You are on page 1of 6

BİR DÖNGÜNÜN ONİKİ ÇAĞI

Sahaja Yoga/ Shri Mataji

Büyük kozmik döngülerin, çağların (Sanskr. Yuga) ve onların bizim gözlemleme alanımızın dışında
kalan, çok uzun zamanlar alan evrim aşamalarının aksine, sınırlı deneyimimize daha çok benzeyen
daha somut döngülerden bahsedebiliriz. Bu nedenle astronomlar (ilk olarak İ.Ö.182 yılında Hipparcus)
devinme olayı adını verdikleri bir fenomen keşfettiler ki bu, dünyanın ekseninin yavaş yavaş dönmesi
anlamını taşıyor ve merkezi gezegenimizin ortasında olan çifte bir koniyi belirtmekte. Bu hareket, her
yıl güneşin ekinokslara gitgide daha erken gelmesine neden olmakta. Ilım noktalarının devinimi terimi
bu nedenle kullanılmakta. Bu fenomen, dünyanın ekseninin ekliptik (güneşin gökyüzünde izlediği
görünen yol, yerküresel ekvator çizgisinin altında oluşan 23°27'lik açı) kutupların etrafında neredeyse
dairesel şekilde hareket etmesiyle dönence noktalarının batıya doğru kayması olarak farkedilebilir.

Ekliptik ilkbahar ekinoksunun ilerlemesi ve onun gökyüzü ko-ordinatları 25,200 yıl sürmektedir.
İlkbahar noktasından başlayarak astrologlar ekliptiği 12 eşit sektöre bölmüşlerdir. (Burç evleri) Bunlar
30 dereceliktir ve herbiri kendine ait takım yıldızların adını taşımaktadır. Her bir sektörün geçilmesi
2100 yıl (kabaca 2000) almaktadır. Dünya ekseninde kuzey kutbu şu anda Ursa Minor veya Küçükayı
takımyıldızına doğru yönlenmiştir (şu anki Polaris). 4000 yıl önce adı Alpha Draconis olan başka bir
kutup yıldızına doğru, yönlemişken, 12000 yıl içinde gezegenimiz Vega'ya yönlenecektir.

Kuran'da tanrısal zamanın ölçüsü elli bin yıl olan bir gün (70.4) sayılması, herbiri 25,000 yıllık iki
döngüye eşit olması anlamına gelir ki bu da çağımız astronomlarının hesapladıkları devinimden
yalnızca %0.8 oranında farklı bir rakam vermektedir! Bir döngü Tanrı'nın Yaradılış'ını tezahür ettirdiği
bir günlük (gündüz) dönemdir ve diğer döngü Brahman'ın tezahür etmediği, gece dönemidir (deus
otiosus).

Eski Pers inancına göre Zurvan akarana (Sonsuzluk) 12,000 yıllık sınırlı zaman'dan hem önce hem de
sonra gelir. [1] Sırasıyla Manu Yasaları [2] ve Mahabharata [3] 12,000 yıllık (dört yuganın toplamı:
4800+3600+2400+1200 yıl) bir mahayuga'yı belirtir. Eşit bir tezahür etmeme dönemi eklersek (Zurvan
akarana) 24,000 yıl elde ederiz. Yukarıda gösterildiği gibi, döngünün sonunda bir Bakire (Saflığı,
Sanskritçe'de Nirmala'yı temsil eden) mistik havuzun sularına girecek. Zafer Işığı (Kundalini'nin
tezahürü) onun bedeninde içkin olacak. O şeytanların ve insanların tüm kötülüklerine hakim olacak
birini yetiştirecek [4].

Durumu bu perspektiften ele aldığımızda, (karşılık gelen takım yıldızların adıyla anılan herbir çağa)
farklı bir aeon'un tezahürüne - yeni bir tanrısal özelliğin yeni Avatar'ın enkarne olmasıyla
açıklanmasına - tekabül edecektir. İ.S. 3ncü yüzyılda yazılmış olan bir Midrash bu dünya tarihinin
2000 yıllık dönemlere bölündüğünü, ve sonuncusunun da Mesih'in dönemi olacağını açıklamıştır.
Önceki dönemler bir Yasa dönemi,ve yasasız geçen bir boşluk dönemi olmuştur. Bu hesaplamaya
göre, İsa tam 4. binyılın sonunda yaşadı (incil tarihlerine göre hesaplandığında) ki bunu 2000 yıllık
Mesih yılları izledi [5].

