilerle iş yapmıştır. Yahudiler zaman için­
de kendilerinde toplanan büyük serveti batidaki bir
takım yatinmlarda kullanarak, başkalannm paralan
ile büyük servet sahibi olmuşlardır.
Yani bugün batıh ülkelerin zenginlikleri, ya da ba­
tida servet sahibi olan Yahudilerin çoğunun temelin­
de bu soygun parasmm itici gücü bulunmaktadır.
Yahudiler ilk kez bu dönemde, bu günkü anlam­
da bir bankacılık ve bankerlik yapmaya başlamıştır,

153
bütün batı ülkelerinin toplam servetinin önemli bir
bölümü üzerinde tasarruf sahibi olmuşlar ve bu tica­
retten pay almışlardır. Zamanla üniversiteleri, siyasi
mekanizmayı, illegal m enfaat örgütlerini de kontrolle­
rine alan Yahudiler, bu yağmadan en kârh çıkan grub
olmuştur. Kilisenin güçlü olduğu zamanda, şatonım
güçlü olduğu zamanda. Cumhuriyetçilerin güçlü oldu­
ğu zamanda, her zaman en güçlü olan Yahudiler ol­
muştur.

Ya Sonra..

Sonra, Batı Avrupa’ıun şekillenmeye başlaması,


arük sömürülecek fazla birşey kalmajonca, mevcutla
yetinmek, genişleyen sömürgelerin yönetimine ilişkin
sorunları bertaraf etmek için. Modem kapitalizmin ve
Modem Komünizmin kendini isbatlaması gerekiyordu.
Milliyetçilik kunımlaşmah idi. Almanya’da milliyetçi­
ler, kendi sömürge servetleri üzerinde Yahudilerin sa­
hip olduklan payı kıskanchklan için olacak, onlan düş­
man ilan ettiler.. Yahudiler büyük bir ustahkla. Ko­
münist ve Kapitalistleri bir araya getirerek Alman mil­
liyetçilerini dize getirdi. Dünyayı Bloklar arasmda
kamplara ayırarak, askeri dengeler oluşturarak onla-
n yönlendinne yolıma gitti. Bu anlamda, bugünkü den­
ge, herkesten çok Yahudilerin işine yaramaktadır.
1. ve 2. paylaşma savaşmdan sonra, yeniden ba­
ğımsızlık hareketleri hız kazandı.. Yeni kurulan ulus­
lararası etkinliğe sahip örgütlerle ülkelerin ekonomi­
leri ve mahyeleri denetim altma almdı. Sömürü bir
başka şekilde devam etti. İhtilaller, isyanlar, katliam­
lar, iç savaşlar birbirini izledi ve halâ da devam et­
mektedir. Ama sömürü kesintisiz olarak devam etti.
Bugün baü uygarlığı ekonomik refahmı halâ, geri bı­

154
rakılmış ülkelerden gelen hammadde kaynaklarma, zo­
runlu pazar ülke haline getirilen tüketim toplumlar
n n a borçludur. Gutlaklarma kadar battıklan borç çu­
kuru içinde, kâğıt üzerinde kalan bağımsızlık ve öz­
gürlüklerini kutlamaya devam ediyorlar.. Geri bırakıl­
mış ülkeler. Batı uygarhğı için, balâ kan ve ter akıtı­
yor. Bu ülkeler, gelişm iş batı ülkeleri için iyi bir pa­
zar, ucuz işgücü, hammadde ve asker deposu..
Amerikan uygarlığınm gözabcı şatafatınm gerisin­
de Harlem’in gözyaşı, abnteri ve çamur deryası için­
de yüzen yoksul insanları vardır.. Çadb’mn, Bengaldeş-
li’nin açlıkları üzerine kurulu bir tokluk düzeni. Bu
uygarbk olmasa gerekir.
Ortaçağ, bizim için karanbk bir çağ değildi.. Ay-
dmlık, apaydmbk bir çağdı.. Eğer hakikatin ölçüsü Ba­
tı ise, evet Batı Ortaçağm zifiri karanlığmda yaşıyor­
du.. Ancak batı, ne coğrafya ve ne de nüfus olarak
dünyanm çoğunluğunu değil pek küçük bir azmlığmı
oluşturuyordu.. Batılılann kendileri için ileri sürdükle­
ri karanlık çağ, sadece kendileri için geçerli olması
gerekirken, kendi kültürlerini tüm dünyaya yaydılar..
Aslında yaydıklan, daha önce aldıklarmm üzerindeki
etiketi değiştirip, kendi savunularım kattıktan sonra,
ortaya çıkarttıkları acem i bir terkipti..
Batı ârizi bir şeydi.. Osmanlı imparatorluğunun
ömrü kadar bile uzun bir ömür yaşayamadan, yıkı-
mm eşiğine geldi.. A m a beş - altı asır bir gerçeği giz­
lemeyi başardılar. Bu onlann başarısı mı, yoksa bizim
zaafımızdan ım ka 3maklanıyor?. Ya da bizim zaafum-
zm çıkışı dış etkiler mi, kendi içimizden mi kaynakla-
myor?. Bu iki değer araşm a bir smır çizmek oldukça
zor sanırım.
Ortaçağı kim karalam aya kalkarsa, onun suratı­
na dünyanm en cahil adamımn suratma bakar gibi

155
bakmalı. Ama önce gerçeği anlatmak gerek. Değil mi
ki, halâ okullarda bu safsata, bu cehalet okutulmak­
ta! Değil mi ki, biz dün öyle düşünüyorduk!

Batı’nm Yargılanması

Batı aydım iki yüzlü bir sahtekardır. Batınm ilim


dediği şey, bir gasp ürünüdür. Dahası çaldığı bir for­
m ülü acemice yorumlayan yeteneksiz sanayi casusla-
n n a benzemektedirler.
Sözde Rahip John’un ülkesini aramak için çıktık­
ları «Kutsal yolculukları» zenci kam ile yıkanarak son
bulmuştm-. Shakespeare’in elden çıkmayan o lanetli ci­
nayet kam, bir yerde, Batılınm eline buladığı zenci ka­
nına ne kadar da benzemektedir. Shakespeare yaşadı­
ğı 1564 -1616 yülan arasmda tanık olduğu olaylann
onım düşünce dünyasmda yankısım bulmadığı düşü­
nülemez. «özgür ve erdemli yeni insan tipi»ni haya­
linde canlandıran yazar Atinah Timon isimli eserinde
çaresizhğini Atina toplumunun şahsmda eleştirir. Say­
gı ve hoşgörüsünü yitirmiş, çıkar savaşı üzerine kuru­
lu batı toplumunu eleştirir. Çevresinde dost kimse kal­
mamıştır. «Ne olurdu biraz temiz olsaydm da üstüne
tükürseydim» diye iğrentisini anlatır. Kendini seven
birine rastlaşa «Niçin beni seviyorsun, sana para ver­
medim ki» diye eleştirir. «Borç verdiği parasım, bir ki­
lo insan eti olarak geri isteyen bir tüccarm» marazh
ruh halini irdeleyen ü n lü düşünür gürültülü ve şiddet
dolu, «tannlarla» hesaplaşan batı insammn acizliğini
ve şiddete susamışlığım konu edinir.
Shakespeare’nin atalan ile, ütopik Rahip John
arasm da uçurumlar vardır. Misyonerlerin hayalinde­
ki Rahip John, sadece gözü dönmüş birer cani olan

156
korsanlara yol gösteren bir deniz fenerini andırmak­
tadır.
Rahip John’un ülkesi olarak bilinen Etopya’da bu­
gün 400.000 kişi ölümle ımzyüze bulımmaktadır. Hris­
tiyan alemi için bir hiç ki3nnetindeki 3,5 milyon dolar
acil yardıma ihtiyaç vardır. Kişi başma 137 dolar ile
dünyamn en geri ülkelerinden biri olan 1 milyon 221
bin 900 km“ genişliğindeki bu yoksul ülkeye hiçbir za­
man, Hristiyan alemi tarafmdan gereken yardım sağ­
lanmadı. Ama her zaman istismar edilegeldi-

Bürokrasinin Doğuşu
Bürokrasi dediğimiz şey nedir, kökü nereye dayar
mr hiç düşündünüz mü? Bugün m odem devlet anlayı-
şınm vazgeçilmez müesseselerinden biri olan Bürok­
rasinin temeli, Hristiyan batı toplumundaki köle sicü-
lerine dayanmaktadır. Daha önce toprak kayıtlan ile
ilgili olarak da Kilise tarafmdan kayıtlar tutulmakta
ise de, bürokrasinin bir kurum olarak ortaya çıkması
köle akımmdan sonrasma rastlar. Arkasmdan yağma
ve gasplann batı sermaye piyasasmı oluşturmaya baş­
laması ile bürokrasi maliye ve ticâret anlammda önem
kazandı. Yeni sömürgeler kurulması ile batı toplumu
için hayati bir önem taşımaya başladı.
İslam toplumunda aym iş, çok daha öncelerden
beri, farkh bir anlayışla kullanıla gelmekte idi. Pan-
dit Nehru’ya göre; «Kendi kendilerini atayan, yaptıkla-
nndan halka karşı sorumlu olmayan yüksek memurlar
idaresine bürokrasi denmektedir.»
Bürokrasi giderek daha karmaşık bir hal aldı ve
bugünkü noktaya geldi. Şimdi, kompütür yardımı ile
soruna çözüm aramyor.. Yanlış merkeziyetçi bir bü­
rokrasi anlayışı, bugün modem toplumlan tedirgin
eden bir uygulama olmaya devam etmektedir..
157
Egemen Güçler

Egemenlik mücadelesinin kökü çok eskilere kadar


gitmektedir.. îlk insan Hz. Adem Peygamber olduğuna
göre, aile reisliği ile başlayan bir egemenlik müesse­
si kendiliğinden doğmuş oluyordu..
Hz. Nub’ım gemideki inanmışlarla birbkte kara­
ya basmaları ile yeni bir dönem başbyor. Yeniden yer­
yüzü bir Peygamberin önderliğinde bayat buluyordu..
Tamamı inananlardan oluşan gemi yolcularmm kara­
ya varmalarım müjdeleyen, ağzmda zeytindab taşıyan
beyaz güvercin, Hz, N uh’un ve ona inananların sim­
gesi olmuştu..
Hz. Süleyman Peygamberin tüm dünyaya hükme­
den bir yeryüzü egemenbği kurduğu bilinmektedir.. 6
köşeli yıldız biçimindeki, dünya egemenliğini ifado
eden tuğrası, ne yazık ki, bugün Yahudilere bayrak
olmuştur. Oysa bu simge, uzun yıllar müslüman hü-
kümranlarm sembolü olagelmişti.
Bu arada sayısız uygarlıklar ortaya çıktı.. Kanb
egemenlik mücadelen oldu. Bunlann büyük kısmım
bilmiyoruz. M.ö. 5. yy.’da Atina ve M.ö. 100. yılda Ro-
m a’mn kesin egemenbği sözkonusu idi.. Hz. Musa ve
Hz. îsa’mn dinlerinin o çağ insanlanna hakkm mesa­
jım ulaştırdığım belirtelim. İran, Moğol ve Hint uygar­
lıktan bölgesel egemenlikler kurdular ve sınırlarım bir
uçtan öbür uca genişletmeyi başardılar.
Ortaçağ, İslâm dünyası için gerçek bir aydmbk çağ
iken, batı için tam anlamı ile karanbk bir çağdı. 1650’-
lerden başlayarak 1700 înima kadar, Fransa, Avru­
pa’da egemen bir güç olarak kendini gösterdi. Askeri
ve kültürel bakımdan Fransa batmm en büyük gücü,
idi.

158
1815’lerden başlayarak 1940’lara kadar, Fransa’dan
boşalan yeri, güçlü deniz kuvvetleri ile, askeri anlam­
da İngiltere doldurdu. Bir yandan dünyanm jandar­
malığım yaparken, öte yandan Sanayi devrimintn pa­
tentini tüm dünyaya pazarlamakta idi. 1940’lardan iti­
baren ise dünya çapmda etkinliğe sahip egemen bir
güç olarak ABD ortaya çıktı. Bu süreç de 1970’lerdeki
Vietnam bozgununa kadar sürdü.. Ve şimdi, Çin’i,
SSCB’si, ABD’si, Batı Avrupa ülkeleri ile tüm dünya
yoğun bir siyasi ve ekonomik krizin içinde bunalmak­
tadır.
Amerikan çağı sona ermektedir.. Batı, artık iler­
lem ek şöyle dursun, ayakta durma savaşı vermekte­
dir.. Sosyal patlamalar, siyasi ve ideolojik çalkantılar
bati 3n zor durumda bırakmıştır.. 4 asır bile sürmeyen
bir zaman aralığmda, insanhğm ortak mirasmı hoy­
ratça tüketip, su gibi kan akıtarak bir bilinmezliğin
eşiğine geldiler..
Yağmadan elde ettikleri servet ve gasbettikleri
kültür m iraslan batıya pahahya maloldu.. İşgal edi­
len Amerika topraklarında yaşayan insanlar, yerlile­
ri yokettikten sonra, kendi aralannda yoğun bir iç mü­
cadeleye giriştiler. Tüm batı sancıdan kıvramyor,
ABD’nin sadece bir kentinde, Newyork’ta her gün en
az 10 cinayet işleniyor. 300 silahh soygun ve 800 hır­
sızlık olayı meydana geliyor.. İntiharlar ve aklım kay­
bedenler hergün biraz daha artıyor. Sapıklar köşebaş-
larmı tutuyorlar. 300.000 evsiz barksız insanm köprü
altlannda yattığı bu kentte, işsizlerin, kanun dışı iş ya-
panlann sayısı hergün çığ gibi büyüyor.. Bir anlık
elektrik kesintisi bile, kentin o bölgesini yangm yeri­
ne döndürmeye yetiyor.. Ve ABD çöküyor... Başkala­
rım kurtarma iddiaları üe binlerce kanaldan kafamızı
şişirseler de, ABD üzerine övgüler dizseler de, ABD çö­

159
küyor.. İki asırlık ömürleri içinde kan ve gözyaşı üze­
rine kurdukları özgürlük abidesinin önünde ölümü
bekleyen biçareleri andırıyorlar..
9.385.000 km® yüzölçümü, 220 milyona varan nü­
fusu ile ABD dünyamn en büyük ülkelerinden biri. 100
milyondan fazla kişinin taşıtı var. 300 milyondan faz­
la radyo alıcısı kullanıyor Amerikan halkı, aym nüfus
100 milyon televizyon ahcısma ve 129 milyon telefo­
na sahip. Teksas’daki petrol yatakları dünya üretimi­
nin %35’ini karşıhyor. 15 milyonu aşkm nüfusu ile
Newyork, Türkiye’nin yansm dan biraz küçük. Bugün
içinde bulunduğu durum, şiddet olayları açısmdan kı­
yaslanacak olursa 12 Eylül Türkiye’sinden daha da va­
him.. Her an kapıda bekleyen zenci - beyaz savaşı, bir­
çok Amerikah’sm ciddi bir şekilde endişelendiriyor.
Muhteşem yapılan, gösterileri ile ABD artık, ifa­
de özgürlüğünün genişliği ile tanman bir ülke olarak
tamtümıyor. Tüketim uygarhğuun sonuna yaklaşırken.
Uluslararası kapitalizmin patronluğunu üstlenen Bir­
leşik Devletlerin alameti farikası, kan içici bir emper­
yalist olmaya devam edişidir.. Ne var ki köprünün al-
tmdan artık çok sular geçmiştir.. Elindeki silahlar öy­
lesine büyüktür ki, sonunda bir ucu gelip kendine d a r
yanmaktadır.. Dünyayı öylesine kirletti ki, artık ken­
disi de bunalmaktadır. Gördüğü düşten kendisi de
korkmuş durumdadır. 17. yy.’da yapılan sömürge mi­
mari tarzmdaki beyaz saray, artık eskiden takdim edil­
diği gibi umut, banş ve özgürlük kalesi değil, korkunç
cinayetlerin planlandığı bir büyücü şatosudur. Büyücü­
nün gördüğü düşler artık kendi uykusunu kaçırmak­
ta, Amerikan yurttaşlarım endişelendirmektedir..
Yok olan Boma, yok olan Bizans ve Atina’ya kar­
şı, inananların kalesi Mekke halâ ayaktadır.. Roma’yı

160
ateşe veren Neron, uygar batının rub bastası kişiliği­
nin tipik bir örneğidir.. Uygarlık görkemli oyunlar ser-
'gileyen tiyatro merkezleri kurmak, ya da çok iyi glad­
yatörler yetiştirerek insanları öldürmek değil, adil ve
banş içinde bir yeryüzü inşa etmektir..
îlk söz, ilk yazı, ilk bilği ve ilk gerçek, bep doğu­
dan geldi... M ekke-Kudüs çizgisinde bayat buldu ve
tüm dünyaya buradan yayıldı..
Bati; öteden beri, tüm uygarlıklarım, başkalanmn
gasbedilen baklan, başkalannm kanlan ve gözyaşla-
n üzerine kurdu.. Batı uygarhğımn temeli sömürgeci­
liktir. Batmm karakteri sömürgeciliktir. Yunan De­
mokrasisi ise özgün bir batı kültürü olarak düşünüle­
mez.. Sonu hüsranla biten ve başkalanmn gasbedilen
haklan üzerine kurulu bir düzen örnek bir uygarlık
olarak gösterilemez. Oysa inananlann kurduklan dü­
zen ilk insandan bu yana kesintisiz olarak sürmüştür.
Ve son Peygamber Hz. Muhammed’in dini olan İslâ­
miyet ile de ebediyete kadar sürecektir. O din ki, İb­
rahim dininin bir devamıdır.. Zebur, Tevrat, încil zin­
cirinin en büyük ve son halkasıdır.

Coğrafi Keşişlerin iç y ü z ü -F .; 11 161


BATI UYGARLIĞI HAKKINDA

Prof. Cl. Delmas’a göre «batı uygarlığı Yunanhla-


nn, Romalılann ve yahudilerin mirasıdır.»
Batı uygarhğı, öteden beri, daha sonra sömürge­
leştireceği Afrika’ya bağh kalmıştır. Bir tesbite göre
«Nasıl ki Afrikah, Augustin’siz katolik teoloji düşünü­
lemezse, Afrika’nm buğdayı olmadan da imparatorluk
Roması düşünülemezdi.» Afrika din ve ekmek demek­
ti Roma’da.
Batı uygarhğınm İslam uygarlığı ile tanışması ise,
bir yandan Ispanya’ya kadar gelen Endülüs Emevileri,
öte yandan, Yahudiler, Bizans, Yunan, Girit ve Malta-
hlar eh ile oldu. Bir çok batıh gözlemci de «Avrupayı
baştan başa dolaşan, asırlardır ahşveriş yapan ve her-
türlü parayı piyasaya süren Yahudilerin» bu oluşum­
daki rolünü inkar etmemektedirler.
1914 yıhnda atlasa bakan biri tüm dünyanm ba-
falılar tarafmdan pay edildiğini görecektir. Afrika
ve okyanuslarm tümü batı egemenhğmdeydi. Asya’-
mn yansı ve Amerika’nm dörtte biri onlarmdı. Artık
kutuplarm, denizaltırun ve gökyüzünün keşfine sıra
gelmişti. Bu gün bu sonuçta önemli değişiklikler oldu
mu acaba? Bana kahrsa sömürgecilik kılık değiştirdi.
YerU işbirlikçilerle, şimdi daha da usta bir biçimde
sömürülerini sürdürüyorlar. Uygarca!

162
«Batı uygarlığı çağların, uygarlıkların çökeltisinin
bir ürünüdür.» Ve baüb için tarih can sıkıa, yalanla
dolu ve tehlikeli bir ilgi alanıdır. Hep ileriye bakma­
yı öğütleyecektir onun için. Geride bıraktığı çirkinlik­
leri kimse görmesin diye.. Gelecek ise, pınitıh bir ütop­
yadır, yaşanan anlann acılarım gizleyecek.
«Beyazlar dünyayı keşfetmek, fethetmek, sömür­
mek için dünyamn dört bir yanma yayıldılar» ve bi­
ze kanla, gözyaşı ile dolu bir dünya bıraktılar. Herşe­
yi çarpıttılar. Ama arük gerçekleri daha fazla gizle­
yecek güçleri yok. Dünün hesaplaşmasmdan çok, bu
günümüzü kurmak ve yan n için yeni bir ütopya ge­
liştirmek düşüyor bize.. Baüyı tümü ile red değil, ama
önerdiği tüm kavram ve kurum lan yeniden yorum­
layarak, kabul ve reddederek, batımn yeni bir yoru­
mu değil, özgün bir dünya görüşü ve yorumu ile insa-
m ve eşyayı yorumlamak zorunda 3am. Sanıyorum, din
bu noktada en kolay çıkış noktası olacaktır. En kolay
değil, tek!

