Professional Documents
Culture Documents
RESSAMLAR CEMİYETİ
GAZETESİ
KİTAP YA YINEVt - 146
SAHAFTAN SEÇMELER DİZİSİ - 13
DANIŞMAN
ALİ EMRE ÖZY!LD!RIM
KATKIDA BULUNANLAR
HATİCE AYNUR
ADNAN ÇOKER
YÜCEL DEMİREL
GÜLSELİ İNAL
GÜNER ÖZEN
VASSİLİKİ PAPADOPOULOU
TAHSİN ÖMER TAHAOCLU
KİTAP TASARIM!
SAVAŞ ÇEKİÇ
GRAFİK UYGULAMA
EDİZ ÇALIŞKAN
KAPAK RESMİ
OSMAN HAMDİ BEY, KAPLUMBACA TERBİYECİSİ, SUNA VE İNAN KIRAÇ VAKFI KOLEKSİYONU
BASK!
MAS MATBAACILIK A.Ş.
DEREBOYU CADDESİ, ZACRA İŞ MERKEZİ B BLOK I
MASLAK-İSTANBUL
T: (0212) 285 ll 96
E: info@masmar.com.tr
J. BASIM
YAYJN YÖNETMENİ
ÇACATAY ANADOL
GüNC E LL E Ş T İ R İ L M İ Ş B A S I M
Y A Y I M A H A Z I R L A Y AN
Y A P R A K Zi H Ni OC L U
helsakam®
KONFEKSİYON YAN ÜRÜNLERİ
LİBA LABORATUVARLARI A.Ş. SAN. ve TİC. A.Ş.
Numara 3 1 Mart 1 32 7 [ 1 9 1 1 ] 22
Hüseyin Haşim Ressam Şeker Ahmed Ali Paşa 23
Karar 26
Kemal Emin Felsefe-i sanat 1 26
R uhi Paris 'ten mektup 28
Ahmed Ziya -28
Midhat Rebii Hakkaklık aleminde 29
Tebrik 30
Numara 4 1 Nisan 1 32 7 [ 1 9 1 1 ] 31
A . Kemal Emin Bir nazar 32
Mehmed Faik Tarih-i sanat 1 33
Kemal Emin Felsefe-i sanat il 36
Sami Louvre ' da Chauchard koleksiyonu - Bizim müzeye ihtiyacımız 37
Murtaza Teşrih-i tasviri 1 38
Tebrik 39
v
Numara 5 1 Mayıs 1 32 7 [ 1 9 1 1 ] 40
Hüseyin Haşim Ressam Şevket Bey 41
Mehmed Faik Tarih-i sanat il 43
Sami Mektup - Meissonnier ve Louvre 'daki asarı 44
Kemal Emin Felsefe-i sanat III 46
Murtaza Teşrih-i tasviri il 47
A za-yı Cemiyete 48
vı
Safvet Bir düşünce 98
Hüseyin Haşim Tezhip 99
Raif Necdet Heyecan-ı sanat 101
Musikimiz 1 02
F. Rebii Romanlardaki resimler 103
A. K. Telehhüf 1 07
Vahid Müze-i Hümayun' da bir ş ube-i cedide-i sınaat 109
H. Avni Sanayi-i Nefise Mektebi'nde küşadı musammem galeri için 110
A. Kemal Emin Şehid-i sanat (Küçük hikaye) 1 13
Ressam Nedim Bey merhumun ailesine 1 16
Numara 13 25 Mayıs 1 32 8 [ 1 9 1 2 ] 1 50
A. Kemal Emin joconde 151
Hüseyin Haşim Fenerci 151
F. Rebii Fikir ve fiil-i tefekkür II 153
E mile Michel Sahra ressamları ile tabiat ( Mütercimi: Hüseyin Avni) 155
A.S. Palette vücudu elzem olan renkler I 1 60
Ahmed Ziya Sath-ı menazıri 1 62
Numara 15 1 Nisan 1 3 3 0 [ 1 9 1 4] 1 99
O. Asaf İzale-i şübuhat için 1 99
Muallim Vahyi Sanatkarlarımızın yapacakları 200
Hüseyin Haşim Suriyeli merhum ressam Ahmed Bey 204
Refik Hümoristlik - Mizah ressamlığı 207
Kahramanzade Ahmed Ferid Mefkure-i sanat III - Aşk ve sanat 215
Feyzi Uluğ Devr-i teceddüd ve sanayi-i nefise II 22 1
A . S. Palette vücudu elzem olan renkler III 227
Sanayi-i Nefise Mektebi için V 228
Ressamlara dair I 230
vıı
[Numara 16] (t.y. ) 233
Muallim Vahyi Kızlarımız için: Tabiiyat - Resim derslerindeki ehemmiyeti 234
Kahramanzade Ahmed Ferid Mefkure-i sanat iV - His ve hayal 245
Bursalı Mehmed Tahir Oymacılık ve Bursalı Oymacı Fahri 247
Vasıf Bey 252
A. S. Palette vücudu elzem olan renkler iV 254
Ressamlara dair il - Ziya ve renkler 259
Dizin 348
\111
SUNUŞ
YA P R A K Z i H Nİ O C L U
ıx
LATİN HARFLERİNE ÇEVİRİ VE GÜNCELLEŞTİRİLMİŞ BASIMDA İZLENEN YÖNTEM
4. Yabancı özel adlar ve sözcükler: Kaynak metinde 7. Tarihleri çevirme: Ay, gün belirtilmeden verilen
yabancı özel adlar Türkçede söylendikleri gibi yıllar Hicri tarih addedilerek Miladi tarihe
yazıldığından basımda özel adların imlası - çevrilerek köşeli ayraç içinde gösterildi.
Lfonard de Vinci, Michel-Ange ve Raphael dışında
AnaBritannica ( İstanbul: Ana Yayıncılık, 1 9 8 6 ) 8. Arap harfli kaynak metne gönderme: Çeviri
esas alınarak değiştirildi: Ten-Taine gibi . . . Dilimize metnin kenar boşluklarında kaynak metnin sayfa
geçmediği tespit edilen Fransızca tabirlerin kaynak sayıları gösterildi. Orijinal metin web sayfamızda
dildeki imlası köşeli ayraç içinde gösterildi. okurlara sunuldu. (www.kitapyayinevi.com)
Yararlanılan kaynaklar
AnaBritannica Genel Kültür Ansiklopedisi. İstanbul: Ana Yayıncılık, 1986.
Arseven, Celal Esad. Sanat Ansiklopedisi. 4 c. lstanbul: Maarif Matbaası, 1 950.
Benezit, E. Dictionnaire critique et documentaire des peintres, sculpteurs, dessinateıırs et graveurs, 8 c. Librairie Gründ, 1 94 8 .
Biiyiik Laroıısse Sözlük v e Ansiklopedisi 20 c . İstanbul: Gelişim Yayınları, 1 9 84.
Çoker, Adnan. Osman Hamdi ve Saııayi-i Nefise Mektebi. İstanbul: Mimar Sinan Üniversitesi Yayını, 1983.
Devellioğlu, Ferit. Osmanlıca - Türkçe Ansiklopedik Sözlük. 1 8 . bs. Ankara: Aydın Kitabevi, 200 1 .
lmla Liigati. lsranbul: Devlet Matbaası, 1 929.
lstanbııl Ans ik lopedisi. 8 c . lstanbul: Tarih Vakfı, 1 994.
K.mar, .\1ehmet. Örnekli Etimolojik Osmanlı Türkçesi Sözlüğü. lstanbul: Derin Yayınları, 2003.
Özön, .\1. _ 'ihat. Resimli Büyük Türk Dili Sözlüğü. İstanbul: Arkın Kitabevi, 1 97 1 .
Pt'tıt L:ıruusse. Pari : Librairie Larousse, 1962.
Redhouse.J. W. A Turkish and English Lexicon. Beyrut: Librairie du Liban, 1987.
L'naL Ekrem Kadri. Ekmeleddin İhsanoğlu, Suat Vural. Osmanlıca Tıp Terimleri Sözlüğü. Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2004.
OSM A N LI RE SSA M LA R CEMİYETİ VE N A Ş İ R-İ E F KAR I
EHL-İ HIREF1DEN ÖZGÜR RESSAMLAR ÖRGÜTÜNE
" . . . Tanrıya çok şükürler olsun, çok işlerde olduğu Rebii, Tomas Efendi, Müfide Kadri, Rıfat gibi
gibi, bu sanatta da milletimiz başkalarından pek sanatçıların da katılımıyla üye sayısını artırmıştır.
geri kalmamıştır. Bizim Avrupa galerileri gibi Daha sonra, 20. yüzyılın başlarında, Avrupa 'nın
sergiler açacak kadar tablolarımız yoksa da, bizim çeşitli şehirlerine, özellikle Paris'e, sanat eğitimi için
zenginliğimiz başka türlüdür, bizim malımız başka gönderilmiş sanatçılar da, 1 9 1 4 'te I. Dünya
türlü güzeldir, başka yönden değeri vardır. .. " Savaşı'nın başlamasıyla yurda döndüklerine
Osmanlı Ressamlar Cemiyeti ' ne girmişlerdir.
" . . . Bize öğretin. Çoğumuz üslup nedir bilmiyor. . . "
XI
T .ırihçe i kabaca bu şekilde çizilebilen Osmanlı ve minnettarız. " Görüldüğü gibi, taltifat ve teşvikat
Ressamlar Cemiyeti' nin, sanat ve resim sanatı kelimeleri, maddi destek konusunda yeterince açık
tarihimiz içinde önemli kılan en önemli nedenleri olmamasına rağmen, Abdülmecid Efendi' nin
de belirlemeye çalışacak olursak, Devlet-i A liye' nin hamiyetini hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak
ilk özgür sanatçı derneğinin olmasının yanı sıra şekilde açıklıyor gibi görünüyor. Ancak, Binbaşı
daha sonra halife olacak olan Şehzade Ahmed Ziya ' nın 3. sayıdaki başlıksız yazısında
Abdülmeci d ' in himayesinde kurulmasıdır ki, geçen " . . . iki seneden beri büyük müşkülat ve azim
Osmanlı dünyasına pek de yaba ncı bir durum ile kurulmuş olan bu cemiyet. . . " sözleri
olmayan sanatçı hamiliği geleneğinin burada da Abdülmecid ' in maddi desteğinin nereye kadar
devam ettiğini ve nihayete erdiğini görmekteyiz. olduğu konusunda bazı kuşkular doğuruyor. Yine
de, gazetenin ilk on sayısının kapak sayfalarında
Il fırça, palet ve Osmanlı sembollerinden oluşan
Burada öncelikle, Şehzade Abdülmecid ' in himayesi romantik bir tezyinatın içinde gördüğümüz
meselesi üzerinde biraz durmak gerekir; zira Abdülmecid Efendi portresinden ve 2. sayıdaki bir
cemiyetin kurulduğu, naşir-i efkarın yayımlandığı diğer portresinin altındaki Hüseyin Haşim imzalı
dönemde şehzade olan geleceğin İslam halifesi bir kıtadaki:
Abdülmecid Efendi, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti
ile ilgili hemen tüm yayınlarda, yazılarda ve Ey abd-i serefrazı hüdavend-i Mec1din
makalelerde rastlayabildiğimiz ve kaynağı asla Cem' iyetimiz buldu vücudunla sa'adet
belirtilmeyen bir bilgiden yola çıkılarak, cemiyetin Kılsın ebedi şaşa'a-i zatını Allah
maddi destekçisi olarak da belirtilmektedir; ancak, Ey necm-i zeka bedr-i deha mihr-i necabet
bu durum, cemiyet ile ilgili yayınlarda, himaye
meselesinin pek haklı ve doğal olarak maddi desteği şeklindeki şükran sözlerinden, Abdülmecid
de içermesi gerektiği gibi bir düşünceden yola Efendi'nin en azından gazetenin çıkışına maddi
çıkılmış olduğundan zorunlu bir kabul ve onay desteğinin olduğunu açıklıyor gibi görünüyor.
görmekle birlikte, cemiyetin tarihinde netleşmemiş
bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Abdülmecid Efendi'nin cemiyetin ilerlemesi ve
amaçlarına ulaşabilmesi için sunduğu taltifat ve
Cemiyet ile ilgili yayınlarda, kaynağı belirtilmemiş teşvikat, sanat tarihimizde devletin sunduklarından
bu hamilik meselesinin temel kaynağının, Osmanlı bağımsız bir 'sanatçı hamiliği' konumunun
Ressamlar Cemiyeti Gazetesi' nin 1. sayısının 1. başlangıcını da ifade etmektedir. Ve bu kavramı da
sayfasındaki "Maksadımız" başlıklı yazıda geçen içeren bu dönem, plastik sanatlar tarihimizde
bazı kelimeler olması kuvvetle muhtemel gibi yepyeni bir dönemdir. Muhtemelen Şehzade
görünüyor. Gazetenin bu ilk ve başyazısının adı Abdülmecid'in hamiliğinin ve İkinci Meşrutiyet'in -
belirtilmemiş yazarı ( büyük bir ihtimalle aşağıda da İkinci Abdülhamid yönetimine kıyasla - görece
belirtileceği üzere Şerif Abdülkadirzade Hüseyin özgürlük ortamının verdiği cesaretle, sanatçılar,
Haşim) yazısının bir yerinde şöyle demekte: " . . . kendilerini hafif alaya alan bir tarzla, artık çıplak
Sanayi-i nefisedeki iktidar-ı mahsusları cihetiyle kadın resmi yapmak istediklerini, çünkü çıplak
hanedan-ı saltanat-ı seniyenin medarı iftiharı olan modelden çalışmanın sanatın gelişmesi için son
ve tasvir-i alileri gazetemizin serlevhasına vücud-ı derece gerekli olduğunu bile belirtebilmektedirler.
maal1nümud-ı necabetpenahileri de cemiyetimizin 14. sayıda, " Garb'ın asar ve sanayi-i nefisesi kadın
riyaset-i fahriyesine şerefbahş buyuran devletlu, ve kadınlığın cebhe-i ismet ve nur-ı cemalinde
necabetlu A bdülmecid Efendi hazretlerinin, parlar, hatta yine Garb'a göre, onun üryanlığı
cemiyetin her veçhile mazhar-ı feyz ve teali olması üstünde gezinir . . . Onlar bütün ahlaki ve gayri
emrinde mütemadiyen i braz buyurmakta oldukları ahlaki saikalarla mertebe-i dehaya ulaşırken bize o,
talrifat ve teşvikatı terakkiyata nailiyetimiz saf, bakir dağlar, ormanlar, denizler kalmıştır . . . "
hakkında bir beşaret-i mahsusa olarak telakki diyen Kahramanzade Ahmed Ferid, bu sözleri daha
eylediğimizden bu cihetle de bahtiyar ve önce söylemek cesaretini sanırız bulamazdı.
mü arünileyh hazretlerine karşı daima müteşekkir Cemiyetin, Osmanlı devletini n ilk özgür sanatçı
Xll
derneği olması durumuna da değinmek isteriz. düşün enin olu masına olan katkılarıdır. Süreli
Batı ' nın zihinsel üretim dünyasının vazgeçilmez yayınların Ban'da gelişmesi, kitaplarda bilimsel
unsurlarından olan, resmi düşünceden bağımsız şekilde verilen bilgileri popüler bir dille anlatmanın
bilimsel kurumlaşma olgusunun, yani bir diğer aracı olmasından kaynaklanır.
deyişle, " resmi yapıdan bağımsız örgütlenmiş
düşünce " anlayışından kısaca söz etmek gerekir. Bu aktardığımız durumların da, Osmanlı Ressamlar
Batı 'da, 1 7. yüzyıldan sonra, Rönesan s ' ın kültürel Cemiyeti' nin durumuyla çakışabildiğini görüyoruz.
ve düşünsel mirasının üzerinde kurulmaya Osmanlı Ressamlar Cemiyeti, her şeyden önce,
başlanan ve 1 8 . asırda parlak bir dönem yaşayan devletten, resmi düşünceden ve resmi yapıdan
bilimsel derneklerin ve kurumların, modern bağımsız gibi algılanması mümkün bir düşünce
düşüncenin yayılmasında ve bilim üretiminde çok kurumuydu; Türk plastik sanatlarının düşünce
önemli rolleri olduğunu biliyoruz. Gerçi, bilimsel gelişimine ve sanat literatürümüze olan
örgütlenme, Fransa ' da Academie Française ( 1 63 5 ) katkılarından söz etmek bir yana, bunun
y a da Rusya ' d a Saint Petersburg Akademisi öncüsüydü; popüler bir dille, halka resmi ve sanatı
( 1 72 7 ) örneklerinde görüldüğü gibi, önce devlet sevdirmek amacını taşıyan bir süreli yayını vardı.
eliyle başlatılmıştır. Ancak zaman içinde,
Aydınlanma Çağı ' nın getirdiği rasyonalist Osmanlı Ressamlar Cemiyeti, döneminin düşünce
düşüncenin zengi nliğini temel almış, devletin ve yapısı üzerinde, ilgilendiği alan itibariyle, tüm
kilisenin egemen düşünce yapısından ve Orta toplum nezdinde o denli güçlü etkiler bırakmış
Çağ'da resmi kilise-devlet düşüncesinin olmasa bile, sanat dünyamız ve entelijansiyası
savunuculuğunu yapmış üniversitelerden ve içinde, bir düşünce disiplini geliştirmiş olması ve
a kademilerden kendini soyutlamış bağımsız bilim daha da önemlisi plastik sanatlar teorisi kurma
ve düşünce kurumları kurulmuş ve birçoğu, bilim çabaları açılarından çok önemli bir role sahip
üretimindeki varlıklarını günümüze kadar olduğuna inandığımız bağımsız bir sanat
sürdürmüşlerdir. kurumudur. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi
ise, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti' nin plastik
Osmanlı devletinde, bilimsel ve sanatsal kurumların sanatlar düşünce tarihimize ve sanat literatürümüze
gelişmesi, klasik bir tanımlamayla söylersek, katkısıdır.
gecikerek de olsa benzer bir gelişim göstermiştir
gibidir. İlgilendiğimiz alanı ele alacak olursak, m
bildiğimiz gibi önce devlet eliyle, Sanayi-i Nefise Osmanlı Ressamlar Cemiyeti, kuruluşu ve
Mekteb-i A lisi kurulmuş; düşünsel örgütlenmenin faaliyetleriyle neyi amaçlıyordu ? Neleri
temel kaynağı olan yetişmiş, eğitimli insan sorunu gerçekleştirdi ?
çözüldükten; düşünsel ve eylemsel planda altyapı
oluştuktan sonra, devlet eliyle kurulan bu kurumu, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'nin kuruluş
düşünce özgürlüğüne kısmi bir yol açmış olan gerekçeleri hakkında bize en iyi fikri verebilecek
İkinci Meşrutiyet döneminde -tek bir örnek dahi vesika, gazetenin birinci sayısının birinci
olsa- resmi düşünceden bağımsız bir sanat örgütü sayfasında, " Maksadımız" başlığı altında
olan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti' nin kuruluşu yayınlanan ve aslen gazetenin neşir maksadıyla ilgili
izlemiştir. olmasına karşın, cemiyetin kuruluş gerekçeleri
hakkında da önemli ipuçları veren sunuş yazısıdır.
Şüphesiz ki, bilim ve sanat kurumlarının varlıkları, Yazarının belirtilmediği bu makalenin yazarının,
bir ülkenin bilimsel gelişimine ve bilimsel gerek dergi yönetimindeki konumu, gerekse diğer
gelişiminin tarihine bulundukları katkı oranında makaleleriyle yazım biçimi ve ağdalı dili açısından
önem taşırlar. 1 66 7' de kurulan Royal Society of benzerlikler göstermesi nedeniyle, Şerif
London' ın tarihinin 1 667' de yazıldığını görmemiz Abdülkadirzade Hüseyin Haşim olduğunu tahmin
bile bize bu kurumun kısa bir zaman dilimi içindeki ediyoruz. Bu metinde en dikkat çeken cümle,
etkinliklerini açıklamaya yeter. Bir diğer olgu da, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti ' nin kuruluş amacının,
bu kurumların süreli yayınlarının bilimsel Osmanlı devletinde ressamlığın ilerlemesi ve
XIII
Osmanlı ressamlarının geleceklerini temin sanayi-i nefisenin mülkümüzde temin-i revacı
doğrultusunda birleşmeleri esasına dayanmakta olacağı şüphesizdir," derken, resim kültürünün
oluşunu ifade etmektedir. ancak tutarlı bir güzel sanatlar k ültürü içinde
Ayrıca, haklı bir ekonomik kaygı göze verilebileceğini ortaya koymuştu.
çarpmaktadır. Kendilerini resim sanatına adamış bu
genç ressamlar, ülkeye resim kültürünü yayarken Gazete yazarlarından Aziz Hüdayi ise, 17. sayıdaki
hayatlarını da sağlamak zorundadır. Gazete yazısında, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti' nin kuruluş
yazarlarından Ebuşşefik, 11. sayıdaki yazısında, gerekçesini şu sözlerle ifade etmektedir: " Ressamlar
resmin ülkede rağbet görmeyişinin ve pazarının Cemiyeti, ' resim ve heykeltıraşlık akademisi' nin
olmayışından yakınırken ülkede resmin Osmanlılıktaki şeklidir . " Şüphesiz kişisel bir
önemsemeyişinin yanında kendi ekonomik temenni olan bu görüşün cemiyeti de bağladığını
kaygılarını da üstü kapalı bir biçimde dile düşünecek olursak, ilk dikkatimizi çeken nokta,
getirmektedir. cemiyetin gelenekten ayrıldığı noktayı belirlemek
konusundaki kararlılığıdır. lleriki sayfalarda
Ancak misyon, tutku derecesinde bağlandıkları göreceğimiz gibi, cemiyet üyeleri, Sanayi-i Nefise
resim sanatının ülkede gelişmesini sağlamak için Mektebi'nin eğitim sistemi ve faaliyetlerini sürekli
çalışmaktı ve " şu muhterem millet, kendisinin şanı eleştiri konusu yaparken, zaman zaman Batı ' daki
ile mütenasip bir derece-i aliyeye irtikasını mucip sanat eğitim kurumları ile de kıyaslamalar
olacak münevver bir devrin tulu edeceğine itimat-ı yapmakta, bu ise, resim bilincini ve kültürünü
kalbi ile muntazır" ise bu münevver devrin doğuşu topluma mal etme amacının ardında gizli bir "yerli
için gerekli araçlardan biri resimdi ve ülkede resmi gelenekle hesaplaşma " amacının olduğunu
ve resim kültürünü geliştirmek, dolayısıyla göstermektedir. Sanayi-i Nefise çıkışlı bu genç
medeniyet dünyasına bir adım daha atabilmek için sanatçıların " resim geleneği "ni mezun oldukları
gerekli araçları sağlamak görevi de Osmanlı eğitim kurumunun biçimlendirdiğini düşünürsek,
ressamlarının tek örgütü olan Osmanlı Ressamlar belki de geleneğin kendilerine bir şey sunmadığını
Cemiyeti' nindi. Bundan ötürü, Osmanlı düşünen bu gençlerin çıkış yolu, " ressam ve
toplumunun, her dalda olduğu gibi, fen ve sanat heykeltıraşlık akademisi " nin kendilerince,
dünyasının, çağın kavramları olan bilim, eğitim ve Osmanlılıktaki şeklini kurmak, geleneksel eğitim
kalkınma ülkülerinin büyük yolunda ilerlemek veren bir kurumu reddedip evrimci bir kurum
çarelerine başvurması, yurtsever Osmanlı oluşturmaktı.
ressamlarının " . . . ihlas-ı tam ile bir cemiyet teşkil
eylemişler ve sevgili vatanımızı cilvegah-ı bedayi ve Gerçekleştirdiği yeniliklere gelince . . . Osmanlı
kemalat eylemek maksadı ile bezl-i mesai eyleyen Ressamlar Cemiyeti, Türk resim sanatı tarihine,
erbab-ı fonun ve sınaat silsilesine katılmalarında . . . " sergi açmanın ötesinde sanat ve sanatçı hukuku
etkili olmuştur. Batı sanatı karşısında duyulan açısından da önemli bir katkıda bulunmuştu.
hayranlık, yerini Batı teknolojisi karşısındaki Resmin, sanat pazarı içindeki yerini oluşturma
ezikliğe bırakınca, Osmanlı ressamları da çabalarını gördüğümüz cemiyet üyeleri, henüz
yurtseverlik gereklerini yerine getirmişler ve kendi sanatçı-galeri-galerici ilişkilerinin başlamadığı bir
deyimleriyle, büyük yükselme yolundan göz toplumda, bu ilişkilere esas teşkil edecek
yumarak yaşamaklığın zararlı etkileri yüzünden sözleşmeler de kaleme almışlardı.
mutluluğa ulaşamayan bu vatanı mutlu kılmak, o
mutluluğu görmekle, bir kutsanmışlık elde etmek Osmanlı Ressamlar Cemiyeti' nin düzenlediği ilk ve
için çalışmaktan uzak kalmamayı kendilerine özel tek büyük sergi 1916 Galatasaray Sergisi 'dir.
görev bilmişlerdi. ( Cemiyetin yazlık Galatasaray sergilerinin daha
küçük boyutlarda olduğunu, 1919 yılından sonra
Cemiyet, resmin gelişmesini güzel sanatların düzenlenmiş beş serginin Osmanlı Ressamlar
gelişiminden ayrı düşünmemiş, A. Kemal Emin, Cemiyeti tarafından değil, Türk Ressamlar
"Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi'nin cümle-i Cemiyeti tarafından düzenlendiğini bize Halil
vezaifinden biri, belki birincisi yalnız resmin değil Edhem aktarıyor. }
xıv
1 Görülüyor ki, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti, diğer yönetim kurulunun resmi bildirisiyle
taraftan Türkiye' nin ilk sanat galerisi olma işlevini yansıya bileceğini, ya da en azından bu tarz
de üstlenmiş, "program" adını verdikleri yazıların daha sıklıkla olması gerektiğini
1
sözleşmelerle, galericilik kurallarının ilk örneklerini söyleyebiliriz. Bu ilişkiyi, iki kurum arasındaki
de vermişlerdir. düşünsel ve eylemsel bir ilişki bağlamında değil,
Türk resim sanatı tarihinde, sanatın ve sanatçının kişisel ilişkilerden kaynaklanan bir şahıslar-kurum
korunmasına ilişkin ilk kuralları içeren ve Osmanlı ilişkisi şeklinde ele almamızı sağlayan veri budur.
Ressamlar Cemiyeti'nin adeta bir "galeri-galerici
sanatçı" ilişkisi kurulmasına olanak sağlayan, v
" Osmanlı Ressamlar Cemiyeti merkezinde küşat Cemiyetin, yayın organındaki makale ve yazılardan
edilen daimi satış sergisi programıdır" ( sayı 1 ) ve açık seçik algılanabilen fikri yapısını, resim ve
"Umum resim sergisi programıdır" (sayı 2) başlıklı heykel tarihi yazıcılığımızın üzerinde çok durduğu
belgeler bu durumu yeterince açıklığa kavuşturan bir 'gelenek' sorunu çerçevesinde çözümlemeyi
vesikalar olarak karşımızdadırlar. sanat tarihi bilimi adına çok isterdik. Çünkü eğer
sanat tarihi bugün Türkiye'de bir ' beşeri bilim' dalı
IV olarak hak ettiği yeri almışsa (ya da alamamışsa
Bağımsız bir sanat kurumu olarak nitelendirdiğimiz bile), Panofsky'ye inancımız tamdır. Ya da
Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'nin " bağımsız olma Panofsky'ye inandığımız için sanat tarihi
niteliği"ne hiç gölge düşmüş müdür ? 1 9 1 2 ' de Türkiye'de hak ettiği yeri almıştır. Her iki durumda
tekrar iktidara gelen İttihat ve Terakki da beşeri bilimlerle uğraşan bilimciler olarak,
Cemiyeti ' nin, farklı propaganda araçlarına insana yönelik düşünce sistemlerinin uygulayıcıları
yöneldiğini ve dönemin aydınlarını siyasal söylemi olmak durumundayız ve Panofsky' nin özetle
doğrultusunda eserler vermesi için etkilemeye " egemen düşünce" olarak adlandırdığı geniş bir
çalıştığını söylememiz mümkündür. kavramlar dizisiyle anlam kazanan yapıdan
kendimizi korumalı; yöntemsel olarak geleneğe
1 9 1 2 yılında Tıbbiye öğrencileri tarafından kurulan yönelmeliyiz. Sadece yönelmekle kalmamalı, sanki
Türk Ocağı, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin üzerinde çalışılması gereken sahici ve nesnel bir şey
programını gençlik arasında yayma işlevini gibi gözlemlemeliyiz de . . .
üstlendi. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'nin kurucu
üyelerinden Ruhi'nin o dönem yaptığı bazı Ancak, Panofsky'nin, tüm sanat değerlerini -ve tabii
resimlerini Enver Paşa' nın konağında yaptığını, ki sanat düşüncesini- katıksız insan düşüncesinin
hatta Enver Paşa ' nın bu tablo için bizzat poz yarattığını savunan " insana yönelik sanat tarihi
verdiğini bilmemiz Türk Ocağı ile Osmanlı bilimi " sanatın herhangi bir amaç doğrultusunda
Ressamlar Cemiyeti arasında belli belirsiz bir yaratılmasını, ya da hangi amaçlar için yaratıldığını
ilişkinin varlığını akla getirebilir. Ancak, Osmanlı değil, hangi toplumsal dürtülerle yaratıldığını
Ressamlar Cemiyeti Gazetesi'ndeki bazı yazılarda önemli kılıyor. " Egemen düşünce " ile olan karşıtlık
(mesela "]oconde" başlıklı yazı), İttihat ve Terakki burada belirmekte, çünkü bu düşünce sisteminin -
tarzı -o da belli belirsiz- bir milliyetçilik bilinçli ya da bilinçsiz- uygulayıcıları bir amaç için
propagandasının yapıldığını saptayabilmemiz yaratılmasını ister. Mesela, İttihat ve Terakki
mümkünse de, ileriki bölümlerde değinilecek olan özellikle edebiyatta, bir amaç için, Türklük ülküsü
bu yazıların, vatanperverlik düşüncelerinin için yaratılmasını istemişti. Halbuki toplumsal
etkisinde yazılmış olması da muhtemeldir. Kısacası, dürtü-sanat yara tısı ilişkisinin da yandığı nokta
bu ilişkiye kuşkuyla bakmak gerekir. Bizi, bu gelenektir.
şekilde düşünmeye sevk eden nedir ? Türk Ocağı
gizli bir cemiyet değildi; Osmanlı Ressamlar Geleneği ise kronolojik bir sorun şeklinde değil,
1 Cemiyeti de . . . Türk Ocağı ile Osmanlı Ressamlar öncül ve ardıllarla olan düşünsel ve etkinliğe
Cemiyeti arasında düşünsel planda bir alışveriş yönelik ilişkiler bağlamında ele alıyoruz. Kimler,
olsaydı, bunun cemiyetin gazetesinin sayfalarına kimlerle nerelerde benzeşip, nerelerde birbirlerinden
daha açık seçik bir şekilde, yani belki de cemiyetin ayrılıyorlar. Birbirlerini ne kadar etkilemişler.
xv
Ancak, "gelenek " çerçevesinde çözümlemeyi görülmemektedir. Gazetenin ilk sayısı Manzume-i
zorlaştıran başlıca sorun, yukarıda da değindiğimiz Efkar, ikinci sayısı Şant, geri kalan tüm sayıları
gibi, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'nin öncüllerinin Matbaa-i Hayriye ve Şürekası matbaalarında
ve kuramsal altyapısının olmayışıydı. Osmanlı basılmıştır.
topraklarında sanat düşüncesi adına ilk ürünleri Türk resmi ile ilgili kaynaklarda " Osmanlı
verenler kimlerle hesaplaşacaktı. Onlar bir Ressamlar Cemiyeti Mecmuası" olarak anılan
hesaplaşma içine girme ihtiyacı hissetmişlerse eğer, yayının, 1 . ve 10. sayılar arasındaki kapak
üstlendikleri misyon adına, ancak çağdaşlarıyla sayfasında sadece Osmanlı Ressamlar Cemiyeti
hesaplaşabilirlerdi. yazmakta, " Nüsha-i Fevkalade" olduğu belirtilen
1 1 . sayıda, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti başlığının
Biliyoruz ki, tarih biliminde ve yazıcılığındaki altına çok küçük puntolarla " gazetesi " ibaresinin
soruların cevapları a ncak birincil kaynaklara girmiş olduğu görülmektedir. 1 1 . sayıdan itibaren
yönelmekle m ümkün olur. Birincil kaynağımız ise yazı biçimi Osmanlar Ressamlar Cemiyeti
olan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti ' nin " naşir-i Gazetesi olarak yeniden düzenlenmiştir. Ayrıca,
efkar " ının içindeki malzemenin bizim için taşıdığı tüm nüshalarda, her sayfanın üst kısmında
önem burada beliriyor. Sanayi-i Nefise Mekteb-i " Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi" ibaresi
A lisi'nin genç mezunları, bugün bile hayranlık okunmaktadır. Dolayısıyla, yayını Osmanlı
uyandıracak bir girişim ve cesaretle bu gazeteyi Ressamlar Cemiyeti Gazetesi olarak a nmanın daha
yayın hayatına soktuklarında, Türkiye 'de sanatla uygun olduğunu düşünüyoruz.
ilgili basılmış ve Türkçe belli başlı, birkaç kitap
vardı. Mesela, Seyfettin Özege'nin Eski Harfli Gazetenin mesul müdürlüğünü sonuna kadar
Türkçe Yayınlar Katalogu ndan saptadığımıza
' ressam Osman Asaf yürütmüştür. tik dört sayıda
göre, Celal Esad Bey'in Resim D ersleri ve O hannes sermuharrirlik görevini üstlenen M. Adil Bey bu
Bey ' i n Sanayi-i Nefise Tarihine Medhal isimli görevi, 5. sayıdan itibaren A. Kemal Emin Bey'e
kitapları ... Yani kuramsal çözümleme çabalarının bırakmıştır. Heyet-i tahririye müdürü Şerif
görüldüğü bir gazetenin naşirleri ve yazarları, bu Abdülkadirzade Hüseyin Haşim Bey ve sermuharrir
iki kitaptan başka sanatla ilgili Türkçe kitap A. Kemal Emin Bey'in bu görevlerini ne kadar
tanımayan, bilmeyen bir topluma ve hatta yürüttükleri, gazetenin künyesindeki tüm isimler 8.
entelijansiyaya sesleneceklerdi. Makalelerin dilinde sayıdan itibaren kaldırıldığı için bilinememektedir.
zaman zaman görülen popülist üslubun ve
gazetenin tümünde görülen anatomiden Gazetenin 1 - 1 0. sayıları arası standart bir kapak
perspektife, ressam terceme-i halinden polemiklere düzenine sahiptir. Bu kapak düzeninde, adeta bir
kadar çok geniş bir yelpazede yazıların yer mühür tarzında düzenlenmiş " Osmanlı Ressamlar
almasının nedeni belki de budur. Cemiyeti " ibaresi, Abdülmecid Efendi' nin fırçalar,
paletler ve defne yapraklarıyla bezeli bir düzenleme
VI içinde yer alan portresi görülür. Sol üst köşede
Cemiyetin " naşir-i efkarı " olarak ilk sayısı 1 9 " O smanlı Ressamlar Cemiyeti' nin naşir-i efkarıdır.
Muharrem 1 32 9 Hicri, 7 Kanunusani 1 326, Rumi Sanayi-i nefisenin her şubesinden bahseder, ayda
( miladi Mart 1 9 1 0 ) , son sayısı 1 Temmuz 1 33 0 bir kere neşrolunur" ibaresi vardır. Üçüncü sayıdan
Rumi ( miladi Temmuz 1 9 1 4 ) 'de yayımlanan itibaren bu i bareye "Mesleğimize muvafık ihda
Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi, toplam 4 yıl buyrulacak asar derç olunur" ibaresi de
ve 1 8 sayı süren yayın hayatında, Türk resim eklenmiştir. Künyenin kaldırıldığı 8. sayıdan
sanatına ilişkin konuların yanı sıra muhtelif itibaren bu ibarelere son olarak, muhtemelen yazı
konularda yazıların toplandığı bir derleme olarak çeşitliliğini artırmak ve farklı kesimlerdeki yazı
göze çarpmaktadır. Yayın tarihlerinde bir insanlarının yazılarıyla dergide görülmesini
karmaşanın göze çarptığı gazetenin tarihleri 1 -1 O. sağlamak için " Sanayi-i nefiseye ait ve mesleğimize
sayılar arasında hem Hicri hem Rumi, 1 1 . sayıdan muvafık makalat maatteşekkür kabul ve derç
sonra sadece Rumi olarak verilmektedir. 1 6. olunur. Evrak-ı varide derç olunsun olunmasın iade
sayının üzerinde nüsha numarası ve tarih edilmez " ibaresi de eklenmiştir.
xvı
1 1 . sayıdan sonra kapak düzeninin değiştiğini, ele aldığı önemli şahısların dışında, dönemin
Abdülmecid Efendi'nin portresinin kalktığını, her büyüklü küçüklü belli başlı bütün aydınlarını
sayının kapağını ayn bir tablonun süslediğini sıralayan yazarların, yani Bursalı Mehmed Tahir,
görüyoruz. Örneğin, 11. sayının kapağında Edirne İbnülemin Mahmud Kemal İnal ve İbrahim
Sanayi-i Nefise Mektebi müdürü ve tarihi konulu Alaeddin Gövsa 'nın kitaplarında da karşınıza
resimler yapmakla meşhur, ressam Hasan Rıza Bey'in çıkmazlar. Üstelik Bursalı Mehmed Tahir, bu
eseri olan ve Bahriye Nezaret-i Celilesine ait müzede dergiye yazılar da yazmıştır. Şerif Abdülkadirzade
olduğu belirtilen, Sultan Osman'ın bir portresini Hüseyin Haşim ise, Hayat mecmuasının Mayıs
görüyoruz. Gazete içindeki diğer röprodüksiyonlarda 1928 tarihli 79. sayısına yazdığı " Ankara'da 5 .
görülen düzen burada da görülmekte, tablonun, Resim Sergisi" başlıklı yazısıyla bir kere daha
ressamının ve bulunduğu yerin ismi hem Türkçe hem karşımıza çıktı. Ve aynı didaktik, sanatın ruhu
Fransızca olarak yazılmaktadır. 12. sayının okşamasını isteyen tavrını sürdürüyordu.
kapağında aynı ressamın Barbaros isimli tablosu, 13.
sayının kapağında ise Halil Paşa'nın Mısır'da Bir VII
Deveci ( Un chamelier en Egypte) isimli tablosu Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi'nin dili
görülmektedir. Gazetenin bundan sonraki sayılarında hakkında da birkaç söz söylememiz gerekiyor.
kapaklan, zaman zaman bir tablo süslemekte, bazen Günümüz terminolojisinde kullanılan birçok
de doğrudan makaleler başlamaktadır. terimin bazı yazarlar tarafından kullanıldığını
gördüğümüz halde, kimi yazarlar manzara derken
Cemiyet üyelerinden Sami Bey (Yetik), Kaymakam Paris'ten yazan Sami " peyzaj " demeyi tercih ediyor.
A. Rıza Bey ( Hoca Ali Rıza), Ahmed Ziya Bey Sami, doğallıkla Fransızcadan aktarılmış sanat
( Akbulut), Ruhi Bey ( Arel) gibi dönemin önemli terimlerin i kullanma yolunda en gayretli yazar
sanatçılarının da yazılar yazdığı bu gazetede olarak gözümüze çarpmaktadır. 18. sayının tüm
sanatçıların sorunlarına, sanat dünyasıyla ilgili yazılarında, tüm yazarlar günümüzde kullandığımız
haberlere, sanat tekniklerine ilişkin makalelere, sanatçı kelimesinin karşılığı olarak ya da sanayi-i
eleştirilere yer verilmiş; aynca, tanınmış Türk nefise ile uğraşan şahıslan tanımlamak için, " erbab
ressamlarının yapıtlarından örnekler de, gazete ı sanayi-i nefise " , " sanatkar", "üstad-ı sanaat " ,
sayfalarında yer almıştır. "üstad-ı sanayi-i nefise " gibi kavramlar kullandığı
halde Sami " artist" demeyi tercih ediyor. Gazetede
Gazetenin son iki sayısında, iki bölüm halinde " resim " ve " resim yapan insan" karşılığı olarak
tefrika edilmiş ve gazetenin yayın dünyasından zaman zaman " nakkaş" ve " nakş" kelimelerinin
çekilmesiyle yarıda kalmış olan " Boğaziçi ve ecnebi kullanıldığını saptıyorsak da " resim" ve " ressam"
ressamları" başlıklı bir çeviri yazı da kelimelerinin yazarlar arasında oldukça
görülmektedir. Mütercimi olarak Ömer Adil benimsenmiş olduğunu görüyoruz.
belirtilmesine karşın, kaynak eser ve yazarın
anılmadığı bu tefrikanın, yirminci yüzyıl başında Yine de, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi'nde
lstanbul'da Fransız büyükelçisi olarak görev yapmış kullanılan terminolojinin günümüz
Boppe'un (1862-1921) 1911 'de Paris'te basılmış terminoloj isinden çok farklı olmadığını söylememiz
ünlü eseri Les peintres du bosphore au dix-huitieme mümkündür. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti
siecle'ın Van Mour'la ilgili ilk bölümünün çevirisi sayesinde tanınmaya başlanmış estetik gibi kimi
olduğunu söylemek mümkündür. Çevirmen Ömer bilimlere bulunan " fikr-i bedayipesend' gibi kimi
Adil, orijinal metnin akışını değiştirerek aktardığı karşılıklar bazen Fransızca karşılıklarıyla beraber
çevirisine, zaman zaman eklemelerde de yer almıştır. Osmanlıca karşılığı bulunan "gravür"
bulunmuştur. ise " hakkaklık " olarak kullanılmıştır.
Gazetenin yazarlarının birçoğu, sanki meçhul bir
alemde yaşamışlar gibi ... Galib Bahtiyar, Ebuşşefik, İlginç bir terminolojik hesaplaşma, Taine'in Sanat
Raif Necdet, Tomas Efendi, Mithad Rebii Felsefesi isimli eserinin kimi bölümlerinden
isimlerine modern sanatımızın tarihini içeren hiçbir çevirdiği " Felsefe-i sanat" isimli makalenin
kitapta rastlayamazsınız. Kitaplarında, konu olarak çevirmen tarafından kaleme alınmış "Mukaddime"
XVII
bölümünde görülmektedir. Kemal Emin şunları yazıldığı dönemi ve dönemin koşullarını göz önüne
söylüyor: " Fransızcadaki art kelimesini sanat diye alırsak ve Türkiye Cumhuriyeti' ni n ilk dönemlerine
tercüme edersek metier kelimesiyle karışıyor. damgasını vuran dramatik değişimin mimarlarının,
Çünkü biz sanatkar dediğimiz zaman kunduracı, Osmanlı 'ya ait olan bütün sembolleri -özellikle
marangoz gibi erbab-ı hirfeti dahi bu meyana ithal kültürel ve kurumsal olanlarını- yenileriyle
ediyoruz. Halbuki bunlar mfaier kelimesine değiştirmeye, bütün kurumları yok saymaya
dahildir. Esnaflıktır. "Art" kelimesi sanat, " beaux yönelik eğilim ve uygulamalar içinde olduğunu
arts" mukabili de sanayi-i nefise olduğundan düşünürsek, Cumhuriyet'in ilanından sadece bir yıl
makalelerimizdeki bu kelimeler o suretle telakki sonra basılmış bir kitapta, Osmanlı'ya ait bir
olunmalıdır. " 1 kurumdan bahsetmenin zorluğu kolaylıkla
anlaşılabilir.
VIII
Osmanlı Ressamlar Cemiyeti' nin ve Osmanlı Siyasal ortamın etkisiyle gelişen -ve siyasal ortamın
Ressamlar Cemiyeti Gazetesi ' nin Türk resim ve sanat politikası oluşturma eğilimlerini bir tarihsel
heykel tarihi yazıcılığımızda, önemine koşut bir yer olgu olarak kabul ettiğimiz için, yadırgamadığımız;
kapladığını söyleyebilmek mümkün değildir. karşısında ya da yanında olmanın ötesinde, bu
ilişkinin ancak tarihsel bir gerçeklik olarak
Bir sanat yazarımız, her ne kadar Türk resim sanatı değerlendirilmesi gerektiğine inandığımız için- bu
tarihinin yirminci yüzyıl başında etkinleşen tavrı, sanat politikamızın tümüyle ve hala iktidar
çağdaşlık serüveninin, bu cemiyetin bıraktığı büyük partisinin -ve tek partinin- güdümünde olduğu
bir tarihsel belgeyle de var oluş nedenini 1940 'lı yıllarda bile görmekteyiz. Bir yazarımız,
kanıtladığını2 söylüyorsa da, gerek bu çağdaşlık Türk resmi üzerine yazdığı kitabında, bu cemiyeti
serüveni, gerekse büyük tarihsel belgesi, ancak ve etkinliklerini tamamen yok sayarken,
genel yorumlar içinde kendine yer bulabilmiştir. amaçladığı, şüphesiz siyasal iktidarın sanat ve
kültür politikasına ters düşmemekti.3
Cemiyet ile ilgili şimdiye kadar yapılmış
değerlendirme ve çalışmaların birçoğu, modern Dahası, Türk resmiyle ilgili bazı yargılarda
plastik sana dar tarihi yazıcılığımızın geleneksel bulunulurken Osmanlı Ressamlar Cemiyeti
yorum sınırları ve düşü nce kalıpları içinde, kimi Gazetesi ne, yargıları destekleyici nitelikte atıflarda
'
zaman hatalı bilgi ve yargılarla ortaya konulmuş, bulunulduğuna da tanık oluyoruz. Bir yazarımızın
Cemiyet'in kapsamlı bir araştırmaya ya da Türkiye' de batı anlamında resim sanatını
monografik bir çalışmaya konu olamaması bir değerlendirirken ve ilk ressamlarımız hakkında bilgi
yana, tüzüğü bile gün ışığına çıkamamış, 18. sayı verirken " . . . bu sanatçılarımız hakkında ' Osmanlı
yayımlanan yayın organının satır başlarıyla da olsa Ressamlar Mecmuası ' adlı dergide de oldukça
bilimsel esaslara uygun bir içerik dökümü ve aydınlatıcı bilgi bulmaktayız . . . " diyerek Osmanlı
indeksi yapılmamıştır. Cemiyet'in resim tarihimizle Ressamlar Cemiyeti " Mecmuasına" atıfta
ilgili en kapsamlı yayınlarda bile işgal ettiği yer bulunduğunu görürüz. Oysa, bir başka ressam
birkaç paragrafın ötesine geçmez. yazar, ilk Türk yağlıboya ressamlarıyla ilgili bir
makalesinde, XIX. yüzyıl ilk yağlıboya
Öyle ki, Halife Abdülmecid 'in nasıl bir sanat ressamlarımızın hayatları, yetişmeleri ve çevreleri
hamisi ve aşığı olduğu aktarılan makalelerde bile, hakkında kesin bilgilerimizin pek az olduğunu,
bu hamiliğin en önemli ve geçerli kanıtı olan 1 910-1914 yılları arasında yayınlanan Osmanlı
cemiyet hiç yer almamıştır. Ressamlar Cemiyeti "Mecmuasında " hemen hiç
sözlerinin edilmediğini, bunun biraz da
Türk resmi üzerine ilk düşünce ürünü önemsenmediklerini gösterdiğini yazdığını görürüz.
diyebileceğimiz, Halil Edhem' in Elvah-ı
Na kşiye 'sinde de Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Resim sanatı tarihi yazıcılığımızın temel
üzerine herhangi bir bilgiye rastlayamıyoruz. Bu ilk sorunlarından biri olan kaynak göstermemek
bakışta şaşırtıcı gözükmesine karşın, kitabın burada da karşımıza çıkıyor. Bir yazarımız,
XVIll
Osmanlı Ressamlar Cemiyeti ' nin, Sanayi-i Nefise IX
Mektebi'nin 1908-1910 mezunları tarafından Osmanlı Res anılar Cemiyeti' ni n ve Osmanlı
kurulduğunu, bu genç sanatçıların, " Naşir-i Efkar"4 Ressamlar Cemiyeti Gazetesi'nin sanat düşüncesi
adlı aylık bir de dergi yayınlamaya başladıklarını, tarihimize yaptığı katkı, bu alanda kuramsal eser
kendisi de bir hattat ve ressam olan Şehzade vermiş öncüllerin ve kuramsal temel diyebileceğimiz
Abdülmecid ' in, bu dergiye mali destek verdiğini bir altyapının olmamasına karşın ve ellerinde
söylerken, şüphesiz kendinden önceki bilgilerden malzeme olarak sadece bu düşünsel yapının ortaya
yararlanıyor. Ve gösterdiği tek bir kaynak yok. çıkışını kolaylaştıran birtakım hazırlayıcı kavramlar
ve yetişmiş insanlar -çoktan mevcut olan bir ilk
Ö rnekleri çoğaltabiliriz. kurumun sayesinde- var olduğu halde, döneminin
ötesine taşan özellikler göstermesidir.
Türk resmiyle ilgili hemen her yayında, birkaç
satırla da olsa değinilen Osmanlı Ressamlar Türk toplumunda, kavramsal düzeyde, çağdaşlaşma
Cemiyeti ve gazetesinin, hemen hiç hak etmediği bir kavram ve bilincini ilkönce nüfuz edenler olmasına
tarzda adeta geçiştirildiğini söylememiz karşın, kendilerini Batı ' nın kavramlarıyla
mümkündür. Sanat düşüncesi kavramına yabancı düşünmeye mahkum etmeyen bu insanların
olan sanat tarihi yazıcılığımız, sanat üzerine ilk çağdaşlıkları, topluma kendi deyimleriyle güzel bir
düşünceleri üreten bu gençleri, acaba birçoğu ülkü sunmak istemekten, doğru ve yararlı bir bilinç
ressamlık yapmadığı ya da eserleri gün ışığında yerleştirmek istemelerinden kaynaklanıyordu.
olmadığı gerekçesiyle mi bir kenara itti ?
Kendi sanat anlayışlarının kuramcılığını yapmak
Son olarak bir saptamamızı sunmak ve cemiyete ve yerine bütüncül bir sanat düşüncesine sahiplenmeyi,
yayın organına Türk sanat tarihi içinde sadece sanat bilincinin geliştirilmesini, sanatsal atılım ve
kronolojik bir sorun olarak bakıldığını, aradaki sanatsal iletimi profesyonellik kalıplarının içinde
boşluğun atlanmamasına özen gösterildiğini ancak sunmayı amaç edindiler. Kültürü ve literatürü
bu boşluğu en nitelikli şekilde doldurmak için çaba olmadan resim yapmayı anlamsız bulan bir
harcanmadığını söyleyebiliriz. kuşaktılar. Sanırız ki, temel öncülükleri buradadır.
ı
1
Dr. Abdullah Sinan Güler
1 MSGSÜ, Sanat Tarihi Bölümü
1
Bu yazı, anılan kişinin, Mimar Sinan Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Ana Bilim Dalı, Batı Sanatı ve Çağdaş
1
Sanatlar Lisansüstü Programı'nda hazırlamış olduğu ve Tez Danışmanı Prof. Dr. Semra Germaner (MSÜ), Prof. Dr. Aptullah Kuran ( Boğaziçi
Üniversitesi) ve Prof. Dr. Nermin Sinemoğlu'ndan (MSÜ) müteşekkil j üri tarafından 1 994 yılında kabul edilmiş "ikinci Meşrutiyet ortamında
Osmanlı Ressamlar Cemiyeti ve Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi" başlıklı doktora tezinden anılan kişi tarafından derlenmiştir.
Anılan doktora tezinin tamamına web ortamında http://www.sanalmuze.org/paneller/index02.htm adresinden ulaşılabilir.
l Kemal Emin, "Felsefe-i sanat", Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi, S. 3 ( 1 2 Rebiiyülevvel 1 329 [ 1 Mart 1 327]), 2 1 .
2Sezer Tansuğ, "Osmanlı Ressamlar Cemiyeti hakkında", Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'nden Güzel Sanatlar Birliği 'ne 1 909-1 9 9 1 , İstanbul,
Alarko Eğitim-Kültür Vakfı, 1 99 1 , 9.
3Nurullah Berk, Türkiye'de Resim, İstanbul, 1 943.
4Yazar, "Painıing in Turkey in XIXth and Early XXth Century," A History of Turkish Painting, s. 1 49 ' da yer alan bu bilgiye göre, gazetenin
kapak sayfasındaki, "Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'nin naşir-i efkarıdır" ibaresinden yola çıkarak, gazetenin adını, hatalı olarak "naşir-i
efkar" olarak algılamış.
XIX
d: rL».J:-> ,,ı j p ; ı -l:c. ---":.r: ıS ./_ J... �J_ _,,.i. ..:...�:�
d: ....l...w :; ·c. t"t-; JJ:_. .!_.AA
d: J).ı: .
1 9 MUHARREM SENE 1 3 29
7 KANUNUSANİ 1 3 26 [ 1 9 1 1 ]
Heyet-i tahririye müdürü
Şerif Abdülkadirzade Hüseyin Haşim Bey
Müdür-i mesut
Ressam Osman Asaf Bey
Sermuharrir
M. Adil Bey
2
Üstad-ı muhterem merhum Hamdi Bey
3
RESİM
3 Resim ki mana-yı umumisi ile asar-ı tabiatın toprağa dökülüyor. O kıymettar vücuttan yalnız bir
[tabiattaki varlıkların] bir satıh üzerine hayal kalıyor. Gönül o hayal ile iktifaya mecbur
nakledilmesinden ibarettir. Zahirde [görünüşte] oluyor. O hayale ruh vermek istiyor. Acaba
maddiyata adem-i taalluku [bağlı bulunmaması] muvaffak olabilir m i ? Ah ... olamıyor . . .
cihetiyle hayat-ı medeniye için büyük bir ehemmiyeti Kuvve-i mütehayyile [hayal gücü] o hayali, lefatet-i
olmadığına hükmedilmek istenilebilir. Lakin mahsusası ile [kendine özgü güzellikleriyle]
hakikatte öyle bir bedia-i mümtazedir [seçkin bir muhafaza edemiyor.
güzelliktir] ki medeniyet alemine girmiş olan beni Her şeye inkılap vermekten hali [geri] kalmayan
beşerin [insanoğullarının] kaffesi [tümü] kendisine zaman, onu da bizden uzaklaştırıyor. O nazende
arz-ı ihtiyac eyler. vücudu mümkün olduğu kadar nazargah-ı teselliyetde
Tasavvurat-ı beşeriyenin [insanlığın tasavvurlarının] [tesellisini] idame eyleyecek ancak resimdir.
vücudpezir olmasına [ortaya çıkmasına], müşahedat Resim, cihan-ı şühuddan [gözle görülen dünyadan]
ı insaniyenin [insanlığın gözlemlerinin] -imkan nihan olmuş [gizlenmiş] bir hakikati cismaniyete
dahilinde- beka bulmasına resimden başka bir vasıta getirir. Hayale ruh [can] ifaza eder [katar] .
var mıdır? .. Resim, bir milletin medar-ı mefhareti [övünç
Akvamın [milletlerin] hayat-ı ictimaiyesinde [toplum kaynağı] olan, olanca şaşaa ve ihtişamı ile ensal-i
yaşamında] resmin az çok taalluk etmediği [ilintili atiyeye [gelecek kuşaklara] intikal etmesi arzu
olmadığı] bir şeye tesadüf eylemek imkan olunan vakayi-i azimenin [önemli olayların] daima
haricindedir denilse mübalağa edilmiş olmaz. nazarlarda mütecessim [cisimleşerek] bulunmasını
Üzerinde yaşadığımız şu seyyare [gezegen], bir temin eyler.
resimdir. Şems [güneş] ile şemsin cazibesine tebaan Şark imparatorluğunun enkazı üzerine vaz-ı serir-i
[uyarak] etrafında dönen seyyaratın [gezegenlerin] saltanat eyleyen [saltanat tahtını yerleştiren] Ebu' l
heyet-i mecmuası [tümü] , bir resimdir. Fetih Sultan Mehmed Han-ı Sani'nin [il. Mehmed'in]
Avalimin [alemlerin] heyet-i mecmuası [genel debdebe-i cihangirane [imparatorlara özgü debdebe]
görünüşü] olan kainat, enzar-ı beşerin [insanın görme ile bir şevk-i muhteşem, bir sürur-ı mücessem
gücünün] ihatasına [kavramasına] imkan-ı tasavvur [cisimleşmiş gönenç] halinde Edirne kapısından
olunamayan, ukul-ı insaniyeyi [insan aklını] hayret-i Istanbul' a dahil olduğunu görmek bir Osmanlı için
musavvire halinde bırakan bir resimdir. ne büyük saadet-i hayatdır? ! . .
Terakkiyat-ı beşeriyenin [insanlığın ilerlemesinin] Ruha ruh-ı değer bahşeden, gözlere eşk-i meserret
birer numune-i hayretefzası [şaşırtıcı örneği] olan bu [sevinç gözyaşı] döktüren böyle azametli bir vakanın
kadar büyük şehirlerde görülen intizam ve tasvirinde parlak bir kalem ne kadar sarirefşan olsa
tekamülat [ilerleme], bu kadar mebani-i aliyede [kalem oynatsa] bir fırçanın ibraz edeceği iktidar-ı
[yüksek yapılarda] tecelli eden [ortaya çıkan] bedayi rengin [renklerin gücü] ile hempa olamaz
[yenilikler] ve kemalat [olgunluk düzeyi] ki fenn-i [yarışamaz] . Bir devletin kuva-yı berriye ve
mimari [mimari bilimi, bilgisi] sayesinde vücuda bahriyesinde [kara ve deniz kuvvetlerinde] ve umur-ı
gelmiştir, acaba resimden başka bir şey midir? . . ticariye ve iktisadiyatda [ticari ve iktisadi alanda]
Enzara [bakışlara] arz-ı letafet eden [güzellikler makine fenninin pek büyük bir ehemmiyeti haiz
sunan], ervaha [ruhlara] sefalar bahşeyleyen dilfirib olduğunda şüphe yoktur. Şu fenn-i mühim ise daima
[gönül çelen] gülistanların [gül bahçelerinin], resimden istiane etmektedir [yardım istemektedir].
gülistanlardaki nazarrüba [göz alıcı] hıyabanların İnsanları intibaha [uyanışa] davet edecek, ahval-i
[ağaçlı yolların] resim ile olan münasebetlerini seyyieden [kötü duruma düşmekten] tahzir eyleyecek
tasvire ihtiyaç var mıdır? . . [korunmasını sağlayacak] birtakım vakayii daima
Resim, mevsim-i şitada [kış mevsiminde] beni beşere nazargah-ı ibretde [ibret alınacak yönüyle] temsil
[insanlara] ruhefza [canlılık veren] baharlar, parlak eyleyen resimdir.
parlak tulular [gün doğuşları] temaşa ettirir Eşhası [kişileri], tarifat-ı kavliyeye [sözle tarife] kata
[seyrettirir] . Arzu eden kalbe de bahar içinde [asla] lüzum bırakmayacak bir surette tayin eylediği
hazanlar gösterir. cihetle resmin zabıta vazifesini bile teshil ettiği
Bir bahar sabahında sahil-i bahrin yeşil kıyıları [kolaylaştırdığı] ve bittabi memleketin emr-i inzibatı
üzerine oturmuş, o sükfınabad-ı latifde [sükun dolu üzerinde hüsn-i tesir gösterdiği şayan-ı tezkardır
güzellikte] hayaline dalmış bir mest-i muhabbetin [hatırlatmaya değerdir] . Çeşm-i im'an [dikkatli bir
[sevgiden mest olmuş insanın] uzaktaki beyaz göz] ile bakılırsa resmin her cisimde, her noktada
yelkenli bir gemiyi temaşa etmesi ne kadar hoştur, tecelli ettiği görülür.
fakat şu levha-i nefise [nefis manzara], şu hatıra-i Sadhezar [yüz bin kere] teessüf ki ehemmiyet ve
latife [güzel anı] zevale [yok oluşa] doğru koşup kıymetini tasvire çalıştığımız şu sanat-ı nefise-i
gitmektedir, bunun devamını temin edecek vasıta-i mümtaze memleketimizde şanı ile mütenasip bir
yegane ise resimdir. kadir [değer] ve itibar ihraz edememiştir
Zaman bir vücud-ı nazenini [narin bedeni] hak-ı [kazanamamıştır] . Fevkalade olarak bazı erbab-ı
siyaha [kara toprağa] atıyor. Birçok gözyaşları o tabiat [sanata yönelen kişiler] zuhur etmiş ise de
4
arzu edildiği veçhile feyznüma [verimli] olamamıştır. te i ve ;üşa olundu [a ıldı]. Mütevari-i hak-i fena
Umumi bir nazarla bakılacak olursa bizde ressamlık [yokluk toprağına "an mış] olan üstad-ı muhterem
boyacılıktan, kalemkarlıktan öteye geçememiştir. Hamdi Bevefendi
. merhumun eser-i himmeti bulunan
Ahval-i aleme pek ali bir noktadan bakmış olan şu mektep o vakitten şimdiye kadar bir hayli talebe
Fatih Sultan Mehmed Han' ın Italyalı bir ressamı yetiştirdi. Hala da yetiştiriyor. Gerek bu şakirdan
İstanbul' a celp eylediğini [çağırdığını] tarihler haber [öğrenciler], gerek surer-i hususiyede olarak çalışıp
veriyor. Hatta bu zatın Sultan-ı müşarünileyhin memleketimizde yetişmiş olan diğer ressamlar
[adını andığımız Sultanın] yağlı boya ile resmini faaliyetten hali [geri] kalmamışlar ve pek çok eserler
yaptığı rivayet ediliyor. Lakin daha ne gibi eserler vücuda getirmişlerdir ki ara sıra küşat edilmiş
vücuda getirdiğine ve bunların ne olduğuna dair [açılmış] olan sergiler buna delildir.
malumat-ı vasia ve kariye [yeterli ve kesin bilgiler] Lakin maatteessüf itiraf ederiz ki matlup olan
alınamıyor. [istenilen] rağbet henüz mevcut değildir.
Hutfıt-ı mütenevviada [hat türlerinde] gösterdiği
iktidar-ı harikulade ile " lmamü'l-hattatin " unvanına Ma 'rifet iltifata tabidir
sezavar olan [layık görülen] üstad-ı azimü' l-kadr Müşterisiz meta zayidir
4 [değerli üstat] Mustafa Rakım Efendi merhumun
yağlıboya ile cennetmekan [yeri cennet olan] Sultan Cemiyetimiz şu rağbetsizliği biliyor. Resim
Selim-i Salis'in [111. Selim ' in], bir kıta resmini yapıp muhabbetinin henüz arzu edildiği veçhe ile
Sultan-ı müşarünileyhe takdim eylediği tarihte taammüm etmediğini [yaygınlık kazanmadığını]
görülüyor. Lakin şu tablonun ne olduğuna dair anlıyor. Fakat dünyada her şeyin say [çalışma] ve
malumat yoktur. Şu haber-i tarihiden Mustafa sebat ile elde edileceğine de vakıftır. Cemiyetimiz
Rakım Efendi' nin muktedir bir ressam olduğu da bütün mevcudiyetiyle çalışacak, arzu edilen derece-i
anlaşılıyor. tekamüle vusul için elden gelen gayreti bezi
Acaba başka ne gibi resimler yapmıştır? Şu eserler etmekten [harcamaktan] bir an hali [geri]
ne olmuştur? Bunları öğrenmek kabil değildir. kalmayacaktır.
Bizden her cihetle ileride bulunan Avrupa 'da resme işte şu gazete o maksatla tesis edilmiştir.
pek büyük bir incizap [yönelim] mevcut olduğu Hutfıt-ı Osmaniye [Osmanlı hatları] ki resmin bir
halde bizde o incizap yerinde nefret mevcuttur şube-i mahsusa-i mühimmesidir [önemli bir dalıdır];
denilse mübalağa edilmemiş olur. gazetemiz şu ciheti dahi nazar-ı dikkatden ·dfır
Bir vaka-i mühimme-i tarihiyeyi tasvir eden tablo bir [uzak] tutmayacak ve hatta ve lede' l-icab
tarih kitabıdır. [gerektiğinde] sanayi-i nefisenin kaffesine [tümüne]
O kadar ehemmiyetli, o kadar kıymetlidir. Fakat biz dair neşriyatta bulunmayı vazife addeyleyecektir.
bunu takdir edemiyoruz. işte bu hali bertaraf etmek, Cen ab-ı musavvir-i hakiki muvaffak buyursun.
bu kıymetnaşinaslığı [kıymet bilmezliği] atmak,
ressamlığı memleketimizde neşir ve tamim eylemek Sanayi-i Nefise Mektebi 'nden mezun
[yaygınlaştırmak] maksadı ile takriben yirmi beş Şerif Abdülkadirzade
sene evvel Gülhane ' de " Sanayi-i Nefise Mektebi " H üseyin Haşim
İnsanların yaptığı, sevdiği, hayret ve takdir ettiği parmaklıksız, süssüz beyaz tahtadan mamul adi bir
birtakım şeyler mevcut olduğunu ve bunların bir işe sofra dolabında daha fena mı muhafaza olunur?
yarar şeylerden olmadığını hiç mülahaza etmiş Bütün eski sandık yahut dolap kilitlerinde anahtarın
misiniz [düşündünüz mü] ? Size sorarım: Bir kat methalini [girişini] kuşatan küçük demir levhaya
elbise üstüne takılan işleme neye yarar? bakınız! Adi bir demirci işi olduğu halde bunu
imali çok zaman götürür, kendi de elbisenin ne daha müzeyyen [süslü], tıraşide-i müşebbek [ağ biçiminde
sıcak, ne daha kullanışlı olmasına medar [yardımcı] kazınmış] bulursunuz. Şimdi yapıldığı gibi adi ve
olur. Bir tabağın üstüne nakşedilen çiçeklerin faidesi murabbaü'ş-şekl [dörtgen şeklinde] bir demir levha
nedir? Bununla tabağın metanetine bir şey munzam bile iktifa etmeyip de niçin bununla ızaa-i vakit
olmaz [eklenmez] . edilmiş [vakit kaybedilmiş] ?
Birçok eski dolapları tezyin eden o derin oymalar, o Zamanın yed-i tahribinde [tahripkar elinde]
tahtaların ortasına işlenmiş aynalar ne işe yarar? yaldızları biraz sönen, mermerleri kararan
Yahut bir hanenin en güzel çini ve fağfuri kaplarını Sultanahmet Çeşmesi'ni içinizde bilmeyen var mıdır?
enzara [seyre] teşhir eden ve etrafı işlenmiş zarif Bu en bedi ve en mükellef asarın biridir. Duvarlarını
parmaklıklar ile mutarraz [işlemeli] olan evani [kap setreden [kaplayan] müzeyyenat-ı adidenin [pek çok
kacak] mahfazalarının ne faidesi olabilir? Bir bezemenin] arasında güçlükle tefrik olunabilen bir
dolabın düz tahtalardan imal olunduğu surette mücevher-i haraiddir [nadide mücevherdir] ! Naht
metaneti daha az mı olur? Veyahut daha fena mı olunmamış [oyulmamış], ara tırılmamış,
kapanır? Tabaklar, kadehler, sofra takımları kaldırılmamış bir el vüsarinde [genişliğinde] bile bir
5
mesafesi yoktur. Bu mahfaza-i billurin [billur Birçok aliiimin [alametlerin] insanı hayvandan tefrik
mahfaza] altına konulmaya sezavat [layık] bir bedia-i ettiğini bilirsiniz. Bunların başlıcaları akıl ve
nefaset ve sebatdır. Birçok yaraları, birçok mesaiyi lisandır. Sath-ı zeminde yalnız ona muhtas [özgü]
imha etmiş olan bu müzehhebat [yaldızlar] ve diğer bir sıfat daha tanır mısınız? Bu ise " sınaat"tır.
nahvetten [gösterişten] ne faide mutasavverdir Hayvanda kudret-i hirfet [sanat kudreti] vardır. Hatta
[tasavvur edilmiştir] ? Suyunu bir fıskiye havuzuna bazen sizi icab edecek [şaşırtacak] derecede üstadane,
boşaltacak bir musluğu bulunan, adi küçük bir muntazam bir hirfete [ustalığa] maliktir. Köstebeğin
çeşme de bu işi göremez miydi? açtığı uzun geçitleri, kunduzların inşa ettikleri setleri,
Bana diyeceksiniz ki sahih [doğru]; bunlarla hiçbir örümceklerin ördükleri hayretfeza [hayret verici]
faide temin edilemez; fakat çekilen zahmet heder şebekeleri [ağları], bir arı kovanının peteklerinde
değildir. iyi işlenmiş bir kat elbise güzel bir şeydir. meşhut olan [görülen] intizam-ı hendesiyi [geometrik
Münakkaş [nakışlı] bir tabağın manzarası düz beyaz düzeni] velhasıl hayvanların maharet-i harikuladesinin
bir tabağınkinden daha latiftir, menhut [oyma] ve daha binlerce mislini temaşa ediniz.
güzel eşya tefrih-i nazar eder [gözlere ferahlık verir] . Şu kadar var ki hayvan bazen mühendis-i zir-i suh
En muhakkar [basit] bir meskene bir hava-yı neşat kadar hirfetşinas [usta] olduğu halde hiçbir zaman
ve sürur [neşe ve sevinç ortamı] bahşeder ki bu da bir sanatkar değildir.
az çok kıymetli bir şeydir. Meskenini tezyin ettiğini, sırf latif yahut bedi bir şey
Çeşmeye gelince ziyaretine mesafat-ı baideden [uzak vücuda getirmek mahzuziyeti [zevki] için beyhude
mesafelerden] birçok seyyahları celp eden bu eser o bir işle iştigal ettiğini hiçbir zaman görmezsiniz.
kadar güzel bir şey, beldemiz için o derece medar-ı Bilakis en kaba, en vahşi bir adam, Afrika'nın zencisi,
5 mübahatdır [övünç kaynağıdır] ki inşasına masruf Amerika'nın yerlisi, Avustralya ormanlarının sakini,
olan nukuda [paraya] bedel şimdi onu elden havali-i kutbiyenin [kutup bölgesinin] mütemekkini
çıkartmak bile istemeyiz! [sakini] de kendi aleminde ihdas-ı sınaat eder.
Hakkınız var. Dünyada birtakım şeyler vardır ki bir Baltasının sapını naht eder [oyar], kendine
şeye yaramazlar. Yani görülecek el ile tutulacak bir gerdanlıklar, 1 bilezikler yapar, yüzünü tersim eyler
şeye yaramazlar. Halbuki bu şeyler en kıymettar [boyar], çadırının derisi üstüne nakışlar işler.
defainden [definelerden] daha kıymettardırlar. işte Sınaat bir lisan-ı umumidir. Cümleye açık bir
işlemeler, eşya-yı nefise, elvah [tablolar, levhalar], kitaptır. Halbuki edebiyat lehçelerin ihtilafından
menhutat [oymalar] vesaireye zanaat deniyor. dolayı müteşettittir [dağınıktır] : Bir eser-i mimari
Sınaat narin, güzel ve muhayyir [şaşırtıcı] olmaktan tarih-i inşası herhangi zamana musadif bulunur ise
başka bir şeye yaramayan şeylerden ibarettir. Sınaat bulunsun; menşei her neresi olursa olsun bunun
hiçbir menfaat temin etmez, kesemize bir para ilave doğrudan doğruya muhatabı bütün memalikin
etmez. Fakat daha iyisini yapar: Kendisinden başka bir [ülkenin] insanlarıdır. Sınaat, ervah-ı sadeden [basit
şeyin veremeyeceği meserreti [sevinci], güzel bir şeyin ruhlardan] tabayi-i kemalperverdeye [iyi eğitim
karşısında bulunduğumuz zaman ruhumuzu tehyiç görmüş karakterlere] varıncaya kadar bilcümle
eden [heyecanlandıran] meserreti bizlerde ikaz eder. meşarib [mizaçlar] ve mesalike [mesleklere]
Bahr-i bipayan [uçsuz bucaksız denizler] gibi, cibalin alakadrmeratibihim [rütbe ve derecesine göre] hitap
[dağların] azamet-i vahşiyanesi gibi yahut serin ve ettiği için daha amik [derin] bir surette bir lisan-ı
münevver [aydınlık] adi bir yaz sabahı gibi, bir umumidir. Başka zeminlerdeki itikadat ve
gurub-ı tabnak [pırıltılı bir gurup] gibi, kamerin temayülatın ihtilafı ile araları pek açık olan fikirleri
[ayın] bütün nücumu [yıldızları] etrafına alarak pak bile vadi-i müşterek-i takdirde destbedest [elele]
ve müncemit [buz tutmuş] fezada melekeasa [melek musafat [gerçek dost] olurlar.
gibi] yükseldiği bir zamana musadif açık havalı bir Sınaat-ı nefisenin tetkikindeki yegane meziyet,
şeb-i şitai [kış gecesi] gibi menazır-ı kübera-yı tabiat iştigalat ve mücadelat-ı hayatiyeye bigane [yabancı]
[yüce doğa manzaraları] önünde bulunup da bu oluşudur, insanların arasındaki tefrika [ayrım] ve
tesirden kim azade kalabilmiştir? niza [çekişme] esasen menafi-i hususiye [şahsi
Öyle büyük ve mükemmel bir cihanın temaşası ile menfaatler] , mesail-i siyasiye [siyasal sorunlar],
içinizde mebhut olmayan [şaşmayan] kimdir? mesai! ve deavi-i felsefiye [felsefi meseleler] gibi
Halbuki bunların cümlesi mahasin-i tabiiyedir esbaptan [nedenlerden] zuhur eder. Bu tefrikaların
[doğal güzelliklerdir] . Bunda insanın yed-i haricinde kalan ve fevkine bile yükselen zevk-i
müdahalesi [elinin müdahalesi] yoktur. insanın ruy-ı mahasin [güzellik zevki] , insanları yekdiğerine
arzda [yeryüzünde] henüz mevcut olmadığı takrip [yakınlaştırır] ve telif eder [barıştırır] . Bu
milyonlarca seneler akdem [önce] bu mahasin-i fıtrat öyle şahsi ve bitaraf [tarafsız], sehl [kolay] ve amik
[tabii güzellikler] yine böyle mevcut idi. insan bir zevktir ki kuvve-i muhayyile [hayalgücü] ile
hayata veda ettikten sonra yine mede' l-eyyam [son muhakeme, ihtiyac-ı tesir ile ihtiyac-ı tefekkür,
güne değin] bu bedayi payidar olacaktır. Lakin saika-i takdir ve hayret ve hasisa-i tetkik [karakter
insan tabiata hayret etmekle iktifa etmemiş, onu incelemesi] gibi kuva-yı maneviyeden bizler de en
taklit etmiştir. Etrafında gördüğü şeylere benzer
şeylerden kendi de yapmak istemiş, başka bir cihan-ı
1 Gerdanlık teşkil edebilmek üzere delinmiş (hem de ne kadar
bedi teşkil eden asarı meydana getirmiş, alem-i zahmetle!) çakıl parçaları kable 't-tarih-i ezmineye (tarihöncesine)
sınaatı ihdas etmiştir [yaratmıştır]. · ait tabakat-ı türabiye [toprak tabakaları ] dahilinde bulunmuştur.
6
latif ve en ali olanlarını, havassımızı ,.einsanları me:.' n [rurkun] edebilmek yalnız
[duygularımızı] , ruhumuzu hem tahrik hem teskin sınaara na ip olrnu bir meziyettir.
eder. O kadar ruhlu ve o kadar mütenevvi [çeşitli] Roma lmpararorluğu'na ,.e cumhuriyet-i Yunaniye'ye
olan bir hareket-i zekaiyenin ika ettiği [düşürdüğü] ifaza-i şükfıh ey leyen [görkem ve berekete
ihtilafat ve mücadelatın bir hassa-i acibesi de kavuşturan] ve kurun-ı vustanın [ortaçağın] velvelehiz 6
huşunetten [haşinlikten] muarra [arınmış] ve buğz [velveleyle yükselen] cumhuriyetleri arasında intişar
[hınç] ve adavetten [düşmanlıktan] müberra ettiği gibi XIV. Louis'nin zir-i zıll-ı azametinde
[aklanmış] bir şiddeti haiz olabilmesi ve [azametli himayesinde] de İncila eden [görünen] hep
ayaklandırdığı ihtirasatı da esasen tehvin eder aynı sınaattır [sanatlardır]. Elhasıl sınaat bir muslihtir
[hafifletir] gibi oluşudur. Hüsnün [güzelliğin] ruh-ı [ıslah edicidir], maziyi bihakkın [hakkıyla] tekrim
insani üzerinde öyle bir kudret-i galibanesi vardır ki etmekle [yüceltmekle] fikr-i vatanperveriyi takviye ve
ruh kendisine mevkuf-ı hayret [hayrete kapılmış] tenvir eder.
iken husule gelen ezvak [zevkler] ve lezzeti ihlal
edebilecek olan tesiratı ya mahv yahut kendine Düyun-ı Umumiye mektupçusu
münkat eder [boyun eğdirir] . Bunun içindir ki en ve Sanayi-i Nefise Mektebi
muhtelif devirlerde ve en mütenevvi [çeşitli] şerait-i tarih-i sınaat muallimi
ictimaiye tahtında [altında] teali etmek [yükselmek] Vah id
İTİBARİ MENAZIR
IR.TİSAM-1 MAİL YANİ PERSPECTIVE CAVALIER
(A) Şeffaf bir satıh arkasından bir maddeye bakan mücessemlerinin menazırları kendilerine muvazi ve
bir rasıdın [gözlemcinin] maddeden geriye çekile müsavi olur. Halbuki üçüncüsü olan ( t _, ) hangi
çekile bu 'd-ı gayri mütenahiye [sonsuza] kadar bir ( t j ) gibi bir menazır husule getireceği
uzaklaştığı tasavvur olunursa rasıdın işbu bu' d-ı aşikardır. Çünkü ( ..s _, ) hattına muvazaten [paralel
gayri mütenahiden maddenin nikat-ı muhtelifesine olarak] resmolunan
[çeşitli noktalarına] temdit ettiği [uzattığı] hutUt-ı ( r t ) hattı sath-ı menazıriyi ( t ) noktasında kat
basariyesinin [göz çizgisinin] madde ile sath-ı şeffaf ettiğinden [kestiğinden] ( t _, ) hattının menazır-ı
arasındaki kısımları yekdiğerine muvazi [paralel] itibarisi de iki nihayet noktalarının menazırları
olup maddenin evvelce sath-ı şeffaf üzerindeki beynini [ortasını] vasletmekle [birleştirmekle] hasıl
menazırı [perspektifi] bu defa adeta bir mürteseme olur.
[izdüşümüne] tahavvül eyler [dönüşür] ve hutut-ı
şuaiye yerine hutilt-ı rasime [resim çizgileri] kaim (B) Tarif - Sath-ı menazıriye amut [dik] ( t _, )
olur [geçer]. Eğer rasıdın bu tebaüdü [uzaklaşması] hattının ( t j ) gibi menazır-ı amudi-i bu'd-ı
sath-ı şeffafa amud-i istikametde [dikey yönde] ise mücerredesine firari [kaçak] namını vereceğiz ( Şekil
irtisam-ı mezkur [anılan izdüşüm] kaim yani 2 ) . ( t j ) hattının ( t _, ) hattı ile daimi ve
mürtesem-i adi olur. Ve eğer rasıt [gözlemci] sath-ı
mezkure [anılan yüzeye] mailen [eğik olarak] tebaüd
eylerse [uzaklaşırsa] işte o vakit husule gelen irtisam,
mail [eğik] olup buna da perspektif kavaliyer
[perspective cavalier] tabir olunur.
( Biz bu perspektif kavaliyere " itibari menazır"
dedik . )
., \\
Bundan istidlal olunur [şu sonuca varırız] k i
perspektif kavaliyer meselesi adeta şems [güneş]
1 jii:'' ,�_._;.; __...,.
7
H A K KA K L I K A L E M İ N D E
işte yeni bir sanat, mader-i keşfiyatın mehd-i ve hakki gibi bir menfaat-i azime [büyük yarar]
imkana vaz-ı ibda [hediye] ettiği son zade-i temin ettiği cihetle, ayrıca bir hassa-i kıymetdar
marifet [hüner] ! [değerli nitelik] teşkil eder.
Temsil ettiği asarın [eserlerin] asıllarındaki Resmin tayin-i mevkii - Bir kağıt üzerine tersim
letafeti hakkı ile muhafaza ve iraeye edilmiş [çizilmiş] bir kroki farz edelim. Bunu
[göstermeye] elverişli olması itibariyle sanat-ı plak üzerine nakletmek isteyen zat kendisine
hakkin [hak sanatının] şuabat-ı adidesi [pek çok tezgah hizmetini görecek olan masanın üzerine
dalı] meyanında [arasında] makbul ve mümtaz koyduktan sonra üzerine plağı - şivli kenarları
bulunan ve fakat klişelerinin suret-i üste gelmek üzere - vaz etmeli [koymalı] .
mükemmelede imali uzun tecrübelere, fevkalade Badehu [sonra] plağı ileri, geri hareket ettirmek
maharete, fazla masarıfa [masrafa] mütevakkıf suretiyle resmin mevkiini bittayin [tayinle] plağı
[bağlı] olması ve tabı [basımı] hususunda da dört taraftan birer pünez [raptiye] ile resmi havi
birçok müşkülat bulunması hasebiyle mehil ve [içeren] kağıdın üzerinden masaya tespit
metruk kalan taydus [taille-douce] usulü, bu eylemeli; fakat pünezlerin plağı delmeyip yalnız
keşf-i cedid [yeni buluş] sayesinde bir devre-i kenarlarında sıkıca tutmuş olmasına dikkat
suhulet ve faaliyete [kolaylık sağlayan faaliyet olunmalıdır.
devresine] girmiş oluyor. Veyahut kağıdın kenarlarından birer santimetre
Artık bütün heveskaran-ı marifet cüzi bir zaman fazla bırakıp resmin mevkii tayin edildikten
zarfında nefis klişeler vücuda getirebilecekler. sonra mezkur [sözü edilen] fazla kısımla dış
Bunların mahsulat-ı matbuasını görmek tarafa kıvrılarak soğuk tutkal veya zamk ile
saadetine nail olacaklardır. plağın üzerine yapıştırılmalıdır.
Hatta ressamlar artık eserlerinin bütün dakayık Resmin plağa nakli. - Bir şekil samankağıdı
7 [inceliklerini] ve şivesini muhafaza ve iraeye üzerine kurşunkalemi ile istinsah edilirse
muktedir hakkaklar aramak külfetinden selülotipi levhası üzerine akseden resmi de çelik
kurtulacaklar, kendilerine lazım olan klişeleri - kalem ile öylece istinsah ve aynı zamanda
isterlerse - bizzat ve bissuhule [kolayca] vücuda hakkedebilirsiniz. Bu veçhile önce hutut-ı
getirivereceklerdir. esasiyeyi [ana hatları] istinsah ve hakkederek
Nitekim A. F. Gorguet, George Scott, Beaupre, sonra da en küçük hutut ve gölgelere varıncaya
Emile Bayard [gibi] ressaman-ı meşhure pek kadar ikmal eylersiniz. Hatta biraz resim ve
nefis selülotipi [cellulotypie] asar vücuda hakka vukufu olanlar hutut-ı esasiyeyi vücuda
getirmişler. Kezalik esatize-i musavvirinden getirdikten sonra tafsilat-ı saireyi kendi kudret-i
[üstat ressamlardan] olup sanat-ı hakka katiyen ressamane ve hakkakanesine göre itmam edebilir
vukuf ve münasebeti olmayan William [tamamlayabilir] .
Bouguereau'nun ilk etüt olmak üzere yaptığı Kağıt üzerinde modeli olmayıp da doğrudan
"Amour"un hakkaklık nokta-i nazarından doğruya plak üzerine yapılmak istenilen resimler
şayan-ı tenkit hiçbir noktası görülmemiştir. hakkında ise şu yolda muamele edilmelidir.
Velhasıl bu usul sayesinde herhangi bir muhibb-i Plağın şivli olmayan yüzüne hafifçe yani
sanat [sanatsever] kartvizit, süslü ilan varakası şeffafiyetini bozmayacak derecede ponza
[kağıdı] , markalı ve müzeyyen [süslü] mektup [süngertaşı] tozu sürerek biraz matlık verdikten
kağıdı klişeleri ihzar [hazırlayacak] ve sonra kurşunkalemi ile resmi yapmalı; son
ta bede bilecektir. tashihatı [düzeltmeleri] da bilicra [uygulamayla]
Selülotipi plakları. - Klişelerirriizi vücuda üzerine kenarlarından bir beyaz kağıt
getireceğimiz selülotipi levhaları renksiz, şeffaf yapıştırdıktan sonra plağın hakkedilecek yüzünü
mevaddan [maddelerden] terkip edilmişlerdir. çevirmeli. Plağın şeffafiyeti diğer cihetteki resmin
Bu levhalar aynı hacimdeki bakır levhalardan - fakat bittabi ters olarak - tezahürünü temin
sıkletçe yedi, kıymetçe üç defa hafiftir. ettiği cihetle çelik kalemi hutut-ı mütezahirenin
Bu levhaların her iki veçhi [tarafı] düz ve [görünen çizgilerin] üzerinden yürüterek ameliye
mücella [parlak] olduğu gibi hakkedilecek i istinsahiye ve külliyeyi ikmal etmelidir.
yüzünün kenarları - bakır plaklar gibi - şivlidir
[eğimlidir] . Bunlar her kıta da [boyutta] imal Mabadı var
edilebilir. Şeffafiyeti, modelin doğrudan doğruya
plak üzerine aynı zamanda istinsah [kopyalama] Midhat Rebii
OSMANLI RESSAMLAR CEMİYETİ MERKEZİNDE
KÜŞAT EDİLEN DAİMİ SATI Ş SERGİSİ PROGRAMID I R
9
ŞuuNAT
Bern şehrinde telgrafa müteallik bir abide-i tarihiye tesisi takarrür ederek
[kararlaştırılarak] onun resmi için Telgraf İttihadına [birliğine] dahil olan
devletler memaliki sanatkarlarının müsabakaya davet edilecekleri
mevsukan [yazılı olarak] haber alınmıştır.
Osmanlı sanatkarlarının şimdiden nazar-ı dikkatlerini celp ederiz.
TEŞEKKÜR
- Cağaloğlu ' nda fırın ittisalinde [bitişiğinde] - Her gün açıktır. Duhuliye
[giriş] bir kuruştur. Pazartesi günleri muhadderata [kadınlara] mahsustur.
REDD-İ İ SNAD
10
d_ rl... � ·�'.:ı .;�l.ill.>.:'" ._..� _,..;.
d_ ._.< ,\ ..) l� ('L:
•
.
d J�k · i
12
Ey abd-i serefrazı hüdavend-i Meddin Kılsın ebedi şaşa'a-i zatını Allah
Cem'iyetimiz buldu vücudunla sa'adet Ey necm-i zeka bedr-i deha mihr-i necabet
Hüseyin Haşim
Hat, sanayi-i nefiseden olan resmin mühim bir kanıtıdır] . Hattatlık, pek itibarlı, pek kıymetli bir
kısmıdır. Şu sanat-ı nefiseye vaktiyle bizde fevkalade marifet idi. Bu sıfat-ı mütemayize [değerli sıfat], sahibi
ehemmiyet verilmiş, hutlıt-ı mütenevviada meleke için bir şeref-i hakiki, bir mevki-i mahsus temin eyler
iktisabı [kazanma] büyük bir hüner olmak üzere kabul idi. Diğer eazım [büyükler] şöyle dursun, padişahlar
edilmiş idi. Ressamlığa nasılsa rağbet etmemiş olan bile hattat idi. Sultan Mahmud Han-ı Sani [il.
Osmanlılar hüsnühattı kendileri için doğrudan doğruya Mahmud] hazretlerinin Ayasofya Cami-i şerifinin
resim ittihaz etmişler ve hattatlığı son derecede ileriye mihrabı yanında muallak [asılı] bulunan levha-i
götürmek için ziyadesiyle ibraz-ı mesai eylemişlerdir. celilesiyle Fatih, Sultan Bayezid cevami-i şerifesindeki
Elyevm [bugün] eyadi-i ihtiramda [hürmetli ellerde] celi yazıları, sülüs hattı ile yazılmış diğer asar-ı güzidesi,
bulunan asar-ı müstahsene [beğeni toplamış eserler] ise hakikaten hüsnühattın şerefini müzdad eyleyecek
bihakkın [hakkıyla] ihraz-ı muvaffakiyet eylediklerinin [çoğaltacak] measir-i mahrnudedendir [övgü toplayan
[başarı kazandıklarının] edille-i münevveresidir [açık sanat eserlerindendir].
13
Sultan Abdülmecid Han hazretlerinin kendi cihankıymet yadigarlar. . . Katiyen bildiğimize göre
binagerdeleri olan [inşa ettiği] Hırka-i Saadet Cami-i Avrupa 'ya çekilip gitmektedir. İnsan şu hale IZ
şerifindeki elvah-ı kebiresiyle [büyük levhasıyla] baktıkça ateşler içinde kalıyor. .. Londra Müzesinde
türbe-i münifesinde [yüce türbesinde] muallak [asılı] Şeyh ve Hafız Osman hatları ile muharrer [yazılı]
sülüs ve nesih kırası lezzetle ziyaret olunacak asar-ı olan sekiz kıta Mushaf-ı şerif [Kuran] bulunduğu,
nefisedendir. mukaddema [daha önce] bir eserde müsadif-ı
İşte bihakkın tekemmül etmiş olan şu sanat-ı nazarımız olmuş [gözümüze çarpmış] idi. Şeyh hattı
makbule, revnakını [parlaklığını] muhafaza etmekte ile muharrer ve suret-i nefisede müzehhep bir
iken muahharen [daha sonra] - sanayi-i nefise murakkaanın Viyana Müzesine gönderilmek üzere
erbabını dilhun eyleyecek [üzecek] bir surette - altı ay mukaddem [önce] bir Avrupalı tarafından
inhitata [çöküşe] uğramıştır. Sadhezar [yüz bin kere] otuz liraya mübayaa edildiğini [satın alındığını] de
teessüf. . . Hüsnühat muhabbeti gittikçe gönüllerden bu kere bir zat müteessifane [üzülerek] hikaye
silinmiş ve o sevimli, kıymettar hattatlık bugün, eyledi. Nefis bir şeyin kıymeti bilinmeyen bir yerden
adeta ittisafından [vasıflarından] istihya olunur çekilip kıymeti takdir olunan mahalle gideceği
[utanılır] bir sıfat derekesine tenezzül eylemiştir bedihidir [açıktır] .
[düşmüştür]. Memleketimizde yazı muhabbetinin Hasılı, bugün bizde yazı cihetince nefaset ayaklar
zevaliyle [son bulmasıyla] hutihun [hatların] altına atılmış, demir uçlu kalemler ellere alınmıştır.
levazımından olan daha bir hayli sanayi-i makbule Hüsnühattan ne zarar gördük ki bu kadar teneffür
de mahvolup gitmiştir. [nefret] ediyoruz. Sanayi-i nefisenin diğer aksamında
Hutut-ı mütenevviaya taban [doğuştan] meyl-i da tekemmül eylemek için fevkalade gayrette
n mahsusu olan sadr-ı esbak [eski sadrazam] merhum bulunmak iktiza ediyorken [gerekiyorken] zaten elde
Ahmed Cevdet Paşa hüsnühattın tekrar tenevvür ve edilmiş olan hüsnühat hakkında bu kadar tekasül
erbabının tekessür etmesi [çoğalması] maksadı ile [ilgisizlik] gösterilmesi şayan-ı taaccübdür
Babıali'ce bazı teşebbüsat-ı nafıada [yararlı [şaşırtıcıdır] . Sülüs, nesih, talik, Divani yazılarına
teşebbüslerde] bulunmuş idi. Müşarünileyhin ehemmiyet vermeyişimiz şöyle dursun, her gün
makam-ı sadaretden infisalinden [ayrılmasından] kullandığımız rık ' a yazısında bile bir kayıtsızlık
sonra şu emr-i hayra ehemmiyet verilmediğinden görülmeye başladı. Gönül, bu halin devamına artık
netice-i matlube [istenilen sonuç] istihsal tahammül edemiyor, ulum u fonun ile beraber
olunamamıştır. sanayi-i nefiseden olan hüsnühattın da terakkisini,
Bugün, hüsnühata taalluk eder [ilişkin] mühimce bir eski derece-i kemaline avdetini [dönmesini] arzu
şey zuhur etse işin içinden muvaffakiyetle ediyor. Bedihidir ki herkes hattat olamaz, zaten biz
çıkabilecek iki üç zat-! alikadrden [saygıdeğer de öyle bir muhali [imkansızı] temenni etmiyoruz.
kişiden] ibarettir. Maksadımız, memleketimizde hüsnühat
Bize mahsus olan ve eslaf-ı kiramın [saygıdeğer muhabbetinin taammümü [yaygınlaşması] ve hattat
öncellerimizin] ikdamı [sebatla çalışması] ile cidden denilebilecek erbab-ı hattın tekessürüdür
tekamül etmiş bulunan şu marifet-i islamiye'ye karşı [çoğalmasıdır]. Buna çare mekteplerimizde evlad-ı
bu derecede kayıtsızlık ihtiyar edişimize vatana hüsnühattı sevdirmek ve ümmü'l-hutut
[göstermemize] ne kadar teessüf olunsa yeri vardır. [hatların en önemlisi] addolunan sülüs yazısı ile
Hüsnühat tahsiline rağbet olunmadığı gibi esatiz-i diğer hatları ehemmiyetli olarak talim eylemektir.
hattın bize yadigar eylediği asar-ı nefiseye de
ehemmiyet verilmiyor. O güzide eserler. . . Şerif Abdülkadirzade
Ecdadımızdan, üstatlarımızdan bize intikal eyleyen o Hüseyin Haşim
İTİBARİ MENAZIR
İRTİSAM-! MAİL YANİ PERSPECTIVE CAVALIER
Birinci nüshadan mabat ( t J ) derinlik mikyası firarilerin istikametini ve
( t J ) mikyasının taksimatından birinin ( lY' J ) veya
Bu surette firarilerin istikameti ve nisbet-i tahvil ( U"" J )dan taksimatından birine taksimi bu da ( J )
malum olursa menazır-ı itibari de muayyen olur. nisbet-i tahvilini hasıl eyler. Şekil 2 ' de,
Bir menazır-ı itibarinin şeraitini dakikleştirmek için
en basit olan tarz ( U"" J , t J , lY' J ) gibi üç kemiyet - '-' j 2 d ur.
..
L.9 = ..., _, = -3-
i vaziye [koordinat] mihverinin [ekseninin] yani üç
mikyasın [ölçeğin], ( lY' J ) (arz mikyası) ( U"" J ) ( r ) Hassalar - İrtisam-ı umumide ve güneş vasıtası
( irtifa mikyası) ve ( t J ) (derinlik mikyası) , menazır ile husule gelen gölgeler menazır-ı itibariyelerinde
ı itibarisini resmetmek ve bunları aksama [parçalara] bervech-i ati [aşağıdaki] halata [durumlara] tabi
taksim eylemekten ibarettir. olurlar.
14
� Cennetmekan firdevsaşiyan Sultan Abdülaziz Han hazretleri D
Sultan-ı müşarünileyhin [adını andığımız Sultanın] şehzade-i necabetmevsumları ve
Osmanlı Ressamlar Cemiyeti 'nin reis-i fahrisi, ressam-ı ziiktidar devletlu, necabetlu
Abdülmecid Efendi hazretlerinin eser-i ali-i üstadaneleridir.
15
( l ) incisi - Eşkal-i cebhiyenin kaffesi menazır-ı resmolunacak dairenin kutru [çapı] ( '-' ı ) olsun.
itibarilerinde kendilerine hem müsavi, hem de Menazır-ı mahrutide olduğu gibi icra-yı amel
muvazi [paralel] olup uzaklık ve yakınlıklarının olunacak ( '-' ı ) etrafında ufki daire bu 'd-ı
tesiri yoktur. Menazır-ı mahrutide [konik mücerredde kaldırılarak burada hendesi [geometrik]
perspektifte] ise bir şekl-i cebhi menazırı kendisine ( t .J ._,.., ) olduğundan daire ( � '-' ;: ı ) vaziyetinde
müsavi olamayıp müşabih [benzer] olur. Ve şakuli olarak şekl-i hakikisinde bu'd-ı mücerredde
uzaklaştığı nispette küçülür. kalkar.
(2)incisi - İki muvazi hat, menazır-ı itibarilerinde de Matlup olan [istenen] menazır-ı itibariyi bulmak için
muvazi olur. Menazır-ı mahrutide iki muvazi hattın bu'd-ı mücerredde kaldırma ameliyatının aksini yani
mutlak müşterek bir nokta-i firarları vardır. devir ve tatbik usulü icra olunur.
(3 ) üncüsü - iki muvazi hattın üzerinde alınan iki
parçanın yekdiğerine olan nispetleri menazır-ı
itibarilerinde de aynı olur. Halbuki menazır-ı
mahrutide böyle olmaz.
16
olan ( ..S ) nısf-ı kutru [yarıçapı] devir ettirilerek
( .,.. ..s ) vaziyetine getirilir.,( .,.. ) noktasının mütenazırı
olan ( � ) noktası alınıp (A i ..::'.ı i ) harice
resmolunacak mütevaziladla [paralel kenar]
bulunur. O ( ..::..ı ) noktalarındaki mümaslar [teğetler]
firarilere muvazidir.
<'.)�; 1
j : L
•• :
• mahrutun halli demek
-· , mahdudunu çıkarır.
(2)incisi - ( c:::. A ) noktaları konur. Bunun için
' 1 ! ' ·· ,
olacağından bu halde
mümas, mahrutun hudud-ı (resimde) ( A .,.. ) (levha-i irtisamda) ( c:::. � .A. i ) 2
= =
irtisamın ebadının zıfını [iki katını] alarak arzlar ( resimde) 5-6 (levha-i irtisamda) 5-6 olur.
=
[genişlikler] ve irtifalar [yükseklikler] ( l.>"" J , <.>" J ) (5 )incisi zıvananın 5-9 ve 6 - 1 0 . . . ilh hatları ( <.>" J )
hatlarına muvazi itibariyle derinlikler tazif hattına muvazi ve levha-i irtisamda nazırlarının
edilmediği takdirde nisbet-i tahvil ( '..J 1 :2 )
=
ikişer misline müsavi olarak alınıp ikmal edilir.
olacağı aşikar olup bervech-i ati [aşağıdaki] ameliyat
icra ediliyor. Mabadı var
( l )incisi - Evvela ( s .,.. '-' ı ) kısm-ı kaimin menazırı Sanayi-i Nefise-i Osmani Riyaziye ve Menazır
çizilir. Bunun için: muallimi
Binbaşı Ahmed Ziya
17
HAKKAKLIK ALEMİNDE
Mabat
Bin üç yüz yirmi yedi senesi Eylül iptidasında [başında] Dersaadet'te küşadı mukarrer
[kararlaştırılmış] olan umum resim sergisinin programına, cemiyetimize dahil olmayıp da sergiye
iştirak etmek isteyen umum Osmanlı ressamlarının malumu olmak üzere bervech-i ati [aşağıda]
derç ediyoruz. 1
1 - Her sene eylül-i Rumi'nin on beşinde cemiyetin heyet-i idaresine teslim edeceklerdir.
cemiyet merkezinde veyahut heyet-i idarece 4 - Asar-ı varide [gelen eserler] heyet-i
tensip edilecek [uygun bulunan] diğer bir umumiyece müntehip [seçici], laakal [en az] dört
mahalde küşat edilecek sergi üç ay imtidad kişiden mürekkep bir heyet tarafından hafiyen
edecektir [sürecektir] . [gizli] müzakere ve tetkik neticesinde bihakkın
2 Kopya olmamak şartı ile her nevi tablolar
-
kıymet-i sanatkaraneyi haiz olanlarının arkasına
ve asar-ı heykeltıraşiye ve mimariye ve " kabul" işareti vaz edilecektir [konulacaktır] ki
hakka.kiye ile bilaistisna erbab-ı sanayi-i nefise mezkfir işareti haiz olmayan asar [eserler]
iştirak edebilirler. idarece eshabına iade edilecektir.
3 İştirak edecekler eserlerini ağustosun on
-
5 Kabul edilmeyen asar adem-i kabulünden
-
beşine kadar çerçevelenmiş olduğu halde dolayı eshabının hakk-ı itirazları yoktur.
ergiye iştirak edecek zevatın ! kişilerin] adreslerini şimdiden cemiyetimize bildirnıeleri rica olunur.
6- 2 Kabul edilmeyen asar satış sergisine 14 - Pey akçesinin itasında bey'-i münakit
nakledilebilir. [akdedilmiş satış] olduğu cihetle gayra I6
7 - Eylül zarfında heyet-i idarece intihap [başkasına] füruhtu [satışı] gayri mümkün
edilecek zevat-ı marufe-i muktedireden bulunduğu tabii olmakla serginin hitamında
mürekkep laakal dört kişilik bir jüri heyeti müşteri tarafından aranılmayan asarın bedel-i
tarafından dereceler tayin edilecektir. müsemmasının [belirlenmiş bedelinin ] yüzde
8 - Tayin-i derecat neticesinde ihraz-ı mükafat onu idarece pey akçesinden bittevkif
eden [ödül kazanan] sanatkar birer kıta [ayrılarak] mütebakisi eser ile beraber eserin
takdirnameleriyle beraber bu husus için sahibi olana teslim ediliyor.
cemiyetçe ihdas edilecek madalyalar ita Binaenaleyh bundan dolayı cemiyet atide
kılınacaktır [verilecektir] . [gelecekte] bir gfına [şekilde] mesuliyet kabul
9 - Derece-i mükafat ressamlık, mimarlık, etmez ve vukuu muhtemel müracaatın sahib-i
heykeltıraşlık, hakkaklık sanayiinin her esere ait olacağı tabiidir.
birerlerine ait olmak üzere birinci, ikinci ve 15 Serginin hitamına on beş gün kala eserleri
-
19
Şuu AT
TEŞEKKÜR
TAYİN
AZİ MET
İHDA
PİYANGO
20
İTİZAR
Müdür-i mesut
Osmanlı Ressamlar Cemiyeti müessislerinden
Osman Asaf
21
._;.:. .�_)):'. ı ..... ı ._;;ı,• • _;.<1�
.ı ,!IJI C. ; > ;�·T
cl ,...�t .. �> d j p '. .il \ ..ı.'.c. --'� r: r.5 J�J.. ... ".. ..Ji
�. ... ��·
..:.ı.. __._ , .J\;<- r'-; J J'._. J.-'•
cl Jol.: • �
---
I7 İnsan, vatanını sever. Vatanını sevdiği için vatanının Fenn-i tersimde [resim tekniğinde] gösterdiği liyakat-i
yetiştirdiği eazıma [büyük şahsiyetlere] da muhabbet mümtaze cennetmekan Sultan Abdülaziz Han
eder. Vatanına her ne suretle olursa olsun hizmet hazretleri tarafından takdir buyrulduğundan
sebk eden [sunan] zevata [kişilere] karşı kalbinde şerefsadır olan [şeref veren] irade-i seniye [padişahın
büyük bir incizap [bağlılık] hisseyler. Kıymetli emri] üzerine ikmal-i tahsil [tahsilini tamamlamak]
vatanda perverişyab-ı kemal olan [yetişen] o için 1 2 8 0 [ 1 864) tarihinde Paris'e izam olundu
kıymetli vücutları daima lisan-ı ihtiram ile yad [gönderildi] . 1 286'da [ 1 8 76 ' da] Gustave
etmek ister. O zevat-ı mübeccelenin teracim-i Boulanger'nin atölyesine devam ederek bilimtihan
ahvaline [yaşamöyküsüne] ıttıla [bilgi] peyda [sınavla] Paris sanayi-i nefise mektebine [güzel
etmekle, takip eyledikleri mesalik [yollar, yöntemler] sanatlar akademisine] duhul ile [girerek] ressam-ı
hakkında tetkikat icra edilerek istifaza eylemeye şehir [ünlü ressam] Mösyö Gerôme 'a şakirt
[feyiz almaya] zevkyab [hoşnut] olur. [öğrenci] oldu.
Gazetemiz, sanayi-i nefiseden bahis olduğu cihetle 1 869 sene-i miladisinde [yılında] Paris resim
biz yalnız şu cihetten temeyyüz eden, ibda-ı salonlarında ve 1 870 senesinde Paris'te küşat olunan
nefaisdeki [güzel eserlerin yaratılmasındaki] maharet [açılan] umumi sergide tablolar teşhir eyledi
i acizkaranelerinden vatanı müstefiz [feyizlenmiş] [sergiledi] .
eyleyen ekabiri tezkar etmek [anmak] arzu-yı Sergideki resimleri şayan-ı takdir görüldüğünden
vicdaniyesinde bulunuyoruz. Hafahane-i ademe ikmal-i tahsil etmiş olduğuna dair kendine
[yokluk diyarına] çekilen ecille-i erbab-ı nefasetin şahadetname [diploma] ita olunduğu gibi mükafat
[güzellikten anlayanların] teracim-i ahvalini, olmak üzere üç ay müddetle Roma'ya izam eyledi.
mümkün olduğu kadar bittahkik [araştırarak] kayıt 1287 [1 871] tarihinde İstanbul'a avdet eylediğinde
ile vecibe-i kıymetşinasiyi ifa etmek emelinde [döndüğünde] yüzbaşılık rütbesiyle Mekteb-i
bulunduğumuz gibi, vücutları elyevm [bugün] medarı Tıbbiye'ye resim muallimi tayin buyruldu. Tarih-i
iftihar olan zevat-ı mütemeyyizenin [seçkin kişilerin] mezkilrda [bu tarihte] Bayezid, Zeyrek, Kapudan
müessir-i üstadanelerini de zikir ile kalben istilzaz [kaptan] İbrahim Paşa mekatib-i rüştiyesinin resim
etmek, kendilerine şu suretle tebcilat-ı mahsusa [özel muallimliklerini de ifa eyledi ve o senenin nihayetinde
saygılarımızı] arz eylemek istiyoruz. Sultanahmet'teki Sanayi Mektebi' ne muallim oldu.
Nam-ı alisini [yüksek ismini] makalemize unvan-ı Müşarünileyh, şu muallimliklerde bulunduğu müddet
mefharet ittihaz eylediğimiz [iftiharla başlık zarfında evlad-ı vatanın resme olan muhabbetlerinin
yaptığımız] ressam Şeker Ahmed Paşa ki dest-i izdiyadıru [artmasını] mucip olacak teşvikat-ı icradan
kudretin [Allahın ezeli gücünün], maşrıkü'l-mahasin hali [geri] kalmadığı gibi, memleketimiz halkının
[güzelliklerin kaynağı] denilecek müstesna bir nazar-ı dikkatlerini celp edecek ve şu sanat-ı nefisenin
tabiatla tezyin ederek şu suvergah-ı şühuda getirdiği temin eylediği menafi-i maneviye ve maddiyeye binaen
[varlık verdiği] bir vücud-ı muhteremdir [saygıdeğer Avrupa'da mazhar olduğu terakkiden vatanımızı
kişidir] . Fenn-i tasvirde haiz olduğu iktidar ile haberdar eyleyecek asar-ı bergüzidenin [seçkin
resmin halavet-i mahsusasını [özgün zevkini] evlad-ı eserlerin] vücudpezir olmasına [yaratılmasına] da son
vatana izakaya [tattırmaya] muvaffak olmuş büyük derecede bezl-i mesai eylemiştir [çaba sarf etmiştir] .
bir sahib-i himmet bulunduğundan - burhan-ı tazim Ahmed Paşa, tabiatı letafet-i mahsusası ile [özgün
[saygı işareti] olmak üzere - müşarünileyhin [adı güzelliğiyle] satıh üzerine takallüde tekellüf [taklide
geçen üstadın] tercüme-i halinden bed' ile şirinkam kalkışmak] şaibesinden bilkülliyye [bütünüyle]
oluruz [hoşnutluk duyarız] : intizah etmiş olmak [uzak durmak] maksad-ı
Ahmed Paşa 1 25 7 [ 1 84 1 ] tarihinde Üsküdar'da mühimm-i rasihanesiyle [sağlam ve mühim
mürtesim-i levh-i vücud olmuştur [doğmuştur] . maksadıyla] -alelekser [çoğunlukla]- müteferriatı
I B Pederi Ali Efendi namında bir zattır. [ayrıntıları] suret-i mahsusada [özellikle] iraeden
1262 [ 1 846] tarihinde beş yaşında olduğu halde [göstermekten] istinkaf eylemiş [kaçınmış] ve emr-i
Üsküdar'da mektebe başlattırılmış ve dokuz sene tasvirde [betimlemede] haiz olduğu iktidar-ı
tahsile devam eylemiştir. 1271 ' de [ 1 8 5 5 ' de] fevkaladeye [üstün gücüne] binaen [dayanarak]
bilimtihan [sınavla] Mekteb-i Tıbbiye'ye dahil oldu. mahasin-i tabiiyyeyi [doğanın güzelliklerini], resimde
Mektebin son senesine kadar irtika eylemiş vücudu [varlığı) fennen elzem olan dakayıkı
[yükselmiş] ve her sene imtihan-ı umumide (aliyyü'l [ayrıntıları] tablolarına hürriyet-i kamile-i üstadane
ala [pekiyi ] ) sertifika ahzetmiştir [almıştır] . [büyük bir özgürlük ve ustalık] ile vaz ederek
Sanayi-i nefisenin resim kısmında fıtraten [doğuştan] [katarak] tanzir etmiştir [resmetmiştir] .
büyük bir istidada [yeteneğe] malik olduğu, ibraz Müşarünileyhin asar-ı mahareti olan resimleri
eylediği [yarattığı] asar [eserler] ile tahakkuk temaşa edip de müncezip [tutkun] olmamak, kudret
eylediğinden [anlaşıldığından] Tıbbiyye'ye duhulünden i ilahiyenin o elvah-ı bedianın [güzel tabloların]
[girmesinden] dört sene sonra, on sekiz yaşında musavvirine [ressamına] ihsan buyurduğu hüsn-i
bulunduğu halde mekteb-i mezkılrun [adı geçen tabiat [yüksek zevk] hakkında hayrette kalmamak
mektebin] resim muallim muavinliğine tayin kılındı. mümkün değildir.
23
Ahmed Ali Paşa 1 2 8 8 [ 1 8 72 ] tarihinde Mekteb-i manzurumuz olmuştur [tarafımızdan görülmüştür] .
Sanayi'de bir resim sergisi tesis etti ki bu sergi Ahmed Ali Paşa ' nın şu hidemat-ı terakkiperveranesi
Istanbul 'da vücuda getirilen resim sergilerinin mazhar-ı takdir olduğundan tarih-i mezkfırda [aynı
birincisidir. Müşarünileyh asar-ı latifesini bu sergide yıl] rütbesi kolağalığına terfi buyruldu.
teşhir ederek Osmanlıların nasılsa rağbet etmedikleri Müşarünileyh yine o sene kolağası rütbesinde
fenn-i müstahsen-i tasvir [estetik resim tekniği, resim bulunduğu halde firdevsaşiyan [yeri cennet olan]
estetiği] hakkında celb-i enzara [dikkat çekmeye] ve Sultan Abdülaziz Han hazretlerine yaver olmak
şu suretle memleketimize resim muhabbetini isara şerefini ihraz eyledi [kazandı ] .
[yaymaya] himmet eyledi. Sultan-ı müşarünileyhin [andığımız sultanın] meftur
1 2 8 9 [ 1 8 73] tarihinde Sultan Mahmud Türbesi olduğu [yaratılıştan] meyl-i maali [yüce yönelimleri]
kurbünde [yakınlarında] vaki [bulunan] iktizasınca [gereğince] sanayi-i nefiseye muhabbet-i
Darülfünun'da yine bir resim sergisi küşat etti [açtı] . mahsusası vardı. Yaverliğinde bulunan merhum
B u sergiler için - bir tarafı Türkçe diğer tarafı Ahmed Paşa da icra-yı teşvikat eylediğinden Avrupa
Fransızca olarak - tabettirilmiş olan zarif biletlerden mehere-i erbab-ı tasviri [resim üstatları] tarafından
elyevm [şimdi] mevcut olan birkaç kıtası vücuda getirilip idrakat-ı ruhiye-i Osmaniye'ye
24
[Osmanlı ruhuna ve anlayışına] tevafuk eden [ uygun Ahmed Paşa. ·onağ:ın aki re im salonuna ziynet
olan] birtakım kıymettar tabloların saray-ı ,·eren bu tabloları da birkaç sene evvel sanayi-i
hümayunlar için mübayaası [satın alınması] nefise meftunlarına temaşa ettirmiş idi.
hakkında irade-i seniye-i hazret-i padişahi Atölyesine muttasıl [ bitişik] olup Şark usulünde
[padişahımızın yüce emriyle] şerefsudur eyledi yaptırılmış ve Garp tarz-ı tefrişinde [döşeme
[buyruk verildi] . Ahmed Ali Paşa şu irade-i tarzında] tezyin edilmiş bulunan bu salonda
şahanenin hükmünü infazen üstadı bulunan Mösyö memleketimizi ziyarete gelmiş olan muteberan-ı
Gerôme' la muhabere etmeye başladı. Arzuya ecanibin [saygın ecnebilerin], hatta hükümdaranın
muvafık olduğu anlaşılan tablolar, mevcut [hükümdarların] hatt-ı destleriyle [el yazılarıyla]
ressamların eserlerini satmakla iştihar etmiş muharrer [yazılmış] fotoğrafileri mevcuttur.
[ünlenmiş] olan ve elyevm [şimdi] Paris'te mağazası Ahmed Ali Paşa 1 2 9 1 ' de [ 1 8 75 ' te] binbaşı, 1 2 94 ' de
bulunan Mösyö Gaupil vasıtası ile mübayaa olundu [ 1 8 78 'de] kaymakam, 1296 'da [ 1 8 80'de] miralay,
[satın alındı ] . Şeker Ahmed Paşa yediyle [eliyle] 1 300'de [ 1 8 84 ' de] mirliva, 1 306'da [ 1 8 90 'da] ferik
mahall-i münasebeye talik edildi [bağlandı] . Bugün, olmuştur.
Saray-ı hümayunlarda mevcut olan ve mütehayyiz 1 3 12 [ 1 8 96] tarihinde müsafirin-i ecnebiye [yabancı
[saygın] üstatların eserleri olmak cihetiyle ressamlık konukların] teşrifatçılığına tayin kılınmıştır.
aleminde hakikaten büyük büyük kıymetleri haiz Merhumda, Murassa-ı Osmani, Birinci Mecidi
bulunan tablolar işte o zaman iştira edilmiş [satın nişanları, altın ve gümüş imtiyaz, altın liyakat,
alınmış] olan nefaistir. Sanayi, Tahlisiye, Yunan muharebe madalyaları
Şu resimlerin emr-i mübayaası 1 870 sene-i vardır.
miladiyesinden 1 8 75 senesine kadar devam eyledi. Kırk sekiz kıta ecnebi nişanını hamil idi [taşıyordu].
Ahmed Ali Paşa ile Mösyö Gerôme arasında bu Bunların dördü murassadır. Otuz beşi birinci
hususa dair cereyan etmiş olan muhaberatı havi rütbeden, diğerleri de rüteb-i muhtelifedendir [çeşitli
evrakı müşarünileyh Ahmed Paşa ' nın mahdumu rütbelerdendir] .
[oğlu] İzzet Beyefendi'nin nezdinde mahfuzdur. Şeker Ahmed Paşa, hakikaten bir halavet-i ikbal ile
Paşa merhum, yaver olduktan sonra daprenatür imrar-ı hayat ediyorken [yaşam sürerken] 1 322
r9 peyzaj tersimine vakti müsait olmadığından [ 1 906] senesi Mayısının beşinci günü nuş-ı telhabe-i
Mercan'daki konağında elan [halen] mevcut olan merg ile mürrü'l-mezak olmuştur [ölümün acı
atölyesinde fırsat buldukça daprenatür cesim [büyük] suyunu tatmıştır; vefat etmiştir] . Hazreti Halid
meyve tabloları tersimine başlamış ve böylelikle pek radiyallahü anhın [hazretlerinin. Tanrı ondan razı
çok asar-ı nefise vücuda getirmeye muvaffak olmuştur. olsun] türbe-i münifesi [uJu türbe i] ivarında
25
ur (gömülüdür] . ( Rahmetullahi aleyh [Allah resimlere dair izahat ita ediyorken merhumun
e- eyle in]). lisanından sudur eyleyen [dökülen] cümlelerdeki
merhum. n ihayet [son] derecede şirinsuhan halavet [tatlılık] , o halavete nazir olacak bir surette
�- ıhbet] olduğundan yaveran [yaverler] sırasına tablolardan nigah-ı iştiyaka [hevesli bakışlara] initaf
� • en onra letafet-i kelamına hayran olan
· · eden [yönelen] letafet orasını bize şekersitan eylemiş
rü -e - aı [arkadaşları], kendini " Şeker Ahmed " diye ve müşarünileyhe,
�-.id e meye başlamıştır. Ahmed Paşa, müddet-i
,-elıahd-ı altanat-ı seniye devletlu, necabetlu Yusuf (Halavet vam kerde şeker ezto [Şeker tatlılığını
lzzeddin Efendi hazretlerinin maiyet-i senden ödünç almıştır])
-ehimanelerinde bulunmuş olduğundan
müşarünileyh de paşanın bu lakabını biliyormuş. diyeceğimiz gelmiş idi.
ulran Abdülaziz Han hazretleri, bir gün, " Yaver
Ahmed' i çağırın," diye emir buyurmuş. Emri
telakki eyleyen tereddüt izhar etmiş [göstermiş] ve
o ırada huzur-ı şahanede bulunmakta olan Mekteplerde resim muallimliği etmek, sergiler küşat
şehzade Yusuf lzzeddin Efendi hazretlerine eylemek suretiyle vatanımıza ciddi hizmetlerde
müteveccih olmuş [dönmüş] . Müşarünileyhin gayri bulunmuş olan Ahmed Paşa ' nın - Hamdi Beyefendi
ihtiyari olarak " Şeker Ahmed' i " demesi üzerine merhumun eser-i himmeti bulunan - Sanayi-i Nefise
hakan-ı merhum kahkaha ile gülmüş ve o Mektebi ' nin tesisi hakkında gayreti sebk eylemiştir.
zamandan sonra Ahmed Paşa şekerlikle iştihar Binaenaleyh memleketimizde bulunan bütün sanayi-i
eylemiş [meşhur olmuş] . nefise erbabı, Şeker Ahmed Ali Paşa nam-ı
�1üşarünileyh Ahmed Paşa'yı ziyaret etmek ve asar-ı bülendine karşı daima minnettardır.
aliyesini [yüce eserlerini] temaşa eylemek üzere sekiz
on sene evvel Mercan ' daki konağına gitmiş idik. Şerif Abdülkadirzade
Paşa hakikaten şeker, fırçası şekerin idi. Salondaki Hüseyin Haşim
KARAR
Reis-i fahri devletlu, necabetlu Abdülmecid Efendi görülmüş ve cemiyet azasından Binbaşı Ahmed Ziya
.=ı .:ıazretlerinin riyaset-i fehimanelerinde teşekkül eden Bey tarafından şimdilik haftada iki gece fenn-i
eyet-i umumiyede cemiyetin h usul-i terakkisi menazır tedrisi taahhüt edilmekle husus-ı mezkur
�-olunda bir adım daha atılmış olmak üzere [bahsedilen husus] heyet-i idarece bittezekkür
mzamname-i esasiyenin on dördüncü maddesine [görüşülerek] muvafık görülmekle heyet-i
müsteniden ve sanayi-i nefise talebesinin arzu ve umumiyece dahi tensip [uygun bulunduğu] ve kabul
-aleplerine binaen cemiyet merkezinde sanayi-i edildiğinden alakadarana [ilgililere] tebliğ-i keyfiyet
nefiseye ait fünun için gece dersleri küşadı muvafık edilmesine karar verildi.
26
[ansızın oluşan hadiselerden] keyfemayeşa [istediği vukuf [bilgili] bir zat ise bu eseri sanatkar hayatının
gibi] tevellüt etmiştir [doğmuştur] zannı, fikre pek hangi kısmında \iicuda getirmiş olduğunu bile
mülayim gelir. Filhakika her sanatkarın meydana keşfeder.
getirdiği eser, kendi hususi hayalinden ibarettir. İşte eserin tetkikine hizmet eden birinci heyet-i 22
27
[çınlayarak] bize kadar vasıl olan sedalarının içtima meydanlarında nutuk irat etmiş, rey vermiş,
tahtında [altında] bir velvele, bir samit [sessiz] inilti aynı maksat, aynı fikir, aynı itikadın sahibi, aynı
ile yine bize kadar uzanan halkın esvatını [sesini] da ırka, aynı tahsile, aynı lisana malik olmuş, hülasa
o seslerle birleştirelim, o halkın ki azameti bu bütün efal-ı hayatiyelerinin en mühim aksamında
esvatın aheng-i ittihadından başka bir şey değildi. hemasırları olan halk ile tamamen müteşabih
Parthenon ve Jupiter mabetlerinin dekorlarını yapan [benzer] bulunmuşlardır.
Phidias, Icnitus diğer Atinalılar gibi Atinalı, onlar
gibi hür, vatanperver, onlar gibi putperest, onlar Mabadı var
gibi meydan-ı musaraada [güreş meydanında]
güreşmiş, çırçıplak idman talimi etmiş, onlar gibi Kemal Emin
PARİS 1TEN M E KT U P
Şu günlerde gazete sütunlarını Taksim kışlası ile meydana lüzum hissedilmeyecek mi, işte o zaman ne
karşısındaki büyük meydanın füruhtu [satışı] yapacağız? .. O vakit acaba bu aldığımız para ile
meselesine müteallik [ilişkin] mübahasat derhal böyle münasip bir arsaya malik olabilecek
[tartışmalar] ve münakaşat işgal ettiğini görüyoruz. miyiz? ! Hazır milletin elinde böyle mühim bir
Bazıları füruhtunu münasip görüyor, bazıları da mevkide, böyle geniş bir meydan vardır. Bunu
tenkit ediyor. Bu hususta biz de bir fikir dermeyan Paris'in Luxembourg Bahçesi gibi bir tarza ifrağ
etmek [ileri sürmek] arzu ederiz. Bir kere burada etmek [çevirmek] ve kışlayı da bir müzeye veya bir
herkesten ziyade milletin hakk-ı tasarrufu vardır. müessese-i hayriyeye kalp eylemek [dönüştürmek]
Binaenaleyh bu meseleyi iyice ve etraflıca tetkik münasip olur zannındayız. Çünkü böyle bahçeler, 23
etmek elzemdir. Bazıları bu mahallin kıymet-i müzeler bir şehrin en kıymettar müzeyyenatındandır,
tarihiyesinden, bazıları da ehven [en ucuz] bir memleketi ziyarete gelen seyyahln [seyyahlar]
satıldığından bahsettiler. Fakat biz bunlardan değil, doğru bu müzelere, bahçelere gider; halk ise her gün
bizzat buranın ehemmiyet-i mevkiinden bahsederiz. gider, müstefit olur [yararlanır] . Yalnız Bizans
İstanbul' un en mutena mevkiinde bu kadar vasi devrinden kalma asara malik olmakla iktifa
[geniş] bir meydana malik olmak bizim için ne etmeyelim. Biraz da biz kendiliğimizden yapalım.
devlet, böyle geniş bir sahada acaba memleketin Asar-ı milliyemizi yetiştirelim, muhafaza edelim.
istifaza [yararı] ve ümranı namına ne yapılmaz, ne Elhasıl memleketimizin tezyinatına, letafetine,
kazanılmaz? Paris'in içindeki Luxembourg, Tuileries maarifine, sıhhatine taalluk eden [ilişkin] böyle bir
bahçeleri; Louvre, Petit Palais, Luxembourg mevkii para uğrunda feda etmeye pek acınır. Çünkü
müzeleri, bu kıymettar uzuvlar Paris'in başlıca para bulunur, yer bulunmaz.
müzeyyenat-ı medarı iftiharı değil midirler? Biz
haydi bu arsayı alacağımız bir meblağ uğrunda Osmanlı Ressamlar Cemiyeti müessis/erinden
satalım. Fakat istikbalde acaba bize böyle vasi bir Ruhi
Vatan gazetesinin 85inci numarasında cemiyetimiz resmi mucibince her devresini kolaylıkla ikmal eyler.
hakkında bir makale müsadif-i nazarımız oldu. Hülasa, diyebiliriz ki her sanatta resim mündemiçtir
Fevkalhad [fazlasıyla] mesrur olduk [sevindik], [içkindir] . Va esefa [ne yazık] ki sanatkarlarımız
çünkü iki seneden beri büyük müşkülat ve azm-i kati bunun meziyetini takdir edip de yaptıkları işlere sarf
ile teessüs etmiş olan şu cemiyet o müddetten beri edecekleri zamanları taklil etmesini [azaltmayı]
madum [yok] hükmünde idi. Yeni yeni etraftan bilemiyorlar. Resmin sanayiye derece-i lüzumunu
duyulmaya başladı. Biz sevindik fakat bu sevincin ifham [anlatmak] için gazete muharrirlerinin
yalnız cemiyet müntesiplerine [mensuplarına] himmetlerinden başka bir çare bulamıyoruz.
münhasır kalmamasını da arzu ediyoruz. Sokak Gazete sahipleri de, ezcümle Vatan gazetesi üstad-ı
içlerinde ufacık bir dükkan açmış, ekmek parasını muhterem Rıza Beyefendi'ye biraz cilve yapmış. Rıza
rendesinin, testeresinin ucundan kazanan bir Bey hakkında söylenen sözlere biz tahammül
marangoz da bu histen mütehassis olmamalı mıdır! ? edemeyiz, velev ki latife olsun. Zira Rıza Bey
Çünkü o marangozun yaptığı işlerin acaba gayurdur [çalışkandır]. Eserleri kıymetli, tarihidir.
hangisinde resim yoktur. Her sanatkar yapacağı işin Edirne'de sanat-ı tersim hiç yok denildiği halde Rıza
kendisine göre evvela resmini yapar, sonra tasarlar, o Bey'in talip [öğrenci] yetiştirmediği söyleniyor.
anatkar sanat-ı tersime [resim sanatına] layıkıyle Acaba resmin derece-i lüzumundan Rıza Bey hiçbir
vakıf olsa, yapacağı işin fenne muvafık olarak çizdiği bahiste bulunmuyor mu? Veya bulunmamış mı ?
Rıza Bey resim sanatının yaşamak için elzem bir " Prix de Con...'1Jntinople- namı ile bir tablo
sanat olduğunu defaatle söylemiş ve anlatmıştır. yapmaya ba lar. Evvelemirde [önce] tabloyu terkip
Onu dinleyenler veya dinler gibi görünenler mir-i edemediği cihetle öteye beriye belli etmeyerek
mumaileyhin [adını andığımız üstadın] eserini takip müracaatlarda bulunur. Böyle bir tablonun Bahriye
etmezlerse Rıza Bey ne yapsın! Şurasını teessüf ve Müzesi'nde mevcut olduğunu haber alır almaz
teessürle söyleriz ki gerek maarif, gerek sanayi Bahriye Nezaretine müracaat ederek orada resmi
hakkında her ne türlü olursa olsun, anlatılan sözler hemen istinsah eder [kopyalar]. Başladığı kocaman
halkımıza pek ağır geliyor. Rıza Bey bir mesireye yağlıboya tablosunda hiçbir tarafını değiştirmeyerek
gider fakat o zat-ı muhteremin cebinde bir kağıt, bir aynen yapmaktan başka çare bulamamıştır. Halbuki
kalem bulunmazsa o günkü mesireden bir haz Rıza Bey o krokileri büyük bir zaman sarfı ile
duymaz; çünkü o mesirede hem eğlenir hem de mühim bir iş yapıyorum diye yapmamış, o zamanki
kağıdı üzerine bir iki kroki yapar, avdetinde tuluat [esin] o yolda zuhur ediyormuş idi. Rıza Bey
[dönüşünde] o günün hatırasını maddi olarak ressamların gözbebeğidir. Mumaileyhe edilen
meydana kor. Ne olur sair seyyarlar da latifeleri bile kıskanırız. Siz efrad-ı ahaliyi ve vatan
mumaileyhin eserini takip ederek gördüğünün bir gençlerini teşvik ve tergip [rağbet] ediniz,
çizgisini çizse veya çizmeye heveslenseler acaba zarar heveslendiriniz de Rıza Bey'e gönderiniz. Eğer
mı ederler? kendisinde bir istiğna [uzak durma] görürseniz
Vaktiyle Rıza Bey, Fatih Sultan Mehmed'in birlikte serzenişler edelim. Ve daha sonraları
lstanbul' a duhulünü musavver [gösteren] demir kendisine ciddi tarizlere [iğnelemelere] başlayalım.
kalem ile bir resmini yapmış, Bahriye Müzesi'ne
hediye eylemiş idi. Ressamlıkla geçinen ve şöhret-i Osmanlı Ressamlar Cemiyeti heyet-i idare reisi
şayiaya malik olan bir zat vuku bulan talep üzerine Binbaşı Ahmed Ziya
HAKKAKLIK ALEMİNDE
� buzlu camın üzerine yaydıktan ve tampon ( Şekil 4) mavi, kırmızı ve sarı renklerden başka bulunmaz ise
ile yavaş yavaş vurarak üzerine bir miktar mürekkep de bu renklerin yekdiğeriyle nisbet-i mütefavitede
mezcinden [karışımından] elvan-ı saire [diğer
renkler] istihsal olunabilir.
r.::::- .. . �.�:::::_:: ._:.........
.. .
Kağıt - Selülotipi klişelerin tabı için her nevi kağıt
kullanılabilirse de cilasına kalın kağıtlar şayan-ı
tercihdir. Zira bu nevi kağıtlar mürekkebi daha iyi
Şekil 3
kabul ederler. Maahaza [yine de] program, mektup
kağıdı gibi bilahare Üzerlerine yazı yazılması iktiza
topladıktan sonra - mürekkep hutilt-ı mahkukeyi edenler cilalı kağıtlara tabolunabilir.
[hakkedilmiş çizgileri] tamamiyle imla edecek Kağıtların kıtaları [boyutları] klişenin dört
tarafından ikişer santimetre artacak kadar büyük
olmalıdır.
Şekil 4
29
Kağıtları ıslak ve temiz bir sünger ile iki taraftan [eksikliklerin] men-i tekerrürü [tekrarlamaması] ise
tertib ederek [ıslatarak] iki tabaka sünger kağıdı büyük bir zahmet ihtiyarına [katlanmayı] taalluk
arasına koyup bir müddet bırakmalıdır. etmez [gerektirmez] .
Prova ihracı ve tabı Mürekkeplenmiş klişeyi
- Makinenizin ayarını tanzim ettikten sonra - klişeyi
makinenin ( Şekil 5) " ı " tablasının ortasına ve her defasında güzelce mürekkepleyip silmek şartı ile
kağıtlardan birini de bunun üzerine koyarak ve en - istediğiniz kadar tabedebilirsiniz.
üstüne de tazyik fanilasını vaz ederek [koyarak] Tab işi bittikten sonra klişenin üzerine bir miktar
" ......, " manivelesini çevirmelidir: " r " silindiri benzin döküp bir bez ile silerek hutut-ı mahkuke
dönünce tabla hareket ederek geriye doğru gider. O dahilindeki mürekkepleri temizlemelidir.
zaman fanilayı kaldırarak - resim matbu olduğu İhtar-ı mühim: Selülotipiye ait bilcümle ameliyat
halde - kağıdı alırsınız. [işlemler] serince bir mahalde icra edilmelidir. İlk
Eğer resim hafif çıkmış ise " .) , .) " tazyik vidalarını eserler daima basit ve gölgesiz şekillerden ibaret
sı kıştırmak, pek sert ise biraz gevşetmek lazımdır. olmalıdır.
Bazı yerleri renksiz ise mürekkebin iyi verilmediği,
beyaz kalması iktiza eden yerleri dalga dalga lekeli
bulunuyorsa klişenin mürekkeplendikten sonra iyi Sanayi-i Nefise Mektebi mezunlarından
temizlenmediği anlaşılır. Şu ufak tefek nekaisin Midhat Rebii
TEBRİK
On beş günde bir defa çıkmak üzere Edirne' de intişara [yayıma]
başlayan Say ve Tetebbu unvanlı mecmuanın birinci nüshası
idarehanemize irsal ve ihda buyrulmuş olduğundan mütalaa eyledik.
Okuyanları cidden memnun edecek asar-ı nafıa [yararlı eserler] ile
müzeyyen bulduk. Müessisleriyle heyet-i tahririyesini maatteşekkür
tebrik ile devam-ı intişarını can ü dilden temenni eyleriz.
Müdür-i mesut
Osmanlı Ressamlar Cemiyeti müessislerinden
Osman Asaf
30
��.J..ı:: ı..u.ı ._;;ı_, • • ).Cı�
.ı,:ı_,ı � .ı, .ın
-!1 rl� �-> •.>lj .ı.>�Al l �c. ...._..Aı r� <.5 .!.. ..ı..... �.. ".. ..ti
.. ..:...�·
-!1 .......
...; \ .:ı � r'-.ı J ,:_ • .l_.ı.. •
25 Bir milletin derece-i nezaheti sanayi-i nefiseye [kaldıkları odacıkları] bilirim ki vehleten [ilk
meyliyle kıyas olunabilir. Osmanlı Ressamlar bakışta] pejmürde görünür. Fakat o perişanlık içinde
Cemiyeti Gazetesi ' nin cümle-i vezaifinden bir hüsn, bir letafet runümadır [belirir] .
[vazifelerinden] biri, belki birincisi yalnız resmin Hanımlarımızın sanayi-i nefiseye meyilleri şu nokta-i
değil sanayi-i nefisenin mülkümüzde [ülkemizde] nazardan ne kadar kıymettardır. Bir seneden beri
temin-i revacı [revaç bulmasını sağlamak] olacağı yağlıboya çiçeklerle tanzim edilmiş başörtüleriyle
şüphesizdir. Bir şeyin kıymetsizliği takdir Kandilli boyaması resimlere rağbet eden validelerin
olunamamaktan neşet eder. Takdir, o şey hakkında yetiştirdiği evlatlar arasında ne azim [büyük] fark
az çok vukufa vabestedir [bağlıdır] . Bir eseri vardır.
kıymetinin birkaç misline iştira etmek [satın almak] Şarklıların zeka, kuvvet, meyl-i mahasin gibi
de bir nevi adem-i takdirdir [takdir edememedir] . Şu meziyat-ı insaniyede hiçbir vakit Garplılardan dun
halde bir mülkte herhangi bir şeyin revacı efradın o [aşağı] olmadıkları, belki müreccah bulundukları
şey hakkındaki malumatı ile mebsuten mütenasiptir kabil-i inkar değil iken, bizde de Avrupalılar gibi
[doğru orantılıdır]. müzeler dolduracak kadar eser vücuda getirecek
"Elmer'u aduvvu'n lim a cehele" [Kişi bilmediğinin erbabının yetişmesi hiçbir zaman inkar olunamaz.
düşmanıdır] . İnsan bilmediği, gavamızına [sırlarına] Gerçi İran-ı kadimin [eski İran'ın], Mani'leri,
vakıf olmadığı şeye düşman olur. Hilkat-ı Behzad'ları gibi Osmanlılığın mazi-i cengaveranesi
beşeriyede [insan yaratılışında] meknuz [saklı, safahatında [dönemlerinde] tarihin satırlarına kadar
gömülü] olan meyl-i mahasin kabil-i inkar değildir. yükselebilmiş, hiç olmazsa yalnız namı kalmış
Sanayi-i nefise, fikr-i beşerdeki tahayyülat-ı sanatkarlarımız mevcut olmadığına müteessifim;
mahasinpesendanenin alat ve edevat-! mahsusa ile fakat her türlü nevadiri [nadir şeyleri] yetiştirmeye
maddeten tezahür etmiş bir makesi [yansıması] müstait [uygun, yetenekli] olan bu memlekette hiçbir
demektir. En cahil bir adam güzel bir çehredeki sanatkarın sernüma-yı zuhur olmadığına [kendini
hüsnü takdir eder, belki mefkuresinde bir latif sima gösteremediğine] kail [razı] olmak elimden gelmiyor.
tahayyül eder. Fakat onu tasvir değil, lisanen Yalnız bu meslek erbabının şimdiki mevcuduna
tariften bile, şüphesiz, aciz kalır. Zaten bugün kıyasen mazidekilerin de maatteessüf adem-i takdir
Avrupa müzelerini dolduran o kadar kıymettar [takdir edilmeme] saikası ile hak-i sefaletde [sefalet
levhaları, heykelleri vücuda getiren esatizeye toprağında] sürünerek geçmiş ve kadd-i bülend-i
"Tasvir ettiğiniz hayal de bu kadar güzel miydi ? " sanatkaranesini [sanatçı varlığını] gösterememiş
diye bir sual sorulsa, şüphesiz alınacak cevap, bir olduklarına kanaat etmek istiyorum.
ah-ı tahassürden [özlem ilenişinden] sonra, Mazimizin yatağanları, kılıçları, süngüleri arasında
" Nerede! Azizim . . . " olacaktır. Suret-i tasvirine kaybolduklarını tevehhüm ettiğim erbab-ı hünerin
izhar-ı hayret ettiğimiz o levhanın musavvir-i va esefa [ne yazık] ki bugün ne eserleri, ne namları
muktedirinden işiteceğimiz bu cevap bize, " Sanayi-i kalmıştır.
nefise müntesibiyetinin tahayyülatı dahi Bugüne kadar böyle gelmiş bugünden sonra da
aherinkinden [diğerlerininkinden] balater [daha böyle gider, demek bugün yetişmeye müstait
yüksek] olduğunu , " ispat eder. [yetenekli] olan zevatın kulağına,
Hayat-ı beşerde bir şemme-i saadet mutasavver
[tasarlanmış] ise o da mevkuf-ı mahasin [güzelliğe Bir yerde ki, yok nağmeni takdir edecek guş
tutkun] olduğu dakikalardır. Bir tuluu [gün Tazyi-i nefs eyleme tebdil-i makam et
doğuşunu ] , bir gurubu temaşa edenler o dakikada
bütün elemlerini unuturlar. Bu zat bir ressam, bir teranesini fısıldamak olur. Ben bunu reva
2 6 heykeltıraş, bir şair ise yalnız alamını [acılarını] görenlerden değilim. Zamanımızda kendi kendine
değil, bazen mevcudiyetini feramuş eder [unutur] . nema bulmuş birçok istidad-ı sanatkarane tanırım ki
bunların yetiştirilmesi için icap eden vesaiti tehiye
Nevcivan sevmekte ben piranı tayib eylemem ederek [hazırlayarak] zalam-ı mazi [mazinin
Hüsn olur kim seyrederken ihtiyar elden gider karanlığı] içerisine karışıp gitmiş olan
hünerveranımıza [sanatçılarımıza] zımnen bir tarziye
beytinin nazımı, pir kelimesinden "pir-i sanat"ı vermek bu kavm-i necib-i Osmaniye yakışır bir
kastetmemişse pek doğru düşünmemiş diyebilirim. hareket-i civanmerdane olur.
Vakıfane bir temaşa başka bir alem-i ruhanidir. Bu dakikayı takdir ile Ressamlar Cemiyeti' ne diriğ-i
Güzel bir musiki parçası herkesi memnun ederse de muavenet etmeyen [desteğini esirgemeyen] zevat-ı
erbab-ı vukufa olan tesiri derecesinden elbette kirama [cömert kişilere], bütün rüfeka-yı sanatım
aşağıdır. [sanat arkadaşlarım] namına takdim-i teşekküratı
Bir ressamın tanzim ettiği oda şüphesiz aherin vecibeden [görev] addederim.
[diğerinin] tertibatına müreccahtır [tercih edilir] .
Şairlerimizden bazılarının hücre-i iştigallerini A. Kemal Emin
32
TAR İ H - İ S A AT
Tekrara muhtaç olmayan hakikatlerdendir ki Rubens'in bir tablosunda asar-ı sanatı seyir ve
memleketimizde ulum u fonun tedrisatı birçok esbap temaşadan istinkaf edecek [çekinecek] kimse
[sebepler] neticesiyle memalik-i mütemeddine-i tasavvur olunamaz.
saireye [diğer medeni milletlere] kıyasen pek geri Bu makalelerin mevzuunu fenn-i mimari,
kaldığı halde, devr-i Meşrutiyetin hululünden heykeltıraşlık ve resim gibi gözler vasıtası ile ihsan-ı
[başlamasından] sonra neşir ve tamim-i maarifin mevcudiyet eden sanayi-i şekliye teşkil edecektir. Bu
[örgün ve yaygın eğitimin] temini için yeniden sanatların her üçü de muhtelif nispette, resme ve
mektepler açılmaya, eskileri ıslah edilmeye, renge, hututa [çizgilere], eşkale [şekillere], anata
programlar tanzim olunmaya başlamış ve bu [ince ayrımlara] müracaat ederler. Demek oluyor ki
hususta gösterilen muvaffakiyetten ziyade, izhar bunların arasında pek sıkı bir irtibat vardır.
olunan arzu-yı şedid [şidetli arzu] şayan-ı takdir Atina'da Perikles devrinde, Fransa 'da on üçüncü
bulunmuş ise de sanat ve tarih-i sanat hakkında asırda, Rönesans devrinde bu üç sanatın aynı şaşaa
muhtelif derecelerdeki mekatib [mektepler] ile itila eyledikleri [yükseldiği] görülür. Bu
programlarına şimdiye kadar bir şey ilave edilmemiş mukaddimeden sonra asıl sadede gelerek teşrihat-ı
olması cidden mucib-i esefdir, halbuki bu şube-i tarihiyeye başlayalım.
ilmin müstahak olduğu mevki pek balaterdir. Ezmine-i kadimede sanatlarının vasıl olduğu derece-i
Mekteplerimizde birçok ilim ve fen tahsili için uzun terakki ile şöhretşiar [ünlü] olan akvam [kavimler],
bir müddet sarfı ile dimağlarını izhar-ı marifet ile az Akdeniz sevahilinde [sahillerinde] ikametgüzin
çok tezyine muvaffak olanların ekseriyet-i azimesi [yerleşik] bulunan Mısırlılar, Fenikeliler, Yunaniler,
[büyük çoğunluğu] tarih-i sanata dair hemen hiçbir Etrüksler, Romalılardır; Süryaniler her ne kadar
malumatı haiz bulunmuyorlar. daha içeride oturmuşlar ise de onlar da hudutlarını
Bu noksanı mehmaemken [olabildiğince] izale etmek bir zaman Bahr-ı Sefid [Akdeniz] havzasına kadar
için fimabad [bundan böyle] bu serlevha [başlık] temdide muvaffak olmuşlardır. Akdeniz havzasının
altında bazı makaleler neşrine ictisar [ cüret] böyle bir merkez-i medeniyet olması, kendisinin
edeceğim. Makaleler bilhassa mektepten yeni tabii bir vasıta-i münakale ve irtibat [ulaşım ve
çıkarak zevk-i marifeti tatmış ve meshuf-ı malumat irtibat vasıtası] olmasından ileri gelmiştir. Bu
[bilgiye susamış] olan gençlerle sanatın geçirdiği sahillerde mütemekkin [yerleşmiş] olan akvam,
safahat-ı tekamül hakkında ciltlerle kitap birbirleriyle tesis-i münasebet eylemişler, uzak
karıştırmaksızın iktisab-ı behre eylemek [bilgi mevakide [yerlerde] müstemlekeler [sömürgeler]
edinmek] isteyen zevata hitaben yazılıyor. Bunların ihdas etmişler [kurmuşlar] ve gittikleri yerlerde
nevakıstan [eksiklerden] ari [arınmış], matluba kendi müessese ve sanatlarını neşreylemişler
[istenene] tamamiyle muvafık olacağı iddia-i [yaymışlar] . İşte bu suretle bunlar yekdiğerlerine
hodpesendanesinde [ukalaca iddiada] asla icra-yı nüfuz ve tesir ettiklerinden meydana
bulunmayacağım tabiidir. Binihaye [sonsuz] vakayi çıkardıkları eserlerde birçok müşabehete [benzerliğe]
[vakalar] ve esami [isimler] derciyle [yazarak] de tesadüf olunmaktadır.
karileri [okurları] yormak istemediğimden her devri, Mısır medeniyetinin alametifarikası: Ebuü'l
kemal-i ciddiyet ve vuzuhla temsil eden sanatkaranı müverrihin [tarihçilerin babası] Herodot demiş ki:
ve bunların asarını tasvir ve tahrir eyleyeceğim. " Mısır, Nil' in bir mevhibesidir [bağışıdır] . " Bu
Burada sanatkarların zati ve tercüme-i halinden büyük nehrin getirdiği çamur ile teşekkül eden
ziyade sanatı teşrih etmek [irdelemek] matlup Mısır, mevcudiyetini ve mümbitliğini her sene
olduğundan [istendiğinden] sanatın başlıca akvamda muntazaman vuku bulan feyezanlara [su
ne suretle terakki ve tekamül ettiğini, ne gibi tesirat-ı taşkınlarına] medyundur. Gerek kurun-ı kadimede,
tarihiyeye maruz bulunduğunu, sanatın gösterdiği gerek ezmine-i hazırada [bugün] Mısır'ın kabil-i
alamet-i mahsusayı ve bir memleketten diğerine nasıl iskan olan kısmı, her ciheti çöl ile mahsur bulunan
sirayet ve münasebat hasıl eylediğini irae ve tafsile [çevrilen] Nil Vadisine münhasırdır [özgüdür] . Eski
z7 [ayrıntılarıyla açıklamaya] çalışacağım. Mısıriler Sam nesline mensup iseler de bunların
Burada sanatı tarife lüzum yok; bu müşkül vazife Asya' dan ne zaman Afrika'ya geçtikleri malum
fenn-i bedie [estetik bilimine] aittir. Zaten hangi değildir. Mukaddema [eskiden] müstakil aşiretlerden
tarif kabul edilirse edilsin, sanat kelimesi dimağda ibaret olan ahali, bilahare birleşmişler ve Menes
vazıh birtakım efkar-ı umumiye tevlit ettiği namında birisi milad-ı İsa' dan beş bin sene evvel bir
[doğurduğu] için tariflerden lalettayin birisini hükümet tesis eylemiştir.
istimalde [almakta] mahzur yoktur. Çünkü ister Mısır tarihini dört büyük devreye taksim etmek
idealist mesleğine salik [üslubu benimsemiş] olsun, mümkündür: Evvela, Kahire kurbünde [yakınında]
ister realist sınıfa mensup bulunsun, gerek ezmine-i Memfis [Memphis] şehrinin payitaht ittihaz
kadimeyi [eskiçağı] , gerek kurun-ı vustayı [ortaçağı] olunduğu devir; saniyen [ikincisi] Teb şehrinin
tercih etsin, bir Yunan mabedinde, bir Elhamra payitaht ittihaz olunduğu devir; salisen [üçüncüsü]
sarayında, gotik bir kilisede, Raphael'in veya Sais ve Deltada kain [bulunan] a ir ehirlerin kesb-i
33
1 1
I 2
Maksudunu piş-i çeşme almış Azdır bu nigaha karşı bin ah
A dem sanıyor görünce nagah . . .