İlkel Hristiyan Sembolleri adlı kitabında, Kardinal Jean Daniélou Oniki Havari ve Burçlar [6] konusuna
bütün bir bölümü adamıştır. Burada Hippolytus'tan alıntı yapar. Bize göre, astrolojik burçların
bağlantılarına ve herbirine hakim olan tanrısal yasalara yeni bir ışık tutabilir.

Eliade Budizm'in ve Jainizm'in döngüsel zamanı oniki parmaklı bir tekerleğe benzettiğini [7] ve bunun
eski Veda'ların yazılarında ki benzetmeye aynı olduğunu söyler. Bizse, zaman tekerleğini oluşturan
oniki sektörün devinme sırasındaki oniki burç evine bölünen veya 12 takım yıldıza karşılık gelen göksel
daire üzerindeki bütün zaman döngüsünü tarif ettiğini düşünüyoruz. Roma'lılara göre, döngü süresi
Romulus'un gördüğü oniki kartaldan dolayı oniki sayısıyla bağlantılıydı [9].

Muhammed'in zamanında Arap geleneğine göre hayaletlerin burçlara yükselmesine izin vardı ve
cennetin sırlarını dinleyebiliyorlar, sonra da bunları ölümlülere anlatıyorlardı. Muhammed'den
itibaren hayaletler burçlara yaklaşmaya kalkıştıkları an kızgın ateşle kovulmaya başladılar; Kuran'ı
inceleyip okuyanlar bunların basit meteorlar veya kayan yıldızlar olduğunu düşündüler. Kuran'daki
metin Bir alevin kovaladığı ...her lanetlenmiş Şeytan... (15.18) dan bahseder. Ve hadis Ebu Katada'nın
Allah'ın sözünden bahsettiğini anlatır (Biz aşağıdaki cennetleri lambalarla donattık, ve Şeytan
taşlayacak şeyler yarattık; 67.5) ve dedi ki: Bu yıldızların yaratılmasının üç nedeni vardır, i.e. (alçak)
gökyüzünü süslemek için, şetyanları vurmak için mermiler olarak, ve gezginlere kılavuzluk etmek için.
[10] Yine de biz yıldızlar'ın ya da yanan ateşlerin negatif eğilimleri yoketmek için tanrının gücünün
tezahür etmiş hali olduğunu düşünüyoruz.

Albertus Magnus, Thomas Aquinas, Roger Bacon, Dante Alighieri [11] ve diğer pek çokları göksel
cisimlerin kozmik döngüleri etkilediğini düşünüyordu.

Şimdi kısa bir inceleme yapalım.Kozmik çağların oranına göre (4:3:2:1), tam bir döngü oniki burç
evinin dönülmesiyle sırasıyla Krita-Treta-Dvapara-Kali Yuga'lara karşılık 4.8-3.6-2.4-1.2 çağ olması
gerekir. Beklenmiş olduğu gibi, insan varoluşunun en ücra dönemlerinin yalnızca silik ve yarım
yankıları kalmıştır. Dolayısıyla uzakta kalmış Oğlak, Yay ve Akrep çağları hafızamızda iz
bırakmamışlardır, ancak biz onların Terazi ve Başak'la beraber yaklaşık 4.8 çağ boyunca, tamamına
altın çağ dediğimiz Krita Yuga'ya karşılık geldiğini söyleyebiliriz. Aslan'ın, yani kötülüğe karşı asaletin
savaşı ile, Yengeç (iyi tanıdığımız geriye giden bir yaratık) ile İkizler şeytanlara karşı savaşı sürdürmüş,
yanısıra Dharma'nın gittikçe bozulmasıyla Treta Yuga başlamıştı. Boğa ve Koç burçları Dvapara Yuga'yı
meydana getirirken, Balık Kali Yuga'ya tekabül eder. Bu döngünün sonunda Kova çağı Satya Yuga'nın
açılışına sahne olur.

Şimdi(Güneşin görünen hareketinin tersine), sırasıyla takım yıldızların isimlerini almış olan en yakın
çağları inceleyelim. Bir sonraki sayımızda devam edeceğiz.

