You are on page 1of 84

Türkü her ne kadar "Savrulup gidiyor ömür dediğin" dese

de, ölümün ardından bir rüzgar savurur insanın


küllerini.

Oğuz Abl vefat etmiş!


Bu beklenmiyordu işte. Çok şey yapmıştı. Koskoca bir
toplumu etkilemişti. Mizah ile kültürümüzü, bizi
birleştirmişti. Ona kızdılar bazıları, 'sulu' dediler.
Bazı danslar böyledir, cesaret ister, büyülü bir yetenek
ister, içtenlik ister. Oğuz Aral milyonları güldürdü, bir türlü
onların yüzünü güldürmeyenlerin karşısında "Gırgır" dansı
yaparak. Bu mizah tarzı Ulke dışına da yayıldı. Bizim
tarzlarımızdan birinde onun da imzası var. Oğuz Abi tarihe
geçti çoktan... Oğuz Abi öldü ... Kendi toplumlarının
tarzlarını yaratanlar ölümsüzdür. Rüzgar, onların eserleri
daha iyi görülsün diye savurur belki de küllerini.

lspanyol dünyası kendi tarzlarından biri olan flamenco'nun


ustası Antonio Gad es'i yitirdi.

Büyük dansçılar böyledir, bütün yükseltilerin üzerinde


dansetmek isterler. Küba'da, Sierra Maestra sıradağları
"üzerinde bir avuç kül savruluyor şu sıra, Antonio Gades'in
külleri. Küba devriminin ölümsüzlüğü düşüncesine adamış
ruhunu büyük dansçı. Ölümünden altı gün önce vasiyet
etmiş; Ben bir öze inandım, o dağların üzerinde, küllerim
arda savrulsun demiş.

Birileri yükseklerde dans edince toplumlar da yükselir.


( içindekiler )

!Urkiye'.de
Necip Fazıl . nektarın
lslamı" var!
100 yaşında
- k s·o· yı eş,,
"kaça_=
·

AMurat 26 nafer
;;>,Yaralı olma 42
aYncalı9ı kpçük
WTunalı ermiş
>-BarıŞ,arak
isken der
ve Coke

Jules
Veme
74 kilrşad
oğuz
kaçakgündem
2004 Yaşar Navi Hayır ôykU ÖdUlll'rıe Batman­ ilk ödülü kaptı
lı yazar Yavuz Eklncl değer göıtıldü. Ancak ödü· Josi! Emllio Pacheco, Meksikalı şair, dünya­
lü başka biri kazandı.Bu bir şaka değil.Arka­
da ilkler arasına girdi; Uluslararası Pablo

ı
daşımız Yavuz ödülü yönetmeliğini iyi okuma­
NerudaÖdlilU'nün itki ona verildi. l<açak'ırı
mış. Ödül ilan edilmeden bir hafta önce cadde
Yayınları'ndan katıldığı dosya kitap olarak çık­ gündeminde bu ödülU duyurmak var.Ayrı­
ca Pablo Neruda bizim için çok değeri!. Ba­

fl
mıştı. Oysa kitaplaşmamış dosyalar ödüle katı·
lacakmış.Ekinci'nin yarışma dışı kaldığı açık· sının gözünden kaçmış,edebiyatsever!erin

:� � ��� : d!��� �� ������ ��� : ���� ��:


nd .
nd l
u
r
a · a
ı n
1

Ödlllü düzenleyenler çok kızmışlardı herhalde.


r
gözünden kaçsın istemedik. Jose
Pacheco'yu buradan tebrik ediyon.ız.Ken­
Emilio

disiKaçak dostu ilan edilir.


Böyle kızgın jüriler de yarışma dışı bırakılmalı.

Bir yazar doğuyor Alman yayıncıdan lsabetll,karar


Sıkı edebiyat okurları onun ismini iyi bilirler.
Edebiyat dünyası onu tanımıyor ama onu
Ihsan Oktay Anar, lzmirli felsefeci ve yazar.
yakında tanıyacak.FakatKaçak okurlarılil·
Onu biz de seviyoruz. Kaçak seni seviyor Ih­
rnrlar. Yazarlarımızdan çünkü, ilk sayıları­
san Oktay Anar! Kaçak seni tebrik ediyor,
mızdan beri. Esra Tayllk, bir öykü kitabıyla çLinkLi Puslu Kıtalar Atlası. Ammann yayınları
geliyor; Bana Yaktrı Bir Yerlerde. arasından Almanya'da çıkmış.
Esra'nın yığınağı sağlam, iki roman hazırda Türk edebiyatı böyle sıkı yazarlarla evrensel
bekliyor.Cadde yayınları onu heyecanla su­ edebiyat ailesine katılacak. Avrupa yayıncıla·
nacak. Ne zaman mı? Pek yakında, t Ey­ rının yenl konsepti Türk edebiyatı olmalı.
lül'de. Daha çok yazar, daha çok Ihsan Oktay Anar.

Derya Sayın

Sayı:16 ·Ağustos2004/Ayhkyerel50�ll yayındır.

Sahibi: LM BasınYaym Lıd.Şti.adınaTuncayAkgün


Yayın Ylinetmenl: Tun�ay Akgün Yayın O...ışmanı: Adnan Ozer adnanoıer570hoımo;l.<Om Editör' Aslan Ozriemlr aslanoıdemlrO!fl'man.tom.tr
Sorumlu Yazılşlul MDdllrtl: Ayhan Erdoğan Genel Tasanm: Mithat Çınar Grafik Tasarım: Tanzeı Ercanpolat fotot!Wrı Sinan Gliksel
DJzgl: Nurgül Sedef Kıran ODzeltl: Hüseyin Kıran MDessese MOdUrll: AliYavuz Sallf MUdDrll: Cengiz Kocalı 11..tıı Sonııııluııı.ıı Tanju Kine
Abone-Reklam:SevinçSelvl

Tol,o>ı1·192 9ııso·29195�ı(4llat\·f1>C:a>ı2·29•ı,491AIH>nelllıl!lnTtl:o>ı2·2929.ısolı19
Adw.;,firu>•taMahalı,..;,o,,ftl!fdarYok"'iuNo,47E!ey<ıtlu/l>!•nbulllulıı,leManM;ııbo•sıTtl:on2·8s80093(1'1o.}o.tııım=B9tıMerkeı
Yer Kaçak Yayın'ın terası, gün batmak üzere. Hafif. haftaları kovaladı,her hafta aynı saatte aynı yerde
ten duyulan müzikle birlikte birer ikişer insanlar do· aynı heyecanla toplanıyorduk.Bir monolog gibi değil­
luyor terasa. Haliç'in mavi suları, görkemli Topkapı di dersler, herkes fikirlerini paylaşıyor, herkes cümle­
Sarayı, ufuktaki adalarda yanan ilk ışıklar ve Galata lerini ortaya döküyordu. Yazarlarla gençler arasında
8
Kulesi,batan güneşin kızıllığıyla karşılıyor onları. ay bir köprü olduk. Sıcacık dostluklar kuruldu. Çevresin­
önce imam Adnan sokaktaki Leman binasının dersli· de edebiyatla ilgili insanlar bulamamaktan şikayetçi
ğinde başlayıp 2,5 aydır da bu terasta devam eden olanlar sımsıkı sarıldılar edebiyat dostlarına. Konuşul­
seminerlerin bitişi kutlanacak. Herkes heyecanlı ama du, gülündü, tartışıldı ve üç ay devrilip gitti. Söz bit·
65kişinin sevinci ayrı,onlar sertifıkalarını alacaklar, ti yazı kaldı geriye. Herkes artık kendinden daha
hepsi birer çocuk gibi heyecanlı. Daha önce dersler emin,daha inanarak yazıyordu. Paylaştıkça çoğalıyor­
boyunca tartışmalar, s dakikada yazılacak öyküler du yazılanlar.
için terledikleri bu terasta şimdi alkolle ve müziğin Daha ilk seminerler bitmeden ikincisi çıktı yola. Yi·
ritmiyle terlemeye geldiler. ne talep çok yoğundu ve yine birbirinden hevesli otuz
8
Evet ay önce,edebiyat aşkı,edebiyatın paylaşıla­ beş kişi aynı heyecanla sınıfı doldurmuştu. üstelik
bilir, yayılabilir bir şey olduğu inancıyla çıkıldı yola. onlar biraz daha şanslıydı baharın gelişiyle kapalı sı·

Her zaman okuyucusuyla iç içe olan Kaçak Yayın, Ka· nıf yerine teras olmuştu derslikleri. Gözlerini kamaştı­
nat Ahştıranlar'la beraber devam etmek istedi. Ma· ran güneş,vapur düdük!eri,martı sesleri arasında ko­
dem edebiyatı seviyorduk,madem her şeye inat yazı· nuşuyorlardı edebiyatı -şimdi mis gibi sucuk kokuları
yorduk ve madem birileri kendi evlerinde yazıp bize yayılan kahkahaların yükseldiği bu yerde- Ağızlardan
ulaşmaya çabalıyordu, bu paylaşılmalıydı. Gençlere, çıkan her cümleyi kaçırmadan dinliyor, onaylıyor, iti­
yazıyı hayatının merkezi yapmış yenilere el verilmeliy­ raz ediyor ve her an yeni fıkirler üretiyorlardı.lki sa·
di. Riskli bir denemeydi ama değerdi. Her türlü eleş­ atlik dersler yetmez olmuştu, buldukları ilk kafede
tiriye rağmen ilk adımı attık. Akademik bilgi değildi sohbetlerine devam ediyorlardı. Artık yazı her yerdey­
paylaşacaklarımız, yazı deneyimimizin ta kendisiydi. di.
Gönüllüce bize destek veren herkes kerıdi adırıa bil­ Bu eğlence aslında küçük bir rahatlama sadece
diği, öğrendiği ne varsa paylaşmaya hazırdı. Kimileri­ yoksa seminercilerin yapacakları daha bitmedi. Koca
ne göre delilikti yapılan ama edebiyatın akıllı işi ol­ bir edebiyat defteri hazırlayacaklar Adnan Özer için.
duğunu hiç iddia etmedik ki. Onlarca yazı geldi elimi­ Şiirlerden, klasik öykülerin yeniden yazımlarına kadar
ze genç kalemlerden. Edebiyatı seven, onunla ilgili birçok başlıktan oluşan. Yaz tatili yasak yani bu yola
bir şeyler öğrenmek isteyen o kadar çok kimse vardı baş koyanlara. Derse geldikleri ilk günden beri peşle­
ki, sadece bu bile haklı olduğumuzu ortaya koyuyor· rini bırakmadı zaten ödevler. Çocuk olup şaşırın ve
du.Seçim yapmak zordu,ancak otuz kişiyi seçip baş· yeniden yazın geçmişi dendi. Ürktüler.Büyümemişler
ladık yolumuza. miydi artık, edebiyat büyük işi değil miydi? içine gi­
Seminerin ilk dersi gelip çattığında,hem bizim hem rince anladılar ne demek istendiğini. Kimi zaman bir
edebiyatçı adaylarının heyecanı görülmeye değerdi. kıymık öyküsü yazmaları istendi,kimi zaman asansdr.
ilk sözü söyleyerek başladı her şey ve akıp gitti. Ne Sayfalar doldurmaları yetmedi, şimdi bir defter dol­
de olsa ortak paydamız belliydi; edebiyat. Haftalar durmalılar. Kolaya kaçmak yine yasak,defter en az iki

o
ortalı harita metod olacak. (Bu şartı yeni açıklıyoruz, malar için bile böyle heyecanlanmamıştı belki de.
eııenceden önce uykusuz kalmasınlar istedik.) ı6'dan 45'e kadar her yaştan "genç",öğrencilere has
Ama bu gece ödevler düşünülmeyecek. Kısa bir mo­ bir duyguyla sertifikalarını bekliyor. Resmi olarak ge·
la çalışmaya. Şimdi eğlence vakti. Daha gün batma­ çerli olup olmamasını önemseyen yok hep birlikte
dan birer ikişer gelenlerle ağır aRır doluyor teras. Tat­ yaptığımız yolculuğun küçük sembolleri bu sertifika­
lı bir telaş hakim herkese. Çünkü herkes gece güzel lar ve biraz da bahanesi hep birlikte olabilmenin. Ve
geçsin diye elinden geleni yapmaya hazır. Ama iki ki­ ilk ismin çağrılmasıyla alkış kopuyor. Her isim okun·
şinin telaşı ayrı,Adnan Ozer ve Aslan Ozdemlr.Semi­ dukça alkışlar, ıslıklar, tezahüratlar. O birkaç saniye­
nerin fikir babaları, dergiye gelen onlarca yazıya sa· lik an için her öğrenci gecenin yıldızı oluveriyor. Baş­
dece birkaç satır cevap yazmaya gönülleri elverme· ta ders verenler olmak üzere bir çok yazar, yayıncı
yen. Edebiyat dünyasının bireysellikle değil paylaşım· ders vermemiş olsalar da aynı inancı paylaşan dost­
la, bilgi ve tecrübe aktarımıyla yürüdüğüne inanan. lar veriyor sertifikaları...
8
Gençlere inanan.•. aydır harcadıkları emeRin meyve· Ve ne güzel söylüyor Başar Başanr elindeki sertifi­
sini görmekten keyifliler ama eğlencede de her şey kayı vermeden önce. Bu seminerlerle ulaşılmak iste­
mükemmel olsun istiyorlar, düzende aksama olmasın nen amacın önemini vurguluyor. Ortaya konan eme-

diye gözleri her şeyin üstünde. içlerinden acaba bu ğin büyüklUğünü, yıllardır içinde bulunduğu edebiyat
kadar yüksekte toplanmasa mıydık diye geçiriyorlar, camiasında hiç göremediği bir fedakarlığı gördüğünü
alkol sişede durduğu gibi durmaz,aman bir düşen ol· söylüyor. Tartışma ortamının böylesi özgürce yaşana­
masın. özellikle Aslan Özdemir içki masasına uğrama· bildiği nadir yerlerden olduğunu belirtiyor seminerle­
maya çalışıyor, artık kendini ne kadar tutabilirse... rin.Burada içtenlik var diyor. içtenlik,doğallık ve ne­
Aylarca defter kalemlerle dolan masaların üstünde şe. Yani edebiyat ortamlarında pek bulunmayan şey­
simdi şaraplar, biralar,çerezler var. Masiılarda,ayak· ler. Ve "hizipçi" olun diye öğüt veriyor seminer gru­
ta her yerde insanlar var. Birbirini hiç tanımayan iki buna, bu hizibi sürdürün. Siz bu dünyanın içinde hi­
seminer grubunun öğrencileri, ders verenler, gazete· zipçi olun. Birbirinin ayağını kaydıranlar, başkasının
ciler, yayın dünyasından insanlar, teman grubu çalı· düşüşünü kar sayanlar, birlik olmaktan kaçınanlar
şanları, hatta bir sonraki seminere katılmak için şim· arasında hizipçi otun diyor. Şimdi olduğu gibi hep bir­
diden heyecanlanan öğenci adayları... Küçük sohbet­ lik olun diyor, birbirinize inanın diyor, iyiyi doğruyu
ler başlıyor birbirini tanımayanlar arasında,kısa süre­ güzeli savunun diyor. Yazık ki kötülük öyle bir yayıl­
de koyu sohbetlere dönüşen. Burası öyle bir yer ki mış ki, böyle bir hizibe ihtiyaç var..
kimse on dakikadan fazla yabancı kalamıyor diğerine. Sertifikalarını alanların da artık öğrenciliği bırakıp
Güneşin batışıyla bir duman yayılıyor etrafa. Eyvah eğlenceye karışmasıyla ilk anlardaki kokteyl havası
Kaçak yanıyor galiba diye ufak bir telaş yaşansa da yerini çılgın bir partiye bırakıyor. Açılışı Latin müziği
çok geçmeden bunun köşede yanan mangal olduğu eşliğinde Adnan Özer yapıyor pistte öRrencisi öz­
anlaşılıyor. Konuklar aç bırakılmayacak, ama önce tem'le birlikte. Yazıdaki kıvraklığa pistte de sahip ol·
sertifikalar dağıtılacak. Konuklar bir şeyler yemek için duğunu gösteriyor dosta düşmana. Yavaş yavaş mü·
sabırsızlanırken tüm öğrenciler Adnan Özer'in etrahnı ziğin ritmi herkesi sarıyor,sohbet aralarında dans hiç
sarıyor. Birçoğu bitirdikleri okullardan aldıkları diplo· eksik olmuyor. Eğlence artık her yerde. Suat Özkan,


Soner Günday başta olmak üzere Leman çizerleri te· Saatler hızla akıp gitti,artık herkes sırılsıklam ve sar­
rasın en nadide köşesinde -mangal başı- bir yandan hoş. Yavaş yavaş ayrılma vakti ama kimsenirr gidesi
komik danslar ediyor, bir yandan da esprileri ardı ar­ yok.Son biı'bira,son bir sigara diye söz uzadıkça uzu­
dına patlatıyorlar. Birbirlerini bulan yazarlar köşeler­ yor ama rrafile müzik kısıldı, vedalaşmalar başladı. Her
de çok sıkı sohbe\ere koyulmuş. Yanlarından meraktı köşede birileri kucaklaşıyor,Adnan ôzer'e,Aslan özde­
öğrenciler hiç eksik olmuyor, ne öğrenseler kar yan­ mir'e teşekkürler bitmiyor. Daha gece bitmeden tekrar
larına Öğrencilerin halleri gerçekten görülmeye değer. ne zamarr buluşulacağına dair konuşmalar yükseliyor.
Sanki hepsi aylardır bu geceyi beklemiş dağıtmak !rrsanlar azaldıkça koca bir çöp yığını çıkıyor ortaya. Şi­
için, duydukları her müziğe aynı coşkuyla eşlik edi· şeler,izmaritler,kirli tabak bardaklar... Gecenin artıkla­
yorlar. Aralarında da onlardan biri gibi eğlenen iki rı.Sonra yine kollar sıvanacak yeni seminerler için. Hem
isim var, Nafer Ermiş ve Hakan Şenocak. Derslerde lstanbul'da hemlstanbul dışında yeni bu\uşmalar yaşa­
başlayan ilişki uzun sohbetlerle sıcak bir dostluğa dö­ nacak.Bu ilk adımdı,daha ulaşılacak çok insan var. Ve
rrüşmüş bile. Hasirre Şen de ya\rrız bırakmamış öğ· tabii sonrasında da daha böyle güze!geceler yaşanacak
rerrcilerini, dans etmeyi tercih etmese de bir köşederr defalarca,edebiyat ve eğlence hiç eksik olmayacak Ka­
izliyor. çak Yayın'ın gündeminde.

Bir de burada olamayıp selamı gelenler var.Bir semi­


ner öğrencisi Viyana'daydı geçen hafta. üç gün geçirmiş
Kimler Yoktu ki
Oktay Taftalı'yla. Taftalı'nın da aklı burada,bir kutu pu­
ro göndermiş tüttürüldükçe adı anılsın diye. Ama buna
Radikal'in sanat editörlJ Cem Erciyes,
gerek yok zaten dersi h&la dillerde. Atilla Birkiye selam CNN Türk'ün Kültür Sanat Koordinatörü
göndermiş yazmaya gititiği uzaklardan, gelememekten öyklJcii Başar Başanr, Vatan Gazatesi
hüzünlü. Ömür candaşBodrum'da,yaz soİıuna istediği
Kitap Eki'nin yöneticisi Kiirşad Oğuz,
ödevler akıllarda. Salih Bolat Ankara'da ama yakında o
da taşınacaklstanbul'a öğrenciler şimdiden sandalyesi­ Radikal köşe yazan Zeki Coşkun, E Der­
ni hazır ediyorlar aralarında. Seminerlerde ders veren gisi Editörü Zerrin Yllmaz, Doğan Kitap
yazarlar inci Ara� Bjöm Kem, RUstem Aslan'ın da adla­ editörlerinden Deniz Yüce, şair-yazar
rı anılmadan geçilmiyor.
Aniden yağmur başlıyor. lstanbul'un havasına gü­
Metin Celôl, Karikatürist-oyuncu Hasan
ven olmaz malum. Dans edenler ilk damlalarda fark Kaçan, onun oyuncu biraderi Fatih Ka­
edemiyorlar yağmuru, ama yağmur ısrarlı,hızını gide­ çan; Leman çizerlerl Suat Ôzkan, Soner
rek artırıyor. Aniden gece,müzik,alkol ve yağmur bir­
Günday, Bahadtr Boysal; Seminerlerde
birine karışıyor. Ama yağmur yağmış fırtına kopmuş
kimin umurunda. Eğlence daha da bir canlı devam ders verenlerden Hasine Şen, Nafer Er­
ediyor. Ne müzik susuyor, ne sohbetler kesiliyor ne miş, Hakan Şenocak, Başar Boşanr da
de dansın ritmi düşüyor. Aksine artık bir panayır ye­
geceye kattlanlar arasmdaydı
rine dönüyor ortalık. Herkes ıslanmaktan keyifli coş­
tukça coşuyor tutabilene aşk olsun.

o
bambu gibi esnek, nilüfer gibi güzel ve zambak gibi
,��iddet�z zarif olun.
Kendiniz olun, komşunuz gibi

mücade\'e
olmaya çalışmayın
Ruhunuzu sakinleştirin ve her şeyin kaynağı olan,
kötülük ve bencilliğin tüm zerrelerini yıkayıp temizle·
yen pınarı arayın. Eğer komşunuzun iyilik ve kötülük­
lerini ortaya çıkarmakla çok fazla meşgul olursanız,
kendi ruhunuzu ihmal etmiş olacaksınız ve başkaları·
---- --

Aikido olarak bilinen dövüş sanatının yaratıcısı Mo· yargılamak için kullandığınız enerji sizi tüketecek ve
rihei Ueshiba'nın (1883-1969) yazıları zaman zaman yenecektir. Hayat sevginin tezahürüdür, ve bir savaşçı
m

okunmaya değer. Öğretilerinden derlenen bu yazılar, her zaman savaşmaya kışkırtmak yerine barışa teşvik
karşı karşıya gelmek insan doğasının bir parçası olsa etmeye odaklanmalıdır.
da, insanın kendisiyle, komşusuyla ve dünyayla uzlaş­
ması için de kullanılabileceğini gösteriyor. işte kısaltıl· Yeteneklerlnlzl ve erdemlerinizi
mış ve uyarlanmış haliyle onun bazı öğretileri: geliştirin
Kendini geliştirmek isteyenler asla teorilerin ve söz·
Bilgeden ııtrenmek lerin esiri olmamalıdır; kusursuz hareket etmeye çalış·
Çevrenizdeki dünyaya bakın, yapıl­ malıdır ve bunun için şu dört önemli erdemi kullanma·
mış bütün işleri görün, büyüklerini­ lıdır: Cesaret, akıl, sevgi ve dostluk. Bunu yapabilmek
zin size öl!:retmeye çahştıklannı din­ için takip edeceğiniz çeşitli yollar vardır, tıpkı bir da·
leyin ve bütün bunları size bırakılmış ğın zirvesine birçok farklı yoldan ulaşılabileceği gibi.
bir miras olarak kullanın. Çünkü Ancak buradaki zirve sevgidir ve gerçek bir savaşçı ne
gerçek orada, gözlerinizin zaman bir karar vermek zorunda kalsa, bu kelimeyi
önündedir ve her şey -bir tam manasıyla anlamış olduğundan emin olmalıdır.
adam, bir nehir, bir bitki- Bunu yapmak için çok çalışın, ama sezgileriniz size yol
sizin öğretmeniniz olabilir. göstersin; çünkü sezgi her zaman en iyi yolu seçme­
Suyun nasıl özgürce kaya· mizi sağlar.
tarın üzerinden aktığını
görün ve o su gibi olma· Savaşçının yolu
ya çalışın. Her sabah Keskin ve parlak kutsal kıhç her zaman kökündeki
gökyüzünün ve yeıyüzü· kötülüğe saldmr. Eğer bu kıhç demirden olsaydı, saf­
nün giysilerini üzerinize lığı bozulmuş olur ve ilk darbede kırıhrdt. Ama kılıç
giyin, kendinizi sevginin demircinin ellerinde dövülüp çekiçlenerek şekillendiril­
enerjisiyle yıkayın ve di ve çeliğe dönüştürüldü. Bu çelikse! kalite aynı za­
kendinizi tabiat ananın manda kılıcı kullanan erkek ya da kadındadır. Geçmiş·
kalbinde, beşikteymiş gibi ten gelen her darbe aynı zamanda bir ders alma ve
sallanmaya bırakın. gelecekteki tuzaklardan kaçınmayı öğrenme yoludur.
Gerçek yol dört erdemle katedilir. Ve eğer bunu sade·
iç ses dışandan geUr ce fiziksel görünümüyle · beden ile · kısıtlarsanız güç·
Kalbiniz yeşermek için ışığı tün düşürürsünüz, çünkü bedenin yapabilecekleri sı·
görmeyi bekleyen pek çok bere· nırlıdır. Ama ruh evren kadar geniştir ve sevginin bize
ketli tohum taşır. ışığın ruhunuza öğrettilti her şeyi anlayabilir.
girmesine izin verin: Hayatın akışı· Gerçek savaşçı her zaman Uç silahını yanında taşır:
nın size yol göstermesine izin ve· Barış getiren ışıltılı kılıç, akıl ve dostluğun parlak ay­
rin, çevrenizde büyüyen şeylerin nası ve paha biçilmez tanrısal ışık. Bu tanrısal ışık
özelliklerini taklit etmeye çalışın. cennette ya da dünyada değildir. o her birimizin için·
Her zaman bir çam ağacı gibi y�n. dedir.


Hangi Yazar?
B�r yazarın gerçek hayatı 11e gerçek kimli8i hakkındaki
_
diışüncelerimizi birçok durumda yine başka blr yazar ta·
rafından kaleme alınmış biyografisi, yazarın kendi haya·
tını a�lattığı otobiyografisi veya kendisiyle yapılan söyle­
şiler üzerine kuruyoruz. Bazen ise, sevdi!!imiz bir yazarla
şahsen tanışıp sohbet etme şansımız da oluyor, ama bu
ka�ılaşma hayal kınklığı da yaratabiliyor, hattaeserlerin­
den bile uzaklaşmamıza neden olabiliyor. Karşımızda
oturan yazar, kitaplannı okurken kafamızda şekillenen
yazardan çok farklıdır çünkü. Peki hangisine güvenmeli·
yiz?
Okurlar ve eleştirmenler yazarın gerçek hayatırıın ne
� ere cede önemli olduğunu saptama konusunda oldukça
�zg.ur_ �ırakılmıştır. Bazılarına göre yazarın gerçek hayatı
ıle ılgıl_ ı bazı ayrıntıların bilinmesi okuma sürecini kısıtla·

makt dır. Bu, tabii ki yazann hayatı ile ilgili bilgilerin
meını aydınlatmadıll:ı anlamına gelmiyor, fakat dilin ve·
ya imgelerin içind ��
ömli!ü olan olası anlamların ortaya
çıkmasını engelledıtıni ıfade ediyor.
Bazıları ise yazar merkezli okumanın edebiyat eserinin
lıll:ı olan Amlrl'yi kutlanmaya başlamış. sol görüşü benim·
anlaşılmasındaki yerini vurguluyor. Freud, örnell:in, "Dos·
seyince ise lmamu sözcüll:ünü adından atmıştır. Bu ör·
toyevski ve Baba Katillı�i" başlıklı yazısında Dostoyevs­
neklerden de görüldüğü gibi, yazarın kendisi de, kişlve
k l'nin yapıtlarını yazarın kendi hayatındaki olaylar ışıll:ın­
sanatçı atarak, sancılı bir kimlik arayışı içindedir bazı du·
da irdeliyor, eserlerindeki karakterler ve temalara daya·
rumlarda. Eleştiri kuramları,yazar kimlill:inin çok katman­
narak lse yazarı n sara hastalığına, babasına karşı hlsset·
!
!ili: nefret duygusuna ve homoseksüellik eıı:ilimine işaret
lı bu özellill:ini de aydınlatmaya çalışmıştır.
Wayne C. Booth yazarın farklı kimliklerini sınıflarıdır·
edıyor: Emst Jones da Shakespeare'in Hamlet oyununa
benzer bir yazar-merkezli eleştiri getiriyor. "Jon es 'a glJre
� ��ay alışan kuramcılardan biridir. Kendisi beş tür yazar
kımlıll:ınden söz eder. Yazar, gerçek bir yaşam sürdüren,
eserde buldugumuz Oidipus durumu Shakespeare'in ken­
tüm dill:er insanlar gibi etten ve kemikten oluşan, fiziksel
di ruhsal durumuno ışık tutmaktadır. Shakespeare'in ba·
bir varlıktır, Booth'a göre. Bu anlamda Yazar, ara sıra ya·
basının ı6oı 'de öldügüne ve Hamlet'in de hemen bu ola·
yın ardından yazıldıgına inandıgı için, Janes, yazann baba·
yımcısıyla tartışabilen, kepek sorunu veya aldatılma gibi
her ö1üm1Unün karşılaşabileceği türden problemler yaşa·
sına karşı çowklugunda duydugu hislerin can/andıgı bir
sırada Ham/et'i kaleme oldıgı sonucuna vafır".' yabilen, bazen üzülen, bazen mutlu olan, bazen ise öfke·
lenebilen bir insandır. Manavdan sebze alırken görebile·
Daha sonraki eleştiri akımları ise okuma sürecindeki
ceğimiz bu Var Olan Yazar, zamanla Var Sayılan Yazar'a
ağırlık merkezini yazardan metnin kendisine veya okura
dönüşür. VarSayıtan Yazar, eııen ve kemikten oluşan Ya­
doğru kaydırmaktadır. Paul Ricoeur, örneğin, bir kitabı
zar'dan farklı olarak, eleştirmenlerin ve biyografi yaıar!a­
okumak, onu yazan kişiyi ölü kabul etmek demektir dü·
rının katkılanyla toplumun zihninde yaratılan figürdür.
şüncesini savunuyor. Birçokyapısakılık ötes! kuramcı da
Birçok durumda tutarlı bir kişi değildir bu, çünkü farklı
metnin anlamını yazarın hayatında dell:il, başka metinler·
eleştirmenler, edebiyat tarihçileri ve kuramcılar, Yazar
le kurmuş olduğu ilişkilerde, yani metinlerarasılık özelli­
hakkında farklı düşüncelere sahiptir. Booth'un sınıflandır­
ll:inde anyor.
.

P kii bir kitabı yazan kişi ile kitabın üzerindeki yazar
.
ma listesinde bir de Dramatize Edilen Yazar yer alıyor.

Bu, an atıcı olarak birinci tekil kişinin seçildili durumlar­
ısmı, bır yazann takma adı ile gerçek kimliği arasındaki
ball:lantı nedir? Gerçek adı MaryAnn Evans olan ünlü in·
� görlilür. (Kuşkusuz sadece deneyimsiz bir okur bir öy­
kü veya romandaki .. ben" ifadesinin yazarın gerçek kim·
giliz romancısı kitaplarını bir erkek adı altında, George
lill:ine denk düştüğüne inanır.) Birçok durumda bu anla­
Eliot olarak yazm ıştır örnell:in. Amerikalı zenci yazar Le
. tıcı Yazar' dan farklıdır, ama Yazar' ın kendi düşünceleri­
Rol Jones ıse müslümanlıll:ı benimseyince adını lmamu
ni ve hayat deneyimlerini de dile getirebilir. örneğin Nat­
Ameer Baraka olarak değiştirmiş, kısa bir süre sonra
tKıniel Hawthorne'un Püriten toplumun değerlerini eleş·
adındaki Arapça Ameer sözcüğü yerine Swahili'de karşı·
tirdill:i KIZll Harf (rhe Scarltt Letter) romanında Yazar ile


Dramatize Edilen Yazar' ın sık sık örtüştüğünü görebiliriz.
Fakat edebiyat eseri, Yazar ve Dramatize Edilen Yazar'
la hiçbir bağlantısı olmayan yaratıcı bir kişi de oluştura­ BEŞİR SEVİM
bilir. Bir edebiyat eserinin bütün olarak ima ettili bu ya­
zan Booth Zımni Yazar olarak tanımlıyor. Zımni Yazar
farklı sözcüler aracılıyla seslenebilir okura: Güvenilir, gü­ mOrOr-ı zaman
venillr olmayan, lronik v.s. Yazar ile Zımni Yazar' ın ara­
sındaki mesafe de çok değişkendir. Biyografi niteliğinde­ yavuz'a
ki bir yazıda Aılt Nesin' in aşın cimrililinden söz edil­
mesi birçok okurda şok etkisi yaratabilir, çünkü bu özel· incecik bir gamdan,
lik kitaplarının oluşturdulu Zımni Yazar "Aziz Nesln"e
ters düşmektedir. Anlatıcı ile Zımni Yazar' ın da her za­ en çok acıya kenar süsü
man örtüşmesi beklenemez. Bir Wordsworth şiiri okur­ oluyor gözümüz eski.
ken bize seslenen kişiyi şiirin yazarı olarak düşündüğü­
müz Wordsworth'tan ayırt etmek genelde zor olur. Gulll­ kınk kurşun konduğu dal
�r'in Gezilerf nin yazan Jonathan Swlft'in başka bir ese­ dan! geçiyor kör kurşun;
rinde, "Yoksul Çocukların Ailelerine Ve Dikeye YUk Olmo­ üzülüyor kuş, ağaç eski.
lorını Önleyerek Onlon Topluma Yararlı Hale Getirmek
için Naçizane bir ônerf• başlıklı yazısında durum çok da­
ha farklı. Toplum refahım düşünen bir yurttaşın aızından yalım yalım bir yaz göğü
yazılan bu yapıtta, yoksul aile çocuklarının zenginlerin altında kesmiş yüzümü dudakların
sofrasına yiyecek olarak sunulmasıyla ülkedeki ekonomik sustuğumca aşk... lekeni eski.
durumunun düzeleceği savunulmakta. Acımasız bir ironi­
ye dayanan bu yazı, "naçizane linerlde" bulunan anlatıcı parmaklarım acır boynunu bağışlasam
ile Yazar/Zımni Yazar Swlft arasındaki çellşkiyi ifade eden gecenin neresi uzar, yaklaştıkça
en çarpıcı örneklerdendir. ama çocuğun gözleri kandil eski.
Her Yazar yazma serüveni boyunca yarattııı her eserle
birlikte farklı Zımni Yazarlar yaratmaktadır. Bu Zımni Ya­ hınçla tuttum güzelliğini, siyah
zarlar dizini incelendiğinde beliren ortak yazınsal merke· kestim kimsesiz bileklerimi
ze Booth Kariyer Yazan ismini veriyor. Yazarın bu kimli· bir jileti paylaşamayan eski.
linin ise yapıtlarıyla pek bir ballantısı olmadan elde et­
til!;i ün veya imajdan {Ahmet Altan'ın son dönemlerde el­ zalimdi nisyan dediğinde insan
de ettiği imajı düşünün) ayırt edilmesi gerektiğini de vur­ ktnldım boş bir tabutun önünde
guluyor.ı damarlarında karıncalann gezdiği
Yazar, içinde bu kadar farklı kimlikler barındırabiliyor­
sa veya ona bu kadar farktı kimlikler atfedilebiliyorsa,
onu otorite olarak ka· bir kuş ö1üsüyüm eski.
bul etmek de zorlaşı­
yor kuşkusuz. Onun
kimlilindekl çok kat­
manlılığı kavramak en
temel özelliğine işaret
etmiyor mu aslında?
Yazmak, çağdaş ltal·
yan yazınının başlıca
temsilcilerinden Glor­
gio ManganelU'nin de­
yimiyle "doguşton kU·
çUk hırsızlık/ora ya do
dUzenbaz/ıga egilimli,
oma bUyUk iilçllde suç işleme yllreklill#i olmayan kişinin
dolandırma biçimidir belki de", yazar ise
"hiç kimsenin
degerlendiremeyecegi zihinsel dUzenekler uydurarak al­
datan biri.'"'
• Dev.m edecek •

ı Berna Mor.ın,Edebiyat Kur.ımlaıt ve Ele�tlrl, lstanbul: Cem Ya·


yınevl, 1991,137
1A.e.,138
1WayneC.Booth,Critlc.alUnderstandingThePo-rs andllmlts
of Plurıllsm,Chic.ago: Unlverslty ofChlcago,1979, 268-171
4Glorgio Miınpnelll, OOıyızmın ince Sesi, lstanbul: Yıpı Kredi
Yayınlan,2002,21


Edebiyat, pedagoji ve Batman
Batman Belediye'sinln Konferans salonunda konuşmala ("Kendi olma" ve �yenileme" bilincimizin kötü bir 'tarih­
rımızı yapmak üzere izleyiciler karşısında yerimizi aldık. Ar· çilik' ve battal bir folklorizmin uyuşukluğundan sıyrılmasını
kamızdaki bez afişte "Edebiyat ve Eğitim Paneline Hoşgel istemez miyiz?!)
diniz" yazıyor. Batmanlı öykücü Yavuz Ekinci heyecanını
yenmiş gibi görünüyor. Gözleri geniş konferans masasının Maddeler çoğaltılabilr, ama konumuz bu rönesansın
bir ucuna yığılmış kitabının kapağına dalıyor. "Meyaser'in programı değil, bu program için ciddi çalışmalara ihtiyaç
Uçuşu" adlı öykü kitabı doğduğu yer ola11 Batman'daki ga­ var. Ben bir işaret çakmak istiyorum,ve haydi! diyorum.
lasına hazır işte. Yapılan etkinlik aslında bir 'kitap galası,' Batman'da olduğumuza göre Kürt modernleşmesinden
panel de, daha bir içerik katılsın diye... Meraklı, sevecen söz etmeliyiz; bunu görmek için sosyolog olmaya gerek
gözler üzerimizde ... yok,her türlü tozun dumanın altından böyle bir olgu görü­
Bu olayı önemsiyonım,çünkü böyle böyle kültür,edebi· !üyor. Bu modernleşme Anadolu rönesansına destek ola­
yat alanındaki aşırı merkezileşme durdurulabilir. 1983 yılın­ cak,karşılıklı hata yapmazsak, olacak!Ardından unutulan iç
da bu yana kafayı taktığım,bizzat kuramlaştırdığım �bağım­ Anadolu ve Trakya (evet Trakya,kimse benim memleketi­
sız kültürel yayıncılık" küreselleşme gerçeği karşısında Tür­ min halini sormuyor) ele alınmalı. ..
kiye'nin önemli seçeneklerinden. O yıllar merkezileşme yıl­ Biliyorum,bunlar iri iri laflar, ama gecikmiş modernlik so­
larıydı ve ben akıntıya karşı çok kürek çektim. Fakat şim­ run(arını yerli kalarak aşmalı diyorum.
di... konjoktür de uygun,Anadolu rönesansı başlasın! Bu Batman gazeteleri "Batmanlı yazar kentine döndü" diye
rönesansın içeriği nedir? diye sararsanız,söyleyelim: yazdılar. On iki ile on dokuz yaş arasını orada geçirmiştim.
1- Yerel basın modernleşecek. Hayır,bu benim için fazlaydı, gurur vericiydi ama fazlaydı.
(Okunan,güçlü bölge gazeteleri istemez misiniz?!) Gönülden bir hemşehrilik benim durumuma daha uygun
2- Bölge yayınevleri kurulacak. olacak. Babam oraya "şark hizmeti" ne gönderilmişti. Bu
(Entelektüalizmin yaygınlaşmasını,açık toplum edebiyatı adı konulmamış bir sürgündü. TCDD hareket memuru lsma·
esprisinin tutmasını istemez miyiz?!) il Özer orada tam ıo yıl hizmet verdi. Tekirdağ'daki varlığı·
3-Anadolu üniversiteleri kültürel ve sanatsal destek bu· mızı kaybettik,benim ve iki kardeşimin eğitimi ona keza.
lacak. Ama Batman suçlu değildi bundan. Batman bana cesaret,
(Öğretimin genel toplum eğitimi ile desteklenmesini .iste· verdi,arkadaş verdi,platoni verdi,irnge verdi,bir tLirkü
mez miyiz?!) gırtlağı verdi (o hançereden söylerim). Ben ona birkaç şiir
4· Kültür-sanat imk.3nları yaygınlaştırılacak. verebildim. Borcum borç,planım plan,ona en az iki roman
(Yerel düşüncenin, yerli, modern düşünceye dönüşmesi­ vereceğim.Zaten o zaman da Batmanlı pekçok romancıola
ni istemez miyiz?!) cak. Eleştirmen bile olacak.
5- Anadolu'daki geleneksel kurumlar, varlıklar yenilene­ Büyük güzel bir ülkede yaşamayı kim istemez?!
cek.
kaçakyazar
metinaksoy
tarını yazar ve Kürt sorununa da bu açıdan bakardım.
ve şiddete Yani mıjik bir bakış açısıyla olaya bakardım, diğer bir
deyişle gücün yarattığı şiddet açısından olaya bakar­
benzeyen şeyler...
dım. Kürtlerin korumak zorunda oldukları kültürlerini,
neden geliştiremediklerini, kendi dillerinde neden ko­
nuşup yazamadıklarını, çocuklarına neden daha iyi bir
eğitim veremediklerini, neden birbirlerini öldürdükleri­
"intikam vahşi adalettir" der Fran­ ni, neden uzun yıllar süren kan davalarının hala sür­
cis Bacan, haksızlığa isyan eder ve mekte olduğunu yazardım. Dahası şiddetten başka se­
çenekleri olmayan toplumların psikolojisini, şiddet
dilzeltilmesini ister. Onun söz ettiği içinde büyüyen çocukların sonraki yaşamlarında ölü­
vahşi adalet şudur: Yasaların adale­ me, ö!dürmeye ne kadar meyilli olduklarını araştırır,
Kürt sorununa da bu açıdan bakardım. Ve şiddetten
ti hakkaniyetiyle dağıtmadığı za­ uzak durmaları için öncelikle Kürtlere öğüt vermezdim,
manlar, adaleti kendimiz sağlama­ bu şiddetin yaratıcılarına alternatif çözümler sunardım.
Şayet Edgar Allan Poe'nun gözünden olaya bakar­
ya çalışırız...
sak şiddet bir kurgudur, Poe: "Ve çok çılgınlık ve daha
fazla günah ve dehşet, işte kurgunun ruhu" der. Eğer
Günah ve şiddet denilince aklıma Edgar Allan Poe bir şiddet kurgusu yapılacaksa -ki bu türden kurgula­
gelir. Poe şair olmaktan öte modern kent hikayecisi rı düşünce adamları yaratır- Poe'nun olmazsa olmaz
kimliğiyle Amerika'nın görünmeyen yüzünü kendi pen­ seçeneklerini kullanmakta yarar var. Durduk yere bir
ceresinden anlatmaya çalıştı. Şiddet ve çılgınlık onun insan sevgilisini öldürüp mahzenin duvarının içine
için vazgeçilmez bir kurgu oldu her zaman. Onun yaz­ gömmez ya da durduk yere bir insan yaşlı birini öldü­
dıklarını okurken zevk almamak elde değil, ama 'teh­ rüp oturduğu sandalyenin altına gömmez. Şiddetle
likeli' olduğunu da belirtmek gerekir. Poe'nun düşün­ yoğrulmayan bir insan şiddete başvurabileceğini san­
celerinin tehlikeli, 'suç' olduğunu ya da düşüncenin mıyorum. Bu biraz da Dante'nin "forza" terimine ben­
tehlikeli olduğunu ben savunmuyorum elbetteki, Dan­ ziyor, şiddete başvuranlar cehenneminin en dibinde
te düşüncenin de bir tür suç olduğuna ve tehlikeli ol­ değiller. Onları yaratanlar cehennemin en dibindeler.
duğuna atıfta bulunuyor. Dante, cehennemin tüm dü­
zeylerinde iki temel günah olduğunu belirtir. Biri şid­ Ve günah •••
det "forza", diğerini sahtekarlık "farda" diye adlandı­ Francls Bacon, "intikam vahşi adalettir" diyor. Hak­
rır. Dante'ye göre şiddet suçluları cehennemin en di­ sızlığa isyan eder ve düzeltilmesini ister Bacon. Aslın­
binde değiller, cehennemin en dibinde zihinsel suçlu­ da Bacon'un söz ettiği vahşi adalet şudur: Yasaların
lar bulunmakta. Zihinsel suçların, fiziki suçlardan da­ adaleti hakkaniyetiyle dağıtmadığı zamanlar, adaleti
ha kötü olduğuna işaret eder Dante. Dahası Federico kendimiz sağlamaya çahşırız. Bacon'u adeta doğrula­
Garda lorca, yaşamın; hissedenler için trajedi, düşü­ yan Kutsal kitaptaki "Göze göz, dişe diş, ele el, aya{Ja
nenler için komedi olduğunu söyler. Yunanların tiyat­ ayokn sözüne karşılık, lsa nın: "Biri sa!] ayaiJını vurur­
royu temsil eden simgeleri trajedi ve komedi maske­
'

leri de aynı fikri destekler. Kaşlarını çatan maske tra­


sa, ona öteki ayafjını çevir; ve biri sana dava açıp palto­

jedi, gücü ifade eder. Gülen maske komedi, sahtekar­


n u isterse ona ceketini de ver; ve biri seni bir mil yürü­
Galiba günahtan
lığı ifade eder.
meye zorlarsa, onunla iki mil yürü . "
ve vahşi adaletten uzak durmak için lsa'nın sözüne
katılmaktan başka çare yok gibi.
Ve şidde�... Peki, Kürtler vahşi adalet aradı, intikam almak iste-
Radikal gazetesinin Temmuz zoo4 tarihli haftalık di ve şiddete başvurdular diyelim, o zaman ötekiler de
eki IKl'de ôrtadoğu Teknik Üniversitesi Araştırma Gö- düşünce günahı işledi, inan Rüma gibi, hatta yıllardır
ıı

revlisi inan Rüma imzasını taşıyan "Türkiyeli Kürtler" bu günah işleniyor. Yüzlerce araştırmacı, yüzlerce kö-
başlıklı bir yazı yayınlandı. İnan Rllma Türkiyeli Kürt- şe yazarı, yüzlerce gazeteci, yüzlerce yazar durmaksı-
lerden şiddetten uzak durmaları durumunda kendileri- zın düşünce günahı işliyor. Ve onlar cehennemin en
nin yararına olacağını söylemekle kalmayıp, Iraklı dibinde yanacaklar, en azından Dante öyle diyor ve
Kürtlerin de pervasızca davrandıklarını ve bu durumun ben de Dante'ye bu noktada katılıyorum. Şiddeti Kürt-
da Kürt sorununa yeni bir boyut kazandırdığını belirt- ler yaratmadı, bir tek şiddete başvuran Kürtler değil.
mekte. Yazının ana amacı Kürtlerin şiddetten uzak Şiddetten uzak durması gereken de sadece Kürtler de-
durmaları için öğüt niteliğini taşımakta. Yani bir tür ğil.
1 düşünce. Şayet ben inan Rüma'nın yerine Kürtlerle il- Garda Lorca'nın dediği gibi hayatı hissetmeyi öğren-
gili bir yazı yazma ihtiyacı duysaydım, insanların ne- mek zorundayız trajediyi görmek zorundayız, komedi
deo ş;ddete bul''"""''"· oedeo ş;ddete b'ş vucduk· 4D moskeled ""P ;k; yü,lülükteo mgeçmet;y;,_
ismet özel, ilk "dönüşüm"ünü zannedildigi gibi meye başlamış ki, bir gün canına tak eder. "Herkes
1975 yılında, o güne kadar tutkulu bir savunucusu ol· Galatasarayh'ysa ben Fenerbahçeli olurum" deyip es·
dugu soldan kopup lslami camianın içine girerek yap­ ki takımını bırakır. Ve bu kararını sokakta üç teker­
madı. Çok daha eskilere, çocukluk yıllarına ilişkin blr lekli bisikletine binen bir arkadaşına açıklar: "Ben Fe­
macerası var. O yıllarda, mahalledeki arkadaşlarının nerbahçeli oldum." Arkadaşı, hiç beklemediği bir ce­
çogunlugu gibi ismet özel de Galatasaraylı'dır. Demek vap vererek özel'in bir daha takım tutmamasına, hat·
ki isyankar ruhu daha çocuklugunda kendini belli et- ta ilerki yıllarda "insan neden birilerine göstermek
Fotograflar: Eren Aytug

KaçakSöyleşi Kü'l<'d Oğuz
e
A

rin lslamı'' var!


