You are on page 1of 19

Sol Gözüm Ne Diyor Doktor Bey?

Dr. Candan Esin

Seans odasından canlı1

Yarılma, Çökme ve Tünel

Eda'nın yükselme çabası

Telefondaki sesi çok keskin ve netti. Konuşma tarzı güvenli ve meraklıydı. Soruları çok yerinde ve
hedefe yönelikti. Cevaplarımı net olarak anladığı ve algıladığı belli oluyordu. Seans ücretini sorarken
kibarlığı elden bırakmadı. Özellikle web sitemdeki soru cevap kısmını okuduğunu belirtir birkaç imada
bulundu seans ücretini sorarken. İçimden <Hah! Şimdi keyifle seanslar yapabileceğim bir danışan.>
dedim. Böyle bir şey olur mu? Terapist her danışana aynı düzeyde yardımcı olmalıdır diye
düşünebilirsiniz. Yine de bazı danışanlar ile üretken ve enerjik seanslar gerçekleştirildiğinde ve süratle
sonuçlar izlendiğinde, gerçek yaşamda veya rüyalarda gelişmeler gözlendiğinde insan mesleki olarak
motive oluyor. Elbette bu duruma çok nadir rastlıyoruz ve böyle durumlarda normale göre daha
dikkatli olmamız gerekiyor. Çünkü bu tip durumlarda bazen danışmanın aktarımı yüzünden yalancı bir
uyum hali ortaya çıkabiliyor. Böylece bitmez seanslar birbirini takip ediyor. Ama hiçbir gelişme veya
değişim izleyemiyorsunuz danışanda. Burada danışanda ya gizli bir direnç bulunuyor ya da seansları
sürdürmekte ikincil bir yarar söz konusu olabiliyor.

Telefondaki açıklamasından iş yerinde performans sorunu yaşadığını ve hak ettiği yere


ulaşamadığından yakınıyordu. Meslek içi sınavlarda başarılı olamadığından ve bu yüzden
yükselemediğinden bahsetti. Sınavlarda konsantre olabilmek ve çalışma isteğini artırmak için hipnoz
talep ediyordu. Hipnozu çok araştırmıştı. Benim internet sitemdeki bilgiler ona yakın gelmiş, o
nedenle öngörüşmeye gelmek istiyordu. Belki seans sırasında vakit kalırsa hipnozu deneyimlemek
istediğini de belirtti.

Elbette İstanbul’dan uzakta bir ilçeden geleceği için yolu hesaba katarak ancak geç saatlerde
gelebileceğini belirtti. Hafta için kaça kadar çalıştığımı sordu. Saat dokuza kadar danışan kabul
ettiğimi öğrenince randevu aldı. Sesindeki kararlılık bende hiç şüpheye yer bırakmadı. <Kesin
gelecek.> dedim içimden. <Korkmana gerek yok. Diğerleri gibi geç saate randevu alıp, korktuğu için
veya psikolojisinin bozukluğu yüzünden haber vermeden gelmeyenlerden olmayacak ve sinirini
bozmayacak.>diye geçirdim içimi çekerken.

İkircikli algılamalar yaşadım, duygusal ikilik yine doldurdu içimi. Bir yandan randevu alıp -hem de en
yoğun günüme- hiç haber vermeden gelmeyenlere karşı duyduğum kızgınlık göğsümün ardını
yakarken, diğer yandan onların patolojileri yüzünden böyle yaptıklarını ve onlara hak vermem
gerektiğini düşünen diğer yanımın sakinleştirici serinliği arasında gittim geldim. Zihnimden randevu
konusundaki can sıkıcı tecrübelerim aktı. Eğer bu düşüncelerin akışına izin verseydim, birçok duygu
üst üste açılacaktı ve sonunda çok sinirlenip bir sonraki danışanıma duygularımı yüz ifademle veya
davranışımla yansıtabilirdim.

1
< . . .> şeklindeki yazım yazarın içsesine aittir.

1 / 19
Bazıları randevuya gelmemekle kalmayıp verdikleri cep telefonunu kapatıyorlar, hatta hattını iptal
ediyorlardı. Bunlar için bir zamanlar, o sinirle histerik veya histriyonik teşhisi koyardım uzaktan uzağa.
Diğerleri "Aaaa! Bugün müydü?" şeklinde pişkince özre bile gerek duymadan telefonu yüzüme
kapatıyorlardı. <Narsisist veya borderline kişilik bozukluğu olanlarda sık görülen bu duruma karşı
hiçbir terapistin yapacağı bir şey yok!> diye düşünürdüm. Bazıları suçu başkasına veya hava
durumuna ve patronuna atarken yeniden randevu alma ihtiyacı dahi duymazlardı. Bunların sorunu
önemli olmak arzusu ve insanları kendileri ile meşgul ederek var olma ihtiyacıydı. Çekingen narsist
veya bağımlı tipolojilerde sık görülen bir durum diye geçirdim içimden.

En zoruma gideni de seanslara başlayıp, en ufak kırılganlıkta veya haksız olduğunu düşündükleri geri
bildirimden sonra teması kesenlerdi. Randevuyu alır, gelmez, sonra tekrar alır, yine gelmez beni
cezalandırırlardı. Gerçek bir cezaydı onlarınki. Çünkü hem seans boşa geçer, başkasının işine
yarayacak bir zamanı harcamış olurlardı. Aynı zamanda gelir kaybına yol açardı, habersiz veya son
dakika iptalleri. Geçmiş seansın ücretini alsanız bu sefer de ücret yüzünden terapinin ulviliğinin
zedelendiğinden ve terapistin paragözlüğünden dem vururlardı. Oysa terapistler tarafından
gelmedikleri seansın ücreti, onların sınır tanımazlıklarını anlamaları ve belirli bir sınıra tahammül
etmeleri için alınır, özellikle. Sonra da bu durumun irdelemesi yapılır karşılıklı. Yoksa kaybedilen seans
ve gelir kaybedilmiştir çoktan ve terapist bir bardak soğuk suyu içmiştir bile.

Randevu defterini kapatıp telefonda danışanımla vedalaşırken aklımdan yıldırım hızıyla geçti bu
düşünceler. Ama bunların duygularımı etkilemesine izin vermeden seans odasında bekleyen
danışanıma yoğunlaştım tekrar. <Umarım bugün hipnoza daha iyi uyum sağlar. Dört seans geçti. Hala
ne yaptığını ve benim neler söylediğimi takip etmekten hipnozun keyfini yaşayamıyor.> diye geçirdim
içimden seans odasının kapısını açarken.

Eda ile tanışma

Akşam dokuzda kapım çaldı. Koyu uzun saçlı, hafif çıkıntılı burun kemiği göze çarpan, ince uzun yüzlü
ve çok ince olmayan beden yapısıyla telefondaki sesinden daha erkeksi bir ses ile "Candan Bey?" dedi
Eda Hanım. Üzerinde bir süet mont vardı ve başına kulaklarına kadar tepesini örten bir bere takmıştı,
otantik kilim desenli, Mavi ve yeşil ve sütlü kahve renklerinin uyumu içindeydi giysileri. Ayağında bir
kot pantolon vardı ve bot giymişti. Omuzları biraz genişçe görünüyordu montun altından. Boyu da
genel ortalamanın üstündeydi. <Umarım işyerinde de böyle giyinmiyordur. Sınavlarda
başarısızlığından değil dış görünüşten kabul etmezler üst pozisyonlara.> diye düşündüm, onbeş yıllık
özel sektör tecrübeme dayanarak. Allah'tan hafta sonuydu ve bu kıyafet konusunda daha ileri
düşünmeme gerek yoktu şimdilik.

"Benim. Hoş geldiniz Eda Hanım." dedim elini sıkarken. "Umarım üşümemişsinizdir. Hava ayaza çekti
bayağı."

Ayaklarına çoktan galoşları giymişti. "Demek ki aşağıdaki ana kapı açıkmış." diye düşündüm.

<Mükemmelci mi yoksa aşırı kırılgan mı acaba? Hemen galoşları giymiş yazılara bakıp. Belki de
çekingen olabilir. Ama gizli narsistlerde de muhtemel bir eleştiriyi engellemek için önlem alma eğilimi
yüksektir. Gizli narsist de olabilir mi?> diye aklımdan geçirirken, ilk değerlendirmelerime başlamıştım
bile...

2 / 19
Bazen sadece kurallara saygılı oldukları için erkenden giyerler galoşu. Hava kuru ve yağmur yok. O
halde galoşun çizgisine bakayım düzgün giymiş mi diye fark ettirmeden ayaklarına bakarım onlar
salona girerken. Aslında sadece ayaklarına değil tüm tavırlarına. Oturmalarına, giysilerini
çıkartmalarına, odayı gözden geçirmelerine, kararlılıklarına, nereye oturacaklarına onlar mı karar
veriyor gibi yüzlerce değerlendirme geçer aklımdan. Bazısını fark etmem bile. Bir çeşit içgüdüsel
değerlendirme yeteneği sağladı bu zamanla. Daha seans odasına girmeden, salona girdiklerinde nasıl
bir terapi olacağı aşağı yukarı beli oluyor. Elbette ne kadar çalışsanız da bu ilk karşılaşmada bir karşı
aktarımı daha baştan başlatıyor ve tarafsız nötrlükte kalmak zor oluyor. Bazen klasik psikanalistler
gibi tarafsız nötrlükte olmak çok gerekli mi diye düşünüyorum. Çünkü humanistik yöntemde terapiyi
esas başarıya götüren faktör ikili etkileşim. Hatta dahası danışanın üçlü etkileşiminin bir parçası, bir
sacayağı olabilmek bana göre.

