You are on page 1of 22

T.

C
Kütahya Dumlupınar Üniversitesi
LİSANSÜSTÜ EĞİTİM ENSTİTÜSÜ

Kamu Yönetimi / Uzaktan Öğretim Tezsiz Yüksek Lisans


Bahar Programı / 1. Dönem

Ders
ÇEVRE POLİTİKALARI

ÖĞRETİM ÜYESİ

Doç.Dr. Murat YAMAN

Ödev Konusu:

KÜRESEL ISINMA VE TÜRKİYE’YE ETKİLERİ

Hazırlayan
Vakkas KURT
Öğrenci No: 202185322234

2022
GİRİŞ / SUNUŞ
Bu ödev çalışmasında özelikle son 30 yılda başta insanlığın olmak üzere dünyamızda
yaşayan tüm canlı türlerinin yaşam alanına büyük zararlar veren ve üzerinde yaşam alanı
bulduğumuz doğanın tüm dengesinin bozulmasına yol açan, büyük iklim hareketlerinin
oluşmasına neden gösterilen ve büyük çapta coğrafi felaketlere kaynak gösterilen küresel ısınma
terimi incelenecektir.

Küresel ısınma olarak başlayan bu felaket, bilim adamlarının uzun yıllar yaptıkları
incelemeleriyle beraber artık günümüzde küresel iklim değişikliği terimi olarak devam etmektedir.
Öyle ki, Türkiye’mizde Çevre ve Şehircilik Bakanlığının adı Çevre, Şehircilik ve İklim
Değişikliği Bakanlığı olarak da değiştirilmiştir. Önceleri sera gazlarının etkisi, sera gazı salınımı,
karbon salınımı ve küresel ısınma gibi terimlerle hayatımıza giren bu coğrafya terimi, artık iklim
değişikliği olarak tanımlanmaktadır. 1994 yılında yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler İklim
Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi de bunun en büyük göstergesidir.

Başlangıçta tüm dünya da önemi pek kavranmayan ve zaman geçtikçe büyük coğrafik
felaketlere ve büyük iklim değişikliklerine yol açtığı bilimsel araştırmalarca kanıtlanan küresel
iklim değişikliklerinin nedeninin genel olarak sanayileşmeden kaynaklandığı ispatlanmıştır.
Sanayi devrimi ile fabrikalarda, kara, hava ve deniz ulaşım araçlarında kullanılan kömür ve
petrolden çıkan gazların dünyaya salınımı, daha sonra enerji üretim miktarının artması ve enerji
üretiminde kullanılan katı yakıtların ve sıvı gazların atıklarının dünya atmosferine salınımı ve
nihayet gelişen hayvansal üretim faaliyetleri ve organik olmayan tarımsal faaliyetlerin de artmış
olması, yaklaşık yüzyıldır maalesef dünyamız atmosferini kirletmektedir. Yüz yıl evvel bu
tehlikenin varolacağını kestiremeyen insanoğlu 1980’li yıllardan itibaren bu konuya önem
vermeye başlamış ve çareler üretmeye gayret göstermiştir. Bugün itibariyle kirlenen Dünya
atmosferinin artık bu yükü kaldıracak durumda olmadığı apaçıktır ve acilen ciddi çalışmalar
yapılarak atmosferin temizlenmesi gerekmektedir.

1994 yılından beri bilim adamlarının çabalarıyla uluslararası çözümler ve sözleşmeler


yoluyla insanlık Küresel Isınma Felaketine karşı önlemler almaya başlamıştır. Dünyamız artan
sera gazları etkisiyle her geçen yıl daha da ısınmakta ve küresel bir yok oluş felaketine doğru
ilerlemektedir. Buzulların erimesi ve deniz yüzeylerinin yükselmesi, Tsunami ve sel felaketleri
gibi olağanüstü doğa hareketlerinin yaşanma sıklığının artması bu küresel felaket senaryosunun en
büyük kanıtlarıdır. Maalesef ki bu küresel felaket, dünyadaki beş on ülkenin yaptığı çabalar ile
üstesinden gelinemeyecek kadar büyük ve tüm dünyanın topyekün bir mücadelesini gerektiriyor.
Hal böyle olunca da meselenin ne kadar önemli olduğu anlaşılmış olmaktadır.

İşte 3 bölümden oluşan bu ödevimizin ilk bölümünde küresel ısınma kavramı üzerinde
durularak,küresel ısınmaya yol açan nedenlerden bahsedilecek, ikinci bölümde küresel ısınma
sorununa çözümler arayan uluslararası çalışmalardan ve Türkiye’nin dahil olduğu anlaşmalardan
bilgi verilecek, üçüncü bölümde ise küresel ısınmanın Türkiye’ye genel etkilerinden bahsedilerek
mevcut durum analizi yapılacaktır. Ayrıca en sonda ise kişisel bir değerlendirme ve kritik
yapılarak çalışma bitirilecektir. Saygıyla.

Vakkas KURT

BÖLÜM 1
KÜRESEL ISINMA NEDİR ?
Küresel ısınma kavramı ilk defa 1992 Rio Dünya Zirve’sinde dile getirilmiştir. Bu
zirvede küresel ısınma kısaca insanların dünya gezegeni üzerindeki mevcut iklim sistemine
yönelik tehlikeli etkileri olarak değerlendirilmiştir. Yapılan Zirvede, küresel ısınmanın varlığına,
1800 yılından beri dünyada ölçülen hava sıcaklıklarının kıyaslaması ile varıldığı belirtilmiş ve
Dünya atmosferindeki sıcaklığın 2 °C’den fazla artmasının önlenmesi gerekliliği üzerinde
çalışılmıştır. Dünya kamuoyu, Rio zirvesinin ardından küresel ısınmaya neden olan sebepler
üzerine araştırmalarını derinleştirirken, Karbondioksit (CO2) ve Metan gazı gibi sera gazlarının
etkisi üzerinde de durmaya başlamıştır. (KAYNAK:intell4.com sitesi) Kısaca dünya atmosferinin
ısınması olarak açıklayacağımız küresel ısınmaya ve dünya ülkelerinin bu konudaki tüm
faaliyetlerine, Dünyanın atmosfer sıcaklığını 2 derecenin altında tutma çabaları ve sera gazının
zararlı etkilerini azaltma çabaları olarak görebiliriz.

→ PEKİ NEDİR? SERA GAZI / → SERA ETKİSİ :

Sera gazları (İngilizce: greenhousegas, bazen kısaltılmış şekilde GHG), Dünya'nın yüzeyi,


atmosferi ve bulutları tarafından yayılan kızılötesi radyasyon spektrumu dahilinde belirli dalga
boylarındaki radyasyonu emen ve yayan, atmosferin hem doğal hem de antropojenik (insan
kaynaklı)  gaz halindeki bileşenleridir. Bu özellikleri nedeniyle, sera etkisine neden olarak
dünyanın ısınmasını sağlayarak doğal dengeyi korumuş olurlar.  Su
buharı (H2O), karbondioksit (CO2), nitröz oksit (N2O), metan (CH4) ve ozon (O3) başlıca sera
gazlarıdır.
DİKKAT:
 Sera gazları olmasaydı, Dünya yüzeyinin ortalama sıcaklığı mevcut
ortalama olan 15 °C yerine yaklaşık -18 °C olurdu. Bu da canlı yaşam alanlarının büyük
oranda kısıtlanmasına yol açardı. (KAYNAK:tr.vikipedia.org sitesi)

Sera Etkisi: Dünyamız, üzerine düşen güneş ışınlarından ziyade, dünyadan yansıyan güneş
ışınlarıyla ısınır. Bu yansıyan ışınlar başta karbondioksit, metan ve su buharı olmak üzere
atmosferde bulunan gazlar tarafından tutulur, muhafaza edilen bu ısı sayesinde dünya ısınır.

→Işınların bu gazlar tarafından tutulmasına sera etkisi denir. .(KAYNAK:tr.vikipedia.org sitesi)

Sera
etkisini
anlatan
şema
Günümüzdeki tehlike karbondioksit ve diğer sera gazlarının miktarındaki artışın bu doğal
sera etkisini şiddetlendirmesinde yatmaktadır. Binlerce yıldır dünyamızdaki karbon kaynakları
kararlı kalırken, şimdi modern insanoğlu aktiviteleri, fosil yakıtların kullanımı, ormanların yok
oluşu, aşırı tarım yapılması, atmosfere olması gerekenden büyük miktarlarda karbondioksit ve
diğer sera gazlarının salınmasına sebep olmaktadır. Böylece atmosferdeki sera gazları artmaktadır
ve bu gazlar da dünyaya gelen ışınları tutmaktadır. Bu tutma oranı arttıkça dünyamız daha çok
ısınmakta ve başta buzulların erimesi olmak üzere fırtınalar, tsunamiler, dere taşmaları gibi bir çok
doğal afetler oluşmakta, kısaca doğal denge bozulmakta, bu ise iklim değişikliklerine yol
açmaktadır.

Küresel ısınma, sera etkisiyle atmosferin periyodik olarak sıcaklığının artarak ısınması olup, doğal
bir süreçtir. İnsanların aktiviteleri sonucunda atmosfere, özellikle gazların girdileri arttığından
etki giderek fazlalaşmaktadır. 16.02.2001 tarihinde Cenevre’de açıklanan BM Çevre Raporu'na
göre 21. Yüzyılda, ortalama hava sıcaklığının 1,4 °C ile 5,3 °C arasında artacağı, buzulların
erimesiyle denizlerin 8–88 cm kadar yükseleceği, uzun vadede dünyanın fiziksel yapısında geri
dönüşümü olmayan değişiklikler ortaya çıkacağı düşünülmektedir.(KAYNAK:tr.vikipedia.org sitesi)

BAŞKA BİR İFADEYLE İklim değişikliği ya da Küresel ısınma, karbondioksit gibi ısıyı tutan


gazların atmosferde artmasıyla oluşan ve atmosfere salınan sera gazlarının neden olduğu
düşünülen sera etkisinin sonucunda, Dünya üzerinde yıl boyunca kara, deniz ve havada ölçülen
ortalama sıcaklıkların artması nedeniyle Dünyanın ikliminin değişmesidir. Günümüzde iklim
bilimciler (klimatolog) küresel ısınma konusunda hemfikirdirler.