Terazi Çağı (İ.Ö. c.14000 c.12000), kusursuz dengeyi, cennet konumunu getirentakım yıldız, Altın
Çağ'dan önce gelen üç çağ ve sonrasında takibeden bir çağ gibi, insanlığın Altın Çağ'ına dahilmiş gibi
görünmektedir.

Başak Çağı (İ.Ö. c.12000 10000) ismi çoğu yerde Bakire olarak geçen (Sanskritçede Maha Devi) Büyük
Tanrıça ile ilişkilidir. Bu çağ aynı zamanda yine cenneti çağrıştıran bir çağdır çünkü tanrıçanın
isimlerinden birisi Ganesha'yı Adem'i doğuran Gauri'dir (Sanskritçe Güzel Bakire). Diğer güzel isimleri
Kanya (Sansk. Bakire), Kanya Kumari (Sanskr. Bakire Kız) v.s. dir. Bu çağların uzak yankıları İran'da,
kalıntıları Tepe-Gaura adlı prehistorik arkeoloji alanında çıkartılmış olan Gaura kültüründe bulunabilir.
Kuzey Musul'da karmaşık planlı bir tapınak bulunmuştur [12]. Dolayısıyla, bu çağ geleneklere göre
14,000 yıl önce insanlığın ruhsal gelişmesini tehdit eden şeytanları yok etmek üzere enkarne olmuş
olan Büyük Tanrıça'nın tezahürüyle başlamıştır. Armstrong da aynı durumun, Eski Orta Doğu
dünyasında bizim Tanrı fikrimizin zaman içinde 14,000 yıl önce ortaya çıktığından bahseder [13]. Bu
Kurtarıcı özelliği ona verilmiş olan diğer isimleri de açıklar: Tara (Sanskr. Kurtarıcı), Jagaddhatri
(Sanskr. Dünyayı destekleyen) v.s. Uygarlığın doğuşundan bahsettiğinde, Amerikalı arkeolog William
Schiller bu olayın yaklaşık 13-15 binyıl önce olmuş olabileceğini söylemiştir. [14]. Aslında, o dönemde
bol miktarda tanrıça heykelcikleri vardı, böylelikle o toplumdaki başlıca (arketip) örnekti ve o eski
dönemlerde toplum anaerkildi. Bakire arketip özü uzun bir dönem boyunca insanlığın insanlığın
bütün spiritüel kültürlerinde korunmuştur.
Aslan Çağı (İ.Ö. c.10000 c.8000) yine tarih öncesine aittir ve çağın ismine uygun olarak, Büyük
Tanrıça'nın bir aslanın sırtına bindiği Durga şeklini alır (Sansk. Sinha-rathi). Pek çok tanrıçanın sırtına
bindiği bir aslanı (Tanrıça'nın kraliçe ünvanını ifade eden asil krallık hayvanı) veya kedigillerden başka
hayvanları vardır.

Yengeç Çağı (İ.Ö. c.8000 c.10000). Bu çağla ilgili tanrısal tezahürü belirlememize olanak verecek
yeterli kayıt yoktur. Oysa, yengecin gerileyici karakterinden yola çıkarak insanlığın spiritüel
gerilemeyle karşı karşıya kaldığını tahmin edebiliriz. Ardından gelecek ataerkil değerlere yer
hazırlayacak şekilde insanlığı gerilemeye hazırlamış olabilir. Gerçekten de, baskıcı ve savaşçı (Sansk.
kshatriyas) olanlar tarafından hükmedilen insan topluluklarının içinde dönüşüme uğrayan huzurlu
anaerkil göçebe toplumları çok güçlükler çekmişlerdir. En ünlü kshatriya Parashurama'ydı. O, bir
sonraki Avatar olan Rama'nın gelişini hazırladı.