Bir danışanımla ilgili anım aklıma geldi, Eda Hanım'a tuvaletin yerini gösterirken. Çok ilginçti.

Genç bayan danışanım, kısaca boylu, hafif toplu, çok temiz ve kaliteli giysiler giyinmişti. Formu
doldurmadan önce tuvalete gitmek istedi. Seans odasında sohbete başlarken ilk söylediği şu oldu
"Tuvaletiniz çok güzel ve hijyenik. Bir sürü elektronik alet var. Ama çeşmenizi şu otomatik akan
çeşmelerden yapsaydınız mükemmel olurdu. Çevirmeli çeşmeler zor oluyor. Üstümüzü ıslatıyor."

"Bu tip bir duvara otomatik su armatürü takılamıyor maalesef. Yoksa ben zaten takmış olurdum."
dedim cevaben. Aslında cevap vermemem daha doğruydu. Ama beni gafil avlamıştı. İğnesini sokmuş
ve tekrar geri çekmiş bir arı ifadesiyle gözlerini kaçırdı. Muzafferane. O anda aklıma gelen soru ve
cevabı şuydu: "Aynı anda hem yücelten hem de yerin dibine batıran bir yaklaşım hangi kişilik yapısına
uyar? Hımm. Belli ki dikkatli olmalıyım bu öngörüşmede." Elbette bu seanstaki hipnoz çalışmasının
ardından randevulaştığımız sonraki seanslara gelmedi ve elbette gelmeyeceğini bildirmedi hiçbir
şekilde. Herhalde tuvalette çeşmesi otomatik bir kliniğe gitmiştir. Zaten ben de beşinci
hipnoterapisttim ziyaretine nail olan. Duçar mı demeliyim yoksa?

Eda Hanım'ı bekledim salonda. Tuvaletten gelince doldurması gereken formu verdim, kendisine
kahve veya çay alabileceği yeri gösterdim. Refakatçisi yoktu. Televizyonu açmam gerekmedi bu
sayede. <Cesur bir yaklaşım> dedim içimden. <Tanımadığı bir adamın ofisine tek başına, akşamın saat
dokuzunda gelebilmek cesaret ister. Üstelik sekreterimin olup olmadığını bilmeden. Ama! Aaaa...
Tamam, internet sitemi incelediğini belli etmişti telefonda randevu alırken. Orada sekreterim
olmadığını öğrenmiştir.> dedim. Belki başka anlamları da vardır tek gelmesinin ama görünüşü ve
tavırları daha çok 'cesaret' tanımına uyuyordu. Normalde birçok bayan danışanım bir aile üyesi veya
yakını ile gelir ilk seansa. Hatta birçok erkek danışanım da öyle. Sonraki seanslarda güven gelişti ise
kendileri gelirler. Sekreterim olmadığını bilmelerine rağmen. Bu güvenleri beni hep mutlu etmiştir.

Seans odasında formu doldurmasını beklerken, sekreter yüzünden yaşadığım kötü tecrübeler
aklımdan geçti. Aslında doğru karar verdiğime inandım yıllarca. Sekretersiz çalışmam nedeniyle,
bazen seans bölünmesin diye kapıyı açacak birileri olsun isterdim, ama artık danışanlarım da bende
alıştık bu duruma. Yadsıyan olmadı, hep hak verdiler. Belki de fazla kibardılar veya 'tıraşta berbere

3 / 19
eleştiri olmaz' misali beni eleştirmeyi tercih etmemiş olabilirler, sıkıntı olmasın diye. Belki de kendileri
aynı muameleye maruz kaldıkları için tolerans gösterdiler. Bilemem. Şimdilik sorun yok.

Bir on dakika sonra salona gidip Eda Hanım'ı seans odasına davet ettim. Girmesi için içeriye doğru
elimle reverans yaparken özellikle belirli bir koltuğu işaret etmedim. Bakalım nereyi seçecek. Maviyi
mi yoksa bordoyu mu. Bordo! Bingo! Evet, yalnız gelmesinin nedeni öz güveniydi.

Oturur oturmaz beyaz trikosunun fermuarını açmıştı, tamamen. İçinde bisiklet yakalı kalınca bir
penye vardı. Sonra birden çekinik bir hareketle fermuarı tekrar takıp ve on santim kadar yukarıya
çekmişti. Kollarını kavuşturarak kaşlarının altından bana bakmıştı. Bunları kamera kayıtlarını daha
sonra tekrar izlerken fark etmiştim.

Bir sonraki randevusuna neden gelmedi diye merakla eski notlarımı karıştırırken baktım görüntülere.
Bana da içgörü olması için sık sık yaparım bu çalışmayı. Nerede hata yapmış olabilirim diye incelerim
kendimi. Birçok açıdan faydası oldu bu çalışmamın. Doğal olarak formun arkasında yazılı olduğu için
ve imzaladığı için seansların kameraya kaydedildiğini biliyor danışanlarım. Yoksa tekrar izleyemesem
bu ince hareketlerini kaçırırdım muhtemelen. Çünkü o sırada ben not alacağım sistemi oluşturuyor
oluyordum ve danışanımla göz temasım kesiliyordu.

Aslında fazlasıyla gergindi, ama abartılı bir cesaretle örtüyordu gerginliğini. Bu nedenle otomatik
olarak trikosunun fermuarını açmıştı, rahat görünmek için. Ama belki de bu kez fazla rahat ve hatta
belki fazla talepkar görünmekten çekindi ve tekrar fermuarladı trikosunu. Zaten hepimizde de
kendilikle ilgili değerlendirme hep eylem gerçekleştirildikten sonra ortaya çıkıyordu. İnsan kendinin
nasıl olduğunu, ancak eylemi yerine getirdikten sonra fark ediyor ve eğer olumlu ise gurur olumsuz
ise utanç duyuyordu.

Eda Hanım da önce otomatik bir reaksiyonla fermuarını açmıştı. Hemen ardından bunu farketmiş,
utanmış ve tekrar fermuarı kapatmıştı. Sanki meyve suyunu döküp sonra eliyle halının üstüne vurarak
onu yok etmek isteyen küçük bebekler gibiydi tavrı ve bakışları, utangaç ve kafası karışmış. <Biraz
daha kaliteli bir kamera alsam iyi olacak.> diye geçirdim içimden. Gözler ve kaşlar gibi detayları çok iyi
görüntüleyemiyordu bu kamera. Yine de doldurduğu formu incelerken kaşlarının ardından önce beni
izlediğini ve sonra abartılı bir hareketle saatine baktığını fark ettim kayıtlardan. Sanki "Benim
zamanımı alma, eğer bana derman olamayacaksan yarım saatte keselim, boşuna seans ücreti
ödemeyeyim" der gibi bir hali vardı. Çünkü tam seans saatinde gelmişti, hemen seansa
başlayacağımızı varsayarak. Oysa internette seanstan en az on onbeş dakika önce gelinmesini
öneriyordum. O ise içeride çok vakit geçirmek istemediği için son dakikada gelmişti. Muhtemelen
bunu ayarlamak için dışarıda vakit geçirmiş olduğunu varsaydım. Böylece ofise gereğinden erken
gelerek çok arzulu olmak istemediğini belirtiyor ve aynı zamanda burada bir dakika bile uzun süre
kaldığında ise, kendinin hasta olduğunu düşünmesine neden oluyordu. Bu da kötü hissettiriyordu.
Boğulma ve işgal duygusunu fermuarıyla olan içsel muhabbetinden de anlıyordum. Son dakikada
gelmiş, on dakika form doldurmakla zaman harcamıştı ve şu anda zaten onbeş dakikası geçmişti. O
yüzden abartılı hareketle saatine bakarak bana mesaj veriyordu. "Hadi başlayalım. Zaman harcama,
paragöz herif!" dercesine... Nereden bilsin ben seans süresini ofise değil odaya girdiğimiz andan
başlatıyorum ve o yüzden seanslar arasına en az yarım saat boşluk bırakıyorum, muhtemel
sarkmalara karşı...

4 / 19
Genelde formun üzerinden birlikte geçerim öngörüşme seanslarına başlarken. Ama bu kez içimden
bir ses sohbete başlamak için onu beklemem gerektiğini söyledi. Notluğumu dizime koydum ve
ellerim notluğun üzerinde hafif bir gülümsemeyle yüzüne baktım. Bakalım Masterson'un dediği gibi
kendilik aktivasyonunda sorunu var mıydı? Eğer varsa konuşmaya başlamakta zorluk çekmesi
gerekliydi. Yoksa kendiliğinden konuşmayı başlatabilirdi. Masterson'un önerisinin aksine; kendilik
aktivasyonu sorunu olan birçok danışanımda ilk video kayıtlarında sohbeti başlatma konusunda bir
sıkıntıya hiç rastlamadım. O nedenle Eda Hanım'la göz göze bakınırken, daha doğrusu ben onun sol
gözüne bakarken <Belki de,> dedim içinden <kültürel kodlar farklıdır.> Çok ileri rahatsızlık dışında
sohbeti başlatmakta zorlanan danışanım olmamıştı hiç. <E, zaten ben de ileri derecede rahatsızlığı
olan danışanlara bakmadığıma göre, bunu psikiyatrist tanıdıklarıma danışmalıyım onların tecrübesi
nedir.> diye düşündüm.