ra gelen iki kitap: "Henry Sen Neden Buradasın 1 ve il." Bir otobiyografi ve daha
da önemlisi "İsmet Özel'in vedası" niteliğindeki bu kitaptan mutlaka okuyun. Siıe
ön bilgi olması için ilk bölümü 14 Temmuz tarihli Vatan Kitap'ın ikinci sayısında yer
alan "son.. İsmet Özel söyleşisinin devamını sunuyoruz...

için top peşinde koşar" fikrine kapılmasına yol aça­ 2001'den bu yana da Bilgi Oniversitesi'nde şiir üzeri­
caktır: "Dönek!" ne dersler veriyor.
Özel, çocukluk yıllarında yaşadığı bu tedirginliğe özel, kendi dünya görüşünü otobiyografik bir anla­
rağmen 6o yıllık hayatının her diliminde "bildiğini söy­ tımla ilk kez "Watdo Sen Neden Burada Oeğilsin"le or·
leyen" adam olarak çıktı karşımıza ve gerçekten de taya dökmüştü. Ralph Waldo Emerson'la Henry David
"sadık" okurları, taraftarları oldu. ı975 öncesinde mi­ Thoreau arasında geçen diyaloğu bilirsiniz. Thoreau,
litanlık derecesinde "sol"u savunup etrafını da "dev­ 185o'lerde yaşamış bir anarşistti. Hiçbir mesleğin kah­
rim" yolunda cesaretlendirirken "başkalarının" kendi­ bına girmeyen, evlenmeyen, yalnız yaşayan, oy kullan­
si kadar heyecanlı olmadığını görüp saf değiştirdi. Ye· mayan, kiliseye gitmeyen, silah sıkmavan, dev!ete ver­
ni camiası lslamcılar da çok geçmeden onu "bagrına gi vermeyi reddeden Thoreau, 1846'da bu yüzden
bastı" ve hatta yavaş yavaş "bilge kişi" konumuna hapse düştü. Yakın arkadaşı Ralph Waldo Emerson
yükseltti. 28 yıl lslamcı çevreyle haşır neşir otan Özel, onu hapiste gördüğünde şaşırıp, "Henry, Sen Neden
son yıllarda Türkiye'nin farklı kentlerinde düzenlediği Buradasın" demişti. Henry'nin cevabı o yıllarda Özel'in
toplantılara futbol stadı kalabalığı çekti. Ama bir yan­ kendine dair anlatmak istediklerini özetliyordu: "Wal·
dan da ls1ami kesimi "içten" eleştirmeye başlamış, do, Sen Neden Burada Değilsin?"
içinde bulunduğu camianın büyük kısmının gerçek Is­ işte, 2004 Martı'nda çıkan "Henry Sen Neden Bura­
lamı değil, "sahte bir dünyayı" yaşadıklarını söyler ol­ dasın"m ilk kitabında ismet özel bir kez daha düşün­
muştu. Nihayet, geçen yıl tam bu dönemde Milli Gaze­ celerini yaşamından kesitlerle anlattı. Geçen ay yayım­
te'de yazdığı "Bir Zamanlar Bir ismet özel Vardı" ya­ lanan ikinci kitapla da bu çabasına bir nokta koydu.
zısıyla lslami camiayla bağlarım fiili olarak kopardı. Aslında, medyada yankı bulmayan bu iki kitapta haya­
Kendi tabiriyle, altmış yıllık ömrünün ilk yarısı sona tına, fikirlerine ve neyi nasıl gördüğüne ilişkin çok şey
erene kadar sosyalistlerle (Komünistlerle) merhabalaş­ söylüyordu özel. Bu söyleşi, size birazcık bunlardan
mış, ikinci yan süresince de Müslümanlarla Ostamcılar­ bahsetmek için yapılmıştır...
la) selamlaşmış biri olarak ismet Özel, en çok şiirleriy­
le kendini sevdirdi. ı963 yılında dergilerde yayımla­
maya başladığı ilk şiirlerini 1966'da "GeC'eleyin Bir Ko­
şu" adlı ilk kitabında topladı; ikinci şiir kitabı "Evet. Hıyıtınııdı tllrden bir fıydı ıattıdınıı mı?
isyan" (1969) büyük yankı uyandırdı. 197o'te Ataol Sağladım tabii. Kendi düzeyimi farkettim.
Behramoğlu'yla Halkın Dostları dergisini çıkardılar. YUkselttfnlı mi ıynı zamandı?
Özel'in lslami camiaya girdikten sonra çıkardığı ilk şi­ Bu, çabayla olacak bir şev değil. Seçmeyle olacak bir
ir kitabı ise "Cinayetler Kitabı" oldu. Şiirlerinin hala şey. Uğraşıp didinip sanatın iyi alanlarına kavuşulmaz.
sol ve laik kesimin yayın organlarında yer buluyor ol­ Sadece bayağılıktan sakınmayı ilke edinip bu ilkeye sa­
ması, onun şiirinin gücünü gösteriyordu. Dördüncü şi­ dık kalmak noktasında bir iş düşüyor olabilir insanın
ir kitabı "Celladıma Gülümserken"de (1984) iyice ol· üzerine; onun dışında, bütün dünya toplumlan ve bü·
gunlaşan Özel, şiirlerini topladığı "Erbain"le (1987) tiln zamanlar için şöyle bir ölçil getirilebilir: Eğer insan
her kesim tarafından ayakta alkışlandı. 1993 Temmu· kendisine sanatın dışında bir şev vermesini bekleyerek
zu'ndaki Sivas Katliamı'ndan sonra söylediği "Ne va· sanat işine girişirse, o başından bozulmuş sayılır.
ni, Sivas semalarında Sırp uçakları mı uçsaydı" sözle­ TOrklye'd• $imdi nnıt ne için yıpıhyor sizce?
ri büyük tepki alsa da 1999'da yayımladığı "Bir Yusuf Türkiye'de şiir ve romana ilişkin bir medyum, bir or­
Masalı"yla ona küsenlerle tekrar barıştı. Hacettepe tam, bir çevre, bir alan yok. Tam tersine piyasa dedi­
Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı mezunu özel, ğimiz, bazılarının serbest piyasa dediği, bazılarının hür


teşebbUs dediği ilişkiler ağıyla be­ lirim: Benim sadece ısrarlı okuyu­ nım var, lnternet bir şey arayıp
lirleniyor sanat. Garip bir şekilde cularım var. 1980 y ı l ı n d a "Şiir Oku­ başka bir şey b u l d uğunuz yerdir di­
insanlar kendi hayatlarına ilişkin ma Kıtavuzu"nu yayı mladığım za­ yorlar. O çok başıma geliyor. Beni
bir açılımı temin etmek gayesiyle man Türk basınında, edebiyat der­ meşgul ediyor.
değil, tam tersine. bir şeyden geri gilerinde, edebiyat eklerinde, hiçbi­ Manipote de ediyor ama•.•
kalmamak, bir şeyden mahrum kal­ rinde t ı k yoktu. H i ç kimse böyle bir Tam tersine, ben o n u manipüte
mamak için okur durumdalar Türki­ kita b ı n yayı mlandığından söz etme­ ediyorum, çünkü merak ettiğim bir­
ye'de. d i . Ama ben gayet iyi biliyorum ki, çok konuda beni ikna eden bir ce­
Romanı da mı kasdediyorsunuz? en azından b u n u satıştan anlamak vapla karşılaşmasam bile, başkala-

Tabii. Bütün edebiyatı -gibi görü­ mümkün, şakır şakır okundu, çatır rının o konuda kafaları n ı n nasıl ça­
nen şeyi. Günümüzde artık roman çatır okundu, satır satır okundu. lıştığı n ı öğrenmek bakı m ı n d a n ba­
yaz m a n ı n teknikleri de geliştirildi. Yani yeni bir şey değil. na çok faydası oluyor.
Bu öyle meçhul bir şey değil. Nasıl Kaç sattı şimdiye kadar? Ne zamandan beri kullanıyorsu­
kitle iletişim araçları bir malzeme Bilmiyorum. nuz?
üretiyorsa, öbür alanda da buna ilgilenmiyor musunuz? Yoğun olarak üç senedir.
benzer bir iş yapılıyor. Hayır. Ama geçenlerde Şule Ya­ Görüşmeye başlamadan önce
Kitap yazmanın formlllleri mi var yınları'na sordum, "Siz dedim, ye­ '"Çağdaş TDrk şiiri yok"' demiştiniz?
demek istiyorsunuz? dinci baskı yapmışsınız, b u başın­ Ne zaman bitti? Bilgi Ontversite­
Sadece formülleri yok, aynı za­ dan beri yedinci baskı m ı , yoksa si­ si'ndeki derslerinizde en son kim­
manda mecburiyetleri de var. Me­ zin· yayınevinizdeki mi?" Bizimkinde den bahsediyorsunuz?
sela terörizm t a n ı m ı n ı kimden a l ı ­ dediler. En son ikinci Yeni'den ve onların
yoruz? Terörizm b a ş k a alanlarda Hangi kitap? yaşadığı maceradan. Çünkü ikinci
hakimiyeti olan bir güç tarafından "Faydasız Yazılar." Sadece Şule Yeni şairleri bir a k ı m olarak yaşa­
ideolojik anlamda üretilmiş bir ta­ Yayı nları'nda yedi baskı yapmış. madı lar. Her biri sonradan kendi
nıma sahip. Yani Amerikan kurulu isimleri çerçevesinde şiir kurdu.
düzeninin terörizm t a n ı m ı yalnız Görüş değiştirseler bile şiirleri bir
geçerli değil, aynı zamanda aksi "ÇAl;DAS şey kaybetmedi. Bunlar ciddi şey­
konusunda yasaklar işleyen bir şey. TORK ŞilRİ YOK" ler. Çünkü Türkiye'de Tanzimat'tan
Bir '"terfirizm terörizmi" var yani. bugüne kadar toplumun meselesiy­
Evet. Dolayısıyla bugün okunur Son okuduğunuz roman nedir? le şiirin parlayışı arası nda doğru
bir yazar olmak oldukça rahatsız Demek aradan çok geçmiş ki, öy­ orantı vardır. Garip akımı belli bir
edici ve temiz olmayan bir şey. Bu­ le bir şey hatırlamıyorum. Bir de dönemin adeta ihtiyacına cevap
na kendini de dahil ediyor musun şunu vurgulayım. lnternet çok vak­ vermek için doğmuştur. Aynı şey
diye sorarsan şöyle bir nokta ile timi alan bir şey haline geldi. Çok ikinci Yeni için de söylenebilir, Beş
kendimi temize çıkarmaya çalışabi- geniş bir kaynak. Çok güzel bir ta- Hececiler için de . . .


Şimdi toplum şiire ihtiyaç mı duymuyor? yalım diyorlar. ..
Ş i m d i Türkiye'nin toplum olarak varlığı tartışma ko­ Bu Fransızlar ya da Almanlar için de geçerli olamaz
nusu. B i r Türk toplumu var mı? Hatta Türk m i lleti var mı?
mı? Hayır. Onların ne ve kim olduklarını belirleyen b i r
.. Henry Sen Neden Buradasın ll"'de bu meseleye tak· b a ş k a unsur var işin i ç i n d e . Mesela Fransız mi lleti n i n
mış gibisiniz. Albert Sorel'in ..Türk milleti diye bir şey o l m a s ı için ticaret kapitalizminin o ü l k e d e gelişmiş o l ­
yoktur"" lafına atıfta bulunuyorsunuz. Gerçekten yok m a s ı gerekti. Fransız Akademisi 17. yüzyılda, 14. L u i s
mu? Hemen ardından da "Türkiye feraha çıkmadıkça zaman ında k u r u l d u . Y a n i Fransızca'nın n a s ı l b i r dil o l a ­
dünya da çıkmayacak" diyorsunuz. c a ğ ı n a Akademi karar v e r d i ta o z a m a n . Her toplumun
Eğer dünya bir siste m i n baskısı altı ndaysa, d ü nyada kendine mahsus hem oluşum süreci var hem de hızlan­
bir hegemonya ilişkisi varsa bu hegemonya ilişkisinin d ı rıcısı. Türkiye'de ise yakın geçmiş dediğimiz şey par­
bir yerden etkisiz b ı rakı lması lazım. B u sosyalizm yo­ çalanan bir imparatorluk. Başka bir şey yok. Biz Türk
luyla olabilecek bir şey değil. Bunu hem reel sosyalizm m i lleti olarak Avrupa'da doğmuş milletlerden birisi de­
ispat etti, hem de hegemonya kurulmasına sebep olan ğiliz. Bizim varlığımıza kapitalizm maya temin etmedi.
z i h n iyetle hegemonyayı reddeden z i h n iyet aynı kay­ Halbuki Avrupa'daki toplulukların hepsinin mayasında
naklara başvuruyorlar. Halbuki bugün globalleşme adı kapitalizm var. Millet eşittir kapitalizm. Bizim Türklüğü­
altında bütün d ü nyayı etkisi altında bırakan hegemon­ müz Türkiye'de oluşmuş bir şeydir. Türkiye Türkler'i
ya i l işkilerine en son eklemlenmiş ülke Türkiye. Dola­ oluşturmuştur, Türkler Türkiye'yi oluşturmuştur.
yısıyla Türkiye'nin hegemonya kurmuş toplumun refe­ Anadolu'da mı TOrkiye'de mi?
ranslarına ihtiyaç duymadan geliştirebileceği bir top­ Türkiye d ü nyada b i r tane. Başşehri de b u rası.
lum modeli var. Eğer böyle b i r şey isteniyorsa buna ra­ Ne kadar genişletiyorsunuz bunun sınırlarını?
hatlıkla ulaşılabilir. Ama istenmediği için ulaşı lamıyor, Misak-ı Milli s ı n ı rları tabii. Misak-ı Milli'nin Ali Rıza
o ayrı konu. Türkiye'de biz kendimiz için bir çare bu­ Paşa h ü k ümeti tarafı n d a n ilan edildiğini bu kitapta
lalım ki bu çare d ü nyadaki hegemonya ilişkisinin d u r­ yaz d ı m . Yani Misak-ı Milli son Osmanlı meclisi n i n ilan
duğu yer anlamına gelsi n. Bu sağlandığı takdirde d ü n ­ ettiği bir şeydir. Ve b u Misak-ı Milli'nin içinde de bu­
ya en azından hegemonyanın yürürllikte o l m a d ı ğ ı bir günkü I rak topraklan da vardır. Yani şu a n d a Misak-ı
alanı ta n ı m ı ş olacak. Bu da o sistemin s o n u demektir. Milli mantalltesine dönersek, ABD müttefikleriyle bera­
ber Türkiye'yi işgal etmiştir. Bunu Genelkurmay da bi­
liyor.
"BU ÜLKEDE İZİNSİZ Yani biz de asker gönderseydik kendimiz işgal etmiş
BAŞBAKAN OLAMAZSIN" olacaktık.
Oluyor biliyorsunuz, akrep de kendini sokabiliyor.
Aynı kitapta Tllrkler'in b ü y ü k bir kısmını ahmak, hat­ Asıl farkedilmesi gereken şey, Türkiye'de ciddi bir şe­
ta aptal olmakla suçluyorsunuz. kilde kılcallara kadar işlemiş bir denetim mekanizması
Salak ... Ben Türk dediğim zaman ırki bir birimi işa­ olduğu. O işliyor. Fakat o denetim mekanizması acaba
ret etmiyorum, doğrudan doğruya dini bir anlam yük­ Türkiye'yi b i r basamak yukarı çıkarmak isteyen insan­
lüyorum. Onun için soruyo rum; Türk müsün gavur mu­ ların emrinde mi, en önemli nokta o . Mesela ben Cu­
sun? Buna kendisi cevap verecek. Eğer Türküm diyor­ ma Mektupları'ndan birinde "Kürt realites i n i niçin red­
sa o zaman Müslliman olduğunu a n lıyorum. Türküm detmeliyiz" diye b i r yazı yazd ı m . S ü leyman Demirel 1 2
ama Müslüman değilim diyorsa o adamı gözlem altına Eylül'den s o n r a siyasi hayata d ö n e b i l m e k için bu c ü m ­
almak lazım. l e y i sarfetti: K ü r t realitesini kabul ediyorum. Yani d ü n ­
Bir yandan da, TOı1der'ln toplum oluşturduğu yerlerde y a d a k i b ü y ü k güçlerden siyaset y a p m a k için birileri n i n
muhafazakir kesJm hiçbir çağda doğmadı diyorsunuz. i z i n a l m a s ı gerekiyor ve bu iznin de şartlan v a r . Y a n i
Şimdi bizim değerlendirmelerimizi genellikle Avrupa­ sen K ü r t realitesini reddet, s o n ra Türkiye'de Başbakan
lılar önceden şartla n d ı rmışlardır. Onun için kim oldu­ ol, bu mümkün değil. B u n u söylediler ama, o da paşa
ğumuz konusu Avru pa'dan öğrenilmiş b i r şey. Biz ken­ paşa kabul etti ve Başbakan oldu. Hatta Cumh urbaş­
d i kendimize, biz kimiz diye sormamışız. Kim olduğu­ kanı oldu. Böyle b i r şey var. Sen bugün hem AB'ye
muz söylenmiş ve biz de b u n u kabullenmişiz. Yani ne­ Türkiye'nin girmesi aleyhtarı ol, hem de Başbakan ol.
yin bilineceği n i birileri önceden tespit ediyor. Dolayı­ Bu mümkün değil.
sıyla biz iki farklı şey bilsek bile bize ot biçmenin bi­ Bunların biri de ılımlı lstam'ı savunmak mı?
linmesi gereken şey olduğunu söylüyorlar. Ama birimiz Onu zaten ılıştırdı lar. Onlar, biz ı h m h lslamı savu nu­
otu orakla, birimiz tırpanla biçiyor. Benim söylediğim yoruz demiyorlar, bakıyorlar, ı l ı k b u zaten diyorlar. Biz
pekl'l:la kendimizin neyin bilin meye değer olduğunu lslam'ı savunuyoruz diyorlar.
keşfedebileceğimizdir. Bu ihtiyacı duymak iyi bir şey· Onlar dediğiniz?
dir, bunu söylemek istiyorum. Ama insanlar hayır, bu AKP. Biz bu kadar Müslümanız diyorlar.
ihtiyacı duymak iyi bir şey değildir, herkes gibi yaşa- iyi bir Müslüman olmanın kıstası ne sizce?


Ne olursa olsun Müslüman ya da şeftali, bir şeyin gün lstanbul fethedilmiş bir şehir midir, yoksa başka
iyisi demek aslına sadık olant demek değil mi? Mese­ bir şey midir? Bu mesele gündem dışı tutularak fstan·
la nektarine iyi bir şeftali diyebilir misiniz? Yani Türki· bul konuşulmak isteniyor. lstanbul diye bir şehir 1453
ye'de nektarin lslamı var. yılından itibaren bir karaktere sahip midir, yoksa ta Bi­
Bu solcular için de geçerli mi? zans'tan da eski olan şehirden mi bahsediyoruz?
Herkes için geçerli. Dediğim gibi, şeftali için geçerli Onemli olan bu. Yani lstanbul'un kllprüden iyi görün­
olduktan sonra... düğü bir martaval. Çünkü lstanbul değil buralar. lstan·
bul Suriçi'dir. Hatta söylendiğine gllre Bili Clinton,
Tansu Çitler'in eline Suriçi'nin ikametten arındırılması
projesini dosya olarak vermiş. Neyse, insanlar Üskü·
dar'a giderken lstanbul'da olduklarını düşünmezlerdi.
George Bush, NATO Zirvesi için lstanbul'a geldiğin­ Salt Faik der ki, "Üsküdar fstanbu/'a Diyarbakır kadar
de, Tllr1dye'nin lslam ülkelerine örnek olduğunu söyle­ uzaktır. " Ben biliyorum, Kadıköylüler lstanbul'a gidi·
di; Ortaköy'deki camiyi, sinagogu, kiliseyi gösterip yorum, lstanbul'dan geliyorum diye konuşurtar. Kadı·
"medeniyetler burada buluşuyor, Dogu Batı zaten köylüler kendilerini lstanbultu saymazlar.' Dolayısıyla
kôprüyle birleşiyor" dedi. Ardından da MTann Türki· her şeyi anlaşılmaz kıldıktan sonra en parlak lafı söv·

ye'yi korusun ve ABD'yi korumaya devam etsin" deyip !emek pek akıl kiirı değil. Çok önemli bir şey. Benim
"Boğaz konuşması"m bitirdi. çevirdiğim kitaplardan birinde diyor ki adam. "Türkler
Biz zaten God bless Amerika" diyorduk, Allah onu fstanbu/'u alır almaz her yükseltiye bir cami yaparak
devam ettirsin diyor. "Tanrı Türkiye'yi koiusun dedik şehrin her şeyini degiştirdi/er. " Once Fatih Camii yapı·
..

de, Amerika'yı bırakıp Türkiye'yi korusun demiyoruz" lıyor ama ondan sonra yedi tepeyle sınırlı olmayacak
diyor. bir şekilde her yükseltiye bir cami yapılıyor. 1453 yılın·
Sizce Bush neden lstanbul üzerinde bu kadar duru· dan sonra kubbe ve minare çizdiğin zaman, işte lstan·
yor? Hatb bir ara da Ortıan Pamuk'un .. lstanbut en lyf bul diyorsun. istersen Latin Amerika'da, Maleıya'da
kllprGden görilnGr.• !' dlmleslne de atıfta bulundu ... sor, işte lstanbul diyor. Bu çok önemli bir şey. lstan·
George Waller Bush'un IQ'su tartışma konusu bili­ bul bu mudur, yoksa başka bir şey midir?
yorsun. Ama lstanbul diye bir mesele dünyada var. Bu Yoksa köprü mGdGr?
mesele bugünün meselesi değil. L Dünya Savaşı önce· Kllprü nedir? Ben ona her zaman emperyalizmin te·
sinde, yani savaş bitmeden Rusya'da ihtilill çıkmasay· nasül uzvu dedim. Şu anda iki tane var ama köprü tar·
dı lstanbul Rusya'nın bir şehri olacaktı. Bunda zaten tışması yapılırken köprülerin yapılmasına itiraz eden
iki taraf anlaşmıştı. Rusya'da ihtitill çıkmasaydı Rusya mimarlar diyorlardı ki, eğer Boğaz'a köprü yapılacaksa
kazanan tarafta olacaktı. Kaybetseydi bile lstanbul'u ancak yedi tanesi yapıldıktan sonra durulabilir. Yedi
Ruslar'm alma ihtimali vardı. Ve Lozan'da da Boğazlar köprü kaldırır bu Boğaz diyorlar. Şimdi üçüncüsünü
meselesinin muallakta bırakıldığını biliyorsunuz. Bu· durdurmaya çalışıyorlar.


Büyük Ortadoğu Projesi diye bir şey var. Tüı1dye'nin
İslam ntkesi olarak diğer ülkelere model olmasından
söz ediliyor. Türkiye şu anki konumuyla bir model
olabiUr mi, olması gerekiyor mu?
Neyi kasdediyorlar, bunu niye yalan söyleyerek ya·
pıyorlar? Şimdi Türkiye' n i n model olacağı konu ne?
Türkiye hem bir lslam ülkesiymiş, hem d e laikmiş. Ôy·
le m i acaba? Yani Türkiye hem bir !slam ülkesi, hem
de laik mi? Ben lsveç konsolosu ve karısına sordum,
Bo'li yı llarda, lsveç laik b i r ülke m i dedim, hayır dedi·
!er. Şimdi Türkiye laik b i r ülke diyorlar. Hangi konso­
losumuza sorsan öyle diyor. Nasıl b i r şey b u laiklik?
içinde halk var laikliğin, bir ülkede eğer laiklik varsa
o ülkede halk dini meselelerde söz sahibi demektir.
O n u n için lsveç laik değildir. Halk orada dini mesele·
terde söz sahibi değil. Devlet söz sahibi. Peki Türki·
ye'de halk m ı söz sahibi devlet mi? Şimdi l rak'taki ye­
n i a nayasaya, Türkiye'de ben laikim diyenler kızıyor·
lar. O anayasaya göre, çıkarılan hiçbir kanun Kuran'a
ve s ü n n ete aykırı o lmayacak, a n ayasa maddesiymiş
bu. Böyle olur mu diyorlar, b u laik değil diyorlar. Ta·
marn, doğru, laik değil. Çünkü a n ayasa h ü k m üyse bu,
laik değil. Peki Türkiye'de mesela a nayasa n ı n din ve
vicdan h ü rriyetine ilişkin maddesi uygulanabiliyor mu?
Yani gerçekten insanlar, hangi din olursa olsun, kendi
dinlerinin gereğini yeri n e getirebiliyorlar mı? Türki·
ye'de problem bu.

(OK G�ÇMİŞİM OLDUGUNU


DÜŞÜNOYORUM " ... Korkulu günler bunlar.
"Henry Sen Neden Buradasın ll"ye dönersek... "Bilge­
Kimse tek ı)ık yakmıyor.
lik hayret etmekle başlar" diyorsunuz kitabın başında. Bu gidi)le, gemilerin ı)ıkları
ismet ÖZel'in şu sıralar en çok hayret ettiği şey nedir?
i nsanların bu kadar avanta düşkünü ve tabansız ol· görününceye kadar da
malan. Elbette büyük ölçüde insanların böyle olduğu·
mı gençliğimden beri bi!iyorum ama derecesine hayret yakarnkları yok...
ediyorum. B u kadar m ı olur diye çok şaşırıyorum.
6o yıllık hayabmzda soldan da lstamolat'dan da dost· Gemileri bekliyoruz..."
lannız oldu.
Tanıdıklarım var diyelim.
i nsan dosta ihtiyaç duyar. Mesela sol camianın için­
deyken Ataol Behramoğlu'yla aranız iyiydi, mektup·
laşmalannrz vardı. Sonra görüştünüz mil?
Dünyalarımız değişti.
Bit telefon açayım dediğiniz olmuyor mu?
Hayır. Çün k ü çok bariz . bir şekilde insanların nelerle
tatmin oldukları ortada. Öyle eski alışkanlıklarım da
yok, içki içmiyorum 1974'ten beri. Dört senedir de si­
gara içmiyorum. Dolayısıyla böyle. Şimdi düşündüğüm
tek şey çalışmaya başladığım metinleri sona erdirmek.
Şimdi Gabriela Mistral üzerine bir kitaba başladım. Şi­
irler konusunda bir şeyler çıkacak sanıyorum. Kafam­
da birçok proje var, bir kısmını da fiiliyata döktüm.
Bir yaşlılık psikolojisine girmiş gibisiniz.
Kesinlikle. Ben çok geçmişim olduğunu düşünüyorum .


ne kadardır acaba?
;p... lu§! devlet ve "Güç ve irade imkanlarını elinde bulundurması do­
layısıyla, içinde yaşadığı anı mutlak sanan bir insan
�nr_ası için, kendi ölümü kadar şaşırtıcı bir şey yoktur. Mısır
firavunlarından günümüze kadar, herhalde sayısız
"büyük insanı" bu gülünç duruma örnek gösterebiliriz.
Ancak "güç ve irade" imkanlarının dışında kalan ge­
niş kitleler açısından da, yaşadığı maddi hayatı, tüm
Uluslar kapitallzmln şafağında doğarlar zamanların ortak niteUklerinin bir ifadesi olarak algıla­
K. Marks mak olağan bir ruh halidir. Eğer insan, biraz soyutla·
insan beş duyusu aracıhl!:ıyla ancak yaşadıil:ı an'ı; o ma deneyimine sahip değilse, maddi dünyanın hep
an içinde cereyan eden maddi olaylan, nesneleri ve böyle dönüp durduğunu sanır. Bir ulus kavramı içeri­
insanları algılama imkanına sahiptir. Geçmişe veya ge­ sinde, yurttaş olarak yaşamanın Batı'dan ithal edilmiş,
modern yüıyıllara özgü bir icat olduğunu, bu icat ön­
leceğe ait duyusal (empirlk) bir algı mümkün değildir. cesinde toplumsal maddi yaşamın nasıl sürüp gittiği·
ömegln, 2004 yılında yaşayan bir insanın, fstanbul'un
fethine tanıklık etmesi, o dönemin lstanbul'undan bir niYalan tahayyül etmek oldukça zordur.
yanlış bile olsa tarihi filmler, romanlar, öykü
seyyar satıcıyla alışveriş yapması veya Bizans hükü­
metine bir dilekçe vermesi düşünülemez. Yine gele­ ve söylenceler bize belli ipuçlan vermektedirler. Ancak
cekte. diyelim 2195 yılında seçilecek bir belediye baş­ leo dönemin maddi yaşantısını duyu {empirik) verileriy·
kanıyla bugünden söyleşi yapamazsınız, o gün göste· ait algılama imkanımızın olmayışı dolayısıyla, bugüne
duyularımız, bizi hızlı bir unutmaya zorlar.
rilecek bir filmi şimdiden seyredemez, o gün kızartıla· Toplumsal maddi hayat biçiminin, her zaman değiş­
cak bir balığın kokusunu şimdiden duyamazsınız.
Bu çıplak hakikati dile getirmek, öncelikle abes kar­ mesine karşın, değişmez olan insanların daima toplu­
şılanabilir. insanın, geçmişi ve geleceği duyu verileriy­ luk halinde yaşamalarıdır. Bu değişimin olgusal ve bi·
çimse! alanda gerçekleşmesi, hakikatte değişimin bir
le algılayamaması gayet doğaldır. Ne var ki bunda?
Aslında yaşadığımız zamana ait birçok yanılgı ve ha­ ilerleme içerip içermediği tartışmasına da yol açar. De­
ğişimin, ilerleme olarak algılanması ve öyle dayatıla·
talarımızda, kendi zamanımız dışındaki maddi hayatı, ması ise. tarihte belli bir toplumsal yapı biçiminin
çıplak duyu verileriyle algılayamayış�mrzın katkısı bü­ oluşması ndan sonra ortaya çıkmıştır,
yüktür. Ancak bunun yanısıra, fetışleştirilmiş akıla
olan inanç ve güven, kendi dışımızdaki zamana ait iÇERiK OLARAK ULUS DEVLET
maddi verileri, akıl sayesinde kolaylıkla kavrayabilece­
ğimiz önyargısını da besler. Bu bağlamda insan denen Nasıl ki, demokrasi veya faşizm bir devletin yönetim
canlı ne kadar geçmişten, tarihteki olaylardan ders çı· biçimini
kardığını iddia etse bile, öncelikle kend.i yaşad.ığı içeriğini oluşturursa, ulus da, bir devletin yöneti n
oluşturur. örneğin, devletin yönetim biçimi
maddi dönemi mutlaklaştırmak gibi bir eğihme sahıp­ olarak demokrasi
tir. üstelik tarih denildiğinde; bir de hangrtarih, ne tür mından yaklaşık 2500 yıl önce,dönemde,
HeUenistik ulus kavra­
bir tarih sorusu, durumu daha da içinden çıkılmaz ha­ ne uygulanmaya çalışılmıştı. site yurttaşları içeriği·
le getirebilir. Ulus kavramının ortaya çıkışına, Avrupa'da Aydın­
Belki ölümsüzlük dürtüsü, belki kendisini evrenin
merkezine koyma kibiri, vb. nedenlerden olsa gerek, lanma'yla başlayan burjuva demokratik devrim süreç·
lerinde tanık oluyoruz. Dolayısıyla, utus devlet mese
..tarihten ders çıkartmak, tarihten ögrenmek" ne denli lesine ilişkin olarak yapılacak her türlü değer1endirme,
hoş ve güven verici bir söylem olsa dahi, sonuçta Avrupa tarihinin belirli bir dönemini çıkış noktası o
abartılı bir ifadedir. Çünkü gerçeğin böyle olmadığını, rak almak zorundadır. Bu coğrafyada 16. VY dan itiba­
�·

insan olarak, bizzat kendi bireysel tarihimizden bile ren başlayan süreçte; Fransız ihtilali öncesi "ço�u/ küf·
yeterince ders. almadığımızı, öğrenmediğimizi kanıtla türlü" feodal imparatorlukları n yerini, ihlillil sonrasın­
yacak sayısız örnek söz konusu edilebilir.
Dahası, toplumsal hiyerarşide "güç ve irade" imkan­ da, sınırlannı belirlediği
gelişmekte olan liberal kapitalist ulusal
larına sahip konumda olanlar için, an'ı mutlaklaştır­ ekonomilerin yeni toplumsal yapılanmalar
mak karşı konulamaz bir tutkudur. Dünyada ve ülke· almıştı. Avrupa'nın. kendi tarihi oluşumunun dayattığı
mizde, toplumların tarihinden öğrenmek bir yana, biz­ gerçekler, yine kendi aklını doğurmuştur. Hegel, ünlü
zat kendi geçmişiyle bile çelişmeyen politikacı sayısı önermesiyle,
'"akla ugun alan gerçek. gerçek olan ise akla uygundur"
bu durumun özgün bir formütasyonunu


>uluŞ, devlet ve Ş,oma�
dile getiriyordu. Çoğul kültürlü feodal imparatorluklar yen çevreler, bu ve benzeri ifadelerle, aslında ulusla­
sonrasında, Avrupa devletlerinin öznesini oluşturan rarası sermayenin 'rasyonel kiJr' hesaplarını dile getir­
yurttaşlar, serbest rekabetçi 'liberal kapitalist' bir eko­ mektedirler. Yoksa bağımsız bir ulus devlet'in akılcı çı­
nomik yaşantı birlikteliği kapsamında, yine bu ekono­ karlardan öte haysiyet, kişilik vb. "karın doyurmayan"
mik yaşantı birlikteliğinin belirlediği coğrafi sınırlar ve "duygusal" hesaplarının da olması gerekmez mi?
içerisinde yaşayacaklardı. Avrupa'da; çoğunlukla_hıris­ Bu bağlamda, kapitalizmin son aşaması olarak emper­
tiyan halkların yaşadığı coğrafi sınırlar içerisinde, ko­ yalizmin, uluslaşma sürecini yakalayamamış toplumlar
nuşulan resmi bir dil, ortak tarihi bir geçmiş, yurttaş­ ve onların 'ulus,A.ılusol olmayan devletleri' üzerindekI,
lık ülküsü temelinde tarihsel olarak "ilerlemek", ba­ baskı ve sömürüsünü ifade edecek .sayısız örnek veri­
ğımsız ulus halinde yaşamanın nice! özelliklerini oluş­ lebilir. Geçelim.
turuyordu. Ancak ulus olmanın nitel koşulu, dönemin
'liberal kapitalist' ekonomik yaşantı birlikteliği tarafın­ BMIMSIZ BİR u�us DEVLET MODELİ
dan belirleniyordu. Avrupa'da, biraz öncesi ve biraz OLARAK SOSYALiST DEVLET
sonrasıyla 1789-1871 yılları arasında cereyan eden 'li­
beral kapitalist' dönem, tarihi ve hakiki olarak 'ulus Uluslaşma sürecini Avrupa'ya koşut bir zaman dili­
devlet' treninin kalktığı sürece işaret eder. Bu tren minde ve Avrupa modelleri kapsamında gerçekleştire­
kalktıktan sonra, uluslaşma çabaları başka halklar ta· meyen Asyalı, Afrikalı vb. halklar için Leninist teori,
rafından da sürdürülmüştür. Bu çabaların geç dönem geçen yüzyılın başında bir umut vaadediyordu. Buna
örneğini, trene en son istasyondan binmeye çalışan göre: uluslararası sermayenin ve bu sermayeyi denet­
Ruslar'ın ve Türkler'in 1917-1923 devrimleriyle sergile­ leyen emperyalist ülkelerin kıskacındaki halklar, işçi
diklerini söyleyebiliriz. Kapitalizmin 19oo'lerden itiba­ sınıfı ideolojisi ve partisi önderliğinde, toplumun diğer
ren küreselleşerek, tekelleşmeye yönelmesiyle sona antiemperyalist karakter taşıyan sınıf ve kesimleriyle
eren serbest rekabetçi dönem, treni kaçıranlar için ba­ ittifak yaparak, ulusal demokratik bir devrimle kader­
ğımsız ulus devlet kurabilmenin maddi koşullarını or­ lerini değiştirebileceklerdi. Ulusal demokratik devrim
tadan kaldırmıştır. Aslında yeryüzünde Japonya'nın özetle, a) Ülkede emperyalizmle ittifak yapan işbirlik­
öze! ve istisnai durumu hariç, hakiki anlamıyla 'ulus ci kesimleri ve onların iktidarını tasfiye edecek, b) Bu
devlet', Avrupa'da seksen bilemediniz yüz yıllık bir sü­ ülkelerde mevcut olan geri ve feodal üretim ilişkileri­
reci kapsayan özgül maddi koşulların bir verisidir. Sü­ nin, kapitalizm aşamasını atlayarak, kesintisiz biçimde
reci son anda ucundan kıyısından yakalamaya çalışan sosyalist üretim ilişkilerine dönüşmesinin önünü aça"
devletlerin, bugün karşı karşıya kaldıkları sıkıntıları, cak, c) Ülke içinde ezilen öteki azınlık uluslara, kendi
bir kez de yukarıdaki perspektif doğrultusunda ele al­ kaderlerini tayin hakKı sağlayarak, ulusal sorunu her·
manın yararlı olacağı söylenebilir. kes açısından çözecek bir tasarım içeriyordu.
ULUS DEVLET VE BA/;IMSIZLIK
Değinmek gerek ki, kapitalist Batı medeniyetine ait
bir kavram olan 'ulus devlet'i tartışırken, en azından
tanımlama aşamasında, bu kavramı geliştiren batılı
aklın ve onun kategorilerinin kapsamında iş görmek,
ister istemez kaçınılmaz oluyor.
Ulus devlet'in amaçladığı, özel teşebbüs ve mülk
edinme hakkına sahip, hukuki ve ekononiik olarak öz­
gür yurttaşlardan oluşan ulus toplumu, ulus devletin
de siyasi, hukuki ve ekonomik olarak bağımsız ve öz­
gür olması koşulunu dayatır. Buradan anlaşılabileceği
gibi, kapitalizmin serbest rekabetçi döneminin hemen
ertesinde ortaya çıkan tekelci uluslarası sermaye (fi­
nans kapital) 19oo'!erden itibaren, bu süreci yakalaya­
mayan halkların coğrafyalarına nüfuz ederek, onların
hakiki birer ulus olabilmelerinin ve bağımsız ulus dev­
letler kurabilmelerinin imkanını ortadan kaldırmıştır.
19oo'lerden itibaren uluslararası sermaye, tekelci ta­
biatı gereği, girdiği her ülkede yurttaş adaylarının özel
teşebbüs hürriyetini mır anlamda kısıtlayarak, yerel
ulusal sermayenin yatırım ve birikim imkanlarını en­
gellemiştir. Bugün her fırsatta, uluslararası ilişkilerde
akılcı çıkar hesaplarını esas almanın gereğini yinele·
Ancak ulusal demokratik devrimin nihai başarısı ve
küresel em peryalist zincirin dışında varlığını sürdüre­
bilmesi, onun, kesintisiz olarak sosyalist devrimle bü­ HÜSEYİN KIRAN
tünleşmesine bağlıydı. Antiemperyalist nitelikli ulusal
demokratik devrim, eğer ulusal ekonominin, kapitalist
üretim ilişkileri temelinde düzenlenmesini ö n görecek Beni Hecele
olursa, uluslararası sermaye n i n oluşturduğu e m perya­
list zincire, b i r yan sömürge olarak yeniden eklemlen­
m e k kaçınılmazdı. K ü resel emeryalist sisteme rağmen, Beni Hecele!
bağımsız b i r ulus devlet olarak mevcudiyetini sürdüre­ ilk savaşçıyım kara kılgılar içinde
bilmenin b i ricik koşulu, ulusal s ı nırlar içerisinde, sos­ kara kaygılar içinde ayet çekirdekleri
yalist üretim ilşkilerini tesis etmekten geçiyordu .
dövülen atların teriyle sulu
Yine u l u s a l demokratik d e v r i m s ü r e c i n d e sosyalist
altyapı için gerekli olan üretim i n toplumsallaşması,
elektrifikasyon (enerji) sorunun çözümü ve betli bir ya­ ter içinde
tırım sermayesin i n biriktirilmesi gibi, kapitalizmin yap­ dudaklanm atacın içinde
ması gereken ödevler de tamamlanmalıydı.
Batılı Aydı n la n m acı ve ilerlemeci toplum fikrinin e n
hayvanı hayvan eden o şeyden söz etmede
gelişmiş örneğini ve zirve uygulamalarını içeren leni­
nist teori, uluslaşma ve ulus devlet kurma trenini ta­ Ey çalan zili ve çanı topralın
rihi olarak kaçırmış olan halklar için belki son imkan­
doğrulan bu sabahın bittiği yerdeyiz
d ı . Tam da b u n o ktada zirve yapan Aydınlanmacı-iler­
lemeci düşünce, ne yazık ki, 9o'lann ortasına tekabül öyleyse gldllebllen o tek yerdeyiz
eden süreçte, yine aynı noktadan itibaren kaçınılmaz çürüyen zamanın kuru ruhu
olarak teoride ve pratikte inişe geçmiş bulunuyor. beni koru, gümrahlığın açılmasını engelle
Başta Rusya olmak üzere, sosyalizmi a n d ı ra n kol\ekti­
vist uygulamalar sonucu, b i r süre kapitalist Batı me­
deniyetinin ve onun emperyalist sisteminin dışında Beni hecele! Ey kara gece!
kalma başarısını gösteren Asyalı uluslar, günümüzde bir tel mi gerili tende
hızla Batı em peryalizmine eklemlenerek, bağımsız ulu­ atzı mda köpüren bir güneşle
sal ekonomilerini, kültür ve k i mliklerini yitiriyorlar.
uluyorum, beni uluyor ve
B u durumu b i r zafer olarak algılayan kapitalist Batı
meden iyeti, tarihte görülmedik bir cüretle, meselenin önümden çekiliyor dlnellş
üzerine gidecek cesareti kendisinde bulmuş görünü·
yor. Batı medeniyeti, em peryalist sisteme yeni eklem­ Beni biçen ölçü, ey şakıyan şey!
lenen Asyalı ülkelerle birlikte, daha önceden kendi
ırmak kıyıları n ı n sadellll botucu
sistemi içerisinde d i lediği gibi kullandığı ülkelerin
müslüman halklarını düşman ilan ederek olaya n o kta­ kötürüm tannlann yerleştiği bir evde
yı koymuştur. tarla açan adamlann sert nefesi
Dolayısıyla Avrupa tarihine koşut olarak, zamanında sıvalı kollarımdan bir put biçimlemede
ulus devlet olma i m k a n ı n ı yakalayama m ı ş halkların,
bugünden sonra uluslaşma çabaları n ı n hiçbir kıymeti
ve anlamı kalmamış görünüyor. Bu en olmayanın hep oldutu yere
Burada, bir dönem sosyalizmi a n d ı ra n kollektivist geleceıım kara giysiler içinde
süreçler yaşamış ülkelerin bile ulus devletleri tehdit Rıza ıöstermelldlr suyun uyumu
altındayken, böylesi bir s ü reci yaşamamış ve sosyaliz­
etimin serildiği bu yere
mi de asla hedeflemeyen feodal kabile toplulukları n ı n ,
emperyalizmin güdümünde bir ulus d e v l e t kurabilece· müjdelerle bildirilecek size
ği iddiası, sadece bir safsatadan ibarettir. ey uçuşan kanatlanmdır bu
Kapitalist Batı medeniyeti, kendi sorunlarını bile ey heylenen atı gecenin
ulus devlet modeli içinde çözmekte zorlanırken, baş­
kaları n ı n uluslaşmasına ne denli istek duyup, yard ı m ­
ey kalıttan ve ipekten yayılan dalgınlık
cı olacaktır? B u n u da a y n c a düşünmek gerekiyor. ey tutuşan kanatlan md ı r bu
beni hecele!