İkizler Çağı (İ.Ö. c.6000 c.4000) erken dönem Hinduizmin gelişmeye başladığı döneme tekabül eder.
Vishnu'nun yedinci enkarnasyonu Rama işte bu burç altında ikiz ruhlar olarak görülen iki çift kardeş
olarak, bir yanda Rama ve Lakshmana, diğer yanda Satrughna ve Bharata formunda tezahür etmiştir.
Rama'nın kendisinin ikiz oğulları vardı: Lav ve Kush (Güneşin o dönemde bulunduğu takım yıldızla
uyumlu isimler). Lav Rusya'ya gitti (Dünya'nın egosuna), ve Slav ismi ondan gelir. Diğer oğul Kush
Çin'e gitti (dünyanın süperegosu), ve böylelikle eski dönemde o büyük imparatorluğun tebaasına
Kushan adı verilmişti. Bu iki tanrısal prensip aynı zamanda Buddha Gautama ve Mahavira olarak da
enkarne olmuşlardır, sonra da Shankaracharya ve Gyaneshwara. Farklı bir aeon'da Fatima ile
Hz.Ali'nin oğulları Hasan ve Hüseyin olarak gelmişlerdir ki, Hz. Ali sağ kanalın (hareket kanalının)
prensibinin, yani Brahmadeva'nın tezahürüdür. Aslında Ali için Peygamber'in sağ kolu denir.

Veda'lar döneminde insanlar ikiz tanrılar Nasatyas ve Ashwins'e (at binicileri; Sanskr. ashwa, at)
ibadet ediyorlardı. Daha sonra Roma mitolojisinde kanatlı atlara binen Castor ve Pollux (dioskouros,
Zeus'un oğulları; Yun. Kouros, oğul'dan) onların yankısı olmuştu. Mazdaen geleneğinde ise ikiz
tanrıçalar vardı, isimleri Hauravat ve Amaratat'tı.

Geleneğe göre, Rama Treta Yuga'da enkarne oldu ve 8000 yıl önce yaşadı. Ondan sonra, Virata'da
dördüncü çakra (Adi Anahata) açıldı.

Anahata insanın önemli bir merkezi. Ortasındaki nitelik cesaretin, korkusuzluğun, Tanrı'ya güvenin,
Kendi'ne, diğerlerine ve geleceğe güvenmenin tahtı, merkezi olması; burası saldırganlığa karşı
savaşma gücünün derin bilgisinin bulunduğu yer. Bireyin orneğin patojenik ajanlara karşı antikor
üretiminde olduğu gibi (bu çakranın timusla ilişkisinden bölüm II'de bahsetmiştik), tüm saldırılara
karşı zafer kazanmasını temin eder. Orta niteliğinin düşmanları yokeden tanrıça Durga ile ilişkisinin
açıklaması da burada yatar.

Sağ nitelik Rama'nın kalitelerinin tezahürüdür, yani kusursuz bir oğul, ağabey, koca, baba ve
hükümdar, mevcut kuralları (Sanskr. Maryadas) tamamıyla uygulayandır.

Sol tarafta, anatomik kalbimizin seviyesinde Ruh'un (Sanskr. Atman) tahtı yer alır. Ruh, tanrısal
Baba'nın (Shiva) yansımasıdır, Bhagavat Gita'da yazıldığı gibi: Lord tüm insanların kalbinde yaşar [15].

Sonra Üstün Varlık şöyle der: Bütün görevlerini bırak, Bana sığın [16], böylelikle dinler olarak bilinen
bütün kültleri (dışarda oldukları için) reddederken, gerçek ve benzersiz dinin ancak içsel olabileceğini
söyler, çünkü Tanrı ile bütünleşmeyi ancak kendi tezahürüyle Kendisi gerçekleştirir.

Upanishad'lar: Kalpte Atman vardır, Ruh. Burası yüzbir küçük kanalın merkezidir... Bunun içinde ...
nefes hareket eder[17].
Tevrat'ta şöyle denmiştir: İnançlı Çoban der ki: ... Tanrı... Beyin olan tahtını bırakır ve Kalp'te bir
şefkat tahtı üzerinde oturur, o olmaksızın dünya varlığını sürdüremez��[18]. Ve gerçekten de
Anahatha çakranın başımızdaki yeri Brahman'a açılan merkezdir (Sanskr. Brahmarandhra). Ayrıca
bütün çakraların baş üstündeki belrili yansımaları vardır. Bu, Samson'un durumunda ona Tanrı'nın
Ruhu onun üstüne indiğinde bahşedilmiş olan gücü içeren (Sansk. Shakti) yedi lüle saçtır. (Judges
14:6,19; 16:17,19).