Yukarıdaki grafikte de görüldüğü gibi dünyamızın sıacaklığı artmaktadır. 20. yüzyılın ikinci
yarısından itibaren sanayileşme, sera gazları, nüfus artış hızı, hidrokarbona dayalı yakıt kullanımı
küresel ısınmanın önlenemez bir noktaya doğru hızla ilerlemesine neden olurken CO2
emisyonunun etkisi ise tartışmasız kabul edildi. Bugüne kadar kaydedilen en yüksek sıcaklığın
2000 yılından sonra kaydedilmesi tehlikenin son yıllarda arttığına işarettir.

2019 yılı küresel ısınmanın rekoru olarak istatistiklerde yerini alırken yalnızca Türkiye’de 935 sıra
dışı hava olayı kayıtlara geçti. Avrupa Orta Vadeli Hava Tahminleri Merkezi (ECMWF)
tarafından oluşturulan Copernicus İklim Değişikliği Servisi’nin (C3S) hazırladığı 2019 Avrupa
İklim Durumu Raporu’nda ise dünya genelinde 1979’dan 2019 yılına kadar uzanan en kapsamlı
analize yer verildi.
2100 YILINDA GERÇEKLEŞMESİ BEKLENİYORDU/ ERKEN ISINDIK

Tüm dünyayı etkisi altına alan yeni tip koronavirüs (Covid-19) sürecinde milyonlarca
insan evlerine kapandı. Bu süreçte şehirlerde yaşanan hareket azalması, sanayi de üretimin
durması gibi etkenlerle hava temizliğinin umut verici bir ilerleme kaydetmesi insanlığı
sevindirmişti. Ancak bu sevinç kısa sürdü ve  ‘normalleşme’ süreci ile birlikte yerini yeniden
küresel ısınmaya etki eden değişimlere bıraktı. Dünyanın en yüksek noktalarından Sibirya’da
sıcaklığın 37.7 dereceye kadar ulaşarak rekor kırması sevincin yerini kaygıya bırakmasına neden
oldu. Hava sıcaklığının -64 derecelere kadar düştüğü Sibirya’dan gelen bu haber sosyal medyada
da büyük yankı uyandırırken, tahminlerde de önemli oranda sapma meydana geldi. 2019 yılında
Nature dergisinde yer alan bir bilgiye göre, 1992 - 2017 yılları arasında 3 trilyon buzul eridi. 1970
yılından bu yana her saniye 2 bin 500 ton (1 olimpik havuz), her iki günde bir 1 gigaton (400.000
olimpik havuz büyüklüğünde) buzul erimeye devam ediyor. Bu durum Dünyamızın beklenenden
çok daha erken ısındığını gösteriyor. Kısaca Dünyanın hızlı ısınması durdurulamıyor ve insanlığın
bu duruma acil çözüm bulması gerek.

DÜNYAMIZDAKİ İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN VEYA KÜRESEL ISINMANIN


VEYA SERA ETKİSİNİN ARTMASININ NEDENLERİ
Bugün bilim çevrelerinde küresel ısınmada baş sorumlunun karbondioksit oranının
artması olduğuna inanılmaktadır.(KAYNAK:intell4.com/dünya)
Doğal nedenlere bağlı olarak milyonlarca yıldır bir salınım şeklinde devam eden iklim
değişiklikleri görülmektedir. Bu doğal sürecin dışında, insan eylemleri sonucu ortaya çıkan
olumsuz çevresel baskılar iklim değişikliklerine etki etmektedir. İklim değişikliğine insanların
etkisi fosil yakıt tüketiminin artması sonucu ortaya çıkar. Kısaca, artan insan faaliyetleri sonucu
ortaya çıkan sera gazlarının atmosferdeki oranının artması, küresel ısınmaya yol açarak iklim
değişikliğine sebep olur. En önemli sera gazlarından biri olan karbondioksit (CO 2); araç
egzozlarından, ısınma amaçlı yakılan yakıtlardan, fabrika bacalarından atmosfere bırakılmaktadır.
Dünya genelindeki fosil yakıttan emisyonların yaklaşık yüzde 45’i kömür kullanımı sonucunda
ortaya çıkmakta, yüzde 35’i petrol ve yüzde 20’si de doğal gazdan kaynaklanmaktadır.
Küresel Isınmanın Artmasının ve dolayısıyla Küresel İklim Değişimlerinin Nedenleri
A)Beşeri etkenler
1-Fosil yakıtların kullanımı:Petrol, kömür, doğalgaz fosil yakıtlardır. Bu yakıtların kullanımı
sera etkisini ve küresel ısınmayı etkileyen en büyük faktördür. Petrol ve kömür yakılınca havaya
karbondioksit salarken, doğalgaz çıkarılması sırasında havaya metan gazı salınmaktadır. Metan
gazı karbondioksitten 21 kat daha fazla sera gazı oluşturmasına rağmen, doğada kömür ve
petrolün yaydığı karbondioksitten çok daha az süre kalır.
2-Endüstriyel tarım ve hayvancılık: Endüstriyel tarım ve hayvancılık, fosil yakıtlardan sonra
insan kaynaklı sera gazı emisyonlarında 2. sıradadır ve ormansızlaşma, su-hava kirliliği ve
biyolojik çeşitliliğin yok olmasının  önde gelen sebeplerindendir. Bir sera gazı emisyonu kaynağı
olarak; hayvanların sindirim süreçlerinden ve kısmen hayvan gübresinden salınan metan gazı
salınımı, ABD’de 2014 yılında toplam 164.3 milyon mt CO2e'ye ulaşmıştır. Arazi kullanım
değişiklikleri ve toprak yapısındaki bozulmalar nedeniyle ormanlarda ve topraklarda depolanan
karbon kaybı; yani hayvancılık amaçlı tarım alanları için ağaçların tamamen yok edilmesinden
kaynaklı emisyonlar yılda yaklaşık 0,65 gigaton CO2e tutarındadır. Hayvansal yem üretiminde
kullanılan mineral gübreleri üretmek amacıyla yakılan fosil yakıtlar ise; örneğin mısır gibi yüksek
enerjili ürünlere uygulamak amacıyla, yılda 100 milyon ton yapay azotlu gübre üretilmektedir.
BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından hazırlanmış 2013 tarihli “Hayvancılık Yoluyla İklim
Değişikliğiyle Mücadele” raporuna göre, küresel sera gazı emisyonlarının yaklaşık yüzde 14,5'inin
yıllık olarak hayvancılık sektörüne atfedilebileceği tahmin ediliyor ve bu, büyük ölçüde arabalar,
trenler, tekneler ve uçaklar dahil olmak üzere dünya üzerindeki tüm ulaşım araçlarının yaktığı tüm
yakıttan kaynaklanan emisyonlara eşdeğer bir orandır. Hava ve küresel su kirliliğine en büyük
katkıyı yapan tarım ve hayvan endüstrisi aynı zamanda küresel ormansızlaşmanın itici güçlerinden
biridir ve Amazonda ormansızlaşmanın yüzde 75’i bu endüstriden kaynaklanmaktadır. Bugüne
kadar ki biyo çeşitlilik kaybının yaklaşık üçte biri de endüstriyel tarım ve hayvancılıkla
ilişkilendirilmiştir. Küresel ölçekteki bu sektör, insanlara göre 7-9 kat daha fazla atık üretiyor ve
bunların çoğu arıtılmamış durumda.  
KAYNAK: tr.vikipedia.org "AnimalAgriculture'sImpact on ClimateChange". ClimateNexus (İngilizce). 10 Mayıs 2016. 1
Ağustos 2017 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 25 Mart 2022.

3-Elektrik Tüketimi : Elektrik üretmek için harcanan yakıtlar ve özellikle klima, buzdolabı gibi
elektrikli aletler havaya sera gazı salmaktadır. Bu da küresel ısınmayı artırmaktadır.
4- Ormansızlaşma: Ormanların azalması karbondioksitin artmasına yol açmaktadır.
5- Ulaşım: Ulaşım sektörü şu anda en büyük karbon emisyonu kaynağıdır. Milyonlarca araçtan
kaynaklanan emisyonlar arttığından, bireysel araç kullanımı en büyük kirleticidir. 

B) Çevresel Etkenler: Küresel iklim değişimleri; volkanik patlamalar, güneş


lekelerinde görülen değişimler, milankoviç döngüleri ve levha tektoniği sonucu kıtaların yer
değiştirmesi gibi bir takım doğa olayları sonucu yaşanabilirler. Dünya üzerinde geçmişte meydana
gelmiş küresel iklim değişikleri, doğal nedenlerle meydana gelmiş küresel iklim değişiklikleridir.

BÖLÜM 2
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE KÜRESEL ISINMAYA KARŞI

ULUSLARARASI ÇABALAR NELER?


İklim değişikliği bugün küresel ölçekte en büyük sorunlardan biri olarak kabul
edilmektedir. 1980’li yılların sonlarından başlayarak, insanların iklim sistemi üzerindeki olumsuz
etkisini ve baskısını azaltmak için, Birleşmiş Milletlerin ve uluslararası kuruluşların öncülüğünde
çalışmalar neticesinde 1992 yılında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi
(BMİDÇS) ve 1997 yılında Kyoto Protokolü (KP) oluşturulmuştur. 2015 Yılında Paris Antlaşması
yapılmış ve 2021 yılında da Glasgow’da 26. Taraflar Konferansı düzenlenmiştir. Tüm bu
toplantılar ve konferanslar Dünya üzerindeki tehlike olan iklim değişikliği ve küresel ısınmayı
önleme çabalarına yönelik bir çok ülkenin temsilcilerinin katılımı ile toplantılar, çalışmalar ve
anlaşmalar bütünü şeklinde yapılmıştır.