�
Bir noktayadır k incizabı
A fakı münevver etti tabı
Leb-beste olup da seyre dalmış
34
1
4 5 6
Vicdanı olunca gamla mali Geçmiş bu muzik-i ibtiladan Gördükçe şeda' id-i hayatı
Sabretmeye kalmamış mecali İkbalini istiyor Hudadan Gözler gözü adamın mematı
1 1
7 8 9
Sirayet ne hazin nigahdır bu Ya Rab bu ne dil-güdaz halet Baygın gözü kıldı ruhu mecruh
A şıklığına gCıvahdır bu Etti beni de dCıçar-ı hayret Ağlattı beni bu hüzn-i zirCıh
1
10 I I
Hüseyin Haşim
======= ır
nüfuz eylediği [nüfuz kazandığı] devir; rabian ihzar edilmekte olan Mısır medeniyeti Memfis
[dördüncüsü] Yunan nüfuzunun galebe çaldığı devir. devrinde kesb-i revnak eylemiş [parlamış] ise de
Tarih-i siyasinin taksimatı, tarih-i sanatın bilahare Kenanilerin ve Hyksosların istilası,
taksimatına oldukça tekabül eder. Asırlardan beri Mısırlıların hareket-i terakkiperveranesini sektedar
35
etmiştir. Fakat Mısıriler bu mevaniyi [engelleri] izale öküzü meşhurdur. Mısırlıların en mühim
ederek satvetlerini [saldırılarını] artırmışlar ve on meşguliyetleri, endişeleri hayat-ı uhreviyeye matuf
yedinci asırda Suriye'den başlayarak Fırat ve Dicle [yönelik] idi. Badelvefat [ölümden sonra] ruhların
nehirlerine kadar tevsi-i fütuhat eylemişlerdir mabut Osiris'in huzuruna çıkarak hesap verdiklerine
[fetihlerini genişletmişlerdir] . Ahiren mumyası itikat ederlerdi. Her mumyanın yanına bir nüshası
keşfedilen il. Ramses on beşinci asırda hükümran konulan kitabü'l-emvatda [ölüler kitabında] birçok
olmuş ve bunun esna-yı hükümetinde Mısır dualar bulunduğu gibi ahirette sual ve istintakın ne
medeniyeti derece-i kusvasına [en üst düzeye] itila suretle icra edildiğine dair tafsilat da var idi.
etmiştir [yükselmiştir] . Ancak birkaç zaman sonra Mabutlara hitaben okunan dualarda öyle bir feyz-i
Mısırlılar evvela Süryanilere, bilahare lranilere tasavvurat-ı şairaneye tesadüf olunuyor ki
mağlup olduklarından eski feyz-i medeniyetlerini itikadiyatın sanat üzerine icra ettiği tesir ve nüfuz-ı
İskender-i Kebir'in [Büyük İskender'in] azim [büyük etki] bahiren [açıkça] görülüyor. Mısır
generallerinden Batlamyus' un [Ptolemaios] res-i kara asarı ile tarihi birçok zaman bir rida-yı mechuliyet
[işbaşına] geçmesinden sonra iktisap [bilinmezliğin perdesi] ile mestur [örtülü] kalmıştı.
eyleyebilmişlerdir [kazanabilmişlerdir] . Batlamyus On sekizinci asr-ı miladi evahirinde [sonlarında]
eski Mısır medeniyetini ihlal etmeksizin oraya Napoleon Bonaparte Hindistan yolunu zapt için
Yunan sanat ve maarifini ithal etmiştir. Mısır'a bir sefer yaptığı vakit maiyetinde birtakım
Muvakkat fütuhatlerine rağmen muharebeden ulema ve sanatkaranı da götürmüştü.
hoşlanmayan Mısırlılar, sakin tabiatlı, itaatkar ve
bilhassa dindar idiler. Onlar birçok mabutlara Mabadı var
perestiş ederler [tapınırlar] ve bunları ekseriya
birtakım hayvanata teşhis ederlerdi. Mesela Apis Mehmed Faik
f E L S E F E - İ S ANAT
29 Üçüncü nüshadan mabat [kazandıkları] hakime [hükümdara] karşı ibrar
ettikleri meftuniyet-i fevkalade ile yalnız tamim-i din
Eğer zamanımızda daha yakın asarı [asırları] nazar-ı etmek [dini yaymak], evreng-i saltanatın [saltanat
tetkikden geçirecek olur isek bu muvafakati daha tahtının] ve kilisenin etrafına birçok halk, bir alay
vuzuh ile görürüz. Mesela, on altıncıdan on yedinci cengaver toplamaktan başka hiçbir arzuları olmadığı
asır evasıtına [ortalarına] kadar uzanan İspanya 'nın halde bir buçuk asır devam ettirdikleri cidalin
en büyük devr-i sanatını mülahaza edersek, esatize-i [savaşın] neticesi azim bir heyecanla Avrupa'nın
musavvirinden [usta ressamlardan] Velazques, ayağı altına düşmüş oldu. Kurun-ı vustanın
Murillo, Zurbaran, Francesco de Herrara, Alonsa [ortaçağın] bu Ehl-i Salib, bu engizisyon hükümet-i
Cano, Morales, eazım-ı şuaradan [usta yazarlardan], müstebidesi [despot yönetimi] içinde, ahalinin bu
Lope de Vega, Calderon, Cervantes, Tirso de efkar-ı kahramanane, taassup, Katolikliğin yolundaki
Molina, don Louis de Leon, Guillen de Castro ve vahşetleri arasında yetişen en büyük sanatkarlar, bu
daha birçoklarının asarında bahsimizin bütün hislerin, bu fikirlerin, bu icraatın en ileri gelen
intibaatını [izlenimlerini] görürüz. O asırda İspanya sahipleri, en cüretli failleri idiler. Lope de Vega ve
afakında [ufuklarında] müşahede olunan şey Calderon, o zamanın en büyük iki şairi, o taassup,
Katoliklik çizmesiyle istibdat mahmuzu idi. Ahlaken vahşet ordusunun gönüllü fedai alayı efradından
sıfıra müncer olan [düşen] Araplara galebe ile bulunuyorlardı. Şiirden ziyade zamanlarının Don
Afrika' ya geçtiler, yerleştiler, Almanya' da Kişot'u denecek kadar akıllarında mübalağacı,
Protestanlara karşı muzaffer oldular, Fransa içlerine mutaassıp, kavgacı idiler; o derece koyu Katolik, o
kadar takip ettiler, İngiltere'deki Protestanlara kadar azgın, mutaassıp idiler ki bu ikiden birisi
hücum ettiler. Amerika putperestlerinin fikirlerini hayatının sonlarında engizisyona intisap etmiş ve
tahvil ve kendi fikirlerine ram ettiler [boyun diğeri rahip olmuştu, o zamanın en büyük bir şairi
30 eğdirdiler], Berberilerle Musevileri sürdüler, olan o koca Lope bir gün sabah duasında hazreti
çıkardılar. Engizisyonun ihrak-ı binnar [ateşte İsa 'nın şahadeti bahsini okurken bayılmıştı. İşte
yakma], kati cezaları ile cebren ıslah-ı itikad ettiler. böyle tarihin hangi noktasını arar isek bulacağımız
Amerika' dan aldıkları altınları, gümüşleri, kendi erbab-ı sanat ile hemasır [çağdaş] olan bütün efradı
gemilerini, silahlarını, çocuklarının hatta mabihi'l hemfikir ve hemhis görürüz. Bunu böylece ispat
hayatları [yaşama sebebi] olan kalplerinin kanı[nı] ettikten sonra o sanatkarları takdir için, bir şekl-i
saika-i taassub ve taannüdle [tutuculuk ve inatçılık tersim [resim üslubu] veya tarz-ı tahrir-i hailede
saikıyla] açtıkları ve senelerce tevali [devam] [trajedi üslubunda] bu şahısları, bu renkleri, bu
ettirdikleri Ehl-i Salib [Haçlılar] muharebatında kelimeleri, bu hisleri o muhitin, o asrın, o ahalinin
[savaşlarında] saçtılar, döktüler, bu kadar say [çaba], hissi, zevki içerisinde aramalı, tetkik etmelidir.
bu kadar muzafferiyet ile hakikaten milli denilecek
bir hamiyetli tebaanın kuvvetlerini iktisap ettikleri Mabadı var
36
LOUVRE 1 DA CHAUCHARD KO LEKSİYONU
B İ ZİM MÜZEYE İHTİYACIMIZ
Yüz binlerce enafis-i asara [güzel eserlere] güzellikleri onun b u küçük safahat-ı tersiminde
maükiyetle ebedi bir şaşaa-i iştihar [şaşaalı ün] ananatı [detayları] ile görür. " Le Tournebride" ini
kazanan " Louvre" sarayına, bu muhteşem müzeye seyre dalan nazar-ı zair [ziyaretçinin nazarının] bu
Chauchard koleksiyonu ilave edileli iki ay kadar küçük tablodaki büyüklükle o büyüklüğü tasvir
oluyor. Gazetelerin parlak neşaid-i sitayişiyle eden fırçanın ifadatına karşı meczup, hayran
[övgülü sözleriyle] alkışlanarak mutantan resm-i kalmamak, Meissonier'yi meslek-i mahsus-ı
küşad [açılış töreni] ile umumun nazargah-ı sanatında münferit bulmamak kabil değildir.
istifadesine vaz ve teşhir edilen bu koleksiyon Fransa Corot, Meissonier' nin muhalifi bir meslek-i tersimde JI
tarih-i sanatına hakikaten yeni bir sahife-i mefharet [üslupta] teferrüt etmiş [sivrilmiş] harikanüma
daha ilave eder. Chauchard Paris'te büyük Louvre mahsuller hediye eden bediaperver bir fırça sahibi
ticarethanesinin müessisi bir milyoner imiş, iki sene ressamdır. Corot'nun resimlerinde tabiatın
evvel vefat eden bu muhibb-i sanat [sanatsever], müntehap [seçkin] güzellikleri görünür; o peyzaja
vatanperver zat sanayi-i nefiseye karşı derin bir aşık bir şair, şiire aşık ressamdır. Ormanların
incizap [çekim], hakiki bir aşk perverde ettiğini süklınet-i hayalfiribini, derelerin terane-i ruhnevazını
[beslediğini] böyle maddi fedakarlıkları ile ispat [ruhu canlandıran şarkısını], baharın taravet-i
etmiş, hal-i hayatında vatanın yetiştirdiği namdar hayatefzasını [canlılığını], hazanın [sonbaharın]
sanatkarların asar-ı nefisesinden pek çoğunu elvan-ı müteverrimesini [solgun renklerini] , tuluun
toplamış ve mümtaziyet-i fıtriyesinin [seçkin [gün doğuşunun] şeffafiyet-i rengini, gurubun aheng-
yaratılışının] en son delilini de vasiyetnamesinde bu i mütemevvicini [dalgalı ahengini] birkaç rengin
zengin koleksiyonu Louvre'a hediye etmesiyle hamire-i imtizacı [uyumlu karışımı] ile birkaç fırça
göstermiştir. Chauchard koleksiyonu yüz kırk tablo darbesinin serbesti-i pervazı ile tasvir etmiş,
ile otuz kadar küçük bronz statüden, bir de göstermiştir. " Le matin" tablosundaki armoni,
mermerden masnu [yapılmış] grandeur naturel bir üzümünün nemnak [nemli] renkleri, "Le soir " ında
büstünden ibarettir. Kıymet-i maddiyesi hakkında akşamın hüzn-i garibanesi Corot' nun fırçasının nasıl
bir fikr-i kati vermek kabil olamayacağı halde bir çalaki-i sanatla [sanatsal kıvraklıkla] tabiatı
kıymet-i tarihiye, kıymet-i sanatkarane nokta-i kaçırmadığına en büyük bir lisan-ı baliğdir.
nazarından pek büyük değeri olduğunu tabloların Corot'nun asarı baştanbaşa bir sehl-i mümtenidir
imzaları bize vazıh surette ispat edebiliyor. [kolay görünmesine karşın resmedilmesi çok zordur
Meissonier, Corot, Troyon, Daubigny, Ziem, ve benzersizdir] .
Benjamin Constant, Charles Jacque, Fromentin, Troyon hayat-ı rustai [kır hayatı] meftunu bir
Diaz, Eugene Isabey, Huet, Theodore Rousseau, artisttir.
Jules Dupre, Uean-François] Millet, Decamps, Peyzajı kuvvetli olmakla beraber hayvanat tersimi
Enjolras, Delacroix gibi her biri nam-ı ebedi hususunda bir ihtisas-ı fevkaladeye sahiptir.
bırakarak üful etmiş [ölmüş] artistlerin bu enafis-i Louvre' u tezyin eden büyük, istifadebahş
asarı bir hilkat-ı mümtaze mahsulleri, bir ulviyet-i tablolarından itibaren Chauchard koleksiyonundaki
iktidar numuneleridir. eserleri de bu hayat-ı sadeginin [sade hayatın]
Koleksiyondaki Meissonier'lerin ekseriyetine safahat-ı muhtelifesini gösterir.
bakılırsa Chauchard'ın Louvre Müzesindeki " La vache blanche", " La vache rousse" tabloları
Meissonier' den çok Meissonier'ler elde ettiği tasvir-i hayvanatdaki istidadına birer numune
görülüyor. İkinci derecede Corot' lar ve Troyon' lar olmakla beraber "Le retour a la {erme" köy
nazar-ı dikkati celp ediyor. Chauchard'ın eyadi-i hayatının pek sevimli, pek hayatefza bir şiiridir.
ihtiramında [özenli ellerinde] mahzuz [memnun] İnsan bu tabloya bakmakla doyamaz. Onun
kalan bu Meissonier bugün, ressamın takip ettiği karşısında saatler geçirmek, bir asudegi-i efkar
vadi-i tersimden hiçbir zaman ayrılmadığı meslek-i içinde yaşamak ihtiyacı hisseder. Oh! Troyon
mahsusasında büyük bir sabır ve metanet ile çalıştığı köyleri, köylüleri, o hayatı, o mesaiyi cidden sevmiş
ve muvaffak olduğunu iddiaya kafidir. ve bu hayatı derin bir aşk-ı sanatla takdir ettiğini
"Dragon en vedette" ismindeki tablosu asar-ı tekmil eserleriyle ilan etmiştir.
mecmuasının [bütün eserlerinin] cesametçe [boyut Velhasıl tafsilat-ı zaideden [gereksiz ayrıntılardan]
olarak] en büyüğüdür. Meissonier bütün manası ile ictinaben [sakınarak] söylemek istiyorum. Benjamin
realist bir ressamdır. Tabiatın ince, dakik, o Constant'ları Ziem'leri, Charles Jacque'ları,
görülmez, o zapt edilmez nüktelerini nasıl bir nüfuz Daubigny'leri ile ayrı ayrı birer ders-i istifade veren
' nazarla gördüğüne, nasıl bir kuvve-i sihir ve bu koleksiyon erbab-ı meraka yeni bir cevelengah-ı
sanatla vaz ettiğine izhar-ı hayret edilir. İnsan bu tetebbu [araştırma alanı] daha bahşettiği için
artistin resimleri karşısında tabiatın bütün dakayık-ı zairinin muhacemat-ı mütevaliyesinden [sürekli
sihraludunu okur, en hassas bir objektifin dahi tafsil ziyaretçi akınından] kurtulamayacağı azade-i
edemeyeceği [ayrıntılarıyla gösteremeyeceği] iştibahdır [kuşku götürmez] . Evet, bugüne kadar her
37
ziyaretimde müstesna bir izdiham içinde gördüğüm kalacak. Bir acz-i rekaket [dil tutukluğu] içinde
şu koleksiyon bana bu memleket ahalisinin sanayi-i bunalacak değil miyiz, gücenmeyelim! Eslafı
nefiseye rağbetini, vatan muhabbetini tekiden [selefleri] tebcil [yüceltme] , ahlafı [halefleri] teşvik
[pekiştirerek] ispat ediyor ki istikbal bu memlekete olduğunu takdir etmekle beraber gönül sade suya
daha birçok artistler kazandıracak, daha pek çok methiye zamanının geçtiğini de görmek arzu ediyor.
koleksiyonlar hediye ettirecek, daha birçok müzeler, Gözle görünmeyen sözde kalır, darbımeselini hep
vücuda getirecektir. Fakat! Oh! Zavallı biz, hatırlarız, artık kuru teşvikle erbab-ı sanat
mazilerden mütevaris [kalan] bir lakaydiye mahkum yetiştirmeyeceğimizi ve yetişemeyeceğini bilemem
sadece milel-i mütemeddinenin [medeni milletlerin] [bilelim] . Biz eğer cidden eslafı tebcil ahlafı teşvik
sitayişhanı [övgücüsü, öveni] olmakla mı kalacağız edecek isek kadirşinaslığımızı, kabiliyet-i terakkimizi
bilmem; kadirnaşinaslığımızın sahife-i teseyyübünü bilaimale-i zaman [zaman kaybetmeden] göstermeye
[ihmalcilik sayfasını] bir türlü kapayamıyoruz; başlayalım. Bugüne kadar yetişen, yetişip veda eden
yalnız filan tarihte meşahir-i hattatinden Hafız ne kadar erbab-ı sanat varsa asar-ı metruke-i
Osman'lar, Rakım'lar gelmiş, filan zamanda Hamdi nefisesinden ele geçirebildiğimizi müzelerimizin
Bey'le Şevket Bey gibi muktedir ressamlar yetişmiş aguş-ı sıyanet ve ihtiramına [özenli ve koruyucu
diye - tabir mazur görülsün sırf bir mirasyedi kucağına] ceme [toplamaya] çalışalım.
muhakemesizliğiyle - hep mazinin bize dehşetli bir Darülfünunlarını, tıp fakültelerini, mekteb-i
bar-ı mahcubiyeti [utanç yükü] tahmil eden hukuklarını düşünen, talim-i maarife bir atş-ı
[yükleyen] hikaye-i gururu ile mi demgüzar olacağız terakki [ilerleme ihtiyacı] ile sarılan millet-i
[vakit geçireceğiz] ? Bir gün ya bizim bu necibemiz için sanayi-i nefiseyi de düşünmek,
methiyelerimize mukabil hariçten bazıları karşımıza medeniyetin bu uzv-ı mühiminden mahrum
çıkıp, sertac-ı ibtihacınız [gönül baştacınız] meşahir kalmamak elzemdir.
[sergiler] gerek asar-ı mefhareti nerededir, hangi
müze nerde mahfuzdur, ziyaret etmek isteriz, deseler Paris Mart 1 9 1 1
acaba ne cevap vereceğiz? Elimiz böğrümüzde Sami
TEFRİKA-i MAHSU SA
TEŞRİH-İ TASVİRİ
38
hep hutGt-ı münhaniyeden [eğri çizgilerden] kurallarından]. ,-ezin ,.e kafiyeden ve sair usul-i
müteşekkil olup cesedin her noktası bilaistisna edebiyeden bihaber olan bir şair, hilkaten
birçok girintili çıkıntılı nahiyeler arz eder. İşte bir [doğuştan] ne kadar hassas olursa olsun, tabiatın
sanatkar için, kısmen etlerin, kısmen kemiklerin kendi üzerindeki tesirat ve tecelliyatına fasih ve beliğ
şekli ve vaziyetleri icabı olan bu manzaranın, hangi bir surette tercüman olamayacağı gibi, fenn-i
aksamı adalatın, hangisi izamın [kemiklerin] musikinin nazariyatına aşina olmayan bir musiki
nümayişinden ileri geldiğini layıkıyle öğrenmeden meraklısı da, fennen makbul bir beste vücuda
tasvir yapmaya çalışmak, hendese [geometri] ve getiremez. İstidad-ı fıtri [doğuştan yetenek] her
menazır [perspektif] bilmeden mimarlığa kalkışmak şeyde başlıca bir amil-i müessir olduğu gayri
kabilindendir. münkerdir [inkar edilemez], fakat hangi hususta
Bizde ressamlardan bazıları, "Mademki bir tecelli ederse etsin ona mahsus ulum u fünun [ilimler
musavvir [ressam] canlı modelden hiçbir vakit ve fenler] ile terbiye ve istikmal edilmedikçe
müstağni değildir [kaçınmaz] , fenn-i teşrihe vukuf [tamamlanmadıkça] semeresiz kalacağı da
adeta lüzumsuzdur! " iddiasında bulunuyorlarsa da, müsellemdir [açıktır] .
vücudun her cepheden başka surette manzur olan, Elhasıl, bir musavvirin, yaptığı tasvirde nazırına bir
biçimindeki tahavvülatın esbabını anlamadan yalnız eser-i hayat irae ve ifham edebilmek için, fenn-i
modele bakarak resim yapmak, okuma yazma teşrihe ve bedenin kanun-ı tenasübüne [orantı
bilmeyenlerin bir yazıyı, mealini anlamadan istinsah kurallarına] vakıf olması şart-ı azamdır [en önemli
[kopya] etmelerine, daha doğrusu, örneğini koşuldur] . Bu vukuf ile mücehhez olmadıkça, onun
çıkarmalarına benzer! eseri, her ne kadar tabiattan yapılmış olsa da,
Evet! Musavvir, canlı modelden, yani tabiatı ruhsuz ve biçimsizdir.
numune-i aslı ittihaz [kabul] etmekten hiçbir vakit Fenn-i teşrih ve tenasübü bilerek, tabiatı yani modeli
müstağni olamaz, daima en büyük artistler de bu tetkik ve mütalaa ve ondaki canlılık halini tasvir ve
ihtiyaçtan vareste [uzak] değildir. Lakin bir şeyi tercüme edebilmek iktidarı, pişgah-ı nazarda [göz
bilerek temeşşuk etmekle [yazmakla] bilmeyerek önünde] mevcut olduğu halde uzaklığı veya
taklide çalışmak beyninde [arasında] gerek suhulet küçüklüğü hasebiyle gayri meri [görülmez]
[kolaylık] gerek muvaffakiyet nokta-i nazarından zannedilen eşyayı keşif ve rüyet [görmek] için
azim [büyük] fark vardır. dürbün veya mikroskop kullanmaya benzer: O eşya
Bu kaziyeyi [meseleyi] birçok hususata tatbik hakikatte mevcut iken bu aletler elde bulunmadıkça
edebiliriz. Mesela, toprak her ekinciye mahsul verir, görülemeyeceği gibi, vücud-ı insandaki esrar-ı
lakin cahil bir çiftçinin istihsalatı ile mütefennin tenasüb ve muhtelif evzaındaki [duruşlarındaki]
[bilimsel] bir ziraatkarın yetiştireceği mahsulat esbab-ı tehalüf [uyumsuzluğun nedenleri] de teşrih
beyninde [arasında] hem kesret [nicelik], hem bilinmedikçe herhalde gözden nihan [gizli] kalır.
nefasetçe elbette tefavüt [fark] vardır. Kezalik,
kavaid-i sarfiye ve nahviyeden [gramer ve sözdizimi Mabadı var
TEBRİK
Yanya ' da neşrolunmaya başlayan ve bir nüshası cemiyetimize ihda
buyrulan "Zülal-i lrfan" risalesinin intişarını maatteşekkür tebrik
eyleriz.
Müdür-i mesul
Osmanlı Ressamlar Cemiyeti müessislerinden
Osman Asaf
39
..;'7�Jr.: ı...... ı ._;;ı_, _;..Cı
• •
� r=-t.. �> ,_,\j ).>�il\-':" � ,.� ..s .!_ .J.,, .._ .: ,)i .:...�·
� ........ı. .;ı,:c rl-J J _,'._A ./_.J.A
. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. . . .. .. .. .. .. .. .. . . .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .
41
olan nezahet-i fevkalade ile tanzire [resmetmeye] [aşikardır] . Bu mütemeyyiz [seçkin] Şark ressamının
muvaffak olmuştur. Gördüğümüz eserleri hep küçük eserlerinde mündemiç [içkin] olan dakayıkı temaşa
kıtadadır [boyuttadır] . Bu safahat-ı sagireye [küçük edenlerin hayrette kalmaması kabil değildir. Şevket
boyuttaki yapıtlara] tabiatı bütün mufassalatı Bey, tablolarının kaffesini [tümünü], şaibe-i
[ayrıntıları] ile sıkıştırmış ve küçüklükte sanat-ı tekellüfden [özenti şaibesinden] masun [korunmuş]
nefise-i tersime [resim sanatına] mahsus büyüklükler olduğu halde itina-yı mahsus ile meydana
göstermiştir. Şevket Bey'in büyük kıtada yalnız bir getirmiştir. Parça parça çalışmak adeti değil idi.
eseri görülmüştür ki o da Sultan Selim-i Sani ' nin [il. Yaptığı etütleri tablo olarak yapardı. Resim üzerine
Selim'in] Ayasofya kurbünde [yakınında] vaki konması icap eden rengi defaten koymakta olduğu,
34 [bulunan] türbesinin resmidir. Merhum, bu tabloyu renk üzerine tekrar renk koymakla uğraşmak adeti 35
Sanayi-i Nefise Mektebi'nin son senesinde olmadığı için eserlerini daima süratle itmam ederdi
bulunduğu sırada yağlıboya ile tersim eylemiş idi. [tamamlardı] . Bu hassa ise merhumun fırçasındaki
Mektebin imtihan salonunda teşhir olunan bu tablo iktidar-ı üstadaneye büyük bir delildir. Şevket Bey'in
vezir-i kıymetşinas Hüseyin Rıza Paşa merhum ressamlıkta malik olduğu nezahet [incelik] hakikaten
tarafından mübayaa edilmiş [satın alınmış] idi. bir mevhibe-i kudrettir. Bu musavvir-i fıtri
Teessüf olunur ki bu eser-i nefis müşarünileyhin [adı [doğuştan ressam] Sanayi-i Nefise Mektebi'ne
geçen üstadın] yalısında zuhur eden harikte devam etmezden evvel de bir üstattı. Mektep,
[yangında] muhterik olmuştur [yanmıştır] . tabiatına yalnız bir inbisat [açılım] vermiştir. Fenn-i
Etütlerinin mevcut olan fotoğrafiyesi şu nüshayı tersimdeki iktidar-ı fevkaladesi bütün erbab-ı
[sayıyı] tezyin ediyor [süslüyor] . Şevket Bey'in, tasvirin müsellemi olan muallim Mösyö Valeri,
resmin derinlikleriyle çinileri üzerinde gösterdiği Şevket Bey'i son derece takdir ederdi. Şevket Bey,
maharet-i musavverane hakikaten fevkaladedir. Yine Sanayi-i Nefise Mektebi'nin yetiştirdiği ilk
bu nüshaya konulan kendi resmi ise, aynaya sınıftandır. Nam-ı bülendinin Sanayi-i Nefise
bakarak yağlıboya ile yapıp ressam Binbaşı Ahmed mezunları meyanında [arasında] bulunması mektep
Ziya Beyefendi'ye ihda [armağan] eylediği tablodan için bir şeref-i mahsus addolunsa becadır
ahzedilmiştir [alınmıştır] . [yerindedir] . İstanbul surunun kapılarını yağlıboya
Şevket Bey, iltizam eylediği [benimsediği] usul-i ile gayet nefis ve nazik olarak tersim eylemiştir ki
tasvir cihetiyle Fransız ressam-ı şehiri [ünlü ressamı] mükemmel bir koleksiyon teşkil eden şu asar elyevm
Meissonier'nin naziridir [benzeridir] . [bugün] ailesi nezdinde mahfuzdur. Nihayet
Meissonier' nin nazik fırçası ile vücuda getirdiği derecede ince çalışarak vücuda getirdiği bir albümü,
eserlerde cilvekar olan rikkat [incelik] aynen Şevket ressam Osman Asaf Beyefendi 'ye yadigar eylemiştir.
Bey'in asar-ı bergüzidesinde de müncelidir Vatan bu nazik, bu nezih tabiattan daha birçok
42
asar-ı aliye beklerdi. Memleketimizin yetiştirdiği tahsile muvaffak olduğundan atik-i hassa ordusunun
erbab-ı tasvir, bu üstad-ı muhteremden hakikaten le azım dairesine tayin olundu. Badehu Mekteb-i
istifade eylemek ümitlerinde bulunurdu. Lakin Sultani resim muallimi Mösyö Hayette'in vuku-ı
eyvah . . . o şaşaalı iktidar bu alemde kemaliyle [tam vefatı üzerine müze müdürü merhum Hamdi Bey,
olarak] neşr-i envar etmeden [ışığını saçamadan] Ahmed Ali Paşa, Mösyö Valeri, Mösyö Osgan,
muntafi olup [sönüp] gitmiştir. ressam Acquarone ile diğer erbab-ı iktidardan
Şevket Bey, 1 272 [ 1 856] tarihindedir Dersaadet'te müteşekkil bir heyet huzurunda icra edilen
Süleymaniye civarında Ayşe Kadın Hamamı müsabakada liyakat-i fevkalade ibraz ederek
karşısındaki hanede tevellüt eylemiştir [doğmuştur]. mumaileyh Hayette' in yerine mekteb-i mezkure
Pederi orman memurlarından merhum Çerkes resim muallimi oldu.
Osman Efendi'dir. Şevket Bey, Süleymaniye'deki Meşrebine [yaratılışına] tevafuk eden [uygun olan] şu
iptidai mektebine [ilkokula] devam ettikten sonra vazife-i talimiyeyi [öğretim görevini] hüsn-i ifa etmekte
Bayezid Rüştiyesi'ne dahil oldu. Ikmal-i tahsil iken 1 309 [ 1 893] tarihinde Anadoluhisarı'nda
ederek şahadetname [diploma] ahzeyledi. Badehu müteverrimen [verem hastalığından] suretgah-ı hestiye
[daha sonra] Musika-i Hümayun'a kaydolundu. Bir veda eyledi. Silivrikapısı haricindeki kabristana
müddet devam ettikten sonra etibba [tabipler] medfundur [gömülüdür] . ( Rahrnetullahi aleyh [Tanrı
vücudundaki nahafete [zayıflığa] binaen tebdil-i rahmet eylesin]).
meslek etmesine lüzum gösterdi. 1290 [ 1 8 74]
tarihinde menşe-i küttab-ı askeriyeye [askeri katip Şerif Abdülkadirzade
yetiştiren okula] devama başladı. Görülecek dersleri Hüseyin Haşim
TARİH-İ SANAT
43
tetkiki ile eski Mısır ha yat ve ada tına [adetlerine] [caddeden) sonra canibeyninde [iki yanında] dikili
kesb-i ıttıla [hakkında bilgilenmek] mümkündür. taşlar ve heykeller bulunan muhteşem bir kapı
Mısır ressamları fenn-i menazıriye [perspektif görülür. Bu kapıdan girilince asıl mabedi muhit olan
bilgisine] ve anat-ı rakikaya [ince ayrımlara] vakıf [çevreleyen] avluya dahil olunur. Bu avlunun etrafı
değillermiş; onlar aralarında bir insicam-ı tedrici yüksek ve kalın duvarlarla çevrilmiş, dahilinde dahi
olmayan parlak renkleri yan yana vaz ile [koyarak] suni göller meydana getirilmiştir. Bazen merasim-i
şaşaadar tezyinat vücuda getirirlermiş. diniyede gayet latif ve cazip müzeyyenatla süslenmiş
Teb ve Sayis devrinde sanat - Bu devirde bilhassa kayıklara mabutların heykelleri konularak bu
emvata [ölülere] müteallik eşyanın imal ve inşası göllerde gezdirilirmiş. Nihayet asıl mabedin kapısı
bütün ehemmiyet ve azametini muhafaza etmiş gelir ki buradan layuad [çok sayıda] sütunlara istinat
olduğundan Teb ve sair şehirlerde yapılan eden mabedin içerisi nümayan olur [görülür] . Bu
darülemvatlar [ölü odaları) bunun hayretfeza [hayret cesim [büyük] mabetlerin ebadına dair bir fikir
verici] enmuzeclerini [örneklerini] teşkil etmekte ve ittihazı [edinmek] için Karnak mabedinin 365 metre
alelhusus [özellikle] maabid-i cesime [büyük tul ve 1 1 3 metre arzında [genişliğinde] olduğunu ve
mabetler] nazar-ı dikkati celbe bihakkın şayeste tavan müttekası [taşıyıcısı] olan 1 34 sütununun 1 0
bulunmaktadır. Bu devir esnasında bina olunan metre kutur [çap] ve 2 3 metre irtifaında
mabetler hakkında bir fikr-i mücmel [özet fikir] bulunduğunu söylemek kifayet eder.
verebilmek için taksimatını telhisen [kısaca] tarif
etmek münasiptir zannederim. Evvela, tarafeyni [iki Mabadı var
tarafı] ebülhevllerle müzeyyen [süslenmiş] ve bazen
iki kilometre tulünde [uzunluğunda] bir hıyabandan Mehmed Faik
MEKTUP
Geçen mektubumda Fransa meşahir-i sanatkaranı talebe hayatı olduğu, ders hususunda beynelakran
meyanında iktidar-ı mahsus-ı ressamaneleriyle [yaşıtları arasında] bir mevki-i mümtaz
parlak mevkiler kazanarak, zevalnapezir [ölümsüz] kazanamadığı gibi alelekser [çoğu) hafta, notlarında
namlar bırakarak üful [vefat] eden esatizenin pek aşağı derecelere düştüğü görülmüştür.
[ustaların] Chauchard koleksiyonundaki asar-ı Yegane iştigali resim yapmaktan, muallimlerin
37 nefisesinden bir nebze bahsetmiştim. Bu krokilerini çizmekten ibaret olan Meissonier pederi
mektubumda da Meissonier'nin gazetemizi tezyin tarafından bu heves-i incizabdan feragat etmesi için
edecek olan Napoleon III a Solferino eseri tazyik edilmişse de hiçbir tesiri görülemediğinden
münasebetiyle ressamın biraz hayat-ı güzeştesinden mecburen vadi-i hevesatında serbest bırakılmıştır.
ve Louvre' daki bakiye-i asarından bahsetmek Meissonier pederinden gördüğü bu müsaade üzerine
istiyorum. Gerçi Meissonier gibi tabiatın ananat-ı ilk defa olarak J ules Potier namındaki ressamın
hakikatini fırçasının kuvve-i sahiranesiyle tasvir atölyesine devama başlamış, burada füzen ile çizgiler
eden büyük bir artisti böyle birkaç satır ifadat içinde ve başlar çalışmış, fakat bu atölyede girdiği meslek-i
göstermeye yeltenmek onun taşıdığı hale-i iftiharın tersim, fıtratında meknuz [saklı bulunan] hassa-i
sönük bir krokisini çizmek nevindendir. Bunu itiraf terakkinin inkişafına pek müsait olmadığı için
ederim. Mamafih ben sırf meşhudatımın bilahare meşhur Lfon Cogniet'nin atölyesini tercih
[gördüklerimin] tetebbuatımın [araştırmalarımın] bir etmiş. Cogniet o vakitler Louvre'un tavanı için
zübdesini [özetini] yazacağım için Meissonier Bonaparte'ın Mısır seferini yapıyormuş. Meissonier
hakkında malumat-ı vasiaya vukufu arzu eden profesörün bu tabloyu bir itina-yı mahsus ile modeller
erbab-ı merak, ressamın safahat-ı hayatını ve poze ederek, o devre ait kostümler elde ederek
koleksiyonunu musavver asarı mütalaa edebilirler. çalıştığını gördükçe bu mesleğin kendisine bir serbesti
Jean Louis Ernest Meissonier 1 8 1 5 tarihinde Büyük i tefeyyüz [gelişme olanağı) bahş edeceğine kanaat-ı
Napoleon 'un devre-i ahir-i saltanatında [saltanatının kamile hasıl etmiş ve o dakikadan itibaren bu usul
son döneminde] Lyon şehrinde tevellüt etmiştir dahilinde çalışmaya karar vermiştir. Fakat Meissonier
[doğmuştur]. Validesi porselen evani [kap kacak] henüz bir etüdiyan [etudiant] hayatında paraya karşı
üzerine minyatür resimler yapmakla iştigal [ettiği] ihtiyac-ı şedid içinde bulunduğu için Nereman [?]
için henüz aguş-ı maderde [ana kucağında] ilk ismindeki refikiyle [arkadaşıyla] yelpaze resimleri ve
heves-i sanatı duymaya başladığı anlaşılıyor. Çünkü birtakım ruhani resimler yaparak bu vasıta ile model
pederi tarafından Paris'e tahsil-i ulum u fonun poze edilecek para tedarikine başlamış. Nihayet
maksadı ile sevk olunduğu tarihten itibaren bu heves 1 8 34'de on altı yaşında olduğu halde Hükümet
hakiki bir aşka mübeddel olmuştur [dönüşmüştür] . Konağını Ziyaret tablosunu salona göndermiş, bu
Paris liselerinde geçirdiği hayat-ı tahsil alelade bir tablo Meissonier'nin terakkiyat-ı atiyesine ilk delil
44
olmakla beraber rağbet-i ammeye mazhar olamamış, ressamdu. 1 8 O tablosu için kemale ermiş bir
hatta 1 835'de gönderdiği Dama Oyunu, Askeri Posta buğday tarlasını süvari müfrezesi geçirerek tabiatı
Müvezzii tabloları refüze bile edilmiştir. Mamafih etüt ettiği, daima hakikatten ayrılmadığı hikaye
aynı tarihlerde ressam, lllüstreler'e [Illustration] ediliyor. Bu tablo Amerika hükümeti tarafından
yaptığı desenler vasıtası ile kendini layıkıyle 40.000 franka alınmıştır. III. Napoleon a Solferino
göstermeye başlamıştı. !ki sene sonra aynı tabloları eserini seyrederken eşhastaki [figürlerdeki] pozlara,
salona gönderdiği zaman bilakritik kabul edilmiştir. kompozedeki [composer] fikr-i ulviye, renklerdeki
1 83 8 'de Bir Papazın Bir Hastayı Teselliyeti tablosu armoniye saatlerce hayran kalmamak mümkün
Dük Dorelsan [ ? ] tarafından beş yüz frank değildir. Bir gün Louvre'da Meissonier seyrederken
mukabilinde sergiden iştira olunmuş [satın alınmış] Ermeni vatandaşlarımızdan Meşaka Efendi 'ye
on dört sene sonra prensin terekesinden kırk bin tesadüf etmiştim. Solferino tablosunu kemal-i
franka alınmıştır. 1 85 5 ' de bütün Avrupa meşahir-i ihtimam ile kopyaya gayret eden Meşaka Efendi,
ressamanının iştirakiyle küşat edilen [açılan] büyük Meissonier tablolarındaki büyüklüğü tamamiyle
ekspozisyonda Meissonier, serginin en birinci görebilmek için kendisinin istimal ettiği [kullandığı]
madalyasına kesb-i istihkak etmekle [hak pertevsizle muayeneyi tavsiye etti.
kazanmakla] en büyük tabaka-i iştiharın [ünlüler Filhakika bu minyatür başlar cesamet-i tabiiyede
arasında] en parlak mevkiine sahip olduğunu ispat büyüdüğü halde bütün kudöpensolar [coup de
etmiştir. 1 859 'da Solferino safahat-ı harbini tetkik pinceau] [fırça darbeleri], bütün geniş çalışışlar
için Arnsterdam'da bulunarak Fransa erkanıharp tezahür ediyor, Meissonier'nin o küçük eserlerindeki
heyetiyle birlikte bulunmuş, hakikati tamamiyle tafsilat-ı hakikiye bütün büyüklüğü ile, bütün
tasvir için erkan ve ümera-yı askeriyenin birer birer tabiiliğiyle meydana çıkıyordu. Louvre' u tezyin eden
etütlerini yapmıştır. Meissonier sergüzeştinde bu Meissonier asarından Portrait de l 'auteur tablosu
tabloyu ne suretle vücuda getirmeye muvaffak ressamın kendi portresidir. Fondaki derinlik pek
olduğunu şöyle hikaye ediyor: sanatkaranedir. Beyaz sakallarının, giydiği kırmızı
"Harpten avdetimde [dönüşümde] atölyemde tabloya ropdöşambrla armonisinde pek tatlı, o ihtiyar
çalışmaya başladım. Mareşal Magnan'ı ehibbam elindeki kırışıklar nazara batmayacak surette pek
[dostlarım] vasıtası ile poze ederek etüt ettiğim gibi mahirane gösterilmiştir.
Magnan vasıtası ile de Mareşal Lyon'u [ ? ] elde ettim, E tude des cuirassiers küçük iki üç parça etüdüdür.
onu da etüdiye [etudier] ettim, fakat tabloyu ikmal Vaktiyle Illustration nüshalarında görülmüştü.
için yalnız III. Napolfon kalmıştı. Nihayet Mareşal Mamafih aslındaki letafet muhafaza olunamadığı
Lyon beni tablo ile krala takdim edeceğini vaat etti. için Meissonier matbu kopyalarla hiçbir zaman
Yevm-i muayyende [kararlaştırılan günde] Napolfon anlaşılamaz. Ruines des Tuileries tablosu tahminen
tarafından pek beşuşane [güleryüzle], mültefitane bir on iki yahut on beş numara maren tuval cesametinde
surette kabul olundum. Kral tablomu gözden hemen en büyük bir resmidir. Louvre'un İhtilal
geçirdikten sonra kendisini ne vasıtası ile etüdiye esnasında harap edilen bir parçasını musavverdir.
edebileceğimi sual etmişti. Fotoğrafiyelerine Kemerlerdeki aheng-i menazır, ön plandaki taş
müracaatta muztar [zorunda] kaldığımı anlayınca yığıntısı derin tetebbu mahsulüdür.
mütebessirnane, " Zannedersem iki üç fotoğrafa bedel Les voyageurs fırtınalı bir havada bir tepeyi aşan
bir küçük poz kifayet eder," cevabında bulundu. küçük bir kafile-i seyyahini [yolcu kafilesini] tasvir
Kralın bu muvafakati artık benim için ele geçmez bir eder. Resim küçük olmakla beraber rüzgarın şiddet-i
fırsattı. Birlikte esb-i süvar [ata binmiş] olarak bir vezanını [şiddetli esişini], tabiatın o şiirini
gezinti yapacak ve bu esnada ben Kralın etvar ve Meissonier fırçası tercümeye muvaffak olmuştur.
hareketine dikkat edecektim. Velhasıl yola çıktık. Le Madonna del Baccia kilise dahilinde bir kadının
Krala tatlı bir zemin-i musahabe açtım. Oyalaya, ibadeti, San Giorgio Ma15giore d Venise resminde
ayalaya atları Fontainebleau civarında dost-ı kadim kamerin denize aksini, Etude de paysage sonbahar
Jadan'ın [ ? ] atölyesi cihetine sevke muvaffak oldum. ağaçlarını, Vue de Venise cote de Murana uzak bir
Jadan' ın kapısına vusulümüzde [vardığımızda] sahille denizi, Napoleon III entoure de son Etat
Napolfon'a dostumun atölyesini ziyaret lütfunda majeur tablosunda da kral ile erkanıharp heyetini pek
bulunmalarını ve biraz istirahat buyurmalarını güzel tasvir etmiştir. Meissonier'nin Portrait
teklifte bulundum. Teklifim kemal-i memnuniyetle d'Alexandre Dumas fils' i l 'Attente'ındaki inceliği
kabul bulundu. ]adan bu hilafü 'l-intizar anlayabilmek için günlerce tetkik etmek icap eder.
[beklenmedik] ziyaret-i kraliyeden bir beht Hülasa Le poete, Les trois fumeurs, ]. ]. Rousseau
3 8 [şaşkınlık] ve hayret içinde kalmıştı. Fakat Kralın et Mme. de Warens, Liseur des ordonnances,
nazikane ısrarı üzerine ]adan kemafi's-sabık [daha Blanchisseuse a Antibes tabloları ile Louvre' un
önce başladığı] çalışmasına devam ettiği gibi, ben de E cole Français salonuna giranbaha [paha biçilmez]
Kralı iskemle üzerinde esb-i süvar [ata binmiş] bir birer tuhfe-i sanat [sanat armağanı] bırakan büyük
vaziyette poze ederek biri fas, biri profil iki etüde artist yirmi beş yaşında Legion d'honneur otuzunda
malik oldum. " Chevaliers de la Legion d'honneur kırk bir yaşında
Meissonier' nin şu sergüzeşt-i ressamanesi Officier de la Legion d'honneur elli iki yaşında
mesleğindeki ciddiyeti, aşk-ı hakikiyeyi pek vazıhane Grande Croix'ya nail olmuştur. Elli altı yaşına
ispat eder. Meissonier mana-yı tamını ile realist bir rağmen 1 870 seferine iştirak etmiş, Sedan'da
45
Almanlara esir düştüğü halde milliyet ve şöhretine Şevket Bey 'in büyük asarını görmedim, fakat o
hürmeten tahlis edilmiştir [kurtarılmıştır]. küçük vakıfane derin tetebbularla vücuda getirdiği
Meissonier bu son " Paris Müdafaası" nı da tasvire eserlerde bir büyüklük, yetişmez bir iktidar, herkese
başlamış ise de ömrü vefa etmeyerek 1 89 1 tarihinde nasip olmayacak bir eser-i deha görmüştüm. Oh!
vefat etmiştir. Şevket! Evet, Louvre Müzesinin Meissonier' lerini
Şimdi Meissonier hakkında şu nakıs [eksik] gördükten sonra Şevket Bey bütün deha-yı fıtrısiyle
malumatın itmamını [tamamlanmasını] erbab-ı artık kendini gösterdi. Cemiyetin aza-yı
tetebbua bilhavale [havale ederek] biraz da bizim muhteremesi meyanında Şevket Bey'i pek yakından
vatanımızda yetişmiş, mazinin velvele-i teselli içinde tanıyanlar Hamdi Bey merhumun ne samimi
anlaşılmadan üful etmiş bir Türk Meissonier'sinden tebriklerle alkışladığını tahattur ederler [anımsarlar].
bahse bir mecburiyet-i vatanperverane hissediyorum. Şüphesiz müze müdür-i cedidi [yeni müdürü] Halil
Sanayi-i Nefise Mektebimizin bu ilk şüklıfe-i feyzi, Beyefendi'nin de malumudur. Fakat kıymetşinaslık
muhitimizin, evet, maatteessüf muhitimizin hava-yı devrinin hululünü [geldiğini] artık ciddi himmetlerle
birağbeti [rağbetsizlik ortamı] içinde solup giden bu görmeyi gönül pek arzu ediyor. Garb'ın asar-ı
nadide çiçek Mekteb-i Sultani resim muallimi nadire kopyaları ile galeri tezyinini tasavvur eden ali
merhum Şevket Bey'dir. Bizde Meissonier'yi fikirler Şark'ın mahsul-i bedayiinden de müzemizi
anlamak arzu edenler Şevket Bey merhumun asar-ı mahrum bırakmamalıdır. Hamdi Bey' ler, Şevket
metruke-i nefisesini tetebbu etmelidirler Bey'ler, Hüsnü Yusuf Bey' ler, Ziya Paşa'lar, bütün
[incelemelidirler]. bu muhterem vücutlar, bütün muhterem eslafımız
Merhumun eserlerindeki incelik, nezaket-i tersim [öncellerimiz] ebedi sermaye-i mübahatımızdır
sonra o fırçadaki tarz-ı ifade, o ifadedeki serbesti [övünç kaynağımızdır] .
Şark ' ta yetişmiş bir dehadan zalam-ı cehl ve lakaydi
[umursamazlık ve bilgisizliğin karanlığı] içinde Paris
unutulmuş bir Meissonier'den başka bir şey değildir. Sami
FELSEFE-İ SANAT
46
mevcudiyet veya ademiyle [yokluğuyla], onlar da ermek i rediğimiz nokta budur. Giotto, Beato
zahir veyahut kaybolurlar. O halde bu mıntıka Angelico gibi eazımı [ustaları] tevlit eden [yaratan]
nedir? Onda mevcut olan hararet, bürudet [nem] muhitin esrarını faş [açığa çıkarma] ve o zamanın
veya rutubet ne ise bizim dediğimiz ahlak ve efkar da şairlerine ait bazı eşarı [şiiri] irat ile gam, şadi
onun tamamen örneğidir. işte şu ve şu nevi mahsulat [sevinç], aşk, iman, cennet, cehennem gibi hayat-ı
üzerinde tesiri görülen hararet-i maddiye ne ise, şu ve beşerin pek büyük bir istifade ile merbut [bağlı]
şu nevi sanat üzerinde tesiri görülen hararet-i olduğu mebahisi [konuları] serdederek [ileri sürerek]
maneviye de odur. Sarısabır, yulaf, mısır buğdayı izaha uğraşacağız. Dante ' nin ve Guido
gibi nebatatın üzerinde haiz-i ehemmiyet olan Cavalcanti ' nin eşarında " Eazzın teracim-i ahvali"
madde-i hikemiyeyi nasıl taharri ve tetkik ediyor [azizlerin azizinin yaşamöyküsü], "Temsil-i Isa "
isek, müşrikinin heykelleri [pagan heykelleri], manzumelerinde, Saint François'nın Fioretti' sinde,
hakikiyunun [realistlerin] levhaları [tabloları], Dino Compagni, Muratori gibi müverrihlerin
mimari-i mermuz [mistik mimari], edebiyat tedrisi [tarihçilerin], mini mini cumhuriyetlerinin şiddet ve
[klasik edebiyat], musiki-i şehvani, şiir-i hayali tecessüsünü tamamen tefsir eden asarında pek çok
[idealist şiir] 1 gibi asar-ı nefiseyi tetkik için de delail-i sübutiye [deliller] bulacağız.
madde-i ahlakiyeyi, taharri-i efkar-ı beşeriyeyi,
mevadd-ı zevi'l-hayat [canlı maddeler] gibi muhit ve
mevkileriyle tetkik etmek lazımdır. Sculptııre paienne, peinture realiste, architectııre mystique,
işte bizim de İtalya ressamlarından başlayarak takip litteratııre classiqııe, mıısiqııe volııptueuse, la poesie idealiste.
TEŞRİH-İ TASVİRİ
40 Geçen nüshadan mabat taayyüşünü [beslenme biçimlerini] merak eden şu
insan kısmının, bir bakıma, her şeyden evvel kendi
Bu, öyle bir hakikattir ki binlerce senelerden beri bina-yı vücudunu tetkik ve mütalaa etmesi daha
teslim olunmuştur; eski Mısırlılardan ve belki daha makul sayılır!
evvelden beri ressamlık ve musavvirlik nerelerde Eşref-i mahlukat [en üstün mahluk] olan nev-i beşerin
doğmuş ve ilerlemiş ise, orada sanatkarlar insanın ve [insan türünün], bu tavsifi [nitelemeyi] icap eden
hatta hayvanatın üzerinde tetkikattan hali [geri] kıymet ve haslet-i maneviyesinden kat-ı nazar,
kalmamışlar ve hemen her azayı ölçüp biçmişler ve ruhaniyet-i beşeriyenin timsal-i mücessemi yahut
tenasüb-i bedene [beden oranlarına] dair birtakım sadece ruhun kalıbı olan şu "ceset" dahi, sırf
düsturlar keşif ve vaz etmişlerdir. Nihayet tetkikat maddiyeti itibariyle, hakikaten "eşref-i mahlukat"
ve tetebbuat-ı vakıa tekemmül ede ede zamanımızda addolunacak bir nizam ve intizamı, bir his ve
Avrupalılar tarafından teşrih-i tasviriye [sanatsal tenasüb-i endamı haiz olduğu meydandadır.
anatomiye] dair pek muntazam telifat [eserler] Dünyada, bir nazar-ı ibret ve hikmetle tetkik olunan
vücuda getirilmiştir. Ressam ve heykeltıraşlar için her şey, halik-i alemin [alemin yaratıcısının] kudret ve
ilm-i teşrihin [anatomi] tahsili zaruriyat-ı katiyeden sanatına ve vahdet ve azametine birer delil olduğuna
addolunduğundan Avrupa sanayi-i nefise göre, cenabı Hakkın "Ahsen-i takvim ile yarattım! "
mekteplerinde kemal-i ciddiyet ve ehemmiyetle buyurduğu insan, bu delailin en beliği [açık seçik
tedris ve talim edilmektedir. olanı] ve en bedii olduğu iddia edilse yeri vardır.
I!m-i teşrih o kadar mühimdir ki hasbelmeslek Yalnız insanın kalıbını tarif ve tavsif eden ilm-i teşrih
[mesleği gereği] yalnız etibba [tabipler] ile ise sanat-ı kudsiye-i hilkate karşı bir hayret-i
sanatkarların değil, hatta bütün sunuf-ı beşerin muvahhidane diye teslimiyet-i müminane hasıl etmek
[insan sınıflarının] bu bapta az çok malumat için kafidir, denilse mübalağa edilmiş olmaz.
edinmesi lazımdır denilebilir; "Kişi noksanını bilmek Malumdur ki ulum-ı beşeriyenin birer şubesinde
gibi irfan olamaz" kavl-i meşhurunu: "Kişiye tegavvür ve taammuk etmiş [derinleşmiş] nice alim
kendini bilmek gibi irfan olamaz" suretine kalp ve mütefenninler [bilimciler] hıyrebahş-ı ukul olan
[değiştirir] ve tahvil edersek, o nispette doğru bir [akılları durduran] kanun-ı hilkate ve intizam-ı
kaide-i hikmet vaz etmiş oluruz. Ve bunu mükevvenata yakin [kesin bilgi] hasıl ettikçe, cenabı
maksadımıza da tatbik ederek diyebiliriz ki: Bütün Hakkın vahdaniyet-i mutlakasını [birliğini] teslim ve
etrafındaki mevcudat ve mükevvenatı [varlık itiraf etmişlerdir.
alemini], maneviyatı ile, maddiyatı ile anlamak için işte ilm-i teşrih de, mütevaggılini [derinlemesine
büyük bir inhimak [istek] duyan; gökteki yıldızlara inceleyenlerini] o gibi hissiyat-! aliye-i dindaraneye
kadar itale-i enzarı [uzağa bakışı] tecessüs [merak] sevk eden ulumdandır [bilimlerdendir] .
eden; yerin altını kazarak asırlarca evvel gelmiş Ebna-yı beşerin [insanoğullarının] kendi
geçmiş ümem [ümmetler] ve akvamın [kavimlerin] şahsiyetinden bahseden bu ilim, o itibar ile herkes
asar-ı metrukesini taharri ile, onların ahlak ve adat için lazımü't-tetebbu olduğu [incelenmesi gereği]
ve efkarına dair bu metrukattan istidlalata [sonuçlar düşünülünce, insanı ve insaniyeti bütün elvan
çıkarmaya] çalışan; bahr-i muhitin [okyanusun] [renkleri] ve eşkaliyle, bütün tezahürat-ı hissiyesiyle
ka 'rındaki [derinliklerindeki] hayvanatın tarz-ı tasvir etmek sanat-ı müşkülesini meslek ittihaz eden
47
zevatın bu alemden bibehre [nasipsiz] olmaları, o sonraları derse devam meselesi talebe için taht-ı
meslek ve iddia ile kabil-i teellüf olamayacak bir mecburiyete alındıysa da, imtihan usulü yine meri
nakısa [eksiklik] , bir tezat teşkil edeceği ca-yı [yürürlükte] olmadığından dersi, hiç olmazsa
tereddüd [konusunda tereddüt] olabilir mi ? imtihan endişesiyle ciddi takip eden yok gibidir. İşte
Her ne kadar, bizdeki Sanayi-i Nefise Mektebi'nde bu sebeplerle mekteb-i mezkurdan [andığımız
de, resim sınıfında bulunan talebeye teşrih [anatomi] mektepten] yetişmiş ressamlar meyanında [arasında]
okutulmakta ise de, resm-i tahsil beş sene imtidat teşrihe dair etraflıca malumat sahibi pek nadir
ettiği [sürdüğü] halde, minelkadim [eskiden beri] olduğuna biliitereddüt hükmedebilirim.
mektepçe müttehaz [izlenen] programa göre teşrih Dersi takipten hali [geri] kalmayan bazılarımız ise
dersi talebenin yalnız bir senesini işgal edecek kemal-i dikkatle not tuttuğumuz halde, berminval-i
surette muhtasar [kısa] tutulmuştur. Vakıa teşrih muharrer mektebin programı icabınca dersin gayet
dersi her sene devam etmektedir, fakat yine her sene muhtasar [özet] olmasından ve izam [kemikler],
aynı mebde [başlangıç] ve müntehi [son] takip mefasıl [eklemler], adalat [kaslar], evride
edildikten bir sene zarfında teşrih okuyan talebe, [toplardamarlar] , kanun-ı tenasüb-i beden ve alaim-i
ertesi sene aynı dersin tekrarından başka bir şey vechiye [yüz hatları, ifadeleri] gibi, her biri
görmemektedir. Bu dersler de muntazaman takip derecesine göre birçok tarifat ve tafsilata muhtaç
olunsa, yine talebe için bir fikir icmali husulüne olan ·bilcümle mebahis [inceleme konuları], haftada
medar [yardımcı] olacağı tabii ise de, maatteessüf birer saatten sekiz aylık sene-i tedrisiye [öğretim yılı]
şimdiye kadar talebenin ne teşrihten, ne menazırdan zarfında ceman [toplam] otuz iki saate kasr
imtihan edilmesi cari olmamakla beraber, derse edilmesinden [çekilmesinden] dolayı teşrihe dair
devam meselesi de talebenin arzusuna kalmış bir malumatımız bittabi pek muhtasar kalmış idi.
şeydir. Ders günlerini hiç fevt etmemekte
[kaçırmamakta] olan muallim-i muhteremin, Mabadı var
muntazaman sınıfta bulunmasına rağmen, ekseriya
birkaç kişiden fazla müstemi [dinleyici] bulunmaz, Murtaza
AzA-YI CEMİYETE
Mühim bir husus hakkında müzakere etmek üzere şehr-i hal-i Rumi'nin
[içinde bulunduğumuz Rumi ayın] on üçüncü Cuma günü ezani saat iki
buçukta behemehal umum aza-yı cemiyetin kulüp merkezinde isbat-ı
vücud eylemeleri rica olunur.
Müdür-i mesul
Osmanlı Ressamlar Cemiyeti müessislerinden
Osman Asaf
48
��.)_r.: l..ı..1 ..;•ı,
• _;.Cı
•
<!1 �·I J � . 1
. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. ... . . .. .. .. .. .. .. .. . . .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .
50
münevverede [aydınlık Medine' de] bir hayli asarı üstamr. B u harrat calibü't-tahsin [çok beğenilen]
vardır. eazım-ı esarizden Muhsinzade Abdullah Bey'in
Şehzade ve Kantarcılar cevami-i şerifesinin tilmizidir. Eserlerini daima külfetten azade olarak
[camilerinin] kapıları üzerinde mahkuk bulunan celi vücuda getirir. Asar-ı nefisesinin birkaç kıtası
hatlarla Kalpakçılar Çarşısı'nın kapılarındaki yazılar manzurumuz olmuştur.
müşarünileyhin asar-ı üstadanesidir. Çarşının Sultan Hafız Hulusi Efendi, hutut-ı mütenevviada hattattır.
Bayezid tarafındaki kapısının üzerinde mahkuk olan Sami Efendi' nin en güzide tilmizidir. Müşarünileyh
celi (El-kasibu habibullahi [Çalışıp rızk kazanan Sami Efendi ' nin, Hulusi Efendi hakkında pek büyük
Allahın sevgilisidir] ) levhası ise hakikaten bir teveccühü vardır. Firdevsaşiyan [cennetlik] Sultan
numune-i letafetdir. Abdülmecid Han ' ın türbe-i münifesinin [ulu
Sami Efendi hazretleri, hüsnühata olan muhabbet-i türbesinin] kapısı üzerinde mahkuk [hakkedilmiş]
fevkaladesinden naşi [dolayı] vaktiyle kalemtıraşçılık celi sülüs hattı ile Sultan Selim Cami-i şerifindeki
sanatına da merak etmiş ve tahsil eylemiştir. Bizzat talik (Tevekkeltu Alatıahi [Allaha tevekkül ettim])
imal eyledikleri kalemtıraşlardan iki adedi levhası ve Bahariye Mevlevihanesi'nin
manzurumuz olmuştur. semahanesindeki celi talik yazılar bu üstad-ı
Hazreti Sami, zamanındaki hattatinin üstad-ı nezihü't-tabın [nezih üstadın] asarıdır. Bunlardan
ekmelidir [en olgun ustasıdır] . Erbab-ı hattın başka daha bir hayli levhalar vücuda getirmiştir.
müracaatgahı ancak o zat-ı celilü'ş-şandır [yüce Aziz Efendi sülüs, nesih, talik hututunda fevkalade
isimdir] . Bu abd-ı aciz [bendeniz] de müşarünileyhin iktidar göstermiş bir hattat-ı muhteremdir. Bazı
şakirdanındandır [ öğrencilerindenimdir] . asar-ı nefisesi manzurumuz olmuştur.
Sami Efendi ile etrafında dair olan [dönen] esatiz Hafız Tahsin Efendi, hututun kaffesinde [tümünde]
[üstatlar] cemile-i şemsiyeyi andırır. Sami Efendi, mahir bir üstad-ı mübeccel-i melekhasletdir [melek
hüsnühat fezasında [alanında] mihr-i taban, diğer huylu, değerli bir üstattır] . Asarı pek çoktur.
erbab-ı hat seyyaratdır. Hatip Ömer Vasfi Efendi, Sami Efendi'den
mezundur. Sülüs, nesih, talik yazılarının dakayıkına
Hüsn-i hatda bugün odur hami bihakkın [hakkıyla] vakıf bir hattattır. Hayli asan
Tavvelatıahu ömrehu's-Sami vardır. Kılıç Ali Paşa Cami-i şerifindeki talik
Huvessemiu'l-alim [O (Allah) işitendir, bilendir]
Sami Efendi'den sonra zamanın en büyük üstadı levha-i nefisesi bu zatındır.
mümeyyiz Hacı Nazif Beyefendi'dir. Bu zat-ı alikadr Refet Efendi, hatt-ı sülüs ve nesihde hakikaten ibraz
[değerli kişi] hutut-ı mütenevvianın kaffesinde ı maharet eylemiş bir hattat-ı kesirü'l-asardır [çok
mahir-i dakayık-ı hata kemaliyle vakıf bir hattattır. sayıda eser vermiş hattattır] .
Celi yazıları tek kurşunkalemiyle çizip içini Hafız İhsan Bey sülüs, nesih, rık ' a hatlarında
doldurmakta olması hüsnühat hususunda pek ileri tekemmül eylemiş bir hünerver-i kıymetdardır.
gittiğine büyük bir delildir. Hacı Nazif Bey'in asarı Birçok nefis levhaları vardır.
pek çoktur. Yesarizade Mustafa İzzet Efendi 'nin Mehmed Hamdi Efendi, hutut-ı mütenevviada
talik hattı ile muharrer [yazılmış] bir murakkaasını sahib-i maharetdir. Diğer zevatın da sülüs ve talik
tanzir eylemiştir [kopyalamıştır] ki görüp de hatları ile muharrer [yazılmış] bir hayli asarı
hayrette kalmamak kabil değildir. Hırka-i Saadetin manzurumuz olmuştur [tarafımızdan görülmüştür] .
puşidelerindeki [örtülerindeki] yazılar da bu üstad-ı İşte vaktiyle terakkiyat-ı fevkaladeye mazhar olan ve
muhteremindir. bize mahsus bulunan hattatlık sanat-ı nefisesi bugün
Hacı Hasan Rıza Efendi, bu mübarek zat, hatt-ı şu zevat ile kaimdir [sürmektedir] . Lakin istikbal
43 sülüs ve nesihde üstattır. Yirmiden ziyade Mushaf-ı muzlimdir [karanlıktır] . Çünkü bu marifet-i
şerif [Kuran] yazmak saadetini ihraz eylemiştir yeganeyi tahsile hiç kimse heves etmiyor. Bu sanat-ı
[erişmiştir] . Matbaa-i Osmaniye' nin tabeylediği Islamiye' nin muhabbetini evlad-ı vatanın kalbine hiç
tefsirli ve tefsirsiz Mesahif-i şerife [Kuranlar] bu kimse ilka [telkin] eylemiyor. Şöylece bir rık' a hattı
üstad-ı mükerremindir. Hilye-i saadet levhaları, ile iktifa olunuyor. Hal gösteriyor ki artık hüsnühat
birçok murakkaat ve elvah-ı nefise yazmıştır. da bize veda ediyor. Sadhezar [yüz bin kez] feryat . . .
Mükemmel müzehhiptir. Buna bir çare bulunması Maarif Nezaretinin
Hacı Kamil Efendi, hatt-ı sülüs ve nesihde hakikaten himmetine kalmıştır.
bir üstad-ı kamildir. Hilye-i saadet levhaları,
murakkaalar yazmıştır. Bunlardan başka daha Şerif Abdülkadirzade
birçok asarı vardır. Hüseyin Haşim
Hacı Fehmi Efendi, pek kıymetli bir hattattır.
Görülmemiş eşkalde [boyutta] hilye-i saadet
levhaları yazmış ve daha birçok asar vücuda
getirmiştir. Celi yazıları beyaz kağıtlar üzerine
yazmak bu zatın merakıdır ki şu hal iktidarına
büyük bir delildir. Hacı Fehmi Efendi'nin resim ile
müzehhipliğe de intisabı [çalışmaları] vardır.
Hafız-ı kütüb Tahsin Efendi, hatt-ı sülüs ve nesihde
51
f E L S E F E - İ S ANAT
Beşinci nüshadan mabat " Hollanda asarı pek kabadır, İtalya'nın eserlerini
seviniz" veya " Gotik tarzı pek hasta mizaçtır,
Birçok parçaları serdederek, zamanın huşunet, zevk, Yunan tarzını intihap ediniz [seçiniz] , " gibi sözler
şiddet gibi ahlakı ihata eden [kuşatan] ve aynı fennin ağzından çıkmaz. O herkesi kendi hürriyet-i
zamanda o hissiyat-ı şiiriye ve edebiyedeki kudret-i intihabiyesine, kendi zevk-i şahsiyesine terk eder. O
harikuladenin o şayan-ı temaşa hüsn-i tabiatın o mizacına muvafık geleni intihapta serbesttir, fikrine
tezyinat-ı mimariye hakkındaki meyl-i tabiatının o en mülayim geleniyle iştigal eder. Bizzat kendi
şaşaa-i hariciye için duydukları ihtiyacın eazım ve nokta-i nazarına gelince, bütün sanayi-i nefise hatta
üdeba nazarında ne ise ahali ve avam indinde de o en zıt olanları bile fennin nazarında şayan-ı
derece-i ulviyetde olduğunu iraeye [göstermeye] muhabbetdir. Onların hepsini efkar-ı beşerin birer
çalışacağız. nümayişi olarak kabul eder, onların ne kadar
Şimdi farz ediniz ki İtalya sanat-ı nefisesini vücuda müteaddit ve cami-i azdad [zıtları birleştirici] olursa
getiren ahval-i fikriyeyi tamamen ve bihakkın olsun, fikr-i beşeri o kadar vücuh-ı müteşettiteden
[hakkıyla] tetkik ile tezahürünü, tezehhürünü [farkJı şekillerden] ibraz ettiği [gösterdiği] için ilm-i
[gelişimini] teşettüt [dallanması], tağyir [değişim] ve nebatatın kah portakal, kah defne, kah sarısabır ve
tedennisini kah da kayın ağacını
[gerilemesini] ispata ettiği gibi bilafark
muvaffak olduk. Ve [ayırt etmeksizin]
farz ediniz ki diğer tetkik eder. Bu da bir
asarı [asırları], diğer nevi ilm-i nebatatdır.
biladı [ülkeleri] ve Fakat mebhasında
sanayi-i nefisenin [konularında] esma-i
. . .
52
noktaları nazarı itibara alarak beyinlerinde pek büyüktür. AğaJarınız hataaluddur [hatalıdır],"
[aralarında] hakiki mukayeseler yaparak tetkikatta deriz. e muharrire de şöyle söyleyebiliriz: " Hiçbir
terakki göstermek icap eder. adam sizin düşündürdüğünüz gibi düşünmez . "
Sanayi-i nefisenin şiir, heykeltıraş, resim, mimari ve Fakat daha başka delail [deliller] vardır k i bunlardan
musikiden ibaret olan beş büyük şubesinden son daha kuvvetlidir; evvela, her gün temadi [devam]
ikisi bulunan mimari ile musiki, tavsif ve tetkiki pek eden tecarib [yaşantılar], eğer bir sanatkarın hayatına
müşkül olduğu için bilahare ayrıca tetkik etmek dikkat edilecek olursa iki kısma münkasım [taksim]
üzere terk ederek şimdilik üç evvelkilere tevcih-i olduğu görülür. Kısm-ı evvel [ilk devre], devr-i şebab
nazar eyleyelim [göz atalım] ki bu sanayi-i [gençlik dönemi] yani devr-i tekemmüldür
müselleseye [üç sanata], aşağı yukarı sanayi-i [olgunlaşma dönemidir], sanatkar hayatının bu
taklidiye de diyebiliriz. parçasında kemal-i endişe ve merakla tetkik eder;
Nazre-i evvelide [ilk bakışta], bunları aynı tabiatta tabiatı daima gözünün önünde bulundurur, çalışır ve
• J: •
Luxembourg Müzesinde bulunan ressam J. Dupre nin " LA VACHE B LANCHE" ismindeki tablosu
'
görür ve tabiatı mümkün olduğu kadar taklit o gördüğünü tespit ve tasvir için parçalanır, onları
edebilmeyi de bir esas olarak kabul ederiz. Gerçi en kemal-i tehaşi [çekinceyle] hatta müfritane bir
yakından teftiş edilen bir heykel hemen ziruh [canlı] sadakatle ifhama [anlatmaya] uğraşır. Kısm-ı sani
bir şahsa ve bir adamı tasvir eden bir tablonun evzaı [ikinci devre] ki hayatının nısf-ı ahirinde [son
[düzenlemesi] tamamen canlı bir vücuda, bir hane yarısında] her şeyi tamamen idrak etmiş zanneder, o
dahili, bir manzara aynen hakiki mevzularına güne kadar topladığı sermayesinin kifayetine kani
müteşabihtirler [benzerler] . Ve bir tiyatro kitabı dahi olur. Artık model aramak, zevi'l-ervah [canlılar] ve
vaz-ı sahne edildiği [sahneye konduğu] zaman bütün tabiat üzerinde tecrübe, tetkik, mümarese [meleke]
harekat ü sekenatı [hareket ve davranışları] ile, sözü gibi şeyleri zait [gereksiz] görür; fazl-ı müktesibine 45
ile, hissiyle bir şahs-ı hakikiyi imkanın müsaade [kazandığı üstünlüklere] itka ile [dayanarak] roman,
ettiği derece-i müşabehede [benzerlik derecesinde] tiyatro yazar, heykel tıraş eder, resim yapar. Devr-i
taklit eder. evveli [ilk dönemi] hissiyat-ı hakikiye devresi, devr-i
Filhakika suret nakıs veyahut gayri muvafık olsa sani [ikinci dönemi] tarz ve tedenni evanıdır
heykeltıraşa, " Bir göğüs veyahut bir ayak böyle [zamanıdır]. Bütün meşahiri [ünlüleri] tetkik etsek
olmaz," deriz. hemen cümlesinin asarında da bu devreyn-i
Bir ressama, " İkinci planda tasvir ettiğiniz şahıslar hayatiyenin [iki yaşam devresinin] eserini [izini]
53
vazıhan görürüz. - Devre-i evvelisi en uzun Pauline Mabedine de uğrarsanız altmışından sonra
olanlardan biri Miche!-Ange idi ki altmış seneden az hatta pek az yani altı sene sonra vücuda getirdiği
olmamak üzere devam etti. Asarı baştan başa hissi, eserden başlayarak birtakım eserlerinin karşısında
şiddet ve azamet-i bahadırane ile malidir [doludur] . bulunursunuz ki devr-i ulasında [ilk devresinde]
Sanatkar bunlarla meşbu [dolu] imiş, başka şey nakşettiklerindeki celadetten, tabiattan, icadat-ı
düşünmemiş. Layuad [pek çok] teşrihatı harikanümadan, metanetten mahrum olduklarını,
[açımlamaları], layuhsa [sayısız] desenleri (dessin), erbab-ı ihtisas, hatta sahib-i ihtisas olmayanlar bile
dimağını, kalbini dolduran tetkikat-ı sabitesi, hissiyat pek vazıh bir surette görürler, işte sanatkar
ı hailemendanesi ve bütün bunları maddi bir tarzda nazariyelerini suistimal ettiği, mağrur-ı fazilet olduğu,
ifade demek olan asarı, müptelası olduğu gayet yani mağlub-ı sanat olduğu devreye girmiştir. Bu asar
kuvvetli bir hiss-i cengaveranenin tezahüründen başka gerçi diğer hünerveranın [sanatçıların] eserine
bir şey değildi. İşte Vatikan Sarayı içerisindeki Sistine nispeten kıymettar olmakla beraber, kendi asar-ı
Mabedine girecek olursanız, kubbesinde, evvelisine nispetle kıymetsizdir.
duvarlarında bütün bu hissin tayeran ettiğini
[uçtuğunu] görürsünüz. Hemen onun yanındaki A. Kemal Emin
TEŞRİH-İ TASVİRİ
Beşinci nüshadan mabat mecbur olduğum sırada - mektepteki bu fenne ait
tahsilin derecesine nazaran - evvel ve ahir
Başka yerlerde sanayi-i nefise talebesine verilen teşrih mektepten neşet etmiş [çıkmış] yahut hariçte resim
[anatomi] dersleri bundan pek vasi [geniş] olduğunu tahsil etmiş olan sanatdaşlardan belki birçoğunun
ve bizdeki gibi yalnız iskelet üzerinde ve bir de derisi dahi aynı müşkülata maruz bulunacaklarını ve
soyulmuş bir adamın adalatını [kaslarını] gösteren lisanımızda henüz bir "teşrih-i tasviri" [sanatsal
alçıdan bir heykele nazaran edilecek tarifat ile iktifa anatomi] mevcut olmaması bu müşkülatı başkaca
olunmayıp, muallimin delaletiyle resim talebesinin tazif edeceğini [ikiye katlayacağını] düşünerek, o
mekteb-i tıbbiyelerdeki kadavra teşrihlerinde de hazır gibi zevata bir hizmet-i naçizede bulunmak ve
bulundurulduklarını ve hatta hayat ile memat sanayi-i nefise mektebinde tahsilde bulunan ve
halinde vücudun şekl-i zahirince mühim tagayyürat atiyen [gelecekte] mektebe devam edecek olan
[bozulmalar] husule geldiğinden, böyle ruhsuz talebeye muallimin [öğretmenler] takrirlerinde daha
cesetler üzerindeki tetkikat-ı teşrihiyeden maada, ziyade ve daha çabuk müstefit olmalarını
mütenasibü'l-aza [düzgün vücutlu] canlı modellerle [yararlanmalarını] teshil edecek [ kolaylaştıracak]
de bu tetkikatın ve tarifatın ikmal ve tashih bir muavenet-i refikane ifa etmiş olmak emeline
46 olunmakta bulunduğunu ders esnasında bize hikaye düştüm. Binaenaleyh, bu tetebbuatı [araştırmaları]
eden muallimimiz Yusuf Rami Beyefendi, bir kat daha tevsi ve tevsik ederek [ belgeleyerek],
mektebimizdeki tarz-ı tedrisin adem-i kifayetini gerek Mathias Duval, Paul Richer, Eduard Coilliot
[yetersizliğini] tasdik ve itiraf etmişti. Talebe gibi meşahirin [ünlülerin] müellifatından
meyanında [arasında] Rum ve Ermeni [yayınlarından], gerek muallim Doktor Mazhar
arkadaşlarımızdan Türkçeye vukufu pek az olanlara Paşa' nın Teşrih-i Tavsifi namındaki eserinden
karşı, umumiyetle kelimat-ı Arabiyeden mürekkep istifade tarikiyle [yoluyla] ve bunlardaki tarifat ve
olan ıstılahat-ı fenniyeyi [bilimsel terimleri], onların tafsilatı yekdiğeriyle meze [birleştirmek] ve telif ve
da anlayabilecekleri yolda izah için muallim bihakkın bazen birindeki noksanı öbüründeki izahat-ı zaide
[tamamıyla] müşkülata maruz ve ızaa-i vakte [vakit [ilave açıklamalar] ile ikmal [tamamlamak]
kaybetmeye] mecbur olurdu. Hatta, adaların takallüs suretiyle, işbu tetebbuatın hülasası olmak üzere,
[kasılma] ve inbisatını [açılmasını] anlatabilmek için, lisanımızda ilk defa bir teşrih-i tasviri tertibine
bu kelimelerin manalarını öğretmeye ve mesela, cüret ettim.
kolun hareketi ne suretle ve hangi adalenin büzülüp Bu eser-i naçizin mümkün olduğu kadar açık ve
hangisinin açılması ile vukua geldiğini tarif ederken, sade bir üslup ile yazılmış olmasına itina ettim.
hokkabazların oynadıkları kuklaları misal getirerek, Ancak, ıstılahat ve tabirat-ı mahsusayı
"İpin çekmesiyle kuklanın kolu yukarıya nasıl [terminolojiyi] aynen muhafaza etmek zaruri
kalkıyorsa, işte insanın adalatı da ip vazifesini olduğundan, bunları bilmecburiye [mecburen]
görmektedir," gibi tavsifat ve tafsilata girişmek de istimal etmekle [kullanmakla] beraber, kitabın
muztar [zorunda] kalırdı. Otuz iki saatten ibaret nihayetine derç olunmak üzere, tabirat-ı mezkurenin
olan, tekmil bir senelik ders zamanında bir kısmı da [söz konusu terimlerin] mümkün mertebe Türkçe
bu yolda tarifat-ı ibtidaiye ile mürur ettiği [geçtiği] izahatı ile Fransızca mukabillerini havi [içeren] bir
düşünülürse, sanayi-i nefise talebesinin teşrihteki lügatçe tanzim eyledim.
malumatı ne kadar nakıs [eksik] kalacağı kolayca Tabirat ve ıstılahat-ı mevzuanın başka türlü tavzihi
takdir olunur. [açıklanması] mümkün değildir zannederim. Zira
Abd-i aciz [bendeniz] , bu noksanı telakki için, malumdur ki mesela hendese ıstılahatında müselles-i
sonradan reşrih-i tasviriye dair bazı asarı mütalaaya kaimüzzaviye [dik üçgen] veya zukesirüladla gibi
54
eşkali sırf Türkçe kelimelerle tavsif etmek nasıl Türkçenin henüz bir fen lisanı haline gelmemiş
müşkül ise, teşrih ıstılahatında da, mesela adale-i olması bu müşkülata sebebiyet vermekle beraber,
kasıye-i terkoviye-i halmiye [köprücük kemiği ve esasen, hangi lisanda olursa olsun, bir fenne aşina
mastoid çıkıntı kası], adale-i mustelkıye [uzun kas] olmak isteyenlerin ona dair birtakım ıstılahatı
gibi ad alata yahut fıkra [omur], sülami [parmak bellemeye mecburiyetleri tabii olduğundan, tabirat-ı
kemiği], nütu [kemik çıkıntısı] veya fıkrat-ı kataniye mebhusü'n-anhanın [sözü geçen terimlerin] Türkçe
[bel omurları], süleymat-ı sagire, nütu-ı minkari olmaması lisana ait bir nakısadan [eksiklikten]
[gagamsı kemik çıkıntısı] gibi iskelete ait esami ibaret kalır.
[isimler] ve terkibatın lisan-ı avam ile ifadesi de o
nispette müstahildir [imkansızdır] . Mabadı var
Eskiz [ esquisse] bir ressamın, bir heykeltıraşın, taklidi tahsil ettiği müddetçe efkar ve hissiyatına bir
alelumum [genel olarak] bir sanatkarın vücuda vüsat-ı inkişaf, bir terbiye-i rakika vermek maksadı
getireceği, getirmek istediği bir eser-i müstakbeli için ile tablo müsveddeleri usul-i talimi tatbik edilmiş,
ictisasat-ı dimağiye ve ruhiyesinin [ruhi ve zihni müteaddit mükafatlı müsabakaları tertip edilmiştir.
araştırmalarının] intibaat-ı esasiyesidir. Bu, Bu müsabakaların hususi atölyelere ait olanları
sanatkarın ya doğrudan doğruya eser-i şahsiyesine atölye müdaviminine mahsustur. Faraza Paris'te
ait zade-i hayali [doğan hayali] yahut kendisine sanayi-i nefise mektebinden sonra namdar
verilen bir mevzu hakkındaki tertib-i fikrisinin muallimlerin taht-ı tedrisinde [öğretimi altında]
ihzarat-ı hissiyesinin [duygusal hazırlığının] bir müştehir [ünlü] Academie Julian programına dikkat
numunesi olur. Fakat hangi tesirle vücuda gelirse edilirse bir sene-i tahsilin birçok müsabakaların dolu
gelsin müsvedde olmakla beraber sanatkarın olduğu nazar-ı dikkati celp eder. Bunlar karakalem,
duygusunu göstereceğinden resimde, fenn-i yağlıboya, akademi, portre, torse, esquisse, ilan -
heykeltıraşide büyük bir ehemmiyeti haiz bulunur. affiche, kroki müsabakalarıdır. Karakalem, ilan,
Evet, edebiyatta filan şeyin müsveddesini yaptım, ne kroki müsabakaları müstesna olarak diğerlerinin
demek ise resimdeki heykeltıraşlıkta da yapacağım esasını müsvedde müsabakası hazırlar. Çünkü
tablonun eskizini hazırladım, demek bundan başka yağlıboya akademi, portre ve torse müsabakalarına
bir şey değildir. Yalnız şunu unutmamalı ki girecek talebe behemehal bidayette [başlangıçta]
müsveddeler içinde öyleleri olur ki bir kelimesi muallimin tarihi veya edebi bir mevzu üzerine
tağyir edilmeksizin [değiştirilmeksizin] sadece verdiği fikr-i tersime, onda isbat-ı iktidar etmeye
tebyize [temize çekmeye] ihtiyaç gösterir. Şimdi şu mecbur tutulmuştur. Müsveddeyi hazırlamaktan
ifade ile eskizin mahiyeti anlaşılamayacağını aciz, müsveddesi matluba [istenene] muvafık
bildiğim halde biraz daha ısrardan geçmeyeceğim. görünmeyen bir talebe tabiattan taklit edecek
Mesela hassas bir kaleme malikiyet maksadı ile sırf kuvveti olsa bile akademi müsabakalarına dahil
kavaid-i edebiyeyi nakş-ı hafıza etmek kifayet olamaz. Talebe bu müsabakada muallimin hadde-i
etmeyeceği aşikardır. Resimde de aynıdır. Yalnız tetkikinden [inceden inceye tetkikinden] geçen
tabiatı taklit etmeyi öğrenmekle bir ressam, tam bir müsveddesiyle hatalarını anlayarak hangi dereceyi
ressam tam bir sanatkar olduğunu gösteremez. kazanabilmiş ise o sıra üzerine müsabakaya girer.
Kavaid-i edebiyeye vukuf kalemin vadi-i tahrire Müsveddede birinciliği ihraz eden [kazanan],
takibi iktiza eden [gerektiren] nazik, şükufedar atölyede modeli beğendiği cihetten tersime hakk-ı
yolları, bütün merahil-i şiir ve belagati [şiir ve rüchanı [öncelik hakkı] vardır. Onun intihap ettiği
belagatin merhalelerini] öğrenmekten ibaret kalırsa mevkie arkadaşlarının itiraza katiyen salahiyeti
4 7 resimde de evvela tabiatı taklidi öğrenmenin çalışma olamaz. Herkes sıra tertibiyle kendine bir mevki
nikat [inceliklerini] ve gavamızatını [sırlarını] tayin eder. Fakat müsveddede birincilik kazanmak
talimden ibarettir. Kalem öğrendiği yollardan emin akademi müsabakasında bir tefevvuk [üstünlük]
ve mağrur hatvelerle ilerlemek, rakik, munis bahş edemez. O da ayrıca bir heyet-i imtihaniyenin
güzellikleri keşfederek her nazara görünmeyen nazar-ı tetkikinden geçerek tayin edilir. Bir de
incelikleri tahlil ederek yürümek için nasıl bir bundan ayrı yine umumiyetle yağlıboya çalışanlara
kuvvete arz ve iftikar etmişse [gereksinmişse] fırça mahsus bir müsvedde müsabakası vardır ki yalnız
da aynı ihtiyacın, aynı kuvvetin esiri, zebunudur. birinci olan madalya veya mükafatı neden ibaret ise
Hassasiyet: İşte bir kelime ki sanatın üssülesası; onu kazanır ve eseri tebriken imzası altında
ruhu, kalemi musiki-i selasetiyle [akıcı ezgilerle] mektebin salonuna talik edilir [asılır] . Karakalem ve
fırçayı aheng-i tersimiyle gösterecek bundan ulvi bir diğer müsabakalarda mükafat birinciye tahsis
mikyas olamaz. edilmekle diğerleri de derece-i iktidarlarına göre
Ve işte bu nokta-i nazardandır ki Fransa sanayi mention - zikr-i cemil [başarı belgesi] kazanırlar.
mektebinde, hususi atölyelerinde talebenin tabiatı Sanayi-i Nefise müsabakalarına gelince bu, hususi ve
55
umumi namı ile iki kısma ayrılmıştır. Hususi olanı mevzuu ne kadar mütehassisane [duygulanarak] , ne
mektebin eyyam-ı tahsiliyede takip ettikleridir. derece mana-yı tamını ile tasvir ettiğini görmüştüm.
Umumi kısmı mektebin kabul imtihanını vererek Müsabakanın mevzuu, " Bir kış günü asırdide
resmen talebesi meyanına dahil olup diğer [asırlık] bir ormanda ağaç kesen oduncularla ateş
atölyelerde çalışan ve otuz yaşını tecavüz etmeyen başında ısınan yorgun bir kadın ve ayakta duran
tekmil Fransız gençlerine aittir. Çünkü mektebin küçük bir çocuğu" tersimden ibaretti. Yirmi kadar
kabul imtihanına sinni [yaşı] müsait ecnebi talebeler eser teşhir edilmişti. Heyet-i umumiyelerinde resim
de dahil olarak derece kazanabilirse de umumi aramak itibariyle pek çokları güzel olabilirdi.
müsabakaların ekseri erbab-ı maarifin ihtiragerdesi Ezcümle Pijon [ ? ] isminde bir talebe güzel bir tablo
[buluş yapanları], mükafat-ı nakdiyeli olduğu için yapmıştı. Kış günlerine mahsus donuk bir semanın
tabii vatan gençlerine mahsustur. afak-ı dlıraduruna [uzaklardaki ufuklarına] uzanıp
Bu seneki kabul imtihanında hükümet-i seniye [yüce giden mütehaşşid [sık] bir çamlık, çamlığın
hükümetimiz] hesabına tahsilde bulunan Sanayi-i fevklerinde donuk, turuncu neşr-i ziyadan mahrum,
Nefise Mektebimiz mezunininden Ruhi ve İbrahim nimmeri [görünür görünmez] kurs-ı şems [güneş] ile
efendiler de dahil olarak Osmanlıların resme olan tablonun son planlarını pek şairane tezyin etmiş,
istidad-ı mahsuslarını ehemmiyetli bir derece fırçası ile tabiatın yalnız bir şiir-i mağmumunu
kazanmakla ispat ettiklerinden memleketin ati-i [gamlı şiirini] tercüme etmişti. O, maksadı yalnız
terakkiyatına pek büyük hizmetlerini beklediğimiz bun ı.İ tasvirde farz ederek oduncuları uzakta
bu vatandaşlarımı sanayi-i nefise muhibbanına derin bırakmıştı. Halbuki birincinin resmi tamamiyle
bir neşe-i vicdaniye ile alkışlayarak takdim ederim. mevzuu ifade ediyordu. Ormanın asırdideliği, kışın
Sanayi-i nefise mektebinin bu müsabakaları tesir-i bürudeti [nemli tesiri] hissolunuyordu.
hakikaten umumiyet itibariyle şayan-ı tetkikdir, Tabaka-i berf [kar tabakası] ile puşide [örtülü]
lakin birer birer izaha kalkışma kariin-i kirama zemin-i sefidfamı [beyaza boyanmış zemini],
[okurlara] kelal [bıkkınlık] vereceğinden bir iki oduncuların meşguliyeti, ateşin yanında çocuğun
tanesini zikredeceğim. (Prix de Rome) Roma vaz-ı masumanesi, kadının tavr-ı bittabisi
Mükafatı müsabakası gibi mükafat-ı nakdiyelilerden mükemmel gösterilmişti.
Prix de Chenavard mevcudinin namına ithaf Işte resim müsabakalarının suret-i icrasına dair
edilen . . . ilh [ve benzer] müsabakaları gibi. verdiğim şu küçük tafsilatı heykeltıraşlık aynı
Roma mükafatı müsabakası bizim Sanayi-i Nefise olduğunu söylersem ayrıca izaha hacet kalmaz.
Mektebi'nin Paris Müsabakası ' nın büyük mikyasta Şimdi benim akıl erdiremediğim düşünüp düşünüp
olanıdır. Bu müsabakaya cesaret edenlerin çoğu bir türlü mana veremediğim bir nokta kalıyor ki
esasen muallimler tarafından tanınmış, artist olmuş, esas meseleyi de o teşkil ediyor. Evet, acaba bizim
resim salonlarına eserler kabul ettirmiş ressamlardır. Sanayi-i Nefise Mektebi'ne şimdiye kadar bu usul-i
Müsabakaya sinlerinin [yaşlarının] müsaadesinden talim neden tatbik edilmemiş ve elan [halen] da
bilaistifade girerler. Roma müsabakası da evvela neden tatbikte ihmal ediliyor? Mazinin dostlar
müsvedde ile başlar. Mektep idaresi icap eden alışverişte görsün hülyası ile açtığı bu mektebe
mevzuu, eyyam-ı mesaiyi [mesai günlerini] bittemdit senelerden beri himayesizliğini bir kalem döşeyecek
tertip eder. Şu kadar gün veya saat zarfında, şu fikir olursak, yine muallimine muntazaman verdiği maaş
üzerine, şu numara tuvale düşündüğünüzü tersim meselesinden dolayı oldukça masraflar ihtiyar
ediniz, der. Artık herkes başlar. Birbirinden ayrı ettiğini [katlandığını] inkar edemeyiz. Zira Mösyö
yerlerde çalışan bu sanatkarlar nasibe-i istidadı Valeri' ler, Mösyö Warnia' lar maaşsız hizmetten
nispetinde birer eser vücuda getirirler, idareye teslim mazur misafirlerimizdir. Onlar arzu edilen programı
ederler, şimdi bu ilk müsabakanın bir de umumun takibe mecbur olduklarını söyleyerek bugün derhal
enzar-ı teşhirine mahsus muvakkat sergisi açılır. isbat-ı beraet edebilirler [aklanabilirler] . Fakat
Müsabıkinin [yarışmacıların] mahsulat-ı hissiyesi gariptir ki müsvedde (esquisse) usul-i talimini kimse
gösterilir. Bunların içinden birinciden onuncuya düşünmemiş yahut pek düşünmemiş demeyelim de
kadar bidderece [dereceyle] kabul edilenler düşünülmediği müddetçe tatbik edilememiş, diyelim.
kimlerden ibaretse bu on kişi ikinci büyük O zaman da acaba ne gibi mahzur görülerek feragat
müsabakaya girerler. O zaman müsveddelerin edilmiş fikri varid-i hatır oluyor [hatıra geliyor].
mevzuunu değiştirmeksizin mektebin hususi Mademki mektep bir mektep idi, mademki her
atölyelerine kapanarak günlerce çalışırlar. Modeller mahrumiyeti ile yine yaşıyordu, bu küçük vazifeleri
poze ederek tablolarını ikmal ederler. Bu son büyük yapmakta, talebeye yaptırmakta bir mani
48 müsabakanın yevm-i teşhiri müsabıklar hakkında ne görülemezdi. Yapılmamasında, yapılamamasındaki
kadar helecanlı bir gün ise muhibb-i sanat olanlar hikmete gelince bütün elastikiyetli manalarla fikri
için de o kadar merak-ı calib bir gündür. O gün teşviş ediyor [karıştırıyor] . Evet, bu küçük küçük
sanayi-i nefise mektebinin salonu binlerce halkın ihmaller de düşünüldükçe büyük çapta kusurlar
amac-ı tehacümü [akın ettiği yer] olur kalır. peyda ederek kime atılmak, hangi hedefe tevcih
Nihayet bunda da bir kişinin muvaffakiyetiyle etmek [yönelmek] lazım geleceğinde insan
mesele kapanır. mütereddit kalıyor. Mamafih yine zahmeleri
Diğer mükafat-ı nakdiyeli müsabakalardan birini [darbeleri] mazinin karanlıklarına göndermek
tetkikimde birinci mükafatı kazanan resim sahibinin mecburiyetindeyiz. Esasen Osmanlı Ressamlar
56
Cemiyeti' nin mesleği sakin ve müsterih terakki ve [uzak] , hafif, niyazmendane [yalvarır gibi]
sanat namına düşünmek, düşündüğünü söylemek ifadelerimle gördüklerimi muhtasaran [kısaca]
hizmet etmektir ki benim de meslek-i şahsimin anlatıyor. Vatan namına Maariften, Sanayi-i Nefise
esasını teşkil eder. Bizim için en büyük mükafat-ı Mektebi ' nden aks-i intibah bekliyorum. Sanayi-i
vicdaniye Avrupalılar nazarında şurezar-ı cehl ve Nefise'yi müzmin devre-i tahsilden kurtarmak, ona
taassub [cehaletin ve taassubun çorak arazisi] ehemmiyetiyle mütenasip bir cereyan-ı itibar vermek
addedilen mübarek, feyizdar vatanımızda onların arzu ediyor isek Fransa mektebinin programını
görmedikleri, göremedikleri, görmek istemedikleri gözden geçirelim ve vatanımıza muhassenat-ı
istidatları göstermektir. Bakınız, bizde o sizin çorak katiyesi [bilgilerin yararı kesin olduğu] gayri kabil-i
farz ettiğiniz yerlerde neler yetişti ve yetişiyor diye inkar kısımlarını mektebimize bir an evvel tatbik
bugüne kadar hudayinabit [kendiliğinden] yetişeni edelim.
de meydana çıkarmak ve yetişeceklerin emin bir
suretle yetiştirilmesine dikkat ve itina etmektir. Oh! Paris
Şu saika [yönelim] iledir ki zaif [güçsüz] , dermansız 2 Temmuz 1 9 1 1
kalemim istinat ederek şahsa taarruzdan masun Sami
AzA-Yı CEMİYETE
Müdür-i mesul
Osmanlı Ressamlar Cemiyeti müessis/erinden
Osman Asaf
57
,Y.-�.ın l.ı.•I ._;;ı, _;.Cı�
• •
� r-t� �-"" ..,\j ;��ill->-:c:. ---'!, r: t.5 J• .AA .._ .: .Ji .:..�·
� ......; ...T .:,� rL; J _,:_. J_.ı..
� �·I J� . 1 J .;� r·
59
Hırant Daiyan efendiler ikinci, Apostol Efendi üçüncü nefise şakirdanının umumuna Osmanlı Ressamlar
mükafata nail olmuşlardır. Mumaileyhümden Mukbil Cemiyeti namına kemal-i memnuniyetle beyan-ı
Efendi'nin on, Nuri Efendi' nin sekiz, Hırant tebrikat ve teşekkürat ederiz. Feyzyab olmalarını,
Efendi ' nin üç kıta eseri teşhir olunmuştur. Fenn-i sevgili vatanımıza hidemat-ı nafıada [yararlı
mimari sınıfları şakirdanının asar-ı nefisesi imtihan hizmetlerde] bulunmalarını ansamim ü '1-kal b
salonunu cidden tenvir ediyor. Mimari muallimi [yürekten] temenni eyleriz.
Mösyö Mongeri'nin himmet-i fevkaladesi hakikaten
sezavar-ı şükran-ı mahsusdur. Şerif Abdülkadirzade
İmtihanda ihraz-ı muvaffakiyet eyleyen sanayi-i Hüseyin Haşim
RESME DAİR
Menafi-i adideyi [pek çok yararları] temin etmekte [makasçılarının] resim ve onun levazımından olan
olması cihetiyle milel-i mütemeddine [medeni teşrih-i insani [anatomi] dersini görmüşleri tercih
milletler] indinde pek büyük bir ehemmiyeti haiz edilmektedir. Diğer esnaf için ve kıs aleyhi'l-bevaki
olan sanat-ı bedia-i resim, k uvve-i muhayyilenin [gerisini sen kıyasla], deriz. Mektep görmüş bir zatın
meydana konmasına ve bilcümle akvamın okuyup bir miktar olsun resme münasebet peyda etmemesi
anlayabilmesine vasıta olan açık ve selis [akıcı] bir alem-i temeddünde [medeni alemde] yazı yazmak
lisan-ı umumi ve bir nevi yazıdır. bilmiyor, denilecek kadar bir nakısa [eksiklik]
J I Resim yazının mütemmimi [tamamlayıcısı] ve belki addolunur. Hasılı resim fikir ve nazarın tekamülüne
tamamıdır denilse becadır [yerindedir] . Zira hadim olduğundan, resmi bilenlerin bilmeyenlerden
bugünkü asar-ı medeniye ve müdevvenat-ı daha ziyade güzel görebileceğinde, daha güzel
mevcudenin [yayımlanmış eserlerin] kısm-ı azamının tefekkür edebileceğinde ve eli bir işe daha güzel
[büyük kısmının] hemen her sahifesinde az çok yakışacağında iştibah edilmez [kuşku yoktur] . Resim
resmin delalet ve mevcudiyetine ihtiyac-ı kati musiki kadar tesirbahş olur ve ruh resimle mütelezziz
hissedilmekte ve hüsn-i beyan onunla tekemmül ve [hoşnut] olur, onun için resmi musikinin pek samimi
tenevvür eylemektedir. bir arkadaşı ve şiirin de bir nev-i diğeri ve belki daha
Resim, medeniyetin lazım-ı gayri müfarıkı balateridir. Ressam hayatından bihakkın [hakkıyla]
[ayrılamaz parçası] ve tevessü ve tekamülüne hadim müstefit olur [yararlanır] . Çünkü eline almış olduğu
[hizmet eden] bir rehber-i mutlakıdır. . . ufak bir çiçekte göreceği elvan ve eşkalin ve
Resim, beşeriyetin hasailinden [hasletlerinden] olan beyinlerinde [aralarında] olan aheng-i umuminin
zevk-i selimin tenmiye [yükselmesine] ve temaşa ve tefekküratı ile hilkatte [yaratılışta] olan
tenevvürüne ve görmek hassasının tekamülüne kudret-i fatıra-i sübhaniyeyi [Tanrının verdiği
hadimdir [hizmet eder] . Çünkü mütenevvi kumaşlar yaratıcı gücü] idrak eyler ve bu sebeple maddi ve
teşhir olunan bir pazarda, intihap edilecek manevi hasıl olan ezvak [zevkler] ve inşirahın
kumaşların emr-i intihabındaki isabet, bilcümle [esenliğin] bahş edeceği inbisat [açılımlar] ile tabiidir
zevk-i selim esbabının takdirine mazhar olacağında ki hayatından müstefit olmuş bulunacaktır. Ressamın
şüphe olmaz. Medeniyet terakki ettikçe resme ahlak üzerine de tesir-i küllisi vardır. Resimle meşgul
ihtiyaç o nispette artar. Zira bugünkü asar-ı olanlar hilkatin güzelliklerinden müstefit olmak için
medeniyenin ilk mahall-i tertib ve ibdaı [yaratıcılığın ızaa-i vakit edici [vakit geçirici] bisud [yararsız]
ortaya çıktığı alanı] kuvve-i muhayyile ve kuvve-i şeylerle meşgul olmaz. Böyle halat [haller] ile vakit
muhayyilenin tercümanı ise yazı ve onun geçiricilerin bulunduğu mahallerde bile ahval-i
mütemmimi olan resimdir. Bugün nazar-ı hayretimiz ruhiyeye kesb-i ıttıla eyler [kavrar] ve ressamlığa
önünde duran bunca asar ve bedayi-i medeniyenin mahsus birçok müphematı [bilinmeyen noktaları]
cümlesi resmin delalet ve asar-ı feyznisarı [feyiz daimi surette tatlı, latif tetebbuat ile fikir ve nazarın
veren eserleri] ile husul bulmuştur. tenevvür ve tekamülüne hizmet ederek tarihi veya
Resim, bilcümle [tüm] sanayiin [sanatların] tahsil ve sınai vücuda getireceği birçok asar ile hem ömr-i
taallümünde [öğreniminde] insana fevkalade bir güzeştesinin [geçirdiği ömrünün] yadigarını iktitaf
istidad-ı mahsus bahş eder. [biriktirme] ve hem de istikbalen hayır ve rahmetle
Resim, tasarruf ve iktisadın rehber ve hadimidir. yad ve takdir edilmeye bir vesile bulmuş olur. Hasılı
Çünkü resim bilmeyen ve daha doğrusu rüyet [görüş] ressamların edipler, şairler derecesinde kaderleri
ve muhayyilesi tekemmül etmemiş olan bir bina bülent ve belki ala ve baladır [daha da iyidir] .
kalfası, yapacağı harita ve resimleri güzel, dilnişin Binaenaleyh memleketimizde fenn-i nefis resmin de
[gönlü hoşnut eden], metin ve mukavim ve ruhnevaz diğer ulum u fünun gibi tamim ve intişar etmesi ve
[ruhu okşayan] bir surette tanzim edemeyeceğinden vatanımızın bu cihetinden dahi bir devr-i tekamüle
levazımat-ı inşaiyede israf ve istihlakı [zararı] mucip girmesi son derecede arzu ve temenni olunur.
olmuş olur. Mesela yine resim bilmeyen bir terzi dahi
böyledir. Hatta memalik-i mütemeddinede [medeni Kaymakam
ülkelerde] terzilerin mikrazdarlarının A.Rıza
60
TARİ H - İ S ANAT
Beşinci nüshadan mabat meşhut olur [gözle görülür] . Mısır mimarları
Yunanilerin mertebe-i zarafetine vasıl olamamakla
Mısır mabetleri velehresan [hayranlık uyandıran] beraber vücuda getirdikleri kalın sütunlarda epeyce
birer kütle-i bina şeklinde inşa edilmiş olduğundan tahavvül [değişim] gösterebilmişler ve sütun
bunların banileri [mimarları], aheng-i tenasüb ile başlıklarını umumiyetle Nil'de yetişen çiçekler
zevk-i selimi okşamaktan ziyade cesamet-i ebad şeklinde imal ve tezyin etmişler.
[boyutlarının büyüklüğü] ile nazar-ı beşeri Heykeltıraşlığa gelince bu sanatın Memfis devrinde
müstağrık-ı hayret etmek [şaşkınlığa düşürmek] iktisap ettiği evsaf-ı mümeyyizesini tedricen
maksadını takip etmişler denilebilir; o derecedeki kaybettiği müşahede olunur. Evvelce hutut-ı
teferruat-ı inşaatın ekseriya büsbütün ihmal edildiği tabiiyenin aynen istinsah [kopyalamaya] ve
61
tasvirine çalışırken bu usul terk edilerek ve alfüm-i mamafih kuvve-i ibdaiyesini [yaratıcı kuvvetini]
vechiyeyi [yüz hatlarını, ifadelerini] hal-i kamilen [tamamen] zayi eylemiştir.
tabiilerinden daha ince ve narin bir şekle irca etmek İşte zulemat-ı asar-ı maziye [eski eserlerin
isteniliyor. Yapılan heykellerde hep aynı tip tekrar bilinmezleri] içinde en evvel eşiafüruz olarak
ediliyor: Badem gibi çekilmiş gözler, daima [aydınlatılarak] asar-ı bakiyesi hala seyyahların
mütebessim dudaklar, dilaşub [hoş] fakat gayri uyun-ı ibtisarını [dikkatli bakışlarını] kamaştıran bir
mütehavvil [değişmez] bir incelik, yeknesak etvar ve medeniyet-i afilenin [sönmüş medeniyetin] sanatı
vaziyet; hasılı sanat, bütün mahsulatında, avani-i hakkında mücmel [özlü] birkaç söz . . .
tezyiniyesinde [bezek biçimlerinde],
kabartmalarında birtakım kavaid-i keyfiyeye [keyfi Keldani ve Asuri akvamının medeniyeti
kurallara] tabi tutuluyor. Bu sukut [düşüş] ve
tedenniyi [gerilemeyi], binnisbe [nispeten] yumuşak Irak'tan bahseden bir eser, bir makale yoktur ki
taşlarla tahtayı terk edip granit istimaline Dicle ve Fırat nehirlerinin irva eyledikleri [suladığı]
[kullanımına] atfetmek icap eder. Zira bu devirde bu kıta-i cesimenin eski zamanlardaki feyz-i
heykeltıraşlar, mükemmel alata bittabi malik hayretnümasını [hayrete düşüren verimliliğini] ve
bulunmadıklarından, tersim ve tecsimine halihazırdaki akamet-i esefiiverini [esef verici
[resimlemeye ve canlandırmaya] çalıştıkları verimsizliğini] bir lisan-ı teessürle yad etmesin. Bu
teferruat ve anatı [ince ayrımları] ayniyle irae ve iki İıehr-i muazzamın neşr-i hayat ettikleri vasi
52 tasvire muvaffak olamıyorlardı. Bu inhitat [düşüş] [geniş] ve medit [uzun] vadilerde, kurun-ı
bundan sonra devam etti. Hatta Iskender-i Kebir' i n mütekaddime [eski çağ] esnasında, iki zikudret
[Büyük lskender' in] vefatından sonra Mısır' ın inan-ı [güçlü] hükümet teessüs eylemişti. Kısm-ı şimalide
idaresini [yönetimini] yed-i zabtına [eline] geçiren [kuzeyde] Asuriler ve cenup [güney] tarafında
Batlamyus sülalesinin esna-yı hükümetinde sanayi-i Keldaniler birer devlet-i muhteşeme meydana
Mısıriye, Yunan nüfuzuna maruz kaldığı ve bundan getirmeye muvaffak olmuşlar, evvela Keldaniler irae
pek çok şeyler iltikat eylediği [devşirdiği] halde i satvet ile bütün lrak'ta hükümran olmuşlar ise de
ananatını [geleneklerini] vikaye etmiş [korumuş] kable'l-milad [milattan sonra] on dördüncü asır
Osman Asaf B eye fendi nin yağlıboya bir etüdüdür. İÇERENKÖYÜ 1NDE BİR PARÇA
'
62
nihayetine doğru eski şevket [görkem] ve Akvam-ı mezkfıre bilhassa ilm-i nücum [astronomi]
ihtişamlarını kaybetmişler ve bunların yerine ile tevaggul ederek [uğraşarak] kevakibin
Asurilerin necm-i ikbali [ikbal yıldızı] füruzan [yıldızların] sine-i münevverine gömülmüş
olmaya [parlamaya] başlamış idi. Asuriye kralları zannenikleri mukadderat-ı beşeri okumaya,
yorulmak bilmez, her türlü müşkülatı iktiham eder anlamaya çalışmışlar. Mabutlarını birtakım eşkal-i
[göğüsleyen] birer tacdar-ı kişverküşa [fetihçi hayvaniyede tasavvur ve tasvir edip onlara hissiyat-ı
hükümdar] idiler. ldare-i şiddet ve itisafkaranelerini gaddarane ve sibaane [gaddarca ve canavarca
53 [haksızlıklarını] Asya'nın şimal-i garbisinden duygular] atfetmişler, onları feci manzaralardan,
Mısır'ın cenubuna kadar tevsi etmişlerdi hunalud [kanlı] vakayiden hoşlanır farz etmişler ve
[yaymışlardı] . Fakat muhtelif akvamdan teşekkül yalnız hayat-ı dünyeviyeyi değil hayat-ı uhreviyeyi
eden bu hükümet, aksamı [bölmeleri] beyninde [ölümden sonraki yaşamı] de sefaletagin [sefalet
[arasında] bir irtibat-ı metin bulunmayan bir bina-yı dolu] ve muzlim [karanlık] görmeye alışmışlardı.
azim gibi, Keldanilerin, Medlerin seyl-i huruşanına Asuriler, ednib [yabancılar] kadar tebası hakkında
[güçlü akınlarına] mukavemet edemeyerek duçar-ı dahi birahmane [acımasızca] muamele eden müstebit
inhidam olmuş [çöküntüye uğramış]; Asuriye'nin hükümdarların ribka-i zulmü altında ezildikçe,
payitahtı olan Ninova şehri bütün ehemmiyet ve hissiyat-ı rakika ve şefikadan uzaklaşmışlar;
ulviyetini kaybetmiş ve Keldanilerin makarr-ı muharebeyi bütün hamule-i zulm ve cevriyle hoş
hükümeti [başkenti] bulunan Babil şehri bir müddet görmeye, bir katliam icrası tasavvuru ile gaşy
i muvakkate [geçici süre] için kesb-i itila etmişti olmaya [kendilerinden geçmeye] başlamışlar;
[yükselmişti]. Lakin bu devre-i itila da pek az duygularını iftirasnisar [saldırgan] bir üslup ve lisan
sürmüştü. ile ifham [ifade] eylemişlerdi. Memalik-i meftuhada
Asuriler ile Keldaniler, mücaveret-i mevkileri [fethettikleri ülkelerde] rekz ettikleri [diktikleri]
[komşu olmaları] hasebiyle, birbirleri ile münasebat abideler, hep seffak [kan dökücü] hükümdarların
ı mütevaliyede bulunduklarından, her iki kavme has menakıb-ı feciası ile doludur. Bir memleketi serapa
olan avamil-i medeniye yekdiğerleriyle imtizaç etmiş, [baştan başa] harabezara döndürmek; azıcık
birleşmiş, fakat Keldaniler şehrah-ı medeniyetde mukavemet eden bir şehrin ahalisini çocuklara
[uygarlık yolunda] daha ziyade ilerlemiş varıncaya kadar en müellim işkencelerle öldürmek,
bulundukları için Asuriler muhtaç oldukları birçok Asuri kral ve kavminin en ziyade mahzuz oldukları
şeyleri onlardan ahz ve temsil eylemişler; hatta [zevk duyduğu] şeyler idi.
akvam-ı Keldaniye sihir gibi ulum-ı mesture [gizli
bilgiler] ile iştigal ve dinlerine de birtakım ibadat-ı
füs unkaraneyi [sihirli tapınmaları] ithal Mabadı var
eylediklerinden Asuriler de aynı itikadiyata serfürlı
[itaat etmiş], aynı ibadatı [ibadetleri] kabul etmişler. Mehmed Faik
FELSEFE-İ SANAT
63
zeval [son] bulmuştur, hemen hiç şazzına Yavaş yavaş ziruh [canlı] modeller men edildi. Hatta
[istisnasına] tesadüf edilemez. Michel-Ange' ı taklit görmeye bile müsaade edilmez oldu. Ortada esatize-i
ile evza-ı aziliyeyi [olmazsa olmaz durumları ] , kadimenin [eski ustaların] asarından başka bir şey
l ühum-ı beşeriyeyi [insan bedenini] mübalağalı bir kalmadı, onları kopya etmeye başladılar. Bir zaman
surette tasvir eden erbab-ı heves, tiyatro dekorları sonra kopyalardan kopyaya, nihayet kopyanın
ve taze vücutlar tersim eden Venedik tarzı kopyası, kopyanın kopyası, muasırinden
muakkipleri [takipçileri], mücerret kadın resimleri [çağdaşlarından] muasırine böylece tevali ederek
ve hususi odaların manzara-i dahilisi tasviriyle öyle bir hale geldi ki esastan fersah fersah
hitama [sona] eren on sekizinci asır Fransız tarz-ı uzaklaştılar. Sanatkarlar kendi fikirlerini, hislerini
tersimi hep aynı noktada üful etmişlerdir. Ahval-i nakşedecek yerde birer kopya makinesine döndüler.
edebiye yine böyledir, Latin edebiyatının Sanatla sanatkarın arası açıla açıla Ravenna'da
nazımları, hutebası [hatipleri] , bülegası [belagat gördüğünüz hal zuhura geldi. Beş asır neticesinde
sahipleri], İngilizlerin şehvetperestane haileler tersim edilmiş bir adamın kaid [önder] veyahut kaim
[trajediler] , tumturaklı ifadeler devri, İtalya ' nın [yerine geçen] olduğunu fark etmek imkan haricine
gazelhanlık, hoş beyanlık zamanları hep bu suretle çıktı, diğer evzaı [duruşları] tasvir mümkünattan
tedenniye [gerilemeye] uğramışlar. Bu layuad değildi.
[sayısız] emsile [örnekler] arasından en ziyade Eller, ayaklar kırık, elbiselerin katmerleri odun
haiz-i vuzuh olan iki tanesini intihap edelim parçalarına, şahıslar mankene müşabih [benzer], 55
[seçelim] . - Birincisi, devr-i evvelideki [ilk gözler bütün çehreye istila etmiş sanat halet-i neze
dönemdeki] heykeltıraşlık ve ressamlığın tedennisi; gelmiş [can çekişen] bir hastaya benzemişti.
bu hakikati tamamen istidrak [idrak] edebilmek Bize yakın olan bir asırda Fransa'da dahi aynı hal
için Pompei ve Ravenn a ' yı sırası ile dolaşıvermek görüldü. XIV. Louis zamanında edebiyat bir devr-i
kifayet eder. Pompei 'deki resim ve heykeller birinci tekemmüle girmişti. Tabiilik, safiyet, sıhhat gayri
asrın; Ravenna 'daki mozaikler altıncı asırdan kabil-i temsil bir derecede idi. Bahusus tiyatro sanatı
imparator Justinien 'in zamanına kadar imtidat öyle bir mükemmeliyet kesp etmişti ki fikr-i beşerin
eden [süren] asrın mahsulüdür. Arada bulunan beş asar-ı fevkaladesi olarak bütün dünyaca kabul
yüz senelik bir zamanda hasıl olan bu gayri kabil-i olundu. Fransızlar hakiki bir tiyatro lisanı buldular.
tedavi tedenni hep ziruh modellerden edilen kat-ı Çünkü üdeba [bilginler] daima etrafında ziruh
nazarın [gözünü çevirmenin] eseridir. Birinci asırda modeller görüyorlardı. Kral fevkalade belagat ve
hen üz kahramanlık, musaraacılık [savaşçılık] nezaketle, cidden şahane bir surette ifade ederdi.
hisleri, putperestlik zevkleri baki idi. Erkekler Bütün saray erkanı nezaket ve necabeti ifadeye
geniş bir nevi elbise iksa ederler [giyerler], müptela olmuşlardı ki hala mahfuz olan o zamanki
hamamlarda, güreş meydanlarında, muharrerat [yazışmalar] ve muhaberat bunu vazıhan
jimnastikhanelerde o büründükleri bezin içinden ispat eder. İşte üdebanın içinde büyüdüğü o saray,
bilafütur ve çırılçıplak çıkar ortaya atılırlar idi ki arasında yaşadığı o erkan lisanlarına bir nezahet-ı
bu herkeste vücud-ı beşeri, bahadırlığın husulgahı fevkalade bahş ediyor ve aradıkları esasları o
[göstergesi] olan adaleleri temaşaya büyük bir meyanda buluyorlardı.
heves uyandırmıştı . Zamanın heykeltıraşları, Racine'le Delille arasında mürur eden bir asır
ressamları, hülasa erbab-ı sanayii etraflarında ya zarfında büyük bir tebeddüle uğradı. O derece
kısmen yahut bütün bütün çıplak olan bu vücutları mazhar-ı teveccüh olan o hutbeler, o manzumeler,
görürler, bu canlı modeller ortasında yaşarlar, canlı modellerden sarf-ı nazarla [uzaklaşmakla]
onlardan iktibas ederlerdi. yalnız asar-ı sabıkaya [eski eserlere] iktifa olunmak
İşte Pompei'nin saraylarında, evlerinde, odalarında, saikası [yönelimi] ile tedenniye [gerilemeye]
duvarlarında görülen asarın tasvir ettiği latif başladı. Erbab-ı hayatı tetkik edecek yerde
rakkaseler, genç mağrur kahramanlar, o çalak muharririn-i salifeyi [kendilerinden önceki
[kıvrak] adımlar, o metin göğüsler, o bütün evza-ı yazarları] tetkik ettiler. Bir lisan-ı itibari, bir tarz-ı
hayatiyeyi bütün belagatı ile ifade eden ve bugünkü resmi, bir debdebe-i esatiri [debdebeli mitoloji],
birkaç dakikaya münhasır etütlerimizle (etudes) gayri tabii bir nazım, üdeba-yı kadimenin
tasvire kalkışmak imkan haricinde bulunan o eserler intihapgerdesi [seçtiği] olan kelimat [sözcük
hep o muhitin tesiriyledir. Bunu takip eden beş dağarcığı] içinde kaldılar. Netice, şuundan
asırda her şey tebeddül etmişti [değişmişti]. O halk-ı anlaşılıyor ki sanatın idame ve terakkisi için . . .
putperesti, o zevk-i üryaniyet yavaş yavaş zail oldu. daima ve kabil olduğu kadar tabiatı yakından
Çıplaklık, hilkatin o güzelliği gizlendi, vücutlar tetkik etmek ve bütün mezaya-yı sanatı [sanatın
akmişe-i şarkiyenin [Şark' ın kumaşları] nefaisi meziyetlerini] hilkatin [doğanın] içinde aramak
içerisine sokuldu. Artık delikanlılık, musaraacılık icap ediyor.
yerine haremağaları, kadınlar, rahipler, muharrirler
takdir olunmaya başladı; dindarlık rüçhaniyeti
kazandıkça, müstebit [uzaklaşan] hayaller, biesas
arbedeler, karalama kadar manasız şeyler yazmak Mabadı var
meydan aldı. Yunan-ı kadim pehlivanları Roma
cengaverlerine bedel, ortalığa bir alay geveze yığıldı. A. Kemal Emin
64
TEFRİKA-İ MAH S U SA
TEŞRİH-İ TASVİRİ
Muharriri: [yüz kaslarını] , yani bunların, kezalik ne gibi taklisat
Osmanlı Ressamlar Cemiyeti azasından ve Sanayi-i [kasılma] ile nahiye-i vechiyede [yüz bölgesinde]
Nefise Mektebi mezunlarından vukua getirdikleri tahavvülatı ve hissiyat ve infialat-ı
muhtelife-i maneviyeye delalet etmek üzere, intaç
Murtaza ettikleri tebeddülatı, daha doğrusu bu tebeddülatın
adalat nokta-i nazarından suret-i vukuunu mütalaa
Altıncı numaradan mabat edeceğiz.
Bu tetkikata şürudan [başlamadan] evvel, nevahi-i
MAKALE-İ UMUMİYE muhtelife-i bedenin [bedenin çeşitli bölgelerinin]
vaziyetini tahdit ve tavzih eden tabiratı tezkar etmek
Teşrihi-i tasvirinin [sanatsal anatominin] başlıca [hatırlatmak] münasiptir: Coğrafyada arzın nikat-ı
tetebbuatı [inceleme alanı] "iskelet" veya "kadit" esasiye-i erbaası [dört ana noktası] kıtaat-ı arzın
tabir olunan kemiklerin heyet-i umumiyesine aittir. [yeryüzündeki kıtaların] tayin-i mevakiine [yerini
Zira bunun eşkal-i hariciyesiyle, azanın tenasübünü, tayine] medar olduğu gibi, teşrihte de, kezalik irae-i
yani yekdiğeri beynindeki [arasındaki] nispetlerini ve cihat [cihetlerin, tarafların gösterilmesi] için,
vücudun harekatını gösteren, kemiklerdir. Bu cihetle birtakım sutuh-ı esasiye [temel planlar, taraflar]
teşrih-i tasviri müellifleri evvelemirde [önce] kabul edilmiştir, şöyle ki:
mebhasi'l-izamdan [kemik biliminden] Müşerrihlerin [anatomi bilginlerinin] vaz ettikleri
başlamışlardır. Bizde bu usule riayeten iptida [önce] [belirledikleri] usul iktizasınca [gereğince], cesedin
kemikleri gözden geçireceğiz. tarifatında, ayakta duran bir adamın vech-i ati [şu
Kemikler, tarifat ve tafsilat-ı atiyeden [aşağıdaki esaslar] üzere, vaziyeti esas tutulmuştur: Bacaklar
tanımlar ve açıklamalardan] anlaşılacağı veçhile dik; ayakların ucu ön tarafa mütevecceh [çevrili]; 56
vücudun bazı nikatında [noktalarında] doğrudan kollar, hal-i tabiide aşağıya salıverilmiş, ellerin içi ile
doğruya cilde mülasık [yapışık] tahtelcild [deri altı] vecih yani "yüz" - baş dahi doğru tutulmak üzere -
(sous-cutane) olup, cesedin aksam-ı muhtelifesi kezalik öne mütevecceh ( Şekil 1 ) .
beyninde gayri mütebeddil [değişmez] birer işaret İşte bu vaziyet itibariyle beden, bervech-i zir
noktası hizmetini ifa ederler ki bu sayede sanatkar [belirteceğimiz] birtakım satı hl ara ayrılmıştır ki
için mesaha-i beden [beden ölçüleri] kesb-i suhulet bunlara "vecih " veya "cephe" dahi denilir: sath-ı
eder [kolaylık kazanır] . kuddami,1 sath-ı halfi,2 sath-ı cenubi,3 sath-ı ulvi4 ve
Kemiklerin, şu suretle bedenin şekl-i hariciyesinde sath-ı süfli.5
büyük de bir methali vardır. İşbu satıhlara nazaran, mesela azm-i kas6 cesedin
Kemiklerin yekdiğerleriyle birleştikleri mahallere sath-ı kuddamisinde [ön tarafında] ve amud-i fıkari7
mafsal tabir olunur. Bunlar mafsal-ı müteharrike [belkemiği] sath-ı halfisinde [arka tarafında] ilh [ve
[oynar eklem] ve mafsal-ı gayri müteharrike [yapışık benzeri] kaindir [bulunur] demekliğimiz lazım gelir.
eklem] namları ile iki kısma münkasımdır Bir de beden, bir hatt-ı şakuli-i mefruz [diklemesine
[bölünmüştür] . Mafsal-ı müteharrike lazımü't kesen çizgi] ile baştan ayağa kadar muntasıf [orta ]
tetebbu [inceleme gerektiren] birtakım harekete noktadan iki kısma tefrik olunmuştur. İşbu hatt-ı
müsaade ederler ki "mebhasü' l-mefasil " [mafsal mutavassıta [orta çizgiye] karib [yakın] olan aksam-ı
bilimi] serlevhası [başlığı] altında zikredeceğiz. bedene [bedenin bölümlerine], teşrih [anatomi]
Badehu [daha sonra] adalara dair tetebbuatımız ıstılahınca [terminolojisine göre] , ünsi ve aksine de
" mebhas ü ' l-adalat" ı [kas bilimini] teşkil edecektir. "vahşi" tabir olunur. Mesela: elin, yukarıda beyan
Ve kemiklerin, evvelki haplarda [bölümlerde] vukuf ettiğimiz vaziyeti icabınca başparmağı, hatt-ı
peyda etmiş olacağımız harekatının adalat vasıtası mutavassıta nazaran, "vahşide" ve serçe parmak
ile suret-i vukuunu ve bu adaların, taklisat [kasılma] " ünside" addedilir ve öyle zikrolunur. Çünkü
hasebiyle, biçimlerinde ne gibi tagayyürat birincisi o hatta daha uzak, ikincisi daha yakındır.
[değişimler] husule geldiğini göreceğiz. Buna kıyasen, tek bir kemiğin dahi ayrıca tarifine
Mebhasü' l-ev'iye [damar bilimi] yani damarların girişildiği vakit, cesedin sutuh-ı mesrudesine [sözü
ahvali doğrudan doğruya fenn-i tıbba ait ise de, edilen taraflarına] nispetle, bunun hakkında da aynı
yalnız vücudun sath-ı hariciyesiyle münasebeti olan sutuh ve tabirat kullanılır. Zira bedenin heyet-i
damarlardan bahsetmekliğimiz vecibedendir umumiyesinin beyan ettiğimiz vaziyet-i teşrihiyesi
[gereklidir] . Zira bunlar, kol ve bacaklarla boynun daima gayri mütebeddildir. Ve binaenaleyh, gerek
şekl-i zahirisini itmam ederler [tamamlarlar] . kemiklerden gerek adalattan her birinin vaziyeti de
Bu mebahisi [konuları] takiben, adalat-ı vechiyeyi bu esasa tabi ve sutuh-ı kuddamiye ve halefiye [ön
65
ve arka tarafı] vesairesi, heyet-i umumiye-i bedenin
ve bütün eczasının [parçalarının] sutuh-ı
mümasilesine [benzeri taraflarına] muvazidir
[paraleldir, uygundur] .
Mebhasü 'l-izam
İskelet
Kemikler, yekdiğeriyle birleşerek iskeleti teşkil
ederler. Adalat, bunların üzerinde birtakım kuvvetli
nikat-ı iltisakiye [bağ noktaları] bulurlar.
İskelet, birbirinin aynı olmak üzere, sağ ve sol iki
kısımdan mürekkeptir. Hatt-ı mutavassıt üzerinde
bulunan kemikler birer tekten ibaret olarak, gayet
muntazam bir şekl-i mütenazir [simetri] arz ederler;
"azm-i kas" gibi. Bunlara " izam-ı mütenazırü'l
eşkal" denir. Hatt-ı mutavassıtın her iki cihetinde
bulunan kemikler ise çift olup "gayri mütenazırü' l
eşkal " derler; azm-i kitf8 ve azm-i adud9 gibi.
" Henüz doğmuş bir çocuğun kemikleri elastiki bir
halde, teşrih bıçağı ile kolayca kesilebilecek derecede
yumuşaktır. Bu yumuşak maddeye "gudri'ıf" yani
kıkırdak tesmiye olunur [adı verilir] . Çocuk
büyüdükçe, gudri'ıfun ecza-yı müterekkibesinden
[bileşiminden] "karbonat döşü", " fosfat döşü"
vesaire gibi kemiklere sertlik ve beyazlık veren
mevadd-i kilsiye [kalsiyum maddesi] tekasüf ederek,
kemikler layıkıyle teşekkül "taazzum" [kemikleşme]
etmeye başlar. Bu seyre tekemmül-i izam da denir.
Müdür-i mesut
Osmanlı Ressamlar Cemiyeti müessis/erinden
Osman Asaf
66
,;... V_/,,
• ,
NUMARA 8
CUMA I 8 ZiLHİCCE SENE I 3 29
26 TEŞRİNİSANİ SENE I 3 2 7 [ I 9 I I ]
BİRİNCİ SENE
Sanayi-i nefiseye ait ve mesleğimize muvafık makalat maatteşekkür kabul ve derç olunur.
Evrak-ı varide derç olunsun olunmasın iade edilmez.
Mündericat
İfade-i mahsusa ve beyan-ı itizar (Heyet-i tahririye) - Musiki (Kemal Emin) - Tarihçe-i sanat
(Faik) Yedinci nüshadan mabat - Tefrika-i mahsusa; Teşrih-i tasviri (Murtaza) mabat - Rica-yı
mahsus - Tashih - Musiki notası (Müfide Hanımefendi) - Kabın muhteviyatı: Osmanlı Ressamlar
Cemiyeti heyet-i idaresi beyannameleri, Cemiyetin nizamname-i esasiyesi - Erbab-ı meraka tavsiye.
lFADE-İ MAHSUSA VE İTİZAR
57 Osmanlı Ressamlar Cemiyeti merkezinin tebdili ve iptidasından [başlamasından] itibaren de gerek
merkezde bulunan idarehanemizin birlikte nakli, mündericat [içerik], gerek kıta [boyut] ve nefaset-i
gazetemizin bir müddet intişarına mania teşkil etmiş tabı [baskısının üstünlüğü] hususlarında; mensup
idi. Bu sebeple vuku bulan teehhürden [gecikmeden] olduğu sanatın nezaket ve zarafetiyle mütenasip
dolayı kariin-i muhteremeye [muhterem mertebe-i mükemmeliyete isal ederek [ulaşarak] bir
okurlarımıza] arz-ı itizarla [özür dileyerek] aflarını tarz-ı nevinde [yenilenmiş şekilde] intişarı yeni
temenni eyleriz. heyet-i tahririyemizin gaye-i emelidir. Bu hususta
Bugünden itibaren meslek-i kadimi dairesinde erbab-ı kalem ve müntesibin-i sanayi-i nefisenin
hizmet-i neşriyeye ifaya devam eden gazetemiz, muavenet ve müzaheretlerini [desteğini] istikbal-i
nüshalarını ay iptidalarına [başına] hasretmeyip sık sanat namına rica eyleriz. Kariin-i kiramın
sık ve yekdiğerini müteakip intişar ile kariin-i [okurlarımızın] teveccüh ve rağbetlerine müsteniden
muhteremeye sene-i neşriyesi zarfında mevut olan umarız ki aksa-yı emele [ülkümüze] vasıl olalım.
[vaat ettiğimiz] nüshaları takdim eyleyerek telafi-i Bittevfike teala.
mafata [kayıpları telafiye] çalışacaktır.
Gazetemizin görmüş olduğu rağbetin vermiş olduğu Sermuharrir
cesaretle mündericatını tevsi, ikinci sene-i devriyemiz H. V.
68
TERANE-İ ŞEBAB
Güfte: Ali Salahaddin Bey Beste: Müfide Kadri
� !_ 1
- -.'1 ı,; .,., ,.,,.} "' IJ '" ı..
r ı. .! ı; � ,,;J(!_.· �1)J1\"1®ı1Tuv9,1ııj i
1 1Jn:14ıl. !.1J1.JiJ
" �
ıılı9ıtW
� ; • '
IWJlJ$Jilı 11111
.
MJtıJ�dı-WlllJ13" ıl1315fJıl�!JA']l1" 0 J a 1
;rj\w:oHl11ijPU!J1itl!J!JilbJ'J)J}Wıl1tiıJWJ 1
I @ 9!9 tl 1 J Jl WJy \ ? 43 Jl r'
( Nakarat) ( Nakarat)
Ey muhteşem, ey şa'şa ' alı çehre-i fahir! Ey muhteşem, ey şa ' şa ' alı çehre-i fahir!
A ti de senin, biz de senin, şan senindir. A ti de senin, biz de senin, şan senindir.
69
vasıtasızlığından, himmetsizliğinden, istemeyiz. Eğer Nezaret, Sanayi-i Nefise Mektebi ' ne
himayesizliğinden müşteki bulunduklarını anladık. o neticesiz programını takipte müsamaha eder, bizim
Halbuki medeniyetimizin hemrah-ı mefhareti [övünç mütalaatımızı boş bir taab-ı dimağiden [zihin
kaynağı] olacağını ümit ettiğimiz bir müesseseden yormaktan] ibaret farz ederek ehemmiyet vermez ise
zamanın zemzeme-i irşadı [aldığı övgüler] sayesinde bu memlekette mevcut sanayi-i nefise muhibbanını
pek çok teceddütler [yenilikler], terakkiler beklenirdi. [sanatseverlerini] bihudegi-i intizara [boşuna
Resim muallimlerinde bir himmet-i mütezayide, bekleyişe] mahkum bırakmaktan ziyade evlad-ı
talebede bir zevk-i mesai, mektepte bir arzu-yı müstakbele-i vatana bifaide [faydasız] seneler
terakki uyanacağına muntazırdık [bekliyorduk ] . geçirmesine sebep olacağına emin olmalıdır.
Lakaydiler, teseyyüpler [ihmalcilikler] hissetmek ise, Evet . . . Biz Sanayi-i Nefise Mektebi ' ni sade
bizde pek derin teessürlere sebep oldu. işte şu teessür ihtimamlar, üstünkörü teşvikler ile ileri
saikası [itkisi] iledir ki ümid-i şifa ile araz-ı gidemeyeceğini söylüyoruz. Bir defa her şeyden evvel
vücudiyesini tabibe sayıp döken hastalar gibi bizde bu mektebin Osmanlı sanayi-i nefise mektebi
Sanayi-i Nefise Mektebi 'nin emraz-ı tedrisiyesini denilecek bir halde olup olmadığını sorarız.
[öğrenimindeki aksaklıklarını] Maarif Nezaretine Hangi fikrin mahsul-i inşası olduğuna akıl
karşı sayıp dökeceğiz, mamafih şimdiye kadar bu erdiremediğimiz bu bina-yı acib yine hangi nevzuhur
husus için bir şey söylemedik denemez. Yalnız bizim [yeni ortaya atılan] fikrin esiri olup gidiyor?
ni yazmendane [yalvarırcasına] ifadelerimizin Buraya galeri ilavesinden evvel, çalışmak ve
mektebe karşı bir neşide-i ikaz tesirinden bile azade çalıştırmak için atölyeleri düşünmek icap etmez mi?
kaldığını gördük. Maarif Nezaretine hitaben Senelerden beri atölye mahrumiyeti müsamaha
söyleyeceklerimizin de bisemere [semeresiz] kalmasını götürür kusurlardan mıdır? Bunu muallimini de
70
muteriftir [itiraf ediyor] . Dershaneden, atölyeden Paris'te ikmal-i tahsil [tahsilin tamamlanması] mevut
ziyade ambara benzeyen böyle bir bina dahilinde [vaat edilmiş] iken, ikinciye üçüncüye " Başınızın
60 resim çalıştırmak hiçbir yerde, hiçbir memlekette çaresine bakın" diploması bu memlekette rağbet
görülmüş işitilmiş bir şey midir? .. Hakiki ihtiyaçları uyandırmaz. Eğer elde mevcut programla - biraz
göremeyen nazarlar istikbali nasıl keşfedebilirler? daha derin söyleyelim - muallimin-i hazıranın takip
Yoksa karışık rüyaları saadet-i atiyeye hamleden etmekte oldukları metotla bizde sanatkar yetişecek
muabbirler [rüya yorumcuları] gibi biz de bu diye bekleniyorsa, yazık sarf olunan paralara, yazık
anlaşılmaz icraatı terakkiyat-ı mevudeden [vaat heba edilen müstait [yetenekli] hayatlara . . .
edilen ilerlemeden] farz ederek sükut mu edelim? Biz Tamim-i maarif [örgün eğitim] diye çırpınan bu
mektebin galerisini, Valeri ' sini hesaptan hariç vatana şayet resim ve ressam henüz lazım değilse
tutarak evvelemirde [öncelikle] mükemmel atölyelere fuzuli masraflara ne hacet? . .
malik olmasını görmek istiyoruz. Ağır, Yok, sınaat-ı nefisenin medeni milletlere lüzumu
istiğnafüruşane [çekinceli] şerait-i kabul tertibinden bizce de tahakkuk etmiş ise, onu şanı ile, nezaketiyle
mukaddem [önce] açık istifadebahş bir program mütenasip surette kabul ve himaye edelim . . .
ihzarı [hazırlığı] lüzumunu tavsiye ediyoruz. Saniyen
[ikincisi] devam edenlere ve devam edeceklere ati Paris 'te
[gelecek] göstermek şarttır. Çalışanların derece-i 20 Eylül 1 9 1 1
tefevvuklarına [üstünlük derecelerine] göre tayin-i
istikbal labüddür [gereklidir] . Yalnız birinciye Sami
MUS İ Kİ
6r Bu nüshamızda notası münderiç [yayımlanan] mebni [dair] şuracığa bir iki kelime sıkıştırmak icap
Darülmuallimat resim muallimesi Müfide ediyor. Senelerden beri bence pek kıymettar olan
Hanımefendi'nin besteledikleri şarkı münasebetiyle: asarı cem etmekle vücuda getirmeye uğraştığım
kütüphanemi bir avuç remad-ı felakete [felaketten
" Ressamlar Cemiyeti Gazetesi 'nde musikinin ne arta kalmış küle] tahvil eden Aksaray yangını eğer
münasebeti vardır, " diyenler bulunmak ihtimaline hafızamın bir kısmını da yakmamış ise, zannederim
72
TAR İ H C-" E - İ S A A T
Mabat huddamı [hizmet görevlisini] istiaba [barındırmaya]
kafi bir şehir kadar vasi [geniş] imiş. Sarayın
Saraylar - On dokuzuncu asrın evasıtına [ortalarına) etrafına çekilen cidar-ı cesim [büyük iç duvar] her
doğru bazı erbab-ı gayret tarafından icra olunan dılı [kenarı] 1 800 metre tulünde [uzunluğunda]
hafriyat neticesiyle meydana çıkan saraylar ve sair olmak üzere, bir murabba [kare] şeklinde imiş.
asar-ı atika [eski eserler] , Keldani ve Asurilerde Dahilinde otuz bir avlu ve iki yüz dokuz daire var
sanatın fütuhat ve mübarezatı [fetihleri ve savaşları] imiş, sarayı muhat olan [çevreleyen] duvarın bir
göstermek için kullanıldığını irae ediyor [gösteriyor] . cephesinde hariç ile ihtilat edecek [ilişki kuracak]
Hatt-ı mihinin [çiviyazısının) miftah-ı esrarının menfezler bulunduğu halde aksam-ı sairesinde
[sırlarının şifresinin] bulunması asar-ı mezkure ikametgah-ı hükümdari, makar-ı nisvan [kadınlara
üzerinde mevcut mahkukatın [çivi yazılarının] mahsus bölüm] , devair-i huddam [hizmet
okunmasına yardım etmiş ve bu suretle, meçhuliyet görevlilerinin daireleri], mutfaklar, ahırlar
arkasında kalan pek çok vakayie ıttıla hasıl edilmiştir bulunurmuş. Her biri bir mahalle kadar cesim olan
[bilgisine ulaşılmıştır] . Mısıriler emvata [ölülere] bu daireler de ayrıca birçok taksimatı havi imiş.
müteallik [ilişkin] şeylere büyük bir ehemmiyet Faraza ikametgah-ı hükümdarinin ön kısmında
atfettiklerinden bu hususta pek nefis ve dakik asar kabul salonları, arka tarafında dahi hususi odalar
vücuda getirdikleri halde, Asurilerde böyle bir şeye bulunurmuş. Mamafih vüsat [genişlik] ve
tesadüf edilmemiştir. Asuri memalikinde [ülkesinde] cesametlerine rağmen işbu mebani, terkip ettikleri
muhteşem makberler bulunmadığı gibi Keldaniye'de mevadd-ı gayri metine [dayanıksız maddelere]
bulunan birkaç mezar dahi, sanat nokta-i iktizası [nedeni] ile daima dun [düşük] ve zaif bir
nazarından, büyük bir kıymeti haiz değildir. derecede kalmaya mahkum idiler. Hatta onları
Halbuki, sahaif-i tarihin ifşaatına göre buralarda en vücuda getiren mimarlar da bu nakiseyi [eksikliği]
çok mabet inşa edilmiştir. Kısm-ı ulyaları [üst bildikleri için bunu bir dereceye kadar tahfif
kısımları] müstevi [düz) birçok ehramların yekdiğeri [giderme) ve izale maksadı ile duvarları gayet kalın
üzerine vaz edilerek [koyularak] yapılan bu yapmışlar. Ve bütün bu mebaniye kaba bir kütle
mabetlerden, aşağıda dermeyan edilecek [belirtilecek] şekil ve manzarası vermişlerdir.
esbaba [nedenlere] binaen hemen hiçbir eser Heykeltıraşlık - Asuriye'de heykeltıraşlığın büyük bir
kalmamıştır. Netice-i hafriyatda [kazıların kıymet-i tarihiyesi var idi. Hükümdarların satvet
sonucunda] bulunan mebani [yapılar] umumiyetle [güç) ve debdebesini, muzafferiyetlerin pür fahr ve
saraylardan ibarettir. Her Asuri hükümdarı kendi şeref hatıra tını ensal-i ati yeye [gelecek kuşaklara]
şevket ve azametine dal [işaret] olmak üzere bir saray nakletmek vazifesi bu sanata tahmil edilmişti
inşa ettirmiş, bunların en mühim ve muhteşemi [yüklenmişti) . Sarayların duvarlarını tezyin eden
Nemrut tarafından Horsanbad [Khorsabad] şehrinde cesim kabartmalar hep vakayi-i tarihiyeyi musavver
milad-ı Isa'dan dokuz asır mukaddem [önce] inşasına idi. Mısır methallerine [girişlerinde] fevkattabia
başlanıp yedinci asır evasıtında bile ikmaline [doğaüstü) ebat ve mahiyeti haiz heykeller konurdu.
muvaffakiyet elvermeyen saraydır. Bu kadar vakit ve Elhaletü hazihi [şimdi] Paris'te Louvre Müzesinde
himmet sarf olunarak vücuda gelen bu mebani-i bulunan kanatlı boğalar bu kabildendir. Bilad-ı
6J azime [büyük yapı) acaba niçin bugüne kadar Mısıriye'de [Mısır kentlerinde] Teb devrinde
payidar kalamamıştır? Bunun sebebi pek sadedir. sengtıraşlar [taş yontucular] inceliklerini,
Asuriler inşaatlarında taş kullanmamışlardır. Onlar, dakikaperverliklerini kaybetmeye başladıkları halde
o velehresan [hayret verici] mabet ve saraylarını Asuriye heykeltıraşları bu secayayı [seciyeleri]
güneşte kurutulmuş kerpiçlerle bina ederlerdi. Bittabi mübalağakarane bir surette tesahuba [sahip çıkmaya]
bu mebani hiçbir metaneti haiz olmadıklarından az ibtidar etmişler [girişmişler] ve yaptıkları asarda
zaman zarfında yıkılmış, toza münkalib olmuşlardır fazlası ile dakikabinane [ince hesaplı) hareket etmek
[dönüşmüşlerdir] . O zamanın mimarlarınca sütun yüzünden hakikatten uzaklaşmışlardır. İşte bunun
istimali usulü malum idi, fakat onlar Üzerleri için yassı çehreli, haşin nazarlı heykeller vücuda
madenle örtülmüş ağaçtan mamül sütunlar getirmişlerdir. İnsan bunlara bakınca cengaver ve
kullanırlar ve bunları hakiki bir mütteka [taşıyıcı) kuvvet-i maddiyeye perestişkar [tapınan) bir kavim
olmaktan ziyade medar-ı tezeyyün [süsleme birimi] karşısında bulunduğunu hissediyor. Bilhassa hayvan
olmak üzere istimal ederlerdi. Onların mahareti heykelleri yaptıkları zaman, hayvanın şeklini,
kubbe inşaatında aynen görülür. Zaten onların tarz-ı vaziyetini, ifade-i nazarını hakikaten şayan-ı takdir
mimarisine has bir alametifarika ( ! ) işte bu bir müşabehet [benzetme] ve zindegi ile tasvire
kubbelerdir. Onlar, kubbelere pek muhtelif şekiller muvaffak oluyorlar. Mısır heykeltıraşları ile Asuriye
vermeye muvaffak olmuşlardır. heykeltıraşları arasında mevcut olan fark kısmen
Mebani-i Asuriye [Asur binaları] hakkında bir fikir bervech-i zir [aşağıda] izah olunmaktadır:
verebilmek için salifü 'l-beyan [yukarda adı geçen) Mısırlılar sert taşları işlemeyi tercih ettiklerinden,
Khorsabad Kasrı' na dair bazı tafsilat verelim: Işbu
kasır hükümdarın etrafında yaşayan binlerce Mabadı var
73
TEFRİKA-İ MAH SUSA
Geniş kemikler - Tul [uzunluk] ve arzları [enleri] yekdiğerine bağlıdır. Bu iplikler, mafsalların
.
sihanlarından [kalınlıklarından] fazla olan geniş kenarlarına yapışarak bir zar şeklinde onları ihata
kemikler, bunun bazı ecvaf [oyukları] ve azasını ederler (capsule). Bu zarların bazı mahalleri dahi -
64 muhafaza edecek birer cidar vazifesini ifa ederler; ribat-ı müstahkeme denilen birtakım bağcıkların
başta ve havsalada bulunan kemikler gibi; azm-i kitf ianesiyle - kalıncadır.
bu nevidendir. Harekat - {Etraf)tan yani kol ve bacaklardan birinin
Kısa kemikler - Hepsinin ebadı takriben yekdiğerine herhangi bir kıtasının; merbut olduğu diğer kıta
muadil olan kısa kemikler; bedenin nevahi-i üzerine bükülerek, ittisalindeki [bitiştiği] nahiyeye
muhtelifesinde [çeşitli bölgelerinde] heyet-i takarrüp edecek [yaklaşacak] surette icra edeceği
umumiyesi bir uzv-ı müstakil teşkil veya azadan harekete " insina "4 [bükülme, katlanma] ve bunun
birinin noksanını tekmil edecek surette ve gurup makusu [tersi] olmak üzere açılıp doğrulmasına
halinde toplu bir vaziyette bulunurlar. Ve " imtidat" [uzama] tabir olunur.
bulundukları yere elastikiyet hassası verirler. Amud-i Etrafın bir sath-ı mefruz-ı şakuli dahilinde bedenin
fıkari [bel kemiği] , rusgü'l-yed [el bileği], res-i hatt-ı mutavassıtına doğru hareketine tebid ve takrip
kadem kemikleri gibi. denir. Tebid halinde bedenden uzaklaşır ve takrip
Nütular - Kemiklerde diken ve kabarcık şeklinde halinde bedene yaklaşır.
birtakım çıkıntılar vardır ki bunlara " nütu " tesmiye
olunur [adı verilir] . Nütular umumiyetle iki sınıftır: Mabadı var
nütu-i mafsali, nütu-i irtikazi.
Nütu-i mafsaliler kıkırdaklı bir kabukla mestur 1 Başın iskeleti müteaddit kemiklerden müteşekkil olduğu fasl-ı
[kaplı] ve emles [pürüzsüz] yani gayet perdahlı olup mahsusunda görülecektir.
mefasılı [mafsalları] teşkile hizmet ederler. Bunların 2 Kamus Tercümesi "dikiş yivine ıtlak olunur" diyorsa da teşrihte
(hıyate)nin müradifi [eşanlamlısı] olarak kullanılmaktadır.
her biri· kendisinin mukabil ve mülasıkı [bitişiği] 3 Köprücük kemiği Clavicule.
olan ve ayniyle emles ve kıkırdakla sıvalı bulunan 4 Bir şeyin kendi karına eğilip bükülmesi ( Kamus Tercümesi).
RicA-Yı MAHsus
Eslaf-ı üstaddan [öncellerimiz olan üstatlardan] sanayi-i nefise-i
Osmaniye ' nin teracim-i ahval [yaşamöyküleri] ve asarı hakkında icra-yı
tetebbua ile cem-i malumat [bilgi derlemek] ve bu suretle sanayi-i
nefisemizin mazisini tenvir [aydınlatmak] teşebbüsünde bulunuyoruz.
Tarihimizin maatteessüf zaptında ihmal etmiş olduğu erbab-ı sanayi-i
nefisenin teracim-i ahval ve hayat-ı sanatkaranelerine malik bulunan
zevatın, asar ve vesaik [belgeler] ile asar-ı sanatlarına malik bulunan
zevatın, asar ve vesaik-i mezklıreyi veya bir suretlerini gazetemize iare
[ödünç vermek] suretiyle müteşebbisi bulunduğumuz " ihya-i sanayi-i
nefise-i Osmaniye" emr-i müşkülünde [zor görevinde] muvaffak
olabilmekliğimiz için muavemet eylemelerini Osmanlılık ve sanat
namına rica eyleriz.
TASHİH
Müdür-i mesut
Ressam Osman Asaf
75
,:_ _/,,..
�·
.ı_,:l J I c).> J Jr.i ..r8ıL' .:... \l lh ._;ti_,.. ._;...(L. J 1ıc .,_�� el:�
. )�\ .,,le\ 0�JI 0_,_.J JI (..-' ,, .,,J\J J\n\
_ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ w _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ __ _
NUMARA 9
SALI 1 0 SAFER 1 3 3 0
1 7 KANUNUSANİ SENE 1 3 27 [ 1 9 1 1 ]
BiRİNCİ SENE
Mündericat
Kariin-i kirama - Sanayi-i Nefise Mektebi için ( Sami Bey) - Musahabe - Tarihçe-i sanat ( Faik
Bey) - Tabiat (Kemal Emin Bey) - Şuunat - Tefrika-i mahsusa : Teşrih (Murtaza Bey)
KARİİN-İ KİRAMA
65 Muhit-i hizmetinin mahdudiyetine [kısıtlarına] ise masrafı koruyamayacağı derkar [malum]
rağmen gazetemizin görmekte olduğu teveccühten bulunmasına binaen, mecmuamızı iştira [satın
cesaret alarak üç yüz yirmi sekiz senesi Martı almak] suretiyle intişarına muavenet buyuracak
bidayetinde [başında] otuz iki sahifelik, suret-i zevatın şimdiden adreslerini idarehanemize irsal
nefisede matbu bir nüsha-i fevkaladeyi [özel sayıyı] eylemelerini rica ederiz.
muhterem kariinimize [okurlarımıza] takdime karar
verdik ve ona göre şimdiden istihzarata • •
77
çalıştıkları halde Maarif Nezaretinin senebesene [her kongreler, birçok mükafat-ı nakdiyeli nama mahsus 67
sene] tezauf eden [ikiye katlanan] adem-i ihtimamı müsabakalar, bin türlü teşvikler, tergipler içinde
[özensizliği] onları mecburen heves-i tahsilden müdavimine her dem mütezayit [artan] bir arzu-yı
feragat ettirdi, karın doyuracak bir meslek mesai ihsas ettiği görülür. Çalışmak, çalıştırmak,
taharrisine [aramaya] mecbur etti. Sebat edenlere çalışanları himaye etmek hususunda bütün vesaiti
gelince, arazi-i gayri meşkufe [keşfedilmemiş arazi, ihzar [hazırlamak] ve tatbikte kusur etmeyen bu
kara parçası] taharrisine çıkan bir seyyah cesareti millet-i müterakkiyenin [ilerlemiş milletlerin] daha
ibraz ederek çalıştılar, diyeceğiz; bugün merhum varan namına, terakki-i sanat namına, ila-yı maarif
Şevket Bey ' in ve mülkümüzde " spesyalist" teferrüt [eğitim düzeyini yükseltmek] namına, mektebe her
etmiş [olarak öne çıkmış] sair sanatkarlarımızın sene büyük büyük servetler terk ve teberru edenleri
eserlerini tetkik edenler, onların menşeini Sanayi-i [bağışlayanları] de ayrıdır. Şüphesiz hükümetin
Nefise Mektebi zannetmemelidirler. Evet; onları himayesi, muaveneti, bir taraftan muhitin teşviki
Sanayi-i Nefise Mektebi yetiştirmemiş, onlar kır rağbetidir ki Fransa'yı tekmil şuabat-ı ulum u
menekşesi gibi kendi kendilerine yetişmişlerdir, fünunda [ilim ve fennin tüm disiplinlerinde]
mahrumiyet içinde bir mevcudiyet göstermişlerdir, yükseltmekte devam ediyor. Fakat biz ne yapıyoruz,
biz daha ümit ediyoruz. hangi mektebimizde daha Garb'ın bu usul-i
Biz bu muhite karşı zaaf-ı basarla [miyoplukla] malul müstahsenini tatbik edebildik ? Hele şu zavallı
olanlardan değiliz. Hatta Sanayi-i Nefise Mektebi' nin sanayi-i nefiseyi ve erbabını teşvik, teşci maksadı ile
eski, o mahrum-ı semere dallarında bile bir eser-i ne yaptık, ne fedakarlık gösterdik ve gösteriyoruz ?
hayat görebiliyoruz. Hak sınıfından Seyyid Mehmed Bu kadar erba b-ı ihtisasa ehemmiyet veremeyerek
Efendi isminde gayur bir genç, resim kısmında Baki yalnız birkaç asar-ı atika [eski eserler] mütehassısı
Efendi namında genç bir artisti buluyoruz. Bunlar ile ve bunca senedir Türkçe öğrenmeyerek evlad-ı
mahsulat-ı müstakbelelerinin ilk şükfıfe-i nefasetiyle vatanı işgal eden ihtiyar bir Polonyalı ile koca bir
kendilerini gösteriyorlar, yarın bir daha ve biraz milletin sanayi-i nefise ve maarifi namına terakki
sonra heykeltıraşlar, mimarlar, birçok sanatkarlar umuluyorsa eyvah . . .
zuhuru da memuldür [beklenir] . Lakin böyle Biz yeni kadirnaşinaslıkları [kadirbilmezlikleri] ( d la
görünmeye başlayan istidatların cevher-i feyzinde mode) eski tesellilerle maziye atfederek hodgamane
keşfettiğimiz heves-i güşayişi bir nefaset-i payidari ile [bencilce] teşeffi-i sadr [öç alma] zamanı geçtiğini
yaşatmak, soldurmamak için bize bir vazife-i çoktan anlayanlardanız. İçimizde maziyi
vataniye terettüp ediyor [düşüyor] . Bu maksatladır ki öğrenmeyen kimse kalmadı. Mazi, o, bir şeydi.