Konuşmadığımı görünce, o da hafif bir gülümsemeyle yanıt vererek cümleye başladı. <Hah!> dedim,
Vamık Volkan Hoca'nın sık sık kullandığı bir ünlemdi bu.

<Kendilik idare eder. Gerçek mi sahte mi onu göreceğiz.> diye geçirdim içimden.

"Ben iyi miyim? Yani kendi kendime acaba ben iyi miyim kötü müyüm diye soruyorum." kesme
hareketleri ile eliyle havada yatay çizgiler çekerken, gözlerini sağa yatay şekilde kaçırdı, sanki işitsel
olarak içine dönermiş gibi. "Aslında kendimi çok çok kötü hissetmiyorum. Ama en büyük problemim
dikkat dağınıklığı. Çok dikkatim dağınık."

Kollarını kavuşturdu karnının hizasında. Başını öne eğip kaşlarının ardından bana bakarken, "Şirket
için sınavlarımız var. Başarılı olamıyorum. İki senedir sürekli sınavlara giriyorum. Başarısız olmakla
kalmıyorum, aynı zamanda ders de çalışamıyorum." dedi omuzlarını bıkmış şekilde yükseltirken. Bir
yandan bunları söylerken gelip gelip giden hafif bir gülümseme vardı yüzünde. Sanki yakınmasının
acılığını hafifletmek istermiş, sorunu küçümsemek istermişçesine.

"Bu bende bir sorun haline geldi. Hıh!" diye küçümseyici bir gülüş attı. "Kronik hale geldi... Yani..."

"Hı-hı?" dedim devam etsin diye.

"Bir sorun hale geldi. Şey kronik hale geldi yani. Ders çalışmaya çalışıyorum, bir bakıyorum başka
yerdeyim. Bakıyorum ya çay yapıyorum ya da pencereden dışarı bakıyorumdur. Yani bir isteksizlik var.
O ayrı ama dikkatimi toplayamamakta var."

Sanki bu soru ile ona hah aferin adama dedirtecekmiş gibi bir vakur heyecan içinde "Bir yandan da
ders çalışmak için bir zorunluluk da hissetmiyor olabilir misiniz?" diye sordum.

Sordum ama kendimden utandım hemen ardından. <Sus be adam. Daha yeni başladı anlatmaya ne
terapist havası bu?>

"Tam tersine, gerekli ve içimde hissediyorum gerekliliğini, yükselmem için bir kıstas bu sınavlar. Yani
o artık bende bir problem yani korkunç üzüntü yaratıyor." Yüzünü ekşitirken yere doğru baktı. Sanki
geleceğini görüntülüyordu önündeki sanal ekranda.

"Yükselmek istiyor musunuz?" diye utanmaz bir narsistlikle sorumu yeniledim. Sanki ona daha ilk üç
dakikada içgörü kazandıracakmışım gibi. Aslında bir yandan bir önceki sorumda ısrarlıyım o soruyu
bilerek sordum demek istermiş çabası vardı bu kez.

5 / 19
"İstiyorum. Evet. İstemek var ama ders çalışamıyorum yani. Çalışmak zorundayım ama çalışamıyorum.
8 yıldır bu işyerindeyim, benimle birlikte girenler müdür yardımcısı oldu. Onlar iki basamak geçtiler,
ben daha birinciyi baş edemedim. Onu bile başaramadım. Yani bende bir sorun var."

Derin bir nefes aldı ve yine önüne baktı, ardından kaşının altından bana bakmayı sürdürerek;

"Her sınavdan sonra doktora gideceğim, erteledim erteledim. Her sene bir kez sınav var. Zamanım da
yok. Çok yoğunum işyerinde. Tatil bile yapamadım.

İzinlerim bile ders çalışmak için. Belki yorgunluğum da var olabilir. İşime de karşı soğumaya başladım.
Yani iyi miyim değil miyim. Hiçbir şey başaramıyorum sanki. Yani sorun çok. Sosyal hayat da
monotonlaşıyor."

"Bedensel bir sıkıntınız var mı?" Bu tip sorunlarda somatik yani bedensel belirtiler sık görülür.

"Son zamanlarda çok vücut ağrısı çekiyorum. Erken yatmaya başladım ama sabah dinlenmiş olarak
kalkamıyorum. Sürekli bi halsizlik var yani."

Genellikle orta yaş döneminde gönül ilişkileri dikkat dağınıklığının öncü nedenleri arasında olduğu için
onu da aradan çıkartmak istedim.

"Kafanıza taktığınız herhangi bir gönül ilişkisi var mı?"

"Yani... Olabilir. Vardı, ama artık düşünmüyorum. Yani eskide kaldı diyeyim."

"Ne kadar eskide kaldı."

"Bir iki sene önce."

<Hımm. Yakınması daha eskilere dayanıyor. O zaman ayrılmanın getirdiği bir kırılma olmasa gerek
ama bakalım dursun kenarda.> diye düşündüm hızlıca.

"Ne kadar sürdü"

"Çok kısa zaten."

"Toplam kaç ilişkiniz oldu?"

"Hiç gibi. Yani ciddi anlamda hiç yani."

<Ah-ha! Narsistik veya şizoid yapı...> diye ön teşhisimi koyarken buldum kendimi ve yine insanları
etiketlediğim için rahatsız oldum.

<Neye inanıyorsun be salak? Etiketlemeye mi yapısal gelişime mi? Ne biçim hümanistik yaklaşım bu.
Salak!> çok hızlıydım bu kez düşünürken. Belki de kızarmışımdır bile kendime olan sinirimden.

"Siz mi istemiyorsunuz, başıma dert olmasın canım acımasın diye, yoksa uzaklaştırdığınız için mi
yaklaşamıyorlar?" diyerek yönlendirmeye çalıştım. Çünkü bu konudan kaçmaya çalıştığı her halinden
belliydi. Çünkü çok rahatsızdı bu konuda.

"Yaklaştırmıyorum, yani galiba insanları uzaklaştırıyorum kendimden. Çok seçici olduğumu


düşünüyorum."

6 / 19
<Anlamıştım fermuarın inip inip çıkmasından> diye düşündüm.

"Yani herkesi çok kolay kolay, yani insan olarak da çok kolay kolay sevemem. Öbür türlü olunca,
küçücük bir eksiğinde gerek yok buna başlamaya dedirtiyor bana..."

<Kim dedirtiyor> diye soracaktım ama notlarıma yazdım sonra sormak üzere.

"Önceleri firma İstanbul'daydı. Son iki senedir bu ilçeye taşındılar ekonomik avantajları yüzünden. İki
sene işe ağlayarak gittim. Ne yeni ofisi sevdim ne de yeni ilçeye adapte oldum. Arkadaşlarım
İstanbul'daydı. Bulunduğum ortamı sevmiyorum. Yeni ortamlara da giremiyorum. Dostluğa dönecek
ilişki olmadığı için zaten dağılıyor. En sevdiğim arkadaşım da yer değiştirdi. Belki kendimi yalnız
hissediyorum."

Dudaklarını yemeğe başladı, Elleriyle yanaklarını sıktı.

Tipik küçümseyici bir yaklaşımla değersizleştirmişti işyerini ve çalıştığı ilçeyi. Kendisini nasıl
değerlendiriyor, içgörü kapasitesi nasıldır diye merak ettim birden, küçümsemeyi hissedince.

"Kendinizi nasıl tanımlarsınız şu mavi koltuğa otursanız ve kendinize baksanız?"

"Yani kendimi tanımlayamıyorum. Zor herhalde ama kendimle ilgili ne düşünmem gerektiğini de
bilmiyorum. Yani; çok sosyal değilim, işkoliğim, insanlardan çabuk kırılıyorum. Hassasım herhalde yani,
çok detaylı düşünüyorum insanlar hakkında, çok önemli insanların dediklerini takıyorum, miskinliğim
var sürekli... Miskin bir insanım, hep hastalıktan bahsederim, kızarlar hep hastasın diye..."

"Hep bedeninizi dinliyorsunuz yani."

"Evet, aynen öyle hep bedenimi dinliyorum. İşimle ilgili soru çok var. Acaba yanlış iş mi seçtim.
İstanbul'da biraz iyiydi ama bu ilçe çok farklı. Ortam ve işyeri değişti sanki. Bazen tahammül
edemiyorum. Aniden bir sürü, çok iş geliyor. Artık unutmaya başladım. Yazıp not alıyorum, yazdığımı
da unutuyorum. Yoruluyorum. Yorulmuyorum diyorum ama kafamı yoruyor."

Eleştirilmekten korunmak ve içsel sesine karşı kendini savunmak için sürekli düşünmek ve hazırlıklı
olmak zorunda olan narsistik yaklaşımın tipik şemasıydı karşımda duran. Altta histriyonik veya
borderline bir yapı da var mıydı acaba?

<Böyle düşünmek işini kolaylaştırmıyor, vazgeç be adam!> dedim içimden. Yine etiketlemiştim. Böyle
giderse danışanımın savunma mekanizmaları ve başa çıkma stratejilerini kaçıracaktım.

"Neye ihtiyacınız olunduğunu düşünüyorsunuz."

<Aptal bir soru daha. Bu saatte akıllı soru beklemezdim senden.> dedim. <Ne gerektiğini bilse burada
ne işi var ki?>

"Bilmiyorum."

"Buraya gelirken kafanızda ne kurmuştunuz?"

<Evet! Tamam, kendine karşı paçayı kurtar bakalım...> diye içimden geçirirken kendi esprime yine
içimden gülümsedim. Ne kadar zor bir işmiş içinden gülümsemek.