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ ÇERÇEVE SÖZLEŞMESİ


BM Çevre Programı (UNEP) ile Dünya Meteoroloji Örgütü’nün (WMO) 1988’de ortaklaşa
ihdas ettiği Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) ortaya koyduğu insan kaynaklı
faaliyetlerin neden olduğu küresel ısınmanın iklim üzerindeki etkilerine karşı, 1992 yılında Rio de
Janeiro’da düzenlenen Birleşmiş Milletler (BM) Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda imzaya açılan
BMİDÇS, uluslararası alanda atılan ilk ve en önemli adımdır. 21 Mart 1994 tarihinde yürürlüğe
giren Sözleşme’ye, aralarında ülkemizin de bulunduğu 196 ülkenin yanı sıra, Avrupa Birliği (AB)
de taraftır. Ülkemiz Sözleşme’ye 24 Mayıs 2004 tarihinde katılmıştır.

BMİDÇS; taraf ülkeleri, sera gazı emisyonlarını azaltmaya, araştırma ve teknoloji üzerinde
işbirliği yapmaya ve sera gazı yutaklarını (örneğin ormanlar, okyanuslar, göller) korumaya teşvik
etmektedir. Sözleşme, sera gazı emisyonlarının azaltılması için, ülkelerin kalkınma önceliklerini
ve özel koşullarını göz önüne alarak “ortak, fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreceli
kabiliyetler” ilkesine dayanmaktadır.

Sözleşme, bazı ülkelerin sanayi devriminden sonra iklim değişikliğine sebep olan sera
gazlarını atmosfere diğer ülkelerden daha çok salmalarından ötürü daha fazla sorumluluk
almaları gerektiği düşüncesine dayanmaktadır. “Ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve
göreceli kabiliyetler” ilkesi ülkelerin bu küresel çabaya sosyo-ekonomik koşulları dâhilinde
katkısını öngörmektedir. Bu bağlamda, Sözleşme, farklı yükümlülüklere göre ülkeleri üç gruba
ayırmıştır.

Ek–I Ülkeleri: Bu grupta yer alan ülkeler, sera gazı emisyonlarını sınırlandırmak, sera gazı
yutaklarını korumak ve geliştirmek, ayrıca, iklim değişikliğini önlemek için aldıkları önlemleri ve
izledikleri politikaları bildirmek ve mevcut sera gazı emisyonlarını ve emisyonlarla ilgili verileri
iletmekle yükümlüdürler. Bu grup iki ülke kümesinden oluşmaktadır. Birinci grupta 1992 yılı
itibarıyla OECD üyesi olan ülkeler (bunların içinde Türkiye de vardır) ve AB, ikinci grupta ise
Pazar Ekonomisine geçiş sürecindeki ülkeler yer almaktadır. Ek-I’de toplam 42 ülke ve AB
bulunmaktadır.

Ek–II Ülkeleri: Bu gruptaki ülkeler, birinci grupta üstlendikleri yükümlülüklere ilaveten çevreye
uyumlu teknolojilerin özellikle gelişme yolundaki taraf ülkelere aktarılması veya bu teknolojilere
erişimin teşvik edilmesi, kolaylaştırılması ve finanse edilmesi hususlarında her türlü adımı
atmakla sorumlu kılınmışlardır. Ek-II’de 23 ülke ve AB yer almaktadır.
Ek Dışı Ülkeler: Bu ülkeler, sera gazı emisyonlarını azaltmaya, araştırma ve teknoloji transferine
ilişkin işbirliği yapmaya ve sera gazı yutaklarını korumaya teşvik edilmekte, ancak belirli bir
yükümlülük altına alınmamaktadırlar. Bu grupta 154 ülke bulunmaktadır.

Ülkemiz, BMİDÇS müzakereleri altında kendine özgü bir konuma sahiptir. Bu kapsamda Türkiye,
Ek-I kapsamında olup da geçiş ekonomisi olmayan ve “özel şartları” Taraflar Konferansı
kararlarıyla kabul edilmiş olan tek ülkedir.

KYOTO PROTOKOLÜ

  Japonya'nın Kyoto kentinde 11 Aralık 1997 yılında yapılan 3. Taraflar Konferansı’nda


(COP3) (Conferance of the Parties/ Yani sözleşmeyi imzalayan taraflar / taraf ülkeler
konferansı), dünya çapında sera gazlarının azaltılması için bağlayıcı hedefler içeren “Birleşmiş
Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne İlişkin Kyoto Protokolü” imzalanmıştır.
 
Bu protokolde, Ek-I’de yer alan taraflar; 2008-2012 yıllarını kapsayan taahhüt döneminde insan
faaliyetlerinin neden olduğu CO2 eşdeğeri toplam sera gazı emisyonlarının, 1990 yılı seviyelerinin
en az %5 aşağısına indirmek için sayısallaştırılmış emisyon sınırlandırma ve azaltma taahhütlerine
uygun hesapla tayin edilmiş miktarı aşmamasını sağlayacakları ve bu tarafların, 2005 yılına kadar
bu protokoldeki taahhütlerini gerçekleştirme konusunda kanıtlanabilir bir ilerleme kaydetmiş
olacakları belirtilmektedir.
 
Kyoto Protokolü’nün yürürlüğe girebilmesi için, 1990 yılı toplam CO2 emisyonlarının en az
%55'ine sahip olan Ek-I taraflarının protokolü onaylaması gerektiğinden, son olarak 18 Kasım
2004 tarihinde Rusya Federasyonu’nun da onaylamasıyla Kyoto Protokolü 16 Şubat 2005
tarihinde fiilen yürürlüğe girebilmiştir.
 
Türkiye 1992 yılında imzaya açılan BMİDÇS’nin orijinal metninde hem Ek-1 (tarihsel
sorumluk), hem de Ek-2 (maddi sorumluluk) listesinde yer almıştır. Türkiye, 1995 yılında
gerçekleştirilen COP1’den 2000 yılında gerçekleştirilen COP6’ya kadar geçen süre içerisinde
gelişmekte olan bir ülke olması nedeniyle BMİDÇS’nin Ek’lerinden çıkmak için girişimlerde
bulunmuştur. 2000 yılında tutum değişikliği yapılarak Ek II’den çıkmamız ve Ek I’de özel şartları
tanınmış ülke olarak yer almamıza ilişkin önerimiz sunulmuştur.
 
29 Ekim-6 Kasım 2001 tarihlerinde Fas’ın Marakeş kentinde yapılan 7. Taraflar Konferansı’nda
(COP 7) Türkiye’nin, Ek II’den çıkıp özel şartları tanınmış bir Ek I ülkesi olarak BMİDÇS’ye
taraf olma isteği kabul edilmiş ve 24 Mayıs 2004 tarihinde Türkiye resmen sözleşmeye katılan
189. taraf olmuştur. Ülkemiz halen Sözleşme’nin Ek-I listesinde özel şartlara sahip ülke olarak yer
almaktadır.
 
Kyoto Protokolü’nün yürürlüğe girdiği 2005 yılından itibaren COP toplantıları kapsamında
Protokolü kabul etmiş tarafların da toplantıları düzenlenmeye başlamıştır. 2007 yılındaki Bali Yol
Haritası ile birlikte 2012 sonrası süreç belirleme çalışmaları başladığından Türkiye’nin de masada
yer alarak söz sahibi olabilmesi için Kyoto Protokolü’ne Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı” 05 Şubat 2009 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda kabul
edilmiştir. Türkiye’nin Kyoto Protokolü’ne taraf oluşunu bildiren “Katılım Belgesi” ilgili
Bakanlar Kurulu Kararı’nın 13 Mayıs 2009 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmasını müteakip, 28
Mayıs 2009 tarihinde söz konusu Protokol’ün uygulayıcısı BM Genel Sekreteri’ne tevdi
edilmiştir. Türkiye, Kyoto Protokolü’nün 25’inci maddesi uyarınca “Katılım Belgesi”nin tevdi
tarihini izleyen doksanıncı gün olan 26 Ağustos 2009 tarihinde Protokol’e resmen taraf olmuştur.
Protokol kabul edildiğinde BMİDÇS tarafı olmayan Türkiye, EK-I Taraflarının sayısallaştırılmış
salım sınırlama veya azaltım yükümlülüklerinin tanımlandığı Protokol EK-B listesine dâhil
edilmemiştir. Dolayısıyla, Protokol’ün 2008-2012 yıllarını kapsayan birinci yükümlülük
döneminde ve 2012-2020 yıllarını kapsayan ikinci yükümlülük döneminde Türkiye’nin herhangi
bir sayısallaştırılmış salım sınırlama veya azaltım yükümlülüğü bulunmamaktadır.
 
2010 yılında Meksika’nın Kankun şehrinde düzenlenen 16. Taraflar Konferansı kararları
arasında yer alan ülkemize ilişkin bölümde, Türkiye’nin diğer Ek-I ülkelerinden farklı bir
konumda bulunduğu ve özel koşullarının mevcut olduğu BMİDÇS’ye taraf ülkelerce tanınmıştır.
Ayrıca, finansman ve teknoloji transferi sağlama yükümlülüğümüzün bulunmadığı teyit edilmiş ve
ülkemizin finansman, kapasite geliştirme ve teknoloji transferi imkanlarından yararlanması
hususunun gelecek toplantılarda değerlendirileceği kaydedilmiştir.
 
2011 yılında G. Afrika’nın Durban kentinde düzenlenen 17. Taraflar Konferansı’nda, ülkemize
emisyon azaltımı, iklim değişikliğine uyum, teknoloji geliştirilmesi ve transferi, kapasite
geliştirme ve finansman alanlarında sağlanacak desteğin modellerinin belirlenmesine ilişkin
görüşmelerin sürdürülmesi karara bağlanmıştır.
 