Necip Fazıl'a ait terinde görmüş­
tüm. Kendimi bir
anda Sarhoş Ge­
mi'nin güverte
Amlar ve Notlar sinde boşluğu ku­
caklayan bir
adamla konuşu­
Cahit Tanyol yormuş gibi his­
settim. O yıllarda
aykırı şiir anlayışı·
Necip Fazıl Kısakllrek'in ölümü, gençlik yıllarımın nı edebiyat piya­
umut yüklü rüzg§rlarını da alıp götürmüştü. Oysa onunla sasına sürenler­
Büyük Do�u dergisi çıktıktan sonra ilişkilerimiz hemen he­ den biri de Nazım
men kopmuş gibiydi. Bunu dostluğumuzun eksildiği anla­ Hikmet'ti. Bir yı­
mında söylemiyorum, ölümünün içimde bırakmış olduğu ğın taklitçileri şi­
derin boşluktan anlıyorum. Ölümü üzerine ertelenmiş, da­ ire kabadayı bir
ha doğrusu yarım kalmış bir yazıya şöyle başlamıştım: eda vermeye çalışıyorlardı. Elbette şair için yasak olan
Bu yazınırı ilginç bir serüveni var.Ayrı ayrı zamanlar­ yoktu, buna ideo!ojiler de dahil. Fakat bu, şiiripolitikaya,
da kaleme alınmıştı. Tamamlanması için, biri diğerinin inançlara tutsak etmek anlamına gelmez. Yahya Kemal'le
ölümünü bekliyormuş gibi, yazının son durağı Necip Fazıl birlikte şiirin kelimeler içindeki ürpertiyi yakalamak oldu­
KısakUrek oldu. Bunlar benim sevdiğim dört şairdi: Ah· ğu düşüncesi edebiyatımıza yeni bir estetik açı getirmiş·
met Kutsi Tecer, Ahmet Hamdi Tanpınar, Nazım Hikmet ve ti. Bu şiir anlayışında Türk Edebiyatının görünümü değişi­
Nedp Fazıl Kısakllrek. Önce Ahmet Kutsi öldü. Sessiz se­ yordu. Şiirin insana dönük yanı söz sanatlarının ön planı­
dasız gidişi içime dokunmuştu. Birisi için başladığım ya­ na geçiyordu. Artık şiir söz canbazlığı olmaktan çıkmış, in·
zıya diğer üçü de karıştı. Bu bir raslantı mıydı, yoksa far­ san duygularını yansıtan bir tür iç ayna olmuştu. ilk kez,
kına varamadığım bir bağlantı mı vardı aralarında? Bunun şiir anlayışında Türkçe, çağı yakalamışı. Bunun bilincinde
üzerinde durmayacağım. Bunlar ayrı dağların çobanları olanlardan biri de Necip Fazıl Kısakürek'ti. O günden bu
idiler. Belki de testilerini doldurdukları aynı pınar düşün­ güne şiir anlayışında hiçbir değişme olmamış, tam tersi­
cemde onları bir araya getiriyordu. Bu şiirpınarı idi. içtik­ ne Heldegger, Paul Sartr'e gibi filozofları arkasına almış-
leri su aynı, kullandıkları su kabı ve çığırdıkları türkü fark­ tır.
lı idi. Gerçi daha önce Heget doğa güzelliklerinin sanat ese·
Necip Fazıl ölümüyle kendi kuşağının yaşam perdesi­ ri sayılamayacağını söylemişti. Ona göre: insanın var ol­
ni kapattı. Şimdi artık çobansız kalan dağlarda onların madığı hiçbir yapıt sanat eseri sayılamaz. Hegel'e göre,
türküleri yankılanıyor. Kutsi çoktan unutuldu. Tanpınar şiir insanın en iyi gerçekleştirdiği bir sanat dalı olduğu
kendisi olmayan bir yerde değerlendiriliyor. Nazım bir ide­ için "sanatlann prensi" sayılmıştır. Bu doğru. Neyi gerçek­
olojiyi arkasına aldı. Bu, şiir için hem yanıltıcı, hem tehli­ leştiriyor? sorusuna verdiği cevap yanlıştı. "düşünceyiger­
keli idi. Yanlış blr dünyanın başarısı karşısında ideoloji çekleştirir" diyor Hegel. Doğrusu; insanın "şair soyut bir
devresini kapayınca, şair olarak arkada aşk ve özlem şiir­ ifade aracı olan dile kendi duygularını sindirir. " Ki buna so­
leri kaldı. yut olan kelimelere somut bir nitelik kazandırma da diye­
Necip Fazı l la tanıştığım kırklı yıllarda şiir alanında üç biliriz. 1940 savaş yıllarında şiirin bu özellikler} tartışılır­
belirgin kümelenme vardı. Bir tarafta Gavsi Ozansoy'un ken ben lzmir'de Kemal Bllbaşar ve şair ilhan ileri ile çı·
'

Halit Nahri Ozansoy'un oğlu- bir gurup genç şairle Uya­ kardığımız Aramak dergisinde Arı Ş/Jt'in savunmasını ya­
nış-Serveti Filnun- dergisinde başlatmış olduğu tasfiye pıyor, Ahmet Haşim ve Yahya Kemal'den sonra Ahmet
hareketi. Bunlar Yahya Kemal ve Ahmet Haşim'le başla­ Hamdi Tanpınar, Necip Fazıl Kısakürek ve Ahmet Kutsi
yan şiir akımı dışında kalanlar hariç diğerlerirıi tasfiye edi Tecer'in şiirlerini bu açıdan değerlendiriyordum. Üstelik
yorlardı. Daha önce de Nazım Hikmet ve Serteller, putla­ bu şiir anlayışının felsefi analizini yapan Heldegger ve
rı kırma adı altında edebiyatımızı gereksiz işgal edenleri Sartre gibi filozoflar, Paul Valery, Yahya Kemal gibi şair·
tasfiye etmeye çalışmışlardı. Eleştiriden çok satirle insan ter henüz sağdı. Ve Ataç gibi gerçek şiiri nerede olsa ya­
tasfiyesinin politikada olacak yerde edebiyatta olması, sa­ kalayan bir eleştiri ustası da aramızda idi. Aramak lz­
nat ve edebiyat alanına hiç bir yarar sağlamış değil. Don­ mir'de çıkıyordu ama yayın imkanı bulamayan genç şair­
muşluğa karşı bir tepki dışında. lere de olanak sağlıyordu. Rıfat llgaz'dan Asaf Halet Çe·
Yahya Kemal ve Ahmet Haşim'den sonra Türkçe'de tebi'ye Ruhi Su'dan Behçet Necatigll'e kadar birçok şair­
"şiir estetiği" değişmişti. Qn(ar Türkiye'de Baudeleaire, ler, Hilmi Ziya Ülken, Pertev Naili Boratav, Bahri Savcı gi·
Verlaine, Mallerme rüzgarı estiriyorlardı. Ahmet Haşim, bi yazarlar ve düşünürler derginin kadrosunda yer alıyor­
Remy de Gourmont dan esinlenmiş, Yahya Kemal, Henrf du. lzmir'de 17 sayı çıktıktan sonra Aramak lstanbul'da
Bremond daha Saf Şlir-Poesie Pure adlı kitabını çıkarma­
'

çıkmak üzere yayına ara verdi. işte tam bu sırada Nurul­


dan önce arı şiirin savunmasını yapıyordu. Tanpınar, Pa­ lah Ataç, Orhan Veli'nin Süleyman Efendi'nin Nasın şiiri­
ul Valery 'Necip Fazıl Kısakürek Rimbaud ile atbaşı bera­ ni öven bir yazı yayınladı. O dönemde Ataç bizim kuşağın
ber yürüyordu. Onun "Sarhoş Gemi" şiirini ilk defa Necip gözdesi idi. Etkisi büyüktü. Başta Necip Fazıl KısakUrek
Fazıl'dan dinlediğim zaman "Kaldırımlar" içinde esen taş­ olduğu halde Yahya Kemal, Ahmet Kutsi Tecer, Ahmet
kın fırtınasının başıboş ve rahatsız yönünü yüzünün çizgi- Hamdi Tanpınar, Hilmi Ziya Ülken bu "Garip" hareketinin


karşısında yer aldı. Fakat basında kavgasını Necip Fazıl tım. Gazeteye gittim. Ahmet Emin Bey elime Büyük Oo­
KısakUrek veriyordu. O tarihte Son Telgıraf gazetesinde fftlnun itk sayısın ı tutuşturdu. "Cahit Bey, Büyük Do[Juçık­
günlük fıkra yazıyordu. Beyazına sözlü ve yazılı tartışma­ tı isterseniz onunla başlayın" dedi. "Salı Konuşmaları'nın
ların yapıldığı, Camiye bitişik Küllük Kahvesi vard ı . Orada ilk yazısı "Mecmua/ora ve Büyük Do{Ju'ya Doir başlığı altın­
Necip Fazıl'la Akşam gazetesi yazarı Şevket Rado Garip şi­ da -21{9 1943- çıktı. Yazı şöyle başlıyordu:"
i r üzerine bir tartışmaya giriştiler. Bu tartışma gazetede "Vatan gazetesinde haftada bir edebi konuşmalar
de devam etti. Birlikte bir sanat ve edebiyat dergisi çıkar­ yapmayı üzerime aldım. Ağırbaşlı mecmuaların bile işi po­
mayı düşündük. Ya onun çıkardıfjı Ağaç dergisinde inan­ litikaya döktüğü ve siyasi dedikoduların ortalığı tuttuğu
mış oldufjumuz şiir sanatını savunacaktık, ya da Aramak bir zamanda siyasi bir gazetenin haftada bir de olsa öyle
'ta. Aramak'ın bir avantajı vardı. Milli Efjitim Bakanlı�ı der­ bir sütun ayırması takdire değer," dedikten sonra mecmu­
giye abone idi. Fakat Necip Fazıl'a "gel 'Aramak'ı tebeşir/e­ aların kültür hayatımızdaki yerinin önemine işaret ettim,
ye/im" demek yakışık olmazdı. Necip Fazll: "Ne Afjaç, ne iyi ve ömürlü mecmualara olan özlemi şöyle dile getirdim.
Aramak yeni bir isim düşünelim, bu arada da yazı kadrosu­ "]yi ve ömürlü mecmualara olan ihtiyacımızı ve hasre­
nu hazırlarız" dedi. timiz dolayısıyla Necip Fazı l' ın Büyük Dofju adlı mecmu­
Birlikte hazırladığımız yazı kadrosunda kimler vardı?.. asını merakla bekliyorduk. Nihayet çıktı ve gördük; yalı­
Aşağı yukarı, şimdi hatırladığım kadarıyla: şair olarak baş­ nız şunu söyleyeyim ki bu mecmuanın çıkış tarihi ne ka­
ta Yahya Kemal olmak üzere, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ah· dar yeni ise de çıkma isteyiş tarihi çok eskidir. üç sene
met Kutsi Tecer, Cahit Sıtkı Tarancı, Arif Nihat, Celal Sı­ önce Necip Fazıl bütün bir fikir ve sanat hayatında inkT­
lay, Cevdet Kudret, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Sabahattin lap yapacağını umduğu bu mecmuadan ve iddialı isimden
Kudret, Asaf Halet Çelebi, Gavsi Ozansoy, yazar ve düşü­ bana bahsetmişti. Ona göre Büyük Do[Ju bir mecmua adı
nür olarak da Mustafa Şeklp Tunç, Hilmi Ziya Otken, Ad· değil, bütün idealini kucaklayan mukaddes bir kapıya işa­
nan Adıvar, Ali Fuat Başgil, Ataç Sabahattin EyUboğlu, kı­ retti. Bundan dolayıdır ki duvar ilanlarından çok önce,
sacası devrin kalburüstü ne kadar düşünür ve yazarı var­ beklenilen bir ayet gibi 'bu isim yazılarında sık sık geç­
sa yazı kadrosunda yer alıyordu. mekte idi . . .
Necip Fazıl'la gündüzleri Meserret Kıraathanesi'nde, Fakat ilk sayısını görünce şairin bir dostu o l m a k sıfa­
akşamları Kurtuluş'a saparken köşedeki Haylayf Pastane­ tiyle cidden üzüldüm. Kendisine en kötü niyetli düşman­
si'nde buluşuyor, dergi için projeler hazırlıyorduk. Fakat ları n ı n bile bu mecmua kadar fenalık edeceğini hiç um­
Necip Fazıl bazen öyle isimler söylüyordu ki edebiyatla il­ mam. ihtimal Necip Fazıl da bir düşman kaleminden bek­
gisi yoktu. Bir gün heyecanla Haylayf'a geldi. "ismi bul­ lediği böyle bir tenkidi, bir dost ağzından duyacağını dü­
dum: Büyük Doffu... Bu isim büyük ve yeni bir dünyanın şünmemiştir. Buna da şaşmam ... Çünkü bizim sanat dün­
habercisi alacak, bunu bir resimle kutlayalım," dedi. Şişli yamızdaki dostluk telakkileri tenkitlerdeki meddahlığı do­
Postanesi'nin üstünde bir fotoğrafçı vardı oraya Büyük ğal kabul eder, dedikten sonra ona söyleyemediğim bazı
Dogı/nun/doğuşunu tesbit ve tesit ettik. Necip Fazıl pek düşünceleri içeriyordu. K ı rıcı bir yazı değildi. Sadece yaz­
içki içmezdi, Beyoğlu'nda bir lokantaya gittik, yemekte bi­ mamdan hoşlanmayacağı fikirler vardı içinde. Necip Fazıl
ra içerek o günü kutladık. Onun yüzünde sevinç benim yazıyı okur okumaz Vatan gazetesine gelmiş, Ahmet Emin
içimde bir yığın sorun. Öyle sevinçliydi ki bir sanat dergi­ Bey'e beni sormuş, gelmediğimi söyleyince çekip gitmiş.
si için garip olan bu isim üzerinde tartışmak istemezdim. Burada, günümüz Medya'sı açısından çok önemli bir nok­
Dünyada her şey aklıma gelirdi de Büyük DotJu'nun son­ taya dokunmak istiyorum. Rahmetli Ahmet Emin Bey ken­
radan bir akım olacağı aklıma gelmezdi. disinin kırk yıllık liberal olduğunu söylerdi. Liberalliğin
O gün benim için bir melogamani gösterisi anlamını düşünce özgürlüğünü içerdiği bir yana, ona karşı olduğu­
taşıyan bu davranışın, bu davranışın gerisindeki sır per­ n u da Ahmet Emin Yalman'dan öğrendim. Eğer Büyük Do­
desi meğer geleceğe yönelik bir gerçeğin habercisi imiş. {Ju hakkında eleştiri yapmamı isterken kafasının içinden
Ben Necip Fazıl'!a içinden zengin, dışından anlamlı bir dergiyi öveceğim geçmiş olsaymış, belli ki yazım çıkma­
sanat dergisi çıkaracağımızı hayal ediyordum. Bir gün ba­ yacakmış. Nitekim daha sonraki haftalarda iki yazım san­
na acele Meserret Oteli'ne gelmem için telefon etti. "Baş sür edildi. Biri Vedat Nedim Tör'ün Hep Bu Topraktan ad·
yazıyı yazdım, okuyayımn dedi. Ben yazıyı şiir ve edebi­ lı dergisi için yazmış olduğum eleştiri, diğeri Ataç için yaz­
yat alanında izlenecek bir program olarak hayal ediyor­ mış olduğum Kezban'a Mektup adlı söyleşi. Dergiyi yer­
dum. Karşıma mevcut politikayı ve iktidarı, b ı rakın eleş­ diğim Ataç'ı övdüğüm için her iki yazımın da basılması uy­
tirmeyi, topa tutan bir yazı çıktı. lstanbul'da örfi idare var, gun görülmedi. Tabii gazeteyi hemen terkettim. Meğer
öyle şeyler söylüyor ki insan onu aklından geçirmeye ür­ Büyük Dogıl yu bana kendisi nin vermesi rahman değil
ker. O gün Necip Fazıl KısakUrek'le yollarımız ayrı ldı. O şeytani imiş. Bunu Ahmet Emin Yalman'ı yermek için söy­
kavga adamı, ben düşün adamıyım. Aynr kulvarda koşma­ lemiyorum. Liberalizmin olduğu yerde özgürlüğün barına·
mız mümkün değildi. O düşünceyi eylemin bir motoru gi­ mayacağını anlatmak istiyorum. Hele şimdi medya namı
bi görüyordu. 'Kaldırımlar şairi' perdeyi kendisiyle kapa­ altında toplanan sözlü ve yazılı basında düşünce özgürlü­
mıştı. Ne ben onu aradım, ne o beni. Ne ben ona darıl­ ğünü patronun çıkarları tayin ediyor. Türkiye gibi ekono
dım, ne de o bana . . . mik açıdan az gelişmiş ülkelerde medya duvarı nı yıkmaya
Nihayet aylarca s ü r e n bir hazırlıktan sonra, Babıii!ide bir Necip Fazı l'ın değil bir çok Necip Fazıl' ı n gücü yetme2.
bir ürküntü ve korku estiren bir havada Büyük Dogu 1943 Çünkü Ziya Paşa'nın dediği gibi... Her holdingin kapısın­
yılında yayın hayatına girdi. Tam o sırada ben de Ahmet da: Derbanları var göz kapıda el degnekte kiralanmış bek­
Emin Yalman tarafından haftada bir "Salı Konuşmaları" çileri var.
başlığı altında Vatan gazetesinde yazı yazmaya çağrılmış- Büyük Dogu yayımlandığı sürece şark ahlil:kının saldır-


gan ayıbı yanında, kendine özgü lsllimi bir tarih felsefesi­
ni savunur. Gerçekten bir anlamda isim onun tarih ve ev­
ren görünüşün bir özetidir. Kendisi ne söylesin, bizi ortak KALDIRIMLAR
bir deger olarak birleştiren şiir varhRı dergide eRreti bir
O
süs gibi sıntır. temeli, şeriatın katı kalıplarından çok, ta·
O,
'
sawufa dayanan bir devlet görüşünü savunur. Batıcı­ Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
lara karşı Batılıdır. Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Necip Fazıl'ın aktarma kavramlara karşı allerjik bir tep­ Yolumun kara n l ı l;a saplanan noktasında,
kisi vardı. Benim 'Kurtuluş Ve Fetih Destanı' kitabımın ön­
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum .
sözünde:
"Dünkü Türk devletini Anadolu Evliyaları kurmuştu.
Yarın ı n Türk devletini ancak Yunuslar, Akşemseddinler, K a ra gökler k ü l rengi bulutlarla kapa n ı k ;
Hacı Bayram sultanlar gibi üstün bir feragat ve kişilige sa· Evlerin bacasını kolluyor y ı l d ı r ı m l a r..
hip sosyalist evliyalar, kurabilir,'" demiştim. Necip Fazıl l n cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;
Destan için beni kutladı. Önsözü beıı:endigini söyledi. Biri benim, biri d e serseri kaldrnmlar.
'Sosyalist evliyalar' ifadesinin muhtevası OçeriğO doRru
ifadesi yanlış dedi. Sosyalist kelimesi evliyalara yakışmaz
içimde damla damla bir korku b i rikiyor;
isl.ll m kültüründe bu mefhumun (kavramın) yeri yok dedi.
Sanıyorum, h e r sokak başını kesmiş devler...
Bu ifadesine bir başka konuşmamız açıklık getirdi. Bir
gün vapurda Necip Fazıl'la karşılaştık. Cumhuriyet gazete­ üstüme camlarını, h e p simsiyah, di kiyor;
sinde yazıtarımın kesildilli günlerde idi. Gazetede bir tür Gözüne m i l çekmiş b i r ama gibi evler.
iç darbe olmuş yönetim degişmiş, soku yazartar tasfiye
edilmişti. Ben de yazılan kesilenler arasındaydım. Necip Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Fazıl Kısakürek: '"Şu cumhuriyet denilen rezil gazeteyi bı­ K a l d ı rı m lar, içimde yaşamış bir insandır.
rakrınına sevindim," deyince "Hayır, ben çıkmadım beni Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
solcu diye kovdular, " dedim. Cevap olarak: "Cahit Tohyol,
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisan d ı r ..
sen kime yutturuyorsun, sen ne solcu, ne sosyalist olabilir­
sin" deyince, ne demek istediginl anlamadıQım için durak·
ladım. "Sen ancak komünist olabilirsin, çünkü ben de an­ Bana d ü şmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
cak komünist olabilirim" dedi. Ben b u kaldırı m ların emzirdiği çocul;um!
Kuruluş ve Fetih Desta n ı 'nda, "Sosyalist evliya" ifa­ Aman, sabah olmasın, b u karanlık sokakta;
desine neden itiraz ettiği açıklık kazandı. Necip Faz ı l'da B u karanlık sokakta bitmesin yokulul;um!
hayatı n daki bütün çelişkilere ragmen, düşüncelerin i n
gerisinde bir iç tutarlık vardı. örneğin onu h i ç b i r kuvvet Ben gideyim, y o l gitsin, ben gideyim, yol gitsi n ;
Milli Mücadele'n i n Mustafa Kemal'i ile devrimlerin Ata·
iki y a n ı m d a n a k s ı n , bir sel g i b i fenerler.
tilrk'ilnü aynı çizgide degerlendirmeye götüremez. ls­
l!mcı kesim üzerindeki otoritesi, onların akıllarından Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
geçirmeye korktukları fikirleri Necip Fazıl ' ı n ürkmeden Yolumun zafer takı, gölgeden taş kemerler.
söylemesine dayanır.
Nedp Fazıl'ın her zaman para ile arası açıktı. Daha N e sabahı göreyi m , n e sabah görüneyim;
doğrusu onda para kavramı yoktu. Ne aldıgını verir, ne G ü n d üzler size kalsın, verin karanlık.lan!
verdiRini alırdı. Zaten eline geçen para cebinde bir gece· ıslak bir yorgan gibi, s ı m s ı kı b ü rüneyim;
den fazla kalmazdı ki birilerine versin. Bazıları bunu ku· Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.
marla bağlantılı olarak yorumlarlar. Bu konuda kendisi ne
söylüyorsa o dogrudur. Benim tanık oldull;u·m iki olay var.
Biri benimle ilgili, diğeri kendisiyle. Benimle ilgili olanı Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
hayatımın en sevimli anılanndan biri olduıtu için onu kim­ Alsa buz gibi taşlar alnımdan b u ateşi.
seyle paylaşmak istemem. Dill:eri fırtınalı bir hayatın son Oabp, soklklar kadar esrartı b i r uylc.uya,
dramı. Hayatının son yıllarında bir gün beni üniversiteye ötse. kaldınmlann kara sevdalı eşi...
giderken vapur iskelesinde gördü. ille kendisiyle yemeıı:e
gelmemi söyledi. Yorgun bir hali vardı. Bulunduıtu yerin
adresini verdi. Ertesi gün Cağatoğlu'nda tarif ettill:i yere
gittim. Şimdi arasam bulamam. merdiven altı gibi daracık
bir odaydı. Hacı yal!:• satan Darendeli kılıklı bir adamla çe­
ke çeke yazmış oldugu küçük bir broşürün pazarlıgını ya­
pıyordu. Sanki bir yoksulluk gömleRI giymişti, içimde bir
hüzün fırtınası eser gibi gözlerim doldu. Bu NMlp Fazıl'la
domates. peynir ekmeli paylaştığımız son yemek oldu.
Şimdi ne zaman onun anısına törenler düzenlendiğini
duysam, gözümün önüne bu fı rtınalı adamın yoksul haya­
li beni tedirgin ediyor...


"Makam- ı Yusufta
yor. Yolunu "Makam-ı Yusuf"a düşüren de bu oluyor za·
ten.
Gerçi türklüğe hakaretle suçlanıyor. Ama daha çok nok­

i ki karşıt: talarla geçilen sözcüklerin imledilti kişi ya da kişilerin


kimliği üzerinde duruluyor. Bu arada "yergi"nin "bir oku­
yucu tarafından postayla gönderil"diğini ve ikinci dizede­

Sabahattin Ali ile ki sözcüklerin okur, ilk dizedeki sözcüklerinse BOyük Do·
tu tarafından çıkarıldığını öğreniyoruz. Şöyle sürdürüyor

Necip Fazıl
Necip Fani: "Manzumenin aslını Rıza Tevfik'ten ôtren­
mek istiyoruz. Kendisi (. ..) Manzumenin aslını gizliyor
(. ..r•. Bu nedenle ve "yergi"de ele alınan soruna "mü­
Mehmet Ergün cerret ve sembolik bir eda ver"mek amacı ile sözkonusu
sözcüklerin noktalarla geçildiği belirtiliyor. Ve ekleniyor:
"Maksadı rr#l{. .•J D§vayı küçük şahıs pi/§nından çıkarıp
"Burası sizin için en münasip yerdir. Marka Paşa'nm da
sahibi burada . ..
büyük tar y7 çtimai, ruhi, ahlaki, teşhis plllnına intfkal
ettirmek, bciylece şu veya bu şahısla hiçbir alllkamız ol­
Yukarıdaki sözleri Necip Fazıl'm "Hapishane Notla­ madıtını gôstermektir. "'
rı"ndan aldım'. Konuşma, insanın " ... bir polis memurun· Söylenenlerln doğruluğu ya da yanlışlığı üzerinde dur·
dan ayrılırken bile teessür duydufu garip bir mekAn­ mayacağım. Sonuçta "müdafaa" amaçlı sözler bunlar.
da ... "', "lstanbul Ceza Ve Tevkif Evi'"nde geçiyor. Sözü Ancak Büyük Doğu'nun belirsizlikten ve olası çağrışımla­
edilen en münasip yer ise, Kısakürek'in ağırlanacaRı rından yarartanmayı amaçladığı açık. Olası çaıtnşımlardan
"hücre" oluyor! biri de yolunun "M3kam·ı Yusuf"a düşmesine yol açıyor.
Mahmut Golottu'nun Demokrasiye Geçiş (1946-1950)
"MAKAM-1 YUSUF"A UZANAN YOL adlı yapıtında söylediklerine bakılırsa, Kısakürek'in yaz­
Necip Fazıl'm yolunu "Milkam-ı Yusuf"a düşüren, BO· gısında, "sokak gösterileri"nin de payı var:
yük Dotu 'da yer verdiği bir "yergi": "Sultan Hamfd'in Ru­ "... lstonbul'daki Atatürkçü gençlik (. ..) Necip Fazıl Kısa­
haniyatından lstimdar' ... Altındaki imza ise, Rıza Tev­ kOrek'in çıkordıgı BOyOk Doju G<Jzetesi'nde, T{Jrkiye'nin
ftk'in. Yazar olarak değil, yayınlayan olarak "sanık", yani parçalanmasını amaçlayan Sevr Antlaşmasını imzalodıgı
KısakOrek. için Yüzelli/ik/er listesine konmuş ve bu nedenle de yurt dı­
"Sultan Hamid'in Ruhaniyatından istimdat", yapılan şına çıkmak zorunda kalmış olan Filozof Rıza Tev(ik'in Am­
açıklamaya bakılırsa, Serab·• ömrüm şairi n i n , man'dan yazdıgı Sultan Abdülhomid'in Ruhaniyetinden fs·
"(1947"den) 15·20 yıl ewel kaleme alıp sııınatı olan ya· timdot başlıklı şiirinin yayınlanmasını devrimlere aykırı bu­
bancı ülkede neşrettili ve ana vatanda kimsenin bilme· lup protesto etmiş, sorumlular tutuklanmış, gazete kopa·
dili müthiş bir şiirinden bir kaç parçadıt'1• tı/mıştır."'
"ismi ile müsemma"', adı içeriğinin aynası, bir "yergi"
bu. "Geçmiş" yüceltilerek "şimdi" yeriliyor. Ancak "'ye· "EN MÜNASiP YER"?
ren", "yerdlA;inin" dışında tutmuyor kendini: ötesl oldu· "Görevli", "en münasip" nitelemesiyle ayncahklı bir
tunu vurguluyor. Bu nedenle de özeleştirisel bir havada konuk sayıldığını duyumsatmak istiyor Necip Fazıl'a.
gelişiyor şiir. "Herhangi bir yer"de, dahası "münasip bir yer"de bile
"Geçmiş" açık: il. Abdülhamit ve dönemi... "Şimdi" ise değil, "en münasip yerde" atırtanacağın ı vurguluyor çün­
öyle değil, bulanık. "Yergi"nin yazıldığı dönem mi, yoksa kü. Kuşkuya yer vermemek için gerekçesini de belirtiyor:
bu dönemi hazırlayan Milli Mücadele öncesi süreç mi "Marko Paşa'nın sahibi" de oradadır!
amaçlanıyor, pek belli değil. Belirsizliği çoıtaltan bir et· "Marko Paşa'nın sahibi" mi? Sorulmaz ya, biliniyor
men de "yergi"nin bazı sözcükleri çıkarılarak yayımlan· çünkü, yine de yanıtlıyalım: Sabahattin AU! Onun ağırlan­
ması. dığı "hücre", "en münasip yer" olarak sunuluyor Necip
Gerçekten de sekiz dörtlüğüne yer verilen "yergi"nin Fazıl'a. Şöyle de söylenebilir: "En münasip"liğin göster­
beşinci ve altıncı dörtlüklerinin birer dizesindeki bazı gesi, sunulan yerde Sabahattin AU'nin de ağırlanıyor ol­
sözcükler, noktalarta geçilmiş. Şöyle: ması. Burada biraz durmak ve soluklanmak gerekecek.
Bunlar halkı didik didik ettiler, Dünya görüşleri karşıt iki insan söz konusu çünkü. "Ma·
Kat/i§ma kadar sürüp gittiler, kam·ı Yusuf"ta karşıtıyla aynı hücreyi bölüşmek zorunda
Saçak t;pmeyenler secde ettiler, kalmak / b ı rakılmak pek de "münasip" olmasa gerek! Şu
...................... .... Pis kUl§hına. sorunun tam yeridir: "Görevli", alay mı ediyor acaba? Usa
gelen tek olasılık: "Bir taşla iki kuş vurmak". Karşıt iki
Bugün varsa yoksa .. insanı aynı "hücre"ye kapatmak, cezalarım katlamak an·
ŞlJhretine herkes fuzuli de/illi, lamına gelir olsa olsa. "Makam·ı Yusuf"ta geçirecekleri
Alemi m§nada bak da ibret al günleri karabasana çevirmek sözkonusu çünkü. Ama öy·
Utursuz talihin ŞU kemrahına! le olmuyor. Necip Fazıl ile Sabahattin Ali karşllaştıklann­
BOyük Dotu, bu "tasarruf"a ilişkin herhangi bir açıkla· da birbirlerin i n gırtlağına sanlmıyorl.ar. Tam karşıtı, ola·
ma yapmıyor. BelJrsizliti amacına uygun buluyor besbel· bildiğince sıcak bir karşılaşma oluyor bu. Şöyle anlatıyor
li. Nitekim KısakQrek'in "Müdafaa"sından, söz konusu Necip fazıl:
sözcüklerin çevresinde büyük gürültü koptuğu anlaşılı· "... satdaki ranzanın üstüne bembeyaz saçlı, çocuk


yüzlü, kenarı eski moda ince altın g6zlüklü, pijamalı bir için gene silllha sarılmaya her an hazırdır. Bu milletin em­
adam batdaş kurmuş ... (Marko Paşa) sahibi Sabahattin peryalistler elinde bir kere daha oyuncak olmıya hiç ni·
Ali'nin çocuk yüzüne onu büsbütün çocuklaştıran bir yeti yoktur. Aksini düşünen/er, Dt111111t F�n"f'in hüsranına
.
kahkaha doldu: ugramıya mahkGmdurlar. "''
- Vay efendim, safalar getirdiniz!"' -istiklal" gibi, "yabancı sermaye" gibi pek de tekin ol·
Görülüyor: "Görevli" oldukça içten sözlerinde. "En mü­ mayan konuları dışlamadan ve geçilmeye çalışılandan
nasip" nitelemesiyle sunduğu "yer"in "fiziksel durumu" farklı bir demokrasinin kavgasını vermenin ödencesi do·
bilindiğinde, daha da kesinleşiyor bu. Şöyle betimliyor ğal olarak "baskı" oluyor. "Çok partili siyasal yaşam"a
Necip Fazıl: yeşil ışık yakılması üzerine kurulan Türkiye Sosyalist Par­
"9 numaralı hücrenin içinde, yanyana, çifter yataklı iki tisi ile Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi'nin ka­
ranza. Ranzalar birbirine bitişik gibi bir şey... Hücre o ka­ patılmasın ı n gerisinde de bu yatıyor.
dar dar. . . .. Necip Fazıl ise, BUyUk Dotu'da, somut bir "devlet pro­
"Hapishane Notlan"nın başka bir yerinde yaptığı betim jesi" ile "Milli Şef" yönetimine karşı çıkıyor. Karşı çıktığı
ise çok daha canlı, çok daha çarpıcı: "En dar bir vapur ka­ amaçlad ığının yanında küçük kalıyor. Konuyu ayrıntılı
marasından daha dar bir hücrenin içinde iki demir ranza olarak ele alan Cemil Koçak, şöyle yazıyor:
ve d6tt yatak.. ."' Böyle bir yer için "en münasip" nitele· ..BOyllk Dotu'nun tasvir ettigi yeni devlet 6rgüti1 gMl·
mesi kullanıldığında nasıl bir gerekçe gösterilebilir? Orada şünün bir çok gôrüşten etkllendlti açık (. ..) Ancak 'Baş­
ağırlanmakta olan kişi(ler)den başka? "Marko Paşa'nın sa­ yüce/ik Devleti' projesinin temellerinin faşist ideolojiden
hibi"nin orada olması salt gerekçe değil, güvencedir de! kaynaklandıgını belirtmek mübalaga olmaz. 1945 yılında­
ki 'demokrasi patlaması'nda!J hiç etkilenmemiş bir dergi
İKİ "KARŞIT" de anlaşılan BOyOk Dofu... "
Belirtilmişti: Necip Fazıl ile Sabahattin Ali, dünya gö· Görülüyor; ba8daşmatarına olanak bulunmayan iki eği·
rüşleri karşıt iki sanatçı. Ama "Makam·• Yusuf"ta karşılaş­ limin temsilcisi onlar. Üstelik Sabahattin Ali'nin Marko
tıkları 1947 yılında ortak bir yanları var: "Muhaliflik" . . . Paşa'sı, zaman zaman Necip Fazıl'ı iğnelemekten de ge­
Değişik isteklerle b i l e o l s a , "Milli Şef" yönetimine karşı ri durmamıştı. Derginin daha ilk sayısında yer alan " Ga·
ikisi de. ibe ihtar" başlıklı kısa yazıda şunlar söyleniyor örneğin :
"Marka Paşa'nın sahibi", Sabahattin Ali, dergisinde, "Firar suçundan sanık olan aklım v e iz'anım, bütün ara­
"demokrasi kavgası" veriyor. Koşullarla da bağdaşan bir malara ragmen bulunamamıştır. MezkOr sanık hakkında
tutum bu. "Tek partili siyasal yaşam"dan "Çok partili si­ firar suçundan 6türü son tahkikat açı/mata karar verilmiş
yasal yaşam"a resmen geçilmeye çalışılan bir dönem söz oldugundan gaibin bir ay zarfında 'Büyük Dolu' zaviye­
konusu çünkü. Dönemin siyasal tarihimizde nasıl değer­ sinde ıspatı vücut etmesi veya saklandıtı yeri bildirmesi,
lendirildiği ise biliniyor: "Demokrasiye geçiş" . . . Sabahat­ aksi taktirde akıl ve iz'andan mahrum olduguma hüküm
tin Ali, bir anlamda, bu sürece katkıda bulunmaya çalışı­ edilecegi ihtar ve i/5n olunur. ..,
yor. Ancak yukardan, "Milli Şef"in yönergesiyle başlayan Derginin dördüncü sayısında yer alan " Yalan SiJyle­
bu süreçte payına düşen baskı otuyor. Bunun nedeni, mez" başhklt kısa yazı ise şöyle:
kavgasını verdiği demokrasi ile geçilmeye çalışılan de· "Peyami Safa; NKlp Fazrl'ın (Para) isimli piyesini ita/­
mokrasinin bir ve özdeş olmaması. Demokrasiyi emekçi­ yanca bir eserden çaldıgını iddia ediyor.
lere kapalı, mülk sahiplerinin kendi aralarında oynadıkla· Necip Fazıl da, Peyami Safanın (Atilla) isimli tarihi ro­
rı bir oyun olarak gören anlayışa karşı çıkıyor o. Emekçi­ manını, Marsel Brlyon'dan çaldıgını iddia ediyor. Biz, her
lerin de mesleki ve siyasi örgütleri ile oyunda yer alma­ iki kıymetli Muharririn de yalan söyliyeceklerine ihtimal
ları n ı savunuyor. Bunu önleyen bentlerin aşılmasının kav­ vermiyoruz. -
gası n ı veriyor. "Tam Demokrasi" başhkh lronik yazısında, Beşinci sayıda ise "çagırı" başlığı altında şunu okuyo­
"hükümet"i, " ... kafalarında her hangi bir fikir taşımak gi­ ruz: " Yedek Tabur imamı Necip Fazrl'ın Evkaf müdürlUtü·
bi demokrasiye aykırı harekette bulunanları derleyip top­ ne müracaatı lazımdır."15
layıp kamplarda muhafaza suretiyle demokrasiye hizmet Kuşkusuz Necip Fazıl da, boş durmuyordu. O da, BU·
etmek"le yükümlü kılarak çarpıcı biçimde dile getiriyor yük Doğu'sunda Marko Paşa'ya karşı yazıyordu. Ancak
bunu'". Ama Sabahattin AII bununla kalmıyor; art tasa­ onunkiler, Mark.o Paşa'dakiler gibi iğneleme amaçlı de­
rımda çok daha yaşamsal bir yaklaşım sergiliyor: ABD ile ğil. iğneleme sınırları n ı n dışında kalıyor yapılan. "lh·
kurulmakta olan ve uzun erimde ülkenin bağımsızlığını bar" ı n sınırları içerisine giriyor:
tehlikeye düşüreceğini düşündüğü ilişkilere karşı çıkıyor. "Tan isimli ana gemilerinin batışından sonra, komünist
Marko Paşa'nın ilk sayısına yazdığı "başyazı"nın "lstik­ gazete ve mecmuaları, bir zaman şaşkın, boynu bükük
l!ll" konusuna ayrılması da bundan. " ... Mustofo K�m8l'in kalmışlar. (. ..) Fakat şimdi bu minik hücum botların, ana
kurdugu Türkiye Cumhuriyeti'nin Birleşmiş Milletler Kuru­ gemiden mahrum da olsalar, bir filotil§ nizamı içinde bir·
lu'ndaki murahhası(nın), Ordün'ün her bakımdan müsta· denbire harekete geçtiklerini giJrüyoruz. Bu hücum botla·
kil ve tam manasiyle hür oldugunu, hemen Birleşmiş Mil­ rın isimlerini sayalım:
letler Kurulu'na katılmasının gerektigini ileri sür" mesln­ 1- Markopaşa, 2- Gün, 3- Ses, 4- Yıtın, 5- Sendika.
den yola çıkarak, tam bir yarı-sömürge durumundaki bu (. ..) Her şeyden ewe/, aziz ve temiz milli mukaddesat
ülkeye bağımsız denmesine takılıyor ve böyle bir anlayı­ köküne baglı olanlara ait bir hak olan muhalefet moda­
ş ı n yaygı nlaşması n ı n tehlikelerini vurguluyor. "Tu­ sını istismarla işe başlayan ve aralarında MOstMablot'u
tum"unu son paragrafta açıkça ortaya koyuyor: {Türkiye Sosyalist Partisi'nin 6nderi Esat Adil MOstKab·
"On sekiz milyon insan, Ordlln gibi müstakil olmamak botfu- M.E.), Sabahattin Ali, Doktor Şefik (Türkiye Sos-


yalist Emekçi ve Köylü Partisi'nin önderi Dr. Şefik HUsnU Görülüyor: Sakıngan bir dil kullanmasına karşın oy'u­
Detmer- M.E.) gibi şahıslar ve bu şahısların tuttutu ma· nun Sabahattin All'den yana olduğunu duyumsatmaktan
şalar bulunan komünist zümrenin nasıl bir devirde, ve ne kaçınmıyor Necip fazı l. Varolan duruma karşı olduğunu
yapmak sevdasında bulundugunu, sırasile, devlete, mil­ açıkça belirtiyor. Yine de bağlayıcı yargıdan uzak duruyor.
lete, hükDmete, genç/ite ve halka haber verir; bu anı ke­ Bir soru ile okura "ihale ediyor" yargıyı.
miyet kalaba/ıgına, son derece planlı bir teşebbüs gözile Ağaç'ın 21 Mart 1936 tarihli ikinci sayısına da katkıda
bakılmasını tavsiye ederiz. "16 bulunuyor Sabahattin Ali . " Thomas Mann ve Almanya"
Görüldüğü gibi Büyük Doğu takılmıyor; yasal olarak başlıklı ve adının baş harfleri ile imzaladığı kısa bir deği·
kurulmuş sosyalist partilerle önderlerini ve yine yasal nidir bu yazı'". Bundan sonra Ağaç'ta bir daha gözükmü­
olarak yayı mlanan dergi ve gazeteleri, yalan-yanlış sav­ yor Sabahattin Ali. Ancak 9. sayıya dek adı "Yazıcılar"
larla suçlayarak hem "ihbar" ediyor. hem de "hedef" arasında korunuyor.
gösteriyor. Dizgenin kendisini de "meşru muhalif" say­ Bir öykü ve kısa bir değini yazısı ile noktalanan "kalem
mamasına karşın Büyük Doğu, sıraladığı kişilerle ilişkili arkadaşlıkları"nın öncesi var mı, bilmiyorum. Ancak bun­
oldukları yayın organlarını "aziz ve temiz mi/{/ mukadde· dan o n bir yıl sonra, değişik amaçlarla bile olsa, aynı
sat köküne batlı olanlara ait bir hak ol"duğunu ileri sür­ noktaya yüklenen iki sanatçı ve yazgı ortağı olarak "Ma­
düğü "muhalefet modasını istismarla" suçlamakta da hiç· kam·ı Yusuf"ta karşılaşıyorlar. Karşılaşmanın sıcaklığının
bir sakınca görmüyor. Bu satırların yayımlanmasından gerisinde b u ilişkinin yattığını düşünüyorum.
çok değil üç gün sonra, 16 Aralık 1946'da düzenlenecek
olan büyük operasyonla yasal olarak kurulmuş sosya­ "HAPİSHANE HOCAM • • • "
list partiler kapatılacak, yönetici ve üyeleri tutuklanacak Necip Fazıl'ın "Miikam-ı Yusuf"a yolunun ilk düşüşü
ve yine yasal olarak yayımlanan dergiler kapatılacak ya bu. "Müdafaa"sından anlaşıldığına göre beklenmedik bir
da kapanmak zorunda bırakılacaktır. Bu uygulamadan durum bu onun için. Şöyle anlatıyor çünkü:
Sabahattin Ali ile Az iz Nesin de paylarını alacak ve iki "... Cumhuriyet savcılıgı hakkımızda takibe girişiyor. Bi·
haftayı aşkın bir süre sorgusuz-sorusuz gözaltında tutu· zi (. ..) Taharri memurları vasıtasiyle yakalatıyor ... 'Peki,
lacaklardır. beş dakika için dışarıya çıkınız; şimdi sizi çatırttırırım!'
Bütün bunlara karşın, önceden de belirttiğim gibi ortak diyen Sulh Ceza Hakiminin bir daha yüzünü bile göremi·
oldukları bir nokta var: "Milti Şef" yönetimine karşı ol· yoruz. Bir lahzada (. ..) Tevkifhaneyi boyluyoruz ... '"'
mak ... Aynı "hücre"yi bölüşmek zorunda kalmaları n ı n / Ve ekliyor:
bırakılmaların ı n gerisinde de bu yatıyor. "Miikam·ı Yu· "Cumhuriyet savcı/ılı, (. ..) Yerimizi, katillerin yanı başı
suf"taki sıcak karşılaşma b u "yazgı ortaklığı"ndan mı olarak t§yin etmiştir. """
kaynaklanıyor acaba? Payı olmasına karşın tek etken bu Birkaç aylık bir tutuklulukla noktalanan bu serüvenin
değil. Aralarındaki "insani ilişki", "Miikam-ı Yusuf"ta baş· etkisel boyutlarını, "Hapishane Notları"nın genel hava­
lamıyor çünkü. Çok daha gerilere gidiyor. "Yazgı ortaklı­ sından çıkarmak olanaklı; bilmediği, dahası düşman bir
ğı"ndan önce "kalem arkadaşlığı" yaptıkları bir dönem yere paraşütle bırakılmış gibi Necip Fazı l. . . En ince ayrın­
var yaşamlarında. tısına varınca herşeye dikkat ediyor ve beynine nakşedi­
yor. Karşılaştıklarında Sabahattin All'nin durumu öyle de·
İKİ "KALEM ARKADAŞ!" ğil oysa. KısakOrek'in yaşadığı "şok"u yıllar önce, henüz
Ağaç, Necip Fazıl'ın Büyük Dotu'dan önce çıkardığı, alt yirmi dört yaşındayken atlatmış o. Bilmediği, tanımadığı
başlığına gönderme yaparak söyleyelim, Sanat·Flklr·Aksl· bir dünya değil onun için "tutukevi dünyası". Kısakürek'i
yon dergisi. ilk sayısı 14 Mart 1936'da yayımlanıyor. Se· şaşırtan, yadırgatan, giderek de irkilten şeyler onun için
rüveni 17 sayı sürüyor. Son sayısı ise, 29 Ağustos 1936 son derece doğat. "Mahpus yata yata biter" dizesi de
tarihini taşıyor. Her sayı n ı n arka kapağında, "Alfabe Sıra­ onun zaten.
sile Yazıcılar" başlığı altında, dergin i n yol arkadaşlarının Sabahattin Ati, "Miikam·ı Yusuf"a yolu ilk kez düşen
dökümü yapılıyor. Aralarında Sabahattin Ali de var. kadim "kalem arkadaşı"na "kıdemi"nin tüm olanaklarını
Derginin çıkışına "Kafa K§aadt' adh öykü�ü ile katı h · sunuyor. "Racon"unu bilmediği, "ıstılahlar"ma yabancı
yor Sabahattin Ali . imzasız, a n c a k biçeminden Necip Fa· olduğu bu dünyada gören gözü, duyan kulağı oluyor. Ne·
zıl' ı n kaleminden çıktığı anlaşılan bir açıklama !le sunu· cip fazı l da gizlemiyor bunu ve Sabahattin All'den, "ha·
luyor öykü: pishane hocam" diye söz ediyor''. "Allah Kurtarsın!" Baş­
"Bu gün, Türk hikayesi diye bir şey var mıdır? Bu sor­ lığı altında şöyle yazıyor sözgelimi:
gu edebe aykın görünmesin, var mıdır? Her gün Sirkeci "Galiba bu cümleyi ilk defa Sabahattin All'den duy­
garına giren tiren/erin getirdikleri en pespaye Fransız ga­ dum. 'Uç babatorik!' der gibi kahkahalı bir çocuk şivesiy­
zetelerinden en pespaye şartlar altında hırsızlanan ve al· le ilk hapishane selamını verdi.
tında iki isim, bir de soy adı halinde üç Türk ismi atılan · Allah kurtarsın beyim!''"
bir gündelik gazete hik§yesi ve hikayeci/igi vardır. Bun· Necip Fazıl, "Miikam·ı Yusuf"ta geçen günlerini konu
dan başka yerli bir yazıcının yazdıgı, yerli bir sanat kıy­ edindiği "Hapishane Notları"nda "hücre", dahası "ranza"
metini, yerli bir realite görüşünü, yerli bir ruh haletini arz arkadaşından söz ederken sıcak, sevecen bir dil kullanır.
eden bir hikaye var mıdır? ilk gençliklerinde hikaye yaz­ Aralarındaki "kıdem" farkını da yansıtan şu bölümde ol­
mış ve artık yazmaz olmuş bir iki kişi bir tarafa, bu gün duğu gibi:
bu vasıfları taşıyan tek hik§yeci faaliyette delildir. Bu hi­ "... Haaa, benim üstümdeki yatakta 'Marka Paşa' .
kayeyi okuyunuz. Bakalım onda Anadolu'ya ait nasıl bir Uzun ve bitmez geceler Sabahattin A/i'nin rahat ve müs­
ruh haleti ve nasıl bir perspektif göreceksiniz. .., terih horultu/arıyla çökerttili şi/tesindeki vücud kabarık-


lıgına bakarak sabahlara kadar sigara içtigimi unutmaya­ gu) matbaa ve müessesi (Ma/Om Paşa) gazetesini aşagı·
cagım. "'' daki şartlar altında basmayı kabul etmiş ve her iki taraf
anlaşmayı imzalamıştır:
"İŞBİRLl<':i• 1) Bu gazete en yakın ve uzak m§nada kominlzm ide­
Necip Fazı l He Sabahattin Ali'nin "M.likam-ı Vusuf'"'ta olojisi ile hiçbir a/Okası olmadıgını ve metinleri altında bu
geçirdikleri günler geçmişte kalmış bir dostluğun tazelen­ manayı uyandıracak hiç bir satır bulundurmamayı kabul
mesine mi yol açtı, yoksa yeni bir dostluğa zemin mi ha­ ve il§n eder.
zırladı bilmiyorum. Ama ilişkilerinin oradaki günlerle sı­ 2) Bu gazete, din ve mukaddesatı, samimiyetsiz ve ha·
nırlı kalmadığı, özgürlüklerine kavuşmalarından sonra da lisiyetsiz olarak sırf istismarcı bir ruh haletiyle benimse·
sürdüğü anlaşılıyor. Değişik isteklerle bile olsa, aynı şe­ yenlerin şahıs ve fikir seciyeleri müstesna, gerçek din ve
ye karşı olmak, dolaylı bir işbirliğine yol açıyor araların· mukaddesat bahsinde en küçük bir tecavüz ve ihtifafa
da. Necip fazıl, "kıdem"inin olanaklarım cömertçe kendi­ sayfalannda bir yer vermemeyi kabul ve i/On eder.
sine sunan "kadim" kalem arkadaşına Büyük Doğu Mat· J) Necip Fazıl da, bu gazetenin yukarıdaki iki madde
baası'nın olanaklanm sunuyor çünkü. mahfuz olarak istedı"g/ siyasi' kutup ve rejime karşı, iste·
Marko Paşa yayın dünyasına karıştığı andan başlaya­ digi mikyasta ve istedifi gôrüş merkezinden hareket ede·
rak engellerle karşılaştı ve onlarla boğuşarak yoluna de­ rek zıt cephe almakta serbest o/dutunu kabul ve i/§n
vam eylemek zorunda bırakıldı. "Milti Şef"in yönergesi ile eder. (g.9.1947). "''
başlatılan "demokrasiye geçiş süreci"nde aykın bir ses "lşbirliği"ni olanaklı kılacak, sınırların belirlendiği ve
olmaya çalışmanın bir bedeli olacaktı elbette. Bu "fatu­ "arakesit"in yeterince seçik bir biçimde ortaya konduğu
ra" Marko Paşa'ya çıkarıldı. O da ödemekten kaçınmadı. bir "protokol" bu. Necip Fazıl "yakın ve uzak manada ko­
Marko Paşa yalnızca yasal engellerle uğraşmak zorun­ minizm ideolojisi"ne açılan kapıları MalOm Paşa 'ya kapa­
da kalmadı. Bir yayın organı açısından yaşamsal önem tırken, "din ve mukaddesatı (...) istismarcı bir ruh hale­
taşıyan dağıtım ve basım gibi sorunlarla da uğraşmak zo. tiyle benimseyenlerin şahıs ve fikir sedyeleri"ne yönele­
runda bırakıldı. Marko Paşa, zaman zaman, bu konuda cek eleştirilere kapıları ardına kadar açıyor. Dokunulmaz
sivri dilli açıklamalar bile yaptı. ikinci sayıdaki "Sabotaja kıldığı ise, doğrudan doğruya "dinci ideoloji" oluyor. "Zıt
ugradık" başlıklı açıklamada, ilk sayının dağıtımının en­ cephe alma özgürlüğü"nü tanıdığı "siyasi kutup ve rejim"
gellendiği belirtilmekte ve şöyle denilmektedir: ise, "ara kesit"i oluşturuyor. Dönemin koşulları gereği
'"Markopaşa' millet tarafından umdugumuzdan daha adı seçikçe konulamıyor ama amaçlananın "Mim Şef Yö­
büyük bir ragbetle karşılandı. 'Markopaşa'nın kimseye netimi" olduğu çok açık. Necip Fazıl, Marko Paşa'nın "et·
düşmanlıgı olmamakla beraber nedense onun düşmanla­ ki gücü"nün bilincinde ve "Milli Şef Vönetimi"nln yıkıl­
rı varmış. ması için bu güçten sonuna dek yararlanmaya çalışıyor.
Gazete bayilerinden hiçbiri ragbet etmedi. Bir kısmı da­ "Protokol"e bağlanan bu işbirliğini okurlarına duyurur­
gıtmak üzere aldıkları halde, sonradan vazgeçtiler. Bun· ken değerlendirme yapmayı da gereksiniyor Necip Fazıl.
dan dolayı bayilere darılmış degiliz. Şüphesiz onların ku­ Öyle anlaşılıyor ki Sabahattin All'ce yönlendirilen dergi·
laklarını bükenler var, kulak bükerler, kulak da çekerler, terin Büyük Doğu Maıbaası'nda basılması yüzünden Ne·
hana koparırlar blle. "'' cip fazıl çevresinden tepki almış. Onu göğüslemek için
Dördüncü sayıdaki "Dikkat!" Başlıkh ve "Sevgili Oku­ de sözkonusu işbirliğinin dünya görüşüne zararlı değil,
yucu/anm," diye başlayan açıklamada ise şöyle deniyor: yararlı olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Şöyle:
"Marko Paşa daha ilk sayısında gazete bayilerinin hış­ "Şu iki vesikayı lütfen dikkatle okuyunuz ve evvelll
mına ugradı. ikinci sayısında baskı güçlükleri başladı. (MalOm Paşa), sonra da (Marko Paşa) isimli gazeteyi Bü·
Kendisine çok hürmetimiz olan ve memleketin en büyük yük dogu Matbaasında basmaya razı oluşundaki sırn an­
matbaasının sahibi en son dakikada basamayacagını bil· lamaya çalışınız. iç fikir ve duyguları ne olursa olsun,
dirdi. Her gün bize haber glinderiyorlar: bliy/e bir vesikayı imzalamaya razı olabilen ve ondan
- Dligecegiz. sonra matbaamızda kaldıkça bu anlaşma hükümlerine
• Yıkacagız. baş kesmeye mecbur bulunan Markopaşa'cıfar Büyük Do·
· Baskın yapacagız. gu•cuları, ara/anndaki tam ve kamil tezat içinde muhake­
Aynı haberler matbaaya da gittigi için, şüphesiz basmı· me edip zaferin ne tarafta oldugunu ve hangi tarafın ken­
yorlar." Ve ekleniyor: "Bu sayıyı basan matbaaya teşek­ di nefsine, gayesine ve d§vasına karşı ulvi mevkide bu­
kür ederiz.•"' /undutunu kestirin! Ticaretle en küçük al§kası bulunma­
Sık sık kapatılan ve kapatıldıkça değişik adla yeniden yan ve her şeyin başında onun prensibini şadetmekten
yayımlanan Marko Paşa'nın çıkarıcılannın asıl sorunu bu başka iş ve lilçü tanımayan (Büyük Oogu) bôy/ece kendi
dolaylı baskıydı işte. Söz konusu baskının her geçen gün mukaddes gayesi yolunda, matbaamızda kaldıkça (Mar­
biraz daha yoğunlaştığını belirtmeye gerek yok sanırım. ko Paşa)ya beri istikamet/eri mutlak olarak kapamak ve
Öyle ki gün geliyor basımevi bulamadıkları için Marko kendisinin de zıt oldugu bazı istikamet/eri serbestçe aç·
Paşa'nın yayımını geciktirmek zorunda kalıyor çıkarıcıla­ makla, lsl§mi' siyasetin en incesini tatbik ve zaferlerin en
rı. işte bu dar dönemde Sabahattin Ali'ye omuz veren büyügünü temsil ettigi kanaatındadır. ••
.. ranza" arkadaşı Necip Fazıl oluyor. Marko Paşa'mn Ma­ "Protokol"de açıkça dile getirilmeyen "ara kesit"in altı
IOm Paşa "nam-ı müstearı" ile yayımlanan sayıları, bir bir kez daha çiziliyor; kapatıldığı vurgulanan "beri istika·
"protokol" çerçevesinde, BUyilk Doğu Matbaası'nda ba· metler", "komünizm ideolojisi" savunuculuğu ile "dinci
sıhyor. "Protokol" şöyle: ideoloji"ye karşıtlık; açıldığı belirtilen ve .. kendisinin de
"N«lp Fani KısakDM'in sahibi bulundugu (Büyük Do· zıt olduğu bazı istikametler" ise, "Milti Şef Vönetimi"dir.


o
stat N ecıp F azı l
Sözcülüğı.inü yaptığı "dinci ideoloji"ye dokunulmazlık ka· o
zandıtarak gerçekleştirdiği bu "işbirliği" için yaptığı de-
ğerlendirme kendi içinde tutarhdır.