7 / 19
"Ben sadece bende bişi mi var problemim mi var. Problem var mı? Biyerde atacak mı? Tamamen mi
düşeceğim. Ondan koktum yani. Geçen ay işe yeni gelen bir arkadaş, birçok problemleri var
ailesinde... Bir aydır depresyona girdi. Rapor alıp duruyor. Acaba ben de mi öyle olacağım. Başka bir
yere gitmek istemiyorum. Hem İstanbul'a döneyim diyorum hem dönmek istemiyorum, enerji
bulamıyorum. Korkuyorum, cesaretim yok. Acaba yapabilir miyim? Güvensizliğim var. Zaten güvensiz
bir insanım."

Tipik çekingen narsist vakası diye geçirdim içimden. Bir yandan sürekli yüzük parmağını hedef almış
izliyorum. İşaret parmağından biraz uzun mu ne? Sağ elinin yüzük parmağı mı daha belirgin, sol
elindeki yüzük parmağının boyu mu daha uzun işaret parmağından diye bakarken yüzünün ifadesi
kaçırdım.

"Ellerinizin fotoğrafını çekebilir miyim? Bir veri tabanı oluşturuyorum. Kişisel bir çalışma için."

"Tabi çekin, ama tırnaklarım pek bakımlı değil... Bir yerlerde gösterilecek mi?"

"Yok hayır. Kendi veri tabanım olarak bir sonuç çıkartmaya çalışıyorum."

Ellerini çizgili kartona yerleştirdi, cep telefonumla ellerini iki poz çektim, normal mesafeden ve
uzaktan zoomlayarak.

"Teşekkür ederim."

Ben kartonu yerine koyarken o da ellerini kontrol ediyordu bir kez daha. Acaba fotoğrafta görünecek
bir kusur var mıydı diye.

"Eleştiriye karşı toleransınız nasıl?"

"Çok iyi değil. Demoralize olurum, düşerim birden eleştirilince. Biraz mükemmeliyetçiyim herhalde,
biraz iyi olma isteği. Gerçi her insanda vardır ama bende biraz fazla olabilir."

<Başka ne beklenirdi ki!> dedim içimden. <Bir narsist incinmeden kurtulabilmek için ve eleştirilecek
bir şeye neden olmamak için mükemmel olmak zorunda değil mi zaten.>

Görüşme yine beni etiketlemeye çekmişti. Oysa benim onun yüzeydeki sorununa yoğunlaşmam
gerekliydi. Seanslar içinde narsistik kırılganlığına yoğunlaşabilirdik, yüzeydeki sorun kısmını ve buna
bağlı dirençlerini hallettikten sonra.

"35 yaş ne anlam ifade ediyor sizin için?"

"Çok... Yani bunalıma girdim. Yılbaşından beri bunalımdayım yani. Onun için size geldim. Çok yaş,
fazla bir yaş. Kendimi otuz beş hissedemiyorum. Son beş yılımı kaybetmiş gibiyim. Yirmi beş gibi
hissediyorum, olgunlaşmamış."

"Ne eksik kalmış? Kötü gelen nedir, sizin için?"

"Başlarken korkunç bir kariyer hevesim vardı. Ama iş sonra zor geldi. İki üç yıl hiçbir şey yapamadım.
Keşke başka bir şey yapsaydım. İki senede dört beş yıl çalışmışım gibi hissettim. Çok ağır. Daha ümitsiz
oldum. Mutsuz hissediyorum. Kariyer hırsım falan kalmadı. Bir sınava göre değerlendirilmek zor
geliyor bana. Arkadaşımdan çok daha bilgiyim ama unvanı o alıyor. Ben alamıyorum."

8 / 19
Rahatladıkça narsizmini daha rahat deşifre etmeye başlamıştı.

Devam etti, endişeli yüz ifadesiyle. "Nereye kadar demeye başladım. Nerede bitecek. Ders
çalışabilecek miyim? Beş saat ders çalışıyorsam bir saat verimli. Yine de rahatlamaya yardımcı oluyor.
Hiç çalışmamaktan iyidir. Zaten sürekli bir ders çalışma modundayım. Kitap yakınlarımda ama
kapağını açmadım."

"Ne gibi kitaplar."

"Detaylı uzmanlık kitapları beş yüz sayfa. Yani tamam çok fazla sayfa yok ama çok detay ve zor, her
sayfada yüzlerce soru çıkar. Öylesine kazık yapıyorlar. Her sayfadan yüz soru çıkartırım istesem."
Düşünselleştirme, abartma, dışsallaştırma, çalışma istemediğini inkâr. Savunma mekanizmalarının
temel dördü ardı ardına dizildi. <Gel de etiketleme...>

"Yani mesleki konular mı? Hep ders diyorsunuz?"

"Bence ders. O sınavı ezberleyerek gireriz. Uygulamada geçerli değil o bilgiler."

"Zaten bizdeki müdür yardımcıları o yüzden başarısız. Hepsi başarısız. Sınavı vermiş müdür yardımcısı
olmuş bişi bilmiyor. Benden üç yaş küçük çocuk bana şef olarak atandı. O sayfayı ezberlemiş. Müdür
yardımcısı oldu ezberleyerek. Ama, yani yetersiz bir adam. Ezberle yönetici atıyorlar. Benim çoktan
yükselmem gerekiyordu." Karşısındakini değersizleştirerek, kendini yüceltme... Bir çentik daha
narsisizme doğru...

"Gerçekten içten yükselmek istiyor musunuz? Beş yıldır çabalıyorsunuz. Bir kez dahi olsun puan
sınırına yaklaşırdınız belki."

"İstiyorum ama kısmet değil galiba. Mesela çok çalıştığım sınav çok kötü geçti. Performansım kötüydü,
sınavda başarısız oldum."

<Nedenmiş o canımcım? Çünkü o pozisyonu kaldıramayacaksın. Sana zor gelecek. Daha fazla çalışman
ve sorumluluk alman gerekecek. Senin kendiliğin o yüke hazır değil ki. Naber?> bunu dile getirsem
herhalde tokatı basar çıkardı odadan. Ne zor iş bizimkisi yahu! Sabırla beklemen ve uzunca bir süre
yeterince kibar ve koruyucu olman gerekli, bunu fark etmesini sağlamak için. Sonra da kendileri
farketmiş gibi gururla anlatırlar. Olsun amaç bu zaten. Ne güzel!

<Tembellere tahammül edemiyorsun Candan! Sen de narsistsin tabi ondan. Ama tembellik de bir
psikolojik sorun. Hemen eleştirme kızcağızı!> dedim kendime ama dinledim mi bilemem.

"Öğrenmeye uğraşırken..."

"Çalışırken mi?"

"Yok, öğrenmeye uğraşırken "Yahu bu kadar uğraşma bu değersiz adamlarla aynı konuma çıkacaksın
dediniz mi?""

"Evet, ilk bir iki sınavda oldu. Sonra değer mi niye çalışacağım, bunlar gibi mi olacağım dedim. Son
zamanlarda kafamdan attım bu düşünceyi. Doğru söylüyorsunuz. Bunları düşündüm."

<Tabi doğru söylüyorum... da... senin algılaman için nasıl bir yöntem kuracağız onu düşünüyorum.>

9 / 19
"Hipnoz konusunda ne düşünüyorsunuz."

"Ben çekiniyorum. Galiba bunu kullanıyormuşsunuz sınav performansı için. Ama ben çekiniyorum
hipnozdan, kontrolümü kaybediyor olabilirim diye endişe ediyorum."

<Ah-ha! Bir tane daha.> Vamık Hoca'nın klasik ünlemi...

"Kontrolü bırakmakta zorlanıyor musunuz?"

"Evet. Kontrolcüyüm. İçkiyi bile iki kadehte bırakırım. Hiç sarhoş olmadım. Biraz başım dönse keserim
içkiyi."

Bana hipnozu sordu. Ona on dakika hipnozu anlattım. Kendini hipnoza alamayacağına inandığını ve
yerine başka bir yöntem kullanmamız halinde başka ne yapılabileceğini sordu.

"Sizi bir danışanınızdan duydum. Kendisi müşterimdir. Sohbetler sırasında konu açıldı ve sizi önerdi"
derken trikonun fermuarını biraz açtı. Kollarını yarım saat sonra ilk kez açtı, koltuğun kolçağına koydu.
Sonra cümleye nasıl başlayacağını düşünürken fermuarı biraz aşağıya indirdi ve fermuarına baktı,
yüksekliği konusunda ikna olmadı ve sonra tekrar kaldırdı ve trikoyu boynuna kadar kapattı. Galiba
artık boğulma hissi hafiflemişti. Yere doğru bakarak bekledi. Sanki telepatik olarak benim duymamı
istiyordu sorusunu. İçimden bir ses şunu dedi: <Cinsel hayatını sor. Haydi sor. Orada bir şeyler var.
Bak fermuara, bir iniyor, bir çıkıyor.> Ama sormadım.

Aslında bu aşamada nereden başlayacağımı da tam bilemiyordum.

"Ehliyetiniz var mı diye" bir soru geldi ve sordum.

"Yok. Almadım. Araba kullanmaktan korktum. Birine zarar veririm diye çekindim. Belki alırım dedim
ama bekliyorum şimdilik." Ego yetersizliği ve güvensizlik.

<Haydi şimdi uzun süreli bir terapiye ikna et bakalım sıkıysa…>

Hemen ardından <Kendini olumsuza yönlendirme şimdiden!!!> diye şiddetli bir tokat attım kendime.