2012 yılında Doha’da gerçekleşen (COP 18) İklim Zirvesi’nde Kyoto Protokolü’nün ikinci
sorumluluk döneminin 2013 yılında başlayıp 2020 yılında sona ermesine karar verilmiştir.
Doha’da Türkiye’nin müzakerelerde özel durumuna atıfta bulunulmuş, Türkiye’de düşük karbonlu
kalkınma stratejilerinin geliştirebilmesi için Ek-2 ülkelerinin, özel şartları tanınan ülkelere
teknoloji, kapasite geliştirme ve finans desteğini vermesi yönünde karar alınmıştır.
 
2013 yılında Polonya’nın Varşova kentinde yapılan (COP 19) İklim Değişikliği Zirvesi’nde,
Türkiye’nin teknoloji, kapasite geliştirme ve finans desteğini alabilmesi için müzakerelere devam
edilmiştir.
 
2014 yılında Peru’nun Lima kentinde yapılan (COP20) İklim Değişikliği Zirvesi’nde, Türkiye’nin
teknoloji, kapasite geliştirme ve finans desteğini alabilmesi için COP kararı tekrarlanmıştır.
Mevcut karara göre Türkiye en az 2020 yılına kadar iklim değişikliği ile mücadele yolunda
teknoloji, kapasite geliştirme ve finans desteği alabilecek olup, bu kapsamda, BM Sekretaryası ile
görüşmelere devam etmektedir.
 
Peru’da tüm tarafların iklim değişikliği ile mücadele için “Ulusal Olarak Belirlenmiş Katkılarını”
(INDC) 2015 yılı Paris Konferansı’ndan önce sunmaları yönünde karar alınmıştır. Bu kapsamda,
Türkiye 2020- 2030 yıllarını kapsayan “Ulusal Katkı”sını Birleşmiş Milletler Sekretaryası’na
sunmuştur. Türkiye 2020- 2030 yılları arasında artıştan azalış yöntemi ile (BAU-Business as
Usual) sera gazı emisyonlarını yüzde 21’e kadar azaltacağını bildirmiştir.
 
PARİS ANLAŞMASI
 
2015 yılı Aralık ayında Fransa’nın Paris kentinde düzenlenen 21. Taraflar Konferansı’nda, 2020
yılında devreye girecek olan yeni anlaşmanın müzakerelerine başlanmıştır. Müzakereler sonunda
yeni anlaşma nihai hale getirilmiş, “Paris Anlaşması” adıyla kabul edilmiştir.
 
Paris Anlaşması 22 Nisan 2016-21 Nisan 2016 tarihleri arasında New York’taki Birleşmiş
Milletler Genel Merkezinde imzaya açılmıştır. 22 Nisan 2016 tarihinde Türkiye Paris Anlaşmasını
imzalamıştır. Paris Anlaşmasının yürürlüğe girebilmesi için, küresel sera gazı emisyonlarının en
az %55’ini kapsayan en az 55 Taraf ülke tarafından kendi meclislerince onaylanması
gerekmekteydi. Paris Anlaşması 5 Kasım 2016 tarihinde yürürlüğe girmiş ve günümüz itibariyle
197 taraf ülkeden 187’si Paris anlaşmasını onaylamış bulunmaktadır.
 
Paris Anlaşması, kabulünden 1 yıl geçmeden yürürlüğe giren ilk küresel anlaşmadır. Paris
Anlaşması’nın, BMİDÇŞ ile karşılaştırıldığında en belirgin özelliği, tüm ülkelerin katkılarına
dayanan bir sistem öngörülmüş olmasıdır. Anlaşma, iklim değişikliğiyle mücadelede
gelişmiş/gelişmekte olan ülke sınıflandırmasına ve tüm ülkelerin “ortak fakat farklılaştırılmış
sorumluluklar ve göreceli kabiliyetler” ilkesi tahtında sorumluluk üstlenmesi anlayışına
dayandırılmıştır. Gelişmiş/gelişmekte olan ülke sınıflandırmasının yapılabilmesi için bir kıstas
belirlenmemiş; herhangi bir farklılaştırmaya da gidilmemiştir.
 
Anlaşma’nın, küresel ısınmayı sanayi devrimi öncesine göre 2°C’nin oldukça altında tutan
ve hatta 1.5°C ile sınırlamayı amaçlayan uzun vadeli bir hedefi vardır. Tüm paydaşlara,
yatırımcılara, işletmelere, sivil toplum örgütlerine ve politika yapıcılara temiz enerjiye küresel
olarak geçişin vazgeçilmez olduğuna ilişkin açık bir mesaj yollamaktadır. Tüm emisyonların
yaklaşık % 98’inden sorumlu 189 ülkenin sunduğu ulusal iklim planları (INDC) ile iklim
değişikliği ile mücadele gerçek bir küresel çaba haline gelmiştir.
 
2016 yılında Fas’ın Marakeş kentinde düzenlenen COP 22 toplantısında, Paris Anlaşması ile
çözülemeyen ve eksik kalan konuların görüşülmesi için müzakereler devam etmiştir.
 
2017 yılında Almanya’nın Bonn Kentinde Fiji Başkanlığı’nda 23. Taraflar Konferansı (COP23)
düzenlenmiştir. COP23 müzakerelerinde Paris Anlaşmasının uygulanmasına yönelik önemli
hususlar içeren konular tartışılmaya devam edilmiş özellikle Paris Anlaşması’nın uygulama
araçlarının düzenlenmesine yardımcı olmak amacıyla kurulan APA Çalışma Grubu (Paris
Anlaşmasına Taraf Ülkeler Geçici Çalışma Grubu) altında yürütülen müzakerelerine yoğun bir
şekilde devam edilmiştir. “Fiji Uygulama Hareketi (Fiji Momentum for Implementation)” adıyla
belirtilen ana COP kararı üç maddeden oluşmaktadır: 2020 öncesinde geliştirilmiş uygulama ve
hedeflerin yürütülmesi, Paris Anlaşması Çalışma Programı’nın yinelenmesi, Fiji tarafından
Talonoa Diyalogu olarak yeniden adlandırılan “Kolaylaştırılmış Diyalog (Facilitative Dialogue)”
oluşturulması.
 
COP 24 ise, 2-15 Aralık 2018 tarihleri arasında, Katoviçe’de gerçekleştirilmiştir. APA Çalışma
Grubu altında yürütülen müzakereler neticesinde “Paris Kural Kitabı” nihai hale getirilmiş,
çalışma grupları misyonlarını tamamlamıştır.
 
Kural Kitabı’nın dışında, taraflar aynı zamanda mevcut iklim hedeflerini içeren “Ulusal Katkı
Beyanı” (NDC) belgelerini 2020 yılına kadar yenilemek konusunda da anlaştılar. Bu yenilenmiş
hedefleri sunmak için Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin 2019 yılının Eylül iklim konusunda
düzenleyeceği özel zirvede bir araya gelmeye de karar verdiler.

 COP25 ise 2–13 Aralık 2019 tarihleri arasında, Şili’nin ev sahipliğinde, Santiago’da
düzenlenmiştir.

COP 26 (Conference of TheParties / Yani anlaşmaya taraf ülkeler


konferansı ) 2021 Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı 
Yaygın olarak kullanılan adıyla BM İklim Değişikliği Mücadelesine dahil olan ülkeler toplantısı
diyebileceğimiz COP26, İskoçya'nın Glasgow şehrinde 31 Ekim-12 Kasım 2021 tarihleri
arasında küresel ısınma ve sera gazı salınım oranlarını azaltma amacıyla 197 ülkenin katılımıyla
gerçekleştirilen organizasyondur. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve
Sözleşmesi kapsamında düzenlenen on beşinci, Paris Anlaşması'nın yürürlüğe girmesinin ardından
düzenlenen üçüncü konferans oldu.