-
1 1/e� foııı Kll&Orft. "�
tJ •G.ıM /hUr � P-. Yol: ı,
S.0,.: ı {ıs K_,, .,.ıi), o. •
Ali Haydar Haksal
llOllMı ()7', lllfı(ll< Dotu. lol: 2, Qi1, ), ... . Y_ S6ylo...,.., "'-ıl<o "-".
�, 69 (24 E1•'" •94T) . .. u YO: ı. � • lı6Arıhk ı1M6), S.. • Şiirinde ve sanatının hemen bütün alanlarında dehası­
2 N""i� f.,0 Kı ..kUl'tk, " llap/sll.f.. tS -ç,vırf'. Mllto Paa, Yıl: l. Soyı: nın sanatıyla birlikte renk!er sundutu, ufuk açıcı, bir yüz­
ııarı.n rır. llDy!ll< Dot\l. vıı, " o�, J. 5 (1> CkM: ı1M1). •. ıı
yıla damgasını vuran en önemli şahsiyetlerden biri.
Soyı: 68 (ı7fkim ı94f), 1. tı tti 1ı1uhb<ı, ")(om"�...,... 81lyQk
..
l Rııa t tıı. , "5utr•11 1Qmld'i<I Rll Oofu, (1)Aralil �6), s. 11 Bohem yaşama sürecinde; sadece ve öncelikle şiirle
h<ııı'*" -..ı.r . 90,ok Dollı. l•l: J, •1.. S.,,: ı lııı Marl ı9)6) . .. ı). yoRrulu bir ruh halinin, modem şiir taşıyıcılıtını gelenek­
C*': J. S.,., 6s (}l)Moy11 1947J, 1. 2 ı!l s!ıballln in)A(li). " """""' .ılım
le buluşturarak bir doruk oluşturan bir şiir kuramcısı. He·
• """" f..ıl (1(..--,ı , " M<ldt ... -�.-. -. s.,-., . (lı ""'�
cenin dorutunda modern söyleyişiyle hep genç duran bir
"". 90,ok tJosu, Yıl; l, Ott , 5-yı ı9}6). .. ı6.
67 (ı7 f)'M.ll ..,.7), ı.. 6 19 NeOp fo:ol (KoSlk(ı<Ş}, "Mı,ida- şair. Hece şiirinin olanaklarını sonuna kadar zorlayan, dö­
s ,_, ,.._ ı..- , 9Uylll Dotu, Yıl; ). Cil: J. Soyı nemindeki hemen bütün şairleri bu anlamda gölgeleyen
6 M..Wnu1 Golotlu. � Gt­ 67 {17 EıQ 11M7). 1. 6
bir büyük usta. Kl�sik ve sıradan söyleyişin ötesinde bir
� (�195Q}, ımobul, K...... '911ı. .. '° Ja. •. 6.
... ıı ll•dpfm!Koul<Otft."� şiir ufku. Ömrünün sonuna kadar dizeleriyle uRraşan ve
' '"°''o h1'K,..klltff.. "� 1'oıJM ur. ııoyca. °"il'- Yı� " Olt: l· mükemmelin peşinde olan, bütün şiirlerinin ilk ve son
llO!lıtı (tr. � ııotu. Y�: >. OI ), 'Sıyo: J) (>6 Nalık ı947), 1. u. ha\leri de şiir estetiğlnin, buluşunun güzelliklerlndedir.
Saıo: '9 (>• Eltim 941\. •. ıı .
n Ne<ipfllll K ... iJıek. "�
Zor yakalanır imgelem gücünün dizeye yansıyan bir hali.
• 1cı, 1. 11 ,,..lil<ılı.rt/.tr. � Dotu,V<i: >, Oll
? N<<ıp hı.I Kı..kli<fl.."�_. ). Soyı: 70 ()ı Ekim >!M7l. s. ıı.
Mistik ruh dünyasıyla doğrudan buluştuğundan itibaren
111>11.ı11 (9r. 11Dy111< Dol'J, Yıl: >, Cit: J, 'l Nt<ip Fo:ol Kıuku"k. "/Vp/Jlv sanat yoğunluğunu çeşitli sanat alanlanna ve tUrleıine
S.y" 7" <.16 0tlk19,.Sl. t. u ,,..ll<>Ndn(5T", 811yQk Dofu, Vılc >,Olt açan, kaleminden çıkan her eser bir diğerinin üzerinde.
'� (Sııl>lh,ıthn 1"0, "T•m O..,.,.,,. '!. s..y,, ,. 17 (..., '9'7l, ı.. n
s/'. Mllko l'lsl, ld: ı, S.yı: ı l60ak ••·s.ııc.ı.ıı uı-u- . MMto PIA.
Piyeslerinde, denemelerinde. polemiklerinde, biyografik
1947), , , Yol; ı, S.., > (ı Arllık ı946), ı.. .. eserlerinde sınırlan sürekli zorlayan ve kendi ötesine ge·
" CSAblhottio "1i). "!.V.J.lt', Mllko >s •ıı;.ıur.·. MMto Paa, Y.t: " s. çen bir sanat gücü. Kendisinden sonra. dotrultusunda
l'lsl, Y�: ı, Soyı 1S h""' ı�, ._ yıo ıı {ı6Araiıl; '9ıı6). •. ). önemli bir yol açan, kanal oluşturan ve bir çizgiye yön ve·
2' c...,;ı KO(Ak. 11Y. • 6o
" � K� "ır.llırıl' O.-.W P<t>­ •1 •· '- '°"
ren bir başlangıç ve dönüşüm ustası, üstadı. Siyasal kav·
lnl: &o>y� (W!fff, T.., ..,. Top •8 c0ıtı.onErt.ip),•s.�c- galarında gözü pek, dost ve arkadaşlarına sonuna kadar
Un. C. ı1, S.,.: 71 �k ı999IJ, • ı•mıt'. Maob Paa. Yot ı. Styıı >s (19 bağlı. Sanat ortamında. meydanda mücadeleyi seven,
" Em 1947), J. ı. dost meclislerinde hiçbir şey olmamış gibi davranan bir
insanlık örneği. Sabahattin Ali'den
Nazım Hikmet'e, Çetin Altan'a, Peya­
mi Safa'ya kadar dostluklarını sür·
dürmeyi bilen, sanaı anlayışları ve si·
yasal bakışları bakımından kendi ye·
rinde duran sağlam bir insan portre­
si. Sabahattin Ali'nin ·ıı:afa K3ad ı '
a d l ı öyküsünü Ağaç dergisinde ya·
yımtayan ve sunuşunda dönemin öy­
kü anlayışını eleştiren ve yerli öykü
bakımından bu öyküyü örnek göste·
ren bir insan. Sait Faik'ten Sabahat­
tin Ali'ye. Ahmet Hamdi Tanpınar'a,
Nahit Sırrı örik'e. Oktay Akbal'a, il­
han Berk'e, Şükran Kurdakul'a kadar
dönemin sanatçılarıyla aynı dergi ve
sanat ortamında bulunan, bulunabi­
len bir büyük özveri örneği. Büyük
DoOu ile birlikte genç yeteneklere sa·
nat tarlası oluşturan ve birçok gencin
yetişmesine öncülük eden, yol göste­
ren bir anlayış. Siyasal duruşu, yer
seı;işi geçmişteki dostlarıyla yollarını
ayırsa da, o eylemini Jçerlde sürdüren
ve sürekli hapisahenlerde cinnet
i1 n e 2 n
Mwr '4 ;���� ��� � f ��������t����:
n ir n b
lığın her turlüsüne karşı, en seçici ve
en özenli bir bakış arayıcısı.
"Bozuk Ölümler"
"Her ağızda, her telde fanilik dırıltısı / Sonunda tek bir
şarkı tabutun gıcırtısı"
"Ölüm dedikleri, ölünceye dek f Dünya, balı zehir, ya
lancı petek f Orada bulursun, biraz bekle, tek / Burada
Nihat Genç yaşamak sandığın düşü . . "
"Büyük randevu . . Bilsem nerede, saat kaçta / TabLJtu·
Korsan yayınlarıyta baskı adedi yüzü, iki yüzü çoktan mun tahtası bilsem hangi ağaçta"
geçmiş bir şiir kitabı var. Bu inanılmaz şiir kitabının adı: "Ağzıma soğuk kLJrt!ar dolacak, gözüme kum / Dipsiz
Çile. Yazan, Necip Fazıl! Necip Fazıl büyük şair. O da ölü· kLJyu, sürdükçe zaman, sürecek uykum".
mü, mistik tarafından yazdı! Bütün şiiri, varlık, yokluk, "Ufka bakarlar, ölüm uzakta mı, LJzakta / Ve tabLJt bek­
hiçlik! Hepsi soyut! Gaipler, mavera deyip durdu! Ardın­ ler, suya inmek için kızakta!
d a çökmüş, yıkılmış, bedenleri, beyinleri pelteleşmiş mil­ "Bu dünyada renk, nakış, lezzet, ne varsa küsüm / Gö·
yonlarca genç bıraktı! Tarihin e n coşkun ırmaklarının ak· zümde son marifet, Azrail'e tebessüm."
tığı b u topraklarda sabah, akşam ve seksen yıl aralıksız Necip Fazıl'ın tüm şiirleri ölümü anlatır, genç insanın
•hiçlik• şiirleri yazdı! Türk ve ls!am edebiyatında onun ruhunu karartır, göğsünü daraltır, gözlerine llÇLJrumlar
kadar ölüm yazan, onun kadar karanlıkların, kabristanla­ koyar, her nesneye suikast gibi ölüm tuzağı düzenler. Ke­
rın içinde gezinen başka şair yoktur. Benim okuduğum limelerin arkasına. ötesine ulaşıp, "öte" dilinde resme·
dünya klasikleri içinde ölümü onun kadar işleyen bir şa­ der. Nesneleri kavrayış şekli ölümdür. Binlerce mısra için­
ir görmedim, bulursanız beni de haberdar edin. Necip Fa­ de ölüm konulmamış birkaç mısra birkaç kelime bulmak
zıl'da ölüm yüzlerce sayfayı aşar! Ölüm mısralarının aca· dahi zordur. Olum tarlasıdır şiir kitabı. Ölüm bir değirmen
yip bir şiddeti vardır, derin bir ıstırapla birkaç mısra sizi gibi bütün kelimeleri, bütün nesneleri öğütür. Karşı ko­
kefenlerin içine sokuverir! Türkçe'nin ve hecenin en ba­ nulmaz bir kader olarak ölümü daha da sertleştirmek,
şarılı örneklerini vermiştir ve b u inanılmaz gücünü, ölüm daha da ürkütücü hale sokmak için bir ömür çalıştı! Her
tavsirlerinde kullanmıştır! Her an ölüp ölüp dirilen bu in­ şiirinde ölüm: "lçimde bir mahşer ugultusu var / R u h um­
san milyonların sevgilisi haline geldi! MiUiyetçilerin Al· dur çağıran tenimi cenge / Gözlerim bir kuyu, dilim kör·
sız'ı sevmesinden daha çok, lslamcılar Necip Fazıl'ı sev­ düğüm f Mermer bir kabuğa girip, ördüğüm f Bir görün·
di! Necip Fazıl'a kendini kaptırmayan tek bir müslüman mez alem olsa gördüğüm . . M Necip Fazıl b u mısralarla Tür·
yoktur! Zekasının en uç şahikalarını ötüm estetiğiyle şa· kiye'de müslümanların gözünü. beynini, duruşunu, düşü­
heserleştirdl! Bu topraklarda ölüm estetiği üzerine en nüşünü topyekün degiştirmiş, bambaşka bir kuyuya sok­
kuvvetli adam Necip Fazıl'dır! Şiirini morgdan, kabristan­ muştur.
lardan hiç çıkartmadı. 17 yaşında bir gencin bütün hayal­ Şairin ölümle hesaplaşması asla kötü değil, ama,
terini, umutlarını düşüncelerini eğip bükecek, şekilleye­ aralıksız bütürı mısralar ı n ı ölümle işlemesi, hayata kar­
cek kadar derin ve yüksek değerde mısralar kurdu! An­ şı Mdürüstlük" değildir! Necip Fazıl'da sanki başka duy·
cak Necip Fazıl, çok soyut bir ölüm anlattı! Kupkuru bir gusallık yoktur, gökyüzüne doğru kanat açmış kuşlar
ötüm, yani, diyelim Yunus Emre de birçok kez ölümü an­ hiç yoktur. Ölümü, beyin ve yürek öldürücü zehir hali­
lattı, "bir garip öldü diyeler" gibi, ama, ölümü atfettiği ne sokmuş, tabiatın ve inancın coşkusundan hiç ama
"bir garipti" bir yoksuL Necip Faztl'ın ötümünde yoksul, hiç bahsetmemiş. Necip Fazıl'ın kabir, mezar, iskelet·
zengin, yani, b u dünyaya dair kimliği yoktur, yalnız ölüm· ten oluşturdugu b u şiir kitabı hiç ama hiç incelenme·
dür, sapık bir ölüm! Aşk sahnesi anlatır gibi ölüm anlat­ miş, sadece hayranlıkla övülmüştür. Milyonları ölüm
tı, milyonlarca genci genç yaşta bu yoğun karamsarlığın, tuzağına düşürmüş, ölümü, şantaj, tehdit diye kullan­
hayatın nafile, dünyanın boş olduğunu derin bunaltının mış. Gece yarıları odasına kapanmış her gencin ateşli
içine sokmayı başardı! Ölüm tabiatta eşit dagıtılmıştır, bir coşkus u n u , bedeni ni b u kelimelerle öldürüp, çürütmüş­
çocuk, kuşun ölümünü görür, komşusunun, aile bireyle­ tür. Anneler·babalar gönüllü ve koşarak, 13-14 yaşların­
rinin ölümUllü.. Ölümü herkes görür, ama Necip Fazıl, da çocuklarına Necip Fazıl'ın şiirlerini uzattı, bir hazine
ölümü sabah, akşam, her gün, her an, her mısrada, her niyetine. Bilerek isteyerek hayatın dışına kaçtılar. Top
düşüncenin arasında mutlaka yazar! Hayata ve dünyaya mermileri, şarapnel parçaları dahi insan beynini b u şi­
hiç şans vermez! irle r gibi dagıtamaz. Bu kadar karanlığı başka hiçkimse
". .Ben şairim, gaibi kurcalayan çilingir / Canlı cenazele­ başaramaz. Kelimeleri 'agu'ya döndürmüştür.
rin başında Münker-Nekir" (Yazann daha önceki bir yazısından)


Bohem ve Şövalye
hatta ispat eder. .. Hayatı ve toplumu, büyükbabasının şı­
marttığı gibi kendisini şımartmak zorunda olan bir im­
kilnlar alemi gibi algılamaktadır adeta ... Bütün bunlar

Şair ve Kahraman O'nu snop (züppe ve küstah) ve kahraman yapar ... Her­
şeye ve herkese karşı pervasızdır. Bir kahraman kadar
başı dik, bir şövalye kadar burnu havada,. . . Kurnazlıkla­

Snop ve Derviş ra, çıkarcılıklara, küçük hesaplara karşı şövalyedir. Bazen


eldivenleri ile tokat atarak aşağılar muhatabını, bazen
değerini küçümsediği para i!e ... Para karşısında inanılma­
Mehmet Çetin yacak kadar özgürdür. E n uzlaşmaz sermaye ve para kar­
şıtı bile parayı bu kadar değersizleştirmemiştir. Para kar­
şısında da bohem, snop ve kahramandır. Ve çevresi ken­
Türk edebiyat ve düşünce hayatının en ilginç, en renk­ disini böyle kabul etmeye hazırdır ve eder de ... Böyle bir
ti, en şaşırtıcı ve ürkütücü kişiliklerinden biri... Herkese kimlikle sevilir, hayran olunur, kıskanılır ve nefret edilir.
ve her şeye rağmen sevilen, her şeye ve herkese rağmen Kimseyi beğenmez. . . Hemen herkesi çok keskin bir dil­
nefret edilen ... Dehasının ve dahas ı n ı n farkında, ünlü ve le eleştirir... Dehasından, sanatından, düşünceleri nden,
karizmatik . . bütün " e n " lerin ibrelerin i n kendisini gösterdiğinden
Hasta A d a m i l a n edilmiş bir devletin sıhhatini kaybet­ emindir. .. Önüne sürülen hazır düşüncelerden, hazır çö­
miş bir ailesine ait, kasvetli ve her köşesinde bir soru ve zümlerden, paket mutluluklardan ve s ı n ı rları bugünden
sorun bulunan bir konakta oluşmuş bir çocukluk ... Dış çizilmiş istikbalden nefret eder.
tesirlere kapalı, değerlerinden emin, dünyasını gelenek­ içinde, derin bir yerlerde ise bir şeyler iyi gitmemek­
lerle ve ilkelerle ve devlete sadakatle oluşturmuş bürok­ tedir. Kendisini yalnız ve yabancılaşmış hissetmekte­
rat bir büyükbaba ... Hastalıktan ve ölmekten korkan, her d i r. Kaldırımlar şiirindeki ruh hali; yaşadığı zaman, me­
şeye ve herkese sahip olduğu statü ile değer ve anlam kiln ve toplumda, hatta sevdiklerinde ve sevmediklerin­
biçen bir babaanne. Hayatın anlamına değil renklerine, de kendine ait bir işaret bulamayan " başını bir gayeye
hatırlamağa değil unutmaya, sormaya, sorgulamaya değil satmış kahrama n ' ı n ortak bir dili ve kaderi paylaştığı ki­
yaşamaya, anlamaya değil elde etmeye, toplamaya, birik­ sesiz sokaklara vuruşudur kendisini. Son nefesini vere­
tirmeye değil dağıtmaya, yapmaya değil yıkmaya ve boz­ ceği sokaklara ve hayata ... Modern hayatı n , insanı kim­
maya, sevdaya de!ı;il şehvete tutkun, kadında ya da ka­ sesiz!eştiren, yalnızlığı kadar özgürleştiren ya da özgür­
d ı n larda kendini bulan değil kadı n larda kendini kaybe­ lüğü ölçüsünde yalnızlaştıran içeriğin i n çok erken bir
den bir baba ... Varlık alanı kocasının karısı, çocuğun u n keşfidir bu şiir.
a n n e s i olarak sınırlandırılan, varlığına tahammül edilen, Mistiktir. 'Kadın Bacakların ı ' ve 'Kaldırımları' yazarken
halktan, yani aşağı sınıftan, mahcup ve onurlu, içli ve içi­ de mistik. Abdülhakim Arvasi ile karşılaşması bütün dün­
ne kapanık, çocuğundan başka hiçbir şeyi olmayan, ço­ yasını değiştirir. Şövalyeliği kahramanlığa, varlığını her­
cuğundan başka her şeyden vazgeçmiş, ruhuyla varlığıy­ kese kabul ettirme çabası, varlığını kavrama ve anlam­
la Osmanlı Devletinin yüksek bir bürokratına ait bu ko­ landırmaya, mistik algılayışı tasavvufi seziş ve kavrayışa,
nağın dışında tutu!an bir anne ... bohem hayatı inanmış bir adamın ilkeli bir yaşama ara­
Bohemdir. . . Döneminin bir çok aydını gibi ve kadar bo­ yışına, snoptuğu dervişliğe dönüşür. Büyükbabas ı n ı n il­
hem. Ama bohemlik onun için bir yaşama tarzı, hayatına keli, disiplinli, kendinden ve değerlerinden emin duruşu
bir renk katma çabası değil diğerleri gibi... Hayatın vaat çıkar ortaya. Bir farkla... Büyükbabası bittiği, biteceği
ettiklerini sonuna kadar görme, elde etme, tatma ve keş­ varsayılan değerleri korumaya, savunmaya çalışmaktadır.
fetme, daha fazlasına sahip olma, herkesten ileriye git­ O aynı değerleri yeniden keşfetmeye, yeniden yaşanabi­
me, herkesten fazlasını yaşama demektir. .. Onu kadınla­ lir kılmağa çalışan kurucu bir kimlikle ortaya çıkar ve hü­
ra ve kumara çeken aynı cazibedir. " içindeki azgın da­ cuma geçer adeta. Bireysel macerasıyla toplumsal geliş­
vet " . ikisinde de sınırsızdır. Tükenir ve tüketircesine sı­ meler arasında i!gi, ilişki ve paralellikler kurar. Kendisini
n ı rsız ... kurtaran nefesin toplumu da kurtaracağına inanır. Şiiri
Hayatın azgın davetine icabet ederken babası gibidir. dahil herşeyini gözden geçirir. Şiiri dahli yeni duruşuna
Ama babası kadardan ibaret değil. .. Onu huzursuz eden, uymayan n e varsa değiştirir. Bu inanı lmaz değişikliği
bir şeylerin hep eksik ve yetersiz kaldığını hissettiren bir kimse inandırıcı bulmaz. insanları şaşırtmaktan zevk alan
şeyler vardır. Salkımsaçak sorularla ve sorunlarla doludur bir şairin geçici hevesi olarak değerlendirilir. Herkesin
dünyası. Herkesin inandığı, ona inandırıcı getmez, herke­ terkettiği adrese dön üş, yakın çevresinde önce alaycı
sin katlandığı sahicilikten yoksun hayata katlanmaz, kat­ bir hoşgörüyle, sonraları gittikçe dozu artan tepkilerle ve
lanamaz ... E n iğrendiği şey herkes olmak, herkes gibi ol­ daha sonra düşmanlıkla karşılanır. Seçkinlerde karşılığını
mak, herkesin içinde kabul edilmek, sürüden sayılmak ... bulamayan bu inanış ancak seçkinini kaybetmiş halkla
Büyükannesinin herkese yukardan bakan tavrı n ı n toru­ bütünleşebi!irdi ve o içinden geldiği seçkin ve egemen
nunda kendisini göstermesi mi bu?.. Elbette değil. Büyü­ çevreyi terk ederek halkın yanında olmayı tercih etti. Bu
kannesin i n statükonun kendisine bahşettiği imtiyazlı ko­ tercih halktan biri olan annesini tercihtir bir bakıma. Ses­
numu o eseriyle ve emeğiyle elde etmek istemektedir. siz, başına gelen her şeye tevekkülle katlanan, hiçbir
Hatta daha fazlasıyla bir ve biricik olmak istemektedir. umudu kalmadığı için arzularını, beklentilerini içine gö­
Hepimizin içinde yatan bu tutkuyu o gizleme, örtme, ima men, güçsüz ve sahipsiz annesini. Bu yüzden dünya gö­
ve işaret etme gibi bir yola başvurmaz, düpedüz iddia, rüşünde sadece lslilm değil, Türklük ve Anadoluculuk da


önemli bir yer tutar. "Sakarya Türküsü" bu tercihini ve duyarlı­
ğını yansıtan ürünüdür. Büyük ve sessiz çoğunluğu tercihinden
sonra mücadelesi ginikçe siyasileşir ve sertleşir. Ağır suçlamalar,
ithamlar dönemi başlar ve ötekileştirilmeye çalışılır. Askere alın·
malar, tutuklamalar, üstüste açıtan davalar hapishaneler peşpe·
şe gelir. Zaman zaman evlnln elektrik faturasını ödeyemeyecek
kadar parasız kalır. Mücadelesi yaygınlaşıp güçlendikçe şiirden
uzaklaşır. O'nu sevmeyenlerin gözünde 'sabık şair'dir artık.
'O'nun gözünde şiirin yeri ve anlamı da değişmiştir. Artık gözü
' b üyük sanatk!rtıktadır. Derviş ve kahramandır artık. Ve bir yol
gösterici. Ondan nefret edenlerin diliyle " Süper Mürşid" Yıllarca
yetişmesine emek verdiği gençliğin gözünde ise 'Üstad'
Geride çeşitli alanlarda yüzlerce eser ve hatıra bıraktı. Türk
muhafazakfühğını en derin, en bir mücadele adamı oldu. Bir çok
şair, yazar ve düşünürün yolunu açtı. En büyük mutluluğu yetiş­
mesine emek verdiği gençliğin manevi babası olmaktı. Oldu da.
Bugünden bakıldığında bir kazanılmış Necip fazıl vardır, bir de
kaybedilmiş. Tek parti baskıcılığının, soğuk savaş şartlarının
içinde boğuşan Necip fazıl kaybedilmiş bir Necip fazıl'dır. Biraz
daha serbest, anlayışlı ve verimi! bir ortamda çok daha fazla ve
çok daha büyük eserler verebilecek bir Necip Fazıl ... Hep ken·
dini savunmak zorunda kalan Necip fazıl... Mahkemelerde, mey·
danlarda, gazete köşelerinde ... Şiir ve düz yazılarında, eş-dost
sohbetlerinde inancını, değerlerini, mücadelesini, kişiliğini, ya·
şantısını, sevdiklerini, hatta eşini bile savunmak zorunda kaldı.
Sadece karşıtlarına değil, yandaşlarına karşı da durmadan sa­
vundu kendisini. Savundu ve saldırdı. BEKLENEN
Kazanılmış Necip fazıl, kendisini bulan ve kazanan, adanmış
N e hasta bekler s a b a h ı ,
Necip fazıl'dır.. Öldüğünde üzerinde kesinleşmiş bir mahkumi­
yet, başında Sultan'üş Şuara tacı, cenazesine eşlik eden on bin­ N e t a z e ö l ü y ü m ezar,
lerce genç vardı.
Bütün nefret ve sevgilere rağmen anlaşılmamış bir insan ola­ N e d e şeyt a n , bir g ü n a h ı ,
rak yaşadı. Cesur ve samimiydi. Ölürken bile ... Son sözleri; " De­ S e n i b e k l e d e ğ i m ka d a r.
mek böyle ölünüyormuş' oldu.

Ey genç adam, yolumu adım adım bilirsin Geçti, iste m e m g e l m e n i ,


Erken gel, beni evde bulamayabilirsin! Yokluğ u n d a b u l d u m s e n i ;
. (197s) B ı ra k v e h m i m d e g ö l g e n i ,
G e l m e , a rt ı k neye yarar?
ŞiiRLERiM VE ŞAIRLICIM / Necip Font KINkDr.ı. (1937)
Şairliğim on iki y a ş ın d a b a ş l a d ı .
B a h anesi t u h a ftır:
VE NEFS
Annem h a s t a h a n e d e y d i . Ziyareti n e , gitmiştim • . . Be· Köpek kokusiyle korktum ölümden,
yaz yatak örtüs ü n d e , siyah saplı, küçük ve eski bir
Ölmeden ölmeyi a n layamadım.
d e fter... Bitişi kte yatan v e re m l i genç kızın şiirleri
varmış d e fterde . . . H a b e ri veren a n n e m , b i r t n göz­ Ne güneşler doğup battı üstümden;
leri m i n içini taray ı p : Bir günü bir güne bağlayamad ı m .
· S e n i n d e d i : Ş a i r o l m a n ı n e k a d a r isterd i m !
A n n e m i n d i l e ğ i b a n a , i ç i m d e besleyip d e o n iki y a ·
ş ı m a k a d a r fark ı n d a o l m a d ı ğ ı m b i r ş e y g i b i g ö r ü n · H ı rsıma ne şöhret yetti, ne de ş a n ;
d ü . Varlık h i k m e t i m i n t a k e n disi... Gözlerim, hasta·
hane o d a s ı n ı n penceresinde, savrulan k a r D ö n d ü ğ ü m her nokta d ü nyadan n i ş a n .
uluyan rüzg�ra karşı, i ç i m d e n k a rarım ı verd i m : N e fs i m i n a rd ı n dan koştum perişa n ,
• Ş a i r olacağı m !
O n d a n bir kıl b i l e avlayamadım . . .
Ve o l d u m .
(1972)


1 tanja d •İ
uc I<e rs
••

Kitabı n Öteki
Yüzü
Kendine ôşık edebiyatçılar ve
bu aşkı destekleyen ve talep eden
edebiyat d/Jnyası /Jzerlne.

ikinci Dünya Savaşmdan s o n ra Nazi-Mitosu üzerine memelidir: Son o n yıl içinde gelen vazar kuşağı bu
yazmış olan dikkati çekecek kadar çok Alman yazar var; mesleğe uygun "iş elbisesi"nin, vani nikel gözlük ve gri
örneğin, GOnat Grass, Rose Ausllnder, Mkhııel KrO· bogazlı kazak ya da kısa saçlar, giysilerin meslek de·
ger, Hans J6rg Z.uner ya da Uwe Kalbe. Ş i m dilerde ise ğiştirmeden de rahatlıkla değiştirilebllecegini kanıtla·
tiyatroda. şiirde ve romanda "'narsist kişilik" olarak bir madı mı? Mesela Berlin'de vıne i l k kez yazarlar gece
hayalet halinde dolaşıyor delikanlı sayfalar boyunca. müşterilerini DJ'lerln elinden kapmak için uıtraşmadılar
Bu k i m seyi şaşırtmasın; ekonomik kalkınma mudzesin­ m ı ; iyi b i r kabare akşamı, eıtlenceli b i r Poetry Slam va
den sonra kişisel ihtiyaçların karşılanması sorunu orta· da tuhaf b i r metin-performansı dUzenlemek suretiyle?
dan kalkınca doğal olarak bireysel sorunlara b i r dönüş "'Surf·ŞalrlM, .. '7111 -KonllŞlln Uyuflurucu'" · kısa bir
oldu; Ben'e doğru b i r yönelimdi b u ; 68'lilerin jargonuy­ süre öncesine kadar kimse bu isimlerin arkasında bü·
la söylemek gerekirse. kendini ifade etmeye doıtru b i r y ü k vayınevi yazarlan n m ya da yazar gruplannm olac.a·
y ö n e l i m d i ve edebiyatta da k a r ş ı l ı ğ ı m buldu. Psikana­ ğ ı n ı kesinlikle tahm i n edemezdi. Edebiyatçılar salonları
lizciler hastaları n ı n semptomlarının başka alanlara kav­ bırakıp medyaya vöneldiler, akademik matinelerden
dığını açıkladılar; Frwud'un, Junl'un ve Adier'in döne· club ortamlarına, radyo söyleşilerine, Goethe Enstitü­
minde histeri va da nevroz en popüler tedavi nedeniv· sü'nün vurt dışı etklnliklerine kadar birçok sahnede ba·
di, b u "klasik nevrozlar" şimdi çoktan "narsist kişilik şanyla boy gösterdiler; örn@Rin genç rap şairi Bastian
bozukluklan"na ve genellikle bunlara akraba olan "Bor· Böttcher Sao Paulo'dan Pekin'e taşındı durdu. Aync.a
derline·Sendro m u " n a kavd ı . Frwud da narsisizm üzerine b u yazarlar, ortalığa çıkmak onlara "acı vermivormuş"
düşünmüş ve onun oluşumunun "fallik dönemde" ger· gibi görilnmevr başardılar, hatta bunun tadını çıkardı·
çekleştiğini tahmin etmişti, bununla beraber b u kişilik lar. Rahatlıkla ş u sövlenebilir: Büyük vayınevleri edebi·
bozukluğu pratikte istisna olarak kalmıştı, ki b u da b u yat d ünvası n ı n , sinema ya da televizyon gibi diter za­
hastalığa vakalananlan "terapive d i rençli" o l a r a k rapor man harcama endüstrilerivle baıtım kavbettili yolunda­
eden Freud'u rahatlatmıştı. Mart. luise Kachnltz he· ki korkularını p o p star benzeri genç edebiyatçılar save·
nüz "Tuhaf bir aşk, Ben ve Ben" ("Narsist şiirinden, sinde aşmavı başardılar. Edebiyat dünyasını ivi tanıma·
ı9s7) üzerine düşünür ve lnp Miller boğuk b i r sesle yan b i ri "'OU P." ile '"Ben,_ıNn 5.1'" arasındaki farkı an­
vakınırken: "'SANA DILSIZROL O OYNAMA HAKKiNi KiM laya b i l i r mi? Peek&Kloppenburg reklamındaki sarışın
VERiYOR• (Avnı isimli şiirden), Karin Kiwus "'Efendi v. suratın b i r şarkıcıya m ı , b i r radyo sunucusuna m ı yok­
Uşak "'ta kendi narsisini "çocuksu ovun" kavramıvıa sa b i r edebiyatçıva m ı alt olduıunu k i m bilebilir? Ve bir
vansıtırken, Dagmar leupold ileri görüşlülükle °'Gft'cze' kitabın kapağındaki fotoıtrafta, çarşaflara sarılmış kadı·
yankısı• üzerine kafa patlatırken ve Grass'ın " N a rsist"i n m b u kitabın vazarın ı n kendisi m i olduğunu, yoksa
(şiir, ı96o) henüz kendine "kırık topuklu avakkabılar" "sadece b i r model" m i olduRunu k i m biliyor? Bu, b i r sa­
a l ı rken, 21. vüzvılın başlarındaki genç ve rahat vazar, atlillne fotomodelin vücuduna giren yazar Syblll9
asil çizmeler, gök mavisi avakkabılar va da inek derisi Bers. G ü n ü n birinde EMMA fazlasıyla renkli kişilik ka·
taklidi moda pabuçlar givivor. Amerikan romancı Tom zandı ve SPIEGEL vazarları n d a n Yolıer flale' n i n ortaya
Wol.fe'dan cesaret alarak süreklJ, can sıkıntısı içindeki attığı ama aslında lıiçblr şey ifade etmeyen "Savan Mu·
narsistleri yazıvor, a m a d ö n ü p dolaşıp vine kendini a n · cize• kavram ı n a ateş püskürdü ve böylece "ivi kadın ki­
tatıyor. tapları" dizilerinin b i r anlamda i l k dürtüsünü verdi. Otv
Yazarın metni bırakıp kendine dönme olgusu incelen· yavınevin i n çıkardıRı "Dolu-Batı Divaları" dizisi sadece
meve değer. Ve kesinlikle negatif olarak değerlendiril- b i r örnektir; kadın vazarların, kendilerln i n özel bir şe-


kilde piyasaya sunulmalarına karşı ayaklanmaları hak­ olmayan kendine güven duygusu" sarsılan narsisizm
lıydı gerçi, ama yine de kad ı n yazarlar tabii ki edebiya­ yüklü yazara ne olacak? Geçmiş aylarda ve yıllarda kul·
tı, ister erkek ister kadın olsun yazarın biyolojik ve cin­ lanılan resimleri kullan ı l ı p tüketildiğinde ve okurlar ar­
sel kim!iğinin ortadan kalktığı ütopik bir yer olarak gör­ tık b u DJ yazarlar için yanıp tutuşmamaya başladığında
mek yerine, kadın-erkek gettosu düşüncesinin tuzağına ne olacak? Metinleri belki eskisinden daha iyi olan,
düştüler. ama dış görünüşleri ve sahne performansları eskisi ka·
Ama yazarlar loncasın ı n erkek temsilcileri de kibirle­ dar çarpıcı olmayan b u yazarlara ne olacak? " B üyüklü­
rinden bir şey kaybetmediler: Edebiyat toplantılarında ğün öteki yüzü olarak depresyon" o n lara musallat ola­
ipek elbiseler içinde fotoğrafçıların etraflarında pervane cak ve sanatsal ifadelerini frenleyecek mi? Yoksa bir
olmasına izin verdiler ya da o bildiğimiz motosiklet kı­ imaj danışmanına gidip kendilerine yeni bir imaj ve ye­
yafetleri içinde "ben her şeyin doğru yapıldığı Doğu Al­ n i bir yazma biçimi m i bulacaklar? Bir yazarın dış görü­
manya'dan geliyorum," yazan tabelalarla dolaştılar; nüşü ve davranış biçimi hiçbir zaman önemsiz olmadı,
alınlarına astıkları b u harfler o kadar belirgindi ki insan ama kita b ı n içiyle dışı arasındaki önem ilişkisi hiçbir
onların kitaplarını okumaya artık ihtiyaç duymuyordu, zaman bu kadar sansasyonel ve orantısız da olmadı.
çünkü içinde ne olduğunu hemen hemen hissediyordu; Amerikalı psikolog Christopher Lasch, yetmişli yılların
anekdotlar biçiminde eski Doğu Almanya'dan gelen ve sonunda çok okunan "'On Norcissism" adlı çalışması­
motosiklet elbiseleri giyen düzgün bir herif anlatı lıyor. n ı n bir bölümünü " Narsisizm ve Yaşlanma" konusuna
Bazen insan neredeyse şu izlenime kapı lıyor: Kitabı al­ ayırmıştı. "Narsist, içsel rezervleri özellikle az olduğu
mama gerek yok, içindeki metnin nasıl bir şey olduğu­ için diğerleri nden kendi değerinin onaylanmasını bek­
nu anlamak için sadece yazarların fotoğraflarına bak­ ler (...) " - ama bu onay yaşlanmayla birlikte genellikle
sam yeterli. Sybilte Berg acılar içinde yatakta m ı yatı­ azalır, bilhassa gençlik coşkusu içindeki bir toplumda.
yor, hemen burada mutsuz b i r aşkın anlatıldığını anlı­ Ve burada da edebiyat dünyası geri kalmak istemedi,
yorsun, platonik bir aşk değil elbette. ipek saçlı kravat­ sosyal bünyede kendine ait, inatçı bir rol oynamak yeri­
l ı bir züppe m i var fotoğrafta, bu durumda kitap 68'1i- ne sürekli yeni gelenlere yöneldi; bunlar hep, belki yete­
1er üzerine ve artık piyasada gitmeyen bir estetikle ya­ nekli ama deneyimsiz yazarlardı, yazarları yetiştirmek, ol­
zılmış. gunlaştırmak ve okurun bilincine yerleştirmek yerine her
Şu çok tuhaf: Eskiden kitap filme tercih edilirdi, çün­ altı ayda bir yeni bir yüz piyasaya sürdüler. Ve sonra, bu
kü kitap hayalleri sınırlamazdı, ama artık tam tersi bir "genç� ve çıtır" enflasyonunda, yurt dışında Thomas
moda var gibi görünüyor: Dergilerdeki sayısız yazar fo­ Mann ve Heinrith Böll dışında yeni Alman yazarların he­
toğrafına bak, hemen kitabın içindeki dünyanın nasıl men hiç tanınmamasına şaşırıyorlar. Doksanlı yıllardan
bir şey olduğunu aşağı yukarı kestirebilirsin. bu yana yazarın başlangıçta açıklanan narsist yüklenme­
Beyaz ve fildişi rengindeki takım elbiseler giymiş sinden doğan pozitif etki, "kitap kurdu" imajının geri
genç adamlar "Bütün Akıllar" barında oturuyor, yana dönmesi ve birtakım ortamlar için (club'lar, barlar vs.)
yatmış başıyla bir Modigliani-kadını, köylü kıyafetleri saydam hale gelmesi, karşılığında yüzün, hayat hikayesi­
içinde bir motorcu kız, İ ngo Schulz'un hemen yanımız­ nin ve bir yazarın özel etki alanları n ı n sömürülmesi so­
daki komşuymuş gibi duran havası -yazarlar giderek nurnnu doğuruyor. Yazarın kişiliğine yoğunlaşma ile sü­
daha çeşitli biçim lerde birbirlerinden farklılaşıyor, okur rekli üzerinde çalıştığı eserine yoğunlaşma arasında tam
kesimlerini tanımlıyorlar. Bazı yayınevleri Frank Goosen tersi oran farkı var. üç ya da dört kitap yayımlamış olan
örneğinde olduğu gibi daha belirgin işaretler verebil­ bir yazar pek nadir olarak basından ilgi görür, daha doğ­
mek için kitapların içine CD'ler yapıştırıyorlar. Go­ rusu ilk kitabını yayımlayan bir yazar kadar görür (tabii
osen 'in, başarılı romanında sözsel ritim verdiği şarkıla­ ilk kitabını yayımlayan kitabını büyük bir yayınevinden
rı metin olarak vermek yetmiyor, hayır, onların okurun yayımlamamışsa), bazı edebiyat ödülleri ve burslar " 35
kulağına da doğru olarak ulaşması gerekli. yaş" ile sınırlıdır, verilen desteklerin yarısı yeni yetişen
Bugünlerdeki bir başka moda ise gazetecileri part-ti· edebiyatçılara yöneliktir.
me romancıya dön üştürmek. Yayınevleri için bunun Yazarın görsel ve narsist sunumuna odaklanmanın,
avantajı açık: Yazar gazetede çıkan her yazısında ken­ ister yazarın kendisi ya da yayıncı, ister medya tarafın­
di a d ı n ı n ve işlediği konuların bedava rekla m ı m yapar. dan lanse ediliyor olsun, dezavantajı metnin kendisi
insan bir an şunu düşünmekten kendini alamıyor: açısından ortaya çıkmaktadır� Bu metinler okunmaz,
Eğer edebiyat d ü nyası, yani yayıncılar yazarlarının, ay­ ama bunu yazarın imajında göremezsiniz. Çağdaş ro­
rıntıları ne olursa olsun narsist portrelerine giderek da­ manlardan biri olan "Yağmur Romanı"nın doğa tasvir­
ha çok önem veriyorsa, resimle imaj arasındaki farkı lerindeki şiirsellik algılanmıyor, Terezla Mora' n ı n ro­
anlayabilen okurlarını riske atıyorlar demektir. Narsist manlarındaki kara mizah gözden kaçırılıyor. Ve Leander
önderlerin çıkışını desteklemek, diyor sosyal bilimci Va­ Scholz gibi politik bir konu üzerine yazan genç yazar­
mik O. Volkan, "onları takip eden insanların gerileme· lar hem diskalifiye ediliyor, çünkü o n lardan beklenen
sine yol açar." Yirmi yaşından küçüklerin körlemesine bu değil.
kitap satın almaları, baş döndürücü satış rakamları, te· Sonuçta olan yine aynı şey. Mitolojideki Narsist ken·
levizyon reklamları - "iyi" yazarın yeni imajı bu mu? "iyi d i imajından nasıl kurtulamıyorsa bugün de kendi gö­
yazar" kendisini artık sadece şifresi hemen çözülen işa­ rüntüsüne duyulan narsisçe tutkunluk yazarı, metni ve
retlerle m i tanım lıyor? Ve sonuçta; birden b i re imajı pi­ mahremiyeti boyu nduruğu altına alıyor ve tek bir mo·
yasada pek gitmemeye başladığı için "pek de sağlam nolog ifadeye dönüştürüyor.
Çev: Nafer Ermiş
Meramı kalaycılık değil, kıçını çalkalamak. (Türk atasözü)
TUrkiye 17 Atustos'ta sabaha
TARİH karşı acılarla sarsılarak uyandı.
bilim adamlarının, Türkiye deprem
riskinin çok yüksek oldutu bir ül­
17 AGUSTOS 1999 Merkez Ussu GOicük olan 7.4 şid· ke, bunun için önlem alınmalı ve
delindeki (bu şiddetteki deprem· deprem riskine karşı çalışmalar
Bazı yerler, bazı anlar, bazı ses·
lerden hasar almadan kurtulan ül­ başlatılmalı konusunda yaptıkları
ler, bazı sözler vardır, bir de bun­
keler var) deprem bütün ülkeyi çagnlar, cevapsız çagrı olarak kal­
ların çatnştırdıklan. O çatnşımla­
yasa botdu. Depremin olacatı ko· acaktı.
nn önüne geçemezsiniz, muhakkak
aklınızdan geçen her neyse onunla nusunda yetkililerin uyarıldıtı ve Marmara depremi, acısı u n uıul­
birlikte çakar düşünceniz. Bir süre bu uyarılara itibar edilmeditl için mayacak kadar büyilktü. Ama bel·
yaklaşık ellibin vatandaşımız ya­ legimiz ne kadarını hatırlıyor.

r,:r.�� ��:� � ���=::� �� �: ���


sonra çail;rıştırdıtı şeyin aracı ola­
rak kalır gerçek olan. Kurtulamaz­ şamını yitirdi. "Deprem sonrasıdır Unutulmamalı.
sınız, esiri olursunuz çatrışımlann, a a t Yine uyan ama önlem alan kimi
algılannıza hUkUmetmeye başlar. y r n m lstanbul·Ankara seferini yapan
Gerçeğin kendisi olur çağrışımla li Cem Karaca. Şarkıdaki gibi, yı­ Yakup Kadri Karaosmaoıtu isimli
gelen. Hatta önüne geçer. Dört beş kılmış binlerce yapı içinde tek tük hızh tren kazasından blr hafta ön·
yıldır her Ağustos ayının bendeki sag1am kalmış blnalan da görmek ce, bir profesör hızlı trenin sefer­
çatrışımı gibi. .. mümkündU. Demek kl sagtamı da den kaldırılması gerektitlnl, mev­
Hayır! Yazı veya tatil beldelerini, yapılabiliyordu. Ama en önemlisi, cut rayların bu seferleri kaldıra·
güneşli havaları delil, artık her bilim adamlarının depremden ön­ mayacatını söyledi. Onun bu söz­
Ajustos ayı bana Gölcük depremi­ ceki uyarılarının dikkate alınma· leri de devlet mercileri tarafından
ni hatırlatıyor. masıydı. Depremden hemen önce, duyulmazdan gelindi. Sonuç )7
kişi hayatını kaybetti. Hilkümetin
11k lşl bu seferlere zorla tayin ol·
muş maklnlstterl tutuklatmak ol·
du. Ve sanki suçlu maklnlstlermlş
gibi onları cezaevine gönderdi.
Tıpkı Susurtuk'takl trafik kazasın·
da "Siyasetçi-polis-mafya" üçge·
nlnin ortaya çıkmasını satlayan
kamyon şoförünün, o kadar şuçlu
arasında tek suçlu olarak hapis
yatması gibi.
Hayır, oldu olacak bari profesör·
leride tutuklayalım, yarın olacak
başka birşey için, �va, yine uyardı­
lar, yine bir önlem alınmadı!� diye
kendimizi paralamayahm.