İngpliz Uygarlığmm Temelindeki


Köle Kam

Herkes, Mısır firavunlanmn piramid mezarlann-


da çalıştınlan yüzbinlerce kölenin drammı hayal eder,
üzülür de çok daha yakm bir tarihte gerçekleşen İn­
giltere krallığımn, Mısır firavım lanna taş çıkartan zu­
lüm ve işkenceleri karşısmda ilgisiz kalır.. Firavunla­
rın altmlan, 3rüzyillarca sonra İngiliz saraîrma akmış
ve Firavunlann bu büyük mirasma Ingilizler sahip çık­
mıştır.. Uygarlıklanmn temel harcmda, Firavun hâzi­
nelerinin de payı vardır.. İnsanlık tarihinin o gün için

163
para değeri ifade eden herşeyi gasbedilerek, yeni ba­
tı uygarlığının barcına katılmıştır.. înka’sı, A ztek’i, Mı­
sır firavunlannm, Hint mabedlerinin, Buda beykelle-
rinin hâzineleri batıya akmıştır..
İngiltere sömürgeleri bir dönem 40 milyon km^Tik
bir alana yayılmış ve o günkü nüfusu ile 450 milyon
insan yeni İngiliz imparatorluğunun refah ve mutlu­
luğuna hizmet etmiştir.. 12. asırda Manastır okulları
şeklinde vücut bulan Oksford ve Kembiriç, daha son­
ra işgal edilen ülke uygarhklarmm kültür mirasımn
gasb edilerek sahip çıkıldığı bir kültür korsanlığı mer­
kezi idi ve gelişerek günümüze kadar geldi.
Her tarafı denizlerle çevrili ve tanm bakımından
yetersiz olan İngiltere öteden beri kendi dışına açıl­
ma hevesinde olan bir ülke durumunda olmuştur..
1600’lü yıllardan sonra hızla dışa açümaya başlamış­
tır. 1600 jubnda Hindistan’da büyük bir şirket kurul­
muş, yine Afrika’da yeni şirketler tesis edilmiştir. Ken­
di topraklarmdan 170 kat daha büyük topraklan sö­
mürgeleştirmiş ve kendi nüfusunun 10 kat daha faz-
lasım köleleştirmiştir. İngiltere imparatorluğu ve bütçe­
si bu dönemde tarihin kaydettiği en büyük imparator­
luk ve bütçe rakamma erişmiştir. İngiltere işgal etti­
ği topraklan bir yandan şirketlerle idare ederken, bu­
ralarda oluşturduğu localarla, yerb halktan işbirlikçi­
leri aralarına alarak, gizli cemiyetler halindeki Ma­
son örgütleri ile yönetme yoluna gitmiştir.. Çünkü as­
keri ve memur olarak bütün İngiliz vatandaşlannm, iş­
gal ettiği topraklara dağıtılması bile mümkün olma­
yacak bir genişliğe ulaşmıştır.. Her 10 kişiye bir po­
lis ya da memur tayin edecek olsa, İngiltere’nin bo­
şalması gerekecek bir seviyeye ulaşmıştır. Bunun için
de bu tür örgütlenmeler zaruri hale gelrmş ve sömür­

164
ge imtiyazları ile bu örgütler o topraklarda kök sala­
rak yerleşmiş, sömürge döneminden sonra da bu kişi­
ler örgütlerini sürdürerek imtiyazlı hale gelmişlerdir.
Ingilizlere göre, renkU derili insanlar, beyaz insa­
na yardım için halkedilmiş, akılh, hayvan ile insan
arasmdaki yaratıklardır.. Onlar yönetilmek için yara­
tılmışlardır. Haîrvan gibi muamele görürler ve insan
gibi çakşırlar. Doğu doğudur, batı da batı. Birleşme­
leri ve uyuşmaları sözkonusu olamaz.

Bir Hikaye

Kars Mebusu Ağaoğlu Ahmet, tngilizlerin Hintli­


lere yaptığı baski5a anlattığı bir kitabmda şu olayı nak­
lediyor ;
Amir şehrinde, ibadet için toplanan halkm arasın­
da bisikleti ile gezen bir İngiUz kızı ile yerliler alay et­
mişler. Kadm İngiliz generali Dayaze’ye halkı şikayet
etmiş, general de askerlere lO’ar fişek vererek bir müf­
reze askeri olay yerine göndermiş. Askerler, ibadet et­
mekte olan halkın üzerine ateş açarak 700 kişiyi öldür­
müş ve 500’ünü de yaralamışlar.. Sağ kalanlar ise. üç
gün süre ile yüzüstü yerde sürünme cezalanma çarp­
tırılmış. (N o t: Kars Mebusu Ağaoğlu Ahmet olayı taf­
silatı ile anlatıyor.. Ben kısa geçmek için aynca özet­
leyerek hikâye ediyorum..) Yazara göre, halka verilen
sürünme cezası sıkça rastlanan bir cezalandırma yön­
temidir. Generalin silahsız halka ibadet halinde iken
ateş açtırması, büyük tepkilere sebep olmuş. Olay İn­
giltere’ye intikal etmiş ve İngiltere’den olayı tahkik için
bir heyet gönderilmiş. General’in sorgulanması sıra-
smda, niçin böyle davrandığı şeklindeki bir soru üze­
rine «Buranın âmiri benim.. Vazifemin gereğini yap-

165
tun» demiş, daha sonra bütün halkm üç gün yüzüstü
sürünme cezasma çarptuılması ile ilgili olarak ise
«Hindular mabudlan karşısmda böyle ibadet ediyor­
lar. Onlar şunu bilmelidirler ki, bir Ingiliz kadmı, bir
Hint mabudundan daha mukaddestir, azizdir. Ben em­
ri verirken, bu emre itaat etmeyeceklerini sanmıştım,
yaşamak için yapmaları gereken şeyler, ihtiyaçları var­
dı.. Herkesin sokakta jniizüstü sürüneceklerini söyle­
dim. Kaçıp dama çıkıp adam gibi yürüyebilirlerdi. Çün­
kü evlerinin dam lan düz ve bitişiktir. Bunu akıl ede­
mediler» istihza dolu bu cevap soruşturma heyetini
tatmin etmiş ve karann ve savunmamn Ingiltere’de
duyulması üzerine General Dayaze ülkesinde bir kah­
raman gibi şöhret bulmuş.
Hindistan, İngiliz emperyalizminin sertacıdır. İn­
giltere’nin umramnda en fazla Hindistan’m payı var­
dır.. İngiliz halkı, İngiltere’ye kazandırdığı refah kar-
şıhğmda kendisi yoksulluk, acı ve ızdırabı, kan ve göz-
yaşım almıştır. 1. Dünya savaşmda 1,5 milyon Hinth
asker İngiltere’nin yanmda savaştı, savaş süresince 1
milyar Rupiden fazla yardımda bulundu.. İngiltere’nin,
Afrika ve Ortadoğu siyasetinin bel kemiğini Hindis­
tan’daki hayatî çıkarları oluşturmaktadır. İngiltere bu­
rayı elinden kaçırmamak için Hindistan’a giden bü­
tün su yollarım kesmejn, bölge devletleri arasmda ni­
fak çıkartarak, onlan bölerek ve birbirine düşürerek,
birleşmelerini önlemek istemiştir.. İngiltere’nin İran ve
o dönemdeki Türkiye’ye karşı siyaseti, büyük ölçüde
Hindistan’a bağhdır.. Petrolün bulunmasmdan ve Hin­
distan’m bağımsızhğma kavuşmasmdan sonra durum
değişmiştir.
N e var ki, İngiltere halâ, «İngiliz milletler toplu­
luğu» ile, eski sömürgelerindeki hak ve menfaatlerini

166
korumaya çaba göstermekte, İngiltere’nin dünya siya­
setinde balâ devam eden etkinbği ve imtiyazlannı, bu
ülkelerin lehine kullanm ası vadi ile bu ülkeleri oyalan
maktadır.
Batıklar çok eskilerden beri Hindistan’ı biliyorlar­
dı. M.Ö. 327’de İskender buralara kadar gelmişti. Hat­
ta Ganj nehri boyunca içerilere doğru ilerlemişti. M.ö.
300 yıllannda burada Vedik’ler bulunuyordu ve o za­
manlar Brahma dini teşekkül etmişti. İlk müslüman­
lar 700’lü yılların başlarında gelmeye başladı. Ve 711
senesinde İslâm komutanı Kasım bu bölgeyi İslâm top­
raklan olai'ak ilan etti. 1498 yılında ise Vasco da Ga-
m a’nın Malabar sahillerindeki Kaltüta şehrine gelme­
si ile durum değişti. 16. asm boyunca Portekizliler bu-
ralan sömürdü. 17. yy.’da HollandalIlar bölgeye hakim
olma savaşı verdi. 18. asmda Fransızlar geldi ve arka-
larmdan gelen İngilizlerle savaştılar. 1600 senesinde
Kraliçe «Ost İndiana» şirketi ana nizamnamesini onay­
lamış, İngilizler bu tarihten itibaren, bir yandan yerli
prensler, öte yandan Portekiz ve Fransızlarla çatışma­
ya başlamıştm. Bu çatışma 2 asm sürmüş ve bu dönem­
de üç koldan sömürü devam etmiştir. Bu arada müs-
lümanlarla hindulan, mecusileri, öteki dini ve etnik
grublan çarpıştırmış ve Hindistan’da iç savaşı alabil­
diğine körüklemiştir.
Bir yandan gasb, öte yandan korsanlık ve hacı ka­
filelerini soymak, ve ticari kazançları yetmiyormuş gi­
bi, prensliklerle ve mahalli yönetimlerle anlaşmalar
yaparak bunları vergi verm eye zorlamışlardm. Beylik­
ler arası iç mücadelede bir tarafı tutarak, destek karşı-
bğmda astronomik rakamlarla para almış, yendikleri
tarafı da savaş tazminatma mahkum etmiştir. Mir Ca^
fer olaymda Bingale prensliğinin bütün mücevherleri
ve aynca 1,5 milyon İngiliz lirası alınmış, 500 bin In­

167
giliz lirası da aynca komutan Klayu tarafmdan alm-
mıştır. 1757-1857 arasmda, savaş tazminatı olarak,
yerli beyliklerden üç yüz milyon İngiliz lirası savaş
tazminatı almdığı hesap edilmektedir, ö len prenslerin
miraslan çoğu kez Ingiüzler tarafmdan şirketlerine
irat kaydedilmiştir. Alman vergilere örnek olarak İn­
giliz kaynaklanna başvurduğumuzda şu rakamlar gö­
rülecektir : MoğoUar zamanmda Bingale eyaletinin ver­
gisi 818 bin İngiliz lirası idi. Şirketin devreye girme­
si ile ilk sene içinde bu vergi 1,5 milyon İngiliz hra-
sma çıkartıldı. 1790 senesinde ise bu miktar 2,5 milyon
İngiliz lirasma çıkartılmıştır.. 1784’de Bingale’nin Şir­
kete vergi ödemeye başladığı düşünülürse. 6 yüdaki bu
artışm vahameti kendini gösterecektir. «Mesut Hindis­
tan» (Prosperous İndia) slogam ile. bütün ülkeyi te­
kellerine alan İngiltere bütün resmi kayıtlarm dışmda,
her türlü yağmayı meşru kılmış, bölgeye gelen İngi-
lizler ve İngiliz devleti, Hindistan’dan götürdükleri sa­
yesinde zengin olmuşlardır. 1772 yıhnda İngiltere’ye
gönderilen bir raporda «Şirketin bugüne kadarki faa­
liyetleri sonucunda ahalinin üçte birinin öldüğü» kay­
dedilmekte, bunun sonucu olarak üretimde düşüş ol-
masma karşılık, İngiltere’ye gönderilen para, mal ve
ürün miktanndaki düzenU artışm sürdürülmekte ol-
duğıma dikkat çekilmektedir.
İngiltere’de Sanayi hareketlerinin hızlandığı dö­
nemde, Hindistan Ingihzler için bir pazar olmuştur.. In-
gilizlerin ülkeye yerleşmesi ile bir yandan da yerli iş­
birlikçilerle İngiltere’deki ticari kuruluşlar arasmda
iyi bir ilişki kurulmuş 1814 senesinde Hindistan’dan İn­
giltere’ye 1.260.605 yard’hk mal ihraç edilmiştir.. Bun­
lar genelükle dokuma, ipek ve hah idi. Aynı jnl İngil­
tere’den ithal edilen mallarm tutan ise 818.208 yard
idi. 1835 yılma gelindiğinde, İngiltere, Hindistan’daki

168
sanayi tesislerini çökerterek, kendi ürünlerini Hindis­
tan’a pazarlamaya başladı.. Böylece bir de pazar sö­
mürüsü devreye girmiş, Ingiltere’deki sanayi ürünleri
için iyi bir pazar oluşmuş oluyordu. 1835 yıhnda, Hin­
distan’dan İngiltere’ye yapılan ihracaat dört kaü dü­
şerek 306.086 yard’a inerken, İngiltere’den Hindistan’a
yapılan ithalat ise 80 katı artışla 57.777.277 yard’a yük­
seliyordu.
1845’lerde İngiltere’de zulüm ve işkence arük da­
yanılmaz duruma gelmişti. İsyanlar başgösteriyordu.
1845’de İngiliz parlamentosu konuyu görüşerek daha
insafh davranılması gerektiği yolımda bir karar aldı.
Buna rağmen zulüm devam etti. 1857 senesinde pat­
lak veren ve iki yıl kadar süren ayaklanmalarda, Hint­
li paralı askerlerle, birçok yerleşim merkezi, kadm, ço­
cuk, yaşlı ayırımı yapümadan imha edilerek, milyon­
larca insanm katli ile bastırıldı.. Ne öldürülenlerin sa-
yısmı bilen vardı ne de bu cinayetin hesabı soruldu..
Sonuçta sükunet avdet etmiş ve yeni kurulan beylik­
lerden savaş tazminatlan almmış, eskisinden daha ağır
vergilerle vergilendirilmişlerdi.
1919 senesinde Hindistan’da başgösteren salgın
hastalıkta 12 milyon insan ölmüştü. Salgın geçtikten
sonra I925’de buraya giden Fransız muharrir Marsel
P em o y a : «Kalküta’dan bakınca, etrafta pislik yığmla-
n arasmda, nasıl çalışabildiğine hayret edeceğiniz fa­
kir, yoksul pis insanlar göreceksiniz. Bunlar baü uy-
garhğmm, refah ve mutluluğunun harcım karıştırıyor­
lar.. Hindistan bu hali ile batımn ümran ve refahı için
para basan bir matbaa, altm basan bir darphane gi­
bidir.» Aym yazar, bir insamn bir günlük kazana ile
geçinmenin mümkün olamayacağmı söylüyor ve me­
sailerinin, çahşma şartlannm kötülüğünü anlatıyor..
Lord Gürzon döneminde, bir İngiliz işçisinin sabah er­

169
kenden gece geç vakitlere kadar, en zor şartlarda ça­
lışması karşılığı olarak 1929 yılmdaki Türk parası kar­
şılığı olarak, anca;k 15 lira alabildiğini söylersek, ve-
hamet kolayca anlaşılır. Tabii bu para bir yıllık, izin­
siz çalışma karşılığı olarak.. En kârh ve kolay bizmet
ise, parab asker olarak Ingilizlerin kurduklan kışlala­
ra girmekti.. İş basitti.. İsyan çıkan bölgelere gönderi­
leceksiniz, silahsız halka ateş edeceksiniz.. Zaten ya­
şamaktan bıkmış bu insanlarm hayatlarma son ver­
mek karşüığı olarak kamınızı doyurabilir, giyinebilir-
diniz..
O zamanki kajntlara baktığımızda, Ingilizlerin sü­
rekli olarak Müslümanlara karşı Mecusilerin ve Hin-
dularm yanmda yer almış olduklarım görürüz. 2400
kast’tan oluşan Hint toplumunu, her fırsatta kendi ara-
larmda kırdırmaya özen göstermişlerdir. Paryalar kent­
ten uzak bayatlan ile, bir ölçüde İngiliz baskısmdan
kurtulmuşlardır. Ancak Mecusiler, baştan beri İngiliz-
lerin en çok kayırdıklan topluluk olmuştur. Müslü­
manlar arasmda ise îsmaibye hareketini kayıran In-
gilizler din lideri Ağa Ham çeşitli madalyalarla tal­
tif etmişlerdir. Londra’da lüks, israf ve işret içinde ya­
şayan İsmaililerin Uderi Ağa Han ve Mir Ab Kral’m
hususi müşavere-kuruluna dahil edilmişler ve İngiliz­
lerle başmdan beri birlik halinde olmuşlardır. Hint
müslümanlannm lideri olarak, tüm dünyaya tamtüan
bu kişiler, îngUizlerle olan yakmbğı dola3usı ile, Hin­
distan’da da hayü revaç bulmuş, daha sonra durum
anlaşıbnca, bu kez de Müslümanlarla, İsmaiüler ara­
smda çatışmalar baş göstermiştir.
Hintbler, sadece kendi topraklanndaki Ingibz sö­
mürgesini zenginleştirmekle kalmamış, Gulat takıma-
dalanndan bin kere daha vahşi bir uygulama ile, ken­

170
di topraklanndan uzak çalışma kamplarmda, Ameri­
kan kölelerinden daha kötü bir uygulama alfanda ça­
lışmaya mecbur bırakılmışlardır.
Ingilizler, Afrika’daki işletmelerinde kullanmak
üzere, Hindistan’daki kalifiye işçileri 1834’ten itibaren
Afrika’ya götürmüşler ve burada insanlık dışı baskı­
larla çahştınnışlardır. «Kuli» adı üe bilinen bu işçile­
rin serüvenleri, halâ Afrika’da yaşamakta olan Hindis-
tanh insanlann acı ile dolu efsanevi geçmişleri, bugün
artık yıkılmaya jrüz tutan Batı uygarhğmm köklerinin
habercisidir.
Mazlumun ahi, bunca zaman yerde kalmamah idi.
Kaldı. Ama çıkmaya başladı..

Sömürgecüer Sadece İnsanlan DeğU


Herşeyi Sömürdüler

Sömürgeciler, sadece insanlan yok etmekle yetin­


mediler, hazan aşın sömürü hissi ile, hazan da dizgin-
leyemedikleri sadist duygular sonucu bir hiç uğruna
doğal çevreyi insafsızca yok etmeye yöneldiler.. Hin­
distan’da sömürgecileri, sadece fiatlan denetlemek ve
kaçakçılığı önlemek için baharat bahçelerini yakarken,
karanfil bahçelerini talan ederken görüyoruz.. 9. asır­
da Norveçlilerin sıntrh im kanlan ile başlattıklan Ba­
lina avı, 13. asırda Basklarm devreye girmesi ile, bir
yağm a halini aldı. 15. Asırda İngiltere ve Hollanda de­
nizcileri, mum için beyaz balina avına çıktılar. 17 ve 18.
yy. boyunca ise bu iş Hollandah denizcilerin tekelin­
de kaldı. Danimarka İsveç ve Almanların da bu mak­
satla denizlere açüm alan sonucu balinalar yok olma
tehlikesi ile karşı karşıya kaldı.

171
öldürdükleri insanları evlerinin bahçesine gömüp,
üzerine gül diken katiller gibi idiler.. Herşeyi öylesi­
ne gizlediler ki! Dünya kamuoyu ve kendi halkları ger­
çeği anlayamadı.. Gerçeğin üzerini örten çirkin perxie
yırtılıyor artık.. Yama da tutmayacak.. «Hiç kimse dün­
yada olup biten şeyleri görmemezlikten, duymamazhk-
tan ve bilmemezlikten gelme hakkma sahip değildir.»
Bu kitap, bir yerde, bu sorumluluk duygusuna da­
vet mektubudur.

Şimdi Hedef?

Sömürü bütün şiddeti ile sürüyor. Refah, batıda


eskisi gibi belli bir zümrenin değil, toplumun bütün
kesimlerine yayılmış durumda. İletişim düzenindeki
büyük aktivite ve dünya nüfusunun hızh artışı, bir yan­
dan batılı ülkelerin ayakta kalma mücadelesinin ma­
liyetini giderek artırırken, öte yandan tüketime yöne­
len batı toplumunun refah düzeyinin en azmdan sabit
noktada tutulması, sömürü piyasasmı canh tutmayı zo­
runlu hale getirmiştir.
Sanınm şimdi en iyi pazar, silah ticareti.. Bunun
için bir yandan yeni savaşlar çıkartılarak tüketimin
artırılması, öte yandan bu gerilim istismar edilerek, öte­
ki devletlerin silahlanma yarışma katılması gerekmek­
tedir.
Gelişmekte olan ülkelerin sana 3üleşmesi önlenir­
ken, tam bir tüketim toplumu haline getirilmesi için
gereken herşey yapılmaktadır. Çok çahşmakta, ancak
yaşayabilecek kadar tüketebilmektedirler. Aradaki bü­
yük fark ise, işbirlikçi sermaye grublanna ve yaban-
CT ülkelere akmaktadır.