COP 26 SONUÇLAR
9 Kasım'da Climate Action Tracker, küresel insan uygarlığının mevcut politikalarla yüzyılın
sonuna kadar 2,7 °C'lik bir sıcaklık artışı yolunda olduğunu bildirdi. 2030 taahhütleri yerine
getirilirse sıcaklık 2,4 °C, uzun vadeli hedefler de uygulanırsa 2,1 °C ve ayrıca tartışılan tüm
hedefler tam olarak uygulanırsa 1,8 °C artacak. Bu nedenle 2030 için mevcut hedefler
"tamamen yetersiz" olmaya devam ediyor.
Kömür ve doğal gaz tüketimi, taahhütler ve politikalar arasındaki uçurumun ana nedeni. Taahhüt
edilen net sıfır emisyon azaltımının %85'ini oluşturan, 40 ülkenin taahhütleri değerlendirildi ve
yalnızca küresel sera gazı emisyonlarının % 6'sından sorumlu olan yönetimlerin (AB, Birleşik
Krallık, Şili ve Kosta Rika) bir dizi hedef taahhüt ettiğini buldular.
10 Kasım'da, Amerika Birleşik Devletleri ve Çin'in metan kullanımında azaltmaya, kömür
kullanımında aşamalı olarak bırakmaya ve ormanların daha fazla korunmasına yönelik tedbirler
üzerinde işbirliği yaparak karbon emisyonlarını azaltmaya yönelik bir çerçeve üzerinde
anlaştıkları bildirildi.
11 Kasım'da, Çin ve Hindistan'ın da aralarında bulunduğu 22 ülkeden oluşan bir grup olan
"Benzer Düşünceli Gelişmekte Olan Ülkeler" (LMDC), - (görünüşe göre gelişmekte olan ülkelerin
gelişmiş ülkelerle aynı sınırlandırmalara tabi tutulmaması gerektiğini savundukları için) azaltma
taahhüdünün taslak metinden tamamen çıkarılmasını istedi. Talep, en çok gelişmekte olan
ülkelerdeki insanlara zarar vereceği için mantıksız ve kendi kendini baltalayıcı olarak eleştirildi.
Talebin Çin'in taslak taahhüdü sabote etme girişimi olduğunu ileri sürüldü. Çin, 2019'da
dünyanın mevcut GHG emisyonlarının yaklaşık %27'sinden sorumludur.
Avrupa Yeşil Mutabakatı
2019 yılının Kasım ayında açıklanan ve AB’nin sera gazı emisyonlarının azaltılması, yenilenebilir
enerji kullanımı gibi hassasiyetlerini ileri taşıyan, çevre ve sürdürülebilirlik konularında atacağı
adımların taahhüdü niteliğinde olan bir inisiyatifler paketidir. AB, Mutabakat kapsamında 2050
yılında karbon-nötr ilk kıta olma hedefini ortaya koymuştur. Ayrıca ekonomik büyümenin kaynak
kullanımına bağlılığının sona ermesini, kimsenin ve hiçbir bölgenin geride bırakılmamasını
hedefleyen bir büyüme stratejisidir.
Avrupa İklim Yasası
AB’nin iklim temelli hedeflerinin sağlanmasına yönelik attığı politik adımlardan biri de Avrupa
İklim Yasası’dır. Paris Anlaşması çerçevesinden sonra Avrupa Yeşil Mutabakat’ını onaylayan
AB, bu yasa yoluyla iklim hedeflerinde geri dönüşsüzlüğün teminini sağlamayı hedeflemektedir.
Yasa, 9 Temmuz 2021’de Resmi Gazete’de yayımlanmış ve 29 Temmuz 2021’de yürürlüğe
girmiştir. Avrupa Yeşil Mutabakatı’nın temel unsurlarından biri olup Avrupa ekonomisi ve
toplumu için 2050 yılına kadar iklim-nötr hedefinin bağlayıcı mevzuata yazılmıştır. Yasa ayrıca,
net sera gazı emisyonlarının 2030 yılına kadar 1990 seviyelerine kıyasla en az %55 oranında
azaltılması için de ara hedef belirlemektedir. İklim-nötr hedefi, 2050 yılına kadar başta
emisyonları azaltarak, yeşil teknolojilere yatırım yaparak ve doğal çevreyi koruyarak bir bütün
olarak AB ülkeleri için net sıfır sera gazı emisyonu elde etmek anlamına gelmektedir.

Eleştirel Bir Yaklaşımla KÜRESEL ISINMA İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ SORUNU (Vakkas


Kurt)
Yukarıda verilen tüm bilgiler ışığında Küresel Isınmaya neden olan bir çok önemli ülkenin
uluslararası bir sorun haline gelmiş olan hava kirliliğine pek de çözüm üretemeyeceği
anlaşılmıştır. Her ne kadar küresel boyutta anlaşmalar yapılmış olsa da 197 ülkenin birçoğunun bu
anlaşmalara sadece imza attığı, ancak imza atanların birçoğunun yürürlüğe koyamadığı ve
yürürlüğe koysalar dahi bir çok ülkenin ekonomik olarak bu anlaşmalara uymasının mümkün
olmadığı anlaşılmıştır. Ancak bunların aksine, özellikle AB ülkeleri ve Japonya gibi bir çok
ülkelerin dünyanın karbonsuzlaşması yönünde çabaları giderek artmaktadır. Özellikle bu
ülkelerde yeşil enerji, elektrikli arabaya geçiş gibi gelişmeler ümit vaadiyor durumdadır.
Bunların aksine başta dünyanın en güçlü devletleri olan ABD, Kanada, Çin ve Hindistan
gibi sanayi devleri olarak atmosfere en çok sera gazı salan sebep ülkeler ile kömür kullanımının
yoğun olduğu fakir sayılan düşük gelirli ülkeler düşünüldüğünde sera gazı ve küresel ısınmayla
mücadelenin pek de istenen düzeyde olamayacağı anlaşılmaktadır. 2030 yılına kadar vaat edilen
bir çok yükümlülüğün 2021 Glasgow Taraf Ülkeler Konferansındaki sonuçlardan anlaşıldığına
göre, yerine getirilemeyeceği anlaşılmıştır. Başta ABD olmak üzere bir çok ülke bu anlaşmalara
uymamakta, hatta anlaşmalardan çekilmektedir. Artık 2030 yılına kadar ormansızlaşmanın önüne
geçmek çok zor bir hedef olmuştur bile. Özel sektörün bu konuda yeterince çabaları yok ve
denetim mekanizmaları yetersiz durumda. Ayrıca ülkelere taahhüt ettikleri ve imzaladıkları
protokollere uymadıkları zaman verilecek cezalar ve yaptırımlar yetersiz kalıyor.
Tüm bu sera gazı azaltma çabaları için varılan anlaşmalar uygulansa bile, atmosferde
zaten sıcaklık ortalama artışı ancak 2,1 derecede tutulabiliyor ki, bu bile dünyamız için
felaketlerin artarak devam edeceği ve doğal dengenin insanlık aleyhine giderek bozulacağı
anlamına gelmektedir. Bu durum ise ilerleyen yıllarda başta kuraklık ve gıda üretim
yetersizliğinden kaynaklı kıtlık olmak üzere tüm canlıların birçok sorunla karşı karşıya kalacağını
göstermektedir.
Genel olarak, hızlı iklim değişikliği demek, canlılar açısından büyük risk demektir.
Şuandaki trend devam ederse 2100 yılı itibariyle deniz seviyelerinde 15-95 cm artış olması
beklenmekte, bu durum da sürekli sellerin meydana gelmesi demektir. Ormanlar, çöller, meralar
ya da diğer ekosistem daha nemli, kuru, sıcak ya da soğuk hale gelebilir. Sonuç olarak da birçoğu
yok olur ve insan türü tükenir.  Bazı bölgelerde yiyecek kıtlığı ve açlık olur. Su kaynakları
etkilenir. Deniz seviyelerinin artması ve bazı bölgelerde sıklıkla ve yoğunlukla olabilecek aşırı
hava olaylarıyla fiziksel altyapılar zarar görebilir. Kısacası, ekonomik aktiviteler ve insan
yerleşimleri iklim değişikliklerinden dolaylı ve dolaysız yollarla oldukça etkilenecektir.
Dolayısıyla emisyonların şu andaki seviyelerinden %30 daha düşmesi gerekmektedir. Artan
popülasyon ve genişleyen dünya ekonomilerine rağmen bu azaltımların ivedilikle yapılması
gerekmektedir.

KÜRESEL ISINMANIN SONUÇLARI

Dünya iklim sisteminde değişikliklere neden olan küresel ısınmanın etkileri en yüksek
zirvelerden, okyanus derinliklerine, ekvatordan kutuplara kadar dünyanın her yerinde hissediliyor.
Kutuplardaki buzullar eriyor, deniz suyu seviyesi yükseliyor ve kıyı kesimlerde toprak kayıpları
artıyor. Örneğin 1960’ların sonlarından bu yana Kuzey Yarıkürede kar örtüsünde yüzde 10’luk bir
azalma oldu. 20’inci yüzyıl boyunca deniz seviyelerinde de 10-25 cm arasında bir artış olduğu
saptandı. Küresel ısınmaya bağlı olarak dünyanın bazı bölgelerinde kasırgalar, seller ve taşkınların
şiddeti ve sıklığı artarken bazı bölgelerde uzun süreli, şiddetli kuraklıklar ve çölleşme etkili
oluyor. Kışın sıcaklıklar artıyor, ilkbahar erken geliyor, sonbahar gecikiyor, hayvanların göç
dönemleri değişiyor. Yani iklimler değişiyor. İşte bu değişikliklere dayanamayan bitki ve
hayvan türleri de ya azalıyor ya da tamamen yok oluyor. Küresel ısınma insan sağlığını da
doğrudan etkiliyor. Bilim adamları, iklim değişikliklerinin kalp, solunum yolu, bulaşıcı, alerjik ve
bazı diğer hastalıkları tetikleyebileceği görüşünde. Küresel düzeyde artan sıcaklık etkisiyle oluşan
ısınma, birbirleriyle ilişkili diğer iklim elemanlarında değişimlere neden olmaktadır.
Sıcaklık artışıyla oluşan küresel ısınma;
•Kuraklık,
• Hidrolojik döngünün değişmesi,
• Su kaynaklarının hacminde ve kalitesinde azalma,
• Temiz su kaynaklarının denize karışması ve su sorunu,
• Deniz seviyesinin yükselmesi, kar ve buzulların erimesi,
• Aşırı buharlaşma, meteorolojik felaketlerde artış, yağış miktarı ve rejiminde değişiklikler,
• Yangınlar gibi sorunların da kaynağını oluşturmaktadır.

Küresel ısınmanın fiziksel etkileri yanında ekonomik, sosyolojik, psikolojik etkileri vardır.
•Tarım ve orman ürünlerinde azalış,
• Su kaynaklarının azalmasıyla enerji darboğazının yaşanması,
• Turizm ve rekreasyon olanaklarının sınırlanması ile pek çok sektörün olumsuz etkilenmesi,
• Sahil kenarlarındaki yerleşim alanlarının risk altında olması,
• Göçlerin artarak sosyal ve ekonomik zorluklara neden olması,
• İnsan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle sağlık maliyetlerinin artması,
• Az gelişmiş ülkelerin sorunlarla başa çıkacak kaynaklara sahip olmaması nedeniyle krizlerin
yaşanması iklim değişikliğinin sosyo-ekonomik ve politik önemini ortaya koymaktadır.