Miguel de Cervantes

Bilmeceler
Kaç ki� daha antaYac� �i
t<�in adıru s,aYJl<ladıg,lnı
ta\ •ldıin ve Y�m ��r menneı1tre',


GEZİ/ADA'DA BİR GÜN Fotoğrafaltı/ Kırk Oda ve Gezgin
Sararmış bahar yaprakları arasından üzerime dökülen güneş
Van gölünde şöhretl sımrlarımızın dışına çık·
ışıkları, bedenime tattı bir keyif katıyordu. Bir öğle üstü girilen
mış Ak.damar isminde küçük bir ada vardır.
Ada'da bir de kilise var. Bin yıllık kiliseyi, ge­ sade düşler (!) uyuklamalar. . . Yatay düşler içinde kırk odaya ki·
nelde yabancı uvruklu turistler ziyaret ediyor. litlenen bey kızlarından hangi düşü yormasını bekleyecektik ki?
Kilisedeki gezi sırasında vahim bir olay yaşan­ Kaç defa daha ay dolayacaktı göğsümüzü. Ay ışıll:ıyla yıkanan bir
dı; yabancı turist kafilesine kiliseyi anlatan tur kadın kaç defa daha yıldız püskürtecekti, bu kapısız dört duva­
rehberi ile kendi rehbeı1iğini yapan vatandaş­ ra. Lanet edilmiş kırk o d a n ı n izbe koridorunda gölgesinden daha
lar arasında birden ağız dalaşı yaşandı. Tur saf ve hızlı bir gezgin dolanıyordu artık. Bu gezgin sonsuzluk ale·
rehberi, kendi turist kafilesi dışındaki gurubun m i n de, kırk odanın son kapısına göğsünden kırmızı b i r gül çıkar­
tıp koydu. Olmayan kapıya b ı rakılan gül hem a nahtarın sembolü
oluyor, hem de güzelliği sadece düşlere girebilen bey kızın ı n ,
kurtarıcısı olduğu a n l a m ı n a geliyordu. Gezgin ilk girdiği kapıda;
ağlayan b i r baba ve ölmüş kızını yiyen b i r kurt gördü. Kapıyı ka­
payınca kurt yok oldu. Kız tekrar yaşama devam etti. Girdiği ikin­
ci odada sütuna çivilenmiş yaşlı b i r kadın ve çocuk gülüşü duy­
du. Yaşlı kadını çivilerden kurtarınca, kadın deve dönüşüp gülen
çocuğu yemeye başladı. Üçüncü oda da sonu olmayan b i r okya·
nus ve yürüyen bir at çıktı. Diler odaya geçıiginde yüzlerce kuş
çeşidi b i r anda uçup gitti. O n altıncı kapıyı açtığında birbirinden
güzel üç kız, üç başh b i r cadının başını yıkıyordu. Öbür kapıyı
araladıgında "ölüm, yaşam ve aşk" bahçelerine ayrılıyordu yollar.
Bu arada gezgin her kapıyı açışında, olmayan kapıya b ı rakılan
gül b i r çocuk tarafından çatınıyor çalındıkça, gezgin göğsünden
b i r gül daha çıkartıp eski yerine koyuyordu.
Yirmi yedinci odaya gelindiğinde, karşılaştıgı gölgeyi sanki
daha önceden tanıyor gibiydi. Öç almaya gelmiş tuhaf kokulu bir
varlık gibi şüpheli d u ruyordu. Gölge, ışığın filtresine daha b i r say·
gezerken çok gürUltU çıkarttıgını ve derhal kili· damlık katan beyin fırtınamız. Daha hızlı geçişler, sızmalar, süzül­
seyi terketmelerinl söyledi. Bunları çok kaba meler, aralıklar yaşanır, olması .,.----..­
ve görgüsüzce bağırarak yaptı. Yaklaşık yUzel­ gereken her şey olur {kapılara·
li kişilik bir grubu kendi evinden kovar gibi ki­ rası) veya geri geldiğinde sahi·
liseden kovmaya çalışıyordu. Sanki evine, tar­ binden ayrı yaşayan, tüm kırıl·
lasına hırsız girmiş de o hakh1ıkta tepki veri· maları her a n kendine tattıran
yor, batınyor çağınyor!.. Bir kaç üniversite öğ­ koyu renkli şaibe. (Gölge)
rencisi rehbere tepki gösteriyor ama o müslü· Otuz dokuzuncu oda; gül
manlann o an orada olmalarını bir tOrlü kabul· odası budak reçinesi tel odası
lenemiyor, sürekli burayı terk edin diyor. Bizim insanoglunun b i r dişiyle takaca·
yerli turislerin kibar yaklaşımları bir tOrlü kar ğı gümüşün balina ağzı nda bu­
etmiyor. Karşılıklı bir tartışma başladı kilisede. lunduğu oda. Zümrüt büyük b i r
Ben kilisenin bölümlerinden birinde olayı şaş· hassasiyetle balığın ağzı n d a n
kınlıkla izliyorum ... Geziye başlarken turist ka·
alınır. Y e r i n e yine aynı titizlikle
filesinin müslüman grubuna küçümseyici ba·
sahtesi bırakılır. B u sahtelik ola­
kışlan zaten hemen dikkat çekmişti. Bize, aşa·
ğan durumu dengeler. Geçtiği
ğılık bir mahlukatı görmüş kadar tiksinerek ba·
odaların tümünü i l k bakışta ye­
kryorlardı. Birde bariz bir şekilde bunu hisseti·
riyortardı bizlere. Bir tür sahiplenme bakışı, ta­ niden yaşar, ses bozulur. Oto­
mam bu duygu belkl anlaşılı r bir şey ama her­ matik kapı açılır. Son anda göl·
şeyin bir sının vardı. Kiliseyi gezmekte olan ge de dışarı atıhr.
öğrencilerden biri dayanamadı ve buranın artık Kırkıncı odaya yaklaşttgında,
müslümanlara ait olduğunu söyledi rehbere. şimdi olmayan kapıya yaklaşır
"Burası bir kiUse olablllr ama artık TOrklerln gezgin . K a p ı n ı n önünde gülleri çalan çocukla z ü m rüt degiştirilir.
ellndel" dedi. Bunu söyleyen genç elbette hak­ Olmayan kapı birden belirir ve kolayca açılır, çocuk buluttan bir
lrydı. Fakat rehber kimseye aldırmıyor, bağı· ata dönüşüp uçar. Akan b i r suyun dibine çalıntı güller dökülür.
rımaya ve oradakileri aşağılamaya devam etti. Uzaklarda bir yerlerde b i rbirlerini ısırmak için bekleyen çakallar
Öfkeli genci sakinleştirip rehbere de "Buyrun egitilmiş kurt'a d ö nüşür.
şimdfUk siz gezin, ne de olsa ŞtJ an burada ml­ Ay ışıgıyla yıkanan bey kızları artık düşleri şere yorabilirler.
saflrslnlzl" diyerek, diğer arlı.adaşlarla öfkell Gezgin artık uykudan uyanır. Güneş s o n b i r defa yüzünü gösterir
gençleri güçlükle sakinleştirip killsenln dışına iki dagın arası n d a n . Yeni bir yaşamda anlam bulur gölge.
çıkarttık. Ne saçmaydı ya ....


....

İ
. � lrdiA be �Ü jİTI ' ötürüyor?I Belirsiz bir hafıza topla·
Bu
mı . mi, ypk�·çidtiiyeıinj' ldıybetmiş çocuklugumun özgiır kal·
rıı a a'rzi.ıs\ı niu?!.·oy� "ka ı.1 balığa karışan ve o kalabalıkla bir·
Hk.te koşkdca bit tatih!.·yenlden kurgulayan zaaflarım. geriye
�öl'liik b�kıŞJanm. ·nias,U miyetimle çoğulladığım otoritem,
gljli so��klafım, terk 1!Uiğim mahalle arkadaşlanm bile var.
Sımsıkı kclpa!ıll'f\ış bir kapı lstanbul: 8izans aıı:acmdan. Ki·
tidint -sokı,ıydrunı ııartnağımı; MSen, sabahlan sokağından
g.eç_erı askerlerih yazdııt:ı bJr yar mektubusun. Bırak, mektup·
km sM:leet> dQgal mü.zlsyen martılar okusun. Topla eşyaları·
nı ve -git bura1ardiin. Gittiğin yerlerde buraları özlemeyi, bu­
ralarda yalnız katmanın hayalini öıt:ren. Trafikte bunalmayı,
-varoşiarda topraktan çorba yapma mecburiyttinl, geceleri
ktndi kalblne biT kıirt glbl lnmeyl ve tamburun sesindeki ln·
C:e ı:arafetln sorum,lulugunu hlsseıM diyor lstanbul. Elinde il·
tthaJ)lı bil bıça!G bıçak durmadan hayat başlamayacak!
Şimdi bkaı sinemaya gidelim; oyuncu görelim, dublör gö·
relim. Ki m oytıncu / kim dublör, onu görelim. Sonra bir ma·
sa bula km.· Üçgen bir masa. Masaya bulanla garantimiz de
olsun.Kim tuz I kim şeker, onu bilelim. Merhaba sevimli ço·
cuk. Yeni tanıştık. Bir yılı geçli ama, biz bu adreste, bu at·
mosferde-, bu doıt:al afet ortamında yeni tanıştık. Chat gibi,
t�graf gibi, tel,efondan kısa mesaj gibi; hadi hayırtısı; kim
katil J kim .ceset, onu bulma umuduna saplanalım. Bellf de
olrnaz, "'n k.alkar ytızüme bir parça kimyonlu kezzap da dö·
kerim. O kadınla Den yatarım; sen yatamazsın, etin yok.
Saadetin yok. AkJnetonun yok. Tonsuzsun. Hap olan her ex,
ölüm anlamındaki ex'ten de beslenir. Belli de olmaz, ben
kalkar yüzüme bir parça limonlu kek dökerim. 8iteklerimln
ana çaddelerinde dolaşınm. ite, boka ruh taklidi yaparım; si·
nemaya girerim. Filmlerle oynaşırım. Alaturka tuvaletlerde
otuz bir, alafranga tuvaletlerde mastürbasyona dadanınm.
Sık sık sQrf yapanm vücudumda, başka vücutların doll:aüs!O
varsayımlanyla. Kalk; oyuncu görelim, dublör görelim. Car·
los Sıantana'yı nedensiz öldürelim. Su bir biçim. Bir geomet·
rik tandans. Ahlaki değer sızıntısı. ONA'sal silah tehlikesi.
Akıl ishali. Bu bir 'ben seni neden tanıdım, neden kabullen·
dlm seni ve senin varoluşuna neden hükmetme sefaletine
ve keyfiyetine kapıldım' meselesine tek taran. yaklaşım. Me­
caz. canı isteyen tannyı anlamaz.

Bu şehirden beni kim götürüyor?! Belirli bir yaralı olmak


ayncalığı mı, yoksa ortada bırakılmış olma gerçeğiyle yüzle·
Şirk.en kendi iç kimlill:ime duyduıt:um öfke mi?I Tren mi, uçak
mı, otobüs mü, ayaklarım mı?! Beni bu şehirden ne göturü·
yor?! Bardaklara, şişelere aıtııt:ım yumruklar mı, bir söz söy·
leyecekken boğazıma oturan yumruklar mı, sevgimi bağırır·
ken üzerime kalkan )'Umruklar mı?1 Senin yumruğun mu, be·
nim yumruıı:um mu: Kimin bu el; hanginizin ya da hangimi·
!in?! Tutulmak istenen bir el nasıl şekli değiştirip yumruk
oluyor?! canı isteyen tanrısına yumruk atmaz. Tanrısından
yumruk yiyen ise. bir daha ayağa kalkamaz.
Yerdesin. Yerdeyim. Ama unutma ki: Diğerleri de yakında,
hepten yerde olacak!


ı tan ıklıldar ı'I
sali h bolat :·.-:J ·� 1.,\:
·

şiirin önemini anlatmak gibi bir kaygım yok. ama ör·


netin bir Yan Gosh'u büyük yapan şeylerden birinin,
içinde Jlirin de bulundutu çok yönlü bir kültürlenme
süreci oldutunu, kardeJI Theo'ya yazdılt bir mektup·
tan anlıyoruz: • Guy de Maupaulnt' a rastlamış Glman
bir şans; 'Ml#OIO� adlı ilk kitabını yeni okudum, ho­
cası Flaubert'e adadıtı şiirler; 'Sa ICnon,.,,, • adlı iM·
rinde kendini bulmuş artık. Ressamlar arasında .......
rudt'a kıyasla o.lfl1I Yan Dar ..., ne ise, ....,...
unt da Fransız romancılan arasında Zola'ya luyasla
Her yıl yaz �mine girerken, çe$kli dergi ve ga­ odur."
zetelerin, "'tatil kltapıan•, "yazın okunacak kitaplar"' Tatilde okunacak kitaplar öneren yazar ve şairlere
ılbl adlar altında, okurtanna kitap önermeleri bir ıe· bir kitap önermem gerekseydi, bize kulatı nı kesen
lene«. oldu. Aslında bu iyi bir şey. işte, Picus, Radikal bir manyak olarak tanıtılmış olan Van Gosh'un, kendi
Kitap ve Kaçak Yayın ılbl dergiler, aeçtltlmlı ay Çe$it· döneminin şiirini ve edebiyatım nasıl yakından izledi·
il yazar ve şalrler1n yaz mevsimiyle ilgili kitap önerile· tini ve eleıtlrel bir bakışa sahip oldutunu gösteren
rlnl yayımladılar. lnsantann tatilde okuyacaktan dllşü· mektuplannı okumalannı önerirdim. Bu mektuplardan
nülerek. bu tür kltaplann hafif, fazla kafa yormayan, anlıyoruz ki, dünya edebiyatının en önemli öykü ya·
ince, (ilneş t$tllnt yansıtan, aÇtk renk ve sürükleyici zartanndan biri olan .....,..._ şiirler de yazmış.
türden olduktan dikkat çekiyor. Ama ömelln, T• hatta ilk kitabı, ..,,,,.,.,,,,. adını taşıyor. Bir ressam
Wun s.n., ,. ..,,, romanı, kaim oldutu içjn ktşbk olan YM Goth'un edebiyatla bu denli yakından lls'·
,
bir kitaptır. Ort.. ,_.. un ltlltıl ıor.,, adlı romanı lenmesl karşısında, blzlm yazarlanmızın çolunun şllr
da, adı üstünde, •Kara" oldulundan, yazın okunma­ okumadılln dOJünUnce, bulundutumuz yerin neden·
ması gereken kitaplardan. 8lnblr G«w ..,,_,,.,,_ IJo. lerlnl anlamakta zorluk çekmiyorum.
fU .....,lon flbl kitaplar da lo$1ık türden. Terry Ell·
..._.•ın, ICuro,,,.,, Somw, AWft dl lotlDn'un ,.,_,.. HO$ÇAKAI. VEDAT GONYOU
llht Tftıdl/sl, Adomo'nun Effblyot Yazrf.n da bana Yedlt GDııyral adını ilk kez YHI Ufuklar dergisinden
kalırsa kışlık türden kitaplar.ltalO Cllvlno ' nun Girin­ duymuıtum Daha sonra Çan Yayınlan'nda yayımlanan
,.. � ve ......,. Youranar'ın DolU "r*DI• kitaplardan. Yeni Ufuklar dergisi, TUrldye'nln aydınlan·
ti, Yhel loMlfoıy' u n Olalldr Oqlndold ve Oantıt'nln ma sürecinde önemli yeri olan bir dergiydi. Yayınına
/'9lıl ._.,,..s ı ise, dokunanı pktıklan lçtn, bence uzun sure anı verdikten sonra, son bir sayı yayımlan·
hiç yaklaŞtlmaması gereken kitaplar. Kendi adıma söy· dı. Veda sayısıydı. Derginin bu sayısını, Hacenepe Onl·
lemem gerekirse, tatile glttlllm zaman (pek tatile git· versıtesi'nde, faJlstler tarafından katledilen sanat tari·
tlllm de yok ya ••• ) yanıma lkl·Uç kitap alırken, beni yo· hl ötretim Oyesl Doç.Dr. IH..atn C8mert'ln kitapla·
rup yormamasını delil. ilgimi en çok çeken, o günler· nndan oluşan ve onun adına kurulan kütüphanede
de kafa yordulum bir konuyta çok yakından ilgili, sin· okumuştum Yeni Ufuldar'ın son sayısında, dergide
dire sindire okuyabllecetımı dllfündoıum kitaplan se· yazı ve şiir yayımlamış, dergiye em@ll geçmiş hertr.e·
çerlm. Gerçi tatilde kitap okuyablUr miyim, emin deli· sin dergiyle llııtı düşüncelerine yer veriliyordu. O yıl·
llm. CırcıfbOceklerinln sesleri, r1lzglnn getlrdlll lyod larda cezaevlnde bulunan Yıılmu GDney de bir mek·
kokusu, sessizlik, deniz ... işi gücü zaten okumak olan tupla katılmıştı derginin veda sayısına. Mektubunda,
beni, kitap okumaktan uzaklaştınr. Bir kez, kentle il· yıllar sonra bir itirafta bulunuyordu. "Yedlt AllbtY"
glll, ülke sorunlanyla ilgili hiçbir şey düşünmek iste· diye başlayan mektubunda, Adana'da bulundutu yıl·
mem. Ama haber bültenlerini dinlemekten de geri kal· ıarda, Yeni Ufuklar için satladıtı yirmi abonenin pr·
mam. Neyse ••• çekte olmadıtını, yirmi dergiyi de her ay kendisinin
Yazarlann ve şairlerin yaz için önerdikleri kitaplar satın aldıtını belirtiyordu.
arasında şiir ldtaplannın hiç yer almaması, çok ilginç. Bazı insanlarla hiçbir ilişkiniz olmasa bile onlann ol·
Yalnızca bu konuda Kaçak Yaym'ın Temmuz sayısında dutunu bilmek yaşama tutunmanızın gizli nedenini
yer atan halk röportajında, ikinci llg futbolcusu oldu· oluşturur. Yaşartr.en haklı oldutunuzu, mücadele et­
tunu belirten bir kişi, tatilde Yllmu: �·nın şiir· meniz gerektillni bu lnsanlann varlıklanyla anlarsınız.
terini okuyacatını belirtiyor. Yani yalnızca yazar ve şa· Bu insanlar hayattan aynlınca, içinizde kocaman bir
lr olmayan bir klfl tatilde şiir okuyacaıını belirtiyor. boşluk oluşur. Kimsesiz kaldıtımzı doşunorsonoz. işte
Bu durumda insan sormadan edemiyor: Bizim yazar Ytdaıt GOnyol da böyle bir insandı. Tıpkı Yılma GQ..
ve şalrlerimlz, şiir kitaptan önermediklerine göre, de· ...,. gibi. ..
mek şiir okumadan da yazabiliyorlar. Burada kimseye -· ·- -


mır ımbatı egehaber savaş DnlD

Taşköm rünün yazgısını değiştirdiği bir kentimiz


Zonguld;ık, Kara elmas, Üzülmez Deresi'nin aRzmdakl
kuçücük bir balıkçı köyunü bugünkü durumuna getfr­
miş. Mavı ve veşilın kucaklaştığı Zonguldak'a ya�m
veren kômur madeni.
K('nfte kald tımız sure içerisinde, kömür dışında
üretime dönük bir şeve rastlamadım. Hayvancılık, ta·
n m dışmd;ı.
Batı Karadeniz'ın sakin ve şlrin kenti ye
vakfa sponsorlar aranıyor. Çorbada tuzunuz olsun is­
terseniz buyrun: Telefon: (0.372.2537459)

DOST BAKIŞLI ŞAiR


Yunus Nadi Şiir ôdülü'nü Ahmet Erhan'la paylaşan
Tuğrul Keskin "Zifir" adlı şiir dosyasıyla kazandı. Tuğ­
rul Keskin, 2004 Yunus Nadi Şiir Ôdülü'nü aldı. Bunu
fazlasıyla hak etmişti. Gençlik yıllarında başlayan şiir
ve yazı çalışmaları 1986 yılında kitaba dönüştü. O yıl­
dan beri kitaplarıyla buluşuyor şiir sevenler.
Yunus Nadi Şiir Ödülü törenine CHP !I Başkanı Ala­
attln Yüksel ve Büyükşehlr Belediye Başkanı Aziz Ko­
caoğlu'da katıldı. Alaattln Yüksel her zaman olduğu
gibi güzelliğini, farkltlrğınt !stanbul'daki törene katıla­ Mehmet Fırat Pürselim
rak gösterdi.
Seminere zevkle katıldım. Fırsatını bulursam yine
katılırım. Bu seminer bizlere çok şey kazandırdı.
ARMAliANI KAÇAK YAYIN Dünyaya aynı gözle baktığımız insanlarla tanışmamı­
zı sağladı. Yazarlığın, daha doğrusu gözü kapalı
Bartın'ın tanınan ve sevilen kişilerinden Noyan Eröz­
çelik. Sanata, sanatçıya, kültüre sevgisi çok fazla. Bar­
yaptığımız şeylerin ne olduğunu anlamamıza yar­
tın gibi nüfusu 40 bini bulmayan güze\, şirin kentte dımcı oldu. Yazar ve edebiyatçılarla tanıştık. O gü·
sanat etkinlikleri zelliğin tadı da bir başka.
Seminerin yazmana katkısı oldu mu?
için uğraşıyor. Çaba
Elbette oldu. Gözü kapalı yaptıklarımızı görerek yap­
harcıyor, insanları
mamızı sağladı. Yazarlığın tekniği olmaz, insanın
harekete geçiriyor.
içinden gelir. Bize öğrettiklerinin en önemlisi bence
Bartın'da bir kitap
"nasıl daha rahat yazabiliriz?' oldu.
fuarı düzenleniyor­
Her seminerde farklı yazarlar geliyordu. Bizlerle
sa buna da katkısı
deneyimlerini, sanatta bakış açılarını paylaşıyorlardı.
var. Amasra ve Bar­
Bu ortamda çok şeyler kaptık.
tın'da tiyatro etkin­
Başkalarına da önerir misin?
liklerine katkı sağlı­
Evet öneririm. !çinde yazmaya karşı ilgisi olanlar ka­
yor. içinde yer alı­
tılmalı. Bu seminerler bence itici bir güç. Ben çok
yor. Amasra'yı ün­
yararını gördüm. Birbirimizi bulmamız açısından ya­
lendiren "G6nderil­
rarlıydı. Edebiyat, bir kuyuya taş atmak gibi bir şey.
memiş Mektuplar"
Herkes kuyuda yalnız olduğunu sanıyor. Ama yan
filminde de rol al­
yana kuyuların olduğunu anladım.
mış.
Senin öykü çalışma la rın da var. Gelecekle ilgili proje­
Sevgili Noyan'ın
lerin var mı?
e n önemli özelliği,
Daha işin başındayım. Projelerim o denli çok ki,
Kaçak Yayın'ı okuyor ve okutuyor. Bir arkadaşına,
üzerinde çalıştığım "Dörtleme Öyküsü" kitabı. Ölüm,
dostuna armağan alacak olsa KAÇAK YAYIN alıyor.
aşk, iç ses, gerçeküstücülüğü işledim. Çalışmalarım
lstanbul ve Ankara'daki etkinlikleri kaçırmıyor. Sı­
sürecek.
cak bir Ege gününden yeşillere bürünmüş Bartın'a ve
ÖykOnU okudum. Çok beğendim. Yaşın genç olmasına
sevgili Noyan'a selam ...
karşın, geçmişe bir özlem var öykünde, buna ne diye­
ceksin?
BiR RASTLANTI MI? Çocukluğum güzel bir ortamda geçti. Çocukken çok
Savaş Büke Gülmece Yanşması'nda birincilik ve Se­ mutluydum. Bu mutluluğu bir şekilde ifade ettim.
çiciler Kurulu Özel Ödülü Kaçak Yayın seminerine ka­ Çocukluğumla ilgili olarak bir mizah dizisi tamamla­
tılan Mehmet Fırat PDrsellm ve Bülent Karakaş kazan­ mak istiyorum. Çocuk gözüyle mizah düşünüyorum.
dı. Mansiyon ödülünü Toprak Işık aldı. Başarılar diliyorum.
Yarışmanın birincisi Mehmet Fırat PUrsetlm ile söy­ Teşekkürler. Kaçak Yayın'a ve benimle röportaj yap­
leştik: tığınız için size yürek dolusu teşekkürler.
Kaçak Yayın edebiyat seminerlerine katıldı. Bu semi·
ner sana neler kazandırdı?
�ıAcık MaVi'den karadenizhaher
irfan Yıldız

ZeYtuni ni okumuştum. Coşkuyla konuştuk üzerine... Son Yaz

M�vf'Ye
Bildirisi bölümünün, daha doğrusu kitabının beni sa­
ran gizemini-büyüsünü söyledim ona. Sahi mi? Dedi.
Sahi olmaz mı, bu, gerçeğin ta kendisiydi. Azer'in şi­
iri gibi. Veda vakti, ben ekibe yetişeceğim, izinle ay­
rıldım. Hoşçakal şair, yine görüşeceğiz; evet, yine, yi­
US·KUMRU'DAN BOZTEPE'YE, ne ... 'Şimdi git, yol boyu, düşüne-düşüne. iyidir böy­
lesi, kendini dinler insan!' dedi. Bu kendini dinleme
BÜLBÜL DERESl'NDEN TAŞBAŞl'NA işine öyle gereksinim vardı ki .... Aynem öyle yaptım.
ORDU ŞiiR GÜNLERi Bir yandan Ruhi Su'yu dinledim, o gür, o ırmak sesli
yüce sanatçıyı. Çok, pek çok dinlediğim gibi. Bir yan·
dan, akan ırmağın boyunca kendimi. Şiirlerinii düşün­
Ey şuara! Ey şiir okurları! Şiire bağımlı, tutkun, aşık, düm, gözlerimin buğusu, yüreğimin burkuntusu olan
tutsak, özgür, hangi durumda olursa olsun, şiire değen elemli dizelerimi... Neyse. Kumru, bildiğim yer. Var·
ya da şiirin değdiği kim varsa! Ey şiir halkı, size sesle­ dım. Şelale'yi bulmam gerek. Bunca yıldır Kumru'ya
niyorum. Dinleyin beni: gider-gelirim, şelaleyi bilmem. Sora sora buldum. öy­
Türkiye toprağı n ı n şair koordinatlı insanları, Karade­ le ya, ırmak boyunda bir yerde olmalı. Pesküdan Şe­
niz'in duyargalı lacivert-yeşil-siyah dalgalarmm sağana­ lalesi Tesisleri. Aman, b u ne, gerçekten şelale. Coş­
ğı arasından merhaba diyorum. kun ... Yemyeşil doğa içinde bir harikuladelik. Qlağa­
N'oldu biliyor musunuz? Ordu Şiir Günleri yine ya­ nüstülüğün tablosuna bakarken gözlerim şairleri ara­
pıldı. Gökhan Akçlçek'in güzel çabası nın ve içtenlikli dı. Biraz yürüdüm. Baktım ki, babalar sefada. Selam!
emeğinin ürünü olan bu şenlik, gerçekten kıvanç verici Afiyet olsun! (Ah, aslında, ben de sizinle gelecektim
bir ortam, hava yaratıyor Ordu'da. ki! Ne iyi olurdu. Bir iki kadeh de atardık, diye hayıf­
Bu yıl iki ayaklı oldu bu iş. Günlerden cumaydı ve landıydı Azer ağabey ... Bu geldi aklıma, hafif içlen·
aylardan hazirandı. Hani buna, şair duyarlılığıyla hüzi­ dim.) Şairlerin birazı b u tarafında masanın, birazı
ran da diyebiliriz. Gökhan, alo dedi, lstanbul'dan ge· öbür tarafında. Rakılar gelmiş gitmiş, hata gelmekte.
lenler, sabah Fatsa'da. Kim·kim? Hüseyin Alemdar, Yıl· Sigaralar. .. Te\lenmekte. Şairler, doğanın içinde del-
maz Arslan, Halil l brahlm Ozcan,
Nevzat Çelik.•• Bedrettln Aykın. iç­
lerinden bir Nevzafla tanışıklığımız
yok. Neyse. Ben Ünye'den gecik­
tim. Biraz da Kaya Demlral'a ayak
sürüdüm, Samsun'a gitmişti. Yeti­
şemedi. Koştum, vardım Fatsa'ya.
Ekip, Azer Yaran'dan. Programda
vardı bu. Koştum ki.. .. Konvoyla
dönüş halinde karşılaştık. Kucak­
laşma faslı. Bedrettin Aykm, 'Bil
bakalım, ben kimim?' dedi. 'Seni
kim tanımaz Aykın?' dedim, gülüş­
tük. Onlar program gereği Kum­
ru'ya yöneldiler. Ben, ısrarla Azer'e
yöneldim. Çünkü, onu görmek du­
rumundaydım. Yoluma bakardı, bi­
liyordum. Nitekim, gittim. iyi ki, git­
mişim, gerçekten beklemiş. Bir tu­
tuştuk muhabbete, bir saat. Elbet­
te, dostları görünce mutlu olmuştu.
lsta n b u t'dan gelenler, Ordu'dan
G&khan, Şinasi Tepe... Giz Menekşesi çıkmıştı ya, mut· lenmekte ... Kısa süre sonra, ortalığın neşesi arttı. Fık­
luydu. Söyleşi işimiz vardı. Birçok soru bırakmıştım. ralar, şakalar, şamatalar.... Derken, fotoğraf çektirme
Soruların yanıtlarını hoşbeşimizin satır aralarından al­ faslı. Herkes, çağlayan eksenli bir fotoğrafa durmak
dım. Hafızayı Beşer, bunları kaydetti. . . Giz Menekşe'si- istiyordu. Halllibo edemedi, suyun içine girdi, oradan

o
belgesini verdi. Kumru'nun içinden, bir eczacı, bir lardan söz etti. Sonra, bir başka mekana geçildi. Bol
doktor, bir eczacı daha ...• Harika insanlar. • . . Şiiri böy· çay içildi. Memleketin türlü şiir ve kültür ikilemlerin­
le safıyane, böyle karşılıksız seven dostlar. Akşama den, sorunlarından konu açıldı. Diyalogdan, iletişim­
ramak kala, hızla inildi Kumru'ya. Kumru'nun içinde den, hoşgörüden söz açıldı. Ben, naçizane, Beyazıt'ta­
bir havuzbaşı. Semaverde geldi çaylar. Gencecik, pırıl ki Çorlulu Ali Paşa Medresesi adlı çayevinden, kahve­
pırıl, kıpır kıpır öRrenciler. Defterlerine yazdırdılar ko­ haneden söz ettim, oradaki hoşgörü ortamından. Ora­
nuklara... Herkes en güzel tümceleri yazdı onlar için. ya, hep herkeslerin geldiğinden, değişik bir saygı-sev­
gi ortamı olduğundan ... Anarak orayı, o günleri Halil!·
bo, Sivas kıyımından söz etti, kıyımı yapanları kınadı.
Nevzat Çelik de, hararetle paylaştı bunu. Sivas kıyımı,
acıyla, üzünçle, tepkiyle anıldı. Sonra, Ordu'ya inildi.
Boztepe'den: Yaşar Bedri'nin bolca çektiği fotoğraflar
kalacak en çok. Boztepe'nin bir de kestirmeden yolu
varmış. Bunca yıldır çıkarım da, bilmezdim. Gökhan,
Kaya Bey, birlikte indik. Taşbaşı üzerinden, Öğretme­
nevi'ne. Orada oturuldu. Sonra, Yılmaz, Şinasi, Hallli­
bo, ben, yürüyüşe çıktık, kolaçan ettik Ordu'yu. Der·
ken, vakit oldu akşam, dolduk tarihi eski kiliseye.
Taşbaşı Kültür Merkezi'ne. Ordu i l Kültür Müdürlü­
ğü'nün öncü katkılarıyla gene özel bir şiir gecesi ya­
şandı. Bir yanda dalgalarıyla musikiye katılan Karade­
niz, öbür yanda mehtabıyla, geceye imgeler sunan
gökyüzü. Diğer yanda tarihiyle, derinlik katan Taşba·
şı ••. Nevzat Karakış, araya sunduğu engin sesiyle, şu­
arayı da, şiirseverleri de mest etti. Onu ilk kez, şiir
Nevzat Karakış, sazıyla söyledi, mest eyledi. Çok iç­ günleri cuma-cumartesinde dinledim, hep din lerim ar·
ten, çok derinden bir ses, bir saz ustahRı. Akşam eriş­ tık. Gece kemale erince, şuara, hep birlikte, ÖRretme­
ti, bir kısım öRrenci köylerine daRıldı, hatıra defterle­ nevi'nin çatısında, hem Ordu'yu ve Karadeniz'i izledi,
rindeki eşsiz a n ı larını alarak ... Sonra, Halk ERitim Mer­ hem, ortamın sağladığı şenliRin içinde geleceğe değin
kezi'ne geçildi. Ama, önce, Kumrulu şair Erçal'm Uzak düşleri yorumladı. (Gündüzleyin, Hallllbo, Yılmaz,
Doğu tipi minik evine gezi yapıldı. Hey hong, n'aber Bedrettln Aykm, Ordu Sanatevl'nde, tiyatro-şiir dolayı·
song diyeceRi geliyor insanın, evi görünce. Tamamen mında çaylar içtik. Halillbo, sahneye çıkıp şiirini oyna­
otantik bir tasarım. Vardık, Halk Eğitim Merkezine. il­ mak istedi. Ama, başaramadı. Hayattan şiir oldu, ama,
gi iyi, içten. Belediye Başkanı, bürokratlar, öRretmen­ şiirden tiyatro olmadı. Belki de o anda olmadı. Başka
ler; gençler... Yani, Kumru'da, saygıdeRer bir ilgi. .. zaman olur mu ki?)
SaygıdeRer bir öğretmen, en güzel, en içten tüm· Rakısını içen, şarabını içen, birasını içen, söyleşiye
celerle sundu konukları. Sonra, bir şiir, bir Nevzat Ka· giren, güller açan derken, gece, evet bitti. Veda vakti
rakış'tan türkü. insanlar, etkilendi konuklardan, ko· dostum. Veda, hüzün demekti. Al. önce neşe, şimdi
nuklar da izleyenlerden. Kültür dolayımında, sanat do­ sessiz hüzün.
layımında anlamlı sözler söylendi sonunda. Nevzat Son, Nevzat'la vedalaştım. Son sözü, 'Göbeği erit'
Karakış'ın türküleri, şiirlerin arasında öz�l birer imge oldu. Halbuki, lıfan göbeksiz olur mu?
durağı oldu. Kumru, Kumru olalt böyle bir salon gör· Daha önce, telefondan tanıştığım Bedrettin Ay­
memişti. Doktor dedi ki artık, Kumru da, Türkiye {kül­ kın'ı, yüz yüze, can sıcağıyla tanımak beni ayrıca mut·
tür) haritasında yerini aldı. Gece, konuklar Kumru'da lu etti. Saygın bir insani mesafede duran nezaketli bir
konakladı. Ben, geceyi bir ok gibi yararak, Ünye'yi adam. Şiir dünyamızın, bu tip kişiye gereksinmesi ger·
buldum. Karadeniz'in sesini duyaraktan, rüyama şiir· çekten var.
ler koyaraktan uyud um. Ertesi gün, cumartesi. Artık, Vedalar, çatıda kaldı. Biz indik düze. Kaya Demi·
ekip Ordu'da buluşacak. Ben, Kaya Oemlral'm yalpa­ ral'la koyulduk yola.
layan heybetini de alarak, Ordu'yu, oradan da Bozte· Gecenin içinden, sessizce geçerek, düştük ün­
pe'yl buldum. Gökhanlar da az önce gelmiş. Trab­ ye'ye.
zon'dan Yaşar Bedri de orada. içtenlikle konuştuk. Şi· Bu yılkı Ordu Şiir Günleri, daha öncekilerden, ba­
irin ve şairin halleri üzerine. Şiirin şaire neler ettiği na göre, çok daha iyi oldu. Zaten, Gökhan, bu işte,
üzerine. Trabzon'dan Ada çıkmıştı. Bu arada, Sam­ her sene artı koyuyor.
sun'dan da bir Ada çıkmıştı. Dergiler üzerine de söy­ Bu sene, Ozcan O lkü 'yü aradı gözler.
leşildi. Yaşar Bedri, resim ve ressamlık öyküleri anlat· Seneye ... Gökhan elbette bilir işini. Ama, bu sene­
tı, anılan ... lstanbul'a gitmiş şuarayla görüşmüş, on- den daha düzeyli olmalı düzenleme. Gelişerek, büyü-


yerek, saygınlığı artarak gitmeli. Bu seneden geriye
düşmemeli. Sürekli yaşanan deneyimler, şiir günlerine
bakış açısını, şiir günleri anlayışını geliştiriyor elbet.
ltiraf edeyim ki önceki yıllarda duraksamalarla, acaba·
tarla geldiğim şiir günlerinin, bana çok özel deneyim·
ler kazandırdığını ayırdettim. Yaşanmadan bilinmiyor.
Ayrıca, bir diyalog, hoşgörü, ileşitim bağlamı var bu
işin. Bu da bir artı, bir katkı bence.
Bedrettln Aykın 'ın, Yılmaz'ın, Hüseyin'in, Nev·
zat'ın, Ha\ilibo'nun buralara yolu düşer miydi başka
türlü? En azından, düşmeyebilirdi.
iş, Ordu Şiir Günleri. Ama, herkesin aklı dünde kal­
mıştı. Yani, Kumru'da, yani birinci ayakta. Şelale ba­
şında, bir şiir dergisi bile düşünüldü. Fikir Hüse­
yin'den geldi. Arkadaşlar içinde kesinlikle Kumru geç­
sin dediler. Osmaniye'den katılan Tayyip Atmaca Us­
kumru olsun dedi. Poetik-us, Okuyan·us gibi seçki ve
yayınevi isimlerinden dolayı, duraksamalar oluştu. Azer Yaran çalışma masasında
Kumru-us (Kumr'us) olsun, dendi. Ne değişti ki, aynı
şey... Sonuçta, bir "Us-kumru" adı kaldı. Dur bakalım türlü insanlar. Bir kültürel edep erkan gözlemleniyor
n'olacak. Bu şelaleden ne doğacak? Şelale başına ah­ hemen.
şap bir konukevi yapıyorlar. Sahipleri, işletenleri çok işte böyle.
can-ciğer insanlar. Sıcaklar. Şuaranın sohbetine katıl­ Bir şiir günleri de böyle geçti.
dı lar. Üstelik, hiç de maydanoz rolüne düşmediler. Li­ Tozlu-topraklı-yeşil-mavi yollarından yıldız suretin·
mon da sıkmadılar muhabbete. Zaten, iki eczacı, bir de geçip gitti şairler. Ses gibi hızlı, görüntü gibi ya­
doktor, bir de cevahir muhasebeci, okuyan-eden-kül- vaş . Su gibi mağrur, şelale gibi gizemli...
anadoluhaber
Sabri Özdemir

Al':USTOS AKIYOR Akşama Doğru her g ü n TRT2'de 20.3o'da. Seynan Le­


BAKIŞLARINOAN TİMSAHLARIMA vent s u nuyor. izleyin mut(aka.
Durmadan çalışıyor karıncalar•.•. Panel
Posta ...Takıntılar E s k i Yargıtay b a ş k a n ı Doç. D r . Sami Selçuk Eğiti m - B i r­
Sen'in çağrılısı olara k geldi Düzce'ye yağmurlu bir gün­
Müthiş bir öfke duyuyorum hayat ı m ı z gibi trenlerin de
de. 'Avrupa Birlit}i Yolunda Demokrasimizin Açmazları'
hızla nmasına. Sokak l a mbaları altındaki romantizm çok
k o n u l u bir konferans verdi ö n c ü Koleji salonunda. "in­
ırakta. Hilal'in dediği gibi zaman ayırmıyoruz aşka. Sizim
san et}iti/mez" dedi önce, "komünizm iyi bir şeyse biz ge­
d ı ş ı m ız d a bir hayat artık yaşa d ı ğ ı m ız, zaman yok sokak
tiririz fe/sefesi"ni a n lattı sonra, "başkasına saygı göster­
ö n ü oturmalarına htz!andırılmış b i r oyunda ve 2 5 . saat
meyen faşisttir" dedi. Fotoğraf çektirdik, kitap i mzaladı,
arayışlarında. (Matrix bu). Babam hep a n latır, B a l ı ke­
Kaçak Yayın'ı verdim o n a . E n çok 17 için 'kritik saat' sö­
sir'den Erzurum'a trenlerin ü ç gün gittiği yıllarda, dostluk­
zünü sevd i m . "Teşekkür ederim bu kritik saatte beni din­
lar kurulurmuş her kompart ı m a n d a , yolculuk boyunca.
/edit}iz için" dedi. Yağmur vardı dışarıda ... Dışarıda yağ­
Ş i m dilerde beş saatte gidlyor trenler lsta nbul'dan Anka­
mur vardı ...
ra'ya. Ve biz beş dakika ayırmıyoruz aşka. O l s u n , bitme­
yen yolculuklara sevdalı insanlar o l d ukça ve trenler Mah·
mut Celaloğlu gibilere e m anet kaldıkça, o m ü t h i ş ütopya
yaşayacak... i n a d ı n a .
Hilal g ö n d e r d i Le poete Trovoitle Oerglsfni. O l d u kça et­
kileyici bir dergi. Ahrriet Bozkurt'un Akşom-lık'ta okudu·
ğ u m bir yazıs ı n ı anımsıyorum. Hayata saldıra n ları yanıtlı­
yordu. Oysa şair çalışıyordu ve birileri Erzincan'ı Paris'ten
çok uzakta sanıyordu. Ş a i r h§.1§ çalışıyor ve şiirleri m d e n
kadınlar savruluyor P a r i s ' i n kulelerine. B a z ı l a r ı kendi ku­
leleri n i n tarafını tutsa da lobi sarhoşluğunda, kaleler yıkı­
lacak ş i i rler savruldukça .. . (lapoetr@hotma!Lcom).
ETKEN yeni bir dergi. ilk sayısı geldi ş i i rde ritm dosya­
sıyla. ikinci say ı n ı n konusu şiirde kolaj. Şair Hilal Karahan
d a var kadroda. (Hllal'in yazmadığı yer yok gibi zaten).
Hilal'e de yazdı m , alışkın değilim konuların akademik dil­
Sinema . . Sinema Ve Truva Tüm Aşklarıyla
le sunulmasına. B i r d e yazıların karma o l m a s ı n d a n yana­
(Kaç ş i i r yazdı şairler aşka).
yım, sıkıcı geliyor takılmak önceden belirlenen konulara.
Filmden Takılanlar: Kargalar lçin güzel b i r g ü n -* Ha­
Y a l ı n la ş malıyız hayatın her alanında, boğulmadan sanat
yatımda gördüğüm e n iri adam, o n unla asla savaşmaz
içi n sanat boşluğunda. (etkenetken@yahoo.com).
d ı m ... Bunun için kimse seni hatırlamayacak -* Tanrılar
iSLiK Oerglsfnin kahverengi sayfalarını ve genel este­
kurtları tepelerden, k a d ı nları yatağımızdan eksik etmesin
tiğini çok sev d i m . Ahmet Ada sevdiğim bir ş ai r. lslık'ta ol­
- O n u b ı rakacak mısınız efe n d i m ? . . Prens ö l d ü rm e k için
d u ğ u gibi birçok dergide onu görmek hoşuma gi diyor. B u
erken b i r saat. - Sana bir sır verey i m , Tanrılar bize i m re­
a r a d a ÜCRA'd a n Bülent Keçeli'nin ş i i r i n i görd ü m . Murat
niyor.
OsWbal çizgi dışı ve geleneksel şiir alışka n l ı ğ ı n ı n dışında­
Truva yandı sonunda. Ve Brad Pitt'in ölürken son söy­
ki O cra'yı 9. sayıdan 1 5 . sayıya kadar gönderdi Biga'ya.
lediği sevgi lisine a ş k adına: "Önemli det}il" ....
SARI ZEYBEK Söke Şairler Ve Yazarlar Derneği tarafın­
(Haydar Abi filmin afişini verdi bana).
d a n çıkarılıyor. Sanata turizm eklemişler. Yazılar kültür­
sanat format ı n ı n d ı ş ı n d a ve her konuda. Bu hoş bir ayrı­ Kurtuluş Amca
calık dergi adına. Her dergi kendi adına b i r özgünlük ya­ Kurtuluş Amca yakma tablolar yapıyor küçücük dükka­
kalasa daha renkli o l u rd u dünya. (02 5 6 - 5 124384). n ı n d a . Kaçak Yayın'ı verdim o n a . Aslan Özdemir'in Ad­
Dostlar, dergileri koklayıp d a m ı dizelim, yoksa boyun nan Öze r' i n arşivi nden tırtıkladığı ve hazira n d a k i yazısın­
m u eğelim sanallığa? N e dersiniz? (Basılı dergicil i k m i , sa­ da 'Küskün Zeytin Ağacı' başlığıyla yayımladığı fotoğra­
n a l dergicilik m i ? B u anket i çi n klarnet7@e-kolay.net ad­ fı çizmeye başladı h e m e n . Yaz s o n u n d a bakacağım tab­
resi m i kullanın. Aşk için myneti, trenler i ç i n tnn'i. Lüt­ l o n u n s o n d u r u m u n a . (Ve daha çok yazacağım Kurtuluş
fen ... ). Amca' y ı sonbahard a fotoğrafıyla).
K Ç K bakkallarda b i le var Biga'da. Biraz t a n ı t ı m çalışma­ *17 Ağustos Düzce depreminin yıldönümü.•• Unutul­
sı yapacağım b u rada da. mamalı asla••.
zombahar@tnn.net-mordize@mynet.eom
�· almanya haber �-
�"1
� •
. �- 1

mer büstte {Berlin'dekl Mısır Müzesi) ölümsüzleştirmiş.