Sanayi-i Nefise Mektebi'nden bahsediyoruz. Osmanlı Üdebanın kalemleri iskat edildiği [susturulduğu],
Ressamlar Cemiyeti ' nin en birinci emeli, en musikinin Kağıthane havalarına münhasır kaldığı
mukaddes düşüncesi vatanımıza sanatkar yetiştirecek bir zamandı. Ayasofya Camii'nin duvarlarını hükm-i
bir müesseseyi ihtiyacat-ı zamane ile mütenasip bir karakuşi [keyfi kararlar] ile badanaya kalkan,
mertebe-i kemalde görmektir. Bahçekapısı Çeşmesi'nin hatt-ı kıymetdarını
Zamanın vukufdar nazarlara karşı her şeyi kolay bir yerinden çıkararak duvar örmeye cüret eden, Selim-i
perde-i nisyan [unutuş perdesi] altında bırakıp Salis [III. Selim] türbesinin bazı çinilerinin ortadan
geçemeyeceği gayri kabil-i inkardır. Osmanlı çekilmesine ehemmiyet vermeyen; erbab-ı hevesi,
Ressamlar Cemiyeti alayiş-i zahiri [dış görünüşteki erbab-ı maarif, erbab-ı sanatı kırıp geçiren bir devre
debdebe] uğrunda feda-yı hakikat edecek nüfuz-ı i zulm ve itisaf [zulüm ve yolsuzluk dönemi] idi.
şahsiye mağluben, "Yaptığınız aynı keramet, " Şimdi yeni bir alemdeyiz. Maddi manevi hizmetlerle
diyecek bir meslek mürevvici [propagandacısı] mevcudiyet-i milliyemizi, muhabbet-i vatanımızı,
olamaz. Efradından pek çoğunun istikballeriyle iştiyak-ı terakkimizi [ilerleme isteğimizi] ispat edecek
oynayan bir idare-i keyfiyeyi alkışlayarak serfüru umumi mesaiye muhtaç bir devredeyiz. Eğer geçen
edemez [boyun eğemez]. Biz korkusuz dimağla günlerin, nümayişlerle geçirdiğimiz saatlerin; bir
düşünerek yakinen kani olduk ki Sanayi-i Nefise suflör sükunetiyle sımah-ı ruhumuza [ruhumuzun
Mektebi yeni programı ile yeni inşaatı ile kulağına] istikbalin acıklı nutuk ihtiyacını
mazisinden beter bir hale bir hale giriyor, fısıldayarak yine meşy-i mahsus-ı seri [kendine özgü
mevcudiyetinde zaif bir şule-i terakki görünürken hızlı yürüyüşü] ile maziye karışıp gittiğini hissediyor
gittikçe sönüyor. İşte Fransa sanayi-i nefise mektebi, isek, artık doğrulalım, biraz doğru söyleyenleri ve
işte Garb'ın gıptabahşa bir feyz-i terakki ile yükselip biraz da Garb'ın aheng-i terakkiyatını dinleyelim.
giden muhteşem darülfeyzi . . . Hükümetin yed-i
himayetinde bulunmakla beraber binlerce sanayi-i Paris
nefise muhibbanının [sanatseverinin] sıyanet-i
müşevvikanesiyle [teşvik edici himayeleriyle] mağrur Sami
ve müftehir; müteaddit atölyeleri, büyük
profesörleri, istifadebahş müzeleri, muntazam
dershaneleri, şayan-ı tetebbu kütüphaneleri ile
vatanının evlatlarına sine-i istifadesini açan şu
muazzam müessesenin - binasından sarf-ı nazar -
takip ettiği usul-i tedrise dikkat edilirse; birçok
78
MUSAHABE
I ki programları tanzimde hiçbir gaye gözetilmediği
gibi Sanayi-i efise Mektebi' nin hikmet-i mevcudiyeti
Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi'nin ibtida-i de, " Ko desinler şahın bu dağda bağı var,"
neşrinden [yayıma başlamasından] beri, sanayi-i kabilinden, Avrupa'yı sırf sureten taklit etmiş 68
nefiseden olan sanat-ı tersimin [resim sanatının] olmaktan ibarettir. Halbuki mekatib-i umumiye
lüzum ve ehemmiyetinden, Osmanlı Sanayi-i Nefise programlarında bulunan resimden maksat, talebenin
Mektebi tedrisatının asr-ı hazır-ı medeniyete layık bir modeli önüne alıp tıpkısını kurşunkalem veya
Osmanlı ressamları yetiştirebilecek ve bir Osmanlı suluboya ile diğer bir kağıt üzerine naklederek
tarz-ı tersimi esası vücuda getirebilecek derece-i veyahut eşkal-i mücessemeyi [cismin dış hatlarını]
tekamüle isali [erişmesi] için ıslahat-ı lazımeye yalan yanlış kağıt üzerine istinsah [kopyalamak] ile
tevessül edilmesi lüzumundan yana yakıla bahseden biraz muvaffak olur ise, "Ressam oldum," diye
muhterem arkadaşlarımın, hususiyle ressam Sami mağrur olup, muvaffak olamaz ise, "İstidadım yok
Bey biraderimizin hararetli makalatı [yazıları] ve ki," diyerek kendisi için resmi bilüzum [gereksiz]
bugünkü nüshamızın havadis kısmında münderiç görmek ve her iki suretle dahi mektepten çıkıp
olduğu veçhile ressam Halil Paşa hazretlerinin mübareze-i hayatiyeye atıldıktan sonra da mektepte
Sanayi-i Nefise Mektebi resim muallimliğine bulunduğu müddetçe resim dersi namı ile haftada
tayinlerini serrişte [ipucu] ittihaz ederek aziz birer saat imate ettiğini [harcadığını] hatıra bile
kariinimizle [okurlarımızla] hasbıhal edeceğim: getirmemekten ibaret olmadığı gibi, Sanayi-i Nefise
Esası hiss-i bedayi ve zevk-i selim olan, beşeriyetle Mektebi'nin vazifesi de, ayakta duran bir adamın
beraber doğup medeniyetle beraber büyüyen sanayi-i veyahut bir cami kapısının yağlıboya ile yalan yanlış
nefise, her kavmin mizan-ı temeddünüdür istinsaha muvaffak olabilenlere, " Sen ressam oldun,''
[medenileşme ölçüsüdür] . Edebiyat, şiir, musiki, diye bir diploma vermekle hitam [son] bulmuş olmaz.
resim, naht [oymacılık] ve mimariden ibaret olan Mekatib-i umumiyede resim dersi namına tahsis
sınaat-ı nefiseden, hiss-i sem [işitme duygusu] ve olunan evkat-ı saydaki [çalışma saatlerindeki]
tefekkürle icra-yı tesir eden edebiyat ile şiir ve meşguliyet neticesinde talebeden ressam yetişmesini
musikiden bahsi erbabına bırakarak esası hiss-i katiyen hatıra getirmemelidir. Ancak mekatibin
rüyet olan yani görmek ve gördüğünü hissetmek ve derecesine göre, lisan-ı umumi addedilen resmin
hissettiğini hutlıt [çizgiler] ve elvan [renkler] vasıtası elifbası olan görmek ve gördüğünü veyahut fikrinde
ile olanca nezaketiyle ihsas edebilmekten ibaret olan tasavvur ettiği bir şekli irae edebilecek surette
" resim"den bahsedeceğim ki naht [oymacılık] ve talebenin resim hakkında bir fikir edinmesini kafi
mimari gibi sınaat-ı nefise ve hatta döşemecilik, addetmeli ve bunu haftada birer saati kurşunkalem ve
tezyinat, terzilik ve hatta kunduracılık vesaire gibi defter üzerinde ızaa [harcamak] ile değil, haftada üç 69
bilcümle sanayi-i adiye bile resim ile şiddetle dört saat ilm-i eşya tedris eder gibi görmek ve
alakadardırlar ve herhangi bir eser-i sanat, sanat-ı göstermeyi talebeye talim ederek ressam veya resim
tersim ile az ve çok münasebetin derecesine göre yapmak; bilir değil, resimden anlar ve tarik-i maişetde
asar-ı nefiseden addolunur. Hülasa resim zübde-i [geçim yolunda] herhangi sınıf ve meslekte olursa
sanayi [sanatların özü] demektir. Resim akvam-ı olsun, efkarını [fikirlerini] lisan-ı umumi olan resim
medeniye sanatkarları beyninde [arasında] bir lisan-ı ile - velev hüsnühatla olsa bile -yazarak ifham
umumidir ki o lisanın kendisine mahsus elifbası, edebilir [anlatabilir]; kendisinde ressam olabilmeye
imlası, tarz-ı tahriri, evzanı [ölçüleri] ve hüsnühattı istidat görür ise mekatib-i mahsusasında tahsilde bir
olduğu gibi akvam-ı muhtelifenin kendilerine has gfuıa [türlü] müşkülata tesadüf etmez talebe
lehçeleri ve ayrı ayrı edebiyatı vardır. yetiştirmektir. Sanayi-i Nefise Mektebi' ne gelince,
Osmanlılar ve bilumum Şarklılar fıtraten maal1ye görmeye ve iraeye alışmış ve binaenaleyh lisan-ı
[yüksek fikirlere] meyyal ve rikkat-i hisse [duygu umumi olan resmin okuyup yazmasını tahsil etmiş
inceliğine] akvam-ı saireden [diğer milletlerden] yani resimden anlar talibin-i marifete [yetenekli
ziyade malik bulunmalarına rağmen ihmal saikası ile öğrencilere] tarz-ı tersimin hurdelerini [ince
o lisanın okuyup yazmasına bigane kalmış ayrıntılarını] yani o lisanın edebiyat ve şiirini tedris
olmalarından dolayı bu husustaki istidatları inkişafa vazifesi terettüp eder [düşer] ki bu da yalnız düzgün
imkan bulamamıştır. çizgi çizmek, parlak renkler koymak ile hasıl olmuş
Şimdi, memleketimizde resim ne suretle telakki addedilmeyip eser-i sanata, sanatkar ihtisasatını ahere
ediliyor? Niçin iyi kötü Osmanlı musikisi, Osmanlı [başkasına] ihsas edebilecek zindegiyi [canlılığı]
edebiyatı gibi "Osmanlı tarz-ı tersimi" diye bir verebilmek hususu gayeten talim bulunduğu
mevcudiyet-i hususiyesi yok ? Mekatib-i bilinmelidir. Resimden anlamak ve resim yapmak
umumiyemizin hemen cümlesinin programlarında memleketimizde telakki edildiği gibi istidad-ı mahsusa
resim diye resmen münderiç olduğu ve bir de koca tevakkuf etmez [bağlı değildir], sırf kesbidir
Sanayi-i Nefise Mektebimiz bulunduğu halde ebna-yı [çalışmayla elde edilebilir], herkes lisan-ı umumi olan
vatanın bunlardan derece-i istifadeleri neden ibarettir? resmin tahrir [yazma] ve kıraati [okumayı]
Buralarını araştıracak olur isek maatteessüf görürüz öğrenebiliyor ve öğrenmelidir. Ressam olmak bahsine
79
Ressam Sami Bey ' in Faris gece atölyelerinde çalıştığı krokilerden
70 gelince, her okuyup yazma bilen edip [yazar] olan lisan-ı resmin memleketimizde taammümünden
olamayacağı gibi her resim yapan ve resimden [bilerek yapılmasından] beklemeliyiz. Buna da,
anlayan dahi ressam olamaz, işte bu istidad-ı mekatib-i ibtidaiyemizden [ilkokullarımızdan]
mahsusa tevakkuf eder [bağlıdır]. Ancak ressamlar, başlayarak, resim derslerinde bu gaye hedef ittihaz
resim yapanlar ve resimden anlayanlar meyanındaki edilmek üzere tanzim-i tedrisat ile muvaffak
istidad-ı mahsusların inkişafından yetiştikleri gibi olunabilir. Mekatib-i ibtidaiye ve taliyemizde
eser-i sanatlarının takdir ve revacı da yine resim [ilkokul ve ortaokullarımızda] bu hususta irşadatta
yapan ve resimden anlayan birinci kısım halk [katkıda] bulunabilecek mualliminin ise menşei
tarafından olacağı tabiidir. Birinci kısım halk yegane Sanayi-i Nefise Mektebimizdir. Maatteessüf
olmayan bir muhitte ressam yetişmek mümkün şimdiye kadar bu hususta himmeti az olan Sanayi-i
olamayacağı gibi, yetiştiği farz edilse bile "körler Nefise Mektebi, ressam sınıfları vazifeten
memleketinde şema [mum] satmak" kabilinden sayi tedrisiyesini Halil Paşa gibi Osmanlılar içinde sahib
[çalışmaları] akamete [sonuçsuz kalmaya] i meslek bir üstad-ı muhteremin yed-i kifayetine
mahkumdur. teslim etmesi istikbal-i sanat namına ümitbahş olur.
Demek oluyor ki istikbal-i sanatımızı Binaenaleyh ıslahat-ı lazımeyi müşarünileyhten [adı
ressamlarımızdan ziyade, levazım-ı medeniyeden geçenden] beklemeye hakkımız vardır.
80
Ressam Sami Bey'in Paris gece atölyelerinde çalıştığı krokilerden
81
TARİHÇE-İ SANAT
Mabat azadedir. İşte bu avamil, Fenikeliler idi. Basra
Körfezi havalisinden hicret ettikleri zannolunan
Resim ve sanayi-i tersimiye - Asuriler resimdeki Fenikeliler, milad-ı Isa' dan iki bin sene evvel
maharet ve iktidarlarını, duvarların gerek cephe-i Suriye havalisine yerleşmişlerdi ve bunların
hariciye ve gerek dahiliyelerini tezyin için Keldani ve Asuriler ile bir karabet-i ırkiyeleri
kullanılan tuğlalarda göstermişlerdir. Minelerle [ırki yakınlıkları] var idi. Suriye arazisinin
işledikleri tuğlaları parlak renklerle boyarlar ve evvelden beri malum olan feyiz ve kuvve-i
Üzerlerine hayvan veya insan resmi yaparlardı. inbatiyesi [yeşilliği ve verimliliği] birçok
Bunların heyet-i umumiyesi latifü'n-nazar ve akvamın nazar-ı dikkatini celp etmiş
uyunnevaz idi [göze güzel, hoş görünürdü] . olduğundan bunların ekserisi oralarını işgal
Asuriler bu tarzda tersim ve telvini [boyamayı] eylemişlerdi. Fenikeliler, buraya
imal eyledikleri kumaşlara, halılara da tatbik muvasalatlarında [vardıklarında] Cebel-i
ederek mamulat-ı zarife meydan getirmişlerdi. Bu Lübnan ile sahil-i bahr arasında sıkışmış dar bir
usul lrak'ta mütemekkin [yerleşik] ahali hıtta [toprak] ile iktifaya mecbur kalmışlardı.
tarafından birçok zamanlar daha takip edilmiş Bu mevkide kaldıkça Şark ' a yani dahile doğru
olduğundan imparator Augustus zamanında bile tevessü imkanı olmadığından onlar enzarını
Roma'da Asuri kumaşları, dokumaları makbul [bakışlarını] Garb'da tecelli eden lücce-i fesihe
ve mergup [rağbette] idi. Oymalarda resimleri [açık denizlere] atfetmişlerdir. Filhakika
görülen bazı imparatorların giymiş oldukları [gerçekten de] onlar denizci olmaya karar
mantolar hakikaten dakik ve nazik yapılmış vermişler ve ezmine-i kadimenin [eski çağın] en
tesaviri [tasvirleri] havidir. Mamafih Asurilerin mükemmel tacir ve milahı [denizcisi]
mahareti bundan ibaret değildir. Elde edilen esas olmuşlardı. Maahaza [bununla birlikte]
ı beyriye [ev eşyası], kadehler vesaire bu kavmin mevkilerinin icabı ile denizde aynı maksat ve
tunç ve diğer madenleri işlemekte büyük bir gayeyi takip eden, bir noktada birleşen bu
hüner gösterdiğini ispat etmektedir. Eşya-yı kavim, dahilen hiç müttehit [birleşmiş] değildi.
mezklırenin zarif ve mebzul tezyinat ile süslenmiş Fenikeliler birçok şehirler tesis etmişler, fakat
olduğu hayret ve takdir ile görülmektedir. bir hükümet teşkil eylememişlerdi. Her şehir,
Asurilerin bu gibi sanayide [sanatlarda] terakki müstakbel ve başlı başına bir hükümet idi.
etmiş olmalarına sebeb-i asli, şüphe yok ki Şehirler nüfuslarının adet ve servetine göre
ordularının fetheyledikleri memalikte [ülkelerde] iştihar eylemişlerdi [ünlenmişlerdi ] . Başlıcaları
açılan maharicin [çıkış yollarının] kesretidir Sidon, Tir, Arad beldeleri idi. Biladı [kentleri]
[fazlalığıdır] . Evvela yalnız kendi ihtiyacatını idare edenler, zengin tacirlerin teşkil eyledikleri
tatmin için çalışmaya başlayan bu kavim bilahare zadegan [soylular] sınıfı idi. Bunlarda bazen bir
mamulatının mazhar-ı rağbet olduğunu görünce kral da bulunuyorduysa da onun bir nüfuz ve
tezyid-i mesai ederek [daha çok çalışarak] hükm-i mutlakı yoktu. Fenikeliler nazarında en
ticaretini fevkalade tevsi etmiş [büyütmüş] ve muvafık tarz-ı idare ticareti terviç
büyük bir şöhret ve refaha nail olmuştur. Hatta [yaygınlaştıran] ve tevsi eden usul-i hükümet
kendisi inkıraz bulduktan [çöküşe uğradıktan] idi. Hatta onlar, bu nokta-i nazara istiklallerini
sonra Anadolu'da zuhur eden akvam-ı saire bile feda etmişler ve menafi-i ticariyelerini temin
[diğer kavimler] hep Asurilerin metrukatından eylemek şartı ile akvam-ı sairenin zir-i idaresine
imtisal eylemekle [örnek alarak] tarik-i girmeye katlanmışlardı. Fenikelilerin her şeyi 7I
temeddünde [uygarlık yolunda] yürümüşler ve kendilerinin kesb ü kara [kar etmeye] haris
Irak'ta inficar eden [yükselen] bu şems-i olduklarını göstermekte ve eşkal-i
medeniyetin [uygarlık güneşinin] işaasını vechiyelerinde [yüz ifadelerinde] büyük bir
[haberini] Yunanilere de bildirmişlerdir. Ahiren meyl-i hile, bir arzu-yı desayis [entrika isteği]
meydana çıkan asar-ı adide [çok sayıda eser], okunmaktadır. Onların din ve mutekidiyatı
Asuri nüfuz-ı sanatının Suriye' nin şimalinde ve [inançları] Asurilerinkine müşabihti [benzerdi] .
Anadolu'da ne derecelerde hükümran olduğunu Kendileri gezici olmak hasebiyle dinlerini de
aynen göstermektedir. gittikleri yerlere beraber götürmüşler ve
Fenikeliler, Mısırlılarla Asurilerin Yunan-ı mabutlarından ekserisini Yunanilere kabul
kadim [eski Yunan] üzerine büyük bir nüfuz ve ettirmişlerdi. Fenikelilerin medeniyete en büyük,
tesir icra eyledikleri keşfiyat-ı ahireden en şayan-ı takdir hizmetleri elifbayı [alfabeyi]
anlaşılmıştır. Ancak kurun-ı ibtidaiyede ihtira [bulmaları] ve bunu her tarafa tamim
[ilkçağda] bu akvam arasında doğrudan etmeleridir [ya ymalarıdır] .
doğruya bir münasebet mevcut olmadığı cihetle
Mısır ve Asuri nüfuzunun birtakım avamil-i Mabadı var
mutavassıta [aracı etmenler] sayesinde
Yunanistan ' a hulul eylediği [girdiği] şüpheden Faik
2
TAB İAT
Sanayi-i nefisenin en muktedir muallimi tabiattır. bariton vazifesine elverişli sedası ile uyuşamayan
"Tabiat" kelimesi işitilince hatıra bir manzume-i müstehzi bir ifade, fazlaca hodbin [bencil],
hilkat gelir. Hilkat düşünülünce piş-i nazarda isabet-i fikrine mutemet [emin], açık ve bilaperva
[göz önünde] layuad [sayısız] güzellikler tecelli söyler bir zattır. Bazen evine giderim. Hali vakti
eder. O güzelliklerin ruh-ı beşerde hasıl ettiği yerinde; Yemen'in kahvesi, Mısır'ın pirinci daima
intibaat sanayi-i nefiseyi vücuda getirir. Demek kesesinin vüsatine hizmet ederler. Biri refikası,
sanayi-i nefise tabiatın bir makes-i ikisi oğlu olmak üzere hizmetçi ve kendisini de
hünerveranesidir [hünerle yansıtılmasıdır] . hesaba katar isek ev halkı beş kişiye baliğ olurlar
Sanayi-i nefise rikkati [inceliği] tezyit [artırır], [ulaşırlar].
insanlarda mevcudiyeti bir şeref olan hüsn-i Odası denize nazır, beyaz patiska perdeler, yine
tabiatı tenmiye eder [geliştirir], rikkati tezyit aynı toptan çıkarılmış makat [minder] örtüleri,
eder, dedik. Elbette bundan, sanayi-i nefise yeni badana olunmuş duvarlar ve üç beyaz
erbabı gözü yaşlı olur manası ihraç iskemleden ibaret olan mobilyası ile bu oda
edilmeyecektir. Rikkat benim tabirimce insana tavanı kar mevsiminden sonra kapatılmış
hassasiyetin bir mertebe-i aliyesidir. fikrini verir.
Sanayi-i nefiseye intisabı [ilintisi] olmayanlar Laakal [en az] on dakika bekledikten sonra
hilkatin güzelliklerini mümkün değil göremezler. mevsimine göre ya nafe [misk] kürkü ile veyahut
(Muhterem kariimden temenni affederim. Şam hırkası ile gelir, mütebessim çehresine bir
Kelimelerimi mazur görsünler). O zavallılar tavr-ı müstehziyane verdikten sonra,
birçok mahasine [güzelliğe] karşı adeta "Siz de bizleri sorar mı idiniz ? .. " tarzında
kördürler. sitemler eder.
Yekdiğerine tamamen makus [zıt] iki arkadaşım "Hala boyacılık mı yapıyorsun ? .. " suretiyle
vardır. Bunların hayatlarını bilmek, bahsimizi istifsar-ı hatırı [hatır sormayı] unutmaz. insanlar
daha suhuletle [kolaylıkla] ithama [anlatmaya] arasında emsali ekalliyette kalan
vasıta olur ümidiyle karilerime takdim ederim. hayırhahlardandır [iyiliksever lerdendir] .
B., H. Ekseriyede mü bahesa tımız [tartışmalarımız]
B - Henüz genç, acınacak derece nahif, mücadele derecesini bulur. Ne kadar musanna
nazarında calib-i rikkat [acınacak] bir [sanatlı], ne kadar mantıki söylersem,
mahzuniyet; etvarında, ifadesinde belki biraz "Hiç de doğru değil. . . " cümlesiyle kısa ve kati
fazla görünecek derecede nezaket vardır. bir reddiye yapar, kabul etmez.
Muhatabını rencide etmek havfı [korkusu] ile Bu muhterem arkadaşın sanayi-i nefise
istediği gibi fikrini teşrih edemez. Fikrine katiyen hakkındaki fikrinin hülasası şundan ibarettir; der
muhalif olan nazariyeleri ne ret, ne tasdik eder, ki:
yalnız dinler. Vüsat-ı maişetden [geçim "Sanatın kunduracılık, terzilik, marangozluk gibi
imkanından] mahrumdur, kesirü 'l-iyaldir [ailesi işe yarayanlarını anlarım. Fakat ötekilere aklım
kalabalıktır], biçaredir. . . Ressamdır, çalışır fakat ermez! Ne alana, ne satana . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . ne çare? Bir gurubun huzurunda, Yirmi bin lira verip de dört karış murabbaında
bir şafağın karşısında sermest-i istiğrak [zevk bir resim almaktan Beyoğlu'nda bir apartman
duyarak dalmış] saatlerce düşünür. Rüyasında sahibi olmak elbette iyidir! Taştan oyulmuş
bile vasi denizler, zümürrüdin [zümrüt gibi] çıplak bir kadın evrengi [süsü] alacağına, dört
ovalar, kesif yapraklarının arasından güneş tane odalık almak elbette insaniyete daha nafidir
damlaları dökülen ormanlarda gezer, mail-i [yararlıdır] ! Nesl-i atiye [gelecek nesillere] daha
hülya olduğu [hayale daldığı] zaman Louvre' un büyük hizmettir. Günlerce uğraşıp bir muşamma
salonlarını dolaşır. Ekseriya ziyaret ederim. [muşamba] boyamaktan ise bir tepsi baklava
Odasına gider, her biri bir asırdan yadigar yapmak şüphesiz daha faidelidir; şiir söylüyorum
kalmış saldide [eski] bir iki koltuk, kim bilir diye bülbülden, gülden, meyhaneden bahsederek
hangi muhteşem daireden mütekait Louis XIV ölçülü biçili satırlar yazmaktan ne faide 72
bir masadan ibaret mobilyası ile çerçeveli, çıkabileceğini ben bir türlü bulamıyorum. Musiki
çerçevesiz muhtelif tarz ve cesamette levhalardan muallimi miymiş, ne imiş şurada bir komşumuz
mürekkep karmakarışık bu yuvanın içerisinde var. Haftada iki gece evine bir alay serseri toplar,
pek mesut saatler geçiririm. Orada gördüğüm en sabaha kadar bütün mahalleliyi izaç [rahatsız]
ufak şeyler beni saatlerce, vaktim olsa günlerce eder, uyutmaz, bunun adamlık neresinde ? . "
oyalamaya müstaittir [yatkındır] . Ben lakırdıyı keser, acele işim olduğundan
H - Kırkı mütecaviz, iri gözlerinin nısf-ı bahseder, vedaı ifa ile savuşurum.
cesametini [yarısını] imha edecek derecede Artık şu iki refikimi [arkadaşımı] de tanıdınız
mülahham [tombul] yanakların kırmızılığı ile ya . . . Hakkü'l-insaf mukayese ediniz, rica ederim.
istihza ediyormuş gibi küçük burunla hiç de
ahenktar düşmeyen kara, gür bıyıklar, bir A. Kemal Emin
83
ŞuuN
84
TEFRİKA-İ MAHSUSA
TEŞRİH-İ TASVİRİ
Bir de "hareket-i mihveri" vardır ki etraftan birinin üst çene kemiğine (azm-i fekk-i ala) kadar olan
sağa sola kendi mihveri [ekseni] üzerinde dönerek kısmı; 2 - Alt çene kemiği (azm-i fekk-i esfel).
icra ettiği hareketten ibarettir. Binaenaleyh fekk-i esfelden maadasını teşkil eden
Başın iskeleti - Kadid-i resi ecza-yı izamı birer birer tetkik ve tariften ise, heyet-i
Başın iskeleti esasen 22 parça yassı ve ekli kemikten müctemiasının hasıl ettiği biçimi nazarı itibara
mürekkeptir. Ancak bunların, bedenin sair kemikleri almak münasiptir. Şu kadar ki bu ecza-yı
gibi, ayrı ayrı nazar-ı mütalaya alınmasına sanat-ı mümtezicenin [kaynaşmış parçaların] isimleriyle
tasvir indinde hacet yoktur. Tafsilatın o derecesi muvazza ve hadedlerini ve yekdiğerleriyle suret-i
fenn-i tıbba müteallik [ilişkin] olan teşrih-i tavsifiye ittisallerini bilmek faideden hali olmadığından bu
[niteleyici anatomiye] aittir. Biz bunlara heyet-i ciheti muhtasıran [özetle] zikredeceğiz.
umumiyesi itibariyle nazar edeceğiz. Çünkü cümlesi
adeta bir cevf veya bir mahfaza teşkil edecek ve bir
kütle-i vahide [tek kütle] addolunabilecek surette
yekdiğerine bitişmiş olan o muhtelif parçaların - 1 Kafatası CrCıne.
bervech-i bala [yukarıda belirttiğimiz gibi] yalnız alt 2 Yüz, çehre, suret Face
Mesul müdürü
Ressam Osman Asaf
85
- ·+•+·
;_,.:ı _,ı e j -' J_,:• __.G.il ıt' .;.,'J\i,.. _;;ı_,. ·j·eı_. _, �1c ""-"-�"" el"'
. )..1:\ d:I .j�JI .j_,�l _,1 e j ,j;IJ JIJJI W 'l' Y 1�:. \ '\ \ \"\"• J;Yıt;.· \ \ �".:-1:
. ... . ... . ... . ... . ... . .. . ... . . . . . ... . ... . ... . . . ... . .. . ... . ... . ... . ... . ... . .. . ... . ... . ... . . . ... . ... . . . . . . . . . . . ... . ... . .. . .. . ... . ... . . . .. . .. . ... . ... . .. . . .
• ( .} \; ) ..:,..;_- �-;\." - ( 01 J'Ç ) ·"-! C'I-". ..rC; - ( J l- ) .)_,fi ..s--<.. '-ô.; c_!LJ - ( 0:<i.:.l l_,ı_I ) • • ı/" �:;\; : .;.I,..�,
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - � - - - - - - - - - - - - - - - � --�
Sanayi-i nefiseye ait ve mesleğimize muvafık makalat maatteşekkür kabul ve derç olunur.
Evrak-ı varide derç olunsun olunmasın iade edilmez.
---- ------ --
Mündericat
Kariir-i kirama ( Ebuşşefik) - Sanayi-i Nefise Mektebi için ( Sami) -
Fikr-i bedayipesend ( Kemal Emin) - Tarihçe-i sanat ( Faik).
KARİAT VE KARİİN-İ KİRAMA
73 " Her iptida [başlangıç] müşküldür" hakikati kabil-i tahririnde labüd [zorunlu] olan intizam-ı halelden
inkar değildir. Memleketimizde sanayi-i nefisenin [aksaklıklardan] masun [korunmuş] olamıyor. Fakat
derece-i takdiri erbab-ı ihtisasa malumdur. En sene-i atiyede [gelecek sene] daha ziyade muvaffak
ziyade revacı olan edebiyat iken, naşiri olmak olabileceğimizi tebşir edecek [müjdeleyecek] bir
emelinde bulunan hiçbir gazete, bir risale-i mevkuta emareden de külliyen mahrum addedilemeyiz. !kinci
[kesintisiz yayımlanmaya] payidar olamadı. Talibi senenin birinci formasını vatanımızın yetiştirdiği
nispeten hiç olan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti sanatkarların bizce pek kıymetli eserleri ve yazıları
Gazetesi gibi bir ceridenin intişar ve bekasını temin ile tezyin ederek başlı başına sevimli bir cilt
ne kadar büyük bir fedakarlığa vabeste [bağlı] olabilecek surette neşretmek emelindeyiz. Bir senelik
bulunduğu munsif [insaflı] olanlarca müberhendir yazılarımızı takip eden kariin ve kariatımıza [kadın
[açıktır]. Hele o gazeteyi deruhte eden [üstlenen] bir okurlarımıza] beyan-ı teşekkürü vecibeden addeder
cemiyetin de bidayet-i teessüsde bulunduğu nazar-ı ve muhibb-i sanat [sanatsever] olduklarına mutmain
dikkate alınacak olursa, içi içe iki bidayet [emin] olduğumuzdan ilca-i mecburiyetle vaki olan
[başlangıç], iki müşkül demek olduğu tezahür eder. hatalarımızı af ile bizi terk etmeyeceklerini ümit
Binaberin [bundan ötürü] gazetemizin bu sene ederiz.
koleksiyonunu, bütün müşkülatı iktiham ile
[göğüsleyerek] ikmale say ediyoruz [çalışıyoruz].
Tabiidir ki gerek intişarında, gerek suret-i tertib ve Ebuşşefik
87
nadire-i sanatı ile talebeye bir meşher-i tetebbu dolduracağımıza - velev az olsun -orijinal eserler
ihzarı [hazırlığı] teşebbüsü Halil Bey'in ulviyet-i cemine gayret edilse, acaba zarar mı ederiz?
efkar, ciddiyet-i lisan sahibi, kıymetşinas, Garb'ı Evet, eğer bizim bütün memalik-i mütemeddinede
yakından tetkik ve tetebbu etmiş, Şark'ın ihtiyacat-ı olduğu gibi yetişmiş ve yetişen sanatkarlarımızın
medeniyesini pek güzel takdir etmiş, vatanın asar-ı nefisesiyle dolu bir resim müzemiz olsaydı
muhterem, şayan-ı takdis bir uzvu olduğuna beraat-ı yahut cennetmekan Sultan Abdülaziz Han
istihlaldi. Artık Halil Bey, diyordum: Oh! Kıymet zamanında Avrupa ' dan iştira edilen [satın alınan]
bilinmez bir mazide kırılmış heveslerin, sönmüş tablolar bir araya toplanarak erbab-ı heves için bir
istidatların hasarat-ı maneviyesini herkese darüttetebbu [araştırma kurumu] olsun vücuda
unutturacak, sahte bir nesc-i itibari [sanal dokuma] getirilmiş bulunsa idi mektebin galerisinde eski
ile vücuda gelmiş kalın bir puşide-i ihmal [ihmal ekolleri gösterecek bir koleksiyon teşebbüsünü hep
örtüsü] altında kalan teceddütleri birer birer arzu eder, ikmalini hükümete, Maarife, erbab-ı
meydana çıkaracak; mesut, handan [neşeli] bir iktidara tavsiye ederdik. Lakin Gerard, Yvon,
istikbale iltifatlar, teşviklerle istidatlar yetiştirecek . . . Gerôme, Adam, Aivazovski, Chlebowski gibi
işte, sanayi-i nefiseye fart-ı muhabbetim [aşırı meşahirin yüzbinlerce liralar mukabilinde elde
sevgim] Halil Beyefendi'ye hürmet ve tazimim edilmiş kıymettar tablolarını şurada burada hapse
[saygım] bana bütün bu şeylerin bir istikbal-i mahkum görürken Hamdi Bey, Şevket Bey, Tevfik
kari bde [yakın gelecekte] tulu una [doğmasına] Paşa, Hüsnü Yusuf Bey gibi meşahir-i sanatkaran-ı
vüsat-ı imkan tasavvur ettiriyor, vatanımda bir Osmaniyemizden birçok zevat-ı merhumenin en
tecelli-i kadirşinasi, bir terakki-i sanat görmek küçük bir eser-i nefisesinin bile Müzemizde hıfz
iştiyakiyle [şevkiyle] adeta sabırsızlandırıyordu. edilemediğini bilirken, Halil Paşa, Rıza Bey, Seyyid
Aradan pek çok zaman geçmedi. Müze müdür-i Bey - emeriyör resimler mütehassısı - Şevket Bey
cedidinin [yeni müdürünün] Paris'i teşriflerini gibi ressamlarımızın mahsul-i bedayiinden malikiyete
istihbar ettim [haber aldım]. Biraz sonra da Louvre henüz kararsızlık hissederken, birdenbire Louvre
Müzesinde bazı meşahirin [ünlülerin] tablolarının Müzesinin kopyalarına fart-ı ihtiyac [aşırı ihtiyaç]
istinsahı [kopyalanması] için Fransa' daki kopistlere göstermek bizce anlaşılır, halledilir muadelelerden
sipariş vererek avdet buyurduklarını duydum. [denklemlerden] değildir. Biz mektebin galeriye
Teşebbüsat-ı mesmuanın [duyulan girişimlerin] ihtiyacını, hem şiddetli surette ihtiyacını tasdik
pişdarı [ilki] farz edilebilecek bu sipariş meselesi, ederiz. Yirmi dokuz sene dershane, atölye, galeri ne
mektebe ilavesi kararlaştırılan galerinin tezyinine olduğunu anlayamamış bu zavallı mektebin Avrupa
cihet-i şümulü olmak hasebiyle mühim bir mesele sanayi-i nefise mektepleri derecesine isadını
idi. Öyle diyebilirim ki Halil Beyefendi bu ilk hatve-i [yükselmesini] görmeye belki Halil Bey'den ziyade
teşebbüsde anlaşılmaz birkaç hutlıt-ı müşevveşe-i müştakız [özlem duyuyoruz] . Çünkü onun yetimliği
tahayyülle [hayali olarak] çizilmiş bir plana taban ile ecnebi mekteplerinin varlığını nefsimizde suzişli
[uyarak] hareket ettiklerini ima ettiler, bir defa [yakıcı] tecrübelerle anladık, az çok çalıştık, ayıp
Istanbul'da kopya edecek erbab-ı iktidar değil ya ! Halil Beyefendi ressam değillerdir. Sanat-ı
görmedikleri gibi Fransa' da çalışan Osmanlı tersime adem-i vukufları mademki Sanayi-i Nefise
ressamlarının hatta mükerreren müracaat eden Selim Mektebi müdürlüğüne bir meziyet-i nakısa
Meşaka gibi muktedir vatandaşlarımızın (amour addedilmiyor o halde sanatşinas, kadirşinas,
propre) izzetinefislerini rencide ettiler. O zaman muhitşinas olmalarını talepte büyük hakkımız
kendilerine Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi vardır. Şimdiye kadar olan oldu, verileceği kadar
vasıtası ile Şark 'ın mahsul-i bedayiinden de siparişler verilerek birkaç yüz liramız yerine birkaç
müzemizi mahrum etmemelerini tavsiye etmiştim. sene sonra renkten, rayihadan eser kalmayacak
Bu tabii sırf meziyet-i zatiyelerine beslediğim hiss-i kopyalar vürut etti [geldi] . Bundan sonrası için de
tazimi [saygının] ilcaatı [zorlayışı] ile bir setre-i kopya siparişi musammem [kararlaştırılmış] ise buna
nezaket [nezaket örtüsü] altında saklı bir hitabe-i serfüru [itaat] edememekte mazuruz. Biz Halil
ikaz idi. Yoksa hakikati ananatı [ayrıntıları] ile Bey'den evvela ahlafı teşvik için eslafı [selefleri]
söylemekten, istediğim vasıta ile ifade-i efkar tebcil bekleriz. Saniyen [ikincisi] galeriye - yine
etmekten beni kimse men edemezdi. Bugün doğrusu tekrar ediyoruz - Avrupa sergilerinden modern ve
75 bifaide [faydasız] acı nedametleriyle şu satırları orijinal eserler iştirasını [satın alınmasını] tavsiye
yazmayı mecbur oluşuma pek müteessifim. Tıpkı ederiz. Louvre kopyaları zamanı henüz gelmemiştir,
vesaya-yı nazikanesine ehemmiyet verilmediği için o, atiye [geleceğe] ait bir muadele-i sanatdır. Onu
yanlış bir ameliyeyi vicdani bir sükut ve şikayetle zaman-ı istikbal pek kolay halledecektir. Bir de,
seyretmiş operatör yeisiyle mustaribim. Fakat yine Halil Bey'den rica ederiz, Osmanlı Ressamlar
nevmit [ümitsiz] değilim. Ben neticeye intizaren Cemiyeti sahne-i sanat üzerinde iltimas telleriyle
[bekleyerek] tırnaklarını pamuk pençelerinde bağlı, gülünç reveranslarla oynayan kuklaların
saklayan kedi sükunetiyle fırsatçı muterizler [itiraz meziyet ve iktidarını bildiğine emin olmalıdırlar.
edenler] mesleğini de kabul edemem. Onun için Benjamin Constant, Chaplin kopyacısı bir
artık safiyane itirafatımla samimane itirazatımı meze reklamcıdan başka hiçbir şey değildir.
ediyor [birleştiriyor], söylüyorum. Galeriye ecnebi Böyle aç gözlü, egoist bir reklamcıyı Cemiyet,
kopist!eri imzası altında eski tablo kopyaları azasından bile olsa, müsamaha edemez. Çünkü
88
Cemiyet hukuk-ı umumiye-i sanatkiiranenin mürereddidiyle [ikir ildi yürüyüşüyle] değil, metin ve
muhafazasını tekeffül etmiş [üstlenmiş] , vatanda geni harrelerle ilerlemek, onu bütün samimiyet-i
sanatın, sanayi-i nefisenin terakkisine ve sayi yettiği ruhumuzla müdafaa etmek istiyoruz. Şimdilik
mertebe çalışmaya azmederek teessüs etmiştir. makaleyi ratvil ile [uzatarak] kariini tazip etmek
Memleketin ensal-i müstakbelesine [gelecek [yormak] istemediğimizden yalnız bu kısmından
nesillerine] mevut [vaat edilmiş] saadetleri gasp bahsettik. Kabul şeraitini, ders programını, takip
edebilmek rolünü, tahsil maksadı ile Fransalara ettiği usul-i tersimi, inşaat-ı cedidesini [yeni
kadar ihtiyar-ı zahmet edenleri görürse mecburen inşaatını] beğenmediğimiz, bunlardan bir şey
sükfü edemeyecektir. Çünkü Cemiyet bir mahkeme-i anlamadığımız malum. - Şunu da ilave edelim ki -
sanatdır, şöhretperest olanları alkışlamak, anladığımız bir şey varsa bu mektebin müdavattan
alkışlattırmak niyetiyle açılmış bir tiyatro değildir. [tedaviden] müteneffir (nefret eden], mevti [ölümü]
Fransa'da ciddi bir tahsile hasr-ı hayat edenleri pek tercih eder, mutaassıp, söz dinlemez bir hasta
yakından tanır, Ruhi' leri, Hikmet' leri ile iftihar eder olmamasıdır. İdrak edebildiğimiz bir nokta kaldı ise
ve yarın büyük bir şan ve şeref-i sanat ile vuku nuhusti-i talihi [ilk şansı] ona mütehassısı tarafından
bulacak avdetlerinin müdebdeb [gösterişli] bir henüz tedaviyi nasip kılmadığıdır. Zaten bu muhitin
istikbaline [karşılanışını] didegüşa-yı intizardır en büyük talihsizliği de yapamayacağı şeyleri
[beklemektedir] . Onların bu memlekette yapabilir teveccühünü kazanan ihtisasfüruşlar
taşıyacakları tac-ı muzafferiyetin resm-i tetevvücünü [ihtisas satıcıları] yüzünden değil midir?
[taçlandırma törenini] müftehirane icraya amadedir.
Halil Beyefendi emin olmalıdır ki biz sanatın 30 Kanunusani 32 7 [1 9 1 1 ]
istikbalinde hissettiğimiz muhatara-i katiye [kesin
tehlikelerJ üzerine acemi bir keşşaf [izci] meşy-i Sami
FiKR-İ BEDAYİPESEND
L 1IDEE ESTHETIQUE
76 Doksan, doksan beş, yüz yaşında, muhamminin " Senin çocukların mı ? "
[tahmin yürüteninin] kudret-i tahminiyesine göre, Yüzüme dikkatlice bir nazar atfı ile bir an baktı,
daha ziyade yükseltilmesi mümkün, uzun beyaz omuzlarını kaldırdı.
sakalı, gür kaşları, henüz devr-i şebabının terane-i " Benim çocuklarım yok ki . . . " dedi.
zekası ile raksan, mükahhal [sürmeli] iri gözleri, Ufak bir vakfeden [duraklamadan] sonra ilave etti.
hafif bir münhani [eğrilik] ile vakara delalet eden " Onlar benden evvel gittiler. "
burnu, dudaklarını tamamen setreden [örten] beyaz Sopası ile mezarlığı göstererek:
bıyığı ile müzeyyen çehresinin sakfını [tepesini] teşkil "Bu insan tarlasının öteki köşesini de onlar işgal
eden başı açık, çorapsız ayaklarında birer siyah ettiler. "
terlik, beyaz, temiz entarisinin muhafaza-i sıhhat Şita-yı hayatı [hayatın kışını] andıran hazin çehrenin 77
edemeyeceği zamanlarda sarınmak için omzunda üzerinde küme küme kar yığınları gibi duran beyaz
yine beyaz yünlü bir kumaştan örtüsü ile Bizans'ın sakalın üstünden iki damla yuvarlandı, gitti.
bakıyetü' s-süyufundan [arta kalan savaşçılarından], Makbere-i ahfadının başında bir seng-i zihayat
Diyojen'in [Diogenes] ahfadından zannolunur, [yaşayan bir taş gibi] olan bu selef-i salhurdeye
baharın en neşeli bir anında Topkapı haricinde, yeşil [yaşlıya] kaç yaşında olduğunu sordum.
çimenlerin ortasında, elindeki asasına ittika etmiş "İhtimal," dedi, "dört beş yaşında olmalıyım! "
[yaslanmış], deniz cihetinden nim [yarım] görebildiği Saika-i atehle [bunamanın etkisiyle] söylediğini
ufka müteveccih [yönelmiş] nazarı ile pek uzaklarda zannettiğim bu cevaba hayretimi gördü, bükiisı
kalan şebabına mütehassır bir heykel gibi duran [gözyaşı] kadar hazin bir tebessümle:
ihtiyarın yanına kadar sokuldum. " Ben," dedi, "zevk ile geçirdiğim müteferrik
Her ikimiz de aramızda mevcudiyetini o anda [ayrıksı] dakikaların yekununu tahmin ile dört, beş
hissettiğimiz bir mıknatıstik tesir-i incizabı [çekim senelik bir hayat teşkil edebileceğine hükmediyorum,
etkisi] ile yekdiğerinıize yalnız tebessümle aşinalık yoksa dünyada kaç senedir bulunduğumu anlamak
ettik. isterseniz, yüzden fazladır diyebilirim."
Kalbimde derin bir hiss-i hürmet uyandıran bu Bu ihtiyarı tetkik etmek istedim.
sevimli ihtiyara, " Şüphesiz, " dedim, "ömrünüzün bu kısm-ı neşedarı
" Baba," dedim, "o kadar uzaklarda ne da gençlik avanında [zamanında] kalmıştır? "
görüyorsun? " " Bilakis kısm-ı küllisi zaman-ı şeyhuhetime
Azim v e metanete delalet eder gür b i r seda ile cevap [yaşlılığıma] aittir. Şebabetin devre-i cünunu [çılgınlık
verdi: dönemi] ile hırpaladığını o galeyanlı, tuğyanlı [taşkın]
" Hiç . . . Çocuklar kovalamaca oynuyorlar da onları dakikaların yekunu iki seneyi doldurmaz.
seyrediyordum . " İhtiyarlıktan, her türlü iiliiyiş-i dünyeviyeden [dünyevi
89
gösterişten] tecerrüt ettiğim [uzaklaştığım] iri ela gözleri, beyaz rengi, pembe yanakları ile
zamanlarda, ömrümü tabiatı seyretmek, hayatın istikbalin, ihtimal ki aguş-ı ihtirasatına hazırlanan
edvar-ı masumanesine hariçten nigeran [bakan] bir melahat, bir kız çocuğu geldi, hemen ihtiyarın
olmakla geçirdiğim saatler elbette daha mukaddestir, kucağına atıldı. Nisvaniyete [kadınlığa] has bir
bahusus daha ziyade senelere baliğ olur. " sokulganlıkla büzülerek bir an mütereddit kaldıktan
"Hayatın edvar-ı masumanesi! Şayan-ı izah bir sonra,
ifade! " dedim. "Mama Baba! Haydi bana düdük çal," dedi.
" Yani, hırs-ı cah [mevki hırsı], taleb-i ikbal, istihsal İhtiyarın bu pek samimi, laubali dostuna gösterdiği
i maişet, arzu-yı tagallüb [zorbalık isteği] gibi nevazişler, taltifler, teminler bittikten sonra sordum.
emraz-ı ictimaiyeden [toplumsal hastalıklardan] "Ne istiyor? "
salim [kurtulmuş] olan tufuliyet [çocukluk] ve " Ayşe benim e n sadık dostumdur. Her sabah
makul bir şeyhuhet demek istedim . . . " suretiyle izah hücreme gelir, kendisine bir parça yiyecek veririm,
ettikten sonra, çimenlerin içinde koşuşan, boğuşan biraz da ney çalar, eğlendiririm. Onun için ismim -
çocukları irae ile [göstererek] ilave etti. mama baba -dır. Düdük dediği de ney olacak."
"Mesela: şu yavruların bu neşe-i tıflanesi beni ne Ayşe, çehremde asar-ı istinas [tanıdık işaret] arar bir
kadar mahzuz [hoşnut] eder bir levha dır . " nazarla bir zaman beni, elimdeki boya takımını
Yorulmuş olmalı ki kendiyle hemen hemsin [aynı tetkik etti. Her çocukta az çok mevcut olan hassa-i
yaşta] bir ağacın, yıkılmış kütüğü üzerine oturdu, taallümün [öğrenme yetisinin] sevkiyle vaki
ben de yanına . . . istizahlardan [sorgulamalardan] olarak bana da
Mevlevi dergahı tarafından bir çocuk bize doğru tevcih-i sual etti:
koşuyordu. Sarı saçları, uzun kirpiklerle müzeyyen "O kutuda ne var ? " dedi.
90
"Boya takımı yavrum. Ben resim yaparım da . . . " uğramışız, oturduğumuz ev mail-i inhidam
Bu istizah merakı Mama Baba 'ya da sirayet etmiş [yıkılmaya yüz tutmuş] olsa, onu idrake bile
olmalı ki, nazarımız müsaade etmeyecek bir ama-yı cehlin
" Bir yerin resmini mi almaya gidiyorsunuz ? " zebunu yaşamaya mecburuz. Bu yaştan sonra hassa
sualinden kendisini alamadı. i rüyeti [görme yetisini] ıslah mümkün değil ki . . .
" Evet, güzel bir manzara bulur isem tuvalime Keşke zaman-ı tufuliyetimizde [çocukluğumuzda]
naklederim ümidiyle dolaşıyorum. " şimdiki gibi mekteplerimiz olaydı da mahasin-i
İhtiyar latifeguyane bir ifade ile, eşyayı tetkike vasıta olan bu gibi sanayi ile biz de
" Öyle ise," dedi, " Ayşe ile benim resmimi yapınız. kuva-yı akliye ve havass-ı basariyemizi [görme
Hayatın iki uçlarıyız, arkamızdaki makberenin bir yetimizi] tenmiye etmiş [geliştirmiş] buluna idik! . . "
kısmını nakşedecek olursanız, aynı levhada hem Ayşe'nin ikazı ile dergahnişin [dergahta kalan] bir
tuluu hem gurubu, hem de zulmet-i bipayan neyzen olduğunu anladığım bu mübarek ihtiyardan
ebediyeti cem etmiş olursunuz . . . " beş on dakika sonra ayrılarak yoluma devam
Sedasına bir ciddiyet vererek devam etti. ederken düşündüm de, keşke maarif nazırı benimle
" Ressamlık ne güzel bir sanattır. Elbette siz bedayii beraber şu ihtiyarı dinlemiş olaydı da mekatibde par
[güzelliği] bizden güzel tetkik edersiniz. Bizi hypocrysie saatleri tezyit edilmekte olan derslere
saatlerce sermest-i hayret eden elvah-ı tabiatı sizin bedel belki resim derslerini ufaltmaz ve talebeden
nazarınız daha ziyade tahlile müsaittir. Hutut fikr-i bedayipesendiyi [estetik düşüncesini]
[çizgiler] ile elvanın [renklerin] terkibiyle tasvir kaldırmaya çalışmazdı, dedim.
ettiğiniz bir levhayı biz lazım olduğu kadar
anlamaktan mahrumiyet bedbahtlığına bir kere A Kemal E min
91
TAR İ H Ç E - İ S AN AT
Mabat [Kuzey Amerika Birleşik Devletleri] konsolosu
Mösyö Cesnola birçok asar-ı zahire ihraç ederek
79 teferruatı azaltmak, hatta büsbütün kaldırmak bunları New Y ork müzesine göndermiştir.
cihetine gitmişler, halbuki Asuriler yumuşak taş Yunanistan'da, İtalya' da, hatta Fransa'nın aksam-ı
kullandıklarından bilakis teferruatı mübalağa cenubiyesinde [güney kısımlarında] bile Fenike
edercesine bütün anatı [ince ayrımları] ile tersime asarına tesadüf olunmuştur. Mamafih asar-ı mezkfıre
çalışmışlardır. Asuriler alçı istimal ederlerdi. meyanında [arasında] fenn-i mimari nokta-i
Tırnakla çizilecek derecede nermin olan bu madde, nazarından calib-i dikkat şeyler görülmemektedir.
heykeltıraşları inceliklerle uğraşmaya sevk etmiştir. Kurun-ı kadimenin [eski çağların] İngilizleri olan
Mamafih onlar daha sert mevaddı [maddeleri] Fenikeliler, ayniyle zamanımızın İngilizleri gibi hayal
istimal ettikleri zaman da aynı suretle hareket peşinde koşmayarak daima ameli, hakiki netayiç
eylemiştir. Elde mevcut mühürler buna delildir. [sonuçlar] araştırdıklarından, servet ve refah temin
Asuriye heykeltıraşları, eserlerinde gösterdikleri eden ticarete süluk etmişler [yönelmişler] ve fani
incelik kadar tenevvü [çeşitlilik] irae edememişlerdir zarafetlere, az süren inceliklere, uyunnevaz [göz
[gösterememişlerdir] . Bütün çehreler, başlar sanki okşayan] fakat faide-i maddiyesi mefkut [kaybolan]
mahdut birkaç numuneden kopya edilmiş gibi süslere ehemmiyet atfetmeyerek sağlam işler
yekdiğerine müşa bihtir [benzer] . yapmaya çalışmışlar. Onun için meydana getirdikleri
Eşkal-i musavverenin vaziyetleri hemen daima mebani [binalar] mevadd-ı terkibiyelerinin iriliği ile
yeknesaktır. Bu öyle bir kusur ki bilhassa Asurilerde göze çarpar. Fenike mabetlerinin bazılarında görülen
nazar-ı dikkati celp eylemektedir. Onlar sütunlar, devrin sütunlarının şeklini andırırsa da
muharebeleri, mübarezeleri tasvir etmeyi severlerdi. bunların zarafet ve ahengine asla yetişemez. Efkar-ı
Hükümdarın av alemlerini, hayat-ı adiye sahnelerini meftureleri [eğilimlerinin] saikası [etkisi] ile
musavver eserler de vücuda getirmişlerdi. Fakat bu Fenikelilerin inşasını tercih eyledikleri şeyler
asarda bile Asuriye akvamının gaddarlığı nümayan limanlar, rıhtımlar, tersaneler, kaleler olduğundan
olmaktadır [görünmektedir] . bittabi bu kabil inşaatta resanet [dayanıklılık] birinci
Mesela, bir kabartma var ki düşmanlarına galip gelir ve sanat, zarafet geriye kalır. Fenn-i mimaride
gelen Asur Banipal' in kendi saray bahçesinde bir hayretbahş asar vücuda getiremeyen Fenikeliler,
ziyafet verdiğini tasvir ve irae eylemektedir. Hadika heykeltıraşlıkta dahi akvam-ı saireye [diğer
i kasr [saray bahçesi] , enva-i ezhar [türlü çiçeklerle] kavimlere] tefevvuk edememişlerdir [üstün
ile müzeyyen [süslü] ; bülbüller nağmeriz [şakıyor]; gelememişlerdir] . Onlar, heykelleri bir eser-i
musikişinaslar rübap ve şeştarları ile mutrib [şarkıcı] sanatdan ziyade bir meta-ı ticaret addederlerdi.
sürurnisar [neşe saçıyor] . Fakat bu ruhfeza şeyler Yavaş yavaş saha-i faaliyetlerini tevsi ettikçe bütün
arasında bir ağacın dallarına asılmış bir kesik baş Akdeniz'e hükümran oldukları gibi Karadeniz'in ıssız
görünüyor ki o da hükümdar-ı mağlubun ser-i sahillerine de yanaşmışlar ve diğer taraftan Cebeli
maktuudur [kesik başıdır] . Tarık Boğazı'na kadar olan sevahili de kamilen
Asuriye ve Mısır memalikinde [ülkelerinde] icra dolaşmışlar ve ekser mevakide müstemlekeler tesis
olunan taharriyat [kazılar] , pek müfit netayiç eylemişlerdi. Fenikelilerin hırs-ı bipayanı [sınırsız
[sonuçlar] verdiği halde Fenikelilerin sanayiini tetkik hırsı], kurun-ı kadime [eskiçağ] insanları nazarında
için bunların asıl memleketlerinde yapılan taharriler pür havf ü dehşet [korku ve dehşet dolu] görünen
semeredar olmadığı gibi Kartaca şehri harabatında Bahr-i Muhit-i Atlasi'ye [Atlas Okyanusuna] de
[kalıntılarında] dahi bir fikr-i kafi ita edebilecek kendilerini sevk etmiş, Büyük Britanya 'ya kadar
asara destres olunamamıştır [ulaşılamamıştır] . onları götürdüğü gibi tekmil Afrika ' yı da
Halbuki Suriye sevahilinde karib [yakın] bulunan dolaştırmıştır. Bu seyahat-ı medide [uzun yolculuk]
Kıbrıs adasında vaktiyle Fenikeliler tarafından birçok esnasında onlar, kendilerine lüzumu olan veya
müstamerat [sömürgeler] ihdas edilmiş [kurulmuş] ticarete nafi olan şeyleri tedarikten bir an hali [geri]
olduğu cihetle cezire-i mezklırede [bu adada] tarih-i kalmamışlardır. Gittikleri yerlerde kıymettar
sanatı tenvir edecek vesaik-i adide [pek çok belge) madenler satın aldıkları gibi ahali-i mahalliyenin kız
bulunmuştur. Hatta milad-ı lsa'dan on asır ve çocuklarını da esir ederek başka tarafta füruht
mukaddem [önce] Yunanilerin bu adaya yerleşmiş etmişler [satmışlar] . Yanlarında bulunan Asuri,
olması, kendilerini Fenike sanayiinden iktibasa sevk Yunan mamulatını dahi bu vesile ile bey' etmişler
etmiş ve bu suretle, hayli terakki etmiş bulunan Şark [satmışlar], hasılı Şark ile Garp arasında bir rabıta-i
sanatı ile daha mebadisinde [önceleri] dolaşan Yunan mübadele tesis eylemişler. Bunların sattıkları emtia-i
sanatını yekdiğerine takrip eylemiştir ticariye arasında bulunan asar-ı sanat, Mısır ve Bo
[yakınlaştırmıştır] . Binaenaleyh bunlar ardındaki Asuriye eserlerinin kaba taklitlerinden ibaret idi.
nikat-ı teması tetkik eylemek oldukça merakaverdir Fakat o zamanlar Garp ahalisi pek iptidai bir halde
[ilgi çekicidir] . Asar-ı atika [eski eserler] taharriyatı, bulunduğundan bu asar-ı mukalledeyi [taklit eserleri]
Kıbrıs adasında, 1 860 senesinden itibaren başlamış seve seve alıyor, Fenikeliler de bilazahmet imal
ve bilhassa Amerika-yı Şimali Hükümat-ı Müttehide eyledikleri şeylere mahreçler [pazar] bulmakla
92
memnun olarak imalkerdelerini [imalatlarını] ıslaha [hamlanma ında] o zamana göre pek büyük bir
lüzum hissetmiyorlardı. Onlar bilhassa avan-ı terakki izhar etmişler ve seyran-ı mütemadileri
züccaciyede maharet gösteriyorlardı. Fakat bütün [sürekli dolaşmaları] sayesinde dahi sanatın inkişaf
maharetleri taklitten ibaret kalıyordu. Hatta bilahare ve tevsiine de hizmet eylemişlerdir.
Yunanilerin terakkisi neticesiyle Yunan masnuatı Filistin - Yahudiler, Mısır ve Asuriye akvamı ile olan
[sanat ürünleri] mazhar-ı rağbet olmaya başladığı sıkı münasebetlerine rağmen, her türlü hiss-i bedie
zaman Fenikeliler bunları taklide şitaban oldular yabancı kaldıkları şöyle dursun, bu münasebet
[hızla yöneldiler] . onlarda sanayi-i nefise merakı uyandıracak yerde
Fenike heykellerinde anasır-ı muktebise [aktarılan onları büsbütün tebid eylemişti [uzaklaştırmıştı] .
unsurlar] yerine göre değişiyor. Suriye'de yapılan Zaten Hazreti Musa kendilerini suret-i katiyede canlı
taharriyatta [kazılarda] pişmiş topraktan mamul hayvan resmi yapmaktan men etmiş ve Yahudiler de
mini mini heykellerle vücud-ı insani biçiminde bu emre harfiyen mutavaat eylemişlerdi [boyun
yontulmuş tabutlar bulunmuştur. işbu asar-ı eğmişlerdi] . Hatta Hazreti Süleyman, meşhur-ı enam
mekşufe [bulunan eserler], Fenike sanatkarlarının olan [herkes tarafından bilinen] Kudüs mabedini
eserlerine kendilerini temyiz edecek müstesna ve inşaya kıyam eylediği [kalkıştığı] zaman levazımını,
mümtaz bir şey ilave etmediklerini ve ancak pazar-ı mimarlarını, amelesini Fenike'den getirtmeye mecbur
füruhda [pazarda] mal yetiştirmeye çalıştıklarını olmuştu. Birçok defa yıkılarak tekrar inşa olunan bu
gösteriyor. Kıbrıs adasında zahire [gün ışığına] mabet, Kudüsü'ş-Şerif'in Roma imparatorlarından
çıkarılan asar ise kısmen Asuriye ve kısmen [Yunan] Titus tarafından esna-yı zabtında kamilen tarumar
asarına müşabehet [benzerlik] ibraz ederek olmuş ve kütüb-i mukaddesede [kutsal kitaplarda]
[göstererek] Şark ve Garp nüfuzlarının imtizacı mevcut tarifat üzerine ebat ve eşkalini tayin etmek
[birleşimi] ile hasıl olduklarını irae ediyorlar kabil olabilmiştir.
[gösteriyorlar] . Hülasa, vadi-i sanatda bir fikr-i
ibda, bir temayüz-i harikulade gösterememiş Mabadı var
olmakla beraber Fenikeliler kuyumculuk, kumaş
imalinde, avan-ı züccaciye ve boya ihzarında Mehmed Faik
Mesut müdürü
Ressam Osman Asaf
93
OSMANLI RESSAMLAR CEMİYETİ GAZETESİ
H. Riza Bey
BİNA-YI SALTANAT SULTAN OSMAN-! EVVEL
Fondateur de la dynastie Ottomane
BİR İKİ SÖZ
82 Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi bu nüshası ile ederken, mensup olduğu şu milletin elinde bir hatıra
ikinci senesine ibtidar ediyor [giriyor] . On formadan olmak üzere muhterem bir mezar, bir lahid-i pür
ibaret olan birinci senesinde mesleğimize alakadri 'l sükundan [sükun içindeki lahitten] başka bir şey
istitaa [güç elverdiğince] çalışılmış idi. Yine aynı kalmamış olması iddiamıza celi [açık] bir burhandır
koleksiyon bize bir hatt-ı hareket tayin ettiği gibi, [kanıttır] . Yalnız ressamlığa ait mecmua varak-ı
mesleğimiz hakkında kariat [kadın okurlar] ve mehr-i vefa [vefa belgesi] gibidir, kim okur, kim
kariinimizi [okurlarımızı] de tenvir etmiş dinler. Sanayi-i nefisenin kaffe-i şuabatından [tüm
[aydınlatmış] olsa gerektir. dallarından] dem vuran bu kitapçık Mesnevi'nin,
Gazetemizin isminden yalnız ressamlığa ait mevaddı
[konuları] ihtiva edeceğine hükmolunabilirken Men be-her cem'iyyetl nalan şodem
sanayi-i nefisenin her şubesini neşir ve tamime
[yaygınlaştırmaya] uğraştığı görülür. İhtimal bunu mısraı ile ihtimal, her yere sokulacak, her elde
muvafık bulmayanlar da olur: Ressamlar gazetesi dolaşacak ve herkese refakat edebilecektir. İkinci bir
ressamlıktan bahsetmelidir. Hatta resmin biraderleri maksadımız da sanayi-i nefise erbabını hangi şubeye
olan heykeltıraşlıkla hakkaklıktan, hemşiresi mensup olursa olsun ittihada [birliğe] davet etmek,
mimarlıktan bile bahsetmek bu isimle münasip terakki ve tekamül vadisinde refiklerimizi
düşmez, nerede kaldı ki sütkardeşi musiki dahil-i [dostlarımızı] teşci etmektir [cesaretlendirmektir] .
aile-i tasvir olsun, iddiası vardır. Hatır olur. Bütün aczimiz, bütün noksanımıza rağmen bu
Müddeain-i kirama [bu iddiada bulunan okurlara] vadide say [çalışma] ve sebat azmiyle, ikinci sene
şu birkaç satırla cevap vermek isteriz: nüshalarımızı 1 6-20 sahifeye iblağ ediyoruz
Resmin mülkümüzde maatteessüf ne revacı, ne [yükseltiyoruz] . Biz çalışacağız, tevfik Allahtan.
pazarı vardır. Şu nüshamızda Hamdi Bey merhumun
bir seri teşkil eden asarından her birisi Avrupa
müzelerinden, kral saraylarından birini tezyin Ebuşşefik
95
Müze müdürü merhum Hamdi Bey
Le tres regrette Hamdi Bey, ancien directeur de Musee de Constantinople
yükselmeye] aşık, cem-i servete [servet biriktirmeye] memuriyet teklif etmişler. Hamdi Bey bu teklifin
haris kafile-i pür cehlinin [pür cahil kafilenin] ne şöhret-i maddiyeden başka daha neler
hevesşiken [heves kırıcı] isnadatına [yakıştırmalarına] kazandırabileceğini istifsar etmiş [sormuş]. Onlar da
bir ehemmiyet-i mahsusa vermiş, ne de münevverü'l bu derece şaşaalı bir vüsat-ı maişet teminine
efkar [aydınlık düşünceli], hürriyetperver gençlere mukabil artık başka ne gibi bir hisse-i menfaat
83 iltifattan, muhabbetten kendini mene mecbur taharrisine [arayışına] ihtiyaç hissedildiğini istimzaç
tutmuştur. Müracaat eden ezkiya-yı evlad-ı vatanı etmişler [sorgulamışlar]. İşte bu istimzacın
[va tanın en faziletli, lekesiz evlatlarını] himayet ve neticesidir ki Hamdi Bey mensubu olduğu millete ait
sahabet [sahiplenme] hususunda, irşat [aydınlatma] medeniyet ve maarifinin terakkisine hasr-ı emel,
hususunda gösterdiği ulüvv-i cenab [cömertlik] vakf-ı hayat etmekle zevk-i manevi aldığını epeyce
namütenahidir. Huzuruna serbesti-i duhule [serbestçe anlatmıştır.
girmeye] nail olan bir dostumdan dinlemiştim: Hamdi Bey, Sadrazam Edhem Paşa merhumun
"Hamdi Bey," diyordu, " mağrurane bir aheng-i ferzend-i necibidir [necip evladıdır] . Fransa mekteb-i
teleffuz ile, 'Il n 'y a pas de bassesse que je ne passe aliyesinde on beş seneye karib [yaklaşan] muntazam
pour mon musee (Dünyada hiçbir bayağılık yoktur bir tahsil görmüş ve ayrıca Boulanger ve Gerôme
ki müzem için irtikap etmeyim [benimsemeyeyim] ) ' gibi esatize-i ressamanın [usta ressamların]
cümle-i feylesofanesini itmam ederken atölyelerine de devam ederek çalışmıştır. Hukuk,
[tamamlarken], ben de tesadüfen oda kapısından siyasiyat, felsefe-i tarihdeki iktidar-! alimanesi
içeri girmiştim. Zemin-i muhasebenin [sohbetin] sayesinde İngiltere, Fransa ve Almanya gibi düvel-i
esasına adem-i vukufumla [vakıf olamamakla] muazzama [büyük devletler] cemiyat-ı ilmiyesinde
beraber o dakika içinde hazırunun [odada bir sandali-i kabule [hükümetleri nezdinde kabul
bulunanların] dudaklarında uçuşan birer hande-i görmeye] mazhariyeti ve doktorluk unvan-ı
takdir [takdir gülüşü], bana biraz evvel yine bu mefharetine nailiyeti, Osmanlılık namına bizim için
odanın istifadeli mübahasat-ı ilmiyeye [bilimsel pek büyük bir sermaye-i mübahatdir [haklı bir gurur
sohbetlerin] cevelengah [dolaştığı yer] olduğunu nedenidir] . Hayat-ı hususiyesine vakıf olan zevat,
ihsas etmişti. Gerçi biraz sonra takdirimin fevkinde merhumun eyyam-ı mesaisinde [çalıştığı günlerde]
parlak bir ders-i ulvi-i hamiyet dinlemekle ruhumda pek az bir fasıla-i istirahat bulabilirler. Ben öyle
samimi, derin bir neşe-i iftihar hissettim ve Hamdi diyebilirim ki Hamdi Bey, Fenelon felsefesiyle
Bey namına ilelebet hissedeceğim. " yaşamış, o mütenevvi [çeşitli] vezaif-i resmiye içinde
O gün merhumun ziyaretine gelen, fazail-i ilmiyesine bir Rubens dimağı ile düşünmüş, Gerôme fırçasına
[ilmi faziletlerine] meftun [hayran] ecnebi dostları istiğna gösteren [sakınan] güzelliklerden istifade
Hamdi Bey'e memleketlerinde yüksek maaşlı bir etmiştir.
96
İ STİGRAK-I ŞEBAB
La reverie de la jeunesse
Darülmuallimat resim muallimesi Müfide Hanım "Mufide Hanoum "
Nam-ı ulvisinin ensal-i atiyeye [gelecek kuşaklara] mahasin [güzellikten mahrum] muhitimize ihsas
yad-ı sitayişi tevarüs edeceği [miras kalacağı] pek etmesine intizar ediyor idik [bekliyorduk] . Halbuki
bedihi [açık] bulunan bu büyük ressamımızın, bu merhumun vatana miras-ı meşruu olacak bir eser-i
Osmanlı Müzesi ' ni ihya eden vücud-ı muhteremin nefisini bile Müzemizin kuşe-i ihtiramımında [saygın
Osmanlı Ressamlar Cemiyeti aza-yı müessisi köşesinde] görememekle dilhunuz [üzgünüz] . . .
[kurucu üyesi] birer evlad-ı manevisi, birer şakird-i Bugün Şark'ta yetişip her şükUfesi [açan çiçeği]
marifetidir. Biz bu sanat sıhriyetinin [akrabalığının] medeni bir payitaht müzesinin sine-i kabul ve
bahş ettiği salahiyet-i mümtaze ile itiraf ediyoruz ki himayetinde gülümseyen bu mahsul-i deha-yı
devr-i sabık [önceki devir] Hamdi Bey'i memlekete marifetin biz, sahifelerimizdeki zıll-ı makusu
tanıtamamak, heves-i mesaisini kırarak müteneffir [yansıyan gölgesi] ile müştakin-i erbab-ı sanata
84 [nefret eder], bimecal [mecalsiz] bırakmak [sanat ehillerinin dostlarına, bekleyenlerine] böyle
hususunda ne manialar icat etti ise, devr-i hazır da birenk [renksiz] bir güldeste-i takdir arz ediyoruz.
her dem mütebeddil [değişen] maarifi ile Hamdi Heveskar nazarların, mütehassir [hasret çeken]
Bey'i tanıtma, onun mesai-i hamiyetperveranesini ruhların ilelebet tavafgah-ı tetebbuu [inceleme alanı]
takdir, deha-yı sanatkaranesini tebcil [saygıyla olacağını ümit ettiğimiz bu tablo kopyaları, bu
yüceltme] hususunda lakaydiler gösterdi: Biz bizden, kıymet bilmeyen muhitten koparılmış, belki
hükümetten, Maariften - Müze idaresine talik ettiği istemeye istemeye ihtiyaç mukabilinde satılmış bu
[astığı] levha-i takdirden ziyade - bir şey, bir nadide çiçekleri arzu ediyoruz ki istikbale şevkamiz
kadirşinaslık bekliyor idik. Senelerce yetim-i sanat [coşkuyla karışık] teselliler emelefza [emel dolu]
yaşayan genç ruhları artık bir mehd-i tefeyyüz ve vaatlerde bulun u n .
itibar [feyiz ve itibar beşiği] içinde perverişyab-ı
kemal edebileceğini [yetiştirilebileceğini] mahrum-ı Sami
97
BiR DÜŞÜNCE
Bizim nemiz var bilmiyoruz: zatların adları yazılmalı ve şimdiden rica ilanı
Kalemim dilsiz kaldığı çok yerde fırçayı bülbül eden verilmeli.
bu ince, bu güzel sanatın mecmuasına, benim gibi Sonra kalemkar işleri hücre, çiçeklik, duvar ve
bir santimetre doğru çizgi çizemeyen birinin yazı tavandaki eski suluboya resimler. Ne kadar kaba
yazmaya yeltenmesi kadar gülünç bir şey olamazsa olursa olsunlar yıllar uzadıkça değerleri yükselir.
da, elim ne kadar beceriksizse gönlüm o kadar Üçüncü, "dekor" denilen bezeği, ziynetler, sular,
yüksek, isteğim o kadar geniştir. Tanrıya çok süsler, yazma Kuranların sure başları, aşır, hizip
şükürler olsun, çok işlerde olduğu gibi, bu sanatta çevirmeleri, dokuma, halı, kilim, yağlık, çevre,
da milletimiz başkalarından pek geri kalmamıştır. çember, havlularımız üzerindeki işleme, nakış ve
Bizim, Avrupa galerileri gibi sergiler açacak kadar oyalar.
tablolarımız yoksa da, bizim zenginliğimiz başka Dördüncü, eski, ağır ev eşyamız, fincanlar, zarflar,
türlüdür, bizim malımız başka türlü güzeldir, başka sitiller [bakraçlar] , kavukluklar, rahleler filan gibi.
yüzden değeri vardır. Biz milletimizin değerini Beşinci, milletimizin eski ve yeni üst ve kılıkları,
bilemiyoruz, anlayan iş erleri onları beğeniyorlar, kadınlarımızın gerdanlık, bilezik gibi bezeğileri,
pek değerli buluyorlar; biz göremiyoruz, o cevherleri hatta zırhlar, kalkanlar, silahlar.
toz toprak altında bırakıyoruz, ortaya koyup Altıncı, eski resimler. Varsın menazırsız, varsın kaba
kendimizin nelerimiz var gösteremiyoruz, bunları olsun.
bize bırakanların adlarını yaşatamıyoruz. Biz el Gerek fotoğrafla, gerekse boyalı, vatanımızın seyir
malına bayılıp bakarken, eller bizim malımızı birer yerleri, gözü okşar peyzajları.
birer aşırıp kendi yurtlarını donatıp beziyorlar. Yedinci, vatanımızda mimarlık. Kubbe, kemer, direk
Sanatta da hür olmalıyız: başları ve dipleri. Bunların üsluplarını ders
Şimdi " Ressamlar Cemiyeti " adı ile dinç kafalı, işler verircesine saymalı. Ama buna Yunan, Roma,
elli gençlerden bir dernek kuruldu, bu eksiğimiz de Bizans da karışacakmış: " Yer yapıyı zapt eder, "
kapandı. Bu dernekçilerin çoğunu tanırım, iş eri, derler. Bizim toprağımızda değil mi, bizim olmuştur.
sanat ıssı [sahibi] usta beyler, efendilerdir. Bu işin Hem birçoğumuz üslup nedir bilmiyoruz.
üstesinden geleceklerine ümidim itikat derecesine Sekizinci, büyük yapıları yapan mimarlarımızın,
varıyor. Yalnız bir ricam var. Bu ricamı, haşa, ressamlarımızın tercüme-i halleri [yaşamöyküleri] ve
kendilerine karşı yol öğretmek gibi tutmasınlar. yaptıklarından birer örnek. Bunlar arasına
İzinleriyle söyleyeyim. Belki doğruya yakın Avrupa 'nınkiler de girebilir.
bulacaklar, bulmazlarsa bile ancak temiz bir Dokuzuncu, çiniler. Bunlar devir devir ayrılarak
yürekten, vatan sevgisi ile dolu bir gönülden birer örnek alınmalı. İsterim ki boyalı da olsunlar.
kopmuş bir söz, ama kısa düşünmüş desinler. Ben Büyük kapıların Üzerlerinde kakma ve işlemeler de
Garb'ın işlerini beğenirim, Şark'ınkileri pek severim. unutulmasın.
İsterim ki Osmanlı ülkesinde şu genç Osmanlı Onuncu, "mefahir-i milliye" [milli iftiharımız]
ustalarının çıkaracakları şu mecmua yapraklarının denilen atalarımızın karada, denizdeki cenkleri
çoğu sabah güneşi ile parlasın. O parlak sahifelere resimleri. Bozgunluğumuzu gösterir bile olsa ziyanı
çarpan Şark medeniyeti Şark sanatının nuru yok.
üzerinde balkıyıp, yeniden dört yana ışık versin, fen On birinci, Garb'ın pek parlak parçaları.
ve sanatta da bir hürriyetimiz olduğunu göstersin. İsteğimin ucu bucağı yoksa da, " Çok oldun! "
Hem uzun söz ne lazım, biz bile Garp işlerine denecek diye korkup b u kadarcığı ile kalıyorum.
doyduk, hele Avrupa bıktı. Şimdi bizim nemiz var Şimdi, soracaksınız ki bunları nerede bulacağız?
görmek istiyoruz, Avrupa da göstersinler diye bizi Kütüphaneler, camiler, türbelerde, Müzemizde,
bekliyor. •
Hazinemizde elli yıllık sermaye duruyor. Yalnız
Mecmuaya neler konulmalı: üşenmez, yorulmaz, bıkmaz kişiler ister, bu cemiyet
Her ne kadar ben bu işten pek anlamazsam da, arasında da bu gibi erleri görüyorum. Hemen
güzele bakmamak, güzeli sevmemek olur mu? Tanrım yardımını yoldaş etsin. Amin.
Yabancısı olmakla beraber bu sanatın baygınıyım.
Nerede bir tablo, nerede böyle bir mecmua Safvet
85 görürsem derin bir dalgınlıkla seyrederim. İşte,
yıllarca süren bu seyircilik, bu görgü bana şöyle bir
düşünce, şöyle bir istek bıraktı.
Gönül bu ya, isterim ki mecmuanın her sayısı ayrı
ayrı işler için bulunmalı. Sözün gelişi birinci
parçasına ün almış hattatların yazılarından birer
örnek, hele padişahların, büyük adamların el
yazmaları, tuğralar, mühürler, imzalar, meşkler
konulmalı. Hamiyetli vatandaşlarımızın birçoğunun
bu örnekleri vereceklerini bilirim. Elverir ki o
98
TEZ H İ P
Tabiatın müncezip [tutkun] olduğu mahasini [güzelliği] diyor. Ever öyledir. Fakar o ruy-ı dilaram [sevgili yüz],
camiiyetle [toplamış] şaşaanüma bir vech-i müstesna lerafet-i tabüyeyi muhafaza ermek şartı ile bir ziynet-i
[müstesna görünüş], elbette nazarrübadır [göz alıcıdır] . matbuaya [güzel süse] iktiran eylerse [yaklaşırsa,
Mücella-yı bedayi-i kudret olan o levha-i garra [parlak dönüşürse] elbette daha ziyade cazibedar olur.
levha], dest-i beşerin [insan elinin] tezyinatına arz-ı Hüsnühat da böyledir. Mükemmel bir hattatın
ihtiyac etmekten daima müberradır [uzaktır] . maharet-i fevkalade ile vücuda getirdiği bir levha-i
Fakat o n u r hissinin incilagahı olan vücud-ı dilara [gönül süsleyen levha], münevver bir sima gibi
nazininin, mesela zerendud [altın yaldızlı] bir came-i ruha sefabahşadır. Fakat o eser-i nefis, letafet-i
sebzin [yeşil elbise] ile tezyin edilerek [süslenerek] zatiyesiyle mütenasip bir tezhib-i mahiraneye
sırma saçlarının - zerefşan [altın saçan] tabirine mukterin olursa [yaklaşırsa] hüsnü, elbette sadberk
sezavar [layık] bir halde - kemal-i maharetle [katmerli gül] gibi katmerlenir.
omuzları üzerine dağılması, bahar sabahında bir Güzel kağıt üzerine güzel hat ile yazılmış bir
verd-i mutarranın [taze gülün], güneşin yaldızladığı Mushaf-ı şerif [Kuran], tezhip olunmazdan
yeşil yapraklar arasından arz-ı didar eylemesini mukaddem [önce] de şaşaadardır.
tanzir eden [anımsatan] o çehre-i dilfüruzun [gönül Fakat o kitab-ı müstetaba [güzel kitaba], bir
aydınlatan yüzün] melahatini [güzelliğini] dübala müzehhib-i nefasetperverin elinden çıktıktan sonra
[iki misli] eyleyeceği tabii değil midir ? ! . . atf-ı nigah edilirse [bakılırsa] ruh, hakikaten
Ezhar-ı rengarenk [rengarenk çiçekler], enzara müstağrik-ı envar [aydınlıklara, ışıklara dalmış] olur.
[bakışlara] daima letafetnümadır [hoş gelir] . Maani-i kudsiyesinin [kutsal anlamlarının] parlaklığı
Bu letaif-i münkeşife-i tabiatın [doğanın elfazından [sözlerinden] feveran ediyor zannolunur.
güzelliğinin], bir müzeyyinin [ süslemecinin] Güzel yazı ile yazılmış bir hilye-i saadet levhası
telvinatına [boyamasına] muhtaç olmaktan vareste tezyin olunmazdan evvel de münevverdir.
[bağımsız] bulunduğu hüveydadır [aşikardır] . Lakin bade't-tezhib [tezhipten sonra] imale-i nazar
Lakin bu dilfirib [güzel] şükUfelerin [çiçeklerin], edilirse [incelenirse] nurün alan ur [Peygamberin
tabiattaki hüsn-i cazibedarı taklide muktedir bir ihsan, bağış ve bereketinin göründüğü yer] olarak
dest-i maharetkar [mahir el] ile deste-i mahasin tecelligah-ı feyz-i nebevi [Peygamberin feyzinin
ıtlakına [denilmesine] şayan [layık] bir hal-i tecelli ettiği yer] ıtlakına [denilmesine] sezavar
mecmuiyete [derlenmiş duruma] getirilerek altın [layık] bir hal-i enveriyet [ışıklı hal] iktisap eylediği
yaldızla tezyin edilmiş gayet zarif bir çiçekliğe vaz [kazandığı] görülür.
olunması [konulması] bunlara başka bir nuraniyet İşte bunun için vaktiyle Osmanlılar, nefaset nokta-i
bahş edeceği bedihi [açık] değil midir? ! . . nazarından ehemmiyet-i mahsusayı haiz olan ve
fenn-i güzin-i tersimin alem-i İslam 'a has bir şube-i
Sana e y nfır-ı mücessem nice teşbih edeyim mühimmesi bulunan sanat-ı tezhibin [tezhip
Yok iken vech-i şebeh taze nihal-i çemeni sanatının] memleketimizde revnakyab-ı kemal
O bulur came-i sebzin-i varakla revnak olmasına [parlamasına] itina eylemiştir.
Sen ise ahsen olursun çıkarıp pireheni Vatanımızda hutfıt-ı lslamiye'nin mukaddime-i
terakkiyatını [ilk gelişmesini] ihzara [hazırlamaya]
gibi şu hane-i hayaller, şairane şetaretler [sevinçler], himmet [yardım] buyurmuş olan Sultan Bayezid-i
ziynetin adem-i lüzumuna [gereksizliğine] burhan Sani [II. Bayezid] hazretleri, asar-ı celile-i diniyesinden
[delil] addedilemez. bulunan cami-i şerifi inşa ettirdikleri sırada şimdiki
Bir cism-i nuraninin [ışıklı cismin] - bedrin Kağıtçıların karşı tarafında yedi dükkan yaptırmış ve
[dolunayın] buluttan taarrisini [çıkışını] andırır bir bu dükkanlarda tezhip ve teclit [ciltleme] sanatı icra
halde - piraheninden [gömleğinden] tecerrüt eylemesi, ile taammümüne [yaygınlaşmasına] hizmet eylemek 87
hüsnünün [güzelliğinin] kemal-i zuhuru [tam üzere - o zaman bu gibi sanayi-i nefisenin yegane
görünür] olduğu cihetle ahseniyetin [güzelliğin] itilagahı [yükseldiği yer] olan - lran'dan lstanbul'a
tahakkuku tabiidir. Fakat yine o üryan vücudun üstatlar celp eylemiştir.
86 alelade bir haline - kemal-i zarafetle tezyin edilmiş bir Sanat-ı dilpesend-i tezhibin [gönlü hoş eden tezhip
sedir-i naze [güzel sedire] ittika ile [dayayarak] başını: sanatının] vatanımızda tenevvürüne [nurlanmasına]
ihtimam etmiş olan kudema [eski ustalar] : Behzad,
D irahşan oldu gördüm beş hilal ü stünde bir hurşld Emir Ahmed, Ata' dır.
Bu zevat, hem müzehhiplikte hem de mücellitlikte
mısramı yad ettirecek surette avucunun içine alarak izhar-ı kemalat eylemiştir [yetkin olduklarını
altın renkli perişan saçları arasından baygın baygın göstermiştir] . Zaten şu iki bedia-i sanat birbirinin
nigah etmesinin [bakmasının] kat kat tercih lazım-ı gayri müfarıkıdır [ayrılmaz parçasıdır ] .
olunacağında şüphe var mıdır ? ! . . Behzad'ın tezhipteki maharetinden başka, doğrudan
Şeyh Sadi: doğruya ressamlığa intisabı vardır.
Vaktiyle büyük büyük rağbetlere, kıymetşinasane
Hacet-i meşşata nist rfıy-ı dilaram ra muhabbetlere mazhar olan sanat-ı rakika-i tezhib
99
ZEKERİYA KOYUNDE BİR KÖŞE " Un coin dans le village "
Kuleli-i ldadi-i Askeriyesi resim muallimi Sami Bey in "Peintre Sami "
'
[incelikli tezhip sanatı], bu marifet-i İslamiye milliye [milli eserler] ile tezeyyün eylerdi [süslenirdi] .
memleketimizde hakikaten teali eylemiş [yükselmiş] Hutlıt-ı İslamiye herkes indinde muteber
ve şubelere ayrılmıştır. olduğundan sanat-ı tezhib de bittabi kıymetli idi.
" Zerefşan, zerenderzer, pesend, bulut, sadberk, Ahiren [son zamanlarda] hattatlık inhitata [çöküşe]
şüklıfe" gibi ıstılahatı [terimleri] , dakayıkına [ince yüz tuttuğundan levazımından olan müzehhiplik de
ayrıntılarına] mahsus tabiratı [tabirleri] vardır. nazarı itibardan sukut eylemiş [düşmüş] ve işte
Hattatin [hattatlar] yazar, müzehhibin [müzehhipler] bunun için erbabı pek a'Z kalmıştır. Bugün
tezhip ederdi. Böylelikle nice asar-ı lamia-i müzehhiplik Mücellitbaşı Ali Ragıb Efendi,
kıymetdar vücuda gelmiştir. Trabzoni Osman Yemeni Efendi, Bahaeddin Efendi,
Firdevsaşiyan [cennetlik] Sultan Abdülmecid Han Ali Efendi, Hakkı Efendi, Safvet Efendi, Şevket
hazretlerinin türbe-i münifelerinde [yüce Efendi gibi birkaç zata münhasırdır.
türbelerinde] bulunan bir Mushaf-ı şerifin [Kuran'ın] Müzehhiplerimizden bahsediyorken merhum Hüsnü
tezhibini misal olmak üzere irae eyleriz [gösteririz] . Efendi'yi yad etmemek kabil değildir. Hüsnü Efendi
Sanatkar, bu kitab-ı mukaddesin tezyininde cidden cidden nezih [ince] bir tabiata malik olduğundan bu
pek büyük bir iktidar ibraz eylemiştir [ortaya sanatta pek ileriye gitmiştir. Talik hattını da
koymuştur]. Sure-i celilenin baş taraflarındaki elvah-ı mükemmel surette tahsil eyleyerek üstad-ı alişanımız
tabdarın [parlak levhaların] kaffesi [tümü], Sami Efendi hazretlerinden icazet almıştır.
yekahenk [ahenkli] olduğu halde hiçbiri diğerinin Sanatkar-ı muhterem Ali Ragıb Efendi'nin tezhibe
aynı değildir. dair hayli asarı ve yağlıboya ile tersim olunmuş iki
İnsan, tehalüf-i suverden [şekillerin birbirini kıta tablosu manzurumuz olmuştur [tarafımızdan
izleyişinden] neşet eden [yayılan] bu müsabaka-i görülmüştür] . Ali Ragıb Efendi, yirmi bin kuruşa
letafete [güzellik yarışına] nigeran olunca [bakınca] kadar Mushaf-ı şerif [Kuran] tezhip eylemiştir. Sadr
tabiat-ı beşeriyenin [insan doğasının] ibda-ı ı esbak [eski sadrazam] Mehmed Emin Ali Paşa
mahasindeki [güzellik yaratmadaki] iktidarına merhumun yazdırdığı bir Mushaf-ı şerifi beş yüz
hayrette kalıyor. liraya tezhip etmesi takarrür eylemiş
Bir zaman, esatize-i muhteremenin müzehhep yazı [kararlaştırılmış] ise de sadr-ı müşarünileyhin [adı
levhalarına malikiyet hakikaten medar-ı saadet idi. geçen sadrazamın] vuku-ı irtihali [vefatı] üzerine geri
Vicdanlar, bu nefaisi [güzelliği] temaşa ile telezzüz kalmıştır. Bu Mushaf-ı şerifin suret-i tezhibini irae
ederdi [zevk alırdı ] . Hanmanlar [evler] bu measir-i eyleyen ve bütün noktaları geçme olarak tersim
1 00
edilen numune manzurumuz olmuştur. Ali Ragıb Ha ılı u sanac-ı kadim e-i İslamiye [eski İslam
Efendi' nin kudret-i müzehhibanesi şu eserinde de sanan], b ugü n u ze\'atın vücudu ile kaimdir.
münceli oluyor [ortaya çıkıyor]. Sanatı tevsi Eski mergubiyetini [rağbetini] kaybetmiş, pek
eyleyerek [dallandırarak] tabaklar üzerinde icra ehemmiyetli bir marifer-i milliye iken kıymetten
ettiği cilvekari tezhip ise cidden görülmeye şayandır. düşmüş olan hüsnühamn halihazırını görünce insan
Suret-i mükemmelede tezyin eylediği - ikişer metre müteessir oluyor. Lakin hartatlıktan daha aşağıya
irtifaında [boyunda] - iki adet vazo Paris sergisinde düşmüş olan müzehhipliğe bakınca ağlıyor. Zira o
teşhir edilmiştir. Süleymaniye Cami-i şerifinin hin-i güzellikleri, o letafetleri hal-i ihtizarda [can çekişme
tamirinde [tamiri sırasında] kubbe içindeki yazılarla halinde] görüyor. O hünerzerrin-i lslamiye' nin hak-ı
diğer elvah-ı kebireyi bu zat tezhip eylemiştir. siyah-ı nisyana [unutulmanın kara toprağına]
Osman Yemeni Efendi, hakikaten güzide bir gireceğini anlıyor . . .
sanatkardır. Hüsn-i tabiatına [zevk güzelliğine] delil Şu nurani sanatımızın zulmetabad-ı ademe
olacak nice asar vücuda getirmiştir. Alelhusus [yokluğun karanlıklarına] gitmemesi için bir çare
[özellikle] birkaç Mushaf-ı şerif tezhip eylemiştir. bulunmasını Maarif Nezaretinin himmetinden
Resme de irıtisabı vardır. intizar eyleriz [bekleriz].
Bahaeddin Efendi'nin bu sanatta büyük bir iktidara
malik olduğu tezhibat-ı nefisesiyle sabittir. Şerif Abdülkadirzade
Diğer zatların da asar-ı kesiresi mevcuttur. Hüseyin Haşim
HEYECAN - ! S ANAT
88 Osmanlı Ressamlar Cemiyeti münevveresine ithaf Müterakki milletlerin asar-ı sanata, bedayi ve nefais
teşhir eden müzelere karşı besledikleri o tasavvur ve
Bizde sihir kuvveti, feyz-i bülendi [yüce feyzi] tahayyül olunamaz iptila [düşkünlük] ve
layıkıyle takdir edilemeyen şuabat-ı irfandan [bilim heyecanlardan artık bir nuhbe [hisse], bir mana-yı
dallarından] biri de sanayi-i nefisedir. . . Ekserimiz intibah çıkarmak zamanı geldi, hatta geçti . . .
nefais-i sanata süs, eğlence arayan boş ve tembel bir Avrupa 'da müzeler bir mabet; tablolar, heykeller,
gözle, sathi, gayri samimi, teheyyüç [coşku] ve tarihi eşyalarla müzeyyen birer mabed-i hüsn-i
tahassüsten azade bir nazarla bakarız. Bizim bu, sanatdır. Oralara kalpte bir heyecan-ı dindarane ile
üzerine hiç ziya saçılmamış bir itiyadımızdır. Of! . . girilir, nefais ve maaliyata [yüksek düşüncelere]
Bedayi-i sanatın huzur-ı mahasininde heyecan karşı necip hürmetler ve perestişlerle [hayranlıklarla]
raşeleri ile çırpınmayan ruhlar ne kadar hissiz, titreyen derin ve pür hayat [yaşam dolu] bir ruh,
perestiş [hayranlık] şuleleriyle pırıldamayan nazarlar yüksek ve temiz bir dimağ ile çıkılır. .. Filhakika
ne kadar hayatsızdır ! . . [gerçekten de] "güzellik "i, "tarih"i yaşatan bu
Vatanın mühim, esaslı tahavvülata [değişime], muazzam müzeler vicdan-ı halkda heyecan-ı sanat
tahavvülat-ı ictimaiye ve fikriyeye muhtaç olduğu şu uyandırmak için pek nafiz [etkileyici] ve müfit bir
nazik devre-i intibahta [uyanış devresinde] tesir, bir mürebbi-i his ve fikir tesiri yapıyor. . . Bu
halkımızın sanayi-i nefise hakkında gösterdiği meşherier [sergiler], müzelerdir ki milletin
lakaydiyi, beslediği telakkiyi kırmak, bu sahada da hissiyatını, efkarını derinleştiriyor, yükseltiyor! . .
bir inkılap yapmak, zahirde [dışardan] ihtimal Ş u manzaradan, intibah saçan ş u mesut ve mualla
ehemmiyetsiz görünür fakat hakikatte pek büyük, manzaradan bir hisse-i ibret, bir hisse-i teheyyüc
pek kıymettar bir vazifedir. Emin olmalı ki nefais-i almak için yalnız sanatkarlalilmız, yalnız halkımız
sanat için vicdan-ı halkda mevcut rükudete değil, aynı zamanda Maarif Nezareti de ateşin
[durgunluğa] zinde bir müvecceh [ilgi], bir [coşkun] bir şitab [hamle] göstermelidir. .. Ah, bizde
müvecceh-i perestiş ve heyecan serpildiği gün, de bedayi-i sanatı zaferle teşhir eden müzelerin
memlekete mühim bir hizmet ifa edilmiş, dimağ-ı çoğalması ve halkın bu müzelere layık olduğu
vatana, bir müddet gayri meri [görülmez] kalsa bile, ehemmiyeti verebilecek bir seviyeye çıkması ne
müşaşa [parlak] bir nur, bir mehtap saçılmış kadar şayan-ı temennidir! . .
olacaktır. Evet, vicdan-ı millete heyecan-ı sanat ilham ve ilka
Güzellik iyilik tevlit eder [doğurur] . . . Bedayiin, [telkin] etmek için sanatkarlar çalışmalı, mukaddes
nefaisin itila-i ruha [ruhun yükselmesine], tasfiye-i bir ayda Allaha kavuşmak isteyen genç bir ruh
hissiyata [duyguların arınmasına] çok tesiri vardır. hararet ve metanetiyle çalışmalı. . . Fakat Maarif
Ruhu ahlakın lehine olarak inceltecek ve yükseltecek, Nezareti de, yapacağı işin lüzum ve ehemmiyetine
ona asıl ve ulvi bir lerziş-i hayat, bir lerziş-i heyecan itikat edenlerde görülen bir azm-i ahenin [çelik
[coşku ürperişi] verecek kuvvet güzelliktir, bedayi-i azim] ile sanatkarlara istinatgah [dayanak] olmalı . . .
sanatdır. . . İşte bu nükteden [ince manadan]
dolayıdır ki halkın sanayi-i bedia hakkında gösterdiği
lakaydiyi, beslediği telakkiyi kırmak ruh-ı milletde 3 Şubat, 1 32 7 [1 9 1 1 }
bir inkılab-ı feyizkar yapmaktır. . . Raif Necdet
101
MUSİKİMİZ
Osmanlıların mazisi fütuhat [fetihler] ile mali [dolu], gavamız-ı fenniye [teknik karmaşası] ve kavaid-i
hayatı askerlikle tevem [ikiz] olduğu, bize mensup her seyir ve harekatında öylece basiretkardır. Bir
şeyde bedidardır [aşikardır]. Musikimize asker gözü ile şehirden çekilen bir ordunun harekat-ı
bakılırsa önde pişdarı [öncüyü] {peşrev) onu takip kahramanane, fakat adilanesi sekene [şehir sakinleri]
eden, ağırlıklar ve kuvve-i külliye (kar, nakş, beste, her üzerinde bir muhabbet uyandıracağı bedihidir
usulden şarlalar) en sonra da saz semaisi (aksak semai) [açıktır] . Galib-i adil düşman bile olsa sevilir - işte
yani dümdarı [artçısı] ile bir kafile-i harbi andırır. bu kahraman ordunun şehre vedaı mutazammın
Ben bu nokta-i nazardan düşünür de, mesela [içeren] temennalarını da dümdar [en arka sıradaki]
peşrevde bütün pişdar vezaifini ararım, pişdar dahil ifa eder ki saz semailerinde de aynı hissi bulmak
olduğu bir şehri, bir karyeyi [köyü] , rehgüzarına isterim. Mevcut birçok saz semaileri arasında ben bu
[yolu üstüne] tesadüf eden bir ormanı devir ve teftiş zevki en ziyade Yusuf Paşa 'nın Hicaz saz semaisinde
ve kendisini takip eden ordunun harekat ve görürüm. O derece-i ulviyetde bir de üstad-ı
sekenatını [duruşunu] tanzim ve temin etmekle nasıl muhterem Cemil Beyefendi ' nin şu eser-i
muvazzaf [görevli] ise peşrev de dahil olduğu faslın kıymetdarlarını görüyorum.
102
RO MAN LARDAKİ RE S İ I LE R
90 Roman denince ruhunuzda medit [uzun] bir sızı Hakikatte böyle miydi? . . Kütüphanelerimizi tezyin
duyacağınızı pek rana [güzel] bilirim, onun için eden o randalara bir ve birkaç daha ilave
daha başlamadan söyleyeyim ki şu son zamanlarda olunmayacak mı? .. İşte böyle birçok sualat [sorular]
saha-i matbuatda görülenlerden bahsetmeyeceğim. ki derin bir sükun . . . Güya [sanki] camit [donuk,
Mevzu namına, tetkikat ve teşrihat-ı ruhiye namına ruhsuz] bir muhit içinde sözler gibi sükutla
bir şemme bulunamayan o hayide [değersiz, dile karşılanıyor.
dolanmış sözler], natıraşide [incelikten yoksun]
sözlerle dolu kitaplara dair değil, bir milletin • •
1 03
çocukları ile birleştik, dertleriyle dertleştik. Ya Bilmem kim, o zaman Jules Verne'in bu
mektep tatilinde kırk elli refik-i şebabla [gençlik kitaplarından, silsile-i asarından birini o büyük
arkadaşıyla] nasıl pür neşe bir hayat geçirdik! . . mütercim-i gayurundan [gayretli, çalışkan
Mazi. Onlar da mazinin ızlal-ı nisyanı [unutuşun çevirmeninden] bir başkası tercüme ediyor ve
yoldan çıkarışı] ile örtüldü . . . Ne olur ben onları, o tabettiriyordu [yayımlatıyordu] . Fakat resimsizdi.
eserleri, o bedia-i sanatları bilmemiş, okumamış Resimlerini getirtemiyordu. O tercümeyi de
olsaydım ve şimdi onları tekrar okumak saadetine, görmüştüm. O kadar bihis [hissiz] idi ki adeta ölü . . .
lezzetine mazhariyetin piş-i iltizazında [ilk zevk Demek resimlerin bir kıymeti, bir kıymet-i izafiyesi
anında] bulunsaydım . . . var; bunsuz eserler pek cansız kalıyor. . . Ruh
Niçin ? . . Çünkü onlarda hep fikre, ilme, marifete ait üzerinde bir amil, bir müessir olamıyor.
yalnız bir bedia-i sanat değil, muhayyileye vüsat Hakikat, Jules Verne külliyatının resimlerinde ne
9r [genişlik] veren bir eser, bir eser daha vardı; resimleri rengin [renkli] bir sanat vardır, bütün elvah
ve o resimlerde kudret-i ifade, eserlerin veremediği [resimler] ne kadar tetkike sezadır. Her biri sanat-ı
bir natıkiyet [konuşkanlık] vardı ve her levhadaki tersimin, sanat-ı hakkin ne celi, ne güzel
şahıslarla öyle ünsiyet etmiş [yakınlık kurmuş], bedialarıdır . . . Onlar bu yolda çalışmak, resimlerle
onların hayatlarına öyle alışmış, onların hayattaki romanları yaşatmak isteyenlere ne rana, ne dilber
saadet yahut felaketlerine o kadar yaklaşmış idik ki birer rehber, birer üstad-ı fendir. . .
kalplerimizde onlar için ayrıca bir yer vardı. Hasılı Yakaya ait eşhasın [şahısların) simalarınca, vaziyet
onlar bizim bir şeyimiz, ailelerimiz arasında imiş gibi ve eşkalince ne kadar müşabehet [benzerlik], ne
şahıslarına merbutiyetimiz [bağlanışımız] , kadar muvafakat [uyum] vardır, hatta tasvirat
maişetlerine dair endişemiz vardı v e bunlar birer [resimlemeler] vakanın ne güzel yerlerinden seçilmiş,
sevgililerimiz idi . . . Şimdi yalnız resimleri kaldı. . . seçilmiş de yapılmıştır. Hele onların altındaki küçük
Yalnız ruhumuzda tatlı bir yad, zeval [son] bulmaz cümlelerin nasıl bir ifadesi; zarif, sade fakat ne latif
bir hatıra kaldı. Bugün yine o kitaplar elimizde. Ne bir ifadesi vardır . . .
çare ki bunlar ölmüştür. .. Ruh namına bir şey yok . . . "Mektep Tatili" nde " Baş aşağı dereye atıldı" (sahife
Yine okumak . . . Hayır, geçen senelerin kalplerde - 3 8 6 ) ne güzel bir levhadır, ne üstadane bir eserdir.
bıraktığı hatıra ihya edilmek istenirse okumaya İnsan küçük çocuklardan mürekkep bir cemiyetin,
ihtiyaç yok . . . Şöyle bir kere resimlerini gözden bir cemiyet-i şebabın [gençler topluluğunun] nasıl
geçirmek kafi. Öyle ise, böyle kitapları öldürmeyen metaibe [yorgunluklara] katlandığını okurken
resimleridir, demek lazım gelir? . . Briant' ı, böyle suya atıldığını görmese belki onların
1 04
derece-i felaketlerini ve bu felakete ne kadar göğüs ö yle miydi ? Birinin ha ta bir çehresi, ötekinin şuh
gerebildiklerini takdir edemez. Hep resimlerdir ki bir hali biçare kadının melül [kırgın] bir vazı
çehrelerindeki, kalplerindeki cemiyeti, ulviyeti bize [duruşu], vaz-ı iştikası [şikayet ifadesi] vardı ve
ifham ediyor [anlatıyor] . bunların resimlerinde hep bunlar, bu hisler
"Araba ile Devrialem " de "Jacques kızı dedi ki" okunuyor ve görülüyordu . . .
( sahife - 129) ne ruhperver bir manzaradır. Böyle Gençlik . . . François Coppe' nin bütün meziyet ve
sefil bir hayatla dünyayı dolaşırken, fakir kalplerde maharetiyle yazdığı bu murassa [değerli] ve
uyanan aşk insanı düşündürüyor da aşk doğacağı mükemmel eserdeki resimler ne güzel bir makes
kalpte fakirlik, zenginlik aramadığını ve belki böyle [yansıma] , bir makes-i hissiyat olmuştur. Gençlik,
yorgun, maişet arkasında dolaşanların aşkında daha hemen serapa [baştan başa] şiir denilecek bir
şedit [şiddetli], daha derin bir irtibat bulunduğunu kıymeti, kıymet-i edebiyeyi ve bir o kadar da
anlatıyor ve o deniz kenarındaki kayaların üzerinde füsunkar resimleri hamildir [içerir] . Biz onun ulvi
92 konuşurlarken kalemin ucundan dökülen iki üç ifadesinde bulduğumuz hissiyatı resimlerde de
kelimeden ziyade esere bir başkalık, daha başka bir mebzulen [fazlaca] buluruz . . . Hikayenin başında
tarz-ı ifade, adeta can veren bu levha oluyor. Amedee'yi oyuncakları ile oynarken bularak
Sonra Yeraltında Seyahat . . . Hele bunda yalnız babasının kendisini hoplattığını, validesinin saçlarını
tekmil resimlerin temaşası insanda birinci his taradığı vakitte nasıl masum durduğunu görür ve
uyandırıyor, onlara ait bir hayatı yaşattırıyor, insan hep bunları ziruh [canlı] bir levha şekline koyarız . . .
kendini bir madenciliğin siyah koynuna pek yakın Fikrimize bunlar yerleşerek ilerledikçe, bir gün
bulur. şiirlerini okurken görür ve birlikte yaşayarak
Çin 'de Seyahat'in o bedi, biraz da mizah resimleri giderken Maurice' i bize tanıtan resimler gelir. .. Bu,
olmasa ruh üzerinde, hayat üzerinde o kadar tesir bir kızı seven iki rakibin, eğer resimler olmasaydı,
kalır mı? . . dudaklarındaki mahrur [hararetli] puseler ne yarım,
Bunlardan sonra Avrupa' nın meşhur müelliflerinin ne anlaşılmaz birer muamma halinde kalırdı.
asarı [eserleri] ve bunların ruhu mesabesine olan Halbuki resimlerle onlar pekala görünüyor ve
resimleri geliyor ki bunlar da o mütercim-i gayurun biliniyordu. Ve en nihayet latif bir tekriri
say ve himmetiyle bize bahş olunmuş idi. [kavuşmayı] gösteren ve " Yapraklar dökülürken"
Alphonse Daudet'nin Genç Fromont ve Büyük diye biten son bap [bölüm] güzel ve süslü bir tablo
R is ler inde bir levha vardır ki ne zaman resimli
' ile ne kadar iyileşmiş, ne kadar canlanmıştır. . .
roman denilse bu, gözümün önünde teressüm eder Hep bunlar, bu müellifler düşünmüşler, böyle
[şekillenir] ve şöyle bir resimli romanımız olmak eserlerini süslerken resimlerin, karilerin [okurların]
ihtiyacı ile ruhum yanar. O ne bedia-i sanat . . . Eser, üzerinde oynayacağı rolü göz önünden
resimleriyle beraber ne yüksek, mütefekkir ayırmamışlar . . . İstemişler ki bu cihetten de eserleri
dimağların mahsul-i maharetidir . . . Diyebilirim ki nakısadar [eksik] olmasın, tesirat-ı ruhiyece yarım
romanın bütün maanisi [anlamları] bu levhada kalmasın ve hikayeleri yaşasın . . .
canlanıyor, o hayat-ı garamaludun [sevda dolu Bunlar hep bize, o kalemi susanlara, fırçası
yaşamın] safahat-ı dilsfızu [yürek yakan safhaları] dinlenenlere birer ibret teşkil etmez, onları tarik-i
hep burada toplanarak kariinin piş-i mütalaasına azme [azim yoluna ] , azimde sebata sevk etmez mi ?
[değerlendirmesine] serpiyor ve orada meshuf [aşka Sonra Paul Bourget'nin Bir Facia-i Garam ' ı var; bu
susamış], müteellim [acılı] bir kalbin bütün da nevin, zerrin bir eser; bir mahsul-i deha. . . Ne
tufanlarına sahne olarak açılan girdab-ı aşka faide ki resimsiz . . . Şahıslar hayalde tecessüm
Jeune'ün sukutu [düşüşü] görülüyor . . . Şimdiye ettirilmeye [canlandırılmaya] çalışılmış . . . Yalnız
kadar ufak ufak resimlerle tenmiye edilen sözlerle çizilen bir iki mevhum suret-i vücud
[geliştirilen] hissiyat, burada şedit [şiddetli] bir buluyor, o mükemmel eser ötekiler kadar ruha
feveranla yükselerek daha sonra elemler, giryeler hakim, nafiz [etkili] bulunamıyor. Bu resimsizlik,
[gözyaşları] saçmak için semalar hazırlıyor . . . nazarımda eserin kıymetini tenkis etmiyor
İşte bu resmin altında yine Jules Verne romanlarında [azaltmıyor], böyle değil, fakat ona fazla bir ruh,
gördüğümüz sanatkarın ismi ( Roux) var, öyle ki fazla bir naşiriyet [yaygınlık, okunurluk] verecek
vaz-ı haliyle, sizin kalbinize bu hissi ilka [telkin] vesaitten mahrum bulunuyor . . . İşte bunun içindir ki
eden benim diyor gibi, levha üzerinde titriyor. Facia-i Garam, öteki resimli romanlarda bulunan
Andre Theuriet'ni n Hüsn ü an ında Jacques' ın
' hassa-i nüfuzdan biraz daha geri kalarak geliyor ve
zevcesiyle vedalaştığını irae eden [gösteren] levha ne böyle eserler kalpte daha az yer tutuyor . . .
güzel bir tasvir, bir tasvir-i dilpezirdir [hoş resimdir] .
Eğer bu resim olmasaydı, bu kadar güzel seven • •
1 05
[eksik] kalır . . . Müellifinin, o bülent müellifinin veya anlaşılacak da o kadar ruha girmeyecek idi,
anlatmak istediği hissin tamamına sahip zannederim . . . Eser sonlarına doğru Ahmed Cemil'in
olunulamaz. ikisi o kadar müttehittir [birleşmiştir] Ahmed Şevki ile görüşmesine, kağıtlarını sobada
ki adeta bir kalp gibidir, birinin darabanı [çarpıntısı] yakmasına dair sırf süs, sırf ziynet gibi duran iki
diğerinde mahsus [hissedilir] , birinin sükunu resmi var ki . . .
diğerinin mutiiyetiyle [itaatiyle] alakadar. . . Bir İnsan bu romanı okurken ruhen ulviyetten ulviyete,
93 Ölünün Defteri, Nemide. Birinde iki kalp bir verd-i bedayiden bedayie koşmaması kabil değil.
mutarranın [taze gülün] esir-i sevdası, diğerinde iki İşte bu eser neşredilince alem-i edebiyatda bir
hüsn-i bakir bir erkeğin yed-i teshirinde meshur infilak-ı seher hasıl olduğunu ve parlak günlerin
[büyülenmiş] . . . geleceğini zannederek pür neşe bekleyenler gördüler
Şimdi bu iki eser, gönlümce, ufak zarif resimlerle ki sahne-i matbuat bir Araba Sevdası'ndan başka bir
süslenseydi, ruha nafiziyeti [etkililiği] , sahiriyeti şey bahş edemedi. Araba Sevdası . . . Birçok kilükal-ı
[büyüleyiciliği] o kadar ilerlerdi ki belki Paul edebiyi [edebi dedikoduya] bais olan [yol açan] bu
Bourget' den, François'dan bu kadar bahsetmez ve roman cidden tuhaftır. Türkçe hurufat [harfler] ile
ruhen yanmazdım. Fransızca kelimelerin yazılması ve bunların Türkçe
Sonra sonra bizde de resimli roman sevdası uyandı. ibare arasında bulunması pek yeni bir şeydi. Sahne
O mazhariyet Halid Ziya 'nın, o şöhretdar edibin boştu. Bu boşluk içinde pek ·güzel istikbal edildi
asarında tecelli etti, sema-yı edebi dalgalandıran bu [karşılandı] . Alkışlandı. Resimlerden Behruz Bey' in
eserin neşrolunduğu vakti hiç unutamam. O gazete okuyuşunu, Fenerbahçe'de gezişini musavver
zamanlar böyle değerli eserlere pek teşne idik. Ateş-i [gösteren] levhalar mültehifdideleri [kederle yanan
iştiyakiyle [şevk ateşiyle] yanan gözler böyle gözleri] nevazişkar puseleriyle okşadı . . . Bu iki kitabı
müstenis-i ruh [ruhu okşayan] bir zehrenin [çiçeğin] bazıları taklide çalıştı. Fakat o büyük Mai ve Siyah
tuluunu [doğuşunu] görünce ümitlere düştüler ve bir hep yüksekliğini, azametini muhafaza ederek öyle
humma-yı saadetle lerzedar [titrer] oldular. .. Bu bir muhteşem kaldı. . .
ziyafet-i edebiye idi ki melül kalplere ferah, fersiz
gözlere nur verdi . . . Mai ve Siyah, bir kisve-i nevin ile • •
1 06
TE LEHHÜF
94 Tanıdığım bir adam değil: Uzunca boylu, yanları duruyor, bilmem bir herif varmış, 'Küllü biber' mi
ziyadece alınmış kır sakallı, mavi kadife yeleğinin, ne? Şöyle bir isim, bir parmak boylu adamların
kırmızı boyunbağının üzerine kesilmiş oldukça iş memleketine gitmiş, orada bilmem ne hezeyan
bilir bir terzinin elinden çıkma redingotu, henüz etmiş! . . İki saat dersten ziyade başını kesseniz bir
katmeri üzerinde duran ütüsüne rağmen dizleri çıkık kelime okumaz. "Baba saat . . . Baba bana saat . . . "
pantolonu, yenilik parıltısı zail olmamış Nihayet aldık. Meğer iki saatten ziyade derse
[kaybolmamış] galoşlu fotinleriyle elbise çalışmamak için imiş! . . Ve minallahi' l-müştaka
intihabında [seçiminde] ahenksizliğe müptela, [şikayete bak] ! . . Leyli bir mektebe atayım, dedim -
oldukça zengin bir zat denilebilir. Aksaray'da bizim Hafız efendi açmış - Anasını razı
Yanında bir de oğlu var. Altı, yedi yaşında alelade etmek mümkün mü? Geçen Cuma günü odasına
bir jaket [ceket] takımı, kulaksız pike gömleği, gittim. Deniz tarafındaki pencereyi açmış. Validesini
validesinin nazar-ı nezafetperverisine uğramamış sıkıştırmış, benden gizli para almış, birçok boya, üç
çehresi, narçiçeği kırmızı fes, kısmen kopmuş, ayaklı bir şey . . . sehpa getirmiş, o Fransızca
dökülmüş mavi püskülü ile pederinin hüsn-i kitaptaki resmin örneğini çıkaracağım, diye
intihabına ( ! ) mazhar olmuş bu zavallı yavrunun uğraşıyor. Artık şeytanlar tepeme çıktı, boya, kutu,
omzundan sarkan yedi delikli mavi boncuk, bir mini fırça, sehpa, odada ne buldumsa fırlattım
mini kese çörek otu, bir diş sarımsak, cinsini pencereden denize atım . . . İnsanın gözü kızınca bir
keşfedemediğim, tespih tanesi gibi siyah bir şey görmüyor. Oğlanın saatini de . . . görmemiş,
habbeden [tohum taneciğinden] müteşekkil nazar beraber atmışım. Benim de canım yandı amma ne
takımına rağmen hiç nazar değecek bir yerini çare bir kere oldu . . . Şimdi böyle ne yapacağımı
göremedim. şaşırdım; teessüf, telehhüf [çaresizce çırpınış] içinde
Gazino pikelerini işgalden başka vazifesi olmayan kaldım."
bu kütle-i beşerin arasında Rahim Bey'i tanıdığım Bey yoruldu. Sustu.
için girmiş, ben de karışmıştım. Bu zata takdim Düşündüm.
olundum. Oğlunun hayatındaki en rakik noktaları çiğneyen,
Benden evvel başlamış ve hala hararetini evladının ruhunu, zevkini, kalbini, zekasını
kaybetmemiş, yana yakıla muttasıl [sürekli] koparmış denize atmışken, bunları hiç
anlatıyor, biçare pek dertli . . . Esasını bildiğim bu düşünmeyerek, on beş kuruşluk bir saate teessüfler
uzun hikayeyi beni de aşina çıkarmak için Rahim eden babaya, bu babanın saye-i terbiyesinde
Bey, perverişyab olmak [yetiştirilmek] isteyen çocuğa
"Beyefendi büyük mahdumlarından [oğullarından] içimden bir telehhüf [yanıp yakılış] de ben
şikayet ediyorlar," dedi. savurdum.
Beyefendi bundan evvelki muhataplarından bir
muavenet görmemiş olmalı ki bana tevcih-i hitab ve A. K.
istimdadkarane [yardım ister] bir eda ile sözünde
devam etti:
" İstanbul' da oturduğum yalnız onlar için, bu ikisi
olmasa, refika [eşim] ile kızı alır, gider Malatya'da
arazimin başında otururum. Şimdiden sonra ne
bana, ne refikaya tahsilin lüzumu yok. Kızı ise yazı,
okuma öğretmek ahlakını ifsat [bozmak] demektir ! !
Fakat erkek çocuk öyle değil k i . . . (Yanındaki
oğlunu işaretle) bunu yanımızdaki mahalle �
mektebine verdim. Musalli [namazında niyazında] , r '1
� \.- ,
müttaki [inançlı] bir hocası var. Üç senede, maşallah �1
hatmetti. E, kekeleye, mekeleye gazeteyi de söküyor.
Öteki, öteki berbat! Rüştiye-i askeriyeye verdim w
olmadı. Mülkiye rüştiyesine verdim, olmadı. Yaş on �
dört, hala aklı başına gelmedi. " �
"Terfi-i sınıf edemiyorlar mı ? " dedim.
Beyefendi bütün bütün köpürdü.
" Onu da anlamıyorum, nasıl geçiriyorlar bilmem.
Bir akşam muntazaman derse çalıştığını görmedim.
İki saat derse bakar, haydi kitapları atar, artık
başlar hikaye okumaya. Şıpsevdi, Sevda Peşinde,
bilmem ne kızlı kurt . . . Bunları elinden aldım,
yırttım. Bu sefer Fransızca bir kitap almış, bir iki
resimlerini seyretti, şimdi okuyacağım diye uğraşıp
1 07
AYASOFYA CAMİİ 1 NDEN BİR KÖŞE
Beyoğlu Mekteb-i Sultani muallimi Şevket Bey
108
M ü Z E - İ H ü M AY U N 1 D A B İ R Ş U B E - İ C E D İ D E - İ S I NAAT
96 Müze-i Hümayun müdür-i sabıkı [eski müdürü] [girişildi] ki bunlardan dördünün Osmanlı ve hatta
merhum Hamdi Bey' in bundan otuz sene mukaddem birinin dahi Sanayi-i Nefise Mektebi'nden neşet
[önce] tesisgerdesi olan [kurduğu] Sanayi-i Nefise eylemiş [çıkmış] olması bilhassa iftihar ile zikre
Mektebi, bugün maişetini kendi maharet-i şayan mevaddandır [hususlardandır] .
sınaatpervesine medyun, birçok mimar, nakkaş, Ilk siparişi müteakip vürut eden [gelen] elvah
hakkak yetiştirmiş ve vatanımızın ümid-i istikbali [levhalar, resimler] Flandra, Almanya, Fransa,
olan mekteb-i mezkur [adı geçen mektep] mesalik-i nakşiyesine ait eserler olduğu gibi sene-i
talebesinden bazıları da hükümet-i seniye [yüce müteakibede [izleyen yılda] dahi yine bu kısımdan
hükümet] canibinden [makamından] Avrupa 'ya olan asarın istinsahına devam olunarak elyevm
izam olunarak [gönderilerek] veya kendi hesaplarına [bugün] otuz beş kadar tablonun nakşına
ihtiyar-ı sefer ederek sınaat-ı müktesibelerini muvaffakiyet hasıl olmuştur. Her sene bu usule
[öğrendikleri sanatları] mazhar-ı tekemmül etmekte devam olunduğu surette İngiliz, İspanya ve sair
[geliştirmekte] ve beynelakran [yaşıtları arasında] mesleklere ait asar-ı meşhure dahi mütevaliyen [ara
temeyyüz eylemekte [öne çıkmakta] oldukları, vermeden] istinsah ettirileceğinden bir iki sene sonra
şakirdan-ı mumaileyhümün [andığım öğrencilerin] adedi birkaç yüze baliğ olacak [ulaşacak] bir silsile-i
terakkiyat-ı mündericesini nazar-ı dikkatden dur elvah-ı kıymetdar elde edilmiş olacağı azade-i
[uzak] tutmayan Müze idaresince malum beyandır.
bulunmuştur. Gerçi bu elvahın teşhirine mahsus olmak üzere
Ancak sınaat-ı nefisenin hangi şubesine süluk Sanayi-i Nefise Mektebi'nin üstüne bir daire inşası
edilirse edilsin [girilirse girilsin] kudema-yı da mukarrer [kararlaştırılmış] idiyse de inşaat-ı
esatizenin [eski ustaların] eser-i ç!redestisi [ustalık mezkurenin icrası şimdilik vakt-i ahire [ileriye] talik
eseri] olan elvah [tablolar] ve menkuşatı [oymaları] edilmiş [bırakılmış] olmak hasebiyle elvah-ı mezkure
görmek bir sanatkar için şart-ı esasi olduğunu takdir [söz konusu tablolar] Müze-i Hümayun salonlarının
eylemiş bulunan merhum-ı müşarünileyh, öteden birinde muvakkaten mahfuz bulunmakta ve bu
beri mekteb-i mezkurda [adı geçen mektepte] bir salon ise gerek mektep talebesine ve gerek hariçten
meşher-i elvah [resim sergisi] vücuda getirmeyi arzu edenlere güşade [açık] bulundurulmaktadır.
tasmim eylemiş [kararını vermiş] ve fakat ne çare ki Buradaki elvah [tablolar] meyanında [arasında] bazı
bu emeline muvaffak olmadan terk-i dağdağa-i erbab-ı irfan ve hamiyet tarafından ihda [hediye]
ha yat [vefat] etmiştir. edilmiş birkaç tablo dahi mevcut olduğundan bu
Lakin esatize-i kadimenin [eski üstatların] mahsul-i husus her veçhile müstelzem-i şükran-ı müessir-i
yed-i iktidarı [sanat gücünün ürünleri] olan sanatperveranedir. Şu kadar ki bu suretle ihdasına
tabloların asılları bugün meydan-ı tedavülde gayri himmet buyrulacak tabloların nefaise mahsus olan
mevcut olduğu gibi, bulunabilenlerini dahi - esasen mevki-i tebcile [seçkin konuma] geçebilmesi ancak
pahalarının harikulade yüksek olmasından dolayı - ehl-i hibre [ uzmanlar, bilirkişiler] tarafından
satın almaya Müze muhassasatının [ödeneğinin] badelmuayene [denetlendikten sonra] kıymet ve
adem-i kifayesi [yetersizliği] hail [engel] olduğu mükemmeliyetlerinin tasdikine vabeste [bağlı]
cihetle onların kopyalarının, iktidar-ı sınaileri olacağı da mesmuattan bulunmuştur
[sanatsal gücü] müsellem [yeterli] kimselere sipariş [duyurulmuştur]. Elhasıl elvah-ı nefiseye malik olan
edilmesi teemmül olunmuştu [düşünülmüştü] . zevat, bu eserlerini beray-ı teşhir [sergilemek için]
1 326 [ 1 9 1 0] senesi devre-i ictimaiyesinde sabık işbu salona tevdi eyledikleri [gönderdikleri] surette
İstanbul mebus-ı muhteremi Zehrab Efendi, bu fikri hem o gibi asar-ı nadirenin hüsn-i muhafazası temin
tercihen maarifperverane bir teklifte bulunması olunmuş, hem de meşherin [serginin] tevsiine
üzerine bu tasavvur-ı güzin dahi Meclisçe mazhar-ı [genişlemesine] hizmet edilmiş olacağı aşikardır.
kabul olarak Müze bütçesine her sene yüz bin
kuruştan ibaret tahsisatın zam ve ilavesi karargir Sanayi-i Nefise Mektebi tarih-i sınaat muallimi
oldu [kararlaştırıldı] . Vahid
Bu cihetle Müze idaresi Maarif Nezaretinden telakki
eylemiş olduğu emir üzerine Avrupa ' nın en meşhur
ve maruf galerileriyle muhabereye [yazışmalara]
girişerek bidayeten [öncelikle] ezmine-i kadime
[eskiçağ] esatizesi [ustaları] asarının [eserlerinin]
istinsahına [kopyalanmasına] teşebbüsle Bedin,
Paris, Münih, Viyana gibi merakiz-i sınaiyeye [sanat
merkezlerine] müteaddit tablolar sipariş eyledi ve
istinsahına karar verilen tablolar ise ancak salifü'z
zikr [zikredilen] müessesat-ı meşhure müdürleri
canibinden [tarafından] kemal-i itina ile intihap
edilmiş erbab-ı sanata yaptırılmaya ibtidar olundu
109
S A N AY İ - İ N E F İ S E M E KT E B İ 1 N D E
KÜŞADI MUSAMMEM GALERİ İCİN
Ressamlığın terakkisine medar [yardımı] olur diye Watteau'nun sihirkar haletiruhiyesini kopya etmek
bir resim galerisi vücuda getirmek isteniliyormuş. kabil midir? Bu üstatların eserlerinden ne kopya
Bunun için de Avrupa'ya kopyalar sipariş edilmiş. edilebilir? El işi nokta-i nazarından olan sanatları mı,
Cüzi hayat-ı sınaiyemizin [sanat yaşamımızın] yani nasıl çalışmış olmaları mı? Fakat bir vasıta-i
inkişafı için bir muhit teşkil edecek bu yenilik, bu ifadeden ibaret olan bu cihet bunları canlandıran
mühim mesele üzerine biraz sarf-ı zihin edersek ilham bulunmadıkça neye yarar? Bu olsa olsa
faidesiz zahmet etmiş olmayız. Bilakis . . . piyanistlerin başlarken 'gam' yapmaları kabilinden el
Galeri teşkili haddi zatında pek güzel bir teşebbüs, alıştırmaya pek cüzi bir hizmet eder. Yoksa kopya
ahaliye, sanayi-i nefise talebesine bir education pek boş bir fikirdir. " 1
artistique - terbiye-i sınaiye [sanat eğitimi] vermek B u sözleri elyevm [bugün] berhayat-ı güzide
için en güzel vasıtalardan biridir. Hele ressam olmak [yaşayan seçkin] bir Fransız ressam söylüyor. Bunun
97 isteyen gençlerin bundan edecekleri istifadenin ne ne kadar doğru olduğunu bir kopyanın, aslına ne
kadar azim [büyük] olduğunu söylemeye hiç hacet kadar benzerse yine onun soluk bir hayali olmaktan
yoktur. Muharrirlere, edebiyat müntesiplerine kurtulamadığını kopistlerin en sevgili mabetleri olan
kütüphaneler ne hizmet görürlerse, müzeler, galeriler Louvre 'da bizzat gördüm. Yaşlı, fırçasına hakim bir
de ressamların, sanayi-i nefise erbabının ( buradaki ressam olduğu aşikar bir ecnebi, Van Dyck
sanayi-i nefiseden maksadım bilcümle sanayi-i salonunda Rubens'in " Marie de Medicis 'in
hissiyedir. Edebiyat, tiyatro da dahil olduğu halde) Portresi"ni kopya ediyor idi. Merak ettim. Ne
aynı suretle işine yararlar. Esatizenin [ustaların] dereceye kadar muvaffak olacağını görmek için
tabloları, ressamların kitaplarıdır. Güzel eserleri çok vakit vakit gider, yanında, arkasında durur, bir asla,
okuyan, iyi yazdığı gibi, nefis levhaları çok gören de bir de kopyaya dikkat eder idim. Nihayet iki ayda
iyi resim yapar (tabii mhier nokta-i nazarından ) bitti. Netice de şudur: Bir resmin karşısına temiz ve
binaenaleyh muhterem müteşebbise pek çok renkleri asla tebdil etmeyen [değiştirmeyen] büyük
teşekkürler ederiz. Yalnız şunu söylemek isteriz ki bir ayna vaz ediniz [koyunuz] , o resmin aynadaki
Halil Beyefendi bu hususta bütün hüsnüniyetlerine, hayali aslına ne kadar benzer ise bu zatın yaptığı
samimi gayretlerine rağmen hatalı bir yola kopya da aslına o kadar müşabih idi [benziyordu] .
düşmüşlerdir. Fakat bir tabloda bulunması elzem olan, bir levhaya
Bir resim müzesi kopyalarla dolacak olursa bundan eser-i nefis namını verdiren, bir vücudu canlandıran
biri ahali, diğeri ressamlar için büyük zararlar çıkar. o tarif edemeyeceğim şey, ruh yok idi. Bunu başka
Halk ve halkla beraber muhitsizlik neticesi olarak defa da yine Rubens'in " Lut'un Firarı" unvanlı
ressamlık hakkında doğru bir fikirden mahrum tablosunun istinsahında gördüm. Bunu kopya eden
bulunan mübtedi [yeni] ressamlar letafetsiz, barid zat sanatına vukufu ile o derece tanınmış idi ki
[soğuk] , adeta bir kadavra gibi ruhtan ari [arınmış] yanında daima genç, ihtiyar, kadın, erkek ressamlar,
birtakım şeyler göre göre sanayi-i nefise hakkında ya amatörler bulunur, ağzından çıkacak her kelimeyi
yanlış bir fikir peyda ederler yahut hiçbir fikir bir ehemmiyet ile dinlerler. Zaten bu kopya
edinemezler. Filhakika bir arslanın nasıl bir havyan bahsinde daima böyle ressamları zikrediyorum.
olduğunu hakkı ile anlamak için onun ölüsünü Atölye şakirtlerinin [öğrencilerinin], on beş yaşında
görmek asla kifayet etmez. Amirane oturuşu, matmazellerin yahut ihtiyar mösyölerin, madamların
azametli bakışı, bazen ağır ve vakur yürüyüşü, icap yaptıkları şeyleri nazarı itibara almıyorum. Velhasıl
edince yıldırım gibi seri ve nihayet derecede yumuşak bu zat da öteki gibi aslın ruhsuz bir tekerrüründen
hareketlerle koşup sıçrayışı velhasıl hayvanın bütün ibaret bir şey meydana getirdi. Jordaens' ın " Kral
karakterleri, bütün arslanlığı üzerine tam bir fikir İçiyor" unvanlı levhası da aynı netice ile istinsah
peyda edebilmek için dirisini görmeli. Tıpkı bunun edildi. Bu hususta daha iyi bir fikir peyda
gibi bir eser-i sanatın, bir tablonun hakiki edebilmeleri için galerimizin muhterem müessisinden
manası[nın] ne olduğunu, bunun ne işe yaradığını ne şunu hassaten rica ederiz ki Paris' i bir daha teşrif
için yapıldığını layıkıyle anlayabilmek için ölüsü olan ettikleri zaman, evvela Louvre'da on dokuzuncu asır
kopyasını değil, fakat dirisi olan orijinalini görmeli. salonunda 2 1 3 numaralı tabloyu, Fransız ekolünün
" Çünkü bir levhadan ne kopya edilebilir! Bir tabloda meşhur koloristi Delacroix' nın "Ehl-i Salibin
en evvel aranılan, en evvel sevilen şey ne desen, ne de İstanbul'a Duhulü " unvanlı bu pek tanınmış eserini
rengidir. Yalnız o tabloyu vücuda getirirken gördükten sonra, Versailles'a kadar ihtiyar-ı zahmet
sanatkarın uğradığı heyecandır, haletiruhiyedir. edip [zahmete katlanıp] Ehl-i Salib Salonunda 1 204
Ahval-i ruhiyenin istinsah edilebilmesine numaralı tuvali tetkik buyursunlar. Bu ötekinin
[kopyalanabilmesine] kim ihtimal verir. Bir çiçek kopyasıdır. !ki tuvalin mukayesesi bir galeriye
rayihasının, bir tambur sedasının tuval üzerine nakli
nasıl mümkün değilse, bu da o derece imkansızdır.
Mesela Velazques' in parlak, muhteşem, pür letafet; 1 J. F. Raffaelli. "Bir artistin Louvre'da gezintisi " .
1 10
BALIKÇI "Pecheur "
Çizgi - İzzet Bey 'in "Dessein de izzet Bey "
birçok kopyalar doldurmaktan ise az miktarda vakıf bir muallim ressama istinsah ettirilir ve
orijinal eser alınması bin kere müreccah [tercih müzenin bir köşesine vaz edilir [konur] . Zairler
edilir] olduğunu celi [açık] bir surette meydana [ziyaretçiler] orijinalleri gördükten, bunlardan
koyar ve sözümüzün ne kadar doğru olduğunu tereşşuh eden [yayılan] türlü türlü hisler ile
teslim ettirerek bu satırları yazmak cüretimizi mütehassis olduktan [etkilendikten] sonra kopyaya
a ffettirir. da, artistin bunu ne suretle kompoze etmiş olduğunu
9 8 Kopyanın cüzi faidesi varsa o da ancak görmek için, bir nazar atfederler.
yapanlaradır. Halbuki evvela yapanlar bizden Hatta bu noksanları itmam [tamamlamak] için,
değildir. Saniyen [ikincisi] bizden bile olsa burada mesela Rembrandt, Jordaens, Van Dyck gibi kadim
bir iki kişinin istifadesi değil, bütün bir milletin ressamların bazı eserlerinin bulunmamasından hasıl
istifadesi mevzubahistir. Galeri bütün milletindir. olan boşluğu doldurmak için Fransa sanayi-i nefise
Bütün millete faidesi olmalıdır. heyeti Louvre'a bir mihver üzerinde müteharrik
Vakıa bir müzede yüz orijinal eser yanında iki de [hareketli] küçük çerçeveler içinde fotoğrafı yahut
kopya bulunduğu bazen görülür. Fakat bu yalnız şu daha başka vasıtalarla çekilmiş yekrenk [tek renk]
halde vakidir: Mesela bir ressamın sekiz tablosu reprodüksiyonlar vaz etmiştir. Büyük büyük
orada bulunur da en meşhur bir kompozisyonu da masraflarla yağlıboya kopya yaptırmamıştır.
tesadüfen başka bir millet elinde olur. Bu noksanı Halbuki biz öyle değiliz. Tasavvur buyrulsun ki
tamamlamak için sanatın el işi cihetine mükemmelen ressamlığın ne demek olduğunu daha hiç bilmeyen
111
. Dtsıın _ _, . _,,,,
bir milletin gözü ruhtan, histen ari [uzak] birtakım çarptırmak için öyle usulleri vardır ki bunları
99 soğuk şeylerle açılırsa sanat hakkında ne fikri peyda bilmeyen ressam ne kadar dikkat ederse etsin, o
olur, ahali resmi nasıl sever? Böyle şeylere gözü şayan-ı hayret tabloları rengi rengine tekrar edemez.
alışan insanlar yarın öbür gün hakiki bir resim ile Mesela Delacroix' nın Louvre ' daki "El Cezire
yalandan resmi yan yana gördükleri zaman iyisini Kızları" unvanlı tablosunda kadınlardan birinin
kötüsünden nasıl ayırt edebilirler. Böyle şeylerle bir giydiği pembe zemin üzerine serpme yeşil çiçekli bir
millete nasıl olur da bir edükasyon artistik küçük gömleğin latif bir ahenktar gri levni [rengi]
[ education artistique] verilebilir? Sonra biz ressamlar bir hayli kopistin ümitsizliğini mucip olur. Çünkü
tablo vücuda getirirken bir müşküle tesadüf edip de bunlar renklerin imtizaç [uyuşması] kanunlarına
bunu hal için müzelere aman dediğimiz vakit vakıf değildir. Ve bu gayri kabil-i tavsif [nitelenmesi
muhtaç olduğumuz nasihati ölülerden mi alacağız? mümkün olmayan] rengi palet üzerinde aramakta
Yazık bizim halimize. ısrar ettikleri için tabiatiyle muvaffak olamıyorlar.
Burada ikinci bir cihet daha vardır ki o da kopyaları Bilmiyorlar ki aradıkları güzel ton pembe zemin ile
kimlerin yapacağı meselesidir. Bu işi başa yeşil çiçeklerin ihtilat-ı basarisinin [karışımının]
çıkarabilmek için "telvin ve televvün" nazariyatına muhassalasından [sonucundan] ibarettir.2 Bu
[kuramlarına] vukuf-ı tam lazımdır. Koloristlerin tablonun önünde dokuz ay çalıştıktan sonra roo
öyle hayalleri vardır ki, nazar-ı dikkati celp etmesi meyusane [umutsuzca] ricat eden [geri çekilen] bir
matlup olan [istenen] renkleri daha ziyade göze Fransız'ı gözümle gördüm.
l 12
Vaktiyle I. François da sanayi-i nefiseye gayet na ıl esen yapını lar, yekdiğerine yakın bir kırmızı
meraklı olduğundan Fontenbleau Sarayında bir ile bir yeşili. bir an ile bir moru, bir mavi ile bir
galeri vücuda getirmek istedi. Fakat o doğru hareket turuncuyu na ıl yakı tırmışlar. "
etti. Ecnebi memleketlerinden, bahusus [özellikle] Hem bir cihet daha var: Kudema-yı esatizeyi [eski
ltalya' dan pek çok eserler satın aldı ki Louvre' un ilk ustaları], klasikleri tanımak için yaptırılan kopyalar
çekirdeği bunlar oldu. Kopyalar almadı. Bizim de arasına Chardin'ler, Chaplin'ler neden karışıyor.
aynı suretle hareket etmememize mantıki sebep ne Vakıa Chardin koloristtir, tablolarında latif bir
olduğunu bir türlü anlayamıyoruz. nesim [esinti] vardır. Fakat klasiklerin kavi [sağlam],
Bir de diyelim ki bu kopyalar eski üstatların, pürüzsüz deseninden, büyük kompozitörlerin
klasiklerin tarz-ı tefekkürleri, tarz-ı terkibleri, elvanı ahenkli terkiplerinden mahrumdur, bu bir
birbirine nasıl ısındırmış oldukları hakkında bir fikir natürmortçudur. Chaplin ise koloriyeden [colorier]
vermek için ısmarlanmıştır. - Zaten bir kopya kabil [renkli resim yapmadan] de binasiptir [nasibini
değil bundan başka bir işe yaramaz - o halde bu almamıştır] . Biraz zarafetten başka bir şeyi yoktur.
hissi bir parça değil, bir şiir numunesi, bir müntehip Ve o halde denemez ki bu istinsahlar eski üstatları
[seçilmiş] parça değil, bir nahv [tarz, üslup] dersidir. memlekete tanıtmak için yaptırılıyor. Velhasıl bu
İnsan böyle bir levhaya baktığı zaman zerre kadar hususta halkın zihnini açmak vazifesi biz ressamlara
heyecan duymaz, çünkü bu maddileşmiş bir şeydir. terettüp ettiği [düştüğü] için kopyalar gelip de galeri
Kavaid [kurallar] dersinde Çamlıca'nın üzümü açıldığı günden itibaren bunları şiddetle tenkit edip
derken gözü yaşarmış kim vardır? Bundan yalnız ahaliye bağırmak, sakınınız, oraya gitmeyiniz,
resim ile uğraşan istifade eder. Hatta bunun içindir ruhsuz birtakım cesetler göre göre hislerinizi
ki Paris'te kopyalar yalnız sanayi-i nefise mektebinin köreltmek, öldürmek istemezseniz Müzenin resim
salonlarındadır. Müzelerde bir iki taneden gayrı kısmına ayak basmayınız, demek de yine bizim
yoktur. vazifemiz olacaktır ve bunu istemeyerek yüz bin
Halbuki burada bütün bir milletin sınaat [sanatlar] teessüfle yapacağız. Nezaketinin, fazlının,
nokta-i nazarından terbiyesi mevzubahistir. Halk hayırhahlığının meclubu [tutkunu] bulunduğumuz
böyle şeylerle ressamlığın hakiki manasını muhterem Müze müdürümüze karşı pederinin
anlayamaz, binaenaleyh resmi sevemez, sevemediği hasbelbeşeriyet [insanlık gereği] vaki bir hatası
için de sınaat erbabından bir şey talep etmez. üzerine ayaklanan evlat hissiyle üzüle üzüle
Ressamlar da rağbetsizlik yüzünden yine şimdi yapacağız.
oldukları derecede kalırlar. Daha tabii, daha mantıki
olarak orijinal eserler ile evvela ahaliyi uyandırıp H. Avni
rağbeti artırdıktan sonra ressamlara denemez mi,
"E, gayrı çok oluyorsunuz, işte talep var. Şimdi size
düşen sanatkarı terakki ettirmektir. Bunun için de
kadim üstatların kopyalarından hususi bir galeri
yaptık. Gidin, görün, bakın nasıl kompoze etmişler, 2 "Tabiatta ve Sanayi-i Nefisede Renkler", sahife 30.
Ş E H İ D - İ SANAT
Küçük Hikaye meşher-i hüsnü olmuştu.
Pertev, figürde pek kıymetli bir istidat göstermekle
Ta altı seneden beri, henüz Sanayi-i Nefise beraber, mektepteki aksakallı, başı yemenili,
Mektebi'ne girmeden aralarında bir mühr-i şegaf buruşuk yüzlü modellerden başka tersim ettiği
[büyük aşk], zevalsiz [sonsuz] bir şems-i mukarenet yegane çehre, evza-ı muhtelifesiyle [çeşitli
[yakınlık] doğmuştu. duruşlarıyla] tasvir etmeye yetişemediği hazine-i
Pertev, Mahmedet' ten yedi yaş kadar büyük . . . Evet, melahat, açık kumral saçları, onunla ahenktar, uzun
yedi yaş kadar büyük amma Mahmedet'in kirpiklerle muhat [çevrili] gözleri, beyzi [oval]
gözlerinde lemapaş olan [parıldayan] zekaya, yed-i çehresi, samur kaşları, o rih-i şiiriye [şiirsel
kudretin o küçücük kalbine sığıştırdığı muhabbetin rüzgarıyla] hissolunacak derecede rakik, pembe
azametine karşı Pertev maddeten değil, fakat manen cildi, mevzun kametiyle [boy bosuyla] bir kıyamet
küçülüyordu. olan Mahmedet'ten başka bir çehre nakşetmemişti.
Pek yabancısı değil, amcasının kızı . .. Pertev'in en Pertev bir gemici çocuğu idi, altı yaşında iken
kıymetli modeli olmuştu. Muhtelif pozlarda yüzlerce validesini kaybetmiş, pederi, merhume refikasının
resmini yaptı: " Çoban Kızı " , "Muhabbet Perisi " , [eşinin] bütün hatıra-i ziruhunu [canlı hatırasını] bir
"Venüs'ün Rüyası", "Kalipsonun Bahar Tuvali" yerde bırakmamış, senelerce gemide beraber
namları ile tersim ettiği cesamet-i tabiyede [bire bir gezdirmişti. Pertev bir miço gibi direklere çıkar, roz
ölçülerde] tablolardan başka, nimüryan [yarı üryan], yelken kullanır, dümen tutar, kürek çekerdi. Zaman-
dekolte, fas, profil, truvakar, irili ufaklı bir yığın ı tufuliyetini [çocukluğunu] deraguş eden
elvah [tablo] ile Pertev'in odası adeta Mahmedet'in [anımsatan] bu hatıra, denizlerde yuvarladığı bu
1 13
/c,· bel l 'ar LJ>hd ı ı U t c ı ı d i . prnİL'''cıır .·ı l 'c·C< ı l c de-; lkaıı\ ,\rlt'
�
�
ZEYBEK
Sanayi-i Nefise Mektebi muallimlerinden Osgan Efendi'nin
1 14
hayat, bu sekiz senelik hayat-ı bahriye Pertev' in [ertesi] refikası [eşi] ile seyahate çıkmak istiyor!
kalbinde unutamadığı bir mazinin, meltemli, güneşli, !ki muhtelif adet, iki muhtelif fikir! . . Kadın, oğlu
dalgalı, fırtınalı bir mazinin, bir mazi-i layemutun gibi elinde büyüttüğü damadına diyor ki:
[ölümsüz geçmişin] izlerini bırakmıştı. Sanayi-i " Aman Pertev, deli olma! Herkes düğüne gelecek,
nefiseye, resme intisabından sonra, mazi zannettiği gelin güveyi iki gün evvel yola çıkmışlar! . . Evladım
sabavetinden [çocukluğundan] koparılmış o ömür böyle boş evde düğün yaptığımızı görenler vah bize
parçasının bütün hissinde terk ettiği intibaatın çıldırmış derler! . . Nefise Hanım'a yenge olacaksın
asarını [izlerini] gördü. En ziyade duyarak yaptığı dedik, zavallı kadın bu yaştan sonra bir yengelik
tablolar bahri (marin) olanlardı. Mahmedet'in için gurbetlere mi gitsin ? "
resmini yaparken fırçasını dokunduğu her noktada Pertev buna mukabele ediyor, yengeye filana lüzum
hayal-i garamından [aşkın hayalinden] bir cüz olmadığını, bu gibi adat-! garibenin [garip adetlerin]
bulduğu gibi, deniz levhaları tasvir ederken izdivaçta matlup olan [istenen] nezaheti [inceliği]
fırçasından feveran eden her dalganın üzerinde rahnedar edeceğini [zedeleyeceğini] bir lisan-ı
hayatından bir parça yuvarlandığını hissederdi. münasiple kayınvalidesine anlatıyordu. Bu mesele
Pertev tamam yirmi dört yaşındadır. Ağır tabiatlı, birkaç günler hallolunamadı, netice, ikisi ortası bir
ciddi tavırlıdır. Bazen ailece ufak bir gezme şeye karar verildi: Düğün olacak, leyle-i inikadın
yaparlar. Yolları deniz kenarına uğrasa, sahil [düğün gecesinin] ertesi günü seyahate çıkılacak.
kayboluncaya kadar Pertev de hoppalık, çocukluk Nefise Hanım da bu yolculuğa iştirak edecek.
asarı [kalma izler] bir neşe-i tıfılane görünüyordu . . .
Bu garip hissin tercümesi pek müşkül değildi. Pertev • •
olunan gaye-i sanat, şu işittiği birkaç kelime-i bizim zevç ve zevceye pek dilrüba [gönül alıcı] bir
taltifkaranenin zemzeme-i şapasından [tumturaklı cümle teşkil eylemişti. Pertev hem resim yapıyor,
gürültüsünden] ibaret olduğunu biliyor; bundan hem Mahmedet' le maziye nispetle daha laubali
sonra açlığa, sefalete tahammülden başka bir şeye konuşuyorlardı.
muvaffak olamayacağına aklı eriyordu. Fakat yine Yavaş yavaş semanın bir ciheti matem mektubu gibi
sevinç, neşe, bütün alaim-i mesudiyet [mutluluk karardı. Henüz öğle olmamıştı ki hatırı sayılır bir
izleri] çehresinde nümayan [görünüyor] idi. fırtına baş gösterdi. Yolcularda asar-ı telaş,
Pertev'e bir gün tesadüf edenler büyük bir mükafata çehrelerde alaim-i ıztırab görülmeye başladı. Hatta
mazhar olduğunu, atiden [gelecekten], istikbalden gemi mürettebatı bile elemden azade kalamamışlar
emniyetini vazıhan [açıkça] görürler idi. Filhakika bu iken Pertev'in yüzü bilakis gülüyordu.
da doğru idi . . . Amcası mektebi ikmal edince Bu fırtına epeydir arzu ettiği bir hadise idi. Boya
[tamamlayınca] Mahmedet'i kendisine vereceğini vaat takımını alacak, grandinin çanaklığına çıkacak,
etmişti. Pertev'in gaye-i emeli de bundan ibaret idi. resim yapacaktı. .. Mahmedet'in ibramına
[zorlamasına], süvari ve ikinci kaptanın ricasına
• •
rağmen o, fikrinde sebat ediyor, ısrar ve istirham ile
müsaade istiyor. Nihayet muvaffak oldu. Eski bir
On beş gün sonra düğün olacak, Mahmedet'in gemici gibi iplere sarıldı, çıktı, yukarıdan attığı iple
bütün levazımı tehiye edilmiş [hazırlanmış] . . . boya kutusunu da aldı.
Evde halledilecek en mühim mesele: Fırtına her an tezayüt ediyor [artıyor], rüzgar
Mahmedet'in validesi oda döşüyor, işçiler tutuluyor, direklere çarptıkça vahşi bir seda çıkarıyordu. Bir
misafirler davet ediyor. . . Pertev nikahın ferdası aralık geminin makine dairesinde bir tarraka işitildi.
