Professional Documents
Culture Documents
, Metis Yayınları
Öncelikle Kabuğunu Kıran Hikâye kitabının ortaya çıkış süreci hakkında biraz
konuşalım isterseniz?
Kitabınızın bir hedefe ulaşmak gibi bir kaygısı vardır mutlaka... Bu çalışma ile
neyi amaçladınız? Çalışmanın iç bölümlemesini hangi amaçları göz önünde
bulundurarak yaptınız?
Amacım 1950 kuşağı öykücülerini mümkün olduğunca kapsayıcı bir şekilde ele
almaktı. Bu yıllarda yazınsal kavrayışta yaşanan değişimi anlamak ve anlatmak için
siyasal ve kültürel gelişmeleri de aktarmam gerektiğini düşündüm. Yenilikçi anlayışla
yazılan öyküler çevresinde çıkan tartışmaları ve bir önceki kuşağın genç öykücülere
bakışını yansıtmaya çalıştım. Böylece yenilikçi öykücülerin nasıl bir ortamda “yeni”nin
peşinden koştukları daha iyi anlaşılacaktı. “Kuşağın İlk Yenilikçi Öykücüleri” başlığı
altında Sait Faik’in Alemdağ’da Var Bir Yılan kitabını ve sonrasını, Vüs’at O. Bener ve
Nezihe Meriç’in ise 1952-1953 yıllarında yayımlanan ilk kitaplarını inceledim. 1950
kuşağı öykücüleri için Sait Faik’in yeri çok başkadır. Özellikle 1952 yılında yayımlanan
Alemdağ’da Var Bir Yılan kitabıyla hem kendi öykücülüğünde bir dönüşüm
gerçekleştirmiş hem de yenilikçi öykücülere yol açmıştır. Kuşağın “varoluşçu”
öykücülerinden Demir Özlü, kuşağı çok etkileyen Sartre’ın adını bile ilk kez Sait
Faik’ten duyduklarını söylüyor örneğin. İlginç değil mi? Her neyse, sonuç olarak bu ilk
yenilikçi ustalardan söz etmeden 1950’lerin sonlarında yayımladıkları kitaplarıyla
hikâyeyi “daha da” dönüştüren gençlere geçmek pek doğru olmazdı. Kitabın son
bölümünde ise söz konusu öykülere tematik ve biçimsel açıdan yaklaşıyorum. 1950
kuşağı öykücülerinin öykülerinde ortak olan kimi izleklerin peşine düşüyorum. Cümleyi
nasıl eğip büktüklerini, kurgusal hamleleri, Türkçe edebiyat tarihinde ilk kez bu kadar
yoğun bir biçimde “ben”e ve “ben”in içinden geçenlere odaklandıklarını göstermek gibi
bir amacım var burada.
https://www.metiskitap.com/catalog/interview/3041 1/4
21.10.2021 20:36 Amacım 1950 kuşağı öykücülerini mümkün olduğunca kapsayıcı bir şekilde ele almaktı., Metis Yayınları
söz ediyorum aslında. İçerik değiştiğinde biçim eski biçim değildir artık ve tersi de
geçerli... Bu öykülerde de bunu görüyoruz. Cinsellik, intihar fantezileri, kıskançlık,
kötücüllük ve suç gibi daha önce çok yanaşılmamış, şöyle bir değinilip geçilmiş ya da
kitapta dediğim gibi “öykülerin esasını oluşturmamış” meseleler mümkün olduğunca
derinlere inilerek ele alındıkça biçimin de klasik öykü biçiminde kalamayacağı açık.
Öykülerde ele alınan kişilerin benliklerine uygun olarak cümleler kuralsızlaşıyor, fazla
kısalıyor ya da fazla uzuyor, fazla karmaşıklaşıyor; klasik kurgulama biçimi altüst
oluyor, önce söylenmesine alıştığımız şey sonra, sonra söyleneceğini beklediğimiz şey
en başından söyleniveriyor. Kısaca hiçbir şey eskisi gibi değil artık!
Sanırım mümkün değil. Bu öykücülükle aynı dönemlerde ortaya çıkmış “yeni bir şiir
anlayışı” olan İkinci Yeni’yi düşünelim örneğin. Bu anlayışın da bir bildirgesi falan
yoktur aslında. Tamam, Asım Bezirci gibi bazı eleştirmenler bazı ortaklıklar saptamaya
çalışmışlardır ama şairler tarafından ortaya atılmış bir bildirgeden, ilkeler bütününden
söz edemeyiz. Muzaffer İlhan Erdost çıkmış, Pazar Postası’nda bu yeni yeni ortaya
çıkan şiir anlayışına bir ad takıvermiştir İlhan Berk’ten etkilenerek... Takmayabilirdi de.