Ablası ve annesini sordum. Gelişimindeki etkileri açısından. Aslında kararımı vermiştim ve beklediğim
tarzda cevaplar da gelmeye başlayınca, süre de azaldığı için fazla uzatmak istemedim. Aslında terapiyi
sürdürmeyeceği konusunda da içimde bir kanı oluşmuştu. Hiçbir girişimi sonuna kadar bitirmediği için
terapiyi de ortasında bırakması ihtimali yüksekti. O nedenle onu terapi alması konusunda ikna
edebilmek için uzatılmış bir açıklama ihtiyacı hissettim. Çoktan süre dolmuş olmasına rağmen bir
sonraki danışanımın gelişine kadar sürdürmeye karar verdim. <Bu da benden bonus olsun. Ne
yapalım, on dakika fazlasından ölmem ya...>

"Ben yeteri kadar bilgi aldığımı düşünüyorum. Şimdi sizin sorunuzu almak istiyorum" dediğimde
hemen atladı.

"Ben nasılım diye ben mi sorayım? Ben nasılım? Normal miyim?" dedi?

"Yani bunu öğrenmek istiyorum. Normal miyim, bir yerde miyim? Çok mu sınırdayım? Bir yerde
patlayabilir miyim?" derken aslında içinde hissettiklerini, yani aslında tam da teşhisi ifade ediyordu.

10 / 19
<Evet! Sınırdasın ve alttaki narsizmin bunu körüklüyor> desem muhtemelen boş gözlerle bakardı bir
dakika, söylediklerimi içselleştirmek için. Sonra suratı Karadeniz kömürü gibi kararırdı, alı al moru mor.

Narsisistik kişilik bozukluğunun bir türü olan, Masterson'un gizli (closet) narsist dediği yapıya
benzeyen ve sınırda bozukluğa yaklaşmış ve bir an gelip patlamaya hazır olduğunu yani Kohut'un
yarılma diye isimlendirdiği bir sürece girmek üzere olduğunu belirten bir soruydu. Hepsine cevap
versem muhtemelen terapiye gelmeyi istemezdi. Hem uzun bulacağı için hem narsistik kişilik kelimesi
Türk halkında tepki gördüğü için.

Malum narsist denilince ilk akla gelen sınır tanımaz saldırgan narsist yapıdır ülkemizde. Ukala, kendini
beğenmiş, bencil, karşıyı düşünmeyen küçümseyici saldırgan yapı. Eğer "Siz ve ablanızda narsistik bir
kişilik örgütlenmesi mevcut ve sorunlar buradaki savunma düzeneklerinden kaynaklanıyor." desem
narsist kelimesini duyup diğerlerini duymayacaktı. Sonuçta kendini çok çökkün hissedecek, bir yandan
benim ön teşhisimi küçümseyip bir yandan da bu kadar uzun sürebilecek bir terapiye yatkın
olmayacağından gelmek istemeyecekti.

Çünkü uzun terapi demek - gerçekte doğru olmasa da- onun lügatinde deli olduğu ve bu nedenle uzun
süreceği anlamına gelirdi. Bu da ilave bir narsistik incinme yaratırdı. Yüzeydeki sorunlara yoğunlaşsak
o zaman derin problemler sürüp gidecek, yeni yeni yakınmalar çıkacak ve bir sürü terapist
değiştirecekti. Ben de hümanistik yaklaşımla, analitik yaklaşım arasında gittim geldim bir süre.

Ben analist değilim ama sorunları ve kendini fark etmesine yardımcı olabilirdim. Biraz tolerans
geliştiğinde bir analiste yönlendirebilirdim. Çünkü şu aşamada psikanalize yatkın görünmüyordu bana.

"Eeee! Size neler olduğunu çizerek göstereyim o halde..." derken bir yandan zaman kazanmaya
çalışıyordum. Çok dikkatli olmam gerekliydi. Bana gelmesi önemli değildi ama terapi görme
kavramına soğumasını istemiyordum. Ben ilk kez geldiği bir danışmandım. Kötü bir başlangıç onu
muhtemel tüm terapi isteklerinden soğuturdu.

"Genel yakınmalar, psikolojik yakınmaları şu başlıklar altında görmek imkânı var. Gelişim aşamasında
her yaş grubunda değişik özellikler elde ederiz. Bir ruhsal bina yapıldığını varsayalım. Bunlar da
binanın duvarları. Mecazi olarak ifade edersek; doğduktan hemen sonra Pandora'nın kavanozu açılır.
İçinden insana ait, yani bilinçdışındaki dürtüsel bir yerden hayvansı talepler çıkar. Yapışma, tanrısal
büyüklenmecilik, kuşkuculuk, yetersizlik, hayalcilik, tüm güçlülük, güvensizlik, boşluk hissi, gevezelik,
büyütme, kaygı, değersizlik, inatçılık, kur yapma, kontrol, yalnızlık korkusu gibi farklı aşamalar ortaya
çıkar. Bunlar aslında hayatta kalabilmek için gerekli yeteneklerdir. Her seferde birisi aktif hale gelir.
Bu yetenekler bize hayatta kalmak için beceri verir ve biz de bu yeteneği ne durumda kullanacağımız
konusunda tecrübe sahibi oluruz. Sonra gerektiğinde kullanmak üzere bir kenara koyar yaşama hazır
hale geliriz.”

Akşamın bu saatinde dikkati dağılmasın diye nefes almadan sürdürdüm konuşmamı.

“Tabi büyürken bu becerileri bastırıp sonradan gerektiği şekilde kullanmak üzere saklamak için
ebeveynlerimizin desteği gerekir. Yani onlar desteklerse ve yeterince iyi ebeveyn olurlarsa bende
kuşkuculuk, kaygı, büyüklük hissi, boşluk hissi gibi özellikler yüzeyde yer etmez. Hep derinlerde kalır
ama günlük yaşama çok etki etmez. Bu özelliklerin üstesinden geldikçe yeni yetenekler ve özellikler
geliştirdikçe bunlar deneyimlenmiş bilgiler olarak beyinde bir yerlerde kaydedilir. Kaydedilmeleri de
gereklidir. Eğer ben kuşkucu olmazsam tarlada gezerken karşıma çıkan bir akrebi sevmeye

11 / 19
kalkabilirim. Oysa onun bana tehdit olmasından kuşkulanmam gereklidir. Ama doğal kuşkuculuğum
benim o akrebin neler yaptığını incelememi engellemez. Ondan sakınırım ama korkmam. Çünkü
ruhsal binanın duvarları sağlamdır. Sonuçta tam ve tamam bir insan ortaya çıkar. Yani ideal insan
şükrana ermiş bir insan olur."

"Şükrana ermiş?"

"Evet, her şeye sahip olmuş gibi hisseden, birçok şeyi yeteri kadar yaşamış ve öğrenmiş."

"Kaç yaş?"

"Beş altı yaş civarında şükrana ermiş olur. Ergenlikte gelişim biter ve hayatın ileri aşamalarında yeni
yetiler elde eder. Ergenlikte ve sonrasında incinmeler ve kırılmalar yaşanır ama o kişi şükrana ermişse
bu travmaları kolaylıkla atlatır. Sorun çıkmaz. Çünkü derinlerde bunlarla baş edebileceği sağlam
materyaller vardır. Temeli sağlamdır. Mevlana gibi. Kim olursan ol gel. Bende var. Dileyen gelsin
benden alabilir."

"Mevlana şükrana mı ermiş?"

"Evet. İyi ve insanı tanıyan ve bilen eğitimli örnek alınan bir baba ve seven koruyan ve önemseyen bir
anne. Daha ne gerekir ki?"

"Hımm!"

O hımmın ardında neler neler yatıyordu. Ahh! Vakit olsa da izleseydik o hımın altını. Freud’un dediği
gibi jeologlar gibi inceleseydik derinlerini.

"Gelişme aşamaları sırasında eğer binanın -tabii ebeveynlere, genetik yapıya ve kadere bağlı olarak-
iki yakası bir araya gelmediyse kişi bir oradan bir buradan mekanizmalarla hayatını idame ettirir. Ama
mekanizmaların tamamı olgun değildir. Kullanabileceği oturmuş bir sistem yoktur. Yani ayağı kayabilir,
geçer karşıdan bir mekanizma kullanır. O mekanizma bir süre idare eder. Sonra orada ayağı sekince
karşıdan bir mekanizma kullanır. Buna Tünel tipi yakınma diyorum ben."

"Tünel tipi?"

"Evet. Bir oradan bir buradan başa çıkma ve savunma mekanizmaları kullanır tünel tipi gelişmesi
olanlar"

"Bir diğerinde sistem ise dışarıdan bakıldığında tamam gibi, oluşmuş gibi görünür. Ama aslında ruhsal
denge tam olmadığı için bir psikolojik sıkıntı durumunda sistem ortadan ayrılır. Burada kullanılmış
ama fark edilmeyen bütün mekanizmalar açığa çıkar. Görünür hale gelmeye başlar. Kişi bunu
rahatsızlık verici olarak fark eder. Mesela derki; ben çok kaygılı olmaya başladım. Sürekli yapışacak
birilerini arıyorum. Tek başına olduğum zaman yapamıyorum. Eskiden yoktu. Bir doğum yaptım
hayatım allak bullak oldu. Beş yıldır kıskançtım ama son iki yıldır inanılmaz kıskançlık yaşıyorum.
Berbat hissediyorum. Bütün ilişkilerim bozuldu. Buna da yarılma tipi hal adını veriyorum.