172
Açık denizler, denizaltlan, uzak ve ulaşılamayan
kutup bölgeleri daba şimdiden parsellenmiştir. Yaban-
cı askeri üsler ve sanayi tesisleri, imtiyazh bölgelerle
tüm dünya açık bir işgal operasyonu ile karşı karşı­
yaydı. Gerektiğinde askeri işgal yönetimine bile baş­
vurabilmektedir. Uzay işgal edilmiştir. Kültür bayatı,
ekonomik bayat, siyasi ve sosyal bayat, belli merkez­
lerin denetimi altmda bulunmaktadır.
Hayati hammadde kaynaklan, belli merkezlerin
denetimi altmda bulunmaktadır. Masonik örgütler, di­
ni ve siyasi misyonerler, şantaj ve tehdide varan her
yolu deneyerek batı uygarbğını daha uzun ömürlü yap­
ma savaşı vermektedirler.
Bilim ve teknolojide en ileriye ulaşma yanşı sürer­
ken, demode sistemler sürekli olarak geri kalmış ül­
kelere devredilmekte, tüketimin canb tutulması için
ise kredi verilmektedir. Verilen kredilerle, hedef ül-
lerin ekonomileri yönlendirilmekte, borç içinde boğu­
lan ülkelerden siyasi, kültürel ve ekonomik tavizler ko­
parılarak, verilen yardumn karşüığı kat kat geri alm-
maktadır.
Asbnda olay açık bir gasp olayıdır.. Günümüzde
köleliğin resmen yasaklanmış olmasma karşılık, mil­
yonlarca işçi değişik bir anlamda köle muamelesi gör­
mektedirler. Geri bırakılmış ülkelerin gasbedilen hak­
lan batılı ülkelerin kasalannı doldurdu. Sonra bunlar
tekrar o ülkelere şarth krediler şeklinde geri döndü.
Batıblar için ödünç vermek kârb bir iştir. Borç ver­
dikçe zenginleştiler, iç piyasalan canlandı, refahlan
arttı. Çoğu zaman borç veren ülke, alandan daha kâr-
b çıktı. Çünkü bu paralar kısa sürede tekrar kendile­
rine döndü ve karşıhğmda, ucuza malettikleri makina-
la n ve sanayi ürünlerini, çok pahabya o ülkeye geri
sattılar.. En fakir ülkeler, en zengin ülkelerden mal

173
ithal ederek, bir bakıma fakirhanelerinde, dünyamn
en pahah işçilerini çalıştırdılar ve kendi boğazlarından
kestikleri paralarla, onlan doyurdular.
özellikle İngiltere yolunu bulmuştu.. Bir kez borç
veriyor. Sonra bu borç verdiği parayı alarak, ona ken­
di ürettiği smai ürünleri vereerk, bu parayı geri ah-
yordu. Bımunla da kalmıyor, bu borçla birlikte bir di­
zi şart ileri sürüyordu. O da yetmiyor, ödenmeyen borç­
lan, her yıl yeniden erteleyerek faizini tahsil ediyor­
du.. Zaman gehyor, alman borça karşılık ödenen faiz
miktan, ana parasn geçiyordu.. İngütere verdiği borç-
lann faizini mal olarak tahsil etme yolunu seçmişti.
Böylece içeride İhtiyaç duyduğu tanm ürünlerini ve
ihtiyaç maddelerini, borç verdiği ülkelerden, değerinin
çok altmda ucuza, faiz olarak, hiç para ödemeden al­
dığı için, pahah satan ve çok ucuza alan (Hatta be­
dava) bir ülke durumuna gelmişti..
Ashnda borç vermeye kendini mecbur hissediyor­
du.. Ürettiği mallarm maliyetini düşürebilmek için,
üretimi artırması gerekiyordu. Halbuki dış talep için
paraya ihtiyaç vardı.. Sömürgelerde ise ihtiyaç duyu­
lan para yoktu. Onun için borç veriyor ve kendi sa­
nayicisini desteklemiş oluyordu.. Rekabet gücü kaza-
myordu. Saüşı artırarak üretim maliyetini düşürüyor­
du. Çoğu zaman da, daha ucuz diye, demode olmuş,
kullanılmış malzemeleri borç verdiği ülkelere gönder­
me yolunu tuttu. Tasfiyesi gereken bazı m allan ise hi­
be olarak veriyordu. Böylece iktidarlan psikolojik bas­
kı altma ahyor, o da yetmiyormuş gibi, bımlarm nak-
hyesi, montajı, yedek parçası gibi bir takım işleri ba­
hane ederek, ana maliyetini yeniden kurtanyordu.
Maden, un, kahve, et, şarap, pamuk, yün gibi bir
çok şey, kısa sûrede nerede ise bedava olarak Avru­

174
pa pazarlarına girmeye başladı. Fakir ülkeler anapa­
ra şöyle dursun faizini bile ödeyemez duruma düşün­
ce, borç veren ülkeler o ülkelerin mâliyelerini denet­
lemeye, bir takım gelir kaynaklan, tanm alanlan ve
maden sahalan üzerine kendi dikte ettikleri şartlarla
ipotekler koym aya başladılar..
Bu sürecin sonunda, Osmanlı imparatorluğu bile
bu tuzaktan kendini kurtaramadı. Osmanlı Bankası o
günlerin mirasıdır.. Düyûn-u Umumiye o günlerin hatı­
rasıdır ve bu tertiplerin çoğu Cumhuriyet hükümet­
leri üzerinde de oynana gelmiştir.
Dış ticaret kendi lehlerine geliyordu. Ucuz ahyor,
pahah satıyor, sattığmdan mal karşıhğı olarak çok da­
ha fazlasmı ahyordu. Dış ticaret dengesi sürekli ola­
rak kendi lehlerine gelişiyordu. Bu fasit daire içinde,
mal ve para olarak tahsil edilemeyen faiz alacaklan
ile, devlet sektörlerine ortak olunuyor, ya da yasalar­
la imtiyazlandınimış, yeni sömürge şirketleri kurulu­
yordu. Yabancı sermaye bu şekilde modem sömürge­
lerin aracı haline geldi.
Bu arada istihbarat örgütlerine önemli işler düşü­
yordu tabi. îleri derecede bunalımlarda ise, askeri mü-
daheleler, ihtilaller gündeme geliyordu. Sözde bağım-
sızhğmı kazanmış bu gibi ülkelerde ipler yabancılann
elinde olmaya devam ediyordu.. Bu sömürü, eski sö­
mürü düzenine göre daha verimli ve daha «insani» idi.
Uluslararası hukuk normlanna uygunluk gösteriyor­
du ve çoğu zaman halk tepkisi, sömürgeci ülkeler ye­
rine, işbaşmdaki kukla iktidarlara yöneldiği için, sö­
mürünün kefaretini yerli iktidarlar ödüyordu..
Derken, borç para almarak başlanan sömürülme
süreci, ödenmeyen borçlar karşıhğı kazanılan imtiyaz­
larla kurulan şirketlerin kârlan ile daha da büyüdü.

175
ö y le ki, bazı ülkelerin toplam milli gelirlerinin önem-
b bir kısmı yabancılara gitti.
Faizin mala tabvil edilerek tabsili, özellikle İngil­
tere’de yerb tanm ı öldürdü. Almanya, ABD ve Fran­
sa ithalata vergi koymadılar. Çünkü, ithalatlannm he­
men hemen tamamı, sözleşmeli sömürgelerden geliyor­
du. Bir bakıma dış ülkelerden vergi abyorlardı. Vergi­
yi vergilendirmek olmazdı. 2. Dünya savaşmda bu çark
aksaymca bu ülkelerde ciddi bir gıda sorunu ortaya
çıktı, özellikle ABD ve Almanya dış pazar aramaya
koyuldu.
Şimdi hedef, tüm dünyajn yeniden paylaşmak,
önemli hammadde kaynaklanma sahip olmak, kitlele­
ri tüketim toplumu haline getirmek ve onlann emek­
leri ile ürettiğini, yeniden onlara çok pahabya sata­
rak, modem sömürü düzenini yaşatabilmek.
— Bu düzeni yaşatabilecekler mi? . Yoksa Batı uy-
garbğınm sonuna mı gebyoruz.. Bu uygarbk, sağ ve
sol fraksiyonlan ile çöküyorsa alternatifi nedir? Bu
çöküş bir nükleer çılgmiıkla mı son bulacaktır..
Uluslararası formlar, gelişmelerin çıkarlarını ga­
ranti altına almaktan uzak gözükmektedirler. 3. dün­
yadan yükselen ses ve Islâmm evrensel mesajı batımn
sömürü düzenini ciddi bir biçimde sarsmaktadır.. Yok­
sa batı İslam’a mı tesbm olacaktır?.
Eğer bir hesaplaşma varsa gelecekte, herhalde bu
çetin bir savaş olacaktır ve yeryüzü kanla yıkanacak-
tır.

176
1816’LARDAN GÜNtTMÜZE

İlk İngiliz - Çin sürtüşmesi 1816’larda başladı. Bun­


dan yaklaşık 180 sene önce.. İngiliz elçisinin Çin’i zi­
yaretinde, ÇinU protokol görevlileri Lord Amhurst’a,
imparatoru {Kotow) selamı ile selamlamasmı istediler.
Bu secde etmek demekti. Oysa o zaman Ingilizlere gö­
re Kralları Tann’dan sonra en yüce kişi idi. Dönemin
Hindistan valisi Lord Kürzon «Britanya imparatoru yü­
ce tanrıdan sonra, dünyamn gördüğü en büyük peri»
diyordu.. Lord Amhurst durumu hükümetine bildirin­
ce yer yerinden oynadı. Kim oluyordu Çin imparatoru
da, İngiliz elçisinin kendine secde etmesini istiyordu?..
Asimda ilk sürtüşmenin temeli daha gerilere da­
yanıyordu. Çin Hükümdarı 1800’de bir fermanla afyo­
nu yasaklamıştı. Oysa bu iş batıhlar için çok kârh idi.
Afyon ticaretinin gerisinde Hindistan’daki İngiliz va­
hşi bulunuyordu. Bu işten İngiltere büyük paralar ka-
zamyordu. Hindistan’da ürettikleri afyonu, smırdan ge­
çirerek Çin’e pazarhyorlardı. Kral’m afyonu yasakla­
ması üzerine, Ingilizler, Çinli memurlara rüşvet vere­
rek işlerini sürdürdüler. Ingilizlerin marifeti ile Çin ül­
kesinde afyon mafiası türemişti. Kral, Mançu ve Çin
dillerinin yabancılara öğretilmesini ve memurlann ya­
b an a tüccarlarla karşılaşmasmı yasakladı. Fakat fay­
da vermedi. 1834 yılında, İngiltere Doğu Hindistan Şir-

Coğrafi Keşiflerin iç y ü z ü -F .: 12 177


ketinin tekeline son verince, başka İngiliz tüccarlar da
bölgeye gelerek afyon işine bulaştılar. Çin, her taraf­
tan afyon taarruzuna uğranuştı.. imparator Lin Tse-
hisi’yi afyonu önleme komiseri olarak tayin etti. Lin,
operasyonlar sonucu ele geçirdiği 20.000 kutu afyonu
imha edince kıyamet koptu. İngiltere afyonun tazmin
edilmesini istiyordu. Asıl maksadı, bu işi bahane ede­
rek savaşmak ve afyon ticaretini yasal güvenceye ka­
vuşturmaktı. Çin hükümdarı diretince İngiltere «Afyo­
nun kendilerine ait olduğunu, bu kârdan vazgeçeme­
yeceklerin» öne sürerek 1840 yıhnda Çin’e karşı savaş
ilan etti. 2 yıl süren savaş sonunda, Çin savaşı kaybet­
ti. 1842’de imzalanan Nanking anlaşması ile, 5 Çin li-
mam yabancüann hertürlü serbest ticaretine açıhyor-
du 20.000 kutu afyon da Çin imparatoru tarafından
tazmin edildi. Hongkong, İngiltere’nin zararlanna kar-
şüık olarak İngiltere’nin himayesine terkedildi.
Çin imparatoru çaresizdi. Kraliçe’ye afyon ihraca-
tmm durdurulması için yalvaran mektuplar yazdı ise
de fayda vermedi. Aksine İngiltere yeni şartlar öne
sürdü. Hristiyan misyonerlere dokunulmazhk statüsü
tanmmasmı istedi. Ve bu statü zorla imzalatıldı. Ingi-
lizler ve Misyonerler yargılanmayacaklardı. Din değiş­
tirerek Hristiyan olan herkes de, misyonerler gibi, do­
kunulmazlık ve güvenlik haklanna sahip olacaklardı.
Bu uygulamaya «Extraterritoriality» denildi. Muhale­
fet olmuyor değildi. Ancak her muhşılefet yeni taviz­
lerle sonuçlanıyor, her kıpırdamş, yeni taviz ve imti­
yaz anlaşmaları ile noktalanıyordu.
1850 yılında Taiping’de yan akılh bir Hristiyan
olan bir dönmenin başlattığı «Putperestleıj öldürün»
kampanyası 20 milyon Çinlinin ölümü ile noktalandı.
Hung-Hsin-Chuan’m başmı çektiği hareket 12 yıl sürdü.

178
Başka ülkelerde de örnekleri görüldüğü gibi, Hris-
tiyan misyonerlerin açüğı yoldan önce donanmalaı
gelmiş, arkasmdan bu topraklara el konulmuştu. îç sa­
vaşlar körüklenmiş, halk fakirliğe mahkum edilmiş
değer taşıyan herşey sömürülmüştü.
İngiliz medeniyetinin temelinde, Hintlinin, Çinli­
nin, Afrikahmn, Amerikalı Kızılderilinin kam ve akn
teri vardır.. Ve bunlar karşıhğmda satmalman şey is(
çok ucuz bir konfordur.
Batı uygarhğımn temelinde yatan bu kan ve baş
kalanm n gasbedilen haklan ve aimterini görmeden
Batı’yı taklit ederek «Uygar ülkeler safma katılmak»
hayal olur.. Tabi bu hayal de, Batınm uydurduğu pro-
pagandamn yaptığı bir şeydir.

Çin Sömürüsüne
Fransa ve ABD’nin Katılması

Çin büyük nüfus gücü ile iyi bir tüketim pazar,


ve sömürü bölgesi idi. İngiltere’nin başansı Fransızla
n ve Amerikalılan kıskandırdı. Bunun sonunda Fran­
sa ve ABD de bu yağm aya konmak için bahaneler ara­
m aya başladılar. I858’de, Fransa, bilmem nerede bir
Çinli Hristiyan misyonerlerinin öldürüldüğünü ileri sü­
rerek savaş ilan etti. İngiltere ve Fransa, Rusya ve
ABD’yi, Çin yağmasma davet ettiler. Tabi yine Çin kay
betti ve Çin ile 4 devlet arasmda bir anlaşma imzalan
dı. Yeni limanlar, eskilere ilaveten serbest ticarete açü-
dı. A n la şm anın imza töreninde İngiliz ve Fransız as
kerler Çin’in başkentini adeta işgal altmda bulundu
ruyorlardı. Anlaşma imzalandığı gün, İngiliz ve Fran
sız askerleri kenti baştan sona yağm a ettiler.

179
Amerika daha sonra, Japonİ£irla savaşa tutuştu ve
Filipinlere yerleşmeyi yeğ tuttu. İngiliz, Fransız, Rus ve
Amerika’mn sömürü politikaları farkh idi, maksatları
her ne kadar bir ise de, yollan değişikti..
Bugün, dünyamn dört bir yanmda gezen yabancı
savaş uçaklan, savaş gemileri, dünkü yağmacılarm ye­
ni öncü güçleri olmasm.. Kendi topraklanndan 20.000
km. uzaklıktaki ülke topraklarım, kendileri için haya­
li çıkar bölgeleri ilan edenlerin, zihniyetlerinde köklü
değişiklikler olduğunu sanıyor musımuz?.. Tarih, aym
cinayetleri sajnlan ve mekam değiştirerek tekrar ya­
zacak mı?.. Batınm insan haklan savunuculan, özgür­
lük savunuculan, halâ yakaladıklan Yahudi düşman­
larım savaş suçlusu ilan ederek yargılarlarken, bu
olaydan 50 -100 sene önce yaşanan insanlık dışı olay-
la n hiç düşünmüyorlar mı? Yoksa halâ a 5rm fırsat doğ-
sa aym şeyi yapmaya hazır bekliyorlar mı, ya da bu­
nun denemesini yapmıyorlar ım?..
Yeni Çin nesli, kendi yakm tarihinin şuuru için­
de mi?.. Belki, ama Coca Cola’sı, Bleujean’ı, Dioru, dis­
kotekleri ile Yeni Çin, bana kahrsa bir kez daha ken­
dini tehlikenin kucağma atmaktadır.. Yoksa, eskinin
yılgmhğı halâ sürüyor mu?..

180
BATI GERÇEKTEN HRÎSTÎYAN MI?

Diyebiliriz ki, Batı hemen hemen hiçbir dönemde


gerçekten Hristiyan olmadı.. Haçh oldu, şu oldu, bu ol­
du ama, gerçek anlamda bir Hristiyanlık çok dar çer­
çevede uygulanabildi ve siyasi otorite bu dinin dışmda
kaldı..
Kuzeyliler ve Vikingler eğer 10. yy.’da Hristiyan-
hğa girmeselerdi, Hristiyanhğm durumu daha farkh
olacaktı. Paganların dine girişleri ile birlikte, dini si­
yasi emellerine basamak yapan Haçhlar, Hz. İsa’nm
öğretilerine uyarak değil, İslâm’a karşı kinlerinden ve
halkm duygularını galeyana getirmek için Kilise ön­
derliğinde bu işe giriştiler.
Yine o dönemdeki gerçek Hristiyanlar da Antak­
ya ve havaüsinde bulunuyordu. Hz. îsa’mn tevazu öğü­
dünü Hristiyanlar hiç bir zaman dinlemediler.. Hz. Isa’-
run dinini olduğu şekilde kabul etmek yerine, özellik­
le 10. yy.'dan sonra kendi keyiflerine göre düzenleye­
rek, ashndan çok başka bir din ortaya çıkardılar.. Da­
ha sonra kendi elleri ile düzenledikleri din müessesi­
ni daha sonra kendileri de beğenmediler, önce dini ki­
liseye mahkum olmaya zorladılar, daha sonra da dev­
let işlerinden soyutlayarak laik bir uygulama ile ade­
ta hayattan tecrit ettiler..

181
Kilise bugünkü hali ile, adeta fosilleşmiş bir yapı­
ya sahiptir. Kendinden olmayanlara karşı simgesel bir
bütünlüğü sembolize etmektedir. Ancak Hristiyanlann
geçmiş dönemlerde işledikleri insanlık suçlarma rağ­
men böyle bir iddiayı savunabiliyor olması gariptir..
Eski medeniyetlerin tüm zenginhklerini kihsenin hi­
mayesinde soymadılar mı?.. Sıra kendi aralarında he­
saplaşmaya gelince haç kaybolmuştu... Latin Amerika
ülkelerinde sürüp giden huzursuzluk, o müthiş mira-
sm devamı değil mi?..
600 yıUannda İslamiyet geldiğinde, Hristiyahlık ar­
tık miadını çoktan doldurmuş bir dindi.. Gerçek Hris-
tiyanlar, İbrahim dininin devamı olan İslamiyet’e gir­
mekte gecikmediler.. Zaten böyle bir şeyi beklemekte
idiler. Gus ibni Saide’nin hutbesi, bu büyük bekleyişin
zamanımıza kadar uzanmış önemli bir belgesi olarak
korunmaktadır. Oysa aym yıllarda batmm büyük bir
bölümü Pagan’dı.. Bin jollarma doğru İslâmiyet Bizans
ve İspanya önlerine doğru ilerlediği dönemde Hristi-
yanhk batıda henüz oluşumunu tamamlamış değildi ve
Batı Hristiyanhğı, doğudaki gerçek Hristiyanhktan bü­
yük farklılıklar gösteriyordu.
İskenderiye, Kartaca gibi uygarhklan bir kenara
bırakıp Roma’ya dönecek olursak, M.S. 64 yıhnda Ro-
m a’da Hristiyanlann sayısı bir hayli artmıştı. Neron
bu yıllarda yaşıyordu ve Hristiyanlar ile Yahudiler ara-
smdaki ilk ihtilafta bu 3nllarda arük karşıhkh mücade­
leye dönüştü.. Hristiyanlar bulimduklan yerde yakıh-
yor, aslanlara parçalaühyor, Hristiyanlar ancak gizh
olarak ibadet edebiliyorlardı.. Bu Hristiyanlar, gerçek
Hristiyan olduklan için, esasen Müslümanhğm İslami­
yet’ten önceki dönemini temsil etmekte idiler.. Roma’-
da kargaşa sürerken 330’da Bizans kuruldu. Ve 395 yı-
İmda Roma ile Bizans aynldı.. Ashnda 5. yy.’da insan-

182
hğm başuu Çin, Hindistan, İran, Bizans gibi Doğu im­
paratorlukları çekmekte idi.. 440 3nllanna gelindiğin­
de, bir yandan Paganlann dine girmeleri, öte yandan
R o m a / Bizans çekişmeleri yüzünden Hıristiyanlık bar
tılılann ihanetleri yüzünden tamnamayacak hale gel­
miş.. İncil tahrif edilmiş, kilise törenlerine, putperest­
lik ve Pagan gelenekleri karışmış, Incil’de olmayan ye­
ni bir Hristiyanlık kültür ve geleneği doğmuştu.. Izr
nik konsülü bu dağınıklığa son vermek için toplandı.
İncil sajnsım dört’e indirdiler.. Hiçbirine benzemeyen
yüzlerce İncil arasmdan dördü seçildi. Konsül Katolik
geleneklerini benimsiyor ve Hristiyanhğı temsil yetki­
sini Papa Leon-l’e veriyordu..
Yeni Avrupa, çok daha sonra kuruldu. 845’te ölen
ö r ik ’i tarihçiler. Yeni Avrupa’mn ilk banisi olarak ka­
bul ederler. 710 yılmda Müslümanlar Ispanya’ya gel­
diklerinde Avrupa büyük bir dağmıkhk içinde idi.
Islaimiyet gelip, Hristiyanhğm devri bittiğinde Pa­
ganlar henüz dine yeni yeni giriyorlardı.. Suriye ve Mı­
sır keşişleri dinlerini bıkıp usanmadan anlatıyor, ba­
lıkçılar, çiftçiler ve tüccarlar tarafmdan bu anlatılan­
lar bir bir ilâve ile efsanevi masallar biçiminde yayı­
lıp gidiyordu.. Onuncu yy.’da Viking Krah Olaf Tirgi-
vasson’un dine girmesi ile doruk noktasma ulaşacak
bu süreçte, Hristiyanlık gerçek yapısından çok şey kay­
bedecek, bir yandan barbarlann eski gelenekleri, öz­
lem v e um utlan, siyasi otoritelerin, derebeylerin, ege­
men çevrelerin ve maceraperestlerin uydurmalan ile
şekillenirken, öte yandan yeni yeni yayılmaya başla­
yan İslâm iyet’e karşı bir tepki dini haline gelecektir..
Bu nedenle de Haçh seferleri barbarlar arasmda büyük
ilgi görecek, yeni dünyayı tanımak yolunda ve mutlu­
luğa ermek için binlerec insan Islâm topraklarma doğ­

183
ru akacaktır. Batı, İslâmiyet’ten önceki in a n m ış la r ı
katletmiş, onlann o zamanki hak dini yaymasma iz in
vermemiş, daha sonra bu dine sahip çıkmak istemiş,
ancak bu kez de asliyetini bozarak, onu gerçek mahi­
yetinin dışma çikartmıştır. İslamiyet’in gelmesi ile, bu
kez de kendi uydurduğu sahte Hristiyanhğı tüm dün­
yaya yajrmak için kollan sıvamıştır..
Batı tüm mukaddes değerleri hiçe sayarak, insan-
lann kanlan ve gözyaşlan üzerine kurduğu uygarh-
ğmı sürdürebilmek için her zaman sömürecek kan,
emek ve ürün aramıştır.. Bu arayışım günümüzde de
sürdürmüyor mu?.. Bu Pagan uygarhğı sonuna geldi
mi dersiniz?
Ortaçağm büyücüleri, masonlar, paganlar... İşte
batı!