�;b u\rnaca\af.1•1• .,;;;/ - �=--- · - . .. . .. ' \ '


Bir başka soylu kadın; Azize Kunlgunde: Bunun da do·
ıum tarihi bilinmiyor, ölümü ıo33. 2. Kalser Heln­
rich'ln eşi. Eşinin yanında aktif rol üstlenmiş. ikisi de

:eraganu�u
.. , ı ,· ' Bamberg Kilisesi'ne gömülmüş. Yazar Thomas
Mann'ın en büyük kızı Erib Mann (1905·1969). Üç yıl
evli kaldığı eşi Gustaf GrUndgens ile birlikte Max R@ln­

ıkadln\a(.�'�'·
hardt'ın yanında tiyatro eğitiminden sonra ortaya koy­
duğu kabaresi "BiberDe#irmeni"yte ünlenir. ı933'de
- lsveç'e, sonra da lngiltere'ye göçer. Uzun bir sürgün

�effi\7 9ü'n,\ ei
yaşamını ikinci eşi Wysbın Hugh Auden 'le birlikte
1936'da Amerika'ya göçerek yaşar. Zürich'te de ölür.
Avusturyalı şair, romancı lngeborg Bachmann'ın (1926-
1973) yapıtlarını ülkemizdeki yazarlar, şairler yakından
tanıyorlar. lnsbruck, Graz ve Wiyana'da felsefe eğitimi
görür. 1958'de Max Frisch'le karşılaşır ve Zürich ve Ro·
Bulmacanın günlük yaşamımızdaki yerini alışının ka· ma'da birlikte yaşarlar. Roma'da 2sf25 Eylül 1973 ge·
çıncı yıldönümü olduğunu saptamam çok zor şimdi. cesi sigarası yangına neden olur ve yanarak ölür Frlt­
Ama, artık fyice kalıcı, altı kalın çizgiyle çizili bir yeri ol· zf Massaıy (Friederike MasarMk, 188ı-ı969). Wiya·
duğu kesin. Karelere hapsedilmiş sorular, vazgeçilmez­ na'da dolar ve 30 yıl yaşayacağı Berlin'e gelir 1904'te.
ler arasına girdi çoktandır. Baksanıza. gazetelerin pa­ Operetleriyle gününün starı haline gelir. ikinci eşi şov·
zar günkü ekleri "çapraz", "kare","şifre", "mozaik", men Max Pallenberg'le 1918'de evlenir. Eşinin ölümü­
"armağanlı", "heceli", "sözcük avı", "konulu şifreli" .. nün ardından Viyana üstünden Londra ve KaHfomi­
ve bilmem daha ne bulmacayla dolu. Pazar günü sıkıl· ya'da sürgün yaşamı sürer ve Holtywood'ta ölür. Lotte
manıza hiç gerek yok. Alın bol resimli bir gazete, olsun Lenya (Karollnle Wllhelmlne Chartotte Batmauer.
bitsin! Gazeteyi nasıl olsa kısa sürede evirip çevirerek ı8981190c>-ı981). Lenya da Viyana doğumlu bir tiyatro
okuyacak, resimlerine bakacaksınız. Ama, bulmacalar sanatçısı. Zürich'te tiyatro eğitimi gördükten sonra
öyle mi ya! Size resimdeki artistin, şarkıcının, şairin, 192o'lerde Berlln'e gelir ve asıl kariyerini bu kentte
kadının kim olduğunu sormadan tutun da, "ya ben bu· gözler önüne serer. 1928'de, Brecht tiyatrosunun
nu biliyordum, geçen gün de sorulmuştu" dedirtecek önemli adlarından olan eşi Kurt Weill ile birlikte ..Or:
sorularta boğuşmanızdan elbette siz kMı çıkacaksınız: Kuruşluk O�nı"da büyük çıkışını yapar. Sonra Paris
Genel kültürünüz artacak, ansiklopedi kanştıracak ve üzerinden New Vork'ta sürgün yaşar ve orada ölür. Pa·
bilginize bilgi ekleyeceksiniz. ula Modersohn-Becker (1876-1907). 31 yaşında ölen
Bulmaca kültürü yalnızca bizde mi yaygın samyorsu· Paula Oresden'de dolar ve resim öğreneceği Bremen'e
nuz? Tüm dünyada "bulmaca çözme" hastalan var. Ga· gelir. 1898'de büyük bir sanatçı grubunun yaşadılı
zeteyi okumadan bulmacaya sanlanlar mı, dünkü bul­ Worpswede'de Frftz Mackensen'den resim dersleri ahr.
macada bilemediklerinln ne olduğunu öğrenmek için Paul Gıı uguln 'den etkilenmiş bir halde bir yıl Paris'te
gazeteyi sabırsızlıkla bekleyenleri mi, sağa sola telefon yaşar. Sonra Paris'te döner ve kısa süre evli kaldığı
ederek yardım isteyenleri mi ararsınız? Öyl� ya, bulma· ressam Otto Modersohn'la evlenir. Ölümünden iki haf·
ca ünlü "altzheimer" hastalığım da önlüyormuş! Yani ta önce bir çocuk doğurur. Günlükleri ve mektupları
beyni çalıştırması açısından orta yaşlılara önerilen bir ölümünden sonra yayımlanır, pulu basılır. Anette von
beyin jimnastiği! Droste-- HDlshoff (1797-1848) Münster yakınlarındaki
Sözü uzatmadan Bertin'in ağırbaşlı gazetelerinden Hülshofl'da doğar. ilk şiir kitabı 1838'de yayımlanır.
Tagesspiegel, geçtiğimiz günlerde bulmaca çözümleri· Kendisinden 18 yaş küçük kütüphaneci Levfn SchDc­
ne geniş yer ayırdı. Başlık: OladanüstU Kadınlar. Bul­ kl n g'le evlenir Yaşadığı dönemin toplumsal yapısını
macalarda çok sık sorulan on "olağanüstü kadın"ın şiirlerinde ele almış ve ününü de buna borçlu hala se·
kimliğini açıklıyordu gazete: Bu, pek çok yönden fark· vilen bir şairdir. Yunanlı bu sanatçıyı tanımayan mı var,
h kadınlann bazılannı bizler de tanıyoruz. MetUna Mercourt'yi? (Ameüa Marta, 1925·1994). Dede­
Gelelim bu OladanüstlJ Kadınlar'ın kim olduğuna: si 30 yıl Atina belediye başkanlığı yapmış. Babası bir
Nofretete: Doğum tarihi bilinmeyen, ölümü lsa'dan ön­ süre içişleri Bakanı ve milletvekili olmuş. ı96<J'da M�
ce 1350 olduğu tahmin edilen ve güzelliğiyle ölümsüz· Una "Pazar/an ... asla" filmiyle büyük bir başarı kazanır
leşen Mısır tarihinin en önemli kadını. Eşiyle birtikte bütün dünyada ve onun o unutulmaz şarkısıyla: "Bir
Mısır'daki dini reformlann da öncüsü olmuş bu ölüm­ 9eml 9elecek .. Yönetmen Jules Dassln'le evlenir. 1981-
süz kadın. Eşi Echnaton Oô) 1364·1347 yıllan arasında 1989 ve 1993-1994 yılları arasında New Vork'ta yaşar ..
Mısır'da hükümdarlık yapmış ve eşinin güzelliğini mer- Albaylar Cuntasr'ndan sonra Yunanistan'ın Kültür Ba·


kanı olur. Peggy (Margueritte) Guggenheim (1898- Mayıs Güneş Günü olarak kutlanırken, 15 Mayıs Ba­
1979) babası Benjamin Guggenheim 1912'deki Titanic yern'de Süt Günü olarak halkın yaşa m ı n daki yerini alı­
faciasında boğulur. 2o'li yılların başında Avrupa'yı yor. B Eylül Dünya Okuma-Yazma Günü'yken, 26 Eylül
dolaşır ve büyük b i r ü n e sahip olan lawrence Vail' le Avrupa Konuşma Günü olarak a n ı lıyor. 5 Ekim Ulus­
Paris'te evlenir. Samuel Beckett'!e kısa ilişkisi sonucu lararası Öğretmenler Günü, 9 Ekim Dünya Postacılık Gü­
çağdaş resme yönelir ve b i r galeri açar. 1941'de ressam nü, 20 Kasım Dünya Çocuk Günü a m a 21 Kasım Dünya
Max Ernst'le evlenir. 1948'den sonra Venedik'te yaşa­ Televizyon Günü, 10 Aralık da insan Hakları Günü .. . 12
maya başlar. Topladığı eserler daha s o n ra adına açılan Ağustos, Uluslararası Gençlik Günü, 23 Ağustos, Ulusla­
müzede sergilenir ve zaman zaman d ünyayı dolaşır. rarası Köle Ticaretini Anma Günü .. . ve listeyi uzatmak
işte böyle bulmacada kilitli olağanüstü kadınların kısa ' mümkün elbette. G ü n lerimizin nasıl da anlamlı olduğu­
biyografileri. Öyle ya, "bulmaca buldurmaca, d i l üstün­ nu göstermeye yeter sanıyorum b u kadar örnek.
d e kaydırmaca" Bulmaca çözmek az m ı keyiftir? B u n u Olağanüstü günler ve olağanüstü kadınlar derken
yadsımak o l a s ı m ı ? geldik m i olağanüstü öykülerin olduğu b i r kitaba. Tati­
ö n e m l i g ü n le r çizelgesini gördüğümde nasıl da şaşır­ limi Ayvahk'ta geçireceğim de, artık yan Ayvalıklı sayı­
mıştım! Neredeyse 365 günün her günü anlamlı bir şe­ lan Pınar KU r' ü n 12 yıl aradan sonra yayımladığı Haya­
yi ifade ediyor. U N ESCO' n u n önerdiği ve d ünyaya k<İ­ let Hikiiyeleri'ni okumayacağım, otur mu öyle şey?
bul ettirdiği g ü n lerin yanında h e r ülkenin kendi ulusal 'Gizli Saklı Konuşmalor'ın yer aldığı 5 öyküden oluşan
g ü n leri d e büyük b i r anlam taşıyor bizdeki 23 Nisan ve kitabı b i r solukta okudum. S o n ra da uzun uzun düşün­
19 Mayıs gibi. 8 Mart, 1 Mayıs gibi uluslararası olanla­ düm; geçmişle günümüz arasında kaybolup giden ya­
ra eklenebilecek başka g ü n ler d e vard ı r elbette. Anne­ şamları, fotoğrafları, a n ı ları, aşkları, sevgilileri . . • Yaşa­
ler, babalar ve sevgililer günü artık tüketimi körükle­ m ı m ızda n e çok şey var elimizden kaçıp giden, bir ha­
meye yönelik g ü n ler olarak kutlanıyor. 3 Mayıs, Ulusla­ yalete d ö nüşen; gerçekten bunları yaşadık m ı dedir­
rarası Basın Özgürlüğü Günü, 5 Haziran, Dünya Çevre ten: Ama yaşadı kları mızı, kaybolup giden leri nasıl yok
Günü gibi. Ama h i ç duymadığımız ve şaşırıp kaldıkları­ sayabiliriz ki?
mız da var elbette: 2 Şubat, Dünya Nemli Bölgeler Gü­ Bir yanda bulmacalar; günü değerlen d i r değerlendi­
nü, gibi örneğin. 11 Şubat'ın Dünya Hastalar Günü ol­ rebildiğin gibi. B i r yanda hayalete dönüşen öykülerle
duğunu duymuş muydunuz? 21 Şubat'ın Uluslararası boğuş d u r geçmişini didikleye d i dikleye ve Türkçenin
Anadil Günü olduğunu bilen kaç kişi vardır acaba? Si­ tadına vara vara oku Pınar Kllr'ü; s o n ra da anma gün­
gara içen!erin g ü n ü yok a m a sigara içmeyenlerin günü leri, uluslararası önemli g ü n le r ağıyla çevrili b i r dün­
var, 31 Mayıs. U N ESCO'ya da kabul ettirildi 21 Mart' ı n yada yaşa ... Ayvalık'ta o l m a n ı n tadına varıyor musun
Dünya Şiir Günü old uğu. Ayrıca 2 1 Mart Uluslararası Or­ varmıyor musun, sen o n a bak?
mancılık Günü ve yine 21 Mart Dünya Ev Ekonomisi Gü­ "Gece gezen ölüler midir hayaletler, yoksa ancak ge­
nü olarak tarihteki yerlerin i a l mışlar çoktan. ı Haziran ceye sığınarak yaşamayı sürdürebilen canlılar mı?" B u
Dünya Köylü Günü, 21 Haziran Dünya Uyku Günü, yine sorunun karşılığı 'çapraz' b u l macalarda nasıldır acaba?
21 Haziran Avrupa Müzik Günü, 23 Haziran Arkeoloji Gü­ Aaa, yeni farkına vardım, henüz 'dünya bulmaca/ar gü­
nü, 24 Haziran Açık Kapı Günü ... olarak kutlanıyor. 3 nü' yok.
kaçakdosya Hazırlayan: Barış Pehlivan
barisalim@hotrnail.com

Tren ve sinema ...


Banş Pehlivan: Kısa film gibi bir konuyu konuşurken,
h e m sinematografik h e m de onun kadar dinamik b i r yer­
de toplanalım diye düşündüm. Tren garları v e trenlerin
sinemadaki yeri düşünüldüğünde, doğru mekandayız ga­
liba ... Nedir mesela, sinemada trenin önemi ...
Hilmi Etlkan: B i r kere görseldir sinemada tren ... Buluş­
m a yerleridir, ayrılma yerleridir... Herkesin yaşa m ı n d a u!!>
rak yeri olmuş b i r mekandır. Bisiklet, şemsiye gibi bazı
şeylerin özel b i r yeri vard ı r sinemada ... O n lardan b i r ta­
nesi d e trenler.
Banş Pehlivan: Peki yönetmen olarak, sizin için n e ifa­
d e ediyor trenler?
Tan Tolga Demirci: Benim ikinci kısa filmimin a d ı ;
'Trenler m i Terke d i l m iştir, Y o k s a istasyonlar m ı ' ... Bu
film de a n latmaya çalıştığı m , b i r ayrılık öyküsüydü. B i r a n ­
lamda b e n i m için ayrılığı hacimleştiren mekanlar, t r e n i s ­
tasyonları ve n e s n e l e r olarak da trenler ö n plandaydı. B i r
de ben O r t a A v r u p a ve K u z e y A v r u p a Sineması'nı çok se­
viyorum. Oradaki görüntü yönetmenleri n i n , d ü n yaca isim
yapmış olmaları n ı n nedenlerinden biri, trenleri ve istas·
yanları b i r anl a m d a konuya ve plastiğe doğru oturtma·
!arıydı. Ama farklı b i r dilden konuştuğumuz kesin ... On­
lar için daha plastik unsurlar ö n planda, benim için konu
öykü daha ö n planda ...
Caner Yalçın: Benim, içinde tren olan bir fil m i m yok Ama b i z bugün bir kısa film festivalinde o filmleri göste·
a ma , trende şey güzel. Çoğu zaman pencerede, güzel fo­ rebiliriz... B u da çok ters düşmez. Sinema tarihi içerisin­
toğrat1arın çerçevesi oluyor... Görselliği zengin b i r ulaşım de kısa filmler diye, L u miere Kardeş!er'in fı lm!erinden
göstere b i l i riz ...
Tan Tolga Demirci: Trenin Gara Girişi . . . i l k çekilen gö·
Kısa filmi mitleştirmenin bir anlamı yok! rüntü demek daha doğru film demektense ... Tabi kısa bir
Barış Pehllvan: Sinema tarihine baktığımızda sinema­ görüntü son uçta ve belge amacı taşır ... Ama bunu kısa
n ı n kısa filmle başladığını görüyoruz. O zamanki kısa fil m nosyonuyla ilişkilendirmemek gerekiyor, diye düşü­
filmler, ş u a n bizim kısa film dediğimiz konsepte uyuyor n üyorum ...
muydu? Barış Pehlivan: Kısa film için ayrıca, 'sinemanın şiiri'
caner Yalçın: Teknik durumdan dolayı kısa o zamanki d e n iyor. Belki, kısa filmin niteliği ve ö n e m i b a k ı m ı n d a n
filmler... Ş i mdiyle kıyaslamak pek doğru olmaz. Farklı yapılmış b i r tanım ... B a ş k a b i r açıdan bakarsak; şiir yaz­
kulvarlarda filmler sonuçta ... m a k basit ve herkesin yapabileceği b i r iş gibi görünüyor
Tan Tolga Demirci: O zaman çekilen kisa filmler, daha am a, niteliğe gelince soru işaretleri çıkıyor karşımıza ...
çok finı görüntülemek adına çekilen filmlerdi ... Dolayısıy­ Sizce böyle ortak b i r kaderi var m ı , kısa filmle şiirin?
la belgeselden ziyade, belge özelliği taşıyan kısa filmler­ Hilmi Etlkan: Ya ben b u tür benzetmelere karşıyım . iş­
d i . Hizmet ettiği amaç; tamamen tarihi belgelemek ve b i r te kısa film özgürlüktür, filan gibi ...
s o n r a k i k u ş a ğ a aktarmakla i l g i l i y d i . Şimdi ç e k i l e n l e r çok T a n Tolga Demirci: Uzun film romansa, kısa fılm öykü­
farklı a maçlara hizmet edebiliyorlar... dür. .. (Gülüşmeler)
Hilml Etlkan: Onlar kısa film değildi, onlar film d i . Ç ü n ­ Hilmi Etlkan: Kısa film şiir bile o\sa, yani o tanım ka­
kü u z u n u y o k t u... Yani kısa fi l m , uzun f i l m diye b i r nas· b u l ediliyor bile olsa; iyi şiir var kötü şiir var. . . Yani kısa
yon daha oluşmamıştı o zaman. O zaman daha yeni bir fil mi, mutlaka b i r şeyle koşut tanımlamanın anlamı yok ...
şey b u l u n m uş zaten. Daha kameralar yeni, b i r şeyler çe­ Kısa fi l m sinema sanatı içerisinde b i r konsepttir; bir üre­
kiyorlar, görüntü perdeye düşüyor; herkes heyecanl an ı ­ t i m alanıdır. Şiir değil yani ... Niye şiir olsun kL.
y or , ses yok biliyorsun ... Sinema tari h i n i n b i r b ö l ü m ü on­ Tan Tolga Demirci: Kısa film şiir değil ama, belki şiir·
lar, kısa film tarihi n i n b i r b ö l ü m ü değil... A m a o zaman sel bir kısa film olabilir ...
ekonomik nedenlerle, sinema kameralarının kapasiteleri Hilmi Etlkan: Aynen, çok doğru. Bütün kısa filmler şiir­
nedeniyle, işte banyo koşulları, ı ş ı k koşulları nedeniyle sel olacak diye b i r şey yok . . . Kısa filmi a l ı p da çok mit­
kısa yapılmış çalıŞmalard ı . Yoksa kısa filmler değildi ... leştirmenin b i r a n l a m ı yok .


tarafı... Bir de teknik tarafı var. Bu işi yapmayı bilmiyor­
Banş PehUvan: Ben festivaller konusuna gelmek istiyo· lar ama, bu işe soyunuyorlar ...
rum... Araştırdığım kadarıyla kısa film alanında 50 küsur
festival var Türkiye'de... Belki daha fazla vardır... Bu ni­ Kısa film niye llcretslz olsun ki•..
celik fazlalığı olumlu mu kısa film için? Banş Pehlivan: Peki siz bu kadar zorluk karşısında hiç
Hilmi Etlkan: O çok önemli bir konu, açtığın iyi oldu ... umutsuzluğa düşOyormusunuz? Bu ülkede ne yapacağım
Hiç olumlu delil! Şimdi her filme bir festival düşmeye ben diye ...
başladı. Bugün kısa film alanında çok da alçak gönüllü Tan Tolga Demirci: Bu ülkeyle ilgili umutsuzluğa düşü­
olmaya gerek yok, en kapsamlı organizasyonu yapıyoruz. yorum ama kendimle ilgili düşmüyorum... Yani böyle bir
Ama biz hal3 kısa film günleri diyoruz ... Çünkü, festival· olumlu çelişkim var. Ben Ankara Rtm FestlvaU Kısa Alm
ler şenliklerdir. Bir şeyin festivalini yapabilmek için, o ül­ Yanşm ast'nda, birinci oldum geçen sene ... Bu ülkeyle il­
kede onun varolması gerekir... gili düştüğilm taraf şu, yönetmen YDkset Yıvuz'la görilş­
Banş Pehlfvan: Festivallerde sizin yaşadığınız zorluklar tüğümde bana şunu söyledi... Sen eğer bu ödülün famil·
neler? yasından bir ödUIU Almanya'da almış olsaydın, Alman
Cıner Yalçın: Zaten kısa filmciler çok iyi niyetli... Kim Oevleti'nin fonları, uzun metraj yapman için akardı sana,
çağınrsa gider; biz filmini gösterelim, der birisi, biri işte dedi. Şimdi bunlar gerçekten Ozücü şeyler.
röportaja çağırır, ona gider... (Gülüşmeler) Bu iyi niyetin caner Yalçın: Bir uzun film festivall düşünelim... Bileti
biraz sömürüldüğünll düşünüyorum. Yakın za �anda çok mesela 7-10 milyondur, kısa film gösterimleri ücretsiz­
canımı sıkan bir şey oldu, Tolga da vardı... iyi bir üniver­ dir... Ben mesela bundan çok rahatsızım. Kısa film niye
sitenin yaptığı bir festival oldu... Kısa film günleri oldu, ücretsiz olsun ki, ona da bir emek harcanmış... Uzun fil.
diyelim daha doğrusu, çünkü festivali onlar da yanlış bu­ min seyircisi bir para verip izliyorsa, kısa filme de para
luyorlardı... verip izlesin. Zaten kısa film için, 10-15'lik paket yapılır
Banş Pehlivan: Şimdi ad söyleyelim yani, gizli kalma­ genelde festivallerde. Bu da bence itibannı biraz zedeli­
sın... yor...
Caner Yalçın: ODTO. Çok canımız sıkıldı orada mesela ... Hilmi Etlkan: Uzun metrajla kısa metraj film gösterim­
Benim üç defa filmim gösterildi... 1,5 dakikalık filmim leri aynı paket içerisinde olduğu zaman, orada kısa film­
var, ilk gün sesi yok, ikinci gün görüntüsü yok, üçüncü ciler hep ikinci plana itiliyor. Ankara Alm Festlvıll'ydi sa­
gün görüntüsü var ama soru cevap kısmı yok... nıyorum bir ara hatta ayırdı; kısa film bitiyordu ondan
Tan Tolga Demirci: Büyük bir disiplinsizlik söz konu­ sonra uzun film başlıyordu ... Antalya bir ara onu yaptı.
suydu, sebebini hemen söyleyeyim... Organize edenlerin Ve gidiyorsun mesela şimdi, kısa film yönetmenlerini gö·
kısa filmden haberleri yok! 'Kısa film nedir, ne değildir, rürsün hep, köşededirler böyle, bir yerde toplanırlar fa­
daha önce izlemişler mi, izlememişler mi', bu işin zihin lan... Bütün kameralar işte Kadir lnanır'ın üzerindedir.


Her kısa filmci
Albn Koza Film Festlvall çok iyiydi, o maalesef devam et·
medi. ..
Tan Tolga Demirci: Evet hep anlatılır ya, ben yetişeme·

sinema tarihinin
dJm o zamana ...
Hilmi Etlkan: Bir keresinde Ankara Film Festivali'nde
bir enstitüde jüri toplantısı yapılmıştı. Şahika Tekand da

kendi filmiyle
jürideydi. .. Mustafa Altıoklar'ın da bir filmi vardı. Musta·
fa Altıoktar'ın filmine ya ödül vermemişler ya da bunun
beklediğinin altında bir ödül vermişlerdi. .. Arkadaşlar,

başladığı n ı
sonuçlar açıklandıktan sonra isterseniz çıkalım, demiş;
çıkalım yukarıda kafeterya gibi bir yer var, hani bir de
aramızda konuşalım diye düşünmüşler... (Gülüşmeler)

d üşünür •.•
Mustafa Altıoklar, Şahika Tekand hepsi yukan çıkmış·
lar... Ben geldim baktım ki; Mustafa'nın eli Şahika'nın
boynunda ... Mustafa. dedim, n'apıyorsun ya falan, ken·
dine gel... (Gülüşmeler) Bir tartışma başlamış ... işte her·
halde demiş o, senin filmin iyi değil... Ben şurasını sev·
miyorum; sen benim filmimi nasıl sevemezsin diyerek·
ten ... Ondan sonra, kadını boğazlıyordu yani neredeyse
Mustafa Altıoklar ... Sonra kendine geldi. Böyle agresif bir
yönleri de var, zor zaptediliyortar yani ... Bir şey daha
söyleyeyim; mesela çok ilginç o da ... Kısa filmde ortak
bir haberleşme gurubu var... Burada ıo kişi mi ne tanışı·
yorlar... Ve bunlar habire mektuplaşmaya başlıyorlar ken·
Mesela uzun metarjcılar, kent merkezlerindeki otellerde di aralarında ... Ondan sonra diyorlar ki bunlar 2·3 ay
kalırlar, kısa filmciler eter konuk edilirlerse -ki çoR:u ye­ sonra; ya hep böyle mailleşiyoruz, hadi bir araya gele·
re de edilmiyorlar- kent dışında otobüslerle gidip gelinen lim ... Bana da geliyor o mailler, ben takip ediyorum ama.
bir yerlerde kalırlar. Bakın mesela Clermont Rtm festlva· hiç karışmıyorum ... Neyse, bunlar aralannda karar verdi·
U'ne, başlı başına bir kısa film festivalidir ... Birlikte ol­ ter buluşmaya ... Bir çocuk dedi ki, Pazar günü Atatürk
duktan zaman ikinci planda kalıyorlar... Medya da hep KUltür Merkezi'nin önünde buluşalım ... Öbürü bir mail at·
böyle uzun metraja yöneldiği için, ayak altında dolaşıyor· tı ... 'Sen şimdiden kendini lider m i ilan ediyorsun?!'. ..
larmış gibi oluyor. (Gülüşmeler)

Mustafa Alboklar'ın eli Pencereden bakan KOltDr Bakanhğl•••


Şahika Tekand'ın boynunda ... Banş PehUvan: Ben de tam soracaktım; 2o'yi aşkın ile·
Tan Tolga Demirci: Bu, uzun metrajcrlarla kısa metraj· tişlm fakültes! var bu ülkede, b u kadar atölye var, bu ka·
cılar arasındaki ayrım ... Bir de kısa metrajcıların kendi dar festival var ... Niye örgütlenilemiyor? Ama sorumu ge·
içerisinde ayrımlar var. (Gil!Uşmeler) O çok önemli. ör­ rl mi çeksem acaba?..
gütlenmek her türlü varolmalıdır, diye düşUnUyorum. Çok Hilmi Etikan: örgütlenmek için çıkar birliğinin olması
ciddi Olke sinemaları, zihinsel örgütlenmeyi bir anlamda lazım ... Ve örgütün yaptırım gücünün olması gerekiyor.
var edebildekleri için geliştiler. Yeni Dalga, bunun en bil· Yoksa böyle kendiliğinden bir örgütlenme, dağılıyor gidi·
yük örneğidir. .. Bizde kısa film festivalleri, kısa filmcileri yor... Senin şunu demen lazım; ben bir örgüt kurdum,
buluşturmak adına var, hiçbir kısa filmci oturup da birbi· sen bu örgütUn içinde yer alacaksın ve bu örgütün içeri·
riyle adam gibi konuşmuyor. I FSAK'da da gördüm ben sinde yer alırsan şu avantajların olacak ... Bu örgütün
bunu ... Yanı birbirinin yüzüne bakıyorlar, yok! YUz çeviri· içinde yer almazsan şu avantajlardan mahrum kalacak·
yorlar. Konuşmaya çabalıyorsun ama, o çaban bir duvar· sın ... Anlatabiliyor muyum? Yani böyle bir yaptırım gücü
la karşılaşıyor, belkJ o duvar sende de var farkında olma· olması gerekiyor... Mesela alt yapımızdan yararlanabilir·
dan ... sin ... Biz dünya festivallerini günü gününe duyuruyoruz,
Hilmi Etikan: Her kısa filmd sinema tarihinin kendi fil. bundan yararlanabilirsin ... Yoksa bunlan sana haber ver·
miyle başladığını düşünür ... (Gülüşmeler) Yani Türk Sine· meyiz. Biz buradan mesela, paket programlar yapıp dUn·
ması, onun filminden önce, onun filminden sonra diye ya festivallerine gönderiyoruz ... O paket programlarının
ikiye ayrılıyor, eleştiriye kapalılar. Birkaç defa bunları bir içerisinde senin filmine yer vereceğiz... Ama biz sadece
araya getirmeye kalktık, kavga ediyorlardı! Oturup bir fil. Uyelerimizin filmlerine b u ayncahğı tanıyoruz ... Böyle bir
min üzerine konuşurken, 'Sen niye onu öyle yaptın' de· yaptırım gücün olursa, o zaman insan ister istemez yer
diğin zaman, işte 'Sen ne yaptın, yap da görelim' gibi laf· almak ve o disipline uymak zorunda kalıyor...
lar ediliyor. .. Hemen sertleşiyorlar. Ama mesela Adana Banş PehUvan: Kültür Bakanlığı'nm kısa filme bakışı


nasıl oldu bugüne kadar? filminde de, savaşa karşı muhalif bir tavır var... Ve son
Hilmi Etikan: Pencereden baktı .. (Gülüşmeler) Kültür yazdığın senaıyo, Yorgan'da da, bir eleştirel duruştan
Bakanlığı ayrı bir konu... Kültür Bakanlığı bir kere bizim bahsedebiliriz değil mi?
ülkemize yakışmayan bir bütçeye sahip... Türkiye bütçe· Caner Yalçın: Yorgan, Uçan Süpürge Kadın Filmleri
sinin binde 3'üne sahip... Bu bütçenin büyük·bir kısmını Festivali Kısa Film Öykü Yanşması'nda, en iyi 10 öykü
da maaşlara veriyorlar... lşte operadaki personel maaşla- arasına girdi ve senaıyosu birinci seçildi... Uçan Süpür·
rına, devlet sanatçılarına ... Şimdi bir de Turizm Bakanlı­ ge, kısa filme diğer festivallere nispeten daha önem ve­
ğı'y!a birleştiği zaman, turizmcilerin altında Kültür Bakan­ riyor .. Yorgan, aldığı ödülle Filma-cass tarafından ya­
lığı iyice artık eridi bitti, yok oldu... Bugün Kültür Bakan­ pımcılığı üstlenilip, çekilmeye hak kazandı... Evet, iki ger­
.

lığı'na hakim olanlar, turizmciler.. Kısa filme filan değil, çek hikayeden yola çıkılarak yazıldı Yorgan ve o da mu­
bir şeye baktıkları yok yani... halif bir tavır içinde duruyor. Bir Savaş Filmi'ni zaten bi­
Barış Pehlivan: 1995 senesinde yayınlanan bir yönet­ liyorsun, söylemek istediğini doğrudan söyleyen bir fılm
melik var galiba... oldu...
Hilmi Etikan: Uygulamıyorlar. Resmi Gazete'de yayımla· Tan Tolga Demirci: Şimdi şu muhalifliğe geri dönersek,
trldı sadece... Hiç unutmuyorum, sinemanın icadının 100. bu muhalifliğin altyapısının oluşturulması gerektiğinden
bizim Kültür Bakanlığı, kısa fılm varmış haa, de­ yola çıkarak söylüyorum... Şimdi ben yaklaşık 10 senedir
Yani devlet, kısa filmin olduğunu resmen kabul et- gerçeküstücü ekole bağlıyım... Bu bir şeki!de muhalif ol­
ti... mayı gerektiren bir şey... Gerçeküstücülüğün kökenlerin­
de, neye karşı çıktığına ve anlatım tekniklerine baktığı­
Muhalif olmanın da kendine has nızda, onun muhalif tavrını da hemen görürsünüz... Ama
bir raconu vardın bunun Türkiye versiyonunu yapmak bir şekilde, aydınlan­
Barış Pehlivan: Kısa film festivallerini konuşurken, siz­ ma sonrası modern sariatın içerisinde varolmuş bir dü·
lere de dönmek istiyorum...Sen mesela Tan, Alfabetik şünce disipliniyle, bu coğrafyadan herhangi bir öyküyü
Düşler'le, İf istanbul'da hem en iyi film ödülünü, hem de anlatmaya çalıştığınızda, ciddi bir eşleme yapmak zorun·
Radikal'in düzenlediği en iyi izleyici ödülünü aldın ... Şim· dasınız... Bu eşlemeyi beceremezseniz, filminizin anlatı­
di Alfabetik Oüşler'e bakınca, birçok kavrama karşı mu­ mında bazı aksaklıklar olacak... Dolayısıyla Alfabetik
halif ve eleştirel bir tavır görünüyor. Genel olarak bakar· Düşler'in içerisinde geçen düş sözcüğü, zaten muhalif ol­
sak, bu muhalif tavır kısa filmin içinde barındırdığı bir mak için yeterli, diye düşünüyorum... Çünkü Türk Sine­
şey galiba... ması'nın da bence en büyük eksikliklerinden bir tanesi,
Tan Tolga Demirci: Kısa filmin kendine has muhalif bir anlatacak düşlerinin olmaması... Bu düşü fantazya famil­
tavrı var tabi ama, yönetmenin kiminle aşık attığını, ki yasından düşler anlamında söylemiyorum... Çok basit bir
minle uğraştığını bilmesi gerekiyor. Yani muhalif olmak biçimde gece uyurken gördüğümüz düşlerden bahsediyo·
adına muhalif olursa, o zaman çok ciddi sorunlar ortaya rum. Bu düş içeriği benim filmimde alfabeyle sistematize
çıkabiliyor... Örneğin, gülünç duruma düşebiliyorsun. sa­ edildi ve kavramları düşsel bir şekilde yalayıp geçil...
na yöneltllen eleştirileri blle algılayamayacak halde ola­
biliyorsun ... Dolayısıyla, herhangi bir kavrama ya da sis­ (Bu projemizi destekleyen ve ilgilerini esirgemeyen,
teme muhalif olabilmek için önce bir altyapının olması TCDD Bosm Yaym ve Halkla ilişkiler Müşavirli�i'ne ve
gerekiyor. Bir de neyi nasıl anlatacağını bilmen ve ifade Sirkeci Gar Müdürü Tayfun Akbulut'a çok teşekkür edi­
etme gücünü, o yetkinliği kazanmış olman gerekiyor. Do­ yorum.)
layısıyla herkes muhalif olamaz, muhalif olmanın da ken­
dine has bir raconu vardır, diye düşünüyorum· ...
Barış Pehlivan: Peki Alfabetik Düşler'de bu raconu
uyabildin mi sence?
Tan Tolga Demirci: Hep ekonomik sıkıntılardan bahse­
diyorlar, benim için özellikle, Türk kısa filmciliği adına
konuşuyorum; çok ciddi bir sorun daha var, o da zihni­
yet. Yani, büyük bir yaratıcılık sorunu olduğunu düşünü­
yorum, ODTÜ'deki şenlikte kısa filmciler, kendilerine yö­
neltilen eleştirilere, 'Bizim için önemli olan çekmekti,
hangi koşullar altında yaptığımızı bilmiyorsunuz' diye ce­
vap veriyorlar. Bir şeyi tam olarak yapmaktansa, sadece
yapmış olmaya yönelen bir zihniyet vardı orada...
Türk Slneması'nın anlatacak düşleri yok!
Barış Pehlivan: caner sen ODTÜ'ye, Bir Savaş Filmi 'yle
gittin sanırım . Demin konuştuk muhaliflik üzerine; senln
özgm a p a çe JfJ
'Leo Buscaglia'yı hiç okudun mu?' dedi arkadaşım. ren bı:'ton siluetidir. .. Belli ki bir dünya cenneti olacaksa,
"Hayır, adını da ilk kez duyuyorum." her birimizin kişiselyaratıcılığına göre, özel bir yer olacak
"Çok ilginç blr yazar. Mutlu olma sanatı, sevgi, hayata tır... Eğer bir ortak nokta bulunması şartsa, bana öyle ge·
olumlu b<ı_kı � gibi konularda pek çok kitabı var. Gü � ey Ka· liyor ki, birçok şeyi hevesle sevenler için cennet hayatın
liforniya Unıversitesi'nde bu konularda dersler verıyordu. kendisidir."
Kitaplarını okuyup çok etkilendim. Bir konferans vermek Kızdık tabi içimizden birilerine, ne de o\sa ö\ünUn arka
üzere Türkiye'ye çağırmayı düşünüyordum, ama olmadı." sından konuşulmaz hele ki ölüyü alya konusu yapmak iyi­
"Neden olmadı? Gelemedi mi?" ce yakışıksız bir davranıştı. Ama dinlemediler. Kimileri te­
"Tam çağırmaya hazırlanıyorduk ki, intlhar ettiğini öğren­ lefona sarılıp ortaokul lise arkadaşlarını arayıp hatta özel­
dik!" likle hala leo busrnglıa'yı sevenleri arayıp "Ya ne olmuş
Türker A!kan'ın Radikal Gazetesi'ndeki 26.6.2004 tarihli biliyor musun? Senin sevgi pıtırcığı intihar etmiş ... Gerçek­
köşe yazısında okuduğumuz bu satırlar arkadaş çevremde ten, inanmıyorsan aç bak, Türker Aklan yazmış.'" gibi kö­
küçük çaplı bir inliala yol açtı. Türker Aklan aldığı bu ha­ tülük çağrıştıran şu cümelleri dahi sarf ettiler.
berden yola çıkarak Buscaglıa'ııın öğrettiğini gerçekleştir­ Belki leo Buscaglıa ve kitap!arı bizim için çok gerilerde
mede zorlukla karşılaşmış olabileceğlni dair yorumlar yapı­ kalmıştı, hatta artık bazen alay konusu dahi yaptığımız ki­
yordu ama biz çok daha acımasızdık. Hiçbir ölümün ardın­ şisel gelişim kitaplarından konu açıldığında bu sevgi insa·
dan yapılmaz belki ama bizi hafif gülümsetmişti bu olay. nını hafif gülümseyerek anıyorduk ama yine de intihar et­
Nasıl olur diyorduk. Bütün ömrünü sevgiyi öğretmeye ada· miş olması bizim için haber değeri taşıyordu. 1998 yılında
yan bin insan, yaşamının kendisinin tanrının bize verdiği intihar etmişti ve biz tam 5 yıldır bu gerçeği bilmeden ya­
bir armağan olduğunu anlatmak için ıo'un üzerinde kitap şıyorduk. Türkiye'de de kitapları çok satan bu yazarın ölü­
yazan bir felsefe hocası neden bir gün intihar etmeye karar mü neden haber olmadı diye düşündük. Belki olmuştu da
verir? Olacak şey değildi doğrusu. Hepimiz Leo Buscag· biz kaçırmıştık. Ama şimdi asıl merak ettiğimiz konu sev­
lıa'nın bütün kitaplarını okumamış da ol· gi üstadını hayata küstürenin ne oldu­
sak, ortaokul yıllarımızda en azından bir­ ğuydu?
kaçı elimizden geçmişti. "Birbirimizi Se­ Bu kez ben aldım elime laptop'ı.
vebilmek", "Yaşamak Sevmek ve Öğren Araştırıyordum ama internette leo Bus­
mek", "9 Numaralı Otobüsle Cennete Se· caglıa'nın nasıl, nerede ve neden inti
yahat�, "Sevgi için Doğmak" kitapları tek har ettiğine dair küçücük de olsa bir
tek gözümüzün önüne geldi. Okuduğu· haber çıkmıyordu. Sadece California
muz satırları hatırlamaya çalıştık ve birbi­ Üniversitesi'nde eğitim verdiği dönem­
rimize ya bu adam bir kitabında şunu da lerde genç bir öğrencisinin intihan üze­
sbylemişti bunu da söylemişti diyerek rine ne kadar üzüldüğüne, hatta bu ola­
şaşkınlıkla saatler geçirdik. Ama içimiz­ yı hayatının dönüm noktalarından biri
den biri en vurucu olayı yaptı, laptop'ını olarak kabul edip üniversitesinde öğ
açtı ve yazarın kimi satırlarını internetten rencilerine hayat sevgisi aşılamak için
bulup yüzünde müstehzi bir gülümse­ bir sevgi kursu açtığına dair pek çok
meyle okumaya başladı. Buscağlıa'nın haberlere rastlıyordum. özellikle de ilk
kitaplarının arkasında yayınevinin notun­ adını vererek kurduğu ve insanlarasev­
da şöyle deniyordu: meyi paylaşmayı öğretmeyi amaçlayan
"Leo Buscaglıa Güney Ca!ifomia Üniversi- felice Vakfı ile ilgili bilgiler vardı internet­
te'sinde Eğitim Profesörü olup, eserlerinin çevirisiyle tüm te. Ama blümüne dair tek bir cümle bile yoktu. Ama yılma­
dünyada tanınmaktadır. Çok sevilen bir konferans ustası dım, ve sonunda yazarın ö!limüyle ilgili bir haber karşım­
olan doktor Buscaglıa dinleyicilerinde bir yaşama ve pay­ daydı. Çok şaşırdım çünkü leo Buscaglıa'ının intihar etme­
laşma hevesi uyandırmaktadır." diği evinde geçirdiği bir kalp krizi sonucunda öldüğü yazı­
lntemette dolaştıkça kitaplarından en çok alıntı yapılan lıydı. Garip bir hırsla devam ettim. Ölümüyle ilgili başka
yazarlardan biri olduğu gördük. Sevgiden, aşktan, hayattan haberler de buldum sonunda ve hepsi de kalp krizi geçi­
sbz eden pek çok sitede onun satırları giriş sayfasının bir rerek öldüğUnü söylüyordu. Yani o intihar etmemişti. Açık·
yerlerine iliştirilmişti. Hayatı ne çok sevdiğine ve hepimizin çası epey rahatladım, daha doğrusu rahatladık. Çeşme'de
de sevmesi gerektiğine dalr uzuıı uzuıı cümlelerini okuyup bir tatil gününü bir köşe yazısından yola çıkarak kendi
okuyup nasıl olup da intihar ettiğine şaşırırken pes doğru­ kendimize yarattığımız bu küçük çaplı sansasyonla geçir·
su dedirten satırları da bulduk. Buscaglıa'dan bir kitabında dlk. Ama içimizden hiçbirinin bu noktadan sonra telefon
hayatın kendisinin aslında cennet olabileceğini anlatıyordu. edip de "pardon arkadaşlar, biraz önce verdiğimiz haber
"Bazıları için cennet uçsuz bucaksız yeşil çayırlardan, asılsız çıktı, siz hala, eğer isterseniz bu sevgi insanına
gökkuşaklarını yansıtan duru sulardan oluşurken, bazıları inanmaya devam edebilirsiniz, adam intihar etmemiş." de·
için de New York'un altın rengi grup ışıkları önünde beli- meye dili varmıyordu. Kötü haber yayılmlştı bir kere.
195o'lerin Malatya'sı. Değil gramofon, radyo
bile h e r evde yok. Gezgin desta n c ı la r ı n a c ı k l ı
sesini saymazsak, d o l a y ı s ı y l a g ü r ü l t ü k i r l i l i ğ i de
yok. Ama bazen kemerli b i r p e n cereden, bazen
b i r evin sokağa taşan "çıkma"sından, bazen b i r
bahçeden, bazen b i r kahvehaneden b i r feryat
y ü k seliverir. H i kAyeleri olan bir feryat. Vurulan
kaçakç ı n ı n , sınır ötesinde sıla özlemiyle ölen
Ezo Getl n ' i n , Kore Savaş ı ' n d a n d ö n ü n ce e ş i n i
kardeşiyle evli b u l a n ge n c i n , "zalim mahpusha·
ne ha vası"n d a n y a k ı n a n h ü k ü m l U n ü n , yavrusu­
n u yitirmiş kekliğin hikayelerini a n latan b i r fer·
yat. Bazen de, yarin narin e n d a m ı n ı s ı m s ı k ı sa­
ran siyah bir e l b i s e n i n , san bir kurdele n i n ardı
s ı ra lirikleşir, duygusallaşırdı o ses. Çocukluk
yılları m ı n Malatya's ı n ı n öğeleri n d e n b i ri de o
sesti. Modernle kesişen geleneksel yapılar gibi,
ş e h r i n bağrında kaynayan sular gibi. . . Bir ses,
b i r ş e h ri y e n i d e n kurabilir mi? Hem de nasıl!
197o'lerde onun taş plaktan aktarılan kırk beş­
l i k plakları n ı lsta n bul'daki öğre n c i evimize gö­
türdüğümde, benim ve kardeşleri m i n olanca
"daüssıla"mızı kanatıvermişti.
O 195o'li y ı l larda Fahri Kayahan'ın sesi Malat·
ya'daydı ama kendisi ortalarda yoktu.
1936 yılında, Malatya ' n m cephesi göz çelici
konaklarından birinde b i r gece duyulan b i r silah
sesinden beri yoktu. Ö l e n , o s ı ralar yirmi yaş
dolayları nda olan Fahri değil, birkaç yıl önce ev­
lendiği eşi Fahriye'ydi. Fahri c i n ayetten tutuk­
landı. Herkes, b u arada birlikte müzik meşk et­
tikleri kayın babası Hamikottu Hacı Ağa bile,
kurtul ma sı i ç i n çalıştılar. Olaya farklı b i r biçim
verildi. Ancak Fahri, iki yaşındaki kızını alarak
şehirden ayrılmak zorunda k a l d ı . Bir s ü re s o n ra
Malatya'ya kendisi değil ama sesi geri d ö n d ü :
Yerleştiği lstanbul'da 'Malatyalı Fahri' olara k
ü n l e n m işti. Özel yapım, metal ve u z u n s a p l ı b i r
t a m b u r çalıyor, türküler ve şarkılar . söylüyor,
bazen b u i k i tarzın arası , bazen fanteziye kaçan
besteler yapıyor, o s ı ralar moda olmuş M ı s ı r
fi lmlerine T ü r k ç e müzik d u b lajı yapıyor, fi lm ler­
de oyn uyor, senaryolar yazıyor ve peşpeşe
plaklar çıkarıyordu. Bir fi l m i n d e Müzeyyen Se­
nar ile, b i r fi l m i n d e Suzan Yakar i l e karş ı l ı k t ı ,
d ö k t ü r m ü ş , "Bizim Fahri ' n i n filmi" diyen Malat·
yahlar'ı o s ı ralar peş peşe açı lmaya başlayan ta onu bir grup arkadaşıyla b i rl i kte, ellerinde sazlarta,
s i n e malara koşturmuştu. keman larla, plaklarla görüyoruz. Arkalarına ise haşmet­
l i b i r gramofon kurulmuş. Babası, Gaffar Ağagillerden
AYKIRI SES Mustafa Bey, Malatya ' n ı n e n b ü y ü k mağazaları n d a n b i ­
Fahri Kayahan, taş plak d ö n e m i sanatçıları n ı n ri n i n s a h i b i olduğu için Fahri' n i n b u tür l ü ksleri o l a b i l ·
e n a y k ı n s ı d ı r. Yaşantısıyla değil, müziğiyle. O miş. B i r s ü re b a ğ l a m a çalmış. S o n ra Karaköytu Reşat
hiçbir tanıma uymaz. Kaynağında kuşkusuz h a l k Oayı 'dan tambur çalmayı öğre n m i ş . Kayın babası Hacı
müziği v a r . Çocukluk d ö n e m i n e ait b i r fotoğraf- Ağa ' n m konağında ise piyano ve kemanla tanışmış. O