İşte, 1950 kuşağı öykücülüğüne isim babalığı yapacak bir eleştirmen çıkmamıştır. Belki
de öykünün Türkiye’de şiir gibi bir tarihi, köklü bir geçmişi ya da geleneği
olmadığındandır. Aslında Asım Bezirci gibi yazarların İkinci Yeni için yaptığı
genellemeyi 1950 kuşağı öykücülüğü için yapmaya, derleyip toparlama çabasına
girmeye çalışıyorum bu kitapta; kimi zaman öykücülerin bazı farklılıklarını es geçme
pahasına... Çünkü her edebi kümeleşmede olduğu gibi bunda da genelleme
yapıldığında gözden kaçan “yazara has özellikler” var. Ama Sevim Burak, Oğuz Atay
ya da Sevgi Soysal gibi sonraki modernistleri yere göğe koyamazken, onları ilk
yenilikçilermiş gibi ele alırken 50 kuşağı öykücülerine büyük bir haksızlık yapmayı
sürdürmemek için bu genellemenin yapılması gerekiyordu.
1950 kuşağı deyince o dönem edebiyatla iç içe olmuş insanları kastetmiyoruz elbette.
“1950 kuşağı öykücüleri” olarak anılan bir gruptan söz ediyoruz. Dolayısıyla bu
topluluğa dahil edilebilecek öykücülerden başka isim yok.
1950 Kuşağının “öyküyü bugün aldığımız anlamda öykü yapan, daha doğrusu
bunun yolunu açan Sait Faik'se, duvarı ören, böylece öykünün romandan
bütünüyle bağımsız, şiire de epeyce mesafeli kılan” bir kuşak olduğu üzerinde
durulurken kuşağın ortaya çıkışından önce öykü anlayışlarıyla bu kuşağı
etkileyen yazarlara uğramak kaçınılmaz. Sait Faik,Vüs’at O.Bener ve Nezihe
Meriç isimlerinin katkısı hangi boyutlardadır?
Az önce de söz ettiğim gibi, bu üç isim yenilikçi genç öykücülerin ortaya çıkmalarında
çok etkili olmuş isimler. Özellikle Sait Faik... Alemdağ’da Var Bir Yılan kitabındaki
öykülerinde, önceki öykülerine göre daha karmaşık bir dil kullanması, gerçeküstü
konulara yönelmesi, yer yer bilinç akışı tekniğini kullanması, onu yakından izleyen
öykücüleri derinden etkilemiştir. Vüs’at O. Bener’i de öncüler arasında saymamın
nedeni, klasik öyküleme tarzından farklı bir tarzı tutturduğu ilk kitabını 1952 yılında
yayımlamış olmasıdır. Bener, bu kitabındaki öykülerde bireyin en derin korkularını,
göstermeye korktuğu kötücül düşüncelerini, kendine özgü yalın ve kısa cümleli
üslubuyla aktarmıştır. Daha önce hiç bu kadar cesaretle yapılmamış bir içsellik takibidir
söz konusu olan... Nezihe Meriç ise, 1953’te yayımlanan ilk kitabıyla, genellikle kadın
olan öykü kişilerinin sıkıntılarını, umutsuzluklarını ve mutsuzluklarını anlatır. Ama bunu
geleneksel öykücüler gibi çarpıcı olaylardan güç alarak değil, anların gücünden
yararlanarak yapar. Bener de Meriç de aslında gösterişsizliğin ihtişamını hissettirirler
okura; yenilikleri, eskimeyişleri, modernlikleri de buna dayanır bence. Dolayısıyla bu
isimler, genç kuşağa ilham vermiş, onları hayli beslemiş isimlerdir.
Peki bu kuşağın öyküde ortaya koyduğu anlayışla İkinci Yeni şiiri arasında bir
bağ kurulabilir mi?
Bu kuşağa dâhil olan yazarlar genellikle ilk kitapları ile anılıyor. Bu nedenle, ilk
kitaplar bu kuşak yazarlarının daha sonraki öykü serüveninin ana damarlarını
gösteren en önemli kitap olma özelliğini taşıyorlar. Yazarların bir anlamda hep ilk
kitaplarını yazdıklarını söylemek mümkün mü?
Doğan Hızlan, İshak'ın yeni basımında yer alan 'Sunu'da, bu kuşağın, Türkçe
edebiyatın dönüşüm tarihindeki yerini vurgularken, 'Biz isyan etmek için isyan
etmedik,' diyor. 'İlle de bizden öncekileri eleştirmek gerekir diye eleştirmedik.
Yararlanabileceğimiz kaynakları yapay bir başkaldırma uğruna yok sayma
züppeliğine düşmedik. Geleneğin eskiyen yanlarını tıraşlayıp içinden
çıkardığımız yeniyi, yeniden yarattık. Yeniliğin de sahte göz kamaştırıcılığına,
salt yenidir diye kapılmadık''diye de devam ediyordu. Bu kuşağın edebi yenilik
ve edebi gelenek algısı hakkında neler söylersiniz?