184
BATI DEHASI VE ŞARKİYATÇILIK

Rene Guenon’un bir değerlendirmesi var: «Batı,


doğu medeniyetlerinin zirveye ulaştıkları dönemde, he­
nüz esamesinin okunmadığını unutur gözükür. Bu id-
dialan ile batı, bazı ilk bilgileri çabucak öğrenince bü­
tün her şeyi bildiğini sanan ve bunları tecrübe küpü
bilge yaşlılara öğretmeye kalkan bir çocuk görünümü
vermektedir doğululara.. Bu halleri ellerinde kaba kuv­
vetleri olmasa gülümsemeyle karşılanabilecek zarar­
sız bir kusur olarak görülebilirdi..» Bu tesbit önemli
bir gerçeği ifade etmektedir.. Batı herşeyini doğunun
inanmış insaruna borçludur. Ondan aldığı bilgi ve ser­
vetle, ona hükmetmeye kalkışmıştır.. Ondan aldığmı,
orijinal şekli ile korumamış, onu kavramakta güçlük
çekmiş, özümseyememiş, kendi çıkarlanna göre çar­
pıtarak, yapabileceği en büyük kötülüğü de yapmıştır.
Batı da, uzun zaman ve halâ günümüze kadar Şar­
kiyatçılık önemli bir bilim dah haline gelmiş, öncele­
ri doğuluyu tanıma, doğu kültürünü anlama faaliyeti
olarak göze çarpan bu hareket, giderek Doğu insanım
yönlendirme araa olarak görülmeye başlamış, doğu­
lulara, doğu kültürünü anlatmaya koyulmuşlardı..
Ne gariptir ki, Doğu insanı, kendi özüne dönmek
yerine, Batınm tahrif ettiği kendi öz değerlerini, yeni­
den batıhya öykünerek yeniden uygulama gibi hasta-

18S
bkh bir yola sapnuştır.. Batılı ise, doğuluya ondan al­
dığı bilgilerle medeniyet öğretmenliği yapma rolünü
oldukça benimsemiştir..
Batı kültürü, bu hali ile, ne eskinin devamıdır. Ne
Hristiyanlığm bir din olarak etki ve yönlendirmesi al-
tmdadır ve ne de, gasbettiği doğu kültür yapısınm us-
lubunu taşımaktadır.. Nasıl ki, önce Hristiyanhğı ken­
dine din olarak seçmiş ve onu tahrif etmiş ise, İslam
medeniyetinin kültür mirasım almış ve onu tahrif ede­
rek, kendine has yeni bir yorumla bambaşka bir şey
ortaya çıkartmıştır.
İngiliz tarihini bu açıdan ele alacak olursak, Ingi-
lizlertn İskandinav’lardan daha önce dine girdikleri­
ni (Hristiyan olduklarım, o günkü İbrahim dini, yani
o günün müslümam olduklarım) görürüz. 596’da Au-
gustine isimli bir rahip. Roma’dan getirdiği tebüğci-
lerle burada Putperestlere dini yaymaya başlamıştır.'
O tarihlerde Hristiyanlık esasen ashndan çok şey kay­
betmişti bile. İlk dine giren topluluk Briton aşireti ol­
du. Canterbury bölgesine yerleşen Hristiyanlar hızla
yajnldılar. Ancak Hristiyanhk adma fazla bir şey gel­
memişti.. İlk asnn şiir ve hikaye kahramanlanmn yal­
nız isimleri değişmiş, zihniyet ve tavırdaki putperest
özellikler sürmüştür. Şövalyelik geleneği ile mistik bir
güç kazanan Hristiyanlık, şesrtandan kurtulmak için
kendini zorlayan mütefekkir İngiliz tipi ile yeni bir bo­
yut kazandı.. 690’dan - 790’lara kadar Latin etkisi sür­
dü. İskandinav ve Danimarka istilası sırasmda herşey
durdu ve müesseseler dağüdı. 9. asnn ortalarına kadar
süren Danimarka istilalan sonunda Danimarka krah-
mn dine girmesi ile durdu.. Arük yeni bir din doğmuş,
İslâmiyet hızla yayılmaya' başlamış ve Hristiyanlık ta­
nınmaz bir hal almıştı. Norman istilalanmn ardmdan

186
ülkenin im an gündeme geldi. Aym mekanda yaşayan
farklı ırklardan bir millet doğuyordu. Manevi varhk-
lanm ise Hristiyanlığa borçlu olacaklardı. 1066 Nor-
manya ile girişüen savEişta, Normanlann zaferi üze­
rine yeni devlet Normanlann geleneklerine göre şekil­
lendi. Yeni dönemin Chaucer’i, Shakespeare’i, Norman-
İngiliz karma dehasınm esası olarak doğacaktır. Fran-
sızı, Danimarkahsı. Saksonu, Biritonu ile karma bir
millet doğmuştu. Böylece İngiltere Avrupa kıtasma bağ­
lanıyor, aym zamanda Bağdat ve Ispanya’yı «keşfedi­
yordu.»
Bugünkü garp ilminin babası sayılan Roger Bacon,
çalışmalarında İslam dinini ve müslüman düşünürle-
n n eserleri ile, toplum yapışım araştırmalanna esas
alacaktır. Kur’an-ı Kerim’in latinceye tercümesi de bu
devirde Robert Englishman tarafmdan yapılacaktır.
Böylece Şarkiyatçılık da ciddi bir şekilde başlamış ol­
maktadır.
13. asır başlarmda üniversite derecesi alacak olan
«Parts okulu», Notre-Dame kilisesinde faaliyet göster­
meye başlayacaktı.. Bu dönemin Ansiklopedistlerinden
Bartholonew, Paris’in, batımn ilim merkezi, yeni Ati­
n a’sı, akü ve hikmetin anası olduğunu söylüyordu. Pa­
ris Üniversitesi hızla gelişiyordu. 1229’da ülkede kan-
şıkhk çıkmca, buradaki ilim adam lan İngiltere’ye git­
tiler. 3. Henri’nin daveti üzenne İngiltere’ye gelen bi­
lim adamlan, yine birer Kilise okulu durumunda olan
Cambiridge ve Oxford’u geliştirdiler.. Paris’te yetişen
ilk büîhik İngiliz düşünürlerinden biri de John of Sals-
bury idi. Bu dönemde Michael Scot ise Palermo’da
arapça öğrenmiş ve Scot’un bu «başarısı» batıda bü­
yük yankı uyandırmıştı.. Bu dönemde Dominican, Fran-
ciscan tankatlan Oxford, Combiridge, Paris, Bologne
Üniversitelenni ele geçirmişler «Aristo felsefesi, Sko­

187
lastik düşünce ve kilise akaidi arasında bağ kurma­
ya» çalışmışlardı. Roger Bacon, Paris ve Oxford Üni­
versite çevrelerini tanıyan, buralarda söz sahibi bir dü­
şünür olarak, İslam’dan ve müslümanlardan aldığı bil­
gilerde, Hristiyanhğı orta devir skolastiğinden kurtar­
dı. Müslümanlardan mühendislik ve riyaziyatı aktardı.
Felsefesini bu kajmaklardan aldığı esintiler üzerine
kurdu.. Bu dönemde (1245) ilk kez Buhar gücü, m e­
kanik, kara ve hava otomatik taşıma araçları üzerine
tasavvurlar İslam dünyasmda sözü edilmeye başlanan
buluşlar arasmdaydı.

Bacon Müslüman mı?..

Oxford’da ilk ilmi tecrübeyi yapmaya kalkışmca


kıyamet kopmuştu.. «Deney» tezi ile fanatiklerin tep­
kisini çekmişti. Üniversitede konuşması yasaklandı..
Öteki talebeler, papazlar sokağa dökülmüşler «Geber­
sin Bacon» biUm adamları diye bağınyorlardı.. İslam
kaynaklarım görüşlerine mehaz olarak göstermesi ve
İslam kaynaklan ile İslam düşünürlerini verdiği önem­
den dolayı «Bacon müslüman oldu» diye katlini isti­
yorlardı.. Kayıtlar Bacon’un bir Franciscan olduğunu
gösteriyor. Ama Fanatik papazlar, Bacon’u hiç bir za­
man affetmediler., öldükten sonra bile, ondan hırsla­
rım almak için mezarım tahrip etmekten çekinmedi­
ler.. Diderot onun için «Dehalann en hayrete şayan ola-
m ve insanlann en bedbahtı» der.

Hangi Rönesans?..

Halide Edip’in güzel bir tesbiti var.. «Reneissance»


kelimesi «yeniden doğmak» demektir. Yeniden doğmak

188
için, daha önce varolması ve ölmüş olması gerekir.. Oy­
sa böyle bir mirasa sahip değiller.. Ingilizlerin yazıh
edebiyatı 1150’den sonra başlamış, Avrupa’mn yansı
henüz dine yeni girmiş..
flönesans hareketi denen şey, İtalya’da başlamış ve
1400’den 1600’e kadar sürmüştür. Sömürü düzeni üze­
rine kurulan yeni uygarhğımn harcmm kırıldığı dö­
nemdir bu dönem.. Sözde Hümanizmin, sözde insan
haklannm, sözde Cumhuriyetçi akunlarm, güvenceye
kavuştuğu aydınlık bir dönemdir.. Ne var ki, bımlar,
belki batı toplumu için bir ölçüde varolmuşsa da, hak­
la n gasbedilen milyonlarca insan için Rönesans hiç bir
yenilik getirmemiştir.. Rönesans, yeni batımn doğuşu­
dur.. Yeni Sömürge imparatorluğunun doğuşudur.. Rö-
nesansm tüm aydmhk için banş ve umut vaatleri ise
koca bir yalandan başka bir şey değildir.. Rönesans
öncesi durum nedir?.. Bütün hayat Kilise ve Devlete
bağhdır. Ahlaki ve felsefi bir boşluk doğmuş, milli dil­
ler doğmuş, yeni dengeler ortaya çıkmış. Halkta kili­
seye, devlete ve geleneklere isyan ruhu doğmuştur..
Rönesans sömürge mirasmm paylaşma dönemidir. Ye­
ni Batı inşam kendini bulmak için orta klasiklere yö­
nelmiştir.. Roma dini merkez, siyasi merkez, hukukim
ka 3mağı ve para merkezi olarak önemini korumakta,
yeni zenginlik kaynaklan üzerinde, Roma’dan yerli dev­
let ve krallıklar üzerinde hak iddia etmektedir.. Milli
lisanla yazı yazma alışkanhğı sonucu kiliseler giderek
Latin geleneğinden çıkmış ve yenileşmişti.. Rönesansm,
sömürge mirasma ilişkin özeUikleri dışmda. Kiliseyi,
inşam ve hayatı mantığa uydurma gibi bir rolü var­
dı. Hayata ve tabiata bakışı simgeliyordu..
İslam Rönesans öncesi dönemde. Batı aydınlan ara­
smda büyük etki yaptığı için olacak, kilise, özellikle

189
kendini varh|:ını korumak için İslam’a karşı bir tavır
içinde bulunuyordu.. Dante, (1265-1321) yaşadığı dö­
nemde, fikirleri ile, eserleri ile oldukça İslam’a yaklaş­
mış bir kişidir. İlahi komedyası, İslam düşünürlerinin
eserlerinden renkler, ışıklar taşımaktadır.. «Asaletin,
kan ve parada değil, fazilet, ilim ve kemalde olduğu»
tezi ile Kur’an ilkelerini kendi mantığma göre yorum­
lamaya çalışıyordu.. Dante, bir yerde. Semavi dinlerin
vahdaniyeti ilkesinden yola çıkarak, İslam’dan aldığı
yeni boyutlan Hristiyanhğa monte etmeye çalışıyor
«Isavari bir ahlâk ve ruhani fikirlerin hayata tathiki»
gibi bir yola giriyordu..
Batı klasikleri üzerine birçok örnek göstermek
mümkün.. La Fontain’in hikayelerinin Beydaba’dan
adapte olduğunu herkes biliyor. 14. Asırda Le Roman
de la Rose (Gülün romam) hikayesinde Mesnevi’den
bazı bölümlerin asmen aktarıldığım görüyoruz. Aşk hi­
kayesinin olay ve kahramanlan büyük benzerlikler
içindedir. Cantenbury masallannda ise Razi ile İbni Si­
na’dan söz edilir; bilgi ve erdemU kişiden söz edilir­
ken bü müslüman bilginlerin eserlerini gördüğünden,
onlara dokımduğundan ve onlann fikirlerini duydu­
ğundan bahsedihr.
1300 yıllarında halk vebadan kınhp geçerken. Şa­
tolarda efendiler yiîdp içip eğleniyorlardı.. O dönem­
de hayat merkezi şehir değil şato idi ve Şövalyelik ge­
lenekleri egemendi. Askerlik, adalet, idare, sosyal öl­
çüler Şatoya bağh idi. Kültür de öyle idi. Kadm - erkek
ilişkileri ve aşk bü 3rük önem taşıyordu.. Rönesansla Şö­
valyelik yıkıldı ve 3. sınıf doğdu. Kentlerde, kasaba­
larda ve ticaret hayatmda kendini gösteren bu sınıf,
üniversite ile kaynaştı ve kilise ile tarikatlara karşı
çıkü..

190
Aslında Rönesans hareketi çeşitli ülkelerde farkh
şekilde kendini gösterdi.. Asıl problem ise, büyük bil­
gi a k ım ın ın etkisi ile ortaya çıkan kültür patlaması
ve servet akımınm paylaşımı ile ilgili idi.. Kilise, dini
yorumlar ve tarikatlar. Şato, siyasi haklar önlerinde
duran ciddi sorunları idi halkın., özellikle yeni döne­
min gerçekleri kilise, tarikat ve dinin yeniden yorum-
lanmasmı gerektiriyordu.. Ashndan çok şey kaybetmiş
bulunan Hristiyanhk, bu dönemde o günün pratik ger­
çeklerine göre yeniden yorumlandı.. Fransa’da Röne­
sans heıreketi, İtalya’daki gibi siyasi hürriyetler sloga-
m ile ortaya çıkmadı. Derebeylik rejimi. Şövalyelik ve
Kiliseye karşı bir tepki ile kendini gösterdi..

Oryantalizm Üzerine

Haçlılar, doğuya sözde kendi dinleri uğruna sal­


dırdılar. Oysa kendi muharref dinlerini temelinden sar­
sacak yeni düşüncelerle döndüler.. Dinden kopmuşlar­
dı.. Müslümanlaşmamışlardı, ama eski Hristiyan da de­
ğildiler artık.. Üstelik, düşmam oldukları yeni uygar­
lık düzeyinin nimetlerine en kısa yoldan ulaşmak için
önlerine gasp ve yağma gibi bir fırsat çıkmıştı.. Oy­
sa müslüman olmakla bu mümkün olamazdı.. Kendi­
lerine yeni bir din'buldular: «Rasyonalizm»... Sonra,
insanları yok etmeye koyuldular.. Ardmdan, sanki in­
sancıllık kimseye kalmamış gibi, adma «Hümanizm»
dedikleri yeni bir uydurma ile, bir yandan yaralanan
insanlık onurlarım tamir etmeye, çıkara dayalı yeni
akli dinlerine, böylece metafizik bir boyut katmaya ça­
lıştılar.
Oryantalistlerin rolü daha da başka idi., ö n ce çal­
dılar, sonra herşeyi inkara yöneldiler.. Herşeyi tahrip

191
ettiler.. Sıra, doğululara, doğujru öğretmeye, müslüman-
lara İslam’ı anlatmaya gelmişti.. Luis Massignon bu
konuda diyor k i ; «Onlann herşeylerini tahrip ettik. Fel­
sefeleri, dinleri mahvoldu. Arük hiçbirşeye inanmıyor­
lar. Derin bir boşluğa düştüler. Anarşi ve intihar için
uygun bir hale geldiler.» Oyun başan ile sergilenmişti.
Edvard Said ise müsteşriklerin doğu insanma ba­
kışım şöyle izah ediyor; «Batıhlar doğuyu ele alırken,
bütünü ile kendi görüş ve varsayımlarmdan hareket
ediyor ve hayallerini konuşturuyorlar. Batımn çıkar-
larma uygun ve uydurma doğu manzaralan çiziyorlar.
1800 -1950 yıllan arasmda, batıda. Doğu uygarhk­
la n üzerine 60.000’den fazla kitap yazıldığım (Her 3 0 i
3000’den, her ay 250’den, her gün 2’den fazla kitap)
söylersek, durum daha kolay anlaşılır sanınm.

Bemardin De Saint-Pierre’in
Bir Kitabı Üzerine..

Daha önce, batıda Üniversitelerin doğuşuna değin­


miştik.. İslâm ülkelerinden getirilerek tercüme edilen
kitaplann kiliselerde muhafaza edildiğinden ve kilise­
ler çevresinde giderek akademik kuruluşlar teşkil edil­
meye başlandığmdan da söz etmiştik..
Şimdi, Bemardin de Saint-Pierre isimh bir Cizvit
Papazmm «Hintli Kulübesi» isimli eserinde anlaülan
şeylerden kısa bir özet takdim etmek istiyorum.
Bu arada şunu behrtmekte yarar olacak; İslâm
alemi ile Batı dünyası arasmdaki ticaret genellikle Ya­
hudi tüccarlar vasıtası ile yapıhyordu. Yahudiler, do­
ğudan aldıklan m allan baüya satmakla kalmıyorlar,
buradaki ilim ve fenni de batıya taşıyorlardı.. Dil bil­
meleri ve her iki coğrafyayı da yakmdan tanımaları.

192
her yerde adamlarının bulunması dolayısı ile her iki
taraf ile de yakın ilişki içinde idiler.. Bu özelliklerin­
den dolayı, batıda kısa sürede büyük servet, imtiyaz ve
şöhret sahibi oldular. Doğudan öğrendikleri şeyleri, ço­
ğu zaman batıya, kendi buluşları gibi satmaya kalkış­
tılar. Akademiler kısa sürede Yahudi ilim adamları ile
doldu. Bunların yakınlan bu akademilerde öğrenim
görerek sivrildiler. Batıdaki bir çok ilim adamımn kö­
kü Yahudilere dayanmaktadır. Bu işin temeünde, bu
tarihi gerçeği aramak yanlış olmayacaktır. Bu neden­
le de. Batı kültürünün temelinde İslâm ve Doğu kül­
türünün izleri kadar, Yahudi yorumcuların etkisi de
büyüktür.. Yahudiler ilimde ve ticarette, siyasette ve
sair alanlarda batıda büyük imtiyazlara sahip olmuş­
lar, onlann sır katipliğini yapmışlar, daha sonra, sa­
yesinde seı^et ve imtiyaz kazandıklan İslâm alemini
yok etmek için, baü ile ittifak kurmuşlardır.
Üzerinde duracağımız kişi ve eserine dönecek olur­
sak, Bemardin de Saint-Pierre 1737 yılmda Fransa’nm
Havre şehrinde doğmuş. Sonra bir rahibin yanmda eği­
tim gören Pierre, burada Robenson Kruzoe’yi (ki İbni
Tufeyl’in «Hay İbni Yakazan» adıyla ll3 6 ’da yazdığı
romanın adaptasyonudur) okumuş. Daha sonra Cizvit
mektebine giden Pierre, matematik sahasmda bilgisi­
ni ilerletmiş ve istihkam subayı olarak' orduya katü-
mışür. Pol ve Viriini’nin de yazan olan Pierre, Kral’m
yakmhğmı kazanrmş, İlimler Akademisi üyeliğine se­
çilmiş, Rousseau ile dostluk kurmuş ve daha sonra
1814’de ölmüştür.
Saint Pierre, söz konusu eserinde İngiliz Bilimler
Akademisinden bir heyetin Hindistan’a kadar süren se­
yahatini hikâye etmektedir. Hikâye edilen olaym baş­
langıç tarihi 1760’tır.