1 15
Çarkçılar ve taifede bir koşuşma, bir heyecan yere yıkıldı.
göründü. Birtakım b'ezler, halatlar taşıyorlar, Bir dakika sonra adali [adaleli] bir gemici kolları
geminin heyet-i umumiyesinde meşum hareketler arasında son kalan sandala naklolunan
müşahede olunuyordu. Arası çok geçmedi, Mahmedet' in dul kaldığından haberdar bile değildi.
bağrışmalar, gırivler [haykırışlar] arasında sandallar
mayna edilmeye başladı. Kamaraların kapılarını • •
söküyorlar, ambar kapaklarını koparıyorlar,
yekdiğerine iplerle alelacele raptederek denize On gün sonra Beyrut'tan lstanbul' a gelen bir Fransız
atıyorlardı. Herkes bununla meşgul olduğu bir vapurunun bordasında mahzun bir kadın görürüz.
sırada Mahmedet grandi direğinin altında acı acı Vazifesini ikmal etmiş bir cellat gibi sakit [sessiz]
bağırıyordu: duran denize nazarını dikmiş, güya ka ' rında
" Pertev, ne duruyorsun insene, batıyoruz. " [derinliklerinde] bir şey arıyor, gözlerinden sath-ı
Pertev hala meşgul, hiç ! . . Ne bir cevap ne bir rakidine [durgun yüzeyine] ateşin damlalar
hareket! .. Güya elindeki fırça, önündeki tuvaliyle dökülüyordu.
beraber tahaccür etmiş [taşlaşmış], bitmişti. Dört tarafı ufukla muhat [çevrili], azim [devasa] bir
Sandallar, kapılardan, ambar kapılarından yapılan havza [havuza] Mahmedet mırıldandı.
sallar insanlarla dolmuş, geminin yanında son " Bir şehid-i sanat için ne ali bir mezar, fakat o
sandal kalmıştı. hakikatte benim kalbimde, benim ruhumda
Hala canhıraş tazarrularında [yalvarışlarına] devam medfundur [gömülüdür] . "
eden Mahmedet de güvertede patlayan bir dalganın
sadmesine uğrayarak başını direğe vurdu, olduğu A. Kemal Emin
Mesul müdürü
Ressam Osman Asaf
1 16
• • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • •
•
• •
• •
• •
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
• •
�x;:; J -C >
• •
,\\ ıı•;, ele Loııclı«•, Le traııclıaııt dıı Ci ıııcterrc J-faıııdi Bey.
• •
• • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • •
•
117
ŞEHZADE TÜRBESİNDE Hamdi Bey
Dans le turbe des en(ants
1 18
Merhum Mahmud Celaleddin Paşa 'da Hamdi Bey
Achete par Djelaleddin Pacha
119
Liverpool Müzesinde MÜTALAA Hamdi Bey
Musee de Liverpool Lecture
1 20
Ayan Aza-yı kiramından Şehzade Abdülmecid Efendi
Üstad-ı muhterem Ekrem Beyefendi hazretlerinin
Poete Ekrem Beyefendi Senateur
-
par S. A. 1. Abdul Medjid efendi
121
Mahdumu Edhem Bey 'de Hamdi Bey
Collection de Edhem Bey, fıls du peintre
1 22
Kerimeleri Leyla Hanımefendi 'nin koleksiyonundan Hamdi Bey
Collection de Leila Hanoum fille du peintre
-
KAPLUMBAGA MÜREBBİSİ
Hamme aux tortues
123
Amerika 'da Baston Müzesinde Hamdi Bey
Mus. de B ostan
TENEZZÜHTE KADINLAR
Femmes Turques en promenade
124
Londra Müzesinde ÇEŞME-İ AB-I HAYAT Hamdi Bey
Mus. de Londres Fontaine miraculeuse
1 25
OSMANLI RESSAMLAR CEMİYETİ GAZETESİ
NUMARA 1 2
2 5 NİSAN SENE l 3 2 8 İKİNCİ SENE
[ 1 9 1 2]
İN K İ S A R
127
Üstad-ı binazar Yesari merhumun asar-ı bediasından
Un ehe( - d'oeuvre de feu Yessarie
daha müessir bir manzara mevcuttur ki o da nefais-i kalemiyesiyle memleketimizi tezyine himmet
Şeyhülislam-ı esbak [eski şeyhülislam] Yahya Tevfik eylemiş olan üstaz-ı celilü ' ş-şan [yüce isimli üstat]
Efendi merhumun eski Ali paşa ' da ki medresesine Mustafa Rakım Efendi 'nin Zincirlikuyu civarındaki
muttasıl [bitişik] bulunan hazirenin [mezarlığın] kendi türbesi bile harabezar denilecek bir haldedir.
halidir. Bunlar, şu perişanlıkları ile beraber bugün yine
Müşarünileyhin ailesine mahsus bir habgah-ı manevi mevcuttur. Birtakımı ise esasından bitmiş, gözlerden
[manevi kabristan] olduğu anlaşılan bu mahallin nihan olmuştur [kaybolmuştur] . Ezcümle
cadde tarafındaki pencerelerinin üst tarafları bütün Çiçekpazarı 'nda bulunan ve cenabı Rakım'ın hatt-ı
bütün yıkılmış ve üstad-ı mükerrem Yesarizade münevverine malikiyetiyle uyun-ı iştiyaka [şevkli
merhum Mustafa izzet Efendi' nin celi hatt-ı talik ile gözlere] arz-ı şükllfe-i letafet etmekte [latif çiçekler
yazdığı ehadis-i şerifenin [hadis-i şeriflerin] mahkuk sunmakta] olan bir çeşme kökünden kaldırılmış,
bulunduğu taşlar, hazirenin iç tarafına düşmüştür. yerine diğer bir bina ikame edilmiştir. Balasındaki
Takriben üçer arşın tulünde [yüksekliğinde] bulunan [üstündeki] yazılı taş da nabedid [görünmez]
bu taşlar, yüzlerini kıymetnaşinaslara göstermemeye olmuştur. Sadhezar [yüz bin kere] teessüf. . .
çalışır bir halde birbiri üzerine kapanmıştır. Cihanlar kıymetinde bulunan b u asar-ı milliyenin
Ehadis-i nebeviye [Peygamber hadisleri] senelerden erbabı marifetiyle tamir ve ihyası vecaibdendir
beri yerlerde yatıyor. Nefaset, hak-i hakaretde [görevlerdendir] .
[hakaret toprağında] hazin hazin ağlıyor.
A hlaf sana dilersen etsin hürmet
B u hale ruh-ı Yahya eyliyor nefrin-künan feryad Eslaf-ı kirama da'im eyle ta'zim
Merhum müşarünileyhin ahfadından orada yatan Ahval-i mesrudeye [aktardığımız duruma] Evkaf
bir zatın nefis hatt-ı talik ile yazılmış ve o nispette Nezaretinin vakf-ı enzar-ı dikkat eylemesini
güzel hakkedilmiş olan taşı yerden çıkmış. [dikkatle eğilmesini] can ü dilden temenni ey!eriz.
Düşmesine bir ağaç mani oluyor. Güya ki bu asar-ı
celilenin yerlerde yatmasından naşi zamanlardan Şerif Abdülkadirzade
beri lisan-ı hal ile eylediği iştikayı [şikayeti] kimseye Hüseyin Haşim
işittirememiş de:
128
BAHRİYE MÜZESİ
Her dinde, bilin ki ilim mukaddestir. Olmuşu, olacağı 4 Istimli gemi modelleri. Padl (yandan çark)lı,
-
her ilim ve fenni bilir. Hakkın, sayıya sığmayan, o uskuru (kıçtan çark)lılar.
güzel adlarından biri de bilgiç (alim)dir. Eski Yunan 5 Havuzlar, doklar, dar ağaçları, kızaklar, göz
-
ve Romalılar tek tanrının her bir kudretini birer aletleri, çekek yerleri modelleri.
mabuda verirler, her mabudu, birer put ve alametle 6 Zincir, demir, gomene, kilit, yağ, ceviz, kasa,
-
gösterirlerdi. işte bu sırada ilim, fen, şiir, musiki, makara, palanga, ırgat gibi gemicilik eşyası örnekleri.
nazik-i sanat, oyunu da " Mousa" dedikleri altı 7 Gemi modellerinin her birinin yanına içten
-
mabudun kullara vergisi diye inanırlar ve ayrıca görünüşler (mukattalar)ını [kesitlerini] gösterir
bunlar için yapılan ibadethaneye " Museum" derlerdi. modeller konulmalı, üzerine planları asılmalı.
Bu ad sonradan sonraya ilim, fen, sanat, tarih 8 Son devir zırhlılar, kruvazörler, vapurlar
-
uğrağı yerde olmalı. Sonra müzeye konulacak şeyler, 4 Demir, çelik, zerre örnekleri ve ocak modelleri,
-
sınıfı sınıfına, ayrı ayrı dizilmeli, koltukçu dükkanı bu odaların duvarlarına da planlar, büyük
gibi olmamalı. Bir sınıftan eşya ayrı bir odaya, hiç makinistler, harpte bulunmuş çarkçı zabitleri
olmazsa ayrı bir sıraya konulmalı. Sözün gelişi bir resimleri asılmalıdır.
kahramanın kılıcının yanında bir " sekstant" hiç
yakışık almaz. Ben seyr-i sefain aletlerini görmek için Dördüncü: Silah dairesi
gitmişim. O aletlerin hepsini bir yerde, hizmet, tarih
sırası ile dizilmiş bulmalıyım. Başka bir şey 1 Eski topların örnekleri, topun geçirdiği devirlerin
-
görmemeliyim, gözüm başka bir şeye ilişmemeli. tarih sırası ile, modelleri ve kızak modelleri.
Bunun için bir Bahriye Müzesi baştan birkaç daireye, 2 Elde kullanılır silah örnekleri.
-
o daireler de şöylece oda veya sıralara ayrılmalıdır: 3 Tane [top mermisi] örnekleri, mukattaları
-
modelleri.
Birinci: İlim ve fen dairesi 4 Tıpa örnekleri ve mukattaları modelleri.
-
işaret aletlerine kadar. 8 Burlota (ateş gemisi), rampa kanca, baltası model
-
w8 2 - Ilm-i heyet (astronomie) odası. Rub-ı daire ve örnekleri bu odanın duvarlarına gemi ve makine
tahtasından son rasathane teleskopuna kadar. dairelerindeki gibi yakışık alır resimler asılmalı.
3 Fenn-i seyr-i sefain (navigation) odası. Çıkrık,
-
haritalar, teovdolitler, harita çizmek için bütün aletler. 1 Mübarek ve yadigar eşya.
-
Midye kabuğu, bayağı yosundan, a z bulunur balığa kuşu, kıç levhaları gibi.
kadar örnekler, mumyalar, her denizin ayrı ayrı 3 Düşmandan alınan ganimet eşya ile harp
-
yakışır. Heyet aletlerinin üstüne Barbaros'un resmi 5 Harp olan kıyı ve limanların kabartma
-
İkinci: Gemiler dairesi örnekleri veya resimleri, bu eşyanın her birinin üzeri
yaftalanmalı, kimindir, nedir, ne yıldı, ne günde
1 Osmanlı sularında şimdi ve eskiden işleyen
- bırakılmış, alınmıştır yazılı olmalı.
kayık ve gemilerin biçimlerini gösterir modeller. Bunlardan başka kronoloji levhaları olmalı, bütün
no 2 -Pek eski gemi modelleri, kürek devri tekneler. deniz vakaları yılı ile, günü ile şehit düşen, kazaya
3 Yelken devri gemi modelleri.
- uğrayan belli başlıların adları yazılmalı.
129
·-
Meşahir-i hattatinden Bakkal Arif Efendi merhumun asar-ı nefisine ve sanatkarisinden bir parça
Une oeuvre de Arif efendi calligraphe Turc
Duvarlarına ne gibi resimler asılmalı demek fazladır. pek sapa yerde bulunmasıdır. Bu ilerler, hem pek
Yalnız, bir kahramanın resmi yadigarının üzerine çabuk ilerler, ancak bir kere göz önüne çıkmak lazım.
asılmalı. Epeyce eşyamız var, dışarıdan hediye edecekler de
çok, ancak pek iyi biliyorum ki halkımızın yüzde
Altıncı: Kütüphane ve okuma salonu doksanı bir Bahriye Müzesi'nin olduğunu bilmiyor.
Kendi payıma benim binlerle lira değerinde baba
Burası için uzun söz söylemek istemez sanırım. Yalnız yadigarı bir şeyim var. Bunu yılda bir gelecek
ben burada hiç olmazsa Osmanlılığın girdiği yahut misafirime gösterip övüneceğime her gün yüz kişinin
tarihimizde adı geçen her kıyı, liman, adaların görmesini isterim. Amma şimdi nereye vereyim, neye
portolanlarını bulabilmeliyim. Duvarlarında her vereyim. Ha bizim müzeye hediye etmişim, ha
denizin büyük mikyasta haritaları bulunmalı, bunların bedestende dolaba bırakmışım. Bizim gibi dört beş
Üzerlerinde harp ve kaza olan yerlere işaret konulmalı. denizde on şu kadar bin mil yalısı olan bir milletin
Kütüphanelerdeki kitaplar eski ve yeni olmalarına müzesinin böyle kaldığına biraz sıkılmalıyız. Çünkü
göre olduğu gibi, sınıfına göre ayrılmalı. Her lisanda bundan parasızlığımız anlaşılmaz, anlamamaklığımız
pek faideli olanlarla, hele Osmanlıca yazılmış anlaşılır. Bu para ile olmaz, heves, merak ile olur.
olanların hepsinden birer tanesi bulunmalı. Hele bahriye tarihi bu kadar geniş olan bir milletin
baba yadigarlarının ortaya, hürmet meydanına
Aşçı var, aş var, kap yok konulmadığını ben bir şeye veremiyorum, amma .
başkaları herhalde bir şeye vereceklerdir.
Bizim bir Bahriye Müzemiz var. Kurana, açana
teşekkür olunur. Açılalı on şu kadar yıl olduğu halde Tarih-i Osrnani Encümeni azasından
bir türlü ilerleyemiyor. Birinci ve sonuncu tersanede, Safvet
130
Hamdi Bey BURSA 1 DA YEŞİL CAMİ 1 D E Hamdi Bey merhumun
a la Mosquee verte de Brousse
131
Hİ KMET-İ B EDAYİ
RES İ M VE HAT
III Hat ki insanların yekdiğerine ifham-ı meram tabii hükmüne girdiği şüpheden varestedir [uzaktır] .
[meramını anlatmak] için çizdikleri tasavir Acaba resimde, hatta güzelliğin tarz-ı tatbiki ne
[betimlemeler] ve eşkalin [şekillerin] bir zübdesidir veçhile olmuştur? . . Tasavire güzellik vermek
[özüdür, özetidir] . Daha iptidadan onunla resim yukarıda da söylendiği üzere tabiatı taklit ile
arasında menşei bir tedahül [karışım], mücaneset olabilmiştir. Tabiattan ne kadar uzaklaşıldıysa
[türdeşlik] görmek zaruridir. resmin o kadar hassa-i hüsnü [güzellik hassasını]
Hiyeroglif levhaları tetkik olunduğu zaman tasavir-i kaybettiğini görüyoruz. Hatta, sanat-ı resmin
ibtida [ilk resimler] delalet-i ayniyede bulunurken " Yunanistan'da olsun Roma'da olsun" iptida
kanun-ı tekamül icabınca remzi [simgesi] ve [önceleri] bir sanatkarın taklid-i tabiatla fevkalade
tazammunu [içeriği] delaletleri geçerek nihayet hecai-i bir dereceye vasıl olduğu halde, mücerret tabiatı
delalete vasıl olduğu ve tasavirinde [betimlemede] taklitten inhiraf [sapma] ve sanatkar-ı taklit
gittikçe sadeleşerek yazıyı doğurduğu görülür, olunduğu için ( birkaç devir için tersine bir fasıla-i
anlaşılır; işte bu bizim tekamül) olarak inhitat
yukarıdaki sözümüze bir ettiği [düştüğü] görülür.
burhan [delil] teşkil eder. Resim için pekala taklit,
Fakat bu mesele daha doğrusu temsil
serlevhadaki "hikmet-i olunacak bir modeli
bedayi" sözü ile nasıl bulduk. Hem de geniş ve
alakadar oluyor? Çünkü muazzam bir numune.
hiyeroglif tasaviri ve Fakat yazı için ne
ondan doğan heca yapılacak ? Malum oldu
[heceler] ve huruflar ki yazı tasavirin bir
[h(lrfler], Fenike elifbası hülasası. Tasavir için
[alfabesi] hep ifade-i mademki tabiatın aynına
meram içindi. Onların imtisal ediliyor [örnek
hikmet-i icadı halde alınıyor], mantıken,
[bugün] veya riyaziyeten yazı için de
müstakbeldeki kayıplara eşkal-i tabiiyenin
hep hitap için değil mi idi? esaslarına, zübdelerine
Bizim ise burada [özüne] imtisal edilmek
aradığımız yazıdaki [örnek almak] lazım
güzellik ve onu tevlit gelecek. Müddeamızı
eylediği için resimden ve [savımızı] ispat için hutut
ressamlıktan bilmukayese ı İslamiye'yi [İslam
[karşılaştırarak] hatlarını] misal
bahsetmek. getirebiliriz:
Evet, hiç şüphesiz bu Bizim sülüs yazısında
insanlar, her birerlerine gördüğümüz elif, kamet-i
birer şems-i zeka bahş insanın [insan endamının]
olunmuş olan bu insanlar, zübdesi değil de nedir?
bir şeyi yapmaya Onun da burnu, karnı, beli
görsünler, ifade-i Sultan Aziz cennetmekan merhumun ressam var, ensesi var. Hatta insan
meramlarına tasavir ve Antranik Efendi tarafından pluma [plume] zülfüne mukabil zülfesi bile
badehu [daha sonra] yapılmış bir portresidir var. " y " yi yatmış bir
harflerle nail olmaya Portrait a la plume du Sultan Aziz fait par adama, " ...-9 " yi de
görsünler. Başları Antranike Efendi, peintre Ottoman yaslanmış ve çubuğunu
üzerindeki sema ağladıkça, yakıp keyif getiren bir
akan sular sızladıkça, etrafını bütün zümrütasa insana teşbih edersek [benzetirsek] hiç de hataya
yeşillikler içinde, mütenevvi [çeşitli] ve ötkün düşmüş olmayız. İnsanın başı " Y " veya " ...-9 " nin
hayvanat arasında gördükçe nasıl hiss-i bedii başı, ayakları da kuyruğu olmuş oluyor. Hala
[güzellik duygusu] kabarmasın ? Nasıl ihtiyaç saikası çocukların mektepte beli bükük diye okudukları
" "
ile vücuda getirdiği eşkal [şekiller] ve tasaviri, ..ı beli bükülmüş, rükua [namaza] varmış insana
hurufatı [harfleri] güzelleştirmeye, tabiattan mas ne kadar benzer. Bele nimamut [yarı dikey] bir
[soğurdukları] ve incizap eyledikleri güzellikleri vaziyette bulunan insan ayakları " ..ı " ın kuyruğu bel
onlara tatbike yeltenmesin ? Nasıl musikiyi ve ve bacakları da " ..ı " ın iki kolu olur. " J "da bir
onunla beraber şiiri vücuda getirmesin ? İşte sanat, testinin, " u "da bir çanağın eşkal-i esasiyesi yok
bedayi-i sanat [güzel sanat] onun için bir kanun-ı mudur? .. Daha birçok temsil ve tevcihler
1 32
Hamdi Bey HALI C I ACEM Hamdi Bey merhumun
Le marchand de tapis Persan
yapılabilirse de yalnız şunu ilave edip neticeye [hayranlık verici kuvvet] olmakla beraber sanat-ı
geçelim ki: Hutut-ı İslamiye' nin meahizi [çıkış yeri] resmin tevhid-i hayat ve tesirat cihetiyle sanat-ı
nz olan kufi ile süryaninin hiyerogliften iktibas hatta tefavvuku [bağlantısı] inkar olunamaz.
olunduğuna dair olan Champollion'un " hiyeroglif Mamafih bu tefavvukun o kadar mütebariz ve farklı
fettahı" kavlini yukarıdaki misallerimiz bir kat daha olmadığını da söylemek lazım gelir. Çünkü bir satır
teyit edecek gibi hutGt-ı İslamiye'nin Mısır tasavir-i güzel yazının da bir resim tablosu gibi insanı
hiyeroglifiyesinden nasıl istinbat olunduğunu saatlerce hayran ettiği, hatta düşündürdüğü, neşe
[çıkarıldığını] da gösterir. . . veya kuvvet verdiği vakidir.
İşte yazı da aslı gibi tabiattan güzelliği istihsal Bir de yazıda şu hassa şayan-ı zikirdir ki biz bir
edebilmiş. Fakat yukarıda resim için beyan ettiğimiz yazıya baktığımız zaman sanatkarının, katibinin
sırf taklid-i tabiat nazariyesini yazıda yürütemeyiz. asabi veya halim, şişman yahut zaif, uzun veya kısa
Bunda emir [durum] berakistir [tam tersinedir] . boylu olduğunu istidlal eder [sonucunu çıkarır] ve
yazıda hüsnün ali derecesine mazhar ola bilmek için şu adam seriü'l-kalem [kalemi hızlı] imiş, şu hattat
hattatı, sanatkarı taklitten başka çare yoktur. Fakat ne kadar kavi bilekli imiş, diye hükümler irat eder
bunun da bir haddi var. Sanatkar kudret-i kalemine [ileri sürer] dururuz.
malik olduktan sonra kendinden bazı şeyler ibda Şimdi sanat-ı resim ve hattın hikmet-i bedayideki
etmek [yaratmak] hattatın daire-i salahiyetindedir. [estetik alanındaki] mevkilerini ta yine çalışalım.
Artık ikinci mukayeseye geçelim: Zaten Garb'da vücudara olan hikmet-i bedayi-i
Bizim Şark'ta, bahusus [özellikle] İslamlarda yazıyı fenne [estetik bilimine] orada şiir, resim,
takdis derecesinde bir fikir vardır. Akvam-ı kadime heykeltıraşlık, mimarlık, musiki sanatları ithal
bazı şeyleri hayalar [hayaller] sevkı ile yazı, ağdiye olunur [girer]. Fakat Şark' ın hikmet-i bedayi-i
[yiyecek] gibi şeyleri de ihtiyacatı temin ve ifa fenninde de aynı şuabat-ı sanatı [sanat dallarını]
eylediğinden dolayı tebcil eylerlerdi [yüceltirlerdi ] . bulabilecek miyiz? İkame kanunu hiç şüphesiz
Hiç şüphe olunmaz ki ihtiyaca hizmet eden yazı yine burada da icra-yı hüküm edecek. Heykeltıraşlık
ihtiyacı temin eyleyen resimden efdaldir [üstündür] . sanatı bizde yok. Ressamlık ise denilebilir ki bizde
Çünkü yazıda mevcut olan sadelik v e kolaylığa Sanayi-i Nefise Mektebi ' nin ihdasından
mukabil diğerinde güçlük var. Sonra bir fikir yazı ile [kuruluşundan] sonra tesis edebilmiştir. Hatta
ne kadar iyi ve tamamen ifham edilirse [anlatılırsa] bizdeki ressamlık Garb' daki ressamlığın derecesine
bilakis resim ile o kadar mücanesetli [türdeş], vasıl olabilmek için, ihtimal daha birkaç devir
noksan ifade edilebilir. Resmin güçlüğünü, tekamül geçirecektir. Bununla beraber bizim Şark'ta
noksanlığını düzeltip doldurduğundan dolayı yazı vücudpezir-i alem-i nefaset olmuş [güzel sanatlar
hakkında gerek Müslümanlarda ve gerek akvam-ı aleminde yer bulmuş] birçok sanatlarımız var:
kadimede [eski kavimlerde] bir fikr-i tebcil Hattatlık, hakkaklık, müzehhip ve mücellitlik.
[yüceltme fikri] bulunması pek muhak [yerinde] ve Garb'a imtisalen [örnek alarak] bunları hazf mı
musibdir [isabetlidir] . edelim [ortadan mı kaldıralım], yoksa bizde mevcut
Ama güzellik nokta-i nazarından tetkik edilecek olmayan heykeltıraşlığa bedel [karşılık] hattatlık ve
olursa, her ikisinde de bir kuvve-i sehharane onunla alakadar olan hakkaklığı ikame mi edelim?
1 33
Edirne Sanayi-i Mektebi müdürü Bahriye Müzesi 'nden
ressam Hasan Rıza Bey'in Mus. de l 'Amiraute
Peintre H. Riza
1 34
z r3 Resmin kadim [eskiden kalma] boşluğunu onunla Müslümanlarda bir hikmet-i diniye ve bir incizab-i
pek münasebeti olan tezhiple mi dolduralım? Evet, kalbi ile benam olmuştur [şöhret kazanmıştır] .
böyle olmak ve yapmak lazım gelir. Cenabı Peygamber efendimiz, yazı hakkındaki
Yalnız şurasını da söyleyelim ki, sanat her zaman ehadis-i şerifelerinden [yüce hadislerinden] "El
için sanattır. Yalnız gfınagfın [renk renk, türlü türlü] hattu'l-hesen yuzidu'l-Hakka vadhen" [Güzel yazı
mahasin-i tabiatla cilabahş-ı enzar olan [gözlere Hakkın anlaşılmasını sağlar] hadis-i şerifiyle
pırıltı veren] sanat-ı tezhib [tezhip sanatı], taşların hüsnühattın kadrini ila eyliyorlar [yüceltiyorlar] . Bir
göbeğinden türlü ezhar [çiçekleri] ve tezyinatı fırlatan büyük zat da "El-hattu'l-hesen yuzhibu ani'l kalbi'l
hakkaklık bugün inkıraza [çökmeye] yüz tutuyor. huzni" [Güzel yazı kalpten hüznü giderir] sözü ile
Fakat bu mülkte [ülkede] sanat kalacak ise onlar da hüsnühattın yukarıda bir nebze zikrettiğimiz
kalacak, fakat ihtimal, bir tarz-ı nevin [yeni üslubun] tesiratını ifham eyliyor [anlatıyor] . Bir zat, "Yazı
iktisabı [benimsenmesi] suretiyle beka olacak. Vakıa, cismani bir aletle zahir olur bir hendese-i ruhanidir"
bugün hattatlarımız eskisine nispetle az. Tabii bunun [ruhsal geometridir] diyor. Hakikaten düşünülürse
sebebi matbaadır. Fakat ne fotoğraf makinesi ne kadar doğru. Vakıa kalemin kumandanı zahirde
ressamlığı ilga ediyor, ne de matbaalar sanat-ı hattın [görünürde] elimizdir. Fakat elimiz istediği gibi
defter-i mevcudiyetine hatime çekebiliyor. Bugün çizgileri çıkartabiliyor mu ? Belki bir hendese-i
sanat-ı hat hemen ikisi gibi temadi [sürüyor] ve teali ruhaniye o çizgileri çizdiriyor. Felsefe-i Islamiye'de
eyliyor [yükseliyor] . Lakin şairin: hüsnühat hakkında daha birçok tefekkürat ve
mülahazat var. Lakin burada hepsini zikretmek
Müşterisiz meta zayidir uzun sürer.
Yalnız makaleye hitam [son] vermezden evvel şunu
mısraının medlulünce [anlattığı üzere] revaçtan söylemeliyim ki: "Hayru'l-hattı ma kurie Yazının
-
büsbütün mahrum kalacak olursa, o zaman bu hayırlısı okunanıdır" sözüne felsefe-i sanatda atf-ı
sanayiin inkıraz bulacağında [tükeneceğinde] şüphe nazar olunamaz.
olunmaz. Fakat yine tekrar edelim ki sanat bu
memlekette kalırsa yine kalacak ve sanat da her
zaman için sanat olacaktır. Darülfünun Edebiyat Şubesi mezunlarından
Bilhassa şurası şayan-ı dikkatdir ki hüsnühat Ahmed Süreyya
135
MESAİ - İ F İ KRİYE
I ki bunlar sanatkarın ruhu mesabesindedir
[düzeyindedir] . Bir kere bunlar hasıl oldu mu ferda
Benim nedime-i ruhum tefekküratımdır, yı muvaffakiyet geç kalmaz.
Dem-i tefekkürüm en hôş dem-i hayatımdır. Sanayie [sanatlara] salik [yönelmiş] ve dimağı
mütefekkir olanların her birinde bu iki saikın hasıl
R. A. edeceği netayiç [sonuçlar] bir değilse de aynı
marazın, bünyeleri, sinleri [yaşları], mizaçları
İyi düşünen ve düşündüğünü yapabilen, en iyi muhtelif başka başka vücutlar üzerinde takip
sanatkardır. Böyle yapabilmek için dimağın edeceği devirler gibi, hemen birbirine müşabihtir
münevver, cevval, nafiz [etkileyici] olması, olacak [benzer] .
bir surette terbiye edilmesi, faaliyete alıştırılması İnsanlarda bazı hissiyat ve tabayi [özellikler] vardır
iktiza eder [gerekir] . Bunlar, bu havas [nitelikler] ki şahsidir, zatidir. Bir sanatkarın mesleği
mevcut olunca eşyadaki mahasine [güzelliğe] ruhun şahsiyetiyle, hususiyetiyle imtizaç ederse [uyumlu
incizabı [tutkunluğu] artar. Ruh müncezip [tutkun] olursa] tasvir ve temsildeki iktidar ve kuvveti
olduğu şeye aşk ile merbut [bağlı] kalır. Bu da kendine has bir tarz ve surette vücut bulur ve sırf
sanata muhabbeti tevlit eder [doğurur] . İstiğrak kendine ait bir mahsul olur. Eserde hep kendi
[kendinden geçiş] . . . umk-ı ruhunda [ruhun zihniyeti, şahsiyeti, ruh-ı sanatı görünür. İşte bu
derinliklerinde] habb-ı sanat [sanat sevgisi] tecelli sebeptir ki masnuata [sanat ürünlerine] başka bir
I I4 etmiş bir Sanatkarın en tatlı evanıdır [anlarıdır] . şive-i teşekkül verebilir. Kimseye, kimseninkine
Hengam-ı tefekkürde [tefekkür sırasında] bulduğu benzememek ve emsali yan yana getirilirse ona ait
lezzeti bir münkeşif [keşfedilmiş] yolu takip ederken, olanı tefrik edilecek dereceyi ihraz etmek
çalışırken bulmaz, hissetmez. Çünkü mesai-i [kazanmak] sanatta hakimiyetin en celi [açık]
cismaniye [çalışma] , bulunmuş bir fikre itba [tabi burhanıdır [kanıtıdır] . . .
oluş], tanzim olunmuş bir sureti temsil demektir. Sanatkarın dimağında, sanatına ait öyle derin ve
Sanatta tabi değil, matbu [tabi olunan] olmaya silinmez bir iz hasıl olmalıdır ki her türlü tebeddülat
çalışmalıdır. Mesai-i fikriye muhassala-i dimağiyeyi [değişim] içinde vahdet-i sanatını muhafaza etsin.
[zihinsel oluşumu] vücuda getirmek için Bu, faaliyet-i dimağiyeyi artırır. Yalnız, içinde
düşünmektir ki bu başka bir zevkin, başka bir yaşadığı ahvalin ruhu üzerine icra-yı tesirinden bazı
sürurun [sevincin] husulüne baistir [yol açar] ; tebahhurat [buharlaşmalar] husule gelerek bunların
anlatılması güç, fakat zaman-ı sayda [çalışma katerat-ı zerrini [altın damlaları] o sanata ait
sırasında] anlaşılması asandır [kolaydır] . hissiyatın etrafında tekasüfle [yoğunlaşarak] bir
İnsanlar kendi düşünceleriyle buldukları şeyi velev hale-i kıymetdar vücuda getirmeli, getirebilmelidir.
naçiz bile olsa, pek severler, zade-i tablarına İşte böylece mesai-i fikriye, terbiye-i hissiyenin de
[yaratılarına] meftundurlar. O halde bir yeni fikir hadimi [yardımı] olur.
bulmak, bir yeni sevecek şeyi vücuda getirmek, elde Sanatkar nazarında iş yapmak, müfekkirede mevcut
etmek demek olmaz mı? . . asarı kayıt ve tasvir etmekten ibaret olduğuna
Dimağ, şedit [şiddetli] ihtisasatın [duyguların] taht-ı nazaran, eseri saha-i imkana isal için lazım gelen
tesirinde [etkisi altında] bulunmalıdır ki nazik, zarif usul ve vesait, pek basit birtakım kavaidden
şeyler i bda [yaratılsın] ve ihzar edebilsin [ortaya [kurallardan] ibaret kalır.
çıkabilsin] . . . Küre-i arzda [yerkürede] her hadise, Vakıa bunlar öğrenilmeden bir eser vücuda getirmek
muhtelif sanatlara salik [yönelen] eşhas [kişiler] için kabil değildir. Mükemmel bir numune-i sanat, bir
birer kısım ayırarak geçer, mütefekkir dimağlarda enmuzec-i kudret [kudret örneği] meydana koymak
bir iz bırakır. Onun için hiçbir şeyi ona dair mesai-i için bu kavaid ve vesait-i basiteyi [basit kuralları ve
fikriyede bulunmadan geçmemeli, ondan bir hisse-i araçları] bilmelidir, fakat o şeye mütemadi israf-ı
intibah, bir hikmet-i tecrübiye almaya şitab zihinde, mesai-i fikriyede bulunmaktır ki ekmeliyeti
[koşmalı] ve gayret etmelidir. [mükemmelliği] temin eder. Eşyayı sanatkar gözü ile
Bir sanatkar sanatına dair ulum u fünun-ı görmek, bir müddet, hakkında imal-i efkar ettikten
mütedevvineden [kitabi, teorik bilimlerden] hissedar [düşündükten] sonra işe başlamak terakkinin,
olabildiği kadar feyiz aldıktan sonra önündeki saha itilanın [yücelmenin] medar-ı kıvamıdır.
i mesaiye ayak basmadan evvel düşünmeyi, itab-ı Taklitle gaye-i sanat elde edilmez. Bir yeşil vadinin
zihin etmeyi [zihnini yormayı] öğrenmelidir. İyi ortasından geçen bir nehri, kenarındaki sayedar
düşünmek, düşünebilmek, düşünmeyi bilmek asıldır; [gölgeli] ağaçları kemal-i vuzuh ve sıhhatle tersim
imal, tasvir, tersim ve bütün sanayi ferdir kabil olsa da, aslındaki bedayi ve kudreti ve o
[ikincildir] . Böyle olursa insan eşyaya daha başka kudret-i şiiriyeyi ifade etmek nasıl kabil olur ki ? Asıl
bir suretle, daha müdekkik [dikkatli] bir nazarla letafet onların zihayat [canlı] olmasındadır. Hayat,
rüyete [ bakmaya] başlar ve kabiliyet-i tesir hassası ruh ise gayri kabil-i taklit ve temsildir.
kazanılmış olur. İşte böyle olduğu gibi eserde bulunan şahsiyet de
Kuvve-i muhayyile ile kabiliyet-i tesir. . . İşte iki saik onun hayatı, ruhudur. Hayat ve ruh olmayınca
136
gayeye varmak kabil değildir. Bunun içindir ki sanat; alışmış gözlere, tatmin olunmuş ihtiyaçlara
sanayiin gayesi yoktur. Her keşfolunan yol, sanatı hiçlikten, bayağı ve adilikten, hülasa zaruretten
hakikate biraz daha yaklaştırır, fakat hiçbir vakit başka hiçbir şey takdim etmez; her gün daha iyisini,
masnu ve mamul-ı hakikat olamaz. Tabiat pek daha yenisini bulmak, görmek ihtiyacı ile çırpınan
yüksektir, ona yetişilemez. beşeriyet, yarın asarı müstesna ve nevin bir tarzda
Sanat, sanatkarın asar-ı zekası mütefekkir dimağının bulmazsa aç ve muhtaç kalır. İnsanları bu hal-i
mahsulü olmadıkça, kendine mahsus bir elimden kurtaracak dimağdır, dimağın çalışması,
mümtaziyeti [seçkinliği] olamaz. Bu da gayeye didinmesidir. İşte bu zaman beşeriyet itila bulur
varmak için büyük, hem de pek büyük bir nakısadır [yükselir] , o adilik, o zaruret izale olunur. Hayatı
[eksikliktir] . bize sevdiren bir şey vardır: Sanat . . . Daha iyilerini
İnsanın sanatına hakim olması için, fıtratın yapmak için mevcudu taklit değil, nevakıstan
[yaratılışın] bahşayişine [bağışladıklarına] lüzumu [eksiklerden] daha ari [arınmış] olanlarını vücuda
derkar [malum] ise de istidadın mevcudiyeti getirecek bir sanatı elde ettirecek bir mesai-i
hakkında şüpheye düşmek reva değildir. Bir kere fikriyede bulunmak elzemdir.
mevcudiyetiyle adem-i mevcudiyetine mizan-ı sahih Bir mevhibe-i sübhaniye [tanrısal ihsan] olan
[gerçek ölçü] bulunamaz. Sonra istidat kesbi olarak dimağda ise öyle bir kudret vardır ki husule getirdiği
[çalışarak] da tecelli eyler. Fıtratta istidadın adem-i asar, kendini bile hayrete duçar eder [sürükler] ve
mevcudiyeti yalnız nokta-i itilaya [yüksek hedefe] ediyor da . . .
vusulü [ulaşma yolunu] taksir eder [kısaltır] . Yoksa Düşünmek fikrin gıdasıdır. Her iyi düşünebilen
çalışarak elde edilemeyecek şeyin mevcudiyetine dimağ, kabiliyet-i hayatiyesini temin ve temdit ettiği
hükmetmek lafügüzaftır. gibi mütefekkir olmayanın da kuvve-i faalanesi zayi
Sanatta hakimiyet yalnız say [çalışma] ile, sebat ile olarak pejmürde, mürde [ölü] bir hale gelmesi
elde edilemez, ne kadar metinane hatvelerle tabiidir; hareket nişane-i hayatdır.
rrs [adımlarla] ilerlense nokta-i tekamüle varılamaz, Ey genç ve körpe dimağlar! Düşününüz, mesai-i
ne kadar sabırane bir intizarla [bekleyişle] fikriyede bulununuz! Zümre-i mütefekkirinin
beklense kemal [olgunluk] gelmez. Bir şeyin dimağına sinegüşa olan [kucak açan] vadi-i sanatda
vücudu [varlığı] şarttır: Mesai-i fikriye . . . Gaye-i keşfolunmamış daha nice yollar vardır. Sanayiin
sanatı tevlit eden [doğuran ] budur. Ressam terakki ve itilası sizin mesai-i fikriyenize vabestedir
fırçasına, sazende mızrabına, muharrir kalemine, [bağlıdır]. Mesai-i fikriye, itab-ı zihin salik
demirci çekicine hakim olmak isterse mesai-i olduğunuz [yolundan gittiğiniz] meslek ve sanatı bir
fikriyede bulunmalıdır. nokta-i tekemmüle, bir zirve-i kemale her gün biraz
Bulunduğumuz sahne-i arz asar-ı sanatdan tecerrüt daha takrip [yakın] ve ısad edecek [yükseltecek],
eylese [ayrılsa], bütün üryanlığı ile bize arz-ı vücud nasiye-i bülendinizde [yüce alnınızda] parlayacak
etse hiç kıymet ve ehemmiyeti kalmaz, gözlerimizin nur-ı iftihar, küremizi her gün biraz daha
önünde pek çiğ ve çirkin bir manzara hasıl eder. aydınlatacaktır.
İnsanların sanata, sanayie, masnuata [sanat
ürünlerine] ihtiyaçları celi [açık] ve hakikidir. Fakat 28 Mart 327 [1 9 1 1}, Kadıköy
aynı vadide devam eden, gaitan olan [yuvarlanan] F. Rebii
1 37
Merhum Nedim Bey
Peintre Nedime Bey, decede
Ebuşşefik
138
DEKOR ( DECOR )
rr6 Dekor denilince ilk hatıra gelmesi iktiza eden hiçbir şey düşündürmeyecek iken, yine o mücessem
[gereken] tiyatro olmak icap eder. Fakat bilmem letafeti birtakım ipek parçaları, taş yığınları ile yine
bizde de öyle midir? Bunu pek zannedemiyorum! o hacle-i muattarı [ıtırlı gerdeği] çiçekler, kumaşlarla
Fakat herhalde katiyen aslı olmayan "gayet tezyin ile biçare adamı oyalamak isteyerek, kadınlar
muntazam ve müceddeden [yeni baştan] yaptırılan bile tab-ı beşerin [insan doğasının] müzeyyenata
dekorlarla" ibare-i kazibesini [aldatıcı sözünü] havi meyli noktasında vukuflarını gösterirler.
ilanları tahattur ederiz [anımsarız] . Senelerce tiyatrolarımıza gitmemiş, ya bir ianenin
Bu makalemizle bahsetmek istediğimiz "dekor" icbarı veyahut küçük oğlunun ibramı [üstelemesi] ile
yalnız tiyatroya aittir. Yoksa fenn-i mimari nokta-i uğramışlar, hatıra-i sabavet!erinin [çocukluk
nazarından bahsetmek böyle mini mini bir makaleye anılarının] bir köşesinde hayali kalmış o dekor
sıkıştırılamaz. iskeletlerini tahattur ederler. Bunlar maduddur
Victor Hugo Notre Dame de Paris ' sinde Notre [sayılıdır] . Ne tezayüt ne tebeddül eder. Her tiyatroya
Dame kilisesinden bahsederken " dekorasyon kaç perde lazım olduğunu şuracıkta sayabiliriz:
gotik"ten bir nebze söylemek istemiş, hemen bir ( 1 ) Hangi zamana mensup olduğu hiçbir
cildi onunla doldurmuştur. mütehassısın malumatı ile keşfolunamayacak birçok
Evet, bizim bahsimiz tiyatro dekorlarıdır. direkli bir salon, (2) iki kapılı zengin oda, ( 3) tek
Tiyatronun mebdei [çıkış yeri] Avrupa'da da kapılı fakir odası, ( 4) Büsko [ busco] dedikleri
ortaoyunudur denilebilir. Yalnız, orada her şey bir ağaçlıklı bir perde, ( 5 ) deniz kenarı . . . Bir tane
kaide-i tekamüle tabidir, burada her şey kademe musattah [düzeltilmiş] ağaç, bir iki tane Karagöz
nizamı ile muntazaman ricat eder [geri döner] ! göstermeliği gibi kaya, bir kapı, bir pencere, işte
Uzunçarşı mamulatı, Eyüp oyuncakları ve tiyatro bu bizim tiyatrolarda vaz-ı sahne edilen ve edilecek
iddiamıza kafi delaildendir [kanıtlardan dır] . olan umum repertuvarın mevki-i cereyanı.
Tiyatro, bir vakayı tamamen tasvir etmektir. Bunlarda da menazır, dekorasyon, isti! [stil] nokta-i
Cemiyet-i beşeriyenin en şayan-ı tetkik vukuatı, nazarından bir şemme-i sanat aramak hatadır.
ortaoyunu palangaları3 gibi etrafı iple, kazıkla Mesela bir cadde tasvir eden perdeye sathi bir nazar
çevrilmiş meydanlarda cereyan etmez. Bir vakayı atfetseniz görürsünüz ki son plandaki bir evin çatı
tamamen teşhis edebilmek için mahall-i cereyanını penceresi birinci plana konulmuş sarayın bab-ı
[geçtiği yeri] da göstermek icap eder. muhteşemi [muhteşem kapısı] cesametine
Yakanın sahne-i cereyanı aslına ne kadar mutabık [büyüklüğüne] yaklaşmıştır. Yan yana evler
[uygun] olursa vaka o nispette temaşagiran müsadif-i nazarınız olur [gözünüze çarpar] ki isti!
[izleyiciler] nazarında tecessüm eder [canlanır] , itibariyle değil vaz-ı sahne edilen piyese, hatta
tiyatro sanatkaranı vazife-i temsiliyelerini o nispette yekdiğeriyle mukayese edilse muhtelif milletlerin
ifa ederler. Mesela bir kralın ferman imzaladığını asar-ı mimariyesi teşhir ediliyor zannedilir. Venedik
taklit eden aktöre hokka namına bir kutu kapağı, tarih-i kadimine ait bir oyunda Karagümrük
kalem yerine bir süpürge çöpü uzatılırsa o zavallı Caddesi'ni andırır bir sokak gösterilir. Hele o
mümessilin ciddiyetini kaybeylememesi mümkün caddenin sırf bir de üzerinde kalmış derin bir
mü ? Büyük Coquelin Cyrano de Bergerac ibda - kısmını görürsünüz ki cin tutmuş gibi oraya insan
" creer" ederken [yaratırken] Cyrano zamanına ait ayağı basmak ihtimalin haricindedir.
bir meç, o zamana ait elbise ve levazımat-ı saireyi Az sermaye ile çok para kazanmak tiyatro
edinmedikçe işe başlamamış . . . Kendi evinde, kendi sahiplerinde bir hastalık derecesini bulmuştur. Zaten
odasında, kendisini seyreden kimse yok iken, meç her kumpanya, her tiyatro da oynayabildikçe, hiçbir
yerine bir baston, elbise olarak mesela yatak kumpanyanın mukannen [belirli] bir tiyatrosu
örtüsünü kullanmak bile, o rolü ibdada [yaratmada] bulunmadıkça bunları vücuda getirmek imkan
nakısalar hasıl edeceğini düşünmüş . . . haricindedir.
Vaktiyle bizde tiyatrodan maksat ihtişam-ı elfaz Paris'in Chatelet tiyatrosunda meşhur rejisör
[sözlerdeki ihtişam] imiş, bugün artık göz Antoine' ın nezaretinde Shakespeare'in Macbeth ' i
tiyatrosudur. " Vatan" piyesini seyrederken birinci oynandığı zaman dekorlarına sarf edilen tahtanın
perdenin birinci sahnesinde Zekiye'nin o, uzun altı yedi odalı beş tane ev yapabileceğini, yine o
tiradını ( tirade) uyumadan dinleyebilmek için nazarı dekorlara kullanılan bezin Paris şehri üzerine bir
oyalayacak bir dekor ister. Leyle-i zifafa [zifaf tente olabileceğini, Chatelet'de bütün dekorlar
gecesine] davet olunan birini, güveyde bin türlü his, makine ile müteharrik [hareketli] iken yüzü rr8
bin türlü ihtirasat, bahusus karşısında bütün tazelik, mütecaviz [aşkın] amele (makinist) kullanılmak
bütün letafet-i bekaretiyle mütebessim, dilaşub mecburiyetinde kalındığını Antoine yazıyor.
[gönüller yakan] bir vücut bulunurken, ona belki Bu dekoru tiyatrodan tiyatroya nakletmek ihtimalin
birkaç aylar ruhnevaz bir eğlence teşkil edecek, haricidir.
Biz bu kadar zengin bir dekorla bir piyes vaz-ı sahne
3 Ortaoyunu sahnesi, kendi tabirlerince oyun levazımatının da
etmek [sahneye koymak] emelini memleketimiz için
birçok isimleri vardır ki toplansa bir lügat-ı garibe teşkil eder. daha birçok seneler hayal addederiz.
1 39
Hamdi Bey Hamdi Bey
merhumun
CAMİ KAPISI
La porte de la Mosquee
1 40
Fakat herhalde hamam oyunu oynar gibi çırılçıplak fırçasından çıkan izler resimle münasebeti olmayan
bir sahnede zıplamayı da reva görenlerden değiliz; erbab-ı tabiatın [sanata meyilli olanların] da
kudretimiz yettiği, aklımızın erdiği kadar bir dekor nazarını okşar. Mesela Ferah Tiyatrosu'nun yeni
vücuda getirmek elzemdir. dekorlarında muhterem hocamızın fırçası dokunan
Dekorun bir mütehassısı elinden çıkması da şarttır. yerleri bütün şaşaa-i sanatkaranesiyle tersi' edilmiş
Bir duvar badanacısının eydi-i maharetine [mahir [işlenmiş] iken, bir ormanı tasvir eden perdede o
ellerine] tevdi edilen [bırakılan] dekorda sanat mübeccel fırçanın üzerine bilahare atılan çiğ renkler
namına bir şey aramak belahet [bönlük] olur. Sonra sanata olan hürmetsizliğe pek celi [açık] bir
o öyle bir sahne olur ki neresini tasvir ettiği bir numunedir. İnsanın gözü tashih namına irtikap
levha-i kitabetle [yazıyla] haziruna [izleyicilere] olunan evvelkilere müsadif oldukça [tesadüf ettikçe]
ifham edilmedikçe [anlatılmadıkça] ne olduğuna Fuzuli 'yi hatırlayarak,
karar verilmez, beyefendinin yirmi bin liralık
tablosuna benzer. Eli kopsun o musavvir denilen bedbahtın
Bilmem hikayeyi biliyor musunuz? Ağniyadan Ki fesad-ı eseri her yeri berbad eyler
[zenginlerden] birinin yirmi bin liraya gayet
ehemmiyet-i sanatkaranesi olan bir tablo mübayaa demekten kendini alamıyor.
ettiğini [satın aldığını] resim meraklısı ehibbasına Şimdi tekrar bahsimize gelelim de kısaca tiyatro
[dostlarına] söyler ve bu eser-i güzideyi görmeye dekordur, dekor da paradır diyelim. Vaktiyle
davet eder. O gece hepsi levhanın başında Hint'de Kerbela vaka-i müellimesini [elim vakasını]
toplanırlar. Duvara muallak [asılı] olan büyücek bir musavver [konu alan] bir piyesin vaz-ı sahnesine
levhanın üzerini setreden [örten] ipekli bir örtü [sahneye konmasına] icap eden dekorları vücuda
kemal-i itina ile kaldırılınca hazirun kendilerini boş getirmek için toplanan ianeye Hint racazadelerinden
bir tuvalin karşısında bulurlar. Herkes belki bir prens yedi milyon üç yüz bin frank vermiş.
kendisinin bir şey göremediğine kanaatle yekdiğerini Comedie Française'de oynanan Othello ' nun
istimzaç ederler [sorgular] . Kimse bir şey görmemiş! dekorları için tiyatronun müdürü Jules Claretie'nin
Levhanın mahiyetini, mübayaa eden beyden istediği otuz beş bin lira hükümet tarafından istiksar
sorarlar. edilerek [çok bulunarak] on sekiz bin lira verilmiş.
" Hazreti Musa'nın Süveyş'ten geçtiğini tasvir eder, " Halbuki reprezantasyondan sonra kritikler,
cevabını verir. Birisi yine sorar: " Fransa ' nın mabihi 'l-iftiharı [övünç kaynağı] olan
" Efendim Musa nerede! " bir tiyatroda böyle paçavralar ile oyun oynanmaz,"
" Geçti ! " dediler.
" Ya deniz, efendim? " Bizde on bin lira verilse İstanbul'da bir tiyatro
" Çekildi! " binası, yirmi piyesin bütün dekorları, hatta beş on
" Firavun da görünmüyor, efendim ? " aktör ve aktrist de imal etmek ihtimal dahilindedir!
" Henüz gelmedi! "
Bizim tiyatroların dekorları da hemen bu mühim A. Kemal Emin
tablo kadar kıymetlidir.
Dekorculuk için yalnız ressam olmak da büyük bir
faide temin etmez. Bu da ressamlık kadrosu
dahilinde ayrıca bir şubedir. Mesela piyeslerde
sahnelerin zaman-ı cereyanı kaydolunmuştur. Sabah,
akşam veyahut gece, mukmir [mehtaplı] bir zaman,
hangisi ise tabii ona göre bir ziya-yı elektirikiyenin
taht-ı tesirinde renklerin tahallüfü [uygun olmayışı],
tebeddülü [değişmesi] gündüz gözü ile konulan
elvanda [renklerde] ahenksizlik icat eder. Hatta
daha ince aranacak olursa, aktör ve aktristlerin
iktisa edecekleri [giyeceği] elbiselerin rengiyle
dekorun muhtevi olduğu [içerdiği] elvan [renkler]
arasında da tezat olmamalıdır. Fakat bu noktaya
ressamdan ziyade aktörler dikkat etmeli.
Bu kadar ince eleyip sık dokumak belki bazılarınca
fazla görülür. Fakat sanatın bütün derinliklerini
görebilmek için nayzen [neyzen] bakışı ile çalışmak
menfaat temin etse bile beka [kalıcılık] temin etmez.
Ümmetin adem-i vukufundan istifade etmek için bir
günlük say [emek] da semeredar olabilir, fakat bir
günlük istihzarat [hazırlıklar] bir aylık muvaffakiyeti
kafil değildir [sağlamaz] .
Sanayi-i nefiseyi takdir gerçi vukufa vabestedir
[bağlıdır], maahaza [yine de] bir sanatkarın
141
Edirne Sanayi-i Mektebi müdürü Bahriye Müzesi 'nden
ressam Hasan Rıza Bey 'in Mus. de l 'Amiraute
Peintre H. Riza
FATİH SULTAN MEHMED0İN İ STANBUL'A DUHULÜ
Entree glorieuse du Sultan Mehemed
a Constantinople
1 42
MENAZIR
HI Muharriri: Sanayi-i Nefise Mektebi ulum-ı riyaziye gibi kağıt üzerine uzaklık ve yakınlık nispetlerini
ve menazır muallimi kendi kendisine tayin ederek yanlışsız resmini çizmeyi
Ahmed Ziya öğretir. Bundan başka kavaid-i mahsusası [özel
kuralları] vasıtası ile bir resmin nereden başlanıp
Resim yapmaya karar vermiş olan bir ressam nerede bitirileceğini de bildirir. Fenn-i menazıra
yapacağı resmi ya tabiattan, ya karihasından tatbiken tersim edilmiş bir resimde amilinin [yapanın]
[düşünme gücünden] veyahut yapılmış bir resimden o resimden maksadının ne olduğu da derakap
kopya etmekle yapıp bitirir. Her üç hale nazaran [sonradan] anlaşılır. Şu ifadata [anlatılanlara] göre
[göre], tabiatta gördüğü maddeleri görüldüğü gibi fenn-i menazırı öğrenmek her ressam için şarttır.
tersime çalışır, karihasından tertip edeceği resmi Menazıra agah [bilgisi] olmayan bir ressam yaptığı
tabiatta mevcudu olup da orada görüleceği gibi resminde imtizaç [uyum] bulamayacağı gibi nazara
tasarlar, kopya edeceği bir resmi de aynen taklide hoş gelmeyen parçaların hatalı olduğunu melekesi
uğraşır. nispetinde bilebilirse de kendisi ne yolda tashih
Resim yapacak bir kimse çizeceği resmin nereden edileceğini tayinden aciz kalır.
başlanıp nerede ikmal edileceğini [tamamlanacağını] Menazır için evvelemirde eşkal-i hendesiyeyi
bilmezse yapacağı işinde daima güçlük çeker ve [geometrik şekilleri] bilmek ve bu eşkali kağıt
ekseriyetle de muvaffakiyetsizlikle neticelendiğini üzerine bilhendese [geometriyle] tersim eylemeyi
görür. öğrenmek lazımdır. Biz burada eşkal-i hendesiye
Fenn-i menazır [perspektif bilimi] bir maddenin, bir öğrenilmiş kabul ederek yalnız menazırdan
manzaranın, bir binanın görüldüğü veya görüleceği bahsetmeyi münasip buluyoruz.
TAT B İ KATLI M E N A Z I R
MALUMAT-! İ BTİDAİYE Resimden maksat - Bir sath-ı müstevi [düz yüzey]
üzerine görülen mevaddı görüldüğü veçhile
Bir menba-ı ziyadan intişar ile [yayılarak] tabiatta tamamen tersim demek olduğundan hakiki ve
mevcut olan mevadd-ı muhtelifeyi [çeşitli maddeleri, burhani olan kavaid-i mahsusasına yani menazır
nesneleri] tenvir eyleyen [aydınlatan] şuaat [ışınlar] fennine tatbik etmeksizin ameliyat-ı mezkurenin
ya inikas eder [yansır] , ya inkisar eder [kırılır] yahut icrası gayri kabildir. Menazıra muvafık surette
müstakimane [doğru olarak] varit olur [gelir] . yapılmış olan bir tablodan uzaklık, yakınlık ve
Alfüm-i basariyeye ait olan şuaat-ı ziyaiye, resi tecessüm [şekillenme] gibi aranılan meziyet
[başlangıcı] gözde olmak üzere, heremi [piramiti tamamen mevcut olur. Tabiatta mevcut olan bir
andırır] bir huzme teşkil eyleyip şuaat-ı mezkure [bu maddenin suret-i tersimi
ışınlar] hereme [piramide] kaidelik eyleyen maddeyi dört türlü olur.
yalar. Bu faraziyeden istidlal olunur [şu sonuç ( 1 ) Hendesi [geometrik]
çıkarılır] ki gözde birleşen hutlıt-ı şuaiye ile bilcümle plan - Bir maddenin hutCıt-ı
maddeler, bir sath-ı şakuli [düşey yüzey] üzerinde malumesinin tul-ı
görülemez. Kesretiyle vaki olduğu veçhile - hakikilerine [gerçek
maddelerin iki veya üç veçhi [yüzeyi] gözükebilip uzunluklarına] göre çizilmiş
mürtesimat-ı hendesiyeye [geometrik izdüşüme] resmi olup bu nevi resimde
benzeyemez; çünkü mürtesimat-ı hendesiyede basar-ı bulunan ebat, maddedeki
rasıd [bakanın gözü] namütenahi mesafede Birinci şekil nazıriyenin tulüne ya
maruzdur. Bilfarz bir mikaba [küpe] bakarken tamamen veya binnisbe
şuaat-ı ziyaiye-i heremiyeyi bir müstevi-i şakuli ile [nispeten] müsavidir.
;
kat edersek şekl-i maktu, doğrudan doğruya ( 2 ) Elevasyon denilen
mikabın menazırıdır. Bir cismin menazırı ya mürtesim veya mukatta -
kendisinden küçük veyahut büyük olabilir. Eğer Bir maddenin sath-ı şakuli
sath-ı şakuli o maddenin önünde ise küçük, üzerindeki resm-i
gerisinde ise büyük olabilir. Bu halde menazır şu hendesisidir.
veçhile tarif olunur. ( 3 ) Menazıri plan -
Hutut-ı müressemeleri bir noktada birleşen bir Maddenin kabartma ve
maddenin, nikat-ı asliyesinin mürtesimlerini tayine çıkıntılarının zahir hali
yarayan bir fendir. gösterir resmidir.
Veyahut: ( ..ı .,.. ...,.., ı ) her bir murabbaın
Bir satıh üzerine bir cismin hudud-ı zahireye ve [karenin] hendesi planıdır.
hutut-ı asliyesini göründüğü veçhile tersim etmeye (Birinci şekil) ( ..ı ...,.., - .,.. ı )
yarayan bir fendir. İkinci şekil kutudan, heremin irtifaı
143
[yüksekliği] ne olursa olsun
dıl-ı mücessemlerinin ve ( A )
noktası da resinin
m ürtesimidir.
Herem-i mezkfırun şakulisi
( c,..ı A ı ) müsellesi [üçgen]
olup (İkinci şekil) ( c,..ı ı )
kaidesi birinci şekildeki
murabbaın ( c,..ı ı ) dılına
müsavidir.
( A ı - c,..ı A ) dılları herem-i
mezkfırun irtifaının ziyade
veya noksan olması
nispetinde az veya çok hadde
i zaviye [dar açı] teşkil eder.
Dördüncü şekil ( c.1ı A ) hatt-ı şakulisi herem-i Dokuzuncu şekil Onuncu şekil
müvellid veya irtifaı, ( A ) de
residir. Göz - Müdevver bir uzuv olup huzme-i şuaiyenin
r22 ( ..ı .,.. c,..ı ı ) murabbaı zaviyesi heremin menazıri her biri uzuv-ı mezkur sathından amuden
(Üçüncü şekil) planı olup birinci şekildeki çıktığından imtidadında genişleyerek mahrut-ı basari
murabbaın hendesi planındaki ( A ) merkezine (Dokuzuncu şekil) namı tahtında [altında] bir
mütenazır burada ( A ) noktasıdır. mahrut [koni] teşkil eyler.
Velhasıl Dördüncü şekildeki heremin bir tarafından Zaviye-i basariye - ( Onuncu şekil) Mahrut-ı
hakiki görünüşü yani tahmil olunan derinliği olup basariyenin kaidesinin kutrunu mesaha eyleyen
[ölçen] zaviye ise de basit olarak mahrut-ı
basariyenin kutrudur denilmekte beis yoktur.
Tenbih - İnsanın gözlerinden her biri muhtelif
zaviye-i basariye hasıl ettiğinden basara [göze] yakın
olan maddelerin resimleri tersim edilirken ayni bir
gözle bakmak yahut iki gözden yalnız birini
kullanmak lazımdır.
� Fakat peyzaj resimlerinden ressam ile resim
�-:::,;...;
arasındaki mesafenin ihtilafı işbu mülahazayı gayri
muayyen kılar. Gözler
denileceği yerde göz
Beşinci şekil Yedinci şekil denilmesinin de esbabı
bundan ibarettir.
Onuncu şekilde gözün
merkezine amut olan
Altıncı şekil hatt-ı şuaa merkezi yahut
şua-i esasi denir.
bu da mürtesim menazırıdır. Bir maddede mevcut olan
Ecsam-ı müdevvere de tıpkı böyledir: nikat-ı hendesiyenin
Hendesi plan Beşinci şekildeki gibi bir daire ve adedi kadar şuaat-ı
Altıncı şekildeki mustatil basariye mevcuttur.
mürtesim-i şakulisi ve Yedinci Maahaza [yine de J
r.ttt-t----+++Hlııtşekildeki gibi daire-i kararı
dairevi bir kulenin menazıri
�---;;;:--t--=1" ı» maddenin tersimine lazım
olan noktalar hangileri
planıdır. Sekizinci şekilde ise onlar kullanılarak
mezkur kulenin menazırı nikat-ı hendesiyenin
elevasyonundan ibarettir. Onbirinci şekil menazırında adedi tenkis
edilir [azaltılır] .
Şuaat-ı basariye On birinci şekilde olduğu gibi
( ..ı L.iı , .,.. L.iı , c,..ı L.iı , ı L.iı ) müsteviin zaviyeleriyle ( ...ı, )
ı ııınıı Her madde gözün merkezinden hatt-ı merkeziyesine muntabık şuaat-ı basariye
çıkan şuaat-ı basariye denilen kifayet eder.
şuaat ianesiyle görülür. Şuaat-ı Nikat-ı mezkure muayyen olduklarından birinden
mezbureden [bu şuaattan] her diğerine hatlarla vasıl edilmekle şekil kolaylık ile
"'""
___ ....
J.UW...., biri daima hatt-ı vahid-i ikmal edilir.
müstakim istikametinde imtidat
Sekizinci şekil eyler. Mabadı var
1 44
TEFRİKA-İ MAHSUSA
. - '":>'..-0 �;;
- �J ��l�o .r ..:..,·
145
Resin sath-ı kuddamisi [aşağıdaki] aksamına ve "nütu-i medari-i vahşi" dahi
denilen münteha-yı vahşisi azm-i cenbinin zaviye-i
Sath-ı kuddaminin kısm-ı ulyasını azm-i cebhi teşkil fevkaniyesine ve "nütu-i medari-i ünsi" denilen
eder. münteha-yı ünsisi azm-i fekk-i alanın (nütu-i said)
Iz4 Azm-i cebhi münferit yani tek ve mütenazır ve hatt-ı yine muttasıldır. Her iki münteha-yı ünsinin
mutavassıtda kaindir. Şeklen taca benzediği için beyninde [arasında] " kavs-ı enfi" veya "sülme-i
" azm-i iklili" dahi denilmiştir. enfiye" namı ile bir oyukluk vardır ki "azm-i
Gayet küçük yaşta azm-i cebhi muntasıf noktada enfinin" kısm-ı ulyasına bir yuva teşkil eder.
aliden [yukardan] safile [aşağıya] - diğer mahallerdeki Azm-i enfi hatt-ı mutavassıtdan amuden bitişik iki
derzlere müşabih [benzer] - bir hıyate-i müsennene ile kemikten müteşekkildir. Hafe-i vahşiyeleri nütu-i
ikiye münkasımdir [ayrılır] . İşbu hıyate-i müsennene saidlerinin hafe-i ünsiyeleriyle mafsallanır. Burnun alt
umumiyetle iki yaşına doğru yekdiğerine kaynayarak tarafı kıkırdaktan müteşekkil olup işbu kıkırdaklar
kaybolur. Yani iki parça yekdiğeriyle birleşir. Fakat burun kemiklerirıin kısm-ı süfelasına muttasıldır.
hıyate-i mültahirne-i mebhusü'n-anharun eserine Azm-i fekk-i ala esasen iki kemikten müteşekkildir.
tufuliyet-i saniyeye1 kadar ve hatta daha büyük yaşta Şeklen mütenazır [simetrik] olan bu iki parça hatt-ı
bile tesadüf olunduğu nadir değildir. mutavassıtdan yekdiğerine gayet imtizaçlı [uyumlu]
Azmin kısm-ı mutavassıtında yani alnın üst surette muntabıktır.
tarafında sağlı sollu birer yumru vardır ki bunlara Azm-i fekk-i a'la bir tarafından cevfeyn-i
j._,.,. ı/ J,;_ _ _ - -
;_(!> � ,..ı,;_ _ _ _ _ _ _
1 - -----J�
- - '- - - - - - - - - ��
1 46
Galib Dede 'nin medfun olduğu türbe
147
Meşahir-i hattatin-i Osmaniye 'den Bakkal Arif Efendi merhumun bir eser-i nefisi
Un Chef d'oeuvre du feu Bakkal Arif Efendi, Calligraphe Turc
1 48
Üstad-ı hat Sami Efendi hazretlerinin bir eser-i bedianamesi
Un ehe( - d 'oeuvre de Sami Efendi Maitre calligraphe
149
OSMANLI RESSAMLAR CEMİYETİ GAZETESİ
NUMARA 1 3
2 5 MAYI S SEN E 1 3 2 8 İKİNCİ SENE
[ 1 9 1 2]
IZ6 Donanma-yı Osmani İane-i Milliye Cemiyeti'ne işmizazlar [can sıkıntısı] göstermemesi için Leonard
atölyesinde dört sene orkestra takımı ile ahenk ettirmiş,
"Joconde" denilince hatırıma yıllarca bir emelin bu kadar say [emek], bu kadar gayrete rağmen o
arkasından koşan, koştukça o emele daha ziyade bir füsunkar güzelliği resmetmek imkansızlığını gören
iştiyak [istek] hisseden biçare bir sanatkarın Lfonard kendisinin hakiki bir ressam olamadığını itiraf
karşısına çıkıveren bir seraba atf-ı nazarla kopardığı etmiş, o acı ile tabloyu da ikmal etmekten vazgeçmiş . . .
acı bir feryat gelir. Geçen sene nihayetlerine doğru Louvre Müzesinin bu
Joconde' un hikayesi: Ressam Lfonard de Vinci, kıymetli hazinesini bir "Arsen Lupen", tuvali çakı ile
Michel-Arıge ve Raphael'in meşhur bir rakibidir. Tarz-ı keserek aşırmıştı. Lfonard de Vinci' nin ortadan kalkan
tersim ve fırçasının nezaheti itibariyle Raphael'e daha bu eserinden sonra şehasar ehe( d'euvre'ü [şaheseri]
-
yakın bir sanatkardır. Yalnız ressam olmakla olarak Milano'da Santa Maria delle Grazie
kalmamış, ehemmiyetli bir tahsil görmüş, birtakım Manastırı'nın duvarına fresque tarz-ı tersimesiyle
ulumdan [bilimlerden] başka resim, mimarlık, nakşolunmuş Cene ismindeki eseri kalmıştır.
heykeltıraşlık, musikişinaslık gibi sanayi-i nefisenin her Fransızlar kaybettikleri bu kıymettar levhanın hatırası
şubesinde vasi bir kudret-i sanatkarane göstermiştir. olmak üzere bir madalya ihdas ve hasılatını, sariki
Bir hikmetşinas, kıymettar bir müellif olmak üzere de [hırsızı] bulana ikramiye olarak vereceklerini ilan
tanınmıştır. 1452'de Vinci' de doğmuş, 151 9'da Paris ettiler. Göğsünde bu madalyadan bir tane bulunmayan
civarında Chateau de Cloux da vefat etmiş, altmış yedi
'
her kim olursa olsun vatan haini olarak gösterileceğini
sene muammer olmuştur [ömür sürmüştür] . söylediler. Aynı şurut [koşullar] ile hasılatı 1 9 1 1 senesi
Lfonard de Vinci, Francesco de Joconde namında bir Fas meselesinde kaybolan asker ve jandarmaların
tacirin karısı olan Mana Lisa'yı sevmiş . . . Mana eytamına [yetimlerine] verilmek üzere diğer bir madalya
Lisa'nın simasında daimi ve esrarengiz bir tebessümle daha yapmışlardı. Bizim tayyare filosu herhalde şu iki
memzuc [karışık], müphem, mağmum [gamlı] bir vakadan daha mühim bir mevki işgal eder. O halde
nazarın husule getirdiği gayri kabil-i temsil letafetin bizde on Temmuz'da her Osmanlı' nın sinesinde
huzurunda gaşy olan [kendinden geçen] bu büyük görülecek bir madalya ihdas etsek, altın, gümüş, nikel
sanatkar bu sehhar [sihirli] çehreyi nakşetmek hevesine gibi aksama [kısımlara] ayırsak, "vatanını seven,
bir türlü galebe çalamamış, işe başlamış, birçok hakimiyet-i milliyesini isteyen Osmanlının sinesine"
etütlerden sonra seksen santimden büyük olmayan asıl tarzında bir ibare ile tevşih etsek [süslesek], herkes
tabloya başlamış ve mütemadiyen dört sene çalışmış, kudreti kifayet ettiği cinsten bir tane alsa, tayyare
hatta tacir Joconde' un karısı bu gönüllü girdiği filomuzu da kısmen vücuda getirmiş olmaz mıyız?
muhabbette bizar olarak [bıkarak] aliiim-i vechiyesini
[yüz hatlarını, ifadelerini] tağyir edecek [değiştirecek] A. Kemal Emin
FENERCİ
Nurü's-semavati velarzın [yerin ve göklerin nuru halis Türk ressamın ruh-ı enverine [nurlu ruhuna] şu
olan yüce Tanrının] bu vatanı münevvere-i bahşayiş satırlarla arz-ı tebcilat etmeyi [saygılarımızı sunmayı]
i fevkaladesi olan, şaşaa-i kemalini, - şu fanus-ı , zulmetabad-ı maziye [karanlıkla dolu geçmişe]
hayal içinde bulunduğu müddet - yine bu vatanda doğru gittikçe pertev-i şöhreti [şöhretinin ışığı]
izhar etmiş bulunan bir zeka-yı şuledarı yad azalmakta olan Fenerci'yi zamanımıza takrip etmeyi
etmemek, vatan muhabbetiyle meşgul olan bir kalp [yaklaştırmayı] vecai b-i ka dirşinasiden [ka <lir bilir!iğin
için nasıl mümkün olur ? ! görevlerinden] addeyledik.
Dest-i kudretin ikad eylediği [yaktığı] tab-ı Fener, müstenir [ışık alan] değil münevverdir [ışık
nuranurudan [ışıkla dolu, apaydınlık tabiatından] verendir] . Fenerci de fener gibi hiçbir nurdan
intişar eden şua-ı bedayi ile memleketimizi senelerce iktibasta bulunmamıştır [aktarma yapmamıştır] .
tenvir eyleyen Fenerci'yi, bu lema-i muntafie-i nefaseti Ancak mevhibe-i ilahiye olan tab-ı dirahşanının
[güzelliğin, sanatın söndürülmüş ışığını] zalam-ı [parlayan tabiatının] delaletiyle mütesaid olduğu
nisyan [unutuşun karanlığı] içinde bırakmak, vatanın [eriştiği] makam-ı infiraddan [yüksek makamdan]
yetiştirdiği ekabir [önde gelen kişiler] hakkında daima vatanımıza ziyafeşan olmuş [ışık saçmış], kendi
hiss-i tekrim [saygı hissi] taşımakla mütelali olan sayinin [çalışmasının] netice-i müşaşaası [gösterişli
[parlayan] bir vicdan için nasıl kabil olur ? ! neticesi] olarak iktisap eylediği [benimsediği]
Kuvve-i fatırenin bu vücud-ı kıymetdara, bu nadire-i meleke-i tasvir ile asar-ı münevvere-i kesire [çok
rüzgara ifaza eylediği [sunduğu] istidat, sınaat-ı sayıda aydınlık eserler] neşreylemiştir [yaratmıştır] .
bergüzide-i tasvirde [resim güzel sanatında] Fenerci Avrupa 'ya gitmiş, fenn-i tasvirin müterakki
incilanüma olmuştur [parıldamıştır, ortaya çıkmıştır] . [gelişmiş] olduğu yerlerdeki büyük ressamların
Hudayi [tanrısal] olarak zuhur eden bu nefasetperver atölyelerini ziyaret etmemiştir. Yağlıboya ile
i ziihtişamın [güzellik sever muhteşem insanın] , bu yapılmış muhteşem tabloları görmemiş, o tabloları
151
vücuda getiren seramedan-ı erbab-ı sınaatın usul-i uyun eden [gözleri aydınlatan] asarının en mühimi
tasvirinden asla haberdar olmamıştır. bir mecmua-i tasa viridir [resimlerinden oluşan
r2 7 Fenerci, bu acibe-i fıtrat [doğuştan yetenek], bu derlemedir, koleksiyonudur]. - Saray-ı Hümayuna
ressam-ı halki-i zikudret memleketimizde, hem de mensup bir zat tarafından gösterilen arzu-yı mahsus
resmin takdir olunmadığı bir zamanda yetişmiştir. üzerine - kemal-i itina ile yaptığı resimleri muhtevi
Fenerci, ressamlık cihetiyle fevkalade yaratılmış olan ve Melek Paşa hafidi [torunu] hattat-ı şehir Ali
zevattan maduddur [sayılır] . Bu bedia-i nefaset Haydar Bey merhuma intikal etmiş bulunan bu
hakkında ne yolda medihalar [övgüler] yazılsa mecmua, cildinin tamiri için mukaddema [daha
mübalağa edilmiş olmaz. önce] mücellit Osman Yemeni Efendi 'ye getirilmiş.
Müzehhiplikteki maharetinden başka ressamlığa da
Bu şehristanı tab-ı nurbahşın eyledi tenvir intisabı olan Osman Yemeni Efendi, bu mecmuanın
Değildir iltimaın ey musavvir kabil-i tasvir ihtiva eylediği yüz kadar tabloda laakal [en az] beş altı
ve alelekser [çoklukla] yirmi beş otuz figür
Fethiye'de Draman taraflarında bulunduğunu, Şark'tan işrak
ikamet eylediği rivayet olunan eyleyen [doğan] Fenerci'nin bu
bu muhterem zatın ismi safahata [sayfalara] açtığı envar-ı
Mehmed'dir. Evail-i hayatında nefasetin fenn-i tersim cihetiyle
[yaşamının ilk yıllarında], Osmanlılık alemi için hakikaten
kable'l-harik [yangından önce] bais-i mefharet [övünç nedeni]
Sultan Bayezid'de bulunan olduğunu ifade ediyor. Avrupalılar
fenerciler sırasındaki tarafından yirmi beş, otuz bin
dükkanında fener yapmakla kuruşa satın alınmak istenilen bu
iştigal eylediğinden " Fenerci" mecmua-i tasaviri, pertevsitan-ı
olarak iştihar eylemiştir [adı letaifi, servet-i maddiyeden ziyade
duyulmuştur] . servet-i kemalata malik olan
Bayezid harik-i kebirinde [büyük kıymetşinas Ali Haydar Bey
yangınında] dükkanı yanmış olan merhumun satmayıp ehemmiyetle
Fenerci Mehmed Efendi, bu hıfz eylediğini [sakladığını] ve o
sanatta devamı tabiatındaki mecmua bugün elde bulunsa
nuraniyetle mütenasip nefaset meftunları tarafından iki
görmediğinden feneri söndürmüş bin lira kıymet takdir eylediğini
ve ucu şuleli fırçasını dest-i yine Osman Yemeni Efendi
maharetine almıştır. söylüyor.
Fenerci, resimde gittikçe Büyük üstad Halil Paşa . . . Çalışırken . . . Fenerci Mehmed Efendi,
parlamış ve ziya-yı şöhreti Hallil Pacha au travail daprenatür [doğadan çalıştığı]
memleketin her tarafına eserler de vücuda getirdi. Hatta
saçılmıştır. bu resimleri görüp takdir eden
Ressam Mehmed Efendi, suluboya ile resim yapardı. bir Avrupalının Fenerci'ye müracaatla resmini
Tasvirin iptida [önce] üstübeç ile taslağını yapar, yaptırdığı rivayet olunuyor.
sonra o heyet-i meriye [görüntünün tamamının] Rusyalı Ressam Aivazovski tarafından yapılmasını
üzerine elvanın ahengini muhafaza eyleyerek muntabı irade eylediği [emrini verdiği] bir tabloyu tarif için
olmasına [güzel, zarif görünmesine] bakardı. çizdiği krokiden, resimde şahane bir iktidara malik
Resimlerinde daima şu tarz-ı tasviri takip ederdi. olduğu anlaşılan Sultan Abdülaziz Han hazretlerinin,
Bu Türk ressamın ihtiyar eylediği [seçtiği] şu usul-i Fenerci Mehmed Efendi ' nin resimlerini izhar
tersimden vücuda getirdiği asarın - İran erbab-ı buyurduğu [gösterdiği] mervidir [rivayet olunur] .
sanatının kütüb-i musavvere-i atikada [eski resimli Şu surethane-i hestiyede [varlık aleminde] hiç kimse
kitaplarında] görülen tasaviri [tasvirleri] gibi - gayri baki değildir.
tabii olduğu anlaşılmasın ! Vatanımızda senelerce neşr-i envar etmiş [ışık
Bu musavvir-i Osmaniye'nin [Osmanlı ressamının] tutmuş] olan Fenerci'nin de pertev-i hayatı, Sultan
menazır-ı dilpeziri [hoşa giden manzaraları] fenn-i Mahmud-ı Adli hazretlerinin evahir-i saltanatında
tasvire [resim tekniğine] bihakkın [hakkıyla] mutabık [saltanatının son döneminde] diğer bir rivayete göre
ve tabiattaki letafetiyle müterafiktir [uygundur] . Sultan Abdülmecid Han hazretlerinin evail-i
Fenerci Mehmed Efendi deniz, gemi, arslan, kaplan saltanatında [saltanatının başlarında] intifapezir
resimleri yapardı. Lakin asıl mahareti figürdedir. olmuştur [vefat etmiştir] .
Ressamlığın bu cihetinde hakikaten mucib-i hayret
bir iktidar ibraz etmiştir. Avrupa'daki nezihü't-tab Fanus içinde olsa dahi bulmuyor necat
[ince, hassas] ressamların gayet ince çalışarak Bad-ı ecel esince söner şule-i hayat
meydana getirdikleri resimler gibi erbab-ı nazırı
[görenleri] icab eyleyecek [şaşırtacak] rakik eserler 1 5 Mayıs 1 32 8 [1 9 1 2]
vücuda getirmeye muvaffak olmuştur. Şerif Abdülkadirzade
Fenerci Mehmed Efendi 'nin şimdiye kadar tenvir-i Hüseyin Haşim
1 52
F i K İ R VE F İ İ L- İ TEFEKKÜR
2 dimağ-ı tefekkürde izhar-ı acz ettiği, yani beşer
dimağını ne kadar yorsa bulamayacağı nikatta
IZB Bidayet-i fıtratda [yaratılışın başlangıcında] insan [noktalarda] tefekkürden [düşünmekten] fariğ olarak
saha-i arza [yeryüzüne], bu azim boşluğa geldiği [vazgeçerek] meşgul bulunduğu fikri ali hale terk
zaman ne gördü, ne buldu? Hiç? Derin bir zulmet ettikten bir müddet sonra onun sema-yı sakıtında
[karanlık] ! . . Fakat onda öyle bir uzv-ı faal vardı ki [sessiz gökyüzünde] bir şule-i ilham parlıyor; insan,
zulmetleri deldi, kendini bildi ve kudret-i sanayii " Buldum ! . . " diye feryat ediyor.
anladı . . . Dimağ? .. Bu olmasaydı idrak olmazdı. . . Dimağ efal-i insaniyerıin vukua gelmesi için mahal-i
Dimağ zulmetleri oyarak ve orada ihtiyac-ı beşeri muhakemat ve mukarreratdır. Bu, bir amil-i müessir
tatmin edecek vesaiti taharri ederek [arayarak] şedit [tesir eden etmen] ise de amir-i yegane değildir. Çünkü
[şiddetli] ve usanmak bilmeyen bir hevesle koşuyor, insanlar bazen düşündüğüne mugayir [aykırı], verdiği
deniyor. . . Ya Rab ! . . Nedir karara muhalif harekat ve
bu kuvve-i faale ki efali [edimleri] icra ederler
insanların bütün levazım-ı ki burada saik hep
zaruriyesirıi [zorunlu hissiyat-ı ruhiyedir. Dimağ
ihtiyaçlarını] bulmak için olmasaydı insanlar
bir hassa-i keşfiyeyi haiz ? ! . mahiyet-i eşyayı değil,
Nedir b u kuvve-i faale ki kendi mevcudiyetlerini
oraya gidince beşeriyet, bile anlayamazlardı.
yolunu aydınlatacak bir Çünkü hissiyat-ı ruhiye
şule, bir nur-ı hidayet mevcudiyet-i zatiyeyi
buluyor? ! . Keşfiyat, [özsel, ilahi varoluşu]
ihtiraat [buluşlar] ve anlamaya kadir olamaz,
icadat? .. Bunlar adeta insanların hissettikleri şeyi
çöllerin uzaklarında anlamaya kalkışmaları
görünen ekal [en az] bir bunu ispata kafidir. Öyle
serap gibiyken arkasından ise evvela nasıl
koşan dimağ o serabı, o anladığımızı yani eşyaya
tayf-ı sairi tutarak nasıl ıttıla [algı, kavrayış]
hakikate tahvil peyda eylediğimizi bilelim.
[dönüştürmek] için Dimağ bir uzuvdur, hem
yıllarca uğraşıyor, bir uzv-ı mühimdir. Bunun
uğraşmaktan çekinmiyor, mahiyet ve evsaf-ı eşyaya
yorulmuyor, bıkmıyor ! . . kesb-i vukuf etmesi [vakıf
Asar ve sanayi-i beşer, olması] demek dimağda
aciz bir mahlukun kabza-i onlara dair bir intiba
tasarrufunda mevcut, [izlenim] hasıl olması
nameri [görünmez] bir demektir. Dimağın basıra
kuvvetin muhassalası [görme], samia [işitme],
[sonucu] olduğuna lamise [dokunma], zaika
inanılmamak isteniyor. Hallil Pacha Halil Paşa'dan [tatma], şamrne [koklama]
Halbuki saha-i sanat GENÇ BİR KIZ gibi beş hassası vardır ki
dimağa, bu bedia-i sanata Une jeune fille bunlarla intiba husule
öyle bir zemin-i inkişaf gelir. Nefsirnizde
olmuş ki insan lal ü ebkemdir [dilsizdir] : hissettiğimiz veçhile muhitimizde bulunan eşya-yı
mevcudenin kemiyet ve keyfiyeti dimağa bunlar
Subhane men tahayyare fi sunihi 'l-uklll vasıtası ile muntabi olur [yerleşir]. Havass-ı hamse [beş
[ (Allahın) yaptığı şeyler akılları hayrette bırakır] . duyu] bir atiye-i hilkatdir [yaratılıştan bağışlanmıştır],
fakat bunları terbiye ederek iyi görmeyi, iyi işitmeyi ilh
demekten kendini alamıyor. Bu aciz insanın, insanın [ve benzerlerini] haiz-i kudret olmak azim bir servettir,
da değil, insan nazarlarda mevcut bir kudret, bir bir sanatkarı zenginleştiren bunlardır.
kudret sahibi görünür, bir dimağın her an gözlerimize Her azanın salimü'l-afat [eksiksiz] olması lazım
inikas eden [yansıyan] latif, dilpezir [güzel] şu asar-ı geldiği gibi bilhassa sanatkarın da bu beş hassası
sanatın sanii [yaratıcısı] olduğuna kail olmayacağı tamü's-sıhha [sağlıklı] bulunması şarttır, çünkü
[inanmayacağı] gelir. . . Yalnız her buluşu, mutlaka ancak sıhhat-ı tam üzere bulunan her uzuv vazifesini
dimağın mahsul-i kudreti midir? .. Burada yine dimağ ifada tekasül etmez [üşenmez] . . .
bir vakfe-i tereddüd içinde kalıyor. .. İlham!.. Nedir Kütle-i dimağ vezaif-i uzviyeti hasebiyle her cins I29
bu füsun? .. Nedir bu sihr-i icazkar [şaşırtıcı büyü] ki meşhudat [görülenler], mesmuat [işitilenler], ilh [ve
153
benzerleri] için birer suteyh-i intiba [izlenim sathı] " ilm-i eşya " tedris olunması [öğretilmesi] pek
ayırmış ise de bunlar ensac [dokular] ve elyafı lazımdır.
[bağları] ile birbirlerine insal peyda etmiş Fikre ait insanlarda görülen nekaisi [eksiklikleri],
bulunduklarından bir sathiyede husule gelen intiba cümleten ilm-i eşyaya adem-i vukufdan
alakadar olan diğer sathiyata intikal eylediği gibi [kavrayamayıştan] ileri gelir denilse belki hata
birinde vukua gelen teyakkuzat diğer intibaatta dahi edilmemiş olur. Daha küçük iken dimağların
mucib-i tenbihat [uyarı nedeni] olarak fiil-i tefekkür ıttılaatını [algı gücünü] artırmak ve ( bu ne, bu niçin
vücuda gelir. böyle? ) diye eşya hakkında zihne tebadür edecek
Eşya hakkında dimağda intiba nasıl hasıl oluyor? .. [ansızın gelecek] sualatın [soruların] cevap ve hallini
Mesela yeni doğmuş çocukların dimağı intibaattan temin edecek, ancak bu ilimdir.
[izlenimlerden] azadedir, bunun içindir ki Tetkik ve tetebbu [araştırma] saha-i dimağın
muhitlerinde de gördükleri eşyayı bir beht tahammülleridir [üstlendikleridir] ve tecaribat-ı fiiliye
[şaşkınlık] ve hayretle istikbal ederler [karşılarlar] . fikrin en başlı gıdasıdır. Sağlam dimağın vukua
Daha hal-i ibtidaide olan bir çocuğun dimağı her gün getirdiği muhakemat bir fikr-i selim ile neticelenir.
biraz daha neşv ü nema Fikre mülayim [uygun]
buldukça [geliştikçe] eşya gelmeyen vakıat ve
hakkındaki vukufu hadisat-ı beşeriye
etraftan işitmek, eliyle muhakemat-ı akliyenin
tutmak, gözleriyle kararına itbadan [tabi
görmek, tutmak ve bir olmadan] değil, belki
şeyi koklamak ile artar. hissiyat-ı ruhiyemize
Keyfiyet-i intibaa gelince tevfik-i hareket [uygun
bir fotoğraf karşısında hareket]
bulunan menazıra etmekliğimizdendir ki
[görüntüye] eşya der isek bittabi fikr-i selim bunu
göz adese [mercek], kabul etmez. Yine
fotoğraf camı dimağ harekat-i insaniyede
hükmünde kalır. Dimağda bazen görülen, fikr-i
intibaat vukua geldikten selimin haric-i arzusu
sonra kuvve-i muhakeme ahval [durumlar], dimağın
başlar. Mesela kırmızı bir maluliyetinden veya
şeyin ateş aldığını anlayan muvakkaten
çocuk her kırmızıya ateş muattaliyetinden
demekten çekinmez. [battallığından] ileri
Çünkü onun ıtlaatı gelebilir. Mesela bir mayi
[kavrayışı] o kadardır. i müskir [sarhoşluk veren
Fakat bir gün mesela içki] harekat-ı dimağiyeyi
ateşe pek benzeyen tatil ederek hariçteki bir
kırmızı bir çuhanın elini müesser [etmen], tarik-i
yakmadığını anlamakla hissiyat ile ruha duhul
muhakemata [us eder [girer] ve burada da
yürütmeye] başlar: " İkisi fikr-i selimden eser
de kırmızı, fakat biri öteki görülmez.
gibi elimi yakmıyor, HalW Pacha Halil Paş a dan Dimağ ki bir mahfaza-i
'
154
ianesiyle [yardımıyla] hayalen insanın gözünün önüne yarayacak malumat-ı fikriyeyi taharri [araştırmak] ve
gelmesi demektir. Bu bir ıttıladır [bilgi edinmedir] . ianeyi talep etmek fiil-i tefekkürdür.
Bilahare deavi-i hendesiyenin [geometri O halde deriz ki dimağda havass-ı mevcudata
problemlerinin] ispat ve suret-i isbatındaki (mevcut duyumlara] ait bir kuvve-i müfekkire
muhakemat, efkar-ı hendesenin vücut bulması içindir. vardır, tefekkür dimağda mevcut efkarın muhakeme
Fikir husul bulduktan sonra mesela bir hendese ve mukayesesinden ibarettir.
meselesinin halli için fiil-i tefekkürün vukua gelmesine
ihtiyaç vardır. O meselenin halli için dimağda mevcut
deavi-i müsbeteye [pozitif problemlere] yani efkar-ı 1 4 Mayıs 328 [1 9 1 2] Kadıköyü
hendeseye [geometriye] müracaatla mesele halline F. Rebii
S A H RA RE S S A M LA R I İ LE T A B İAT
IJO İnsan, taklide, tasvire istidadı galip, ressamlığa yavrularını bir sönmüş volkan kovuğuna,
meyli pek erken zahir olmasına rağmen onu bir mütehevvir [öfkeli] sellerin müthiş darbeleri ile
çerçeve gibi her taraftan ihata eden mader-i tabiatın oyulmuş bir mağaraya yahut sükkanını [içinde
bedayiini [güzelliklerini] pek güç görebildi. Çünkü yaşa yanları] telef ettiği bir ayı inine yerleştirmiş,
bunu görmek için lazım olan huzur-ı baldan (gönül dünkü muharebenin bir ganimetiyle öldürdüğü bir IJ I
huzurundan], rikkat-i hisden [duygu inceliğinden] kurdun derisiyle tesettür etmiş, kuvvetli bir ağaç
mahrum idi. Dünyaya daha henüz gelmiş, kimsesiz, dalının ucuna sıkı sıkıya bağlı, belki de dişleriyle
yurtsuz her türlü vasıta-i taayyüşden [beslenme yontmaya uğraştığı taş parçasından ibaret silahı ile
imkanından] mahrum, halbuki bunların hepsinin o günün nafakasını tedarike gidiyor. Gücünün
tedarikine mecbur, bundan başka hayatı daima yeteceği bir şikar (av] arar, dolaşırken, kendinin de
tehlikeye maruz, öteki hayvanlar üzerine şerafet çarpa [dört ayaklı] hemşehrilerine şikar oluvermesi
[üstünlük] iddia eden bu mahluk, dişisi ile ihtimaliyle kalbi mustarip görünüyor. Gayet sık,
Hallil Pacha Halil Paşa 'dan Hallil Pacha Halil Paşa 'dan
PANO PANO
Paneau decoratif Paneau decoratif
155
Hallil Pacha Halil Paşa 'dan
ÇENGELKÖYÜ SIRTLARINDAN
Aux tranchees Tchinguel Keuy
156
Hallil Pacha MALTEPE YOLUNDA Halil Paşa 'dan
En route pour le village Maltepe
rutubetli, karanlık bir ormanın sesini ve hain nihayet Rönesans'ın parıltısı faaliyet-i beşeriyenin her
zeminini setreden [örten] bilmem kaç endaze şubesini tenvir ettiği aralarda hayretefza [hayret verici]
yüksekliğinde otları ihtiyatkar adımları ile terakkiyat göstermiş de yine atölyelerin haricindeki
haşırdatır, orman yerlilerini havfa [korkuya] şeyler - Flaman Mektebi müstesna - ressamların
düşürürken etrafından duyduğu başka kımıltılar da iltifatına layık oldukları derecede nail olamamışlar.
onu tedhiş ediyor [ürkütüyor] : Acep benden büyük Vakıa bu uzun dehr [süre] içinde rüzgar-ı vekayiin kah
mü, küçük mü ? parlattığı, kah söndüresiye azalttığı şule-i sanat sahrai
Velhasıl avını yakalıyor, yuvasına dönüyor, ertesi [peyzaj] resimlere az çok yer verdi. Amma bu mevki
gün tekrar başlamak niyetiyle yorgun argın yatıyor. ikinci, üçüncü derecede kalıyor idi.
Şu halde bulunan insanın fikri, etrafındaki parlak Velhasıl tarih-i alemin vüsatine göre pek ahir [son]
renklerin ahenginden, gül rengi tuluların [gün zamanlarda sanatımızın bu şubesi de ehemmiyetle
doğuşlarının] , turuncu yahut ateşfeşan gurupların, nazarı itibara alınmaya başladı. Bunun ne gibi
mavi mehtapların saçtığı hislerden ziyade amillerin tesiriyle olduğunu merak edenler�
kovalamak yahut kaçmakla meşgul idi. Bu da pek tanıttırmak için Fransa Enstitü azasından Emile
tabii idi. Gözleri sade av hayvanları arar, yalnız Michel'in bu vadideki tetkikatını yani sahrai
onları görür, dimağı sade onların hayali ile resimlerin, peyzajın tarihçesini tercümeye başlıyorum.
süslenmiş, yalnız onları sever idi.
IJ2 İnsan en çok neyi severse en ziyade ondan Hüseyin Avni
bahsetmez mi?
Büyükbabalarımız da geyiklerden, karacalardan ilh
[ve benzerlerinden] hoşlandıkları için daima onu I
konuşmuşlar. Fakat hangi lisanda bilir misiniz?
Felekte en umumi, en vazıh dil olan lisan-ı tersimde Tabiat-ı camide [cansız tabiat] ilk ressamların nazar
[resim dilinde] . Bu tersim hassası beşerde o kadar ı dikkatini o kadar celp etmiyor idi; insanlar, seviye
cibillidir [yaratılıştandır] ki ecdadımız daha başlarını i fikriyeleri şimdiki derecede olmadığı için, etraftaki
sokacak bir mesken yapmaktan aciz, dört ayaklı incelikleri, gizli letafetleri o kadar hissetmiyor idiler.
hemasırları [çağdaşları] gibi tabii mağaralarda sakin Bugün bile meclubu [tutkunu] olduğu bir
[oturur] iken o muzlim [karanlık] ikametgahlarının manzaranın resmini yapmak uğrunda zamanını,
sert duvarlarına, tavanlarına dümdüz dimağlarını rahmetini esirgemeyen bir sahra ressamının
gece gündüz işgal eden hayvanatın resimlerini faaliyetini bu yolda istimal edişi [kullanması] fikren
hakkediyorlar yahut renkli topraklarla boyalı aşağı kalmış köylülerine kadar hayretini mucip
yapıyorlar. oluyor, onların tarz-ı tefekkürlerine ne derece
İşte sanatımız bu kadar uzak zamanlarda başlamış, mugayir [ters] düşüyor. Hatta bazen bir peyzajcının
milyonlarca seneler layenkat [ara vermeden] yürümüş, etüdüne uzun uzadıya baktıktan sonra köylü, bu
1 57
Zamanımızın en büyük üstadı Hatt-ı Sami Efendi hazretlerinin bir bedia-i
kıymetdarı. Bu eser-i kıymetdar üç muhterem üstadın çiredesti-i sanatkarisini ihtiva
ediyor. Üzerindeki besmele-i şerife üstad-ı muhterem Hacı Şefik Efendi merhumun,
esas hat, Sami Efendi hazretlerinin, nikelden hak ile ceviz bir plak üzerine hattın
nefasetini bozmaksızın gömmek suretiyle diğer bir kıymet-i sanatkari gösteren zat
da mütekaidin-i askeriyeden Üsküdarlı Ahmed Beyefendi 'dir.
Un ehe( - d'ceuvre de Sami efendi, dernier maitre calligraphe Turc
158
adamın ne ile uğraştığını anlamakta mütereddit " Sade kulübeler, ağaçlıklı, gölgeli yemyeşil çayırlar,
kalır. Ressam Louis François'ya anlatıyor idi: Bir dereler, köprüler, şuraya buraya serpilmiş insanlar
gün kırda çalışırken o safdil seyircilerden biri hayli velhasıl sahra resimleri denilen ve filhakika bazı
tereddütten sonra yaptığı şeyin " İmparatorun resmi" nazarlara latif görünmekle beraber fikirden,
olup olmadığını utana sıkıla sormuş. sanattan ari [uzak]; nispetten, tenazurdan
Ressamın uğraştığı şeyin ne olduğunu anlasın [simetriden] mahrum; intihapsız, azametsiz şeyler
anlamasın köylü bunu tamamiyle beyhude bulur. Bu yapmakla iktifa eden" [yetinen] Flaman
sayin [çalışmanın] mahsulünün yüksek bir fiyatla Mektebinden en derin bir hiss-i hakaretle
satılmasına, Ruisdael'in yaptığı kurşuni bir sema bahsedişini işitip de tabiatın hoş manzar [görünüm]
altında gayri mümbit bir kumsal köşesinin zerrin parçalarının tasviri, fikirler hatta en açık olanlar
mahsulatını yaz güneşine arz eden buğday üzerinde bazen ne garip, ne mütefavit [farklı] tesir
tarlalarından on kere, yüz kere daha pahalı hasıl ediyor, mebhut kalmamak [hayret etmemek]
alınmasına ihtimal veremez. Amma ifadesini takdir mümkün değil. Sahra resimleri - peinture de paysage
r37 edemediği bu iş için sanatkarın sarf ettiği dikkati, ve bunun usul ve vesait-i taallüm ve tetkiki -
onun sabrını tahsin eder [beğenir] . Varidat-ı procedes d 'etude tarihi bu şube-i sanatın zuhurunu
hükümetden [devlete ödediği vergilerden], yani ona müeddi [doğuran] hissiyat üzerine fikrimizi tenvir
cebren kabul ettirilmiş vergilerden bir kısmının böyle eder [aydınlatır] . Hiç olmazsa, az çok parladığı
faidesiz şeylere harç edildiğine [harcandığına] muhtelif muhitlerde ne gibi şeraiti, ahvali takiben
tesadüfen vakıf olsa yaşamanın o kadar zor, hazineye inkişaf edegeldiğini öğretir. Peyzaj ın, hayli vakittir
teslim ettiği paranın kazanılması o kadar güç olduğu mazhar olduğu hissin kabulü, elyevm [bugün] onu
halde hükümet adamlarının böyle israfatında mümtaz bir mevkide tutan rağbeti göstererek bunun
bulunmalarına karşı nasıl hiddet edeceğini bilemez. sebeplerini iraeye, tabiatın tetkiki peyzajistlerin
Ne maksatla olduğunu anlayamadığı böyle işler için ruhunda nezihe ezvak [zevkler] husule getirir, bunu
şuuru tam, sıhhati yerinde bir adamın vaktini, tasvire ceht edeceğiz [çalışacağız] .
zekasını heba edişindeki hikmeti idrakten aciz yalnız
köylü değildir. Pascal ' in, "İnsanlar aslına lakayt Mabadı var
kaldıkları bir şeyin hayali olan resme meclup
oluyorlar, bu ne manasız şeydir," demesini yahut en Mütercimi:Hüseyin Avni
büyük üstatlardan birinin, Michel-Ange'ın bile, Emile Michel
1 59
IJ8 "PALETTE VÜCUDU E LZEM O LAN RENK LER İ LE etmekte, tablo kopyaları ile galeri tezyin i fikrinde
BÜYÜK RESSAMLARIN İSTİMAL ETTİKLERİ RENKLERİN sebat eylemekte olduğunu gördükçe Türkçemizde ne
ESAMİSİ, BOYALARIN YEKDİGERİYLE İ MTİZACINDAN bir Cours complet ( külliyat-! mebahis) yazacak
MÜTEVELLİT TEGAYÜRAT, YAGLAR VE TESİRİ " Ernest Hareux, ne renkler hakkında tafsilat verecek
HAKKINDA MALUMAT ARZU EDEN GENÇ ARTİSTE Libonis ne de büyük ressamların paletini tetkike
uğraşacak Morini [ ? ] beklemeliyiz. Sanat bizde
Azizim: doğduğu gibi kalmış, büyüyememiş bir acube-i
hilkatdir. Henüz tekellümden [konuşmaktan]
Şu hususi suallerinize hususi bir mektupla cevap acizdir. Acaba bir ebkemiyet-i mutlakaya [mutlak
vermekten ziyade Ressamlar Gazetesi'nde netice-i dilsizliğe] esir midir?
tetebbuatımı muhtasaran [özetle] arza ictisarım Evet, Lfonard'ın felsefe-i sanatından ziyade
[cüret etmem] erbab-ı merakın da mütalaatından Cassagne gibi bir fikr-i ibtidai vererek heveskaran-ı
[değerlendirmelerinden] istifade etmektir. Hakkınız sanata rehberlik edecek muallimlere muhtacız. Ne
var. Bizim ulum u fünun bir taraf, sanat-ı tersime ise azizim sözü pek uzatmadan maksada rücu edelim
dair maatteessüf henüz mükemmel eserler [dönelim] .
yazılmamıştır. Ohannes Bey' in Sanayi-i Nefise Palette vücudu elzem olan renkler hakkındaki
Tarihi Methali [Güzel sanatlar tarihine giriş] , Celal istizahınıza [sorularınıza] bendeniz kati bir cevap
Esad Bey' in Resim Dersleri, Ahmed Ziya Bey' in vermekte mazurum. Gerçi boyalar, alelhusus
küçük Menazır'ı bittabi Garb'ın silsile-i asarına [özellikle] resimde istimal olunan [kullanılan] elvan
karşı bir katre-i malumat demektir. Fakat ne esami [isimler] itibariyle mahduttur. Tıpkı musiki
yapalım? Sanayi-i Nefise Mektebi kitapsız tarih-i notası gibi derecata [derecelere] münkasımdır
sanat okutmakta, modelsiz teşrih göstermekte, [ayrılır] . Bir musikişinas nasıl bu asvar-ı
layıkıyle Türkçe bilmez muallimler istihdam mahdudenin [belirli seslerin] birbiriyle aheng-i
1 60
imtizacından [birlikteliğinin ahenginden] bir nağme-i
lahuti [tanrısal, yüce nağme] ibda ederse [yaratırsa]
bir ressam da mahdudiyet-i elvandan [sınırlı, belirli
renklerden] nazarfirib [göz okşayan] hamireler
[karışımlar] icat eder, yaratır. Şimdi resmi; görmek,
hissetmek ve gördüğünü, hissettiğini hutfıt-ı elvan ile
göstermek, ihsas etmek sanatıdır diye ifade edecek
olur isek, size intihab-ı elvan hususuna dair
zannedersem bir fikr-i mücmel [kısa fikir] verebilmiş
olurum. Görmek, malum-ı aliniz, hassa-i rüyete
[görüş yetisine] bağlı bir meseledir. Tabiatı, eşyayı
vakıa herkes görür, tetkik eder. Fakat tabiatı
ananatı [ayrıntıları] ile görmek herhalde ressamca
görmek değildir. Ohannes Beyefendi bu görmek
kaziyesini [meselesini] pek güzel ispat etmiştir.1
Hissetmeye gelince, bu da ruhun nasibe-i istidadına,
derece-i hissiyatına bağlı bir meseledir. İyi, fena bir
şeyi, neşe veya hüznü, güzel veya çirkin bir
manzarayı herkes az çok his ve tasvir eder. Lakin
resimde hissetmek edebiyatta, musikide görmek,
hissetmek ne ise ondan başka bir şey değildir. Hatta
bu, sanatkarlar arasında tahvilat-ı kanuniyeye
tabidir. Mesela aynı güfteyi iki bestekar, aynı
manzarayı iki şair, aynı modeli iki ressam tasvir
etseler görgüleri, hisleri nokta-i nazarından eserleri Hallil Pacha Halil Paşa 'dan
arasında pek büyük bir fark ve tefavüt [ayrım] KIŞ
meşhut olur [gözlenir] . Eserlerin hepsi güzel olmakla
beraber her birerlerinde sahibinin nüfuz-ı nazarı,
Effet de neige
ihtisasat-ı rakikası kendisini gösterir. İşte bunun
içindir ki edebiyat, musiki, resim, tekmil sanayi-i yolları vardır. Ve sanatkarlar bu gösterilen IJ 9
nefise kaideye tabi olmakla esir olmamıştır. O, bir yollardan kat-ı mesafe ederek ilerledikçe istidad-ı
füshat-ı namütenahiyeye [engin genişliğe] maliktir. fıtrisi [doğuştan yeteneği], derece-i mesaisi
Yalnız kutupları irae eden [gösteren] tarik-i nispetinde keşfiyat-ı tersimiyede bulunabilirler.
münkeşife [keşif yolları, keşfedilmiş yollar] Mesela renkler hakkındaki tetkikatını küçük küçük
kabilinden sanayi-i nefisenin de kendine mahsus eserlerle teşrih eden [açımlayan] Morini, fabrikaların
• •
- ... .... ...
Hallil Pacha SALACAK Halil Paşa 'dan
Une vue a Saladjk
161
halihazır imalatından, ihtikarından olduğunu itiraf ediyor. İmtizaç [renk uyumu]
[ vurgunculuğundan] şikayet etmekle başlıyor. kısmına gelince Ernest Hareux'nun verdiği malumat
Müzelerde tabloların bugüne kadar aheng-i elvanı herhalde tenvir-i efkara [konunun yeterince
muhafaza etmesi eski ressamların boyalarını bizzat açıklanmasına] hadimdir [yardım eder] . Çünkü
ihzar [hazırlama] ve tertip etmelerine atıf ve isnat Ernest renklerin imtizacındaki fiil-i kimyeviyeyi
ediyor ki bu filhakika gayri kabil-i inkardır. tecrübelerle ispat ediyor. Hiç unutmam, bir gün
Raphael, Rubens, Michel-Ange, Rembrant gibi Luxembourg Müzesinde Chaplin'in meşhur eserini
bütün esatize-i sanatkaranın [büyük sanatçıların] kopya eden genç bir ressam, arkadaşına kullandığı
tablolarına dikkat edilirse renklerdeki sanata, kırmızıların kuvvetsizliğinden şikayet ediyordu .
tazeliğe hayret edilir. Louvre'da Rubens'in galerisini Kopistin refiki [dostu] herhalde renkler bahsini
tetkikimde resimlerde gördüğüm o bekaret-i elvan tetebbu etmiş bir artist olacak ki kırmızıdan
beni pek çok düşündürmüştü. Elvanın [renklerin] başlayan şikayatın [şikayetlerin] müsebbibi
muhafaza-i salabetini [dayanıklılığını koruduğunu] kullanılan beyazlar olduğunu fenni bir surette ispat
pek çok eserlerde de görmüştüm. Lakin bugün o etmiştir.
renklere mümasil [benzer] renklerle vücuda getirilen
yahut doğrudan doğruya reng-i aslileri ile kopya Mabadı var
edilen resimlerde acaba renklerin muhafaza-i A. S.
salabeti mümkün olabilecek midir? Bendeniz bu
noktada Morini'yi kabul ediyorum. Çünkü Morini
büyük ressamların paletlerinde bulundurdukları
elvanı tadat ile [dökümünü yaparak] her ressamın -
iyi cins boya intihap etmek şartı ile - serbest 1 Sanayi-i Nefise Tarihi Methali.
5 AT H - I M E NAZ I R İ
r40 .Mahrut-ı basari, şuaatının serbestçe tevsi edilerek arasındaki ( ..ı i ) mesafesi sath-ı mezkur üzerindeki
ihtiva ettirilen tabiattaki mevaddın heyet-i ( � i ) irtifaını gösterir.
mecmuasından ibarettir. Bundan dolayı sath-ı On üçüncü şekilde balada beyan olunan izahatı
ikmal ve ifade eyler. Şekl-i mezburda ressam
kalemini sath-ı menazıri üzerinde muallimin irae
eylediği noktada tutmuş ve işbu nokta ile ressamın
gözünden geçen şua bir iplik ile irae olunmuştur.
Bir maddenin resmini yapmadan evvel, ressam
kendisi ile madde arasında bulunması lazım gelen
�� mesafeyi aramalıdır. Mesafenin çok veya az
:,.�----+++-1-ı+��- -----..!'f�f_ bulunması nispetinde makusen [tersine] tebeddül
eyleyen [değişen] zaviye-i basariye uzaklardaki
maddelerin tedrici olarak tebeddülat-ı zahiriyelerine
[görünüşünün değişmesine] badi olur [yol açar] .
Şekil 1 2 Mesela on dördüncü şekilde ( r ) basar-ı rasıd,
( ...,.., ı ) resmi alınacak herhangi bir madde olduğuna
göre müteakiben ( r .) --3 .A> ..) .,.. ) vaziyetlerinde aynı
-
mezkure sath-ı rüyet denir. Şuaat-ı basariyeden bir madde uzaklaşsa göz noktasından temdit olunan
kısmının imtidadı üzerinde muayyen vüsatte
[genişlikte] bir cism-i muzlim [karanlık cisim]
tesadüf eylediği takdirde sath-ı mezbur hissi ölür.
Hemen her vakit ressamın tabiatta gördüğü resmi
tamamen veya kısmen irtisam ettirdiği [resimlediği]
( � :-_-_ ·.·:,
levha da balada [aşağıda] beyan olunan sathın
aynıdır. Eğer sath-ı mezbur ressam ile madde ........ J
arasında, On ikinci şekilde görüldüğü vaziyette ve
-- - :±4Wj-
şeffaf bulunursa maddenin hayal ( ...,.., ı ) ressamının
( ...,.., ) basarından [gözünden] ( ı:- ..ı ) maddesine
temdit edilen [uzatılan] şuaatı ( 7: � ) noktalarından
kat ile teressüm eyler. ( ..ı ı ) hattı yahut ressamın
ayaklarından maddenin kaidesine mevsul [ulaşan]
hat, maddenin hatt-ı idaresidir. Hatt-ı mezkur sath-ı
�lr
"=f:
=-
=
-
ı="'==
-
__
= ====
_ --
= �u_
-------
162
\
�)
'
'
.
"
�
1 63
zaifleşir ve kesafet-i mezkure birinci planların
mütalaasını gayri muvafık kılar.
Maahaza [bununla beraber] ekseriyetle vaki olduğu
gibi mesafe-i mezkurenin muhafazası daima
mümkün olamaz.
Mesela, ebniye dahilleri [bina içleri], sokak içleri ilh [ve
benzerleri] gibi olan yerlerde geriye çekilmek mümkün
olamadığından dolayı ressamın fenn-i menazıra
Şekil 14 [perspektif bilimine] aşina olması mutlak lazım gelir.
Çünkü ol vakit ressam kendisini lazım gelen mesafede
( '-:-' r ) . . . .. ilh [ve diğer] hatt-ı
r-
.,.. r - .ı r - 1
bulunuyormuş farz eder.
basarları resmedilirse bida yeten [önce] madde-i Hututun istikamet-i hakikileri zahir-i hale göre
mezkure kaimeye yakın bir zaviye tahtında ( ..:.. i ) ile tersim edilirse selaset [akıcılık] ve ahenk teşkili
görüldüğü halde ( .ı .,.. ) vaziyetinde geldikte adimü'l-imkan [imkansız] olacağından menazır
zaviyenin daha haddeleştiği ve binaenaleyh ( � i: ) sayesinde maksada destres olunur [ulaşılır] .
halinde görüleceği aşikar olur. Ihtilaf-ı mezkur Tabiatın önünde bulunan bir ressam mesafeyi iyice
madde uzaklaştığı nispette tezayüt eyleyip zaviye de tahmin ve ol veçhile hükmedebilmek için ağaçtan
o nispette kapanır. veya mukavvadan ortaları bir kıl veya ince iplikle
Alelumum [genellikle] resmi alınacak maddelerin bulunmuş ufak bir çerçevenin istimali [kullanılması]
kaffesi yeknazarda [tek bakışta] görülebilmeli ve pek faideli olur. Mezkur çerçeve süjeyi dört kısma
nihayetlerinde tesadüf eden parçaları iyice �aksim edeceği gibi merkezi de gösterir.
görebilmek için ressam başını bir sağa bir sola Işin şeklini tamamen göz kavrayabilmek için mesafe
çevirmeye mecbur olmamalıdır. Maddeye ziyade kanununa taban [uyarak] işbu çerçeve gözün
yaklaşılırsa bu hal-i tabii olarak vaki olur. ilerisinde ve eninin iki misli mesafesinde bulunmalıdır.
Yapılacak işi ressam tamamiyle kavrayabilmek için Mesela -On beşinci şekilde ( .ı .,.. ,_, ı ) çerçevesi
kabul olunan mesafe süje kaidesinin iki misli tablonun kıtasını [boyutunu] gösterir ( [ .J , .....9 A )
raddesinde olmalıdır. Bu tarife muvafık olarak hatları mezkur çerçeveyi dört müsavi kısma taksim
duran bir ressam yapacağı tablosunun heyet-i eyler, işinde icap eden nispeti bulabilmek için
mecmuasını takriben 28 derecelik bir zaviye dahiline ( J , J ) parçası çerçeve üzerinde istenildiği veçhile
alır. işbu zaviye-i basari dahiline tesadüf eden şuaat kayabilir surette tertip edilir.
[ışınlar] gayet keskin ve kuvvetlidir.
Mesafesi iyi tahmin edilerek yapılmış bir resimde Hatt-ı zemin
bulunan maddeler arasında imtizaç [uyum] ve ahenk
tabii olarak mevcut olur, kısa mesafelerde ressam Mesafe tayin edildikten sonra mütalaa için esas olan
maddenin her parçasını görebilmek için başını birinci hatt-ı zemin yahut hatt-ı sath-ı menazıri
çevirmeye mecbur olup bundan da müteaddit nikat-ı kaidesidir.
basariye hasıl olarak tablodaki resimlerin mevaki-i Sath-ı zemin - Bir müstevi [düzlem] olup ressamın
nisbiyelerinin [nispi konumlarının] değişmesine ilerisine şakulen [dikey olarak] vaz edilmiş olan işbu
sebep olur. çerçevenin arz üzerinde mevzu olduğu mahal yani
Bilakis uzak mesafelerde madde ile ressam tablonun başladığı mevki " hatt-ı zemin" namı ile
arasındaki kesafet-i hava hasebiyle şuaat-ı basariye yad olunur.
Şekil 1 5 Şekil 1 6
1 64
Mesela, on altıncı şekilde ( � 7: ....,.., ı ) çerçevesi içinde -
tesmiye olunur.
Menazıri zemin - Ufuk ile hatt-ı zemin arasında
bulunan mesaha-i arziye denir ve tabloda gösterilen
maddeler işbu saha üzerine mevzu bulunur. Yani on
yedinci şekildeki ( ._,., ı ) hatt-ı zeminiyle ( .....s ..ıı. ) u fk u
arasındaki ( .....S ._,., ..ıı. ı ) mesafesi menazıri zemindir. Şekil 1 9
Müdür-i mesul
Osman Asaf
1 65
OSMANLI RESSAMLAR CEMİYETİ GAZETESİ
İFTİTAH
I 45 Geçen sene bu vakitler idi. Evvela elsine-i ammede [halkın dilinde] " İttifak etmişler, dördü de birleşmişler,
demişler, diyorlarmış, Makedonya, Arnavutluk," cümleleri dolaşırken İstanbul sokaklarından akıp giden
ahalinin harp teraneleri hemen birkaç gün içinde alevlendi, Osmanlı hudud-ı Garbisinde baştan başa
nakkare-i cidal [savaş davulları] çalınmaya başladı. Merdim diyene meydan göründü . . . Saadet-i hakimiyeti,
muhabbet-i vataniyeyi, şeref-i milliyi bilenler, hamiyet-i caliyeden [sahte milli onurdan] müberra [uzak]
olanlar faaliyete başladılar, namusu ile yaşamak isteyenler ölmeye koştular. Bu suretle azasının bir kısmı
dağılan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti de muvakkaten iştigalatını [çalışmalarını] tatil etmiş ve gazetesini
tabiatiyle kapatmıştı.
Hudut boylarında bir tarrakadır koptu. Herkeste ümid-i zafer, ümid-i galebe [yenme ümidi], ümid-i fütuhat
[fetih ümidi] , heyhat! . . Pek uzun sürmedi, meşum havadisler İstanbul afakında [ufuklarında] baykuş sedası
gibi çınlamaya başladı. Valide-i ümid mağlubiyet namında bir veled-i maderbehata [gayri meşru çocuk]
doğurdu. O hülyaalud [hülya dolu] sabahlar akşam oldu, kanlı bir şafak, acıklı bir gurup milyonlarla elvah
ı cinayet [cinayet tabloları], hüznengiz [hüzün dolu] bir gece . . .
Tekrar bir seher Osmanlıların çehresine hafif bir ibtisam [gülümseme] bahşetti. Gaybubetine ağladığımız bir
kıta tekrar havza-i Osmani'ye dahil oldu, bir maraz-ı sariden bütün ailesini kaybetmiş bir validenin
kurtarabildiği tek yavrusuna sevinmesi kabilinden izhar-ı şadımani edildi [sevinç gösterildi], fakat bununla
her şey unutulmuş olmaz, evladın iade-i afiyeti ecdadın matemini imha etmez. Her felaket bir masdar-ı
intibahtır [uyanışın başladığı yerdir] . Meyusiyet [umutsuzluk] hele ki ihzar eder, say ile [çalışarak] telafisine
uğraşmak vecibe-i ademiyetdir [insanlık görevidir] .
İşte Osmanlı Ressamlar Cemiyeti de tekrar vazifesine ibtidar etti [girişti] . Millette ihyasına lüzum-ı kati
gördüğü ve bu lüzuma kanaat ettiği fikr-i mahasinpesendiyi [güzellik severlik duygusunu] tenmiye
[geliştirme] ve erbab-ı sanatı teşvik için elinden gelen gayreti diriğ etmemeye [esirgememeye] karar verdi ve
gazetesini tekrar neşre bu nüsha ile ibtidar eyledi [girişti] .
Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi öteden beri olduğu gibi sanayi-i nefisenin her şubesinden bahsedecek,
fikr-i sanatı umumileştirecek her türlü vasıtaya müracaat edecektir.
Belki bu kararımıza itiraz edip, " Şimdi sanayi-i nefisenin sırası mı? Takdimen [bundan önce] çalışılacak
neler var ! " diyenler bulunursa onlara cevaben de, biz zevksiz, tabiatsız bir milletin yaşayabileceğine kail
olanlardan [inananlardan] değiliz. Milletimizi yaşatmak, Osmanlı namını safha-i kfünatda ilelebet payidar
etmek yegane emelimizdir, binaenaleyh sanayi-i nefisenin vücuduna ihtiyaç görüyoruz. Böyle olmasa bile,
" Her ferdi mesleğinin terakkisine say eden bir kavim [millet] payidar olur," fikrine kaniyiz. Hiç olmaz artık
uyumak zamanlarının geçtiğine inanıyoruz.
deriz.
A. K.
B Ü Y Ü K L E R İ M İ Z İ N B O R Ç LA R I P E K Ç O KT U R
r4 6 Şu açık serlevhamızı ilk görecekler, ihtimal birdenbire için, müsaade olunmayan fırçasına bedel kalemini
mecmuamıza cihet-i nispetini [ilintisini] derhatır çıkardı, bütün yaren ve hişana [yakınlara] bir
edemeyecekler [anlayamayacaklar], herhalde Müslüman Türk hüsran-ı esaretini yazdı, ağladı,
büyüklerimizin de mali bütçelerindeki büyük sızladı, hatta diyebilirim ki yazdıkları fırçası ile
açıklarından, bahsolunacağına zehap hasıl meydana getirmek istediği levhalardan, resimlerden
eyleyeceklerdir. Keşke böyle olsa idi: Ancak biz burada çok daha kıymetli zuhur ediyordu, lakin ötekinin aşk-ı
büyüklerimizin milli bütçelerindeki açıklarından sanatı daha çok genç idi. Gençliğin ise, öyle
vatanın mahsusat-ı bediasına karşı gittikçe artıp mümanaatlara [engellemelere], müsaadesizliklere kolay
çoğalan borçlarından bahsetmek istiyoruz: kolay baş eğmeyeceği meydanda. Bunun için Mehmed
"Cihan, insan için bir dar-ı say ve imtihandır" [çalışma Ali meydana çıkardığı fırçasını geri almadığı gibi, şime
ve sınav yeridir] diyen erbab-ı irfan ne kadar esaslı bir i ihtiyata [ihtiyatlı tabiatına] da riayet ederek renkli
hakikati ityan [bildirmişler] ve ilan eylemişlerdir! kalemler de aldı ve hiç boş durmadı, hatta esna-yı
Bunu ispat eden hakaikten [gerçeklerden] değil midir tersim ve tasvirde, daldığı vecd-i sanat içinde, herhalde
ki şehrah-ı hayat ve cihadda [yaşam ve kavga Türk husumetinin küçük dimağlardaki nema-yı
yolunda] erbab-ı istidat ve iman ne derecelerde intikamperverisini gösterircesine, üzerine Bulgar
maruz-ı müşkülat ve buhran kalmışlarsa, o nispette çocuklarının limon kabuğu, moloz parçası . . . atmak
tezyid-i azim ve meram etmişler . . . Vecden büyük gibi tecavüzlerine de uğradı. Bu müşkülat yeis vermek
felaketlerin, telafi-i napezir gibi görünen zıya [kayıp] şöyle dursun, aşk ve azmini besledi. Ve zannederim,
ve musibetlerin yüksek hilkatleri, büyük ruh ve Sofya'nın en güzel manzaralarından, abidat-ı ümraniye
vicdanları tezkiye [arındırma] ve terbiyede, her türlü ve mimariyesinden [mimari anıtlarından] otuz kırk
tasavvurun fevkinde bir tesir gösterdiğine, tercüme-i kadar levha ile döndü. Sami de bunun da nısfı [yarısı]
hallerini en doğru bir şahid-i tarihi mevki-i kadar kıymetli parçalar, bizdeki fıkdan-ı milliyet ve
mağbutuna [imrenilecek mevkiine] ila eylemişlerdir hamiyet [milliyet ve milli onur yokluğu] karşısında pek
[yükseltmişlerdir] . Ben bunu kendim için olduğu derin ve ateşin hissedilen samimi ve seri feryat ve
kadar millet için de bir yüz karası olarak kayıt ve figanları bir aheng-i sehhar [büyüleyici ahenk] ile tespit
kabulünde bir mecburiyet-i elime duyduğum Sofya eden makale ve mektuplarla döndü.
esaret hayatında pek güzel görmüş, böyle bir levha-i Bu, kendilerine "amatör" unvanını veren
nefise karşısında hem sevinmiş, hem de yerinmiş idim. sanatkarlarımız Bulgar sanayi-i nefise mektebini, en
Evet, tıpkı benim gibi esir olmuş iki enis-i vicdan Sami büyük üstad-ı sanatı da gezip gördüler, hatta
ve Mehmed Ali Bey kardeşlerim Edirne'de, muhasara yaptıkları bazı levhaları da müşarünileyhe göstererek
ve muhabere-i daimenin bütün nevmidi [ümitsizlik] ve takdir ve teveccüh-i mahsuslara da mazhar oldular.
hırman [yoksunluk], bütün fıkdan [yokluk] ve noksan Bir gün Sami genç, pek genç bir Bulgar amatörünün,
içinde güzeran olan [geçen] o kızıl ve kanlı, lakin bir ressam namzedinin bilmem nerede sergi açtığını
Osmanlı için pek sevimli, şanlı devresinde bile Sultan söyledi. Talim ve tedris içinde geçen bir hayat,
Selim Cami-i şerifi gibi abidat-ı mimariye [mimari hususiyle daha çok talim ve binefsihi [kendi kendine]
anıtlar] karşısında pek derin bir hiss-i istiğrak tederrüs [öğrenim] ile devam edegelen bir ömr-i
[dalgınlık] geçirirler; onu, pek çok olmayan emsalini zimerak [merak peşindeki ömrün] sevkı ile aradan gün
ancak aşk-ı sanatın verdiği bir vecd-i hayret ve veleh geçirmeksizin, aşina-yı sırrım Hicri ile birlikte bu
[şaşkınlık] içinde (etüt) ederlerdi. Sofya'ya canlı birer meşhere [sergiye] gittik. Şehrin en sakıt ve temiz, en
cenaze gibi indiğimiz, bir karantina devre-i zihuzur [huzurlu] ve zengin bir mahallesinde iki
mahbusiyetini geçirip de birbirlerimizle ilk büyücek odadan ibaret bir yer. Serginin bütün
görüştüğümüz zaman da ben bu kıymettar kardeşlerin müstahdemini de yalnız kapıda bilet veren bir kişiden,
eşya namına ancak bazı etütlerini getirebilmiş büyük, genç, uzun saçlı amatörden ibaret. Herhalde
olduklarını gördüm. Ve her ikisini de Sofya'nın, bu pek iptidai ve basit bir şey, lakin ne kadar zihayr ü
eski memleketimizin, şimdi bizi birer esir-i misafir menfaat, ne kadar müfit [yararlı] ve zifazilet [faziletli] ! . .
suretiyle kabul eden Bulgar payitahtının tabii ve sınai, B u genç amatör, daha Avrupa 'da okuyor. İkmal-i
cedit [yeni] ve kadim [eski] bütün güzelliklerini, bedayi tahsile böyle kedd-i yemini [el emeği] ve ırk-ı cebini
i ümran ve afakiyesini defter-i mahsusalarına alıp ile savaşıyor. Yoksa körane [gözü kapalı] bir
İstanbul'umuza getirmek için müştak [özlem dolu] ve himayet, kısır bir sahabet [destek] ile değil. Her
hararetdar bir hazırlıkta buldum. Hakikat, iki üç gün seneki masarıf-ı tahsiliyesini [tahsil masraflarını]
geçmedi, her ikisi de pek tabii birer kat seyir ve seyahat böyle birer sergi ile kazanıyor. Bu kazanç ile hem
elbisesi tedarik etmiş, edevat-ı tersimiyeleri [resim araç milletinin temayülatını, mahsusat ve mahsusat-ı
gereçleri] ellerinde mahalli zaptiye nezaretine müracaat bediasını öğreniyor, hem de ati-i hayatı [gelecekteki
ederek bu hususta rica-yı müsaade eylemişlerdi. Hayıf yaşamı] hakkında kendisini hiçbir zaman
ki bu emellerine nail olamadılar, lakin hakiki erbab-ı aldatmayacak düsturlar ve notlar elde ediyor.
iman ve istidat için meyus [ümitsiz] olmak, say ve Levhalarını iyi bulmadığımız için bilenlere
cihattan çekilmek mümkün mü? . . Biri ötekinden daha başvurduk, hatta Bulgar bilgiçlerine bile, fakat
pek çok ziyade mahmul-i alam [elem yüklü] olduğu bütün netice-i istifsaratımızda [soruşturmalarımızın
1 67
sonucunda] bir muvafakat-ı müştereke, bir ayniyet-i millet timsali evladının bir hüsn-i hareketini kendisine
hikemiyeden başka bir şey çıkmadı. böyle bir levha ithafı ile taltif eylemiş olsun?
r47 Sonra bu resimlerin mazhar-ı revac olması esrarı Evladımıza hissiyat-ı bediayı verecek, bu hissiyatı
kaldı. Etraflı tetkikat ve tahkikat neticesi bizdeki hüsn-i terbiye ve tenmiye eyleyecek olanların ilk safını
hased-i milliyi, hırs-ı istilayı artırmaktan gayrı bir ebeveyni teşkil etmez mi? Bizim kemale gelmiş
hakikate müncer olmadı [yol açmadı], çünkü hattatlık, oymacılık gibi sanayi-i nefisemiz ihtizarda
sorduğumuz, muhitaşinalarına [yakın çevrelerine] , [can çekişmekte] değil midir? Memlekette kaç
harim-i samimiyet v e meveddetlerine girdiğimiz bediaşinas-ı milli buluruz ki evinde, yavrusunun dar-ı
Bulgar erbab-ı idrak ve irfanı bakınız ne diyorlardı: iştigal ve hücre-i mesaisinde böyle milli levhalar
"Evet, biz de biliriz, hatta itiraf ederiz ki bu resimler ve bulunsun, meşhur hattatlarımıza, eserlerine karşı bir
birçok emsalinin meydana getirdiği levhalar sanat meclubiyet [tutkunluk], bir tebcil [saygı] hissettirmiş
nokta-i nazarından pek kıymetsizdir, lakin milliyet olsun? Bugün büyüklerimizin kaçında eski
nokta-i nazarından pek büyük kıymetleri vardır, hatta sanatkarlarımızın, yeni ressamlarımızın asarı, tabloları
biz bizdeki tedrisat-ı ayaniye [görsel eğitim] için vardır ve bunları nakdi birer fedakarlık ile ele geçirmiş
muktezi [gereken] levhaları bile Avrupa ressamlarına, olsunlar? Emin olmalıyız ki terbiye-i hissiyesi yolunda
sanatkarlarına katiyen yaptırmayız. Levhalarımız olmayanlar, hüsn ü cemal, adi ü kemal karşısında bir
memleketimizi, milletimizi, sade Bulgarlığımızı hazz-ı ruhani duymayanlar ne fikren, ne de iradeten -
gösterdiği gibi, bu gösterenlerin de gösterilenler gibi imkanı yok - yükselemezler. Ahlak ve seciyece dereke
Bulgar olması nuhbe-i amalimizdir [ülkümüzdür]. i pestide [aşağı seviyede] kalırlar. Vakıa devr-i istibdad
Bizim iptidaiye ve taliye mekteplerimize [ilk ve [istibdat dönemi] ekabirinin evlerinde birçok levhalar,
ortaokullarımıza] ne suretle olursa olsun bir yabancılık tablolar vardır, lakin bunlar umumiyetle oralara ya bir
giremez. Mesela bazı yüksek mekatib-i taliyemizde rüşvet yahut bir siper-i saika olarak takdim edilmiş,
Fransızca okuturuz, lakin bu okunan, okutulan ecnebi hattat ve musavvirinin laneti ile birlikte o makamlara
lisanı ile hep, sade Bulgarlık, sırf memleket ve verilmiştir. Bazıları eski şairlerimizi caize-i ahz u
milletimize ait vekayi ve malumat öğretilir. Muhit-i kabulden [şiir ödüllerini alıp kabul etmelerinden]
milliyemize, saha-i hayatımıza ait olmayan, daima dolayı şimdi tayip ederler [ayıplarlar], asıl tayip
yabancı kalacak olan hiçbir şeyi okutmayız, edilecek o erbab-ı cah ve nukuddur [makam ve para
göstermeyiz. işte şu sorduğunuz genç amatörümüz bir sahipleridir] ki zamanlarının sanatkarlarını hiçbir
sanatkar olacak. Bakınız, onu daha şimdiden hakikat-ı suretle takdir etmemişler. . . iltifatları ile o yüksek ve
hayatla ne kadar yakın, karşı karşıya bulunduruyoruz müstesna ruhlardaki aşk-ı sanatı, feyz-i terakki ve
ve milletin ruhunu, bu ruhun tezahüratı demek olan tekamülü beslememişlerdir. Şairin,
temayülatını, ananatını [geleneklerini], bütün efkar ve
Ma'rifet iltifata tabidir
hissiyatını, amal [emeller] ve gayatını [gayelerini]
Müşterisiz meta zayidir
tamamiyle öğrenmesi ve sonra da öğretmesi için nasıl
bir usul ve üslup takip ediyoruz!.. dediği gibi, biz de bugünkü sanatkarlarımıza karşı
Evet, o levhalar olsun, daha emsalinin yaptıkları lakayt ve bihis [hissiz] yaşamayı iltizam edersek
olsun sanaten değersizdir. Lakin kendi öz malımızdır, [benimsersek], elbette ati-i sanatkarımızla [gelecekteki
' ilk gelenden bize ne, biz bakalım ki kendi dikenimizi sanatçılarımızla] beraber ati-i milliyemiz de söner,
gül yapalım! ' Bu da evvelbeevvel bağban-ı millet olan mahvolur. Binaberin [bundan ötürü] bize vatanımızın
büyüklerimizin himmetleri, hamiyetleri ile olur. işte o bedayi-i afakiyesini, milletimizin temayülat-ı bediasını
beğenmediğiniz resimleri vüzeramız [vezirlerimiz], gösteren, göstermek için elinde kalem ve fırçası muttasıl
vükelamız [vekillerimiz], şeflerimiz, zenginlerimiz seve [sürekli] göz nuru döken ressam ve hattatlarımızı,
seve alırlar, evlerine asarlar ve hatta bununla iftihar sanatkar ve şairlerimizi bilfiil ikdar [kayıralım] ve tebcil
bile ederler. Bu genç amatör, sergisini on günden edelim [yüceltelim]; tablolarını, eserlerini kendimiz için
ziyade açık bulundurmaz. Bütün levhalarını satar, değil, evlatlarımız için alalım; hissen ve fikren
ikmal-i tahsil için hemen Avrupa'ya kendini atar ! . . " yetişemediğimiz derece-i ulyaya [yücelik derecesine]
Biz b u izahatı n e kadar hasetefza bir asabiyetle yavrularımızı yetiştirelim; henüz yeni uyanmaya
dinledik. Çünkü pek eminiz ki bugün bu amatör, başlayan milliyet mefkuresini, milletimizin ab-ı ruy-ı
bizim Sami'lerin, Mehmed Ali'lerin gaile-i maişetle, mübahat [övüncü ve şerefi] olan sanatkarlarına ait
lakaydi-i muhit ile bir serbesti-i hayata, bir serbesti-i malumat ve tebcil ile tespit ve takviye eyleyelim. Artık
sanatkariye mazhar olamayan bu muhterem şüphe var mıdır ki bu yolda en ileriye geçmesi lazım
kardeşlere ancak çıraklık edebilecek bir iktidar ve gelen büyüklerimizdir. Nüfuzen, malen, irfanen
istidattadır, fakat bizde, evet hepimizde ehil ve erbab büyüklerimizdir. Ahlaki ve içtimai, dini ve milli kaffe-i
ı marifet ve sanatı takdir nerede? Terbiyeyi hep vezaif ve tekalif hep takat ve istitaat [gücü yetme]
mekteplerden, hatta pek tuhaf değil mi, Maarif derecesindedir. Hakiki büyüklük yalnız yavrusunun
Nezaretinden bekliyoruz, vakıa bunlardan değil, milletin asr-ı hazıra göre yetişmesi uğruna bezl-i
beklenecek, istenecek pek çoktur. Fakat biz, asıl biz, can ve mal olur. Cihad-ı ekber de budur sanırım, yoksa
bilhassa büyüklerimiz ne yapıyoruz? Hangi veya kaç borçlu gidenlerin hiçbir aleme çıkmaya yüzü yoktur.
baba vardır ki yavrusunun odasını İslam ve Osmanlı
sanayi-i nefisesi levhaları ile tezyin etmiş olsun, hayat 5 Şubat, Çengelköyü
ı saniye [ikinci hayata] dahi bakiyesi olan bu istikbal-i Muallim Vahyi
1 68
Edirne müşiriyet [mareşallik] dairesinin kabul salonunu tezyin eden bu muhteşem tablo on
üç mart yevm-i meşumu sabahı Zafirizadeler 'den Kuleli İdadisi resim muallimi Yüzbaşı
Mehmed Ali Bey tarafından şasesinden kesilerek düşmanın eyadi-i mağzubesinden [kinli
ellerinden] kurtarılmıştır. Fatih Sultan Mehmed Han hazretlerinin Edirne'den İstanbul
üzerine hareketini tasvir eden bu levha-i mehabetin kompozisyonu ressam Hasan Rıza B ey
tarafından ihzar edilmiş [hazırlanmış] ve menazır-ı bahriye tersiminde bedialar icat eden
merhum İhsan Bey tarafından ikmal edilmiştir [tamamlanmıştır].
1 69
Yavuz 'lan, saltanat-ı medidiyenin [uzun süren görüşmüş, dertleşmişti. Ve o gün tevdi ettiği
saltanatının] en mutantan tac-ı iştiharına, en müşaşa sergüzeşt-i alanımdan hayat-ı ressamanesine ait şu
[gösterişli] rayat-ı istiklaline [bağımsız bayraklarına] satırlar sönük bir krokisi, şikeste [kırık] ve noksan
sahip olan Kanuni 'leri, koca Bizans İmparatorluğunu bir ifadesidir:
şimşir-i adil ve hakimiyeti [adil ve hakim kılıcı]
sayesinde tahtgah-ı mehabet ittihaz eden Fatih 'leri
asaletleri, ihtişamları, kahramanlıkları ile temsil " Resme pek küçük iken başladım. Şu kadar tahattur
etmiş ve bütün bu nesl-i muazzamın servet-i ediyorum [hatırlıyorum] ki her çocukta uyanan
tarihiyesinden suiisrafata uğrayan en giranbaha heves-i tersim gibi ben de bu tıflane [çocukça]
parçaları da temsile başlamıştı. incizap saikası ile kağıtlara meşhudat-ı hissiyatımı r49
Harbin bidayet-i şüyuunda [yayıldığı ilk günlerde] tercüme edecek eşkal-i müşevveşe [karmaşık şekiller]
vazifemi ifa için Edirne'ye sevk olunmuştum. Lütufkar tersiminden başka, elime geçirdiğim kömür parçaları
bir tesadüf ilk leyle-i muvasalatımda [vardığım gece] ile duvarlara kalyonlar resmine kadar kalkışmış, çok
karşıma Rıza Bey'i çıkardı. Bu, on iki sene sonra hazin defalar ebeveynimin duçar-ı muatebesi olmuştum
bir leyle-i teşrif [karşılaşma gecesi] olmuştu. Kendisine [azarını işitmiştim]. Rüştiye sınıflarına kadar devam
niçin muvakkaten eden bu cinnet-i tersim, muallimlerin teşvikiyle
İstanbul' a hicret sonra sonra bir üslub-ı
etmediklerini istifsar mahsusun cereyan-ı
ettiğim [sorduğum] talimine katılarak öyle
zaman, beş altı asır evvel çalışıyordum. Askeri
selatin-i salifeye [Osmanlı İdadi sınıflarında
sultanlarına] payitaht-ı beynelakran [yaşıtlarım
muhteşem olan bir belde arasında] resimde bir
i tarihiyi beş altı günlük temeyyüz-i mahsus
sarsar-ı intikama [intikam kazanmıştım [öne
fırtınasına] amaçgah çıkmıştım] . Müntehi
olacağını düşünüp nefsini [son] sınıfta iken doksan
tahlise [kurtarmaya] şitab üç [ 1 293/1 8 77-1 878]
etmek [koşmak], sefer-i malumu açıldı.
vicdanına pek giran Sınıfımızda gönüllü
[acıklı] geldiğini olarak harbe iştirak eden
söyleyerek memleketine pek çok gençler
karşı beslediği bulunuyordu. Hepimizi
merbutiyet-i hayatiyeyi muhtelif alay ve
[bağlılığı] göstermişti. O taburlara tevzi
akşam gazinonun nursuz etmişlerdi. Bir gün
lambalarından dökülen mensup olduğum alayda
ziya-yı giryan [hüzünlü safahat-ı harbi tetkik ve
ışık] altında yirmi tersime mezun İtalyalı
dakikalık mülakat bir gazete ressamının
muhterem sanatkarın bulunduğunu haber
�- ---1
terane-i teşyiatı aldım. Bu benim için
[uğurlama sözcükleri] ile talihin, tesadüfün her
hitam [son] bulmuş, ----- zaman bulunmaz bir
kendisine veda ederek hediye-i feyzi idi. Hemen
ayrılmıştım. llk harbin bilaifate-i zaman [vakit
Edirne sukutundan [düşüşünden] sonra kurban olan
son günlerinde kaybetmeden]
bombardıman kıymettar vücutlardan Sanayi Mektebi'nin müdürü kumandana müracaat
şarapnelleri, tahrip Hasan Rıza Bey ettim. Ressamın
taneleri bütün velvele-i muhafızlığına tayinim
fecaatı ile Karaağaç cihetlerine ateşler, ölümler hususundaki istirhamım hevesatıma mükafaten diriğ
saçarken ben Sinekli ovalarında ressamın aşiyane-i edilmedi [esirgenmedi] . Artık artistin muhafazasına
mesaisinin böyle bir tevekkül-i dindarane ile terk memur olmuştum. Ressam biraz yaşlıca olmakla
edemeyeceğini tahayyül ediyordum. beraber ta mü' s-sıhha [sağlıklı] bir sanatkardı.
Muhasaranın son felaket-i sukutu [düşüş felaketi] Meşakk-ı seferiyeye [seferin zorluklarına]
bir sükunet-i muğfele [aldatılmışlığın sükuneti] mütehammil [katlanarak] geceli gündüzlü hareket-i
içinde ihzar eden günlerden bir cuma sabahı idi. askeriyeyi takip ediyordu. Gündüz ateş hattına bile
Arkadaşım Mehmed Ali ile birlikte sanatkarı sokuluyor, siperleri, meydan-ı harbi, bölüklerin
aşiyanında [evinde] ziyaret etmiştik. Rıza Bey bizi vaziyetlerini kurşunkalemiyle not ederek eskizini
pek beşuş [güler yüzlü] ve mültefit bir istikbal hazırlıyor, sonra harp olmayan gecelerde
[karşılama] ile kabul etmiş, saatlerce alıkoyarak ordugahtaki çadırına çekilerek parmaklarının
1 70
eden ihtiyar dostumu her hafta ziyaret ediyor,
yaptığım levhaları, desenleri gösteriyor, onun
terane-i teşciatı [yüreklendirmeleri] ile layenkati
[durmaksızın] çalışıyordum.
Son zabit sınıfında hakan-ı sabıkın [önceki
hükümdarımızın] rükubuna [kullanımına] mahsus
"Sultaniye" gemisinin kamaralarını tamir ve telvin
[boyama] meselesi çıkmıştı. Kamaralardaki
ornaman [ornement] ve resimlerin erbabı tarafından
tamir edilmesi icap ediyordu. Bahriye Nezaretinin
binlerce lira sarfı ile Avrupa'dan ustalar celbi
mukarrerdi [kararlaştırılmıştı] . Benim evvelce
"Sultaniye"nin aksam-ı muhtelifesine [çeşitli
kısımlarına] vukufum olduğu gibi saika-i merakla
resimlerini, ornamanlarını tetkik etmiş, suret-i
tersimini de öğrenmiştim. Nihayet resim
mualliminin ısrarı, mektep müdürünün Nezarete
tavsiye ve ihtarı üzerine bizi " Sultaniye"
kamaralarının tamir ve telvinine [boyanmasına]
memur ettiler. Burada aylarca bütün kudret-i
tersimiyemi sarf ederek, bütün aşk-ı sanatımla
çalıştığımı söyleyebilirim. Lakin bu uzun, yorucu
mesainin mükafatı iltifat yerine hevesatıma bir
darbe-i inkisar ettirmekten ibaret kaldı.
insanların devre-i şebabı [gençlik dönemi] devre-i
itilasıdır [yükselme dönemidir] . Ekser gencin
damarlarında cevelan eden hun-ı faaliyet [faaliyet
arzusu] birtakım küreyvat-ı serbestiyi [özgürlük,
serbesti yuvarlarım] muhtevidir. lstidad-ı hudadad
[Tanrı vergisi yetenek] ile yükselmek isteyenleri
insafsızcasına techile [cehaletle suçlama ya]
kalkışmak, izzetinefislerini kırmak, hayat-ı
mesailerini resmim etmekten [zehirlemekten] başka
bir şey değildir.
" Sultaniye" nin telvina tı [boyanması] hitam [son]
bulduktan sonra Bahriye nazırı paşanın maruzat-ı
takdiriyesi [takdirlerini bildirmesi] benim mektepten
neşetimden [çıkışımdan] evvel terfiime sebep
olmuştu. Evet, atiyen [gelecekte] hizmet-i askeriyeye
mükafaten kollarımı dolduracak müzehhep [süslü]
Ressamın defter-i hatıratından: ANA ŞEFKATİ şeritlerin mebadi-i iftiharı [övünç vesilesi] olan ince
bir hatt-ı simin ile mülazım-ı evvel [üsteğmen]
olmuştum. Halbuki benim bu terfiim maddiyat
arasına sıkıştırdığı demir kalemi bir çalaki-i tersimle nokta-i nazarından hiçti. Esasen birkaç ay sonra
[kıvrak çizgilerle] koşturarak harbe mahsus krokiler, yine zabit olacağım bedihiydi [açıktı] . Fakat ismini
desenler meydana getiriyordu. Bir gün derin bir vecit tahattur etmek [hatırlamak] istemediğim bir zat -
ve istiğrak [dalgınlık] içinde çalışan bu ihtiyar muallim olacak bir zat - bunu nakkaşlığın mükafat-ı
artistin vaz-ı müstağrıkanesi [dalgın duruşu] bendeki maddiyesi itibar ederek beni hedef-i istihkarı
zevk-i tersimi canlandırdı. Kurşunkalemiyle yüzünü [aşağılama hedefi] ediyordu. Her neden ise bana
dikkatli desine [dessiner] ederek kendisine atfolunan bu liyakatsizlik ruhumu bir hicviye-i
gösterdim. Muhafazasına memur bir Türk askerinde takatsfız [dayanılmaz, takat tüketen taşlama]
sanayi-i nefisenin en ulvi kısmına heves-i intisab tesiriyle tazip ediyordu [üzüyordu ] . Arkama
görmek ltalyan'ı hayretler içine bırakmıştı. Ve o giydiğim elbise nümayişkarane bezl edilen [verilen]
dakikadan itibaren ben bir muhafız olmaktan ziyade sadaka-i mürüvvetle yetiştirilmiş bir öksüzlük bar-ı
ressam için samimi bir dost, bir meslektaş minneti [minnet yükü] tahmil ediyorcasına
olmuştum. Bu dostluğumuz harpten sonra senelerce [taşıyorcasına] ona her nazarın bir atf-ı temellükünü
devam etti. idadi sınıfından Harbiye'ye [anlam yüklü olduğunu] görüyor, sıkılıyordum.
nakledileceğim zaman ben heyet-i bahriyeye intisap Artık izzetinefsim kırılmaya başlamış, hevesim
arzusu gösterdiğimden Mekteb-i Bahriye'ye zehirlenmeye yüz tutmuştu. Muallimin müstehzi
ayrılmıştım. Mekteb-i Bahriye'de geçen üç dört bakışlarında bana imtihanda ahz-ı sar [intikam
senelik hayat-ı tahsiliyem esnasında Adada ikamet almak] için beslediği intikamın şerare-i intizarı
171
[bekleyiş kıvılcımı] parlıyor gibi geliyordu. Hele Hasan Rıza Bey, hürriyet-i vicdana aşık bir
muhitimin muallimi şikayete ihbar hususunda sanatkardı. Vicdanında kimseye karşı bir ukde-i
kasaid-i tesliyetini [teselli kasidelerini] dinlemek intikam taşımadığı, insanların ihtisasat-ı
vicdanımın acz-i mutlakaya esir olduğunu anlamak vicdaniyelerinde ulviyet görmek arzuları beslediği
yeisi veriyordu. halde, yazık ki insanlığa, insaniyete gizli ve kanlı bir
Artık son düşüncelerim hissimi, fikrimi büsbütün intikam besleyen mahlukat-ı rezilenin hücum-ı
değiştirdi. Ben mademki rütbeye, nişana aşık kafiranesine uğradı.
değildim, mademki hayatımın hakk-ı tasarrufu On üç mart yevm-i meşumu [meşum günü] sabahı
kendime ait olmak şartı ile sanatın perestişkarı Edirne kalesinin ser-i ihtizarında [can çekişmesinin
[hayranı] idim, o halde rütbeye, nişana perestiş sonunda] bir kefen-i mütemevvic [dalgalanan kefen]
besleyen muhitte ne işim var, diyordum. Velhasıl gibi felaket-i sukutu ilan eden beyaz bayrağı görmek
azizim kanımdaki küreyvat-ı gurur [gurur yuvarları] onu çok ağlatmış, gözünün önünde vefat eden bir
epeyce zehirlenmeden, asabımdaki zindegi-i mesaiyi yar-ı cana aguşunda [kucağında] inleye inleye teslim
daha başka tesirlerle öldürmeden ihtiyar dostumun i ruh eden bir valideye dökülen gözyaşlarından daha
delaletiyle vatanımdan, istikbalimden uzaklaştım - muharrik, daha acı yaşlar döktürmüştü.
evet, kuru ikballere, neticesiz saadetlere intizar ile Sukutun [düşüşün] son safahat-ı mesaibinden
[bekleyerek] bir bedmesti-i ahlaki [ahlaki [uğursuz safhalarından] birer sadaka-i ziruh
saldırganlık] içinde yüzen muhitten - adeta firar mesabesinde [durumunda] kalmış zabitandan
ettim. On iki sene kadar uzak ufukların, başka müteşekkil bir kafile-i bedbahtan [bedbaht kafile] ile
simaların, ecnebi şehirlerin aguş-ı kabulünde çile-i nasibimizi ikmal için Sofya'ya sevk
çalışmakla temadi eden [süren] hayatım Roma'nın, olunuyorduk. O gün bir Bulgar ressamı caddenin
Floransa'nın, Napoli' nin atölyelerinde geçti, son köşe-i sayedarına [korunaklı köşesine] yerleştirdiği
IJO senelerde Mısır'a seyahat ederek ateşin çöllerini pür şövalyesinin önünden kalkmış bizi seyrediyor ve
şiir [şiir dolu] guruplarını etüt ettim. İftirakimden belki ileride vücuda getireceği levha-i zaferin kafile-i
[ayrılışımdan] on iki sene sonra birçok etütlerle mağlubiyetini fikrine bir sinema objektifi hassa-i
vatanıma avdet ettim [döndüm] . tesbitiyle zapt ediyordu. Ben o dakikada umk-ı
Zaman şahsımda az çok kanun-i tahavvülünü ruhumda [ruhumun derinliklerinde] çözülen bir
[değişim yasasını] göstermiş, fizyonomimi değiştirmiş ukde-i hüsranın sessiz sessiz gözlerimden dökülen
idi. Lakin fikrim, hissim değişmemişti. Beni esrar-ı katreleriyle [damlalarıyla] hem bu karvan-ı esareti
habaseti [kötülüğünün sırrı] keşfedilmiş bir müttehem [esir kervanını] takip ediyor ve hem Rıza Bey ' i
[suçlu] sıfatı ile ihbar ederek Kapudan [kaptan] düşünüyordum v e hiç şüphe etmiyordum k i aynı
Paşanın huzuruna çıkardıkları zaman memulümün dakikada Karaağaç'taki aşiyanında altı asırlık bir
[beklediğimin] hilafında himaye ve sahabet gördüm; mazi-i muhteşemin üful-ı muvakkatine fırçası ile,
Paşa rütbemin iadesini, terfi ve tefeyyüzümü kalemiyle bedbaht bir nakil [aktarıcı] , acıklı bir
[yükselmemi] deruhte ediyor [üstleniyor] idi, fakat şahit kaldığına ağlıyor, bir acz-i mutlak-ı esaret
benim iade-i rütbeden, hazine-i millerden koparılacak içinde bütün ruhunun nevhat-ı alamı [ağıtları] ile
taltiften [ödülden] uzak bir hayat, sessiz bir hayat-ı inliyordu . . .
mesaiye ihtiyaç ve meftuniyetimi açık ve serbest bir
lisan ile itirafımdır ki o zamandan beri bu suretle 1 4 Şubat 329 [1 9 1 3}
yaşamaklığımı temin etti . . . " M. Sami
S A N AY İ - İ N E F İ S E H A K K I N D A B İ R İ K İ S Ö Z
Beni beşerin [insanların] mahiyet-i hilkati hayat-ı maneviyeyi, insanı sair mahlukat ve
[yaratılışının neliği] nazarı itibara alındıkta iki nevi mevcudattan tefrik eden alem-i manayı ihdas
tezahürat nazar-ı dikkat ve hayrete çarpar. [oluşturmuş], daha doğrusu insaniyeti tesis
Tezahüratın birinci kısmı muhafaza-i vücud ve etmişlerdir. Tezahürat-ı alem-i mana yalnız idame-i
idame-i hayata mütedair [ilişkin] olanıdır. Tagaddi hayat ve muhafaza-i vücudla kalmayıp, zevk ve
[beslenme], teneffüs, hareket gibi efal-i elem, tefekkür ve muhakeme, icat ve inşa, hüsn ü
fizikolojikaya ki bunlar cismani ve hayvani hayatı kubh [güzellik ve çirkinlik], cemiyet ve millet gibi
gaye-i faaliyet ittihaz etmişlerdir [olarak muhayyirü' l-ukul [akıllara durgunluk veren]
almışlardır]. Bu kısım tezahüratta insanın hayvanat-ı hadisatın vücuduna sebep olmuşlardır.
saireden farkı yoktur. Hatta bazı fiil ve vazifeleri Fatıra-i hilkatin [doğuştan yaratıcılığın] insanın
birçok hayvanlardan daha nakıs [eksik] ve gayri amak-ı kalbine [kalbinin derinliklerine] tevdi etmiş
mütecanistir [türdeş değildir] . Bu kısma " hayat-ı olduğu bir şule, bir esir [yücelik] vardır ki mahiyet-i
maddiye veya fizyolojiye" denir. Tezahüratın ikinci hakikiyesini Eflatun'dan [Platon'dan] bu ana kadar
kısmı "ruh" ve " vicdan"ın cilvelerine, tesiratına gelip geçen hükema [filozoflar] ve mütefekkirin
mütedair olanıdır ki bütün mucize-i hilkatin [düşünürler] bulamamışlar. Fakat insaniyeti, tarih-i
muammasını muhtevidir [içerir]. Ruh ve vicdan insaniyeti ve beni beşeri camit [donuk] bir cisimden
1 72
esiri bir mahfuza munkalip ettiğini fikir ve vicdanında hıfz etmek [saklamak] ister.