"İnsanın kendini şey... Fark ettiği. Kendini farkına vardığı. Yani bende de... O güne kadar yaşıyorsunuz
yaşıyorsunuz da niye ben böyle... Bir noktaya gelince benim gibi niye ben böyle oldum niye bu
noktaya geldim. Kendimi fark ettiğim durum."

12 / 19
"Burada belirtiler fark ediliyor. Kişi kendini ifade edebiliyor. Doğru söylüyorsunuz. Mesela; ‘Sevgilim
benden ayrıldı. Ben ortalığı birbirine kattım, saldırdım ona resmen.’ diyor. ‘Haklısınız…’ diyor yani.
‘Normalde, yani ben şiddet kullanmam ama nedense o noktaya geldim. Gece yalnız yatamıyorum.
Zaten eskiden de yatamazdım, karanlıkta yatamazdım, kötü hissederdim ama şimdi hiç
uyuyamıyorum. Ne yapacağımı bilmiyorum. Ona gitsem bir türlü, annemlere gitsem bir türlü, ayrı
yaşamayı zaten göze alamam.’ diye böyle fark ediyor."

"Peki, tünel tipi nasıl ifade eder sıkıntısını."

Sanırım ilgisini çekmiştim. Kendini arıyordu anlattığımda.

"Tünel tipi fark etmez. Sürekli olarak bir oradan bir buradan aldığı mekanizmalarla durumu idare
ettiği için, yaşamını bu şekilde sürdürebileceğini düşünür ama içten içe sürekli canı acır. Onlar
genellikle 35-40'lı yaşlara doğru bir boşluk ve anlamsızlık yakınması ile gelirler."

"Yok, bende öyle değil galiba."

"Bir sonraki ise; sistemin oturduğunu zannederken ve yıllar muhteşem bir şekilde geçerken birden
bire bir çökme ortaya çıkıyor. Bir boşluk. Derin bir soru işareti. ‘Bir şey var…’ diyor. ‘İçimden bir şey
kayboldu.’ Buna da çökme tipi yakınma diyorum. ‘İçimden bir şey kayboldu ve ne yapacağımı
bilmiyorum. Yapmam gerekip gerekmediği konusunda da emin değilim. Şimdilik idareimaslahat*
götürüyorum işi der... (*DİPNOT:İdarei maslahat: 1) Bir işi, gerektiği gibi değil de günün şartlarına
göre yapma, 2) İşi oluruna bırakma. Türk Dil Kurumu web sayfası. http://www.tdk.gov.tr) Yani
hayatla idare edebilecek durumdayım. Fena değilim ama aşağıda bir şeyler ters gidiyor ama
göremiyorum.’ Çünkü karanlık. Yarılmada görebiliyor, yukarıdan bakınca fark ediyor ve hissediyor.
Ama çökmede fark edemiyor çünkü derin bir karanlık ve boşluk var. Bakıyor, karanlıkta göremiyor,
başı dönüyor. ‘Neyim var/ Ne oluyor? Bir gariplik biliyorum. Bir şeyler eksik biliyorum ama ne
olduğunu bilmiyorum. Bir boşluk hissi ver. Doyumsuz, duygusuz hissediyorum.’ der."

"Ben miyim bu?"

"Bilemiyorum siz karar vereceksiniz. Genelde danışanlar yakınmalarla bu şekilde bireysel veya eş
terapilerinde geliyor. Panik atak, sosyal fobi, uyumsuzluk, işyerinde başarısızlık gibi yakınmalarla
geliyorlar. Sizinki hangisi bilemiyorum."

"Karar veremediniz yani."

Tüm danışanları şok eden bir cevap bu. Halbuki ne güzel doktorun teşhis koyduğu ve tedavi ettiği gibi
tüm kontrol terapist de olsa ve mucizevi şekilde olayı hallediverse ne var. O hiç yorulmasa üzülmese.
Terapist onlara 'Şunu yap! Bunu yap! Böyle deme"' dese ne güzel olur. Sonuç alamazsa suçu doktora,
terapiste atabilirler böylece.

"Ben karar vermiyorum açıkçası."

"Kişi ne olduğuna kendi karar veriyor yani sizin yönteminizde öyle mi?"

"Evet. Kişinin kendinin karar vermesi, içgörü kazanması ve terapinin buna bağlı olarak ilerlemesinin
doğru olduğuna inanıyorum. Böylece danışanımın terapiye katkısı daha yüksek oluyor. Çünkü eğer kişi
içgörü kazanıp da bunu tolere edebilecek güce sahip olamazsa terapiler sırasında zaten bir faydası

13 / 19
olmuyor. Terapiyi bırakıp haber vermeden gidiyor terapinin ortasında. Yani seansta dahi bırakıp
gidenler oluyor. Geri bildirimi tolere edemediği için. Yazık oluyor yani. O kırılganlıkla, o hassas halde
terapiyi kesiyor. Sonra doktor doktor, terapist terapist dolaşıyor."

"Onu bunu beğenmiyor."

Huylandı gibi geldi bana. Yada benim kuruntum. Sanki ben ilk terapisti değilmişim gibi geldi birden.

"Bravo aynen! ‘Ona gittim olmadı, buna gittim olmadı.’ der. ‘Önce birine gittim, habire ben
konuşuyordum beş seans sonra hiçbir değişiklik olmadı. Hiç bişi yapmadı. Öbürü bir tablo verdi doldur
diye. Ev ödevleri verdi. E, ben kendim yapacaksam ne işim var dedim. Şu ilaç verdi, ilaca bağımlı
oldum kendimi kötü hissettim. Ötekisi hipnoz yaptı, beriki eğitim grubuna soktu. Hiç işe yaramadı.’
diyerek geziyor sürekli. Hayat boyu o sıkıntıları yaşıyor. Gitmelerini istemiyorum ama ille de ‘gitme,
gel gel!’ diyecek halim yok. Çünkü başka terapistlerden yakınarak bana da geliyorlar."

Kafasını kaşıdı. Pek mutlu olmadı benim bir geri bildirim vermemem ve hala teşhis koymamış olmam
rahatsız etti. Dizlerini sağa sola salladı. Başını yana eğdi. Gözlerinde ümitsizlik belirtisi gördüm sanki.
Bilmem der gibi dudaklarını büzerken, bir yandan çizime bakıp parmaklarını kıtırdattı. Sanki benim
teşhisime yardımcı olmak için yeterince bilgi vermemiş olduğunu düşünüyor gibiydi.

"Siz, sizde ne olduğunu konusunda bir tahmininiz var mı?"

Biliyorum bunu sormam uygun değil ama bazı danışanlar internetten çok iyi araştırma yapıp
kendilerine bir teşhis koyup gelirler. Bu durum aslında oldukça tehlikelidir. Çünkü kendini
gerçekleştiren kehanet benzeri, koydukları yanlış teşhisin davranış kalıplarına girerler. Yani kendini
histriyonik sanan danışan ‘A anladııım. Benim cinsel arzularımın olmaması kişilik bozukluğumdanmış.’
diyerek bu konuda destek aramaktan vazgeçebilir. Bazıları da teşhisi koyup, kendilerini terapiye
almaya çalışırlarken daha çok kırılmalar ortaya çıkar. Mesela kendine bordırlayn teşhisi koyan danışan,
bu durumu tersine çevirmek için kullanmakta olduğu ilacı bırakabilir veya terapistini değiştirebilir. İlk
başladığımda, bir danışanım teşhisi duyunca ülkeyi terk etti. “A! Ne iyi. Öbür doktorlar söylememişti.
Demek bordırlaynmışım. İyi o zaman.” dedi ve bir seans sonra memleketine döndü. Çünkü bordırlayn
olmak o şehirde modaydı. Ayrıca bordırlayn olarak yapacaklarını yapma özgürlüğüne sahip olmuştu.

Eda Hanım başını yana salladı alt dudağını uzatarak, kendimde no olduğunu bilmiyorum anlamında.
Ümitsizlik akıyordu gözlerinden.

"Korku mu var içinizde bir şey olacakmış gibi?"

Atıldı. "Yok, hayır öyle bir korku yok." diye hemen cevap verdi.

"Kötü bir şey olacakmış gibi değil sadece sanki hayatım bu noktaya gelmiş. Bu yaşa gelmişim. Bir
şeyler eksik. Neden, niçin, yani bende bir sorun var. Niye ben yapamıyorum. Kader kısmet. Evet! Ama
bir yere kadar yani. Niye başarısızım? Benim sorunum bu: 'Neden başarısızım?'. Niye dikkatimi
toplayamıyorum? Bir de o problem var yani. Neden? E... Eeee... Dikkat dağınıklığım var. Acaba
çocukluktan tedavi edilmesi gereken bir problem mi var diye düşünüyorum bazen." derken sesi titredi.

Devam etti. Herhalde yeterince algılamadığımı veya tam olarak ifade edemediğini düşünmüş olacak ki
başta söylediklerini, yeni verilerle de destekleyerek, tekrar etti.

14 / 19
"Ben üniversiteyi altı sene okudum. İlkin kimya kazandım ama o formüller ezber gerektiriyordu.
Benim ezberim kötüdür. Ankara’yı kazanmıştım. Orada da mutsuzdum. Okurken tekrar sınava girdim.
İşte Karadeniz üniversitesini kazanınca bırak bu okul bitmeyecek, git yeni okula dedim kendime.
Yoksa uzayacak altı yedi yıl sürecek. Daha mantıklı bir işe gireyim dedim ve halkla ilişkiler okudum.
Ezber bana göre değil. Mantıkla insanla hayatla ilgili şeyler okudum. Son iki sene eziyet oldu. Son iki
sene çok zor ders çalıştım. Dört seneye şartlanmıştım ya... Bir an önce okul bitsin işe gireyim dedim o
yüzden zorladım okulu zamanında bitirdim. Yoksa daha uzardı."