Coğrafi Keşiflerin iç y ü z ü -F .: 13 193


Saint Pierre’nin anlattığına göre, sömürgelerden ge­
len büyük servet yanmda, papazlar ve rahipler çok sa-
3Tida kitap da göndermişler, ancak bunlann tercüme
tahlili baüh bilginleri zor durumda bırakmıştı. Kütüp­
haneler bu tür eserlerle dolmuş, bu hızh bilgi akımı
karşısmda bunları yeniden yorumlamak ve telif etmek
bir sorun olmuştur. Üstelik bu bilgiler, bir yandan meç­
hule ışık tutarken, daha önce var olan meçhullerin sa-
jnsmı daha da arttırmıştı.. Batıh bilim adamları, bu
bilinmezliklere cevap bulmakta güçlük çekiyorlardı.
Yeniden şark kaynaklarına başvurmak gereği ortaya
çıkımştı. ö zel olarak hazırlanacak bir ilim heyeti, da­
ha önce belirlenecek belli meselelere ait sorulan ce­
vaplamaya çalışacaklar ve şarktaki ilmi vüs’ati tesbit
edecekler, işler ona göre planlanacaktı. Saint Pierre’­
nin ifadesine göre, bu ilim heyetinin «maksatlan dün­
yamn her tarafma yasnlarak, topladıklan ilim ve ma­
rifet nurlan ile insanlan aydmlatmak ve onlann da­
ha mesut olmalarma çalışmaktı. Heyetin masraflan,
tacirlerden, lordlardan. Piskoposlardan, Üniversiteler­
den, Kral ailesinden sağlanacaktı. Daha sonra bu yar­
dım heyetine bazı batı Avrupa hükümdarlan da ka­
tıldılar. Bu araştırmayı yürütecek alimlerin sayısı 2 0
idi. Londra kralhk kurumu 2 0 aUme, halli istenen me­
selelerle ilgili birer kitap vermişti. Halli istenen soru-
lann sayısı 3500’ü buluyordu. Ne var ki, her mesele­
nin halli, yeni meseleler gündeme getirecek, daha ön­
ceki eksiklerinin ve yanhşhklannm düzeltilmesi gere­
kecek, o gün için düşünülemeyen daha nice soruların
gündeme gelmesine sebep olacaktı.
Seyyar alimlere verilen ikinci bir emirnamede ise,
bazı genel meseleler üzerinde araştırmalar yapmaları
isteniyordu. Bu alimler, nerede bulurlarsa her nevi el
yazısı kitabı toplayacaklar, eski Tevrat ve İncil nüsha-

104
lanm gerekirse satın alacaklardı. Aslı alınamayan ki-
taplarm kopyalannm çıkartılması hususunda hiç bir
fedakarlıktan kaçmmayacaklardı. Bu konuda Araştır­
ma komitesi, Biritanya devletinin heryerdeki sefir ve
konsoloslanna verilmek üzere, bımlara birer mektup
vermiş ve kendilerinin devlet görevlisi olduklan kay­
dedilerek, ihtiyaç duyacaklan herşeyin temini konu­
sunda ne lazımsa yapüması emredilmiştir. O da yetmi­
yormuş gibi Londra’run en tanmmış bankerleri tarafm­
dan imzalanmış büyük meblağlar tutan poliçeler de,
gerektiğinde kullamlmEik üzere bu bilginlere verilmişti.
20 alim in 20 ’si de, Arap, Hlnd ve İbrani dillerini
bilen, doktor ünvamna sahip kişilerdi ve özel olarak
yetiştirilmişlerdi. Bunlarm en alimi İslâm topraklann-
dan geçerek, Hindistan’a ulaşmak üzere gönderilmek­
teydi. ön ce Hollanda’ya giden bu zat, orada Amster-
dam’daki bütün havralan dolaşarak, din adamlannm
tavsiyelerini aldı. Ruhaniler meclisini ziyaret etti. Fran-
saya geçerek, Sorbon ve Paris ilimler akademisi üye­
leri ile tartıştı, orada tetkiklerde bulundu, gittiği her-
yerde, kütüphane ve müzeleri geziyordu. İtalya’da aka­
demileri, Floransa müzesini, Venedik’te Sen-Mark kü­
tüphanesini, Roma’da Vatikan’ı gezdi. Ispanya’ya git­
mek ve Salamank müzesini gezmek istiyordu. Ancak
engizisyondan korktuğu için İstanbul’a gitti.
Burada bir tesbitte bulunmakta yarar olacak.. En­
gizisyon, sadece bilime karşı bir tepki değil, bilimin
kaynağımn İslâm ülkeleri olduğu için İslâm’a karşı
gösterilen bir tepki idi. İlim İslâm kaynaklı olduğu için
kilise bu bilgilere şüphe ile bakıyor. Batımn Islâmlaş-
masmdan endişe ediyordu.. Engizisyon, bu anlamda, İs­
lâm dünyasınm ilmini almalarına karşılık, halkm İs­
lâm ’a özenmesini önledi. Bu mahkemeler bir anlamda

195
Haçlı zihniyetinin kendi kendine savunması, İslâm’a
karşı varhk mücadelesi anlammda da yorumlana­
maz mı?..

İngiliz Araştırmacı Ayasofya’da..

Saint Pierre’nin anlattığma göre, bu İngiliz bilim


adamı, İstanbul’a geldikten sonra burada bir paşanın
yardum ile Ayasofya kütüphanesinde çalışma yapma
izni kopardı. Bu bilgin, burada, Ayasofya kütüphane­
sindeki bütün kitapları tek tek elden geçirerek gerek­
li notlan aldı. Ve ülkesine rapor etti.
Aym dönemde, İngiliz enteljansı da devreye gire­
rek, dünyamn yeraltı ve yerüstü zenginliklerini ince­
leyerek raporlar hazırlamak üzere tüm dünyaya da-
ğıtrmştı. Bunlann en ünlülerinden biri de, yakm tari­
himizdeki Lawrance idi.
Saint Pierre’nin kaydettiğine göre bu adam «İstan­
bul’dan sonra Mısır’a gitti. Burada Kıptilere misafir ol­
du. Oradan Suriye’ye geçti. Lübnan dağlânnda Maru-
nilerin, Karmel dağı keşişlerinin yanmda kaldı. Ora­
dan Arabistan’ı boydan boya geçerek Yemen’e, San’a’-
ya kadar uzandı. Oradan İran’a, İsfahan’a gitti. Kan-
dehar, Delhi yolu ile Agra’ya, derken 3 3nllık bir ara­
dan sonra Ganj nehri kısnlannda, Hindistan’m Atma­
sı mesabesinde bulunan Beneras’e vasıl oldu».
Kasmaklar, İngiliz bilim adamımn Benares’te top­
ladığı eserlerin tamamınm 90 denk olduğunu, ağırhğı-
mn ise 5 tonu aştığmı belirtmektedir. Bu arada, yolcu­
luğu esnasmda Müslüman alimler, Yahudi haham lan,
Protestan rahipleri, Lüther kilisesi müfettişleri, Katolik
ilim adamlan, o dönemin 24 büyük ilim kuruluşunun
yöneticileri, ’Türk mollalan. Ermeni din adamlan, Arap

196
allameleri, Rum paparian, Acem filozoflan, Hünt hu-
kukçulan ile tartışmıştı. Umduğundan fazlasmı bul­
muştu. Verilen soruların hemen tamamım fazlası ile
cevaplamıştL Ancak şimdi elinde, başlangıçtaki soru­
lardan daha fazla sayıda meçhul elde edilen bilgiler
çoktu, ancak bilinmezlik daha çok büyümüştü. Bilgi
ve cehaletin içiçe geçmesi İngiliz bilginini büyük bir
boşluğun «labirent batakhanesine» düşürmüştü.
Kendine yola çıkarken verilen, halli gereken me­
seleler Listesinin içindeki soruların 2 0 0 ’ü Yahudi ilahi-
yatma, 480’i Roma ve Yıman kilisesinin muhtelif ce­
maatlerine, 312’si Brehmenlerin eski dinine, 508’i Hint
dillerine, 300’ü Hint ahalisinin haline, 2 1 2 ’si Ingilizle-
rin Hindistan ticaretine, 729ü Nil nehrindeki elefanta
ve Umman den izin deki Bombay adası civarında bulu­
nan Solsette adalarındaki eski amtlara, 5’i dünya tari­
hine, 673’ü ak anberin esasma ve hayvanlann mide­
sinde tehassül edip Beziar adı verilen taşların hassa-
lanna, bir tanesi Hint denizinin 6 ay şarka, 6 ay gar­
ba doğru akmtılan ile ilgili, halâ çözümlenememiş bu
meselenin sırrına ilişkin olarak, 378 meselede Ganj’m
taşma periyotları üzerine idi. Ingiüz bilgine, ayrıca git­
tiği yerlerde tecvih edilen sual ve verilen bilgiler ışı-
ğmda yeni araştırma konulan ortaya çıkmıştı.. Bilgi­
nin İngiltere’ye gönderdiği rapor, 3500 soruya karşılık
17.500 paragraftan ibaretti. 20 araştırmacımn, araştır-
m alan sonucu merkeze rapor ettikleri bilgilerin tama­
mı ise 350.000 pragrafı buluyordu.. Aym zamanda 3500
mesele ile yola çıkan bilginler, en az 350.000 yeni müş­
kül ile dönüyorlardı.
Ingihz bilgin, araştırmasım tamamlaymca, dönme­
yi düşündü. Kendinden isteneni yapmıştı. Ancak, ken­
dinin gönderilmesindeki fisıl maksat şüpheyi izale et­

197
mekti, ama şimdi kendisi şüphe 3d yok etmek yerine, 90
balya kitapla birlikte bir o kadar da şüphe taşıyordu..
Hint mistisizmi kafasmı sarmaya başlamıştı... Gerçe­
ği ve mutluluğu aramaya koyuldu. Sonra, uzun seya­
hatlerinin ardmdan, kendisi için küçük bir mutluluk
reçetesi yazdı. «Hakikati sade ve samimi 3hirekle ara­
mak gerekir. O ancak tabiatm sinesinde bulunabilir.
Hakikati iyi yürekli kimselerden başkasına söyleme-
melidir. İnsan ancak iyi bir kadınla mesut olabilir»
İngiliz bilgin bu reçeteyi fakir bir Hinth kulübesinde,
bir paryamn ağaçlar arasmdaki evinde yazmıştı.. Ar­
tık İngiltere’ye dönebilirdi.. Her gittiği yerden tonlar­
ca kitap göndermişti ülkesine. Bombay’dan 5 ton ağır-
hğmdaki kitabı gemiye yüklediler. Bilgin, bu kitapla­
rı Londra’da Krallık Araştırma Kurumu başkamna tak­
dim etti.. Saint Pierre’nin anlatüğma göre, bu 2 0 ki­
şinin getirdiği yüzlerce ton kitap birçok kütüphaneye
dağıtılmış, tercüme heyetleri kurulmuş.. Tabi yine Ya­
hudi mütercimler kollannı sıvamışlardır.. Batıh aydm
ve düşünürler bunları adapte ederek, bunlardan esin­
lenerek yeni düşünce sistemleri, yeni edebi ve teknik
eserler, buluşlar vücuda getirmişlerdir.
Batı kültürü, insanhğm ortak kültür mirasınm hoy­
ratça harmanlandığı Yahudi tezgahlarmda pırasa gi­
bi doğranarak. Kilise mutfaklarmda pişirildiği, baha­
ratı ve tathsı bol bir yemek gibidir.. Bu yemeğin su­
yu kan, ter ve gözyaşıdır. Tuzu, sömürgelerin yeraltı
zenginlikleridir.. Sofrası ise halis Çin ipeğidir..

198
BATICILIK İHANET Mî?

Aslında bu sorunun cevabını, bu kitabı okuduktan


sonra vermelisiniz. Batılı, bir ölçüde işlediği cinayetin
farkmda. Her ne kadar, kendi halkım ve dünya kamu­
oyunu bu konuda'önemli ölçüde kandırmayı başarsa
da, bunun verdiği ruh hali içinde.. Bir yandan yıkılan,
kendini alkole ve işrete veren yığmlar, öte yandan
ayakta kalabilmek için saldırganlaşanlar.. Batı, cina­
yetlerinin hesabım vermemek için yeni cinayetler iş­
lemek zorunda hissediyor kendini.. Dışım ise sürekli
yaldızhyor.. Makinayı, insanhğm yüceliği ve erdemi
üzerine nutukları ile, insan haklan ve özgürlüklerinin
savunuculuğu ile kendini kuzu postuna bürümek isti­
yor.. İnsanlara kendi gibi olmak için, kendi izinden ge­
linmesi öğüdünü veriyor. Oysa onun izinden giderek,
hiç bir zaman onun gibi olunamayacağı bir gerçek. Ci­
nayetlerini gizlemek ve kendini hakh gösterebilmek
için, önce vicdan ve din sorumluluğundan kurtulmak
gereği hissetmiş olacak ki. Laisizmi önde gelen bir il­
ke olarak kabul etti. Ahiret inancım yıkarak, akıl ve
çıkan ön plana çıkarttı. M odem ideolojilerin hemen
hepsi dine karşı bir tepkiden kaynaklanmaktadır, in­
sanın aklı ile kendi kendini yönetebileceği iddiası ile
ortaya çıkmaktadırlar. Onlara göre, Ingiliz yazar R. H.
Tavrey’in iddia ettiği gibi «Tann dünya meselelerin-

199
den uz£Ü£ yerinde oturmaktadır.. Dünyada olduğu gibi
Cennette de sınırlı bir monarşi olacaktır.»
Moda akımlan, başdöndürücü hızla yaşanan bir
hayat, sanat, edebiyat, müzik, tiyatro, felsefe, felsefi
görüşler, herşey, batınm bu dehşet verici cinayetlerini
gizlemek içindir bir yerde.. Sosyetik bayanlann tırnak
boyalan, batınm kanh ellerini simgelemiyor mu, du­
dak boyalan, yavrusunu parçalamış bir sırtlarım kan-
h dudaklarım hatırlatmıyor mu?.. Baharath parfümler,
bu cinayetin kokusunu gizlemek için uydurulmuş ol­
masm sakm..
özgürlük ve demokrasi, insan haklan adma kuru­
lan cemiyetler sadece hakikileri kurulmasm diye ku­
rulmuş birer oyalama merkezi olmasm sakm.. Sovyet-
1er Afganistan’ı hangi gerekçelerle bekliyor, Çad’da
Fransız askerlerinin, Çin yağmacılarmdan ne farkı
var.. Batınm işgal güçlerinin hunhar cinayetlerini an­
latmak için sayfalar yeter mi?..
Batınm herşejd sahte, herşeyi yalan.. Hümanizm
nutuklan, bir kasabm kosoınlarm yaşama haklarım
savunmasma benzer. Salt akü da değil özledikleri...
Salt akıl üe de başlan dertte.. Akıllan, sadece o an­
ki çıkarlanna göre ayarlanmış mini bir kompitürden
farksız.. Yaşamak ise, anlamsız, zorunlu bir macera.
Onun için de düşünmeye fırsat vermeyecek kadar yo­
ğun bir otomasyon içindeler. Onun içta yeni macera­
lar peşindeler, onun içiu boş vakitlerinde alkole ve fuh­
şa sığmıyorlar. Onun için hayal ürünlerine, kumara
ve zevke köle oluyorlar..
Bir şey daha söyleyeyim mi? Batıh bir ülke, baş­
ka ülkelerin batıh ohnasmı istemez. O ülkejû kendine
rakip olarak göreceğinden, omin bu yöndeki çabasmı
engellemek ister. O ister ki, her gittiği yere arkasm-

200
dan giden «uşaklan» olsun. O ister ki, ne yaparsa ken­
dine arka çıkacak, kendini savunacak «müttefikleri»
olsun.. O ister ki, başka uluslar onlara iyi bir pazar
olsun, onlann güvenliği ve refahı için kan ve ter sun­
maya amade işçiler olsun...
Batı herşeyi inkardan yola çıkarak, kavramlan ve
gerçekleri alabildiğine saptırdı. Kendinin sömürü için
verdiği savaşı, geri kaimış uluslara medeniyeti götür­
mek ve onlan sapıkhktan kurtarmak için mukaddes
tebliğciler olarak takdim ederken; kendi namuslarım,
yaşama hak ve özgürlüklerini korumak için savaşan
uluslan terörist olarak suçlamaktan kaçınmadılar. Bir
yandan savaş kışkırtıcıhğı yaparken, dünyayı silah de­
posu haline getirirken, öte yandan banş havarisi ke­
sildiler.. Sağlık, eğitim ve refah için harcanan para-
mn çok fazlasım insanları ve canhlan yok edecek si­
lahlan geliştirmek için ayard ılar. Bir yandan kimya­
sal süahlarm yasaklanmasmı isterlerken, başka ülke­
lerin nükleer silahlara sahip olmasmı önleyici anlaş­
malar imzalarlarken, kendileri dünyayı bir nükleer ce­
hennemin eşiğine getirecek kadar nükleer silah stoku
yaptılar.. Silahlanma yanşuu uzaya taşıdılar, biyolo­
jik, kimyasal silah yöntemleri geliştirdiler.
Batıh olmak bir suç değil elbette, eğer eskinin sa­
vunucusu değilse kişi. Ama batıcı olmak, batmm kül­
tür temeUerini savunmak bir insanlık suçudur. Çün­
kü o, mazlum milletlerin kanlan, gasbedilen ahnte-
ri üzerine kurulmuştur.. Ve er geç bu sömürü sava-
şınm bir rövanşı olacaktır. Herhalde bu savaşm sorum-
lulan, haklan gasbedilen uluslarm, haklarım geri is­
teyen, en azmdan bu gasb işleminin sürüp gitmesine
engel olmak isteyen onurlu insanlar olmayacaktır.

201
DÜNYANIN
EN ZENGİN ÜLKESİ HANGİSİ

Doğu - Batı - Kuzey - Güney


Hemen herkesin dilinde bir söz v a r : «Biz Arap ül­
keleri kadar zengin değiliz ki, onlann petrolü var...
ya bizim...»
En üst düzeydeki bürokratmdan, sokaktaki ada-
mm a kadar herkesten bu ya da buna benzer sözleri­
ni işitebilirsiniz..
Hiç düşündünüz mü, gerçekten petrol üreticisi ül­
keler dünyanın en zengin ülkeleri mi?.. Onlann elle­
rine geçen para tüm dünyayı kıskandıracak kadar
çok mu?..
İsterseniz kalemi kâğıdı elinize ahp, bunu bir gü­
zel hesaplaym. Ama dilerseniz biz size bazı rakamlar
verelim.. Korkarım ki, kalemi bırakıp kafamzı iki eli­
nizin araşma ahp düşünmeye başlayacaksmız.. Bugü­
ne kadar, nasıl olup da böyle düşündüğünüze hayıfla­
nacaksınız..
Petrol şeyhlerinin zenginlikleri dillere destan.. Fa­
lan Arap Prensi Fransa’da şato satm aldı.. Falan Arap
prensinin bir yakım, kızının gelinliğini İstanbul’da dik­
tiriyor, hem de ne gelinhk, bilmem kaç milyona mal-
olacakmış, altm sırmalar, elmas taşlar falan filan..»

202
Magazin basnu için bu tür haberler oldukça ilginç.,
su-adan bir Arap vatandaşının, lüks bir otelde bir ge­
cede harcadığı paranın hesabından, hemen Arap ülke­
lerinin dünyajn kıskandıran zenginliğini tahmine ko­
yuluyoruz.. «Denizde kum, araplarda para» diyeceğiz
nerede ise..
Arapların zenginliğine ilişkin, halk arasmdaki te­
vatürün bir diğer kajmağı da, Arabistan’a giden iş­
çiler.. İşçi gözü ile ülke zenginliğine paha biçmeye ko­
yuluyoruz.. Aydmlanmız bile zahmet buyurup gerçe­
ği araştırmaya koyulmuyorlar., onlar da katıhyor bu
komediye..
«Komedi» diyoruz, çünkü şimdi vereceğimiz ra­
kamlar bu komik durumu gözler önüne serecek.
Üç beş kişinin zenginliği, lüks içinde yaşaması ne
ifade eder ki? Mesela, Katarh tüccarlann, petrol zen­
ginliklerinin topunu birden cebinden çıkaracak zengin­
ler yok mu batıda... Zengin., zengin diye tempo tut­
tuğumuz Kuveyt’in zenginlerinin toplam serveti, fakir
Çin ülkesinin sofrasmda kaç öğün yemek olur hiç dü­
şündünüz mü?
Her Çinli bir paket maiboro içse 1 milyar dolar
yapar bu.. Bu rakam Türkiye dış ticaret dengesini ter­
sine çevirebilir.
43 «İslâm ülkesinin» yeryüzünde kaplachklan top­
lam saha, 25.676.000 km*. Bu ülkelerin toplam nüfu­
su ise 750 - 800 milyon. Yine bu ülkelerin toplam ih­
racatı ise 138.578 milyon dolar. Buna karşılık ithala­
tı 95.612 milyon dolar civarmda.
Hal böyle iken, sadece Fransa’mn aym dönemde­
ki millî hasılası, zengini ile fakiri ile 43 Müslüman ül­
kenin toplam millî hasdasınm üzerinde bir rakam ifa­
de ediyordu.. 568.400 milyon ABD dolan.. Sadece 547

203
bin km*’lik bir alanda 54 milyon nüfuslu Fransa, İs­
lâm ülkelerinin toplamının millî hasılasınm üzerinde
bir güce sahip.. Bu rakamın 1980’de 627.700 milyon do­
lar civarında gerçekleştiği ve bugüne kadar da artışı-
m sürdürdüğü düşünülecek olursa, bu hesap daha ko­
lay anlaşıhr sanırım..
Fransa’nm aym dönemdeki ihracatı 120.689 milyon
dolar olarak gerçekleşmiş, ithalatı ise 101.392 milyon
dolar düzeyinde olmuştur.
50 milyonluk Fransa, bir milyarhk îslâm dünyası-
m zenginlik ve refahta çok gerilerde bırakmıştır..
Arap yanmadasımn petrol zenginlerinden Birleşik
Arap Emirliklerini ele alacak olursak, bu ülkenin 1979
millî gelir toplamı 19.500 milyon dolar civanndadır. Ay-
m dönemde Afganistan’da ise durum 2.590 milyon do­
lar civanndadır.. Afganistan’m 16 milyon nüfusu ol­
duğu, Emirüklerin ise yanm milyon nüfuslu olduğu
hesap edilirse, burada insanı dehşete düşüren bir zıt­
lıktan söz edilebilir, ancak zenginlik ölçüsü olarak ba­
tı ile kıyaslanamaz.. Yine 90 milyon nüfuslu Bengla-
deş’in toplam millî hasılasının 1980’de 11.170 milyon do­
lar civarmda olduğu hesap edilirse, bunu BAE ile kı­
yaslamak dehşet verici olabilir, ama aym dehşetli du-
rum, daha fazlası ile, herhangi bir Müslüman ülkenin,
ya da Müslüman ülkeler toplamımn bir batıh ülke ile
kıyaslanmasmda da ortaya çıkmaktadır. 1 0 milyon nü­
fuslu Belçika’mn bile millî gelirinîn 119.770 milyon do­
lar olduğu düşünülürse, gerisini siz hesap edin. 1 mil­
yarlık Çin’in toplam millî hasılası Fransa’m a yansm a
büe ulaşamamaktadır.. Çin’in 1980’de ulaştığı millî ha­
sıla toplamı 283.250 milyon dolar civarmda kalmıştır.
Batı Almanya’nm millî hasılası ise, Fransa’dan da faz­
ladır.. 60 milyonluk Almanya’mn miUi hasılası 1980’de
827.790 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir. 57 milyon­