EĞER ISINMA DURDURULAMAZSA


*********************************************
ISINMA +2 derece OLURSA:
• Dünyada Su sıkıntısı başlayacak
• Kuzey Amerika'da kum fırtınaları tarımı yok edecek.
• Deniz seviyeleri yükselecek.
• Mercan kayalıkları yok olacak.
• Gezegendeki canlı türlerinin yüzde 30'u yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak.
ISINMA + 5 derece OLURSA:
•Denizler 5 m. Yükselecek
• Deniz seviyesi ortalaması 70 metre olacak.
• Dünya'nın yiyecek stokları tükenecek.
ISINMA + 6 derece OLURSA:
• Göçler başlayacak. Yüz milyonlarca insan uygun iklim koşullarında yaşamak umuduyla göç
yollarına düşecek.

KAYNAKÇA:
1- tr.wikipedia.org ^ "Küresel Isınma Mı, Küresel Iklim Değişikliği Mi?". Boğaziçi Ünivesitesi Center
forClimateChangeandPolicyStudies (Erişim 20 Mart 2022 Saat: 19:22)
2- cevre.online.com / cevre-sehircilik-ve-iklim-değişikliği-bakanligi/ ( Erişim 20 Mart 2022 saat: 21:17)
3- ^ "COP26 İklim Konferansı: Glasgow'da yapılacak zirveden neler beklenmeli? BBC News Türkçe
4- Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı https://enerji.gov.tr/bilgi-merkezi-iklim-degisikligi-ve-uluslararasi-
muzakereler (Erişim 21 Mart 2022 saat: 22:30

5-Stratejik Düşünce Enstitüsü /Kyoto Protokolü, Paris Anlaşması ve Küresel İklim Değişikliği /
Yazar :Merve KARACAER ULUSOY
6- 2021 İklim Değişikliği Konferansı tr.vikipedia.org

7- Kocaeli Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü sitesi https://www.isu.gov.tr/icerik/detay.aspx?


Id=335 (Erişim 21 Mart 2022 saat :23:12)
BÖLÜM 3

KÜRESEL ISINMA VE TÜRKİYE


Bir çok ülke gibi iklim değişikliğinin Türkiye’ye de önemli etkileri vardır. Bulunduğu
konum dolayısıyla Türkiye iklim değişikliği nedeniyle bir çok sorunla karşı karşıya gelmektedir.
Akdeniz havzasında bulunan diğer ülkeler gibi Türkiye’de aşırı sıcaklık nedeniyle aşırı kuraklığa
maruz kalabilecektir. Yapılan araştırmalara göre 20-50 yıl içinde sıcaklıkların 2 derece artması
beklenmektedir. Bu durum Türkiye için tarımda, endüstride, turizmde ve ekonomide ve daha bir
çok sektörde düşüş anlamına gelmektedir. Bütün bu sektörlerin iklim değişikliğinden kötü
etkilenmesi sonucu insan ve diğer tüm canların hayatı, hem biyolojik olarak hem de maddi açıdan
zarar görecektir. Bütün bunların bir sonucu olarak Türkiye su sıkıntısı çekecek ülkeler arasında
yer alabilir. Ve bu durum en çok Marmara, Ege, Akdeniz bölgelerini etkileyebilecektir.

Türkiye'nin kişi başı sera gazı salınımı 5,9 tondur. Bu oran OECD
ortalamasının 3 te 1 i kadardır. Avrupa Birliği ortalamasının yarısı
kadardır.

Türkiye'nin küresel ısınmaya katkısı son 150 yılda %0,04 oranındadır. 1990 yılında
187 milyon ton sera gazı salınımı, 2009 yılında 370 milyon tona çıkmıştır. Günümüzde enerjisinin
%20'sini yenilenebilir enerjiden elde eden Türkiye 2023'te bu oranı %30'a çıkartmayı
hedeflemektedir. Türkiye 2010-2020 yıllarını kapsayacak Ulusal İklim Değişikliği Strateji
Belgesini kabul etmiştir. Bu belgeye dayalı eylem planı 2011 yılında tamamlanmıştır.

Türkiye karmaşık iklim yapısı içinde, özellikle küresel ısınmaya bağlı olarak,
görülebilecek bir iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek ülkelerden birisidir. Doğal olarak üç
tarafından denizlerle çevrili olması, arızalı bir topografyaya sahip bulunması ve orografik
özellikleri nedeniyle, Türkiye’nin farklı bölgeleri iklim değişikliğinden farklı biçimde ve değişik
boyutlarda etkilenecektir. Örneğin, sıcaklık artışından daha çok çölleşme tehdidi altında bulunan
Güney Doğu ve İç Anadolu gibi, kurak ve yarı kurak bölgelerle, yeterli suya sahip
olmayan yarı nemli Ege ve Akdeniz bölgeleri daha fazla etkilenmiş olacaktır.

Kurak ve yarı kurak alanlarındaki su kaynakları özellikle kentlerdeki su kaynaklarının


durumu, sorunlara yenilerini ekleyecek ve içme amaçlı su ihtiyacı daha da artacaktır. Türkiye’de,
uzun yıllar yağış ortalaması 631 mm iken, yağış miktarı, 1999 yılında %15 oranında, 2000 yılında
ise %7 oranında azalmıştır. Ortalama yağışın azalması yanında, yağış rejimindeki sapma da dikkat
edilmesi gereken bir olaydır. Yağış miktarında meydana gelen bu azalışlar ve yağış rejimindeki
sapmalar, tarımsal üretimi olumsuz yönde etkilemektedir. Ayrıca, kuraklığa neden olan şartların
devam etmesi hâlinde, gelecek yıllarda suyla ilgili daha büyük sıkıntılar meydana gelebilecektir.

Tarım alanlarının korunması pek çok ülkede, ulusal güvenlik kaygılarından biri hâline
gelmiştir. Tarım alanlarının kötü kullanımı, su yönetim eksiklerine bağlı su baskınları, tuzlanma,
çoraklaşma, aşırı pestisit (tarım ilacı) ve gübre kullanımına bağlı kirlenme bunların başında
gelmektedir. Suyun tarımdaki vazgeçilmez önemi nedeniyle, temiz su sıkıntısı pek çok bölgede,
tarımsal üretimin karşısındaki en büyük kaynak kısıtlaması hâline gelmiştir. Nitekim ülkemizin
bazı önemli hububat üretim merkezlerinde, ürün kayıplarının % 40-50 oranına ulaştığı
gözlenmektedir.

Türkiye’nin özellikle çölleşme tehlikesi bulunan İç Anadolu, Güney Doğu Anadolu, Ege ve
Akdeniz Bölgeleri gibi yarı kurak ve yarı nemli bölgelerinde tarım, ormancılık ve su kaynakları
açısından olumsuz etkilere yol açabileceği uyarıları yapılmaktadır. Araştırmacılara göre, iklim
kuşakları yer kürenin jeolojik geçmişinde olduğu gibi, ekvatordan kutuplara doğru yüzlerce
kilometre kayabilecek, bunun sonucunda Türkiye, bugün Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da hâkim
olan sıcak ve kurak iklim kuşağının etkisine girebilecektir.

İklim; başta şehircilik, tarım, su kaynakları, sağlık, enerji ve ulaştırma olmak üzere hemen
hemen tüm sektörlerin faaliyetlerine etki eden belirleyici bir faktördür. İklimdeki değişimlerin
izlenmesi, bu sektörlerin gelecekteki planlamalarında önemli bir yer tutmaktadır. Dünya
Meteoroloji Teşkilatı raporlarında ifade edildiği üzere Akdeniz Havzasında yer alan Ülkemiz,
iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin en fazla yaşandığı bir bölgede yer almaktadır. Değişen
iklime bağlı olarak ekstrem hava olaylarının sayısı, şiddeti ve süresi özellikle 2000’li yıllardan
günümüze değin artarak devam etmektedir.

TÜRKİYE’NİN SICAKLIK DEĞERLENDİRMESİ ÜZERİNE ANALİZ


Şekil 1. Türkiye yıllık ortalama sıcaklık sıralaması / Türkiye Meteoroloji Genel Müdürlüğü
Şekil 2. Bölgelere göre 2021 yılı ortalama sıcaklıklarının uzun yıllar ortalamaları (1981- 2010)
ile karşılaştırılması / Türkiye Meteoroloji Genel Müdürlüğü sitesinden alınmıştır.

Yukarıda gözüken ve Meteorolji Genel Müdürlüğünün Sitesinden alınan güncel


grafiklere göre,
2021 yılı Türkiye ortalama sıcaklığı 14.9°C ile 1981–2010 ortalaması olan 13.5°C’nin
1.4°C üzerinde gerçekleşmiştir. Türkiye ortalama sıcaklıklarında 1998 yılından bu yana (2011 yılı
hariç) pozitif sıcaklık farkları mevcuttur. En sıcak yıl 15.5°C ile 2010 yılı olup, 2021 yılı ise
14.9°C ile en sıcak 4. yıl olmuştur. 1991-2020 normali olan 13.9°C’ye göre ise anomali 1°C’dir.
Türkiye’nin 1981-2010 Kış mevsimi ortalama sıcaklığı 3.6 °C’dir. 2020–2021 yılı Kış mevsimi
ortalama sıcaklığı 6.2 °C ile mevsim normallerinin 2.6 °C üstünde gerçekleşmiştir.
Türkiye’nin 1981-2010 İlkbahar mevsimi ortalama sıcaklığı 12.0°C’dir. 2021 yılı İlkbahar
mevsimi ortalama sıcaklığı 13.2°C ile mevsim normallerinin 1.2°C üzerinde gerçekleşmiştir.
Türkiye’nin 1981-2010 Yaz mevsimi ortalama sıcaklığı 23.4°C’dir. 2021 yılı yaz mevsimi
ortalama sıcaklığı 24.7°C ile mevsim normallerinin 1.3°C üzerinde gerçekleşmiştir.
Türkiye’nin 1981-2010 Sonbahar mevsimi ortalama sıcaklığı 14.8 °C’dir. 2021 yılı Sonbahar
mevsimi ortalama sıcaklığı 15.6°C ile mevsim normallerinin 0.8 °C üzerinde gerçekleşmiştir.
2021 yılı sonbahar mevsimi son 51 yılın en sıcak 10. sonbahar mevsimi olarak gerçekleşmiştir.