yıllarda d e miryollanyla ulaşılır hale ge­
len Anadolu şehirleri, modernin eşiğin­
d e n atlam ışlardı. B u lvarlar, s i n e m a lar, ti
yatrolar, halk gazinoları, h a l kevleri, sa·
nayi h a reketleri hepsinin yüzünü değişti
rir olm uştu. Radyo ve gra m o fo n d a aynı
yaşa n t ı n ı n " l ü ks" öğeleri olarak çıkagel­
miş, hali vakti yerinde olan ailelerin ev­
lerine ve k a h v e h a n elere yerleşmişti.
Genç Fahri ' n i n h e m dışardan b u yolla
gelen müzikle, h e m yerel kaynaklardan
gelen müzikle erken yaşta 'hemhal' ol­
duğu kestirilebilir. Sonradan taş plakla­
rında seslendireceği ti.irkü formundaki
kimi parçaların hangisinin k e n d i bestesi
olduğunu, hangisinin b u d ö n e m d e 1ih·
nine n akşettiği a n o n i m ezgiler o l d u ğ u n u
kestire b i l m e k ise zor. B u nlara sonra ları
başka yörelere ait kimi t ü rküler d e ekle·
necektir. "Şu dagları delmeli", "Dert ben·
de yare bende", "Ay dogdu düze düştü",
"Dag/ara vardım", "Bir oda yaptırdım hur·
ma dalından", "Deryadan gemi gelir",
"Kürdün gelini", "Sarı gelin .., "Hozat tür·
küsü", "Ela gözlüm ben bu ilden gider·
sem", "Ormanlardan Aşogı" o n u n sesin·
d e n d i n leyebildiğimiz türkü form undaki
örneklerden bazıları. H a l k müziğinin sa­
dece türkü formuyla yeti n m i ş , sesini ma·
ya ve hoyrat gibi formlarda ise h i ç dene­
m e miştir.
öte y a n d a n , "Narin endamını sımsıkı
soran siyah elbisenin yerinde olsam",
"Nazlı yare fiske ile taş attım", "Derin hül·
yalara kapıldı gönül", "Tabip açma iyileş·
mez yaramı .., "Ayrılık bitmiyor neden",
"Ne kapımı çalan var" vd. gibi çok sayı
da parça ise kuşkuya yer bırakmayacak
biçimde onun özgün besteleri. Su beste·
terde h e m h a l k müziğinin, h e m klasik
Türk müziğinin, h e m Arap müziğinin tını
tarını duymak mümkün. Yirmi yıl önce çı­
k a n bir yazımda, haykıran, tonlar arası n ·
da k o p u kça g i d i p g e l e n , iç ç e k e n , lııçkı·
ra n . sesini genzine kaçıran okuyuş tarzı·
n ı ve hızlı · kesik mızrap vuruşunu göz
önüne atarak, o n u "arabesk" müziğinin
öncüsü d e sayabileceği mizi belirtmiştim.
Kalan Müzik'in arşiv serisi n d e güzel bir
albümünü hazırla m ı ş olan M e l i h Duygu­
lu d a benzer b i r yaklaş ı m d a b u l u n m a k ·
ta. Kuşkusuz b u durum, s a d e c e kimi
besteleriyle s ı n ı rl ı . "Sarı kurdele", "Ayrı·
/ık ateşten bir ok" g i b i k i m i besteleri ise
doğrudan klasik Türk m üziği repertu arın a girmiş, m a n için b i r rekord u r.
hata TRT yayınlarında icra edilen parçalar. Kendisi, Fahri Kayahan, Atatürk'ten çok daha fazla o larak
kırk beş adet plağa doksan eser o k u d u ğ u n u , b u n ­ İ smet İ nönü ile yakındır. Sadece o yı llarda Malatya
lardan a l t m ı ş iki tanesi n i n k e n d i bestesi o l d u ğ u n u denince a k la öncelikle ikisinin a d ı geldiği için değil.
söylemiştir. Plakla r ı n ı n ö n e m l i b i r b ö l ü m ü n ü savaş H e r ikisi de Malatya ' n ı n i leri gelen aileleri n d e n o l ­
öncesi gittiği ve b i r y ı l kadar kaldığı, konserler ver­ d u kları için, a r a l a r ı n d a b i r ç e ş i t ' e ş r a f çocuğu y a k ı n ­
diği Almanya'da, Polydor firmas ı n a d o l d u rm uştur. l ı ğ ı ' v a r d ı r . Nitekim ö m r ü n ü n b i r d ö n e m i n i l nönli­
Fahri Kayahan, taş plaklarıyla Anadolu'yu fethet­ ler'in S ü leymaniye'deki evleri nde, bir d ö n e m i n i de
miştir ama y o r u m tarzıyla d ö n e m i n resm i müzik a n ­ Ö mer İ nönli ' n ü n Tarlabaşı ' n d a ki evinde geçirecek­
layışı n ı n d ı ş ı n a d ü ş m ü ş , d olayısıyla o y ı l larda tekel tir. İ smet İ nönU, ezgilerine de girmiştir. Erzincan
d u ru m d a k i devlet radyos u n d a n pek az ilgi görebil­ d e p re m i n i n a r d ı s ı ra çıkan b i r plağı "Milli Şef Fela­
m i ştir. Sözge l i m i , 1940 yılında Malatyalı gençlerin ket Sahasında" a d ı n ı t a ş ı r ve İ n ö n ü "milletin baba­
A n k a ra'da düzenledi kleri 'Kaysı Gecesi' dolayısıyla sı" olarak nitelenir. Fahri Kayahan, !sta n b ul'a yer-
program yapmak için A n k a ra radyos u n a gitti­ leştikten s o n ra da Malatya' n ı n ileri ge�
ğinde len ailelerinden otan gençlik arka­
Mesut Cemil'den tamburu d olayısıyla daşlarıyla ilişkilerini sürdürmüş­
şöyle b i r tepki a l m ıştır: "Fahri Bey, nedir o, t ü r. H a l k m üziği sanatçılarından
bir tavaya kulp takmış çalıyorsun!". O ise, çok klasik Türk müziği sanat­
"Beni bu tamburmeşhur etti" d e m i ş , bildi­ çı larıyla düşüp k a l k m ı ş t ı r.
ği yoldan ayrı l m a m ıştır. Onun dönemin H a l k müziği sanatçıları ara­
sanatçılarından farklı o l a r a k 'ince s a z ' e ş ­ sında en çok Urfalı Cemil
l i ğ i n d e o k u m a d ı ğ ı n ı , halk m üziğindeki a ş ı k Cankat ile 'ülfet'i o l m u ş ­
tarz ı n ı a n d ı ra n b i r y ö n t e m l e s a d e c e k e n d i tur. Bazı halk m üziği sa­
çalgısıyla yeti n d i ğ i n i de görüyoruz. natçılarına t a m b u ruyla eş·
l i k de e t m i ştir. Hayat çizgi­
BİR SARI KURDELE s i n e b a k ı larak onun 'bo­
Dönemin b ü t ü n müzik sanat­ hem'e yatkın olması ge­
ç ı ları gibi onun da Atatürk ile rektiği d ü ş ü n ü lebilir: An­
macerası var. Bir gece, saat iki cak h i ç de öyle değildir.
dolaylarında, Cağaloğ­ Alkol kullanmaz, sigara
l u ' n d a kaldığı p a n s i y o n u n kullanmaz. Hatta "Sazımla
k a p ı s ı n a s e r t t a v ı r l ı b i r po- sözümle en büyük Yeşi/aycıyım
lis dayanır. "Giyinip be­ ben" diye propaganda plağı bile
nimle geleceksin!" der. O, y a p m ı ştır. Ş ı k giyi n i r, h e r z a m a n ba­
"Nereye gidiyoruz, suçum -wr" k ı m l ı d ı r. Erken yaşta ölümü de bir
nedir?" diye telaşlanır. trajediye dayan ır. Bir gece, b i r ko­
"Cinayet işlemişsin" diyen n u kl u ktan d ö n d ü ğ ü n d e evi n i n so­
polis onu motosikletin y u l m u ş , plakları n ı n , özel eşyaları-
yan s e p e t i n e a t a r a k gaza nın göt ü r ü l m ü ş o l d u ğ u n u görür, rahat­
basar. Sanatçı üstüne suç a t ı l d ı ğ ı n ı s ı z l a n ı r . Düştüğü yataktan kalkamaz, 1969 y ı l ı n ­
d ü ş ü n erek yol b o y u k o r k u ç e k e r . S o n ra k e n d i s i n i da kalp yetersizliğinden ö l ü r.
O o l m ab a h çe Saray ı ' n ı n ö n ü n d e b u l u r. Polis, "Şaka Fahri Kayahan'ın hayatı k o n u s u n d a da, benzerle­
yaptım. Seni Atatürk istemiş" diyerek o n u i n d i rir. rinde olduğu gibi gerçekler söylenti lere karışır, kimi
Fahri Bey, Atatürk'ü n meclisine katılır. Nubar Tek­ b ö l ü m le r de kara n l ı kta kalır. Onun hayatıyla ilgili
yay, Şükrü Tunar, Necati Tokyay, Selahaddin Pınar, ayrıntıların çoğunu "Sarı kurdele"nin peşine d ü şen·
Safiye Ayla gibi sazendeler ve okuyucular da ora­ ve b u lguları n ı Malatya Eğitim Vakfı dergi s i n i n Mayıs
dadır. Atatürk, masadaki çerezleri gösterip: "işte 1989 tarihli say ı s ı n d a yayı m layan h i kayeci ve araş­
fındık, işte fıstık, işte badem. Başla bakalım!" der. tırmacı Adnan l ş ı k ' ı n çabalarına b o rçluyuz.
Fahri Kayahan d a nakaratında "Ben esmeri fı n d ı k Aynı sayıda a m c a s ı oğlu Yaşar Kayahan'ın, yazar
i l e , ben esmeri fıstık ile beslerim" sözleri geçen ü n ­ Lütfi Kaleli ' n i n , arkadaşı Hasan Gi.inay'ın yazıları da
lü "Sarı kurdelem" şarkı s ı n ı o k u r , i s t e k üzerine t a m var.
yedi kez de t e k r a r eder. O günden sonra d a Ata­ B u d ü nyadan, iz o larak sesini b ı rakarak, b i r de
türk'ün İsta n b u l'daki saz tak ı m ı n a d a h i l olur. "Sarı "Malatyalı Fahri" geçmiştir...
Kurdele"n i n plağı tam 210.000 adet satar. Bu, o za-
haber Faruk Duman

Kapadokya'da Bir Halk Kütüphanesi


Can Yayın/an 'nın
Pacha Tours ' un desteği ile düzen­ Eşekli Kütüphaneci adıyla bilinen Mustafa Güzel·
lediği
Kapadokya Edebiyat-Kültür Günleri ıo-13 Haziran göz, Ürgüp'teki büyük kütüphanede çalışır, civar köyle·
tarihleri arasında yapıldı.
Gllrsel Korat, Ürgüp Belediye re eşek sırtında kitap taşırmış. Yani köylüleri kütüpha·
Meydanı'nda yaptığı konuşmada bu konu üzerinde ne üyesi yapmakla kalmamış, kitabı onlara götürerek
durdu. Kadim Anadolu, pek çok dinden toplulukların bir 'gezici kütüphane' uygulaması başlatmış. Bu, yanıl·
yaşadığı bir insanlık cenneti idi; bu bölgede yaşayan mıyorsam dünyadaki gezici kütüphane uygulamalarının
hıristiyan Türkler, ölülerinin mezar taşlarına Allah rah­ da ilkidir. Sonraları SUleyman Bey'in kütüphanesi de
met eylesin yazar, bunun için de Yunan harflerini kulla­ bu gezici kütüphane çalışmasına dahil olmuş. Uygula·
nırlardı. Anadolu mozaiği bir esneme gerektirirdi, çün­ ma şöyle yapılmış; bölgedeki her kütüphane bir çalışa·
kü bu topraklar hoşgörünün topraklarıydı. .. nına görev vermiş ve bu görevli köylere kitap taşımış.
Kapadokya'daki etkinliğe katılan yazarlar!a birlikte Benzerine az rastlanır bir olaydır bu; bir kıvılcımdır.
Ortahisar kasabasına gittik. Başta Belediye Başkanı O yıllarda Türkiye bir aydınlanma atağı içindeydi.
Yücel Yazıcı olmak üzere bütün belediye çalışanları bi· Genç Cumhuriyet Milli Eğitim Bakanlığı öncülüğünde
zi çok sıcak bir ilgiyle karşıladılar. Çay içmek üzere bir Dünya Edebiyatından Tercümeler çalışmasına giriş·
oturduğumuz bahçede bize Ortahisar'ı anlattılar ama miş, Köy Enstitüleri kurulmuş, romanlar, öyküler, tiyat·
bir de sürprizleri vardı: Ortahisar'da tarihi bir kütüpha· ro eserleri köylere kadar gitmişti. Bu, karşılık da bul·
ne var. Bu kütüphane yüz yılı aşkın bir süre önce Kan· muştu tabii; Ortahisar'daki kütüphaneci aile tek örnek
dilcibaşı SOleyman Efendi tarafından kurulmuş ve aile· değildi... Sonuç olarak Anadolu buna hazır: Kültür Ede·
si de kütüphaneyi yaşatmış. Bugün Ortahisar kütüpha· biyat Günleri çerçevesinde Kızılvadi'de yapılan şiir oku·
nesinin başında ailenin 'yaşayan tarihi,' Kandilcibaşı ma etkinliğine Ortahisar köylerinden yüzlerce vatanda·
Sllleyman Efendi'nin torunu Sllleyman Yavuz var. şımız katıldı. .
SUleyman Bey, Belediye Çay Bahçesi'rıe konuk edil· DTCF Kütüphanecilik Bö!ümü'nden hocam Osman
di ve bize kütüphanenin tarihini anlattı . . Sonra hep Ersoy'u da anayım burada. Süleyman Bey anlattı: Vak
birlikte kütüphane binasına geçildi. Çoğunluğu Kültür tiyle Dil·Tarih'ten Osman Ersoy hoca geldi öf1renci/eriy·
Bakanlığı tarafından gönderilen kitaplar... Görevli, ge· le. Çocuklar sordu bana. . . 800 ne? Edebiyat... Hepsini
çen yıl kütüphaneden üç bin iki yüz kitabın ödünç alın· bildim. Okumadım ama iyi kütüphaneciyim ben...
dığını söyledi. Drtahisar'ın dört bin nüfuslu bir kasa­
ba olduğu düşünülürse bu iyidir.
�·sen dolduğumda Tann hastaydı' diyordu Cesar söz erbabı Kolombiya sen, / çıplak ayaklı taşlarının I
Vallejo. Ve dostlar, Türkiye'de bir büyük şair halk oza­ öfkeli altından bir fırtına sakladıklarım?" Buraya res·
nı vardı. Vardı diyorum. çünkü iki yıl önce yitirdik onu. mi adı Gaziosmanpaşa olan Taşlıtarla'dan geldim,
Şöyfe diyordu: 'Daha iınamdan doğmadan neden ben göçmenlerin ve çingenelerin kurduğu, neşesi ve öfke­
ihtiyar oldum?' Aşık Mahzuni'ydi onun a � ı . Benim us­ si bir anda patlayan, söz erbabı Taşlıtarta'dan.
tam. Cesar Vallejo ile Aşık Mahzun! tanışmıyorlardı. Aptal derecesine naif olacağım, onca yoksullukla bi·
Şimdi burada sizin karşınızda bir dizelik de olsa tanış­ riktirdilim duygular, utanma yok, bir düğün şarkıcısı
tılar. Hırkiye ve Kolombiya bir nefeslik de olsa tanış­ gibi çıksın hançeremden.
tılar. lstanbul ve Medellin bir nefeslik... Caldas (Kal­ Pekçok ülkede şiir festivallerine katıldım. Lakin hiç­
das) ve Taşlıtar1a, benim semtim bir nefeslik... " birinden bir satır olsun söz etmedim, övünüyor deme­
Bu kısa konuşmam bir anlık şaşkınlığın ardından ok· sinler diye. Ama burayı yazmazsam, anlatmazsam Ju­
kah bir alkış aldı. an'ı, Ruben'i, Dora Alba'yı, Andrea'yı, Rafael'i, Anji'yi,
19 Haziran gününün akşamı, oranın saatıyla 19.00 haksızlık olacak. Çünkü onlann dostluktan başka hiç­
sutarı, yer Caldas Belediyesi Kültür Evi. Sahnede dört bir iddiaları yoktu. Hiçbiri de şair delildi. Bu yüzden
şair: Monica Gontovnik (Kolombiya), Adnan özer {Tür­ dünyanın iki ucundan kalenderce dostlulu en kestir­
kiye). Manlio Argueta (El Salvador) Kasım Haddad meden kaynaştırdık. Juan, Medellin şehrinde büyük bi­
(Bahreyn). naların dış cephelerini temizleme işini yapıyor. Kazan­
Caldas da neresi? diye soracak olursanız, Kolombi­ cı yerinde sayılır. Beni gezdirip eğlendirmek uğruna iş·
ya'd, Medellin şehrine yakın bir belde. işte Kolombi· lerini aksattı. Ruben (Dario), gördüğünüz gibi Latin
ya'dayım Ne demişti Pablo Neruda; "Nasıl bilebilirdin Amerika'nın Yahya Kemal'i sayılabilecek -teşbihte ha-
ta varsa bir Amerikanist çıksın, tartışalım· bir şair ismi Benim de hayatımda taptığım bir koku vardır: tropi·
taşıyor. Otel hizmetlisi. Şehrin en girilmez yerlerini kal koku. Şöyle anlatayım: Yaz akşamı ·tropiklerde ik·
o n unla gezdik. Oora Alba ve Andrea, iki esmer teyze lim genelde yaz dolayında seyreder·, yemyeşil gürlük
kızı, onlar sayesinde otelin restoranı bizim evin mut· giderek koyulaşmaktadır, gece mavisi, kızıllığı parça
fağı oldu. Rafael bir gecekondu semti olan Bello'da parça kemirip, emmektedir, meyveler, çiçekler küçük,
(BeUo, 'güzelce' anlamına geliyor. Tabii bu t ü r ağır nazlı renk bayraklarını dürmeye başlamıştır, o zaman
sosyolojik şakalara biz lsta n b u llular alışığız) oturuyor. bir koku yükselir; gökyüzü, toprak, okyanus ve yağ·
Orada dernekleşmenin başını çekiyor. Bello'da edebi­ murun kimyası yeşillik, meyve, çiçek, toz. kaya ne var­
yat ve siyaset kolkola. Anji, tarikata gireceğim diyor. sa çürütür ve bir koku hasıl olur. O kokuyu tropiklerin
Kadın evliyalanmız da olduğunu öğrenince, iyiden iyi­ efendisi nem kendi altm tabağında sunar.
ye hevesleniyor. Daha on dokuz yaşında. Baş döndü· Açıkhavada başıma geleceği biliyord u m ; koku sal­
rücü güzellikte b i r üniversiteli. Tarikat, Konya, Mevla­ dırdı. O n u Küba'dan tanıyord u m . işte o koku beni
na, insan aşkı, tasavvuf b u sözcükleri ezberlemiş. Ona kendime getirdi, yorgunluğumu. yılgınlığımı aldı. Ve
Türk.iye'de b u işlerin çok siyasallaştığını, özünden kay­ ben türlü naifliği, hatta kakavanlığı göze alarak tekrar
dığını anlatmaya çatışıyorum ... şair olmaya karar verd i m .
B u dağınık anlatım kalbimin darmadağın olmasın­ ilk günler sana ' h ü z ü n l ü T ü r k ' diyorduk, fakat öyle
dan belki de. Hayır aşktan söz etmiyorum, kalbim Ko­ değilmiş, canlı bir kişi!iı!in varmış diyordu Patricia.
lombiya'ya karşı şevkat d uygusuyla titreyen parçalara Sen beni asıl gençken görecektin dedim. Duvarı, yıl­
ayrıldı. Ülkeme benziyordu, insanlarıma benziyordu, gınlığı, anlatmalıydım önce, sonra da burada yavaş
birlikte çalıp söylemeyelim diye aramıza her tür engel­
lerin konulduğu insanlarıma. Sanat baronlan, sanat
sevicileri, hasetlikten, fesatlıktan biraraya gelmeyen
yazarlarımız, medya-moda-bulvar kıskacı nın süslü fa·
releri, paranoyak muhafazakarlar, şairlerimiz ·Tanrı
Türk. şiirini onlardan korusun-, cahil, duyarsız politika·
cılarımız hep birlikte örmüşlerdi o duvarı.
Duvara kafamı çarpa1ı yıllar ol m uştu. Bir, bir daha ...
Sonunda ne yapacağımı bilmez bir halde, iyice ser·
semlemiş, sancısı, coşkusu, hayalleri uyuşturulmuş bir
hale gelmiştim. Yarı ölüler diyarında olduğumu deh­
şetle anlamıştım. Donuktum, ses çıkaramıyord u m .
Y a r ı ö l ü l e r benim sinmiş halimi daha çok sevdiler.
Kendi halleriyle yakınlık kuruyor olmalıydılar. Aslında
benim en çok ölümü seveceklerdi, ama ölmeden önce
durutmalıydım biraz, öyle kıpır kıpır ölmemeliydim.
kod bozulurdu çünkü. Duvarı koruyan kod bozulurdu.
17 Haziran günü oranın saatıyla 14.3o'da Bogota ha­
vaala n ı n a indiğimde bazı şair ve yazarlarımızın böyle­
si gezi ve etkinlikler üzerine yazdıkları yazıları düşü·
nüyordum. Çoğu kakavancaydı. Kakavanca betimle­
nen ayrıntılar, birkaç günün beyliğini bal!andıra bal·
tandıra anlatmalar. .. O zaman b u olayı yazmak gibi bir
zorunluluğumun, böyle bir görevim olmadığına şükret·
tim. (Hiçbir kurum adına katılmıyord u m ; Türk şiirini
temsil ettiğim söylenebilirdi söylenecekse. Fakat hey­
hat, Türkiye'de bununla kim ilgilenir?! Festival komite­
si tarafından Venezüela'daki büyükelçiliğimize haber
verilmiş. verdikleri yanıt Mödeneğimiz yok", Kültür Ba­
kanlığı'mıza haber verilmiş, yanıt aynı. Edebiyat çevre­
lerimiz ve medyamızın haberi olmaması için bizzat
ben özel dikkat gösterdim, zira bırakın ilgiyi, oralar­
dan b u fakire aşağılama ve küfür gelecekti. Ne güzel
hayat. ne şirin ortamlar. değil mi!) Tek bir satır olsun
yazmama kararım iyice pekişti o anlarda.
insan hayatında kokuların yerini anlatmak için kitap
yazıldı, daha nicesi de yazılabilir.
yavaş kendime geldiğimi. Ama işi espriye v u rd u m .
Evet, Kolombiya beni k e n d i m e getirmişti, b i r iki ş i i r
o k u m a s ı n d a n s o n ra çevremde genç Kolombiyalı şair­
ler ve gencecik şair adayları toplan maya başlayınca
iyice coşt u m . S o n u n d a olan oldu, dosya s ı n ı kapan
doğru bizim otele. Kendi kendime, eh Adnan Özer, Ko­
l o mbiya'da da editörlük yaptın ya, artık 'kendi başını
belaya sokma ödülü' alma yolunda iyice ilerledi n , d i ­
yor gülüyord u m . ( H a l e n elektro n i k p o s t a a d resime Ko­
lombiya'dan yayı m la n m a m ı ş ş i i rler geliyor, taze heye­ a m a n e yapayım
canlar.) birtak ı m , Tv dizi­
Anladığınız gibi Kolombiya'da da Türkiye'de olduğu si oyuncuları n ı n ,
gibi 'üç kişiden beşi şair' (bu deyiş Aziz Nesin'den). m a n ke n le r i n ,
Gençler ö n ce ş ii r atölyelerinde pişiyorlar, b u çok ho­ s pikerlerin, pop
ş u m a gitti, sanat görüşleri yakın ya d a kafaca uyuşan şarkıcıları n ı n şi­
gençler şiir grupları oluşturuyorlar. Tabii edebiyat iri ele geçirmeye
atölyeleri de. Her atölyeni n b i r ismi var. B u atölyeler, çalıştığı b i r ülke­
şehirde başta okuma olmak üzere etkinlik yapabile­ de benim tarzım
cekleri yerleri kovalıyor sürekli, m ahalleler, kafeler, d a hoş görüle.
barlar, o k ullar, sivil toplum örgütleri, resmi yerlere va· Gelecek sayıda
r ı ncaya. meraklılar bilgi,
Bizim Yeni Türkü hareketi düşüyor aklıma hemen. enformasyon ve
Biz b u n u yaptık diyorum. Bugün de yapılmalı, gençle­ deneyim bula­
re hararetle öneririm. c a k l a r , hem de
Yeri gelmişken gençlere ş u n u da önermekten kendi­ daha düzgün b i r
m i alamıyorum; Latin Amerika geleneğine eğilsin ler, üslüpla.
yarı ölülerin u nutturmaya çalıştıkları bize 'uzak k om­
şu' olan b u geleneği t e k ra r gündeme getirsinler. XX.
Ruben ile görü!Uyoruz.
Kolom biya'n m
genç şairleri-1
Hazırlayan ve çeviren: Adnan Özer

Marleny, ben ve Tatiana

ışığa kesti her yan K u rbağalar


ı ş ı k değil b u b i r katliam içecek k a n ı n ı ,
döllenecekler
B i l i c i n i n kehanet ettiği gibi ve doğuracaklar yeni d ünya sakinlerini.
saat d u racak
ve s e n sürüneceksin topra k üstünde. Çöz ü m ü olacak şifre n i n .

E k im meltemi G ü n e ş i n yaraladığı b u lutlar


saçacak afy o n u n u kızıl b i r yağmur getirecek güneye kadar,
s e n i n d ü ş c u m h u riyetine. larvala r yiyece k habire
güzün ölü yapraklarını.

USULCA Sıçra ve atıl üstüme ve ısır b e n i


Zam a n ı n delik deşik e t t i ğ i asfalt üstünde
Keşfediyorum seni Sen, b u gülen şehirde sıvışıp gidiveren
Orada gölgeler arasına gizlen m i ş Sen, b u acı şehirde her d e m kalan .
H e r gece n i n kapı ardı meskeni
G ü n l e r fısıltıyı getirdi
Sesini t a n ı m laya m ıyorum b i r türlü Dönüşü olmayan yeni yalnızlık sakini.
Tek bildiğim bede n i n i n tahrik edici fısıltısı
Gizliden ben i saran, bizi ayrı-gayrı yapan Söyleyiverdi ağzım
Duvarın üstünde telaşsız Anısız ölenlerin isimlerini.
Işık altında, belirsiz.
Ye ni b i r s o l u k beklemekteyim buluşmada B u gece y a n ı m d a uyuyan
B u d ü ş ü beslemek için uyuma s e n o s e n i n sessiz!iğindi.
Rüzg§rla s e rs e m l e m i ş yağ m u r a d a m ı m .
Özlem Tansal: Öncelikle kitabın adıyla başlayalım iste· olurlar ve üstlerine gelen şeyler onların içinden geçip gi·
dik, kitabın adı neden "Öteki Aşk�? der ve onlar tekrar eski halini alırlar. Eğer sen gaz hali­
Nafer Ermiş: Öyküler sıra dışı, gündelik yaşamda pek ne geçebiliyorsan kayadan da sağlamsındır. Çünkü bir
karşılaşmadığımız; karşılaşsak da bize tuhaf gelecek bir an gelip de o kaya parçalandığında onu onarmanın yolu
takım aşktan ve genel anlamda aşkın unuttuğumuz yön· yoktur. Bir daha eski haline gelemez. Ama bulut neyle
!erini içeriyor, diye düşünüyorum. Buna bir gönderme karşılaşırsa karşılaşsın, eski halini geri alacaktır. Kitapta­
yapmak istediğim için kitabın adını "Ötek� Aşk" koydum. ki kahramanların zayıflıklarını da biraz böyle algılamak
Kitaptaki bütün öyküleri kapsayabilecek en iyi başlık lazım. Zayıflar ama ne yaptıklarını, üzerine gelen tehlike­
buydu. lerin ne olduğunu biliyorlar ve bu tehlikelerin üzerine,
Gülçin Akçay: Öykülerinizde hem bildiğimiz aşk tarifle­ on\arın sonunu getirecek olsa bile cesaretle gidiyorlar,
rine uymayan bir aşkı, hem de normal olmayan, hep kay­ çünkü zaten sonlarına razılar. Hatta onu istiyorlar.
beden, yaralı lnsanları anlatıyorsunuz. Bunlar hiçbir za· Eser Poyraz: Hem "Kargaların Gecesi"nde, hem de
man mükemmel insanlar ya da güçlü kahramanlar değil. "Tedirginlik"te inanılmaz bir yetiyle bir duyguyu anlatı­
N.E.: Ben onların çok da zayıf olduklarını düşünmüyo­ yorsunuz. B u iki öykünün özelliği nedir?
rum: bazı yerlerde çok güçlüler.Yani öyle bir yer geliyor N.E,: Sorunun ilginç tarafı her iki öykünün de ana mo­
ki bu yerden sonra o zayıftık güç ha!ine geliyor. Burada tifinin karga olması. Bu öykülerin bir başka yönü de on­
'
güç kavramına bakışı biraz değiştirmek isterim ... larda kendime alt olmayan şeyleri anlatmış olmam. Özel-
Özlem: Zaten acı çekmeyi göze almış insanın da bir gü­ likle "Kargaların Gecesi�nde kendime ait pek bir şey yok.
cü vardır. Gülçin: Kitapta sürekli dönüp duran imgeler var; göz­
N.E.: işte buradan başlayabiliriz. Zayıflık ve güçlülüğü lerde aylar, ince ve uzun eller, karanlıkta kaybolan kar­
bir imgeyle anlatabilirim belki: Doğadaki cisimler kendi­ galar. Bunlar da kitaba düşsel bir hava katıyor.
lerini iki şekilde savunurlar; ya kaya gibi sert olurlar ve N.E.: Benim üslübum görsel imgelere dayanıyor. Her
onlara hiçbir şey işlemez ya da bulut kadar yumuşak insanın hayatı boyunca kurtulamadığı birtakım imgeler,
görüntüler vardır, o n lardan ne yapıp etseniz de kurtula­ verilen yaşam detayları; çaydanlığın sapının kırık olması,
mazsınız. Bunlar zaman zaman, bazen de şekil değiştire­ çayın içinde dönüp duran şeker, ellerini nereye koyaca­
rek yüzeye çıkar. Mesela karga imgesi benim yazdığım ğını bilememek gibi küçük detaylan alıp döndürüyorsun.
birçok öyküde bir yerlerde bulunur. Kargada beni en çok Bu da insanı aşktan uzaklaştırıp biraz yaşam ayrıntıları­
etkileyen şey onun gece içindeki hali. Çünkü gecenin si­ n a bağlıyor.
yahlığıyla karganın siyahlığı birdir. N.E.: A:ı. önce Zeynep'in de söylediği gibi öykülerin iki
Özlem: Olmayan b i r şeyi var ediyorsun bir şekilde ama yanı var. Biri somut, biri de daha soyut yanı. B u somut
onlar her a n yok da olabilirler. ayrıntılar hem hepimizin hayatında varlar, hem de yazma
N.E: Yazar bazen kendi karanlığından, kendi sonsuz sürecindeki bir ihtiyaçtan kaynaklanıyorlar. Hepimiz ne
gecesinden karganın ya da gölgenin siluetini çizip onu kadar aşık olursak olalım, kafamız ne kadar bulutlarda
bir varlık haline getirir ve sunar ve sonra yok eder. Göl­ gezerse gezsin, ayaklarımız hep yeryüzündedir. B u masa­
gelerin karanlıkla bir olmasın ı belki de varolma ve tekrar ların başına oturup b u somut çayları içiyoruz. Her ne ka­
ölüme gitme süreci olarak düşünebiliriz. dar aşktan ölsek de yemek yiyoruz: sonuçta gerçek ha­
Glllçln: Ben bu kitabı okuduğumda şunu hissetmiştim; yattan kopmuyoruz. Dolayısıyla bu detayların olması hem
bu kitap hem çok imgesel ama aynı zamanda da bir film okur açısından hem de yazar açısından rahatlatıcı. So­
izlemek gibi. "Rüzgar ve Örümcekler"i okurken halın ı n nuçta b u olaylar b u dünyada oluyor ve sanırım onlar ol­
üstünde yatan adamı, o tozları görüyorsun, balkon de· masaydı hayat çok sıkıcı olurdu ve havada kalırdı.
mirlerin i n renk değiştirmesi gibi somutluklar da var ama Zeynep: Bunlar aynı zamanda insana başka b i r bakış
aynı zaman da çok imgesel. Çok somut cümleler yok, ya­ açısı da sunuyorlar.
ni kadın bir anda rüzgara dön üşüyor ve sen ona i n a n ı ­ N.E.: Biz her şeyi karşıtı ile algılarız. Yani bir yerde bir
y o r s u n ama aynı z a m a n d a inanman gereken bir ş e y de güzel varsa çirkin kavramım bildiğimiz için vardır. Eger
yok, orada sadece dönüp d u ra n bir şey var ve sen onu somut şeyler yoksa soyut şeyleri anlamayız ya da soyut
seyrediyorsun. şeyler olmasaydı somutu biz kavramazdık. Belki de bu
Zeynep: Hikiiye n i n iki ayrı yönü var gibi, biri daha ger· kontrastı yaratmak için b u ayrıntılar öykülerimde vardır.
çekçi biri daha imgesel ve b u n lar hep birbirine paralel gi­ Yani yazarken hiçbir zaman içinde biraz somut şeyler de
riyor. Hakan Şenocak'ın da kitabın arka kapağında söy· olsun diye düşünmedim ama b u benim de içimdeki bir
lediği gibi yazar bir labirent yaratıyor ama seni kendi ihtiyaç olduğu için ve ben dünyayı böyle algıladığım için
eliyle oradan çıkartmasın ı da biliyor. onlar burada.
N.E.: Tabii labirentin e n önemli özelliği çıkışı bulmanın Eser: Sizin için her cümlenin kelime kelime anlamı var
biraz zor olmasıdır. Çıkışı bulmak çok kolay olsaydı labi­ mı, yoksa sizin için de biraz sezgisel bir şey m i bu öy­
rentin hiçbir anlamı olmazdı Yaz ı n ı n en önemli özelliği kü?
yazma sürecin i n biraz zaman almasıdır. Tabi b u çok ko­ N.E.: Sezgisel bir yönü her zaman var. Ve ben onların
lay değil yani okurun çözmesi gereken bir yapı var, o ipuçların ı biliyorum. Yani o cümleyi düşünmeye başlar­
okura çok hazır bir şekilde sunulmuyor ama yine de ki­ sam nereye gideceğimi biliyorum. Ama tabii ki yilz say­
tapta verilen yolu izlediğinde okur labirentten çıkabilir. falık bilgiyi b i r cümleye sıkıştıramazsmız, ancak yüz say­
Özlem: Benim kitapta en çok ilgimi çeken şey orada fa sürecek bir sezgiyi bir cilmleye sıkıştırabilirsiniz. Eger


N.E.: Ayrıca okurun da beynini mantıktan
arındırıyor ve bilinçaltında akıcılığı sağlıyor.
Özlem: Orada da anlaşılmama riskini göze
almışsın aslında.
N.E.: Ben hep "ben anlaşılmıyorum" deme·
yi yanlış bulmuşumdur. Hiçbir yazarın bu şe·
kilde yakınmaya hakkı yoktur; çünkü anlat­
mak senin görevindir. Eğer okur bunu anla·
mıyorsa onlarda değil sende bir sorun vardır.
B u aynen gidip bir adama eskimo dilinde bir
şey söylemek ve anlaşılmamak gibidir. Sen
o n u n dilinde konuşmak zorundasın, o senin
kullanabileceğin bütün d i lleri öğrenemez. ile­
tişimin böyle bir şartı vardır; a nlatan kişi kar­
şısındakinin anlayacağı şekilde konuşmalıdır.
Benim böyle bir yakınmam yok çünkü ben
anlatmak istediklerimi anlatabildiğimi düşü­
nüyorum. Ama yine de benim üzerinde dur­
Yazmak cesaret gerektiren bir iş. duğum anlama biçimi zihinsetden çok sezgi­
seldir. B u n u n sayesinde okuyanlara bir şeyler
anlatmaktan çok yaşatmayı deniyorum.ve
o sezgin i n peşinden giderseniz o sezgin i n bir sürü ayrıntısına gire· bence b u çok daha önemli.
bilirsiniz.
Gülçin: B u biraz da yazarın cesaretli olma­
Eser. Peki yazarken b u sıkıştırmayı bilinçle m i yapıyorsunuz yok­ sını gerektiriyor.
sa ortaya çıktıktan sonra m ı fark ediyorsunuz?
N.E.: Aslında yazmak genel anlamda cesa­
N.E.: Aslında tam ikisinin ortası.Yani bir yanda şiirin doğasında ret getiren bir iş. Farkh üslüpta yazılan dokuz
bulunan bir esriklik ifadesi var. Ayrıca b u kadar imgelerle dolu bir
öyküyü bir kitapta toplamak da cesaret bel­
dünyanın mantığını zihni nizle kurmanız çok zor, ancak. bunu s�zgi­ ki. B u cesaretin kaynağı da yazdığın şeye
leriniz(e, bi!inçdışınızla kurabilirsiniz. Bende de böyle bir sezgı var inanmaktan geliyor. Hatta inanma sorunu bi­
a m a tabii aynı zamanda bilincin yönettiği bir tarafı da var. Belki de te yaşamıyorsunuz: Siz dünyayı öyle algılıyor­
bendeki şairle yazarın beraber çalışabildiği bir öykü oldu b � - H e � sunuz. B u küçük bir köpeğin kendinden yir­
_
bir roman yazarı gibi kontrolü elden bırakmadım, hem d� cumlelerı m i kat büyük bir köpeğe saldırması gibidir. O
söyleyen hep bir şair oldu. Fakat b� ç ? !!:unlukla yaz � a � ü �ecinı � d �: orada cüsseler arasındaki farkı düşünmez.
l r bir şey. Yazdıktan sonra çok az i.ıstunde . çalıştım oykunun, _ __ç . n k u
� Onun içinde bir dürtü vardır, buna inanır ve
a k ı l h a t a y a p a r ve o öyküde, yapılacak e n ufak bir h a t a bir suru ş e ­ saldırmak zorunda olduğunu hisseder. Hiçbir
?
yi bozabilir. D e d i ğ i m gibi şair k o n u ş t u , o s ı r a d a da roman- ykü y a ­ zaman bunu hesabını yapmaz. Yazmak da bi­
z a r ı b u n u hep kontrol e t t i ; her ş e y i y e r t i y e r i n e o yerleştirdı. raz b u n u n gibi.
Gülçin: Bana hep b u son öyküde sanki önce öykünün ritmini v� Zeynep: H e r insanın yazmak için farklı ne­
duygusunu yakalamışsınız da ondan sonra öykü ortaya çıkmış gıbı _
denleri, farklı çıkış noktaları vardır. Sizin için
geliyor. B u da aslında şiirin yazılım sürecine benziy� r. bunlar neler?
_ _ yazım sure­..
N.E.: Yazma süreci tam dediğ!n gibi oldu. B u da şıırın N.E.: Bunun iki yönü var, birincisi kendim
cine benzer. Yani o ruh hali içinde birden bire ilk cümle geldi. Aslın· için olanı: Bence blı acıları bilince çıkartma·
da b u cümle bütün öykünün mantığını, ritmini, hikllyesin i içeriyor­ n ı n da e n iyi yolu yazmaktır.
d u . önemli olan o c ü mleyi iyi hissetmek ve iyi takip etmekti. ÖZiem: Yazmak biraz da olaylara mesafeli
Eser: Biraz da ilk öyküden bahsetmek is!lyorum."Sayın baya n ı n a!· bakmayı gerektiriyor ve b u n u n sonucunda bir
dığı iki mektup"ta özellikle hoşumuza giden şey adam ı n sevgilisine rahatlama getiriyor.
_ çok acıtan
"siz" ve "sayın bayan" diye hitap etmesi. B u insanın içıni N.E.: Bunu siz de çok iyi biliyorsunuz. Yaz­
bir şey. makla olayları kendinden uzaklaştırıyorsun.
. . .
N.E.: Orada kadının kişiliğini ve aradaki Hişkiyı vermek ıçın kulla· Bir bakıma kendi kendinin psikologu oluyor­
nılan hitaplar b u n lar. Bana gelen tepkilerde o kadının hiç tasvir edil· sun.Yazdığınız zaman sizin ve öykünün ya da
memesine rağmen n e giydiğini, yllzünde nasıl bir ifadenin o\duğunu yazdığınız metin neyse onun arasına üçüncü
anladığını söylüyorlar insanlar. Ayrıca b u hitaplarla kadının kişiliği, bir yüzey giriyor; işte masaya oturup yazan
adamın kadına bakış açısı, adamın saygısı ve kendini teslim etmesi kişi b u aradaki yazar kişiliği. Yazarlık o yazar
de sezdiriliyor. Böylece bir sürü şeyi söylemekten kurtuluyo�su�-
kişiliğini geliştirmek demek bence, o n u eğit­
Özlem: Öyküler değişik anlatımlar içeriyor. Ama yine de Oykı.i ki· mek, bilgilendirmek, güçlendirmek. O ne ka­
tabı bir bütün.mesela "Öteki Aşk"ta i m l a kullanmadın. B u ilk defa
dar güçlü olursa sizi o kadar iyi ifade edecek·
denenmiş bir şey değil ama yine de orijinal ve öykünün ruhuna çok
tir. O hem sizin olaylara mesafeli bakabilme­
iyi uyum sağlıyor.
nizi sağlar, hem de aklınızdakileri, içinizden
N.E.: Biz bunu Oğuz Atay'dan biliriz. Ayrıca James Joyce bunu us­ fışkıranları süzgeçten geçirir. B u bakımdan
talıkla kullanır; b u artık anonimleşmiş bir biçim ve getirdiği birtakım
hem benim, hem de öykümün denetimini o
avantajlar var. özellikle akıcılığı sağladığı için b u öyküde kullandım
sağlıyor diyebiliriz.
a m a her öykü de kullanmam tabii ki.


k k ktif
r Merhaba g l K çakl ;;'
Onur
sev i i a ar! Merhabaliır! Ben Eskişehir' de
Erdoğan. Siıe söylemek isterim
Ben Hollanda'da yaşıyorum ve her gün işe gitmek içln trenle seyahat ki son aylarda Kanat Alıştıranlar bö­
ediyorum. işte bu seyahat(erim esnasında gazete bayiine uğrayıp lümüne verdiğiniz küçük yer yüzün­
merakımı teskin etmek ve yeni heyecanlar keşfetmek maksadıyla Türkçe den hayal kırıklığına uğradım! En
mecmualar köşesine rıazar ediyorı.ım. azından 3-4 kişinin hikayesini ya da
Leman dergisini tanıyorum ve ara sıra alıp okuyorum. Rekla m ı n ı şiirini yayırnlarnalı ve eleştirrne!isiniz
lema n ' d a daha önce gördüğüm h a l d e b u r a d a i l k d e f a Kaçak'a rastladım. bence! örneğin Kanat Alıştıranlar ki­
Yıllardır burada aradığım, özlediğim edebi yazılar ve kitap tanıtımları ile tapçığınız harikaydı! Ordaki eserler
dopdolu bir dergi. l n a n ı n çok heyecarılandım. ve eleştirilerden çok şey öğrendim!
Bundan sonra da yeni sayılarınızı takip etmeyi ümit ediyon.ım. B u geıçekten başka bir yede bula­

Yusuf
Muvaffakiyetler dilerirn. mayacağırnız bir fırsat ve zevkli bir
Saraç Hollanda � ğraştı! Bilgilerinlze.

Selamlar, kolay gelsin, Temmuz sayınız b i r harika,ellerinize sağlık ... Kaçak okurda n kaçak bir merhaba. Sa­
Korhan yı lZ KaçakProfil. Erdal öz yanıtlıyor.
"Öykü romandan çok başka bir şey"
Sayın Tuncay Akgün ••• cümlesiyle başlayan paragrafta savıyla
ömek!endirmesini çelişkili buldum. lyi bir
öncelikle, sahibi olduğunuz Kaçak Yayın dergisi'nin ı. yaşını kutlamak is·
tiyorum. Bu yazıyı, hem bunun için hem de derginizdeki değişimle ilgili gö· ÖSS Türkçe sorusu çıkar diye düsünüyo­
rüşlerimi söylemek içln yazıyorum. Son sayınızda yazarlar, gazeteciler gö­ rum. Saygılar.
rüşlerini bildirmişler dergi için . .Siz istemişsiniz onlardan biliyorum ama, ol­ Suat Kuzucu
sun . . Ben de blr okur olarak söyleme hakkını buluyorum kendimde. Kaçak
Yayın, salaşlıkla düzenin uyumu bence .. Bu biraz da hayatın tanımı gibi bir­ Merhaba Kaçak Yayın dostları.
şey oldu ama, dergiye bakınca zaten o dinamiği görüyorsunuz.Ocakbaşın· Size Van Yüzüncü Yıl Üniversite·
da edebiyat konuşmak ve bunu yayınlamak belkide en güzel kanıtı bunun. si'nden yazıyorum. Ben size 2 şiir
Baskı ve kağıt kalitenizin iyileşmesi gerekiyordu, olmuş ve umarım böyle göndermiştim ama yayımlamadınız.
devam eder. Grafikler ve seçilen pastel renkler dergiye ayrı bir ruh katmış Size söylemek istediği m şiiri yayınla
Dergiyi geç aldığım için, tam okuyamadım .. Ondandır ki ilk gördüklerimi mak önemli değil ama usta şairlerin
söylüyorum .. Bir de 4. sayfadaki, Gonzalo Rojas ile ilgili haberin bir yerin­ yanında bizim de şiirlerimizin olması
de, n Mart o!an lspanya'daki terör olayı, n Mayıs olarak verilmiş .. Bu ara­ sevdiğimiz dergi ve e n başta bizim
da dergide daha çok şiir görmek istediğimi de söylemek isterim. için sevindirici olurdu. Usta şair ol·
Son olarak ve tekrar. Uzun bir ömür Kaçak Yayı n ' ı n olsun .• Derginin bu duğumu iddia etmiyorum sadece
değişiminde ve yaşamasında emeği geçen herkesin yüreklerine, ellerine duygularımı yazmıştım. Eğer şiirlerini
sağlık. seçerek yayınlıyorsanız dergide ya­
Aysel ONU zabilirsiniz. Şiirler başka dergiye de
gönderebilirdik ama Kaçak Yayın'ın
diğer dergllerden daha yakındır bize.
Merhaba, Kanat Alıştıranlar bölümünüz içln iki çalışmamı yollamak istedim.
iyi çalışmalar.
Söz konusu parçalar ilişiktedir. Derginizin uslubu çok keyif verici, umarım daha
Ahmet Öndek
uzun seneler bizleri edebiyattan mahrum brakmazsınız. teşekkürler.
Kerem Kadayifcloglu - Sariyer

BiZE ORON GÖNDERENLER


HASAN HÜSEYiN SARITAŞ, TAHiR UÇUK·ISTANBUL, BAHADIR ÖZAY-!STANBUL, M. FATiH ŞAFAK·ŞANLIUR-
�Nri.:. E����� �G���������r: �b��l� ����:;��D��ı�T6��1����0� c��Lg����s���z:u�T
T L M N
SEÇKiN-BiTLiS, GÜLCAN GENCAY-DENiZLi, ORHAN YALÇIN-IZMIR, YUSUF SARAÇ-HOLLANDA, UFUK KARA·
KURT, PERiHAN UYSAL-IZMIR/BORNOVA, NiLGÜN ATAR-ANTALYA, BEHÇET YANI-BATMAN, RECEP ŞENER-15·
TANBUL, AYŞE FIRAT-ADANA/SEYHAN, AHMET SAYAR·CANAKKALE/EZINE, SEMRA CELIK-TRABZON/BEŞIKDÜ·
ZÜ, ERSAN OOAK-ISTANBUL, ÖZGEN AYDOS, ALPER TOLGA AKKUŞ, OZAN CAN, MEHMET EMiN EYLÜL,
AYŞE KARA/ !ZMlR ALPEREN ATIK
Sevgili Kanatçılar, ürün lerinizi a l d ı k . Ö n ü m üzdeki.sayıdan itibare n Kanat Alıştıranlar eki eski for­
matında, dergiyle b i r! i kte yer alacak, böylece ü r ü n lerinize genişçe yer verme ve değerlendirme i m ­
k a n ı b u lacağız. Lütfen göndereceği nlz(şiir, h i kaye, deneme) ü r ü n l e r i n ko lay o k u n u r o l m a s ı n a dik­
kat edin.
Gönderinizi M a i l ile, "kacak@leman.com.tr" adresine, posta yoluyla, Cihangir Mahallesi, Defter­
dar yokuşu No 47 Beyoğlu/İ stanbul. Zarfın üstüne Kaçak Yayın yazmayı unutmayın.
GÜZEL Ol, DiNÇ YAŞA­ yucuya. Ama ben zayıfladım, filinta gibi oldum, akayım ta­
Bengamin Gayelord Hauser til ortamlarına dedl!!:!n an; bu sene çok yabancı turist yap·
"Bu kitabı, güzellik incili yapın" / CHICAGO AMERICAN tı haberin olsun. Yabancılarla yeni dostluklar kurabilmek
"Büyilleyld kitap ... lstediginlz şu cevabı aynanıza verdi- için o bozuk lngilizce ile "ver ar yuu fı rom" mu diyeceksi·
recek niz? Kitabın kapağına da efendi gibi yazmışlar: "An easy
.. Siz onların en güzelisi· way to English for Turkish People" yani tam çevirisi;
nlz." I THE WASHıNGTON --r•l.&i "Türk halkına armağan edilen, lngilizce öğrenmenin şaha­
POST ne bir yolu" diye belirtilmiş. Eski fiyatı 50 lira olan, Öğre·
tim Yayınevi'nln 1979 yıhnda hazırladığı bu kitabı beş yüz­
bin lira karşılığı satın aldınız diyelim. Ders çalış çalış da bi
yere kadar. Bu durum göz önünde bulundurularak egzer·
sizlerin aralarına fıkralar serpiştirilmiş. Ruhunuz da gıda­
sız ka1mayacak yanl. Hadi iyi çalışmalar.