204
luk nüfusu ile İtalya’nın milli hasılası ise 368.860 mil­
yon dolar olarak gerçekleşmiştir. I980’de 117 milyon
nüfuslu Japonya’nm millî hasılası ise 1.152.910 milyon
dolardır. Petrol zengini Libya’nın 1980 millî hasılası ise
25.730 milyon dolar civannda gerçekleşmiştir.
Bu rakamları karışık olarak veriyoruz ki, çarpıcı
zıtlıklar daha kolay ortaya çıksm diye... Bilimsel bir
araştırma yapmak isteyenler, BM kaynaklarına başvu­
rarak gerçeği daha detayh bir şekilde araşürabilirler..
Güney Afrika’dan bü* örnek: 23 milyon nüfuslu ülke­
de toplam millî hasıla 66.960 milyon dolar civarında..
1980’de Kuvejrt’in millî hasılasımn 30.900 milyon dolar,
Katar’m 6 .0 2 0 milyon dolar olduğu hesaba katılırsa,
tüm körfez ülkelerinin (S. Arabistan ve Irak, İran ha­
riç) milli hasüalannm. Güney Afrika’mn gerisinde kal­
dığı görülecektir.. İran, İrak, Suudi Arabistan gibi öte­
ki Müslüman ülkelerin milli gelir toplamları ise 1980
yıh itibarı ile şö y le: S. A rabistan: 100.930 milyon do­
lar, İran; 80.100 milyon dolar. Irak : 39.500 milyon do­
lar. Batıdan bir örnek 14 milyon nüfuslu Hollanda’run
1980 millî hasıla toplam ı: 161.440 milyon dolar. Hollan-
da’mn millî gelirine 4 milyon nüfuslu Norveç’in 59.610
milyon dolarlık milli hasılasım ekleyecek olur isek,
yaklaşık 70 milyon nüfuslu İran, Irak, Suudi Arabis­
tan üçlüsünün toplam millî hasüasının üzerinde bir
rakam elde etmiş oluruz.
Fazla rakam denizine boğulmadan, ABD’den bir
örnek.. Nüfusu 230 milyon... Toplam millî hasılası
2.582.460 milyon dolar.
Yazımızm başma dört yönü yazdık.. Doğu. Batı,
Kuzey, Güney.. Doğu ile Batı yoğun bir siyasi bölün­
me içinde. Kuzey ile Güney zengin - fakir şeklinde bö­
lünmüş.. Bir yanda açlar, öte yanda toklar.. Açlar gru­

205
bundaki zengin ülkelerde ise, yaygın bir refahtan çok,
bu zenginlik belli zümrelerin tekeünde bulunuyor.
Sanırım konuyu bir de bu gözle değerlendirmek­
te yarar var.. Şu da önemli bir gerçektir ki, bugün fa­
kir gibi görülen ya da gelişmekte olan ülkelerin, bu­
gün için ekonomik bir değer ifade etmeyen zenginlik
ve refah kaynaklarmm, hiç de öteki gelişmiş ülkeler­
den az olmadığım vurgulamakta yarar var... Zengin
işgücü ka 3maklan, zengin maden yataklan üe, bugü­
nün geri kahnış, daha doğrusu imtiyazlı geri bırakıl­
mış durumdaki ülkeleri için gerçekler, aydmhk bir ya-
rm vadetmektedir.. Bir yandan modem teknoloji ve
yeni buluşlar, dünün fazla bir değer ifade etmeyen
kütlelerini yeni baştan, ekonomik anlamda yorumla­
makta, yeni dengeler ortaya çıkmaktadır..
Hemen söyleyelim, mesela, Arabm petrolüne özen­
mek yerine bizim fosfat kaynaklanınız, ya da boraks,
volfram, uranyum madenlerimizin gelecek için vadet-
tiği umutlar üzerinde kafa yormamız daha doğru ola­
caktır..
Zenginlik için, refah ve ümran için tek yol, zen­
gin maden yataklarına sahip olmak demek değildir
şüphesiz.. Sanayileşme gerçeğini keşfetmemiz gerek..
Sanayileşmiş ülkelerin sağladıklan zenginliğin petrol
zengin ülkeleri kıskandıracak kadar büjrük olduğunu
belirtmekte yarar var.
Kuşkusuz zenginlik huzur ve selamet, refahlık de­
mek değildir her zaman. Hele bu zenginlik sömürü kar-
şüığı ise, başkalannm kam ve teri üzerine kurulmuş
bir refah ise buna da özenmemek gerek..
Müslüman aydım, yarınki dünyayı kurarken, her
türlü marazî özentiden kurtularak kendi özüne ve top-

206
lumuna dönmelidir. Gerçek elimizdeki kitabımızda,
gönlümüzdeki dostça, kardeşçe duygularda ve cemaa-
tımızın bereketli avuçlarında bugünümüzü ve gelece­
ğimizi aydmlatacak bir ışık olarak bekliyor. Doğu, ba­
tı, kuzey, güney tüm yönlerdeki fertler ve toplumlar
için evrende huzur ve banşa giden tek yol...
Size son olarak, yine 1980 yıhna ait bir kaç rakam
daha.. Dünyamn en büyük şirketlerinden biri olan ve
merkezi ABD’de bulıman Exxon firmasuun sermaye­
si 103.143 milyon dolar, geliri ise 5.650 milyon dolar..
Bir Hollanda şirketi olan Royal Dutch / Shell Group’un
sermayesi 77.114 milyon dolar. 1980 k â n ise 5.174 mil­
yon dolar.. Ülkeleri kıskandıran jnllık ciro ve kârlan
ile sayılan hayü kabarık bu şirketlerden bir iki ör­
nekle bu değerlendirmemizi noktalayalım.. Maksadı­
mız, sadece bir dizi rakam sunmak, ya da bir takım ra­
kamlarla bilgiçlik taslamak değil.. Herkesin bir çok şey
sandığı bir konuda değişik bir bakış açısı sunarak ay-
m konuda daha ne kadar bilgiye ihtiyacımız olduğu­
nu ortaya koymak... Günümüz dünyasmda silah ka-
çakçüan, sigara kaçakçıları, uyuşturucu kaçakçılan,
mafia elem anlan bile kimi ülkelerin yılhk millî hası­
lasının üzerinde kâr edebilmektedirler.. Zenginlik de­
yince tüm bunlar akla gelmeü ve iyi bir değerlendir­
me yapmahyız.. Yanlış bilgiden yola çıkarak doğru bir
sonuca varmak mümkün olmasa gerek...
Burada anlatılanlar, verilen bilgiler, iyi bir araş-
tırm aa için basit ipuçları, bir hatırlatma ve uyan not­
landır... Belli bir mesaj verilmekten çok, kişilerin bel­
li konularda düşünme ve yorumda bulunmalarım ko-
laylaştına aritmetik malzemeler sunulmasma özen
gösterilmiştir.. Sanınm bu rakam yığmı bu gözle in­
celenecek olursa, biz maksadımıza ulaşmış olacağız...

207
Küçük Bir Not:

Dün, tüm petrolü bir İngiliz şirketi tarafmdan yö­


netilen Brunei ülkesi, bugün dünyanm en zengin ül­
kesi ve bağımsız bir devlet olarak dünya sahnesinde
yerini aldı. Brunei aym zamanda OPEC üyesi oldu
Brunei’nin zenginük hesabmdan önce, tüm bu ve bu-
mm gibi daha nice zenginlikleri kendine bağlı küçük
işletmeler gibi yöneten İngiltere’nin sömürgelerinden
sağladığı zenginlikleri düşünmek yerinde olacak. Bu
günkü OPEC üyelerinin çoğunun, dünün İngiltere’si­
nin birer sömürgesi durumunda olduğunu ve bugün
de etkisini önemli ölçüde koruduğunu unutmayalım
Katar, Kuveyt, BAE gibi ülkelerin tüm servetleri­
nin ancak büyük şirket sermayeleri ile boy ölçüşebi­
leceğini söylemiştik. Kişi başma yıllık gelir açısmdan,
bizim Etiler, Bağdat Caddesi, Çankaya’da da bir araş­
tırma yapsak o nüfus ve kişisel gelir düzeyini bulamaz
ımyız?..
Sahi şu kumar odalarında bir gecede dönen para
bizim petrol zengini ülkelerin servetinin kaçta kaçı
eder?
...V e de üstelik. Amerikan bankalarında yatan
Arap servetinin bir önemli bölümünün ithalat ve iş­
letme gideri olarak, hizmet olarak, turistik amaçlar­
la ya da mülk olarak Avrupa Pazarlarına aktığım dü­
şünürsek... Arabm parasımn nem a’sı yine Avnıpah-
lann.
Paramız, yeraltı zenginliklerimiz, insan gücümüz­
le batımn hizmetindeyiz. Uygar batmm saltanat tah­
tı bizim kanımız, ahn terimiz, madenlerimiz ve göz-
yaşlanmız üzerine mi kurulmuştvır?
Sovyet Yahudilerinin menşeinin Göktürklerden
kalma Hazar Türkleri olduğu yolunda iddialar bulun­

208
maktadır.. Son günlerde, Sovyet Yahudilerinin İsrail’e
göçü konusunda müzakereler yapılırken Sovyet yahu-
dilerinin menşe’i de ciddi tartışmalara konu olmuştur.
X. yy.’da Bizans’tan çıkarılan Yahudilerin Hazar
denizi havalisine göç ettikleri ve bu bölgede yerleşik
Türkleri Yahudi dinine davet ettikleri, onlann ise za­
manla bu dini benimseyerek Yahudi olduklan ileri sü­
rülmektedir. Çeşitli araştırmacılar, Karaim Türkleri
adı verilen bu Türk boyunun Yahudi dinine geçtikten
sonra, kısa zamanda ticari hayatta ilerlemeler kaydet­
tiklerini, Volga ve Don kıyısma yerleşen bu halkm, za­
manla bu nehir Jioyundaki öteki yerleşim merkezleri­
ni de etkilerine aldıklannı ve giderek Güney Rusya’ya
ve oradan Orta Rusya’ya doğru yayıldıklarım belirt­
mektedirler.
Zamanla İbrani Alfabesini benimseyen, ancak Ya­
hudi dininin ibadetlerini yine Türkçe olarak yapmaya
devam eden Karaim Türklerinin, Sibirya’ya iskanları
ve orada bir Yahudi devleti oluşturma girişimlerinin
olduğu ancak bunda başan sağlanamadığı belirtil­
mektedir.
Karaim Türkleri zamanla Kırım’a göç etmişler ve
buraya yerleşmişlerdir. Daha sonra bunlardan bir bö­
lümü öteki Avrupa ülkelerine göç etmiş, İngiltere ve
Romanya’ya, Almanya’ya bu bölgeden çok sayıda ki­
şi göç etmiştir.. Yine Amerika’ya giden Yahudi kolla-
nndan bir bölümünün de Karaim Türkleri olduğu be­
lirtilmektedir.
1950 yıhnda yapılan araştırmalarda, halen SSCB
sınırlan içinde o gün için 25.000’in üzerinde Karaim
Türkü bulunduğu ve bunlann Yahudi dininden olma-
lanna rağmen ’Türkçe konuşmaya devam ettikleri be­
lirtilmektedir.

Coğrafi Keşiflerin iç y ü z ü -F .: 14 209


Bu gün halâ Kınm, SSCB’nin güney havalisinde
ve Lehistan’da çok sayıda Karaim Türkü bulunmak­
tadır.
Bilindiği gibi, Türklerin bir kısım Budist, bir kıs­
mı Yahudi, bir kısmı Hristiyan dinini benimserken
önemli bir bölümü de îslâm dinini seçmişti. Tarih araş-
trrmalan Macar, Bulgar ve Finlerin Türk kökenli ol­
duklarım, Yakut Türkleri olduklarmı, hatta Kuzey
Amerika’daki Kızılderililerin, Bering boğazım geçen
Yakut Türkleri oldukları sanılmaktadır.
Bilindiği gibi halâ, SSCB’den düzenli göç seferle­
ri ile, çok sayıda Sovyet yahudisi İsrail’e gelmekte ve
işgal altmdaki topraklarda iskan edilmektedirler.

210
MASONLUK KRONOLOJİSİ

İlk kez Masonluk cemiyetlerine 790 senesinde,


Ingiltere’de rastlandı. Bu tarihte Romah duvar usta-
lan, İngiltere’de Verulam’da dine girenler için bir ka­
tedral inşa etmek üzere gelmişlerdi. Burada duvar us­
taları, aralarmda Papahğm niyetlerini ve ustahk sırla­
rını gizlemek üzere bir «Kardeşlik örgütü» kurdular..
İlk loca ise Ingihz krahnm oğlu Edvin’in başkanlığm-
da 926 senesinde kuruldu ve 16 maddeden oluşan ilk
tüzük (Emirname) yayınlandı. 960 jnhnda ise Canten­
bury başpiskoposu üstad-ı Azam oldu. 1090 yıhnda İs­
tanbul’da başka bir Mason örgütü kuruldu. Masonluk,
Yahudilerin denetiminde. Doğu bilgisi, Yahudi öğreti­
si ve çıkarları doğrultusunda, Hristiyanlar için bir giz­
li cemiyet haline gelmişti. 1459 yıhnda Strazburg ya­
sası yajrmlandı. Bir yandan Batı Avrupa’da egemenlik
mücadelesi, öte yandan sömürgecihk yanşı başlamış­
tı.. Böylece Masonluk yeni bir muhteva kazanıyordu..
İşgal edilecek topraklarda, o ülkelerin yönetimine ihş-
kin gizli bir denetim mekanizması doğuruyordu.. Hk
üyeler Rose-Croix, Simyacılar, Kabbalist ve Hermetik-
lerdi. Giderek politik bir nitelik kazandı. 1640 devri-
minden sonra, İngiltere’de 1649 ınhnda Cromvel’in, Kral
1 . Henrey’nin kafasım kestirme girişimine katolik ma­
sonlar karşı çıkü. Genelde Fransız locasma bağh mar

211
sonlar Katolik, İngiliz m asonlan ise Protestan nitelik­
lidir. I717’de Londra’da 4 Loca bir araya gelerek İn­
giliz büyük locasını kurdular. 1723 yılında ise Ander-
son yasası kabul edildi.
1735 yılında Fransa’da, Ansiklopedisi hareketin ba-
şmı çeken, herşeyi yeni baştan kısa tanımlan ile yo­
rumlayarak yeni dünyaya o şekilde tamtmak ve ka­
bul ettirmek isteyen Ansiklopedistler yeni bir Maso-
nik hareket başlatıyorlardı.. Bu dönem Fransız mason­
la n din ve politika ile ilgilenmiyorlardı. Liberal nite­
likli, pratik, sanatsal ve evrensel nitelikli bir sözlük
oluşturmaya koyulmuşlardı. 1789’da ise tüm Mason ör­
gütleri hızla politize oldu. Fransız Liberalizmini ve
Cumhuriyetçi hareketleri destekledi..
Yeni kavramlann oluşturulması ve oturtulmasm-
da, doğu kaynaklarmdan büyük ölçüde yararlamlma-
sma karşılık, onlara yeni bir öz ve biçim verildi ve ye­
ni batı kültürü bu temeller üzerine, bu kavramlar ışı-
ğmda değerlendirildi.
1871 johna gelindiğinde, artık İstanbul, İzmir, Şam,
Beyrut, Efes ve Kudüs gibi İslâm şehirlerine de Mason
cemiyetleri kök salmıştı. Hatta 1738 3nlmda, İzmir ve
Halep’te, Yahudiler arasmda ilk Mason localannm teş­
kil edildiğinden söz edilmektedir. 1856 înlmda İstan­
bul’daki Mason localanmn sayısı hayli kabarıktı. Bun­
lar kendi aralannda, Britanya, Fransız, İrlanda, İskoç,
İtalya, Amerikan ve Kanada, Türk bağımsız locaları
törelerine bağh olarak faaliyet göstermekte idi. Poli­
tik ve ekonomik etkinliğe sahiptiler ve kültür hayatı-
nm, sosyal hayatm yönlendirilmesinde etkin bir rol oy­
nuyorlardı.
Günümüzde ise Masonluk, 20’den fazla alt ve ha­
zırlık kuruluşu ile, kadmlan ve gençleri de içine alan

212
uluslararası planda müessir örgütleri ile büyük bir et­
kinliğe sahiptir. Gizli istihbarat örgütlerinden Vati­
kan’a, Mafiadan, büyük sermaye kuruluşlanna, poli­
tik sahaya kadar el atmadıkları ve yönlendirmedikle­
ri, uluslararası etkinliğe seıhip olıtiadıklan hiç bir alan
hemen hemen yok gibidir.
Pennsylvania’nm kurucusu William Penn (1644-
1718), 1693 yılmda, işgal altmdaki topraklarda bir «Av-
rupah Birleşik Devletler» fikrini ortaya atacaktı..
Bu olaydan bir asır sonra bile sajnlan 20 milyo­
nu aşkm olan Kızılderililer, «beyaz insan»m getirdiği
hastalıklar ve katliamlar sonucu, nüfusunun büyük
bir bölümünü kaybetti.. Tüm dünyada hızlı bir nüfus
artışmm gözlendiği günümüzde bile, 1860 -1890 yüla-
rmdaki katliamdan canlarmı kurtarabilen kızılderili
ailelerin torunlarmm günümüzdeki sayılan 800.000’i
zor buluyor.. Üstelik, Amerikan kıtasmm gerçek sahi­
bi, bu topraklarda kurulan uygarhklarm miman olan
Kızılderili inşam, bugün, bu topraklarda yaşayan in-
sanlann en yoksulu.. Halâ büyük bir kısmı kendi ko­
lonilerinde. toplumdan soyutlanmış olarak yaşıyor..
ABD ve Batı üygarhğı, zaman olmuş, 30.000 köle­
nin, bir tek efendisi için, ya da bir aile için çahştığı,
30.000 insanm ürettiğinin sahibi olarak tek kişinin gö­
rüldüğü bir uygarlıktır.. Bu uygarhğm izleri halâ can­
lı. Katta çok uluslu şirketler, yüzbinlerce işçiyi, geri
kalmış ülkelerin yeraltı zenginliklerini sömürerek, bu
uygarlık çarkmı döndürmeye çabalıyorlar.. Baü uygar­
lık değirmeninin çarkı, başka insanlarm kan ve terle­
ri ile dönmüş, yel değirmenleri, bu insanlarm nefes­
leri ile döndürülmeye çahşümıştır.. Şatolar, katedral­
ler ve bugünün malikaneleri, inşam hayrete düşü­
ren lüks ve şarafaû, Firavunlarm ehramlarım ne ka­
dar da andırıyor..

213
Sözde kölelik 19. yy. ortalarında kaldırıldı, ö n c e
İngiltere’de, ardından 1848’de Fransa’da ve son olarak
1865 yılında ABD’de kölelik yasaklanıyordu. Kuzey-
Güney Savaşı 1865’de Kuzeylilerin başarısı ile sonuç­
lanıyordu.. Bu tarihte köleUk gerçekten yasaklanmı­
yor, yeni yasal bir güvenceye kavuşturuluyordu..

Ah Şu Yahudiler!