Yukarıdaki bilgilerden yola çıkarak Türkiye coğrafyasının giderek


ısındığı ve küresel ısınmadan etkilenerek iklim değişikliklerine uğradığı
görülmektedir.

YAĞIŞ DEĞERLENDİRMESİ ANALİZİ


Şekil 3. Türkiye yıllık alansal yağış sapması / Meteoroloji Genel Müdürlüğü

Türkiye 2021 yılı alansal yağış toplamı 524.8mm ile 1991-2020 normalinin (573.4) ve
1981-2010 normalinin (574) % 9 altında gerçekleşmiştir. (Şekil 3)

2021 yılı aylık alansal yağış toplamları Şubat, Nisan, Mayıs, Ekim ve Kasım aylarında
normallerinin altında, diğer aylarda ise normallerinin üzerinde gerçekleşmiştir (Şekil 4).
2021 yılında Marmara, Karadeniz ve İzmir normalden %40-60 daha fazla yağış alırken,
Güneydoğu Anadolu Bölgesi normalden %40-80 daha az yağış almıştır.

Şekil 4. Türkiye 2021 yılı aylık yağış toplamlarının normallerinden farkı

Bu verilere bakarak Türkiye’de yağış miktarlarının küresel


ısınma ve iklim değişikliklerinden etkilendiği, ayrıca yağış miktarlarının
bölgelere göre dengesizleştiği ve yağışların yıllar ilerledikçe giderek
azaldığı gözlemlenmektedir.

KAYNAK: Grafikler ve sayısal bilgiler T.C Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı
Meteoroloji Genel Müdürlüğü sitesinden alınmıştır. Veriler doğrultusunda analiz yapılmıştır.

1. Ekstrem MeteorolojikAfetler

2021 yılı, 1024 ekstrem olay sayısı ile en fazla ekstrem olay yaşanan yıl olmuştur. Ekstrem olay
trendlerinde özellikle son yirmi yılda artış eğilimi vardır.

Şekil 5 -Türkiye’deki Yıllık ekstrem olay sayıları

2021'de kaydedilen ekstrem olayların çoğu % 40 ile fırtına/hortum,


%28 ile şiddetli yağış/sel,
%13 ile dolu ve %7 ile şiddetli kar şeklinde olmuştur.

Diğer olaylar ise %5 ile yıldırım, %3 ile orman yangını, %2 ile don ve heyelan, %1’den
daha az oranlarda çığ, kum fırtınası, sis, şiddetli soğuk ve kuraklık şeklinde gerçekleşmiştir

KÜRESEL Küresel ısınma nedeniyle Türkiye’nin yaşayacağı


en önemli felaket kuraklıktır. Büyük bir kısmı yarı-kurak
İKLİM bir iklimin etkisi altında olan Türkiye, küresel ısınmadan en fazla
DEĞİŞİMLERİNİ etkilenecek ülkelerin başında gelmektedir. Bunun en önemli
N TÜRKİYE’DE sebebi Türkiye’nin hemen güneyinde bir çöl kuşağının bulunması
ve ısınmayla birlikte bu kuşağın kuzeye doğru ilerlemesidir.
TARIMSAL Sıcaklıkta meydana gelecek 1 ile 3,5 derece arasında ısınma, orta
ETKİLERİ enlemlerin 150- 550 km kutuplara doğru hareket etmesine neden
olacaktır. Bu durumda ekosistemlerin coğrafik dağılımı ve
kompozisyonunun yeni şartlara cevabı değişecektir. Türlerin pek
çoğu yeni şartlara yeterince hızlı uyum sağlayamayıp yok olacaktır. Bu da Türkiye’yi
çölleşme ile karşı karşıya bırakacaktır. Türkiye’nin içinde bulunduğu bölgenin su kıtlığı,
kuraklık ve toprak erozyonu sorunları ile karşı karşıya olması da, Türkiye’yi küresel ısınmanın
zararlı ve şiddetli etkilerini en önce yaşayacak ülkeler arasına sokmaktadır.
1960’lı yıllarda Konya-Karapınar’da meydana gelen çölleşme Türkiye’nin ekolojik olarak ne
kadar hassas olduğunu göstermiştir. Küresel ısınma tehdidi birçok ürünün yetişememesi, zaten zor
durumda olan tarım sektörünün bir başka darboğaza gireceği anlamına da gelmektedir. Özellikle
topraktaki nem oranının düşmesi, %29 oranında bulunan ekilebilen topraklarımızı daha da
azaltacaktır.Kar ve yağmur (özellikle de kar) yağışının azalması yeraltı sularının seviyesinin
düşmesine, dolayısıyla akarsu ve göllerin kurumasına neden olmaktadır. Bu da, Türkiye’nin
kalkınması ve geçimi için son derece önemli olan tarıma büyük darbe vuracak ve Türkiye büyük
bir açlık ve kuraklık tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır.
Sulu tarım yapılan Çukurova ve benzeri yöreler kuraklık nedeniyle verim kaybına
uğrayacaktır . Örneğin Çukurova yöresinde sulama suyunun kısıtlı olması durumunda mısır
veriminde %58 ve %43,4 oranlarında azalma öngörülmektedir . Türkiye gibi gelişmekte olan
ülkelerde toprağın tarımsal üretkenliğinin azalması tarım, mera, orman vb alanların amacı dışında
kullanılarak sürdürülebilirliğin ve verimliliğin azalmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla devam
eden bozulma süreci toprak kalitesini de azaltmaktadır.
Türkiye’de yapılan çalışmalarda, aylık ortalama sıcaklıkların 2070’li yıllarda, 2-3 oC
dolaylarında artacağı, Adana-Samsun hattının batısında kalan yörelerde her 10 yılda bir yoğun
kuraklıkların yaşanacağı kestirilmektedir. Yağışın %25 azalacağı, kar erimeleri sonucu oluşan
yüzey akışının şimdiye göre 2-3 ay önce meydana geleceği öngörülmektedir. İklim değişikliği
nedeniyle birçok tarım ürününün üretim alanı, ekim/dikim zamanları değişecektir. İklim
değişikliği yüzünden, bölgenin temel bitki dokusunda önemli değişiklikler meydana gelecek,
orman sınırı daha yukarılara çekilecektir. Mera alanları daralacak, sürü yetiştiriciliği kalkacak,
ahır-ağıl yetiştiriciliğine dönülecektir. İklim değişikliği nedeniyle sıcaklıkların artması, su
kaynaklarının azalması, suya olan istemi önemli ölçüde artıracaktır. Bu durum aynı zamanda,
nüfus artışı ve endüstriyel gelişme nedeniyle, çok önemli su stresine neden olacaktır. Dolayısıyla,
Türkiye’de tarımdaki su kullanımının azaltılmasını zorunlu kılacaktır. Ayrıca, küresel ısınma
nedeniyle topraklarda tuzluluk-alkalilik gibi sorunlar da ortaya çıkacak ve sürekli artacaktır.
Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli / IPCC’nin salınım senaryosuna dayalı bölgesel ik/lim
modeli kullanılarak gerçekleştirilen geleceğe yönelik kestirimler, Türkiye’de 2071-2100
dönemleri için kış aylarında tahmin edilen sıcaklık artışının ülkenin doğu kesiminde daha yüksek
göstermektedir. Yaz mevsiminde bu durumun tersine dönerek, özellikle Ege bölgesi olmak üzere
ülkenin batı kesiminde 6°C, ortalama sıcaklığın ise 2-3°C daha yüksek seyredeceği tahmin
edilmektedir. Bir diğer senaryoya göre, küresel dolaşım modelleriyle elde edilen sonuçlar, halen
100 yılda bir oluşan kuraklığın 2070’li yıllarda Adana-Samsun hattının batısında kalan bölgelerde
40 yıldan daha az bir sürede hatta bazı yerlerde 10 yılda bir gerçekleşeceğini göstermektedir
(Kundzewicz et al. 2007). IPCC’nde Küresel İklim Modelleri ile yapılan projeksiyonlara göre,
2030 yılında Türkiye büyük bir kısmı oldukça kuru ve sıcak bir iklimin etkisine girecektir.
Türkiye’deki sıcaklıklar kışın 2oC, yazın ise 2-3 oC arasında bir değerde artacaktır. Yağışlar kışın
%10'luk bir artış gösterirken yaz mevsiminde %5 ile %15 azalacaktır. Ayrıca yazın toprak
neminin de %15 ile %25 arasında bir değerde azalacağı tahmin edilmektedir. Akdeniz
havzasındaki su seviyesinde 2030 yılına kadar 18 cm-12 cm'lik, 2050 yılına kadar 38 cm-14 cm'lik
ve 2100 yılına kadar 65- 35 cm'lik bir yükselme görüleceği tahmin edilmektedir (Anonim 2007a).
İklim Değişikliğin su kaynakları üzerindeki etkisi de, yağış özelliklerinin değişmesinden
kaynaklanmaktadır. Yağışlarda iklim nedeniyle meydana gelen değişmeler, hidroloji ve su
kaynakları için çok önemli sonuçlar doğurabilir niteliktedir. Genel olarak, yağış Türkiye’nin Ege
ve Akdeniz kıyılarında azalmakta, Karadeniz kıyılarında ise artmaktadır. İç Anadolu’da yağış
açısından çok az veya hiçbir değişiklik görülmemektedir. En şiddetli (mutlak) azalma güney batı
kıyılarında gözlemlenirken, Kafkasya kıyı bölgelerinin ise oldukça fazla yağış alması
beklenmektedir. Bu gözlemler, hem kış hem de ilkbahar toplamı için geçerlidir (ÖnolandSemazzi
2006). Uluslararası İklim Değişikliği Paneli’nin araştırmaları, biyolojik çeşitlilik zenginliği
nedeniyle Türkiye’ye özel önem verilmesini ve iklim değişikliğinin Türkiye’deki etkilerinin
özenle araştırılması gerektiğini vurgulamaktadır.
Yıl/ Endüstriyel
1990yılınagöred Tarımsal
(Milyo Toplam Enerji işlemlerveürün Atık
nton) eğişim(%) faaliyetler
kullanımı