Sübtil alanda Anahata Kalbi ve ciğerleri kontrol eder. Bu bilgi kalp organının orta kalbin talimatına
göre çalıştığına ve ciğerlerin varlığını sürdürmesinin ancak orta kalbin hakimiyetiyle mümkün
olduğuna inanan Çin öğretisiyle doğrulanmaktadır [19]. Ancak, Anahata çakranın rengi kan
kırmızısıdır. Atman'ı ifade eden grafik işaret kalpte yer alan bir alev resmidir. Ünlü bir Çinli alkemist Lii
Ten hakkındaki bir biyografide (İ.S. 8nci yüzyıl) kalp ateşi zincifre kadar kırmızıdır [20] diye yazmıştır.
Yani, zincifre (cıva sülfid) kırmızıdır ve ateşle çevresine cıva yayar ki cıva, alkemide sol kanalın
karakteristiğidir. Cıvanın hareketli oluşu nedeniyle yaşayan bir varlıkmış gibi düşünüldüğüne de
dikkatinizi çekmek isteriz, i.e. Jivatman.

Hindu sembolizminde Atma Anahata kalp çakranın üzerinde bir alev olarak gösterilmiştir. Aynı
şekilde, Cizvitlerin şiddetli karşı çıkışına rağmen Roma Katolik Kilisesi 17. yüzyılda İsa'nın üzerinde alev
şekli olan Kutsal Kalbi'nin resmini yaptı ve böylece İsa Kalbimizin Kralı oldu.

İsa Ruh'u bizim servetimiz olarak tarif etmiştir: Servetiniz neredeyse kalbiniz de orada olacaktır. (Luke
12:34; cf. Matthew 6:21).Sonuç olarak, eski kilisenin spiritüel doktrinine göre kalp ruh'un yaşadığı
yerdir. Bu gizli merkez sevginin tahtıdır (en saf formunda, i.e. tanrısal sevgi) ki bu gerçek genellikle
bilinmektedir.

İncil'deki mektuplar homo interior (Lat.) dan bahseder, içe yönelmiş insané (Romans 7:22), içeriye ...
kalbe, ruha dair(2:29) olan hakkındadır ve kalpte saklı adam, karakteri bozulamaz, alçakgönüllü ve
sessiz ruh, Tanrı'nın gözünde büyük değer taşır (1 Peter 3:4). Cümlenin son tarafı açık bir şekilde
Atman ile alçakgönüllü, annelik özelliği sahibi, en saf olan Kundalini, yani Kutsal Ruh arasındaki saf
ilişkiye dikkatimizi çekmektedir. İncil uzmanlarının hepsi bu sözü geçen mektubun hiçbir zaman Peter
tarafından yazılmadığında hemfikir olmuşlardır. İsa'ya göre Ruh gizli Tanrı'dır. İncil'de ayrıca:
Tanrı ...... elle yapılmış tapınaklarda oturmaz (acts 17:24; cf. 7:48; 1 Kings 8:27; 2 Chronicles 2:6; 6:18;
1 Corinthians 3:16; Ephesians 2:22) denmiştir. Putlar için yapılmış binalarda oturmayan bu Tanrı
insandaki Tanrı'lığın yansımasıdır, Ruh'un (Atman). Yukardaki dizelerden önde Yunanlılar Bilinmeyen
Tanrı'ya demişler. Bir defa daha eski Yunan sloganının ifadesindeki derin anlamı görüyoruz: gnothi
seauton, İnsanoğlu, kendini tanı-kendi içinde keşfet tanımadığın Tanrı'yı! Biz Onu dışımızda
aradığımız sürece O senin için bilinmez olacaktır. Diğer bazı yorumcularsa Peter'ın aktardığı tapınağın
aslında Agnostai Theai, yani Bilinmeyen Tanrıça'ya [21] olduğunu söylerler, ki bu da içimizde Tanrısal
Anne olarak Kundalini'nin tezahürünü keşfetmek için duyduğumuz isteği gösterir. Daha sonraları
Origen Hristiyan idealinin içsel bütünleşmiş insan haline gelmek olarak devam etmesini sağladı [22].
Öte yandan, gerçek birleşmeye ancak Aydınlanma ile ulaşılabilir. Bonaventure (1217-1274) Tanrı'nın
yansımasını kendi iç dünyamızda [23] bulacağımıza inanıyordu. Hristiyan kendi Ruh'unun
derinliklerine indiğinde huşu içinde aklının üstüne yükselecekti [24].