"Şimdilerde, o günlerdeki gibi kendimi zorlayamıyorum. Dikkatimi toplayamıyorum. Aklım dağılıyor.


Sınav sistemine de yükselme sisteme karşıyım. Deli gibi çalışıyorum, yükselmemi sınava bağlıyorlar.
Kazanamamamın sebebi bir yandan sisteme saygım olmaması belki. Yaşım yüzünden geciktim ve ders
çalışmam zorlaştı. Bilmiyorum. Yani dikkat dağınıklığını nasıl gideririm. İşimde de unutmalar başladı.
Yanlış yerde mi çalışıyorum. Kafam yorgun, tatile mi ihtiyacım var diyorum. Hep diyorum, yani sadece
diyorum."

<Aman Allahım dedim. Ne kadar tekrarlayan savunma mekanizmaları kullanıyor. Sisteme karşıyım,
yükselmek için sınav olmamalı derken dışsallaştırmayı, yaşım yüzünden geciktim ders çalışmam
zorlaştı derken mantıklaştırmayı; bütün cümleleriyle içinde değersiz kimliğin inkârını, sisteme saygım
yok derken yönlendirmeyi. Tüm olarak örtülü saldırganlığı kullanıyordu. Bu şekilde sorularla giderse
hiçbir yere varamaz diye içimden geçirdim. Belki bir hipnoterapist bulur. Telkin kalıplarıyla biraz
motive olur. Tabii hipnoza girmeyi kabul ederse ve kuşkuculuğunu ve örtülü saldırganlığını yenip
transa girebilirse.>

"Evet, anlıyorum." dedim biraz rahatlaması için. Seans süresi doluyordu. Seans beş saat sürse ve ben
de beş saat oturup dinlemeyi kabul etsem, döndüre döndüre aynı yakınmaları dinlemeye devam
edebilirdim, tecrübelerime göre.

"Ben de ne dediğinizi size tercüme edeyim. Yani psikolojik olarak tercüme edeyim. Fazla detaya
girmeden ana hatlarıyla söyleyeceğim. Genelde yarılma tipi yakınmayla gelenlerde borderline yani
sınırda kişilik yapısı daha sık görüyorum. Tünel tipi yakınmayla gelenlerde şizoid kişilik tipi daha sık
görüyorum. Çökme tipi durumda ise narsisistik kişilik örgütlenmesini izliyorum."

"Freud'un ruhsal topografya dediği; yenilerde ruhsal aygıt olarak isimlendirilen ruhsal dünyamız;
bilinç dışı, bilinç öncesi ve bilinçli kısımlardan oluşur. Bilinçli kısımda ise yine bilinçsiz bir alan
mevcuttur. Yani yapa geldiğimiz ama farkında olmadığımız eylemler bilinçsiz olarak gerçekleştirilir.
Birisi bize geri bildirimde bulunursa A! Evet doğru yaptım şimdi deriz. Bilinçsizdir yaptığımız."

Fermuar örneğini verecektim vazgeçtim. Konu dallanır, yine inkâr mekanizmasını kullanır diye
korktum. Zaten ağzımdan çıkan her kelimeden ve bahsettiğim her konudan kendine pay çıkartıyordu.
Teşhise ulaşmak istiyordu. Çünkü çok bunalmıştı aynı şeyleri düşünüp durmaktan, kendisiyle ilgili
sürekli hayal kırıklığı yaşamaktan, sürekli suçluluk duymaktan ve başaramamanın verdiği utanç
hissinden.

<Nasıl bir narsisistik incinmeler zinciridir bu Tanrım, ne büyük bir eziyet diye geçirdim içimden.>

"Bilinçdışı alan, ise bilinçli alandan sürekli talepte bulunan, farkında olmamayı tercih ettiğimiz kaotik
bir yerdir. Pandora'nın kâsesi yani. Bilinçdışı alan farkında olarak veya olmayarak gerçekleştirdiğimiz
duygu, düşünce ve davranışların kaynağıdır. Çoğu kez otomatik olarak eylem şeklinde ortaya çıkar.

15 / 19
Örneğin içimizden birden sinemaya gitmek gelir. Buna neden ihtiyaç duydun diye sorulursa ‘Eh!
Canım çekti. Uzun zamandır sinemaya gitmemiştim. Üstelik yapacak işim de yok. Düşündüm en iyisi
sinema gibi geldi.’diye cevap veririz. Oysa biz farkında olmamamıza rağmen içimize yalnızlık
çökmüştür ve bu sıkıntılı duyguyu nötralize etmek için eğlenceli bir şey yapmak isteriz. O sırada
duruma uygun olan rahatlatıcı aktivite ise sinemadır. Yani bir tür başa çıkma stratejisidir sinemaya
gitmek, yalnızlık hissiyle başa çıkmak. ‘Neden sinema da bowling değil?’ denilince yanıtlamak için
oldukça zorlanırız. Bir sürü gerekçe yaratırız zihnimizde. Bu gerekçelendirme gibi durumlara da
savunma mekanizmaları diyoruz. Bir sürü var bu mekanizmalardan.

İşte burada bilinçdışı merkezlerden dürtüler çıkmış ve bilinçli merkezimizin eyleme geçmesini talep
etmiştir. Bun dürtüler bilince çıkarken zihnim, bedenimden enerji kullanır. Bu dürtüsel talepler yerine
getirilemezse, bilinç dışında dürtü daha da güçlenir. Mutlaka yerine getirilmesini ister. Dürtüsel talep
bilince her ulaştığında daha fazla enerji tüketir. Sonuçta enerji tükenir bilinç dışında, dolayısıyla
bedenimde. Yorgunluk ve halsizlik, hevessizlik, dikkat azalması, uykuya doyamama, dinlenmiş
hissetmeme gibi belirtiler oluşur. Yeni bir başlangıca ulaşmakta çekingenlik ve daha işe başlarken
tükenmişlik hissedilir. Bedensel olarak da halsizlik ve isteksizlik ortaya çıkar."

Ben bunları anlatırken eliyle kapattığı ağzının ardından gülümsediğini fark ettim. Ama bozuntuya
vermedim. Burada kendisini bulmuştu. Evet, sıkıntısı buydu. Bunun nedeni ve nasılı onu hiç
ilgilendirmiyordu.

"Bendeki de bu herhalde. Yani... Ne yapabilirim?"

"Zor bir soru. Bunu hemen çözmek imkânı yok."

Parmaklarımı havada şaklattım, sihirbazlar gibi. "Öyle mucizevî bir yöntem olsa ben de çok isterdim.
Düşünün bir veya iki seansta sorununuzu çözmüşüm ve ömür boyu rahatlamışsınız. Benim için de
korkunç güçlü bir mesleki motivasyon olurdu."

Gözlerinin karardığını hissettim. Dudaklarını yemeye niyetlenir gibi dudağını yakaladı, dişine doğru
bastırdı parmağıyla. "O" bir an önce mucizevî bir çözüm bulmak istiyordu. Tırnaklarına bakarak sordu.

"Terapi görmek lazım."

"Evet."

"Kaç seans?"

"Bir rakam vermem çok zor. Bazen üç, bazen sekiz bazen otuz seans sürer nispeten kendinizi iyi
hissetmeniz için. Yani başlangıç için. Sonra gelişmelere göre seans süresi ve sıklıkları tespit edilir."

"Çokmuş." Daha da ümitsizleşiyordu. Onu ikna etmek için ne yapabileceğimi düşünüyordum sürekli.
Çünkü öyle yada böyle birinden destek alması gerekliydi. Kısır döngünün içinde dönüp duruyordu.

"Doğru. Bakınız bu yarılma tipi bir danışanımın dosyası. İki yıl oldu." Dosyayı kapalı olarak yandan
gösterdim. Notlarımın kalınlığını görsün istedim. İlgilendi.

"Durumu nasıl? Hayatında bir şeyler değişti mi?"

"Hı hı!" dedim özgüven içinde dosyayı kaldırırken.

16 / 19
"Hayatında ne gibi değişiklikler oldu?"

"Genel ruh hali daha iyi. Evde işler ve ilişkiler düzeldi. Nispeten eşi ile iletişim sağlayabildi. Ani çıkışları
ve dürtüsel saldırıları azaldı. Kıskançlık çıkışları ve saldırıları yerine duygularını ifade etmeye başladı.
Eşi de ona karşı saygılı davranıyor. Yine de bireyselleşme konusunda biraz daha çalışmamız gerekli."

"Dikkat dağınıklığı da bununla mı alakalı?” dedi, çizimimdeki ruhsal aygıtta dürtünün neden olduğu
bilinçdışı enerji şişmesini ve sistemdeki enerji tükenmesini gösteren kısmı işaret ederek.

"Hımmmm." diyerek olumlu yanıtladım. Bu Vamık Hoca'nın Hmmm'ları beni çok etkilemiş ve fazla
içselleştirmişim diye geçirdim içimden. Hemen ardından üç işi bir arada yapabildiğimi fark ettim. Hem
konuşup, hem duygularımı irdeleyip, hem de aynı anda düşünmek.

<İyi iyi benim de sağ beynim yeni yetenekler ediniyor ve güçleniyor.> diye düşündüm.