[dönüştürdüğünü], kemal-i veleh-i hayretle [büyük Güzel, insanda ayrı hususi bir zevk hasıl eder. Öyle
bir şaşkınlıkla] müşahede ve kaydetmişler ve nefis, bir zevk ki onu mucip olan ne ise onun karşısında
ruh ve vicdan tabiratı ile bu mucizeyi tarife, garip bir vecit ve istiğrak [dalgınlık] hissederiz,
havassını [duygularını] anlatmaya başlamışlardır. kendimizden geçeriz. Hatta ezvak [zevklerin] menşei
r 5 r Zevk ve elem bu havassın içinde en elemli de olabilir. Biz elemi ile beraber yine büyük
ehemmiyetlilerindendir. Biz burada zevk ve elemin bir huzur-ı ruhani duyarız. Hazin bir nağme bizi
ne olacağını teşrihe [çözümlemeye] kalkacak değiliz. ağlatır, fakat biz o ağlamaktan mahzuz [hoşnut]
Bunu kalın felsefe mücelledatına [ciltlerine] bırakır oluruz, bazen "güzel" bize haşyet-i icazla [aczin
ve yalnız tab-ı insanın [insan doğasının] güzelden korkusuyla] memzuc [karışık] bir sefa verir. Onu
zevk ve çirkinden elem duyduğu hakikat-! kadime ve gördükçe şaşırırız. Zihnimiz o güzelliğin bütün
kaviyesini [eski ve güçlü gerçeğini] tekrar ederiz. evsafını istiap edemez [algılayamaz] . Anlamak, o
İnsan güzelden zevk alır, yani güzeli arar, onu her bediatın esrar-ı haşmetine nüfuz için bütün kabiliyet
veçhile beraberinde bulundurmak, daima levh ve ve ruhiyemizi çırpınırcasına ona tevcih ederiz
[yöneltiriz] . o güzellik, o vakit ali ve muhteşem
olur.
Hükema ve mütefekkirin, güzelliğin tab-ı beşer
[insan doğası] üzerindeki tesiratını tetkike
koyulmuşlar bedi yahut hikmet-i bedayi [estetik]
mebhasını [bilimini] vücuda getirmişlerdir.
Tab-ı insanın güzelliğe meclup olması sanayi-i
nefisenin de tesis ve inkişafına sebep olmuştur.
İnsan hıfz etmek [saklamak] ve o tesira tı kendi
kabiliyetine göre anlatmak istemiştir. Dikkat etmeli
ki hissolunan zevk veya elemi teşrih etmek
[çözümlemek], diğerlerine iblağ etmek [ulaştırmak]
pek insani bir heves hatta menşei kuvve-i natıkiyede
[düşünme gücünde] lazım gelen bir ihtiyaçtır.
Sanat taklit ile başlamıştır. İnsan evvela yakınında
gördüğü şeylerin şeklini taklide özenmiş ve bundan
bir zevk duymuştur. Taklit insanlarda devamlı bir
zevk getirecek bir hiss-i tabiidir.
Edvar-ı hayat merhaleleriyle [yaşamdaki dönemsel
aşamalarla] insanların bu zevke istinas [alışma]
peyda etmeleri, bunu takarrür ettirmeleri
1 ..t.
·'t:
l [yinelemeleri] hasebiyle taklit ve icat da inzimam
[eklenerek], yani evvelce görülen güzelliklerin ruhta,
müfekkerede [akılda] bıraktığı tesirlere şahsiyet de
ilave olunarak mahasin [güzellik] icadı arzusu
husule gelmiş ve böylece " sanayi-i nefise" [güzel
sanatlar] hayat-ı insaniyetde pek mühim bir devre-i
ictimaiye [toplumsal evre] küşat etmiştir [açmıştır] .
Sanayi-i nefise, mevzuu güzellik olan sanat . . . daha
izah olunmak icap ederse bedialar, güzellikler
'
husule getiren sanat, sanatkar ise eserlerinde
1
güzellikler icat eden zattır. Eserlerinde güzellikler
icat eden . . . fizamanına kendilerine sanatkar namı
verenlerden acaba binde kaçı bu tarife dahil
oldukları iddiasını yürütebilirler. Hilkat ve kainatta
bulunan bedayii, güzellikleri hıfz etmek ve görülen,
hissolunan güzellikler tesiriyle başka bedialar
vücuda getirmek gayesini takip eden sanayi-i nefise
de bu gayeye göre asar [yapıtlar] ve meslek [üslup]
itibariyle birkaç mühim devre geçirmiştir.
Sanatın taklit ile başlamış olduğunu nazarı itibara
alan bir sınıf hükema ve sanatkaran " hakiki" bir
şeyin taklit edilmesinin insana devamlıca bir zevk
vereceğini mülahaza ederek " realizm" - hakikiyun
mesleğini ihdas ve " hakikat güzeldir" düsturunu
Ressamın defter-i hatıratından kabul etmişlerdi. Bunlara göre sanat hakiki olan
BİR LAHZA-İ TEFEKKÜR şeyi taklit etmekten ibarettir.
1 73
. '
/
\
'
' ,J... '--"'
Sanatın taklit ile başlamasına nazaran realizmin Realizm sırf güzel görülen, görülebilen güzellikleri r52
birçok vakitler yegane meslek-i bedi [akım] olarak yapmak ister. Halbuki tabiatta güzellikler pek fazla
kalmış olduğunda şüphe olmadığı gibi sanayi-i ve bahusus asıl süjenin letafetini bozacak tafsilat ve
tersimiyede "dessin" nokta-i nazarından taklidin teferruat-ı zaideden ari [uzakta] olamaz.
ehemmiyeti de gayri münker [inkar edilemez] ise de Hilkatteki güzellikler pek dağınık, pek müteferriktir.
sırf taklit devamlı bir meslek-i bedi tesis edemez. İnsan tahayyül ettiği bütün güzelliklerin bir yerde
Hatta "primitif" denilen kadim [eski] ressamların içtima etmiş [toplanmış] olanını tabiatta bulamaz ve
birçok levhaları bugün pek kıymettar addolunduğu bu noksanı muhayyilesinde itmam [tamamlamak]
halde bile taklit mütemmimatından [kabilinden] suretiyle bedayi icat etmek ister ki bu da sırf taklit
olan "dessin" çizgi itibariyle gayet nakıs, adeta ile mümkün olamaz. Mesela güzel bir kadının
tıflane [çocukça] denecek derecede gülünçtür. Sırf güzelliğini bozan bir nakısa [eksik] vardır ki o
taklit musiki ve mimaride ise, değil bir meslek, tek heyet-i umumiyesine büyük bir ahenksizlik verir,
bir eser-i bedi bile husule getiremez. insan o güzel çehrede o nakısayı görünce üzülür.
Taklit belki sanatın esasıdır fakat mutlak mevzu ve Şöyle olsaydı daha güzeli olurdu, hayalini kurar. . .
gayesi olamaz. Taklit güzelliğin sebt [kaydedilmesi] Ve bu tarz hayalde büyük bir zevk-i ruhani vardır . . .
ve hıfzı [saklanması] için bir vasıta ise de bizatihi Realizm geçen asırda moda olup Fransız
güzel değildir. Ne hacet, bir fotoğraf ile alınmış bir ressamlarından Courbet en hararetli mürevviç
de daprenatür [doğadan] yapılmış iki resimden [yandaşı] ve müdafii idi. Bizim Sanayi-i Nefise
şüphesiz ikincisi hatta acemice olsa bile daha hoşa Mektebi talebesine bilmem neden " ne görürseniz
gider. onu yapın" fikrini telkin edip durmaları sebebiyle
1 74
bizde fenni itibarı ile oldukça kalemine, fırçasına
sahip ressamların bir eser-i nefis husule getirdikleri
görülmemiştir.
-': \ -
Ne görülürse onu yapmak ... vakıa bu bir düsturdur.
Fakat bu, mutlak gördüğümü yapacağım, diye
j •\ süjenin-mevzuun ruhunu, letafetini bırakıp süje veya
modeldeki ufak, bimana [anlamsız] tafsilatı taklide
çalışmak demek değildir.
Asar-ı sanayie, asar-ı bedia yalnız mevzuun en ufak
teferruat, hurde-i tafsilatını aynı aynına göstermek,
benzetmek değil, fakat süjenin, modelin bütün
ruhunu, şahsiyetini meydana koymaktır. Realizm ise
yalnız tafsilat-ı hariciyeye [dış ayrıntılara] vakf-ı
maharet ettiğinden ruha, kalbe nüfuz edemez.
Realizm mesleğinden başka sanayi-i nefisede klasik,
idealist, romantik, sembolik, empresyonistler gelir.
Henüz bizde layıkıyle mukabili [karşılığı]
., :.. ,. ._; ..... �,
ı.... • --· ...,_ �· bulunamayan klasik mesleği sanat-ı kadimenin en
'\_.!-fi. _.1� •
•:.: ,._ esaslı, güzel eserlerini vücuda getirmiş olduğu için
payidar [güçlü] semereler vermiş bir tarz-ı sanatdır.
Klasik eser nedir ? Buna doğru cevap vermek epeyce
müşküldür. Klasik bir eser bir şahsiyetin, bir
vakanın o şahsiyetin yaşadığı, o vakanın hudus ettiği
Ressamın defter-i hatıratından [geçtiği] zamana ait tafsilatından tecerrüt etmiş,
KAHRAMAN MÜDAFİLERİMİZDEN gerek şahsın gerek vakanın mahiyet ve şümul-i
insani ve felsefisini zapt etmiş bir eser-i sanatdır.
Öyle bir eserdir ki mutlak husule geldiği zamana
değil, birçok asırlar sonraya da hitap eder. Ve o eser
her zaman genç, her zaman yenidir. O yalnız ve r53
husul bulduğu memlekette değil, diğer yerlerde de
anlaşılır, kalpleri titretir.
Raphael Sanzio'nun tabloları klasiktirler. Kezalik
Phidias, Praksiteles çıraklarının heykelleri bundan
bin sene evvel yapılmışken bugünün asarı imiş gibi
zinde ve gençtirler. Çünkü sanatkar bir zaman-ı
mahdudun [sınırlanmış bir zamanın], bir şahs-ı
malumun değil, bütün bir devre-i tarihiyenin, bütün
insaniyetin ruhunu göstermek istemiştir. Klasiklerin
asarında meşhut olan [görülen] tarz-ı bedi sükun,
ahenk ve fer' dir [ayrıntıdır] .
Onlar her şeyin güzelliğini tespit etmişler, o
güzelliğini lekedar eden [lekeleyen] levs-i zahirileri
[dış çirkinlinlikleri] bililtizam [isteyerek, bilinçli bir
şekilde] ihmal eylemişlerdir. Çünkü onlarca ruh bir
bediadır ki tecelliyatı da güzeldir. Praksiteles
mektebinin pehlivanlarını temaşa edenler o demir
adalattan [adalelerden] intişar eden ruh-ı sükun ve
\_ inşiraha [esenliğe] hayran olurlar. Klasikler
eserlerinde hakikatten ziyade, gaye-i hayali (ideal)
aramışlardır. Fikirleri mevzular önünde raşe-i icad
ile titredikleri veyahut modellerini tetkik ettikleri
Ressamın defter-i hatıratından zaman, güzelliklere dehaları nispetinde
SİPERDE İKİ S İ LAH ARKADAŞI mükemmeliyet ve letafet vermek istemişlerdir.
Mesela ltalya'da Rönesans devre-i pür ihtişamını
yapan sanatkarların tablolarını temaşa edenler
tablolarında yaşayan mahluka tın esiri [uçucu,
yüksek], semavi bir hüsn ü endam [boy bos] ve
letafete malik olduklarını görürler ve bu eserlere
karşı ciddiyetle memzuc [karışık] bir istiğraka
[dalgınlığa] giriftar olurlar. Raphael' in " Vierge de
Saint Sixte" , " La belle jardiniere" ve Viyana
1 75
Müzesindeki " La vierge [au] verdure"
tablolarındaki kadınların, perilerin asarın tozlarının
soldurmadığı lahuti [tanrısal] tebessümleri ile piş-i
enzara [gözler önüne] bin ufk-ı mesadet ve garam
[mutluluk ve aşk ufku] açtıklarını görürler. O
tabloların altlarındaki ismin, tarifin ehemmiyeti r54
yoktur. Raphael o eserlerinde kadın denilen es!r-i
hilkatin bütün şiirlerini, semalara kadar yükselen
şiirlerini tespit etmek istemiştir.
Lfonard de Vinci bir Mona Lisa ' nın resmini dört
senede bitirememişti. Çünkü o yalnız Floransalı
kadını değil, belki bütün kadınlığı kainatın
dürüştliği [kabalığı] içinde insanlara en büyük
teselliler veren şiir ve aşk müvellidi [yaratanı olan]
kadınlığı göstermek istemişti. Gaye-i hayali takip
eden ressamlar klasik tarzını balaterin [yüksek] bir
mevkie İsad ettiler [yükselttiler] , o kadar ki pek
yakınlara kadar ortaya başka bir tarz-ı sanat
çıkaran olmadı.
Geçen asr-ı miladinin ortalarına doğru kurun-ı
vustanın [orraçağın] hunalud [kan bulaşmış]
menkıbelerinin [efsanelerinin], Şark'ın esrarengiz
ufuklarının ve bahusus klasiklerin bililtizam
[isteyerek] ihmal ettikleri şahsiyetin de pek çok
zevk-i bedi-i sanayii havi olduğu görüldü. İnsani
ihtirasların, ruh arbedelerinin tarih-i insaniyatda
yazan vukuat-ı huninin [kanlı olayların] de bütün
fecaatı ile beraber insana bir zevk-i mahsus verdiği
nazar-ı dikkate alınarak romantizm denilen meslek
ortaya sürüldü. Klasikler şahıs, şahsının hevesat ve
ihtirasat-ı nefsiye ve ferdiyesinin ahlaken ne kadar
çirkin ise sanatça da o kadar kabih [çirkin]
olduğunu düşünerek onları takdir etmezlerdi.
Romantikler ise bilakis kaffe-i haletiruhiyenin ve
bahusus muhayyilenin de bir nevi letafeti olduğunu
fark ettiler ve eserlerini hep o gayeye matuf
[yönelik] kıldılar. Klasikler eserlerinde sükun ve
saadet-i ezeliyeyi takdire gayret ederlerken
romantikler insanları, insaniyeti çak eden
[paralayan] mücadele, arbedeleri azar azar bütün
dehşetleriyle irada çalışırlardı. Klasiklerce bir aşk
menkıbesi mavilikleri, pembelikleri ile boyanır,
çiçekleri, kelebekleri ile süslenir, hatta mevtleri
[ölümleri] bile bir inşirah-ı lahuti ye [tanrısal
esenliğe], muzaffariyetten münbais [kaynaklanan]
bir teslimiyet-i pür safayı gösterirken romantikler
aşklarını iftiraklerle [ayrılıklarla] , katillerle
Ressamın defter-i hatıratından [öldürmelerle], intiharlarla, mevtlerini [ölümlerini]
İ LERİ KARAKOLA GİRERKEN ise tüyleri ürpertecek tafsilat ile bezerler ve
eserlerinde her ne hissolunursa olunsun onu
namütenahiliğe kadar sevk ederlerdi. George Sand,
Musset, Hugo, Tocqueville, Goethe, Dumas pere
taraflarından edebiyat aleminde açılan bir çığır
Delacroix, Gericault'lar vasıtası ile ressamlıkta ve
David d 'Angers ile heykeltıraşlıkta makes [yankı]
buldu. Mesela Gericault'nun " Medusa Salı"
tablosunu seyredenler kazazede bir gemi taifelerinin
hayatlarını ufak bir sala tevdi ederek fırtınadan
hercümerç olmuş umman ortasında
çalkalanmalarını, bir kısmı açlıktan kıvranır iken
diğer bir kısmının ufukta yelkeni görünen bir gemiye
1 76
işaret verecek iple uğraşmalarını gördükçe garip bir dimağı müteessir edecek olan ressamlık, heykeltıraşlık
zevk-i feciin zebunu olurlar. gibi sanayi-i nefisede ruha nüfuz etmek en ali bir
Romantikler de bunu isterler. Filhakika da sebeb-i say teşkil etmelidir. Kendini sanatkar rütbe-i
[gerçekten de] feci şeyler insanda garip bir zevk hasıl refiasına [yüce rütbesine] suud etmiş [yükselmiş]
ederler. Çocukların dev masallarına inhimakları görmek isteyen sanat erbabı bu noktayı daima derpiş 155
[düşkünlükleri] buna en büyük misal değil midir? etmeli [göz önünde tutmalı], hissetmedikleri şeyi
Romantikler sanatlarını sırf taklide hasretmemişler, tasvir etmemeye çalışacakları gibi, tasvir edecekleri
onlar bilakis hiss-i feciyi teşdit [şiddetlendirmek] için mevzuun, modellikte ruhuna girmeye ceht
hakikatten pek çok uzaklaşmışlardır. Romantik tarzı etmelidirler. Eser-i bedi böyle meydana gelir.
doğru bir sanat olmadığı halde, bazı hisleri olsun Yukarıda saydığımız edvar [devirler] sırf tenkid-i
teşdit ettiği için pek çok revaç görmüştür. Bahusus tarihi nokta-i nazarından yapılmış bir tasniftir.
[özellikle] ki bu tarzda eser meydana getirenlerin Sahib-i deha nice sanatkarlar bu tarzların ilanından
ekserisi sanat nokta-i nazarından birer dahi pek önce, bu vadilerin her birisinde yine harikalar
addoluna bilirler. göstermişlerdir.
Tarih-i sanatın en mühim tarz ve çığırları bunlardır. Romantikler o çığırı kendileri bulduk, diye fahr
Bu tarzların mahiyetine dair nakıs [eksik] olarak ederken [övünürlerken] iki yüz sene evvel
verdiğimiz tafsilat, yürüttüğümüz mütalaattan Hollanda 'da yetişen Rembrandt'ın en ateşli
müsteban olan [ortaya çıkan] bir hakikat varsa, o romantikleri geride bırakacak levhalar tersim ettiğini
da gaye-i sanatın maddeden ziyade ruhu, şahıstan görerek hayret etmişlerdir. Empresyonist tarz-ı
ziyade şahsiyeti, halden ziyade haleti irae ve tasvir cedidine [yeni akımına] otuz seneden ziyade hayat
etmeye matuf [yönelik] olmasıdır. Heyet-i verilemezken, bir asır evvel dükkan tablosu tersim
umumiyesinden bir mana, ruha dokunur bir mana etmekle geçinen Chardin'in nice Manet' leri solda
çıkmayan eser ne kadar hakikate karib [yakın] bırakacak harikalar vücuda getirmiş olduğu
olursa olsun, bir eser-i bedi, bir eser-i sanat olamaz. görülmüştür. Sanatın zamanı, memleketi yoktur. . .
Asar-ı insaniye temayülat, tefekkürat [düşünceler] ve Elverir k i deha, hiç olmazsa zevk-i sanat olmalı.
mahsusatının [hissedilenlerin] birer tercümanı
olmalıdır. Bahusus göz vasıtası ile müfekkire ve Galib B ahtiyar
MÜTALAA-İ TARİHİYE
kaptırmaktan başka bir şey yapmamıştır. Kainat gösterebiliyorlardı. Fenn-i menazırı [perspektif
içinde bütün haşmet ve kuvvetiyle hükümran olan bilimini] bilmezler, tablolarında fona mevzu
aşk-ı beşerin fıtratına sanat istidadını koymayı [yerleştirilen] eşyayı, birinci plana mevzu etmiş gibi
unutmamış, serairnevaz [sırlarla dolu] bir ahenkten yakın gösterirlerdi. Bu zamanlarda eski mebani ile
başka bir şey olmayan güzellik, sanatı kendine erike heykelleri henüz bilmiyor ve tanımıyorlardı.
i saltanat [saltanat tahtı] intihap etmiştir [seçmiştir] . On beşinci asırda İtalyanlar hafriyat yaparak heykel
Tarihe tahlili [analitik] bir nazar atfedersek insanları ve Roma mebanisi enkazı gibi ezmine-i salifenin
hadisat-ı muazzama ikaına savaştıran, fikir ve [eski çağların] bazı asarını buldular ... Aynı zamanda
vicdan-ı beşeri intibah ve itilaya mazhar eden İtalya üdebası Latirı şairleriyle nasirlerinin
sevaik-i müteaddide arasında sanatın ne büyük bir [yazarlarının], bilhassa Virgile ile Ciceron'un asarını
rol ifa eylediğini kolayca anlayabiliriz. İşte biz bu mütalaa ve tetkike başladılar. Bunları şevk ve
makalemizde tarihin - tahlil ve tetkik nokta-i hayretle ve bir vecd-i takdir içinde okudular ve
nazarından pek mühim olan - intibah ve teceddüt kendilerine numune ittihaz ettiler. Bundan sonra
devrine, ezmine-i cedide [yeniçağ] başlangıcına kısa Romalıların sütunlarını, kabartmalarını,
ve seri bir nazar atfedeceğiz. ornamanlarını taklide başladılar. Bu suretle kurun-ı
Avrupa'da 1 2inci asr-ı miladiden beri mebani vusta [ortaçağ] içinde olan sanatlar, taklit edilmeye
[binalar] inşa edilmekte, heykeller tıraş olunmakta, başlandığı andan itibaren tekrar doğdu. Asırların
resimler yapılmakta idi ve bu asır sanatkarlığının emvac-ı bimanası [manasız dalgalanmaları] ,
birçok asarı, hassaten mabet binaları, bugün bile beşeriyetin cihan ruhundaki ebedi v e namütenahi
birer şaheser addolunmaya sezadırlar [layıktırlar] . şiirleri, coşkunlukları, vicdanının hiddet-i tahassüsü
Fakat o zaman ressamlarla heykeltıraşlar asar-ı
mükemmele vücuda getirmek için lüzumu kadar 1 Makalenin tarihi kısımları Seignobos 'un kitabından alınmıştır.
1 77
önünde fırçasını bir lahza müphem ve zalalalud
[gölgeli] renklere hasreden bir sanatkar gibi bir
zaman için gölgelendirmiş idi, fakat peri-i tarihin
geniş kanadı muhteşem kubbelerin, müzeyyen
sütunların sükfın-ı mühibbi [heybetli sükunu] içinde
mahzun heykellere aşk-ı terennüm eyleyen sanatı bu
asırda medfeninden [mezarından] çıkarıyor ve
beşeriyetin vicdanındaki ulvi ihtiyaçları taşıyor. . .
Sanayi-i nefisenin teceddüt [yenileşme] ve ihyası
zamanı artık hulul etmiş [gelip çatmış] idi.
Filhakika yeni yeni eserler bulundu ve mimarlar,
heykeltıraşlar doğrudan doğruya asar-ı atikayı [eski
eserleri] taklide koyuldular. Ressamlar menazırı
[perspektifi] mütalaa ve tetkike başladılar. Yeni bir
usul meydana koyulmak üzere idi. O zamana kadar
boyaları ya su veyahut yumurta sarısı derununda
[içinde] ezerlerdi. On beşinci asrın ortasına doğru
yağ kullanılmaya başladı. Bu suretle "yağlıboya ile
resim" İtalya, Fransa ve Belçika 'da intişar etti
[yaygınlaştı] . Resimleri bidayette [ilk başlarda] tahta
kitabeler, sonraları gerilmiş bezler üzerine yapmayı
kabul ettiler. Artistler artık süratle terakki etmeye ve
on altıncı asrın ilk senelerinden itibaren mazide
misli görülmemiş asar-ı mükemmele vücuda
getirmeye başladılar.
Bu devre-i tekemmüle her memleket muhtelif
zamanlarda vasıl oldu: İtalya on beşinci asrın
sonunda - Almanya ve Fransa on altıncı asrın nısf-ı
evvelinde [ilk yarısında] Hollanda on yedinci asrın
ortasında - her memlekette sanayi-i nefisenin hepsi
birden vücuda gelmedi. İspanya ile Almanya
edebiyat ve resimce, İngiltere yalnız edebiyatça
teceddüt gösterdiler. İtalya ve Fransa hem edipler,
hem de heykeltıraş ve ressamlar yetiştirdiler.
1 78
yaldızlamak suretiyle işe başlarsın. Bunun için altı
sene lazımdır. Bundan sonra bez veya duvar üzerine
resim yapmayı öğrenirsin. Bunun için de yine altı
sene lazımdır. "
Fakat İtalya'da zevk-i sanat ile mütehassis [dolu]
birkaç prens geldi, bunlar artistleri himaye etmeye
başladılar. Onları sofralarına alarak, daima
sohbetlerinde bulundurarak haklarında bir alim
veya şaire karşı gösterilen asar-ı nezaket ve iltifatı
diriğ etmediler [esirgemediler] . Floransa'da Laurent
le Magnifique'in kendi bahçelerinde genç
heykeltıraşlara mahsus bir mektep açtı, bu gençler
Laurent' ın sofrasında yerler, oğlu ile bir arada
yaşarlardı. Papa II. Julius ve hassaten X. Leon de
Medicis Roma ' daki saray !arına ressamlar,
heykeltıraşlar celp ettiler. Artistler zadegan
[soylular] mertebesine çıkarılmadıysa da haysiyet ve
itibarları haylice yükseldi. En meşhur sanatkarları
prensler konaklarına kabul ederler, haklarında r5 8
teveccüh ve iltifat gösterirlerdi. Bu suretle artistler
ahali indinde de itibar ve hürmete mazhar oldular.
İşte o zaman "esnaf" manasında telakki olunan
" sanatkar" kelimesinin mefhumu değişti. Fransa 'da
ressamlar ve heykeltıraşlar artık esnaftan tefrik
olunarak "artizan" yerine "artist" namını aldılar.
Prensler hamisi oldukları artistlerin şaheserleriyle
iftihar ederler, şaheserlerin vücuda gelmesini
kendileri için bir şeref telakki eylerlerdi. Prensler
hizmetlerine aldıkları sanatkarlara muhtelif işler
yaptırırlar, onları pek yorarlardı. Bu zamandaki
artistlerin hal ve mevkilerini anlamak için en meşhur
olanlarının hayatlarını mütalaa eylemek iktiza eder
[gerekir] ki biz diğer bir makalemizi buna
hasredeceğiz.
Çengelköy
1 4 Şubat 1 32 9 [1 9 1 3]
Feyzi Uluğ
'.
. '/ � . ,\ '
L'
/'ı y
r.J>
�,.�
.. ./
;L---
1 79
Ressam Sami Bey 'in küçük poşadlarından: Düşmanın kirli ellerinden
kurtarılan bir mabed-i İslam: MURADİYE CAMİİ
1 80
5 A N AT - I T E R S İ M D E K A D I N L I K
İtiraf etmelidir ki bizde, bizim hususiyet-i görünmez], nimmahsus [yarı hissedilen], müessiratı
hayatımızda ressamlık, hele ressamlık ile kadınlık hem cazip, hem dafi [iten] , garip bir tarzda kavanin
hiçbir vakitte imtizaç etmemiş ve edememiştir i mütezaddenin (zıtlar kanununun] mecmuudur
[ uyuşamamıştır] . [toplamıdır] . Onlar bütün ahlaki ve gayri ahlaki
Ressam denince göz önüne paleti ile, fırçası ile saikalarla mertebe-i dehaya ulaşırken bize o, saf,
hemen ekseriya fakir kisvesiyle, gözlerinde zaruretin bakir dağlar, ormanlar, denizler kalmıştır ki
acı gölgeleri dalgalanan bir sanatkar gelir. Onun bunların eşkal ve elvan-ı samitanesi [sessiz şekilleri
kalbi yoklansa burada bir muhit-i biiltifatın [iltifat ve renkleri] huzurunda, bu bihayat [yaşamayan],
etmeyen çevrenin] gubar-ı nisyanı [unutuşunun bihayat olmasa da aşkını pek az kimselerin kalbine
tozları] altında uyanan ne emeller, ne saf arzular, sokabilen, pek az kalplerde hasis ve inzivai bir
hatta ne para, ne rağbet, yalnız bir kelime-i takdir hayat-ı sevdakar ika edebilen [yerleştirebilen],
bekleyen ne derin bir sanat aşkı muhtefidir [saklıdır] . birçok büyük şeylerin küçülerek sonra ufak bir
Bu, sönmek bilmeyen bir nurun saçılamayan ziyası çerçeveye sıkışmış sahneleri karşısında sanat-ı tersim
haliyle bir fırça arar. .. Fışkırmak ihtiyacı ile cidar-ı ilerleyemezdi, ilerleyemedi ve ilerleyemez de . . .
mahfazasını tazyik eden buhar gibi daimi bir ittisaat Bugün, Garp ressamlarının icazkar [hayret verici]
[genleşme] ile kaynar, durur. . . şaheserlerinde parlayan hep birer melike-i aşk,
Geçmiş asırların seciyemizde hasıl ettiği asabiyetle sanatkar muhayyilelerin çizmek istediği resimler hep
sanat-ı tersim ve bunun gibi pür ihtişam sanayi-i birer alihe-i cemal [güzel yüzlü ilahlar], bir şiir ve
nefise meçhul ufuklardan gelen mevcelerin aşk yaşatmak için imtizac-ı elvandan [renklerin
[dalgaların] dest-i tahribinde (tahrip eden elinde] uyumundan] mürekkep kudret-i tersimiyeyi
örselenmiş, üç kelime suud etmek [yükselmek] göstermek istedikleri resimler, ne öyle baharın
I J9 istedikçe sukut etmiş [düşmüş] , karanlık perdelerin feyizdar vahatı [vahaları] , ne kışın karlı, vakarlı
aralarında gizlenerek mahcup ve bir günahkar gibi sahatı [alanları], ne de bir sefilin perişan etvarı; hep
muhteriz [çekingen] adımlarla ilerlemeye çalışmış, vech-i sabih [şirin yüzler] , hep kamet-i mevzun
bir işaret-i istifham veya tehditkar gördükçe rida-yı [mevzun boy bas], hep üryan sineler velhasıl hep
mevtaiyesine [ölüm hırkasına] sokulmuş, nihayet hüsn-i zü'l-akldır (insan güzelliğidir ] .
sanayi-i nefiseye ait sahifelerimiz, pek eskilerden Sanat, müvellide-i aşkdır. Aşkın müvellidi hüsün
sonra daha bir şey yazılamayarak, hep boş kalmıştır. [güzellik], hüsnün bütün enmuzec-i bedayiine
Ressamlık böyle olunca kadınlığın buna ne kadar [güzelliğinin örneklerine] tecelligah ise kadındır.
uzak ve yabancı kaldığını idrak etmek büyük bir Mahasin, kainatta mevcut eşya üzerinde tecelli
zekavete, arlz [geniş] ve amik [derin] bir tetkike etmişse de hüsnün bütün fesane-i mucizekarı
ihtiyaç hasıl etmez. Garb'ın asar ve sanayi-i nefisesi [mucizeli efsaneleri], manzume-i sihiramizi, temaşa-i
kadın ve kadınlığın cebhe-i ismet ve nur-ı cemalinde mübdii [benzersiz seyri] bakir bir kadınlıktır, çünkü
parlar, hatta yine Garb'a göre, onun üryanlığı o, her haliyle, akvaliyle, efaliyle bir hüsn-i r 6o
üstünde gezinir. . . Halbuki bizim nisaiyemiz ufuktaki zihayatdır. Tam bir numune-i bedayi aransa vücud-ı
sisler gibi bir tül halinde nimmeri [görünür insaniden başka 'bir yerde görülemez.
181
Mademki en mümtaz mahasin, en ulvi temessülat-ı beslediği nuhbe-i emeli elbette pek iyi tasvir ve
bedia kadınlıkta mütecellidir, nümayandır, o halde tersim ve hatta iyi boyalarla telvin eder.
ressamlığın mabudu da kadınlık olmak lazım gelir. . . Halbuki hayat-ı mahrumiyet içinde yaşayarak
Biruh [ruhsuz] menazıra [manzaralara] bir can, bir ibdaatına [yarattıklarına] ait esasatı başka muhitin,
hayat, bir reng-i füsunkari veren peri-i feyyaz, yine başka iklimin güzelliklerinde aramak, bigane
bir çehre-i hüsndar, y ine bir endam-ı dilfirib [çekici [yabancı] incizabat içinde sihirkar numune bulmaya
endam] , yine bir hakime-i kalbdir [kalbe hükmeden çalışmak, kudret-i tersimiyeyi tenkis edecek
kadındır] . [azaltacak] halattandır [durumlardandır] . Hatta bir
Aksini iddia edecekler bulunursa da şunu biperva kadın ruhu ile canlanmayan, kadınlığın şiir ve
[çekinmeden] söyleyebilirim ki iki lerzedar [titrek] zarafetiyle süslenmeyen menazır [manzara] bile ruhu
çeşm-i minafamın [mine rengi çeşmenin] kendine cezp edecek kuvve-i sahiraneden [sihirli
derinliklerindeki maviliği, o nazranevaz [göze hoş güçten] muarradır [uzaktır]. Şark kadınlığının reng-i
gelen] maviliğin eşkal ve elvanı simalardakinden, füsunkaranesi, çeşm-i haledarı [haleli bakışı], afifane
menekşeler üzerindekinden daha vuzuh ile seçilebilir, şebabındaki ruh-ı rakik eski gazeliyat [gazeller] ve
daha tabiiliğe yakın bir kudret ile canlandırılabilir. yeni şiirlerde okunarak muhayyelenin yed-i kudret
Bizdeki ressamların kalplerinde öyle aşklar vardır ki ve teksifine tevdi ile kalmıştır, o perde-i nihainin pek
muhayyelelerinden ayrılmayan hayal-i tabdarı zor açılabilen küçük birer vezninden akan ziyalar bir
[parlak hayali] yekkalemde çizmeye ve menazır-ı ressamın fikr-i sanatını, kuvve-i tersimiyesini ne
tabiiyede belki gösterilemeyecek sanatı, sanattaki kadar tenvir edebil ir ? ! .
selameti orada iraeye kudret ve ihataları [kavrayış Kadınlıkta zeval [son] bulmaz b i r hüsn-i mümtaz ve
güçleri] mütekeffil [ kanıtlanmış] ise de ne çare ki bir müstesna vardır ki sanatkarı aldatmaz, meydana r 6r
hail-i kavinin [güçlü engelin] önünde atıl kalarak gelen esir kusurunu pek çabuk itiraf eder, tasviri
başka vadide isbat-ı ehliyet eylemeye mecburdurlar. orada girlve-i taklitden [taklit çıkmazından]
Ressam bir aşkı hakiki ve ateşin [ateşli] kalbinde kurtarmak binnisbe [nispeten] daha kolaydır.
182
Evet, çehreyi tersim güçtür, fakat ressam kalbindeki
aşkı ile bir harayı tashih ede ede eserini kemal-i
mümküne isal eder [ulaştırır] , edebilir. Gözlere
istediği nafizi yeti [etkililiği] vermek için o iki cevval,
fakat levhada bihayat, sakit ve samit [sessiz] duran
nur-ı nazarı istediği tarafa initaf ettirir [çevirtir] , ya
menazır-ı tabiiyede?
Garb'da ressamlar görülmüş ve ekser eserleri takdir
olunan Chaplin gibi zikudret [kudretli] sanatkarlar
işitilmiştir ki yegane perestide-i kalblerinin [tapılası
kalplerinin] iltimaat-ı vechiyelerini ve hatta pakize
[saf, temiz] evzaını [tavırlarını] bütün serairiyle
[sırlarıyla] gösterirler, sırf aşk ile, kalbin bu incizab-ı
muazzeziyle eserlerini pirayedar ederler [bezerler],
orada hazain-i sanat [sanat hazineleri] kemaliyle
inkişaf eder. Lfonard'ın ]oconde ' u nedir? ..
Mevcudiyet-i ruhiyesini, kendisini meshur [büyülü]
kılan o hüsn-i pür anı [alımlı güzelliği] öylece tespit Ressam Mehmed Ali Bey in poşadlarından: Edirne
'
1 83
Ressam Mehmed Ali Bey'in küçük poşadlarından:
Edirne
ARYA SAH İ LİNDE TARİHİ BİR MABED-İ İ S LAM
1 84
S E LA T İ N D E İ N C İ ZA B - 1 T E R S İ M
sellerine] katılıp gitmiş sanatkarların, rağbetsizlik
yüzünden inkıta-ı nesline [harcanmış kuşağına] acı
bir vukuf peyda etmekle müteezzi [üzgün] ve
mustarip bulundukları pek bedihidir [açıktır] .
Resme, ressamlığa meftun, ruhu aşk-ı sanatla
müteheyyiç [heyecanlı] yaşayan bu padişah fırçanın
ifade-i beliğini, kalemin neşide-i şiir ve tasvirinden
pek yüksek tutar ve onu en cahil ve duygusuz
ruhlara cazibe-i sükun ve sanatı ile ilham-ı hissiyat
eden bir lisan-ı sihrü' l-beyan [sihirli lisan] tanırdı.
Ne faide ki asil bir ailenin saika-i tesamuhla
[kayıtsızlık saikasıyla] terbiyesiz ve nasipsiz kalmış
çocukları gibi bu necip milletin de talimsiz, görgüsüz
kalan ressamları içinde onun şahane tasavvurlarını,
"Selatinde incizab-ı tersim " ali hislerini tercüme edecek muktedir fırça sahipleri
makalesine ait resimlerden mevcut değildi. Bunun için Sultan Aziz bir atş-ı
nefasetperesti [güzellik tutkusunun susuzluğu] ile
Satvet-i kahramananesine, asalet-i Islamiye'sine, çırpınan ruhunu Garb'ın zülal-i şiir ve sanatı [sanat
sükkan-ı arzı [yeryüzünün sakinlerini] serfüru [itaat] ve şiirinin tatlı suyu] ile teskin ederek Gerôme,
ettirmiş, necip, şeci [cesur] , müdebdeb [debdebeli ] , Adolphe Yvon, Gustave Boulanger, Schreyer,
muazzam yaşamış ecdad-ı pakinin mehabet-i Washington, Van Marcke, Ussi, Huguet,
cihangiranesini [görkemli cihangirliğini], Turgut'ları, Harpignies, Daubigny gibi meşahir-i sanatkaranın
Barbaros'ları daha birçok kahraman-ı bimisaliyle asarı ile kıymettar bir koleksiyon vücuda getirmiş ve
[benzersiz kahramanıyla] tespit ederek ensal-i memlekette sanayi-i nefise hissinin tamim ve
müstakbelenin [geleceğin kuşaklarının] pişnigah-ı intişarına hadim [hizmet eden] erbab-ı sanat
mefharetinde [övünç dolu bakışlarının önünde] bir yetiştirmek maksad-ı maarifperveranesiyle
meşher-i bedia-i sanatla yaşatmak arzusu selatin-i Avrupa' ya sırf resim tahsili için evvela Seyyid Bey ve
salife [Osmanlı sultanları] meyanında [arasında] en Şeker Ahmed Paşa merhumları izam etmişlerdi r 63
ziyade Sultan Aziz merhuma müyesser olmuştur [göndermişlerdi]. Sultan Aziz'in milyonlar feda
diyebiliriz. Tarihin sahaif-i siyasiyata [siyaset ederek elde ettiği bu asar-ı nefise bugün şüphesiz
sayfalarına] ait mebahisini [konularını] tetkikten kıymet-i izafiyeyi haizdir. Meşahirin [ünlülerin]
ziyade, müntesibi bulunduğumuz mesleğin geçirdiği imzaları altında cem edilen bu koleksiyondan başka
safahat-ı rağbet ve terakki tetkik edilirse, Sultan bir de hususi olarak çalıştırılan ressamların asarı
Aziz devre-i saltanatı, sanayi-i nefise için ayrı ve gelir ki bunlar da Rus ressamlarından menazır-ı
parlak bir devre-i intibah ve teceddüd açmak istediği bahriye [deniz manzaraları] musavviri [ressamı]
görülür. Asırların imalgerdesi [yarattığı] bir mehd-i Aivazovski ile askeri ressamlardan Stanislaus
itikad [itikat beşiği] içinde yetişen dimağları Garb'ın Chlebowski imzaları altındaki eserlerdir. Mamafih
terane-i ihtiraatı [icatlarına ait söylentileri] , gaşyaver Fransız ressamlarından Berteaux' nun [ ? ]
[kendinden geçiren] bir ninni ile avutur uyuturken Dolmabahçe Sarayı'nda nezaret-i şahaneleri altında
Abdülzaziz'in dimağ-ı şahanesi derin bir yakaza-i çalıştırılarak Sultan Mahmud ile Sultan Mecid'in
tetebbu [araştırmacı huzursuzluğu] geçirmiş, cesamet-i tabiiyede [bire bir büyüklükte] esb-i süvar-
uyumamıştır. i mehabet [heybetle ata binmiş olarak] iki güzide
Bir milletin derece-i medeniyeti, derece-i hassasiyeti,
mertebe-i bülend ve ulviyeti ilim ve fenne hizmetiyle,
sanata, sanayi-i nefiseye itibar ve perestişiyle
mukayese olunabileceğini pek güzel takdir eden
sultan-ı mağfur 1 867'de Paris, Londra merakiz-i
medeniyetine [medeniyet merkezlerine] şahane bir
seyahatte bulunmuşlardı. Sanayi-i nefisenin Garb'ın
medeniyet ve milliyetinde en büyük amil ve müesser
[etken] olduğunu bütün ihsasat ve intibaatı
[izlenimleri] ile gösteren bu seyahat, onun ruh-ı
perestişkarının bir cuşiş-i ihtiyac [ihtiyaç coşkusu]
ile tuğyanına [taşmasına, taşkınlığına] sebep oldu.
Memleketin feyiz ve marifetle muhammer
[yoğurulmuş] toprağını bir mezar-ı hiçi-i sanat
halinde yaşatan duygusuzluklara karşı münfail "Selatinde incizab-ı tersim "
[küskün], zamanın seylabe-i mahviyetine [mahvedici makalesine ait resimlerden
1 85
"Selatinde incizab-ı tersim " makalesine ait resimlerden
1 86
MAH MUD BEY
kemaliyle inbisat [esenlik, ferahlık] gelmek ve fenn-i
tasvirde bihakkın [hakkıyla] tekemmül eylemek için
- pederimi mukaddema [daha önce] Paris'e
göndermiş idi. Mahmud Bey, Paris müzelerinde iki
sene kadar mütemadiyen tetebbuat icra etmiş ve
ressamlıkta arzusu veçhile maharet-i kemale iktisap
eylemiştir [kazanmıştır] . Luxembourg Müzesinde
ressam Chaplin 'in Yadigar unvanlı eser-i meşhurunu
ve Benjamin Constant'ın " Fas 'ta !dam " namındaki I 64
tablosunu asıllarına pek muvafık olarak kopya
etmiştir. Bu musavvir-i mahmudü'ş-şiyemin
[övülecek huylara sahip ressamın] Paris'te icra
Sanayi-i nefiseye fıtraten pek büyük bir eylediği tetebbuattan bihakkın müstefit olduğuna
muhabbetimiz olduğundan müntesiplerine de bittabi [yararlandığına] şu iki tablosu, şems ü kamer kadar
hürmet-i mahsusamız vardır. Nefasetten parlak iki burhan-ı muhteşemdir [muhteşem
bahsolunuyorken ihtizaz eden [zevk duyan] delildir].
ruhumuz, sanayi-i nefise erbabı hakkında daima Mahmud Bey ' in bu iki eser-i bergüzidesini ressam-ı
hiss-i tebcil [saygı hissi] taşımakla istilzaz eyler [haz muhterem Halil Paşa hazretleri ziyadesiyle takdir
duyar] . Hele sevgili vatanımızın yetiştirdiği eshab-ı eylemiştir.
kemale [değerli, olgun kişilere] karşı olan ihtiramat-ı
kalbiyemiz, hakikaten mümteniü 't-tasvirdir [ifade Eyledin sanatda ibraz-ı kemal
edilemez] . Binaenaleyh, nam-ı bülendi şu satırlara Varol ey MahmCıd-ı mahmCıdü'l-hisal
unvan-ı mefharet olan Mahmud Bey hakkında da
fevkalade bir meveddetimiz, tarif olunmaz derecede
bir hürmetimiz vardır.
Mahmud Bey, cidden ahlak-ı mahmude ile [övgüye
layık ahlakıyla] mütehalli [donanmış] bir vücud-ı
kı ymetdardır.
Mahmud Bey, fenn-i müstahsen-i tasvirde hakikaten
teali eylemiş [yükselmiş] bedayinüma [güzellikler
yaratan] bir sanatkardır.
Tabiattaki nezahet, bu musavvir-i zikudreti [güçlü
ressamı] fenn-i tersimin aksam-ı rakikası [incelikli
kısımları] ile iştigale sevk ettiğinden, erbab-ı nazarın
hakikaten istihsanını [beğenisini] celp eyleyecek
asar-ı nezihe vücuda getirmeye muvaffak olmuştur.
Yağlıboya ile yapılmış tablolarının her biri bir
bedia-i nefasetdir. Bu nefais-i Mahmudiye'nin
kaffesinde [tümünde] tabii bir letafet lemean ediyor Bu kıymettar tablolar, Mısırlılar tarafından da
[parlıyor] . Bu ressam-ı Osmaniye'nin, bu vatan takdir olunmuş ve yüksek fiyata iştira edilmiştir
mahsulünün mahsulat-ı nefisesini temaşa, ruha [satın alınmıştır] .
cidden ifaza-i sefa eyliyor [sefa ile dolduruyor] . Bu ressam-ı bülend-i iktidar daha birçok kıymetli
Sanayi-i Nefise Mektebi'nden mezun bulunan bu asar kopya etmiştir.
sanatkarı - mevhibe-i kudret olan tabiatına Mahmud Bey, Matbaa-i Osmaniye'de senelerce
çalışmış ve tabaata [baskıya] müteallik [ilişkin]
bedayi-i kesire [çok sayıda yenilik] vücuda getirmeye
muvaffak olmuştur. Taş üstüne çalışmakta,
litografya ve fotolitografyada fevkalade ihtisası
vardır. Bu cihetlerde de gösterdiği iktidardan naşi
[dolayı] şayan-ı takdir-i mahsusdur.
Üstad-ı mübeccel-i şehir Hafız Osman Efendi
merhumun hatt-ı desti olarak mukaddema [daha
önce] Matbaa-i Osmaniye'de tabedilen Mushaf-ı
şerifin [Kuran' ın] sersureleri ile hizip ve secde
işaretleri Mahmud Bey'in eserleridir.
Zamanımızdaki esatize-i muhteremeden Hacı Hasan
Rıza Efendi'nin hattı olarak yine Matbaa-i
Osmaniye'de tabedilen Mushaf-ı şerif sersureleri ile
187
Hafız Osman ve İmam Rıza efendiler hattı ile yazılan Mesahif-ı şerifede [Kuranlarda] ressam
Mahmud Bey in hizip, cüze, secde numunelerinden
'
cüz, hizb, secde işaretleri de Mahmud Bey fatihatü'l-asar-ı Mahmud olarak sahaif-i iftiharı
tarafından vücuda getirilmiştir. [övünç sayfalarını] tezyin ediyor.
Birbirine gayri müşabih olan [benzemeyen] bu lleride diğer eserleriyle de sahifelerimizi şerefyab
sevimli, nazik eserler, Mahmud Bey' in gayet ince eyleyeceğimizi [ şereflendireceğimizi], müzeyya tından
çalışmaya mütemayil, nüfuz-ı nazara malik yine bahsedeceğimizi arz eyleriz.
olduğunu gösteriyor.
Mesahif-i şerife [Kuranlar] için yapılmış olan ve
sanatkarının ulüvv-i tabına beyyinat [tanık] Şerif Abdülkadirzade
addolunmaya şayan bulunan bu nefais-i mübareke, Hüseyin Haşim
Y U M U RTA L I B O YA
Muhtelif boya usullerinden her birinin nevine has [canlandırıp] hayat-ı mevcudiyeti asırlara baliğ
bir cazibesi, letafeti olduğu gibi bazı mertebe nekaisi olmuş [ulaşmış] bir tabloyu daha bugün sanatkarın
[eksiklikleri] de vardır. Yek nazarda bu usullerden yed-i maharetinden [mahir elinden] çıkmış gibi ter ü
birinin tercih ve intihabı zevk-i şahsiye vabestedir taze hıfz ve vikaye eden [saklayıp koruyan] usul
[bağlıdır] . Herkes gönlünün sevdiği, ruhunun elbette şah [en iyi] usulüdür.
hazzettiği usulü tercih eder. Fakat mesele zevk ve Sanayi-i nefisenin mevzubahsimiz olan kısmında
meyl-i şahsiden tecrit edilip de sırf sanat nokta-i hakk-ı kelam ve tenkide malik erbab-ı ihtisasın nakil
nazarından tetkik edilirse tabii bu usullerden her ve takdirine göre bu iki mühim meziyeti, ancak
birinin mezayasını [meziyetlerini] mukayese etmek münekkidin [eleştirmenlerin] tatbik ettikleri
ve en zenginine layık olduğu mevki-i rüchanı [üstün "yumurtalı boya " usulünde mündemiç [içkin] kabul
mevkiyi] vermek icap eder. etmek iktiza ediyor [gerekiyor] . Bu zevat-ı muktedire
Herhangi bir usul-i telvinde [renklendirme usulünde] nazariyelerine şahid-i adil olmak üzere bugün
r 65 iki meziyet-i esasiye aranır. Biri kudret-i elvan, Avrupa müzelerinde bihakkın mahfuz-ı mevki-i
diğeri metanet. . . Kibarane bir usul-i sadegi içinde en ihtiram olan o asırdide [asırlık] asar münekkidinin
ziyadar yerleri en koyu ve derin gölgeleri revnak-ı [eleştirmenlerin] manzara -i taravet ve revnakın ı
mahsusu [özel parlaklığı] ile tecsim edebilip temhid [yayma] ve bu cami-i muhasenat-ı usul-i
1 89
Birinci diretnotumuzun inşaatına memur mühendislerden ınülazım-ı evvel, ressam Şemsi Bey 'in
" REŞADİYE" NiN SEYR-İ MEHABETEFŞANI
1 90
•
Hattat-ı şehir {ünlü hattat] Şefik Efendi merhumun kıymetşinas ellerde mahfuz bir eser-i nefisi
191
Ressam Mahmud Bey'in asar-ı bediasından İmam Rıza Efendi hattı ile
muharrer Mushaf-ı şerifin çerçevesi
kı ymetdarın betekrar [tekrar tekrar] ihyasını teşvik icadı bir nimet telakki ederek derhal kabul
ediyorlar. Verdikleri izahata göre üstadan-ı ediyordular. Fakat aradan seneler geçip de bu usul
mütekaddime [eski üstatlar] boya zerratını ile yapılmış tabloların yumurtalı boyalarla yapılmış
[zerrelerini] tablo üzerinde tespit için yumurta o şaheserler yanında sararıp solduğu, o latif
istimal ederler [kullanırlar], fakat yumurta çabuk simaların çatlak, buruşuk çehreler, hazin, müessif
kurur, çabuk bozulur bir madde olduğundan manzaralar arz etmeye başladığı, bazılarının bezleri
boyalarını her gün taze taze ezmek mecburiyetinde çürüyüp sathı gubara [toza] inkılap ettiği görülünce
kalıp bu hizmetleri şakirtlerine [öğrencilerine] bu caniyane tahribatın esbabı [nedenleri] aranmış,
gördürürlerdi. Muahharen [sonradan] yağlıboya yağın mahiyeti o zaman anlaşılmıştır.
usulü icat edilince yumurtalı boya usulünün şu hatırı İşte bu tarihten itibaren o eski ve salim [sağlam]
sayılır külfetinden bizar olan üstadan-ı sanat yeni usule avdet [dönmek] için müteferrik [bireysel]
1 92
teşebbüsler vukua gelmiş ise de vaktin nakit tagayyür etmemekte, çatlamamakta, her iklime
olduğunu takdir etmemek kabil olmayan şu tevafuk etmekte [uygun] olduğu temin olunuyor.
zamanda her gün taze boya ezmek külfeti pek giran Binaenaleyh muhassenatı [yararları] tecarib-i
[bıktırıcı] gelmiş ve müteşebbisleri hah na hah [ister dakika-i vakıfaneye müsteniden iddia edilen ve tarz-ı
istemez] yed-i ihtiyar teamüle [bu yöntemi seçmeye] icrası yağlıboyanın hemen aynı olup yağ yerine akua
mecbur etmiştir. lenta istimalinden ibaret bir fark teşkil eden bu usul
Şu zamanda şayan-ı kabul olabilmek için usul-i i metini henüz tatbik ve tecrübe etmemiş olan bir
mefruzeyi [varsayılan usulü] daha basit ve ameli bir kısım sanatkaran-ı muhterememize takdime cüret
hale getirebilmek ve bunun için de evvela eyliyorum. Tecrübesi herhalde faidebahş [yarar
yumurtanın tefessühüne [çürümesine] ve çabucak sağlayan] neticeler vereceğine kaniim.
teyebbüsüne [kurumasına] mani olacak bir madde-i Bu tarzı bize tanıtan esercikte akua lentadan başka
muavene keşfedebilmek iktiza ettiğinden yumurtalı boyalarla yapılmış tabloda istimal
[gerektiğinden] erbab-ı fen bu cihete imale-i ihtimam edilmek [kullanılmak] üzere yine Lefranc r 7r
etmişler ve nihayet öğrendiğimize göre havass-ı müstahzaratından sulu vernik- vernis a / eau dan
' '
S A N AY İ - İ N E F İ S E M E KTE B İ İ Ç İ N
4 [mensuplarının] karanlık, dikenli yollarda bir melce
i selamete [kurtarıcı sığınağa], bir ziya-i ümide
qz Geçmiş zamanların yeni dimağlara tevdi ettiği tesadüf edememekten mütevellit [doğan] yeis ve
istikbal düşünceleri bugün ateşin [yakıcı] bir hüsran içinde kalmış yolcu talihsizliğiyle didinerek
taziyane-i intibah [uyandırıcı kırbaç] ile herkesi vüs-i yaşadığını görsün de cesaret-i dimağiyesinin,
fıtrisi [doğuştan yeteneği] nispetinde bir ufk-ı hevesat-ı ruhiyesinin zerre-i ihtisasatında bir şaibe-i
tekamül ve terakkiye doğru koşturmak istedikçe, hal inkisar-ı ümid [düş kırıklığı] kendini göstermiş
bir münadi [çığırtkan] avaze-i hakikatiyle her gence olmasın. Evet, hiç kimse yoktur ki sinin-i mesaisinin
boş bir mübazere-i tahsil [tahsil kavgası] içinde [çalışma yıllarının] mükafat-ı mevudesini [vaat
kıymettar zamanlarını imha etmeyerek muayyen bir edilmiş ödülünü] bir ufk-ı duradlır-ı hayalde
meslekle ilerlemesini ihtarda bir rehber-i reşad [uzaklardaki hayali ufukta] serab-ı tebessümü ile
[doğru kılavuz] vazifesini ifa ettikçe, şüphesizdir ki kendinden teba üd ettiğini [uzaklaştığını] görmekle
faalzinde zekalar, yüksek, müstesna istidatlardan nihayet bitap, meyus düşüp kalmasın. Herkes
müteşekkil bir kafile-i heveskar-ı şebab [hevesli medeniyet-i hazıranın kabul ettiği kanun-ı faaliyet
gençler] da sanayi-i nefise namına irae edilecek dairesinde yaşamak için çalışmaya mecbur olduğu
[gösterilecek] merahil-i kabul ve iştihara [kabul kadar, çalışmak için de çalışanların netice-i
edilme ve ün yapma aşamalarına] karşı tehalük-i semeratını [semerelerini] iktitaf edip edemediğini
meftunane [tutkunca atılım] göstermekte tereddüt [toplayıp toplayamadığını] anlamaya mecburdur.
etmeyeceklerdir. Dünyada hiç kimse tasavvur Mesela bugün fenn-i tıb, ilm-i hukuk tahsili ulüvv-i
olunamaz ki tayin edeceği meslek müntesibininin kadrine [yüksek şerefine] rağmen neticede
1 93
müntesibininin mesai-i güzeştesine [geçmişteki [kederli sergi] gibi mahzun ve nevmit [umutsuz) . . .
emeğine] bir kitabe-i ihtiyac ve maişet dikmekle Heykeltıraş, hak derslerine ise endişe-i istikbal
kalsaydı darülfünunlarda, darüttalimlerde kazanılan yüzünden daha evvel hatime-i rağbet çekilmiş
servet-i ilmiye, faaliyet-i dimağiye israfatı [rağbetten düşmüş] farz ederek izaha lüzum
addedilerek bir istiğna-i müstehziyaneye [müstehzi görmüyoruz. Bizce bu mektepte ıslahat namı ile
ilgisizliğe) hedef olup gitseydi, edebiyat, musiki, başlanılan tarih-i teceddüdün [yenileşme tarihinin]
resim heveskaranına hiçi-i hayatına [yaşamının dibace-i muvaffakiyeti [ilk başarısı] dört sene evvel
hiçliğine] teessüfhan [teessüf okuyan] olmayı Paris'e ikmal-i tahsil maksadı ile üç dört talebe
talimden ibaret bulunsaydı, cilvegah-ı meşahir izamından [gönderilmesinden] ibaret kaldı. lki sene
[ünlülerin yaratıldığı yer] olan muhitler şurezar evvel yine bu sütunlarda Halil Beyefendi'nin
[harabelik] olmaktan elbet kurtulamazdı. Görülüyor sahabet-i maarifperveranelerini [eğitimdeki
ki ilim, fen, sanat her muhitin sine-i kabulüne, himayelerini] inkar etmeyerek lazımı elzeme tercih
nefha-i takdirine göre bir inkişaf-ı terakki edişlerini nazar-ı mütalaaya almış, bazı hitabe-i
gösteriyor, hamisi [koruyanı], nigahbanı [bekçisi], ikazda bulunmuştuk. Kendilerini sanayi-i
müşevviki [yüreklendireni] mebzul [bol] iklimleri bir Garbiye' nin aşina-yı kadimi, fünun-ı nefise
hıyaban-ı saadet [mutluluk yolu) haline koyarak müntesibininin [sanatçıların] hami-i kadirdanı
dehalar yetiştiriyor; hevesşikenleri [heves kırıcıları], [değerbilir hamisi] tanıdığımız halde menafi-i vatan
kadirnaşinasları [kadir bilmezleri] kesirü 'l-miktar [ülke menfaatleri] namına pederine karşı isyan eden
[çok miktarda] olan yerlerde ise aşı bile tutmuyor. bir evlat iğbirarı [gücenikliği] ile niçin böyle böyle
Şimdi şu hakikat-ı müsellemin [onaylanmış gerçeğin] yapıyorsunuz, evvela atölyeleri, dersleri ıslah ediniz,
suret-i tatbikini vatanımızda görebilmek için diye feryat etmiştik. Lakin her neden ise
muhitimizi tetkik edelim. Bizde tıbba, hukuka ve feryatlarımızın en yüksek ukus-ı izacatı [uyarıcı
diğer ulum u fonuna mahsus darüttedrisler yankıları] Halil Beyefendi' yi tazip ettiyse [üzdüyse]
bulunduğu gibi bir de sanayi-i nefise tahsiline bile resim kısmında ümit edilen bir aks-i teceddüd ve
mahsus - otuzuncu sene-i devriye-i küşadiyesini terakki göstermedi ve gösteremedi. Ve
[açılışının otuzuncu yılını] ikmal etmiş - bir görülemeyeceğine hiç şüphe yok ki bu seneki salonu
müessesemiz mevcuttur. Unutulmaz bir dest-ı teşrif eden Maarif nazır-ı cedidimiz [yeni Maarif
himayekarın nevaziş-i kadirşinasanesiyle açılan şu nazırımız) beyefendi hazretleri de kani oldular.
mekteb-i hali acaba bu otuz senenin biraz evvel Şimdi tekrar ediyoruz, söylüyoruz. Resmi, kainatta
cendere-i esaretinde yaşayan mekatib-i aliyemiz her şeye irtibatı payidar bir fen olarak Lfonard da
[yüksek okullarımız) derecesinde hidemat-ı Vinci felsefesiyle kabul ediyor isek ki şüphesiz
maarifperveranede [eğitim hizmetinde] bulunabilmiş edeceğiz, bizde ressamlık bu mektebin büyük
midir? Biz kim ne derse desin buna öteden beri tanıdığı ( ! ) muallimlerinin tedrisat-ı muannidanesi
tekrar ettiğimiz teessüflerle " Hayır ! " deriz. Acaba [ısrarcı öğretimi], klasik metotları ile ileri gidemez.
bulunacak mıdır? Buna da çürük gemi ile açık Burası bir fabrika gibi belki kabiliyet-i taklidiyeye
denizlerde dolaşmak cesaret-i safdilanesine malik işçiler, birbirine benzeyen resim işçileri
yanaşmayan tecrübedide [tecrübeli] bir kapudan yetiştirir. Fakat vekayi-i cariyeyi [cereyan eden
[kaptan] düşüncesiyle adem-i kabul gösteririz. olayları] fırçası ile zapt ve tasvir edecek bir sanatkar,
Yalnız bulunabilecek midir, sıga-i ihtimaliyesiyle mefkure sahibi bir artist yetiştiremez, yüksek,
[olasılık kipiyle] hitap edenlere karşı, bulunabilir müstesna istidatların inkişafını temin, evvela vesait-i
fakat esasından ıslah edilmek şartı ile, cevabını lazımeyi temin, aynı zamanda teşvik ve himayeyi
vermekte asla tereddüt etmeyiz. Evet, Sanayi-i Nefise unutmamakla olur. Tarih-i Osmaniye'yi tetkik
Mektebi esaslı ıslahata muhtaç bir dereceye, bir edenlerimiz bizde hattatlık, tezhip, çinicilik, mimari,
dereke-i sukuta [düşüş derekesine] gelmiştir. Bunu musikinin nasıl bir devre-i rağbet kazanmakla
gözlerinde gışave-i iğfalden [aldanış perdesinden] dehalar yetiştirdiğini pek iyi bilirler. İşte maarif için
eser kalmamış bir meslekdar gözü ile tetkik ederek en evvel nazar-ı ehemmiyete alınacak mesele
söylüyoruz. Islahatı otuz iki sahifelik bir programın ressamlığa ait bir istikbal göstermek, bir devre-i
sihr-i tasvirinde görmekle muhite şaşaa-i tesiratını rağbet küşadına bezl-i himmet etmektir. Bu da
göstereceğine kail olanlarımız [inananlarımız] varsa mektebin halihazır programını tebdil ile başlanabilir.
üç senedir birbirini takip eden kongreleri istişhat Bir defa fünun-ı nefise tahsili beş altı senede kat
edebiliriz [tanık gösterebiliriz] . Hele tedrisat-ı edilir bir şahrah-ı mahdud [belirlenmiş yol] değildir
sabıkasının [önceki öğretiminin] seyyiat-ı - kendimizi aldatmayalım - ve hiçbir zaman -
layuhsasını [sayısız olaylarını) bir zamime-i teessür olamayacaktır. Bugün Avrupa bütün vesait-i
olan [üzüntümüzü iyice artıran) üç yüz yirmi dokuz mükemmele ve mebzulesine mukabil, sanayi-i nefise
[ 1 329- 1 9 1 3 ) müsabakası, resim kısmının hiçi-i mekteplerini sınıflarla tahdit edememiştir. Müzeler, I 73
tahsilini pek açık gösteriyor. Mimari sınıflarının hususi atölyeler, hususi sergilerle her gün, her saat
zinde ve pür heves mesai-i masrufeleri [gösterdiği heveskarana bir ders-i mesai, bir ders-i terakki
çabalar], mahsulat-ı güzidesiyle [güzide ürünlerle] veren, himayeler, teşvikler ibzal eden [bol bol sunan]
nazarlara ümitler serperken ressam sınıflarının muhitlerde sınıf usulleri tatbik edilemeyince bizim
biemel [amaçsız], şikesteheves [hevessiz] fırçaları bir muayyen senelerle, mahdut tedrisat ile himayesiz,
say-ı mecburinin asar-ı ataletiyle bir meşher-i giryan teşviksiz terakkiye intizarımız [beklentimiz] pek
1 94
beyhudedir. Artık bisemere [semeresiz] senelerin feyzaver nefhaları [güzel duyumları] ile büyütürse
güzarişini [geçtiğini] görmektir ki bizde ictihadat-ı semerat-ı bedayiini [güzel semerelerini] alır. Bazen
fikriye ve hissiyemizi hiç hatıra gönüle bakmayarak de böyle ümit edilen arzların [toprakların] , arzu
yazdırıyor, söyletiyor. edilen nihalinde [fidanında] bakılmamak yüzünden
Biz Sanayi-i Nefise Mektebi'ne ait programı semere-i tefeyyüz [gelişiminin semeresini]
birtakım kuyud-ı müstağniyaneden [kısıtlayıcı gösteremez. Fransızlar Corot' ları, Meissonier'leri
şartlardan] azade bir program görmek isteriz. Şerait liselerdeki zeka-yı tahsil ile kazanmadılar. Almanlar
i kabul [okula kabul şartları], idadi [lise] mekatib-i Willy Stöwer'leri, hatta Bulgarlar Mitov'ları nasıl
aliye mezuninine inhisar edilmek ne büyük bir kazanmışlarsa bizde Seyyid Bey' leri, Rıza Bey' leri,
teceddüt [yenilik] , ne de büyük bir ıslah değildir. Bu Halil Paşa 'lan öyle kazandık.
sanatın ilim ve fenne irtibat-ı kavisi [güçlü bağları] Resim mektebi serbest olmalıdır. Buraya gerek rüşti,
olduğunu ilandır. Mektepçe hazırlanmış, tenevvür gerek idadi mezunu bulunsun elinde resim
etmiş fikirleri yetiştirmek arzusundan münbais [ileri mualliminin tasdiknamesini haiz her Osmanlı genci
gelen] bir keyfiyettir. Bunu takdir etmemek gayri bir sinn-i nizamiye [yaş sırasına, nizamına] tabi
mümkün, lakin tahdidine sükut etmek de insafsızlık. tutularak açılacak prepatuvara [preparatoire]
Acaba mektep heyet-i münevveresi programına bu [hazırlık sınıfına] kabul edilmelidir. Büyük bir
istiğna-i kabulü [okula kabülde ağırdan almayı] galeriden ibaret olan bu sınıfta talebeler
üssülesas ittihaz etmekle muhitte bir arzu uyandırdı muallimlerin nezaret-i mütemadiyesi [sürekli
mı? Atölyelerinin aguş-ı mesaisine [çalışmalarına] denetimi] altında çalıştırılarak mektebin her sene
yüzlerce teşnegan-ı sanatı [sanat heveslisini] resmi talebe kabulüne mahsus konkuruna yetiştirilir.
toplayabildi mi? İşte usul-i nokta-i tetkik burada, Müdavimin sınıf-ı terfiini senelerin güzarişiyle
asıl mesele herkesin anlayamadığı şu nazik felsefe-i [geçmesiyle] temin edilemeyeceğine kanaat-ı katiye
kabulün nazik noktasında. hasıl ettikçe iktidarının terfiini emel edinerek
Fikr-i teşebbüs, fikr-i takdirin müvellidi olmak yağlıboya atölyesine duhul [girmek] için bütün
lazımdır ki payidari-i mazhariyet [sürekli hevesatı ile sarf-ı mesai eder uğraşır. Resmi talebe
mazhariyet] görebilsin. Takdirsiz teşebbüsler kardan kabulü müsabakası senenin muayyen zamanlarında
mamul heykeller kadar da muhafaza-i mevcudiyet icra edilir. Ve galeri profesörlerinin intihabgerdeleri
edemez. Her mebde [başlangıç] bir gaye tevlit eder, [seçtikleri] şakirdan [öğrenciler] dahil olabilir.
mebdei bu kadar ulvi emellerle tutulan bir mesleğin Müsabakaya dahil olacak şakirdanın [öğrencilerin]
gayesi meçhul bırakılırsa menbaı kapatılmış bir füzen ile alçı ve (akademi) tersiminde menazır
fevvare [fıskiye] suud-ı muvakkati [geçici yükselişi] [perspektif] , teşrih [anatomi], tarih-i sanat . . . ilh [ve
ile yükselmesiyle sönmesi bir olur. diğerleri] gibi mektebin nazari derslerinde
Sanayi-i Nefise Mektebi bu nazik kayd ü şart gösterecekleri ehliyet ve iktidara nispetle derecat-ı
tahtında [altında] talebe kabulünü istilzam ettiği tefevvuku [üstünlük dereceleri] bir heyet-i
[gerektirdiği] gibi nekais-i tedrisiyesindeki mümeyyize [seçici heyet] tarafından tayin edilerek o
[öğretimindeki eksiklikleri] elzemiyet-i tekemmülü sene için matlup [istenen] talebe atölyeye tefrik edilir
[mükemmelleşmenin aciliyetini] istilzam ederek [ayrılır] . Bizce bu şerait-i mesrudeye [belirtilen
[gereğince] düşünse, gaye-i tahsiline bir ufuk koşullara] itibarla alınacak talebe esaslı şerait-i
gösterebilseydi birçok münevver fikirlerin derd-i kabul ile alınması temin edilmiş ve mektep için de
maişetle [geçim derdiyle] başka mesleklere en esaslı bir tarih-i teceddüd [yenilik tarihi] başlamış
atılmamasına büyük hizmetler ederdi. Sözün kısası demektir. Bundan sonra tekemmülat-ı tersimiye
şerait-i kabul iyi düşünen bir fikrin sahne-i ictihadını [resmin mükemmelleşmesi] gaye-i tahsil meselesi
gösteremiyor. gelir ki bunu da diğer makalemize bırakıyoruz.
Resim, ressamlık bir nasibe-i istidaddır, bir çiçektir.
Bazen memul edilmeyen [beklenmeyen] bir arzın,
ümit edilmeyen fidanında açılır, ilim ve fen mabihi'l Kıztaşı, 2 Şubat 329 {1 9 1 3]
hayatı [yaşama sebebi] olur da onu mebzul ziyaları, M. S.
1 95
" PALETTE VÜCUDU ELZEM O LAN RENKLER İLE asidi] kadmiyuma nispetle ucuz elde edilen
B ÜYÜK RESSAMLARIN İ STİMAL ETTİKLERİ RENKLERİN kararmaz bir sarı olduğu halde Ernest bunun bile
ESAMİSİ, BOYALARIN YEKDİGERİYLE İMTİZACINDAN mahlul [çözünmüş], safiyetten ari [uzak] olarak
MÜTEVELLİT TEGAYÜRAT, YAGLAR VE TESİRİ" vücuda getirilmediğinden şikayet ediyor.
HAKKINDA MALUMAT ARZU EDEN GENÇ ARTİSTE Kadmiyum sarısı yalnız tutya beyazı ile
karıştırılarak kullanılabilir. Gümüş ve kurşun
On üçüncü nüshadan mabat beyazları levn-i tabiyesini [doğal rengini], şaşaa-i
taravetini tağyir eder [bozar] , az zaman zarfında
Şimdi biz de şu hususu nazar-ı ehemmiyete alarak karartır, bozar.
bir defa yağlıboyada en ziyade müstamel
[kullanılan] elvanı gözden geçirelim: Hint sarısı le jaune Indien
Gümüş beyazı Blanc d'argent Hint sarısı gayet parlak, şeffaf, sıcak bir sarıdır.
Tutya beyazı Blanc de zinc Figür ve peyzaj paletlerinde bulundurulur. Lakin bu
sarı da kadmiyum ve kromlar derecesinde ihtikara
Bu iki beyaz renkten blanc d'argent gümüş beyazı
-
uğramıştır [küçümsenmiştir] . Alelade tüpler
umumiyetle istimali [kullanımı] kabul olunmuş hiçbir derunundaki [içindeki] Hint sarılarına emniyet haiz
paletten eksik olmayan bir beyazclır. Blanc de zinc -
değildir. . . Çünkü diğer birtakım sarılar mahlul
tutya beyazı belki diğeri kadar ekser [çoğu] paletlerde [eriyik halde] Hint sarısı olarak satılmaktadır.
guşe-i kabul görmez [yer bulamaz] . Halbuki tutya ]aune Indien karıştığı renge bir şeffafiyet, bir
beyazı diğerine nispetle daha metin, daha sabit ve derinlik, bir sıcaklık verir.
daha fevaid-i kimyaviyeyi [kimyasal faydaları] haizdir. Bleue mineral ile nazarnevaz [göz okşayan] çimen
Gümüşi beyaz gibi havanın teması ile derakap [derhal] renkleri, vert emeraude ile derin ve şeffaf yeşiller,
lüzuciyet [yapışkanlık] peyda ederek sarı bir kaşr-ı bleue de cobalte ile zeytuni tonlar husule getirir.
harici [dış kabuk] peyda etmez, siyahlanmaz, ekser Hint sarısı gümüş ve tutya beyazları ile de
renklerle karıştırıldığı gibi tagayyürata [bozulmaya] da karıştırılabilir. Prusya mavisiyle Hint sarısı birlikte
mani olur. Mesela gümüşi beyaz ile karıştırılan sarılar, glase için de kullanılır.
kırmızılar müruruzamanla değişerek açılır, kararır.
Tuval üzerine fırçanın bıraktığı o nazarfirib [güzel] Krom sarısı Jaune de chrome
"ton" dan bir iki gün sonra eser kalmaz. Fakat "blanc
de zinc"de bir hassa-i tesbit vardır, " vermillon" ve Kadmiyum ve Hint sarılarından sonra kromlar da
"jaune de cadmium" ile karılır, karışabilir. Onlarla nazar-ı dikkate alınacak sarılardandır. Figür
husule gelen levn-i ibtidaiyi [ilk rengi] müddet-i paletlerinden ziyade peyzaj paletlerinde ihtiyaç
medide [uzun süre] muhafaza eder, siyahlanmaz. gösterirse de yalnız başına istimali sert, acı bir renk
r74 Tutya beyazı gümüşiden daha beyazcadır. Bunun vücuda getirir. Halis krom kadmiyumla halledilerek
yalnız iki küçük mahzuru vardır. Gümüşi beyaz gibi güzel tonlar yapar. Krom sarısı kadmiyumdan
hamire-i tabiiyesi [doğal hali, mayası] katı ve örtücü fiyatça ucuz olmak hasebiyle ekseriyetle hamiresine
değildir. Bir de çabuk kurumaz. Fakat yapılacak [hamuruna, karışımına] diğer mevadd-ı mülevvine
resmin, tablonun ebauche-taslak kısmı gümüş beyazı [boyar maddeler] ilave edilerek kadmiyum
ile çalışılırsa tutya beyazı ile ikmalini tensip etmelidir makamında füruht olunmaktadır [satılmaktadır] .
[sağlamalıdır] . Eğer çok beyaz istimal edilerek Krom sarısının halisi kadmiyum derecesinde
[kullanılarak] etüt edilecek ise tutya beyazına " sigatif" metindir. Levn-i tabiisini [doğal rengini] muhafaza
karıştırarak da kullanılabilir. Bu beyazın etütten eder. Gümüş beyazı ile karıştırarak
ziyade atölyelerde vücuda getirilecek tablolar, ezcümle kullanmamalıdır.
atölyelerin taze ve nemnak [nemli] bulundurulması
icap eden kısımları, mesela sema, bulut, akademide Napoli sarısı ]aune de Naples
"tors" gibi bir gün sonra işlenmesi melhuz
[düşünülmüş] parçaları için blanc de zinc şayan-ı Bu gayet açık pembe ve açık yeşile mail [yakın]
tavsiyedir. derecat ile ayrılmış bir renktir. Müstakil ve diğer
renklerle karışarak da kullanılır. Kararmaz.
Tutya sarısı ]aune de cadmium Metindir. Vücud-ı insanide, ezcümle peyzaj
resimlerinin güneşli kısımları için elzemdir.
Parlak ve açık olarak ikiye ayrılır. Her ikisi de
parlak ve sabit sarılardan madud [sayılmış] ise de Limon sarısı Jaune citron
ticarette meydan alan ihtikar [ kazanç] saikası ile
hakiki kadmiyum sarısı bulabilmek biraz güçtür. Mösyö Soniye limon sarısı hakkında kemal-i
Behemehal kadmiyumun fevkalade cinsinden emniyetle her renkle karışabileceğini iddia ediyorsa
intihap etmek şarttır. Ucuz olan kadmiyumlar da beyazla latif, parlak bir sarı, emerod ile gayet
alelade sarılardan bir müddet-i muvakkate [geçici tatlı yeşil renkler hasıl eder. Mamafih yemiş ve çiçek
süre] için kadmiyum parlaklığı gösteren kireçlerden resimleri çalışanlara, peyzajistlere elzemiyeti gayri
başka bir şey değildir. Hamz-ı baryum [baryum kabil-i inkardır.
1 96
Sarı aşı boyası Ocre jaune kebudi-i ziyadar (ışıklı mavi] diğer mavi renklerde
Kırmızı aşı Ocre rouge mefkuttur [kaybolur] . Sıcak, saf bir semanın
Toprak aşısı Ocre de rue derinlikleri, o cazibedar revnakiyeti [parlaklığı) , hele
Altuni sarı aşı Ocre d 'or Şark' a mahsus bir şaibe, maviliklerin umk-ı
Et rengi Ocre de chair şeffafiyeti [şeffaf derinliği] ancak " kobalt" mavisi ile
ifade edilebilir. Bununla bazen çividi ve ateşi renkler
Bu renkler pek eski zamanlardan beri karıştırılarak başka bir hamire-i semavi [gök mavisi
kullanılmaktadır. iptidai [ilk] ressamlar tarafından karışım) de ibda [elde] edilir. Huzemat-ı ziyaiyede
keşif ve istimal olunmaya başlamış bir nevi topraktan [ışın demetlerinde] , har [sıcak) ve müşemmes [çok
mütehassıl (meydana gelen] boyalardır. Muhtelif güneşli] sahalara düşen gölgelerde pembe şeffafların
tonlar derece-i hararetlerle yakılarak muhtelif tonlar nefehat-ı rengininde [renkli esintilerinde], ateşin
vücuda getirilmiştir. . . En iyi ocre jaune Fransa'nın gurupların gaze-i ratıbında [nemli kızıllığında]
(Lyon) şehrinde çıkan topraktan istihsal edilendir. kobalt mavisi ressamın en sadık mütercimidir.
Ocre rouge biraz kırmızıya mail [yakın], sıcak bir
renktir. Le bleue d 'outremer Deniz mavisi
Ocre de rue - Ocre jau ne dan daha koyucadır. Ocre
'
d 'or alumini havi bir renktir. Şeffaf, esmerimsi sıcak Kobalta nazaran bu biraz koyucadır. Bazen saf
bir sarılığı camidir [toplar] . Ocre de chair'de biraz olarak kullanılırsa da alelekser [çoğunlukla] beyaz
solukluk, hafif bir pembelik vardır. Velhasıl ile karıştırılır. Peyzaj istler için palette vücudu elzem
(ocre)ların beşi de şayan-ı tavsiyedir. icabında bir renktir. Otromer [outremer] sema ve deniz
istimal olunur [kullanılır]. resimlerinde uzaklıklarda büyük bir rol ifa eder,
fakat sarılar, aşı renkleri ve toprak renkleriyle
I 5 Terre de Sienne naturelle Tabii toprak boyası imtizacında kirli ve gayri şeffaf tonlar da vücuda
Terre de Sienne brulee Yanık toprak rengi getirir.
Deniz mavisi 1 8 14 tarihinde Mösyö Tessaert
Bunlar tabii bir levne [renge] malik topraktan tarafından soda istihsalinde keşfedilmiştir. Bilahare
istihsal olunan renklerdir. Koyu tonlarda, yeşillerin Sanayi-i Milliye Cemiyetinin nazar-ı dikkatini celp
derinliklerinde, fonlarda, vücud-ı insaniyede ederek deniz mavisini sanayide istimale salih bir
kullanılırsa da müruruzamanla siyahlanmak ve halde ifrağ edene ( 6000) frank mükafat-ı nakdiye
çatlamak hassaları vardır. Ekser ressamlar bu vaat edilmiş ve 1 82 8 senesinde Mösyö Guimet
mahzuruna rağmen paletlerinde bulundururlar. tamami-i keşfiyat ve tatbikatı sayesinde bu mükafata
kesb-i istihkak etmiştir [hak kazanmıştır] . Otromer
Batolomba [ ? ] denilen bir nevi reçineli sarı deniz mavisi bidayet-i keşfinde [ilk keşfedildiğinde]
Le laque jaune de gaude istihracı pek gizli tutulduğu cihetle kilosu saf halinde
500 franka kadar satılmış ise de bugün en iyi cins
Prusya mavisiyle karışarak güzel, koyu bir yeşil hasıl otromer 1 O ila 15 franka ve adisi 1 ila 2 franka
eder ki bu tonu başka renklerle bulmak müşküldür. kadar satılmaktadır. Otromerin mavi, yeşilimsi, gül
Çiçek resmiyle iştigal eden bazı ressamların rengine karib [yakın] , menekşe moru gibi muhtelif
paletlerinde bulunursa da pek şayan-ı tavsiye derecatı [tonları] mevcut ise de bunlar meyanında
değildir. Çünkü kararmak ve çatlamak mahzuru [arasında] en sağlam renk l 'outremer bleue namı
vardır. Corot'nun bazı tabloları (laque jaune) istimali altında deniz mavisidir. Kobalt mavisinden sonra en
yüzünden çatlamış ve kararmıştır. Mümkün olduğu birinci sırayı işgal eden otromer imtizacat-ı
kadar laque jaune'u paletten uzaklaştırılmalıdır. kimyeviye [kimyasal karışım] nokta-i nazarından
layetegayyer [bozulmaz] bir hassaya da maliktir;
Laque jaune doree Koyu altın sarı ateşi, koyu kırmızı ile kurşun beyazı karıştığı halde
rengini atmaz. Ezcümle akademi resimlerinde bu
Bu renk batolomba tesmiye edilen [adı verilen] mavinin dahil olduğu parçalar levn-i ibtidaiyeyi [ilk
yukarıda zikrettiğimiz sarıya müşabihtir [benzer]. rengini] muhafaza etmiş, aynı zamanda dahil olduğu
Her ikisi de çividi mavi ve Prusya mavisiyle sıcak hamire-i elvanı [renk hamurunu) da tagayyürden
yeşil renkler meydana getirirse de mahzurlarına [bozulmaktan) kurtarmıştır. Otromerin bu hassa-i
binaen metruktur [kullanılmaz] . Glasi makamında tesbitini ifa için resimde otromer çalışılan kısımların
istimali de şayan-ı tavsiye değildir. Esasen glasiler üzerine diğer mavilerle çalışmadan içtinap etmelidir
fazlaca yağa ihtiyaç gösterdiğinden siyahlanmayı [kaçınmalıdır] . Hakiki otromer yerine, bile bile
tacil edeceği [hızlandıracağı) şüphesizdir. Yalnız bu mağşuş [saf olmayan], suni mavilerden kullanılan
gibi tahavvüle mahkum renklere ihtiyaç messettikçe ressamlar, tablolarının imha-yı taravetine hizmet
[görüldükçe] en pate - çok boya ile kaba etmiş olurlar.
çalışmalıdır. iyi cins otromer İngiliz boya fabrikası direktörünün
itirafı veçhile küçük bir tüpü on iki - on beş franka
Le bleue de cobalte Kobalt mavisi kadar satılır. Ticarette geçen otromerlerin iyisi
fevkalade cinsten olmak üzere bir numaralı
Kobalt mavisindeki hassa onun vücuda getireceği olanıdır.
1 97
Bleue de prusse Prusya mavisi Vert de cobalt Kobalt yeşili
Bleue mineral Madeni mavi
Emerod yeşilinin keşfine kadar büyük bir mevki-i
Prusya mavisi 1 740 senesinde tesadüfi olarak Berlin itibar kazanarak pek çok kullanılmış ve kaşifinin
fabrikalarında keşfedilmiş ve birçok zamanlar Berlin ismiyle " Rinmann kobaltı " tesmiye edilmiş [adı
mavisi Bleue de Berfin namı ile satılmıştır.
- verilmiş] ise de fiyatının daimi tezayüdü [artması],
r76 Tabiaten siyah ve parlak " keanos hadid" [ ? ] saniyen [ikincisi] kobalt yeşilinin emerod ve sair
parçalarından istihsal olunan b u mavi renk gayet kompoze renklerden istihsali imkanı bunun istimalini
kuvvetli ve koyudur. Siyah ve bir miktar kırmızı pek mahdut bırakmıştır. Kobalt yeşili açık ve koyu
ilavesiyle en derin, en karanlık tonlar, toprak olarak iki kısımdır. Kararmadan, tagayyürden
rengiyle, sarılarla en koyu yeşiller vücuda getirerek [bozulmadan] salimdir [uzaktır] . " Açık yeşil - vert de
hassa-i şeffafiyeti, şiddet-i levniyesi nazarı iğfal cobalt cefadan " vardır ki bunun kendine mahsus
ederse de palette bulundurulacak bir renk değildir. olan rengi kompoze ile pek vücuda getirilemez.
Prusya mavisinin bir gramı bir kilo beyaza bir levn-i
kebudi [mavi renk] verebilir. Fakat mahkum-ı Vert emeraude Zümrüt yeşili
tagayyür [bozulmaya mahkum] olduğu bilfen
[fennen] müspettir. Gazın, ziyanın tesiriyle tedrici Asr-ı ahirin [son asrın] iptidalarında [başlarında]
yeşil bir renk kesp eder [alır] , kararır. Velhasıl sıcak Pannetier tarafından keşfedilerek gizli tutulmuş,
mavilikler, derin yeşillikler, bütün esmer renkleri hall-i tabiide kilosu 1 5 0 franka kadar gali
ihzarına hadim [yardımcı] olduğu halde terk [değerinden fazla] fiyatla satıldığı için pek az istimal
edilmiştir. olunmuş ise de 1 859 'da Alsace'lı Scheurer Kestner
Diğer madeni mavi de Prusya mavisine müşabih imtiyaz-ı resmi alarak istihsale başlayınca kilosu 50
[benzeyen] yalnız ondan biraz daha açık, daha franka kadar düşmüştür. Bugün 1 5-20 frank
şeffafçadır. " Anvers mavisi bleue d'Anvers" " Çin
- kadardır.
mavisi bleue de Chine" ve "çividi indigo " gibi
- - Zümrüt yeşili her ressamın paletinde bulunacak en
birtakım maviler daha mevcut ise de hiçbirisi ehemmiyetli yeşillerdendir. Fransız ressamlarından
ehemmiyetli değildir. Ciddi eserlerde bu renklerden meşhur peyzajist Corot zümrüdi yeşili bütün
uzaklaşmak elzemdir. talebelerine tavsiye ettiği gibi kendi paletinden hiç
Bleue coeruleum - Semai - Firuze taşı mavisi eksik etmemiştir. Zümrüdi yeşil havadan, ziyadan
tesmiye edilen [adı verilen] bu maviler kobalt müteessir olmaz, her renkle karışabilir. Glasi için
mavisine müşabih latif nazarnevaz [göz okşayan] bir elverişli, gayet şeffaf, gayet parlak bir renktir. Hint
renge maliktirler. Gayri şeffaftır. Fakat devamlı ve sarısı jaune Indien ve kadmiyum sarısı - jaune de
-
sabit olduğu gibi ziya-i tabii ve suniden müteessir cadmium ile gayet güzel, ziyadar yeşiller husule getirir.
olmaz. Diğer renklerle imtizacında tagayyür " Limon sarısı jaune citron " ve "tutya sarısı jaune
- -
1 98
OSMANLI RESSAMLAR CEMİYETİ GAZETESİ
NUMARA 1 5
İKİNCİ SENE
l NİSAN SENE 1 3 3 0 [ 1 9 1 4 ]
İZA L E - İ Ş Ü B U HAT İ Ç İ N
Karia ve karielerimize
r 7 Bazar-ı matbuatın [yayın piyasasının] şu buhranlı hengamında [zamanında] zaten müntesibini [mensupları]
mahdut olan sanayi-i nefiseye muhtas [özgü], tabı hayli nakde, bir o kadar da sermaye-i efkara [düşünsel
birikime] ihtiyacı derkar [malum olan] böyle bir mecmuayı neşre kalkışmak büyük bir cüret idi. Biz, bir
hiss-i fedakari ile buna tasaddi eyledik [giriştik]. Ruhumuzda öyle şedit [şiddetli] bir ibtila-i sanatkari [sanat
tutkusu] var idi ki paramızın azlığı, bu baptaki emelimizi kesredemedi [kıramadı]. Fakat burada izaha
lüzum görülemeyen bir sebepten dolayı neşriyatımız, birinci defa tatil değil, teehhürata [gecikmeye] duçar
olmuştu [uğramıştı] . Hayatta bazı sadmeler vardır ki nakabil-i ictinabdır [kaçınmak mümkün değildir],
insanı müteessir eder, hatta ifna bile eyler [tüketebilir]. İkinci defasına gelince bunun için söz söylemek
iktiza etmez [gerekmez]. Bu öyle bir seylabe-i ateşin [çoşkun sel] idi ki devamı müddetince hayat-ı umumiye
bile sektedar oldu [kesintiye uğradı]. Şimdi ise seciyemizde mevcut bedbinlik asarı [izleri] tezahür etmekte ve
bizi bir iki söz söyletmeye icbar eylemektedir [zorlamaktadır] . Bu da devam etmez ( ! } gibi, mevrut [gelen]
tebrikat-ı kıymetdarane ile bir tezat teşkil eden sözler yalnız bize yazılmakla kalmış olsaydı güler geçerdik.
Halbuki bu fikirle, teveccühatını celp ettiğimiz bazı zevatın atimiz [geleceğimiz] hakkındaki ümitleri
kesredilmeye [kırılmaya] uğraşılıyor, bahusus nevakısı [eksiklikleri] tadat edilerek [sayılarak] gözden
düşürülmeye çalışılıyor ki bu, insanlık namına şeyn [kusur] olsa gerektir. Memleketimizin bu yolda bir
değil, birçok mecmuaya ihtiyacı derkardır [malumdur] . Noksanını iddia edenler, kemalini temin ederler ise
alem-i sanayie [sanat alemine], sanayi-i nefiseye [güzel sanatlara] pek büyük hizmet ederler. Yoksa
ceffelkalem [düşünmeksizin] söz söylemek narevadır [yakışık almaz]. Mükemmeliyetini iddia etmiyoruz ki
aksi ispat edilmeye kalkışılsın. Biz mesleğimizi ihyaya çalışmayı azmettik. llası [yükselmesi] için bu yolu
tuttuk. Onlar gaye-i emele gitmek için daha münevver [aydınlık] ve kısa bir şehrah [ana yol] açabilirler.
Böyle yapılsaydı. . . Eğer böyle yapılsaydı şimdi takip ettiğimiz yolda birçok hemmeslek [meslektaş] ve
hemrah [yol arkadaşı] bulmuş olurduk. Sevine sevine ilerlerdik, şimdi hem gidiyor, hem de gelenler var mı
diye - heyhat ki beyhude - arkamıza bakıyoruz, gelen olmadıktan maada etrafımızdaki dikenler
eteklerimize takılarak mevani [engeller] ikaından [oluşturmaktan] hali [geri] kalmıyor. Emin olmalıdır ki
kalbimizde sönmez bir aşk-ı sanat, kırılmaz bir azim ve iradet vardır. Hazreti şairin,
Bazen bir iki haybet olur rehzen-i ümid
İnsan o zaman etmelidir azmini teşdld
sözleri rehber-i hareketimizdir. Nasıl olmasın ki, icap eden esbabı istikmalden [tamamlamaktan] geri
sanayi-i nefise namına bunca hazineler sahibiyiz. durmuyorlar. Evkaf Müzesi bunun en celi [açık] bir
Yazık ki hiçbir şey bilmiyoruz. Öğretmediler, burhanı [kanıtı], en bahir [apaçık] bir nişanesidir,
öğretmek isteyenlere mani oldular. Senelerin dest-i bu halde saha-i sanatın sema-yı feyizdarında doğan
tahribkarından [yıkıcı elinden] kurtulabilenlerini, bu kevkeb-i rehakara [kurtarıcı yıldıza] bir peyk
alude oldukları [sarıldığı] gubar-ı nisyandan olmakla iftihar etmek de zannederim ki
[unutuluşun tozlarından] tathir ederek mecmuamızın hakkıdır; azm-i kavi bizden,
[temizleyerek] meydan-ı istifade ve istifazaya [yarar teveccühat da sizden oldukça, ele geçirebildiğimiz
ve bilgi alanına] koymak vazifesi ilk defa hissedildi. kadar eski ve yeni sanatkarlarımızın nefis ve
Asar-ı nefise-i İslamiye'nin zıyadan [unutulmaktan] şaheserleriyle tezyin-i sahaif edeceğiz [sayfalarımızı
vikayesi [korunması], memleketin sinesinde medfun süsleyeceğiz] . Sanata ait efkarın [düşüncelerin J
[gömülü] hazain-i sanatın [sanat hazinelerinin] tenebbüt [ortaya çıkmasına] ve inkişafına
gençliğin nigah-ı tetkikine [inceleyici bakışlarına] [yeşermesine J elden geldiği kadar çalışacağız,
vaz olunması [sunulması] için kalbi aşk-ı sanatla maaliyata [yüceliklere] muhip [tutkun] kalplerin
çarpan zevat [kişiler] buna bir iman-ı tam ile ihtiyacatını tatmine, teşne [hazır] ruhların humma
sarıldı. Artık sanayi-i nefise aleminde açılan yı ıztırabatını [acılarını] teskine uğraşacağız ki
yaralara icra-yı müdavat edecek [çare arayacak] vatana medyun olduğumuz deyni [borcu] bu cihetle
kıymetşinas [kıymetbilir] eller var. Umur-ı eda etmiş [yerine getirmiş] olalım. Tevfik
hükümeti tedvir [yönetmek] ile mükellef makamat-ı Allahtandır.
aliye [yüce makamlar] sanayi-i nefiseyi şimdi nazar
ı lakaydi ile görmüyorlar. Onu milletin esbab-ı Müdür-i mesut
itilasından [yükselme nedenlerinden] addederek Ressam O. Asaf
SANATKAR LAR I M I Z I N Y A P A C A K LA R I
I 78 Az tahsil görmüş, müterakki milletlerin hemen ictimaiye [toplumsal erdem] fıkdanıdır [yokluğudur].
kuşbakışı ile temaşakar-ı terakkiyat ve hususiyatı Ve artık itiraf edelim ki havassımızın bu hali,
olmuş [özelliklerini ve gelişimlerini görebilmiş] hudayina bit [kendiliğinden] yetişmelerinden,
efradımız bile bizde amme-i milletin fıkdan-ı yetiştikten sonra da yukarıdaki hastalıkla musap
terbiyesinden [eğitimsizliğinden], bunun bir netice-i [karşılaşmış] olmalarındandır.
zaruriyesi [zorunlu sonucu] demek olan pesti-i idrak lllet teşhis edilince tedavi ve halas [kurtuluş] elbette
[kavrayış eksikliği] ve sefalet-i hissiyesinden [hislerin suhulet [kolaylık] ve imkan iktisap eder [kazanır].
sefilliğinden] müşteki [şikayetçi] bulunur. Binaberin [şu halde] bundan sonra olsun, havassımız
Geçenlerde Vatan'da Falih Rıfkı Bey'in bir hikaye [aydınlarımız], bilhassa kalem ve fırça ricalimiz
tarzında cidden sanatkarane tahkiye [hikaye] ve birbirini tanımalı ve yekdiğeri ile teşrikimesai ve
tasvir ettiği gibi, bu şikayetçilik hemen umumumuza taksim-i vezaif [görev bölüşümü] eylemelidir; daima
sari bir maraz-ı dimaği ve hissidir. iddia ederim ki, "Mevcut ve hazır kuvvetlerden
Zaten bizdeki bu maraz-ı elim ve onun ihtilatatı istifade etmeyi bilmeyenler ne yeni kuvvetler halk
[karışımı] değil midir ki havassımızda [yaratmak] ve icat ne de onları hüsn-i tensik ve
[seçkinlerimizde] bile hiss-i vazife ve selamet-i istimal edemezler [örgütleyerek yararlanamazlar] ! "
muhakeme bırakmıyor. Mütemadi bir kusurbini Bugün b u memleketin ulema ve mütefekkirini
[kusur görür] hasisası [hassası] beslene beslene [düşünürleri] , ilim ve sanat mütemessilini
nihayet biaman [amansız] bir kusurcfıyi [kusur [temsilcileri] zannedildiği kadar az değildir, lakin
arayıcılık], iğrenç bir hodbini [bencillik] haline huzur-ı milletde bu zümreyi irae ve teşhis ettirecek
inkılap ediyor ve amme-i milletin fikri ve hissi asar ve müellifat [yayınlar], bilhassa bir fikir ve
seviyesinin itasına [yükselmesine] hizmet şöyle gayeye müstenit [dayanan] hidemat [hizmetler] yok
dursun, havassımız [seçkinlerimiz] yekdiğeriyle gibidir dense hiç de mübalağa olmaz sanırım.
teşrik-i emel-i hizmet [amaçları ortaklaştırıp hizmet] Burada Sebilü 'r-Reşad, Şehbal, Türk Yurdu risale-i
edemiyor. Fazilet-i ictimaiye, münevver ve yekemel üsbuiye ve nimmahelerini [haftalık ve on beş günlük
[tek emeli olan] bir heyat-i vedadiye [dostluk dergilerini] çıkaran zümerat-ı danişe [bilim
heyetlerine], kabil değil yüz göstermiyor. Bugünkü çevrelerine] olanca samimiyet-i fevaidiyemle [en
milletimizin, milliyetimizin karha-i akilesi [yiyip derin samimiyetimle] teşekkürü bir vecibe-i fahire
bitiren yarası] budur. Şu dört beş sene içinde sabit [onurlu görev] addederim.
ve müstakır [istikrarlı] bir cemiyet-i ilmiye ve Artık hepimiz itiraf etmeliyiz ki bizde mesaliki
edebiyenin, bir encümen-i daniş ve sanatkarinin [meslekleri] bihakkın [hakkıyla] temsil edecek, fenni
teessüs edememesi, hatta memleketin en büyük ve usuli bir tarz-ı mesaiyi irae [ortaya koyacak] ve
mürebbi ve mürşitleri demek olan rical [seçkinler] ispat eyleyecek içtimai ve iştiraki [katılımcı]
kaleminin de zikzakvari hareket eylemesi, avam-ı teşebbüsat katiyen yoktur, vakıa şu son felaket
milletden evvel havastaki rical irşat [bilgilendirme] üzerine, hamiyet-i milliyeleriyle [milli onurlarıyla]
ve tenvirindeki [aydınlatmasındaki] fazilet-i fazilet-i ilmiyeleri mütevazin [denk düşen] bazı
200
büyük dimağlar tarafından milleti kurtaracak, değildir ve olamaz. Şu kadar ki daima önünde
yükseltecek o gibi mesleki teşebbüsat ve esasatı vaz gördüğü, hayat ve insanlık telkin ve teselliyetlerini
olunmadı [ortaya konmadı] değil, lakin hal-i daima duyduğu havassının [seçkinlerinin], bir hal-i I 79
ibtidaidedir [başlangıç halindedir]. Ve erbab-ı edeb ve sanatın [edebiyat ve sanat kuvvetinin] bu
mesleği milli ve vatani bir emel beyninde tevhit hususta hiç olmazsa bir mukallid-i bişuuru [bilinçsiz
edecek [birleştirecek] olan bu teşebbüsatın müsmir taklitçisi], bir münkad-ı meshuru [büyülenmiş
[verimli] olması hem daha çok zamana, hem de itaatkarı] olarak yaşar. Az düşünürsek derhal
müessislerince pek büyük itilafi [uzlaştırıcı] hükmederiz ki bizde de Tevfik Fikret'i en büyük bir
fedakarlıklar sarfına muhtaçtır. şairimiz, şair-i sanatkarımız telakki ve itikat edenler
Hakikat, son felaketimiz bizim için pek büyük bir içinde böylelerini bulabiliriz. Hiç de şüphe etmeyiniz
ders-i ibretdir. Ve emin olmalıyız ki bu son ki bu şairimiz daha hür ve serbest, hiç olmazsa bir
felaketten de mütenassıh olamazsak [ders faaliyet-i milliyenin yaşadığı bir muhitte yetişmiş
çıkartmazsak], müebbeden gayya-yı hüsranda olsa idi, bugün kendilerini tanıyanlar daha pek çok
[hüsran kuyusunda] kalmaya mahkumuz. Biz pek olacak idi, çünkü şairimizin halkımız ile,
medit [uzun] ve elim bir cehil ve istibdadın halkiyatımızla irtibat ve münasebeti daha çok
amaçgahı [gerçekleştiği yer] olmuş, bütün revabıt ve bulunacak idi!
camiat-ı milliyesini [milli toplumsallığını ve Hakilerle [alt sınıflarla, halkla] irtibat ve
bağlarını] tamamiyle kaybetmiş tek bir kavimiz. münasebeti olmayanların, böyle bir nispetten kat-ı
Bugünkü tarih-i düvelde [milletler tarihinde] bir alaka eyleyenlerin [ilgisini kesenlerin] semavilikleri,
benzerimiz katiyen yoktur. İşte bu dakikaya vakıf yükseklikleri için elbette elde bir mizan ve mikyas
olmayanlarımızdır ki bizde - her yerde olduğu gibi - bulunamaz. Ve böyle büyükler de bir millet, belki de
birbirine muhalif ve muarız grupların bulunmasını amme-i beşeriyet içinde alihimmet [yararlı] unvanını
tecviz ettiler [uygun gördüler] . Çok geçmedi, bu alamaz. Binaenaleyh sanatkarlarımız milli
muhalifler tamamiyle mübeddil-i adavet ve husumet mefkfıremizden, halk ve halkiyatımızdan
[düşmanlık ve husumete dönüştürenler] oldu ve en [halkbilimimizden], enfüsi [öznel] ve afaki [nesnel]
nihayet zavallı millet bu hata-i ictihadinin bar-ı bütün mahsusatımızdan büsbütün cüda [ayrı]
idbarı [ağır yükü] altında ezildi gitti. Demek isterim yaşamamalıdırlar. Bugün ressamlardan evvel erbab-ı
ki bizde umumi ve milli bir ittihat ve ittifak, bir kalemimize sorabiliriz ki bir Müslüman, bir Türk
emel ve mefkure [ülkü] olması lazım geldiği gibi, ruhunu bütün safvet ve mürüvvetiyle gösteren ne
hususi ve mesleki bir iştirak ve refakat, bir gaye-i gibi asar meydana getirmişlerdir? .. Uşşakizade gibi
say ve hizmet de bulunmalıdır. Nerede olursa olsun, bazı esatize-i edebimiz [edebiyat ustalarımız] ve
maarif ne derecelerde taammüm [yaygınlaşmış] ve peyrevanı [izinden gidenleri] ancak Müslümanlık ve
intişar etmiş bulunursa bulunsun daima amme-i Türklükle kat-ı münasebet etmiş [ilgisini kesmiş],
milleti, avam-ı memleketi önüne katıp süren havastır bütün kuvvet-i manası ile tepeden tırnağa
[seçkinlerdir]. O vasat [toplum] ve muhitin ilmen ve frenkleşmiş mütefessihü'l-ahlak [ahlakı yozlaşmış] ve
amelen, fikren ve azmen ileri gelenleridir. Şüphe ancak sefahate yüksek birtakım aileleri, tipleri bize
yoktur ki havas da, bu suretle ileri gelenler de tasvir ve tahkiye [hikaye] etmişlerdir. Ortada bir
hasbelmeslek [mesleklerine göre] birtakım gruplara, Hüseyin Rahmi Bey görüyoruz ki o da sırf İstanbul
sınıflara ayrılırlar. İşte milletin ittihadını meydana suru içine münhasır kalmak üzere zamanımızın,
getirecek, milletin mefkuresine nefh-i ruh ve hayat zamanımız halkiyatının hayat ve ahengini
eyleyecek bu kütlelerdir. Bilhassa kütle-i eserlerinde yaşatıyor. Zayi ettiğimiz koca Rumeli,
sanatkarandır! Çünkü halkta halk-ı ümit edecek bugün üzerine titrediğimiz Anadolu ve diğer aksam-ı
[ümit yaratacak], onlara neşve-i hayatı, bediiyet-i vatanımızda yaşayanları bugünkü bütün dertleriyle,
kainatı ihsas ve izaka eyleyecek [tattıracak] bu sınıf, yaraları ile, karalıkları ile, bugünkü imanları ile,
bu muhterem zümredir. aşkları ile, beyazlıkları ile bize temsil eden ne gibi
Halkımızda her nevi, bilhassa terbiye-i vataniyenin eserlerimiz vardır? .. Hiç!..
fıkdanından [yokluğundan] hepimiz kangal kangal İşte burada yine vatanperver doğmuş, vatanperver
şikayet ederiz ve pek tabii değil midir ki bu şikayette ölmüş, fakat böyle en yüksek bir aşk ile yaşadığı için
en beliğ ve hassas, en dakik ve asabi görünecek kalb-i millete defnedilmiş koca Kemal'i yad
zümre sanatkarandır, halbuki sanatkarlarımız etmemek, ruhunu takdis fatihaları ile şad etmemek
şimdiye kadar kendilerini kalb-i millerde yaşatacak mümkün değil! Çünkü o gezemez iken, halk ve
neler yapmışlar, ne gibi eserler ibda eylemişlerdir halkiyatımızla samimen peyda-yı münasebet
[yaratmışlardır], buraları katiyen kaale alınmıyor. edemezken bile, gezebildiği yerlerin, vatanımızın
Bana öyle gelir ki şimdiye kadar milli bir dolaşabildiği buka-i muhteremesinin [sevgili
mefkurenin fıkdanından dolayı, sanatkarlarımız da diyarının] bize rengin [renkli] ve bülent tasvirlerini
kendi aşk ve mesleklerinde bir emel ve gaye takip bırakıp gitmiştir!.. Bu deha-yı belagatı " Gelibolu
etmemişler, mahza [yalnız] kendilerini tatlı tatlı Tasviri" ile tanımayan yok gibidir.
oyalamak, kendi kendilerine pek güzel ve yüksek Bugün feyz-i atiden ümitvarane yaşayan milletlerin
eğlenmiş olmak için kalemlerini, fırçalarını oynatıp erbab-ı kalemi, sanatkaranı kendi millet ve
durmuşlardır. Vakıa amme-i millet hiçbir yerde vatanlarını, mahsusat-ı kavmiyelerini ezberden
zevk-i bediden alesseviye [eşit olarak] hissedar gezmemişler ve kuşbakışı ile seyr ü temaşa
20 1
Fotoğrafın sanata tatbiki numunelerinden: Merhum Suriyeli Ahmed Bey 'in kabartma
olarak alçıya naklettiği bir albüm kapağıdır ki asıl erbab-ı sanatı dilhun eden [üzen}
mesele şu zade-i keşfin kendisiyle birlikte üful etmiş [kaybolmuş] bulunmasıdır.
202
eylememişlerdir. Vesaik-i ictimaiyemizi tespit, isteniliyorsa tabiata, tabiattan tederrüs etmiş I 80
bedayi-i hassa-i vataniyemizi tekşif etmeyen [öğrenmiş] olanlarca müttehaz [kabul edilen] usul-i
[keşfetmeyen], edemeyen asar-ı sanatkaranenin harekete tevfik [ uymak] muamele-i zaruridir.
hiçbir kadr ü kıymeti olmasa gerektir. Böyle bir uhuvvet-i meslekiyenin [meslek
Zayi ettiğimiz memleketlerin, o güzelim cennetlerin kardeşliğinin], şirket-i sanatkaranenin [sanatçı
güzelliklerinden, oralardaki nefis ve mualla abidat-ı birleşmesinin] her sene içinde meydana getirebileceği
ecdadımızdan [ecdadımızın yarattığı abidelerden] asardan [yapıtlardan] ne zengin sergiler meydana
mülhem [esinlenmiş] olarak şiir söyleyip yazmış gelebilir ve eshabına [sahiplerine] elbette birçok
hangi şairlerimiz var? Hiç olmazsa bu bir hikaye ve menfaatler de temin eder. Ve sanatkarlar da gökten
roman yazmak, meydana getirmek için muktezi değil, yerden geçineceklerini anlarlar!
[gereken] vakit ve tetkikata lüzum göstermez. Şüphe yoktur ki yeni tesis edilen, Emrah Efendi
Halbuki dün mağlubu olduğumuz ve daha dün hazretlerince de yakın bir atideki [gelecekteki]
metbu-ı muazzamı [itaat ettireni] bulunmuş akademimimizi temsil eyleyen "Bilgi Derneği" olsun,
olduğumuz küçük milletlerin büyük şairleri ve hükümet olsun böyle sırf ilim ve marifet, edeb
sanatkarları kendi vatanlarının ve hatta kendilerince [edebiyat] ve sanat aşk ve şevkiyle müessses
"mazi ve ati-i vatani" unvanını verdikleri yerlerin [kurulmuş] mesleki zümrelere, bunların deruhte
bile bütün mülhemat-ı tarihiye [tarihi esinlemelerini] eylemek [üstlenmek] istedikleri hizmet ve vazifelere
ve bedayi-i tabiiyesini [doğal güzelliklerini] tespit ve suhulet [kolaylık] ve muavenet ibraz eder [gösterir] .
tasvir etmişlerdir. Ve bu asar [eserler] ve elvah Büyük kalemler, yüksek fırçalar yalnız zamanımızın,
[tablolar] vatandaşlarınca o kadar takdir ve tebcile yalnız İstanbul'umuzun değil, mazi ve atimizin,
[saygıya] mazhar olmuştur ki bizde misli ve hatta maruf ve meşhur bütün buk'a-ı vatanımızın [vatan
tasavvuru namesbuk [hiç görülmemiş] ve gayri topraklarımızın] mülhemat [esinlediklerini] ve
mümkündür. Bütün bunlar milli emel ile mesleki inikasatını [yansıttıklarını] göstermelidir. "Sanat,
emelin izdivac-ı mesudundan meydana gelen sanat içindir,'' derler; amenna fakat unutulmamalı ki
mahsulat-ı seminedir [değerli ürünleridir] !.. her şey beşeriyet içindir, bilhassa beşerin zade-i sayı
Ah, bu küçük milletlerin büyük sanatkarları, bizim [kişisel emeği] olan her şey bir emel-i ziazmin [azim
Meriç'lerimizden, Vardar'larımızdan, bire bin dolu emelin], bu emel ve azmi halk [toplamış] ve
veren altın ovalarımızdan kendileri için ne kadar tenmiye eylemiş [yükseltmiş] bir vasat [ortam] ve
bülent, müsmir [verimli] bir surette mülhem muhitin ve dolayısı ile bir cemaat ve milletin öz
olmuşlar [esinlenmişler]; ateşin [ateşli] ve cevval, malıdır. Bunun için diyebiliriz ki mesleki emeller
mahmul-i galeyan ve seyyaliyet öyle hitabatta milli mefkurelerle, şahsi ve zati say ve gayretler,
bulunmuşlardır ki . . . enamı [insanlığı] kasıt ve himmetlerle itilaf etmedikçe
Artık şairlerimiz, hikayenüvislerimiz, bütün [yükseltmedikçe] müsmir ve fahraver [övünç verici]
sanatkarlarımız bilmelidir ki halkın, amme-i milletin olmaz. Bu asırda kılıç ancak kalem ve fırçanın açıp
kendilerini anlamaları için evvelbeevvel kendileri gösterdiği sahada yürüyebilir. Fen ve sanat ile
onları tanımalıdır. Halka, halkiyata arkasını çeviren mücehhez olmayan salabet [sağlamlık] ve
kalem ve fırça ricali yalnız bab-ı maişeti değil, bab-ı cesaretlerin, merdi [mertlik] ve şecaatlerin
ikbal ve refeti de kendileri için mesdud [tıkalı] [yürekliliklerin] kıymeti mahkum-ı hiçidir [hiçliğe
bulurlar. mahkumdur]. Binaenaleyh kuvvetli olmak için
Anadolu'muzda, İzmit taraflarında yaşayan bir avuç marifet, etrafı görmek içinde edeb [edebiyat] ve sanat
Bulgar'ın kıyafet ve maişetlerini, tarz-ı hayat ve lazıme-i evla-yı hayatdır [en iyi yaşamın gereğidir].
hareketlerini musavver [resimleyen] levhalar, eserler
meydana getiren Bulgar sanatkarlarından olsun, ders 1 9 Mart Çengelköy 330 [1 914]
alalım! Muallim Vahyi
Bu kırık dökük sözlerimizle, ah u enlnlerimizle
demek isteriz ki artık umum sanatkarlarımız
evvelemirde mesleki bir ittihad-ı tam meydana
getirsinler. Aralarında mesleki, daha doğrusu bir
şubevi taksim-i amal [işbölümü] yapsınlar.
Anavatanın her buk'asına [diyarına] hiç olmazsa
üçer kişiden ibaret birer heyet, en münasip
-
"
mevsimlerde güzel birer seyahat icra etsin; kalem ve
fırça beraber gitsin. Fırçanın sesi daha gürdür,
sağırlara bile duyurur. "Gören göz kılavuz istemez"
darbımeselini unutmayalım. İstanbul ile anavatan
ancak bu türlü hareket edilirse hayata mazhar olur,
yoksa kalp bütün aksam-ı bedene aheng-i lazımı ile
lazım gelen kanı sevk ve isal edemezse
[gönderemezse], faaliyet yalnız kalbe inhisar eder
kalırsa, hayata veda bir emr-i tabiidir. Böyle bir
zıyadan [kayıptan] çekiniliyorsa, daima yaşamak
203
Suriyeli merhum ressam Ahmed B ey
ISI Şu dakikada gönül, hayal olmuş bir hakikate ithaf eylemek, hayat-ı maneviyesini [manevi
münarıftır [yönelmiştir], pişgah-ı tahayyülde [bu yaşamını] şuledar etmek [ışıklandırmak] arzusunda
hayalde] bir istidad-ı Hudadad [Allah vergisi bir bulunmuştur. Sanayi-i nefise cihetinde hakikaten bir
yetenek] cilvesaz oluyor [görünüyor]. Lakin o bedia kabiliyet-i fıtriyeye malikiyetle mümtaz olan o
i kudret artık şu alem-i şühuda [görülen aleme] sanatkar ise Suriyeli Ahmed Bey'dir.
gelerek kemalat-ı zatiyesiyle [olgun kişiliğiyle] Ahmed Bey, bin iki yüz altmış bir tarihinde tevellüd
bihakkın [hakkıyla] işrak edemiyor [parlayamıyor]. eylemiştir [dünyaya gelmiştir] . Mukaddemat-ı ulumu
Gözler, cihan-ı ruhaniye [ruh dünyasına] çekilmiş, o [temel bilimlere girişi] tahsil ettikten sonra
vücud-ı kıymetdari artık rüyet-i hakikiye [gözleri] ile Mühendishane-i Berri-i Hümayun'a dahil olmuş ve
göremıyor. mektep talebesinden iken fenn-i tersime [resim
sanatına] merak etmiştir. Program dahilindeki
Görmez o alemi gözü göz yummayanların derslerine gayret etmekle beraber vicdanen
meylettiği resme de çalıştığından bittabi mazhar-ı
Ben bir hakikat... O bir hayal... Yahut o bir terakkiyat olmuş ve mektepten mülazımlıkla neşet
hakikat... Ben bir hayal... ettikten [çıktıktan] sonra Tophane Resimhanesi' ne
Vatan-ı muazzezin [aziz vatanın] yetiştirdiği o alınmıştır. Orada resim ile meşgul olduğu sırada
nadire-i marifet [ender yetenek], o ziyapare-i nefaset fotoğrafa da merak eylediğinden bu cihete dahi sarf
[ışıklı güzellik] feza-yı sanatda [sanatın fezasında] ı mesai etmiş ve hakikaten calib-i takdir olacak bir
bir şihab-ı sakıb [kayan yıldız] gibi füruzan surette iktisab-ı maharet eylemiştir.
olduktan [parladıktan] sonra muntafi olup [sönüp] Hakan-ı sabıkın [önceki hükümdarımızın] devr-i
gitmiştir. saltanatında kurenadan [padişah yakınlarından]
Vatan muhabbetiyle meşhun [dolu] olan kalbimiz, Emin Bey'in taht-ı riyasetinde olmak üzere teşekkül
hak-ı pak-i vatanın [temiz vatan topraklarının] eden bir heyetle Bursa, Bozüyük, Eskişehir, İznik
yetiştirdiği o vücud-ı ziiktidarın [kudretli varlığın] şehirlerini ve Anadolu'nun sair meşhur beldelerini
ruhaniyetine şu mediha-i kıymetşinasane [değerbilir dolaşıp menazır-ı muhtelifesinin fotoğraflarını almış
kaside] ile bir nişane-i tazimi [saygı işaretini] arz ve ve nazarrüba [göz alıcı] mevaki-i tabiiyenin [doğal
204
Merhum ressam Ahmed B ey in natamam [yarım kalmış] natürmort tablosu
'
güzelliklerin] resimlerini yapmıştır. Bir daire-i vasia gazetemize derç edilmiştir [yayımlanmıştır].
r 82 [geniş bir bölge] dahilinde icra edilen bu seyahat-ı Gazetemizin yine bu nüshasında münderiç olan ve
mühirnmenin mahsulatı olan resimlerle fotoğrafiler (Haza min fazli Rabbi [Bu Rabbimin
Mabeyne takdim olunmuş ve ciddi bir iktidar ile faziletindendir] ) hattını muhtevi bulunan levha,
vücuda getirilen bu asar-ı nefise mazhar-ı takdir-i ali Söğüt'te Ertuğrul Gazi Türbesi'ndeki Mushaf-ı
olduğundan Ahmed Bey mükafaten yaveran silkine şerifin [Kuran'ın] kabıdır ki Ahmed Bey tarafından
[sınıfına] ithal buyrulmuştur. Sanatkar-ı zimaharet fotoğrafla alınmıştır. (Çerçeve dahilindeki hat Sabit
[usta sanatçı] miralaylık rütbesine kadar maiyet-i Paşa'nın eseridir). Ressamın daha birkaç levha-i
seniyede [padişahın maiyetinde] bulunmuştur. nefisesi [güzel levhası] bu nüshayı tezyin ediyor.
Ahmed Bey, oymacılıkta da son derece mahir Bu Osmanlı sanatkar, vücuda getirdiği eserlerinden
olduğundan iktidarına numune olmak üzere birini Fransa 'ya göndermiş ve Akademi'den namına
Eskişehir taşından kuşlarla müzeyyen bir kibritlik büyük bir takdirname gelmiştir.
meydana getirmiş ve arz ü takdim eylediği şu eser-i Ahmed Bey, bin üç yüz dört tarihinde bir heyetle
enfes mahzuziyet-i seniyeyi [hükümdarın beğenisini] Kala-i Sultaniye'ye gitmiş ve Boğaz'daki
mucip olmuştur. istihkamatın planlarını yapmaya ve fotoğraflarını
Fildişinden oyma olarak vücuda getirdiği asar-ı almaya memur olan bu heyetle beraber çalışıp ihraz
bergüzide ise ıtraya [övgüye] şayandır. ı muvaffakiyat etmiştir [başarı göstermiştir].
Hele bir tarafında oyma ve kabartma tuğra ve diğer Alem-i Osmani, Ahmed Bey'den daha birçok asar-ı
tarafında keza kabartma Osmanlı arması olmak nafıa [yararlı eserler] bekliyordu. Fakat bu emel,
üzere fildişinden yapmış olduğu albüm kabı, insanı takdir-i ilahiye tevafuk etmedi [uygun düşmedi].
duçar-ı hayret eyleyecek [hayrete düşürecek] nefais-i Uzunca bir sinir hastalığının netice-i müellimesi
nadiredendir. olarak 24 Cemaziyülevvel 1 309 ve 1 6 Kanunuvvel
Ahmed Bey'in fevkalade ibraz-ı iktidar eylediği 1 307 [ 1 8 9 1 ] tarihinde cihan-ı faniye veda eyledi.
sanayi-i fotoğrafla beraber fototipi [phototypie], ( Rahmetullahi aleyh).
fotolito [photolithographie] , çinkograftır. Bu üstad-ı
münferidin şu sanayi-i rakikada mazhar olduğu
muvaffakiyatı ibcalen ne kadar cümel-i takdiriye
[takdir cümleleri] yazılsa mübalağa edilmiş olmaz. 1 5 Mart 1 33 0 [1 9 1 4]
Ahmed Bey fotoğrafı sanayie tatbik eylemiştir ki Şerif Abdülkadirzade
alçıdan alınmış olan bir kap, numune olmak üzere Hüseyin Haşim
205
Merhum ressam Ahmed Bey'in BİR KITA-İ HAZAN
Merhum ressam Ahmed Bey 'in ASUDE BİR KÖYÜN YEŞİL BİR METHALİ
206
Ressam Mehmed Ali B ey in defter-i esaretinden: Kalb-i lslam 'a vurulan bir
'
sehm-i sitem {zulüm oku}: Kiliseye tahvil edilen tarihi bir mescid-i giryan
HüMORİ STLİ K M i ZA H R E S S AM L I G I
I 84 Sanat-ı tersimin [resim sanatının] bu şuh ve fırça ve kalemleriyle öylece görmüşlerdir. Mısır-ı
zevkaver [zevkli] kısmı da hemen kısm-ı ciddisi kadim [eski Mısır] asar-ı mekşufe-i medeniyeti
kadar yaşamamış ve her asırda ragıp [rağbet [uygarlığının keşfedilen eserleri] içinde tesadüf
edenler] ve mültefitler görmüştür. Hakikat, hayat-ı edilen mahkukat [oymalar] ve müressemat
beşeriyet her zaman için garabet ve meraretten [resimler] bu keyfiyetin zivekar [ağırbaşlı]
[acılıktan] hali [uzak] olmadığından onun amakine şahitleridir. Esbabını [sahibini] layemut [ölümsüz]
[derinliklerine] nüfuz yollarını bulan erbab-ı tetkik vasfına seza [layık] bir mevkie İsad eden [yükselten]
ve kalem, sahne-i alemin kah feci ve müessir asar-ı ciddiyenin sanilerine [yaratıcılarına] bipayan
edvarını [dönemlerini] ve kah şuh ve mudhik [sonsuz] hürmetlerimizi iblağ ederek [sunarak]
[gülünç] anatını [anlarını] nasıl enzar-ı intibah ve mevzubahsimiz olan hümoristlerin, mudhika-i
tetkike arzla rikkat hissi ve safiyet-i vicdana hizmet hayatın [yaşam güldürüsünün] o sadık, hassas,
eylemişler ve şu hayatın dilrüba [gönül çelen] nafiz [etkili], rindmeşrep [kalender] musavvirlerinin
dekorları olan bedayi-i tabiiyeyi ne kadar vakıfane sanatlarında muvaffakiyet için ne gibi esasat ve
tasvir etmişler ise, aynı şevk ve maksatla çalışan kavaide [kurallara] riayet etmekte olduklarını
zümre-i ressaman dahi bu hizmeti her devirde naciz tetkik edelim.
207
Ressam Mehmed Ali Bey 'in defter-i esaretinden: A bide-i istiklal olarak Bulgarlar 'ın Sofya 'da
yeni inşa ettikleri bu altın kubbeli kilise dört senede ikmal edilebilmiştir. Kubbe-i zerendudu
[altın işlemeli kubbesi] İslam sanatkarlarından Edirneli bir ustanındır.
Şüphesiz üç çizgi ile bir sima-yı malumu adeta tab "Sanatın bütün sırrı bundan ibarettir iddiasında
[tabiatı] ve mizacı, haletiruhiyesiyle zihayat [canlı] değilim, fakat hülaseten diyebilirim ki mizah ressamı
bir halde gösterebilmek, şahit veya faili olduğu olacak zat her şeyi bütün safiyet ve üryaniyetiyle r85
vakayı bütün zarafet ve şuhluğu ile tasvir etmek ve görebilmeli ve herhangi bir sanatın tilmizi gibi
mudhikanın esas kahramanlarını cazip bir kadro, kemal-i ciddiyet ve müşkülberendazane [güçlükleri
latif bir ahenk içinde piş-i enzara [göz önüne] vaz aşabilecek] bir gayretle çalışmalıdır. Bizim
etmek [koymak] o basit çizgilerin vehle-i ulada [ilk eserlerimizi görenler, 'Canım bunları nereden
anda] verdiği zan gibi kolay bir şey değildir. Bu buluyorsunuz? ! ' diye izhar-ı hayret ediyorlar. A
mertebeyi bihakkın bulmuş sanatkaran dahi birçok efendim, bizim bütün sermayelerimiz,
heveskaran içinde adeta inci gibidir. Fransız müstahsillerimiz bizzat sizlersiniz. Resmin altına
resailinden [dergilerinden] biri Fransa'nın meşhur yazdığımız ve sizin de okuyup, 'Hay Allah, ne kadar
hümoristlerinden birkaçına bu sanatın sırrını sormuş tuhaf,' dediğiniz fıkrayı telaffuz eden yine sizsiniz.
ve şayan-ı dikkat cevaplar almıştır. Bu cevapların Bu çehre, hali sizi eğlendiren bu işmizaz [dudak
nikat-ı esasiyesini telhisen [özetleJ kariin-i bükme] sizin çehreniz, sizin farkına varmaksızın
muhteremeye [saygıdeğer okurlara] arz etmeyi yaptığınız işmizazınızdır.
faideli tasavvur ettim. Bir hümoristin gözü, şeridi daima sağlamakta olan
Zevat-ı mumaileyhimden eserleri hakikaten birer ve adesesi [merceği] önünden geçen her şeyin, her
küçük bedia-i sanat olan Albert Guillaume diyor ki, vakanın az çok tagayyürle [bozularak] şeklini derhal
208
Ressam Mehmed Ali Bey'in defter-i esaretinden: Fususun [değerli taşların] şarih-i ziirfanı [irfan
şerhi] ilm-i tasavvufda nail-i feyz-i samedani olan Bali Efendi Türbesi: Şu mübarek merkad [mezar],
bilahare önüne inşa edilen cesim [büyük] bir kilise ile nazardan bililtizam [istenerek] setredilmiş
[önü kapatılmış] olmakla ayrıca bir hüzn-i garibane, bir çehre-i yetimane arz etmektedir.
Ressam Mehmed Ali Bey 'in defter-i esaretinden: Büyük Kilise yakınında pek eski ve gayet harab
Saint Sofia mabedidir ki Bulgarlar 'ın asar-ı tarihiyeye karşı besledikleri hubb u kadirşinasiye [sevgi
ve değerbilir/iğe} binaen Sofya'nın mutena bir mahallinde elan hıfz edilmektedir.
209
Ressam Mehmed Ali B ey in defter-i esaretinden: Bulgarlığın hatıra-i tarihiyesini temsil
'
zapt eden bir fotoğraf makinesi olmalıdır. Şunu da tersim ve tahrir edilmiş olması nadiren vakidir.
söyleyeyim ki bu meleke ayrıca bir dikkat-ı mahsusa Zaten bu tadil ve tanzim keyfiyeti sanatın erkan-ı
sarf edilmeksizin say ve itiyat ile, sevkıtabii ile asliyesindendir. Fakat ilk fikir, şerare [kıvılcım]
kendiliğinden vücuda gelir. İşte 'hatıra-i rüyet daima görülen bir sahneden, işitilen bir kelimeden
[görsel anı, görsel bellek] ' dedikleri şey budur. doğar ve işte yalnız bu şart tahtındadır [altındadır]
Hümoristin kulağı da bir hassa-i hususiyeye malik ki bir levha veya resimden ve buna zeyl edilen
bir fonograf ahzı [alıcısı] olmalıdır. Sairler [eklenen] bir fıkradan bir şemm-i hayat ve tabiat
[başkaları] için pek adi ve ehemmiyetsiz görünen bir intişar edebilir. "
cümle bir hümorist için yarın sizi güldürecek bir Krokilerinin eşhas-ı mersumeye [çizilen şahıslara]
mevzu, bir fıkra olur. 'Kendini bil' kelam-ı meşhuru teşbihinde [benzerliğinde] icazkarane [şaşırtıcı] bir
da atılacak bir söz değildir. Bir insan için nefsi kudret gösteren karikaturist Sem' in dahi kendi tarz-ı
alelekser [çoğu zaman] tükenmez bir menba-ı sayi, mütalaası hakkındaki beyanından şu noktaları
tetkikdir. Dudağınızın ucuna gelip de tam vaktinde dinleyelim:
zapt edebildiğiniz bir kelime hiç şüphesiz bir mizah "Benim krokilerimde, hayalini tersim ettiğim eşhasın
risalesi için güzel bir fıkracık olur. pek derin bir tetkik-i ruhiyesini keşfe sarf-ı zihin
Denecek ki, 'Bir dalgıcın deniz altında denizkızı ile ediyorlar. Ben onları resmederken ta ruhlarına
muaşakasını [aşkını] tasviren yaptığınız ve kadar nüfuz ve tetkik etmiş zannediyorlar. İtiraf
"Muhabbet-i Arnika" [derin muhabbet] namı ile ederim ki hiç böyle değil. Ben yalnız müşabehet-i
telkib ettiğiniz [isimlendirdiğiniz] tabloya varıncaya cismaniyeye [benzetmeye] sarf-ı gayret ederim. Bir
kadar kaleminizin, fırçanızın tasvir ettiği bütün şahsın ahlak ve mizacı bittabi şekl-i haricisinden
sahnelerin şahidi olduğunuzu iddiaya mı daima nümayan olur [görülür]. Hele yüz, kalbin
kalkıyorsunuz? ' Buna hemen de, 'Evet,' diyeceğim. sadık bir aynasıdır. Yürüyüşünden, vaz ve
Çünkü 1 900 Paris meşherinde [sergisinde] harekatından bir şahsın hissiyatını keşif kolaydır.
akvaryumda denizkızını, deniz hayvanatını, Müteazzım [kendini beğenmiş], dik ve doğru yürür;
dalgıçların hareketini yakından tetkik fırsatını ele mahcup, eğilerek yürür; kararsız, mütereddit
geçirmiştim. Fakat bu hal-i hususiyi bir tarafa adımlar atar . . . ilh [ve benzeri] . Elbise bile, taşıyanın
bırakalım da itiraza suret-i umumiyede cevap haletiruhiyesinin oldukça sahih bir nişanesidir.
r 87 verelim. Filhakika büsbütün olmaz değilse de Vücut gibi elbisenin de teşrihi [açımlaması] vardır.
görülen bir resim mevzuunun veya işitilen bir Elin çizgileri nasıl okunursa elbisenin buruşuklukları
fıkranın hiç tadil ve tanzim edilmeksizin öylece da öylece okunur. Benim yegane say ve maksadım
210
Ressam Sami Bey 'in defter-i esaretinden: Babasının çapasını fırçaya,
tarlasını palete tahvil eden ve şimdi toprağın eşcar-ı bereketi
[bereketli ağaçları] yerine bedayi-i tabiatı seyir ve fikretle meşgul
olan genç bir Bulgar artisti
211
\,
,\
\ r.
212
Tabiatın alude-i garam bir ihticabı,
doğanın hüzün dolu örtünüşü
2 14
MEFKURE-İ SANAT
A ş K V E SANAT 1
3 [çocuğudur], ateşin [ateşli] kalplerin
mev!uda tındandır [ doğurd uklarındandır]. Ze bun-ı
Aşk, sanayi-i nefisenin mabudesi, banu-yı aşk [aşka kapılmış] olan sanatkara, levha-i
dirahşanıdır [parlayan bir kraliçesidir], hissiyat-ı tahayyülünde [hayalindeki resimde] temsil eden
sanatkaranenin tenebbüt [filizlenmesini] ve inkişafını sima-yı latifi [güzel yüzü] tersim için fırçanın, kalb-i
temin eder. Aşk zevkini tahmin ihtiyacında bulunan mecruhundan [yaralı kalbinden] yükselen enin
insan, ihtiras derecesine varmamak üzere maşuka-i [inleyiş] ve şekvayı [şikayetlerini] takrir [yazmak] ve
ruhu üzerinde başlayan tetkikatı ile her gün o tefhim [anlatmak] için kalemin veya mızrabın,
dilaşubun [gönül yakan güzelin] serair-i anını mahrum-ı temaşası [görmekten mahrum] olduğu o
[güzelliğinin sırlarını] biraz daha idrak ederek, tıpkı hilkatin [varlığın] zihayat şükufesini [canlı çiçeğini]
riyaziyatın [matematiğin] kuvve-i muhakemeyi tevlit daima matuf-ı nazar [gözü önünde] bulundurmak
[yaratması] ve tahkim etmesi gibi zarif eşkal ve için alçının cenah-ı ibdakarisine [yaratıcı yanına]
elvanın suret-i tersim ve terkibine, didefirib [gözü ilticadan [kaçmaktan] başka çare-i necat [kurtuluş
yanıltan] elvahın, nezih hissiyatın teşrih ve tasvirine çaresi] yoktur, seven ya mesut olur, saadeti; ya
ait kuvve-i mefkureye büyük bir feyiz ve kemal ita hicranzede olur, yeisini izhara bir tercümanı sanatda
eyler [verir] . Aşkta icra-yı hüküm eden hissiyat bulur. insanlar hal-i bedeviyetde iken bile bunu, bu
olduğuna nazaran ihtisasat [duyumlar] hüceyrat-ı ihtiyacı hissetmişler, zamanımız kadar muntazam
dimağiyede [beyin hücrelerinde] intibaat [izlenimler] olmasa bile, taşların, ağaçların üzerine tarihin
hasıl edince muhakemat-ı akliye piş-i hayalde validiyetinden [yarattıklarından] birini teşkil eden
[hayalde] bulunan nedime-i dilarayı [güzel heykeller ve resimleri yapmışlardır. O kadar ki aşk
nedimeyi], peri-i perranı [uçan periyi] aleddevam olmasaydı bunlar vücut bulmaz ve sanayi-i nefise
192 [sürekli] şiiralud [şiir dolu] mahasin-i saire [diğer ufk-ı ademiyetinden [yoksunluğun ufkundan] kemal
güzellikler] ile mukayese ve hatta başka başka i ihtişam ile tulu etmezdi [doğmazdı]. İnsanlar,
mahasine ait varit olacak [gelen] efkarı [düşünceleri] üryan vücutlar üzerinde gezen nazarlarının
birbiriyle münakaşa ede ede zihninde mahasine iltizazatını [duydukları zevki] tatmin için de resimler
[güzelliğe] dair bir fikir, bir mefkure [ideal] vücut ve heykeller vücuda getirmişlerdir. Sanayi-i nefisenin
bulur. Sanat-ı tabiata vukuf, böyle duradur [uzun başladığı edvar-ı tarihiye [tarihsel dönemler] tetkik
uzadıya] tefekkürat [düşünme] ve tahayyülat [hayal
kurma] ile, muhakemat [usa vurma] ile peyda edilir. 1 1 , 2 numaralı makaleler 12, 1 3 numaralı n üshalarda (Ferid
Zaten sanayi-i nefise aşkın mevludesidir Rebii) imzası ile münderiçtir.
215
edilirse aşk ve muhabbetin nasıl sanatı tevlit ettiği
tezahür eder. Hayıf ki yine o devir birçok sahaif-i
müşteheyat [şehvetli sayfalar] ile doludur, hırs ve
iştiha ile taklid-i tabiatı doğurmuştur, öyle olsa da
sanatın kemaline [olgunlaşmasına] hizmet etmiştir.
Muharrirler hayatın nasıl kirli yapraklarını
açmışlarsa ressamlar ve hele heykeltıraşlar en gizli
serair-i hüsn ü anın [güzelliğin sırlarının] inkişaf ve
tecsimine [canlandırılmasına] çalışmışlardır . . .
Filhakika aşk, o hiss-i ulvi kalpte bir güneş haliyle
yükseldi mi, bu dört nevi sanattan birine meyil hasıl
edilir. . . Musiki, edebiyat, resim sıra ile gelir.
Makamata [makamlara] vakıf olmayan bir hezar-ı
nalekar [inleyen bülbül] kesilir; cüzi bir kavaid-i
lisana vakıf olan mensur veya manzum şiir yazmak
ister, eline geçirdiği bir kalem parçası ile dilşikarını
[gönül avcılığını] tersime [resmetmeye] uğraşır.
Heykeltıraşlığın külfeti olmasa ona da salik olanlar
[yönelenler] elbet daha çokça bulunurdu. İnsanlar
hissiyatına, arzusuna, temayülatına tabi olarak
[uyarak] bir mesleğe [sanat akımına] süluk ederse
[yönelirse] sebat etmek şartı ile zaruri olarak tabi
olduğundan ziyade [daha çok] muvaffakiyet ihraz
Mesleğini bir humma-yı aşk ile sevmiş, [elde] eder, edebilir. Bunun içindir ki müncezip
ressamlıkta bir hatıra-i tebcil bırakmış [tutkun] kalplerde zuhuru tabii olan meyliyatı
olan şehid-i muhterem Hasan Rıza Bey 'in epeyce tetkik ederek şerh ve takrir, tersim ve tecsim
eser-i metrukesinden
i hissiyat hususlarından birine hasr-ı meşagil
etmelidir [vaktini hasretmelidir].
Hiç olmazsa tabiatın tevem [ikiz] yarattığı yalnız
ikisine vakf-ı mesai eylemelidir. Müntesibini
[sanatçılar] için sanat asıl ve aksamı [dalları]
fürudur [ikincildir]. Şiir ile musiki, resim ile
heykeltıraşi tevemdir [ikizdir], bu cihet nazar-ı
dikkatden dfır [uzak] tutulmamalıdır ki füruat-ı
mütebayineye [birbiriyle zıt olan sanat dallarına]
tabiyede [yönelmekle] zaaf-ı sanat vukua gelmesin.
Hatta musikide, sanat-ı tersimde bile füruat
[çeşitlenme], hem de zatlarına mahsus füruat vardır
ki hakiki bir sanatkar olmak isteyenler bu kaziye-i
mühimmeye [önemli meseleye] dikkat eylemelidir.
Nasıl ki keman, ut, kanuna birden başlamak üçünün
de akim [eksik] kalmasını mucip [neden] olur,
karakalem, yağlı ve suluboyayı da yapmaya
kalkışmak üçünün de terakkisine sedd-i mümanaat
[set, engel hattı] çekmek demektir. Kuva-yı dimağiye r93
de inşia b ettikçe [bütünlükten uzaklaştıkça] zafiyet
kesp eder, bir amil olur, fakat kemale
[olgunlaşmaya] hadim [yarayan] bir müessir
olmaktan uzak düşer. . .
Şunu da kaydedelim k i nazım-ı hissiyat [hislerin
düzenleyicisi] olan dimağın vesayetinden hiss-i
sevdakari mahrum kalırsa o zaman aşk marazi,
behimi [hayvani] bir hal alır, ihtiras devresi başlar.
lhtirasat ise sanayi-i nefise değil, asar-ı sefile hasıl
NELSON
eyler. Muhteris bir aşk, ruhen sukutu [düşüşü]
Ressam Leonard Guzzardi tarafından tersim
mucip [neden] olur. Her şeyde olduğu gibi itidali
muhafaza edebilen kalpler muhit-i sanat içinde bir
ve Sultan Selim-i Salis [ili. Selim] devre-i nefha-i teselli [teselli esintisi], bir şime-i lezzet
irfan-ı sanatında lngilizler'e hediye edilen bu duyarak, kuva-yı hissiyelerinin faaliyetini efkar
eser-i nefis elyevm İngiltere müzesinin bir [düşünceler] ile tevhit ederek [birleştirerek] lezaiz-i
köşe-i tarih ve takdiriyesini tezyin etmektedir. aşk içinde semere-i sanatı hasıl etmeye çalışırlar. Bu
216
"Çini kandiller " Arap medeniyet-i kadimesinden: lslam 'da ihmal edilmiş
bir sanat-ı nefisenin yabancı ellerde mahfuz asarı
aşk, insanı mesut eyler, şöhret ve şan iktisabını [dönmesi] kabil olamayan bu sevda-yı ateşin o
[kazanmayı] tekeffül eder [sağlar]. Ressamların, zaman bir mihrab-ı sanat olur, ruhu yakar, kavurur.
şairlerin tarih-i hayatı tetkik edilirse onların bir Öyle hengamda [zamanlarda] metin bir azim ile
devre-i sevdası vardır ki ancak serair-i sanat [sanatın sanata müdavemet-i emin olmalıdır [güveni
sırları] o devrede tecelliye başlamıştır, sanatkar en sürmelidir] ki aşkı daire-i itidalde müstakır [kararlı] I94
iyi neşidelerini o devirde bestelemiştir, ressam en kılar. Aşk-ı harici yerine dahili bir aşk-ı sanat zuhur
tabii, en zihayat [canlı] tablolarını mevkuf-ı kalb eyler. Sevdavi kalpler kuvve-i hissiye ve
[tutkun] olduğu o demlerde karalamıştır. . . hayaliyelerini bu vadiye sevke muktedir olabilirler
Her aşkın mebdei buhran ile başlar. Sanayi-i ise hakiki bir sanatkar olurlar.
nefiseye müntesip gençlerde bu buhran bir müddet Evet, bunun için büyük bir terbiye-i iradete [irade
sanata biganeliği [ilgisizliği] tevlit edebilir terbiyesine] ihtiyaç derkardır [malumdur]. Fakat
[doğurabilir] . Efkarın hissiyata galebesi temin buna malik olmayanlar zaten sanatkar olamazlar
edilmedikçe tarik-i itidale [itidal yoluna] ircaı ki . . .
217
Arap medeniyet-i kadimesinden: Mazinin lslam 'da pek genç pek har [sıcak] yaşattığı sanatlardan maden
üzerine oyma ve kabartma hatlarla müzeyyen kandiller
Aşkın ne garip ilhamatı vardır: Bazen o kadar zarif, Ne zaman ki aşk, hiss-i şehvaniye inkılap eder
rana ve müstesna bir halde saha-i vücuda çıkar ki [dönüşür], zeval [son] muhakkaktır. Bu hiss-i sefil,
bu zade-i tabiatın sima-yı refinde [yüce simasında] kuva-yı insaniyenin fevkalhad insırafını [geriye
peri-i sanat pervaz ederken [uçarken] kendi bile çekilmesini] mucip olacağından muhakemata bir
nazar-ı takdir ve sitayişle bakar, eser burada ibda durgunluk gelir. Hissiyatı azadeser [serbest] kalınca
[yaratı] namını alır, zatına mahsus bir güzellik, bir kuvve-i muhayyilenin tecsim ettiği [canlandırdığı]
hususiyet ihraz ederek [göstererek] sanatkarı duçar-ı güzide, vakur, serair-i sanat üzerinde takdir ve
hayret eyler [hayrete düşer]. Mahsul-i tabiatın bu tetkik-i mahasine [güzelliğin takdir ve tetkikine] dair
vaz-ı dilnişinine [güzelliği yaratmasına], eda-yı tefekkürat değil, efal-i seyyieye [kötülük dolu
bülendine, ruhu cezp hususunda neşrettiği ihtizazata edimlere] ait tasavvurat meydan alır. Böyle bir hiss-i
[ürpermelere] karşı kendi bile bir yabancılık duyar, sefil ile akademilere girilmez. Tabiatın en bedi
bu kimin eseri diye derin derin düşünür. [benzersiz] eseri olan üryan ve billurin sineler, ziruh
İşte burada mübdi [yenilik getiren] aşk, hem de ne statüler karşısında etüt yapılamaz. Iş müessirden
feyyaz bir aşktır. Şaheser hep böyle vecit içinde ziyade esere intikal eder, evvelce dediğimiz gibi bu
yapılır, hep böyle amik [derin] bir tefekküre, imal-i marazi halat [haller] terbiye-i hissiyatın fıkdanından
efkara ihtiyaç hasıl olmadan meydana gelir. [yokluğundan] dolayı ruhen sukutu [düşüşü] mucip
Sırf ruhun, kalbin tezahüratı arasından bir çağlayan olur.
haliyle, fakat sessiz akarak vadi-i sanatda Aşk muhayyeleye fazla bir kudret, karihaya
harikanüma izler bırakılmasından hasıl olur ki [düşünce gücüne] fazla bir cevdet [güzellik] vermesi
bunlar sanatkarı ila eyler [yüceltir]. itibariyle mefkureyi [ideali] faaliyete, zekayı
Sanatkarı mertebe-i mükemmeliyete İsad eden cevvaliyete alıştırır. Sanatkar ibda edeceği
[yükselten] aşk olduğu gibi rehin-i zeval [yokluğa [yaratacağı] asarda [yapıtlarda] tabiiliği muhafaza
rehin] eden de aşktır. eder. Hele meshuru olduğu [büyüsüne kapıldığı]
218
nigah-ı mahmura [mahmur sonrakilere de bigane [ilgisiz]
bakışlara] dair inikasasa tında kalınamaz. Böylelikle her hüsün
[yansıtmalarında, yaratılarında] [güzellik] kalb-i sanatkarda
harikalar vücuda getirir. derin bir iz bırakarak geçer.
Mademki aşk ile sanayi-i bedia Bu, zihayat mahasine [güzelliğe]
tevlidi kabildir, o halde münhasır kalamayarak tabiatın
sevelim . . . Sevmekten insanları menazır-ı latifesi hatta mahasin
men edecek hiçbir kuvvet, i sairesi içinde bir temayül-i
hiçbir mania kainatta mevcut ruhi tevlit eyler. Maaliye [yüce
olmamakla beraber, değil mi ki duygu ve düşüncelere], nefaise,
sevilecek şey delail-i fikriye ve mekarime [iyi ahlaka] dair
mantıkiye ile muayyen olmayıp mevludat-ı fikriye [fikirlerin
I95 insan fikir ve iradesi doğuşu] husul bulur ve bunları
haricindekini seviyor ve kudret-i sanatkarisi tavassutu
sevilecek şeyi sevmiyor, o halde [aracılığı] ile taklit, ifham
ruhun bu bir incizabıdır ki edebildiğinden
kuva-yı mevcude-i insaniye [anla ta bildiğinden] dolayı
buna taalluk etmez ve insan sanata aşık olur, aşk-ı sanat
istediği zaman aşık olmaz . . . Ne kalbinde temerküz eder.
kadar sarf-ı kuvvet etse adi bir Nasıl sanatına aşık olmasın ki
sanatkar olur, fakat mütehassis mecruh [yaralı] ruhunun deva
[duyarlı] kalpli iyi bir sanatkar yı şifakarı sanattır, medar-ı
olamaz . . . tesellisi sanattır.