1990 210,7 - 134,3 22,9 42,4 11,1

1991 218,7 3,8 139,3 24,9 43,3 11,3

1992 224,7 6,6 145,4 24,3 43,4 11,5

1993 233,4 10,7 152,7 24,9 44,0 11,8

2013 439,0 108,3 308,8 59,8 53,6 16,8

2014 451,8 114,4 321,3 60,2 53,7 16,6

2015 469,9 123,0 339,7 59,6 53,7 17,0

2016 496,1 135,4 361,0 62,4 56,5 16,2

Tablo1:Sektörlere Göre Toplam Sera Gazı Emisyonları (CO2 eşdeğeri), 1990 – 2016 (TÜİK, 2018)

Yukarıda TÜİK’den alınan tabloya göre Türkiye’nin yaydığı sera gazı miktarı artmaktadır. Bu ise bizi
giderek küresel ısınmanın etkileriyle daha fazla başbaşa bırakacak demektir . Ülkemizde sera gazı
emisyonları 1990 yılında 210,7 milyon ton civarlarında iken 2016 yılında %135,4 artış
göstererek 496,1 milyon ton seviyelerine ulaşmıştır. Bu oranın günümüzde yaklaşık %150
seviyelerinde olduğu düşünülmektedir. Tarımsal faaliyetlerin burada sahip olduğu oran ise
%10-12 civarındadır. Yapılan son analizlerde ülkemizde tarım kaynaklı sera gazı
emisyonlarının 56,5 milyon ton olduğu ve genel toplamın yaklaşık % 11,4’ünü oluşturduğu
gözlemlenebilir. Bu durum artarak devam ederse tarımsal çeşitlilikte azalma olacaktır.
Türkiye’de tarım sektörü 2015 yılı itibariyle toplamsera gazı emisyonlarının %12’sine tekabül
etmektedir. Tarımda emisyon azaltımı, düşük maliyeti ve kolayuygulama alanı ile ülkemizde
ve dünyada emisyon azaltım stratejileri arasında önemli bir sektör olarak göz önünde
bulundurulmalıdır. Özellikle emisyonların çok büyük bir kısmına neden olan enterik
fermantasyon (%47), tarım toprakları (%40),gübre yönetimi (%11) konularında önlemler
alınması bu sektörden kaynaklanan emisyonların azaltılmasını sağlayacaktır.

Buğday Arpa Mısır Pamuk Ayçiçeği


Karadeniz -6.0 -7.0 -7.4 - -5.0
Marmara -10.3 -8.5 -7.9 -5.0 -5.9
Ege -7.2 -7.2 -11.0 -3.6 -6.6
Akdeniz -6.5 -6 -10.9 -2.8 -6.8
İçAnadolu -7.4 -8.2 -12.5 - -7.3
DoğuAnadolu -8.3 -8.5 -12.1 - -7.9
GüneydoğuAnadolu -7.2 -7.5 -9.2 -4 -6.3

Tablo11:Referans Senaryosu İle Karşılaştırıldığında Mahsul Verimlerindeki Yüzdelik Değişmeler

Yukarıdaki tablodan da anlaşılacağı gibi olası küresel ısınma risklerinin artmasıyla


ülkemizde tarım üretiminde yaşanacak mahsul azalmaları görülecektir. Bununla birlikte yağış
rejiminde görülecek değişiklikler de tarımsal üretimin azalmasına nedenolurken, kurak ve
yarı kurak bölgelerde yağışlarda görülecek artışlar ürün miktarında artışlara yol açmaktadır.
Ayrıca, orta ve yüksek enlemlerde bazı ürünlerde üretim miktarının artma olasılığı
bulunmaktadır. Bu ve benzeri olumlu etkilere rağmen, iklim değişikliğinin tarım üzerindeki
genel etkisinin (sıcaklıklardaki artış nedeniyle) negatif olması beklenmektedir.

SONUÇ/ KRİTİK ETME

Bu çalışmamızdan da anlaşıldığı üzere Küresel Isınmadan kaynaklı İklim Değişiklikleri


tüm Dünya’nın ve ülkemizin sorunlarından en başta gelenidir. Başta ABD ve Çin gibi sera gazı
salınımını atmosfere en çok yayan ülkeler olmak üzere tüm ülkeler bu sorunu çözmek için eşit
düzeyde gayret göstermediği sürece kaçınılmaz felaketlerin oluşacağı bir gerçektir. Bu sorun
tek bir ülkenin ya da birkaç ülkenin çözebileceği bir sorun değil tüm ülkelerin eşit çabalarıyla
çözülebilecek bir durum olması nedeniyle son derece önemlidir. Son yıllarda daha sık görülen
yağış dengesizlikleri, sel felaketleri gibi doğal afetlerin artması, kuraklık ve çöl iklimlerinin
yaygınlaşması, tsunami gibi insanoğlunun başedemeyecği büyüklükteki doğal felaketler, el
nino sıcaklıkları, fırtınalar gibi iklimsel hareketlerin artmış olması, ayrıca buzulların erimesiyle
deniz seviyelerinin yükselmesi gibi daha bir çok olumsuzluğun görülmesi küresel ısınmanın
arttığının birer göstergesidir. Ayrıca bunlara bağlı olarak canlı çeşitliliği de azalma
göstermekte, ormansızlaşma artmakta, temiz su kaynakları yok olmaktadır. Hal böyle olunca
kaçınılmaz sona doğru yaklaşan dünyamız ve tabii ki insanoğlu felakete sürüklenmeden bir an
önce bu duruma çözüm üretmek zorundadır. Gerek Dünya’da ve gerekse ülkemizde insanlık ve
doğa namına güzel çalışmalar yapmalıyız.

İnsanlar olarak biz,

1-Karbon salınımının azaltılması için öncelikle petrol ve türevlerini kullanmayı bırakmalı,


plastik ve benzeri ürünleri kullanmayı azaltmalıyız.

2- Enerji üretiminde yenilenebilir kaynaklara yönelmeli, başta nükleer enerji santralleri olmak
üzere, katı atıkların yakılmasıyla enerji üreten tesislerinin kullanımını azaltmalıyız. İhtiyacımız
olan enerjiyi doğal kaynaklardan üretmeyi tüm dünya ülkeleri ve Türkiye’mizde
başaramadığımız sürece karbon salınımını azaltamayacağız. Dünyada en çok sera gazı
salınımının enerji üretiminden olduğu gerçektir ve bu konuda ciddi çalışmalar yapılması
gerekmektedir.

3-Tüm dünyada fosil yakıtlar yerine yenilenebilir çevre dostu yakıtlar kullanılmalıdır. Kömür
tüketimi tamamen sıfırlanamasa bile ciddi oranda tüketiminin azaltılması gerekmektedir.

4- Tarımsal üretimde kimyasal gübreler yerine doğal gübreleme yapılmalı, organik tarım üretimi
artırılmalıdır. Tarımsal sulamada ve tarımsal enerji kullanımında çevre dostu araçlar
kullanmalıyız.
5- Metan gazı üretiminin azaltılması için hayvansal gıda tüketimi ve kırmızı et tüketimi
azaltılmalıdır. En çok metan gazını doğalgaz yakımı ile birlikte, ineklerin ürettiği düşünülürse
hayvansal gıda tüketiminin azaltılmasının ne kadar önemli olduğu görülmektedir.

5- Denizlerde ve tatlı su alanlarında yer alan tüm su kaynaklarının kirletilmesi önlenmeli,


denizlere kirli sanayi atıklarının ve kimyasalların atılması durdurulmalıdır.

6- Ulaşımda katı yakıtlar yerine elektrikle çalışan araçlar kullanılmalı, fosil yakıtla çalışan tüm
hava kara ve deniz araçlarının üretimi durdurulmalıdır. Ayrıca kişisel olarak tüm insanların günlük
ulaşımlarında kişisel araçları yerine toplu taşımayı kullanmaları yakıt tüketiminin azaltacağı için,
karbon salınımını yavaşlatacaktır.

7- Tüm Dünya daha az enerji kullanımı için gerekli tedbirleri almalı, daha az enerji üreten
aletlerin, makinaların üretimi ve kullanımı yaygınlaştırılmalıdır.

Yukarıda yazılan tüm önlemler dışında daha sayamayacağımız bir çok önlem
alınmadığı ve uygulamaya geçirilmediği müddetçe maalesef Küresel Isınmanın ortaya çıkaracağı
doğal felaketlerle önümüzdeki yıllarda daha çok karşılaşacak ve daha çok üzüleceğiz. Canlı cansız
varlıkları ile bir bütün halinde yaşayan, güzel dünyamızın sağlıklı huzurlu yaşamı için mücadele
edilmesi gerçeği her şeyiyle apaçık ortadır ve umarız bugün yapılan tüm çabalar yarına umut ışığı
saçacaktır..

KAYNAKÇA:

1- İklim Değişikliği Eğitim Modülleri Serisi 7 / İklim Değişikliği ve Türkiye Tarım


Etkileşimi / AB PROJESİ / Pr.Dr. Zeynep ZAİMOĞLU /2019/ANKARA

2- Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi / Dünyada İklim Değişikliği Üzerine


Yapılan Çalışmalar ve Türkiye’deki Durum / Zeynep KANAT ve Atilla KESKİN /
Yüksek Lisans Tezi

3- Tarım ve Orman Bakanlığı www.tarımorman.gov.tr sitesi

4- T.C Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Meteoroloji Genel Müdürlüğü

5- tr.vikipedia.org sitesi

You might also like