GİZEMCiLER ve SEKS
" ... Tantra Yoga'nın cinsel ilkelerini içtenlikle inceleyerek
ve uygulayarak, o ana dek ancak birkaç saniye sürebile·
ceğinl sandığımız cinsel birleşmenin doruğundaki ulu se­
vinci bir saate, hatta daha da uzun bir süreye çıkarabile­
cek cinsel güce kavuşabiliriz ... " / Om.ar V. Gıı ntson
" . . . i nsanlar. son derece yalın ve doğal cinsellik olgusu­
na, olağan Ye tarafsız bir gözle bakamamakta, cinsellikle
ilgili konulan hemen şakaya dökmektedirler ... " / Alice A..
8altey
" ... Taocular yalnızca bir tek zaman tanırlar · o da şim­
didir. Tek bir yer Yardır - o da burasıdır ... Bir şey kanıtla·
maya gerek duymaksızın ... Seksi, hiçbir amaca alet et·
meksizln ... " / Bhagwan Shree' Rajnees
Dinç bir vücut ve harika lngilizce ile manitayı kaptım. Şu
kitaptan da lkl pozisyon
öğrendim mi gizemclnin
u ı z
�:�ı�r: :Sk� ;r;;tı ��� GiZEMCiLER ve SEKS
yüz lira, yeni fiyatı bir
milyon lira olan bu kita­
bı görür görmez atlaya­
caktır. Yanılırsınız, felse­
feniz yanlış. Tamamen
ciddi öğretilere dayanan,
INGILIZ.C� cinselliğin ruhunu keş·
0C:RENINIZ fetmenlze yardımcı ola­
"lçinize sinercesine lngi­ cak bir çalışma Ye bunu
llzce konuşabilmeniz! en­ gerçekleştirmek öyle Sa·
gelleyen, tam bir şey söy­ n ı ldığı kadar kolay değil.
leyecekken sizi duraksa­ Söz Yayın·ın başlattığı
tan engeller vardır. Belki bir seriden bahsedilebi­
bugüne kadar üstesinden lir; "Ying Yang-Çlnde Se·
gelemediginiz bu sorunu Yişme", "Afrodizyaklar için Yararlı Bir Rehber" gibi eserler
bu kitap çözecektir. Yolu­ de meYcuttu raflarda. 1984 'te yayımlanan kitabımızda ol­
nuz açık olsun." 'Ekman duğu gibi; bütün seriyi halkımıza kazandıran ısım olarak
Sistemi !le lngillzce Ogre· Nevzat Erkmen'i görmekteyiz. Belli ki bu yola baş koy·
niniz' kibar bir rica, sizi muş, güzel bir kişl!ik. Tebrik ediyoruz. lyl okumalar.
zorlamıyor, paşa keyfin bi·
lir tavrıyla yaklaşıyor oku·

faruk.kayaOmyneı.com


Kürşad Oğuz

J ules VemeOlağanüstü demek yerine onun


romanının adı kullanılı yordu!
"Bir daha düşlerimden başka hiçbir yerde seyahat etmeyece#im... "

Bu sözü, 11 yaşında Hindistan'a doğru hareket eden bir gemide babası ta­
raf1ndan yakalanıp sert bir azar işitince söyledi Jules Verne. Romanlarından
bol para kazanınca nispet olsun diye üç gemi yaptırana kadar da denize pek
açılmadı. Aslında çok saf ve hayranlık uyandıracak bir amacı vardı o gemiye
sak!anırken. Bunu daha sonra anlatırız; netice itibariy!e babasının bu azarı
kUçük Jules'ün kendi hayal dünyasının sınırlarını zorlamasına ve insanlığın uf­
kunu genişleten bilimkurgu türünün ilk örneklerini vermesine neden oldu.
Jules Verne'in doğumu 8 Şubat ı828'e ve Fransa'nın sahil kenti Nantes'a
denk geliyor. Babası Pierre Verne dava vekiliydi; annesi Sophie Allote de la
Fuye, denizci ve armatör bir aileden geliyordu ve Nantes'ın asil denebilecek
sınıfına mensuplardı. Verne ailesine önce Paul eklendi (1829) ardından da üç
kız: Anna (1837), Mathilde (1839) ve Marie (1844) ...
Aslında, hayret uyandıran romanlarıyla kıyaslarsak, hayatı durgun ve sıkıcı
denecek kadar sakin geçti. 6 yaşında, bir uzun yol kaptanının dul eşinden ilk
derslerini alan Jules'ün ilk macerası yazının başında bahsettiğimiz wkaça­
mak"tı. 11 yaşında, bir miçoyu küçük bir paraya kandıran Jules, Hindistan'a
doğru yol alan bir gemiye kamarot olarak girdi. Bir müddet gitti de o gemi·
de. Ancak yanaşılan ilk liman PaimboeuFde babası tarafından yakalandı. Ne·
den mi yapmıştı böyle bir şeyi? Aşk yüzünden. Kuzeni Caroline Tronson'a
Tek P>Cuğuna ilgisiz kal­ mercan bir kolye götürmek için yola çıktığını itiraf etmişti babasına, ama işit­
tiği azar yüzünden kendi kendine söz verdi: "Bir daha düşlerimden başka
manın cezasmı çekti desek, hiçbir yerde seyahat etmeyeceğim ... "
çok mu ağır söylemiş
oluruz Jules Verne için? oılLU ııoc';DuliUNDA YANINDA YOKTU
Bütün bunları ömrünün son yıllarında bir Amerikan gazetesinde yazdığı "Ço·
Yoksa onu "edebiyattan " cukluk ve Gençlik Anıları"nda anlatan Verne, dindar bir anne babaya sahipti.
uzak tutmaya çalışıp daha Bı.ı yüzden, önce Saint-Stanislas Koleji'ne, ardından da ı944'te, geleceğin ra·
hiplerini yetiştiren Nantes Lisesi'ne kaydettiler onu. Burada retorik ve felsefe
·�ocukça• yazmaya iten
dersleri aldı. Caroline'i sevmeye devam etti. Ta ki o, ı847'de evlenene kadar.
yayıncısı Hetzel'in mi kur­ Ailesi zaten baba mesleğini yapmasını istiyordu. Bu vesileyle Jules, babasın·
banı oldu /ules Verne? Her dan hukuk eğitimini Paris'te tamamlama izni aldı. 20 yaşında bu şehre ilk adı·
mını atan Jules için elbette Paris bulunmaz bir nimetti. Hukuk açısından de·
halüklirda, •Denizler Altın· ğil; çocukluğundan beri edebiyata, şiire ve tiyatroya i\gi duyan Jules, küçük hi­
da 20 Bin FetSOh, " "Balon­ k�yeler ve piyesler yazmayı tercih etti. Bunda, oğul Alexandre Oumas'yla kur·
duğu arkadaşlık da etkili oldu. Dumas'larla karşılaştıktan sonra, baba Du
la Beş Ha�a-gibi çağının mas'nın sahibi olduğu "Theatre Historique"de, 1850 yılında, oğul Oumas'yla
P>k 6tesinde kitaplar kur­ birlikte yazdığı bir komediyi sahneye koyma fırsatı buldu. Hukuk okurken bir
yandan da sık·sık Milli Kütüphane'yi arşınlıyor; bilime ve yakın keşiflere bü­
gulamış olmasına rağmen
yük bir merkla yaklaşıyordu. ı85o'de hukuk diplomasını alan Verne, babası­
ancak ve ancak ı95o'lerin n ı n ısrarlarına rağmen Nantes'a dönmeyi reddetti ve 1854'e kadar "Theatre
ortasmdan sonra itiban Lyrique"in sekreterliğini yaptı, burada piyesler sundu. Gerçi aylık maaşı sade­
ce ıoo Frank ise de burada kalabilir ve hayatını devam ettirebilirdi.
iade edildi bu ı9. yüzyıl Jules, o güne kadar pek çok kez aşkı tanımış, ama dedikodular yüzünden
Fransız yazanmn... bir evlilik gerçekleştirememişti. Ama yalnızlık giderek daha ağır geliyordu. An-
nesine yazdıtı mektuplarda bundan bahse·
'" ..-·�
"�
diyordu 1856'da Amiens'de katıldıRı bir
� � '·
du u
:
� ���
an .
g d n in
��� �� � � �; : :; �;:
0 ei i 0
e

& -� , " vardı; Valentine (4) ve Suzanne


(2). Evlilik töreni ertesi yıl,
maddi problemler yüzünden
Paris'te kısıtlı sayıda katı·
lımcıyla gerçekleşti ve Ju·
les, yeni sorumluluklannı
karşılamak için para ka­
zanmak zorunda oldutu·
nu anladı. Paris borsasın-
daki komisyoncuların bir
firmasına girerek seneler­
ce sadakatle çalışmak
zorunda kalacaktı.
Evlilik ilk ve tek mey­
vesini 1861 yılında verdi:
Michel. otlu doğdutunda
Jules seyahatteydi ve ço­
cuğun daha ilk günden ba·
basıyla ballan kopmuştu.
\ Jules'ün babalık duygu�rı
kendi babasıyla ilişkisi yü·
zünden pek sağlam değildi.
Bu ilgis!zUği Michel'i önce
ıslahevine, daha sonra da
1.5 yıl boyunca bir gemiye
göndermeye kadar varmıştı
(Babasının bütün kitaplarını ge­
miye götürüp okuyan Michel, iler­
de intikamını bu yolla alacaklı). Sıra­
sı gelmişken, Michel'in önce bir komed­
yenle, bir süre sonra da boşanarak onu
biraz daha '"yola sokmayı" başaracak bir
başka kadınla evlendiğini hatırlatalım.
6o'ların başında Jules Verne'in bazı ar·
kadaşlarıyla lngiltere, lskoçya ve lskandi·
navya seyahatlerine çıktığını görüyoruz.
Özellikle de kfişif Aristide Hignard'la. Hig·
nard sözleri çoğunlukla Jules Verne'e alt
şarkılar yazıyordu. Ama onu asıl bilim-
kurguya yönelten, Nadar 13kaplı fo·
toğrafçı ve baloncu Felix Toumac·
hon oldu. Nadar. Paris'in balon·
dan fotoğraflarını çekip bir heli-
kopter yapmayı planlıyordu.
186o'ta, Geant adlı büyük bir
balon yapmaya başlamıştı.
Bu balon, birkaç odayı içine
alabilecek büyüklükte bir
gondolu havaya kaldıracak­
tı. Jules Veme, kendisini bu
projenin cazibesine iyice
kaptırdı ve Nadar'la birlikte
"Havadan daha agır araçla­
rın hareketini teşvik etme
demeği"ni kurdular. Nad�r
daha sonra arkadaşı Verne'e
"Aya Seyahat" (1865) ve "Autour
de la Lune" {1865) romanlarındaki Mic­
hel Ardan (Ardan • Nadar) karakterini
açımlamıştı.
BALONLA BEŞ HAFTA
Edebiyata hep ilgi du'fan. Verne, 1862 yazında Paristi
editör Pierre·Jules Hetzel'te çok belirleyici bir karşılaşma
yaşadı. "P.·1. Stahl" lakaplı Hetzel (1814-1886) çok tutku·
lu blr cumhuriyetçiydi. :z Aralık 1851'dekl darbeden son·
ra Brüksel'e sürülmüş, ı86o'ta Parls'e dönüp Jacob So·
katı 18 numaraya yerleşmişti. Büyük ihtimalle Jules Ver­
ne'le de bu büroda tanıştı. Verne ona "Voyage en alr"
(Gökyüzünde Seyahat) adlı bir dosya bırakmıştı; işte bu
dosya "Balonla Beş Hafta"ya dönüştü. Verne'ln bir grup
kflşifin Afrlka'da tUy1erl diken diken eden maceralannı
anlattığı kitap ı863 Ocakı'nda Hetzel tarafından iUOstras·
yonsuz basıldı ve bu, uzun bir edebi işbirliğinin başlan­
gıcı oldu.
Ancak Hetzel'le sözleşmesi onu çok kısıtlıyordu {çocuk·
tar korkmasın diye bazı bölümlere sansür uyguluyordu
Hetzel). Aslında Verne ve Hetzel arasındaki anlaşma da·
ha çok Hetzel'in işine yarayacak şekildeydi ve bu anlaş·
ma Hetzel'e yazarın romanlarını o hak iddia etmeksizin
elden geçirme imkllnı veriyordu. Hetze!, Verne'ln elyaz­
malarını düzeltiyor, eleştiri geldiği izlenimi verip değişik·
ilkler yapıyordu. Veme'in bu değlşikUklere sesi pek çık·
mıyordu: çünkü düşUnUldUğUnUn tersine öyle çok da var·
lıkh değildi. Bununla birlikte, başka dergi ve gazetelerde
de Veme'in roman ve hlkliyelerl tefrika ediliyordu: Ame·
rikan ve lngiliz gazetelerinde bile. ilk romanından ltlba·
ren tüm dünyada değişik dillere çevrilmeye başlanmıştı
kitapları. Çünkü yazarımız, bir romanı başarıya ulaştıra­ tattı. 1866'dan ı87o'e kadar Honorine'le birlikte Cro­
cak kesin formülü bulmuştu: Fantastik bir plan hazırla ve toy'da oturdu Verne. Bu, Fransa · Prusya Savaşı'nın en
bir sürü gerçek ve rakamla bunun gerçek olabileceAini hareketli dönemiydi. Hatta Verne de zorla sah!I muhafızı
gösteri olarak görevlendirilm!şti. Ordudan emekli olmuş ve tü·
Verne, sonraki yıllarda Hetzel Yayınevi'yle pek çok an­ fekleri paslı birkaç kişiyle Somme sahlUerinde devriye
laşma imzaladı. 20 Mart 1864 tarihti ilk sayısından itiba· gezmek zorunda kalmıştı. 187o'te savaşın bitmeslyle Ver­
ren Hetzel'in gençler için çıkardığı "le Magasin d'Educa· ne ailesi Amiens'e yerleşti. Daha fazla yalnız kalmak, ro·
tlon et de Reaction" dergisine çalıştı. Bu dergide eserle· manlarıyla ilgilenmek istiyordu Verne.
rinin çoğu eskiz halinde yayımlandı. Romanları bazerı de 1869 · 1870 tarihleri arasında basında yayımlanan ma·
"Journal des Debats" ya da "le Temps" gibi çok ciddi ga­ kaleler, yeni açılan tünel ve kanallar sayesinde dünya
zetelerde de yer buldu. çevresinin Uç ayda gezilebileceğini gösteriyordu. Verne,
Veme'ln romanları 1866'dan itibaren illüstrasyonlu bir "So Günde Devrlalem"i bu sayede tasarladı ve 1872'de
koleksiyon halinde "Voyages Extraordinalres dans les tefrika olarak yayımlandı bu kitap. En başarılı romanı da
mondes connus et lnconnus" {"Bilinen ve Bilinmeyen bu oldu. ''l'lle Mysterieuse" (Esrarengiz Ada) ve "Michel
Dünyalarda OlaAanüstU Seyahatler") adıyla yayımlandı. Strogofl"' geldi. Daha sonra Veme, romanlarından OçünO
Yazar ve editörü yeni bir edebi proje hazırladılar: Roman uyarlamak için tiyatroya döndü ve Adolphe d'Ennery'yle
şeklinde bütün yeryüzünü tasvlr edecek uzun bir kltap çalıştı. "Bo Günde Devrialem," "Kaptan Grant'ın Çocukla·
serisi. Adı da belliydi: "le Roman Geographlque." n," özellikle de "Michel Strogoff' büyük başarı kazandı
Hetzel 19. yüzyılın büyük Fransız yazarları n ı n (Balzac, ve yazarına bol para kazandırdı. 188o'den sonra Fransız·
Hugo, Musset, Sand gibi) eserlerini yayımlamış olsa da 1ar "olağanüstU" demek için "Strogoff' demeye başlaya­
ismini önemli sanatçılann {Ferat, Riou, Neuvitle, Benett, caktı ...
Roux gibi) illüstrasyonlarıyla süslü, yaldızlı ve ciltli kitap­ 1876'da Honorine'in saAlığı bozuldu, doktorlar 48 sa­
lara borçluydu. ilk dönemin "Voyages Extraordinaires"le· ati kaldıAını söylüyordu. Ama kan değişimi sayesinde ya­
rinin başlıktan çok tanıdıktı: "Balonla Beş Hafla," "Dün· vaş yavaş düzelen Honorine 8o yaşına kadar yaşadı!
yanın Merkezine Yolculuk," "Kaptan Grant'ın Çocukları," Başarı, yazara lüks bir hayat, büyük bir ev, hizmetçiler
"Denizler Altında zo Bin Fersah," "Aya Seyahat ... " Yine getirmişti. Ama Verne'in aklı seyahat!erdeydl. Hem artık
1863 yılında, ilk romanın ı n başarısından sonra Jules Ver· elinde imkan da vardı. önce Sainı Michel {oğlunun adı)
ne Hetzel'e fütürist bir elyazması gönderdi ve Hetzel bu· ardından Saint Michel 2 ve son olarak da Saint Mlchel 3
nu Ustu kapalı olarak reddetti: "zo. Yüzyılda Paris." adli Uç tekne yaptırdı. Bu teknelerle lngllıere kıyılarını, ls­
1994'te tekrar bulunup yayımlanan bu roman bugün bü· koçya, St. Petersburg, Hamburg, Kopenhag, Akdeniz, Ce·
yük blr başan kazanmış durumda. ıayir, ltalya, Venedik ve Amerika'yı dolaştı. Niagara şela·
lesine kadar gitti. Bu seyahatlerin en OnlOsU 1884'te Ak·
Oç B0V0K TEKNESi OLDU deniz'e yaptıAı oldu: Yazar, "Mathias Sandoıf" romanı için
Denize ve seyahatlere tutkun olan Verne, 1867'de de· ilham ararken Malta açıklarında neredeyse batıyordu.
niz subayı kardeşiyle birlikte llverpool'dan New York'a Jules Verne o dönemde zamanının çoa:unu özellikle bl·
dönemin en ünlü gemisiyle seyahate çıktı: "Great·Eas· Umsel kitapları, dergileri ve gazeteleri okumaya harcıyor·
tem." Bu gemiyi "Une ville flottante" adlı romanında an- du. Fransa ve 1868'den itibarenkl kolonllerinin coğrafya-


1895'e doğru, Jules Verne'in bir grup yazann sosyal un·
vam olduğu yolundaki efsane italya'ya yayıldı. Romancı·
nın var1ığını doğrulamak için ltalyan yazar Edmondo de
Amatis, Amlens'e geldi ve yaşlı Veme'ler tarafından
dostça karşılandı. 1B96'da kimyacı Eugene Turpln, Jules
Veme'in yayımladığı "Face au Orapeau" adlı romandaki
Thomas Roch karakterinde kendini gördüğüne inanarak
Veme'e ve yayıncısına dava açtı. Veme gerçekten de on·
dan etkilenmişti ve aldığı cezayı ödemekte tereddüt et·
medi.
"Voyages Extraordinalres" dizisinin başarısı yüzyıl so·
nunda yavaş yavaş azalınca Veme, yeni bir tıır olan po·
lisiye romana yöneldi: "les Freres Kip; "Un drame en ll·
vonie" ve "Maitre du monde." Ancak pek başarılı oldu·
gunu düşünmUyordu. "Beni en çok çeken bu tarzın ate·
şi, ve benim en büyOk Uzüntüm bu turde başanlı olama·
mak" diyecekti bir gazeteciye yazdığı mektupta.
Başarı? Evet başarılıydı aslında ama "gerçek" edebiyat
çevreleri tarafından takdir edilmemek onu bacağındaki
kurşun yarasından daha faz1a Uzüyordu. Alexandre Du·
mas'nın desteğine rağmen Fransız Akademisi'ne hiç ka­
bul editmeyen Veme, edebiyatta hak ettiği yere sahlp ol­
madığının farkındaydı. Değerini tekrar bulması, ancak ve
ancak, 1950 sonrasında, Butor, Carrouges ve daha sonra
da Barthes, Foucault. le Clezio ve Serres onun eserleri­
nin arka planında sembollerle, yaratıcılıkla dolu bir dün­
ya olduğunu keşfedip onu mahkum olduğu "çoc.uk yaza­
n" yaftasından kurtardıklarında oldu.
sını hazırlayan Veme, 1870 - ı88o arasında Hetzet'in tale­
biyle "Histoires des grandes voyages et des grands voya· GözUndeki katarakt ve 24 Mart ı905'te ölümüne neden
olan diyabet belasına rağmen 1904'e kadar çalışmaya
geurs"ll {"8üyllk Seyyahlar ve Seyahatler Tarihi") yazdı.
devam etti Verne. Son yıllan yeterince UzOcOydll. ı900'de
oturdukları güzel evden daha gösterişsiz bir eve taşın·
KURŞUNLA GELEN ORAM mak zorunda kaldılar. Edgar Ailen Poe, ı902'de "Anhur
9 Man 1886'da çok sevdigi kllçük kardeşi Paul'lln oglu Gordon Pym"in maceralarına tutkuyla bağlanan Veme'in
Gaston Veme, bir sinir krizi sırasında amcasına hiç neden­ 50 yıldan beri en sevdiği yazardı. Veme, 24 Mart 1905'te
siz iki kurşun sıktı. Bacağından yaralanan Verne hayatının ölmeden once Amiens'deki evinde 10 kitap daha bitirdi.
bundan sonraki kısmını sakat geçirmek zorunda kaldı. So'den fazla roman yazan, ıs'ten fazla tiyatro oyunu sah­
Bundan birkaç gün sonra da Heızel'Jn ötümU geldi. Yayı­ neleyen Verne, daha sonra şaşırtıcı billmsel keşiflere iliş­
nevini devralan ogul Hetzel, Veme'in kitaplarını yayımla­ kin bilgisi nedeniyle H. G. Wells'le blr1ikte en iyi blUmkur­
mayı sürdllrdll. Ta kl 1914'1e yayınevl Hathette'e devredi­ gu yazarlan arasında gösterilecekti.
lene kadar. Jules Verne, Amiens'de z8 Mart 1905'te gömülUrken
1886'da Veme'in onemtl bir kitabı daha yayımlandı: Fransız hUkümeti ve burnundan kıl aldırmayan edebiyat­
"Robur-le conqueranr ("Fatih Robur"). Robur, bir çeşit çılar onu yine yalnız bırakmıştı. Alman imparatoru bile el·
helikopter olan "Albatros"un yaratıcısıydı. Verne'ln çisini gönderirken, cenazede Fransız hOkOmetinden kim·
1904'te "Maitre du Monde" adıyla yazdıgı romanın deva· se yoktu.
mında bir iblise dönüşen Robur uçan ve yUzen bir araç Ölümünden sonra ise ilgisizlik sırası hayatı boyunca
sayesinde terör estirecektl. babasına iyi duygular beslemeyen Michel
1888'de. anık Paris'e neredeyse hiç uğramayan ve ya· Verne'e geldi. Yazarın ölümünden
yıncısıyla da ilişkilerini mektupla sürdüren Veme, Ami· sonra geride bıraktıklarını yayım­
ens'in belediye meclisine seçildi. Özellikle tiyatro ve pa· lamak üzere oğul Hetzel'le anla­
nayırlarla ilgileniyor ve işlerini çok ciddiye alıyordu. şan Mlchel, editörün şan koş­
ı889'da şehrin ilk sirki için ön ayak oldu ve yapımını biz· tuğu her tür10 deRişikliği ka­
zat savundu. cascabe1 adlt bir sirk sanatçısından etkile· bul etti. Böylece 1905 · 1910
nen Verne, adı "Cesar Cascabel" olan bir romanyazdı. Bu arasında yayımlanan kitap­
arada "Voyages Extraordinaires" dizisindeki kitapların ya­ lar, çoğunlukla yazarın dO·
yımı da sürüyordu. Veme bu dizide toplam 65 kitap ya­
yımladı.
Coğrafya Derneği, Amlens Akademisi gibi pek çok kuru­
��:��:�;� ��ji��� �:ıf���:
deki sosyal davranış tahlil­
luşun Uyesi olan yazar anık kendini neredeyse bu şehre ler! M!che1'ln kltaplarında
adamıştı. Söylevler veriyor, halka okumalar yapıyordu. onadan kayboluyordu. Oysa
Bunlardan en eğlencelisi elbette Amiens'li!ere Amiens'in Verne'in romanlarında, poli·
2ooo'dekl halini anlattığıydı. Bu ilgi, Veme'e, Amlens be­ tik eleşı!rl!er de vardı ...
lediye başkanlığının öneri!mesine yol açtı ama her sabah
beşte kalkıp kendini yazmaya veren yazar, teklifi reddetti.


� s m u >l o n 91 21 91

DİPLOMA TÖRENİ Bu deşifrasyon teşebbüsünden ucuz kurtulduk! Şimdi


Geçen hafta Kaçak Yayın ' ı n d a n ı ş m a n ı Adnan Adnan beye ilk hatırlatacağı m söz "Alma mazlumun
Ozıer' i n yoğun ilgi ve ısrarlarına mazhar olduk. Siz de­ ahını çıkar aheste aheste!"dir. Bu girişimler devam
yin beş kez ben diyeyim o n kez telefonla aradı ve bi­ ederse, benim de kulağımın n e kadar delik olduğu or­
zi Leman binasının terasında yapı lacak diploma töre· taya çıkar; Adnan beyin "Ka/ombiya'ya Medelin Şiir
n i ve "köfte partisi"ne davet etti. Kaçak Yayın'ın ya· Festivaline gidiyorum!" diyerek çıktığı yolculukta Pa­
ratıcı yazarlık kurslarında ikinci dönem de bitmiş, bi­ ris'te, Madrit'te yaşadığı maceralan a n latıveririm, ayık·
rinci ve ikinci d ö n e m mezunlarına b i r diptoma töreni lar pirincin taşın ı .
yapılacak, ardından da mezuniyet kutlanacakmış. B u
törene yazarlar. gazeteciler de katılacakmış. Mutlaka BİZİM OPRAH'LARIMIZ
bizi d e aralarında görmek isterlermiş. Adnan beyin ıs· B i r komploya kurban gitmekten son anda kurtulduk
rarları karşısında neredeyse boş bulunup "Evet" diye­ ve b u diploma töreni sayesi n d e b u ayın e n çok konu­
cektim ki o boş bulundu ve "Artık d i plomalardan bir şulan mevzulannı da öğre n m i ş olduk. Bizim Memet,
tanesini de siz verirsiniz!" deyiverdi, yani dilinin altın· sağ olsun, gece n i n sonuna kadar daya n m ı ş ve kültür
daki baklayı çıkarttı. Böylece d e b u davetin ardındaki ve sanat aleminin üstadlan n ı n tüm sohbetlerine elin·
gerçek niyeti anlamış oldum. E fe n d i m , biliyorsunuz, den geldiğince kulak misafiri olmuş. Törende medya
b i r süredir "sanal robot" gibi deyimlerle itham edili­ mensuplan çok o l unca tabii ki en çok konuşulan med­
yor, aslında var olmadığım, b i r yazarın takma ismi ol­ ya imiş. "Bizim Oprahlarımız var mır diye tartışmış ga­
duğum yazılıyor. E n büyük kuşku altında bulunanlar zetecilerimiz.
da Kilçak Yayın'ın yaratıcı kadrosu Adnan Özer, Aslan Geçtiğimiz günlerde önce Doğan Hızlan, s o n ra da
Özdemlr ve Tuncay AkgDn. O n lardan birinin müstear Ozdemlr ince Hürriyet'teki köşelerinde bu olayı konu
adı olduğuma inan ılıyor. Hatta, bu yazıları tek bir im­ etmişler. Özdemir lnc:e ..Anna Korenlna'yı keşfedeme­
za altında ü ç ü n ü n birlikte yazdığı bile söyleniyormuş. mek" baştrklı yazısında şöyle diyormuş; "Dopn Hız·
Adnan bey kendince bu ithamlara cevap verecek, dip­ lan elini çabuk tuttu. Anna Korenlno'yı keşfetmek ko·
loma töreni bahanesi ile beni deşifre edecek, yazarla· nusunda yazdı (Hürriyet, 16.o6.04). B i r gün önceki
ra, gazetecilere .. Bakın Yahya Kebir bu beydir!" diye· Hürriyet gazetesine sabahleyin hızla bakarken haber
cek, kendini kurtaracak. Neyse ki paranoyaklığım bu­ gözüme ilişmişti a m a dikkatimi gerçekte Ülker ince
rada işe yaradı, b i rd e n kafamda h e r şey netleşti ve çekti. Tolstoy'un 1873-1877 yıllan arasında yazdığı An·
Adnan beye b i r yaz gribine tutulduğumu, b u sıcakta na Karenlna adlı romanı ABD'de son günlerde birden
Bostancı'dan kalkıp Cihangir'e gelirsem hasta l ı ğ ı m ı n çok satan kitaplar arasına girmiş. Kitabın yayıncısı
i y i c e azacağı yala n ı n ı att ı m ve y e r i m e vekilharç olarak Penguin Books talepleri karşılayabilmek için 961 b i n
yeğe n i m Memet'i yollayacağımı söyledi m . Adnan bey a d e t ek sipariş v e r m e k z o r u n d a k a l m ı ş . Bu patlama­
"Biz sizi arabayla aldırınz, terasta da korunaklı bir yer­ n ı n arkasında ABD'nin ünlü televizyon meddahı Opnıh
de misafir ederiz" dediyse de lafım d i n letemedi. Winfrey h a n ı m ı n sözleri varmış. özellikle kadın TV iz·
Dönüşte, bizim yeğen Memet diploma töre n i n i bal­ leyicilerin tapındığı Oprah Winfrey b i r program ı n d a ro·
l a n d ı ra balla n d ı ra a n latmaya başlayınca . n e kadar iyi man için "Tüm zamanların en güzel aşk hikayelerinden
etmiş olduğumu da anladım. Bizim kültür fukarası Me· biri" diyesiymiş. i n s a n ı n aklına hemen b i r Türk televiz­
met bile, Radikal'in sanat editörü Cem Erciyes'i, CNN yon meddahı Sabahattin AU' n i n KlJrk Mantolu Modan·
Türk'ün Kültür Sanat Koordinatörü öykücü Başar Ba· na adlı kitabı için "En begendifiim aşk romanı dese ne
şanr'ı, Vatan Gazatesi Kitap Eki'nin yöneticisi KOrşat olur'?" sorusu geliyor. "Hiçqir şey olmaz!"
otuz' u , Radikal köşe yazarı Zeki Coşkun'u, E Dergisi Ozdemlr Beye göre okumak kültür işi olduğundan
Editörü Zerrin Yılmaz'ı, Doğan Kitap editörleri n d e n bizim kültürsüz televizyon meddahlarımız kitap tanıta·
Deniz YUce'yi t a m m ı ş . O n u n t a n ı m a d ı ğ ı önemli şahsi· mazmış, tanıtsa da kimse o n ları takmazmış. "Türki·
yetleri de ekleyince anlayın beni hangi aslanların önü­ ye'de herhangi bir televizyon programı kitabın satışını
n e atacaklarmış!.. olumlu yönde etkilemez"miş . "Türkiye'de ne Oprah
Diploma töre n i n i Adnan bey s u n m u ş ve tahmin edil· Wlnfrey var, ne de Anna Karen/na okumaya niyetli bir
diği üzere orada n e kadar yazar ve gazeteci varsa hep· televizyon seyircisi... " diye sözü bağlamış.
sine de diploma verdirtmiş. Ben de orada olsam b i r Yazarlarımız, gazetecilerimiz ise Ozdemir beyden
diploma da bana verdirip, d e ft e r i m i d ü recekmiş. Artık farklı d U ş ü n üyormuş. Progra m ı n d a ya da köşesinde
ondan s o n ra hakkında yazd ı ğ ı m bütün yazarlar ve ga· b i r kitabı tanıttığında satışı n ı artıran iki tane Oprah
zeteciler başıma üşüşüp bana n e yaparlardı bilmem! varmış; HUiya Avşar ve Ayşe Arman. HUiya Avpr'ın


programına çıkan yazarın kitabı ertesi gün hemen bir olacakmış. Almanca'da yayınlanan kita b ı n ı n başlığı da
baskı daha yapıyormuş. Ayşe Arman bir kitaptan söz ..Splegel der Stadt von Elif Shafok" (Uteraturca Ver·
ederse, hele köşesinde elinde o kitap yatağa uza n m ı ş lag) imiş. üstelik bu soyadı kullanımı sadece edebi ha·
okur gibi poz verirse bir s a t ı ş patlaması yaşan ıyormuş. yatla sınırlı değilmiş, Elif h a n ı m akademik hayatında
Cinsiyet olarak Oprah olamasa da Hıncal Uluç'un da da ..Shafak'" soya d ı m kullanıyormuş. Bu soyadıyla
okurlar üzerinde böyle b i r etkisi varmış. Üstelik o sırf Amerikan üniversitelerindeki akademik faaliyetlerini
kitap da değil, sinema, tiyatro gibi sanat dallarında da izlemek için internete bakmak kafi imiş.
okurları n ı yönlendirebiliyormuş. "Bir ÇJ� Yürek'" hiç
okun mazken ve piyasaya çıkması n ı n üzerinden aylar ENiS BATUR'UN YENi YAYI NEVİ
geçtikten sonra Hıncal Uluç hakkında yazınca kitabın lnternetin gazeteciler ve yazarlar tarafından en çok
sat ı ş ı n ı n nasıl patladığını herkes biliyormuş. okunan sitesi medyatava.net'miş ve "Medyatavo yoz·
dıysa do!}rudur!" sloga n ı n ı şiar edinen İnternet sitesi
"ŞAFAK" MI, "SHAFAK" M I ? medya ile ilgili yazdığı doğru haberlerle tanınıyormuş,
Diploma töre n i n i n ilgileri toplayan kişilerinden biri d e ama pek de bilmediği anlaşılan edebiyat alanına des·
genç öykü yazarı Nafer Ermiş'miş. Nafer bey'in Elif Şa­ tursuz girince asparagasçı konumuna düşüvermiş.
fak hakkında yazdığı yazılar gecenin başlıca konuların­ Medyatava'da ı6.07.2004 tarihi saat 11:12'de yay ı n la·
danmış. Genç dostu m uz ardı ardına yazdığı yazılarla Elif nan haber şöyle imiş; "ENiS BATUR VE ARKADAŞLAR/
h a n ı m ı n Türkçe'nin niteliklerini övüp övüp sonra da i n · KOÇ YA Y/NlARl'NDA! Bir süre önce Yapı Kredi Yayınla·
gilizce r o m a n yazmaya soyunmas ı n ı eleştiriyormuş. Elif rı'ndan ayrılan Enis Batur ve Ayfer Tunç'un Kaç Grubu
hanıma "Madem Türkçe bu kadar zengin ve güzel bfr bünyesinde faaliyet yürüten Kaç Yayınları 'yla anlaştıgı
dil, niçin lngilizce yazıyorsunuz?" diye soruyor ve ceva· ö!}renildi. Batur'un, Koç Yayınları ile anlaşması üzerine,
b ı n ı da kendi veriyormuş. Nafer beye göre Ellf H a n ı m Can Yayın/orı'nda işe başlayan Ayfer Tunç da, eski çalış­
Amerika'da bilinen ve tanınan bir yazar olmak istiyor· ma arkadaşıyla hareket etme kararı aldı. Yayın dünya­
muş, bunun yolu da lngilizce yazmaktan geçiyormuş. sında sır gibi saklanan transferin, Eylül ayında duyuru/·
Gerçi o zaman in· ması planlanıyor."
san artık Türk va· Bu asparagasın tekzibi ise çok gecikmemiş, aynı
zan değil Ameri· gün (16.07.2004) saat 14:15'de bizzat Enis Batur' dan
kan yazarı o l u r· gelmiş. Batur, 'Sır gibi saklanan haber anlaşılan ben­
muş ama zaten den de sır gibi saklanmış' diyor ve mesaj ına şöyle de·
Elif H a n ı m ' ı n bu vam ediyormuş; "Peki, medyatava yazdıysa dogru mu·
konuda b i r kaygı· dur? Sır gibi saklanan haber anlaşılan benden de sır gi·
sı yokmuş. Ameri· bi saklanmış, çünkü benim Kaç'la hiçbir temasım olma·
ka'da meşhur ol· dı. Dahası, bi/di!}im kadarıyla, Koç yayın işinden çekil·
mak için "Şafak" me kararı almıştı. Sizden ricam, bu kısa notumu medya·
olan soyad ı m de· tava'da yayımlamanız : Aslı astarı yoktur kısacası. Se·
ğiştirmiş, "Sha· lam/ar, Enis Batur"
fak" olarak kulla­ Oysa Enis Batur'un Koç Yayınlan'nın başına geçece·
nıyormuş. Zira biz ği söylentisi uzun zama n d ı r edebiyat çevrelerinde do·
nasıl "0, t!, A" gi· taşıyormuş. Ama edebiyat çevreleri Medyatava yazar·
bi harfleri b i l m iyor ları gibi yayın dünyasından habersiz olmadı kları için
ve yadırgıyorsak, bu söylentiye kulak asmamışlar. Zira 31.1z. 2003 tarihi
"Ş" harfi ne de itibariyle Koç Kültür Sanat Yayı ncılık kapatı lmış ve yö·
Amerikalıların dili neticileri Özalp Birol ve Samih Rifat görevlerinden
dönmezmiş, d i lleri dön meyince de garipser, bu yaban· a l ı n m ışlar . ..Sır gibi saklanan .. esas haber Özalp beyin
cı yazarı beni msemezmiş. yeni görevi imiş. Enis Batur'un yakın dostu ve YKY'de
Bazı dostları Nafer beyin olayı gereğinden fazla abart· eskl çalışma arkadaşı olan Özalp bey, Koç ailesi n i n
tığını düşünmüş ve bu soyadı değişikliği iddiasını damadtı i n a n Kıraç b e y i n h o l d i n g i n i n k ü l t ü r ve sanat
abartmadan kaynaklanan bir espri olarak kabul etmiş· faaliyetlerinin başına geçiyormuş. Bu kültür ve sanat
ler. Ama yanılan Nafer bey değil arkadaşlarıymış. Me· faaliyetlerinin kapsa m ı n d a yayıncılık da varmış ve bu
!!;erse Elif hanım ..Şafak'" soya d ı n ı sadece Türkiye s ı n ı r · yayı n c ı l ı k işinin başına kimin getirilmesi düşün ülüyor·
! a r ı içinde k u l l a n ı r m ı ş . Y a l n ı z Amerika'da d e ğ i l Avru· muş biliyor musun uz? Ben biliyorum ama söylemem!
pa'da da "Shafak.. soyadı ile tanı n ı rmış. Bit Palas kita· O bilgiyi de edebiyat haberlerinde işi sağlama ahp
b ı n ı n lngilizcesi n i n kapağında "The Flea Palace by Elif birkaç kaynaktan teyit etmek gerektiğini asparagasçı
Shafok" (Consortium) yazıyormuş. lngilizcede yayın la· konumuna düşerek acı bir şekilde öğrenen Medyatava
nacak yeni kita b ı n ı n başlığı da ..The Saint of lncipient araştırıp bulsun!
lnsanlties by Elif Shafok" (Farrar, Straus and Giroux)


YAZARIN RÖVANŞI ton olarak kayda geçtiğini söylese de, bazıları "bir mil­
Geçen ay "Biz Evleniyoruz'un Yazar Adayı" başlığı yon basmak bir milyon satmak defjildir" dese de ve yi­
altında bilimkurgu yazarı Orkun Uçar beyin televizyon ne bazıları rekorlar kitabına bakıp karşılaştırmalar
maceralarından söz etmiştik. Orkun bey, "Biz Evleni­ yapsa da konumuz o değil.
yoruz"un elemelerine katılmış ve yarı fınaldeyken ya­ Efendim, benden daha münafıkların söylediğine ba·
rışma hakkını son anda kaçırmıştı. Orkun bey, bu ya­ karsanız Ahmet Altan'm kitabı Savaş ve Barış beylerin
rışmaya katılma amacı olarak, toplumu "idiotlaştıran" iddia ettiği gibi Avrupa bir yana Türkiye'de bile rekor
televizyon programlarına müdahale etmek ve de o kırmamışmış. Kitabevlerinin her hafta ilan ettiği "En
programları kendi amacı için kullanarak günlerce ve Çok Satan Kitaplar" listelerine göre durum söylenen·
saatlerce sürecek canlı yayınlarda halka edebiyat sev­ den çok farklı imiş. !stanbul Pandora Kitabevinin lis·
gisi aşılamak olduğunu ama son anda eleniverdiğini tesine göre en çok satan kitap beş yazarımızın imza·
açıklamıştı. sını taşıyan "Beşpeşe .. imiş. Pandora'da "içimizde Bir
Anlaşılan Orkun bey, yenilen pehlivan misali güreş­ Yer", Ayşe Kulin'in Kardelenler'i ve Dan Brown'ın Di­
meye doyamamış ve bir teşebbüste daha bulunmuş. jital Kale'sinden sonra dördüncü sırada yer alıyormuş.
Kanal D'nin yeni bilgi yarışması Düello'ya başvurmuş Ankara imge Kitabevi'nde de durum aynıymış, "İçimiz­
ve yarışmacı olarak kabul edilmiş. de Bir Yer" aynı kitaplardan sonra dördüncü geliyor­
Orkun Beyin ortak· muş. Remzi Kitabevleri'nde de Dijital Kale ve Karde­
!arından olduğu bilim lenler'den sonra "içimizde Bir Yer" üçüncü imiş, An·
kurgu yayınevi xasi­ kara Bilgi Kitabevi'nde de Salim Taşçı' n ı n "Satılık
ork'un internet site­ Dünyası" birinci "içimizde Bir Yer" ikinci imiş. Kitap
sinde aynen şöyle bir İnternet kitabev!eri ldeefıxe'de üçüncü ve Yenisay­
açıklama yer almış; fa'da da ikinci durumda imiş. Ahmet Altan'ın kita b ı n ı n
"15 Temmuz Perşem­ ç o k sattığı sadece iki kitabevi varmış; Ankara Dost v e
be gecesi yayımevimiz DR kitabevleri. üstelik b u d u r u m s ı r f b u haftaya
oıtafjı ve yazarı Orkun (15.07.2004, Cumhuriyet Kitap) mahsus bir şey değil­
Uçar Kanal D'nin ya­ miş, önceki haftalarda da aynıymış.
rışma programı Düe/­ Ahmet Altan'ın kitabından daha çok satanların "Bir
/o'ya katıldı. Orkun milyon sattık!" diye bir iddiaları olmadığına göre bura­
Uçar ilk turdaki tüm soruları bildi. Daha sonra difjer ya­ dan şu sonuçlar çıkartılabilirmiş; "içimizde Bir Yer" bir
rışmacı Alev Karaca ile altın külçelerden 6 tane alarak ı2 milyon satmamışmış ya da diğerleri bir milyondan faz­
milyarlık ödüle hak kazandılar. Finalde ikisi de yarı yarıya la satmışmış ama ayıp olmasın diye bu durumu açık­
diyerek 6'şar milyar lira şeklinde ödülü pny/aştılar. Orkun lamıyorlarmış. Ayrıca, Türkiye'nin ve dünyanın en ucuz
Uçar bu parayı yayınevi faaliyet/eri do/ayısıyla Bafjkur'a kitabı olması nedeniyle Ahmet Altan'ın kitabı n ı n fiya­
biriken 5 milyar prim borcunu ödeyebilmek için kul/ana­ tından yola çıkıp "Ucuz kitap çok satar!" diyenler (Is·
ca!Jını söyledi. " Anlayacağınız Orkun bey görsel medya­ met Berkan'ın kulakları çınlasın!) da böylelikle tezle­
ya karşı verdiği mücadelede halkı bilinçlendirme amacı· rinde haksız çıkıyormuş, zira listelerde baş sıralarda
ni:ı ulaşamamış ama en azından rövanşı kazanmış ve 6 yer alan kitapların en ucuzu bile "İçimizde Bir Yer"in
milyarı kapmış. Güle güle harcasın! iki katı fiyatına imiş.
Ben b u kez münafıklık yapmayacağım ve birkaç ger­
EN ÇOK SATAN KAÇ SATAR! çeği açıklayacağım; bir kere "içimizde Bir Yer" sadece
Hatırlayacaksınız, okurlarım Ahmet Altan'a ve onun kitapçılarda satılmıyor, marketlerde, kuru yemişçilerde,
bir milyon satan kitabına kafayı taktığımı söyleyip be­ cep telefoncularda, çiçekçilerde de satılıyor. Bu neden­
ni eleştiriyor ve umeyva veren ağacı taşladığı"mı sa­ le kitapçılarda satışının düşük olması garip değildir ve
vunuyorlardı. Normaldir, meyva veren ağaç taşlanır. bu durum bir milyon satışa ulaşmasını engellemez. Ku·
önemli olan fırsat vermemek! Sağolsun Alkım Yayıne­ ruyemişçi ve çiçekçilersatış rakamlarını açıklarsa ve Ah­
vl sahipleri Savaş ve Barış beyler basına o kadar çok met Altan'ın kitabından başka kitap listelerde yer al­
beyanat veriyor ve rekor üstüne rekor açıklıyorlar ki mazsa ne diyeceksiniz! ikincisi, b u listelerin doğru ol·
Ahmet Altan'ın ve sevgili kitabı " i çimizde Bir Yer"in duğu ne malum? Herhangi bir kontrol, noter tespiti var
her dakika konuşulmaması olanaksız. Savaş ve Barış mı? Yoksa isteyen istediğini mi açıklıyor! "içimizde Bir
beyler en son Neşe DUzel hanıma Radikal gazetesin­ Yer"in ı milyon basıldığı noter tara�ndan tespit edildi,
de tam bir sayfa beyanat verip Ahmet Altan'ın kita b ı ­ ama diğer kitaplar için tespit yaptıran yok! Liste açıkla·
n ı n en k ı s a sürede bir milyon satışa ulaşan kitap o l a ­ yan b u kitapçıların Ahmet Altan'a garezi olmadığını ne·
r a k Avrupa rekoru k ı r d ı ğ ı n ı i d d i a etmişler. B a z ı müna· reden biliyoruz? Yakında Savaş ve Barış beyler bir no·
fıklar Bill Cllnton'ın anıları n ı n sadece iki günde bir mil· ter çağırıp kitabın ı milyon sattığını da tespit ettirirse
yon adet sattığını, dolayısıyla Ahmet Altan'ın rekoru­ bu çok satan listelerinin inandırıcılığı kalır mı ve kita·
nun maalesef tarih olduğunu, yeni rekortmenin Clin- bevlerl liste yayınlamaktan vazgeçer mi?
Bir dahi olduğunu herkes kabul ediyor;
Amerika ile Japonya onu paylaşamıyor;
ve dünya ondan bir Nobel bekliyor.

HARUKİ Murakami

"İmklinsızırı Şarkısı büyük bir sürpriz.


Herhangi bir edebi eser olarak kabul
edilemez, bize herhangi bir yeni yazan
da müjdelemiyor; bu eser gerçek bir
dehayı gözler önüne seriyor."
Chfoago Tribune

"Bu sade ve hüzünlü aşk hikayesi


Murak.ami'ninJaponya'da olduğu kadar
tüm dünyada da geniş bir okuyucu
kitlesi kazanmasını sağladı."
The Los Angeles Times

"Aşkın imkansızlığı ve şiddeti üzerine ·

yazılmış bu hüzünlü roman insanın


tüylerini ürpertiyor. Ama Murak.ami'nin
asıl başarısı hikii.yenin en umutsuz
anlarında bile elden bırakmadığı
muzip bakış açısında ... "
The New Yorker

�DDCAN
.. KiTAP
www.dogankiLlp.com.tr
Ve Nihat Genç Cadde'de ...

You might also like