Bir nigar-ı füsunkar [büyüleyici Nigah-ı dikkat taharri-i
sevgili], bir nigah-ı haledar mahasine [güzelliği bulmaya]
[haleli bakış] ancak mütehassis masruf olduğu [harcandığı] için
[duygulu] kalplerde yer serair-i hüsn Ü anı [güzelliğin
tutabilir. Muhabbet bir sırlarını] en iyi tetebbu edenler
tohumdur ki müstait [yeteneği [araştıranlar] de onlardır, desek
olan] kalplerde neşv ü nema hata olmaz.
bulur [gelişip büyür]. Üdeba [büyük yazarlar]
Bir de öyle kalplerde mahasine, Arap medeniyet-i kadimesinden: hissiyat-ı kalbiyelerini teşrih
nefaise meftuniyet için bir Tunçtan mamul nazarfirib
etmek [çözümlemek] için
istidat, bir meyelan vardır ki romanlarında eşhas-ı
birine kalben merbut [bağlı] [göz alıcı] bir fener muhayyeleyi [hayal mahsulü
olsalar bile yine diğerlerine kişileri] muaşaka tta
alakadar bulunurlar. Evvelki ile sonrakiler mukayese bulundururlar [sevdalandırırlar], orada geniş geniş
edilir ve evvelkisini kalben sevmekle beraber kendilerinden, kendilerinin kalplerinde pinhan olan
219
[gizlenen] sevdavi hissiyattan ve onun mevludat-ı eder, orada musirrane [inatla] düşünmeye bir hahiş
fikriyesinden [yarattığı düşüncelerden] bahsederler. [arzu], iştiyakla [şevkle] memzuc [karışık], mahasine
Alphonse Daudet'nin Saph s Goethe'nin
o' u, karşı bir meyelan hasıl eyler. Dimağ hakaik-i eşyayı
Werther'i hep bu yolda, hem de ne hararetle idrak için iktisab-ı kuvvet eder, münevver dimağın
yazılmış eserlerdir. mahsulü de har [sıcak] ve samimi ve o derece nevvar
Elhasıl aşksız sanat mertebe-i kemali bulamaz. Aşk, [nurlu] ve müteali [yüce] olur. Eserde ulviyet-i ruh
saadet ve faziletin menbaı olduğu gibi elhan-ı aşk [ruh yüceliği] tecelli eder, bunun içindir ki aşk ruh-ı
[aşk nağmeleri] ile meşhun [dolu] bir dimağda sanatdır. Elverir ki sanatkarda metin bir terbiye-i
ilhamat ve tecelliyat-ı bedianın [güzelliğin esininin ve iradet mevcut bulunsun. Zira sahne-i hayatın bir
tecellisinin görünür olmasının] makesidir cüzü olan saha-i sanatda bu olmadıkça hiçbir
[yansımasıdır]. Yüksek eserlerin saha-i vücuda muvaffakiyete destres olmak [ulaşmak] imkanı insan
gelmesi mütehassis [duygulu] bir kalbe, mütefekkir için kabil değildir.
[düşünen] bir dimağa nasip olmuş şeylerdendir. Aşk
ise insanı hem mütehassis, hem mütefekkir kılar. 1 6 Mart 329 [1 91 3], Kadıköy
Muhabbet hangi kalpte doğarsa saçtığı envar-ı hayat Kahramanzade
[hayat ışığı] oradan zulmetleri [karanlıkları] def Ahmed Ferid
lslam 'ın resim ve hattaki ibdaatından [yaratı/arından]: Tunçtan mamul bir masanın gümüş kakmalı sathı
220
M ÜTALAA-İ TAR İ H İYE
lslam 'ın sanat-ı teclidde [cilt sanatında] gösterdiği bir kelam-ı kadim mahfazası
22 1
Vinci'de bir şatosu vardı. Lfonard güzel, nazik silinmiştir. Bunun bugün eski haline ircaı ve yeniden
evsaf-ı memduhaya [övülecek vasıflara] malik bir tersimi müteassirdir [güçtür].
genç oldu. Çizgi çizer, resim yapar, iyi ata biner, Lfonard birkaç seneden beri Dükten maaş
beyitler yazar, musiki parçaları besteler, hendese alamıyordu. Halbuki kendisinin maaş ile istihdam ıı
[geometri] ve makine bilirdi. Yaşamak için eylediği iki muavini vardı. Bu sıralarda ( 1499)
çalışmaya muhtaç değildi. Fakat resmi sevdiğinden Fransız ordusu Milano'yu istila etti. Lfonard da
bir ressamın yanına çıraklığa girdi ve yirmi yaşında şehirden şehre giderek serseriyane dolaşmaya
Floransa ressamlar loncasına intisap etti [katıldı]. başladı. Sonra mühendis sıfatı ile Dük Cesar
Bilahare Lodovic Sforza'nın hizmetine girerek Borgia'nın hizmetine dahil oldu. ltalya'nın
Milano'da yerleşti. Düke yazdığı bir mektupta merkezinde bulunan ve tahkime elverişli olan
bildiği şeyleri şöylece tadat ediyordu [sayıyordu] : mevakiin [yerlerin] esbab-ı müdafaasını [savunma
"Hafif köprüler inşa etmek, düşman köprülerini planlarını] hazırladı. Badehu [daha sonra]
yakmak, istihkam tahribi, taş gülle endahtına Floransa 'ya döndü.
[atışına] mahsus toplar ve cephane arabaları imal Floransa hükümeti meclis salonunun duvarlarına
etmek, tahtelarz [yeraltında] lağım ve yollar açmak, memleketin muzafferiyatını [zaferlerini] musavver
mebani [binalar] inşaatını sevk ve idare eylemek, [betimleyen] resimler yaptırma ya karar vermişti.
heykel ve resim yapmak. " Filhakika Lfonard Lfonard bunların bir kısmının tersimine
temeddüh etmiyordu [böbürlenmiyordu]. Çünkü [resimlenmesine] memur edildi. Bunun üzerine
tablolardan başka, makineye, askeri mühendisliğe ve ressam vekayi-i tarihiyeyi [tarihi olayları) uzun
fünun-ı tabiiyeye müteallik [ilişkin] - ihtiraat uzadıya mütalaa etti, gösterilecek sahneleri düşündü
rbuluşları] ve tasavvuratını [tasarımlarını) musavver ve çizdi, atları etüt yaptı, sonra işe başladı. Bu resmi
[tasvir eden] resimleri havi [içeren] - birçok yazılar sıcak balmumu ile yapmak istediyse de muvaffak
bırakmıştır. Leonard bu yazılarında öyle keşfiyat ve olamadı. Ceviz yağı kullandı. Bu da hoşuna
ihtiraattan bahsetmiştir ki bunlar ancak fi yevmina gitmediğinden nihayet sıkıldı ve usandı, Roma 'ya
haza [günümüzde] tatbik ve icra olunmaktadır. giderek Papanın hizmetine dahil oldu. Arasıra
Lfonard pek müşkülpesent ve birçok şeylere Floransa 'ya gelirdi.
müteşebbis olduğundan netice-i matlubeyi [istenen Louvre Müzesinden sirkat edilen [çalınan) " La
sonucu) elde edemiyor, işi nihayete vardıramıyordu. ]oconde" namı ile maruf [bilinen] Mona Lisa'nın
Dük, Leonard'a selefi Sforza'nın atlı heykeliyle meşhur portresini bundan sonra yapmıştır. Bunun
müzeyyen bir abide yapmasını emretti. Lfonard için dört sene çalıştı. Poz esnasında modelini
bunun için on altı sene çalıştı ve ikmal edemedi. Dük sıkmamak için muzika çaldırır veyahut soytarı ve
ressamı mimar sıfatı ile mebani [binalar] inşasında komikler bulundururdu. Yaptığı çehreye, yalnız
da istihdam ederdi. Balolar, ziyafetler, eğlenceler Lfonard 'ın resimlerinde görülen bir tebessüm,
tertip edileceği zaman Lfonard kostüm, tak vesaire "insani olmaktan ziyade lahuti " [ilahi] bir tebessüm
I98 numuneleri çizer ve yapardı. Bunlara mukabil Dük vermişti. Mona Lisa 'nın esrarengiz tebessümü, gayri
sanatkara peşin para vermezdi. kabil-i hal [anlaşılması mümkün olmayan] bir fikirle
Milano manastırlarından birinin rahipleri yemek mahmul [yüklü] nazarı önünde insan müteessir ve
salonlarının duvarına Saint Cene 'in2 tersimini şaşkın kalır. Tenin gül rengi solmuş, bozulmuş
Lfonard'a havale ettiler. Duvar dokuz metre tul olduğundan tablo bugün yeniliğindeki gibi güzel
[uzunluk] ve dört buçuk metre irtifaında değildir.
[yüksekliğinde] olduğundan ressam bununla XII. Louis 1 509'da Milano'ya girdiği zaman
müddet-i medide [uzun süre] uğraştı. Ekseriya Lfonard, tak-ı zaferler, dekorasyonlar yaptı. Bu
sabahleyin erkenden iskelesinin üzerine çıkar ve sıralarda kendi tablolarına çalışmak için pek vakit
yiyip içmeyi unutarak gecelere kadar çalışırdı. Bazen bulamıyordu. Fakat taht-ı nezaretinde çalışan pek
resmin önünde el sürmeyerek, fakat derin bir hazz-ı çok talebesi vardı. Bunlar Lombarde Mektebi'ni
temaşa ve tefekkür içinde günler geçerdi. Bazen de vücuda getiriyorlardı. Müzelerde Lfonard 'a
birkaç fırça darbesini müteakip dururdu. Manastırın atfolunan birtakım tasavir-i mukaddese ve Hazreti
başrahibi sanatkarın bu suretle çalışmasından bir Meryem resimleri varsa da bunları talebesinin mi,
şey anlayamıyordu. Hatta Düke bile şikayet etti. yoksa kendisinin mi yaptığı tamamiyle taayyün
Tabloda Hazreti İsa, sofrada havariyunun etmemiştir [ortaya çıkmamıştır) . Pavie'ye girdiği
[havarilerinin] ortasında ve başını bir hale ile muhat zaman I. François'ya, Lfonard otomatik bir arslan
[çevrili] imiş gibi gösteren ziyadar bir pencere takdim etti. Bu arslan yürüyor, kralın önüne kadar
önünde görülüyordu. Havariyun her iki tarafta üçer geliyor ve geri dönüyordu. François, Lfonard'a
kişilik gruplarla oturmuş ve muhtelif vaz [duruş] ve "Kralın ressamı" unvanını verdi ve yüksek bir maaş
hareketlere malik idiler. 1. François bu resmi tahsis etti. Beraber Fransa 'ya götürdü. Lfonard
gördüğü zaman büyük bir hayret ve takdir izhar Fransa'da Amboise civarında bir küçük şatoda
etmiş [göstermiş] idi. Fakat duvar ratıp [nemli] ikamet etmiştir. Burada yaşadığı müddet esnasında
olduğundan François'nın dokunması ile tablo kuşların tayeranı [uçuşu] ile teşrih-i insani (kemikler,
adalat, asap, damarlar) hakkında fenni bahisler
2 Hazreti lsa'nın havariyunla [havarileriyle] ettiği son taam
kaleme almıştır. Lfonard birçok kadavralar açmış
[yemek]. [SoN AKŞAM YEMEC t ] i d i, aynı zamand a asar-ı sanat ve fenninden madud
222
Sabit Paşa hattının bir tecelli-i revnakdarı [parlak örneği]
Kitabesi Ertuğrul Gazi Türbesi 'nde mahfuz kelam-ı kadimden merhum ressam Ahmed Bey
istinsahı [kopyalaması] ile tezeyyün etmiştir.
223
Hatt-ı Sami: Son asrın kıymetşinasan-ı istikbale bir tuhfe-i güzide-i mübarekesi
224
olan [sayılan] resimlerinin ekserisi mahfuzdur. gönderdiyse de Michel bunlara cevap vermedi.
1 5 1 9'da vefatı üzerine talebesinden biri kardaşlarına Bunun üzerine Papa firarinin gönderilmesini
yazdığı bir mektupta şöyle diyor: "Bir mislini daha Floransa hükümetinden talep eyledi, duçar-ı tazyik
yaratmak tabiatın yed-i kudretinde olmayan bir [baskı altında] olan Michel nihayet Papanın yanına
adamın vefatı herkese hüzün ve elem verir. . . " gitti. Bir sene Papanın heykelini yapmakla uğraştı.
Michel-Ange - 1475 'de doğmuş olan Michel-Ange Sonra Sistine Kilisesi'nin tavanlarına resim yapmak
Buonarroti, Floransa senyörlerinden birinin oğludur. emrini aldı. Michel istemeyerek buna dört sene
Evvela Latin mektebine devam etti ise de bilahare çalıştı. "Ben asıl yerimde kullanılmıyorum, ressam
kendinde gördüğü istidat ve heves üzerine ressam değilim," diyordu. Bütün gün iskele üzerinde, başı
olmak arzusuna düştü. Önce pederi buna rıza bükük çalışmaktan yorulur ve usanırdı. Köşelere
göstermedi. Fakat Michel-Ange'ın heves ve azmi peygamberlerle kahinleri, orta yere Tevrat
babasının muhalefetine galebe çalarak genç sanatkar sahnelerinde "hilkat" ile başlayan bir seriyi teressüm
meşhur bir ressamın yanına çıraklığa girdi. Burada etti [resmetti] .
üç sene kaldı. Ve tabiatı taklit ve tersim hususunda I L Julius'un vefatı üzerine yeni Papa ve X . Leo'nun
gösterdiği istidad-ı harikulade ile herkesin nazar-ı Floransa'da Michel-Ange ile arkadaşlığı olduğundan
hayret ve tahsinini celp eyledi. sanatkarı mimar sıfatı ile yanına aldı. II. Julius'un
O zamanda Floransa'da icra-yı hükümet eden varisleri bu ölen Papanın lahdini Michel'e tekrar
Laurent de Medicis gençleri heykeltıraşlık sipariş ettiler. Heykeltıraş, lahdi on sene nihayetinde
öğrenmeleri için konağına toplamıştı. Muallimi teslim etmek için uğraştıysa da iş pek ağır
Michel-Ange'ı da buraya gönderdi. Michel-Ange, gittiğinden lahdin pek küçük bir kısmını ancak
Medicis'in sarayında yaşadığı müddetçe menekşe yapabildi.
renginde bir manto giyinmiştir. On beş yaşında iken X. Leo'nun halefi VL Adrian sanayi-i nefise ile asla
mermerden bir ihtiyar Fon3 başı yaptı. Pek ihtiyar alakadar olmadı. Medicis'lerden YIL Clemens,
olduğu halde dişlerinin tamam yapılmasındaki Michel-Ange'ı kendisine dost ittihaz etmiş ve
hatayı Laurent kendisine ihtar etti, bunun üzerine maaşını muntazaman vermeye başlamıştı. Fakat II.
genç heykeltıraş bir diş söktü. Julius'un lahdi elan [halen] bitmediğinden varisleri
Laurent'ın vefatından sonra ( 1 492) Michel-Ange Michel aleyhinde ikame-i davaya [dava açmaya]
pederinin nezdine avdet etti. O zaman mermerden kalkıştılar. Bunun üzerine Michel peşinen aldığı bir
bir Herkül [Heraklitos] tıraş etti. Bundan sonra meblağı kamilen iade etti. Roma Şarlken'in [Charles
Michel kudemayı [antik çağ sanatçılarını] taklide IV] ordusu tarafından tahrip edildikten sonra
başlamıştır. Bir aşk perisi heykelini o kadar Michel-Ange Floransa' ya geldi ve istihkama t nazırı
mükemmel taklit etmeye muvaffak olmuştu ki bunu tayin olundu.
bulunmuş bir antika gibi satmayı düşündü. YIL Clemens' ın vefatından sonra Michel-Ange artık
Filhakika heykeli bir tacire, tacir de bir kardinale Floransa'yı ebediyen terk etti. Yeni Papanın
sattı. Kardinalin Floransa 'ya gönderdiği bir sai hizmetine almak için yaptığı davet ve teklifi
[casus] işi keşfettiyse de Michel' in maharet-i reddeylediyse de gördüğü tazyik ve tehdit üzerine bu
sanatkaranesi hayret ve takdiri mucip olduğundan hizmeti kabule mecbur oldu. Sistine Kilisesi'nin
hakkında cezaya kalkışılmayıp kendisi Roma'ya celp duvarlarına "Son Hüküm" resmini yapmak için
edildi. Orada Michel-Ange Fransa sefirine La Pieta sekiz sene çalıştı. Bu resimde amal-i saliha eshabmın
ismindeki mermer grubu yaptı ki bunda Hazreti [dince makbul olan amel sahiplerinin] gökyüzüne
Meryem'in, Hazreti Isa'nın cesed-i biruhunu çıktıkları, günahkarların cehenneme indikleri
[ruhunu teslim etmiş cesedini] dizleri üzerinde gösterilmiştir. Teşrifat nazırı resimdeki vücutların
tuttuğu gösteriliyordu. Asl-ı halin aksi olarak güzel çıplaklığına itiraz ettiğinden Michel günahkarlardan
görünsün diye Meryem'i genç yapmıştı. birine nazırın çehresini vermiş, bu da Papanın
Pederinin duçar-ı sefalet olması [sefalete düşmesi] hoşuna gitmiştir.
üzerine Michel-Ange Floransa'ya avdet [dönmek] ve Michel-Ange IL Julius'un lahdini nihayet bitirmiştir.
ailesini terfih [refaha kavuşturmak] için çalışmaya Bundan sonra sanatkar zengin olmuş birçok talebe
203 mübaşeret etti [başladı] . Floransa hükümeti Michel'i peyda etmiş idi. Sadegi [sadelik] içinde, külfetsiz ve
bir heykel, bir de meclis salonunun duvarlarından debdebesiz yaşamak adetinden ayrılmamıştır.
biri üzerine resim yapmakla tavzif eyledi Hayatının sonuna kadar Roma Saint-Pierre
[görevlendirdi] . Lfonard de Vinci başka bir duvar Kilisesi'nin mimarı sıfatı ile çalışmış ve seksen dokuz
üzerinde çalışıyordu. Michel bu resmi yapmadı. yaşında vefat etmiştir ( 1 549). Floransa'da merasim
Sonra Papa II. Julius, lahdini yaptırmak için ve ihtifalat-ı azime [büyük anma törenleri] ile
Michel'i Roma'ya celp etti. Michel kırktan ziyade defnolunmuştur.
figürü havi [içeren] iki katlı muhteşem bir lahit Raphael - 1483 senesinde Urbino'da doğmuş olan
yapmak istiyordu. Fakat Papanın mermer için bir Raphael, eazze [aziz] tasvirleri yapan bir ressamın
para bile vermeyeceğini anlayınca ümitsiz evine oğlu idi. Pederi vefat ettiği zaman dokuz yaşında idi.
avdet etti. Ne varsa sattı savdı ve Roma'dan çıktı. Vannucci isminde sahib-i şöhret bir ressamın yanına
Papa arkasından sailer [haberciler] ve mektuplar çıraklığa girdi. Raphael Sen Viyerjler [Saint-Vierge]
[Madonna'lar] tersim eder ve model için kadın
3 Faune: Romalıların mevhum kır ilahı. bulamadığından arkadaşlarına bakardı. Sienna
225
şehrinde çalıştıktan sonra, o zamanlar ltalya 'nın en Kilisesi'nin duvarları için yapılacak halıların
güzel mebanisini [binalarını] havi olan Floransa'ya örneklerini çizdi. Halılar Brüksel'de yapılmıştır.
gitti. Raphael birçok Hazreti Meryem resimleri ve Ra phael' in Floransa' daki bir manastır için yaptığı
maskat-ı re'si [doğum yeri] olan Urbino'da hükümran Hazreti Meryem resmi pek meşhurdur. Bu tablo
dük için " Saint-Georges" tablosunu yapmıştır. elyevm Dresden Müzesindedir. Raphael Papa X.
Dükün vefatında Papa il. Julius, Raphael'i Roma'ya Leo'nun ve daha birçok saray halkının portrelerini
celp ve hizmetine kabul eyledi. Papa yerleştiği yeni yapmıştır. Papanın emriyle Fransa kralı için bir
dairenin duvarlarını tezyin etmek istiyordu. "Saint-Michel" ve bir "Saint-Camille" yapmıştır. Bu
Raphael, Stanza Salonundaki meşhur freskleri, tablolar elyevm Louvre Müzesindedir. Her taraftan
"duvar resimleri " yapmaya başladı. Şiir, felsefe, ecnebi prensler Raphael'e tablolar sipariş ederlerdi.
adalet, hatt-ı mukaddes, Salamon'un hükmü, Adem Raphael bunları hep talebesine yaptırır ve kendisi
ve Havva sahnelerini tersim etti. Bunlara üç sene ancak bir iki fırça vurabilirdi. Vatikan'ın harici
çalıştı. Bundan sonra diğer bir salona büyük galerileri Ra phael' in nezareti altında talebesi
sahneler tersim etti: Mahbesinden kurtulmuş Saint tarafından tersim ve tezyin edilmiştir. Kesret-i say ve
Pierre, Roma üzerine yürürken durdurulmuş iştigalden [aşırı çalışma ve meşguliyetten] Raphael
Atilla . . . II. Julius'un vefatında halefi X. Leo, melankolik olmuştu. Daha otuz yedi yaşında iken
Raphael hakkında pek çok iltifat ve teveccüh ibraz sıtmadan vefat etmiştir ( 1 520). Birçok tablolar,
eyledi. " Raphael bir ressamdan ziyade bir prens gibi duvar resimleri (freskler) terk etmiştir ki bunların
yaşıyordu. " Fakat X. Leo, Raphael'e resim hepsi ltalyan ressamlığının şaheserleridir. Papa saray
yaptıracak yerde onu Saint-Pierre Kilisesi'ne mimar halkına matem tutturdu ve Raphael'i Panthfon'a
tayin etti. Raphael Roman [Romalı] mimarı defnettirdi.
Vitruvius'un asarını tercüme ettirerek tetkik ve
mütalaa eyledi. Roma'nın mebani-i atikasını [eski
yapılarını] tersim, ebadını mütalaa, enkaz bulmak 1 5 Mart 1 33 0 {1 9 1 4]
için hafriyat [kazılar] icra etmiştir. Sistine Feyzi Uluğ
226
muvacehesinde [yöneldiğinde] hafifçe parlar. Sarı, "
" PALETTE VÜCUDU ELZEM O LAN RENKLER İLE
BÜYÜK RESSAMLARIN İSTİMAL ETTİKLERİ RENKLERİN esmer renkler yakınında bulundukça daha parlak
ESAMİSİ, BOYALARIN YEKDİGERİYLE İMTİZACINDAN kırmızı gül şaşaası ile kendini gösterir.
MÜTEVELLİT TEGAYÜRAT, YAGLAR VE TESİRİ" "Garans" glaside şeffafiyet ve derinlik tevlit eden bir
HAKKINDA MALUMAT ARZU EDEN GENÇ ARTİSTE renk olduğu gibi gümüş beyazı ile karıştırılırsa
parlak kırmızı bir yakut taşı tonu da verir. Suni
On dördüncü nüshadan mabat garans kırmızısı beyazla ihtilatında [karışımında]
menekşe moruna karib [yakın] donuk tesirsiz bir
Noir d'ivoire - Fildişi siyahı kırmızı husule getirir.
Fildişi siyahı tesmiye edilen [adı verilen] bu siyah Resimde bu kırmızılar pek yalnız olarak
renk izam-ı hayvaniyi [hayvan kemiklerini], ezcümle kullanılmazlar. Çünkü kuruması pek geçtir, hele
geyik boynuz ve kemiklerini kapalı toprak kaplar çatlama mahzuru bulunduğundan esasen yağlı olan
204 derununda [içinde] yakarak kömür haline bilifrağ bu kırmızılara ayrıca yağ ilavesinden ihtiraz
[getirilerek] istihsal edilir. Fildişi siyahı geç kurur bir edilmelidir [sakınılmalıdır]. Garans kırmızıları koyu
renktir. Gümüş beyazı ile karışırsa hafif sarıya - foncee, açık - clair ve carmin de garance gibi
meyyal inci kırı bir renk meydana gelir. Bazı birtakım kırmızılara da ayrılmıştır. Bunlar her boya
peyzajistler semanın bulutlarında ve derinliklerinde ile karışabilirler. Garansların figürde, peyzajda
istimalini [kullanmayı] haiz görürler. Mamafih hizmeti büyüktür. Yalnız beyazlara iyi garanslar
figürde vücud-ı beşere ait tonların aksam-ı intihap edilmesi [seçilmesi] şarttır. Bu kırmızılar
şeffafisinde istimali [kullanımı] derkar [bilinen] bir güneşe mukavemet edemezler.
renktir. Ta ban şeffaf ve glasiye elverişlidir. Vermillon Zencefre kırmızısı
Siyahların daha enva-ı muhtelifesi mevcut ise de
şayeste-i istimal [kullanmaya uygun] olanlarını Zencefre kırmızısı Ispanya'da cıva madenleri
zikredeceğiz: civarında gayet ateşin kırmızı billurlar halinde
keşfedilmiş ve eski Romalılar minium tesmiye ederek
Noir de vigne - Asma siyahı [adını vererek] kullanmışlardır.
Noir de peche - Şeftali siyahı 1 6 8 7'de Schulz tarafından bissanaa [endüstriyel
Bu siyahlar asma çubukları ile şeftali ve kayısı olarak] imal edilerek ismine vermillon tesimiye
çekirdeklerinin yine kapalı kaplar derununda edilmiştir. Bu boyanın terkibinde kükürt ve civa
bilihrak [yakılarak] kömüründen istihsal edilen bulunduğundan antimauveine ve tutya [çinko]
siyahlardır. Ehemmiyetli, ince çalışılacak eserlerde madenlerinden gayrı maden mürekkebiyle tağşiş
şayan-ı tavsiyedirler. Fildişi siyahına nazaran çabuk edilince [karıştırılınca] kibrit [kükürt] madeni husule
kurumakla beraber latif bir tona da maliktirler. getirerek esmerleşir. Bunun için yalnız tutya beyazı
Asma siyahı gümüş beyazı ile karışırsa hafif gümüşi ile karıştırılarak kullanılabilir.
bir siyahlık, şeftali siyahı da "füzen" tonuna Bu kırmızıdan:
1
müşabih [benzer] şeffaf ve güzel bir ton husule Vermillon de Chin Çin kırmızısı
getirirler. Velhasıl bu iki siyahlar şayan-ı Vermillon de France Fransız kırmızısı
tavsiyedirler. Bir de brun de Bruxelles - Brüksel Vermillon d'Angleterre İngiliz kırmızısı
esmeri namı ile kemiklerin daha az yakılması ile Vermillon de Hollande Hollanda kırmızısı
istihsal edilen renk vardır ki gayet sıcak, esmer,
1 namları ile birtakım ateşin kırmızılar teşaub etmiştir
müstakil bir tondur. Beyaz ile karışırsa yanık
esmerimsi bir ton meydana getirir. Siyahların [üretilmiştir].
madeni olanlarını istimalden içtinap etmek Laque de geranium - Itır çiçeği kırmızısı
[kaçınmak] eserinin temadi-i taravetini [tazeliğinin
sürmesini] arzu edenler için elzemdir. Her ressamın paletinde görünmeyen bu kırmızıyı
çiçek ve yemiş resimleriyle iştigal edenlere tavsiye
Laque de garance 1
edebiliriz. Çünkü ıtır çiçeği kırmızısı diğer
Pek eski zamanlarda tanınmış olan garans [garance] kırmızıların ihtilatı [karışımı] ile vücuda getirilemeyen
kırmızısı şimali [kuzey] Hollanda' da yetiştirilen gayri kabil-i taklit [taklit edilemeyen] bir renktir.
nebatın köklerinden çıkarılırdı. Fakat suni olarak Şeffafiyet hususunda yarım kaba çalışışlarda tesiri
bilkimya [kimyasal olarak] istihsaline muvaffakiyet büyüktür. Zencefre kırmızısı ile karışırsa gayet
hasıl olduktan sonra hakiki garans kırmızıları yerine nazarnüvaz [hoş] kırmızı bir ton hasıl eder. Yalnız
suni kırmızılar kaim olmaya [geçmeye] başlamıştır. bunu da gümüş beyazından uzaklaştırmalı, onunla
Hakiki "garans" kırmızısı sunisinden renk cihetiyle karıştırmamalıdır, imtizac-ı kimyevi neticesi tedricen
fark olunur. Hakikisi açık gül kırmızısı rengindedir. rengini zayi ederek beyazdan başka eser kalmaz.
Yağ ile karıştırdıktan sonra inikasat-ı madeniye Ernest'in rivayetine nazaran bu kırmızının istimaliyle
[madeni akisler] tevlit etmeksizin [doğurmaksızın] haşhaş çiçeklerini tasvir eden bir ressamın tablosu
frenküzümü dondurması rengini verir. Ziya senelerce letafet-i levniyesini [renklerinin güzelliğini]
muhafaza etmiştir.
1 Laque - Hind-i Şarki'de eşcardan [ağaçlardan] husule gelen
kabil-i inkisar [kırılabilir], şeffaf, kırmızı, sarımtırak bir madde-i Mabadı var
rarineciyedendir [reçineli maddelerdendir].
227
SANAYİ-İ NEFİ SE MEKTEB İ İÇİN
5 mirasyedi azamet-i fikriyesi gösteren tarihi bir
karikatür olarak geçmeliyiz. Fakat şimdi zamanın
205 Muhteşem ağaçların sessiz sessiz elyaf-ı hayatiyesini pişnigah-ı vukufumuzda teşhir ettiği bu karikatürle
yiyen kurtlar gibi arkadaşımın da asab-ı beraber bir de asırların bize büyük bir tarih-i
tahammülünü nameri [görülmez] hisler kemirmeye ihtiyacı nasibe-i miras [miras payı] olarak tevdi edip
başlamış olacak ki bu tesadüfümde onu La geçişi var? .. Bunun her sahifesi lakayt bir devrin
Fontaine'in kamışı gibi dehrin [dünyanın] rüzgar-ı üful etmiş [sönmüş] zekaları, gayri mekşuf
sitemine serfüru edici [boyun eğdiren] eski feylesof [keşfedilmemiş] sanatları ile ağlayarak devam
meslek-i mütevazıinden [alçakgönüllüğünden] biraz ederken en son fasl-ı medeniyetimizin en zavallı bir
uzaklaşmış gördüm. O gün, ilk Boğaziçi postasının sahifesi de sanayi-i nefise tahsili ile başlıyor. Dikkat
kimsesiz yan kamarasında dostum, fennin tedavide ediyor musun? Zavallı sahifesi, diyorum. Çünkü
izhar-ı acz ettiği marazı hastasında keşfetmiş bir sanayi-i nefise denilince insan muhitinin en feyizkar
tabip teessürü ile bana anlatmaya başladı: "Evet," bir abide-i mübahatını [övünç anıtını] görmek ister,
dedi. "Bizde lisanın musiki-i beyanı fikrin usul-i dayesi [dadısı] maarif, nigehbanı [koruyucusu]
tatbikatı ile ahenktar olmayınca sanayi-i nefise ekabir olan bir müessese-i irfanı göz önüne
tahsili notasız geçilen bir beste gibi suitaganniye getirerek memleketin mahsul-i dehasını sine-i
[kötü yorumlara] baziçe [oyuncak] olmaktan müşevvikinde toplamış bir de resim müzesi bilmek
kurtulamayacaktır." Refikim bu mukaddimesine arzu eder. Halbuki bizde sanayi-i nefise denilince,
küçük bir vakfe-i sükun [susma arası] vererek otuz senedir bigane nazarları okşayarak iğfal edici,
sigarasını yaktı ve devam etti: "Ben sizin gibi Paris, içi boş, süslü bir mücevher kutusu ziyneti gösteren
Münih, Brüksel, Viyana sergilerini, mekteplerini bir mektep, sonra istidatları, zekaları, köylünün yol
gezip görmedim. Garb'ın sanayi-i nefise tarifi kadar kısa bir an-ı muvasalatı [kavuşma
hususundaki terakkiyatını, fonograf kovanlarında anını] tebşir [müjdeleme] ile başlanarak avdeti
[plaklarında] mazbut [kayıtlı] ruhsuz opera parçaları [dönüşü] müstehil [mümkün olmayan] bir
nevinden tablo reprodüksiyonları, matbu eserleriyle yolculukla nihayet bıktıran bir tahsil hatıra gelir.
tetkik edip anladım. Fakat Sofya'yı, o, asırlardan Yazık, pek yazık ki Hamdi Bey'in en har [ateşli] ve
mevrus [miras kalmış] tarih-i satvetimizi bir puşide-i müşfik teşviklerine muhtaç olduğu bir zamanda
siyah-ı mağlubiyetle [yenilginin siyah örtüsüyle] öksüz bir çocuk hüznü ile Halil Bey'in yed-i
kefenleyerek eski zamanların mezar-ı nisyanına himayetine [koruyucu eline] terk edilen şu bedbaht
defnedivermek isteyen Bulgarların sanayi-i nefise müessese- doğru söylemek lazım gelirse - yine ciddi
mektebini, asarını bütün bir sene evvelki fecayie bir terakkiye, ciddi bir himayeye mazhar olamadı;
şahit nazarlarımla gördüm. Oldukça bir nigah-ı Halil Bey'in de beyanatı tatbikatına uymayan,
vukufdar [kavrayıcı bakış] ile onların ruh-ı temposuz usuller dinletmeden, fazla olarak mektebi
mesailerine nüfuz ederek anladım. Onun için melül ve mahzun, hasta ve biümid [ümitsiz] bir
söyleyeceklerim ne naşinide [işitilmemiş] terakkilerin halde eski ellere tevdi edip çekilmeden ibaret kaldı.
vadi-i tekemmülünden toplanmış çiçekli fikirler, ne Şimdi sual ediyorum: Sanayi-i Nefise Mektebi otuz
de büyük bir felsefe-i tetkikin sahife-i mensiyesinden senedir şu muhitte, şu tarz-ı himaye, şu tarz-ı
[unutulmuş sayfalarından] alınmış hayalrüba tedrisat ile hangi nihal-i marifeti yetiştirdi ise
cümlelerdir. göstersin. Sultaniye'nin resim muallim-i hazırı
Bunu eminim ki herkes, genç ihtiyar biraz mektep Şevket Bey'i mi denilecek; hayır, ben bu vatanda
görmüş, biraz fikri tenevvür etmişler küçük bir say-ı zatiyesiyle [kendi çabasıyla] yetişen beş on
dikkat-i vukuf sarf ederek bizdeki sanayi-i nefise sanatkarın en büyük hisse-i ibtihacını [sevinme
rehavetini anlayabilirler. Evet azizim, bir defa biz payını] öyle Osgan Efendi ile Mösyö Valeri'ye
senelerden beri Garb'ın şu namütenahi saha-i bahşediverecek semihü 'l-efkar [cömert fikirli]
keşfiyatda fersahlar kat eden kavafil-i ihtiraatını müsriflerden değilim. Şevket Bey isterse mahviyet
[icatlar kervanını] sade bir iştiyak [heyecan] [tevazu] ibraz ederek [göstererek] bu zevatı sebeb-i
dürbünü ile seyre dalmış kalmışız ve feyzi addetsin, bence onun bais-i feyzi camilerde bir
yetişemeyeceğimize kati bir hiss-i itimadla karar istiğrak-ı sanatla çalışarak romatizmalarla
vererek derin bir mesti-i gaflet içinde seneler kazandığı fırçasıdır, fırçasının mahsul-i bediidir.
geçirmişiz. Geçen sene bina-yı haysiyetimize düşen Bizde Sanayi-i Nefise Mektebi henüz artist
bir saika-i felaketle gözümüzü açtığımız vakit yanı yetiştiremediğinden başka, maatteessüf maarifimiz
başımızda Bulgar komşularımızın tozlu çarıklarını de henüz kendi kendine yetişmiş sanatkarları teşvik
çıkararak koşup ilerlediklerini, sanayi-i nefise yolunu keşfedememiştir. Artık Osgan Efendi istediği
tahsilinde bizden oldukça uzaklaştıklarını gördük . . . kadar, istediği nutukları vererek suni kongrelerde
O h ! Mazi için bir şey söyleyemem. Onu musahhah [düzeltilmiş] tablolar teşhir ederek
nasıyesindeki [alnındaki] gülünç hutut-ı mevkiini temin, maarifi de terakkiden emin kılmaya
mağruranesi, lisanındaki kuru dava-yı azametiyle sarf-ı mesai etsin ve isterse Halil Beyefendi'nin
tıpkı servetini istediği gibi israfa alışmış bir infikakı [ayrılması] ile resim atölyelerini tam
228
kozasına çekilmiş ipekböceği devre-i nevmine [uyku fırçasına, Bulgarlığın afahat-ı milliye ve tarihiyesini
dönemine] terk ederek mektebin eski itiyad-ı söylettikleri halde, mekteplerinin şimdiki usul-i
tedrisinde devamını tercih etsin. Fakat iyi bilmeli ki tedrisatına pek karışnrmayarak, yetişen Mitov'larla
sanatın, sanayi-i nefisenin medeni milletlerde terakki programları ihzar [hazırlamak] ve tatbikte
olduğu gibi bu memlekette de alayişe [gösterişe] devam ediyorlar. Biz her neden ise hala otuz senenin
aldanmayacak açılmış gözleri, sihr-i elvan ile otuz istidadını büyütememiş fırçalardan bir keramet
boyanmayacak müdekkik [inceleyen] nazarları i tahsil bekleyerek istikbale milli artist yetişeceğini
mevcuttur. " Dostumun buraya kadar temadi eden ümit ediyoruz. Rica ederim, bana bu büyük
[süren] silsile-i şikayatı şimdi birden bir şelale muallimlerimizin Markvichka asar-ı mevcudesine
perişanlığı ile lisanından dökülerek beni ıslatmak müşabih [benzer] onda bir eserlerini gösterebilir
istiyordu. misin? İşte memleketimizde yetişmiş, Adada
"Hani," diyordu, "hani Istanbul'a gelince köşklere, Beyoğlu'nda apartmanlara, oldukça nüfuz
meşhudatını [gördüklerini], tetkikatını yazacak ve itibarlara sahip olmuş iki artist, otuz şu kadar
Bulgar sanayi-i nefise mektebi ile bizim mektebin sene Türk Sanayi-i Nefise Mektebi'ne muallimlik
nevakısını [eksiklerini] mukayese edecek, etmiş iki büyük profesör. Ne yapmışlar, safahat-ı
anlatacaktın; hani tecrübesine mağrur bir operatör milliyemizin kaç levha-i intibamı meydana
ciddiyetiyle, 'Bizde yanlış ameliyeler yüzünden koymuşlar . . . Azizim, biraz daha acı söylemek lazım
müzmin bir hal alan ceriha-i tedrisatın [öğrenimdeki gelirse bu memlekette henüz resim tahsili
yaraların] bir an evvel tedavisi elzem,' diyordun . . . " başlamamıştır. - Mimar kısmını da pek mazur
Arkadaşım, dudaklarından dökülen acı bir tutmazsam da tenkidini erbabına terk ediyorum -
tebessüm-i istizah ile devam ederek, "Yoksa senin de resim böyle vesaitle ileri gitmez. Ressam, milli
bir dimağ-ı celilü'l-asrın [çağın büyük bilginlerinin, ressam böyle yetiştirilmez. Son sınıfına gelmiş bir
zihinlerinin] tensib-i zatiyesiyle [şahsen uygun efendi bir encadrement bir ensemble ne olduğunu
bulmasıyla] iştira olunacak [satın alınacak] Avrupa öğrenmez, hala muavvec [eğik], münhani [eğri]
kopyaların mı var? Bir muhit-i takdirden pek sessiz çizgilerle işi ebuşe [ebaucher] ederse bu cehalet o
bir cereyan-ı nezaketle akmasını beklediğin bir zekada değil, o zekayı, o istidadı o çıkmaz yollara
mecra-yı istifade mi temin ettin . . . " Bu söz, zihnimde sevk edenlerde, o servet-i fikriyenin israfına hizmet
yeniliğine rağmen unutulmuş bir hatıra-i seyahatin edenlerdedir. İstomp [sromp], sos, Crayons Conte
ifşasına bir zemin-i münasip ihzar ettiği için, modası geçeli yarım asır var. Sanayi-i Nefise
"Hayır," dedim ve izah ettim. Mektebi'ne gidiniz, hiç şüphesiz çarşaf kadar kağıtlar
Refikim kopya resimler iştirası [satın alınması] ile üzerinde Conte kalemlerle büyük desenler çalışanlar
galeri tezyini [donatmak] fikrine hayretlerle karışık göreceksiniz. Fakat günahtır. İnsanın gezdiği
bir teessüf savurduktan sonra yine başladı: "Burası yerlerden ziyade doğduğu memleketin beslendiği
bence en ziyade ıslahata, tetkik-i hesabata muhtaç toprağına karşı unutulmaz bir borcu vardır. Bu, iki
bir daireye benzer, çünkü senelerden beri maarifin üç musahhah [düzeltilmiş] tuval parçasına maliki yet
sarfiyat-ı maddiyesiyle vatanın iktisabat-ı maneviyesi için hazır çekilmiş bir fırçanın iadesini temenni
206 arasında bir tevazün [denge] gösterebildiğini edenlere pişdar [öncü] olmak değildir. Bugünkü
hatırlayamıyorum. Eğer Maarif Nezaret-i edilesi bu hakikat-ı tersim, bugünkü metotlar dünkü milletleri
mektebin hal-i sabıkında [eski halinde] devamına bugünkü artistleriyle iftihar ettiren programları
muvafakat ediyorsa, bence, koca bir müesseseyi üç terviçte [yaygınlaştırmakta] musir [ısrarlı] olmaktır.
beş kişinin ictihad-ı musirranesine [ısrar ettiği Resim, genç dimağların birdenbire kolaylıkla
kararlarına] feda etmiş olur. Osgan Efendi'ler, anlayamayacağı bir felsefe-i sanatdır. Serbest bir
Mösyö Warnia'lar, Mösyö Valeri'lerle bu mekteb-i fırçanın reviş-i sihramizini [sihirli yürüyüşünü]
ali hiçbir vakit bir Türk sanayi-i nefisesini temsil göstermek, bir kütle-i elvanın [renk kitlesinin]
edemez. Bu zevatın mazideki hizmetlerini inkar enmuzec-i ihtiramı [yeni örneklerini] seyrettirmek
etmem. Mamafih profesörlüklerinde de düşünürüm. resim öğretmek değil, fikir öldürmek, nazarları
Osgan Efendi şayan-ı takdis bir sanatkar, Mösyö köreltmektir . . .
"
Valeri klasik metot sahibi bir artisttir. Eserleri Memurun "Beşiktaş'a çıkan! " nida-yı ikazı
Müzemizi tezyin edecek iki sahib-i hünerdirler. Lakin dostumun daha temadisine emin olduğum itirazat-ı
bu memleketin evlatlarına sanayi-i nefiseyi, milli muhikkine mecburi bir hatime [son] çekmişti. Şimdi
sanayi-i nefiseyi telkin edecek iki muallim değildirler. elimi sıkarak ayrılırken ilave ediyordu:
Bunu bütün mevcudatımla münkirim [inkar ederim]. "Mecmuanızın bu hususta sahte nezaketleri bertaraf
Esasen artist olmak muallim olmayı intaç etmez ederek doğru ve samimi fikirlerle sanayi-i nefise
[kapsamaz] . Bu, bizce yanlış anlaşılmış bir fikirdir. tamim ve intişarına pek büyük hizmetleri beklenir.
Alelhusus [özellikle] bir milletin sanayi-i nefise İstikbale hazırlanan milletler için münevver bir
müessesesine profesör olacak zat, o milletin terbiye-i şehrah-ı terakki [ilerleme yolu] ihzarında
fikriye ve hissiyesiyle perverde olmuş [beslenmiş], [hazırlığında] kırılacak hatır ve gönüller pek hesap
ananat-ı tarihiye ve sınaiyesinde derin bir vukuf-ı edilmez, anlarsınız ya . . . "
malumat ile yetişmiş, muktedir fırçası ile milli eserler
meydana getirmiş olmalıdır. Bulgarlar Çehli [Çek
asıllı] "Markvichka "nın [Mrkvicka] fikrine, ruhuna, 1 5 Mart 330 {1 9 1 4]
229
R E S S AM LARA D A İ R
elvanın [renklerin] büyük bir rol oynadığı görülürse
de bir hesap neticesi bütün elvan-ı mevcudenin
üssülesası üç maddenin iştirakinden ibaret olduğu
anlaşılır ki bunlar da " l'argile" killi toprak, " fes sels
metafiques emlah-ı madeni [madeni tuzlar], fes
-
olmak üzere kabul ettikleri şu asardide sanat-ı nefise tabaka-i mevcude üzerinde arzu ettiği resmi yapar,
taharriyat ve tetebbuat-ı arnika [derinlemesine bilahare çizginin konturu haricinde kalan aksam-ı
inceleme ve araştırmalar] neticesi bir usul-i ibtidai, zaideyi [fazla kısımları] kaldırarak yerine diğer bir
yani her tarafta aynı tarz-ı tatbik ile kendini tabaka-i mülevvine ilavesiyle böylece ameliyat-ı
gösterdiği anlaşılır. Mesela ilk insanlar avdan tersimiyesine devam edermiş. Truva Muharebesinde
207 avdetinde tesadüf ettikleri bir mahluk-ı acibi Yunan krallarını taşıyan gemilerin pruvasını tezyin
muhatabına tasvir ve izah için toprak veya taş eden resimlerin enkaz-ı metrukesi bu tarz sanatın
üzerine şeklini çizmekle yahut hayalinde tasavvur revaçyab [revaçta] olduğu zamana ait asar-ı
ettiği bir cismin tamami-i ihsası için onun şekl-i tarihiyedendir.
musavverini meydana getirmekle ifade-i meram Velhasıl resimde fırça istimalinin keşif ve tatbikine
ederlermiş ki bugün ufak bir tetkik neticesi hal-i gelinceye kadar ressamlık, fenn-i heykeltıraşi hemen
bedeviyetde [göçer olarak] yaşayan insanlarda henüz hemen aynı vadi-i mahdud dahilinde dolaşmış
bu tarz-ı ibtidai-i tersimin devam ettiği görülür. kalmış, sade elvan ile, sade ve kaba tarzdan
iptidai usul-i tersim tabiaten bir reng-i mahsusu olan ayrılamamıştır. Beşerin yed-i terbiyetine [eğitici
hamz-ı madeni [madeni tuzlar], killi toprak, bir de eline] geçen fırça, ilk devre-i tatbikinde icad-ı
nebatatın usaresinden mütehassıl [meydana gelen] mahasine [güzelliğin yaratılmasına] kadir bir lisan-ı
renklerden ibaretti. Bu renkler elde edildikten sonra beliği [açık dili], sanatın istidat ve kabiliyetini
istenilen eşya üzerine tersimi arzu edilen şekiller bir gösterince sanatkarlar boyaları da tetkik ve
değneğin veya parmak ianesiyle yapılırdı. İşte sanat-ı tetebbuda [araştırmada] bigane [ilgisiz] kalmayarak
tersimin bu vukuf-ı ibtidaisi bir kanun-ı tekemmüle elvanda [renklerde] derecat-ı ifade aramışlardır. Sıva
taban [uyarak] gittikçe eser-i terakki göstermeye üzerine nakış usulünün icat ve ihtiraı [buluşu] ile en
başlamış ve birçok usullerin müvellid-i zuhuru mühim vesaiti meydana çıkaran budur. Hakikaten
olmuştur. Gerçi bugün boya ile resimde muhtelif birinci tablolar namına layık asar-ı sanatkarane
230
vücuda getirmiştir. Vibert, bu devir res�amlarının geldiği zaman henüz keşfedilmediğine kani oldukları
istimal ettikleri mevadd-ı mülevvine erimiş yağın başkaları tarafından tatbik olunduğunu
balmumu, reçine tutkalı ve kireç ile karıştırılmış bir görmüşlerdi. Bu tarihte boyaya katılan yağa bazı
madde-i mülevvine-i hamiriyeden [renk hamuru ressamlar nebatattan çıkardıkları bir cevher-i
maddesinden] başka değildir, diyor. Ressam bu lüzuciye [yapışkan maddeyi] de yağ namı vererek
madde-i hamiriyi [hamuru] " cauterium " tabir edilen karıştırıp kullanıyorlardı. Yumurta sarısındaki
bir nevi kömürle dolu mangalın karşısında gezdirir mevadd-ı dühniyenin [yağlı maddelerin] istihracı
ve hararet tesiriyle bir mayi-i lüzuci [yapışkan sıvı] [çıkarılması, ayrıştırılması] henüz taammüm
haline getirerek kullanırmış. Fakat bugün bir keşf-i edemediğinden [yaygınlaşmadığından] reçinelerle
sathi neticesi terakkiyatı küçük tariflerle geçilen eski yağlı verniklerin boyaya şeffafiyet ve bir zenginlik
malzeme-i tersimiye pek şayan-ı tetkikdir. Tarih-i verdiği görülerek istimal ediliyordu.
imalinden asırlar geçtiği halde taravet-i levniyesini Bittabi Van Eyck terkib-i elvanı gayri mekşuf
muhafaza eden asar-ı nefise, ezcümle mebani-i [keşfedilmeden] devam ediyor, şüyu bulamıyordu
atikanın [tarihi binaların] harici duvarlarında [yayılamıyordu]. Mamafih yağ isminin intişarı
zamanın eyadi-i muhribine [tahripkar ellerine] sanatta bir teceddüd [yenilik] zuhura getirmişti.
maruz, fakat her dem taze ve nefis bir eser-i sanat Artık birçok ressamlar hususi tatbikatta devam
gösteren bazı tezyinat-ı mimariye sanatkaran-ı ederek birtakım yağlarla boyalarını ezerek
salifenin sanayi-i nefisede incelikle beraber nasıl bir kullandılarsa da tablolarının taravetini, ilk letavet-i
metanet-i cavidani [sonsuz dayanıklılık] teminine levniyesini temdide [sürdürmeye] muvaffak
hizmet ettiklerini bize pek açık bir surette ispat eder. olamadılar. Fakat bazı büyük profesörler de Van
Asar-ı nefisenin temadi-i mevcudiyetine pek ziyade Eyck'in sırr-ı mektumunu [ketum sırrını] keşf-i
ehemmiyet verilen zamanlardan mütevaris [miras zatileri sayesinde tatbik ettikleri için onlar da
kalan] bir de enkaz-ı mahcere [gizlenmiş kalıntılar] boyada yağ kullanılmasının kaşif-i hakikisi oldular.
vardır. Bugünkü hafriyat neticesi elde edilen 1450'de Flaman ve Hollanda mektepleri yağlıboya
mermerden mamul heykel parçalarında erbab-ı tarz-ı tersimini tatbik etmiş bulunuyorlardı. Kola ve
tetkik eski sanatkarların heykellerini bir tabaka-i reçine ile boyalara yağ karıştırarak resim yapmak
mülevvine dolayısı ile tesirat-ı hariciyeden muhafaza adeti böylece bir asırdan ziyade devam etmiştir.
ettiklerini keşfetmişlerdir. Nebatatı taktir [damıtma] Flandra'da Otto Venius, Rubens bu usulde devam
ile istihsal edilen bir vernik cevheriyle münhal ettiler. Rubens birinci tablolarını bu tarz-ı tersime
[çözünen] reçineden husule getirilen bu madde-i taban [uyarak] vücuda getirmiştir. Bilahare çok
mülevvine eski ressamların gaye-i emellerine ne boya ile resim yapmak usulü de başlamışsa da kola
suretle vasıl olduklarını gösterir. ile tıla etmek [cilalamak] adeti terk edilememişti.
1 88 9 Beynelmilel sergisinde teşhir edilen "lav" Rubens'den sonra sanatta bir inkıraz [çöküş] zuhura
parçası üzerindeki resim ise sanat-ı tersim [meydana] gelir. Ressamlar tarafından yağın
hakkındaki tarih-i mesainin hayretefza mebzulen [fazlaca] istimali bezlerin, panoların yağlı
muvaffakiyetler temin ettiğini mübeşşir [müjdeleyen] birtakım mağşuş [karışık] mevad [maddeler] ile
bir eserdir. Şuraya kadar malumat-ı mücmele [özet sıvanması, bunlara bir de terebentin ( terebenthine)
bilgiler] kabilinden izah ettiğimiz usul-i muhtelife-i ilavesi boyaların şeffafiyetini, sala betini
tersimi kurun-ı vustaya [ortaçağa] kadar devam [dayanıklılığını] zayi ederek asarın müruruzamanla
eder. Kurun-ı vustada boyaya balmumu karıştırmak harabiyetine sebebiyet vermiştir. On sekizinci ve on
yerine yumurta karıştırmak taammüm etti dokuzuncu asırlardaki ihmal ve teseyyüp
[yaygınlaştı] . Eski akaid [din] kitaplarının minyatür [ihmalcilik] ve bütün eski tecarib [deneyimler] ve
resimler işlenmiş parşömen kaplarında, eşya-yı keşfiyatın büsbütün nisyanına hizmet etmiş gibidir.
mukaddese hıfzına mahsus sandık tahtalarında, 1 830'daki tarzlar her şeyi alt üst ederek birçok yeni
kilise duvarları ile, bazı maabidi [mabetleri] tezyin tarzların teşaubuna [çeşitlenmesine] saha-i tatbik
eden üç satıhlı paravanalardaki resimler kuvve-i olmuşsa da hiçbirisinden netice-i matlube [istenen
zoS haliyeyi cami [içeren] yumurta sarısı ile reçineyi sonuç] meydana gelmemiştir. Herkes, her ressam
muhtevi boyalardan vücuda getirilmiş asar-ı "tarz-ı terkib"ini (formule) gizli tutarak hurafat
nefisedendir. [hurafeler] hikayelerindeki alchimiste' !er tavrı
Nihayet on beşinci asırla beraber yağlıboya da takınmakla kalmıştır.
kendini gösterdi. Fakat boyaya yağ karıştırmak Bir gün bu esrarengiz muhterilerden [icatçılardan]
meselesi her ne kadar bir münakaşa-i tarihiyeye birinin hırsızca atölyesine giren bir amatör, boya
sebebiyet vererek mesele-i keşfiye Van Eyck'e çekmecesinden Apollon Plenski [?] mayi-i tayyar
atfolunmuşsa da Vibert bunun keşfini eşhas-ı [uçucu sıvı] . . . ilh [ve diğer] etiketleriyle
malumeye atıf ve isnat etmeyerek, hataya-yı fikriye heveskarlarda hiss-i merak tevlit eden şişeleri
[yapılan hatalar] neticesiyle tatbik edildiğini çalarak tablosunda istimal etmiş, fakat biraz sonra
söylüyor. Filhakika gerek Van Eyck gerek biraderi kullandığı bu meçhul yağlar tesiriyle tablodaki
mesai-i keşfiyelerine, tatbikat-ı hususiyelerine elvanın yanıp karardığını görünce onların da bisud
kimseyi iştirak ettirmedikleri asar-ı sairede [çeşitli [yararsız] olduğu anlaşılmıştır.
yapıtlarda] mezkurdur [belirtilir]. Mamafih Van Bugün ressamlıkta eski kıskançlık ihtiyacı
Eyck İtalya 'dan Bruges şehrine biraderiyle beraber kalmamıştır. Esasen maddi kısmı ile iştigale
23 1
ressamların zamanı müsait olamayacağı da aguş-ı kabulüne bin zahmetle toplanmış asar-ı nefise
şüphesizdir. Bütün edevat-ı tersimiye [resim gözden geçirilirse on yedinci asırdan evvel on beşinci
gereçlerinin] ihzarı [hazırlanması] fabrikalara terk asrın metruka-ı bediasında elvanın taravet-i daimesi
olunmuştur. Fakat fabrikadaki sanatkarlar, insanı çok düşündürür ve o zaman en ziyade haraba
kimyagerler de Vibert'in dediği gibi fikr-i ihtira ve mahkum eserlerin yeni eserler olduğu ve olacağı pek
ticarete kapılarak mutantan [gösterişli] isimler iyi anlaşılır. İşte Vibert son mütalaasında bu hatayı
altında pomatlar, sigatifler, verniklerden fırçaya yeni artistlerden ziyade eski artistlere de atfederek,
varıncaya kadar levazımat-ı tersimiye meydana "Düşünemediler," diyor ve yenilerin şikayatına karşı
döküyorlar sonra yeni artistler, heveskarlar bunları şikayetle mukabeleye devam etmeyeceğini izah
düşünmeksizin, şüphe etmeksizin modaya riayetle ederek bugünkü ilmin vesait-i keşfiyesiyle unutulmuş
satın alıp kullanıyorlar. Halbuki bu, resim çalışacak ananatı [gelenekleri] taharri edeceğini
sanatkarlar için pek şayan-ı teemmül [etraflıca [araştıracağını], eslafın [seleflerin] kullandığı
düşünmeye değer] bir mesele teşkil eder. Her yenilik boyaları etüdiye ederek eski tecrübelerden güzel bir
bir moda tavsiye edebilirse bile her moda bir keşf-i esas-ı tersim çıkabileceğini söylüyor.
metin izhar edemez. Bunu sanatı tetkik ve tetebbu
etmiş ressamlar düşünmeli, yetişecek heveskarlara
irae-i tarik etmelidir [yol göstermelidir]. Müzelerin Mabadı var
Müdür-i mesul
Ressam Asaf
l \)j l
Bu kere zat-ı şevketsimat-ı hazret-i padişahi tarafından Osmanlı - Fransız muhadenet-i kadimesini [eski
antlaşmasını] teyiden, zıyaına [kaybolması] mebni [nedeniyle] Fransa sefarethanesine ihda [hediye] edilen
cennetmekan Sultan Selim-i Salis [III. Selim] hazretlerinin tasvir-i kıymetdarlarıdır ki Sanayi-i Nefise
mezunlarından ve Mabeyn-i hümayun katiplerinden ressam İzzet B ey e bairade-i seniye [padişahın
'
işte bir sima-yı pak-i saltanat, şevket ve şefkatin enmuzec-i bedii [güzel örneği]! . . Milli bir k ıyafet-i
zisatvet ki sahib-i ali-tebarına, mümessil-i tacdarına karşı Osmanlı milletinin hiss-i şükran ve imtinanı
teceddüd ve terakkisi nispetinde mütezayit [artan] ve mütealidir.
K I Z L AR I M I Z İ Ç İ N
TA B İ İ YAT- R E S İ M D E R S L E R İ N D E K İ E H E M M İ Y E T
zro iki sene evvel idi: Muallimlerinden bulunduğum tabiiyata, hilkate, ilahi sünnete karşı taşıdığımız
mektebin muktedir ve azum [azimli] , müteşebbis ve katmerli ve sınık [ kırık, perişan] cehil ve adavetimizdir
sebatkar müdürü heyet-i talimiyemizin [düşmanlığımızdır] .
[eğitimcilerimizin] huzur-ı halline [ huzuruna
halledilecek] bir mesele atmış ve her birimize de, Velev ki pek mücmel [özet] bir surette olsun, bir
mantıki ve fenni olmak şartı ile, bu husustaki insan teşrih-i nebati, vezaifü 'l-aza-yı nebati, tasnif-i
bütün muhakemat ve maruzatımızı meydana nebati, teşrih-i hayvani, vezaifü ' l-aza-yı hayvani,
döküp saymak hürriyetini bahşetmişti. Esas-ı tasnif-i hayvaniye dair esaslı malumat ve vukufu
mesele de idadiyemize [liselerimize] Alman Cadet olmazsa kendini, kendi sıhhat ve afiyetini kendi gaye
Mektebi tedrisatını kabul, adem-i kabul [kabul i hilkatini bilebilir m i ? Böylesine h ı fzıssıhha okutmak,
etmeme] şıklarından birini ihtiyar etmek [seçmek] ahlak ve ruhtan bahis açmak için ne kadar
idi. yorulmak . . . adeta kırk dereden su getirmek iktiza
O zaman ben Alman Cadet Mektebi tedrisatını eder [gerek ir] ! . .
[öğrenimini], yalnız milliyete temas etmeyen
kısımlarını istisna etmek üzere, aynen kabul için ne Halbuki ş u Alman programındaki "tarih-i tabii"
kadar har [ateşli] bir taraftari göstermiş idim. Hele o mebahisi [konusu] o kadar müfit ve mücmel [kısa], o
programın ta rüştiye [ortaokul] birinci seneden kadar mantık i ve mükemmel tertip edilmiştir ki ne tek
başlayan "ulum-ı tabiiye" [doğa bilimleri] derslerine bir hazfa [fazlalığa ] , ne de tek bir i laveye mahal
imrenmiş, bu gıptayı tevlit eden nokta-i nazarı vardır. Adeta o tarih-i tabii değil, bir zübde-i
şöylece anlatmaya çalışmış idim: tabiiyatdır [doğa bilimlerinin özetidir] .
Alman programında her şeyden evvel nazar-ı acizi Mektepte hepimiz makine okuduk, hatta haftada üç
büyük bir iştiyak [şevk] ve telehhüf [ istek] ile celp ders olmak üzere . . . Fakat bu dersten istifade edenimiz
eden ulum-ı tabiiyedir. lnfilak-ı hürriyetle asker "Ennadiru ke'l-madumi" [Nadir olan yok gibidir]
idadiyeleri programına " ulum-ı tabiiye" girmiş iken, fehvasına [sözüne] masadak [ uygun] değil midir?
bilinemez ki neden tart ve ihrac-ı muamele-i irticaiye Sebebi ise hiç şüphe yok, tabiiyattan, havass-ı esasiye-i
ve ceh ulanesine uğradı ? Emin olmalıdır ki eskiden ecsamdan [cisimlerin temel özelliklerinden] zerre
bizde en bol olan riyaziyecilikten [matematikçilikten] kadar haberimiz yok iken, onu sırf nazari ve hayali,
katiyen bir istifade ve intifa edemeyişimizin müstakil ve mücerret olarak tedris ve tederrüs etmiş
[yararlanamayışımızın] sebeb-i yeganesi riyaziyeye en olmaklığımızdır. Elde şakırdar liralar olmadıkça,
muhkem [ sağlam] istinadgah [dayanak] , en vasi iktisat ve sarraflıktaki melekeden, rüsuhtan
[geniş] zemin-i tatbik olan " ta biiyat"a hiç de [ beceriden] ne hayır olur? " Makine" bütün
ehemmiyet vermemiş olmaklığımızdır. Marifet-i kaidelerinde kavanin-i tabiiyeyi muhafazaya
diniyemizin bile esas-ı metini " Men arafe nefsehu" mecburdur. Bugün en yeni ve en makbul "tasnif-i
[Kim kendini, nefsini bilirse] fermude-i ulum" kadrolarında bile makine " ulum-ı tabiiye-i
hakikatnümudu [hakikati gösteren buyrultusu] ile riyaziye" idadına [arasına] ithal edilmiştir. Ve işte
"tabiiyat" iken ve kitab-ı mecidimizde bile yer yer bunun için değil midir ki " Alman programı " nda
"tabiiyat" en vazıhü' l-meal [anlamı açık], en beliğü 'l " makine" müstakil bir ders değil, hüccet-i vahdet ve
makal " ayat-ı beyyinat-ı ilahiye" [apaçık ilahi ayetler, irtibatı [ birbiriyle birlik ve bağlantıları] nazar-ı
işaretler] olmak üzere gösterilir iken ve bir çocuğa da ehemmiyete [dikkate] alınarak " hikmet-i tabiiye"de
en evvel talim ve tedrisi lazım gelen mevad [bilgi ] , en ancak lüzumu kadar gösterilmektedir? Muvahhit
evvel ve en çok temasta bulunduğu haysiyetle, en olduğumuz [üzerinde birleştiğimiz], her milletten
kolay idrak ve istifade edilebileceği tabiiyat iken bizde ziyade okuttuklarımızdan amelen [ pratik olarak]
en çok mühmel ve mensi [ihmal edilmiş ve unutulmuş] istifadeye muhtaç bulunduğumuz halde derslerdeki bu
kalan odur. hüccet-i vahdeti, bu gaye ve menfaati nazar-ı
ehemmiyete almamış, daha doğrusu anlayamamış
Ancak tabiiyattır ki hepimiz daima kendisi ile bulunmaklığımız ne yaman bir feyizsizliktir! . .
doğrudan doğruya irtibat ve m ünasebette bulunuruz.
Bizi muhit olan [çevreleyen] ve hatta bizde hakim Netice-i kelam: Biz d e artık o köhne ve hayide
bulunan tabiiyat değil midir? [değersiz], o akim ve pejmürde tarz-ı tedrisi bırakıp
ulum-ı tabiiyeyi, ulum-ı riyaziyeyi tıpkı onlar gibi,
Riyaziyeyi semeredar edecek, onun nasıl cihanşümul onlar kadar okutalım, tarih, coğrafya, lisan, akaid
ve velut [verimli] ve en kati ve müstakil bir ilm-i asil [din] derslerinde, bu tedrisat-ı milliye ve diniyemizde
olduğunu gösterecek tabiiyattır. Diyebilirim ki bugün de onların usul-i intihab ve taksimini, tarz-ı tertib ve
maddi ve manevi körlüğümüzün, topal lığımızın, rakibini kendimize meşk [görev] ittihaz eyleyelim,
cılızlığımızın h ülasa bütün zava llıl ığımızın sebebi haza [ işte] sırat-ı müstakim [doğru yol ] ! . .
234
O zamanlar bu 1ayihamız, bu mütalaamız en çok tedrisatın nikat-ı esasiyesini [esas noktalarını]
beğenilmiş ve mucibince [uyarınca] programlar taayyün ve tavazzuh etmeli [açıklık kazandırmalı] ki il
tertibine bile başlanmış iken yine bakıyorum, "fenn bu yolda gösterilecek himmetin en ziyade bu esaslar
i mihaniki" [mekanik bilimi] hala idadilerimizden üzerine tevcih [yönelmesi] ve tahşidi [derlenmesi]
yine eski şekil ve kıyafetinde, eski nazarilik ve mümkün olsun.
istiklalinde paberca-yı inad ve ısrar [ısrar ve inatla Bizim nokta-i nazarımıza göre uzviyet-i milliyemizi
sabit] ! Sonra dönüp tarihe, tedrisat-ı milliye kısmına kemiren iki nevi hasar-ı perişani, hüsran-ı nadani
bakıyorum: Hala eski tertip "kurun-ı ulayı da, [cehaletin hüsranı] vardır. Bunu en güzel anlamak
uhrayı [ilkçağı ve son çağı] da bütün kavim ve için bugün ekseriyeti temsil edebilecek bir kadınımızı
milletleriyle, hükümet ve devletleriyle aynı tarz ve göz önüne getirmek kifayet eder.
zn ehemmiyette, aynı derece-i tafsil ve izahda okutup Bugün umum erbab-ı kalemimizin, eshab-ı nutuk ve
gidiyoruz! Türklük, Müslümanlık hala eski zulemat-ı beyanımızın mahv ve istisaline [kökünden sökmeye]
mechuliyet [bilinmez karanlık], eski telkinat-ı çalıştığı, şüphe yok ki adat ve ananat-ı diniye ve
müstebidde [baskıcı telkinler] içinde. Halbuki işte milliyemiz içine, mukteza-yı cehl ve istibdad
milel-i mütemeddine, programları hiç de böyle değil, [istibdat ve cehaletin gereği] olarak, sonradan
her millet, tarihi ancak kendi milletini en mükemmel girebilen birtakım hurafat [hurafeler] ve ebatıldır
en etraflı öğretmek için, bütün edvar-ı [batıl inançlardır]. Bizim bir türlü cihan-ı sanaat ve
mütekaddimesiyle [geçmiş devirleriyle] görebilecek terakkiye, hayat ve faaliyet ve tekamüle
vecih [üslup] ile okuyor. giremediğimizin sebebi hep budur.
İşte bugün iptidaiye tahsilinden bili ti bar [geçerek] Bu hurafatı, ebatılı en ziyade yaşatan, bilhassa
resim tedrisatı [öğrenimi] gören ve görecek olan terbiye zeminine sokup büyüten ise, ekseriyet
kızlarımızı düşünürken, tabiatiyle bizim, hatta itibariyle kadınlarımızdır.
ekseriyet havassımızın [seçkinlerimizin] bile resim ilmi ve fenni bir terbiyenin bizde teessüs
tedrisatına nasıl baktığımız, bilhassa da bu tedrisatı edememesine başka bir sebep aramaya hiç de hacet
da ne kadar gayri tabii, ne kadar dar ve müstebit bir yoktur. Bugün ekseriyet-i nisamız [kadınlarımızın
daire içinde takip ettiğimiz hatıra gelmemek çoğu], hatta ekseriyet-i zükfırumuz [erkeklerimizin
mümkün değil. çoğu] hayat, hilkat, terbiye, tekamül hakkında en
Ulum-ı tabiiyeden nasibi pek cüzi olan bir millet iptidai esaslardan, esas fikirlerden mahrumdur. Şu
elbette en tabii ve alim ve cahile bile, bir dereceye kadar ki bu mahrumiyet kadınlarımızda pek daha
kadar, esma-i merama [niyeti duyurmaya] muktedir ziyade, pek daha zulmani [karanlık] ve elimdir.
bir hatt-ı umumi demek olan "resim"i mühimsemez. Kadın kafasını, analarımızın zihniyetini ilim ve fen
Güzide muallimlerimizden, muktedir ve müteşebbis ile tenvir ve tenmiye etmedikçe [geliştirmedikçe] bu
mürebbilerimizden İsmail Hakkı Bey'in gerek Bilgi mahrumiyetten halas bulamayız [kurtulamayız],
gerek Terbiye mecmualarında, adeta ufak birer milel-i müterakkiye [gelişmiş, ilerlemiş milletler]
risale şeklindeki izahatı elişlerinin ve resmin idadına [arasına] da dahil olamayız. Bu izae
minkülli'l-vücuh [her açıdan] halk [ortaya çıkardığı] [aydınlanma] ve terbiye ise, ders kadrolarında ulum
ve temin eylediği melekat [yetileri] ve fevaidi ı tabiiyeyi en başa geçirmekle olur. Kadının gaye-i
[yararları] pek salahiyetkarane tafsil ettiği hilkati, vazife-i fıtratı [yaratılıştan vazifesi]
[ayrıntılarıyla açıkladığı] için, biz o vadide ne yeni düşünülerek gösterilecek tabiiyat dersleri ile olur.
bir şey söyleyebiliriz, ne de onları tekrarı muvafık Bir kadını dalalet-i fikriyeden [yanlış düşüncelerden]
buluruz, mamafih sırası geldikçe usul-i telkine kurtarmak, bilhassa millete en büyük ziyanı
tevfiken [uygun olarak] tekrarı da, hatta aynen dokunan dalalet-i terbiyeviyeden şehrah-ı salah ve
olmak üzere tekrarı da bir vazife bilenlerdeniz. felaha çıkarmak ancak kendisini ulum-ı tabiiyeden
Bugün yevmi [günlük] ve üsbui [haftalık], nimmahe lüzumu kadar nasibedar etmekle olur.
ve şehri [on beş günlük ve aylık] tekmil gazete ve Bu suretle yetişecek analardır ki hayat-ı şahsiyelerini
risalelerimiz, müstakil kütüb ve müellefat-ı her dem mütekamil ve müterakki, hazziyat-ı saadet
cedidemiz [yeni kitaplar ve yayınlarımız] gözden ve teali olmak üzere yavrularına, torunlarına tevdi
geçirilirse, derhal görülür ki milletin ikaz ve intibahı, edebilirler. Mensup oldukları millete açık fikirli,
bir milletin tesis ve iladı [yaratılması] için adeta çelik pazulu, pür şevk-i hayat bir nesil yetiştirirler ve
umumi bir karardadelik [kararlaştırılmışlık] var. Şu böyle bir terbiye görüp gürbüzleşmiş evlad-ı
kadar ki bu kararın saha-i tatbikdeki şerait-i kemiye vatandır ki ahz-ı intikama [intikam almaya]
ve keyfiyesi [niceliği ve niteliğinin koşulları] ne o muvaffak olur.
kadar izah ve tafsil, ne de o kadar yekdiğerleriyle Yoksa kızlarımızın zihniyetini ulum-ı tabiiye ile,
mukabele ve telif edilmemiştir. tabiiyat ile canlandırılmadıkça, tabii ve mantıki
Bizim şu musahabemizde esasen anlatmak muhakemat ve mukayesatta buluna buluna bir
istediğimiz, işte ancak bu noktadır. Bir milliyet-i meleke-i isabet ile teçhiz edilmedikçe bu hüzal-ı milli
münevverenin iladı için asıl vazife-i tevlid [çocuk [milli zayıflık] , bu zaaf-ı umumi-i bünyevi izale
doğurma görevi] ile mükellef [yükümlü] ve olunamaz, iflas-ı umumi önüne geçilemez.
muvakkar [şereflendirilmiş, onurlanmış] olan kısm-ı Şimdiki kadınlarımızın perişani-i batınisini,
güzin-i ictimaımız, mini mini kızlarımızın bidayetten muhakemat-ı mantıkiyedeki maluliyetlerini şöylece
[baştan] nihayete kadar takip edecekleri terbiye ve bir parça kurcaladıktan sonra perişani-i zahirilerini,
235
3 1 3 {1 897] senesi Osmanlı- Yunan seferi safahatından: B İ R LEVHA-i ŞEHAMET
Ressam Selim Meşaka Bey 'in asarından
ev ve evleri haricindeki kılık ve kıyafetçe, tertip ve duyabilenler olarak] yetiştirmek için de çare-i yegane
intizamca olan zavallılıklarını da biraz düşünelim. onların bugün iptidaiyeden [ilkokuldan] başlayacak
Bugün değil evini, üstünü başını muntazam giyen resim derslerine verilecek fevkalade ehemmiyet ve
kaç ana vardır? Başta saçlar, ayakta çoraplar, itinadır.
bunların bağları daima bir perişani-i müntehadan Hiç unutmam: Edirne'de Darüledeb Mekteb-i
[perişanlığın son raddesinden] irae eder [gelir]. Hele Hususisi 'nde iptidaiye sınıflarına resim tedrisi için
elbisenin intihab-ı reng ve nakşından tutunuz da mektebin ders nazırı öteye beriye başvurmuş ve
tarz-ı telebbüsüne kadar acınacak bir bayağılıktadır. Alman iptidaiye mekteplerindeki tedrisatı irae eden
ziz Vakıa erkeklerimiz bu hususta daha ileridirler, lakin [gösteren] bir defter de getirtebilerek mektebimizce
düşünmeli ki kadınlık daima temiz ve hatta güzel bir bunun esas ittihaz edebilmesini tensip ve tasvip
kisve-i kıymetdara şayestedir, çünkü kadınlık haddi eylemiş idi. Lakin askeri, mülki idadiyelerinden bu
zatında inceliktir. Hüsn ü cemalin, şiiriyet ve yolda tedrisatta bulunmak üzere, nimfahri [yarı
bediiyetin de zihayat timsali [canlı örneği] ancak gönüllü] celp ve tedarik edilen resim muallimleri bu
güzel bir kadın, bir kız olabilir. Bayağılık ve usul-i tedris hakkında o kadar aleyhtarane
kabalıkla alude olan [bulanmış] bir güzellik ise, bulundular, davrandılar ki bizde de bir mutaassıb-ı
hiçbir zaman sevimli olamaz, temaşagerde ümmi [okuryazarlığı olmayan tutucu] ancak bu
[seyredeninde] sevgi uyandırmayan güzellikte de ruh kadar resim aleyhtarlığı gösterebilir. Bizde
bulunamaz. hudayinabit [kendi kendine] yetişmiş, tıpkı yetiştiği
Demek isteriz ki kızların, kadınların en büyük, en gibi yetiştirebilir itikadına saplanıp kalmış, hayat-ı
tahammülfersa [dayanılmaz] kusur ve noksanları fikriye ve şime-i tetkik ve tetebbudan [eleştiri ve
ancak bayağılık ve kabalıkları olabilir. Etvar ve araştırma özelliğinden] büsbütün uzak yaşamış ve
harekatında, mişvar [tarz] ve muamelatında yaşar ressamlar, muallimler, mürebbiler, hatta
kabalıktan kurtulmayan, ruhunu kadınlığa has bir doktorlar, hatta bütün sınıf-ı mürşidin ekseriyetle
incelik, bir zarafet ile yükseltmek yolunu bulamayan bugün bu haldedir.
bir kadın, bir ana mümkün müdür ki yavrusuna Bugün gibi hatırımdadır: Bu nimfahri muallimler bu
büyük bir gaye, bir mefkure-i milliye telkin etsin? usulün bütün fenalığını "oyuncak, rezalet! "
Çocuklarını hissen hüsn ü cemale, hayır ve kemale, kelimeleriyle hülasa ediyorlardı, çünkü burada
şiiriyet-i an ve hale karşı hassas ve müteheyyiç çocukların önüne matbu birer model koymak, alt
[coşkulu] olur yetiştirsin? .. tarafını da Hakka ısmarlamak yoktu. Çocukların en
İşte bugünkü kadınlarımızın, bir perişani-i çok ve en yanlışsız bildikleri resimlerden, mesela
kalenderane ile bir fikr-i zevk tarafından mahsur ördeklerden, ördeklerin ilkönce nazara çarpan
yaşayan muhterem validelerimiz ve muazzez vücutlarının mürtesimat-ı ufkiyesinden başlanıyor.
hemşirelerimizin müstahliflerini [kendinden Diğer derslerde ayaklarının, başlarının da
sonrakileri] kıyafeten, amelen, hasılı yaşayış mürtesimatı [resimlenişi], eğlenerek ve çocuklar da
itibariyle intizamkar, hissiyat-! aliye ve teheyyücat-ı epeyce eğlenerek ördeklerin tam ve sahi.h birer resmi
bediiyeden nasibedar [güzellikten heyecan çıkmış oluyordu.
236
Şark 'ın saf ve masum, ceyyid ve bakir bir bedia-i zihayatı
Ressam Selim Meşaka Bey 'in asarından
237
Atlas üzerine guvaşla işlenmiş bir peyzaj (Ressam Hasibe Hanım asarından)
Demek isteriz ki resim göstermek için de yalnız tedris takip edilmemiştir. Öteberi öğrenenlerimiz bu z r4
ressam olmak kifayet etmez. Belki bugünkü öğrendiklerinin en tabii ve bunun için de en kolay
ressamlığın, iptidai ve tali resim tedrisatının istinat nasıl öğretilebileceğini kendi kendilerine hiç
ettiği kavaid-i usuliyeyi, usul-i talim ve tedrisi de düşünmemişlerdir. Binaberin [bu yüzden] gerek
esaslıca bilip kavramış olmak lazımdır. küçük, gerek büyük kızlarımıza resim tedrisatında
Unutmayalım ki bizde şimdiye kadar bulunacak zevatın bizde "ressam" adını
mekteplerimizde ne bir usul-i terbiye, ne bir usul-i alabilmesiyle beraber, usul-i aşina, oldukça usul-i
Guvaşla işlenmiş ateşin güllerle müzeyyen köşe Guvaşla işlenmiş sarı güllerle müzeyyen köşe yastığı
yastığı numunelerinden numunelerinden
240
Tabii simalardan: B İ R DERVİ Ş
242
;!
.; '.,.-
eç,�'
243
Mahkume-i harab-ı asar-ı metruke-i eslaf [seleflerin harap olmaya mahkum eserlerinden}
1
ANA D O LU H i SARI NDA AYAZMA Ç E Ş M E S İ (Ressam Osman Asaf Bey 'in ·a sarından)
244
M E F K U R E - İ SA AT
H i s V E H AY A L
246
SANAY İ - İ N E F İ S E M İ Z D E
Asalet-i haseb [soydan gelen asaletlerini] ve necabet kadirdani, bir bediaşinasi gösteren ekabir-i millerden
i neseblerini [asil soylarını] ancak mehere-i ümmet razı olsun, işte bugün, Oymacı Fahri-i Bursavi'nin
[ümmetin mahirleri, usta sanatkarları] ve bazı asarına biz ancak böyle zevatın vücudu ile
sanatkaran-ı milletin asar-ı nefisesine karşı perverde destres olabiliriz [ulaşabiliriz] .2 Bugün ufak
i incizab ve meclubiyet, bu uğurda sarf-ı nukud hükümetlerde bile misli olmayan "hususi bir müze"
[nakit sarfı] ve bezl-i fedakari ile cidden hiss-i denecek derecede milli asar-ı nefisemize malikiyetle
mahzuziyet eyleyen [hoşnut eden] bazı ekabir ve bahtiyar Keçecizade Reşad Beyefendi'de Fahri
eal!miz [yüce kişilerimiz] olmasa, pek büyük bir oyması bir "keşkül" ve Sadrazam Prens Said Halim
zıya-ı milliye [milli kayba] uğrayacağımız muhakkak Paşa hazretlerinde de bir enfiye kutusu, Bursalı
idi. Allah, bu gibi milletimizin irfanen ve sanaten Hezarfen Değirmencizade Hacı Ibrahim Efendi3
büyüklüğünü temsil eden asara karşı pek samimi terekesinde bir "Nasihatü'l-hükema" manzurum
,,
l./
249
oldu. Rakımü'l-hurufda da bazı Fahri oyması üstadın imza-i mahsusunu, ketebe-i sanatkarisini
murakkaat var idiyse de nefais-i asar-ı lslam'ı havi olanları bunlardan kolay tefrik edilebilir.
takdirde gayeye vasıl bulunan Bursa vali-i alisi Prens Osmanlı Ressamlar Cemiyet-i muhteremesinin
Abbas Halim Paşa hazretlerine ihda [armağan] neşrettiği şu risale-i şehriyenin umum asar-ı nefise-i
eyledim. Son Aksaray harik-i kebirinde [büyük milliyemize, sanayi-i nefise-i lslamiye' nin bütün
yangınında] Fahri oyması büyük ve muteber bir şuabatına sahifelerini, fedakar bir aguş-ı himayet ve
eserin tuame-i lehib olduğu [alevlerin yok ettiğini] nevaziş şeklinde, güşade [açık] bulundurması ve bu
da telehhüfle [çaresizlik içinde] mesmuum olmuş idi derece umumi ve şümullü bir fikr-i sanatkaranenin,
[duymuştum] . bir zevk-i bedayiperveranenin millette ikaz ve
Yerini bulamayan, cehil ve onun mukteza-yı tenmiyesine [geliştirilmesine] herdem mütezayit
menhusu [uğursuz sonucu] bulunan kadirnaşinas [artan] bir faaliyet ve itina ile çalışması cidden
[kadirbilmezlik] ve lakaydi yüzünden mahvolan kim takdir ve tebcillere [saygılara] şayandır. Kaviyen
bilir daha ne gibi asar-ı nefise ve hatta sanatkaran-ı memul olunur [beklenir] ki ehil ve erbabı tarafından
mütekaddimin [geçmişteki sanatçılar] vardır ki bu mesai bir iştirak-ı milliyetperverane, bir refakat-ı
bugün bizce ne görülmüş, ne de namı işitilmiştir! bedia perestane ile tetvic edilir [taçlandırılır].
Yalnız yazıya inhisar etmek üzere, Fahri'den başka
Nakşi ve Şehri İbrahim Efendi namında meşhur bazı 9 Nisan 329 [1 91 3}, Çengelköy
oymacılarımız daha gelmiş ise de, Fahri derecesinde Bursalı Mehmed Tahir
izhar-ı istidad ve kemal edememişlerdir.
1 123 [ 1 71 1 ] tarihli Şehri İbrahim Efendi'nin dişi bir
tekmil "Kaside-i bürde" oyması Bayezid'de Bu eserin bir nüshası Bayezıd Kürüphane-i Umumisi'nde, bir
Kütüphane-i Umumi'de bulunmaktadır. nüshası da Üsküdar'da Atlamataşı'nda Selim Ağa
Kütüphanesi'nde bulunmaktadır.
Fahri oyması olarak Bedestan'da dahi fildişinden 2 "Fahrü'l-Bursevi hatları var. Bu Fahri'nin dahi oymalı hatları ne
memul ufak bir kama kını bulunduğu da Reşad bugün de görülmüştür, ne de ileride görülecek! Cenabı Rabbü'l
Beyefendi'den mesmuum olmuştur [duymuştum] . izzet buna öyle bir kuvvet-i basar vermiş ki
227 Fahri oymasının nedretine, marufiyeti derecesinde güya çeşm-i şebb-i çirağ imiş. Hatta bir Gülistan, bir Bostan
kitaplarını öyle oyma ermiş ki Hakka merrebe-i icazdadır."
haiz-i bediiyet olmasına mebni onu takliden şurada Evliya Çelebi.
burada, bazı oymacılık asarı var ise de, hazreti 3 Bu zarın da ayrıca tercüme-i hali yazılacaktır.
251
VAS I F BEY
228 Zamanın perde-i nisyanı [unutuluşun perdesi] yazmakla umuma tanıtmak istediğimiz bu aşık-ı
arasında kalan eazımın [büyüklerimizin l tercüme-i sanat, hayat-ı sınaiyesini yaşatacak bir mevkide
halini yazmakla hizmet etmek, eslafımıza bulunmuyor. Bu da selefleri gibi gubar-ı nisyanla
[önceli erimize] karşı bir hiss-i kadirşinasi örtülecek eciinibin [ecnebilerin] takdirine, alkışlarına
uyandırmak istiyoruz. Mazi ile hal mazhar olan sanatı nefsine inhisar
arasında bir rabıta tesis etmek edecek, bu ihmal-i lakaydi
suretiyle pek büyük işler görülür. karşısında lisanımızı bağlamayı,
Ömürleri kadar kısa bir muarefeden hissedilen tesiri gizlemeyi
[tanışıklıktan] sonra herkes gibi hazmedemiyoruz. Neden gençler bu
mühmelane [ihmal edilmiş] bir heykel-i ziruh-ı sanatın bedayiini
surette ebedi çukurlara tevdi edilip yaşatmasın, neden deha-yı sanatı
unutulan, eyyam-ı hayatiyelerindeki evlad-ı vatana miras kalmasın,
[yaşamları boyunca] fikdani-i neden Vasıf Bey müstait [yetenekli]
vesaite [araç gerecin eksikliğine] bir kütle-i vatanın dimağına isale-i
rağmen harikalar gösterdikleri halde feyz etmesin [ışık saçmasın]. Evet,
vatanın sahne-i vesiinde [geniş neden sanayi mekteplerinden birine
sahnesinde] lisani bir mevki bile muallim tayin edilmek suretiyle hal-i
kazanamayan erbab-ı sanatı tanımış, ihtizara [can çekişir duruma] gelen
onlarla bir rabıta-i muvaneset sanayi-i nefise-i lslamiye'ye karşı
[kaynaşma ve irtibat] temin etmiş gençlerimizde bir aşk, bir incizap
olsaydık, sanatı bıraktıkları yerden [çekim] uyandırılmasın. Ümit ederiz
ileri götürecek eller, eserlerini tetvic ki işe adam arandığı şu sırada
edecek [taçlandıracak] daha alakadar-ı makam bu hale lakayt
mütekamil şahsiyetler vücuda Risalemizde münderiç kalamaz.
getirirdik. Evet, Şark' ın affedilmez tasvir-i kıymetdarın Vasıf Bey anası! [aslen]
kabahatlerinden biri de milletin fi/dişinden çerçevesini imal İstanbulludur, çorak bir muhitin, bir
ruhunu besleyecek şahsiyetleri asarı eden Bahriye
muhit-i sanatın bu harikanüma
ile beraber defnetmesidir. [harikalar gösteren] dehası, 300
Binaenaleyh, zararın neresinden mütekait/erinden [ 1 8 84] tarihinde Bahriye sıbyan
dönülse kardır, bari zamanın sanatkar-ı şehir {ünlü idadisine dahil olduğu zaman
hudayinabit [kendiliğinden] sanatkar} Vasıf Bey sanayi-i nefiseye karşı duyduğu aşk
yetiştirdiği, halen yaşayan feyzbahş ve merak az zamanda istidad-ı
simaların lamia-i sanatını [sanat ışığını, pırıltısını] sanatkaranesini inkişaf ettirmiş, zade-i sanatı ile
söndürmeyelim; bu nurlar gençlerimizin rehnüması erbab-ı takdirin nazar-ı hayretini celbe muvaffak
[rehberi] olsun. İşte Vasıf Bey, Şark'ın muhterem bir olmuştur. Mektebin sanayi şubesinden, fikrinin
simasıdır. Tercüme-i halini [yaşamöyküsünü] kucakladığı malumatla şahadetname alan bu
Abanozdan mamul çekmecenin sedef işlemeli kapağı (Sanatkar-ı şehir Vasıf Bey)
252
Sanatkar Vasıf B e y in zevk-i bediisindeki rikkatle dest-i maharetindeki dikkatin
'
hüsn-i imtizacını pek vazıh gösteren Sultan Selim-i Salis [III. Selim] tasvir-i
kıymetdarına mahsus musanna {taşlı] çerçeve
mütehassıs, fildişinden imal ve hakan-ı sabıka ederek bilimtihan [sınavla] Tavşan Fabrikası
[önceki hükümdara] takdim ettiği gayet nefis bir müdüriyetine tayin edilmiş ve bu suretle evlad-ı
filika modeli üzerinde sanatın bütün inceliklerini, vatana dest-i maharetini uzatmışken ilk tensikatın
bütün güzelliklerini göstermek suretiyle kendisini [işten çıkarmanın] mecra-yı tabiiyesine kapılarak
tanıtarak, maharetine binaen Sarayın hususi tekaüde [emekliye] sevk edilmiştir.
imalathanesine memur edilmiştir. Fabrikada iken, İstanbul'u ziyaret eden İngiliz
Zamanın kuyud-ı ihtirazı içinde mesleğiyle hasbıhal amirali Curson'a Bahriye Nezareti tarafından hediye
eden bu mübeccel sima Osmanlı sanatkarlarının edilen fildişinden mamul nazarrüba [göz alıcı]
yüzünü ağartacak asar-ı nefise vücuda getirdiklerinden Osmanlı arması fevkalade takdir edilmiş ve İngiliz
dolayı tebrike şayandır. Zade-i sanatı meyanında hükümetinden Bahriye Nezareti namına bir
[arasında] Almanya imparatoruna hediye edilen sedef teşekkürname gelmiştir ki bu şerefin mumaileyhe
işlemeli Kız Kulesi'ni musavver levha ile İngiltere Kralı aidiyeti tabiidir.
1. Edward hazretlerine takdim olunan sedefli Bu defa Fransa sefaretine hediye edilmesi
paravanda asar-ı İslamiye'yi cidden temsil edecek musammem [kararlaştırılmış] Sultan Selim-i Salis
derecede pek büyük bir ruh, bir ruh-ı sanat vardır. [III. Selim] hazretlerinin tasvirine [portresine]
1 3 1 3 [ 1 8 9 5- 1 8 9 6 ] Yunan muharebesinde maluline mahsus arabesk ve Türk usul-i sanatının imtizacı
2 29 [malüllere] imal ettiği suni ayaklar kolağalığa terfiini [karışımı, birleşimi] ile vücuda getirdiği çerçeve,
mucip olmuştur. gazetemizin bu nüshasını tezyin ediyor. İrtifaı
Hayat-ı sanata bir serbesti-i cereyan veremediği [yüksekliği] 2,5, arzı [eni] 1 ,5 metre olan bu
cihetle senelerce asabiyeti tenmiye eden [artıran] nazarfirib [göz alıcı] eseriyle Vasıf Bey'in maharet-i
Saray hayatından usanan Vasıf Bey, Meşrutiyet'in sanatkaranesi takdir edileceği cihetle mir-i
ilanı üzerine bu dar ve müziç [bıktırıcı] yerden mumaileyha [adı geçen beyefendi] hakkında fazla
kurtulmak emeliyle Bahriye Nezaretine müracaat söylemeyi zait [gereksiz] görürüz.
253
Sanatkar-ı şehir Vasıf Bey 'in sedef işleme bir masa sathı
23 0 " PALETTE VÜCU D U E LZEM O LAN RENKLER İLE 1 6 6 8 ' de alizarin suni olarak istihsale başlanmıştır.
B ÜYÜK RESSAM LARI N İSTİMAL ETTİKLERİ RENKLERİN Bu boyanın sanayide istihlakini takdir için 1 8 73
ESAM İ S İ , B OYALARI N YEKDİ GERİYLE İMTİZACI N D AN senesinde 90.000 kilo imal edilmişken bundan
MÜTEVELLİT TEGAYÜRAT, YAGLAR VE TES İ R i " sonraki senelerde mikdar-ı istihsalatın 2 .500.000
HAKKINDA MALUMAT A R Z U E D EN G E N Ç ARTİSTE kilograma vasıl olduğu söyleniyor. Havassı
[nitelikleri] saf alizarin ispirto derununda [içinde]
tebellür etmiş sarı, ince, tulani şekillerde nümayan
İnce kırmızı Laque (ine olur [görünür] . Mahir kimyageran [kimyagerler] bu
Adi kırmızı Laque ordinaire maddeden birtakım imtizacat-ı kimyeviye [kimyasal
bileşimler] neticesi portakali, mavi, yeşil, menekşe
Bu kırmızılar Meksika'da bulunan kunduz alizarin renkleri de istihsal etmişlerdir. Alizarin
böceğinden çıkarılır. Hasılat-ı ifraziyesi [salgısından boyaları duvar resimleri için sulu ve yağlı kısımlara
elde edilen] saf Carmin karmen kırmızısından
- ayrılmıştır. İnce resimlerde yani tablolar için istimal
ibarettir. Bu kırmızılar salabet-i levniyeye [renk eyleyecek [kullanılacak] alizarin boyalarını (alumin)
dayanıklılığına] malik olmadıklarından gibi şeffaf bir vasıta ile karıştırarak vücuda
yağlıboyadan ziyade belki suluboyada kullanılabilir. getirirler. Alizarin asıl kırmızı rengi vermez,
Mösyö Soniye alizarini kuşnil [cochonille] ile kırmızılar şarap rengine mail [yakın] olduklarından
karıştırarak daha mukavim lekeler elde ettiğini iddia hal-i tabiideki alizarinde ne o hassa-i hamret ne de
ediyor. Bunlardan maada laque rose Bengal- Bengal tabii garans kırmızılığı vardır. Hatta biraz kalın bir
kırmızısı, mauve, violet pourpre, carthome ilh [ve tabaka halinde bulunan alizarinde bilahare
benzerleri] gibi madenkömüründen çıkarılmış esmerimsi lekeler şekline tahavvül edici madeni
anilinli kırmızı boyalar mevcut ise de bunlar teressübat-ı eslriye [uçucu çökeltiler oluşturma]
diğerlerine nispetle daha salabetsiz [dayanıksız] kusurları da vardır. Bir zamanlar mahazir-i
olduğundan kullanılmamalıdır. tabiiyesini [doğal sakıncalarını] piş-i teemmüle [göz
önüne] alan kimyagerler istihsalinden vaz bile
Laques de garance d'alizarine Alizarin kırmızısı geçmişlerse de bugünkü terakkiyat-ı fenniye ona da
çare bulabilmiş ve saf alizarin meydana
Alizarin 1 826' da Robiquet tarafından keşfedilmiştir. getirebilmiştir. Alizarin, anilin gibi
Hakiki alizarin, garans köklerinden çıkarılır. madenkömüründen istihsal edilmekte ise de anilin 23 5
254
Nefaset-i sanatın inikasından ziyade bir sultanın sanat-ı hatta karşı beslediği şahane hissiyata
tercüman olan bu yazının tarihen kıymeti büyüktür.
255
Esatize-i hattatinden Şefik Bey merhumun asar-ı metruke-i mübarekesinden divani celisi bir tuhfe-i
sanat [sanat armağanı]
256
boyalarının ziyaya mukavemetsizliğine rağmen bir keyfiyet-i takdiridir. Biz bu renklere
alizarin fevkalade mukavim ve tagayyürden yanaşmamayı tavsiye ederiz.
[bozulmadan] salimdir.
Isveç esmeri - Brun de Suede
Bitüm - Bitume
Bitüm derece-i levnine muadil müstakil, güzel,
Şeffaf, lüzuci [yapışkan] bir boyadır. Havanın mahzursuz bir renktir. Her boya ile karışır. Yalnız
teması ile kararmaya, hatta karıştığı renkleri de diğeri kadar şeffafiyeti yoktur. Terkibinde hamz-ı
karartmaya ve çatlatmaya sebep olduğu için hadid [demir asidi], karbon, alümin mürekkebatı
metruktur [terkedilmiştir] . 1 830'da vücuda getirilen [birleşimi] bulunduğundan çabuk da kurur. Fakat
bazı tablolarda bitüm boyası istimal edildiğinden palette pek mecburiyet hissettirecek bir renk de
çatlamış ve fazla bitüm bulunan kısımları erimiş, değildir. Ressamın zevk ve intihabına [seçimine]
akmıştır. Saniye bu boyanın mahazirini kalmış renklerdendir.
[mahsurlarını] bilkimya [kimyasal olarak] izale
ederek halis bitüm vücuda getirdiğini iddia ediyorsa Gölgeli toprak rengi - Terre d 'ombre
da biz yine şayan-ı tavsiye olamayacağını
söylemeden içtinap etmeyiz [kaçınmayız] . Bu renk terre de Sienne in biraz daha yanıkça bir
'
258
W. BouGUEREAU Ocre jaune Vermillon
Laque Robert n°6 Brun rouge
Bleue de cobalt Vermillon Terre d'Italie naturelle B leue de cobalt
Vert emeraude Brun rouge Ocre de rue Bleue mineral
Ocre jaune Rouge Van Dyck Sienne naturelle Bleue de Prusse
Cadmium n°2 Sienne brulee Sienne brulee Vert Veronese
Jaune de Nap fes Noir d'ivoire Momie Vert emeraude
Blanc d'argent Bitume
Vermillon clarir Laque de garance DAVID
RE S SAM LARA D A İ R
Z i YA VE R E N K L E R
zatiye güneş, yıldız, alevdir. Bunlar ihtizazat-ı daimi
[sürekli titreşimler] halinde bulunan cüz-i ferdden
[atomdan] mürekkeptir. Mücavir [çevresindeki] ecza
yı efrad ile irtibatta bulunan bu hareket-i ihtizaziye
bu'd-ı mücerredde [uzayda] münteşir devir edici
mevceler [dalgalar] tevlit eder [yaratır] ve bu mevceler
mevecat-ı mutasavvıtanın [ses dalgalarının], alet-i
semin [kulağın], gışa-i mütehassisi [hassa zarı] üzerine
2 tesiri nevinden tabaka-i şebekiyernize [ağ tabakamıza]
vasıl olur, görürüz.
Ressam vücuda getireceği eserin imtidadını Mevecat-ı ziyaiyeden [ışık dalgalarından] bazıları
[da yanıklı lığını] yalnız malzeme-i metineye şeffaf maddelerden mesela havadan, sudan, camdan
malikiyetle temin edemez. Palette mevcut renklerin geçer. Buna hadise-i intikaliye derler. Eğer ziya bir
vernik ve yağların, elindeki fırçanın muavenet-i cism-i kesife tesadüf ederse bu'd-ı mücerrede doğru
tasviriyesiyle mevadd-ı şeffafiye ve keşfiyeyi ve sıçrar, atılır. Buna da hadise-i inikasiye denir. Lakin
ecsam-ı maziye-i müşaşayı [geçmişin gösterişli ziya şeffaf ve gayri şeffaf cisimlerin eşkal-i sutuhiye
nesnelerini] ... ilh [ve benzerlerini] ifade edebilmek ve tabiiyesine nazaran muhtelif şerait dahilinde
için evvela tabiatta hadisat-ı ziyaiyeyi tetkik ve intikal yahut inikas eder.
mütalaa etmesi lazımdır. Ziya şeffafiyet-i mütecanise arasında bir hatt-ı
Bugünkü kabul olunan usule nazaran ecsam-ı ziyaiye-i müstakim [doğru çizgi] istikametindedir. Kesafet-i
259
izafiye halindeki maddelerden geçerken derhal Şuaat-ı mülevvenenin [rengarenk ışınların] kabiliyet-i
kırılır. Suya batırılan bir değneğin havada kalan inkisarları soldan sağa doğru mütezayittir [artar] . Ve
kısmının görünüşü gibi ki buna da inkisar-ı ziya bunların her biri, bir milimetrenin milyonda 620'sine
[ışığın kırılması] tesmiye etmişlerdir. Mevecat-ı kadar mevce-i ziyaiye tulüne [ışık dalga boyuna]
ziyaiye bir cism-i kesifin sath-ı mücellası [parlak malik olan kırmızıdan başlayarak yine bir
yüzeyi] üzerine aksinde inikası doğru ve parlak olur, milimetrenin milyonda 423 'üne kadar inmek üzere
ayna gibi. mevecat-ı ziyaiye tulleri de tenakus eder [azalır] .
Şimdi, ziyanın cihet-i vürudunu [geliş yönünü] da Binaenaleyh saniyedeki aded-i ihtizazları
nazarı itibara alalım: Ziya maddeye amuden [dik [dalgalanma, titreşim adedi] menekşe renginde 720
olarak] varit olursa [gelirse] amudi olarak akseder. trilyondan başlayarak kırmızıda 5 1 4 trilyona kadar
Eğer mail [eğik] varit olursa aksi cihete mail olarak tezayüt eder [artar] . Nihayet muhalif vaziyette iki
akseder. Ziyanın varit olduğu madde sathı buruşuk menşur-ı billuri [billur prizma] ianesiyle şu yedi kısım
olursa mevecat-ı ziyaiye istikamet-i muhtelifede şua-ı mülevvineyi terkip ederek beyaz ziya elde edilir.
akseder ki inikasat-ı münteşire derler. Bir de cisim Elvanı [renkleri] tetkikten evvel bir sual teveccüh
az veya çok şeffaf yahut az kesif veya tamamiyle eder.
kesif olur yahut da bir kısmı şeffaf diğer kısmı kesif Niçin bir cisim kırmızı, sarı yahut mavi . . . ilhdir [ve
olur. Ayniyle sathı da ya mücella yahut bir kısmı benzerleridir] ? Bunu kimse bilmiyor. Fakat gerçi
mücella, diğer kısmı buruşuk olabilir ki bu suretle esbabı malum değilse de hiç olmazsa bu hadisenin
kesafet, şeffafiyet mücella ve arızalar nazarı itibara neticesi kabil-i izahdır. Kaffe-i ecsam [cisimlerin
alınınca hadisat-ı inikasiye ve intikaliye nihayetsiz tümü] aldıkları ziyanın taht-ı tesirinde ayni bir halde
olacağı tabiidir. durmazlar. Onlar bu ziyanın kaffesini [tümünü]
Şu tadat ettiğimiz [sıraladığımız] kavanin-i veya bir kısmını bel' etmek [emmek] yahut o ziyayı
malumeden sonra ziyanın muhaddeb ve muakkar tahlil ettikten sonra şuaat-ı mülevveneden bir
[dışbükey ve içbükeyJ satıhlar üzerinde de tevlit kısmını bel' etmek hassa-i esrarengizini havidirler.
ettiği şuaat-ı mütebaide ve mütekaribe hadisatı Bazıları da hassa-i bel ve tahlili muhtelif nispetlerde
vardır. Elmastıraş satıhlar üzerinde müşahede cami bulunurlar ki işte her birinin rengini tayin eden
ettiğimiz şuaat-ı kesire ve menşur [prizma] keyfiyet bu fark ve mübaniyetten [ayrılıktan]
nazariyesi . . . ilh [ve diğerleri] ki bunlar "ilm-i ibarettir. Çünkü bir cismin rengi o cismin bel'
mebhasü'l-basar"ı meydana getirmiştir. Biz burada etmeyip de iade ettiği aksam-ı ziyaiyenin tabaka-i
bu ilmin kavanin-i fenniyesiyle uzun uzadı iştigal şebekiye üzerinde hasıl ettiği his ve tesirden ibarettir.
edemeyecek yalnız ressam için tetkiki elzem Kamilen bel' edilen [emilen] ziya zulmet [karanlık]
kısmından bahsedeceğiz. hasıl eder.
Şimdi ziya-i tabiiyeden güneşi nazar-ı tetkike alalım. Aldığı ziyayı kamilen bel' eden bir cisim tamamen
Onun muhteviyatını öğrenelim. muzlimdir [karanlıktır], onda ne gölge ve ne de
Karanlık bir odanın küçük bir menfezinden dahil aksam-ı muzie fark olunabilir.
olan ziya-i şemsi bir menşur-ı billuriden [billur Aldığı ziyayı bel' etmeyen cisim ise o ziya kadar
prizmadan] geçirecek olursak şua, tahallül ederek parlak olur. Fakat bu iki münteha [aşırı uç] tabiatta
[ayrışarak] " tayf-ı şemsi" tesmiye edilen [adı verilen] bu hal-i mutlakda zahir olmazlar.
kırmızı, portakali, sarı, yeşil, mavi, laciverdi, Aldığı ziyanın bir kısmını bel ve kısm-ı diğerini iade
menekşe gibi elvan-ı muhtelife-i sebaya [yedi çeşit eden bir cisim kır renktedir. Gayet beyaz şeyler pek
renge] münkasım [bölünmüş] ziyadar bir kurdela açık kır renklerden ve gayet siyah renkler de pek
halinde ve bir safha-i sefid [beyaz zemin] üzerinde koyu kır renklerden başka bir şey değildir. Maahaza
nümayan olur [görünür]. [bununla birlikte] beyaz bir cismin iade ettiği ziya
Fennin teşrih ve tetkiki sayesinde bu tayf-ı şemsiden her ne ise kır renkli bir cismin iade ettiği ziya da
pek garip esrar-ı hükmiye keşfetmişlerdir ki odur. Şu kadar ki miktarı azdır. Aynı cinsten olan
sayesinde yalnız alem-i şemsimiz [güneş sistemimiz] bu iki ziya acaba niçin muhtelif tesirler yapıyor?
dahil olup milyonlarca kilometrelik mesafelerine Bunun da hikmeti şudur ki, ziya bilcümle [tüm]
rağmen ziyaları bize birkaç dakikada vasıl olan ecsam [cisimler] üzerine müsavaten [eşit olarak]
kevakibin [yıldızların] ziyaları ve bize vusul için intişar ettiğinden, gözümüz, aynı bir ziya ile
seneler mürur eden [geçiren] yıldızların, hatta cefv-i münevver olan eşya-yı müteaddidenin kesafet-i
23 8 esirinin gayri kabil nüfuz-ı amakinde ve hesabın ziyaiyelerini nispet ederek her birinin ne miktar ziya
erişemediği namütenahiliklerdeki sehab-ı muzienin bel ' ettiğini tamamen fark eder. Ve ziyanın azlığı
[ışıklı, aydınlık bulutların] terkibat-ı miktarını aynı nispette siyahlıkla ifade eder.
kimyeviyelerinden haber veren " tahlil tayfı" usulatı Binaenaleyh eğer bir cisim aldığı ziyanın yalnız
meydana çıkarılmıştır. nısfını [yarısını] ret ve iade ederse gözümüz nısf-ı
Fen sahipleri müteaddit menşurlar ve müteaddit nisbetde beyazla siyahtan mürekkep bir kır rengi
muhalle! [ayrışmış] şualar vasıtası ile elvanı hissini duyar.
yekdiğeri üzerine vaz ve tatbik, zam ve ilhak Tahallül eden [çözünen] her ziya tayf-ı şemsinin
suretiyle gayet faideli tecrübeler icra etmişlerdir. elvan-ı sebasını [yedi rengini] hasıl eder.
Netice-i tetkikat renkli şuaatın gayri kabil-i tahlil Bu tahlil fiilini ifadan sonra şuaat-ı mülevveneden
olduğunu meydana çıkarmıştır. bir veya birkaçını bel' edip de diğerlerini iade eden
260
cisimler, eğer reddettikleri şua bir ise o şuanın Filhakika bir renge kesif beyaz boya ilave etmiş
renginde görünürler ve şayet müteaddit ise bu olsanız bununla aynı rengi beyaz üzerine ince bir
şuaların hülasa-i müzevvecesi rengindedirler. tabaka halinde sürmekle bulacağınız rengi elde
Mesela, bir cisim şuaat-ı mülevvineden altısını bel' edemezsiniz! Hakeza, kesif bir siyah boya ile
edip de yalnız kırmızıyı iade etmiş ise o cisim karıştırılmış olan bir renk dahi kendisinden siyah
kırmızıdır ve kısaleyhi 'l-bevaki [diğerlerini de buna üzerine şeffaf derecede sürülmüş bir tabaka ile
kıyaslayın] . vücuda getirilecek rengin aynı olamaz.
Eğer bir cisim aldığı ziyanın bir kısmını bel' edip de Ve yine, kesif, bir halde yekdiğeriyle karıştırılmış
mütebakisini iade edeceği yerde tahlil etse olan birkaç renk kat kat nimşeffaf [yarı şeffaf]
[ayrıştırsa] reddedeceği şua veya şuaat-ı mülevvine-i tabakalar halinde birbiri üzerine sürülmekteki
meczuce cismin ziyayı az veya çok bel ' edişine göre neticenin aynını vermez.
az veya çok koyu ve muzlim olur. Boyaların az veya çok bir derece-i kesafetde olarak
Mesela, bir cisim ziya-i varidin [gelen ışığın] nısfını istimali [kullanımı] atölye tabiratınca demi pates,
[yarısını] bel' eder [emer] ve nısf-ı diğerini tahlil edip plaines pates denilen şeyleri ve muhtelif derece-i
[ayrıştırıp] de yalnız kırmızısını reddederse nısfen şeffafiyetin istimali de glase ve flottant denilen
[yarı yarıya] siyah ve bir nısfın yedide biri kadar usuller teşkil eder.
kırmızı, mürekkep yani muzlim bir kırmızı renk Bir rengin manzarası sathının tabiatına göre de
hissi verir. tebeddül eder: Boyacı veya ressam fırçası
Bilakis, eğer bir cisim aldığı ziyanın bir kısmını kullanıldığına göre (flocheter - tüylemek) vasıtası ile
reddeder ve mütebakisini [geri kalanını] tahlil ederse sathı mat hale getirilebilir (blairoter-b1ero1amak) ile
reddedeceği şuaat veya şuaat-ı mülevvine-i parlaklaştırılır, (marteler-çekiçleme) usulü ile
memzucenin rengi ziyanın derece-i red ve ianesine pürüzlendirilir, tuşları çaprazlamak suretiyle ihtizaz
göre az veya çok parlak olur. [titreşim] tesirleri istihsal ederler. . . i lh [ve
Mesela, bir cisim aldığı ziyanın nısfını reddeder ve benzerleri] .
mütebakisini tahlil ettikten sonra yalnız kırmızı Hülasa, sanatına vukufu olan bir ressam - Mösyö
renkli şuayı reddederse nısfen beyaz ve bir nısfının Jordaens'in nesirdeki kudreti gibi - şuaat-ı
yedide biri kadar kırmızı mürekkep bir renk yani mülevvinenin uzv-ı rüyetimize [görme organımıza]
gül pembemsi hissini verir. vasıta-i tesiri olan bütün inkisar, inikas-ı ayinevi ve
Hülasa elvanın yekdiğeriyle birleşmemesi, ona ilave inikas-i münteşir hadisatını aynen vücuda getirmek
olunan ziya veya zulmetin [karanlığın] derecesi suretiyle renklerine tabiatta arz ettikleri manzarayı
gözün tabiatta tefrik ettiği ve aynını istihsale sanat-ı vermek çarelerini bulur.
resmin " coloris" tabir ettiği şeyi vücuda getiren Demek bu ressam bilmediği layetegayyer [değişmez]
milyonlarla derecat-ı elvanı verir. kavaide [kurallara] riayet eder. Bunu nasıl
Fakat şuaat-ı mülevvine ve mevadd-ı mülevvine ile yapabilir? . . Yapar, çünkü bu kavanin-i elvanı
renklerin şu suretle ittihadı ameliyesi aynı netayici [renklerin kanunlarını] ressamlar menazır
[sonuçları] vermez. [perspektif] kanunları gibi fennin kendilerine ayan
Aynı bir ziyanın biri mavi ve diğeri sarı birer cam etmesinden evvel, çok zaman evvel hissetmişlerdir ve
arasından mürur eden [geçen] iki şuaı, birleştikleri o kavanini sevkıtabii şeklinde az çok cümlesini
mahalde beyaz ziya vücuda getirirler. Bilakis eğer bu haizdirler. Mamafih hiçbir şeyle kabil-i telakki
iki cam birbiri üzerine mevzu bulunursa [konulursa] olmayan ve bilahare bin türlü tecrübeler,
ondan mürur eden ziya yeşil olur. Ve eğer bu iki karıştırmalardan sonra hikmetini bilmeksizin nihayet
cam dökülüp toz haline getirilir de birbirine tatbiki kendilerine müyesser olan bu usulleri daha
karıştırılırsa bundan inikas edecek [yansıyacak] ziya mesleklerinin bidayetlerinde [başlangıcında] bilmiş
da yine yeşil olur. olsalar ne kadar süratle kesb-i şan ve şeref ederlerdi.
Bu hadiseyi ve daha birçok hadisat-ı mümasileyi Evet, fakat bunları nereden öğrenelim?
2 39 [benzeri olayları] izah için bir ressamı çıldırtacak Buradan itibaren Vibert bu bahse müteallik [ilişkin]
mütalaat-ı fenniyeye girişmek iktiza eder [gerekir] . hikmet kitaplarındaki ziya, hararet, elvan bahisleri
İmdi, paletimiz üzerinde tayf-ı şemsinin şuaat-ı nazariyattan ibaret olup sanatkarın işine
mülevvinesi mevcut bulunmayacağı ve binaenaleyh yaramayacağından ve hele bilfarz 21 yaşındaki
bizim bundan ve gerek istiktap [polarma] , erkek çehresi için yüzde şu nispetinde filan ve bu
fosforesans [phosphorescence], floresans gibi havas nispette filan renkten karıştırmalı; genç kız için şu
ve hadisattan bir istifademiz olamayacağı cihetle nispette filan renkler, ihtiyar için şu renkler,
bütün bunları bir tarafa bırakarak hikmetşinaslıktan mahcubiyet rengi şu, hiddet rengi bu, sürur [sevinç]
sade bir ressamlığa tahavvül ettiğimiz zaman yegane rengi bu gibi birtakım acayip tertip ve reçeteleri havi
malik olacağımız mavi renklerden, boyalardan kitapların da masal nevinden olduğunu etrafı ile
bahsedeceğiz. tarif ettiğinden ve bunlardan resim meraklılarını
Az çok şeffaf veya kesif mevadd-ı muhtelife ile bihakkın [hakkıyla] tahzir ettikten [yasakladıktan]
ezilmiş olan bu boyalar göze intikal ve inikas sonra devamla diyor ki:
vasıtası ile tesir ederler ve binaenaleyh istimal Eğer ciddi bir talebe tecrübeye teşebbüs ederse
edildikleri halata [durumlara] nazaran netayic-i evvelemirde [önce] şu zirdeki [aşağıdaki] misalleri
muhtelife [çeşitli sonuçlar] bahşederler. tefekkür etsin [düşünsün] :
261
Bir top (yuvarlak) alalım ve bunu kamilen herhangi ı şemsin şuaat-ı mülevvine-i muhtelifesi üzerinde bir
bir renk ile ve mesela al renk ile telvin edelim termometre gezdirilmiş olsa menekşe renginden
[boyayalım]. Şimdi bunun resmini almak istiyoruz. kırmızıya doğru hararetin tezayüt ettiği [arttığı] ve
Zanneder misiniz bu hususta topu boyadığımız aynı kırmızıyı da geçtikten sonra gölgede bile kırmızının
vermiyon rengini kullanacağız? Evet, kullanacağız solunda ve kırmızı ile sarının ortasında bulunan bir
fakat yalnız bir tek tuş ( touche) için, o da kürenin nokta-i müntehaya kadar tezayüde devam ettiği
tam merkezine müsadif [rastlayan] yere, çünkü sair görülür. Bu noktadan itibaren hararet tenakus eder
noktalar üzerinde renk, temas eden ziyanın, [azalır] . Fakat kırmızıdan tayfın arzı kadar
civarındaki bilcümle eşyanın akislerinin ve şeklin uzaklaştığı halde bile hararet yine mahsus olur
mücessemiyetini teşkil eden gölge ve yarım renklerin [hissedilir] .
tesiriyle muaddeldir [değişmiştir] . Ve bütün bu Ziyanın tesirat-ı kimyeviyesine gelince, bunları
tadilatı irae edebilmek için hemen de paletimizin kamilen tadat [sıralamak] mümkün değildir. Yalnız
üzerindeki bütün renkleri istimal etmek icap şu kadar tahattur ettirelim [hatırlatalım] ki bunlar
edecektir. fotoğrafi usullerinin esasandırlar.
Şimdi, işte size üzerinde portakalları ile müzeyyen Tabiatın şuaat-ı mülevvinesinin kudret-i kimyeviyesi
bir portakal ağacını irae eder bir tablo . . . ise hararetin aksi olarak kırmızıdan menekşeye
Portakallara dokunmayacağız, fakat etrafındaki doğru tezayüt eder. Son mor şuaatın açıklarında
yaprakları, havayı ve zemini koyulaştıracağız. lavanta kırı - boz rengi - namı ile bir rengin ve keza
Hülasa tabloya bir gece tesiri veriyoruz ve rengi, hiç kırmızının açıklarında da ondan daha koyuca, koyu
tebeddül etmeyen portakallar yılbaşı geceleri güvez rengi tabir olunan rengin farkına varılmıştır.
ağaçlara talik edilen [asılan] ziyadar karpuz fenerler Demek oluyor ki tayf-ı şemsi hararetin hissedilmeye
oluyorlar. başlandığı noktadan ibtidar ederek [başlayarak] her
Şimdi de bir beyaz muşamma [muşamba] alalım ve tesir-i kimyeviyenin hitampezir olduğu [sonlandığı]
üzerine parlak yeşilden bir tuş yapalım. Pekala, bu münteha-yı diğere [öteki uca] kadar imtidat eder
tuş etrafa yapacağımız tersimata göre, ne isterseniz o [uzar] . Yalnız halihazırda bu tayfı basıramız
olacak ve mesela gurup hengamında [sırasında] bir [gözümüz] ancak kısm-ı merkezisinden hissedebilir.
cadde manzarasında bir omnibüsün feneri, yeşil bir Halihazırda demekten maksadımız aza-yı rüyet
çardağın güneşe maruz bir yaprağı, bir Hint [görme organı] aleddevam [sürekli]
mabedinde Buda ilahesinin altında parlayan kuvvetleşmiyorsa da nezaket peyda etmekte
mukaddes zümrüt olacaktır. olduğundan sabıka [öncekine] nazaran daha iyi
Hiçbir şeyi tebdil edilmeksizin bu tuş parlaklığını görüyoruz demektir. Ve ihtimal ki bir gün, daha
kaybederek Diaz'ın nurani odalıklarının ortasında tefrik edemediğimiz şeyleri de görebileceğiz. Bu
240 hafif gölgelikler içinde bir kertenkele rolü nazariyeye göre hal-i ibtidaide insanların bugünkü
oynayacak yahut Venedik şems-i garib [batan güneş] müşahede ettiğimiz elvanı hissetmemiş olduklarını
ateşleriyle yanan büyük kanalında bir direğin gölgesi kabul etmek lazım gelir.
içinde hayal şeklinde kaybolacaktır. Bu veçhile aynı Niçin böyle olmasın? Bazı müdekkikin
bir ziya ile münevver bir tabloya vaz edilen mavi bir [eleştirmenler] eski ressamların ne mor ve ne mavi
boya etrafındaki elvana göre tonunu tebdil eder rengi istimal etmediklerini ve Homere'in lisan-ı
[değiştirir] . Delacroix derdi ki: " Bana çamur veriniz, şiirinde tarif-i elvan için bir kelimeye malik
etrafını telvin etmeyi yed-i ihtiyarıma [benim olmadığını ispata çalıştılar. Bundan da bir zamanlar
seçimime] terk ederseniz bununla size Venüs' ün tayf-ı şemsin son anatının [nüanslarının] fark
cildini vücuda getiririm. " edilemediği tezahür etmez mi? Herhalde mahlukat-ı
Şimdi bir de kırmızı bir elbise iktisa etmiş [giymiş] uzviye meyanında [arasında] öyleleri vardır ki
bir kardinalin bahçede gezinişini takip edecek olur kendilerini ziyayı hissettiren bir uzv-ı rüyete malik
isek güneşin ziyasından, bulutların akislerinden, oldukları halde elvanı fark etmez veyahut onun
ağaçların yeşilliklerinden bu kırmızı elbisenin her birkaçını fark edebilirler. Mesela su ile dolu hususi
lahza tebeddül ettiğini [değiştiğini] , bir havuzun bir kap içerisinde bulundurulan hayvanat-ı sagire-i
sath-ı siminine [gümüşi yüzeyine] yaklaştıkça, kışriyeye [kabuklugillerden küçük hayvanlara] bir
semanın reng-i laciverdi altında kaldıkça bir levn-i ziya tevcih olunduğu zaman, o ziya bir reng-i
diğer aldığını görürüz. Mermer bir heykelin önünde muayyende ise ona doğru oynaşır ve teveccüh ederler
kızarmak, ıtır çiçekleri karşısında solmak, gurup [yönelirler] . Eğer ziya kendileriyle münasebetdar
yaklaştıkça koyu bir levn peyda etmek, nihayet fecir olmayan bir renkte ise hareket etmezler.
zamanı siyah bir renge mübeddel olmak gibi Cins-i beşer de bir nevi maluliyet-i fıtriye ile
tahavvülat-ı daimiye maruziyeti bize bir cismin rengi meluftur. Kendilerinde daltonizm tabir olunan bir
bir tertip ile tavsif ve tarif olunamayacağında şüphe nevi maraz-ı rüyet [görme bozukluğu] hassası
bırakmaz. Mamafih bunu herkes aynı tarzda bulunan eşhas [kişiler] kaffe-i elvanı [renklerin
görmez, fakat zevk-i elvan da pek münakaşa tümünü] fark edemezler.
edilemez. Şimendifer müstahdemininin muayenesi usul ittihaz
Ziyanın nazara isabetinden başka havass-ı sairesi de edeliden beri müracaat edenler meyanında
olduğunu arz etmiştik. Ziya hararet de neşreder. Ve daltonizme müptela pek çoklarına tesa d üf edilmiştir.
bir vasıta-i kimyeviye gibi tesir de icra eder. Bir tayf- Müracaat etmeyenlerden yani rüyet-i elvan
262
hususunda bir muayene-i nazariyeden [göz kullanır, tablosunun ötesine berisine bu renklerle
muayenesinden] geçmeyen insanlarda ise daltonizm dokunurmuş ki bu tuşlar ressamın kendisine has bir
bittabi çoktur. Yalnız herkes bu fıtri maraz-ı rüyetin tarz-ı tersim telakki olunurmuş. Bir gün nasılsa
farkında değildir. Hatta iştihar etmiş [ün kazanmış] adem-i dikkat [dikkatsizlik] eseri kendi paleti gibi
ressamlar arasında bu nevi maluller pek çok bir intizam-ı elvan gözetmeyen arkadaşının paletiyle
görülmüştür. resim yapmış ve o gün daltonizmin hakikati
Vibert'in hikayesi veçhile resim çalışan bir talebe meydana çıkmıştır.
yeşili kırmızıdan fark edemeyecek derecede Netice olarak şunu ilave edebiliriz ki rüyet-i elvan
daltonizme müptela imiş. Tüpleri yaftalarından fark her nazar için bir faide-i sabiteye tabi tutulamaz.
ederek istimallerini iyi kötü bellediği surette Çünkü bir cismin rengi her göz için bir değildir.
Müdür-i mesul
Ressam Asaf
263
OSMANLI RESSAMLAR CEMİYETİ GAZETESİ
NUMARA 1 7 l HAZİRAN 1 3 3 0 [ 1 9 1 4 ]
Hereke Fabrika-i Hümayunu serressamı [başressamı} muhterem refikimiz Tomas Efendi 'nin
bir tersim-i rumuziyesidir ki mesut ve mağbut-ı şehid [gıptayla anılan şehit]
tayyareci/erimizin hayat-ı ebediyeye mazhariyetlerini mübeşşirdir.
HAYA L D E N H A K İ KATE
z4 r Asırlardan beri bünye-i milleti kemiren içtimai sevmemekle de kalmayız, bayağı bir buğz [hınç] ve
emrazımızın [hastalıklarımızın] salahiyettar kalemler adavet [düşmanlık] de gösteririz.
tarafından, hemen her gün daha artan bir nüfuz-ı Bazıları bu miskin ve mümit [öldürücü] zihniyete
nazar ve kudret-i isabetle teşhis edilmekte olduğunu dinin bir mevludu [sonucu] gibi bakarlar. Lakin
görmek insana cidden ümitbahş-ı necat oluyor ruhbaniyeti, atalet ve rehaveti şiddetle zecir
[kurtuluş ümidi veriyor] . Hele terbiyevi mebahisin [yasaklayan] ve men eden büyük dinimize az esaslı
[konuların] fenni ve vesi [geniş] , ciddi ve emin bir vakıf olanlar pek güzel bilirler ki hükümet ve hatta
mecrayı takip eder olması reha ve halas emellerine evkaf [vakıflar] maaşlarına bile büyük dinimiz
ifiiza-i itimad ve itminan eyliyor [itimat ve güven katiyen iyi bir nazarla bakmamış . . . Helal lokmanın
veriyor] . Milletin tarih-i teceddüdüne [yenileşme ciddi ve tamamiyle hayırlı bir say-ı zati [şahsi çaba],
tarihine] şeref verecek derecede azim birer fedakarlık bir kesb-i şahsiye [kişisel kazanç] iktiranını
göstererek bütün mükafat-ı hayatiyelerini yalnız [yaklaşımını] meşrut [şartlı] kılmış gibidir; bunun
meslek-i terbiye ve talimde, bu en çiçekli olmakla için zillet ve meskenetten [yoksulluktan] gayrı bir
beraber en dikenli yolda kazanmak emel ve azmine semere ve neticesi olamamak pek tabii bulunan bu
düşen genç ve muktedir mürebbiyelerimize, bu zihniyet-i sefilenin din-i mübinimizle [İslam
hakiki muallimlerimize karşı aşk-ı vatanla pür dinimizle] hiçbir münasebeti yoktur. Belki
galeyan kalplerde pek kıymettar ve samimi hürmet tamamiyle gayri dini olan ve maatteessüf asırlarca
ve minnetler hasıl oluyor. Ve artık nakabil-i itiraz imtidat edegelen [süregelen] gayri tabii bir
bir surette tavazzuh ve taayyün ediyor [açıklık içtimaiyatın, hurafi [batıl] ve ananevi bir terbiye ve
kazanıyor ve kesinleşiyor] ki bizi kurtaracak, içtimai muaşeretin veled-i nameşruudur [gayri meşru
ve ahlaki emrazımızın [hastalıklarımızın] seyr-i çocuğudur].
hasarını [verdiği zararları] tevkif eyleyecek Bizce hayatın en büyük mükafat ve kamı [zevki] ya
[durduracak], vücud-ı millete muafiyet-i tamme [tam hükümet denilen makinanın bir parçası olmak,
bağışıklık] ile birlikte bir nema-yı mütekamil düşünmeksizin, tıpkı bir cemadpare [cansız varlık]
[olgunlaşma ivmesi] verecek ancak umumi ve milli gibi, bize tatbik edilen kuvvetin taht-ı tazyikinde
bir terbiyedir. verilen istikamette sair ve dair bulunmak yahut
Şu kadar ki yeni nesil, bugünkü evlat ve ahfadımız ecdadmande [atalardan kalma] bir miras ve iradın
[torunlarımız] böyle bir terbiye görerek yetişirken, [gelirin] başına geçip katiyen bir faaliyette, endişe-i
biz eski neslin de mümkün olduğu kadar kendimizi kesb ü karda [kazanç sağlama endişesinde]
ıslah ve terbiye hevesine düşmemiz lazımdır. Yoksa bulunmayarak geçinebilmektir dense mübalağa
tatbik edilmek istenen bu nazariyat ve esasat olmaz. Biz de, ecza-yı vücudumuz inhilal edinceye
itibariyle sırf fenni, ameliyat ve tatbikat itibariyle [çözülünceyeJ kadar, memuriyetlerimizde bırakılmak
de kamilen örfi ve milli terbiyeye biz, göze çarpacak kadar bir saadet mutasavver değildir [tasarlanamaz];
surette, hareketen ve amelen [pratikte], hiç olmazsa hatta birbirini epeyce bir zaman görmeyen dostlar
kalen ve kalemen [sözlü ve yazılı] mütabaat ve birleşince hemen, "Yine eski memuriyet, eski vazife
müzaherette bulunmazsak [desteklemezsek], matlup ve hizmetinizde değil mi ? " diye sorarlar. Muvafık
[istenen] ve muntazır [beklenen] terakki ve cevap alınınca da, " Oh, oh pek ala, pek ala ! . . "
teceddüdü, şifa ve hayatı nevama [bir bakıma] tehir tekrarları ile beyan-ı ferah v e sürur ederler. Hatta
etmiş oluruz. İnkılab-ı idari ve siyasimizin tezayüd-i maaşı [maaş artışını] bile mucip olsa,
hilafgirlerine [karşıtlarına] sadece " mürteci " dedik, mahall-i memuriyet değiştirmeyi muvafık bulmayız.
lakin inkılab-ı terbiyevi ve talimiyemizin hasmasına Hele uzun uzun seyir ve seyahatleri mucip
[düşmanlarına] verilecek unvan ancak millet katili, memuriyetler ekseriyetle kerhi [istemeye istemeye] ve
vatan haini ve hatta insaniyet düşmanı mecburi kabul edilir.
ola bilecektir. İşte inziva ve zulmete, sükun ve atalete böyle irsi ve
Şöyle bir mukaddimecikten [kısa girişten] sonra, biz ananevi bir meclubiyet [tutkunluk] iledir ki biz eski
eski neslin musap [karşı karşıya] bulunduğumuz nesil, hadsi [sezgisel] , bişuurane [bilinçsiz] olarak
emraz-ı ahlakiyemizi [ahlaki hastalıklarımızı] tetkiki faaliyet ve teceddüdün [yenileşmenin], teşrik-i emel
bir nazardan geçirmek istiyoruz. Vakıa bu gibi ve gayretin [amaç ve çabanın birleştirilmesinin],
tahlilat [analizler] yapılmıyor değildir, şu kadar ki milli ve umumi tezahüratın düşmanı oluruz. Bizi
bizim nokta-i nazarımız başka olacaktır. yerimizden kıpırdatacak, bize varlığımızı ihsas ve
Biz eski neslin, nazari veya ameli bir meslek veya bahşedecek, evladımızı hayatın niam ve ezvakından
memuriyet yüzünden bütün geçinenlerimizin gaye-i [nimetler ve zevklerinden] hissedar eyleyecek
amali [nihai amaçları] , diyebiliriz ki hemen inkılabat ve teceddüdatı kabil değil, hoş ve emin
mütekaidin [emekliler] sırasına geçmek, her türlü göremeyiz.
feyz-i hayatdan mahrum bir köşede ihtiyar-ı inziva İnziva ve kesel [uyuşukluk] bizi bedenen tesmim
eylemektir. Faaliyeti, iştigal ve gayreti, hayat-ı ettiği [zehirlediği] gibi, tabiatiyle boş duramayan
insaniye ve medeniyeyi temsil edebilecek her türlü kuva-yı zihniyemize de muzır öyle bir cereyan
teşebbüs ve hareketi canı gönülden sevmeyiz; hatta vermiştir ki onu her türlü ebatıl [boş inanç] ve
265
eracifin [düzmecelerin], ekazib ve esatirin [yalanların hakkında öyle tehi [boş] fikir ve vicdan bulunurlar
ve masalların] kabul ve nakline tamamiyle müsait ve ki insan bu büyük istidat ve dehaların bu cihetten,
müstait [yetenekli] kılmıştır. bu derece mahrumiyetleri karşısında ağlamak ve
Bir istidad-ı maderzad [doğuştan yetenek] ile dövünmek hırsları ile yanar tutuşur.
doğarak, lütf-i muhayyilede bu kabiliyeti bilamel Böyle zekaların, böyle erbab-ı hüner ve sanatın şu
[fiilen, pratikte] tenmiyeye [geliştirmeye] az çok mahrumiyetleri kendilerine inhisar etse [sınırlı
muvaffak olarak içimizde yetişen rical-i hüner bile, kalsa], yine bir dereceye kadar zarar ve hasar tahdit
kalem ve fırçasındaki muvaffakiyete, fikir ve edilmiş olurdu, lakin maatteessüf öyle değil. Cazibe-i
yedindeki [elindeki] dikkat ve maharete rağmen yine faz! ve isridadlarına tutulup etraflarında bir hale-i
inzivacıdır. Zihniyeti, haletiruhiyesi ötekilerinden takdir ve tazim [takdir ve saygı halesi] teşkil eden
pek de başka değildir. birçok genç, ihtiyar kafaları da kadim [eski] ve
Hükemadan [düşünürlerden] birinin, "İnzivada her muhayyel [hayali] , despotik ve skolastik
243 şey tahsil ve iktisap olunur, ancak tek bir şey vardır nazariyeleriyle resmim edip [zehirleyip] giderler.
ki iktisap olunamaz. O da seciyeden [karakterden] Zannolunur ki inziva ve tecerrüt [köşeye çekilme]
ibarettir," dediğine bakılırsa, umumen seciyesiz insanı hodbiniden [bencillikten] kurtarır; halbuki
olmaklığımızın amil-i yeganesi [biricik nedeni] bizim münzevilerle, böyle erbab-ı istidad ve zekadan
bulunmuş sayılır. Hakikaten de inziva, ebna-yı cins olan guşegüzinan-ı ümmet [münzevilerden oluşan
[insanların] ve şüreka-yı emel [amaç ortaklığı] ile kimselerle] ile vaki olan mülakatlarımız
ünsiyet [tanışma] ve sohbetten teneffür [nefret] ve [görüşmelerimiz] bizi umduğumuza
iba [kaçınma] kadar bizi mahv ve muzmahil kavuşturmamıştır. Bilakis bu gibilerinde öyle
[darmadağın] eden, hatta erbab-ı daniş ve mahviyet perdesiyle mestur [örtülü] bir azamet, reng-i
sanatımızın [bilimcilerimizin ve sanat üstatlarımızın] istiğnaya [ilgisizlik, kayıtsızlık boyasına] bürünmüş
o büyük istidatlarını inkişaf ve istihlaf-ı nimet ve öyle bir hodbini [bencillik] ve ihtiyaç vardır ki hadd-i
devletlerinden [halefi olma nimet ve mevkiinden] tasavvur edilemez!
mahrum bırakan başka bir huyumuz, bir seyyiemiz Kendi alemine, alem-i istidad ve nispetine dair
[kusurumuz] yoktur. muttasıl usuli imal-i fikir ve nazar etmeyen [fikir ve
Hayat-ı medeniye ve muaşeret-i fazılanın esası şüphe görüş üretmeyen], etraf ve muhitinde istidat ve
yoktur ki tearüf ve tevaüd [tanışma ve sözleşme], hünerine ait yeni yeni elde edilegelen vukuf ve
teavün ve tenasurdur [yardımlaşma ve malumattan, turuk [yöntemler] ve teceddüdattan
dayanışmadır] . Dinimiz serapa [baştan başa] içtimai [yeniliklerden] bihaber yaşayan nice mütebahhir
iken ve İslam' da sırf bu tearüf ve tenasur gibi içtimai [çok bilgililerimiz] ve sanatkarlarımız vardır ki bir
esasat ve seciyat ile teessüs ve intişar eylemişken pek işe yaramadıkları gibi, bugün bir iş yaratma taraftarı
gariptir ki biz en umumi manası ile içtimaiyatı, da olmazlar.
birbirimizle anlaşıp sevişmeyi temin edecek bilcümle Pek güzel hatırımdadır: Edirne'de Reşadiye Millet
[tüm] vesaiti hor ve hakir görüyoruz. Bahçesi yapılırken, oldukça istidat ve behre-i
İnzivaperesti, yorulmaksızın yaşamak emel ve niyeti, ressamanesi [ressamlık yetisi] olan bir arkadaşıma
bulunduğumuz asır ve zaman için en büyük afet-i orada yevmiye ile çalışması, tavan tezyinat ve
hayat ve teceddüd olan bu tekke zihniyeti en büyük menkuşatında [işlemelerinde] hiç olmazsa bilfiil ve
erbab-ı faz! ve hünerimizi [erdem ve hüner bilamel nezarette bulunması söylendiği zaman icabet
sahiplerini] bile musap edip [etkileyip] geçmiştir. ve kabul yerine ret ve tarziyehahı [mazur görülme
Daha terakki etmek, daha çok kazanmak, ferdi talebi] baş gösterdi. Bu nabeca [uygunsuz] hiddet ve
hayatı ile beraber milli ve umumi hayata da daha tehevvürü [öfkesi] geçtikten sonra, refikime
çok geniş bir refah ve şeref vermek imkanını sırf bu [arkadaşıma] yaklaştım. Ve hayal aleminde,
zihniyet ile hal-i mahalle koymuş ne kadarlarımız kuruntular içinde yaşayabilmek emelini güden bu
vardır! refikime sebeb-i reddini sordum: " Ben ressamım,
Bu zihniyet böyle maddeten, en muhtaç nakkaş değilim, " dedi. Ah, eğer cevap yalnız bu
bulunduğumuz feyz-i nakdi ve iktisadi [parasal ve kadar da kalsa idi, belki kendisini haklı görürdüm,
iktisadi verimlilik] nokta-i nazarından semerehar-ı lakin, "Azizim, ben öyle yevmiye ile, yevmiye üç
hüner ve kemal olmamıza en büyük engel olduğu dört mecidiye ile çalışamam," ilavesi beni nokta-i
gibi, manen ve fikren de bizi en dar ve kapanık, en nazarımı değiştirmeye mecbur etti.
kısır ve kısık havl-i fikrimizde [düşünce Evet, o kendini - ancak başkalarını, kendi nam ve
ortamımızda], daha doğrusu sırf hayali ve hodbini unvanını kendisinden daha büyük bir liyakat ve
[bencil] bir muhit-i vehmide [kuruntulu ortamda] istihkak ile taşıyan bu başkalarının asarını
yaşatarak istidat ve bıdaamızı [sermayemizi] görmediği için - muhitin en fevkalade adamı,
tamamiyle boğup öldürür. ressamı tanıyor. . . Hatta, hatta bu ressamlığından
Ne zekalar, ne kalemler, ne fırçalar, Müslümanlık ve şimdiye kadar beş paracık bile kazanamadığı için bir
Türklüğe cidden büyük şerefler verecek ne kafalar, fırçasına paha tasavvur edilemeyeceği hülya-yı hamı
ne eller gelmiş ve vardır ki bu miskin ve sefil içinde sermest yaşıyordu. Belki de iddiayı nispet
zihniyetin kurbanıdırlar. İçtimai mefhumlardan eylediği bu sanat-ı nefise erbabının ancak bir maide
[kavramlardan] olan hayat, terakki, vatan, millet, i semaviye [ilahi maişet, sofra] ile geçinir olduğu
teceddüt, hatta kesb ü kar [kazanç sağlama] zehabını taşıyordu ! . .
266
Halbuki aradan üç gün geçmedi: Aşk-ı sanat ve Gaye-i amalimiz [nihai amacımız] bu zavallı vatana,
şevk-i istidaddan başka hiçbir himayetkar ve alem-i düvelde [milletler aleminde] pek öksüz ve
müttekası [dayanağı] olmayarak Italya 'ya, bu yetim kalan, alicu [yücelik arayan] millete nur ve
ressamlık eline koşup orada tahsil görmüş bir hayat, bir feyz-i iktisad vermek olduğu halde hep
vatandaşımız o vazifeyi kemal-i fahr ve şükranla birden çalışalım. e için erbab-ı kalemimiz
kabul etti. Hem kendine, hem de memleket ve maarifçe, derneklerce müsabakaya konan,
vatana feyizli bir hizmette bulundu. konmayan, her halde milletin muhtaç bulunduğu
İşte kabuğunu yırtıp delmeyen, etraf ve muhitinin asarı, kütüb [kitaplar] ve müellefatı [yayınlar]
seviye-i ihtiyacatına atf-ı nazar ve meslektaşlarını, meydana getirmek azim ve vatanperveranesinde
mesleki alakadarlarını bulup onlarla az çok teati-i bulunmasın ? .. Ne için ressamlarımız,
fikir etmeyen erbab-ı sanatımız ekseriyetle böyle musikişinaslarımız da bunlarla el ele vermesin?
muhayyel ve akim [kısır] bir hayat yaşarlar. Ve en Bilhassa ressamlarımız her türlü tezyinat-ı libasiye ve
helal ve meşru bir kesb ü kara [kazanç sağlamaya] meskeniyemizde [giyim ve konutların tezyininde] ön
nazar-ı istiğna [tokgözlülük] ile bakarlar. ayak olmasınlar? Oyacılarla, oymacılarla,
244 Binaenaleyh denebilir ki kalem - fırça erbabımız nakkaşçılarla, işlemecilerle, hatta nakkaşlarla peyda
başta olmak üzere, biz bütün eski nesil artık yı münasebet ve teşrik-i gayret eyleyerek bütün
hayalden hakikate, inziva ve keselden sanayi-i nefise-i bedeviyemize milli bir ruh, yeni ve
[uyuşukluktan] ünsiyet [tanışma] ve gayrete, sükun usuli bir cereyan-ı nevvar [nurlu akım] vermesinler
ve rehavetten hareket ve faaliyete, hodbini ve kazandırıp kazanmasınlar? . .
[bencillik] ve tehavünden [aşağılamaktan] diğerbini Elbette e n bahtiyar sanatkar, ancak sanatı ile temin-i
[diğerkamlık] ve vecdiyete [takdire], işsizlik veya kesb ü kar [kazanç sağlayan] ve milletine layemut
muhite muvaffakiyetsizlikten mütevellit züğürtlükten [ölümsüz] eserler ihda [hediye] ve yadigar edendir.
servete geçmek yoluna azim ve teveccüh etmek
mecburiyetindeyiz. Artık az çok tebdil-i zihniyet, 9 Nisan 330 {1 9 1 4}, Çengelköy
iltizam-ı faaliyet ve hakikat etmeliyiz. Muallim Vahyi
TüMAS EFEND İ
Anadolu'da bulunduğum zaman mini mini, masum
fakat alam-ı maişetle [geçim kazanma derdiyle]
daima endişeli çehrecikler karşısında, seri ve
muttarit [sürekli] hareket ile pek bedi levhalar
[eserler] vücuda getiren çalak [kıvrak] eller
huzurunda hissettiğim rikkat, o kadar derin idi ki
sabahtan akşama kadar günlerce, aylarca kendilerini
esir eden mustatili [dikdörtgen şeklinde] halı
tezgahlarına ruhen isyan eder ve daha feyyaz, daha
münim [nimet sunan] bir şeyle uğraşmadıkları için
bu masum çocuklara kalben hiddet eylerdim.
Beşerin tamahını, gururunu besleyen üç dört arşın
murabbaında [metre kare] bir seccadeyi örmek için
en az iki aylık bir sayin [çalışmanın], bir itina ve
faaliyetin kısır mükafatına, Şark'a mahsus bir
tevekkül ile kanaat eden bu zavallı yavruların hali,
modellerine karşı besledikleri incizabı [tutkuyu],
onların muhafazasında gösterdikleri kayıt ve
ihtimamı görür, taaccüp ederdim [utanırdım]. Onlar Ressam Tomas Efendi
hangi modelin daha kıymetli olduğunu, modele göre
halının bir kıymet kazanacağını daha iyi bildikleri tarafında intişar [yayılan] ve memleketimize oldukça
için örneklere ehemmiyet vermekte haklı idiler. hatırı sayılır bir servet temin ettiği halde yetim ve
Esasen fakir oldukları cihetle para ile tedarik hamisiz bir hayat-ı mütevekkil ile yaşayan halıcılık,
edemedikleri bu örnekleri istinsaha [kopyalamaya] mültefit, milli bir fırçanın reşehat-ı feyyazanesine
bile çalışırlardı. O zamana kadar sırf bir hiss-i [verimli, üretken yaratılarına] ne derece muhtaçtır.
bedayiperesti ile tebcil ettiğim [saygı duyduğum] İşte namını yad ederken bir raşe-i ihtiram
sanat-ı tersime karşı daha canlı, daha ilahi bir aşk hissettiğimiz Tomas Efendi bu yetim halıcılığın
duymaya başladım. büka-yı ihtiyacı huzurunda titreyen bir kalp, bu
Çünkü resmin sırf tablolara inhisar etmediğini, fakir mahmulü 'l-alam [elem dolu] çehre-i sanatımızın
ailelerin teng-i maişetini [geçim yükünü] izale tesliyetine [tesellisine] koşan, ona atiye [geleceğe] ait
eylediğini pek yakından görüyordum. Ticaret-i ümitler veren bir vicdandır. Memleketimizin en
milliyemizde yükselerek halen Anadolu'nun her güzide müessese-i sanatı olan Hereke Fabrikası'nın
267
nefis mensucatındaki nukuş-ı bedianüma [benzersiz ressamlığına tayin olunduğu zaman fabrikada
işlemeler] hep bu zatın sanat namına titreyen bulduğu biri Alman, diğeri Rum iki ressamın, ziya-i 245
ruhunun eser-i ihtizazıdır [duygulu izleridir] . sanatını pek sönük gösterecek kadar, parlak
Sanayi-i nesciyemiz [dokuma sanatlarımız] yabancı muvaffakiyetler gösterememiş ve bu yüzden iki eski
fırçaların sürdüğü renkler, kayıtsız kalemlerin çizdiği ressamın fabrika ile alakasını kat ederek [keserek]
gayri menus [alışılmadık] çizgiler yerine milli ve müessesede bir istiklal-i tam temin eylemiştir.
munis [uyumlu] elvan [renkler] ve hutut [çizgiler] Ila-yı şan-ı millet [milletin şanını yüceltmek] için
ikame ederek [geçirerek] halıcılığa başka bir ruh-ı feda-yı nefs [kendini feda] ederek vicdan-ı milletde
itila [yüksek ruh] bahşeden Tomas Efendi'dir. Her bir ihtiram-ı ebedi [sonsuz saygı] bırakan
yerde takdire mazhar olan Hereke mamulatı tayyarecilerimizden Fethi, Sadık ve Nuri beylerin
üzerinde bu büyük ressamın ruh-ı irfanı, ruh-ı sanatı şahadeti [şehit olmaları] namına, muhayyilesinde
yaşıyor. Resmi, sanayi-i nesciyemizle [dokuma yaşattığı semavi [göksel, ilahi] bir levhayı tersim ve
sanayimizle] hüsn-i telife [yaratıcı bir şekilde klişesini hediye etmek suretiyle gazetemizi tezyin
birleştirmeye] muvaffak olarak memlekete nefi eden [süsleyen] Tomas Efendi' nin, resimdeki
[yararı] inkar edilmez. Maddi hizmetler eden bu maharetine dair söz söylemeyi zait [gereksiz]
muhterem üstadı tebrik etmemek mümkün müdür? görüyorum; şu tasvir-i muhayyel bu husustaki
Bu zat Sanayi-i Nefise Mektebi'nin kadim [eski] sükut-ı iltizamiyi [sessizliğini] telakki eder
talebesindendir. 306 [ 1 8 90] tarihinde neşet ettiği ümidindeyim.
[mezun olduğu] zaman mesleğine olan fart-ı Sanayi-i nesciyemizdeki hizmet ve himmetine en
muhabbet ve aşkı [yüksek sevgi ve aşkı] kendisini büyük burhan [kanıt] ise Fatih ve Bayezid cami-i
ltalya'ya, ressamlar memleketine sevk etmiş; orada şeriflerine ferş edilen [döşenen] nazarrüba [göz alıcı]
" Scuole di arte" mektebinde iki sene sanat-ı tersimin halılardır. Bu halılardaki zarafet-i nukuş [işlemelerin
harim-i samimiyetinde [içten bucağında] mesleğinin zarafeti] ressamlığın namahdut [sınırsız] ufuklara
bütün incelikleriyle, bütün güzellikleriyle sarmaştığı isale-i feyz edecek [feyiz saçacak] kadar vasi [geniş]
halde hararet-i aşk-ı sanatına bir katre-i kanaat olduğunu ispat eder. Yeter ki bu güzel sanatı müsmir
akıtamamış, bilakis bu visal [kavuşma] ile şahika-i [verimli] kılacak vücutlar yetişsin. Bugün fırçasının
emelinin terfiini [yükseldiğini] görerek Paris'e kıymetini bir cüz-i kaliline [pek az kısmına]
gitmek ihtiyacına kapılmıştır. anlatmakta müşkülat çeken sanatkarlarımızdan, o
Fransa'nın da ezhar-ı sanatını [sanatsal yaranlarını] zaman hiçbir avaze-i şikayet duyulmaz.
bir sene massederek bereketli bir sermaye ile vatana
avdet eden Tomas Efendi Hereke Fabrikası H. H.
S AN AT D U Y G U S U
Malumdur ki sanayi-i nefise denilen ve " resim, musiki, nazım [düzenleyenleri] ve huddamına
heykeltıraş, mimari, şiir, belagat ve raks" gibi her biri [yardımcılarına] ve alelhusus [özellikle] çiçeğimin
nevine mahsus renk ve rayiha-i dilfiribe [güzel renk ve mahir ve itinakar mürebbilerine karşı pek derin
kokulara] malik latif çiçekten cem ve tertip edilen o hürmet ve takdirlerle mütehassisim [duygu
pek mükemmel demetin gaye-i ihzar ve tertibini, doluyum] . Bir amatörün daire-i nüfuz ve vukufunu
mahasini [güzelliği], güzel vasfına layık her ne mevcut aşmayan fikir ve nazarımın makes-i ihtisasatı,
ise onu nev-i beşere tanıtmak, bu suretle fikir ve ruhu tercüman-ı tetebbuatı olan işbu tuhfe-i acizanemin
tasfiye [temizlemiş] ve zaikamend-i huzuz [hoşnut] [acizane armağanımın] saik-i tahriri [yazma saiki] de
etmiştir. Düşünebilen, faaliyet-i hayatiyenin yegane o hürmettir. Bu sebeple hareketim itikadımca
yorgunluğunu duyan her fert aynı zamanda o mutarra makbulü'l-özür [özrü kabul edilir] bir cürettir.