Batıda uluslar savaşı sürerken Yahudiler bımdan


hiç bir zarar görmediler. Doğu ile batı arasmda gidip
geldiler. Marsilya, Cenova, Napoli, Palormo Yahudile­
rin önde gelen uğrak yeri idi.
Yahudi tabibi er heryere kolayhkla girip çıkıyor­
du. Doğudan getirdikleri tercüme kitaplarla üniversi­
telerde, bilim akademilerinde saygm bir yerleri vardı.
Kilise ile de çok iyi ilişkiler kurmuşlardı. Baharat ve
köle ticareti yapıyorlardı. Bankerlik yapıyorlardı. Dil
bildikleri için saraylara girip çıkıyorlar, rehberlik ve
mütercimlik yapıyorlardı. Aym zamanda bir çok ün­
lü kişinin sır katibi gibi bir konumlan vardı.
Batıdaki aydmlar arasmda Yahudilerin çokluğu,
biraz da bunlarm Arapça bilmelerinden kaynaklan­
maktadır. Ne açı ki, daha sonraki dönemlerde Arap
milletleri dışmda müslüman okullarda Arapça dili ne­
rede ise yasaklanacak, konu halk mekteplerine mah­
kum edilecektir.
Giderek Hindistan, Çin, Arap, Türk, Mısır ve Av­
rupa ülkeleri arasmda karşıhkh bir uluslararası tica­
ri düzen oluşturan yahudiler bir yandan da kürk ve
kıhç ticareti yapıyorlar, hatta casusluk faaliyetlerine
giriyorlardı. Ispanya’dan Çin’e kadar Yahudi ailelerin­
den oluşan bir zincir oluşmuştu. Adeta kervansaraylar

214
gibi bir konum üsleniyorlardı. Yahudiler, bu arada yar
pılacak seyahatler için güvenilir bir yolculuk taahhüt
ediyorlardı. Kısa sürede denizciliğe el attılar ve Yahu­
di ticaret filoları kuruldu. Cam fabrikaları kurdular.
Giderek bu faaliyetler gizli cemiyetlere, sembollerle an­
laşmaya varacak kadar gizli planlara dönüştü.
Korsanhk, giderek bir Mafya’ya dönüştü. Banker­
lik ise ticaret tekelini ele geçirmek, para pohtikalan
üe ülkelerin ekonomilerini tekellerine almak için iyi
bir fırsattı.
1500’lerde arkası arkasma, hemen hepsi de birer
yahudi d a n ışm a n ın himayesinde ve kilise denetiminin
altında biüm akademileri doğmaya başladı. 1560 Na­
poli bilim akademisi, 1603 Roma Akademisi, 1651 Flo­
ransa Tıp Akademisi, 1645 İngiltere Kraliyet Akade­
misi, 1662 The Royal Society. Görünmeyen kollar, din­
darlan, hekim, mimar ve iş adamlarını bir araya ge­
tiren bir forum olarak doğdu.
I 6 6 6 ’da 14. Luis Fransız Teknik Akademisini kur­
du. Sömürgelerden, ya da tamdıklan ülkelerden ge­
len kültür biriikmlerini tercüme ile işe başladılar. Ye­
ni Akademi, İlahiyat, Metafizik, Ahlak, Politika, Gra­
mer, Hitabet ve mantıkla ilgisinin yamsıra. Sanat,
İmalat, mekanik ve deneysel buluşlar, doğada olup
bitenler sistem, teori, Uke, hipotez, element, tarih, do­
ğa ve matematikle ilgilenecekti. İmalat sanayiinde ön­
celik verilen konu ise gemi teknolojisi, dokuma ve bo­
ya tekniği oldu. 1395’te başlayan yoğun tercümecilik,
1500’lü jollardan başlayarak büim akademilerine dö­
nüşmeye başlamıştı. Bütün bu süreç içinde de Yahu­
dilerin etkisi giderek arttı.
Batıhlar işgal ettikleri topraklardaki insanlara
hayvan muamelesi yapıyorlardı. Bir beyazm öldürül­

215
mesi halinde ise öldüren kişinin hemen hemen tüm ai­
lesini, yaşadığı köyü tümü ile imha ediyorlardı.
Sömürgecilik hareketinin artık iyiden iîdye yumu­
şadığı 1924 yılmda, İngiltere’nin Sudan valisi Gn. Sir
Lee Stack’ı bir Mısırimm öldürmesi üzerine (19 Ka­
sım 1924) İngiltere hükümeti Mısır’a şu ültümatomu
v erd i:

— Sanık derhal öldürülsün


— Mısır hükümeti İngiltere’den af dilesin
— 500.000 sterlin tazminat ödensin
— İngiltere aleyhine gösterüer derhal hastınism
— Mısır askerleri 24 saat içinde Sudan’dan geri çekilsin.
— İngiltere hükümetinin daha önce istediği tüm yetki ve
imtiyazlar sağlansm ve yabancılarm güvenliği ile ilgili et­
kin tedbirler alınsm.

İngiltere, hayal gücünü çalıştmabilerek en ufak


bahane ile bütün istediklerini dikte edeceğini sanmak­
ta idi.
ö yle ki Afrika sömürgelerinin hemen hepsinde
«Varlık Vergisi» diye bir vergi vardı. Bir diğer adı ile
«Yaşama Vergisi» ya da «Baş Vergisi», öldürülmemiş
oldukları için teşekkür etmek ve bedel ödemek zorun­
daydılar. Vergi verecek kişilerin parası yoktu. Malı da
yoktu. Çünki yaşamaları için gerekli olan üç beş par­
ça şeyle, batılı beyaz adamm ihtiyaç duymadığı şeyle­
re sahiptiler. Bu vergiyi ödemek için, beyaz efendinin
yanmda çalışıp kazandığı parayı tekrar beyazlara öde­
mek zorunda idi. Böylece bir angarya düzeni oluştu­
rulmuştu.
Herşey yağmaya, tesadüflere dayamyordu. Glemile-
ri bir akmtıya kapdıp açıklara doğru sürüklendikleri
için ada keşfedip kendi adlarmı o adaya vererek ada­
yı ve yaşayanlan kendi mülkü sayanlar vardı. İki Rus

216
Subayı da bir gezi sırasında tesadüfen, yollarını kay­
bederek kuzeye gidince Yakut Türklerini keşfetmişti.
Bu şekilde Kongo’yu keşfeden bir Türk de var. Sibir­
ya’daki sürgünden kaçarak Büınık sahrayı aşıp Kon­
go’ya varan «Çölaşan» lakabı ile tamnan Emin Paşa!
Köleleştirme işi zamanla özellikle Kuzey Afrika şe­
ridinde müslümanlar arasmda da ilgi uyandırdı. Ge­
nellikle halk bu işe ilgisiz kaldı. Ancak özellikle kö­
le ticaretinde piyasaya bazı müslümanlarm da girdik­
leri görülmektedir. 1574 yıllarmda 3. Murat zamanm-
da Cezayir’de ölen (1595) Ramazan Paşa’nm eşine bı­
raktığı miraıs arasmda 800. 000 duka (400. Milyon TL-
1970) ve 400 köle ve cariye de yazıhdır.
Batıda bilimsel canklığm temelinde iki tarikat bü­
yük rol oynamıştı. Franciscan’lar ve Dominican’lar..
Franciscan’lar 1 2 1 0 ’da, Dominican’lar 1215’de Toulou-
se’da örgütlenmeye başladılar.
Daha sonraları I491’de, Engizisyon mahkemeleri­
nin kurulduğu, Kristof Kolomb’un Amerika’ya doğru
yola çıktığı, Vasco da Gama’nm Afrika’nm batı sahil­
lerini dolaşmaya başladığı yıllarda cizvit tarikatmm
kurucusu İgnatius de Loyala doğmuştu. Loyola 1556’da
öldü. Cizvitlerin gayretleri ile Japonya’da 1596 yılla-
rmda 300.000 kadar Japon hristiyan olmuştu. Bu ara­
da Japonlar batı tekniğini öğrenmeye başladılar. Ba­
tıklar da uzak doğu siyasetini imparatorluk siyaseti
haline getirdiler.
Batıklar, doğululara ısrarla şunu anlatmaya çak-
şıyorlardı: «Britanya imparatoru yüce tanrıdan sonra
dünyanm gördüğü en büyük peri’dir.» Hatta daha da
ileri gidip, Tann’nm dünya işlerinden el etek çekip
kendi köşesine çekildiğini ve bu işleri kendilerine dev­
rettiğini, Cennette bile smırk bir monarşi olduğunu
söyleyecek kadar ileri gidiyorlardı.

217
Batıhlar işgal ettikleri ülkelerin insanlannı köle­
leştiriyor, işçi haline getiriyorlardı. Köylülerin topra^
ğ a bağh kalmalarım istiyorlardı. Ticaret ve sanayi ise
kendi tekellerinde idi. 1800’lerde yazılan Çince bir ki­
tapta şu satırlara rasthyoruz: «Ticaret devletleri dai­
ma zenginleşirlerken, tarım ülkeleri daima fakirleşti.
Doğuyu tanm a bağh kalmak batırdı, batı tüccarlann
eseridir.» (Sihih-hsüeh nien pao S : 1 - 317.)
Korkunç bir sömürü çağı başlamıştı, misyonerler
çahşıyor, tüccsırlar gelip gidiyor, askerler savaşıyor,
maceraperestler yağmalara girişiyordu. 16. YY. sonu­
na kadar 15 milyonluk Japonya’ya 1 0 0 .0 0 0 ’i aşkm mis­
yoner gelmişti. Ve bütün bu işlerde muhakkak bir ya­
hudi damşman başı çekiyordu.
I 6 6 6 ’da Kopenhagn’da, Kral Christian (4) görkem­
li bir borsa binası inşa ettirdi. Krahn sarayı ve borsa
içiçeydi. Merkantilizm böylece doğmaya başladı. Ar­
tık herşey kurumlaşıyordu.
Yahudiler için yeni bir fırsat doğmuştu.

218
4
İLİM TARİHÎ

İlmin kaynağım, ilahi mesajlara dayandırmıştık..


İlmin dağıldığı coğrafyaları belli zaman birimleri Ue
kesin olarak tesbit mümkün olmasa gerek. Ancak Mı­
sır ve Babil Uygarlıklarım, Atina, Roma ve îslâm uy-
garhklanm, Pers ve Moğol uygarhklanm, Cermen uy-
garlığmı burada kısaca sayabiliriz. Ne var ki, bu ye­
terli değildir..
Hz. Nuh Aleyhisselam’dan öncesini kestirmek ol­
dukça zordur. Ancak Hz. Nuh Aleyhisselam’dan son­
raki kavimler göçü, Kızılderililerin muhtemelen Bering
boğazım aşarak Amerika kıtasma ulaşmaları, Afrika’-
nm derinliklerinde ve Uzak Doğu’da geliştirilen uy­
garlıklar hakkmda fazla bir bilgimiz yok.. Bunlarla il­
gili bilgilerin çoğu da sömürge döneminde yokedilmiş
olsa gerekir.. Bazı kahntılardan, buralarda ileri uygar­
lıklar kurulduğunu, ilim ve teknikte hayli ileri nokta­
da oldukları ileri sürülebilir..
Roma ve Bizans uygarhklanmn Doğu uygarhkla-
n ile tanış oldukları ve bunlar arasmda bir kültür ahş-
verişi olduğu bilinmektedir. Ancak bu bilgilerin çoğu
Batı lehine korunurken. Doğu aleyhine kaybolmuştur.
M.ö. 300 yıllarında Mısrrhlann takvim, tanm, geomet­
ri konusunda hayli ileri bir bilgi sahibi oldukları an­
laşılmaktadır Babil, Sümer ve Eti uygarlıklarında, ile-

219
ri derecede bilgi birikimine sahip Mamematikçilerin
yaşadığı bilinmektedir. M .ö. 320’lerde Büyük İskender
döneminde batılılarm Babil ve Hint düşünce akımla-
nnın etkisi altmda kaldıkları bilinmektedir. M.Ö. 624-
548 tarihleri arasmda önemli hizmetler gören Miletos
okulu. Eski Mısır ve Babü’den çok şey aimıştı. Yeni
Tabiat Felsefesi akımı, daha çok evrenin fizik yapısı
üzerine yeni kuramlar gehştiriyordu. Thales, Anaksi-
meres ve Anaximondros bu dönemin ünlü büginleri-
dir. İyonya biliminin Eski Mısır ve Babil’den çok şey
aldığı bilinmektedir, lyonyahlarm Lidyalüar vasıtası ile
Medler, Persler, Asurlar ve Fenikelilerle ilişki içinde
olduklan ve bunlardan etkilendikleri birçok kaynak­
ta belirtilmektedir, ö te yandan her İyonyah için. Mı­
sır’a gitmek ve oralan görmek büyük bir idealdi. Lid-
ya devletinin M.Ö. 540’da Krezüs zamamnda Perslere
yenilmesi üzerine, buradaki kültürel ve siyasi hare­
ketler, Güney İtalya ve Atina’ya doğru yajoldı ve Ba­
tı uygarlığı böylece doğudan batıya doğru göçmüş ol­
du. Güney İtalya’da Kroton şehrine kadar geri çeki­
len îvhllet okulu aydmlan, burada Fisagor’un öncülü­
ğünde Fisagor okulunu kurdular ve Miletos okulunu
yeniden burada ihya ettiler. Sayılar, geometri, Astro­
nomi ve Coğrafya üzerine duran Fisagor okulu öğren­
cileri, doğudan aldıkları bilgileri burada yeniden, da­
ha çok estetik çizgiler içinde yorumladılar. Miletoslu-
1ar tabiatı inceüyorlardı. Fisagor okulu öğrencileri ise
Matematiğe önem verdiler.. M .ö. V. yy.’da Atomistle-
ri görüyoruz, evrenin unsurları ve en küçük parça me­
rak konusudur. M.Ö. IV. s^r.’da bilim ve felsefe Ati­
na’ya kaydı. Eflatun’ım Akademisi ve Aristo’nun Li-
se’si. Batı uygarhğı için yeni bir çıkış noktasıdır. M .ö.
306’da Mısır’da, İskenderiye Üniversitesi’nin kuruluşu­
na tanık oluyoruz, ök lid ve Arşimed bu okulım men-

220
suplandır. Arşimed Matematik ve Mekanikte yeni bu­
luşlar yapmış ve İskenderiye okuluna, çok şey kazan­
dırmıştır.. İskenderiye okulu, asırlar boyunca baü okul-
lanna öğretmenlik yapacaktır. Arşimed’in birçok ese­
ri bulunmaktadır. Ancak bunlann çoğu kaybolmuş,
Arapçaya çevrilen bir kısmı zamanımıza kadar korun­
muştur. Bunlann bir kısmı küre, silindir, akışkanlık
ve statik mekaniği ile ilgilidir. İskenderiye okulu aym
zamanda Anatomi ve Kimya sahasmda da önemli bu­
luşlara sahne olmuştu. M.ö. 30 yülannda İskenderi­
ye’nin Roma’mn hakimiyetine girmesi ile etkisini ya­
vaş yavaş yitirdiğini görüyoruz. Hristiyanhğm etkisi
ile. zamanla bu okul bir Felsefe ve İlahiyat okulu ha­
lini aldı.
İskenderiye okulu VIII. asırda Halife Ömer İbn-i
Abdülaziz zamamna kadar varhğım korudu. Ancak bu
asırda Antakya ve Urfa’mn Harran bölgesinde yeni
ilim merkezleri kurulması ile eski önemini kaybetti.
Bu arada İran ve Hint okuUannm da felsefe ve
bilimde hayh ileri Oldukları bilinmektedir. Miletos ve
Fisagor okullanndan önce, M.ö. VII. 3ry.’da Hindistan’­
da Budizm’in intişar etmesi önemli bir olaydır, özel-
hkle Matematik, Astronomi ve Felsefede oldukça ile­
ri bir noktada bulunmakta idiler. Müslümanlar Çin’e
ulaşana kadar, buradaki ilmi hareketler hakkmda der­
li toplu bir bilgi yoktu. Ancak Çin ve Moğolların öte­
ki Uzak Doğu kavimlerinin ileri bir medeniyetleri ol­
duğu da bir gerçektir.. Müslümanların ilk çağdan iti­
baren, insanhğm ortak kültür mirasma sahip çıkarak
onlan muhafaza ettiği, hatalarım düzelterek, insanh­
ğm hizmetine sımduğu bir gerçektir.
Yunan ve Roma uygarhğınm ve biliminin M.S. IH.
asırdan itibaren çözülmeye başladığım görüyoruz. M.S.

221
V. yy. sonlarına doğru ise Antikite dönemi sona ermiş
bulunuyordu. Baüda Cermen savaşçılarmm zulüm ve
istibdadı, Bizans’ta iç savaşlar, İran ile sınır savaşla­
rı, Got ve Vandal’lann ardı arkası kesilmez saldınla-
n , Bulgar akınlan karşısmda Bizans yorgun düştü. Bu
dönemde, ne batıda ve ne de Bizans’ta ilim namma
hemen hiçbir şey kalmamıştı. İslâm, doğuşu ile birlik­
te, bir şimşek hızı üe yayılmaya başladı. Arapça bir
ilim dili haline geldi.. Hristiyanlar artık Latince ye­
rine Arapça kullanmaya başladılar.. 750 ile 850 sene­
leri arasmda bir asır, hemen hemen o zamana kadar
insanhğm tüm bUgi birikimi yeniden gözden geçiril­
di, tenkit ve yorumlan ile Arapçaya aktarıldı.. Bu bil­
giler birleştirilerek yeni sentezlere gidildi ve M odem
bilimin temelleri atıldı.. Matematik, Geometri, Astro­
nomi, Tarih, Felsefe, Coğrafya, Mekanik gibi akla ge­
lebilecek her türlü bilim üzerinde çahşıhalar başlatıl­
dı. İlk kez ilimlerin tarifleri yapılarak, sistematize edil­
di.. (İlim üim oldu).
İslâm alimleri, Ahlâk, İktisat, Siyaset, Musiki ve İla­
hiyat konulannda sajnsız eserler verdiler. Cabir ibni
Hajryan, Ebu Bekir Fahreddin el Razi, İbni Sina, Fara-
bi, İbni Haldun ımutulmayacak isimlerdir.. İkinci Ab­
basi halifesi El Mansur döneminde ilim çığ gibi büjhi-
dü. Beşinci Abbasi halifesi Harun el Reşid (763 - 809)
ve 786 - 883 arası yaşayan oğlu Halife el Me’mun dö­
neminde Geometri, Astronomi ve Mekanikte büyük
ilerlemeler kaydedildi. Trigonometri hesaplan, alan öl­
çüleri yapıldı.. Ekvatonm uzunluğu hesap edildi. Mu-
saoğlu Muhammed Ahmed ve Haşan kardeşler bu dö-
nemin önde gelen isimlerindendir.
Gahle, Dekart ve Paskal gibi batıh bilginler, bu
tarihten takriben 900 -1000 yıl sonra yaşanuş kişiler­
dir. Abbasi Halifesi Me’mun’ım Bağdat’ta kurduğu

222
Beytül Hikme, yeni bilimin merkezi olmuştu. IX. yy.’da
yaşayan îbni Türk El Ceyli, ünlü bir Matematikçi idi.
El-Harizmî de yine bu dönemin ünlü Matematikçile­
rinden idi. Bu dönem bilginleri arasmda Astronomi
bilgini Habeş el Hasibi ve 1214 -1292 yıllan arasmda
yaşayan Roger Bacon üzerinde etkili olan El Kindi’yi
sayabiliriz. El Kindi, sa 3nlar, küre ve aynalar üzerin­
de durmuştur. Bu dönem bilginleri arasmda aynca şu
isimleri zikredebiliriz: Ahmed b. Davud, Sabit b. Kur-
ra, (Matematik ve Astronomi), Ebul Abbas el Fazi (Ma­
tematik), El Fergani (Astronomi, Fergani eserlerinde
astronomik ölçüler ve gezegenlerin boyutlan hakkmda
bUgi vermektedir. 860 senelesinde yaşayan Fergani’nin
kuramı 1500 yıllarmda Kopemİk tarafmdan yenilen­
miştir.), El Bettani (Küresel trigonometri ve astrono­
mi. Batlamyos teorisini yıkarak kendi teorisini kurdu.
Batı’daki 15. yy. bilimsel uyamşmm önemli bir sima­
sı, 859 - 929 arasmda yaşadı), El Harizmî (ö .: 850 - Ce­
bir ilminin kurucusu).
Özellikle X. ve Ki. asırlarda ilimde, îslâm dünya­
smda önemli ilerlemeler kaydedildi. Farabi, İbni Sina,
Razi, Binini, îbni Heysem, Ebul Vefa Buzcani, Ebul
Kamil Şüca, Kerhi, Ömer Hayyam bunlardan sadeca
birkaçı.. Farabi bu dönemde, aynca Musikinin Mate­
m atik teorisi üzerinde de durmuştur. Kanun isimli mü­
zik aleti, notalarm aritmetik değerleri üe ilgili ilkeler
üzerine kuruLmuştur. Ünlü Rubai yazan Ömer Hay-
yam ’m, belki de Rubailerinden daha önemli yam Ma-
tematikçüiğidir.
Ancak nasü oldu ise. Cumhuriyet Türkiye’sinde,
bu düşünürlerin eserleri Türk aydmmdan esirgendi.
Buna karşılık. Yunan klasikleri ve Batıdan tercüme
edilen eserler, devlet himayesinde okullara sokuldu..

223
Okullara Yunan Medeniyet tarihi dersleri kondu. Ta­
rih, Felsefe, Coğrafya, Matematik gibi, hemen hemen
bütün ilimlerin kaynağı olarak batıh düşünürler mah­
reç gösterildi.
İbni Sina tıbta, bütün çağdaşlarım geride bırakır­
ken, İbni Heysem optik nazariyesi, kınim a ve yansı­
ma hesaplan ile. Keplerden 6 asır önce bu konunun
kuramım vazediyordu. İbni Heysem, gözün yapısı, gök­
kuşağı ve fotoğraf makinasımn esasım teşkil eden ka-
ranhk kutu sistemini, Leonardo da Vinci’den yaklaşık
500 sene önce bulmuştur. (İbni Heysem : 977 - 1042/Le-
onardo da V in ci: 1652 -1519) 1123’de vefat eden Ömer
Haj^am ise, iki koniğin kesiştirilmesi yöntemi ile dört
bilinmeyenli denklemi çözmeye muvaffak olmuştu.
1155 - 1227 yılları arasmda yaşayan Cengiz’in İs­
lâm ülkelerine karşı giriştiği saldırılar ve ardmdan
1217’de dünyaya gelip, 1265 yıhnda göçen Hülagu’nun
yönetimindeki Moğol ordusunun, Bağdat’da sebep ol­
duklan yıkım ilmi ilerlemeyi durdurdu. Tarihçiler, Bağ­
dat sokaklarmdan su gibi kan aktığım ve bütün ilim
eserlerinin yağm a ve tahrip edildiğini, ırmaklarmm
renginin mürekkep boyasma döndüğünü kaydederler.
Bir yandan haçlı seferleri. Öte yandan Endülüs’te eği­
tim gören Hristiyanlann etkisi ile A vnıpa’da Rönesans
hareketinin başladığım görüyoruz.. 1 2 0 0 yılmdan son­
ra yetişen ünlü îslâm bilginleri arasmda Allame Hoca
Nasuriddin Tusi (1201-1273), Uluğ bey (1393-1449),
AH Kuşçu (? - 1474), Mirim Çelebi (? - 1525), Gıyased-
din Cemşid (?-l424), Kadızade-i Rumi (1365-1435)’i
sayabiliirz.. Kuşkusuz isimler bımdan ibaret değildir.
Bir fikir vermesi bakımmdan bu isimleri kısaca zik­
retmek faydah olacaktır.
Batıda, Islâmiyetten sonra ilk ilim hareketi, Şarl-
man (768 - 814) döneminde kendini göstermeye başla­

224
mışsa da IX. ve X. asırda başgösteren Feodal beylerin
savaşları ve barbar akm lan ile akamete uğradı. 1 0 0 0 .
yıldan sonra İspanya, Sicilya etkisi ile Batıda ilim ha­
reketi başladı. Haçh seferleri ve ticaretin gelişmesi ile
bu ilişki daha ileri boyutlara ulaştı ve ilim yoğun bir
biçimde batıya doğru yayılmaya başladı. 1436’da mat-
baanm icadı ile, batıda bu konuda tam bir patlama
meydana geldi.. Güstav le Bon, Ispanya’yı fetheden
Müslümanlarm ilerlemesine hayıflanarak şöyle demek­
tedir; «Keşke onları durdurmasaydmız.. Onlar saye­
sinde medeniyet, Fransa’ya ve Avrupa’mn içlerine da­
ha önce ve daha kolay yayılacaktı.» 1789 Fransız dev­
rimi ardmdan İngiltere’de patlak veren Sanayi devri­
mi ile bugünkü batı uygarhğmm fikri ve ekonomik te­
melleri atıldı. XIV. ve XV. yy.’da tüm Anadolu’yu kap­
layan (Amasya, Ankara, Ayaslug (Selçuk), Birgi, Bur­
sa, Kayseri, Kastamonu, Konya, İznik, Kırşehir, Ladik,
Niğde, Sinop, Sivas, Tire şehirlerinde) önemli medre­
seler bulunuyordu.. Hemen her yerde ilim merkezleri
açılmıştı. Zamanla bunlar dağüdı.. 2 0 0 yıl içinde bun-
larm yerini yeniden batıdan tercümeler aldı. Bunun
sebebini ise, bir diğer yazımızda izah etmiş idik.