1950 kuşağı öykücüleri, her yeni oluşumun yaptığı gibi geçmişle bir hesaplaşma içine
girmiş. Ama yalnızca geçmişle değil, kendileriyle aynı zaman diliminde yükselişe
geçen “toplumcu gerçekçi” edebiyatla da yapmış bu hesaplaşmayı. Elbette amaçları
gözleri kapalı bir biçimde farklılık yaratmak değil. Batı edebiyatından çevrilen
modernist yapıtları okuyan, Batılı öyküleme anlayışından etkilenen bu genç yazarlar
“birey”in peşine düşmüşler aslında. O tek insan neyi nasıl düşünür? İçinde hangi
karanlık dehlizleri, korkuları, kötülükleri barındırır? Bazıları hayli acımasız olan
toplumsal kurallar içinde nasıl ayakta kalır ya da nasıl dibe vurur? Bu sorulara yanıt
vermek için de o tek kişinin içinden geçenlere odaklanmak, bilincine yanaşmak
gerekecektir. Onlar da böyle yaparlar. Geleneksel anlatım tarzlarından yararlandıkları
pek söylenemez aslında. Memduh Şevket Esendal ve özellikle Sait Faik’e olan
hayranlıklarını her vesileyle dile getirseler de kendilerinden önceki kuşakla aralarındaki
bağ —olması gerektiği gibi— epeyce zayıftır.
1950 Kuşağı diye andığımız yazarların öncelikle a ve Mavi'den serpilip boy atmış
olduklarını biliyoruz. Kuşağın ürünlerini yayımladıkları dergiler ve bu dergilerin
özellikleri nelerdir?
Belirttiğiniz gibi öncelikle a ve Mavi dergileri kuşak için büyük önem taşıyor. Salim
Şengil’in dergileri Seçilmiş Hikâyeler ve Dost’ta da kuşak yazarları rahatça öykü
yayımlayabilmişler. Yeni Ufuklar ve Pazar Postası dergilerinde de hem yeni anlayışla
yazılmış öyküler hem de az önce sözünü ettiğim tartışmalar yer bulabilmiş. Bu
dergilerin ortak özellikleri yeniliğe açık olmaları ve genç öykücülere önyargılı
yaklaşmamalarıdır.
1950 kuşağı olarak anılan yazarların ortak ya da farklı yönlerinden söz edilebilir
kuşkusuz... Burada andığımız yazarların dünden bugüne uzanan tüm bir
edebiyat uğraşına baktığımız zaman değişen değişmeyen unsurlar dediğimizde
hangi ögeler öne çıkar?
Aslında kısaca yanıtlanamaycak kadar kapsamlı bir soru bu. Yine de kısaca şunları
söyleyebilirim: Çoğu 1950 kuşağı öykücüsü ilk kitaplarındaki yazınsal kavrayışlarını
korumuş ve sonraki yapıtlarını bunun üzerine inşa etmişler. Yani değişimleriyle okuru
çok da şaşırtmamışlar. Bazılarının ise (Orhan Duru, Adnan Özyalçıner, Erdal Öz gibi)
1960’lardan sonra toplumsal reflekslerinin geliştiğini, ideolojik seçimlerine koşut bir
edebiyat anlayışı geliştirmeye başladıklarını görüyoruz. Bu kuşağın başlattığı
yenileşme dalgası Sevim Burak, Oğuz Atay, Sevgi Soysal gibi yeni isimlerle varlığını
sürdürmüş, bazen de güçlendirmiş. Bu modernist ivme 1970’lere gelindiğinde roman
türüne de sirayet etmiş. Dolayısıyla diyebiliriz ki Türk edebiyatında modernist unsurlar
kendini ilk önce romanda değil öyküde göstermiştir.
https://www.metiskitap.com/catalog/interview/3041 3/4
21.10.2021 20:36 Amacım 1950 kuşağı öykücülerini mümkün olduğunca kapsayıcı bir şekilde ele almaktı., Metis Yayınları
Orhan Duru’nun öykülerini okuduğunuzda da yer yer Oğuz Atay ironisinin kokusunu
almamanız imkânsız. Dediğim gibi, bu kuşağın edebiyatımıza etkisi sanıldığından
büyük olmuş. Yalnızca öykünün sınırları içinde kalan bir yenileşmeden söz etmiyoruz
çünkü. Yer yer şiiri de etkilemiş ama en çok romancıları kalkındırmış bir hareket bu.
Özellikle de varoluşçuluğun ya da Batılı modernist yapıtların Türk edebiyatına iyi kötü
etki etmiş olması, sonraki yazarların modernist algılarının daha da olgunlaşmasına ön
ayak olmuştur.
Evet, aslında bu konuda tek bir eleştiri var, o da Kemal Varol’un yazısı. Ferit Edgü
bağlamında Kafka etkisinden az da söz ediyorum kitapta. Freud etkisi ise tahmin
edersiniz ki bu kitaba sığacak bir konu değil. 15’e yakın yazardan söz ediyoruz. Freud
etkisini enine boyuna tartışmak için ayrı bir kitap yazmak gerekir. Hem Kemal’in
sözlerini eleştiriden çok bir “çağrı” olarak düşünmek istiyorum ben. Bu alanda, bu
kuşağın yazarları hakkında çalışmalar yapılması ve mümkünse bu çalışmaların Kafka
ve Freud etkisi üzerine olmasına yönelik bir çağrı...
ana sayfa | katalog | metise dair | editor | yazarlar | rights list | bağlantılar
Aydınlatma Metni
Çerez Politikası
Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
https://www.metiskitap.com/catalog/interview/3041 4/4