[güzel kokulu] çiçeklerin bahçesine uğramak ihtiyacını Sanayi-i nefise - maddi ve manevi - mahasini tasvir
da hisseder ve fırsat oldukça terfih-i kalb ve vicdan ve tavsif [nitelendirme] gayesine matuf [yönelik] olan
[kalbin ve vicdanın esenliğe kavuşması] için o alem-i fünun [bilim] ve sanayidir [sanatlardır], yani ayine-i
behiştiye [cennete] girip güzellikler içinde dolaşır. Her mahasindir [güzelliğin aynasıdır] . Güzel ziruh [canlı
çiçekten bir buy-ı hayatbahş [hayat bahşeden koku] varlık] , güzel eşya, güzel ses, güzel söz, güzel evza
almak ve bazen fazlaca sevdiği bir çiçek karşısında [olgular] cümleten onun peri-i ilhamları dır.
vecde dalmak suretiyle fikren dinlenir, hissen incelir, Felsefenin süslü, fakat o nispette karışık maani
ruhen yükselir. Bazen de bir çiçeğe o kadar meclup [anlamlar] tarifatından en basitlerini intihap
[tutkun] olur ki onu koklamak, seyretmekle ateş-i suretiyle, güzeli şu iki tarif ile tanıyabiliriz:
iştiyakini [şevk ateşini] yenemez, salonunda, Güzel, bizde bir hiss-i muhabbet veya bir hiss-i takdir
bahçesinde görmekle iktifa edemez [yetinemez]; bin uyandıran şeydir. Yahut güzel, alem-i mahsusatı
itina ile kendi yetiştirir, kendi büyütür. [hissedilen alemi] daima havass-ı harikulade
Oh, bu ne tatlı bir zevktir. Basıramın [görme [harikulade nitelikler] ile muttasıf [vasıflanmış]
yeteneğimin] zaafına rağmen pek sevdiğim resim görmek muradında [alışkanlığında] olan bir uzv-ı
çiçeğinden aldığım bu amatör zevkinden hala rüyet-i deruniyenin [gözün] hayal-i rüyetidir [gördüğü
ayrılamıyorum, seviyorum. Binaenaleyh bahçenin hayaldir] . As ıl sanatkar ise işte bu basıre-i batınesi [iç
268
Tomas Efendi: Resmin aguş-ı feyz ve kemalinde sanat-ı nescin [dokuma sanatının] tezahürat-ı
bedayipervanesi: Hereke mamulatından "Kirman " tarzında nefis bir halı parçası numunesi
varlığını görebilme yeteneği] ile pek iyi gören ve sarayı kralın harimi [yaşadığı yer] olduğu devre ait
gördüğünü vesait-i mevcudesiyle tamamen temsil idi. Bugün amele bile meşherde [sergide] muhtelif
edilebilen ehl-i basiretdir [yetenek sahibi kişidir] . asırlara ait asar-ı eslafın [önceki sanatçıların
Sanayi-i nefise gıda-yı ruhdur ve yalnız birkaç sahib-i eserlerinin] müşabehetini [benzerliğini] tetkik ve
merakı memnun etmek için değil, umum beşeriyetin tenkide kudretyab oluyor. Sanatın o ince zevkini
zevk ve hissini beslemek için icat edilmiştir. Şu kadar tatmak hep hakkımızdır," diyor. Darısı başımıza. Bu
ki hassasiyet-i beşeriye tedriç [yavaş yavaş] ve tedbir zihniyet şüphesiz bizde de temerküz edecek ve o
ile alıştırılmak, o seviye-i idrake yetiştirilmek ister, zaman Şark yine harikalar gösterecektir.
bu terbiye-i hissiye ve zevkiye ise fenn-i bedayiin Fakat - tekrar edelim - o zevki tatmak için derin bir
(esthetique) himmetiyle saha-i husule gelir. işte duygu ister. Temsil için de, takdir için de aynı rikkat-i
" sanat yalnız erbabına ve meraklısına mahsustur" his [duygu inceliği] , aynı zevk-i bedii şarttır. Fikri
zemininde olan asırdide [asırlık] akideyi [inancı] umumiyetten ayırıp sanat-ı tersime tatbik ve onun
Garb' dan doğan nur-ı irfan tedricen bir esir, bir hiç aradığı gayeyi tetkik edelim: Gaye-i resim, münhasıran
haline getirdi. Mesela Fransa'nın lisan-ı halkı, tasvir-i mahasindir [güzelliğin betimlenmesidir]. Bu
"Sanayi-i nefisenin havassa [seçkinlere] hasrı, Louvre şartı cami olmadıkça [içermedikçe] yetiştirdiği asar
269
Tomas Efendi 'nin muktedir fırçasının samimi nevazişleriyle müteali [yücelen] halıcılığımızın
en behiç [şen} numunesi: Hereke mamulatından "Isfahan " sisteminde bir halı parçası
hudayi [kendiliğinden] sayılır. Ve gülzar-ı bedayiden [görünümlerini] taklide uğraşan muasırlar [çağdaşlar]
[güzelliklerin gül bahçesinden] sökülüp atılır. Felatun mevcut olduğunu hazin bir teessüfle söylüyor. Ve
[Platon] insanlara mahasin-i ahlakiyeyi tanıtmak için ressam için gayet esaslı bir terbiye-i rüyet [gözün
mahasin-i maddiye ve hariciyeyi [maddi ve dış terbiyesini] tavsiye ediyorlar. Doğrudur. Böyle
güzelliği] aramayı tavsiye edermiş. Bu nokta pek parçalar ne kadar itina ile, ne kadar sıhhat-ı hutilt
mühim ve şümullüdür [kapsamlıdır]. Çünkü ömrünü [doğru, sağlam hatlar] ve imtizac-ı elvan [renk uyumu]
bedayi-i asarın tenkit ve tasnifiyle yıpratmış ile vücuda getirilirse getirilsin, belki bir mektep resmi
münekkitler [eleştirmenler], üstadan-ı salife-i sanat olabilir, fakat meşher [sergi] resmi olamaz. Takdir-i
[geçmişin değerli sanatçıları] meyanında [arasında] ammeye [kamuoyunun takdirine] arz edilemez.
bile güzeli, çirkini tefrik edemeksizin üful etmişleri Münasebet gelmiş iken şuracıkta arz edelim.
[ölenleri] bulunduğu gibi, bugün bile tabiatın adeta Resimde mahasin şart-ı elzem olduğuna göre bu
pek bayağı addolunabilecek bazı menazırını sanatın füruatı [dalları] meyanında [arasında]
270
Süvari yüzbaşılarından Ressam A. Rıza Bey 'in: Vatanımızın ekseriyetle alam ve
ekdarını [elem ve kederlerini}, nadiren de sur ve mesarrını [şenlik ve sevincini}
inleyip söyleyen en maruf alat-ı musikiyemizden
küremizde [dünyamızda] ahsen-i mevcudat hüsnün lahuti [ilahi] perilerini; kimi de müdebdeb
[varlıkların en güzeli], eşref-i mahlukat [debdebeli] bir alem-i zevk Ü tarabı [zevk alemini],
[yaratılanların en yücesi] olan nev-i beşeri [insanları] bir hay ve huy-ı sefahati temaşa ile şirinmezak olur
tasvir eden kısmı tercih olunmakta, o kadar ki resim [zevk alır] . His ve takdire göre resmin tesir-i ahlakisi
denince hemen de bu kısım anlaşılıp şuabat-ı sairesi de değişir. Fakat nazar-ı kemal için gılzet-i his [kaba
[öteki dalları] canlı güzelliğe mahsus bir süs, bir duygular] ve mugayeret-i ahlak [ahlakdışılık]
dekor addolunmaktadır. Haklı değil mi? Zaten de yoktur.
mevcudat-ı alem sahne-i hayat-! beşeriyenin Hülasa, zevki okşayacak bir eserin modellerinde
dekorları değil midir? Gerçi sırf peyzajda da güzel tabii, hakiki, gayet mütenasip ve ali eşkal ister. Yani
vasfına layık ne ulvi, ne harikulade parçalar vardır şart-ı evvel [ilk şart] eşkal-i hariciye, sıhhat ve
ki ehlince hakkı ile görülmüş ve temsil edilmiş ise tenasüptür. Sakatlık, hastalık, perişani ahengi
246 insanı daldırır, düşündürür, fakat bir canlı levha, muhildir [ihlal eder]. Albrecht Durer' in " Talih " nam
mana-yı mevzuu ile temaşagerini [seyircisini] ağlatır eserinde modelin çirkin bir göbek arz etmekte
ve güldürür. Hakkı ile nakil ve temsil edilebilmiş bir olması hala vesile-i tenkid oluyor. Bu tablo, talihi
manalı bakışın, bir tatlı tebessümün seyrinden bizim tasavvur ettiğimiz, bizim batınen gördüğümüz
alınan lezzet bütün mahasin-i tabiiyenin şekl-i kemalde göstermiyor, diyorlar.
mecmuasında [tümünde] yoktur. Deniyor ki fert için Hüsn-i hulk [ahlak güzelliği], aksini tasvir ile pek
bir eser-i sanat ahlaka, terbiye-i ictimaiyeye muvafık güzel tasvir olunur, fakat güzellik aksiyle tanıtılmaz. 247
veya muhalif birçok huzuzatın [zevkin] makesi Gerçi Felatun'un böyle bir nazariyesi varsa da,
[yansıyışı] , bir ayine-i sihrengizidir [sihirli aynasıdır] . beşeriyet-i hazıra çirkini af ve kabul etmeyi şanına
İhtimal ki resmin ehl-i akaidce [inanç sahiplerince] daha muvafık bulduğundan sanat-ı tasvirde çirkinlik
hoş görülmeyişi de bundan, bazı istisnalardandır. teşhir edilmez. Pek mahdut olan ibret levhalarını bu
Çünkü eserde herkes kendi zevk ve meyline göre bir sıradan hariç tutarız. İyi bir göz güzeli tefrikte pek
şekil arar ve mesela, o aynada kimi gaye-i hayali de müşkülat çekmez. Cinsinin her sinninde
olan safiyet ve sadegi hayatı, hayat-ı beşerin hissi [yaşında], her halinde kendine mahsus güzelliği
okşayacak hazin ve latif anatını [anlarını] , küçücük vardır. Çirkinlik ise nevin mahsusatına mugayir
manidar (poz)larını; kimi bir ihtişam-ı kibaraneyi, [aykırı] olan suiteşkilattan veya alamet-i zahirenin
ancak muhayyelesinde besleyip nailiyet-i ümid fıkdanından [yokluğundan] münbais [ileri gelen] bir
etmediği envar-ı mahasini [güzelliğin aydınlığını], özürdür.
271
� - - - - - -,�- � ', - - -,..
ı , -=-
�:- 1 t ,-
�
:"> -
l ,, • .,,,_ ,,. ,} .Sı
- -- - - ---
f
-ı..::-
I ; J "' -�
-
J
- ... - . ... .... , ..
- ._. -
,' , / -----
,,,
, 1) < i �
- -
i. - -
' ı..:: - - -,
1 :0 - - ' )ri
------
-1 \
,, _..., :..-... ._.� O>,,
�, - - \
...,.: ... ... ....
-.....
.... ...-
-ı -c
_ ,.
272
bir karikatür halini alır. Müzeleri gezen de acayipliği
görür. Hakiki kıymet üryaniyette [çıplaklıkta] , hakiki,
fıtri güzelliktedir," diyor. Zemin ve zamanın
müsaadesizliği hasebiyle münekkidin bu mütalaasını
biz de şöylece dinler geçeriz.
Sadedimize rücu edelim [gelelim] . Bir eserin muvaffak
olabilmesi için modelin mevzu ile mutabakatı, basıra-i
barmenin hayal-i mutasavvirine muvafakati şarttır.
Michel-Ange bütün o hayretfeza ibdaat-ı
sanatkaranesinin [sanatkarane yaratılarının] sırrını
kendi duygusunda, kendi basıra-i batınesinde [içsel
görme yetisinde] buluyor. Şu halde sanat-ı tersimin
istediği gözler, hayal ile madde, hakikat-i cismaniye
[nesnel gerçeklik] ile havass-ı mafevkattabia
[olağanüstü hislerin] arasında bir mutavassıttır
[aracıdır]. Mevzu yükseltmek ister. Fakat ulviyet kastı
ile eşkalin vaz-ı hakikisi [gerçek duruşu] tecavüz
edilirse [bozulursa] eser büsbütün hayali bir hal alır.
Bilakis vaz-ı hakikiye tamamen riayet edilirse o
zaman da fenn-i bedayi [estetik] nokta-i nazarından
hiçbir kıymeti haiz olmayan bir mektep resmi, bir
fotoğraf kopyası vücuda gelir. İşte bu iki müntehanın
[aşırı ucun] tam vasatında takarrür [kararlı durmak]
sanatta kemalin [olgunlaşmanın] delilidir. Mühim,
pek mühim bir nokta da çehreye mana verebilmek,
onu canlandırmaktır. Bu noktada muvaffak olmuş
ressamlar layemuttur [ölümsüzdür] . Bir çehre ne
kadar güzel ve mütenasip olursa olsun kıymettar bir
madenden mamul, musanna [süslü], murassa [taşlarla
Sanayi-i Nefise Mektebi mezunin-i kadimesinden bezeli] ve fakat sönük bir fener halindedir. Nuru ile
heykeltıraş Bahri B ey in : Zihayat [canlı] bir
'
tenevvür edebilmek [aydınlanabilmek] için mutlak o
feneri yakabilmeli, canlandırmalıdır. O zaman, hatta
modelden müstensih bir abide-i sanatıdır ki
şerait-i hüsn ü şebaba [güzellik ve gençliğin getirdiği
yıpranık bir dikkat-i mütekalliseyi [dikkati] gösterir. unsurlara] pek az malik olan bir model bile göz
kamaştırıcı bir ayna olabilir. İşte ancak bir nur-ı
Fransız müellifininden [yazarlarından] Peladan diyor hayat ile münevver bir tablodur ki nura aşık
ki: "Hakikiyun [hakikat] arıyorum, diye her rast pervaneler gibi tavafına [çevresinde dönüşüne]
geldiği modeli taklit ederek adeta cazibesiz bir binlerce takdirkar celp eder.
karikatür vücuda getirir. Fakat düşünülsün. Her haliyle "Joconde"a o hayretfeza kıymeti veren ve Lfonard
cins-i behime [hayvan türüne] pek yakın bir köylü de Vinci'yi tevekkirat-ı ebediyeye [sonsuz saygıya]
medit [uzun] bir sefaletten adeta insanlığını kaybetmiş mazhar eden şey o kaşsız kızın çehresindeki belagat,
bir derbeder, müfekkiremizin [düşünme gücümüzün] bakış ve tebessümdür. Yoksa Mona Lisa bulunmaz
tasavvur ettiği insana sadık bir numune midir? Yok, bu bir nadire-i hüsn değildir. Mona Lisa bugün de çok,
olamaz. Hakikat ancak hüsn-i cismanidedir [dış hem pek çoktur. Fakat onun o pek latif
güzelliktedir]. Bu noktaya riayet etmeyip de alelade her tebessümünü, o pek manidar bakışını görecek,
gördüğünü tersime çalışanlar bir nevi hastalıkla malul kapacak, zapt edecek ressam hayfa [yazık] ki -
şayan-ı terahhum [acınacak] insanlardır. " Avrupa münekkitlerinin itirafı veçhile - yoktur.
Hele b u münekkit, mütalaasında bazen daha ziyade Lfonard'ın, Chaplin'in ve hemayarlarının asar-ı
248 serbest davranarak, "İnsan tarz-ı telebbüsü [giyinme metrukesiyle yeni eserleri mukayese mümkündür.
biçimi ile bilhassa şu asırda pek çirkindir. Hatta o Aslını değilse de oldukça kudret ve muvaffakiyetle
kadar ki münasebetsiz kıyafetlere girmek, başına alınmış kopyalarını görüyoruz. Salonlar gençlikler,
şapka namına soba borusu gibi bir şey giymekle iktifa güzelliklerle dolu fakat her biri birer heykel-i camide
etmez [yetinmez] de neviyetinin [türünün] alamet-i [cansız heykel], renkler, vazlar [duruşlar] nazarı cezp
mümeyyizesi, çehresinin ziynet-i mahsusası olan saçını, ediyor fakat çehreler, gözler bir şey söylemiyor.
sakalını, bıyığını atar, büsbütün gülünç olur. Taife-i Yazlara kah havf ve hicabı [korku ve utancı] , kah
nisa [kadın kısmı] da modaya tabiyetiyle [uymakla] vecit ve istiğrakı [dalgınlığı], kah gaşy-i huzuzatı [haz z50
otomobile binmek için bir koca kürk ile Eskimo duymayı] icap ettirecek ne güzel, ne müntahip
kılığına girer; kasketi, iri gözlükleriyle dalgıçlara [seçilmiş] modeller var ki çehreleri maatteessüf bu
benzer. İnsaf olunsun. Bunun hüsün neresinde, bu hislerden bihaberdir.
kılık kıyafet ressama mevzu olamaz. Hele zaman Burada münekkit [eleştirmen] Peladan'ı dinleyelim:
geçtikçe moda değişerek pek kıymettar bir resim adeta "Şimdiki ressamlar bu güç iş karşısında tabloya
273
muvaffakiyet temin edebilmek için var kuvvet ve sairesini, hülasa maaliyatı [yüceliği] derece-i idraki
ehemmiyetlerini tenevvü-i elvana [renk çeşitliliğine] nispetinde teessüs eder. Mana-yı umumisiyle aşk,
vermek mecburiyetinde kalıyorlar. Mesala " Beyaz valid-i kemal ve ibdadır [olgunlaşmanın ve yara tının
çehre, sarılı kadın, mavi güzellik . . . " ilh [ve benzerleri J kaynağıdır] . Nerede sevilecek bir şey varsa mutlak
serlevhası [başlığı] ile birçok eserler mevcuttur. Ruh-ı orada bir sanatkar için vücuda getirilecek eser,
sanat sade elvanda değildir. Doğrusu bu bir sukuttur mevzu vardır. Hangi eserin mevzuu mefkurenin
[düşüştür] . Sanatkarlarımızın hassasiyeti azalıyor. kabul ve tasavvur ettiği şekil ve mahiyette temessül
Onlar yalnız vücudu görüyorlar, hem de çirkin etmiş [cisimlenmiş] ise o eser takdire layıktır.
görüyorlar, hisse tercüman olamıyorlar. Hele Fransız Sanatkar tabiattan çalışırken her şeyi parlak ve
tarz-ı tersimi adilik ve bilhassa sadelik yüzünden nazarrüba [göz alıcı] görür. Seyircisi onu aynı halde
mahkfım-ı zeval [yokluğa mahkfım] oldu. Tedricen göremeyeceğinin farkına varamaz. Binaenaleyh
sönüyor. Asar hakkı ile takdir ve tefrik edilmiyor. eserinin bir tesir uyandırabilmesi için seçtiği modeli,
Tesirat-ı hariciye ile adi resimler de salonlara kabul mevzuu, dekoru iyi ve doğru görmelidir. Hele
olunuyor. Bir zairin [ziyaretçinin] bunları temaşadan muhitin kabiliyet-i idrakini ihmal etmemeli, mikyas-ı
alacağı his kendisinin dahi pek çok emek sarf rüyet [görmenin ölçüsü] olan halk gözü ile de epeyce
etmeksizin bunları yapabileceği kanaatidir. bir süzmelidir. Çünkü onu o gözler beğenecektir.
Bu mevzusuz tablolar, bu intizamsız şekiller, bu sert Müşterisiz meta zayidir.
ve çiğ tonlar, bu ağır ve kaba fırça darbeleri elbette Temaşager [izleyici] dahi eserde ne resmi, ne ressamı
böyle bir his ve kanaat verir. Çirkinlik alem-i tasvire fakat ancak kendi duygusunu, kendini görmek ister.
gireli herkes kendini sanatkar zannetti gitti. Yazık! " Eğer temaşadan kalben, fikren bir teessür hissederse
Muvaffakiyetin sırrına dair anlayabildiğim şeyleri ve aradığını bulmuş, tablo da vazifesini ifa etmiş
bu meyanda Peladan'ın Fransız ressamlarına acı ve demektir. Bunun için insan evvela kalp gözünün
müesser sözlerini malumat nevinden şöylece arz kabiliyet-i rüyetini kuvvetlendirmeli, vasıta-i kemal
ettim. Şimdi de bir tablodan zevk alabilmek için ne olan sanat duygusunu artırmalı, sonra da asarda o
lazım, bunu arz edeyim. basıra-i batınenin hayal-i rüyetini aramalı, onu
Resmi sevmek için ressam olmak iktiza etmez sevmeli, takdir etmeli, ruhsuz, değersiz parçalara
[gerekmez] . Sanat duygusu kafidir. Bu da eserle iltifat etmemelidir ki gaye-i sanat tecelli etsin, erbabı
temaşageri [izleyicisi] arasında bir münasebet-i da encüm [yıldızlar] arasında afitap [güneş] gibi
nefsaniyenin [şahsi ilişkinin] vücudundan doğar. Bu teferrüt etsin [ayırt edilsin ] .
münasebet ise temaşagerin derece-i tenevvürü ve
sanatın esrar-ı fenniyesi, tarz-ı icrasını değil de ondan 1 1 Mayıs sene 330 [ 1 9 1 4]
daha başka, daha dakik ve amik [derin] olan esrar-ı Refik
274
D E GİRMEN C İ ZADE B U R S A LI İB RAH İ M EFEN D İ 1
zJI Eski tezkirelerimizi [biyografik eserlerimizi], aynı zamanda da saatçidir. Bildiğimiz ekser saatçiler
teracim-i ahval [yaşamöyküleri] kitaplarımızı tetkik gibi de saatçiliği yalnız saat tamirciliğinden ibaret
ve tetebbu edenler [inceleyenler] görmüşlerdir ki değildir. Kaffe-i aksam ve edavatını da kendisi
arada sırada bazı erbab-ı faz! ve hünere " hezarfen yapmak üzere büyük kıtada [boyda] bir çalar saat
[bilgili] bir zat" gibi bir lakap ve unvan verilmiştir. de imal etmiştir.
Bunların bazen namüstahakına [yaraşmayana] Elyevm Bursa ' nın Alaca Hırka mahallesinde mevcut
verildiği vaki ise de hakikaten bu lakaba cidden olan evinde ayrıca bir atölyesi var idi. Kerrat ile
müstahak erbab-ı azim ve zeka, pek kıymetli ve [defalarca] ziyaret ettim. Hanesinin bazı odaları
faziletli ecdadımız bulunduğu gayri münkerdir sanayi-i nefise şuabat-ı asarı ile müzeyyen ve memlu
[ inkar edilemez]. [dolu] idi. Tabiidir ki tüfekçilik yapacak derecede
işte tercüme-i halini yazmak istediğimiz zat da o muvaffakiyet gösteren Değirmencizade pek zarifi
kıymet ve fazilette o derece-i ihtisas ve marifetde kalemtıraşlar, ufak kıtada bıçaklar yapmaktan da
nevadir-i sanatkarandandır [nadir hali kalmıyordu. Lakin yalnız yapmakla kalmak,
sanatkarlardandır]. Vefatının daha dün denecek yalnız imal ile iktifa etmek bu azum [azimli] ve
derecede yakın olması istidad-ı millimizin lehü ' l müteşebbis ve müstait [yetenekli] ve ehl-i sanat
hamd [hamdolsun] elan [halen] berdevam ve kemal adamı için mümkün değil idi. lmalgerdesini [ imal
bulunduğunu ispat eder. Ve öyle sanıyoruz ki bu ettiğini], hakkı ile imal ettiğini, istimal etmek
şahsiyet-i istidadda eshab-ı hüner ve sanatımız
epeyce bir yekun teşkil eder. Hayıf, sadhayıf
[binlerce hayıf] ki bu gibi zevat şu asra göre bir
terbiye ve tahsil, bir teşvik ve tergip [rağbet]
görmemişlerdir.
Bursalı Değirmencizade İbrahim Efendi, Bursa' nın
Alaca Hırka mahallesinde doğmuştur. Pederi bu
mahallede elyevm su ile tahrik edilegelen
[çalıştırılan] un değirmeninin sahibi Mehmed Ali
Ağa 'dır. Sahib-i tercüme [yaşamöyküsünün
kahramanı] alelusul [usulünce] tahsil-i ibtidaisini
ikmalden sonra medrese usulü tahsil görmüş, bu
tahsilin malum meratib-i derecatını kat ve ikmal
eylemiştir. Kamilen alem-i tecerrüdde [inzivada]
yaşamış, bütün ömrünü sanayi-i muhtelife uğruna
sarf etmiştir. Kabiliyet-i sanatkarane nokta-i
nazarından cami-i azdaddır [zıtların birleşimidir] :
Mesela değirmenin taşı eskiyip bozulduğu vakit taş
ocağına bizzat gider, taş çıkartır, yalnız başına
yontar ve işler. Değirmenin peder ve ceddinden
kalma oluğu kendi zamanında eskidiği için Keşiş
Dağına baltası elinde giderek mükemmel bir oluk
imal etmiş, getirtip değirmene takmıştır. Aynı
zamanda tüfekçiliğe de merak etmiş, eski usulde
birkaç şişhane de dökmüştür. Fakat bütün manası
ile tam bir Osmanlı olduğu için, döktüğü şişhanelere
lakayt kalmamış, gaye ve maksad-ı milliyi katiyen
unutmayarak bu kendi imalgerdesi olan şişhanelerle
Osmanlık ananat-ı mübarekesine [mübarek
geleneklerine] tevfik [uygun] hareketle yaz Sanayi-i Nefise Mektebi mezunin-i kadimesinden
cumalarında kendi gibi atıcılarla Abdal Murad'dan heykeltıraş Mesrur İzzet Bey 'in bir abide-i
bir de reh [yol] ile ayrılan dağdaki düzlükte dikilen
sanatıdır; bir çocuk, bir genç sabahat-ı vechiyesini
nişangaha nişan atar. Ekseriyetle de atıcılıkta ve
{yüz güzelliğini], zinde-i hayatını gösterir.
isabette birinciliği kazanırdı.
Bu zat pederimin mekteb-i şeriki [okul arkadaşı]
olduğu gibi, atıcılıkta da şeriki idi, hatta
sabavetimde [çocukluğumda] bunların bu yoldaki 1 Nüsha-i sabıkada [önceki sayımızda] rercüme-i halini yazdığımız
atıcılıklarında defaatle bulundum. Diğer atıcıların (Bursalı Oymacı Fahri)nin tahminen bin yirmi [ 1 320- 1 6 1 1 ]
şişhanelerini de icabında tamir ederdi. Pederimin tarihinde vefat edip İstanbul'da Edirnekapısı'nda Hattat Kerimi
merhum civarında medfun [gömülü] bulunduğunu gösteren
şişhanesini de tamir etmiştir. fıkranın her nasılsa unutulmuş olduğunu bilitizar [özürlerimizle]
Büyük bir kabiliyet-i sanat ile doğan sahib-i tercüme arz ederiz.
275
[kullanmak], bu istimalde de bir muvaffakiyet-i Celaleddin Paşa zamanında yapılan Mihaliç yolu ve
kamile göstermek mukteza-yı fıtratı [yaratılışının saire mebdei olan Acemler'deki kitabe vesairedir.
gereği] idi. Bunun için zarif kalemtıraşlar imal eden Değirmenci yere ait bu muvaffakiyetleri ile yine
İbrahim Efendi . . . taş yontmak, kebir [büyük] ağaç büyük istidadını, aşk-ı sanatını kandıramamış, bir
oluk yapmak, tüfek yapıp atmak, bıçak kalemtıraş parça da yukarıya, göklere dair tetkikat ve
imal etmek kudretini gösteren sahib-i tercüme aynı tefahhusatta [derinlemesine incelemede] bulunmaya
zamanda hattatlığa da uzanıyor, tam manası ile bir karar vermiş, kadim alat-ı irtifadan rub ve
de hattat oluyor. mukantara tahtaları [astronomide kullanılan
Hatt-ı sülüsü ve nesihi Hisar'ın Zindankapı araçları] imal ve istimaline başlamıştır. Lakin
Mahallesi sakinlerinden Hattat Saadeddin Efendi zannedilmesin ki Değirmenci bizim bildiğimiz kar-ı
merhumdan temeşşuk ediyor [meşk alıyor] . Hatt-ı kadim [eski zaman işi] irtifacılar gibidir. Hayır,
taliki de 1290 [ 1 8 74] küsur tarihlerinde Üsküdar hayır. .. o, tamamiyle bir aşık-ı samimi-i marifetdir:
Mevlevi Zaviyesi şeyhi Farisi' den ve hattat ve Mükemmel irtifa alır, bunu da yalnız irtifa tahtası
taliknüvis [talik yazan] Bursalı Zeki Dede ile yapmaz, hesabatını her sene Fransa'dan celp
252 merhumdan yazmıştır. Zeki Dede'nin bazı asarı ettiği konesans [ connaissance?] vasıtası ile ya par.
elyevm erbabı nezdinde mahfuzdur. Rasadanını da " sekstant" ile icra ve ifa ederdi.
Değirmencizade, talikte üstadı Zeki Dede gibi İmad Hutfıt-ı muhtelifedeki [hat türlerindeki] dakayıkı
tavrı [tarzının] mukallididir [taklitçisidir] . Hatt-ı [inceliği] o kadar iyi anlardı ki hattat-ı şehir [ünlü
talikdeki behresini [hissesini] irae etmek üzere bir hattat] İstanbullu Şefik Bey merhum, cennetmekan
parça eseri de umumun nazar-ı takdirine arz olunur. Sultan Mecid Han'ın iradesiyle Bursa Cami-i Kebir'i
Hatt-ı celideki asarına numune olmak üzere yazılarını yazmaya geldiği vakit de
Bursa' da Cami-i Kebir [Ulu Cami] avlusunda esbak Değirmencizade'nin bu dakikaşinaslığını defaat ile
[eski] Vali Münir Paşa tarafından yaptırılan takdir ve tahsin eylemiştir.
çeşmedeki yazılar mevcuttur. Hatt-ı talikdeki diğer Ekser [çoğu] zamanını evinde, kısm-ı asgarini de
asarı da keza Bursa valilerinden Mahmud değirmende geçirir, daima sanayi-i muhtelife ile
iştigal ederdi. Son zamanlarında Mahmud
Celaleddin Paşa delaletiyle tecdiden [yenilenerek]
yapılan ve Gazi Hudavendigar'ın binagerdesi olan
Şahadet Cami-i şerifi muvakkitliğine tayin
olunmuştu. Taban [tabiaten] rind [kalender],
laubalimeşrep, latifegfı [latife yapmayı seven] bir
zat idi.
Ekser günlerde ufak zembilini arkasına alarak erzak
ı yevmiyesini [günlük erzakını] almak için çarşıya
gelir, adeti veçhile sahafhanedeki kahve ve mücellit
dükkanlarında oturarak ehibba ve eviddası [arkadaş
ve dostları] ile görüşüp onları tenşit ederdi
[keyiflendirirdi] . Sanat-ı tabhada [yemek sanatına]
fevkalade vukufu olduğundan kendi yemeğini kendi
pişirirdi .
Çiredesti-i mahareti [üstün becerilerinin ürünü] olan
ve yukarıda geçen yazıların, kitabelerin taşçılığını da
kendisi yapmıştır.
Söğüt'teki Ertuğrul Gazi Cami-i şerifindeki
levhalarda Mahmud Celaleddin Paşa tarafından
söylenen tarihler, keza taşçılığı kendi tarafından
yapılmak üzere, eydi-i sanatkaranesindeki [sanatkar
ellerindeki] muvaffakiyet ve kudretin pek zarif ve
bahir [açık] numunelerdir.
Paşa-yı müşarünileyh [adı geçen paşa] bu zatın gerek
hattatlık, gerek hatt-ı hakkaklığı hususundaki
maharetini sipariş ettiği birçok asarı muhayyirü'l
ukul [şaşkınlık veren] bir iktidar ile meydana
getirdiğini görerek yazdığı bazı yazıları Dersaadet'e
göndermiş ve Değirmencizade'ye meşihat-ı ulyadan
Sanayi-i Nefise Mektebi zihayat modellerinden: [yüce şeyhülislamlık makamından] bir ruus
[takdirname] getirmek suretiyle tatyib [iltifat] ve
İ HTİYAR BİR MUSEVİ
taltifte bulunmuştur.
Tekezade Said B ey in eser-i sanatıdır ki mektebin
'
Bir gün Paşa hat ve hak için verdiği tarihi muhtevi
on sene evvelki konkur salonunda birinciliği [içeren] bir yazıda sehven [yanlışlıkla] ( _, ) harfini
kazanmıştır. unutur. Değirmencizade harfin noksan olduğunu
276
anlamakla beraber, aslında görmediği için bu harfi hastalanarak vefat etmiş ve Harmanlık'tan Seyyid
tarihlerden oraya çıkartmaz. Lakin ilmin muktezası Ahmed Deresine giden yolun sağ taraf içersine
[gereği] olan şerita-i ihtiyata [tedbire] riayetle, o defnedilmiştir. ( Rahmetullahi aleyh, rahmeten vasia. )
mahalde bir genişlik bırakır. Ferdası [ertesi] günü Artık şüphe edilir m i k i böyle ecdat ve aba-i
Mahmud Paşa gelip bir ( .J ) noksan olduğunu ihtar muhteremenin [muhterem atalarımızın] öz evlatları
edince hazreti üstat bu nisyanın [unutmanın] olan bugünkü gençler çalışır ve zamanın terakkiyat
kendisinde olduğunu söyleyerek kağıdı irae etmiş ( ! ) ve tekamülatına tevfiken [uyarak] tenmiye-i heves ve
ve Mahmud Paşa ' nın mahcubiyet ve ümitsizliğine merak ederlerse [heves ve merak geliştirirlerse],
rağmen ertesi günü pirinçten döktürdüğü bir ( .J ) medeniyet-i fazıla aleminde hayret ve takdirlerle
harfini oraya yerleştirerek ve yaldızlayarak Paşayı karşılanacak asar-ı sanatkarane ibdaına [yaratmaya]
tatlı ve müteşekkirane hayretler içinde bırakmıştır. muvaffak olmasınlar! . .
Üstad-ı müşarünileyh 320 [ 1 904] tarihinde
Hicaz'dan avdetinde Üsküdar'da Nuh Kuyusu'nda 1 0 Mayıs 3 3 0 [1 9 1 4], Çengelköyü
sakin odasında, merhum Cemal Bey'in hanesinde Bursalı Mehmed Tahir
BiZDE RESİM
Ressam Cevad Bey 'in: SAN 'A KAD INLARINDAN Ressam Cevad Bey'in
MENAHA TÜCCARLARINDAN
277
Ressam Cevad Bey 'in Ressam Cevad Bey 'in
SAN 'A HARİCİNDE ATARA YOLU DA BEKRİYE CAMİİ
zenginlerin en büyük zevk-i temaşası bir banknotun mahsus bir hareketle bize ümitbahş oldu. Resim
ilham ettiği sarı renk ve sarı ahenktedir. Biz resimden hevesinin şehzadelerimize kadar yükseldiğini,
bir şey hissediyorsak bu, ondaki bedia-i sanat değil, ressamlarımızın tevhid-i mesai [ortak çalışma] ile
onun gösterdiği üryanlık, mizahlık veya şiiriyet-i memlekette faaliyet uyandırmaya çalıştıklarını
zahiredir. İşte sanatkarlarımızı ilerletmeyen, işte görüyoruz. "Osmanlı Ressamlar Cemiyeti" namını
zeka-yı sanatın maşrık-ı inkişafını [gelişmesinin ilk defa şu risale üstünde gördüğüm zaman
kaynağını] kapayan zulmetin ruh felsefesi. Teşekkür damağımda eski, fakat mühim olduğu için daima
olunur ki son aylar, ferda-yı sanatımız hakkında zihayat [canlı] kalmış bir hatıra silkindi: Bir Fransız
mecmuasında Fransız ressamlarının tarihçe-i
terakkiyatını okumuş, onların hayat mücahedesine
[savaşımına] karşı bizde sis ve nisyan altında uyuyan
define-i sanatın metrukiyetine ağlamıştım.
On yedinci asırda ressamlık esnaflıktan madud idi
[sayılırdı] . Duvar badanalayan bir amele ile nakışlar
yapan, heykeller boyayarak cisme ruh ve mana ilave
eden sanatkar aynı kanuna tabi idi. Imagers -
peintres namı altında umum boya ve fırça erbabı
mahlut ve müctemi [karışık ve toplu halde]
bulunuyordu. Bunu memleketimizin hayat-ı sanatı ile
mukayese edersek Fransızların on yedinci asrı ile
bizim 328 ( 1 9 12] senesini müsavi buluruz. Pek yakın
vakte kadar bir ressamın bir nakkaş kadar da sahib-i
mevki ve sahib-i servet olamadığını itiraf etmeliyiz.
Henüz hangi kademe-i sanatda bulunduğumuzu
anlayabilmek için Fransız ressamlarının safahat-ı say
ve hayatına seri bir nazar atfedelim:
Ressamlar uzun müddet adi esnaflık menzilesinde
Ressam Cevad Bey 'in: San 'a haricindeki [derecesinde] kalmaya tahammül edemediler.
cebel [dağ} köylerinden 1 84 8 ' de meşhur ressam Le Brun'ın teşebbüsü ile
VUSAL KARYESİ [Vusal köyü} " Resim ve Heykeltıraşlık Akademisi" namında bir
278
meşher [sergi salonu] ittihaz etti. Akademiye girecek
il sanatkar mutlaka bir levha veya bir heykel z. 54
1
takdimine mecbur idi. Bu suretle Akademiye kabul
edilenlerin asarı müzeye konur ve teşhir edilirdi ki
bugün Louvre müzesinin esasını o vaktin nefais-i
metrukesi teşkil eder.
1 677 senesinden itibaren her iki senede bir küşat
edilmek [açılmak] ve yalnız kırk kişiden ibaret olan
Akademi azasının eserlerinden müteşekkil olmak üzere
bir meşher [sergi salonu] tesis olundu. On sekizinci
asır nihayetinde açılan meşher Louvre sarayının zemin
katındaki murabba [kare] salonunda idi ki o nama
izafeten elan [şimdi] sanayi-i nefise meşherlerine Salon
Kare [Salon carre1 deniyor. 1 79 1 'de meşher [sergi]
umumileşti. Her sanatkar oraya eserini koyabilirdi.
Ressam Cevad B ey ' in 1 793'de Akademi lağvolunarak teşhir edilecek asarı
SAN 'A' DA " EBHER" MAHALLESİ takdir ve taltif için bir komisyon teşkil olundu.
Eski boya ve fırça esnaflığı ? .. O, namahsus bir
bataet-i sukutla kaybolup gitti. Bir aralık Saint-Luc
cemiyet teşkil edildi. Bu yeniliğe karşı eski Akademisi namı ile yaşadı ise de büyük
" boyacılık" isyan etti. Akademiye rakip olmak üzere sanatkarların o tarafa meyletmemesinden dolayı 255
bir mektep ( Ecole Rivale) küşat ederek [açarak] temdid-i hayata muvaffak olamadı. . .
akademinin ücret talebine karşı meccanen [ücretsiz] Okuduğumuz makale şöyle bitiyor: Bugün asr-ı
talebe kaydına başladı. Halbuki akademi boyacılık hazır heyet-i ictimaiyesinde ressamlık mühim ve
değil, canlı modeller karşısında sanat öğretiyordu. değerli bir sanat olmuştur. Fransa, zamanımızın en
Keyfiyet meclis-i mebusana [parlamentoya] intikal büyük birkaç ressamını yetiştirmiş olmakla
ve müzakere neticesinde akademi ihraz-ı mazhariyet müftehirdir [gururludur] . Elyevm birçok gençler bu
etti [başarı gösterdi] . Bundan sonra Akademi mesleğe intisap ediyorlar [giriyorlar] ki kendileri için
Louvre'a nakil ve kralın bahşettiği Apollon galerisini hem cidden şerefli, hem de karlıdır.
..
279
kendisine galip gelen düşmandadır" nazariyesini
takiben Bulgarlardan bir fıkra nakledelim:
Filibe'de "halaskar çar" Hotlen' in [ ? ] on yedi
yaşında bir garsonu vardı, gece ne vakit kalksam
onu masa başında yazı yazmakla meşgul görürdüm.
Bir gün ne yazdığını sordum:
" Bu bir romandır," dedi.
" Romanlarınızı neşrediyor musunuz ? "
',', Param olmadığı için hayır. Fakat biriktiriyorum.
Uç sene sonra ' Hristo Popof ve rüfekası' isminde bir
kütüphane teşkil edeceğiz ve o vakit neşredeceğiz. "
" Romanınız neden bahsediyor? "
" Ecnebi ressamların Bulgaristan'daki hayatından.
Mesela bir Fransız ressamı Bulgaristan'da pek çok
para kazanıyor, ailesini mesut ve müsterih yaşatıyor 257
da bir Bulgar genci aynı istidadı haiz iken parasız ve
vasıtasızlık yüzünden sefalet içinde kalıyor . . .
"
280
lslam kadınlarının yarım asır evvelki iştigalat-ı beytiyeleri [elişleri] numunelerinden sırma işlemeli havlu
" PALETTE VÜCUDU ELZEM O LAN RENKLER İLE malzemelerindendir], hatta en mühimlerindendir. İyi
BÜYÜK RESSAMLARIN İ STİMAL ETTİKLERİ RENKLERİN cins boya ile çalışarak eserini yaşatmak isteyen
ESAMİSİ, BOYALARIN YEKDİCERİYLE İMTİZACINDA ressam tuval ve panonun da fevkaladesinden intihap
MÜTEVELLİT TEGAYÜRAT, YACLAR VE TESİRi " etmesini unutmamalıdır.
HAKKINDA MALUMAT ARZU EDEN GENÇ ARTİSTE Tuvallerin intihabında en ziyade nazar-ı dikkate
alınacak mesele taze olmamasıdır. Büyük ressamlar
Mabat boyalarını, tuvallerini hususi siparişler vererek imal
ettirilirse de halihazır mamulaatı meyanında fiyatça
gibi renklerden ibarettir. Fakat meşahirin bu palet gali [değerinden pahalı] olmakla beraber en iyi cins
listelerine bakarak palet tanzimini pek tavsiye tuvaller mevcuttur. Fakat arz ettiğimiz veçhile
edemeyeceğim. Çünkü elvanı [renkleri] kati surette herhalde tuval pek taze ise, bir müddet bırakmalı
tavsiye için her ressamın tabiatı aynı tesir altında, üzerine resim çalışmamalıdır ve "en iyi tuval en eski
aynı tonlarda müşahede ve tersim edebilmesi kabil tuval" nazariyesini daima tahattur etmelidir
değildir, güneşli bir sarıyı yahut yeşili ilh [ve [hatırlamalıdır] . Hatta mümkün ise tuvalleri bir sene
benzerini] herkes nazarının kabiliyet-i tayiniyesine, kadar terk ederek bilahare üzerine çalışmalıdır.
ruhunun heyecan-ı intihabına göre meydana getirir, Yağlara gelince: Resimde müstamel olan [kullanılan]
tersim eder. Saniyen [ikincisi] ressam şuabat-ı yağlar keten yağı, ceviz yağı, pamuk yağı, terebentin
tersimden [resim dallarından] natürmort, maren . . . gibi birtakım yağlardan ibarettir. Bunlar, ekseriyetle
ilh kısımlarında mütehassıs ve daima onunla iştigal boyanın katılığını ve lüzuciyetini [yapışkanlığını]
etmek meseleleri nazar-ı dikkate alınınca bittabi icabında gidermek ve boyayı ince bir tabaka halinde
boya intihabı hakkında hiçbir şey söylenemez. kullanmak içindir. Artık bu hususta fazla söze
Esasen meşahir [ünlülerin] paletleri meyanında ihtiyaç görmüyorum. Yağları umumiyetle kabul
[arasında] mehazir-i fenniyeyi [fenni sakıncaları] etmemek şarttır. Hatta boyasının fazla yağından
havi birçok elvan vardır ki bunlar bugünün şüphe eden ressamlar sünger kağıdı üzerinde
ressamları için muteber değildir. Zaman tecrübelerle kullanacağı boyaların yağını içirerek kullanırlar.
bu gibi elvan-ı müstamelenin [kullanılan renklerin] Fakat resmin bazı kısımlarında, ezcümle ince
258 metanetsizliğini ispat etmiştir. Avrupa müzelerini parçalarında boyayı yumuşatmak icap ettikçe esans
tetkik edenler, mebahis-i elvanı gözden geçirenler dö petrol " essence de petrole" [petrol ruhu]
eski tablolardaki harabiyetin neden tevellüt ettiğini kullanmalıdır.
[doğduğunu] anlamışlardır. İşte biz şu malumat-ı Vibert, Ernest Hareux, Morin'nin gibi büyük
nakısa [eksik bilgiler] ile elvan hakkında bir fikr-i ressamlar bütün gazat-ı tairuya [uçucu gazlara]
umumi verebilmek arzu ettik. Artık intihab-ı elvan rağmen esans dö petrolün teressübattan
[renklerin seçimi] , çalışacak ressamın mesleğine ait [tortulardan], tesirden azade, çabuk uçucu olması
kalacaktır. Yalnız şunu da izah edelim ki resimde itibariyle kabul ve tavsiye ediyorlar.
sadece boya intihabı ile iktifa etmek de hatadır.
Pano, tuval intihabı da ayrıca nazar-ı ehemmiyete Kuleli idadisi resim muallimi
alınacak malzeme-i tersimiyedendir [resim M. Sami
281
Bir asır evvel kadın elişlerimizdeki zarafet ve nefaseti gösteren havlubaşı işlemeleri
Bir asır evvelki ipek işlemeli havlu kenarları Bir asır evvelki sırma ve ipek işlemeli havlu kenarları
282
RESSAMLARA DAİR
KAVAN İ N - İ E LVAN
283
Nüsha-i mütekaddimede tercüme-i hali muharrer Sanat-ı mimarinin bedayi-i
[yazılı) (meşhur Bursalı Oymacı Fahri)nin dişi oyma giranbahası [değerli güzelliği]
numunelerinden: Heykeltıraş Mesrur İzzet Bey ile müzeyyen [bezenmiş]
tarafından ihda [hediye] edilmiştir. bir kapı
şems tayini ile hakiki kırmızı yahut hakiki mavi şu daha mavi, mavi daha outremer'li daha menekşeye
veya şu çizgiler meyanında [arasında] bulunacak, karib [yakın], menekşe keza karanlığa imtidat ederek
görülecek denilmemiştir. Filhakika elvanı tahdit edici yukarıki kırmızı gibi kararacak. Şimdi biz kırmızıyı şu
farz olunan bu çizgiler layetegayyer [değişmez] kabul veya bu çizgiler arasında bulunuyor diye kabul
olunsalar bile derecat-ı elvan onları hasıl eden ziyanın edecek olsak bile mademki ziyanın kesafetine nazaran 260
kesafetine nazaran tebeddül edeceklerdir. Mesela, sağa ve sola dağılmak hassası vardır, bittabi mevkiini
ziyanın tezayüdü [artışı] tasavvur edilecek olsa tayfın değiştirmediği halde renkler bu çizgiler arasında
elvan-ı mevcudesi sarı yeşil olan merkeze kalamayacaktır. Şu halde ziyanın kesafetini ölçmek
yaklaşacaklardır ve o zaman sarı daha fazla yeşil sarı için pratik bir vasıta taharri etmek [aramak] ve tayf-ı
olacak ve turuncu daha sarı, kırmızı fazla turuncu şemsiyi şu derece-i ziyaiye ile tetkik etmek lazımdır,
olacaktır; cramoisi - koyu güvez kırmızısı daha diye karar verilmelidir. Farz edelim ki karar verdik.
kırmızı bir ton peyda edecektir. Merkezin diğer Fakat mucib-i itiraz [itiraz gerektiren] en ehemmiyetli
tarafında yeşil daha fazla sarı yeşil, mavi daha yeşil, bir cihet kalacaktır. Çünkü ziya mevsime, iklime,
deniz mavisi daha mavi, menekşe rengi fazla deniz günün saatine nazaran muhtelif tesirat-ı levniye irae
mavisi rengini kesp edecektir. Buna mukabil ziya ediyor [yol açıyor] . lşte bu nokta-i mühimrnenin
azalırsa elvan-ı merkezden tebaüd ederek henüz hal ve fasıl edilememesidir ki elvanı bir kaide-i
[uzaklaşarak] tebeddül edecekler [değişecekler], o sabite ile tayin eden umumi bir vahid-i kıyasiyi
zaman sarı fazla turuncu, turuncu daha kırmızı, [örnekseme ölçütünü] kabul ettiremeyecektir.
kırmızı fazla koyu güvez kırmızısı ve nihayet Farzımuhal olarak böyle bir vahid-i kıyasi kabul
karanlığa doğru imtidat ederek [uzayarak] edilse bile Vibert' in tamik ettiği [derinlemesine 26I
gölgelenecek, ayniyle merkezin diğer tarafında yeşil araştırdığı] veçhile ne gibi netayic-i ameliye [pratik
2 4
Müze-i Hümayun müdür-i sabıkı [eski müdürü} merhum Hamdi Bey 'in
"MÜTALAA "
285
Bu nüshamızda tercüme-i hali münderiç [yayımlanan} "Hazarfen Bursalı Değirmencizade Hacı
İbrahim Efendi "nin hatt-ı talikdeki muvaffakiyetinin şahid-i zihayatı [canlı delili]
286
Mütekaidin-i askeriyeden ressam Sami Beyefendi 'nin klişelerinden
Bir nakş-ı güzinin sine-i sanatdaki hatt-ı rengin
287
[kolayıdır] . Yalnız yanlış bir fikirle idrak mülevvenenin [renkli ışınların] imtizacatını tetkik
etmemelidir. Bu da üç esas renkleri tevhit edileceği keyfiyetinden feragat lüzumunu anladıktan sonra
[birleştirileceği] nazariyesi gibi . . . Vakıa mavi ile şuaatı mevadd-ı muayyene [belirli maddeler] ile istihsal
sarıdan yeşil, kırmızı ile sarıdan turuncu, kırmızı ile ve tayf-ı şemsi elimizdeki maddi boyalarla taklide
maviden menekşe rengi yapılabilir. Fakat bu yeşil, başlayacağız. Şimdi bütün tecarib-i fenniyeyi [bilimsel
kırmızı, menekşe renkleri bir hadise-i hususiye tecrübeleri] bir tarafa bırakarak renkleri imtizaç ettiren
tesiriyle daima mahkum-ı tebeddüldür [değişmeye hadisatı, bunların yekdiğerleri üzerine zam [eklenmesi]
mahkumdur] . Elvan-ı hususiye [özel renkler] ile ve ilhakından [katılmasından] ve zıddiyet-i elvandan
elvan-ı asliyeyi [esas renkleri] ahenktar bir hale kanun-ı elvan namı ile suret-i umumiyede bahsedelim.
getirmek için elvan-ı esasiyeyi başkalarla
karıştırmak, kirletmek bazen açmak icap edecektir.
İşte sanat-ı tersim nokta-i nazarından şuaat-ı M. S.
İ STAN B U L ABİDELERİ
288
1
da bu tebeddülün tesirine uğramıştı. Justinien'in eski üzerinde kenarı ufak v e kırmızı çiçeklerle işlenmiş
kilisesi yıkılmış, o devirdeki Bizans kiliselerinde geniş bir manto, Hazreti İsa 'ya küçük modelde bir
bermutat kullanılan plan üzerine yeniden inşa Bizans kilisesi takdim ediyor. İşte yalnız şu teferruat
olunmuştur. Bugün bile Kariye Camii on ikinci asır bize anlatıyor ki bu zat kilisenin banisi [kurucusu],
mimarlarının verdiği eşkal-i esasiyeyi muhafaza hazine-i merkeziye nazırı Teodoros Metohites'tir. Bu
etmektedir. Bu mabedi Maria Doukaina'nın da zat, Bizans tarihinde meşhurdur. İmparator il.
mermerler, mozaikler ve boyalı resimlerle tezyin Andronikos'un nazırı ve gözdesidir. Zamanın en
etmiş olması muhtemeldir. Fakat dördüncü Ehl-i mühim işlerine karışmıştır. Diplomat, rical-i siyasi
Salib [Haçlı Seferi] fırtınası Konstantiniye semasına [devlet adamı], alim ve feylesoftur. On dördüncü
uğradığı zaman, Latin hakimiyetinin sair dini asır Bizansının en şayan-ı tetkik ve tabayi-i
abidelere yaptığı muameleye Kora manastırının da mümtazeyi [yüksek yeteneği] haiz bir simasıdır. Bu
duçar olmaması imkan haricinde idi. İşte bu sebepten tercüme-i halinin [yaşamöyküsünün]
sebepten Palailogoslar eski payitahtlarına girer bilinmesi faideden hali [uzak] değildir.
girmez, ilk işleri ecnebi işgalinden hasıl olan Teodoros Iznik'te doğmuştu. Hayatının ilk
felaketleri tamir etmek olmuştu. Bilhassa il. zamanlarında çok sıkıntı çekmişti. Pek küçük yaşta
Andronikos ( 1 32 8 - 1 3 82 ) buna son derece ihtimam yetim kalmış, tahsilini ikmal için çok çalışmaya
etmiş, onun eserine taban da nazırlarından biri mecbur olmuştu. Fakat hiçbir zaman ibraz-ı
imparatorun en birinci gözdesi Kora kilisesini tamire mesaiden geri durmamıştı. Teodoros pek iyi
çalışmış, kilise yeniden ihya edilmiştir. Binanın biliyordu ki o zamanlar Bizans'ta edebiyatı
merkez kısmına hiç dokunulmadığı cihetle, bu kısım fevkalade muteberdi. Edebiyata intisap edenler az
müstesna olmak üzere, tezyinatın kaffesini zaman içinde büyük mevkie suud ederlerdi
[tamamını] yeniden yaptırmıştır. Bundan başka, yeni [yükselirlerdi] , filhakika henüz yirmi yaşında olduğu
yeni inşaat ile mihrabı büyültmüş, bilhassa kilisenin halde, Teodoros, Konstantiniye'ye geldi. Hitabette
cenup kısmına, ihtimal ki türbe makamında olmak gösterdiği belagat sayesinde imparatorun nazar-ı
üzere, uzun bir dehliz yaptırmıştır. Bu dehliz elan dikkatini celp etti. il. Andronikos edebiyattan
mevcuttur. Hülasa müşarünileyh, manastırı yeniden hazzederdi. Etrafında daima ulema bulundururdu.
tesis etmek ve şayan-ı dikkat bir kasidede kendisi de Muasırlarından [çağdaşlarından] birinin dediği gibi,
itiraf ettiği veçhile " Azim masarıf ve biniha ye "Sarayı elsine-i beliğanın merkezi idi." Böyle bir
metaib" [büyük masraflar ve bitmez yorgunluklar] hükümdarın yanında Metohites'in muvaffak olması
ile " zarif ve medh ü senaya şayan bir eser" ihya tabii idi, işte bu Metohites için bir menba-ı saadet
etmekle iftihar edebilir. teşkil etmiş ve bu saadeti hayatının son gününe
O zamandan beri Kora kilisesi nispeten mükemmel kadar devam eylemiştir.
bir surette muhafaza edilmiştir. Manastır, surların Teodoros Metohites cismen gayet yakışıklı bir
pek yakınında bulunduğu cihetle Fatih Sultan adamdı. Sarayda kendisine herkes " Güzel
Mehmed Han ordusunun hücumlarından azıcık Metohites" derdi. Uzun boylu, mütenasip ve zarif
müteessir olmuştur. Bilahare camiye kalp olununca idi. Daima gülen gözleri simasını şenlendirirdi.
[dönüştürülünce], mihrapda bulunan resimlerin bir Çehresi daima mesrur [güler], tavrı sevimli idi. Kasti
kısmına badana çekilmiş, bir kısmı tahrip edilmiş, bir gurur bu halini cüzi [hafifçe] tadil ederdi.
fakat kilisenin iki dehlizi ile yan taraftaki dehlizi Bununla beraber çok zeki, vasi [geniş] ve şiddetli bir
tezyin eden oymalar muhafaza olunmuştur. fikre malikti. Efkarı mebzul, ifade-i meramda tabii
Müteaddit zelzelelerden, bilhassa on sekizinci asırda bir fasahatı [güzel ve düzgün konuşma yeteneğini]
vukua gelen yangından sonra bu güzide eserler yine haizdi. Kuvve-i mesaisi harikulade, nazar-ı tecessüsü
bozulmamış, hususiyle hiçbir zaman tamir daima teyakkuzda, fazıl ve kemali şayan-ı hayret,
edilmedikleri cihetle eski letafetleri de baki kalmıştır. kuvve-i hafızası vazıh ve sağlamdı. Muasırlarından
Kariye Camii'ni tezyin eden mozaikler hakkında pek dostları ve düşmanları, kendisini meth ve sitayiş
268 çok makaleler ve eserler yazılmıştır. Şimdiye kadar etmekte müttefiktirler. Biri diyor ki: " Bu adam
neşrolunan eserlerden Pulgher'in Les anciennes kendisinden bir şey sual edecekler için daima hazır,
eglises de Constantinople ( 1 8 80 ) namındaki eseri ile ayaklı bir kütüphanedir. " Diğer biri de, " Şiir
" Richte"nin [ ? ] Repertorium fiir Kunstwissenschaft perilerinin merkezi, fasahat ve belagat ocağı, ilm-i
1 477, Lutzov'un, Mühlmann'ın makaleleri istisna hikmet mabedi, daha doğrusu, ulum menbaı,"
edilecek olursa, Kariye Camii'ne dair Ruslar diyor. Filhakika [gerçekten de] Metohites her ilme
tarafından yazılmış en mühim iki eser mevcuttur. vakıftı. Ezmine-i kadime [ eskiçağ] edebiyatını
Bunlardan biri Kondakov'un, diğeri de Schmitt'in okumuş, müverrih [tarihçi] , hatip ve şairdi, fakat
"İstanbul Rus Asar-ı Atika Cemiyeti" mecmuasının her şeyden ziyade felsefeden zevk alırdı.
sekizinci cildinde 1 902' de neşrettiği eserlerdir. Aristoteles'ten hazzeder, hele Eflatun' u pek
İkinci dehlizden kiliseye girilecek kapının üzerinde beğenirdi. Hatta bir yerde, " Eflatun ile Aristoteles'in
bir mozaik vardır ki taht üzerinde Hazreti lsa'yı hikmetini harikulade telakki etmeyen kimse delidir.
tasavvur eder. Hazreti İsa 'nın ayağı ucunda Bizans Çünkü bunların yazdıkları, vaktiyle kahine Pitya'nın
ekabirinin parlak kostümlerini giymiş bir adam da kehanetleri için denildiği gibi, her şeyi halle kifayet
diz çökmüştür. Başında kırmızı sargılı, beyaz ipekten eder, bundan fazlasını aramaya lüzum yoktur,"
uzun bir serpuş, arkasında sırmalı bir libas [giysi] , demişti. Keza ulum ile, riyaziye ile, bilhassa ilm-i
289
heyetle [astronomiyle] de meşgul olurdu. İlm-i vakte bu sebepten siyasi işler hakkında da uzun uzadı
hasr-ı vücud ettiği zaman kırk üç yaşında idi. Bunun beyin yormuştu. Hatta düşüncelerinin netaicini
için de ulum-ı ibtidaiyeden olmak üzere, pek az şey [sonuçlarını] birçok kitaplarda toplamıştı. Bu
görmüştü. Fakat dehası o derece yükseldi ki alem-i kitaplar, gayet istifadeli fikirle beraber, tekmil bir
heyetde zamanının en birinci ulemasından madud idare-i hükümet programını ihtiva etmektedir.
olmuştu [sayılmıştı]. Hususiyle yaşadığı asır gibi O seneden beri şu zan mevcuttur: Güya son
heyetşinas [astromoni bilgini] en bol bir asırda Bizansiler yalnız lisani ve dini münakaşalarla meşgul
hakiki alimler sırasına geçmişti. Keza lisanı ıslaha, olarak bu bifaide [faydasız] münakaşalar içinde
onu eski sadeliğine ircaa [çevirmeye] da çalışırdı. hükümetin hayati menfaatlerini unutmuşlar. Fakat
Hatta diyor ki, " Bizi eski Yunanilerin vatandaş Metohites hiçbir zaman vatanının mukadderatına
devranı makamına koyan şeyler, ırkımız ile lisanımız karşı öyle zannedildiği gibi lakayt kalmamıştır.
değil midi r ? " Fakat bu son teşebbüsünde o derece Kendisi eski Romalıların hatıraları ile yetiştiği
muvaffak olamamıştı. Çünkü Teodoros Metohites'in cihetle, yaşadığı zamanın kederlerinden,
üslubu kadar karışık, muğlak, anlatılması güç bir imparatorluğun sukutundan [düşüşünden] , eski
üsluba pek nadir tesadüf edilir. saadet demlerinin üfulünden [yok oluşundan] çok
Fakat bu alim zat, pek hür bir fikre malikti, kendisi teessürler duymuştur. Gayet beliğane [açık bir dille]
pek dindar olduğu halde, fen ile itikat arasında yazılmış müteaddit muhtıralarda Bizans' ın inhitatını
zaruri bir tezat olduğunu asla düşünmezdi. Bununla [çöküşünü], Bizans'ı tehdit eden tehlikeleri, gençlik
beraber bu büyük zekasının kendisine has sıfatları demlerini geçirdiği ve ayrıca bir muhabbetle sevdiği
da vardı. Mütefennin olduğu halde batıl itikatlara Anadolu vilayetlerinin elim hallerini kamilen tasvir
inanır, heyetşinas olduğu halde [astronomi bildiği etmiştir. Hem bu feryatlar, öyle zannedildiği gibi,
halde] ilm-i nücuma [yıldızlara, astrolojiye] itikat sırf üslup ve beyan tecrübelerinden ibaret değildir.
ederdi. Hükümdar imparatorlar, beraber ekseriya fal Metohites, Türk tehlikesinin arttığını, felaketin
kitaplarını karıştırmaktan mahzuz olurdu [haz yaklaştığını görüyor, bu fenalığa bir çare bulmaya
duyardı] . Bazen gökyüzüne gözlerini dikerek olacağı çalışıyordu. Andronikos' u ataletten uyandırmaya
keşfe çalışır, burada keşfettim zannında bulunduğu çabalıyor, ekseriya haşin bir serbesti ile
alametlerden tuhaf bir surette müteessir olurdu. Müslümanlara karşı ebedi bir mübarezeye
Metohites'in etrafında, bütün aile erkanı kendisini [kapışmaya] girişmeye teşvik ediyordu.
numune ittihaz ederdi. Zevcesi - vakıa biraz Kendisinin dahili siyaset hakkında da fikirleri vardı.
talakatten [incelikten] mahrumdu - ekseriya fikrinin Hakimiyet-i ammeden [halk egemenliğinden] o
kabalığı ile zevcini müteessir ederdi, fakat dört oğlu, kadar hoşlanmazdı, fakat bu, kendisinin Eflatun
en zeki gençlerden madud [sayılırdı] ve kendilerine mesleğine [düşüncesine, yöntemine] salik [bağlı]
de güzel bir meslek temin etmişlerdi. En çok sevdiği olduğundan veya fazıl ve kemali hasebiyle ezmine-i
kızı İrini, hiçbir fertle mukayese edilemeyecek bir kadimede [eskiçağda] hakimiyet-i amme üzerine
kadındı: Zeki, tahsil görmüş, güzel söz söyledi. müessis hükümetlere dair bin türlü fenalık
Muasırları kendisini gördükleri zaman Pythagoras misallerine vakıf bulunduğundan dolayı değildi. Her
ile Eflatun ' u [Platon], ezmine-i kadimenin şeyi istidlale [kanıtlamaya] muvaffak olan bu siyasi
[eskiçağın] en namdar hekimlerini düşünürlerdi. Bu zat asrının tarihine vakıftı. o kadar zengin, kudretli,
sebepten babası kendisine tapınırdı. Fikri metin bütün kainatta nam alan Cenova'nın, o yazı yazdığı
olduğu için babası üzerine büyük bir nüfuz icra asırda " sırf hakimiyet-i ammeye" saplandığı için
ederdi. Keza ulvi hasletlerden dolayı, hükümetinde fetret [duraklama] ve inhitata [çöküşe] başladığını
de parlak bir mevki ihraz edeceğine [kazanacağına] kemal-i merak ile not etmişti. Fakat kibarların
şüphe yoktu. Hülasa Metohites etrafına tilmizlerden mübarezelerine [çekişmelerine] , rekabetlerine pek
mürekkep bir halk toplar, onları ilim ve fenne ziyade meydan verdiği için "aristokratik" bir
alıştırır, şan ve şeref yollarına sevk ederdi. Bunların hükümetten de hiç hazzetmezdi . Gaye-i hayalisi en
içinde en marufu, üstadın en mükemmel ziyade meşruti bir hükümetti. Hukuk-ı ilahiye nail
şakirtlerinden ve en muazzez dostlarından biri, olan Vasileosların idare-i mutlakaları altında, on
müverrih [tarihçi] Nicephorus Gregoras'tır. dördüncü asır Bizansilerinin böyle hülyalara
2 69 Şayan-ı hayrettir, bu tetkik ve mütalaa [inceleme ve düşmeleri şayan-ı dikkatdir.
düşünce] adamı, aynı zamanda, bir iş adamı idi. Metohites'in rical-i hükümet [siyaset adamı]
Muasırları, her işte gösterdiği tecrübeleri medh ü vazifesini görmek hususundaki kabiliyetlerini
sena ediyorlar. Hatta Kantakuzenos, kendisini hiç göstermesine ahvalin yardımı olmuştur. Kendisi
sevmediği halde, bu hususta o da Gregoras ' la diplomat, siyasi, idare adamı olduğu için imparatora
müttefiktir. Gregoras der ki: " Sabahtan akşama yirmi sene başvekillik etmiş ve bu yüksek mevkide
kadar sarayda umumi işleri görürdü. Vazifesine son gayet faik [üstün] bir nüfuz göstermiştir.
derece merbut [bağlı] ve o mertebe bir gayret Metohites, mesleğine evvela sefaretlerle başladı, ilk
gösterirdi ki insan kendisini edebiyata bigane vazifesi prenslerden birinin izdivacını müzakere
[ilgisiz] zannederdi. Akşamleyin evine gidince, güya etmekten ibaret oldu. Yolların hiçbir zaman emin
sırf bir edip imiş de iş görmekten anlamazmış gibi, olmadığı bir devirde, bu vazife hoşa gidecek bir şey
kamilen edebiyata hasr-ı vücud ederdi." Fakat onun değildi. Metohites ' i n asıl canını sıkan cihet de
gibi bir insan yalnız idare işleriyle kanaat edemezdi, evlenecek Prens Andronikos'un oğlu Mikhael,
290
Ortodoks olmak sıfatı ile hali vakti yerinde değildi. [çekemezler] sebep edeceği tabii idi. Düşmanları
Bununla beraber Metohites bu vazifeyi kemal-i çok servetinin, " Fukaranın kanı ile, gözyaşı ile
şerefle ifa etti. Kıbrıs'ta ilk muvaffakiyetsizlikten yapıldığını," söylüyor, ahalinin şikayetlerini
sonra, Ermenistan'da izdivacı akde muvaffak oldu. imparatora istima etmelerine [duyurmalarına] mani
Bu vazifeyi o suretle ifa etti ki Bizans'a bir kız olmak için vilayetler eski valilerden para aldığına
yerine iki nişanlı kız getirdi. Çünkü Ermenistan dair havadis işaa ediyorlardı [yayıyorlardı] .
kralı hangisini beğenirse onu alsın diye kızlarının Teodoros Metohites kendi itibarına emin olduğu
ikisini de göndermişti. Bu muvaffakiyet Metohites 'i için bu iftiralara ses çıkarmazdı. Fakat ekseriya
parlattı. İki sene sonra, bu sefer Sırplara ikinci bir kendi de fart-ı saadetinden [fazla mutluluktan]
sefaret de o kadar fena olmadı. Bu tarihten itibaren korku duyardı. Zihnine fena düşünceler gelir,
Metohites' in yıldızı parladı. " Logotet" rütbesini ekseriya kemal-i nevmidi [umutsuzluk] ile şu suretle
ihraz etti [kazandı] , maliye nazırı oldu. En sonra, feryat ettiği vaki olurdu: " Lanet olsun evlendiğime!
1 3 3 1 ' de Baş Logotet unvanı ile başvekillik Lanet olsun çocuklarıma, çünkü başımda onlar
mevkiine vasıl oldu. Metohites gayet zengin olduğu olmasaydı, vaziyetim bu kadar müşkül olmazdı! "
için, Kora manastırı yakınındaki mükemmel bir Hatta, "İnsan için kamilen mesut bir hayata tesadüf
saray yaptırmıştı. İmparatorun efkarına hakim etmek imkan haricindedir," nazariyesine ibtinaen
olmakla beraber bir yerde kendisinin de pek zarif [dayanarak] yazdığı bir kitapta da aynı endişeleri
-bir tevazu ile itiraf ettiği veçhile- hükümdarın en göstermiştir. Bu eserde siyasi vaziyetin müşkülatını,
belli gözdelerindendi. Muasırlarından biri diyor ki: hükümetin duçar olduğu tedavisi gayri kabil
"Andronikos kendisini o derece severdi ki ondan marazı, haricin tehlikelerini, dahilin karışıklıklarını,
hiçbir sırrını saklamazdı. Nazırı her ne isterse apaşikar görünen inkırazı [çöküşü], yakında ve
yapardı. Nazırının arzusuna muhalif hiçbir şey behemehal vukua gelecek sukutu [çöküşü],
yapılmazdı. " Vasileos, onu mennun etmek için Baş harabeler üzerinde orada hükümetin imkansızlığını
Logotet rütbesinin imtiyazlarını çoğalttı. Bu yüksek göstermiş, artık Allahın inayetinden başka bir şeye
mevkie ait alametifarikayı daha mutantan bir hale itimat etmeyerek, mukadderane [kederle] , " Hemen
getirdi. Bundan başka, Metohites 'in oğullarını da Allah beni ve Bizans imparatorluğunu muhafaza
bol bol terfi ettirdi. Gözdesinin kızını kendi yeğeni etsin ! " demiştir.
Povanis 'e [ ? ] aldı. Kızı da " Pani Persevatis " [ ?]
rütbesiyle tahtının basamaklarına kadar çıkardı.
Böyle bir saadetin Metohites'e birçok hasudlar Mabadı var
291
l ediyordu. Şehrin kontları gerek kendisinin, gerek
efrad-ı ailesinden olan diğer tavşanların
Jean-Baptiste Van Mour [marangozların] çiredesti-i maharetlerini daima
takdir ve sena etmişlerdir. Valenciennes'li
KRALIN ŞARK'TA RESSAMI tavşancının oğlu acaba hangi saikın taht-ı tesirinde
1 67 1 - 1 7 3 7 [etkisi altında] vatanını terk etmiştir? Bu husus
hakkında hiçbir vesika bizi tenvir etmiyor. Arnold 27r
Her n e kadar zamanımız artık eski sanatkarları da de Vuez namındaki bir ressam Lille şehrinde bir
fevkaladeliğini kaybedip ibtizale düşmüş mektep tesis etmişti. Marquis de Nointel'in refiki
[kanıksanmış] bir Şark'ta renk ve ziya, letafet-i olduğu bizce maznun olan [düşünülen] bu zatın,
tabiat, şaşaa-i kıyafet, havarık-ı hayat [renkli yaşam] meşhur "Parthenon" desenlerinin müellif-i hakikisi
taharrisine [aramaya] gidiyorlarsa da asar-ı salifede olması da melhuzdur [olasıdır]. Acaba Van Mour bu
[geçmiş asırlarda] " Boğaziçi" nin çerçeve-i mektebin şakirdanından [öğrencilerinden] olup da
harikanüması içinde o zaman pek latif olan maiyet-i Şark' a ait şeylere karşı uyanan zevk ve temayülatı
hükümdari manzarasını, Yeniçeri ordusu gibi nazarı hocasının nüfuz ve telkinatından mı inbias etmiştir
oyalayan bir orduyu, Müslüman memleketlerinin en [ileri gelmiştir] , yoksa on yedinci asırda Şark'ı
ücra köşelerinden gelerek her gün başka dolaşan Flaman ressamlarından bazılarının beyanat
teceddütlerle [yeniliklerle] tecelli eden Şarklıları piş-i ve tahkiyeleri [hikayeleri], hayalini tahrik ve teşvik
tetkikinde gören eski ressamların talih ve mi etti ? İmparator tarafından Sultan nezdine
mazhariyetleri artık kendilerine yüz göstermez. gönderilen ilk sefirler, Shepper'ler, Rym'ler,
Istanbul ' un o zamanki cazibesini şimdi bulabilmek Busbecq'ler anası! [aslen] Flamandiyalı [Flandr]
ise bittabi mümkün olamaz. idiler. Bu sefirler memleketlerinin sanatkarlarını
Tarih-i beşeriyetde icraat-ı hudapesendanesiyle bir Türkiye'ye götürmüşlerdi ki muahharen [daha
fasl-ı mühim [önemli devre] küşat eden [açan] sonra] vatandaşları da meslektaşlarının eserlerini
sultan-ı namdar Hazreti Fatih'in 1 4 8 0 ' de resmini takip ettiler. Buna imtisalen [örnek alarak] genç Van
yapan Cemile Bellini'den, yahut 1 533 'teki Türkleri Mour'un da Boğaziçi sahillerinde iktisab-ı servet
nazarlarımızda canlandıran kıymettar desenlerin etmek [servet edinmek] istemiş olması istibat
sanatkarı Pierre Coeck d'Alost'dan başlayarak olunamaz [ihtimaldir] .
Sultan Mahmud'un icraat ve ıslahatı ile ortadan Her ne olursa olsun, biz onu on yedinci asır
kayboluveren eski Türkiye'nin son hatıratını, darbe-i nihayetinde Istanbul 'da yerleşmiş buluyoruz.
sanatı ile yaşatan Boğaziçi'nin biemsal [eşsiz] Mariette, kendisinin oraya sefir-i krali Mösyö de
ressamı Melling'e gelinceye kadar Şark'a seyahat Ferriol tarafından celp edildiğini söylüyor. tık
etmiş bütün ressamları yazacak olsak listemizi çok muvaffakiyatını Ferriol'e medyun [borçlu] olduğuna
uzatmış oluruz. Bu ressamların kısm-ı azamı [çoğu] ise hiç şüphe yoktur.
pek kısa müddet lstanbul'da ikamet etmişlerdir. İstanbul'da her zaman birtakım sanatkarlar
Yalnız biri, Van Mour orada yaşadı, orada öldü, görülmüş ve bulunmuştur ki bunların sanatı,
ismi de unutuldu. Daima iyi malumat alan Mariette seyyahların -Şark'ta ikametlerinin bir hatırası olmak
Abecedario namındaki eserinde vakıa kendisinden üzere- Avrupa 'ya götürmekten zevk aldıkları garip
bahsediyor, fakat bu zikir [anma] , hiçbir sanat kıyafetleri tersimden ibaret kalıyordu. Pietro della
mecmuasında, hiçbir Fransız teracim-i ahvalinde Valle 1 6 1 4'de bir ressam bulmuştu. Filvakıa iyi bir
meydana konulmadı. 1 73 7 senesinde Mercure ressam değildi - çünkü Türkler ancak testilerle
gazetesinde ressamın vefatını ihbar eden küçük bir kaseler üzerine resim yapmakta muvaffak olurlar.
makale ile, 1 844'de bir Flaman mevkutesindeki Fakat bu adam kendisine " şehrin bütün şerait ve
[dergisindeki] iki sahife ve " Belçika Teracim-i derecat-ı ictimaiyesine mensup kadın ve erkeklerin
Ahval-i Millisi"nde [Biographie nationale belge] kıyafetlerindeki farkları pek bariz gösteren boyalı
1 8 98 'de yazılan birkaç satır kendisine tahsis edilen resimleri havi bir kitabı" kemal-i maharetle tertip
yegane notlardır. Bu son iki makale muharrirleri, etmişti. Bundan yüz elli sene sonra XVI. Louis
" Bu artistin hiçbir levhası bize kadar vasıl olmadı, " tarafından Türkiye ordusunu talim için gönderilen
diyorlarsa da biz, Van Mour' un calib-i nazar zabitlerden biri, mülazım Monnier, gayet adi bir
[önemli sayıda] asarı ile " Kralın Şark'taki fiyatla bir Rum sanatkara buna müşabih [benzer]
ressamı"nın hayatını süratle tasvir edivermemize bir koleksiyon yaptırmıştır.
müsaade edecek vesaiki [belgeleri] bulmakta talihin Anlaşılan Van Mour da meslek-i sanatkaranesinin
oldukça mazhar-ı lütfu olduk. mübadisinde [başlarında] adi bir nakkaştan, böyle
bir boyacıdan başka bir şey değilmiş. Mösyö de
.. .
Ferriol'ün talebi üzerine Osmanlı lmparatorluğu' nun
en calib-i nazar kıyafetlerini tasvir eden yüzden fazla
Jean-Baptiste Van Mour 1 671 senesinde küçük levhalar tersim etmiştir. Padişah, Saray erkan
Valenciennes' de, Fransız Flandra' sının birçok ve zabitanı, silahtar, haremağaları, ak ağalar,
sanatkarlara mehd-i zuhur [sahip] olmakla müftehir peykler, içoğlanları, birçok huddam [hizmetçiler] ve
[övünen] bu şehirde dünyaya geldi. Pederi Siman, müstahdemin, kapıcılar, baltacılar, çavuşlar birbirini
orada tavşancılık [marangozluk] sanatını ifa müteakip fırçasından geçtiler. Sarayın bu memurini
292
[memurları] arasında bir takımı pek küçük d 'Ohsson'un asarına refakat eden tasvirlerin ve on 212
şahsiyetler idi. Sanatkar onları tersim ettiğinden dokuzuncu asrın bidayet!erinde [başlarında],
dolayı adeta serd-i mazeret ediyor da, " Bunların bu lngiltere'de kıyafet mecmualarının zuhuruna kadar,
meyanda sebeb-i mevcudiyetleri tarz-ı telebbüsleriyle peri-i şöhret Van Mour'un istamplarına çehrenüma
[giyiniş biçimleriyle] serpuşlarını göstermektedir, " olmuştur.
diyor. Kapudan paşanın [kaptan-ı deryanın],
sadrazamın ve her cins paşaların yanında " sarıkları • •
-en itibariyle- bütün diğer Müslümanlarınkinden
fazla olan" imamları, müftüleri, kazaskerleri de Şark istamplarının neşri Avrupa'da Van Mour'un
göstermişti. Yeniçeriler ise kat kat elbiseleriyle şöhretini tesis etmekte iken, beri tarafta kendi hüner
tetkikatına vasi bir saha teşkil ediyorlardı. Fakat ve kabiliyeti de tevessü etmiş, neşv ü nema bulmuş
kıyafetleri şayan-ı tersim olan bittabi yalnız Türkler [gelişip büyümüş], eski şekil boyacısı hakiki bir
değildi; Macarları, Tatarları, Rumları da göstermek, ressam olmuştu. Van Mour'u yakınından
bu meyanda Adalar sükkanını [sakinlerini] ve uzun tanıyanlardan biri, " Kendisini pek kuvvetlendirdi,"
Şark entarilerini giymekle beraber şapkalarını, baş diyordu. Bir diğeri, " Portrecilikte, tarihi levhalar ve
tuvaletlerini muhafaza etmiş olan Frenk tüccarları menazır tersiminde [perspektifte] , sanayi-i
da unutmamak icap etmişti. Tabiidir ki birkaç kadın mimariyeye ait tersimatta [çizimlerde] aynı
kıyafeti olmayınca koleksiyon tamam olmuş muvaffakiyeti gösteriyordu," diyor.
sayılmazdı; binaberin [dolayısıyla] " insanı mahzuz Bir ressam, o zamanlar Boğaziçi'nde kaynaşan bir
edecek ve eğlendirecek" birçok desenler de cemiyet-i pür zarafet muhitinde ilka-i tesirden
bulunuyordu ki bunlar Şark'ın -muhtelif milliyetlere [etkili olmaktan] bittabi hali [geri] kalamazdı. Van
ait- kadınlarını sokakta, hamamda, evlerinde, raks Mour yekdiğerlerini müteakip [izleyen] beş sefir
ederken, sigara içerken yahut uyurken tasvir ve tanıdı. Kralın Beyoğlu 'ndaki sarayının en canlı
temsil ediyorlardı. şaşaalarla parladığı devirlerden birinin hatırasını
Sefir, Fransa'ya avdet eder etmez, bu kıymetli ihya için Mösyö de Ferriol, Des Alleurs, de Bonnac,
koleksiyonu hakkettirdi [bastırdı] . Zevk ve hissi d 'Andrezel, Villeneuve isimlerini zikretmek kifayet
daima haric-i memleket-i tasavire [uzak ülkelerin eder. Diğer ecnebi sefarethaneleri de zarafette daha
görüntülerine] mütemayil olan halk o zamana aşağı kalmıyordu. Hatırası on sekizinci asırdaki
kadar, Şark'a ait olmak üzere, on altıncı asırda Boğaziçi'nden gayri kabil-i tecrid { layenfek
Alman Lorichs ile Dauphinois Nicolay'ın getirdiği [ayrılmaz ] ) olan Montagu' lerden sonra İngiltere,
desenlerden başka bir şey tanımamıştı, bu tarihten Kont de Stagnian'ı lstanbul'a göndermişti ki bu zat
beri ise Şark kıyafetlerine ait resimlerden hiçbiri bir d 'Andrezel bir Des Alleurs gibi hükümdarının
hakkedilmemişti. Mösyö de La Haye'e refakat eden şeref ve şanı uğrunda varını yoğunu feda etmeyi
ressam [La] Chapelle de 1 648 'de neşrolunan kendisi için medarı iftihar biliyordu. Papa sefirleri
mecmuasında fantezi kostümlerden maada hiçbir şey bir hayat-ı debdebekar [şatafatlı yaşam] imrar
göstermemişti. Nointel' in ressamları tarafından etmiyorlardı [sürmüyorlardı], fakat arasıra
getirilen resimler ya kaybolmuş yahut " Lebrun" fevkalade bir sefir, imparatorun namına büyük bir
kartonları arasına karışmış kalmıştı. şaşaa izafe ediyordu [katıyordu]. Kont Virmond
Eserlerinde bir fotoğrafi doğruluğu gösteren memuriyeti esnasında ibzal ettiği debdebe ve darat
musavvir [ressam] Grelot ve umumiyet itibariyle pek [ihtişam] ile kralın sefirini gölgede bıraktı.
iyi vesaik [dokümanlar] elde eden, Flemenkli Venedikliler ile Flemenkliler de, devletlerin itibar ve
[Hollandalı] seyyahin [seyyahlar] hiçbir zaman hüsn-i sitleri ile [saygınlığı söz konusu olduğunda],
peyzajlarla mebani [bina] resimlerinden başka bir oynanan bu mübarezeden [mücadeleden] uzak
şey neşretmemişlerdir. Binaberin kıyafet nokta-i kalmak istemiyorlardı. Bütün sene eğlentilerden,
nazarından Nicolay'ın seyahatnameleriyle balolardan, komedyalardan, ziyafetlerden, kır
Chalcondyle'in "Türkler Tarihi" nam eserinin gezinti ve eğlencelerinden başka bir şey
muhtelif tablarındaki tasvirlerinden başka elde bir yapılmıyordu. Belgrat Ormanının bazı
şey yoktu. Moliere' in Türklerine alışmış olan gözlere kasabalarında - ki yaz aylarında oralara çekilmek
bu desenlerin pek köhne - archaique gözükmesi icap moda idi - geçirilen hayatı Flemenkli bir seyyah
ediyor. bize şöyle tasvir ediyor:
Binaenaleyh 1 71 2 'de " Şark'ın muhtelif milletlerini " lngilizlerle Fransızlar arasında en kıymetli ne varsa
mümessil yüz istamp" [Recuel de cent estampes orada birleşmiş bulunur. Bilhassa, şehirde pek
representant differentes nations du Levant] esirane bir hayata mahkum olan madamlar zevk ve
neşredilir edilmez " sarayda, şehirde, krallık eğlencedeki bütün mahrumiyetlerini telafi etmek,
dahilinde, ecnebi memleketlerinde" muvaffakiyetler bütün hınçlarını almak için oraya gelirler,
o kadar azim oldu ki az zamanda üçüncü tabı yekdiğerini takip ederek zamanın güzarişini [akıp
[basımı] da sahaara-yı intişar oldu [yayın alanına gittiğini] bile fark ettirmeyen eğlencelerin ruhunu
çıktı]. "]ournal de Trevoux" tarafından ilan ve işaa teşkil ederler. Kah Bahr-i Siyah [Karadeniz]
olunan [duyurulan] bu muvaffakiyet Almanya'da, sahilinde gezintiler yapılır; oradan, mahsusen rekz
Ispanya ' da, !talya'da sahte tabların zuhuruna badi edilen [kurulan] latif çadırlar altında, kemal-i
oldu [yol açtı] . Choiseul-Gouffier ile Mouradjea ihtişam ile kurulmuş sofralar, birçok sazların aheng-i
293
FANTEZİ
Ressam ruhu ile terennüm edilmiş, ressam kalemiyle işlenmiş bir şiir-i tabii
294
gaşyaverine [zevk veren ahengine] karışarak - [yiyip içmeyi] sevenlerden - az veya çok olacağı
yemeklerin nefaset ve manzarası ile zaten açılmak artık düşünülsün, diyor.
derecesini kat kat geçmiş olan - iştihaları büsbütün Bütün bu eğlencelerde Van Mour'un bir mevki-i
tahrik eden zemzeme [nağme] ile dalgalarını sahile mahsus ve müstesnası vardı. " Neşedar ve daima
yollayan Pont-Euxin [Karadeniz] görülür. Kah aynı hali muhafaza eden" tabiatiyle " fazail-i
Belgrat su hazineleri kenarına giderler, orada ahlakiye" sinden [iyi ahlakından] dolayı kendisini
yumuşak ve rahat sedirler üzerinde yatılmış olduğu ararlardı. Layenkati [durmadan] değişen diplomatlar
halde suyun şırıltısı i le imtizaç ederek sizi latif bir meclisi arasında kendisi ananatın [geleneklerin]
uykuya sürükleyip götüren ruhnevaz [ruhu okşayan] muhafızı, artık maziye karışmış devirlerin şahid-i
nesimler [esintiler] nermin [yumuşak] temasları ile zihayatı [canlı şahidi] gibi telakki olunurdu.
kendilerini hissettirir. Bentler de başka bir Bu kadar süferanın [sefirlerin] daire-i samimiyet ve
eğlencedir. Bütün gün zevk ve sefa içinde imrar mahremiyetinde yaşayan bir zat istese ne hatıralar
edilir [geçirilir] , ziyafet ve oyun birbirini takip eder, hikaye edemez! . . Mamafih kendisi tahkiyelerinde
günler hiç sıkılmadan uçar gider. ? [anlatılarında] büyük bir hazım [temkin] ve ihtiyar
Bundan başka her saatin kendine mahsus eğlenceleri gösteriyordu.
mevcut ve her saate mahsus iştigalat muayyen idi: Van Mour yalnız Avrupalılar ile temas ve ihtilatta
" Sabahın saat sekizinde avcı borusu altı defa [görüşmede] değildi, o devirde ecnebi mecalisi
taninendaz olur [çalar], derhal büyük salonda [toplulukları] ile ihtilattan korkmayan Şarklıların da
kahve, çay, çikolata içmek için toplanılır. Dokuzda hüsn-i kabulüne mazhar oluyordu. Zat-ı şahane
herkes çekilir, öğleye kadar muvafık gördüğü şey ile [hükümdar] tarafından Viyana ve Paris'e gönderilen
iştigal eder. On bir buçukta yine borular yemek heyet-i sefarete iştirak eden Türkler Garp
zamanı olduğunu ihbar eder, sofraya oturulur, artık medeniyetinden aldıkları zevk ile avdet etmişler ve
kahveler de içildikten sonra ancak dörtte oradan bu zevki memleketlerine getirmişlerdi. Bunlar
çıkılır. Badehu [sonra] saat sekize kadar kumar sefarethaneler meclis ve cemiyetlerine müdavemet
oynanır, saat sekizde borular akşam yemeğine veya [devam] arzusunu gösteriyorlar, Şark hakkında pek
baloya gidileceğini haber vermek maksadı ile tekrar büyük merak ve tecessüsler besleyen ve kendileri için
çalar. .. Saat on bire kadar dans edilir. O zaman pek yeni olan bir aleme daha samimi bir surette
mükemmel, eksiksiz bir yemek masası görünür. hulul [girme] ve nüfuz çarelerini bu suretle bulmuş
Gece yarısı danslara tekrar başlanır, ikiye kadar olan süfera da bu tekarübe [yaklaşıma] büyük
devam eder, her şey biter." cemilelerle mukabele ediyorlardı.
Muharrir sözüne hatime [son] verirken, bu muhitte
olmayı isteyen zevatın - bilhassa hayat-ı ayş ü nuşu Mabadı var
Müdür-i mesul
Osman Asaf
295
Y, l
l OJ l
276 Şehbal mecmuası bundan epeyce akdem [önce] [Dukalar] Sarayı'nı, San Marco Meydanı' nı ve
Bulgar sanayi-i tersimiyesinden bir kısa numune limanını tersim etmiştir. Epeyce nefis eser meydana
derç ediyordu. Tezyinata ait olan bu resimleri tetkik getirmişlerdir. Fakat her birisi Venedi k ' in ya bir
olunduğu zaman Bulgar sanayi-i nefise mektebinin lngiliz ya bir Alman ressamı tarafından yapılmış
az zamanda milli ve şive-i mahalliyi tamamiyle tespit olduğunu imzasından başka semanın rengi, güneşin
edici bir çığır açmış olduğu görülüyordu. Yine bu su üstünde vıcırtısı, gondolun süzülüşü ile belli
resimlere dikkatli bakılınca bütün bu milli sanatın etmişlerdir.
Şark tarzının Bulgar mefkuresinden süzülmüş Turner, Claude Lorrain, Aivazovski'nin gurupları bu
geçirilmiş bir enmuzeci [örneği) olduğu tezahür esatize-i sanatın [usta sanatçıların] yalnız şahsiyeti
ediyordu. Fen ve ilimde " beynelmilel"lik iddia değil, perverde olduğu [yetiştiği) muhit-i mahsusu da
olunursa da bir muhit-i ictimai şahsiyet ve gösterirler.
hassasiyetinin muhassalası [sonucu, özü] olan asar-ı Bugün tavır ve tarzı, gayesi tamamiyle muayyen ve
sanayide beynelmilellikten ziyade milliyetin ve şive-i malum bir Islav sanayi-i nefisi vardır ki birçok
mahalli yenin [yerel dilin] hükümran olması iktiza bedialar husule getirmiştir. Çeklerin himmetiyle bir
eder [gerekir] . asır zarfında kemale gelmiş olan bu tarz-ı sanat
Bütün tarih-i sanat bu hakikati gösterir. Rönesans bugün Avrupa'nın ağırbaşlı klasik müzelerinde de
devr-i havarıkı [mucizeler dönemi] İtalya ' da inkişaf birer mevki-i ihtiram işgal etmişler, kendilerine
ettiği halde yavaş yavaş diğer memleketlere de hayran telamiz [tilmizler, öğrenciler] bulmuşlardır.
sirayet etmiş ve gerek Hollandalı, gerek Alman, Fakat sanat-ı mahalliye ve milliye yalnız kıyafetinin
gerek Ispanyol, Fransız sanatkaranı İtalyan garabeti, o muhitin kendine mahsus olan eşkali ile
üstatlardan resimciliği öğrenmiş ve yalnız ameliyat taayyün etmez [belirlenmez] . Bizde bazı ressamlar
[uygulama] ve pratik itibariyle değil, gaye ve felsefe sanat-ı milliyeyi bu noktada anlamak isteyerek
i sanatda da tamamiyle Floransa mekteb-i deha ve mesela bir peyzajın ortasına yahut bir enteriyörün
sanatından istifaza etmiş [feyiz almış] ve o tesir-i [iç mekan, ev içi resminin] bir tarafına belli olsun
bedii takabbül ederek [benimseyerek] çalışmış, diye hiç münasebeti olmaksızın sarıklı yahut şalvarlı
hatırı sayılır asar-ı bedia vücuda getirmiş oldukları birisini kondururlar. Doğrusu meram ecanib
halde yine şahsiyet-i ırkiye ve milliyelerini en küçük [yabancılar] nezdinde kıymeti tezyit [artırmak] için
levhalarında bile ilan etmekten vazgeçmemişlerdir. yapılan bu gibi tecrübeler sanat nokta-i nazarından
Bir Albrecht Durer'in levhalarına bakılsın, tetkike değmez. Şurası malum olmak icap eder ki
Rönesans'ın gaye-i hayal, terkib-i hutlıt [çizgi zevk-i milli, sanat-ı milliye eserin heyet-i
sentezi] ve mezc-i elvan [renk uyumu] esasları umumiyesinden intişar etmeli [yayılmalı], sanatkar
tamamiyle görüldüğü halde eserin heyet-i şahsiyet-i ırkiyesini eserinin her zerresinde tespit
umumiyesinden Rönesans ' ın bütün bedayi-i sanatı etmelidir.
arasından feodal ve gotik bir Almanya tereşşuh eder Islav sanatkarlarının enteriyör levhaları hiçbir renk
[sızar] ki adeta eserin altına imzasını kor. Hollanda, ve şekl-i mahsusu olmayan Avrupa odalarını,
ispanya ve hatta Rönesans'tan en sonra nasibedar salonlarını gösterir, o enteriyörleri canlandıran
olan Fransız eserlerinde de böyledir. eşhasın kıyafeti hep Avrupakari olduğu halde
Bu şahsiyet-i milliye o kadar mühimdir ki itmam-ı tefrişattaki bazı garabet, bütün levhaya kondurulan
terbiye-i bedi [sanat eğitimini tamamlamak] için hava, eşhastaki halat [haller] velhasıl bin hurde
ltalya 'ya giden muhtelif Avrupa sanatkarları [ayrıntılı] incelikler Islav ruhunun birer tezahürü
tarafından vücuda getirilmiş İtalya manzaralarında, şeklinde levhaya başkalık verirler. Rus sanatkaran-ı
peyzajlarında ressamın milliyeti meydana çıkar. müteahhiresinden [son dönem sanatçılarından]
Çünkü bir Alman bir manzarayı, bir simayı kabil Repin ' in eserlerinde Rus - Japon seferi esnasında
değil bir Italyan yahut bir Fransız gibi göremez, bir muharebe-i bahriye krokileri almak için sefain-i
haletiruhiyeyi bir lngiliz, bir Ispanyol gibi harbiyenin birine binerek safahat-ı harbi tersim
anlayamaz. Muhit-i coğrafi, muhit-i ictimai, tesir-i ederken gemi ile beraber batıp helak olan [ölen]
ecdad onun mahsusat ve maneviyatında öyle derin ressam Vereshchagin' in harp levhalarında bile
izler bırakmıştır ki nerede olsa, hangi bir manzara " Moskof" maneviyet-i melulü görülür.
karşısında bulunsa intibaatı [izlenimleri] kendisini o Bizde az yetişen sanatkaran içinde üstad-ı şehir Rıza
vakte kadar zebun [düşkün] eden cümle ve kabiliyet-i Bey kadar bu dakikayı [inceliği] anlamış,
hissiyatından tahlil ederek imtisas eder [masseder] . hissetmişlere tesadüf edilemiyor. Mamafih meydan-ı
Birçok üstat Venedik' in o şiir-i elvan olan garip sanata atılan ve pek meşkur azimkar [teşekküre
Venedi k ' in durgun suları, esrarengiz saray kapıları, değer azimli] sayları [çalışmaları] ile nice seneden
romantik köprüleri, sevdavi gondolları önünde raşe beri mühmel bırakılan [ihmal edilen] sanat-ı
i sanatla titreyerek manzaraları tespite çalışmışlar; Osmaniye'yi ihyaya çalışan genç fedakar 277
içlerinden birçoğu mesela, Büyük Kana l ' ı, Dodgeler ressamlarımızın da bu hisle meşhun [dolu] oldukları
297
sevinçle kaydolunmaktadır. revaç nokta-i nazarından şayan-ı kayd netayici
Rıza Beyefendi bir peyzajisttir. O Boğaziçi' nin mavi [sonuçları] havidir.
unsurları arasında bir tedric-i ahengdar-ı elvan Son zamanlarda Romanya Avrupa 'ya vasi [çok]
teşkil eyleyen fıstık ağaçlarına, Asya ' nın denize mikyasta işlemeli gömlekler, bluzluklar ihraç
doğru sarktığı kızıl, ılık yamaçların mahlukat-ı etmektedir. Avrupalılar nezdinde bir tuhfe-i nadire
nebatiyesine, semanın, denizin, güneşin inikasat-ı [ender hediye] gibi makbul olan bu metalar bizim
iltimaatı [parlak yansımalar] ile eflatundan altın kadın nenelerimizin " hesap" işinden başka bir şey
sarısına kadar ki bilcümle elvandan bir zerre değildir. Romanyalılar Türklerden öğrendikleri bu
saklayan kayalıklara ve maatteessüf adedi hiç işi - ıslah ve ihtiyac-ı zamana tatbik etmek şartı ile -
kalmayan eski evlerimizi ve İstanbul'un semasını, bütün kız mekteplerine tamim etmişler [yaymışlar],
denizini, grubunu ve bütün şiir-i elvanını pek güzel köylü kızlarına öğretmişlerdir. Bunlar boş kaldıkları
anlayarak bedialar vücuda getirmiş olan eski veya sohbet zamanlarında hep bu işi işlerler. Oradan
kalfalarımızın tam Marmara ve Boğaz' ın çerçeve geçtiğim vakit ettiğim tahkikata nazaran orta halli
teşkil edebileceği surette yamaçlar üstünde, aileler kızı bile alelekser [çoğu zaman] cihazını
guruplar karşısında oturtmuş oldukları ocaklara, [çeyizini] bu işlerin bedeliyle çıkarırmış! Hem de ne
eski evlere meftundur [tutkundur] . Levhalarının nefis şeyler, Şark'la arnuvonun [art-nouveau] ne
ekserisi paravan ebadından çıkmadığı ve pek vesi parlak bir imtizacı ! !
[geniş] ufuklar, kasvetler [sertlikler] göstermediği Halbuki, dediğim gibi i ş bizim, yalnız Anadolu'nun
halde bilmem neden eserin en ufak zerresinde bazı yerlerinde kalmış " hesap" işinden başka bir şey
tamam bir Türklük, bir Şarklılık nümayan olur değil! !
[görünür] . Birbiri üzerine oturmuş kaya parçaları ve Kezalik Rusların, Macarların, Sırpların bile böyle
bunların etrafında bir iki katırtırnağı, biraz para eder eserleri, mamulleri çoktur. Gariptir ki
çimenlik, bu gibi basit süjelerden ibaret olan Avrupa 'da bu eserler, mamuller hep "Şarkkari ",
poşadlar bile, bir Şark sanatkarının elinden çıkmış daha doğrusu " Türkkari " olması eclden
olduklarını gösterir. [dolayısıyla] makbuldürler. Zavallı Türklerde ise
Halbuki pek çok ecnebi ressamları, hatta müddet-i sanat-ı milliye olarak bir halıcılık kalmıştır ki o da
medide [uzun süre] lstanbul 'da oturarak adeta " Orient Carpet" İngiliz şirketinin himmeti sayesinde
terbiye-i bediini bizim semamızda ikmal eden yakında Avrupa 'ya göçecektir! !
kolorist Mösyö Zonaro Şark ufuklarının sihramiz işte bundan sonra bizim ressamlarımızın,
[sihirli] iltimaatını [parıltılarını] tasvir etmişler ve mimarlarımızın, sanatkaranımızın önüne açılmış vesi
belki sanat nokta-i nazarından iyi eserler vücuda [geniş] bir ufk-ı mesai !
getirmişlerdir, fakat bunların hiçbirisi bir Şarklı, bir Sanayi-i Nefise Mektebi'nin bu gayeyi tatbik edip
Türk eseri olamamıştır. etmediğini ve ediyorsa nasıl çalıştığını bilemiyorum.
Habgah-ı ebedi-i Müslimin'i [Müslümanların ebedi Fakat ümit olunur ki o müessese de bu nokta-i
yatağı, mezarlıkları] sakin ve ibretamiz sayeleriyle mühimmeyi derk etmiş [kavramış] olsun.
[gölgeleriyle] himaye eden servilerin rüzgar estikçe Sanayi-i nefisede milliyet, şive-i mahalli meselesini
mahiyet-i hakikiye-i insaniyeye dair pek derin tetkik sırasında daima bir hakikat-ı insaniyeyi derpiş
hikmetler fısıldayan o kadit [incecik] servilerin etmek [göz önünde bulundurmak] zaruridir. O da
ruhunu bir Şarklı anlar. .. ihtiyacat ve hissiyat-ı zamanı kollamak ! Her devre-i
Güneşin baran-ı ziya ve harareti [ışık ve ısı ictimaiyenin temayülatı, intibaatı o devrenin
yağmuru] altında Boğaz'ı koruyanlara pek latif bir eserlerinde gözükür. Bu hakikati nazar-ı dikkate
inşirah [ferahlık] veren çeşmelerimizin şiir ve almamak ve bahusus son zamanlar hirasaver
kutsiyetini bir Avrupalı, mümkün değil, hissedemez. [korkutucu] bir süratle akan cereyan-ı medeniyet ve
Ve nihayet İtalyalı, Flemenkli ressamlar kıyafet-i terakki ihtiyacatını ihmal etmek eserlerin yeknesak
milliyernizin garabet-i sanatkaranesine meftun ve binnetice [sonuçta] gayretlerin akim kalmasını
olarak bunları tespit etmişlerdir. Fakat hiçbirisi o intaç eder [doğurur] . lhtiyac-ı muhiti tetkik ederek
kisveye bürünen Şarklının, Türk' ün şahsiyetini zevk ve istidad-ı milliyi o ihtiyaca tatbike, daha
gösterememiştir. Şark 'taki seyahatlerinin serab-ı doğrusu o ihtiyaçları tatmine çalışmak suretinde
nevvarını [aydınlık seraplarım] ölünceye kadar muvaffakiyet elde edilebilir.
kalbinde hıfz etmiş [saklamış] olan ressam-ı şehir Osmanlı Ressamlar Cemiyeti . . . Mecmuası sanayi-i
[ünlü ressam] Gerôme bile Şark levhaları serisinde Osmaniye'nin ihyası hususunda hakikaten pek ali ve
deha-yı icazkarisini [şaşırtıcı dehasını] göstermişse meşkur [teşekküre değer] hidematta [hizmetlerde] -
de Şark ruhunu pek meydana çıkaramamıştır. hidemat-ı vatanperveranede - bulunuyor. Bu gayeyi
Milliyet şahsiyetin mühim bir kısmıdır. Ondan elbet tamim edecektir [yayacaktır] . Bu onun bir
tebaüde [uzaklaşmaya] çalışmak renksiz, ruhsuz ve vazifesidir. Yalnız ahalimize düşen bir vazife de
manasız eser vücuda getirmektir. vardır ki alakadri' l-istitaa [gücünün yettiğince]
Sanayi-i nefisenin en mühim aksamından olan sanat-ı milliyeyi tergip [rağbet] etmektir. Bu tergip
mimari, sanayi-i tezyiniye [süsleme sanatları], nesiç büyük bir külfet-i nakdiyeye de mütevakkıf [bağlı]
[dokuma] ve mobilyada milliyet, şive-i milli daha değildir.
ehemmiyet kesp eder. Ve çünkü bu kısım sanat
harcıalem eserler, mahsuller meydana getirdiğinden Galib Bahtiyar
298
Rıza Bey servet-i zeka ve irfanı ile memleketimizin sima-yı sanatında bir Şark güneşi kadar feyyaz ve
nevvar-ı tulu etmiş [bereketli ve nurlu doğmuş] ve memleketimizin vücutları ile iftihar ettiği askeri
ressamların kaffesi {tümü} müşarünileyhin [adı geçen üstadın] rahle-i irfanından geçmiştir. Rıza Bey 301
[ 1 8 8 7] tarihinde Mekteb-i Harbiye 'den neşetle {mezun olarak] mektepte resim muallimliği ile kalmış ve
otuz sene mütemadiyen çalışmıştır. Gazetemiz bu nüshasını muhterem üstada ithaf etmekle naçiz bir
vazife-i şükran ifa ederken büyük hisse-i mefharet kazandığına kanidir.
299
büzülmesi, muhabbet sevimliliği vardır ki taklit alıkoyuyor. Muvaffakiyeti daima çıraklarına
edilemez. Bu, öyle bir levhadır ki rıza ve saklıyor, hasrediyor. Tilmizlerinin sanat emeli,
279 teslimiyetin, hakiki bir kulluğun enaniyet [bencillik] terakki hevesi üzerine o derece titriyor, bu uğurda o
ve nefsaniyetinden [kininden] , kibir ve hodbiniden derece azim ve himmet, sebat ve metanet gösteriyor
[bencillikten] derece-i münezzehiyetini [uzak ki yalnız kağıdı, kalemi, paleti, boyası, fırçası, hasılı
duruşunu] pek açık gösterir. yalnız malzemesiyle kenar bucak gözeten birkaç
Bir ana ki her şeyi, her mevcudu kendisinin yavrusu çizgi fırçası şakirtlerinin olmak üzere, onlara
telakki eder: Daima açacağı ağzı, uzatacağı eli, yaptırdığı, daha doğrusu kıymetli hatırları için
kaldıracağı ayağı, vereceği kulağı, çevireceği gözü onlara yapıverdiği resimler, levhalar sayılabilecek
hep bu ilahi telkinin ihsan eylemiş olduğu bir gibi değildir.
sevgiyi, bir korumayı müjdeler. İşte bunun içindir ki şakirtleri onu eşi olmayan bir
Zaten bunun için değil midir ki o, bütün feyiz menbaı, bir sanat üstazı [üstadı] tanırlar. Ve
etrafındakilere, sevgili tilmizlerine hep "çocuklar" harim-i ahlakisine yaklaştıkları nispette tebcil [saygı]
der, ama bu çocuklar baba veya baba yaşında imiş, ve takdislerini, ahlaki tekemmül ve tealilerini
ne beis var: Onun ruhundaki hilm ve şefkatin, aşk [yücelişlerini] artırırlar.
ve merhametin o kadar bir kadem ve asaleti var ki Bugün ebeveyninden ziyade kendisine merbut [bağlı]
yaş ile, yıl ile hiçbir münasebeti yok ! . . şakirtleriyle iftihar edecek acaba kaç üstadımız
Şimdi yalnız beşeriyet için değil, bütün zevi'l-hayat vardır? . .
[varlıklar] , hatta umum kainat için, bu derece vesi Rıza Bey esasen temiz doğmuş, bütün ömrünce de
ve necip, bu derece yüksek ve şümullü bir meveddet temizliğe merbut [bağlı] kalmıştır. Daha mektepte
[sevgi] taşıyan, artık kabil midir ki hırs ve garez iken böyle bir fıtrat ve merbutiyet sevkı ile bizdeki
azapları, riya ve tabasbus [yaltaklanma] zebanileri, ahlak ve terbiye yollarını, mesleklerini araştırıp
intizar [bekleyiş] ve tul-ı emel [tamah] gayyaları ile gözden geçirmiş, mizaç ve istidadı ile mütenasip bir
bihuzur [huzursuz] olsun ? .. tarikate kendi gibi tahir [temiz] ve ferdi bir meslek
O öyle bir iman cennetine, vicdan saltanatına ahlakı takip eden refikleriyle [arkadaşlarıyla] birlikte
sahiptir ki yüksek sergüzeştlerin [serüvenlerin], girmiştir. Onda ne soğuk bir zehadet [sofuluk], ne
büyük tarihlerin uzandığı bütün kanlı sultanlıklara kara bir taassup ve ne de muazzib ve muacciz [azap
karşı istiğna [sakınma] değil, nefret de değil, hatta ve sıkıntı veren] bir tahayyül ve tereddüt, ne de
kin ve intikam da değil, yalnız merhamet hisseder! . . ömür sürer bir dava-yı enaniyet [bencillik davası],
Hemen bütün hayatını Abdülhamid Harbiyesinde ve ne de dar ve mahdut bir muhakeme ve fikret
sınıf arkadaşı pek meşhur ve azılı amirler nezareti kalmıştır. Gönlünün tahtgahına insani, hatta ilahi ve
altında geçirmiş olduğu halde, zamanın murdar ruhani öyle bir aşk kudretini tabiye eylemiştir
[bulanık] beyinlerde kaynaştırdığı o intisap ve hulul [yerleştirmiştir] ki korku ve ihtiyaç, nefret ve kin bu
müzahrefatına [sahteliklere kapılışlara] pek yabancı metin kalenin eteklerine bile yaklaşamaz.
kalışı onu paşalıklarla ruunetleri [bönlükleri] Hele bir gece hiç unutamam: Onu Yunus Emre'nin
kabaran akran ve emsali içinde daha binbaşılıkta bir parçasını inlerken görüp dinlemiştim. Aman ya
bağlayıp alıkoymuştu. Rabbi, o seste öyle içerlikli bir yanıklık, bu
Kabuktan öteye geçmeyen nazarlar, önünde bir azim yanıklıkta öyle ince ve gölgeli bir uyanıklık vardı
ve şecaat görmezler; hatta telaşa, aceleye, n ümayişe, ki . . .
hiddet ve tehevvüre düşmeyen bu mevcut zihayatta Sanki koca Yunus'un o daima kaynaşıp taşan
bir korkaklık bile sezerler, lakin bu ne kadar dipsiz, deryalar gibi aşkı bu pest [ince] ve hazin, fakat
senetsiz bir yanlıştır! . . besim [gülümseyen] ve rauf [esirgeyici] seste
Rıza Bey o kadar merttir k i sırf kendi menfaati için tamamiyle yatışıyor, sakin ve nermin [yumuşak]
belki bütün ömründe bir defa olsun yalan söylemek uykusuna dalmak için de tatlı rüyalarına açılmak
aşağılığına inmemiş, böyle bir alçalma için yüreğinde istiyordu !
bir korku, fikrinde bir mecburiyet bulup Kapalı gözlerimi açtığım, o tatlı ve hudutsuz
görmemiştir. Fakat herhangi bir kimseye iyilik rüyalara hayalimi kaptırıp yükseltmekten sukut
edilmek için - liyakat ve ehliyeti olup olmadığına ettiğim [düştüğüm] zaman Rıza Bey' in, bu siret
dair - kendi reyine müracaat olunmuşsa, o daima [karakteri] ve sureti birbirinden güzel üstadın iri ve
böyle zamanlarda ehl-i hibrenin [bilirkişinin] kerim gözlerini nemli görmüştüm. O vakit
beklediği bir doğru cevabı asla vermemiştir, çünkü o hükmettim ki Rıza Bey bütün beşeriyetin
yalnız iyilik, daima iyilik taraftarıdır. Onun hep, hicranlarını, hüsranlarını, dert ve ıstıraplarını 280
bütün bir reyi vardır: İyilik. Onun insanlıktan en yüklenmiş pek büyük bir vicdan, pek yüksek bir
mahrum ademoğullarının bile ancak hep iyiliğe irfandır.
maruz bırakıla bırakıla bir nevi tasfiye, tezkiye Avrupa işi, Garp hüneri, sanatkarlık ehliyeti yapıp
göreceklerine [aklanacaklarına] sarsılmaz bir gösteren bu adam işte tamamiyle rahim Şark kafası,
kanaati vardır. kadim Asya zevk ve hissi, büyük Müslümanlık neşve
Şakirtlerinden [öğrencilerinden] duyduğuma göre, o [sevinç] ve şetareti taşıyor, mukaddes ecdadına karşı
hiçbir zaman onlara ferden veya cemaaten, çelik gibi bir sıdk [sadakat] ve hürmeti olduğu gibi,
"Yapamıyorsunuz, " demiyor. Belki yapamamayı, cimri zaman ve mekanının geçmez meslek ve
yakıştıramamayı, düşürememeyi hep kendine maişetinin de bütün icabatına esaslı ve aşklı, ışıklı
300
Kısıklı Çeşmesi'nin enstantane bir krokisi
esirgemediği nevazişi [gönül alışı], analığını da bol refetini [merhametinin bereketini] bu meslek ile, bu
bol göstermiş idi. sanatkarlığı ile istediği gibi muhitine
Yine kendilerini yakından tanımak haz-ı ruhanisine duyuramayacağını, yapamayacağını anladığı için
301
B ULGURLU KÖYÜNDE BİR KÖŞE Karakalem etüt
olmalı; Haydar adlı ve vicdanlı bir refiki ile yerken, içerken duyacakları tat ve neşve [neşe]
Istanbul'un en acıktıran, en susattıran bir yerinde, karşısında bu tavi [kendiliğinden] ve fahri [gönüllü]
mesela Köprü başında bir şerbetçi, bir aşçı dükkanı say ve hizmetinden bütün ücret ve mükafatını seyr-i
açmak . . . Gıcır gıcır, tertemiz, bembeyaz elbiseler sürur [sevinçle seyretmek], temaşa-yı sur [ziyafeti
içinde özene bezene yapılıp pişirilmiş şerbet ve izlemek], iştirak-ı keyf ve huburdan [keyif ve sevince
yemekleri ibadullahın müştak ve muntazır huzur-ı iştirakten] i baret olarak kazanç defterinin baş
iştihalarına takdim etmek . . . Bu aç ve susuzların tarafına geçirmek gibi pek başka bir emel ve sanat,
302
ÜSKÜDAR KARACA AHMED SULTAN CİVARINDAN Karakalem etüt
muhayyel ve muhal bir meslek-i hizmet de tecrübe herhalde daha iyi isabet eyleyecek sanırım!
etmek istemiştir. Hazret-i mir Rıza zamanımız için mükemmel ve
Ressam olmakla beraber, pek yüksek bir fıtrat zihayat bir abide-i teslimiyet ve rızadır.
sahibi, tamamiyle İslami ve gayri Arabi, tamamiyle
tabii ve gayri nazari terbiye ve ahlak muallimi olan 1 9 Haziran 330 [1 9 1 4), Çengelköyü
Rıza Bey için bu gibi işittiğim beyaz ve yumuşak Muallim Vahyi
menakıb [menkıbe] parçaları pek çoktur. Benim
kendi görgü ve duyguma da tastamam uygundur.
Bunun için muhterem üstadın ahlaki şahsiyetini esas
hutGtu ile tespit etmek isterken, hülaseten [kısaca]
derim ki:
O, zamanının tam bir ibnü'l-Meryemidir [Meryem'in
oğludur, lsa'dır] . Yalnız neşve-i lseviyeden hisse
alabilmek istidadı ile yaratılanlar değil, bizim
sohbetine dahil ve müdavim olabilen her sahib-i izan
onun manyetizma eden mek!n [karşısındakinin
gözbebeklerine yerleşen] nazarları, rahim muameleleri,
sabur [sabırlı] nezaketleri ve pek az bir yer tutan
melek sözleri ile mutlaka müstesna bir feyz-i vicdana
mazhar olur. Onda sufiyenin [mutasavvıfların] o
muhayyilefersa [hayal edilemez], üslupberendaz
[ulaşılamaz üslupta] efkar ve akvalinin [düşünce ve
sözlerinin] yükselip yetişmek istediği hakiki bir
insanlık, sahih bir Müslümanlık, tam bir Müslüman
Türklük neşve ve hali vardır ki ilahi ve hayali bir aşk
ve muhabbetin, ezeli ve umumi bir şefkat ve
merhametin - misal ve nazire kabul etmez - bütün
ince güzelliklerini, bütün gizli zevklerini taşıyıp
büyütür, biraz eski sözlerle olacak, lakin hedefe
303
PAŞABAHÇESİ MENAZIRINDAN Karakalem etüt
304
SARIYER 1 DEN YUŞA TEPESİNE BİR NAZAR Karakalem etüt
SANAT VE H iMAYET
284 Memleketimizde süyul-ı cehl ve ihmalin [bilgisizlik -güzel bakılmak şartı ile- her ihtiyacı öldürecek
ve ihmal sellerinin] sürüyüp götürdüğü, yıkıp kadar mebzul meyveler verecek, her yorgunluğu izale
parçaladığı sanat ve ticaret gibi iki ameli hayat ve edecek latif sayeler [gölgeler] , behişti hıyabanlar
saadetin canlandığını görmek emeli, amal-ı [cennet gibi yollar] vücuda getirecektir.
milliyenin [milli emellerin] en ruhlusu, en kuvvetlisi Vatan kendini yaşatacak her şeye ve bu her şeyi
ve şüphe yok ki en kuvvetlisidir. vücuda getirecek servete muhtaçtır. Servet ise
Uzun bir leyl-i zulmün [karanlık gecenin] rida-yı cehli meşime-i sanatdan doğar. Bütün mücadelar-ı milel
[cehaletin örtüsü] altında uyuyan, uyutulan şu kutsi, [milletlerin mücadelesi] , hep bu semahat-ı sadiyeyi
canbahş emelin lerze-i intibahı [uyanışının ürpermeleri, haiz şu iki melike-i cihan etrafında vukua geliyor.
titreyişleri] karşısında hissemend-i zevk ve sürur Meydan-ı iktisadda eser-i hayat gösteremeyenlerin
olmayacak bir vicdan-ı milli tasavvur olunamaz. hakk-ı hayata malik olduklarına dair ibraz edecekleri
Artık, büyük küçük her ferd-i Osmani hata-i kuru vesikalar kazib [yalancı] Garp medeniyetinin
mazisini anlamış, bir ruh-ı iktisadi ile basıra-i menfaatcuyanesinde hiçbir ca-yı kabul
yaşayabileceğini takdir etmiş, meşime-i cahiliyetden görmez; kuvvete istinat etmeyen hukukun payı,
[cahilliğin döl yatağından] doğan mevrusat-ı "Anlayamıyoruz," lafz-ı bimanasından [anlamsız
avamfiribaneye [aldatıcı mirasa ] , evet, sanat ve lafzından] ibaret kalır, bunu ne kadar acı ve
ticarete karşı hürmetsizlik gösteren muğfil [aldatıcı] , öldürücü vekayi [olaylar] ile tecrübe ettik . . .
riyakar, hain hissiyata isyan etmiştir. B u içtimai Taraf taraf teşekkülünü görmekle iftihar ettiğimiz
inkılabın fecr-i mesudu, bu intibah-ı milliyenin sınai, ticari, içtimai kütle-i münevvirelerin
beyyine-i müjderesanı [müjdeler sunan delilleri] bir [aydınlamış kitlelerin] fikr-i millerde vücuda
ihtiyac-ı hayat mahsulü olmak hasebiyle pek getirdikleri şu intibahın [uyanışın] bir mecra-yı fiili
ümitbahştır. Uyanık, sebatkar bir say-ı ferdi ve ve ameliye girmesi afak-ı vatana [vatanın ufuklarına]
ictimainin himaye-i besiminde harikalar artık bir sabah-ı münevverin tuluunu [doğduğunu]
göstereceğine iman edilmesi lazım gelen bu tebşir ediyor [müjdeliyor] . Bu, vatan, millet, milliyet
tezahürat-ı milliyenin asar-ı fiiliyesini gördükçe namına kıymeti ruhen takdir edilecek bir nimettir.
sevinmemek mümkün müdür? Devr-i sabıkın [geçirdiğimiz devrenin], o uzun leyle-i
Evet, sanat ve ticaret. Bu iki şecere-i tayyibenin mahrumiyetin [yoksunluk gecesinin] ferda-yı
[güzel şecerenin] köklerinden fışkıran kuvvetli filizler zevalinde [son bulduğu ertesinde], o heykel-i
305
PAŞABAHÇE' D E Karakalem etüt
306
BURSA ÇARŞIBOYU 1 NDA BABA EFENDİ DERGAHI Karakalem etüt
Bunlar memleketin selameti namına teşekkül etmiş çocuklu fakir bir kadının birkaç günlük nafakasını
himaye grupları, cemiyet-i hayriyelerdir. tedarik suretiyle muavenet, bir fazilet-i ahlakiyedir.
Sanayi mekteplerimizde demircilik, oymacılık, Fakat zavallının zavallı evladını ruhen yükseltmek,
marangozluk, kunduracılık gibi umumi ve harcıalem istidadına göre işadamı yapmak daha şümullü bir
sanatlardan biriyle hususiyet peyda ederek neşet yardım olduğu için şekl-i hakiki suverini [biçimini]
etmiş esasen fakir bir sanatkar diploması ile, evet, o iktisap eder [alır] . Bu nevi muavenetler ancak
kuru şahadetnamesiyle ne yapabilir? O güne kadar muntazam bir program tahtında [altında] ifa
olanca şiddetiyle yaşamış bir sefaletin tude-i edilmekle faideli neticeler vereceğinden cemiyet-i
matemisini [matem yığınını] izale edecek sermayesi hayriyelere [yardım derneklerine] ihtiyaç tabiidir.
veya o sermayeyi verecek bir himayekarı olmazsa ne Sanayi-i nefisemize gelince, bunlar da birer şiir-i
olur? Pek çoklarını gördüm ki senelerce emek giryandır [ağlatan şiiridir] . Hele terbiye-i milliyenin
verdiği işinden -bir ihtiyac-ı mutlak hasebiyle en mühim avamilinden olan sanat-ı tersim, takdir ve
sanatından bir şemme-i lutf ve saha [en küçük lütuf tevkir edilmeyen [yüceltilmeyen] bir hüsn-i ziruhun
ve cömertlik damlası] göremediği için başka bir işin gizli matemlerini, elemlerini yaşıyor. Bizde bir
aguş-ı minnetine tevdi-i talih eylemişler, senelerce ressamın fırçası sahibini iğna [zenginleştirmek] şöyle
muhayyelesinde yaşattığı mesut emellerin, matemi dursun vesile-i maişeti bile olamamıştır.
manzaralara tahavvülünü [dönüştüğünü] gören bir Bir milletin ruhunu, hayat-ı vicdaniyesini besleyen
286 gencin -sevmediği zevciyle bir lokma için yaşayan sanayi-i nefisenin, bilhassa resmin bu takdiri
sabureler [sabırlılar] gibi- ruhuna büsbütün yabancı öksüzlüğüne rağmen sanatı yaşatmak için harici
bir meşgalenin serire-i minnetinde [minnet yorgunluklara göğüs gererek çalışan, didinen ve buna
yatağında] üzgün yaşaması şahsı ve cemiyeti namına mukabil sadece bir kelime-i takdir ile kanaat eden
pek elimdir. erbab-ı sanatın aşk-ı sanatını, azın ü sebatı beslemek
Hülasa sanat ve erbab-ı sanat, muhtac-ı himaye ve teşebbüslerini fiilen alkışlamak maddi nevazişlerle
muavenetdir. Bunların ceriha-i hayatiyelerini tedavi [iltifatlarla] yükseltmek vecibe-i milliyesini takdir ve
etmek en mühim bir vazife-i ictimaiye sayılır. ifa edecek, erbab-ı hamiyetin, eshab-ı servetin vücuda
Muavenetin tarifi, efrad-ı milletin tekemmül-i getirecekleri teavün [dayanışma] ve himaye
ahlakiyesine, temin-i refah ve saadetine hizmet cemiyetleridir. Bunların afak-ı hamiyetden tuluu
olduğuna göre tarifinin bütün evsafını cami olacak [doğuşu] zamanına kadar sanayi-i nefise bilhassa
bir şekle ifrağı lüzumu zahir olur [görülür] . sanat-ı tersim kendi seyr-i yetimanesinde yürüyecek
Bir fakire birkaç para vermekle vazife-i muavenet ifa ve öksüz hayatını yaşayacaktır.
edilmiş olmaz, muavenetin şekl-i hakikisi onu zul-i
tesaülden [dilenme zilletinden] kurtarmaktır. Dul ve Hüseyin Hicri
307
;
Mi LLiYETE D o CRu . . .
Kemal-i fahr [övünç] ile görüyoruz ki bugün "milliyet" fikir ve hissini şimdiye kadar hep ihmal
memleketimizde ilim ve irfan, fikir ve vicdandan, en ettik; son asırların bu yegane alem-i terakkisine
doğru bir tabir ile, ruh-ı ihtiyacdan feyiz ve kuvvet [ilerleme bayrağına], iksir-i teceddüdüne [yenileşme
alarak baş gösteren cereyanların hepsine hakim, iksirine] kof bir istiğna [nazlanış] , batıl bir mantık
hepsinin mecra-yı salimlerini nazım [düzenleyen] bir ile baktık ve bunun cezası olarak da, şimdiye kadar
cereyan var: Milliyet. görülüp işitilmemiş bir surette, son elim ve feci
Bunun böyle olması kadar da tabii ne olabilir? ukubetlere [acılara] uğradık! . .
Çünkü biz her mütemeddin [uygar] ve müterakki İzzetinefsini bilmeyenler, duymayanlar n e kadar
[ilerlemiş] millet için motorluk vazifesini gören mütehanımil-i hakaret olurlarsa, "milliyet" fikir ve
30
Bursa YENİ KAPLICA
Karakalem etütlerden
hissinden mahrum hükümat [hükümetler] ve akvam insanlıktaki ululuğunu ise ancak içtimaiyatının
[milletler] da o derece maruz-ı zillet bulunurlar. Bu tezahürat-ı mecmuası [toplu tezahürü] demek olan
nokta-i nazardan denilebilir ki "milliyet" izzet-i edebiyat ve sanayi-i nefisesi tayin eder.
millet demektir. Bunun için değil midir ki bir intibah-ı milli uğrunda
işte biz bu makalemizde, umumun anlayabilmek için feda-yı can edercesine çalışan vatanperverler her
bir yol, bir kolaylık bulabileceği veçhile, bu izzet-i şeyden ziyade milletin edebiyat ve sanayi-i saire-i 288
milleti anlatmak, bunun ne suretle efrad-ı millete nefisesini ele almışlar, evvelbeevvel bunların
[vatan evlatlarına] aşılanabileceğini göstermek isteriz. istiklalini, kudsiyetini iddia ve temin eylemişlerdir.
" lzzet"in en açık ve doğru manası büyüklüktür. Bir milletin maneviyatını tenmiye [yükseltecek] ve ila
2 81 Demek ki milliyet bir millet efradının kendi aba ve edecek, onu çelik gibi kavi ve çalak [kıvrak,
ecdatlarının [atalarının] büyüklüğüne karşı hasıl hareketli] bir maddiyetin valide-i asliyesi haline kalp
ettiği iman ve aşktan ibarettir. [dönüştürecek] ve ifrağ eyleyecek ancak edebiyat ve
Böyle bir iman ve aşk ile hararetdar bir kalp elbette sanayi-i nefisesidir.
bu iman ve aşka menafi [aykırı] teşebbüsat ve Edebiyatını, sanayi-i nefisesini layık olduğu bir
harekata şiddetle mani olur ve gösterebildiği kudret ehemmiyet ve itina ile tanımamış bir millet yoktur ki
i men derecesinde de bir haz ve zevk bulur. A ba ve manzume-i milel ve düvelde [dünya milletler
ecdadının mukaddes kanları pahasına miras ve sisteminde] bir yer tutmak beratını alabilmiş olsun.
yadigar bıraktığı yurdu, vatanı, bu vatanın Hakayık-ı bedihiyeden [açık seçik gerçeklerden]
güzelliklerini, dilberliklerini temsil eden edebiyat ve değil midir ki bütün inkılabatın esasat-ı evvelini hep
sanayi için, bir ecnebinin hiçbir zaman ilim ve fikirdir. Edebiyatı, lisanı yolunda ve
duyamayacağı bir suretle, fedakar ve rağbetşiar olur. mükemmel olmayan bir kavim elbette ilim ve fen
Bir milletin layemut [sonsuz] büyüklüğünü, itibariyle de yükselemez. Sanayi-i nefisesi de
309
-... � ....
kendisini gösteremez. Edebiyatı, sanayi-i nefisesi Bizim İslam ve Türk olmak münasebet-i mübareke
müterakki ve mütekamil olmayan bir millet için ve aliyesiyle pek şerefli, pek şevketli bir mazimiz . . .
iktisaden, ticareten de yol almak imkanı yoktur. Bütün alem-i insaniyetin bile medarı iftiharı
Binaenaleyh her türlü terakkiyat ve teceddüdat olabilecek derecede büyük aba ve ecdadımız var.
[yenileşme] ancak milli esasat ve gayat [amaçlar] ile Nice edebiyatlarımıza, nice sanayi-i nefisemize
derece-i tevafuku [uyum derecesi] nispetinde müsmir mürebbiyelik eden bu pek zengin maziyi, azim ve
[verimli] ve payidar olur. şecaat, akıl ve hikmet harikaları gösteren bu pek
310
Karakalem etütlerden
mukaddes ve ali aba ve ecdadı bize tanıtacak ise, her ve suhulet [kolaylık] daima göz önünde tutulmalıdır.
vakit söylediğimiz gibi, kalem ve fırça erbabımızdır. Bu ernr-i ehem [önemli görev] Şark'ı tanımayan,
Vakıa mazi ve vicdanımıza dair vesaik cem ve telfik tanımak cihetine de yanaşmayan, zevk-i bediisi
edenler [derleyip toplayanlar] ve bu malumatı bir yalnız yabancı ve sefih ufuklarda inkişaf etmiş
usul-i fenni dairesinde tasnif ve telif eyleyenler de bu bulunan muallim ve muallimelere bırakılırsa, netice
yolda büyük bir rol, hatta en iptidai olmakla kar değil, tamamiyle ve muzaaf [iki katı] bir
beraber, en güç ve en büyük bir hizmet ifa etmiş hasardır, pek büyük bir hıyanettir.
olurlar, şu kadar ki bu milli müverrihlerin Ecnebi muallim ve muallimelerin istihdamı
[tarihçilerin], bu milli lügat ve sarfçıların zaruretinde bile bulunulsa, bunlara bilerek amir ve
[ansiklopedist ve gramercilerin] hizmetleri fikirden rehberlik edecek mutlaka tamamiyle Türk bir baş
ziyade hissin, hakikatten ziyade hayalin lütf-i intihap ve tayin eylemelidir.
muaveneti ile hayat-ı sanatkaranelerini besleyen edip Bilmem ki sanayi-i nefise mekteplerimizde musikiye,
ve ressamların, şair ve bestekarların sihir ve füsunu bestekarlığa neden bir yer, bir mevki verilmemiştir?
ile tetevvüc etmedikçe [taçlanmadıkça] ruh-ı millete İptidaiye [ilkokul] programlarına kadar teşmil edilen
gıda, vücud-ı memlekete usarenüma [yaşam suyu] gınanın [şarkı söylemenin, şarkıcılık derslerinin] en
olamaz. yüksek membaı neresi olacaktır?
289 Binaenaleyh bugün talim ve terbiye, tedris ve telkin Sanayi-i nefise mekteplerimizle Darülfünunumuzun
alemimizde hepimizin, bilhassa ilmi Türkçülüğün bir İslam ve bilhassa Türk müessesesi olduğu nazarı
göz dikeceğimiz, gözbebeğimiz kadar üstüne itibarda tutulmaz, edebiyat ve sanayi-i nefise için
titreyeceğimiz bir şey varsa, o da Sanayi-i Nefise milliyetin, milliyeti doğuran feyizli bir içtimaiyetin
Mektebimiz ve Darülfünun' daki " Edebiyat-ı hassasiyet ve hayalkarisini teşhis edebilecek bir tarz-ı
Milliye" dersleri, bilhassa kız mekteplerimizdeki tedris takip olunamazsa pek yazık olur.
nakış ve elişleri tedrisatıdır. Kız mekteplerimizde o Halbuki, duyduğumuza göre, Sanayi-i Nefise
kadar milli, o kadar tabii bir tarz-ı talim takip Mektebimizde birinci sene için ressamlar hala
olunmalıdır ki az zaman içinde bu müesseselerin Neron' ları model ittihaz ediyorlar. Artık heykeltıraş
adeta birer Türk darüssanaası [atölyesi] olduğu muallimi, yüzünden geçindiği bu muhterem
tahakkuk eylemelidir. Dikişlerin, biçkilerin, müessesenin Türk Sanayi-i Nefise Mektebi olduğunu
örmelerin, işlemelerin, oyaların, nakışların daima bir parça değil, adamakıllı tahattur etmelidir
bizim halihazır iktisadımızla ve mazi-i rengin-i [hatırlamalıdır] . Yoksa bu milletin eazımı
sanatımızla mütenasip bir surette terakkisi esbabı [büyükleri] mı, yoksa eazımının cihan-ı medeniyetce
istikmal olunmalıdır [tamamlanmalıdır] . müsellem [kabul görmüş] şanı mı yok? . .
290 Zarafetle metanet, imaldeki [tutumlardaki] süratle Fatih, Yavuz, Kanuni, Selim-i Salis [III. Selim] ,
ehveniyet, istimaldeki [kullanımdaki] derece-i lüzum Mahmud-ı Sani [iL Mahmud] gibi büyük
311
SELİMİYE 1 DE Ç İÇEKÇİ KAHVESİNDEN Karakalem etütlerden
sultanlarımızın heykelleri yapılıp yaptırılmak iktiza [el sanatları] muallimlerimiz bizim pek zengin olan
etmez [gerekmez] mi? mazi-i sanatımızı bütün safahat-ı esasiyesi ile ihya ve
Sanayi-i Nefise Mektebi esatize-i muhteremesi için bu suretle şakirtlerinin [öğrencilerinin] ruhuna aşk-ı
artık ya Türklüğü ihya yahut muallimlikten istifa milliyetle müterafık [uygun] bir zevk-i sanat ve hatta
şıklarından biri mutasavver [mümkün] olabilir. bir fikr-i ticaret ilka [telkin] eylemelidirler. Zevk-i
Mademki millet bugün izzetini, azamet-i ecdadını, sanat ile fikr-i ticaretin bir arada zikrini muvafık
şevket-i mazisini, kudret-i ırkiyesini his ve fikir bulmayanlara karşı maide-i semaviye [ilahi maişet,
ediyor ve böyle bir hassasiyet-i galeyandarın, bir sofra] devrinin pek çok evvel geçmiş olduğunu,
fakiriyet-i feyezanasarın [taşkınlık veren fakirliğin] bugünkü mülhematın [esinlerin] sarışın perisi ancak
ilat eylediği [doğurduğu] bir mefkure, bir gaye-i para bulunduğunu söylemekle iktifa eylerim.
milliye arkasında koşup gidiyor, artık kalem ve fırça Mazi-i sanatları olmayan Bulgarların, Sırpların,
sahiplerimize, bilhassa Sanayi-i Nefise ve Ulahların bütün bizim eski elişleri eşkal-i 29 r
Darülfünun edebiyat muallimlerimize teveccüh eden tezyiniyesini ancak terkipte [kompozisyonda] az
[düşen] resmi ve vicdani vazife ancak bu mefkurenin birer tebeddül ile benimsediklerini pekala
projektörlüğünü meydana getirmektir. görüyoruz. Ve ancak tenevvü-i zevk ihtiyacının
Sanayi-i efise ve bilhassa sanayi-i nefise-i yedviye verdiği bir iştiyak [şevk] ve tehalük ile Avrupalıların
312
İsmail Hakkı Bey resim ve elişleri tedrisatı için
memleketimizde hemen en çok ve en aşklı imal-i
fikir ve nazar etmiş pek kıymetli bir muallim ve
mürebbimizdir. Ümit ederiz ki bu gezeceği
memleketlerin asar ve sanayine göre resim ve elişleri
dersleri için hakiki ve tabii bir tarz-ı tedris, bir 292
üslub-ı tersim ve imal tatbikine muvaffak olurlar.
Emin olalım ki bizliğimizin inceliğini göstermeyecek
veçhile, biz ne gibi asar-ı nefise meydana getirsek
hiçtir ve zerre kadar da hariçten celb-i rağbet ve
sanatkarına temin-i faide ve menfaat edemez ve hem
mümkün müdür ki biz sanayi-i nefisede, edebiyat ve
musikide, nakış ve mimaride aynen Avrupalıları
taklit edelim de, onların fevkine de çıkmak yolunu
bulalım? .. Geçenlerde lkdam'da mimar Necmeddin
Bey'in,
" Bir memlekette sanayi-i nefise demek millet
demektir," hükm-i katımı [keskin hükmünü]
müdafa eden "Tedrisat-ı mimariyemiz" unvanlı
makalesini nokta-i nazarımıza pek muvafık bulduk.
Hüsn ü cemal, his ve hayal mesaili [meseleleri] ne
kadar zevki ise, sanayi-i nefise, tezyinat-ı latife
mebahisi [konuları] de o kadar millidir. Ve
unutulmamalıdır ki lisan ve edebiyat bir milletin
mader-i ulum u fünunu olduğu gibi, kalem ve fırça
da valid-i sanayi ve harfidir. Lisanı düzelmemiş,
kalem ve fırçası açılmamış bir millette ne fikir ve
izan, ne de servet ve saman [zenginlik l baş
gösteremez.
Binaenaleyh İsmail Hakkı Bey' in böyle büyük bir
hizmet ve vazifeye tayinini ve mimar unvanını
alabilecek derecede bir tahsil ve bir terbiye-i fikriye
görenlerimizin sanayi-i nefise ve zevk mesaillerinde
[meselelerinde] iklim, din, milliyet, hayat-ı ictimaiye
gibi avamilin [etmenlerin] nazar-ı dikkatden hiçbir
zaman dur [uzak] tutulmayacağını yüksek ve açık
Paşabahçe'de: Zemzeme-i revani ile sahibine ebedi bir sesle, adeta bir tarraka-i isyan ile ileriye
bir kaside-i şükran terennüm eden bir çeşme sürmelerini artık kalden [sözden] hale geçmek
devrinin başladığına beraat-ı istihlal [giriş cümlesi]
addediyoruz. Ve inşallahurrahman, pek yakın bir
atide [gelecekte] umum efrad-ı millete, başka bir
bizim mazi-i sanatımızın etfal-i gayri meşruası [gayri söze ve izah ve istizaha hacet bırakmayacak surette,
meşru çocuğu] olan bu Bulgar ve Ulah elişlerine ne askerlik ve cengaverlikçe satvet ve şevket-i
kadar rağbet gösterdiklerini de kıskanarak gördük. salifemizi, lisan ve sanatça servet ve nezaket-i
Elişleri muallimlerimiz bu veçhile pek derin ve pek maziyemizi, ruh-ı ecdadımızdaki azim ve himmet-i
emin düşünmelidirler. diliranenin [kahramanların çabalarının] azamet ve
Medeniyet-i İslamiye'nin, medeniyet-i İslamiye ceberrutunu gösterecek elvah [resimler] ve asarın
safha-i ahiresini [son evresini] teşkil eden Selçuk ve zevk ve temaşası ile kalplerimizde yeni yeni azim ve
Osmanlı Türk medeniyetinin metrukat-ı nefisesi irade menbalarının uyandığını göreceğimize
[sanatsal kalıntısı, mirası] olan hesap, müşebbek ümitvarız.
usul-i nakışlarını . . . o eski havlu başlarını, uçkur
başlarını, çevre köşelerini ve emsalini . . . Hatta el ile 1 7 Haziran 320
yapılan ve herhalde bir Şark zevk-i bediisini az çok Muallim Vahyi
temsil eyleyebilen eski yeni bütün asar-ı sanat ve
sınaatımızı tetkik eylemelidir.
Darülmuallimin-i A liyemizin fenn-i terbiye ve elişleri
muallim-i muhteremi, en muktedir
pedagoglarımızdan İsmail Hakkı Bey, duyduğumuza
göre, Maarif Nezaretince bu yolda bir tetkik için
seyahate çıkarılmış. Ne kadar musib [yerinde] bir
teşebbüs. Evvelce de bu sahifelerde bildirmiş idik ki
313
ABİDELER
Çatalca müdafaası namına abide dikileceğini bir şair, bir musikişinas namına abideler diker, bir
işittiğim zaman çoktan beri intizar ettiğim romancının tarih-i tevellüd ve tarih-i vefatına yevm-i
[beklediğim] bir şeyin müjde-i husulü verilmiş gibi mahsuslar [özel günler] tertip eder de, sen, ey Islam
münşerih oldum [sevindim] ve bu teşebbüsü tebrik tarihini dolduran muhteşem vakalar, muazzam
ettim. Çok defa kendi kendime düşünmüştüm: simalar üstünde nasıl oluyorsun ?
Memleketimiz baştan başa bir tarih, baştan başa bir Bir Mısır melikesi hırs ve sefahatının dehşeti namına
meydan-ı abide olduğu halde, suphanallah, niçin ehram yükseltir, bir kadın aşk ve sadakati için bir
ihmal etmişiz? Ehramlardan Çemberlitaş'a kadar harika-i tarihiye yaptırır da Fatih ordusu kadar
yüzlerce sütun-ı intibah bize samut [suskun] ve beliğ azametli ve onun kadar Fatih Hareket Ordusunu,
bir ders-i tarih takdir ederken nasıl olmuş da asırlar, ecelin kanatları üstünde Mısır'a doğru uçan
şan ve azametiyle dolu Osmanlı asırları, nur ve tayyarecilerimiz ve nihayet bu muazzam payitahtı
irfanı ile Islam asırları, İslam harikaları binişan muhafaza eden Çatalca kahramanları binişan
2 93 [nişansız] kalmış? Meşrutiyet gözkapaklarımızı örten [işaretsiz] kalır?
küflü tabaka-i gafleti kaldırmasa ihtimal, daha Abide, bir milletin mazi-i say ve ictihada hürmetini
asırlarca memleketimizin abideleri önünden geçecek, gösterir. İyiliği takdir eden bir dimağ fenalığı da
fakat bir defa olsun başımızı kaldırıp da onun görüyor demektir. İyilik ve fenalığın aynı mizan-ı
mazilerden sakladığı hediye-i ibreti mütalaa etmek takdirle tartıldığı memleketlerde medeniyet ve
zahmetini ihtiyar etmeyecektik. Halbuki, ne kadar terakki kanatları açılmış, itila [yükselme]
garip, mesela Victor Hugo abidesinin kartpostalı başlamıştır. Abide tarihin muhterem isimler altına
elimize geçse uzun müddet temaşa ederiz! . . Avrupa çektiği hatt-ı temyizin sahne-i vatana dikilmiş şekl-i
amudisidir. Onun huzurunda durduğumuz, onun
ka'r-ı ilhamatına [ilhamının derinliklerine] nüfuz
ettiğimiz zaman nameri [görülmez] bir mihrabın
hutbelerini işitiriz. Hayatı sade ve sakin geçenlerin
medfeninde [kabrinde] bir alamet vardır: Biz buna
seng-i mezar [mezar taşı] deriz. Fakat bir dalga, bir
kanat gibi faal ve müteali [yüksek] yaşayanların,
bugün için değil, yarın için çalışarak mefkuresi
önüne ecelin açtığı uçurumlardan atlayanların
medfeni yükseklerdedir ve onu tarihin layemut
[sonsuz] ve biinhina [bitimsiz] bir parmağı daima
işaret eder ki bu da abidedir. Abide halin maziye
uzandığı şahadet parmağı, mazinin ferdaya [yarına]
yolladığı hatf-ı intibahdır [uyandıran sestir].
Çatalca abidesi, sulh için silah ne ise yarınki hayat
için bugünkü ölümün o olduğunu gösteren bir
sütun, azim ve şecaat önünde seyllerin [sellerin]
durduğunu, akur [azgın] dalgaların sustuğunu,
müthiş topların aciz kaldığını ispat eden bir heykel
olacaktır. Bizde milliyet ve takdir-i mahiyet
faziletlerini uyandıran Meşrutiyetimizi bu
münasebetle tekrar takdis ederken şöyle
düşünüyorum ki:
Abide bir vaka veya bir şahsın mümessili olduğuna
göre o vaka veya o şahsı hangi millete mensup ise
abide o milletin mahsul-i tasavvur ve tertibi
olmalıdır. Mesela merhum tayyarecilerimiz namına
dikilen abideyi bir Türk sanatkarı yaptı. Onu bir
Avrupalı yapsa idi, ihtimal daha iyi olurdu. Fakat
herhalde şimdikinden daha manidar olamazdı.
Bunun gibi gönül arzu eder ve tarih ve tabiat ister
ki Türklük ve Islamlık namına vaz edilecek
[konulacak] her taş bir Türk, bir Islam eliyle
konsun. Vakıa cihanın nazar-ı sanat ve takdirine
arz edilecek bir sütunda sanat ve fikrin azameti
meşhut olmalı [görülmeli] . Denilebilir ki Çatalca
Servetin sanat ve hasenata {güzelliğe} hizmet-i abidesi son harbin ve son dakikaların dehşet ve
numunelerinden BEYKOZ' DA İ S HAK ACA ÇEŞMESİ haşmetiyle mütenasip olsun. Evet, öyle olsun fakat
314
'"""' " . .._
..: "!_ .- .... '
bir Türkün hudud-ı tasavvur ve sanatından hatvede [adımda] bir şehit kemiğine tesadüf
294 çıkmasın. Eğer bizde henüz o derece-i terakki hasıl olunur.
olmamış ise atinin evladı onu da görsün, abide ka'r-ı Kartaltepe'de telef olan birkaç Bulgar cesedi için daha
sanatın [sanatın derinliğinin], afet-i ihtiyacın da harp bitmeden Bulgar ordusu Prens Boris'in huzuru
şahidi olsun. Mamafih hakikat zannolunduğu gibi ile bir sütun rekz etmişti [dikmişti] . Maraş ise binlerce
değildir ve zannediyorum ki kendi sanatkarlarımız kahramanın yattığı uzun bir mezardır. Bu mukaddes
arasında yapılacak bir müsabaka bize milli ve bedi mezar bir "seng-i kabir" olsun istemez mi?
[ benzersiz] bir abide icat eder. Çatalca abidesi için Bahsi bitirmeden şunu da söyleyeyim:
bir Frenk mahsul-i tasvirin i tercih etmek isteyen Gülhane Bahçesi mimarı donanmamıza varidat
üstadımız böyle bir sütunun yalnız taştan, yalnız temini hakkında bazı şeyler yazmıştı. Bu meyanda
süsten ibaret kalacağını, başkasına yazdırılmış bir mühim bir noktayı hatıra getirmek faideden hali
mektup kadar kuru ve ruhsuz olacağını derhatır [uzak] olmayacak: Bahçenin resmi ile tarihçesi
etmelidir [hatırlamalıdır]. Bizde ince düşünen, ince yapılıp mütenezzihine [gezenlerine] satılsa bir
işleyen sanatkar yoksa abide namı ile bir direk menfaat teşkil edeceği gibi Sultanahmet
dikilsin, bu, bize Avrupalının altın sütunundan, bahçesindeki sütunların resimlerini havi ve bu
yüksek ve güzel heykelinden daha ilhamkar olur. sütunlar üzerindeki resimlerle yazıların manaları
Merhum tayyarecilerimiz hakkında benim şerh ve tafsil eden bir mecmua yapılsa mühim bir
hissettiğim acıyı bir Avrupalı kendi babası için bile kar temin eder. Her gün bahçeye girip çıkan binlerce
hissetmemiştir. Bunun gibi Çatalca müdafaaları mütenezzihin [gezenlerin] ve seyyahinin
hakkındaki hiss-i şükran onun kalbinde zerre kadar [seyyahların] mezkur [söz edilen] sütunlar önünde
mevcut değildir. O halde onun yapacağı bir sütunda durarak hayretle temaşa ettiği, bunları kimlerin ve
nasıl bir mana-yı milliyet olur? O sütun ariyeten niçin yaptırdığı, bu resim ve hatların ne demek
[ödünç] alınmış bir elbise kadar riyakar, bir masa olduğu hakkında yekdiğerinin malumatından
örtüsü kadar muğfil [aldatıcı] olmaz mı? istimdat ettiği [yardım istediği] görülür. Hem
Abidelerden bahsederken şunu da ilave edeyim: bilvesile halkımıza bunların tarihçesi öğretilmiş olur,
Edirne müdafaasında en kanlı bir sahne teşkil eden hem de Donanma Cemiyeti bir şey kazanmış olur.
"Maraş Tepesi " Edirne için ikinci bir Çatalca
mesabesindedir. Tepe boydan boya kazılsa her Aziz Hüdayi
315
PAŞABAHÇESİ 1 NDEN RUMELİ CİHETİNE BİR NAZAR Karakalem etütlerden
ÇiÇEK RESSAMLIGI
295 Zevk-i bediinin derecat ve şua batı vardır. Enva-ı müttehittir [birleşmiştir]. Çiçeği sevmeyen yoktur.
mahasinden [güzelliklerden] herkes bir veya Gerçi bir çiçeğin rengi, vazı [duruşu], rayihası
birkaçına fazlaca meclup [tutkun] olabilir. Bu diğerlerine tercih olunabilir. Fakat çiçeklerin cümlesi
keyfiyet sanat-ı tersimin şuabatında [dallarında] da yine sevilir. Binaenaleyh çiçek, ressam için pek
cari [geçerli] ve bu sebeple herkesin hedef-i zevk-i zengin ve rengin [renkli] bir mevzudur.