Coğrafi Keşiflerin iç y ü z ü -F .: 15 225


BİTİRİRKEN...

Söyleyeceklerim henüz bitmedi. Ancak, buraya ka­


dar yazdıklanmm, başlangıçta düşündüğümden daha
uzun olduğunu belirtmeliyim.
Bu, bizim yaşadığımız coğrafya tarih bojmnca m e­
deniyetin beşiği olmuştur. Hz. Adem aleyhisselam bu
topraklarda yaşamıştır. İnsanlarm ikinci atası Hz. Nuh
Peygamber, yeni uygarlık döneminin temellerini, Cu-
di dağınm eteklerinde atmıştır.. İlk devlet burada ku­
ruldu, yazı bıu'ada yazıldı, tanm ve hayvancılık bura­
da yapıldı. Bu topraklarda giyinmeyi öğrendi. İnsan­
lık en büyük tarih deneyimini bu topraklarda geçirdi..
Çünkü vahjdn merkezi daima bu bölge olmuştur. Va­
hiy ise, medeniyetlerin çıkış noktasıdır. «Rabbimiz, biz
insanlara bilmediklerimizi öğretendir.»
Bir gerçek, bu kadar hoyratça çarpıtıhyor ve tam
aksi insanlara ezberletilebiliyorsa, daha çok ijd bildi­
ğimizi sandığımız hangi gerçeklerin sahte olabileceği
konusunda bir kuşku duyuyor musunuz? Kuşkusuz
gizlenen, tersyüz edilen tek gerçek bu değildir.. Bunu
biliyorum. Bunu biliyorsunuz ve herkes bunu biliyor.
Ümid ederim, önümüzdeki yeni Nükleer çağ, insanh­
ğm aydmlanma çağı olsun ve insanlık yeni uygarh-
ğmm temelini, yeniden vahyin hayat veren ışığmda
yıkayarak yükseltsin..

226
Batıda gelişen Oryantalist düşünce, gerçekte asır­
lar önce başlayan öğrenme sürecinin, günümüzde, biz­
den öğrendiklerini, yemden bize öğretme süreci şek­
linde yaşamaya devam etmektedir.. Biz ne zaman ba­
tıyı gerçek yüzü ile tamyacak ve batıya bu çirkin yü­
zünü göstererek onu gerçeklere davet edeceğiz dersi­
niz.. Gerçekten bugün keşfedilmeye ve yardıma muhtaç
uluslann başmda, artık gasbettiği servet tükenen ken­
di kendini yiyip tüketmeye başlama eşiğinde sanah bir
batı var.. Ugandah’nın, BengaldeşU’nin, Etopyah’nın
midesinde kopan fırtınalardan daha şiddetli bir fırtı­
na kopmakta bugün baü in.«;amTnTi gönlünde kafasm-
da.. Midesi dolu, sarhoşlara has bir kabadayılık için­
deki baü bir yandan giderek sararmakta olan 3mzü-
nü pudralamaya devam ederken, öte yandan hergün bi­
raz daha ölüme yaklaşmakta oluşun ön sezisi ile ta­
rifi güç bir bunahmı yaşıyor..
Batınm kurduğu sömürü düzeni, henüz sona er­
medi.. Batınm jnkıhşı bu sömürü kanallarmm tıkan­
ması ile aym zamana rastlayacak herhalde.. 3. Dün-
yanm yeniden kendi başma ayağa kalkma iradesinin
güç kazanması başta ABD ve İngiltere olmak üzere, ge­
lişmiş ülkeleri fazlası ile tedirgin etmektedir. UNESCO
olayı bıma en güzel örnek.. Kontrol altma alamadık­
ları savaşlar, ellerinde biriken büyük silah gücü baü-
h ülkelere .uykusuz günler yaşatıyor.. Dergiler, gaze­
teler, Baü uygarhğmm bir yıkımın eşiğinde olduğunu
yazıyor. En ünlü dergüer bu haberi kapak konusu ya-
pabihyorlar..
Madenler, petrol, ehnas gibi kıymetli taşlar hala,
eski sömürgecilerin ellerinde.. Güney Afrika tek başı­
na dünya elmas üretiminin dörtte üçüne varan bir mik­
tarı elinde bulundurmaya devam etmektedir.. Dünya­
ma bir numarah elmas işleme atölyeleri ise İsrail’de..

227
Bu sadece küçük bir ömek.. Güney Afrika ırkçı azın­
lık diktatörlüğü, tüm insanhğm gözünün içine baka
oaka sömürgeciliği yaşatm aya çahşıyor.. Boraksı, fos­
fatı, volframı, daha bir yığm madeni ve kıymetli taş­
lan ile dünya nimetleri üç beş tekelin denetiminde.
Bu madenler üzerindeki imtiyazlarını korumak is­
teyen mihraklar, cinayetler işlemekten şantajlar, teh­
ditlerden kaçanmıyorlar. Uluslararası ticaret ve borsa­
lar bu merkezlerin denetiminde.. Maliye politikalan ile,
şarth dış kredilerle milletler, uluslararası tefecilerin
elinde oyuncak hale getiriliyor, sömürülüyor, ö zgü r
«Kölecikler», «beyaz efendilerin çiftliklerinde» çok az
bir ücretle çahşmaya mahkum ediliyorlar..
ABD’nin dolar sömürüsü bile bugün, yalnız başı­
na, halâ sömürü düzeninin sürdüğüne güçlü bir kanıt
olarak gösterilse, sanırım başka bir delil aramaya ge­
rek kalmaz. Ne var ki, tek kanıt bu değil.. Kamtlar
öylesine çok ki!
Kültür sömürüsü, beyin göçü, Mafia, ticari sömü­
rü, siyasi sömürü, bilimsel sömürü, teknik sömürü,
seks sömürüsü... Sömürü türleri bile yazmakla bitme­
yecek kadar çok.. Çünkü, ekononük ya da politik de­
ğer ifade eden herşey bir sömürü alanı olmuştur..
20 . yy. sonuna doğru yaklaşırken, çağımız insam-
na önemli bir görev düşmektedir. Bu gö rev : tnsamn
inşam, uluslarm ulusları sömürmesine son vermek için
başkaldırma görevi.. Bu kitap, bu sorumluluk duygu­
su ile kaleme almmıştır.. Eleştirileriniz ve tavsiyeleri­
nizle, yeni baskılannda yeni boyutlar ve daha dina­
mik bir muhteva kazanacaktır..
Yaşadığı anm gerçeğini kaybeden, hafızasmı yiti­
ren insanlar gibi miyiz ne?.. Çevremizde olup biten­
leri, dün olanları, bugün olmakta olanları, yann ola­

228
bilecek olanları düşünmemiz gerek.. Dün doğduk, bu­
gün yaşıyoruz, kimbilir belki yann, belki yarmdan da
yakm bir zamanda göçeceğiz.. Biz, vahyin muhatabı
insanlar olarak üzerimize düşen sorumluluğu yerine
getirmek zorundayız.. «Hiç kimse dünyada olup biten
şeyleri görmemezlikten, duymamazlıktan, bUmemez-
hkten gelme hakkma sahip değildir.»
Dünü ve bugünü, bir de, bu sorumluluk duygusu
ve bu bilgi kırmtılan ışığmda değerlendirelim.. Kaybe­
deceğimiz hiçbir şey yok, ama çok şey kazanabiliriz..
Kimbilir belki biz de yeni bir keşifte bulımur, kendi
sorumiuluklamnızm ve yaşadığımız dünyanm, içinde
bulunduğumuz şartlarm, gerçeklerin kâşifi oluruz.. Yü
1988. 2 0 . yy.’m son çeyreğindeyiz. Doğudan doğan ilim
ve medeniyet ışığı, bu yüzyıl tamamlanmadan, doğu
uluslannm üzerindeki kara bulutlan dağıtarak yeni­
den aşinası olduğu topraklann üzerine doğacak mı
dersiniz?. Yoksa, korsaniann doğu ufkundan çaldıkla-
n aydmhk güneş ışığı, şu kıyamet alameti batıdan do­
ğacak olan güneş haberinin simgesel bir tanımı mı?
Yalancmm mumu yatsıya kadar yanarmış, ya hır-
sızm?. Herhalde mum sahibinin kapıjn. çalmasma ka­
dar.. Ne dersiniz artık kapı çalmanm vakti gelmedi
mi?.. Gazetelerde çıkan haberler, yorumlar, yeni ye­
ni çikan kitaplar, dergilerde yaymlanan inceleme ya­
zılan, araştırmalar, özel toplantılarda yapüan konuşma­
lar umut verici.. Ne var ki, biz bu büyük mirasa ve
sorumluluğa sahip olmadan önce, buna hazır olmah-
yız.. Bu konuda yine en büyük sorumluluk inananlara
düşüyor tabi.. Yeni uygarlık düzeninin temellerini biz
atacağız.. «Yann elbet bizim, elbet bizimdir. Gün doğ­
muş, gün batmış ebed bizimdir.»

229
SON SÖZ

Biz diyoruz ki!


Eğer yeryüzünün herhangi bir yerinde temel hak ve hür­
riyetlerine sahip olmayan insanlar ve topluluklar varsa, hiç kim­
se hür olduğunu söyleyemez. Bir insanı öldüren, bütün insan­
lığı öldürmüş gibidir. Bir insana yönelik haksızlık, bütün in­
sanlara yönelik bir tehdittir. İnsanlar sömürü ve zulüm altın­
da inledikçe, barıştan, özgürlükten, refahtan ve gelişmeden söz
etmek inandırıcı olmayacaktır.

Sömürgeciliğin çağdaş boyutlarını incelerken Siyonist


komploları görmemezlikten gelemeyiz. Onlar ise milletlerin
gözlerinin içine baka baka, Kızılderili, Sarı ve Kara derililerin
oluk oluk akan kanlarını, alınteri ve gözyaşlannı görmemez­
likten gelerek şöyle diyorlar: «Yahudiler bütün haklarına ka­
vuşmadıkça, hiç bir Fransız hür olamaz. Fransa’da ya da bü­
tün dünyada bir Yahudi, hayat korkusu içinde titredikçe, hiç
bir Fransız kendini güven altmda sayamaz.» (J. Paul Sartre).
Hiç kimse dünyada olup biten şeyleri görmemezlikten, bil-
memezlikten, duymamazlıktan gelme hakkına sahip değildir.
Haksızlık karşısında susmak dilsiz şeytan olmak demektir
çünkü.
Onların âdi sömürgeciler, insanlık onurunu ayaklar altı­
na alan yağmacılar, sadist soyguncular, işkenceciler ve terö­
ristler olduklarını biliyoruz artık.

230
BİBLİYOGRAFTA

Amerika Birleşik Devletleri Tarihi, Andre Maurois, gev. Fuat


Gökbudak (1945).
Amerikan Tarihinin Yaşayan Belgeleri, Amerikan Haberler Mer­
kezi.
.Ansiklopediler :
Ansiklopedia Britanica
Görsel Dünya
İlkçağlardan Uzayçağma kadar Büyük Dünya Keşifler Tarihi
Larouse de vinktierae
Müslüman İlim öncüleri Ansiklopedisi
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi
Türkiye İslam Alimleri Ansiklopedisi
Antilles
Atlas Universal
Avrupa Uygarlığı, Prof. Cl. Delmas, çev. Ender Gürol, Ak Ya-
ymlan, İstanbul 1967.
Cedit Atlas Tercümesi, İstanbul 1802
Christopher Colombos, Washington irving, London
Christopher Colombos, Samuel Eliot Morison, 1956
Coğrafi Keşifler ve Teknik Seyahatleri Tarihi, Sami Öngör, İs­
tanbul 1954.
Denemeler, Montaigne, çev. Sabahaddin Eyüboğlu, Cem Yaymla-
n, İst. 1970.
Des Colodies Françaises, 1885.
General Chart of the west India Islands, London 1796.
Harita Mecmuası, sayı 1, 2, 8, 10 ve 12, Hrt. Gn. A. Aygün.
Harita, Piri Reis, 1513.
İslam Dünyası Kısa Kronolojisi, Jean Sauvaget, çev. Ord. Prof.

231
Suud Kemal Yetkin-Faik Reşit Unat, AÜ İlahiyat Fak.
Yay., 1963.
İslam Aleminde Yetişen Filozof, Tabip, Natüralist ve Biyologlar,
Celaleddin İzmirli, Hilmi Kitahevi, İstanbul 1951.
İslam’da Bilim ve Teknoloji Tarihi, Doç. Dr. Mehmet Bayraktar,
Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara 1985.
Kanuni Döneminde Osmanlı-Hint Müslümanları Münasebetleri,
Dr. M. Y. Mughul, Fetih Yayınevi, İstanbul 1974.
Kısa Dünya Tarihi, H. G. Wels, Varlık Yayınlan, İstanbul 1972.
Müneccimbaşı Tarihi, 1001 Temel Eser, İstanbul.
Müslümanlarm Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti, Ahmet Gür-
kan. Nur Yayınları, Ankara 1975.
Orta ve Güney Amerika, Reşit Anamur, 1945.
OsmanlI Tarihi, Prof. İ. Hakkı Uzunçarşılı, TTK Yayını, 1949.
Persien Gulf, A. Sahab, cüt II, 1987.
Piri Reis’in Bahriye tzahnâmesi, T. Tarihi Araştırma Kurumu Ya­
yınlarından. no. 2, İstanbul 1935.
Seince et Vie, Georges Ketman, 1960.
Sur Dergisi, Piri Reis ve Amerika Kıtası, Muharrem Yıldız, Ara­
lık 1986, İstanbul.
Tarih t)zerine İnceleme ve Makaleler, Prof. Âfet İnan, Ankar
ra 1960.
Tarih-i Hind-i Garbi, 1730, Millî Kütüphane, Ankara 1959-A-74.
Türk Amirali Piri Reis • Hayatı ve Eserleri, Prof. Âfet İnan, An­
kara 1954.
Topkapı Saraymda Deri Üzerine Yapılmış Eski Haritalar, İbra^
him Hakkı, İstanbul 1936.
Türkiye Tarihi, T. Yılmaz Öztuna, İstanbul 1964.
Umman ve Hind Denizleri Hâkimiyeti, Dz. Kay. Salt Talât, İs­
tanbul.

232
EK BÖLÜM

«l m \ 7 ^ »I
»M
* « •
4* »»«I • *^
«1 •* • •V>* •
• • • • • • * • • •

^ • s, J*-

Harita No : 1

Ünlü Türk korsanlarmm, Osmanlı padişahlarının yardım ve hi­


mayeleriyle Batı Akdeniz’de ve Atlas Okyanusu’nda üstünlük sağ­
ladıkları tarihî bir gerçektir. Onlar, 15. yüzyılda Amerika’nm do­
ğu kıyüanna kadar gitmişlerdi. Bugün de hu bölgedeki adalar
Büvük Türk Takunadalan adım taşımaktadır.
•'''ÎIS^

/ m H

Harita No : 2

Piri Reis’in M. 1513 tarihinde çizdiği Amerika haritasımn küçül­


tülmüş fotoğrafı. Haritanm orijinali Topkapı Sarayı’nda muha­
faza edilmektedir.
Harita No : 3

Bugünkü Amerika’nm doğu kıyılan. Piri Reis’in amcası Kemal


Reis’in Kristof Kolomb’tan önce bu bölgeye kadar gittiği ve bun­
dan dolayı da orada mevcut adalara Türk Adalan adınm veril­
diği söz konusu edilmektedir. Bu harita fotokopisi 1802 tarihli
Cedit Atlas Tercümesi’nden alınmıştır.
Harita No : 4

Hicrî 332 - Miladi 943 tarihini taşıyan bu harita Ebu’l-Hasan Me-


sûdi’ye aittir. Mesûdİ’nin en meşhur eseri 30 ciltlik tarihe dair
olamdır ve Kitabu ahbar ez-zaman ve min abadahul-hidsan nün
el-umam el-mâziya v e l acyal el-baliya ve’l-memalik ed-desira adı-
m taşımaktadır. Bu eserin başlangıcında coğrafî bilgiler verilmek­
tedir.
1 y r* f

Harita No : 5

XII. yüzyılda yaşamış İdrisî’nin atlasmdan alınmıştır. el-İdrisî,


Kurtuba İslam Külliyesinde okumuş, Batıda birçok müslüman
ve hıristiyan ülkeye geziler yapmış, Sicilya’da Norman kralı II.
Roger’e Kitab-ı Rucar adlı haritalarla dolu bir coğrafya kitabı
hazırlamıştır. Bu haritalarda enlem ve boylamlar matematiksel
bir kesinlik taşır. Kendisinden sonra gelecek olan Merkator sis­
temine öncülük etmiştir. Mekke merkezli bu haritaya, şimdiki
alışkanlıklarımıza göre tersinden bakmamız gerekir. Bu harita­
da, ayrıca, XIX. yy.’da keşfedildiği öne sürülen NU’in kajmak-
lan da gösterilmiştir.
Harita No : 6

Yunanlı Batlamyus’un dünya haritası.


Harita No : 7

Hamdullah Mustevfllıln coğrafyaya dair Nuzhat el-Kulfib klta-


bmdan. Hicri 740-Miladi 1340 yılı.
ç'.MscueK

Sömürgeciliğin kendi dillerindeki karşüığı «Gelişme, Uygarlık ve


Ticaret»ti.
“ O n la rın h e rşey le rin i ta h r ip e ttik . F elsefeleri, d in le ri m a h v o ld u .
A rtık h iç b ir şeye in a n m ıy o rla r. D e rin b ir b o şlu ğ a d ü ştü le r.
A n a rşi veya in tih a r için u y g u n b ir h a le geldiler.”
Luis M asign on

“ B iz’m istis m a rc ıla r o ld u ğ u m u z u b iliy o rsu n u z . B izim , ö n c e a ltın


ve m a d e n le re el a ttığ ım ız ı, s o n ra d a yeni k ıta la rın p e tro lü n ü eski
ü lk elere ta şıd ığ ım ız ı b iliy o rsu n u z . B u n u n m u h te şe m so n u ç la rın a
şa h it o la r a k sa ra y la rım ız , k a te d ra lle rim iz ve b ü y ü k sa n a y i
şe h irle rim iz yeter...” Jean-P aul Sartre

“ K a lk ü ta ’d a n b a k ın c a , e tra f ta p islik y ığ ın la rı a ra s ın d a , n a sıl


ç a lışa b ild iğ in e h a y re t e d ec eğ in iz fa k ir, y o k su l, pis in s a n la r
g ö re ce k sin iz . B u n la r b a tı u y g a rlığ ın ın , re fa h ve m u tlu lu ğ u n u n
h a rc ın ı k a rış tırıy o rla r...”

“ G erçeği gizlem eye n e gerek v a r? S ö m ü rg e c ilik ilk u y g a rlık


h a re k e ti d e ğ ild i. Ç ık a rla rın d ü r ttü ğ ü b ir z o r h a re k e ti i d i.”
A lbert Sarraut
(F ra n sız S ö m ü rg e B a k an ı)

“ B u n c a şe h ir d ib in d e n yıkılıyor, b u n c a m illetin k ö k ü
k u ru tu lu y o r, m ily o n la rc a in s a n k ılıç ta n g eçiriliyor, d ü n y a n ın en
z en g in , en g ü zel ü lk esin in a ltı ü s tü n e g e tiriliy o r, n için ? İnciler,
b ib e rle r a lıp sa ta c a ğ ız , diye. A şa ğ ılık m a k in e z afe rle ri
b u n la r!...” M on taign e

“ B eyaz a d a m , to p ra ğ ı ç o c u k la r ın d a n ç a lm a k ta d ır. A çlığın


dü n y ay ı s a ra c a k beyaz a d a m . Ve a rd m d a n k o c a b i r çöl
b ır a k a c a k s ın ... Biz g id iy o ru z ... a m a b e y az la r d a b ir g ü n b u
to p r a k la r d a n g id ec ek tir. B elki d e b ü tü n ırk la r d a n d a h a ç a b u k .
Y a tak ların ızı zeh irlem ey e d ev am e d in . Ve b ir gece kendi
ç ö p le rin iz d e b o ğ u la c a k s ın ız ...” Seattie
(D u w a rm is h K ız ıld e rilile ri reisi)

You might also like