Çok uzun süre sol beyinli olarak hayatımı sürdürmüştüm. Danial Coleman'ın Duygusal Zekâ kitabını
okuyana kadar. Sonra dünyam değişti resmen. İlgi alanım ve mesleki yaşantım da tabi.

"Ders çalışamamam da bununla ilgili o zaman."

"Hım-hım."

"Şey yapıyor musunuz? E... hipnoz yapıyor musunuz? Ben biraz korkuyorum da hipnozdan."

"Hipnoz ilave ediyoruz seanslara gerekli ise. Eeee... Terapi dediğim olay şu..." genelde eski
eğitimcilikten gelen alışkanlıkla fazla "eeee" ve "aaaa" ve "ımmm" ifadeleri kullanmam konuşurken.
Ama aynı anda zihnim duygularımı hissederken, bir yandan da düşünürken ve aniden konuşmaya
başlayınca oluyor bazen. Kekemelerde olduğu gibi.

"Önce mümkün olduğu kadar bilgi toplamaya çalışıyorum oldukça detaylı bilgi topluyorum sizinle
ilgili."

"Hımm. Anladım."

"Çünkü bu bilgiler, biraz önce çok çok özet olarak anlattığım bilgileri daha sonra size uygun bir dille
anlatmam için referans oluyor. Bu uygulamayı her danışana yapmıyorum. Şu an sizinle ilgili kafamda
oluşan terapi şemasını iletiyorum. Elbette seanslar sırasında bu değişebilir. "

"Anladım."

"Malum tüm psikolojiyi konuşmamızın anlamı yok. Sizin ihtiyaç duyduğunuz kadar bilgiyi size iletmem
gerekli ki siz kendi ruhsal dünyanız ile ilgili bir içgörü hazırlığına girebilesiniz. Tekrar etmek isterim
elbette her danışana bu bilgileri anlatmıyorum. Herkese uyguladığım terapi yöntemi farklı. Sizde bu
yöntemin uygun olacağına inanıyorum."

"Benim farkım nedir?"

"Şöyle; ben anlattıkça danışanım yavaş yavaş kendini görüyor. O kendisini görüp fark ettikçe içeride
bir şeyler hareketlenmeye başlıyor. Bir süre sonra bilinçdışında geçmişteki sorunlu döneme bir
gerileme oluyor. Bunu danışan fark etmiyor ama ben algılayabiliyorum gelişmeleri. Bilinçdışı alan,

17 / 19
tüm geçmişi hatırlıyor biliyor çünkü yaşadı. Nerede ne sorun oldu, gelişim sırasında nerede takıldı,
nasıl ortaya çıktı biliyor.

"Yani aslında içten içe bunu biliyorum ama farkında değilim."

"Bravo. İşte bunun için size anlatma yöntemini kullanıyorum. Bilgiyi kullanmaya hazır görünüyorsunuz.
Evet... Sonra, yani, bilinç dışındaki bu gerilemeden sonra ego, kendilik ve bilinçdışı yeniden
olgunlaşmaya başlıyor. İçeride rahatsızlık verici dürtüler yeniden örgütleniyor. Düzeltiliyor. Yani
bilinçdışı nehir yeni bir mecrada akmaya başlıyor. Artık daha düz, sorunsuz, girdapsız bir su kanalı gibi
bir mecra oluşturuyor kendine. Çünkü bilinçdışı, geçmişten bugüne sıkıntılı bir mecrada akmanın
getirdiği sel baskınları, toprak kaymaları gibi sorunları biliyor ve onu düzeltmek istiyor."

Seans uzamıştı, bir sonraki seans için gelen danışanım kapıyı çaldı. Kapıyı açmak için çıkarken yüzüne
göz attım. Uzaklara dalmış düşüyordu, ne yapacağını. Morali bozulmuş, ama bir yandan doğru
tespitte bulunduğum için buradan bir fayda bulacağına inanmıştı. Tırnak altlarını temizlemişti beni
beklerken. Tekrar izlerken videoda gördüm bunları. Çöp tenekesine parmaklarını silkeledi.

Nedense hep düşünürken bir şeyleri temizlemeye çalışıyorduk. Bazen kendimi evyeyi veya çeşmeyi
parlatırken buluyordum kafam meşgulken. Demek temizlemek yoluyla zihnimdeki düşüncelerden
gereksizleri temizlemeye düzene sokmaya çalışıyordum herhalde.

İçeri girerken onu düşünceli yakaladım. Kaldığım yerden devam ettim. Süreci hızlandırmak için.

"Bilinç dışı zaten hep istedi bu rahatsızlık verici durumu düzeltmeyi. Ama kişi bilinçli olarak bunu fark
edip bu yolda bir tamir sürecine giremedi. Ya bütçe yüzünden, ya işini bahane etti, yada terapiyi deli
tedavisi olarak algıladı. Çoğunlukla da ben deli değilim veya ben çözerim savını kullanarak erteledi.
Hemen her danışanım bu odaya girince bir süre geçince KEŞKE der. ‘Keşke daha önce gelseydim.
Destek isteseydim. Bu kadar zamanı boşa harcadım.’ der. Ben de 'Keşke demeyin. Her şeyin bir
zamanı vardır. Demek ki uygun zaman bu anmış derim. Bu duvarların duyduğu keşkeleri bilseniz.’
derim."

"Sadece konuşma terapisi mi olacak. Yani sadece konuşacak mıyız?"

"Elbette gerekli olduğunda uygun yöntemleri ekleyeceğiz seanslara. Mesela, hipnoz kullanıyorum,
diğer terapi yöntemlerini de kullanıyorum. Davranışçı, bilişsel, duygusal boşalım tekniği yani EFT gibi
farklı ve gerekli yöntemleri kullanıyorum. Elbette benim kullanmadığım ama bu konuda uzmanların
olduğu, farklı yöntemler mevcut. Drama, resim, dans, oyun terapileri, analitik psikoterapi, katatimi
gibi yöntemleri uygulayanlar da var. Ben süreci hızlandırmak için mümkün olan ne ise kişiye özgü
olarak yerine getirmek istiyorum."

"Benim aklıma yattı ama ilçeden gelmekte zorlanırım. Buraya taşındıktan sonra olur ancak. Düzenli
olmaz sizin dediğiniz gibi haftada iki kez veya üç kez zorlanırım. Yakında bir yere gelmem gerekli.
Maddiyat da önemli tabi. Benim için iyi bir para."

"Tabi. Anlıyorum kolay değil. Zaten bu sürece tahammül edip zorlukların üstesinden gelmeyi
kabullenmek terapinin ve değişim sürecinin başlamasını sağlıyor. "

Önce geriye yaslandı ve hemen ardından koltuğun ucuna geldi. Kalkmaya hazırlandı.

18 / 19
"Bitirdik herhalde. Galiba hastanız var."

Bana veya başka terapiste gelene kadar kendisi ile ilgili içgörü kazanmasına yardımcı olmak istedim.
Bazen gizli narsistik yapılar kendi kendilerini değiştirmeyi severler. Riske girmek gerekir diye
düşündüm.

"Benim bir önerim var. İzmir Halime Odağ Vakfı'ndan çıktı. Vamık Volkan Hoca'nın yazdığı bir kitap.
Özsevinin Doğası. Bana gelmeden önce bir okumanızı öneririm. Dili nispeten hafiftir. İçgörü açısından
ve kendinizi daha rahat değerlendirmeniz açısından yararlı olabilir."

Pek oralı olmadı. Yoksa mutlaka tamam ismini yazayım derdi. Demek ki terapistin ilgisini ve
yönlendirmesini tercih ediyor olabilirdi. Veya benim önerdiğim yöntemi ve anlattıklarımı beğenmemiş,
onaylamamış olabilirdi. Bu tekrar terapiye gelmeyeceğinin göstergesiydi bir yerde. Narsistik
örgütlenmelerde bu oldukça sık rastlanan bir durumdu. Sonuçta yakınan ve destek isteyen kendisiydi
ve bu kez bu desteği benden almama olasılığı yüksek görünüyordu.

"Ben gideyim o zaman."

"Geldiğiniz için teşekkürler. Sizden haber bekliyorum Uygun olunca arayabilirsiniz."

Bekleme salonuna giderken ayaklarının geri geri gittiğini hissettim. İmkânı olsa aynı gün terapiye
başlayacak gibiydi.

<Benim mi hüsnükuruntum> dedim içimden.

<Umarım değildir. Başka terapist olsa dahi keşke gitse, burada bırakmasa>. Yaş otuz beş yolun yarısı
eder... Durumlarındaydı kızcağız.

Keşke dedim, keşke, içinde 'keşke' geçen bir şarkı yazabilme yeteneğim olsaydı. Bir sonraki
danışanımın seans odasına gidişini izledim, kredi kartını POS makinesine takarken. Birazdan yine
içeriden keşke nameleri dağılacaktı odanın duvarlarına. Bir kez daha keşke sesleri yapışacaktı
duvardaki saten boyanın üzerine. Yine kâğıt mendiller tükenecekti danışanım atlatılamadığı yasını bir
kez daha yaşarken seans odasında, seansa başlar başlamaz.

Seanstan çıkarken yine gülücükler yayılacaktı dudaklarımıza, bir saat içinde de olsa rahmetli babasının
yasının acısını benim omuzlarıma aktardığında hafiflemiş olacaktı bir sonraki seansa kadar...

NOT: Bu seans; açıklayıcı olması amacıyla, aynen kullanılmasına onay veren ve ortak sorunları olan
dört danışanımın seanslarının birleştirilmiş halidir.

19 / 19

You might also like