şahsisi mütefavit [diğerlerinden farklı] ise de çiçek Çiçekten bahsederken onun enis-i munisi, hemhali,
üzerinde ray-ı umumiye [çoğunluğun görüşü] daima o kadar nermin ve muattar [hoş kokulu], mübeccel
316
olan kadınlığı hatırlamamak kabil değildir. çektikleri mezahime [zahmetlere], güneş
Yekdiğerinin [birbirinin] lazım ve melzumu olan bu vurmalarına, soğuk almalarına, yağmurda, karda
iki numune-i kudret-i ilahiyenin yekdiğere işbu kalmalarına maruz olmaz. Bu eziyetler o nazik
karabet [yakınlık] ve meclubiyeti hasebiyle saf, pak vücutlar için cidden nalayık ve haramdır. Hülasa bu
kadınlığa çiçeği sevmek, yetiştirmek, onunla tezyin meşgale-i masumanenin modelleri, mevzuları
296 etmek ne kadar yakışırsa, onu tersim ve taklit dahi o kadınlığın zaten sevdiği, meftun olduğu şeylerden,
kadar yaraşır bir meşgale-i masumanedir. muattar elvan mecmualarından ibaret
Resim meraklısı gençlerimiz için saha-i intihab ve bulunduğundan miyanedeki [aradaki] maarife
mesai [seçim ve çalışma alanı] dünya kadar vasi [bilgilere] münasebet fazla ve binaenaleyh az
[geniş] ve mütenevvidir [çeşitlidir] . Fakat bilhassa zamanda ihtisas ve kemal-i muhakkaktır. Sonra da
nur-ı aynımız [göz nurumuz] , ümit ve mader-i bu şubenin peri-i müntesibleri [periye benzer
istikbalimiz olan hanım kızlarımızın bugün mensupları] bittecrübe [tecrübeyle] aldıkları zevk-i
nazariyat ve kavaid-i esasiye-i tersimiyeden sonra bediiyi bittabi muhitlerine saçarlar, duyguyu
intisap ve tamik etmeleri [benimseyip derinleşmeleri] artırırlar ve dolayısı ile vatana iktisaden de hizmet
iktiza eden [gereken] şey tercihen çiçek ressamlığı ederler. Hele bu nokta pek mühimdir. Öyle aileler
olduğu itikadında bulunduğumdan bu ciheti bilirim ki kırk ellişer lira ve bir hayli emek sarfı ile
teşvikan ve çiçek ressamlığının hutı'.it-ı esasiyesini yavrularına yaptıkları işleme çeyiz takımları
teşrihan [çözümleyerek] kaleme aldığım işbu vukufsuzluk, zevksizlik yüzünden heba olmuş,
makale-i acizanem, daha ziyade o masum ve yüzüne bakılmaz, bakmaya tahammül edilemez
muhterem aleme hitaptır. derecede acıklı haller almıştır. Bütün bu boş
Çiçek ressamlığının kadınlık için esbab-ı adide-i emeklerin, beyhude masrafların mahsul-i hazini
rüchanı [üstün gelen pek çok nedeni] var. Evvela yerine mahir bir fırçanın zarif bir kumaş üzerinde
[birincisi] çiçek resmiyle meşgul olmak zarafet içinde rengin işlerle vücuda getireceği nazarrüba [göz alıcı]
yaşamak, güzelliğe güzellik katmaktır ki bu şan çiçekler sevilip tercih olunmaz mı? Hele sanat ve
kadınlığıdır. Saniyen [ikincisi] , modeli pek zarafeti fırça iğneye nakil ve telkin ederse o zaman
mütenevvi [çeşitli] ve her mevsimde münasibi mahsulün seyrine doyulmaz, takdirine söz
mevcuttur. Salisen [üçüncüsü], ressamı alelekser bulunmaz. Nakış işlerinde aheng-i elvana
[çoğu zaman] salonunda, bazen bahçesinde çalışır. riayetsizliğin acı neticeleri mekteplerimizde ara sıra
Herhalde zavallı peyzajistlerin bir yığın yük ile görülüyor ve hatta şekil ve levni [rengi] muhayyel
birtakım acip [garip] çiçeklere de tesadüf ediliyor.
İşte hanım kızlarımızın bir kısm-ı münevveri kalem
ve fırçaları ile hemşirelerinin gergef ve iğnesine
yardım ederler ve onların zevk-i bediilerine rehber
olurlarsa bugünkü haliyle sevmemekte haklı
olduğumuz bir kısım elişlerimiz büsbütün başka bir
şekle girer ve bu sayede birçok ailelerin de yüzleri
güler.
Şu mukaddimeden [girişten] sonra esas itibariyle
çiçeklerin suret-i tersimi [resimlenmesi] ve gayeye
vusul için takibi iktiza eden [gereken] silsile-i
mesaiyi arz edeceğiz.
Unutulmasın ki işbu makalede münhasıran
suluboyadan bahsediyoruz. Maruzatımızı da
karakalem resimde kudret ve maharet-i kafiye
peyda etmiş, çiçeğe sonradan heveslenmiş, şu
suretle albümlerini bir hayli çiçek çizgileri,
karakalem, füzen, sepya etütleriyle doldurmuş
heveskaran-ı şebaba [genç heveslilere] arz ediyoruz.
Çünkü boyaya başlamazdan evvel bütün bunları
yapmak bir çiçeği her vaziyette çizmiş, bir sapı, bir
yaprağı bütün tafsilatı ile harfiyen vücuda getirmiş
olmak şarttır. Sonra da hiçbir çiçeği hakir
görmemek, yalnız nadir ve kıymettar çiçeklerle
uğraşmamak, kırlarda, şurada burada hudayinabit
[kendiliğinden] yetişen mini mini bir çiçeğin, hakir
bir yaprağın -hatta ifrata hamledilmesin- bazı
sebzevatın bile mühim birer menba-ı tetkik
olduklarını unutmamak elzemdir. Resimde
bayağılık çiçeğin cinsinden değil, onun suret-i tertib
Ressamın suluboya albümünden ve iraesindeki [kompozisyonu ve resimlenişindekil
HARAP BİR AŞİYANE ETÜDÜ kusurdan ileri gelir.
317
HAŞİN VE HAVABİDE BİR KUŞE-İ TABİAT Yağlıboya tablolarından
318
ÇAM LICA 1 DA YALNIZ SERVİ 1 D E BAGLARARASI Yağlıboya etütlerden
Nebatat: Çiçek ressamlığı için ilm-i nebatatdan pek bin müşkülat ile bulduğu bir rengin letafetine henüz
iptidai bazı malumata ihtiyaç vardır. Fakat bu kanmadan o rengin uçup yerine donuk, soluk bir
malumat öyle dil dönmeyecek karışık olan birtakım diğer renk kaim olduğunu [geçtiğini] görür ve hevesi
fasile [aile] isimlerinden falandan ibaret münkesir olur [kırılır ] .
zannolunmasın. Belli başlı çiçeklerin şöylece isimleri Çiçek ressamlığı için esasen yirmi renk tavsiye
ve bunların rengi, şekli, sapı, yaprağı hakkında olunuyor ki onlar da şunlardır:
mücmel [kısa] bir malumat ki çoğu bilinen ve bir
haylisi de az zamanda hatta bir kitaba müracaat Narçiçeği Rouge de Saturne
edilmeksizin tetkik ile bellenen şeylerdir. Ateşi al Vermillon
Mezc-i elvan: İşte bunda kudret-i ciddiye ister. Lal Carmin
Çünkü çiçeklerde basit ve mümtezic [karışım] hemen Erguvani Laque de garance - rose
her renk ve her rengin de yüzlerce anatı [ince Verones yeşili Vert Veronese
ayrımı] mevcuttur ki bütün bu derecat-ı elvanı Zümrüdi yeşil ,_ Vert emeraude
bulabilmek herkesin karı değildir. Zeytuni '' Vert o/ive
Mesela, mor deyip geçiverdiğimiz rengin kırmızı ile Çividi mavi Outremer
maviden mürekkep olduğunu biliyoruz. Fakat bu Kobalt mavisi Cobalt
29 8 morun derecat ve envaı o kadar çoktur ki her biri Prusya mavisi Bleue de Prusse
ne tarif edilebilir ve ne de istihsali için mevadd-ı Fildişi siyahı Naire d'ivoire
mürekkebesinden [içeriğindeki maddelerden] birer Sepya Sepia colore
miktar-ı muayyen tavsiye edilebilir. iyi görebilmek, Kurum boyası '' Bistre
anatın mahiyetini takdir edebilmek pek ciddi say ü Sienna toprağı T. de Sienne brulee
himmete mütevakkıftır [ bağlıdır] . Binaenaleyh Van Dyck esmeri ,_ Brun Van Dyck
mezc-i elvan [renklerin karışımı] nazariye-i Ocre jaune (sarı) Ocre jaune
umumiyesi her şube-i resimden ziyade bilhassa çiçek Krom sarısı Jaune de chrome
ressamlığında evvelce iktisap edilmiş [öğrenilmiş] Numara l . no. 1
bulunmalıdır. 2. no. 2 ,,.
Boyalar: Boyalar ister tulum, ister gode [godet] , Hindiya sarısı Jaune Indien
isterse taş boya olsun, istimalinde [kullanımında] bir Napoli sarısı Jaune de Naple'=-
fark ve beis yoktur. Şu kadar ki herhalde en iyi
cinsten olması elzemdir. Bu lüzum ve mübremiyet Bu yirmi renkten bir kısmı mezc-i elvanda meleke
[zorunluluk] peyzaj ve deniz resimlerine nazaran kat peyda edildikçe paletten tay edilebilir [çıkarılabilir] .
kat fazladır. Çünkü çiçekçilikte lal envaından Mesela Van Dyck denilen renk takriben sepya ile
[kırmızı çeşitlerinden] sehlü 't-taga yyür [çabuk Sienna toprağı mahlutundan [karışımından]
bozulabilir] renkler kesretle [çokça] müstamel bulunabilir. Keza narçiçeği dahi ateşi al ile sarı
[kullanılmış] ve bunların bilhassa aşağı cinsleri ise mahlutundan çıkar. Napoli sarısından sarf-ı nazar
tagayyüre pek müstait [yatkın] olduğundan insan edilebilir.
319
Doktor Hikmet B eyefen di nin koleksiyonundan
'
BAHÇEKÖYÜ
Yağlıboya tablolardan
320
ÇAMLICA BAGLARARASI 1 NDA Yağlıboya etütlerden
Peyzajistler için lazım olmayıp münhasıran çiçek için yüzümüz pencereye müteveccih [dönük] olarak
kullanılan boyalar ayrıca bir yıldız ile işaret oturmayacağız. Pencere ne kadar yüksek olursa o
edilmiştir. kadar ala. Perdesini kamilen açacağız. icap ederse 3 00
Şu noktayı ekiden [vurgulayarak] arz edelim k i pencerenin alt kısmını bir kumaşla örtüp ziyaya
paletteki bu boya kalabalığı müptedilere [acemilere] yukarıdan mailen [eğimli olarak] alacağız. Tertibat
zaman kazandırmak, heves vermek, bulamayacakları tamamdır.
renkleri el altında hazır bulundurmak içindir. Yoksa Boyalı kroki: Bidayette [başlangıçta] kısmen birkaç
mahir bir sanatkar hiçbir zaman bu kadar gürültü çiçeği tersim ile iktifa etmelidir. Ilk adımda bir
taşımaz, bu çeşidin belki nısfından [yarısından] azı kompozisyon ( bir mecmua) yapmaya kalkışmak
ile bile şayan-ı hayret işler görür. Şuracıkta üstad-ı hata-i fahiş olur. Çünkü çizgiyi karmakarışık etmek
muhterem Ali Rıza Beyefendi' nin nam-ı tehlikesine maruz kalınacağı gibi maharet-i
muhteremini yad ve hakk-ı alilerindeki hürmet ve müktesebe buna mani olsa bile tenevvü-i elvan
hayretlerimi iblağa [bildirmeye] vesile bulduğumdan [renklerin çeşitliliği] mutlak tedkikat-ı ibtidaiye ister.
dolayı müftehir [övünç duyarım] ve müteşekkirim. Evvela basit şeyler, mesela bir lalecik, bir papatya,
Üstadın tecrübe maksadı ile ve üç dört renkle bir iki yaprak ilk tecrübe için kafidir. Bunların her
şöylece yapıverdiği parçaları görmeli, bu dakik biri yandan, önden, yukarıdan, aşağıdan görülüp
[incelikli] ve mufassal [ayrıntılı] işteki vukuf ve çizilmiş ve şu suretle eşkali iyice mütalaa edilmiş
kudretini anlamalıdır. olmalı.
Resim odası: Çiçek alelekser [çoğucası] dahilde Çiçekler en küçük teferruatına kadar bir dikkat ve
resmedileceğinden bu hususta da birkaç söz arz itina-yı mahsus ile çizilmeli. Sapa, sapın dala,
edeceğiz. Muntazam, mükellef, her şeyi mükemmel yaprağın dala mahal ve tarz-ı irtibatları asla ihmal
bir atölye herkese nasip değil ve hele bizim teşvik olunmamalıdır. Boyaya gelince bidayette çiçekleri
ettiğimiz heveskarlara lazım da değildir. Genişçe, sepya nevinden bitaraf [nötr] renklerden biriyle
ziyadar bir oda kafi. Pencereleri şimale [kuzeye] işlemek, yani yekrenk [tek renk] ile gölge ve ahenk
müteveccih [bakıyor] ise niamü'l-matlub [gereken] vermeye çalışmak bilhassa şayan-ı tavsiyedir. Bu
levazımat basit bir iskemle yahut hasır sandalye, yolda yapılmış olan hazırlık etütleri güzelce
tercihan oymalı, süslüce bir ceviz masa, mümkün ise kuruduktan sonra üzerine yer yer münasip
bir sehpa üzerine mevzu [yerleştirilen] yükselip renklerden birer hafif tabaka geçiverildi mi -gerçi
alçaltılabilir, şakuli, ufki, mail [eğik] vaziyete mana-yı mahsusu ile suluboya resim olmazsa da
getirilebilir bir resim tahtası, birkaç fırça, büyücek herhalde- latif, hıfzı [saklanması] faideli birer
bir beyaz palet, iki büyük billur su kupası, sünger, esercik olurlar. Bu say-i ibtidainin mahsulatı
fırça kurutmak için temiz beyaz bir bezden ibaret. peyderpey cem edilerek enfes krokilerden, nafi
Müzeyyenat-ı saire [diğer süslemeler] ne olursa [yararlı] notlardan mürekkep mecmualar
olsun. Iskemlemizi ziya soldan gelecek veçhile [kompozisyonlar] vücuda getirilir. Bu mecmualar
[şekilde] bir aydınlık yere koyacağız, katiyen ileride eshabı [sahipleri] için tükenmez, paha yetmez
321
Doktor Hikmet B eyefen di nin koleksiyonundan
'
322
ÇAMLICA 1 DAN ADALARA DOGRU Yağlıboya etütlerden
hazain-i ilham [ilham hazineleri] olurlar. bir renk alan bu lal tabakatını hararetlendirmek
Resimde kurşunkalem, mürekkepli kalem krokileri için gülümüz civardan başka akisler almıyorsa,
ne ise, suluboya için bu renkli krokiler de aynı Hint sarısı kullanmalı. Bu Hint sarısı safi halde
şeylerdir. İnsan albümünü bunlarla doldururken bir veyahut okr jon [ocre jaune] ile mahlut olarak
yandan da hafızasını birçok malumat ve esasat ile [karıştırılarak] gülün tohumcuklarını telvine
imla etmiş [doldurmuş] olur. Çok resim yapmak [boyamaya] de yarar. Gölgeli, nısıf [yarı] gölgeli
nafi [yararlı], fakat çok şey bellemek enfadır [çok yerlerde kah kah kobalt mavisiyle çividi kullanınız.
daha yararlıdır] . Lal ile karışan bu renkler arzu edilen anan [renk
Çiçekler: Artık şimdi de belli başlı bazı çiçekler nüanslarını] tamamen verir.
vücuda getirebilmek için takriben iktiza eden Gerek gül ve gerek lale olsun, hatta umumiyetle
[gereken] renklerden bahsedelim. çiçekler için ( küçük tafsilat müstesna olmak üzere) 3 02
Takriben kaydını vaz ediyoruz [koyuyoruz] . Çünkü gayet mebzul su kullanınız. Zaten suluboyada bu
herkeste rüyet [görme] bir değildir. Bu işte tonların şart pek mühimdir. Riayet edilmezse mahsule " kuru
ve kıyem-i muhtelifelerinin [çeşitli değerlerinin] resim" derler ki hiç de makbul ve takdire şayan
takdiri mesele-i mühimmesi mevcuttur ki bunda değildir.
herkesin kudreti bir olamaz. Kimi gayet doğru Bir de elvanın kaynaması için bir tondan diğerine
görür, kimi de anatı [ince ayrımları] ve derecatını geçiş, kağıdın tam nemnak [nemli] halinde vaki
tefrikte müşkülat çeker. Tefrik-i elvanda büyük bir olmalıdır. Bidayette [önce] kağıdın tavını kaçıracak
kudret-i fıtriyeye malik olanlar ve bu kudrete medit ve bir ton üzerine diğerini vaz ettiğiniz zaman
[uzun süren] bir say ü himmetle ancak vasıl birtakım çizgilerin, damarların husulünü görerek
olabilenler bulunduğu gibi, bir kısım zavallılar da sıkılacaksınız. Halbuki bu hallerin ilk etütlerde
rengi hal-i aslisiyle bir türlü göremezler ki artık vukuu zararlı değil, bilakis hayırlıdır, çünkü vaktiyle
bunlar için resimden vazgeçmek herhalde evladır. çare-i tevakkisine [korunma çarelerine] teşebbüs
Tabiidir ki elvan-ı mümtezicenin [uyumlu renklerin] eder, ilk adımda kurtulursunuz.
yalnız esasatını arz ile iktifa edeceğiz. Artık onu Gülün yaprakları da pek mütenevvi [çeşitli] tonlar
derecatı ile istihsal [üretmek] herkesin kendi kudret arz eder. Genç, filiz gibi yapraklar tatlı yeşildir ki
ve maharetine mevdudur [bırakılmıştır] . buralarda Prusya mavisi ile krom sarısı kullanmalı.
Evvela gülden başlayalım. Bu iptida [başlangıç], Ziyaya pek maruz olan kısımlar Prusya mavisi -
şah-ı ezhar [çiçeklerin şahı] olan gülün namına Hint sarısı ve bazıları Hint sarısı - Verones
hürmetendir. Yoksa evvela etüde gülden başlamak yeşilinden mürekkeptir. Bazı yaprakların sarımtırak
caiz değildir. Çünkü gül çiçekler arasında tersimi hali Sienna toprağı ile bulunur ve bazılarını da lal
[resimlemesi] de, telvini [boyaması] de hemen en matlup [istenen] derecede pişirir. Gülün dikenli
müşkül olanıdır. Gülde en büyük rol lallerindir dalının ötesine berisine de lal lazımdır.
[kırmızılarındır] . Pek açık mahaller için gül Zambak: İki nevi vardır. Su zambağı sarıdır ki
kırmızısı ve az daha farklıca yerler için gayet muhtelif sarıların mezciyle [karışımıyla] derecatı
sulandırılmış lal kullanılmalı, göbeğine doğru da bulunur. Gayet parlak tarafları krom sarısı (fakat bu
daha koyuca lal tatbik etmelidir. Şimdi yeknesak sarı kesiftir, sürülürken dikkat ister) veyahut bunun
323
İNCİR KÖYÜNDE Yağlıboya etüt
324
PAŞABAHÇESi 1 D E BİR SOKAK Yağlıboya etütlerden
Hindiya sarısı ile mahlutudur [karışımıdır] . işlenmiş bulunur ki bunu hakkı ile vücuda
Aşağılarını pişirmek için öteye beriye Sienna toprağı getirebilmek, resmi kabalığa düşürmemek için
ile akisler yapmalıdır. Yeşile mail [yakın] bir renkte büyücek bir meleke, doğru bir nazar, renk hakkında
olan sap yığınları için biraz mavi kullanmalıdır. iyi bir kudret-i muhakeme ister. Filhakika bazı yerleri
Bahçe zambağı mordur ki kobalt ile (nadiren de olur ki üzerine işlenecek çizgiler, hareler zemindeki
çividi ile) lalden bulunur. Bu mahlut, morun envaını renkle birleşip revnakını [parlaklığını]
verir. Ton kenarlara doğru şiddetli ve kaideye doğru kaybedeceğinden oraları evvelce zeminde açık
hafiftir. Çiçek vecihlerinin ortasında Hint sarısı ile bırakılmak ister. Bazı yerler de olur ki zemini, üzerine
kabil-i istihsal tulani [uzunlamasına] bir parlak işlenecek rengi tağyir etmedikten [bozmadıktan]
damar vardır. Bu çiçeğin rengi bazen kırmızıya ve başka bilakis daha canlandırır, revnaklandırır
bazen maviye meyyal olur ki ona göre mahlutunda [parlatır] . Mesela, üzeri kırmızı çizgiler ve beneklerle
bazen mavi ve bazen da kırmızı fazla kullanılır. müzeyyen bir sarı ile lale tasavvur ediniz.
Leylak, menekşe ve hercai gibi çiçekler zambak ile Bu sarı zemin kullanacağınız kırmızıyı bir kat daha
hemen de aynı anat-ı mümteziceye [renk açar. Fakat şayet bu yol ve benekler kırmızı değil de
nüanslarındaki uyuma] maliktirler. mor ise o zaman zeminin onu berbat etmemesi için
Lale: işte taklidi müşkül bir çiçek daha. Burada en oraları boş bırakmanız mutlak iktiza eder [gerekir] .
parlak, en sert ve en koyu renkler güya ittifak izler mavi ise keza, ihtiyatsızlıkla zemin oralara
etmişler, bir yere gelmişlerdir. Lale ya yekrenk [tek kaçırılırsa üzerine işlenecek mavi yeşil olur. Renk
renk], mesela düz kırmızı, sarı, mor olur. Yahut bu nokta-i nazarından laleyi tetkik pek hoştur. Hele iri
renkler üzerine daha açık veya daha koyusundan bir cinsi vardır ki renginden başka duruşuna da
veyahut bir diğer renkten yed-i kudretle yol yol doyulmaz.
325
Haydarpaşa lbrahim Ağa mahallesinin on altı sene evvelki hali
Yağlıboya etütlerden
326
DOCANCILAR MEYDANI 1 NDA BİR KÖŞE Yağlıboya etütlerden
Karanfil, haşhaş . . . ilh; İşte şekil itibariyle değil de Kasımpatı: Bu fasile [aile] kışın yetiştiği için yaz
renk itibariyle karabet [yakınlık] ve münasebeti haiz çiçeklerinin o keskin, parlak, adeta çiğ renklerine
bir silsile-i ezhar [çiçek dizisi] . Bunların envaı pek bedel [karşılık] mütevazı, baygın, hazin fakat
çoktur. Kırmızısı, moru, sarısı, beyazı, yalınkatı, herhalde onlar kadar cazip benizli, şeklen de o
katmerlisi, beneklisi, harelisi . . . ilh. kadar latif ve şayan-ı istifade Japon çiçekleridir.
Katmerli karanfil ve haşhaşın çizgisi hakikat pek Bunlar için kullanılacak renkler esmer, bitaraf [nötr]
güçtür. Maahaza o kıvrıntıların hal ü vazında o renklerle kırılmalı, yumuşatılmalıdır. Kırmızılara,
kadar tenevvü [çeşitlilik] ve letafet, elvanında o morlara fırça ucu ile azıcık siyah yahut krom boyası
kadar cazibe vardır ki tasvirindeki müşkülü dokunuvermeli. Bazı mor patların rengi çokça
iktihama [gögüslemeye] cidden değer. çividiye biraz lal veyahut cüzi Sienna toprağı, pek
Yapraklara gelince: Karanfil yaprakları adeta neşter cüzi krom siyahı ilavesiyle bulunabilecek bir
şeklinde uzun ve sivridir. Haşhaşınki ise şeklen gayet ahenktedir. Yalnız sarı ve ten rengi gibi açık
3 04 hoş ve latif, sapa vech-i irtibatı da pek gariptir. Bu renklerin altları, gölgeli tarafları biraz kırılıp fakat
yapraklar birer model ve adeta çiçek resmindeki parlak taraflarına bir şey katılmaz. Sarı patın esası,
iktidar için miyardırlar [ölçüdürler]. Bir haşhaş haline göre Napoli sarısı yahut krom sarısıdır. Ten
yaprağını hakkı ile tersim ve telvin edebilen ressam renginde olanları bir zerrecik ateşi ile biraz okr jon
kainatın bütün çiçeklerini mütalaa edebilir, diyorlar. mahlutudur. Bu rengin yeşile meylini isterseniz
Bunlarda istimal edilecek [kullanılacak] renkleri tahdit azıcık da krom sarısı ilave edin, daha pişkin olması
edemeyeceğiz. Diyeceğiz ki çiçeği için hemen de bütün lazım ise azıcık Sienna toprağı dokundurun. Gayet
renkler lazımdır. Yapraklarına gelince gölgede kalan sulu Sienna toprağı dokundurun. Gayet sulu Sienna
cihetlerinin esası çividi ve kobalt olacak ve bu renkler toprağı ve gayet hafif okr jon renginde patlar da
çiçeğin nevine, ziyanın derece-i şiddet ve kesafetine vardır.
göre zeytuni ve zümrüdi yeşil ile karara getirilecektir. Kasımpatının yaprakları koyudur. Sapların ötesi
Şeffaf halde görünen yapraklar keskin sarı yeşildir ki berisi lalli, diğer cihetleri esmerdir. Binaenaleyh
bunu bize Hint sarısı ile Verones yeşili tamamen verir. ziyalı cihetlerinde Sienna toprağı ile lal, karanlık
Tatlı yeşil renkte olan yeni sürgün yapraklar açık renk koyu yerlerde de krom rengi kullanacaksınız.
yapraklar için kullanılan rengin ayniyle yapılır. Fakat Yaprakları için bir tertip vermeyeceğiz. Çünkü rengi
bunlar bir derececik de Prusya mavisi isterler. peyzajda gördüğümüz ağaç ve yaprak rengindedir . 3 06
327
ÇAMLICA 1 DA NAMAZGAH CİVARINDA Yağlıboya etütlerden
,,
_,_
DUDURLU YOLUNDA NAMAZGAH MESCİDİ Yağlıboya etütlerden
329
ÇAMLICA ÇOBAN AYAZMASI Yağlıboya etütlerden
Şu kadar arz edelim ki sonbahar yapraklarının esası Şayet gül, menekşe yahut leylak gibi yalnız bir cins
okr jon, Sienna toprağı ve krom rengi olduğu çiçekten bir demet tersim edilecek ise her şeyden
unutulmasın. evvel heyet-i mecmuanın şöyle bir duruşu, sonra
Sözü uzatmamak için çiçekler hakkındaki tafsilatı muhitinin şekli ve heyetin üzerinde belireceği zemin
burada keseceğiz. Saydığımız şeyler evlerimizde, mütalaa olunmalı ve daha sonra da renkleri, eşkali
bahçemizde ekseriyetle bulunan çiçeklerdir. Bunları güzelce gösterebilecek kadar bir ziya aranmalıdır.
mütalaa, sairlerini tersimde müşkül bırakmaz. Aşağıda arz edeceğimiz mütemmim renkler
Maahaza [yine de] gayreti sade bunlara nazariyesini asla unutmamalı. Mesela bir menekşe
hasretmemeli. Çiçek meraklıları her fırsattan istifade demeti açık veya altuni sarı renk zemin üzerinde
etmeli, kır çiçeklerini, güzelim gelincikleri, gayet güzel durur.
peygamberçiçeğini, çayır çiçeği daha pek türlü mini Çünkü bu renkler morun mütemmimidir. Bir demet
mini güzellikleri ihmal etmemeli. Bunlar terkipte daha açık bir mor zemin üstünde de pek güzel olur.
unutulmaz hizmetler görürler. Çünkü aynı renktendir. Fakat kırmızı bir zemin
Terkip: Basit münferit etütlerle meleke ve kudret-i üzerine konulsa hiç letafeti kalmaz.
kafiye elde edildikten sonra terkip, yani iyi bir Anat-ı elvanın [renk nüanslarının] keyfiyet-i
model, cazip bir mevzu olabilecek bir heyet-i tanzimini gayet iyi tanzim etmeli ve mevzuu hangi
mecmua [kompozisyon] vücuda getirebilmek iktiza çiçek için tersim ediyorsanız o çiçeğin hakkında
eder [gerekir] . Bunda bazıları pek güçlük çeker ve bütün münasebat-ı elvan aranmalı, onu
bazıları da itiyadi olarak kemal-i sühuletle canlandırmalı, nazarı ona celp etmeli, yalnız bir
[kolaylıkla] muvaffak olurlar. Çünkü keyfiyet muavin hizmeti gören teferruat-ı saireyi feda
birinciler için bir mütalaa, muhakeme meselesidir. etmelidir. Bir renk ancak civarındaki renklere
İkinciler için ise sırf bir zevk-i selim meselesidir. nazaran kıymetini muhafaza veya kesafetini tezyit ve
Çiçek ressamlığını cins-i latife [kadınlara] tavsiye tenkis edebilir [artırabilir ve azaltabilir] . Bu nazariye
edişimizin saiklerinden biri de onların münhasıran ile epeyce ülfet etmelidir [kaynaşmalıdır] .
ikinci kısmı teşkil etmekte ve mevhibe-i rabbaniye Karıştırıldığı rengi bozup bitaraf bir hale getiren
olarak hüsn-i tertib ve tanzimde harikalar icat renklere mütemmim renkler derler. Mesela
etmekte olmalarıdır. Binaenaleyh bu bapta tafsilat kırmızının mütemmimi yeşildir. Mavinin
malumu ilam kabilinden olacağından işi zevk-i mütemmimi portakal rengidir. Sarının mütemmimi
selime havale ile terkipteki münasebat-ı elvan mordur.
hakkında bazı ufak mütalaat arz edeceğiz. Bir rengi mütemmimi ile meze ederseniz
330
[ karıştırırsanız] kül rengi elde edersiniz. Bir rengi bundan bir hayli müfit [yararlı] netayiç [neticeler]
parlatmak arzu ederseniz yine mütemmimine zapt edersiniz. Hülasa terkip yapılacağı zaman
09 müracaat etmelisiniz. Mesela bir renge mütemmimi mutlak civar renklerin münasebeti gözetilmelidir.
karışırsa berbat eder. Fakat yan yana vaz olunursa Evvelce de arz edildiği üzere terkip keyfiyeti, böyle
[konursa] o rengi gayet açar. Demek ki bir eserde bazı kavaide tabi olmakla beraber, herhalde bir
kullanılan renklerin mutlak mütemmimlerini de zevk-i selim meselesidir. Biraz zevki, hiss-i intizam
civarda bulundurmaya gayret etmelidir. ve ziyneti olan heveskar, çiçeklerinin vech-i tanzimi
Mücavir [komşu] rengin bir reng-i asliyi, suret-i muvafık olup olmadığının farkına varır. Demet
tağyirine [değiştirmesine] dair de bir iki misal arz içinde eşkali pek zevkli olanları göze çarpacak
edelim. yerlere, muhiti o kadar hoş olmayanları da öteye
beriye, aralara vaz etmeli ve bir çiçek yandan mı,
Sarı yanında kırmızı: Şiddetlenir. Sarı ise yeşilimsi yüzden mi güzel görünüyorsa ahengi bozmaksızın
görünür. onu o vaziyete getirmeye gayret etmeli. Bazen
Mor yanında kırmızı: Sarımsı görünür. Mor da intizamsız, uygunsuz bir mevzu [duruş] cüzi bir
donuk durur. tashihle letafet-i gayri memule [beklenmedik bir
Yeşil yanında kırmızı: Kendi mütemmimi. Her ikisi güzellik] kesp eder [kazanır] . Ötesinden biraz
de gayet parlak görünür. fedakarlık, berisinden biraz ziya işi tashih ediverir
Sarı yanında mavi: Morumsu durur. Sarı da kırmızıyı [düzeltiverir] .
andırır. Hülasa arz ettiğim silsileyi takiben hazırlanmış bir
Yeşil yanında mavi: Morumsu. Yeşil de daha donuk ressam için işe kable'ş-şüru [başlamadan evvel]
ve sarıya mail [yakın] olur. eserin mevzuunu bir itina-yı mahsus ile ihzar etmek
Sarı yanında yeşil: Maviye çalar. Sarı da kırmızımsı [hazırlamak] ve hurdebini [ince eleyip sık dokuyan]
durur. bir nazarla o heyet-i mecmuada [bütünde,
Mor yanında yeşil: Sarımsı durur. Mor da kırmızıya kompozisyonda] mahfuz [saklı] sihr-i takdiri
çalar . . . ilh. keşfedip irae edebilmek herhalde zamin-i
muvaffakiyettir [başarının kefilidir] ki bunu çiçek
İnsan bu haka yıkı [olguları] kendi de tecrübe ressamlığının bütün müntesibin-i muhteremesi
edebilir. Pek eğlenceli ve faidelidir. Mavi, sarı, [saygıdeğer sanatçıları] hakkında samimi yerle
kırmızı birer çiçek resmediniz. Kağıdın kenarlarını temenni ederim.
oyunuz. Bu çiçekleri sırası ile yeşil, mavi, mor . . . ilh
zeminler üzerine koyunuz. Aynı çiçeğin ne kadar
şayan-ı hayret tahavvüller geçirdiğini görür ve Refik
331
MEFKURE-İ SANAT
KAB İ LİYET
JIO 5 kabiliyet veya adem-i kabiliyetin [kabiliyetsizliğin]
pek bahir [açık] bir nişanesidir. Aynı ana ve babanın
Kuva-yı ruhiyenin insanı daima bir şeyin icrasına iki evladı birbirinden pek farklı bir tıynette [yapıda] ,
sevk etmesiyle beraber o işte muvaffakiyeti temin pek ayrı bir fıtratta bulunuyor.
edecek iktidarı da haiz olmasına kabiliyet diyoruz. Eğer kabiliyet-i müktesebe [kazanılmış yeti] evlada
Daha küçük yaştaki bir çocuğun, çalgı çalmak ve irsen intikal etmiş olsaydı, bunların bünye ve mizaç,
terennüm etmek [şarkı söylemek] gibi musikiye his ve idrak cihetiyle bir seviyede bulunması iktiza
inhimak [düşkünlük] göstermesi, eline geçen kalemle etmez [gerekmez] miydi? .. O halde kabiliyeti
şuraya buraya resim yapmak gibi bir incizaba tevarüste [kalıtımda] değil, kuva-yı ruhiye ve
[çekime] kapılması onun temayülat-ı ruhiyesini irae bedeniyede aramalıdır. Nasıl ki bir tarlaya atılan
eder [ortaya koyar] . Ta çocuklukta tezahür eden bu buğdaylar boyca, başakça birbirinin aynı olmayarak
arzu-yı zati anlaşılarak ikdar edilse [güçlendirilse] husul buluyor, bütün insanlar da böyledir: Bir
emin olmalıdır ki istikbal, ona bir gaye-i sanat, bir kimsenin bidayet-i hayatındaki [yaşamının ilk
mertebe-i kemal bahşeder. yıllarında] maye-i fıtrat ile neşv ü nema [gelişip
Bu kabiliyet irsi bir meyl-i mahsus mudur, yoksa büyümesi] esnasında muhitinden alabildiği gıda o iki
kuvve-i zekaiye ve hissiyenin terbiye ve tenmiyesi kuvvetçe, hatta onların bazı aksamınca fazla veya
sayesinde iktisap edilen bir kudret midir meselesi, eksikliği badi oluyor [yol açıyor] . İşte böylece
asrımız ecille-i rical-i ilmiyesi [büyük bilginleri] tekemmül eden kuvvetler sahibine bir istidad-ı fıtri
arasında ezcümle İngiliz feylesofu Spencer ile Alman bahşediyor.
ulemasından Weismann arasında münakaşat-ı Bunun için insanda, musikiye, resme, şiire, hangi
medideyi [uzun tartışmaları] mucip olmuştur. nevi sanata olur ise olsun onu icra ve imale hadim
Spencer, veraseti kabul ettiği halde diğeri kabiliyet-i [yarayan] kuva-yı zahiriye ve batıniyenin [içsel ve
irsiyenin irsen evlada intikalini reddediyor . . . dışsal kuvvetlerin] zaaftan masun [korunmuş]
Hakikat o ki bazı insanlar maddi ve manevi kuvva sıhhate makrun [yönelik] bulunması lazım gelir.
itibariyle diğerlerine nispeten zengin doğuyor, biri Kuvve-i hayatiyeleri müsavi iki şahıstan biri ama olsa
zaifü'l-bünye [bünyesi zayıf] fakat mütehassis kuva-yı hamse-i zahiriyeden birine sarf edilecek
[duyarlı] iken diğeri kaviü' l-bünye [bünyesi kuvvetli] kuvvetin mahall-i insıbabı [biriktiği yer] değişerek
fakat hissiz oluyor. Başka birisinin mefkuresi bir mesela hiss-i semde [işitme duygusunda] temerküz
türlü tasavvurat ve tahayyülat için muktezi [gereken] etmesidir ki o, musikide diğerine nazaran daha çok
cevvaliyet ve faaliyeti haiz bulunmuyor. İşte bu, ibraz-ı kabiliyet eder; kuva-yı maneviye itibariyle de
332
DEGİRMENDERE 1 DE ASIRDİDE BİR AŞİYAN Yağlıboya etütlerden
bir kısım tasavvurat ve tefekkürattan azade kalarak i sanat, şüküfte [açılmış] bir hal almak için bir dest-i
kuva-yı batıne-i ruhiyeden bir kısım yük kalkar, himayetkarın nevazişlerini bekler durur . . . ve alelekser
insan çoğa nispetle azı elbette daha iyi düşünür, daha [çoğu zaman] bunlardan mahrum söner, kurur.
iyi münakaşa ve muhakeme eder, nüfuz-ı nazarda o
mertebe haiz-i rüsuh ve meleke [meleke sahibi] olur. . .
333
kuva-yı hayatiyece hususi kabiliyetlere malik olanlar Beşeriyet bir kanuna tabidir ki layetegayyerdir
sanatın rida-yı muzlimini [karanlık örtüsünü] yırtarak [değişmezdir] : Say [çalışma] ! Say ile elde edilemeyecek
onun harim-i bedayiperverisine infaz-ı nazar eyler. muvaffakiyet yoktur, yalnız azim ile işe başlamalıdır.
Çünkü kuvvetli zekalar, hassas kalpler hilkatteki Her işimizde olduğu gibi yarı yolda azimden fütura
[yaratılıştaki] serair-i sanatı [sanatın sırlarını] istiknah [gevşekliğe] sapmak sanatta adem-i terakkiyi
etmek [öğrenmek] emelinden bir dakika bile fariğ [ilerlememeyi] mucip olur. Fıkdan-ı istidaddan
olamazlar [vazgeçemezler] . [yetenek yokluğundan] bahseylemenin bu vesile ile
Gördükleri, işittikleri şiirleri, nağmeleri taklit ederler. beyhude olduğunu söylemek isterim. Arzu-yı sanat
Karşısında bulundukları menazır-ı bediiyeyi tersim ve tefekkürat ve tasavvurat-ı medideyi [uzun uzadıya
tasvir ede ede her gün bir derece daha haiz-i kemal düşünme ve tasavvuru] mucip olur. Zaten aşk bu iki
olurlar. İnsanın, iyi taklide muvaffakiyetten hasıl kuvvetin bir nokta-i emelde müstakır [istikrarlı]
eylediği mahzuziyet, saikı olur. O, bir kat daha kalmasından ibaret değil mi? .. Demez miyiz, aşk şedit
mesleğine muhabbet ve mesaisine vakf-ı dikkat eder, bir arzu, gayevi bir tahayyülden ibarettir, o halde
gaye-i sanata varmak için biadm [tedirgin] kalarak ciddi ve devamlı bir say-ı sanata merbutiyyet-i
daimi tasavvurat ve tefekkürat içinde bulunur. kalbiyeyi [kalben bağlılığı] mucip olsa gerektir.
Erbab-ı sanatı arar, bulur, öğrenir, hatta mevanii Ilm-i ahlak uleması, "İnsanın en çok sevdiği, en
[engelleri] bile ref [yok] eder. ziyade emek sarf ettiği şeydir," diyor. Zaten şiirde,
Bu öyle bir faaliyet-i hayatiyedir ki kuva-yı maddiye musikide, resimde bir müddet terk-i iştigalatda
ve maneviyenin kuvveti bu sayede bir kat daha bulunmak [çalışmayı bırakmak] meleke ve mahareti
artar, cüzi kabiliyetler tekemmüle yüz tutar. Ruhen zayi eyler [kaybettirir] . O kadar ki evvelce kemal-i
bir inkılap yapar, kalpte süluk edilen [yönelinen] sühuletle vücuda getirilen bedialar, bir müddet
kısm-ı sanata ait bir hiss-i layezal [bitimsiz hisle] bir sonra daha çok kuvvet ve zaman sarfı ile ancak ibda
aşk tevlit eyler [doğurur] . edilmeye [yaratılmaya] muvaffak olurlar.
Hele bu hal şairlerde, peyzajistlerde kemaliyle görünür. Sanat her gün biraz daha tekamüle namzettir.
Onlar şiiramiz bir levha-i tabiat önünde kendilerini Marifet ona müstahak olduğu inkişafı vermek,
unuturlar. Bazen bir şecere [ağaç], bir çiçek onları verebilmek için mesai-i mütemadiyede bulunmaktır.
saatlerce düşündürür. Kendilerini unuturlar, Hal-i tevakkuf [durmak, beklemek] ayniyle inhitattır
hazanreside [sararmış] bir yaprağın üzerinde biri bir [çökmek demektir] . Fransızların meşhur askeri
şiir-i hazin, bir kitabe-i enin [inleyen satırlarını] ressamı Edouard Detaille cihan kadar büyük bir
okurken öteki elvan ve eşkalinin imtizacında başka bir muvaffakiyet ihraz etmiş [kazanmış], fakat günde on
kudret-i tersim görür. Mesela ressam Rıza Bey de iki saat, hem muntazaman çalışmıştır.
böyle bir nadire-i hilkat, böyle bir sahib-i sanatdır;
kabiliyet-i sanatkaranenin sırf temayülat-ı ruhiye ile . .
. .
1 4 Haziran 330 { 1 9 1 4] Kadıköy
Kahramanzade Ahmed Ferid
334
B ü GAZ İ Ç İ VE ECNE B İ RES SAM LARI
335
Condamine de Istanbul 'a gelmiş, birkaç ay kalmış ve hayatlarını tersim ve tasvire de muvaffak olabilmişti.
müddet-i müsaferetini [misafirlik süresini] Marquis Hamamda ve tuvalet esnasındaki [süslenirken]
[de] Villeneuve'de geçirmişti. Bu zat Paris'e avdet halleriyle resmettiği Türk kadını resimleri bütün
ettiği zaman Türk kıyafetiyle dostlarına iade-i amatörlerin pek ziyade mergubu [aradıkları] idi,
ziyaret eder, onlara bu suretle oyun etmekte bir zevk şövalyesinin üzerinde daima bu küçük tablolardan
bulur, gönlünü eğlendirirdi. Hatta yine bir akşam, bir tane bulunurdu ve lstanbul' a yeni gelen herhangi
bir ziyafette, sofrada Voltaire'in yanı başında bir sefir kendisini konağına çağırttığı zaman ilk
bulunuyordu. Kendisiyle hiçbir muarefesi [yakınlığı] gösterdiği bunlar olurdu.
ve tanışıklığı olmayan Voltaire, "Bu kadar sahib-i Kont Virmond'un katibi ruznamesinde [günlüğünde]
fazilet, Fransızcaya bu derece aşina bir 17 Teşrinievvel 1 7 1 9 tarihiyle şöyle yazıyor: " Bir
Müslüman'la" teşrifinden naşi kendini bahtiyar Fransız ressamı sefir hazretlerine Türk kadınlarının
addettiğini söylüyor, beyan-ı takdirat ediyordu. hamamlık hallerini, raks esnasındaki vaz [duruş] ve
Vikont d'Andrezel' in birinci katibi La Morliere bir tavırlarını gösteren bazı tabloların eskizlerini
Saray kapıcıbaşısı elbisesi tedarik etmiş, işte bu göstermeye geldi. Sefir bunların hemen kendisi için
kıyafetle Latour ve Aved'e resmini yaptırmıştı. Biz ikmalini sipariş etti. ?
Van Mour'un yalnız bir portresini gördük. O da Flemenk sefiri Calkoen'in, Van Mour' a yaptırdığı
Flemenk [Hollanda] sefiri Calkoen' inkidir, mamafih levha daha merakamiz [ilgi çekici] idi. Sefir
lngiliz sefiresinin mektubatının [mektuplarının] konaklarından birkaç metre ötede Mevlevi dervişleri
tablarından [basımlarından] birinde Milord sakindirler [yaşar] . Tekkelerinin mazhar olduğu o
Montagu' nün resmi var ki bu kopyanın aslı ona pek büyük hürmet ve takdise rağmen bazı
atfedilebilir. Avrupalılar Şarklı kıyafetine girerek, tekkelere
Gerek resimlerini Van Mour'a yaptırsınlar, gerek duhule [girmeye] ve Müslüman cemaatinin müsaraat
yaptırmasınlar atölyesini ziyaret edenler mutlaka bir [büyük ilgi] gösterdikleri -bize tuhaf gelen- ayinde
hatıra edinmek isterlerdi. Mariette, " İstanbul' a ayak isbat-ı vücuda [bulunmaya] muvaffak oluyorlardı.
basan ecnebi süfera [sefirler] ve ekabiri onun Amsterdam Müzesinde mahfuz tabloyu o vüsuk
asarından elde etmeye kolaylıkla muvaffak [gerçeklikte] ve mutabakatta [uygunlukta] tasvir ve
olurlardı," diyor. Ressam tablo siparişleri de alırdı. tersim edebilmek [canlandırabilmek] için Van Mour
Fransa sefiresine -padişah- namına sadrazam bu manzarayı kim bilir kaç defa görmeye ve ne
tarafından keşide edilen [verilen] ziyafet ve şenliği kadar tetkike mecbur ve muhtaç olmuştur!
Marquis de Bonnac için tasvir etmesi de bu suretle Tekke sokağındaki hangahta hiçbir şey tebeddül
vuku bulmuştur fakat zamanın kısm-ı azamında etmemiştir [değişmemiştir] . İmparatorluk dahilinde
kendi temayülatına, hissiyatın ilhamatına tevdi-i nefs ihtilaller birbirini vely [izlediği] ve takip ettiği
ederdi. Kendisinin pek sevdiği mevzulardan biri de esnada dervişler, yine devam ettiler. Van Mour
İstanbul limanının methali [girişi] idi. Beyoğlu onları bugün de görse bundan iki yüz sene evvel
tepesinde, Fransa veya Flemenk sefarethanelerinin resmettiğinden başka bir tarzda resmetmezdi.
taraçalarından bakılınca meftun-ı bedayi [güzelliğe Filhakika seyircilerde bazı tadilat vuku buldu: Şimdi
tutkun] olan enzar-ı temaşa ve takdire - Galata ve eskisi gibi değildir, sakin ve hareketsiz fakat
Tophane cihetlerinin üzerinden Boğaz'ın öbür maatteessüf Avrupakari giyinmiş Türklerin yanı
tarafına, Anadolu kıyısına, Haliç' in ilerilerine, başında gürültücü, kaynaşan bir seyyah kümesi de
Sarayburnu'na, Adalara, Keşiş Dağının karlı görülebilir, bizzat dervişlere gelince onlar yine aynı
tepelerine kadar - taraf taraf isar-ı bedayi eden halde kalmıştır. Ayinlerine riyaset eden şeyh de
[güzelliği uzanan] panorama ne kadar ressamları adeta Van Mour' un tablosundan alınmış da oraya
cazibe-i iğfalkarı ile mest etmiştir. oturtulmuş gibidir. Musikişinas dedelerin
Van Mour bu manzaraları ekseriya istinsah (sazendelerin ) oturduğu hafif yapılı kürsüden de
[kopyalamış] ve tekrar etmiştir. Mamafih yine aynı ahenk ve nağmeler samia yı [dinleyenlerin]
Boğaziçi'nin daha birçok mevaki [semtleri] ve tatyib eder [gönlünü hoşnut eder] . Mösyö Ferriol bu
mahallatını [mahallelerini] da gözden kaçırmamıştı. havaları nota aldırmıştır ki Şark kıyafetleri
O, İstanbul'a seyahat edenlerin ekseriya şahidi mecmuasında mahkuktur.
olabilecekleri menazırı [görünümleri] iraeye . İşte bu Şark sahne ve menazırının tersiminde
[göstermeye] hadim [yardım edecek] muhtelif eşhası gösterilen sanat, sefir Mösyö de Bonnac'a Van J IJ
[şahısları] tablolarında toplamaya çalışıyordu. Mour'un hünerinden istifade etmek, faidemend
Binaberin [bu yüzden] kah Karacaahmet kılmak fikrini verdi. O zaman Bahriye nazırı sayd-ı
mezarlığında bir Türk ayin-i tedfinini [gömme mahi [balık avı] hususatını tensik [düzenleme] ve
törenini] , kah Taksim tepelerindeki mezarların ıslah ile meşgul idi. Süferadan [sefirlerden],
başında ağlayan Rum kadınlarını tasvir ediyor, diğer bulundukları mevkilerin balıkçılığına dair hatıralar
levhalarında da Ermenilerle Rumların düğün istemiş ve kendilerini " sayd-ı mahi usul ve kavaid-i
merasimi görülüyordu. umumiyesi " ni tezyin için gönderilen numuneye göre
Istanbul' da tul-ı müddet [uzun süre] ikameti, resimler yaptırtmaya davet etmişti.
Avrupalılar için alelade mesdud [girilmez, kapalı] Bunun üzerine sefir derhal numune olmak üzere iki
olan mahallere sokulabilmesini temin ettiğinden, tane gönderdi. Tablolar tamamiyle işlendi, buna
küçük tablolar üzerinde, Türklerin hanegi [ev içi] dair malumatı Hariciye Nezareti mektupçuluğuna
336
1 8 Temmuz 1 725 tarihiyle Marquis de Bonnac'ın te iriyle deği mez bir tarzda tanzim edilmiş olan
halefi Vikont d'Andrezel tarafından yazılan sadrazamlar ve erkan-ı devlet tarafından aynı
mektupta buluyoruz: "Size teslim etmesi için usul-i dairenin aynı salonunda kabul olunmuşlardır.
Hiçbir şey tahavvül etmeyen [değişmeyen] bu
saydı musavver iki tabloyu Mösyö Vaucresson'a
gönderdim. İstenilen on ikinin bunlar yedinci ve dekorda değişen yalnız padişah idi. Mamafih Van il
sekizincisidir. " Mour takriben otuz sene kadar icra-yı hükümet
Bu resimler ne oldu ? Tekrar bulunsa çok iyi bir şey eden Ahmed-i Salis [III. Ahmed] devr-i saltanatında
olur. De Bonnac'ın bu levhalara göre işlenmesini yaşamış olmak talihine mazhar olmuştu.
arzu ettiği halılara gelince bunların yapıldığına Binaenaleyh, Türk şahsiyetlerini bir defa
delalet edecek hiçbir emare yok. Gobel tablolarından birine kondurdu, diğer tablolarında
darüssanaalarının [atölyelerinin] hiçbir vesikası bu bunlardan istifade ediyor ve sanatkar için, tersimine
projelere dair delaili [belgeleri] haiz değil. Bu proje, [resmetmeye] memur [görevli] olduğu sefaret
pek çok zaman sonra Van Loo tarafından mevki-i erkanını, kapıcıları ile muhat oldukları [çevrildikleri]
fiile konulmuş "Siyah ve beyaz cariyeler tarafından halde bunların arasına münasip surette toplamaktan
hizmet edilen Hanım Sultan ve maiyeti" ( 1 773 başka bir iş kalmıyordu. Zaten bu sonuncuların hal
Salonu), " Bir Sultan hanımın tuvaleti ", "Padişahla ve tavırları da - mübalatsızlık [ilgisizlik] göstermek,
Sultan hanım huzurunda odalıklar tarafından verilen aldırış etmemek imkanı olmayan emsal ve
kır eğlencesi" ( 1 775 Salonu) namındaki levhaları teamüllerle - bir kaide halini almış olduğundan bu
halı halinde işlenmiştir. şeref-i müsul levhalarının az çok yekdiğerine
benzemesi lazım gelir. Filhakika da [gerçekten de]
. .
yeknazarda [ilk bakışta] birbirine pek müşabih
[benzer] görülürler: Faraza Flemenk sefiri
Van Mour' un dest-i maharetinden çıkan bütün Calkoen'in huzura suret-i kabulünü ( Amsterdam
tablolar içinde en mergupları [rağbette olanları] Müzesi) gösteren levha ile - Mösyö Luppe'nin eser-i
şüphesiz o yeknazarnevaz [ilk bakışta beğenilen] ve lütuf ve nezaketiyle Beaurepaire Şatosunda
hayretbahş Osmanlı alaylarını tecsim eden gördüğümüz - Mösyö de Bonnac' ın müsule
[canlandıran] levhalar idi. Süferanın [sefirlerin] nailiyetini [kabul törenini] yahut Bordeaux
sadrazamı ziyaretleri, huzur-ı şahaneye [padişahın Darülfünununun resim salonunda mahfuz ve Vikont
huzuruna] çıkmaları müdebdep [debdebeli], d'Andrezel'in huzur-ı şahaneye çıkışını musavver
muhteşem alaylara, parlak resm-i kabullere birer levhalar arasındaki hususiyetler ancak pek ince ve
vesile teşkil ederdi. Tabloların haddi zatında mevcut mufassal [ayrıntılı] tetkiklerden sonra fark edilebilir.
letafet ve garabete bir de faide-i tarihiye inzimam Süferanın bütün bu merasime beraber götürdükleri
ediyordu [ekliyordu]. Filvakıa bu gibi merasim Van Mour orada husule gelebilen muhtelif hadisatı
oldukça nadirü'l-vuku idi [ender vakalardandı], bir kemal-i dikkatle not ediyordu. Hariciye Nezareti
ecnebinin huzur-ı sadrazamiye çıkması veyahut mahzen-i evrakına [arşivine] takdim edilen
İstanbul kaymakamını ziyaret etmesi için mutlaka tarifnameler ressamın terkip ettiği levhalardaki
pek mühim bir hadisenin vücudu lazımdı. Padişaha doğruluğu ispat eder. Mösyö de Bonnac ile Mösyö
gelince, o, hükümetlerinin mümessillerini vusulleriyle d 'Andrezel'in huzura çıkışları mukayese edilsin.
azimetlerinden [geliş ve gidişlerinden] maada hiçbir Birincide görülen uzun entarili ve kürklü takkeli
münasebetle kabul etmezdi. Bu sebepler dolayısı ile şahıs ikincide yoktur. Filhakika muharrerat-ı
bu gibi nadir şeref-i müsullerin [hükümdarın resmiyeden [resmi tutanaklardan] anlıyoruz ki taht
huzuruna kabul edilme şerefinin] hatırasını muhafaza salonunda Mösyö d 'Andrezel'e refakat eden 3r6
etmek arzusu yalnız süferaya inhisar etmiyordu; her sefarethane baş tercümanı Fornetti, Mösyö de
filo reisi, sefaretlere memur, her zadegan [soylu], Bonnac maiyetinde huzur-ı şahaneye çıkmak istediği
iştirak ettiği şerefaver ve pür haşmet menazırı vakit kapının önünde yolunun kesildiğini görmüştü.
muahharen [sonradan] nazarında tecsim edecek Marquis de Bonnac'ın huzura çıkışındaki bir hadise
[canlanacak] bir levhayı Garb'a götürmek istiyordu. de Van Mour'un tablosunda gösterilmiştir. Sefir
Bazı süfera, kendi hareketlerini tersim etmeye memur kendisiyle beraber iki oğlunu da getirmek
ressamlar da getirmişlerdi. Bu biraz pahalıya mal müsaadesini istihsal etmişti [almıştı] . Mamafih
olan bir ihtiyat idi ki Var Mour'un Istanbul'da sonradan bu lütuf ve müsaadeden istifade etmekten
bulunması herkesi bundan vareste [uzak] kılmıştı. vazgeçmişti. Şeref-i müsule takdim eden taam
Van Mour siparişleri güç gücüne yetiştirebiliyordu. [yemek] esnasında sadrazam çocukları görmeyince
Mamafih merasimin, on beşinci asırda zat-ı şahane taaccüp [hayret] etti. Mösyö de Bonnac'a çocukları
[padişah] tarafından Fransa süferasından birine niçin getirmediğini sordurttu. Marki, " Onların
bahşedilen ilk şeref-i müsulden Sultan Mahmud gözleri bu kadar fer ve haşmet-i temaşaya [ihtişamı
tarafından adat-ı Osmaniye'ye ithal edilen ıslahata seyretmeye] tahammül edemeyecek kadar küçüktür.
gelinceye kadar hiçbir tadilata uğramaması say ve Zaten Madame de Bonnac biraderi rahip de Biron' u
gayretini pek garip bir surette teshil ettiler göndermekle bunu telafi etmiştir," tarzında idare-i
[kolaylaştırdı] . Takriben üç asırlık bir müddet kelam edince sadrazam cevaben, " Rahip Biron hoş
zarfında ecnebi süferası, elbiseleri, tavırları, geldi, sefa geldi; kendisini gördüğüme pek
hareketleri hatta sözleri anana tın [geleneklerin] memnunum, fakat prenslere çocuklardan bahsettiğim
337
cihetle padişahımız efendimiz hazretlerinin huzuruna [padişahın imzasını] vaz etmekten ibaret olan"
çıkarmak arzu ederim. Kendilerini beklemek için nişancıbaşı gibi zevatın taht-ı riyasetlerinde bulunan
-icap ederse- Divanı üç saat imtidat ettiririm diğer sofralara taksim edilmiş bulunuyor.
[uzatırım], " mukabelesinde bulundu. Bunun üzerine
Marquis de Bonnac çocukları getirmeye karar verdi.
Geldikleri zaman ise yemek hitama [sona] ermek
üzere idi. "O esnada haftanlar [kaftanlar] tevzi 27 Teşrinisani 1 725 tarihinde Van Mour " Şark'ta
olunuyordu. Çocuklara mümkün olduğu kadar ressam-ı kralı" buyrultusunu aldı. Mösyö de Bonnac
alalarından yeni haftan getirildi . " Filvaki Van Mour Fransa 'ya avdet eder etmez mahmiyesi [koruması
onları bize bu suretle giyinmiş ve kendilerine pek altındaki bu sanatçı] için, o zamana kadar hiçbir
büyük gelen bir elbisenin eteklerini kolları üzerinde Fransız sanatkarının nail olmadığı bu unvanı istihsal
tutar bir halde gösteriyor. etmişti [almıştı] . Van Mour nazıra teşekkürde ve
Huzur-ı şahaneye suret-i kabulün safahat-ı kendisine minnettarlığının nişanesi olmak üzere,
muhtelifesini hiçbir seyahat tarifnamesi, hiçbir resmi asarından birini göndermekte müsaraat [teşebbüs]
rapor Van Mour' un levhaları kadar vüsuk [doğru] göstermekle beraber bu buyrultuyu meşak [çektiği
ve mutabakat-ı katiye ile tasvir edememiştir. sıkıntılara] ve mesaisine nispeten pek naçiz bir
Merasimin en merakamiz [ilgi çekici] anlarından biri mükafat addetmekten hali [geri] kalmadı.
Amsterdam Müzesinde mahfuz tablolardan birinin 28 Şubat 1 728 tarihli mektubunda bu bapta [yönde]
mevzuunu teşkil ediyor. Sarayın ikinci havlusunun bast-ı şikayet etmiştir:
[avlusunun] kapısında attan inen sefir maiyeti erkanı
ile bu esrarengiz muhite giriyor. O, kendi tercümanı Bendelerini Şark ' ta ressam-ı kralı unvanı ile
ile Babıali tercümanı önünde, ellerindeki gümüşlü şerefmend eden buyrultuya mazhar
asalarını ara sıra mermer kaldırımlar üzerine vuran buyrulmalarından dolayı zat-ı valalarına 9
kapıcılarla çavuşlar etrafında olduğu halde kemal-i Teşrinisani 1 72 6 ' da bir ariza [dilekçe] takdimiyle
haşmetle ilerlerken, yeniçeri güruhu da hazreti müşerref olmuş ve buna terdifen [eklenen] muarrız
padişahın -ordusunun tatyib-i hatırı [hatırını almak] ı teşekkürde, İstanbul Limanı methalini [girişini]
için- yerlere kurdurduğu pilav karavanalarına " bir musavvir tabloyu da göndermiştim. Vusul
arı sürüsü gibi" hücum ediyorlardı. Padişahın bu bulduğunu Mösyö de Bonnac vasıtası ile haber
civanmertliği diğer esbab-ı maişetdeki vüsatin aldım. Müşarünileyh tablo hakkındaki efkar ve
[bolluğun] aliiiminden [işaretlerinden] başka bir şey tahassüsatı, daha ciddi ve daha doğru bir tetkik
değildi. Osmanlı protokolüne göre hükümdarın neticesinde öğrenebileceğimi beyan buyuruyordu.
huzuruna çıkmadan evvel süferanın [sefirlerin] ceyb Bendeniz de pek büyük memnuniyet hasıl edecek
i hümayunundan [imparatorluk hazinesi adına] itam olan bu lütfe elan muntazırım. Mösyö Fontenu 'ya 3 r7
ve ilbası [yedirilmesi ve giydirilmesi] kaideden idi. mektup yazıldığı zaman fikr-i alilerinin de ityanını
Van Mour güzel kakım ve samur kürklerle süfera ve [ bildirmelerini] zat-ı devletlerinden istirham ederim.
maiyetinin giyinmek mecburiyetinde bulundukları Eltaf-ı kerimanelerine karşı beslediğim hissiyat-ı
kürklü haftanları [kaftanları] zarafet ve incelikle minnettarinin mazhar-ı takdir-i alileri olacağını
tersim etmiş, sadrazam tarafından- zat-ı şahane [tarafınızdan takdirle karşılanacağını] ümit eder ve
namına- müsul-i resmiden [kabul töreninden] evvel b u hissiyatın, İstanbul'da faidesiz bir mevcudiyet
çekilen ziyafeti ise en güzel tablolarından ikisinde olup kalmaktan beni kurtaracak vesaite nailiyetime
tasvir etmiştir. bir vesile teşkil etmesini temenni eylerim.
Sahne yaldızlı, gayet güzel bir kubbe ile mütetevvic
[taçlandırılmış] ve kamilen kalın Acem kaliçeleriyle Epeyce bir müddet geçmiş, vaat olunan tahsisattan
[seccadeleriyle] mefruş [döşenmiş] vasi [geniş] bir [aylıktan] hala bir ses çıkmamıştı. Binaberin [bu
oda olan Divan salonunda cereyan ediyor. Altın ve yüzden] Van Mour, kralın ilk oğlunun tevellüdü
gümüş sırma işlemeli kumaş ve yastıklarla müzeyyen [doğumu] münasebetiyle verilecek eğlencelerde ibraz
[donatılmış] ve odayı dairen madar [çepeçevre] ı faaliyet etmek, bütün hüner ve kabiliyetini, bütün
muhit [çevreleyen] sedirin üstünde imparatorluğun ruh-ı sanat ve nazeki-i hissini göstermek ve bu sayede
ileri gelen erkanı oturmuşlar. Bunların önlerinde, tahsisatın bir an evvel vürudunu [gelmesini] temin
k üçük iskemleler üzerinde, madeni siniler mevzu etmek emeline düştü. Filvaki İstanbul'daki Fransa
[yerleştirilmiş] bulunuyor. Bunlar gibi beş sofra sefarethanesi bu gibi resmi eğlence ve müsamerelerde
kurulmuş. Ortadakinde sadrazamın karşısında sefir her vakit en muhteşem debdebelere tecelligah
oturuyor, tercümanlar da yanlarında ayakta olmuştur, fakat Fransa Ihtilal-i Kebiri'ne [ihtilaline]
duruyorlar. Sadrazamın solunda (Türkiye'de sol gelinceye kadar teakup eden [birbirini izleyen] birçok
tarafın mevki-i şeref olduğu malumdur) Anadolu ve eğlence ve şenlikler içinde 1 73 0 senesi
Rumeli kazaskerleri bulunuyor, onlar yalnız taam Kanunusanisine [ocak ayına] başka bir kıymet veren
ediyorlar; " Çünkü erbab-ı şeriatdan oldukları için bu eğlencenin nazirini [benzerini] ümit etmek biraz
Hıristiyanlarla taam etmemeye, " daha ziyade itina güççedir. Sefarethanenin halılar, avizeler, aynalar,
ile riayet ediyorlar. Sefaret erkanı ise Kapudan paşa şamdanlar ile tezyin edilen salonlarında meduvvin
ile " vazifesi evrak-ı mersuleden [gönderilen [da vediler] üç gün üç gece, hepsi de " mevsime
evraktan] emel edenler üzerine imza-i şahaneyi rağmen en nefis, en t u rfa n da, en nadir şe ylerin i b z a l
33
ve israfı ile vücuda gelen" altı sofrada yediler, içtiler, Şark 'ta ressamı" buyrultusuna ufak bir tahsisat
zevk ü sefa ettiler. Bununla beraber bütün milel-i terfik etmek [katmak] suretiyle- ibraz için bu halin
ecnebiye sefirlerinin hayret ve takdirlerini, Fransa bir fırsat-ı münasebe olduğuna kani bulunuyorum.
sefarethanesi taraçasının Beyoğlu Tepesinde şaşaapaş
[ışıklar içinde] olduğunu gören zat-ı şahane ile hanım Türklere ait olarak evvelce nazargiih-ı umuma
sultanların merak ve tecessüslerini tahrik eden cihet takdim ettiğim birçok levhalar mazhar-ı hüsn-i
bilhassa tezyinat ve tertibat-ı hariciye olmuştu. Her kabul olmuştur. Sefir Marquis de Bonnac, bilahare
tarafta harikulade bir tertibata ait inşaattan, Gobelins halılarından işlenmek üzere -ki cidden
mukavva mebaniden [maketlerden] "yapraklarla dilnişin olduğu [çok beğenildiği] kadar yeni bir
mestur [kaplanmış] ve alaturka müzeyyen [süslenmiş] şekil teşkil eder- müntehap [seçilmiş] mevzuları
yani binlerce cam kandillerle tenvir [aydınlanan], bendelerine yaptırmak emelinde idi. Bu fikir
muhtelif renklerle telvin [boyanmış], memleketin haşmetmeabımızca da şayan-ı tervic [desteklemeye
zevk ve tabiatı nazarı itibara alınarak gayet ince 'değer] görülürse daha merakengiz mevzulara dair
tahtalardan mamul oymalarla tezyin edilmiş ve daha birçok levhalarını takdim edebilirim. İstirham
Üzerlerine renkli kağıtlar, altın yaldızlı varaklar ettiğim tahsisat beni Türklerin adat ve itiyadatına
sarılmış, pullar yapıştırılmış, tesisat-ı haşebiyeden taalluk eden [ilişkin] bütün hususiyat-ı ahvale kesb
[hafif tahtadan yapılmış dekorlardan] başka bir şey i vukuf etmem için - mecburiyü ' l-icra [zorunlu]
görülmüyordu. Türklerin gözüne bu kadar güzel olan masarifata [harcamalara] mütekabile
gözüken bu tezyinata zevk ve tabiatı okşar birkaç edebilecek [karşılayabilecek] bir hale koyacaktır.
parça ile ruh vermek için Van Mour taraf taraf
manidar - allegorique tablolar resmetmişti ki birkaç Şunu ilaveye cüret ederim ki benden evvel hiçbir
ay sonra Mercure de France gazetesinde bunların ressam bu zevk ve tarikatte dikkat ve itina ile
vasi [geniş] tasvir ve tavsifleri intişar etti çalışmamıştır. Ben ise bu gibi daha pek çok eser
[yayımlandı]. Bu manidar resimler (ces allegories) vücuda getirebilmeyi ümit edecek çağı çoktan
sefarethaneye muttasıl [bitişik] küçük kilisede geçtim. Halbuki memlekette bu yolun yolcusu
müsrifane ibzal edilmişti. Kapusen [Capucins] benden başka hiç kimse yoktur. Binaberin [şu
papazları her şeyi yolunda ve iyi yapmak istemişler halde] elimden çıkacak son eserler için istediğim
-Beyoğlu'nda Saint-Louis [de Pera] Manastırı' nda lütuf ve atıfete ihtimal ki nalayık kalmam.
mahfuz [saklanan] tarifnameden anlaşıldığına göre
müracaat ettikleri " meşhur ressam" da hüner ve Ressamın arzusunun isaf edildiğini [yerine
marifetini kendilerinden esirgememişti. getirildiğini] zannetmiyorum. Filhakika elimizde Van
Mösyö de Villeneuve bu eğlence ve şenliklere dair Mour'un son senelerinin tehvin ve tahfif-i ihtiyacatı
nazıra beyan-ı malumat ederken sanatkarın için nazırdan tahsisat veya muavenet vüruduna
kendisine ettiği muavenet ve irşadatı [katkıları] zikir [geldiğine] dair hiçbir vesika yok. " Zat-ı kralinin
ve ityanda [belirtmekte] kusur etmiyor. 25 Şark'ta ressamı" 1 737 senesi Kanunusanisinin yirmi
Kanunusani 1 73 0 tarihli tahriratında [mektubunda] , ikinci günü İstanbul'da vefat etti. Mercure de
" Bu şenliklerin e n mühim tertibatı Mösyö Van France' ın Şark muhabiri şöyle yazıyor:
Mour ' a havale edildi. Kendisi bu vesile ile " Sefir cenapları efrad-ı ailesini cenaze merasimine
tarafımdan da memnun edilmiş ise de gönderdi. Bütün Fransız milleti isbat-ı vücud etti, JIB
haşmetmeabımız için fart-ı merbutiyet [aşırı RR. P P . Cizvit kilisesinde, Baron d e Salagnac' ın
bağlılığı] ve gayreti, liyakat ve ehliyeti hakkında zatı merkadinin [mezarının] pek yakınında defnedildi . " 1
alilerine hüsn-i şahadetde bulunmak lüzumundan da Van Mour'un asarı on sekizinci asrın nısf-ı evvelinde
kendimi büsbütün azade görmüyorum, " diyor. [ilk yarısında] Türkiye' deki adat [adetler] ve kıyafet
Bir ay sonra, 14 Şubat 1 73 0 tarihiyle bizzat Van tarihine ait görülebilmesi melhuz [ihtimali olan]
Mour nazıra şu mektubu gönderir: vesaikin en merakaveridir. Bunların bir kataloğunu
-ilk defa olmak üzere- burada zikretmeyi faideden
Efendimiz, hali [uzak] bulmadık.
1 - Sultan Ahmed-i Salis'in [III. Ahmed'in] Marquis
Zatı alileri, takdimiyle mübahi olduğum [övünç de Bonnac - müfarakatı [ayrılışı] münasebetiyle
duyduğum] levhanın vusulüne [alındığına] dair huzura kabulü, 24 Teşrinievvel 1 724.
gönderdikleri mektupta sırası düşünce bendelerini 87,6 x 1 ,20
tahattur buyuracaklarını [hatırlayacaklarını] vaat İmza: J. B. Van Mour pinxit, İstanbul, 1 725.
buyurmuşlardı. Bugün o vaadi hatırınıza getirmeye 2 - lrade-i padişahi ile İstanbul ' da, Gontault Biran
cüret ediyorum. Prens efendimizin tevellüdü familyasından, Madame Marquis de Bonnac'a
münasebetiyle Mösyö Marquis de Villeneuve' ün çekilen ziyafet. 87,5 x 1 , 1 8
burada verdiği şenliklerin sevk ve idare ve icrasında,
oldukça muvaffakiyetle sarf-ı gayret ve ihtimamat Mercure 24 Kanunusani 1 73 7 tarihiyle lstanbul'dan yazılmış
saadetine mazhar oldum. Bendelerine vaat bir fıkradan müstehric [alınmış] " Lazaristler" müfettişi
buyurmak lütfunda bulunduğunuz himayenin Mösyö Lobry'in gerek Saint-Benolt Kilisesi'nde ve gerek
Lazaristler heyeti hazine-i evrakında l ütfen icra ettirdiği
fiiliyatını -haşmetmeabımızın lütfen ve atıfaten 1 725 taharriyata [araştırmalara l rağmen Van Mour'un mezarını
tarihinden beri bahş buyurdukları " Zat-ı kraliyenin bulmak mümkün olmamıştır.
339
Bosfor [Bosphore] Kanalı üzerinde, büyük ağaçlarla yahut herhangi bir ecnebi sefir tarafından ressama
sayedar [gölgelenmiş] bir Türk çeşmesi; çeşmenin sipariş edilmiş olması da kabildir.
önünde, Şark halıları üzerine oturmuş Madame de 7, 8 - Padişahın bir sefir ile mülakatı.
Bonnac, sağda ve madamın arkasında sefir, I - Yeniçerilere pilav tasları dağıtıldığı esnada sefirin
Madamın yan tarafında gayet ağır elbiseleriyle maiyeti efradı ile beraber Sarayın ikinci avlusundan
birçok kadınlar; bu grup, bir çingene karısı ile küçük müruru [geçişi ] .
bir çocuğun raksını seyrediyorlar. Çingene çalgıcılar II - Mülakattan evvel sadrazam tarafından sefire
ise def, çalpara ve memleketin muhtelif alat-ı çekilen ziyafet.
musikiyesini çalıyor. Bugün yed-i tasarrufumuzda [elimizde] bulunan bu
Çeşmeyi ihata eden [çevreleyen] havuzun iki tablo, Hotel Drout'da 30 Mayıs 1 903 'te satılan
basamakları üzerinde bir yeniçeri ile bir küçük köle koleksiyonun 1 2inci numarasını teşkil ediyordu.
emre muntazır [hazır], bunlardan biri bir çubuğun Paul Chevalier ve Feral Kataloğu bunları Jacques
uzun sapını tutuyor. . . Çeşmenin dairen medar-ı Carrey'in olmak üzere kaydediyor.
etrafında yatmış veya oturmuş Türkler. . . diğer bir 9 - Flemenk sefiri Cornelis Calkoen'in tasviri
takımı da su çekiyor. [portresi ] . 0,9 1 x 2,23
Birinci planda Rum hizmetkarlar halılar yayıyor. . . Leyde Etnografya Müzesi'nde uzun müddet mahfuz
Diğerleri kahve hazırlıyor. Solda ağaçlar altında zat kalan bu tablo Flemenk'in Türkiye sefiri Cornelis
ı şahane tarafından gönderilen yeniçeri ve bostancı Calkoen'in Van Mour'a ısmarladığı tablolar silsilesi
takımları. iki şahıs, ziyafetin tertip ve tanzimine [serisi] adedinde idi. Bu koleksiyonun şöhreti var idi,
nezaret eder gibi görünüyor. Sağda Şark kıyafetinde 1 73 7 Haziranında çıkan Mercure de France bundan
bir kadın grubu. bahsediyor. Calkoen'in vefatında, tablolarını asla
ikinci planda Boğaziçi sahilinde kurulmuş çadırlar. satmamak ve birbirinden ayırmamak şartı ile
Uzaklarda mukabil [karşı] sahil ile Boğaz'ın amcazadesi İbrahim [Abraham] koleksiyona adem-i J I9
tevessüü [genişliği, uzanışı] manzur [görülür] . kabulü [kabul edilmemesi] halinde dayızadesi
Bu iki tablo Beaurepaire Şatosunda v e Mösyö Joachim Rendorp' a vasiyet eylediği görüldü.
Luppe'nin taht-ı tasarrufundadır. Bunlar, Agen Sefir vasiyetnamesine şunu da ilave ediyordu:
piskoposu Jean-Louis d'Usson de Bonnac' ın " Onun da adem-i kabulü [reddi] halinde Türk
vefatından beri bu aileye intikal etmiştir. Papazın 1 1 tablolarını -Amsterdam belediye dairesindeki
Mart 1 82 1 'de vefatından sonra tanzim edilen tereke odalarına talik edilmek [asılmak] üzere
müfredat defterinde levhalar şu suretle tarif ediliyor: Amsterdam'da kain [bulunan] Şark Ticareti
" Biri zat-ı şahane tarafından -müfarakatı [ayrılışı] [Levantsche Hande!] müessesesi müdürlerine
münasebetiyle- Marquis de Bonnac'ın huzura bavasiyet [vasiyet ederek] terk ediyorum. Bu
kabulünü, diğeri irade-i padişahi ile Madame tabloları- altlarına sefaretim esnasında ticarete
Marquise de Bonnac' a keşide edilen ziyafeti edilen büyük hizmetleri muhtır [anımsatan] birkaç
musavver [resimleyen] ve altın yaldızlı çerçeveler satır yazmak suretiyle- vayedar-ı şeref etmelerini
içinde iki tablo . . . 1 00 frank Mösyö Schefer'in, de [onurlandırmalarını] bu muhterem efendilerden rica
Bonnac'ın hatıratına yazdığı methalde [önsözde] ederim. "
zikir [belirtilen] ve -şüphesiz sehven [dikkatsizlikle] Tablolar Şark Ticareti müdüriyetinin uhde-i
Martin le Jeune'e atfettiği tablolar bunlardır. tasarrufuna intikal etti [malı oldu] . Muahhiren
3, 4 - Vikont d'Andrezel'in Sultan Ahmed-i Salis [III. [daha sonra] nasıl oldu da Amsterdam'dan La
Ahmed] huzuruna kabulü, 17 Teşrinievvel 1 824. Haye'e geçti ve Krala ait asar-ı nadire (curiosites)
I - Huzura Kabul. 1 ,2 1 x 0,90 meyanına dahil oldu ? Bunu hiçbir vesika
II - Sadrazamın Ziyafeti. 1 ,2 1 x 0,90 göstermiyor. 1 8 1 0'da bu tablolardan bir takımının
Bordeaux Darülfünunu koleksiyonunda mahfuz Şark Ticaret müdüriyetinin taht-ı tasarrufunda
olan bu iki levha için Revue Philomathique de bulunduğu, tanzim olunan müfredat defteriyle
Bordeaux et Sud - Ouest mecmuasının beşinci vesaik-i saireden anlaşılıyor. O tarihten itibaren 57
senenin 1 Haziran 1 902 tarihli altıncı numarasında parçadan ibaret olan bu koleksiyon inkısama
A. Boppe imzası ile münteşir: Bordeaux Müzesinin uğramıştır [bölünmüştür]; bunlardan bilhassa
" iki Türk Tablosu" namındaki makaleye müracaat. Calkoen'in sefaretine ait olan dokuz parçası
5 - Sultanın bir sefir ile mülakatı. Amsterdam Müze-i kraliyesine dahil oldu,
6 - Sadrazamın bir sefir ile mülakatı. mütebakisi [geri kalanı] Leyde Etnografya Müzesine
Bu iki tablo bundan birkaç sene evvel Versailles konuldu.
Müzesi tarafından elde edildi ve tablolar Nointel'in Amsterdam Müzesi müdürü M. B. W. F. Van
sefaretine atfedilmek istenildi. Mösyö A. Vandal, [Riemsdyk], Van Mour'un tablolarının izini bulmak
"Müze müdür-i muhteremi ile beraber tabloları hususunda bana pek büyük muavenet ve lütufkarlık
muşikafane [inceden inceye] tetkik ettik. Daha pek ibraz buyurdular ki burada eda-yı teşekküründen
çok zaman sonraki tarihlere ait olduğuna itminan acizim. Gerek kendilerinin ve gerek biraderleri La
hasıl eyledik [inandık] , " diyor. Bu iki tablo Van Haye Hazine-i Evrak-ı Kraliyesi [Kraliyet Arşivleri]
Mour'a isnat olunabilir. Fakat hangi sefirin müdürü Mösyö Riemsdyk'ın delalet ve irşatları
zamanına ait olduğunu kestirmek pek güçtür, [rehberlikleri] benim için pek büyük kıymeti haizdir.
bunların Mösyö des Alleurs, Mösyö de Villeneuve Emografya Müzesi müdürü Doktor [Schmelz] , Van
340
Riemsdyk'in kemal-i nezaketle zir-i hüküm ve 18 - Asiler sergerdesi [başı] Patrona Halil.
tetkikimizde bıraktığı Van Mour'a ait 48 tablonun 0,90 x 0,2 1 5
tetkiki için beraber geçirdiğimiz bir günün hatırası Ortada, Sultan Ahmed-i Salis [III. Ahmed] hal
ebediyen menkuş-i hatırım kalacaktır [saklayacağım] . [tahttan indirme] ile Sultan Mahmud-ı Evvel'i [I.
Benim tetkikat ve taharriyatımın tesiriyle Mösyö Mahmud] iclas eden [tahta geçiren] ahali isyanının
Van Riemsdyk, sefir Calkoen'in vasiyetnamesindeki reisi duruyor. Yanında şüreka-yı şekaveti
temenniyata mütabaat etmek [uymak] arzusuna [yardımcıları], limanda yemişçilik eden Musla ile
düştü. Ve hükümetin salahiyettar menabiinden kahveci Ali bulunuyor. Tablonun fonu Sarayın
[kaynaklarından] Van Mour'un Türk tablolarını bir havlusunu [avlusunu] irae ediyor [gösteriyor] ki
araya getirmek müsaadesini istihsal etti. Atideki sanatkar Patrona Halil isyanının bütün hadisatını
[aşağıdaki] tadattan [dökümden] anlaşılacağı üzere orada canlandırmak istemiştir. Saraya girmek üzere
1 903 senesinden beri Amsterdam Müze-i kralisi on ayaklandırdığı mutaassıpların başında kahraman-ı
sekizinci asırda Türkiye tarihi nokta-i nazarından vaka görülüyor, Saray kadınları da kendilerini
fevkalade haiz-i kıymet ve yegane bir koleksiyona karşılıyor. Şurada burada cenazeler. Onları
malik bulunuyor. kaldırmak için gelmiş bir araba, duvarların boyunca
10 - Flemenk sefiri Cornelis Calkoen 'in 14 Eylül asilerin çadırları.
1 727 tarihinde Sultan Ahmed-i Salis [III.Ahmed] Solda birinci planda, ressamın imza ile elyazısı: 28
tarafından kabulü. Eylül 1 730.
Yeniçerilerin taamı [yemeği] esnasında sefaret Istanbul'da vukua gelen isyan ve iğtişaşatın 3 20
alayının Sarayın ikinci avlusundan suret-i müruru [karışıklıkların] reisi Halil Patrona. J. B. Van Mour
[geçişi] . 1 ,25 x 0,9 1 5 pinxit.
1 1 Sefir Calkoen'in kabulü merasimi. Sadrazam
-
1 9 - Halil Patrona ' nın isyanı. 1 ,09 x 0,64
tarafından Divan odasında çekilen ziyafet. 20 - Belgrat Ormanında - Bentler. 0,84 x 0,70
Eşhasın tavır ve kıyafetindeki bazı farklar nazarı 2 1 - Boğaziçi' nde ziyafet. 1 ,09 x 0,84
itibara alınmadığı takdirde bu levha Bu tablo, tafsilatının pek çoğu ile Beaurepaire
Bordeaux' dakinin aynıdır. Şatosunda mahfuz ( 2 ) numaralı tabloya benziyor.
ıı
12 - Sefir Calkoen'in kabulü. Huzur-ı padişahide 22 - Atmeydanı. 0,925 x O, 71 ı,
mülakat. 1 ,22 x 0,90 Atmeydanı'nda Dikilitaş ve Burmalı Yılan. Solda 1
13 - Sefir Calkoen' in, Boğaziçi'ndeki yalısında Sultanahmet Camii, sağda konaklar. Sadrazam
sadrazamla mülakatı. 1 ,275 x 0,93 maiyetiyle meydandan geçiyor.
14 Bir Flemenk murahhasının [ elçisinin] padişah
-
23 - Beyoğlu'nda Mevlevi hangahı [tekkesi] . 1,01 x
ile mülakatı. 1 ,20 x 0 . 8 8 0,76
Fena tersim [çizilmiş] v e fena telvin edilmiş 24 - Dervişler çubuklarını tüttürür ve demlenirken.
[boyanmış] olan bu tabloda Van Mour'un yed-i 0,54 x 0,44
maharetkarını [stilini] görmek mümkün değil. . . 25 - Rum düğünü. 1 ,03 x 0,68
Belki sanatkarın adi bir eskizi veyahut eserlerinden 26 - Ermeni düğünü. 1 ,03 x 0,68
birinin kopyasıdır. 2 7 - Kadınlarla çocuklardan mürekkep, mektebe
15 - İstanbul manzarası. 2,265 x 1 ,425 başlatma (Amin) alayı. 0,59 x 0,455
Beyoğlu'nda bir taraçada, şüphesiz Flemenk 28 - Hane hayatı. 1 ,03 x 0,68
sefarethanesi taraçasında, birçok adam gözlerinin 29 - Hane hayatı loğusa odası. 1 ,03 x 0,68
önünde kemal-i letafetle açılan manzarayı seyrederek 3 0 - Tandır etrafında. 0,68 x 0,555
konuşuyorlar. Bunlardan bir takımı Avrupakari, bir Tandır murabbai [kare şeklinde] bir masadır ki kışın
kısmı Frenk tüccarlar gibi, diğerleri de tercüman altına mangal konur. Bunun üzerine kalın örtü
kıyafetinde giyinmiş, yanlarında bir Rum uşak, örtülmüştür ki her taraftan yere kadar iner, bunun
eyerlenmiş bir beygiri dizgininden tutuyor. üzerine de daha kıymetli ve tandıra bir zarafet veren
Birinci planda Beyoğlu ve Galata, Sarayburnu ile diğer bir örtü daha örtülür. Herkes tandırın
Haliç ve Üsküdar ciheti. Daha uzakta adaları, Bursa etrafında minderlerin üzerinde oturur ve elleriyle
dağlarını ihtiva eden ve ressamın zihninde galiba ayaklarını aynı zamanda -mangalı her taraftan
Asya cihetiyle İzmit Körfezini ve Marmara Denizini örterek tatlı ve devamlı bir sıcaklık temin eden
temsil eden bir manzara . örtünün altına sokabilir. işte bu tandırın etrafında
1 6 - Beyoğlu Sefarethanesi. Dahili cephenin ziyaretler kabul edilir ve orada saz çalınırdı.
görünüşü. 0,925 x 0 . 7 1 31 - Belgrat Ormanında Rumlar raks ederken. 0,68
B u tablo acaba Fransa sefarethanesini mi, Flemenk x 0,55
34 1
koleksiyonu aksamından [parçalarından] idi. 32 numarada: Yeniçeri selamlık [tören] elbisesiyle.
tane kadar olup Leyde Müzesinde hıfz olunmuş 44 - Kızlar Ağası.
[saklanmış] olan ve bütün bu küçük tabloların Ferriol mecmuasının 4 üncü numarasındaki resim:
Mösyö de Ferriol'ün Fransa'ya getirdiklerine pek Kızlar Ağası yahut siyah hadımağaları reisi.
ziyadesiyle benzemesi icap eder. Filvakıa [gerçi] Weigel'de numara 4.
bunlardan birçoğu 1 7 1 4 de neşredilen mecmuadaki 45 - Silahtar Ağa.
istampların [baskıların] aynıdır. Diğerlerinin farkı Ferriol mecmuası [koleksiyonu], numara 7. Weigel I,
ise yalnız bazı tafsilattadır. numara 7.
37 - Kapudan Ağa [Kaptan-ı derya] . 46 - Çavuş yahut Tatar Courrier.
Ferriol'ün mecmuasında [koleksiyonunda], 29 numara 4 7 - Çuhadar yahut sefir hizmetçisi.
ile murakkam olan [numaralandırılmış] bu planşı, 49 - Bir Bulgar köylüsü, Weigel II, numara 32.
"Yeniçeri Ağası yahut Yeniçeri Kumandanı" tesmiye 50- Sahil ahalisinden bir Bulgar kadını.
olunmuştur [başlığı verilmiştir] . Bu levhayı Weigel de Ferriol mecmuasının [koleksiyonunun] 83 numaralı
istinsah etmiştir [kopyalamıştır]: I, numara 29. planşı: Bulgar kızı. Weigel II, numara 3.
38 - Kapıcıbaşı. 5 1 - Bir Rum papazı.
Ferriol mecmuasında [koleksiyonunda] 1 5 inci Ferriol mecmuasının 68 numaralı planşı: Weigel II,
numarasında, Kapıcıbaşı yahut teşrifat nazırı [tören numara 5.
başkanı] unvanını haizdir. Weigel, numara 1 5 . 52- Bir derviş.
39- Sultan hanım. Ferriol mecmuasının 25 numaralı planşı: Derviş
40 - Sadrazam. ibadet için dönerken . . .
41 - Müftü yahut hadimü'ş-şer [kanun adamı ] . 53- Tinos adasından bir kadın.
4 2 - Kapı Ağası. 54- Bir Tinoslu ( Ada ) .
Ferriol mecmuasının [koleksiyonunun] Sinci 5 5 - Bir Mykonoslu ( Ada).
numarasında ve " Kapı Ağa yahut Ak Ağalarbaşı" 56- Mykonos adasından bir kadın.
unvanı altındaki basma resim. Weigel, numara 1 5 . 57- Bir Serifoslu (Adalı ).
4 3 - Yeniçeri yahut Bab-ı Hümayun muhafızı.
Ferriol mecmuasının [koleksiyonunun] 32 inci Mabadı var
Müdür-i mesut
Osman Asaf
342
TAB L O LA R , Ç İ Z İ M , E S K İ Z V E H A T LA R 1
343
Halil Paşa Mısır'da Bir Deveci 1 50
Halil Paşa Genç Bir Kız 153
Halil Paşa Seyyah 1 54
Halil Paşa Pano 155
Halil Paşa Pano 155
Halil Paşa Çengel Köyü Sırtlarından 156
Halil Paşa Maltepe Yolunda 157
Sami Efendi Hat 158
Halil Paşa Ebü'l-hevl 159
Halil Paşa Mısır 1 60
Halil Paşa Kış 161
Halil Paşa Salacak 161
Hasan Rıza Fatih Ok Meydanından Haliç'e Donanmasını İndirirken 163
Hasan Rıza Fatih Sultan Mehmed'in Edirne'den İstanbul Üzerine Hareketi 169
Hasan Rıza Ana Şefkati 171
Hasan Rıza Bir Lahza-i tefekkür 1 73
Hasan Rıza Edirne'yi Beklerken 1 74
Hasan Rıza Kahraman Müdafilerimizden 1 75
Hasan Rıza Siperde İki Silah Arkadaşı 1 75
Hasan Rıza Ueri Karakola Girerken 1 76
Hasan Rıza Düşmanı Bekleyenlerden 1 78
Hasan Rıza Emir Görürken 1 79
Sami Yetik Muradiye Camii 1 80
Sami Yetik Sarayiçi 'ndeki Ahşap Topçu Köprüsü 1 80
Sami Yetik Edirn e ' de: Kocarda Sahilinden Üç Şerefeli'ye Doğru 181
Sami Yetik Edirne'de: Yıldırım Taraflarındaki Fakir Aşiyanelerden . . . 181
İbrahim Çallı2 Ressamın Meşgul-i hayal Olduğu Demler 1 82
Mehmed Ali Laga Edirne'de: Mihail Köprüsü'nden Edirne'ye Bir Nazar . .
. 183
Mehmed Ali Laga Edirne'de: Sultan Selim Mabed-i muhteşemesinden? 183
Mehmed Ali Laga Edirne'de: Arva Sahilinde Tarihi Bir Mabed-i İslam 1 84
Mehmed Ali Laga Edirne'de: Üç Şerefeli'nin Karlı Manzarasından Bir Köşe 1 84
Abdülaziz Eskiz 1 85
Abdülaziz Eskiz 1 85
Abdülaziz Eskiz 1 86
Abdülaziz Eskiz 186
Mahmud Bey Hizip, cüze, secde numunelerinden 188
Mahmud Bey Cilt kapağı 189
Şemsi Bey Reşadiye'nin Seyr-i mehabetefşanı 1 90
Şefik Efendi Hat 191
Mahmud Bey Kuran çerçevesi 1 92
Ahmed Bey (Suriyeli) Albüm kapağı 202
Ahmed Bey (Suriyeli) Natürmort 205
Ahmed Bey ( Suriyeli) Bir Kıta-i hazan 206
Ahmed Bey (Suriyeli) Asude Bir Köyün Yeşil Bir Methali 206
Mehmed Ali Laga Kiliseye Tahvil Edilen Tarihi Bir Mescid-i giryan 207
Mehmed Ali Laga Sofya'da: Altın Kubbeli Kilise 208
Mehmed Ali Laga Sofya'da: Bali Efendi Türbesi 209
Mehmed Ali Laga Sofya ' da : Saint Sofia Mabedi 209
344
Mehmed Ali Laga Asırdide Mabet
Sofya 'da: 210
Sami Yetik Genç Bir Bulgar Artisti 211
Sami Yetik Avrupalılaşmış Bir Bulgar Kızı 212
Hasan Rıza Portre 216
Leonard Guzzardi Nelson 216
Sabit Paşa Hat 223
Sami Efendi Hat 224
[Ka pıdağlı Konstantin] III. Selim 'in
Portresi 233
Selim Meşaka Bey Bir Levha-i şehamet 236
Selim Meşaka Bey Şark'ın Saf ve Masum, Ceyyid ve Bakir Bir Bedia-i zihayatı 237
Hasibe Hanım Peyzaj 238
Hasibe Hanım Köşe yastığı 238
Hasibe Hanım Köşe yastığı 238
Sami Yetik Sarıyer'de Bir Köşe 239
Tekezade Said Bey Kendi portresi 240
Tekezade Said Bey Bir Derviş 241
Tekezade Said Bey Bir Zıll-ı namesud 241
Tekezade Said Bey Metaib-i dehrin İşmizazatı 242
Tekezade Said Bey Hayat-ı giranbar 242
Tekezade Said Bey Etüt (yağlıboya) 243
Tekezade Said Bey Etüt (yağlıboya) 243
Osman Asaf ( Bora) Anadolu Hisarı'nda Ayazma Çeşmesi 244
İsa Behzad Saz Şairi 245
İsa Behzad Melike-i ilham 246
İsa Behzad Etüt 247
Sabit Bey Çizim 248
Ali Rüstem Bey Çizim 249
Ali Rüstem Bey Etüt 249
Halil Paşa Çergenişin Ailelerden 250
Ali Galib Etüt 251
Vasıf Bey ( Sedefkar) A banoz çekmece 252
Vasıf Bey ( Sedefkar) Taşlı çerçeve 253
Vasıf Bey ( Sedefkar) Sedef işlemeli masa 254
Hat 255
Şefik Bey Divani celi hat 256
Vasıf Bey ( Sedefkar) Sedef işleme yazı takımı 257
Tomas Efendi İsimsiz ( Şehit Fethi, Sadık, Nuri beyler için) 264
To mas Efendi Hereke "Kirman " halı 269
Tomas Efendi Hereke "Isfahan " halı 270
Hoca Ali Rıza Manzara 271
Diyarbekirli Tahsin3 Tanburi Cemil Beyefendi "Sengin Semai" 272
Mehmed Bahri Büst 273
Mehmed Bahri Büst 274
Mesrur İzzet Bey Büst 275
Tekezade Said Bey İhtiyar Bir Musevi 276
Üsküdarlı Cevad ( Göktengiz) San' a Kadınlarından 277
Üsküdarlı Cevad ( Göktengiz) Menaha Tüccarlarından 2 77
Üsküdarlı Cevad ( Göktengiz) San'a'da Kubbetü'l-Mehdi Camii ve Akik İmalathaneleri 2 77
345
Üsküdarlı Cevad ( Göktengiz) San'a Haricinde: Atara Yolunda 278
Üsküdarlı Cevad ( Göktengiz) Bekriye Camii 278
Üsküdarlı Cevad ( Göktengiz) San' a haricinde: Vusal Karyesi 278
Üsküdarlı Cevad ( Göktengiz) San ' a ' da : Ebher Mahallesi 279
Üsküdarlı Cevad ( Göktengiz) Bedevilerden Tuz Tüccarı 279
Üsküdarlı Cevad ( Göktengiz) San' a J andarmalarından 279
Vasıf Bey ( Sedefkar) Oyma 283
Vasıf Bey ( Sedefkar) Oyma 283
Vasıf Bey ( Sedefkar) Oyma 283
Bursalı Oymacı Fahri Dişi oyma 284
Osman Hamdi Bey Mütalaa 285
Değirmencizade İbrahim Efendi Hat 286
Sami Beyefendi Hat 287
Fantezi 294
Bahriyeli İsmail Hakkı Ressam Rıza Bey [Hoca Ali Rıza] 296
. . . [Hoca Ali Rıza'nın portresi] 299
Hoca Ali Rıza Kısıklı Çeşmesi (Kroki) 301
Hoca Ali Rıza Bulgurlu Köyünde Bir Köşe (Karakalem etüt) 302
Hoca Ali Rıza Merdiven Köyünde (Karakalem etüt) 302
Hoca Ali Rıza Üsküdar Karaca Ahmed Sultan Civarından ( Karakalem etüt) 303
Hoca Ali Rıza Paşabahçesi Menazırından ( Karakalem etüt) 304
Hoca Ali Rıza Sarıyer'den Yuşa Tepesine Bir Nazar (Karakalem etüt) 305
Hoca Ali Rıza Paşabahçe'de ( Karakalem Etüt) 306
Hoca Ali Rıza Bursa Çarşıboyu'nda Baba Efendi Dergahı ( Karakalem etüt) 307
Hoca Ali Rıza Nabi Efendi Merhumun Kabri (Karakalem etüt) 308
Hoca Ali Rıza Bursa: Yeni Kaplıca (Karakalem etüt) 309
Hoca Ali Rıza Acıbadem Yolunda ( Karakalem etüt) 31O
Hoca Ali Rıza Paşabahçesi 'nde: Kayıkçılar ( Karakalem etüt) 31O
Hoca Ali Rıza Karakalem etüt 311
Hoca Ali Rıza Selimiye'de Çiçekçi Kahvesinden ( Karakalem etüt) 3 12
Hoca Ali Rıza Paşabahçe'de: Bir Çeşme ( Karakalem etüt) 3 13
Hoca Ali Rıza Beykoz'da İshak Ağa Çeşmesi (Karakalem etüt) 314
Hoca Ali Rıza Nuh Kuyusu Kahvesinden Adalara Doğru ( Karakalem etüt) 315
Hoca Ali Rıza Paşabahçesi'nden Rumeli Cihetine Bir Nazar ( Karakalem etüt) 316
Hoca Ali Rıza Beykoz Çayırında ( Karakalem etüt) 316
Hoca Ali Rıza Harap Bir Aşiyane ( suluboya) 317
Hoca Ali Rıza Haşin ve Havabide Bir Kfışe-i tabiat (yağlıboya) 318
Hoca Ali Rıza Çamlıca'da Yalnız Servi'de Bağlararası (yağlıboya) 319
Hoca Ali Rıza Bahçeköyü (yağlıboya ) 320
Hoca Ali Rıza Çamlıca: .Bağlararası'nda (yağlı boya) 321
Hoca Ali Rıza Şairin Serir-i sünuhatına Matuf Bir Nazare-i ressam (yağlıboya) 322
Hoca Ali Rıza Çamlıca'dan Adalara Doğru (yağlıboya etüt) 323
Hoca Ali Rıza İncir Köyünde (yağlıboya etüt) 324
Hoca Ali Rıza Değirmendere'de (yağlıboya etüt) 324
Hoca Ali Rıza Paşabahçesi'nde Bir Sokak ( yağlıboya etüt) 325
Hoca Ali Rıza Haydarpaşa İbrahim Ağa Mahallesinin On Altı Sene Evvelki Hali
( yağlıboya etüt) 326
Hoca Ali Rıza Çamlıca'da Bir Köşe (yağlıboya etüt) 326
Hoca Ali Rıza Doğancılar Meydanı'nda Bir Köşe (yağlıboya etüt) 327
346
Hoca Ali Rıza Çamlıca'da Namazgah Ci annda ( ağlıboya etüt) 328
Hoca Ali Rıza Bağlararası (yağlıboya erür) 328
Hoca Ali Rıza Dudurlu Yolunda Namazgah Mescidi (yağlıboya etüt) 329
Hoca Ali Rıza Çamlıca Namazgah Civan (yağlıboya etüt) 329
Hoca Ali Rıza Çamlıca: Çoban Ayazması (yağlıboya etüt) 330
Hoca Ali Rıza Bağcı Kulübeleri (yağlıboya etüt) 331
Hoca Ali Rıza Çamlıca'da Bağlararası (yağlıboya etüt) 332
Hoca Ali Rıza Değirmendere'de Asırdide Bir Aşiyan (yağlıboya etüt) 333
347
A Ali Efendi ( Hacı ) ( hattat) 5 0
A. Kemal Emin xıv, xvı, xvııı, 2 8 , 32, 40, 49, 54, A l i Fuad ( Resim bölümü, 1 9 1 1 ) 5 9
58, 64, 67, 72, 76, 83, 86, 9 1 , 1 07, 1 1 6, 1 4 1 , Ali Galib ( Hadika-i Meşveret İdadisi'nden, 1 9 14) 2 5 1
1 5 1 , 1 66 Ali Haydar ( Heykel bölümü, 1 9 1 1 ) 5 9
A. S. __. Yetik, Sami Ali Haydar Bey (Melek Paşazade) ( hattat) 1 2 , 50,
A. K. __. A. Kemal Emin 1 52
A. Rıza __. Ali Rıza ( Hoca ) Ali İzzet __. İzzet Bey
Abdullah Bey ( Udi) 72 Ali Ragıb Efendi (mücellit ve müzehhip) 1 00, 1 0 1
Abdullah Bey ( Muhsinzade) ( hattat) 5 1 Ali Rasim (Mimari bölümü, 1 9 1 1 ) 5 9
Abdülaziz 1 5, 2 3 , 24, 26, 8 8 , 1 52, 1 86 Ali Remzi ( Resim bölümü, 1 9 1 1 ) 5 9
Abdülbaki Bey ( Resim bölümü, 1 9 1 1 ) 5 9 Ali Rıza ( Hoca ) ıx, xvıı, 2 8 , 2 9 , 6 0 , 6 1 , 70, 7 1 , 8 8 ,
Abdülmecid __. Şehzade Abdülmecid 1 95, 2 7 1 , 296, 297, 2 9 8 , 2 9 9- 3 3 3
A bdülmecid Bey ( Mimari bölümü, 1 9 1 1 ) 5 9 Ali Rüstem Bey ( Mimari bölümü, 1 9 1 1 ) 2 4 9
A becedario 292 A l i Salahaddin Bey 6 9
Academie Française xıx Altınay, Ahmet Refik 2 8 8
Academie Julian 55, 84 Amsterdam Müze-i kralisi 340
Acquarone, L. 43 Anastas Efendi ( Mimari bölümü, 1 9 1 1 ) 59
Adam, Albrecht 8 8 Antoine, Andre 1 3 9
Adıvar, Halide Edib 1 0 6 Antranik Efendi ( ressam) 1 32
Adil Bey2 5 9 Apostol Efendi ( Mimari bölümü, 1 9 1 1 ) 60
Agah Efendi 20 Aram Efendi ( Heykel bölümü, 1 9 1 1 ) 5 9
Agob Efendi (Mimari bölümü, 1 9 1 1 ) 59 Arel, Ruhi ıx, xı, xv, xvıı, 2 8 , 56, 8 9
Aharon, Haracpa (Mimari bölümü, 1 9 1 1 ) 5 9 Arif Efendi (Bakkal) ( hattat) 1 30, 1 4 8
Ahmed Adil __. Ömer Adil Arif Hikmet ( Heykel bölümü, 1 9 1 1 ) 5 9
Ahmed Ali Paşa __. Ahmed Paşa ( Şeker) Arseven, Celal Esad 1 60
Ahmed Bey ( Suriyeli) (ressam) 202, 204-205 art-nouveau 2 9 8
Ahmed Bey (Üsküdarlı) 1 5 8 Asaf Bey __. Bora, Osman Asaf
Ahmed Cevdet Paşa 1 4 Ata (müzehhip) 9 9
Ahmed Ferid (Kahramanzade) 1 83 , 220, 246, 3 3 4 Atay, Falih Rıfkı 200
Ahmed Nebil ( Heykel bölümü, 1 9 1 1 ) 5 9 Avadis Efendi ( Heykel bölümü, 1 9 1 1 ) 5 9
Ahmed Paşa ( Şeker) 23-26, 1 85 Aved, J. A . J. 3 3 6
Ahmed Sırrı ( Mimari bölümü, 1 9 1 1 ) 5 9 Aziz Efendi ( hattat) 5 0 , 5 1
Ahmed Süreyya 1 35 Az� Hüda0 280, 3 1 5
Ahmed Ziya ( Binbaşı) __. Akbulut, Ahmet Ziya
Ahmed Ziya Bey ( hattat) 5 0 B
Ahmed Ziya Bey __. Akbulut, Ahmet Ziya Bahaeddin Efendi (müzehhip) 1 00, 1 0 1
Aivazovski, Ivan 8 8 , 1 52, 1 85, 297 Bahriye Müzesi 29, 1 26, 1 29-1 3 0, 1 34, 1 42, 1 63
Akbulut, Ahmet Ziya xıı, 1 7, 26, 29, 42, 50, 1 4 3 , Bahriyeli İsmail Hakkı __. İsmail Hakkı (Bahriyeli)
1 60, 1 65 Baki Bey ( Resim bölümü, 1 9 1 1 ) 78
Aksaray yangını 7 1 , 1 52, 2 3 7 Bakkal Arif Efendi __. Arif Efendi (Bakkal)
Alacaciyan, Hırant ( Mimari bölümü, 1 9 1 1 ) 5 9 Baltacıoğlu, İsmail Hakkı 235, 3 1 3
Ali Ahmed Efendi ( Gelibolulu) 248 Başar, Zühdü ( Yüksek Mimar) __. Zühdü Bey
Ali Efendi (müzehhip) 1 00 Bayard, Emile 8
1 Bu dizinde, elinizdeki gazete koleksiyonunun yayımlandığı 1 9 1 1 - 1 9 1 4 vılları arasındaki Sanayi-i Nefise Mektebi'nin öğrencilerinin,
kaynak metindeki bi lgilere dayanarak, bölümü ve öğrenim yılı ayraç içinde belirrildi. Naim Bey (Resim bölümü, 1 9 1 1 ) gibi.
2 Ömer Adil olabilir.
3.ı
Bayezıd Kütüphane-i Umumisi ---. Kütüphane-i Ci eron 1 , 3 3 3
Umumi Clarerie J ules 1 4 1
Beato Angelico 4 7 Coeck d' Alost, Pierre 292
Beaumont, Francis 2 7 Cogniet, Lfon 43
Bea u pre, Alfred 8 Coilliot, Eduard 54
Bedii Bey (Kuleli Idadisi'nden, 1 9 1 4 ) 2 5 1 Comedie Française 1 4 1
Beethoven, L. van Compagni, Dino 4 7
Behzad (müzehhip) 99 Coppe, François 105, 1 0 6
Behzad ( lranlı nakkaş) 32 Coquelin, Constant 1 3 9
Belçika Teracim-i Ahval-i Millisi 292 Corneille; Pierre 60
Bellini, Centile 292 Corot, Camile 3 7, 1 95 , 1 97, 1 9 8
Benjamin Constant, J. J. 3 7, 88, 1 87 Courbet, Gustave 1 74
Berteaux, Hippolyte 1 85 Couture, Thomas 259
1 9 1 4 Kuşağı xı Crayer, Gaspard de 27
Bilgi Derneği 203
Bogosyan, Parseh ( Heykel bölümü, 1 9 1 1 ) 59 ç
Bonat, Lfon 259 Çallı Kuşağı xı
Boppe, A. xvıı, 340 Çallı, İbrahim xı
Bora, Osman Asaf xvı, 1, 10, 1 1 , 2 1 , 22, 30, 3 1 , 39,
40, 42, 48, 49, 5 7, 5 8 , 62, 66, 75, 85, 93, 1 1 6, D
1 46, 1 65, 1 98, 200, 232, 244, 263, 295, 342 Daiyan, Hırant (Mimari bölümü, 1 9 1 1 ) 60
Bordeaux Müzesi 340 Dağ, Şevket xı, 38, 4 1 -43, 46, 78 , 8 8, 90, 9 1 , 1 0 8 ,
Bossuet, J acq ues-Benigne 9 5 228
Bouguereau, William 8, 2 5 9 daltonizm 262, 263
Boulanger, Gustave 2 3 , 9 6 , 1 85 Dante, Alighieri 4 7
Bourget, Paul 1 05, 1 06 Darüledeb Mekteb-i Hususisi 236
Breton, Jules 2 5 8 Darülmuallimin-i A liye 3 1 3
Bursalı Mehmed Tahir ---. Mehmed Tahir (Bursalı) Daubigny, Charles-François 3 7, 1 8 5
Bursevi Fahri ---. Fahri (Bursalı Oymacı) Daudet, Alphonse 1 05, 220
David d 'Angers 1 76
c David, Jacques-Louis 2 5 9
Cadet Mektebi 234 Decamps, A . Gabriel 3 7
Calderon de la Barca, Pedro 36 Dedezade Mehmed Efendi ---. Mehmed Efendi
Cana, Alonsa 36 ( Dedezade)
Cassagne, Armand Değirmencizade Bursalı İbrahim Efendi ---. lbrahim
Castro, Guillen de 3 6 Efendi (Değirmencizade)
Cavalcanti, Guido 4 7 Delacroix, Eugene 3 7, 1 1 0, 1 1 2, 1 76, 262
cellulotypie 8 , 29-30 Delille, J acq ues 64
Cemil Bey (Tanburi) 1 02 Detaille, Edouard 334
Cemil Efendi (hattat) 50 Diaz de la Pena 3 7, 262
Cervantes, Miguel de 36 Diehl, Charles 2 8 8
Cevad Bey ---. Göktengiz, Cevad (Üsküdarlı) Diyarbekirli Tahsin 2 72
Chalcondyle, Laonicus 2 9 3 Doktor Mazhar Paşa ---. Mazhar Paşa
Champollion, Jean-François 43, 1 3 3 Dresden Müzesi 226
Chaplin, Charles 8 8 , 1 1 3 , 1 62, 1 83 , 1 87, 2 73 D umas pere, Alexandre 1 76
Chardin, J ean-Ba ptiste 1 1 3 , 1 77 D upre, Jules 3 7, 5 3 , 2 5 9
Chauchard koleksiyonu 3 7-38, 44 Duran, Feyhaman xvıı
Chauchard, Alfred 3 7 Durer, Albrecht 2 7 1 , 297
Chlebowski, Stanislaus von 8 8 , 1 85 , 1 86 Duval, Mathias 54
349
E Germaner, Semra xıx
Ebuşşefik xıv, xvıı, 8 6 , 8 7, 95, 1 3 8 Gerôme, Jean-Lfon 2 3 , 25, 8 8 , 96, 1 85, 2 5 8
Ecole Rivale 279 Giotto di Bondone 4 7
Eflatun - Platon Goethe, Wolfgang 1 76, 220
Ehl-i Hıref xı Gorguet, A. F. 8
Eldem, Halil Edhem xıv, xvııı, 46, 8 8 , 89, 1 09, Göktengiz, Cevad (Üsküdarlı) 2 77, 278, 279
1 94, 228, 229 Gövsa, Alaeddin xvıı
Elvah-ı Nakşiye xvııı Grelot, Guillaume J. 2 9 3
Emin Efendi ( hattat) 5 0 Gudin, Thfodore 25 8
Emir Ahmed (müzehhip) 9 9 Guillaume, Albert 208
Emrah Efendi 203 Guimet, Jean Baptiste 1 9 7
Enjolras, Delphin 3 7 Guzzardi, Leonard 2 1 6
Eschyle 4 6 Gürpınar, Hüseyin Rahmi 2 0 1
Eşref Bey ( Galatasaray Sultanisi'nden, 1 9 1 4 ) 2 5 1 Güzel Sanatlar Birliği xı
Euripide 46
Evkaf Müzesi 200 H
Evliya Çelebi 256 H . H . 267
H . V. 68
F H . Avni - Lifij , Hüseyin Avni
F. Rebii 1 06, 1 3 7, 1 5 5 Hacı Kamil Efendi - Kamil Efendi ( Hacı)
Fahri ( Bursalı Oymacı) 247-250, 275, 284 Hadika-i Meşveret idadisi 25 1
Farisi ( Şeyh) (hattat) 276 Hafız Osman - Osman ( Hafız) (hattat)
Fehmi Bey ( Heykel bölümü, 1 9 1 1 ) 59 Hakkı Bey ( ilmi Efendi mahdumu) ( hattat) 50
Fehmi Efendi ( Hacı) (hattat) 50, 5 1 Hakkı Efendi (müzehhip) 1 00
Felatun - Platon Halid Bey ( hattat) 50
Fenelon, François 9 6 Halil Edhem - Eldem, Halil Edhem
Fenerci Mehmed - Mehmed ( Fenerci) Halil Paşa xvıı, 79, 80, 84, 8 8, 1 50, 1 52 , 1 53 , 1 54,
Ferah Tiyatrosu 1 4 1 1 55, 1 56, 1 57, 1 59, 1 60, 1 6 1 , 1 87, 1 95, 250
Ferid Bey ( hattat) 5 0 , 5 1 Hamdullah ( Şeyh) ( hattat) 1 2, 1 4
Ferik Tevfik Paşa - Tevfik Paşa ( Ferik) Hareux, Ernest 1 60, 1 62, 230, 2 8 1
Feyzi Uluğ 1 79, 226 Harpignies, Henri-Joseph 1 85
Fletcher, John 27 Hasan Fehmi ( Mimari bölümü, 1 9 1 1 ) 5 9
Ford, John 27 Hasan Hayreddin ( Heykel bölümü, 1 9 1 1 ) 5 9
François, Louis 1 57 Hasan Rıza 9 4 , 1 2 6 , 1 34, 1 42, 1 63 , 1 69-1 72 , 2 1 6
Fromentin, Eugene 3 7 Hasan Rıza Efendi ( Hacı) ( hattat) 50, 5 1 , 1 87
Fröbel, Friedrich 334 Hasib Efendi 248
Fuzuli 1 4 1 Hasibe Hanım 23 8
Hat ve Hattatan 248
G Hayette, François-Claude 43
Galatasaray Sergileri xı, xıv . Heraklitos 225
Galatasaray Sultanisi 43, 46, 1 0 8 , 2 2 8 , 2 5 1 Heratlı Abdullah 24 7
Galatasaraylılar Yurdu xı Hereke Fabrika-i Hümayunu 264, 2 6 7-270
Galib Bahtiyar 1 77, 2 9 8 Herodot 3 3
Galib Dede 1 4 7 Herrara, Francesco 36
Galos Efendi ( Mimari bölümü, 1 9 1 1 ) 5 9 Hicri Bey 167
Gelibolulu Ali Ahmed Efendi - Ali Ahmed Efendi Hikmet Bey ( Doktor) 320, 322
( Gelibolulu) Hilair, Jean-Baptiste 2 9 1
Gerard, François 8 8 Hoca Ali Rıza - Ali Rıza ( Hoca)
Gericault, Thfodore 1 76 Homere 262
350
Huet, Paul 3 7 J
Hugo, Victor 1 39, 1 76, 3 1 4 Jacque, Charles 3 7
Huguet, Victor 1 85 Jansens, Abraham 2 7
Hulusi (Hafız) ( hattat) 50, 5 1 Joconde ___. Mana Lisa
Hüseyin Avni ___. Lifij, Hüseyin Avni Joconde, Francesco de 1 5 1
Hüseyin Avni ( Resim bölümü, 1 9 1 1 ) 59 Jonson, Benjamin ( Ben Jonson) 2 7
Hüseyin Fuad ( Kuleli İdadisi'nden, 1 9 14 ) 2 5 1 Jordaens, Jacob 27, 1 1 0, 1 1 1
Hüseyin Haşim ıx, xıı, xııı, xvı, xvıı, 1 , 3 , 1 1 , 1 3 , ]ournal de Trevoux 2 93
1 4 , 2 2 , 2 6 , 3 1 , 3 5 , 40, 4 3 , 49, 5 1 , 5 8 , 60, 1 0 1 ,
1 2 8 , 1 52, 1 8 8 , 205 K
Hüseyin Hicri 307 kadınlık 1 76, 1 8 1 - 1 83 , 2 3 6 , 3 1 7
Hüseyin Kenan ( Heykel bölümü, 1 9 1 1 ) 59 Kağıtçılar Çarşısı 99
Hüseyin Rıfat (ressam) xvıı Kahramanzade Ahmed Ferid ___. Ahmed Ferid
Hüseyin Rıza Paşa 42 ( Kahramanzade)
Hüseyin Tahir ( Resim bölümü, 1 9 1 1 ) 59 Kamil Efendi4 ( Hacı) ( hattat) 50, 5 1
Hüsnü Efendi ( müzehhip) 1 00 Kamil Efendi (Hafız) ( hattat) 50
Hüsnü Efendi ( Hacı) ( hattat) 50, 5 1 Kariye Camii ___. Kora Kilisesi
Hüsnü Yusuf Bey (ressam) 46, 8 8 Kasparyan, Yervant ( Heykel bölümü, 1 9 1 1 ) 59
Katibzade Mehmed ___. Refi Mehmed Refi
1 ( Katibzade)
Icnitus 27 Kaymakam A. Rıza ___. Ali Rıza ( Hoca)
Ingres, Jean-Dominique 258 Kemal Emin ___. A. Kemal Emin
Isabey, Eugene 37 Kestner, Scheurer 1 9 8
Kolağası Yusuf Rami Efendi ___. Yusuf Rami
1 Kora Kilisesi 2 8 8-291
İbrahim Efendi (Değirmencizade Bursalı) 249, 275- Kuran, Abdullah xıx
277, 2 8 6 Kuyumcuyan, Hırant ( Mimari bölümü, 1 9 1 1 ) 5 9
İbrahim Efendi (Nakşi) ( oymacı) 250 Künhü 'l-Ahbar 2 4 8
İbrahim Efendi ( Şehri) ( oymacı) 250 Kütüphane-i Umumi 2 5 0
İhsan Bey ( Hafız) ( hattat) 50, 5 1
tlmi Efendi ( hattat) 50 L
İmad ( İranlı hattat) 276 La Chapelle, Georges 293
İmam Rıza Efendi ___. Rıza Efendi (İmam) La Condamine 3 3 6
İnal, İbnülemin Mahmud Kemal xvıı L a Fontaine 2 2 8
İsa Behzad 245, 246, 247 L a Haye Hazine-i Evrak-ı Kraliyesi 340
İsak Bey ( Resim bölümü, 1 9 1 1 ) 59 Laga, Mehmed Ali 1 6 7, 1 6 8 , 1 69, 1 70, 1 83 , 1 84,
İsmail Beliğ ( Bursalı) 248 207, 208, 209, 2 1 0
İsmail Hakkı (Bahriyeli) 5 9 Latour, Henri-Fantin 3 3 6
İsmail Hakkı (Kabataş Sultanisi'nden, 1 9 1 4 ) Le Brun, Charles 2 78
251 Leandre, Charles 2 1 4
İstanbullu Şefik Bey ( hattat) ___. Şefik Bey Lefebvre, Jules 2 5 8
(İstanbullu) Lfon, don Louis d e 3 6
İstefan Efendi ( Resim bölümü, 1 9 1 1 ) 59 Lfonard d e Vinci 1 5 1 , 1 76, 1 94, 22 1 , 222, 225,
İtalyan Lokali xı 273
İzzet Bey3 1 1 1 , 1 12 , 2 3 3 Les peintres du bosphore au dix-huitieme siecle
İzzet Bey ( Mesrur) ( heykeltraş) xı, 1 0 , 275, 284 xvıı
İzzet Bey (Şeker Ahmed Paşa mahdumu) 25 Leyde Etnografya Müzesi 340
351
Leyla Hanım ( Osman Hamdi Bey kerimesi) 1 23 Mekteb-i A liye-i Sultaniye ----+ Galatasaray Sultanisi
Libonis, Uon-Charles 1 60, 230, 2 5 8 Mekteb-i Sanayi ----+ Sanayi-i Nefise Mektebi
Lifij, Hüseyin Avni 8 4 , 1 1 3 , 1 57, 1 5 9 Melekpaşazade Ali Haydar Bey ----+ Ali Haydar Bey
Liotard, Jean- Etienne 2 9 1 Melling, Antoine Ignace 2 9 1 , 292
Lope d e Vega 3 6 Menakıb-ı Hünerveran 248
Lorichs, Melchior 2 9 3 Mercure de France 292, 3 3 9, 340
Lorrain, Claude 2 9 7 Mesrur İzzet Bey ----+ İzzet Bey ( Mesrur)
Louvre Müzesi 2 8 , 3 7- 3 8 , 44, 45, 4 6 , 7 3 , 8 3 , 8 8 , Meşaka Efendi ----+ Meşaka, Selim
1 1 0, 1 1 1 , 1 1 2, 1 1 3 , 1 5 1 , 1 62, 222, 226, 269, Meşaka, Selim 45, 8 8 , 236, 2 3 7
279 Michel, E mile 1 5 7, 1 5 9
Lutzov 2 8 9 Michelangelo, Buonarrotti (Michel-Ange) 5 4 , 6 3 ,
6 4 , 1 5 1 , 1 5 9, 1 62, 22 1 , 225, 273
M Midhat Rebii 8, 1 8, 20, 30
M. Adil Bey xvı, xvıı, 1 , 1 1 , 22, 3 1 , 2 9 1 , 3 3 5 Millet, Jean-François 3 7, 258
M . Sami ----+ Yetik, Sami Mimarzade Mehmed Ali Efendi ----+ Mehmed Ali
Mahir Bey ( Heykel bölümü, 1 9 1 1 ) 5 9 Efendi (Mimarzade)
Mahmud i l 1 3 Mişon Efendi (Mimari bölümü, 1 9 1 1 ) 5 9
Mahmud Bey (ressam) 1 04, 1 87- 1 8 8 , 1 8 9, 1 92 Mitov, Anton 1 95 , 229
Mahmud Celaleddin ( Resim bölümü, 1 9 1 1 ) 5 9 Moliere, Jean-Baptiste 95, 293
Mani ( İranlı nakkaş) 32 Mana Lisa 1 5 1 , 1 76, 222, 273
Mardik Efendi (Mimari bölümü, 1 9 1 1 ) 5 9 Mongeri, Giulio 60
Mardir, Asador ( Resim bölümü, 1 9 1 1 ) 5 9 Montagu, Walter 'Milord '/Mary Worthley 2 9 3 ,
Mariette, Auguste 4 3 336
Mariette, Pierre-Jean 292 Morales, Luis de 3 6
Markvichka ----+ Mrkviaka, Ivan Morin, Louis 2 8 1
Marlowe, Christopher 2 7 Mrkviaka, Ivan 229
Martin le Jeune ( Pierre-Denis Martin) 340 Muallim Vahyi ----+ Vahyi ( Muallim)
Maspero, Gaston 43 Muhsinzade Abdullah Bey ----+ Abdullah Bey
Massinger, Philip 27 ( Muhsinzade)
Matbaa-i Osmaniye 5 1 , 1 8 7 Mukbil Kemal ( Mimari bölümü, 1 9 1 1 ) 59, 60
Mazhar Paşa ( Doktor) 54 Muratori, Antonio 4 7
Mehmed Alaeddin ( Resim bölümü, 1 9 1 1 ) 5 9 Murillo, B. Estaban 3 6
Mehmed Ali Bey ( Zafirizade) ----+ Laga, Mehmed Ali Murtaza Bey xı, 3 8 , 4 8 , 6 5 , 67, 74, 76, 8 5 , 1 4 5
Mehmed Ali Efendi (Mimarzade) ( hattat) 50 Musika-i Hümayun 43
Mehmed Avni Bey ( hattat) 50 Musset, Alfred de 1 76
Mehmed Bahri ( heykeltıraş) 273, 274 Mustafa Efendi ( Hafız) ( hattat} 5 0
Mehmed Bey ( Hacı) (hattat) 5 0 Mustafa İzzet ( Yesarizade) ( hattat) 1 2, 5 1 , 1 2 8
Mehmed Efendi ( hattat) 50 Mustafa Kazım ( Resim bölümü, 1 9 1 1 ) 5 9
Mehmed Efendi (Dedezade) (hattat) 12 Mustafa Rakım Efendi ( hattat) 5, 1 2, 3 8 , 50, 1 27,
Mehmed ( Fenerci) 1 5 1 - 1 52 _
1 2 8 , 250,
Mehmed Esad el-Yesari, ----+ Yesari, Mehmed Esad Mustafa Şemseddin ( Mimari bölümü, 1 9 1 1 ) 5 9
Mehmed Faik 36, 44, 63, 9 3 Müfide Kadri 67, 6 9 , 7 1 , 72, 9 7
Mehmed Hamdi Efendi (hattat) 50, 5 1 Mühendishane-i Berri-i Hümayun 2 04
Mehmed Refi (Katibzade) ( hattat) 1 2 , 1 27 Mühlmann, Th. 2 8 9
Mehmed Sami Bey ----+ Yetik, Sami
Mehmed Süreyya 3 9 N
Mehmed Tahir ( Bursalı) 250, 277 Nabi 3 0 8
Mehmed Vahid Bey 7, 1 09 Naim Bey ( Resim bölümü, 1 9 1 1 ) 5 9
Meissonier, J. L. Ernest 37, 42, 44-46, 1 95 Nakşi İbrahim Efendi ----+ İbrahim Efendi (Nakşi)
352
Namık Kemal 200 Pissaro, Camile 259
Nami Efendi ( hattat) 5 0 Platon 1 72 , 270, 290
Nazif Bey (Hacı) ( hattat) 50, 5 1 Potier, Jules 43
Necmeddin Bey 3 1 3 Praksiteles 1 75
Necmeddin Bey ( Mimari bölümü, 1 9 1 1 ) 5 9 Prix de Chenavard 5 6
Necmeddin Efendi ( hattat) 50 Prix de Rome 56
Nedim Bey (ressam) 1 1 6, 1 3 8 Ptolemaios ---+ Batlamyus
Nicolay, Dauphinois 2 9 3 Pulgher, D. 2 8 9
Nobel Ödülü 2 8 0 Pythagoras 290
Nuri Bey (Mimari bölümü, 1 9 1 1 ) 5 9
R
o Racine, Jean 64
Ohannes Dadyan Bey xvı, 1 60, 1 6 1 Raffaelli, J. F. 1 1 0
Ohsson, Mouradjea 293 Raffaello Sanzio ---+ Raphael, Sanzio
Onat, Hikmet xı, 89 Raif Necdet 1 0 1
Onnik Efendi ( Mimari bölümü, 1 9 1 1 ) 5 9 Raphael, Sanzio x , 3 3 , 1 5 1 , 1 62, 1 75, 1 76, 2 2 1 ,
Orhan Bey ( Kabataş Sultanisi'nden, 1 9 1 4 ) 2 5 1 225, 226
Osgan Efendi ---+ Osgan, Y ervant Raşid Efendi ( Bursalı) ( hattat) 50
Osgan, Yervant 43, 59, 1 1 4, 228, 229 Recaizade Ekrem 1 2 1
Osman Asaf ---+ Bora, Osman Asaf Refet Efendi ( hattat) 5 0 , 5 1
Osman Efendi ( hattat) 50 Refik Bey 1 93 , 2 1 4, 274, 3 3 1
Osman ( Hafız) ( hattat) 1 2, 1 4, 38, 50, 1 8 7, 1 8 8 Refik Bey (hattat) 5 0
Osman Hamdi Bey 3 , 5 , 26, 3 8 , 43, 46, 77, 8 8 , 95, Rembrandt, Van Ryn 1 1 1 , 1 77
96, 97, 1 09, 1 1 7, 1 1 8, 1 1 9, 1 20, 1 22, 1 2 3 , 1 24, Repin, Ilya Y. 297
1 2 5 , 1 3 1 , 1 3 3 , 1 35, 1 40, 2 2 8 , 2 8 5 Reşad Fuad Bey 1 4 7
Osman Yemeni Efendi ( müzehhip) 1 00, 1 0 1 , 1 52 Revue Philomathique de Bordeaux et Sud - Ouest
Osman Zeki ( Heykel bölümü, 1 91 1 ) 5 9 340
Osmanlı arması 2 0 5 , 2 5 3 Rıfat ---+ Hüseyin Rıfat
Osmanlı Ressamlar Cemiyeti 2, 9, 1 0, 1 5 , 2 0 , 3 2 , Rıza Bey ---+ Hoca Ali Rıza
56, 60, 6 8 , 72, 78, 7 9 , 8 4 , 8 7 , 8 8 , 95, 9 7 , 1 66, Rıza Efendi ( İmam) ( Hattat) 1 8 8 , 1 89, 1 92
278, 280, 2 9 8 Richer, Pa ul 5 4
Otto Venius, Van veen 2 3 1 Rinmann, Sven 1 98
Oymacı Fahri ---+ Fahri ( Bursalı Oymacı) Robiquet, Pierre-Jean 254
Rombouts, Salomon 2 7
ö Rostand, Edmond 246
Ömer Adil xvıı, 2 9 1 , 335 Rousseau, Theodore 3 7, 258
Ömer Vasfi ( hattat) 50, 51 Royal Society of Landon xıx
Rönesans xm, 3 3 , 1 57, 1 75, 22 1 , 2 9 7
p Rubens, Peter Paul 2 7 , 3 3 , 9 6 , 1 1 0, 1 62, 23 1
Pannetier, M. 1 9 8 Ruhi Bey ---+ Arel, Ruhi
Panofsky, Eriwn xv Ruisdael, Jacob van 1 5 7
Papazyan, Diran ( Mimari bölümü, 1 9 1 1 ) 59
Paris Müsabakası 56 s
Pascal, Blaise 1 5 9 Saadeddin Efendi ( Hattat) 276
Peladan, J. 230, 273, 2 74 Sabit Bey ( mimar) 248
Perikles 3 3 Sabit Paşa ( hattat) 205, 223
Phidias 2 8 , 1 75 Sadi ( Şeyh) 99
photolithographie 205 Safvet Bey 98, 1 3 0
phototypie 205 Safvet Efendi ( müzehhip) 1 00
353
Saint François d ' Assise 47 Şeyhülislam Veliyüddin Efendi - Veliyüddin
Saint Petersburg Akademisi xıx Efendi ( hattat}
Saint-Luc Akademisi 2 79
Salon carre 279, 2 8 0 T
Sami Bey - Yetik, Sami Tahsin Bey5 2 72
Sami Bey (Topçu Harbiyesi resim muallimi) 2 1 3 , Tahsin Efendi ( hattat) 50, 5 1
2 1 4, 2 1 5 Tahsin Efendi ( Hafız) ( hattat) 50, 5 1
Sami Efendi (hattat) 50, 5 1 , 1 00, 149, 1 5 8 , 224 Taine, Hippolyte xvıı, 26, 2 7, 2 3 0
Sand, George 1 76 Tekezade Said B e y (ressam) 1 0, 2 4 0 , 24 1 , 242,
Schreyer, Adolf 1 85 243, 276
Schulz, G. 227 Tessaert, M. 1 97
Scott, George 8 Teşrih-i Tavsifi 54
Sedefkar Vasıf Bey - Vasıf Bey Tevfik Bey ( hattat) 50, 5 1
Seignobos, Charles 1 77, 1 96, 2 2 1 Tevfik Bey ( Mimari bölümü, 1 9 1 1 ) 59
Selim Meşaka - Meşaka, Selim Tevfik Efendi ( Bursalı Raşid mahdumu) ( hattat) 5 0
Sem, Goursat 2 1 0, 2 1 4 Tevfik Fikret 200
Seyyid Mehmed ( Resim bölümü, 1 9 1 1 ) 3 5 , 59, 7 8 Tevfik Paşa ( Ferik) (ressam) 8 8
Shakespeare, William 2 7, 1 3 9 Theuriet, Andre 1 05
Simon Efendi (Mimari bölümü, 1 9 1 1 ) 5 9 Tirso de Molina 3 6
Sinemoğlu, Nermin xıx Tocqueville, Alexis 1 76
Siyan Efendi ( Resim bölümü, 1 9 1 1 ) 5 9 Tomas Efendi (ressam) 264, 267-2 6 8 , 269, 2 70
Societa Opera xı Topçu Harbiyesi 2 1 3
Sophocle 46 Tophane Resimhanesi 204
Spencer, Herbert 3 3 2 Trabzoni Osman Yemeni Efendi - Osman Yemeni
Stöwer, Willy 1 95 Efendi ( hattat}
Subhi Bey ( Mimari bölümü, 1 9 1 1 ) 59 Troyon, Constant 37
Sultanselimli Hafız Hulusi - Hulusi ( Hafız) Turner, William 297
Suriyeli Ahmed Bey - Ahmed Bey ( S uriyeli) Türk Ressamlar Cemiyeti xı
Süleyman Seyyid 88, 1 85, 1 95 Türk Sanayi-i Nefise Birliği xı
Türkler Tarihi 293
ş
Şefik Bey ( lstanbullu) ( hattat) 256, 276 u
Şefik Efendi ( Hacı ) ( hattat) 1 5 8 , 1 9 1 Ussi, Stefano 1 85
Şefik Efendi (hattat) 1 9 1 Uşaklıgil, Halid Ziya 1 06, 2 0 1
Şehri lbrahim Efendi - Ibrahim Efendi ( Şehri)
Şehzade Abdülmecid xıı, xvı, xvıı, 2, 14, 1 5 , 1 9, Ü
20, 26, 5 1 , 1 00, 1 2 1 , 1 52 Üsküdarlı Ahmed Bey - Ahmed Bey (Üsküdarlı)
Şeker Ahmed Paşa - Ahmed Paşa ( Şeker) Üsküdarlı Cevad - Göktengiz, Cevad (Üsküdarlı)
Şemsi Bey (ressam) 1 90
Şeref Bey (Fatih Merkezi Rüştiyesi'nden, 1_9 1 4 ) 2 5 1 v
Şerif Abdülkadirzade Hüseyin Haşim - Hüseyin Vahid Bey - Mehmed Vahid Bey
Haşim Vahyi (Muallim) 239, 267, 3 0 3 , 3 1 3
Şerif Ferid 20 Valeri, Salvator 42, 43, 56, 59, 6 8 , 7 1 , 228, 229
Şevket Bey ( Kabataş Sultanisi'nden, 1 9 1 4 ) 2 5 1 Valle, Pietro della 292
Şevket Bey - Dağ, Şevket Van Dyck, Anthony 27, 1 1 0, 1 1 1 , 257, 258, 259,
Şevket Efendi ( müzehhip} 1 0 0 319
Şeyh Hamdullah - Hamdullah ( Şeyh) Van Eyck 23 1
Şeyhülislam Veliyüddin Efendi - Veliyüddin Efendi Van Loo, Carle 237
354
Van Marcke, Emile 1 8 5 Watteau, Antoine 1 1 0
Van Mour, Jean-Baptiste xvıı, 2 9 1 , 292-295, 335-342 Webster, John 27
Van aort, Adam 2 7 Weismann, August 3 3 3
Van Oost, Jacob 27
Van Roose, Charles 27 y
Van Thulden, Theodoor 27 Yesari, Mehmed Esad ( hattat) 1 2, 50
Vannucci, Pietro 225 Y esarizade Mustafa İzzet ___. Mustafa İzzet
Varanja n 59 (Yesarizade)
Vasfi Efendi ( hattat) 50 Yetik, S�mi ( Mehmed) ıx, xı, xvıı, 38, 46, 57, 7 1 ,
Vasıf Bey ( Sedefkar) 252-253, 254, 257, 283 75, 76, 78, 79, 80, 8 1 , 8 4 , 8 6 , 89, 97, 1 00, 1 03 ,
Vasilaki ( kemençeci) 72 1 6 � 1 6 8 , 1 72, 1 80, 1 86, 2 1 1 , 2 1 3, 239, 2 8 1 ,
Vatan 2 8 287
Velazques, Diego 3 6 , 1 1 0 Yunus Emre 3 0 0
Veliyüddin Bey ( Mimari bölümü, 1 9 1 1 ) 5 9 Yusuf Paşa ( besteci) 1 02
Veliyüddin Efendi ( hattat) 1 2 Yusuf Rami Bey 54
Vereshchagin, Vasily 2 9 7 Yvon, Adolphe 88, 1 85
Verne, Jules 1 03 , 1 04, 1 05
Vernet, Horace 2 5 9 z
Versailles Müzesi 340 Zafirizade Mehmed Ali Bey - Laga, Mehmed Ali
Vibert, Jehan Georges 1 93 , 230, 2 3 1 , 232, 2 6 1 , Zarzecki, Warnis J. 56, 229
263, 2 8 1 , 2 84, 2 8 5 Zegers, Gerard 2 7
Virgile 1 77 Zehrab Efendi 1 0 9
Vitruvius 226 Zeki Dede ( Bursalı) ( hattat) 276
Vuez, Arnold de 292 Ziem, Felix 3 7
Ziya Paşa 46
w Zonaro, Fausto 2 9 7
Warnia - Zarzecki, W arnis J . Zurbaran, Francisco d e 3 6
Washington, Georges 1 85 Zühdü Bey ( Mimari bölümü, 1 9 1 1 ) 5 9
355
DoCRU -YANLIŞ CETVELİ
2
47-1- 1 3 edebiyat tedrisi edebiyat-ı tedrisi
47-11-alttan 2 8 his hüsn
48-1- 1 alemden ilimden
50-1-27 alim-i alem-i
50-1-32 hatt-ı salis hatt-ı sülüs
50-1-alttan 6 seryazı-ı serbazi-i
5 1 -1-22 cemile-i cümle-i
5 1 -1-30 mahir-i dakayık-ı hata mahir, dakayık-ı hatta
52-1-5 meyl-i tabiatının meyl-i tabiinin
52-11-alttan 1 5 muadillere muadelelere [eşitliklere]
52-11-alttan 8 fasıla fasile [familya]
53-1- 1 2 Nazre-i evvelide Nazre-i ulada
54-1- 1 5 [uçtuğunu] [uçuştuğunu]
55-1- 1 4 ictisasat-ı dimağiye ve ruhiyesinin ihtisasat-ı dimağiye ve ruhiyesinin
[ruhi ve zihni araştırmalarının] [ruhi ve zihni duygulanımlarının]
55-11-1 8 altında} altında] bulunmakla
55-11-29 fikr-i fikri
55-11-alttan 6 tebriken teberrüken
55-11-alttan 2 belgesi] belgesi], takdirname
56-1-27 mevcudinin mucidinin
56-11-25 tavr-ı bittabisi tavr-ı bitabisi
56-11-alttan 3 zahmeleri [darbeleri] dahmeleri [mezarları]
59-11-alttan 22 Mardir ve Siyan Mardirusyan
60-11-alttan 20 Ressamın Resmin
60-11-alttan 4 fenn-i nefis fenn-i nefis-i
63-11-alttan 12 mevcutları mucitleri
64-1-3 evza-ı aziliyeyi evza-ı adeliyeyi
[olmazsa olmaz durumları] [kasların durumunu]
64-1-alttan 1 1 halk-ı hulk-ı
65-11-25 mütevecceh müteveccih
65-11-32 sath-ı cenubi sath-ı cembi
65-11-son satır halefi ye halfiye
68-11-3 Bittevfike Bitevfikihi
69-1- 1 (şiir) feyyazın feyyazını
69-1-2 (şiir) peder ve peder ü
69-1-4 (şiir) lahtuna Iahutuna
69-1-5 (şiir) muhayyer hayr-i
69-1-5 musavver musavvır
69-1-son satır şan şan da
69-11- 1 sıra perde-i seraperde-i
69-11-2 perrani perranı
69-11-son satır şan şan da
72-1-alttan 8 "Kaynana kaynana" " Kaynana kayna"
72-11-8 Garp Arap
75-1 Eslaf-ı üstaddan Eslaf-ı üstadan-ı sanayi-i nefise-i
[öncellerimiz olan] Osmaniye'nin
sanayi-i nefise-i Osmaniye'nin [Osmanlı sanatçılarının]
75-7 malik bulunan zevatın, asar ve müteallik
75- 1 6 siyak ü sibak [sözün gelişindeki] siyak ü sibak-ı kelimatdan
kelimattan
77-11-alttan 24 ressamın resmın
3
82-1-7 latifü'n-nazar latifü'l-manzar
83-II-alttan 1 7 evrengi [süsü] örneği
85-II-alttan 3 muvazza ve hadedlerini mevzi ve hadlerini
89-II-1 4 nuhusti-i talihi [ilk şansı] nuhuset-i talihi [kötü talihi]
9 1 -1- 1 2 zulmet-i bipayan zulmet-i bipayan-ı
9 4 (resimaltı) BİNA-YI BANl-1
95-l-alttan 1 0 zahirin zahirbin [görünüşe bakan]
95-II-alttan 6, 1 0 hekim hakim [bilge]
96-1-1 5 bayağılık adilik
98-1- 1 3 milletimizin malımızın
99-1-7 nur hissinin nur-ı hüsnün
1 00-II-9 Yemeni Efendi Yümni Efendi
1 0 1 -1-5 cilvekari tezhip cilvegeri-i tezhib [tezhibin ışıltısı]
1 0 1 -1- 1 1 Yemeni Efendi Yümni Efendi
1 0 1 -l-alttan 1 6 müvecceh [ilgi] mevce [dalga]
1 0 1 -l-alttan 1 7 müvecceh-i perestiş ve heyecan mevce-i perestiş ve heyecan
[tapınma ve heyecan dalgası]
1 04-1-4 ızlal-ı nisyanı ezlal-ı nisyanı
[unutuşun yoldan çıkarışı] [unutuşun gölgeleri]
1 06-1-22 zehrenin [çiçeğin] zührenin [çoban yıldızının]
1 06-l-alttan 2 önü onu
1 06-II-alttan 1 5 Raif'in Raik'in
1 07-1-1 1 kulaksız kolasız
1 07-l-alttan 26 bundan benden
1 07-l-alttan 3 kızlı kızıl
1 09-1-5 sınaatpervesine sınaatperverisine
1 09-1- 1 1 müktesibelerini müktebeselerini
1 09-l-alttan 1 8 Zehrab Efendi Zöhrab Efendi
1 09-II- 1 6 müessır-ı measir-i
1 1 0-II- 1 0 berhayat-ı berhayat,
. . . . .
4
1 4 1 -I-1 5 birinin bir bey
1 4 1 -II- 1 0 evvelkilere o lekelere
1 42 (resimaltı ) ' Edirne Sanayi-i Edirne Sanayi
1 4 6-II-1 3 kısm-ı süfelasına kısm-ı süflasına [alt kısmına]
1 46 (resimaltı) cebhisi cenbisi
1 46-II-alttan 6 mufassallanırlar mafsallanırlar
1 49 (resimaltı) bedi anamesi bedianüması
1 5 1 -I-29 muhabbette mahbeste [hapisanede]
1 5 1 -I-alttan 1 7 meşgul müştagil [meşgul]
1 52-I-4 halki-i hulki-i
1 52-II-9, 1 1 , 32 Yemeni Efendi Yümni Efendi
1 52-II- 1 6 açtığı saçtığı
1 52-II-alttan 1 3 resimlerini resimlerini görmek arzusunu
1 53-I- 1 0 deniyor didiniyor
1 53-II-4 ali hale ala halihi [olduğu gibi]
1 54-I-3 in sal ittisal [bağlantı]
1 54-I-20 tutmak tatmak
1 54-I-32 aldığını olduğunu
1 58 (resimaltı) üstadı Hatt-ı üstad-ı hattı
1 59-I- 1 3 ifadesini faydasını
1 59-II-alttan 5 hissin kabulü hüsn-i kabulü
1 59-II-alttan 2 nezihe ne nezih
1 62-I-alttan 1 4 ölür olur
1 65-I-8 arzıye arazıye
1 66-1 8 hele ki helaki
1 67-I-1 7 Vecden Ve cidden
1 67-II-24 sen sırrı
1 67-II-alttan 1 6 büyük, bu pek
1 67-II-alttan 1 2 ırk-ı cebini arak-ı cebini [alınteri]
1 68-I-alttan 24 "İlk gelenden "Elin gülünden
1 69-I- 1 5 bir akşamdır bırakmıştır
1 72-I-2 ihbar icbar [zorlama]
1 72-I-9 [can çekişmesinin sonunda] [can çekişen tepesinde]
1 72-II- 1 6 muharrik muhrik [yakıcı]
1 73-II-5 ezvak [zevklerin] o zevk
1 73-II-7 huzur-ı hazz-ı
1 73-II-1 3 kabiliyet ve kabiliyet-i
1 74-II-1 güzel gözle
1 75-10 hurde-i hurde
1 76 (resimaltı) GİRERKEN GİDERKEN
1 78 -5 mühibbi mehibi
1 79 (resimaltı) GÖRÜRKEN GÖTÜRÜRKEN
1 8 1 -II-alttan 5 temaşa-i mübdii timsal-i mübdii
[benzersiz seyri] [benzersiz örneği]
1 8 1 (resimaltı) ŞEREFLİ ŞEREFELİ
1 82-I- 1 3 simalardakinden semalardakinden
1 82-II- 1 7 birer vezinden bir revzeninden [penceresinden]
1 82 (resimaltı) MEŞGUL-İ HAYAL MEŞGUF-İ HAYAL
1 83-1 8 pü r a n ı [alımlı perran ı [geçici
1 8 3-27 şeriat şiiriyet
1 84 (resimaltı) ARYA ARDA
5
1 84 (resimaltı) KÖŞE KÖŞE-! BERFPUŞ
[karla kaplı köşe]
1 85-II-alttan 2 esb-i süvar esbsüvar
1 87-I-alttan 1 3 Tabiattaki Tabiatındaki
1 8 7-II-alttan 1 7 bülend-i iktidar bülend-iktidar
1 8 8 (resimaltı) cüze cüz
1 94-I-29 mekteb-i hali mekteb-i ali
1 95-I-alttan 6 sahne-i saniha-i
1 96-I-alttan 1 5 atölyelerin o tabloların
200-I-alttan 27 Vatan' da Tanin' de
203-II- 1 1 Emrah Emrullah
203-II-son satır evla-yı ula-yı
202, 204 (resimaltı) Suriyeli Servili
204-II-5 Suriyeli Servili
209 (resimaltı) Fususun [değerli taşların] Fusfü'un
209 (resimaltı) [irfan şerhi] [irfan sahibi şerhçisi]
2 1 5-I- 1 3 mefkı1reye müfekkireye
2 1 5-II-4 temsil temessül
2 1 6 (resimaltı) eser-i metrukesinden asar-ı metrukesinden
2 1 7-II-2 mihrab-ı muhrib-i
2 1 8-II-alttan 4 mefkureyi [ideali] müfekkireye
2 1 9 (resimaltı) revzen-i sanat-ı numune revzen-i sanatnumune
[sanat değeri olan pencere]
226-II-3 Floransa'daki Plaisance' daki [Piacenza]
227-I-9 haiz caız
228-I-30 şahit şahid-i
228-II-alttan 5 kongrelerde konkurlarda
230-I-2 hükmiyanede hakimanede
231 -I-27 dolayısı ile tılası ile
232-alttan 2 Ressam Asaf Osman Asaf
236-I-alttan 6 fikr-i fakr-ı
238-II-son satır usul-i aşina usul-aşina
245-II-8 imalidir amalidir
247-II-alttan 9 helal halel
248-II-30 en afis enafis-i
248-II-alttan 1 4 sahib-i sahibi
248-II-alttan 1 1 lanazir [benzersiz] alem lanazir-i alem
250-II-alttan 4 şebb-i çirağ şeb-çirağ
259-1-alttan 6 keşfiyeyi kesifeyi
259-I-alttan 5 maziye-i müşaşayı [geçmişin muzıe-ı
260-I-alttan 1 1 gayri kabil gayri kabil-i
.
6
268-l-alttan 8 ateş-i iştiyakini ataş-ı iştiyakini
[şevk ateşini] [özlem susuzluğunu]
268-II- 1 7 telakki telafi
274-II-6 mefkurenin müfekkirenin
275-l-alttan 1 2 tevfik tevfik-i
275-l-alttan 1 0 de reh [yol] dere
275-II-alttan 4 Kerimi Kırımi
276-1-1 3 Farisi'den Farisidan [Farsça uzmanı]
278-II-7 damağımda dimağımda
2 8 1 -II-alttan 4 tairuya taireye
284-l-alttan 6 elvan-ı elvan
28 9-1- 1 6 ( 1 328-1 382) ( 1 2 82- 1 32 8 )
290-1-alttan 24 hekimlerini hakimlerini
298-1- 1 5 ocaklara evciklere
298-1-alttan 2 1 koruyanlara kuruyanlara
299 (resimaltı) nevvar-ı nevvar
300-1-1 6 kadem kıdem
300-1-27 uzandığı özendiği
300-1-alttan 24 önünde onda
305-1-6 kuvvetlisidir kutlusudur
3 1 1 -1-3 vicdanımıza ecdadımıza
3 1 1 -1-1 5 usarenüma usare-ı nema
3 1 2-1-9 [taşkınlık veren fakirliğin] [feyiz dolu eserlerin]
3 1 3-II-26 harfidir hırefidir
3 1 4 (resimaltı) hizmet-i hizmeti
3 1 7-II-8 maarife [bilgilere] muarefe [yakınlığa]
3 1 8 (resimaltı) HAVABİDE HABİDE
328 (resimaltı) CİVARINDA CİVARINDAN
334-1-alttan 1 7 mevki-i icale [ön saflara] mevki-i ibcale [ulu yere]
334-1-alttan 9 döküldüğü dövüldüğü
335-1-alttan mahal telakki mahal-i telaki [buluşma yeri]
340-1- 1 3 dairen medar-ı dairen-madar [çepeçevre]
340-II-23 İbrahim [Abraham] koleksiyona Abraham Calkoen'e
343-1 4 Bina-yı Bani-i
344 alttan 5,6,7,8 Suriyeli Servili
348-1 Ahmed Bey (Suriyeli) Ahmed Bey (Servili)
348-l Ahmed Cevdet Ahmed Cevad
350-l Emrah Emrullah
352-l Mardir Mardirusyan
353-l Osman Yemeni Osman Yümni
354-l Suriyeli Ahmed Bey Servili Ahmed Bey
354-II-22 Yemeni Efendi Yümni Efendi