İnsan'ın ruhsal durumu Kuran'da belirtildiği gibi kendi katılımı olmazsa, evrimleşerek zirvesine
(Aydınlanma) ulaşamayacaktır: Allah insanların içindekini değiştirmez, ta ki onlar kendileri değiştirene
kadar (13.12), i.ei kendi iç Benlikleri'nin farkına varıncaya kadar. Ayrıca İslam'da şölye bir söz vardır:
Kendini bilen Allah'ını bilir [25]. İçsel Özbenlik'in arayışı Kabe'nin tavaf edilmesinin en üstün hakikat
olarak kabul edilmesi gibidir: Allah'ın etrafında tavaf ederek kısa zamanda kendinizi unutursunuz ....
Yavaş yavaş eriyen ve yokolan bir zerrecik haline dönüştürüldünüz. Bu mutlak sevginin doruk
noktasıdır [26].

Aquarian İncil'inde şöyle yazar: Tanrı'nın insanla buluştuğu nokta kalptir ... Ve insanlar dedi ki: Bize
kalbimizin içinde konuşan Kutsal Olanı tanımayı öğret [27].

Notovitch'in Aziz İsa'nın Yaşamı başlığı altında toplamış olduğu Budist yazılarında, İsa inançsızlara
sonsuz Ruh'u gözleriyle görmeye çalışmamalarını öğütledi, ama O'nu kalpleriyle algılamalarını söyledi,
denir.[28] Tibet elyazmalarında, Roerich tarafından biraz farklı bir şekilde aynı şey vardır: İsa
insanların Sonsuz Ruh'u kendi gözleriyle yakalamaya çalışmamalarını, ancak kalplerinde hissetmeleri
gerektiğini, ve saf ve layık bir ruh olmalarını öğretti [29].

Gerçek İncili'nde sönmeyen ışık sizin içinizdedir [30] denmiştir. Ve gnostik öğretmen Monoimus
Theophrastus'a yazdığı mektubunda: Tanrı'yı aramayı bırak .... O'nu kendinden ara, ve sendeki
herşeyin mutlak bir biçimde Kendi'ne malolduğu kimdir, öğren... Ve üzüntünün geldiği yeri öğren, ve
neşenin, ve sevginin, ve nefretin..., ve eğer bunları doğru şekilde incelediysen, Tanrı'nın ta kendisini,
birliğini, çokluğunu, kendi içinde bulacaksın [31]. Kendi içine gir, ve orada Tanrı'yı bul, ve melekleri ve
Krallığı, dedi ruhani yaşantının ustaları. Ve Büyük Anthony (d.356) dedi ki: Kendini tanı, çünkü
hiçkimse önce kendini tanımadıysa Tanrı'yı tanıyamaz. Yüzyıllar sonra, Sarov'lu Seraphim O'nun
varlığının yeri olan kalbe Tanrı'nın altar'ı diyor [32].

Jerome Plato ruhun başta, İsa ise kalpte olduğunu söyler [33] diye belirtmiştir. Bu ifadesine rağmen
Timaeus adlı eserinde insanın tanrılar tarafından nasıl yaratıldığını anlatırken, Yunanlı filozof gerçekte
şöyle yazmıştır: Ruh'un aşağıda yer alan, cesaretle ve tutkuyla dolu ve rekabeti seven tarafı başa yakın
bir yerde, gövdenin ortasıyla boynun arasında yerleşir [34]. Ya da gövdenin ortasıyla boynun arasında
kalp vardır ve cesaret, tutku ve düşmanlara karşı savaş tamı tamına yukarıda anlattığımız gibi Anahata
çakrayı tarif etmektedir.

Turfan'da bulunmuş eski bir Hristiyan elyazmasında şöyle yazmaktadır: Eğer bir insan kendi
Tanrı'dının tezahürünü görmek istiyorsa, yalnızca saf kalpli olması gerekir, çünkü o zaman Tanrı'yı
görebilir. Bu sözlerde neyin öğretildiğini iyi düşünmelisiniz. [35]. Gerçekten de, insanlığı Yaratıcısı'yla
birleştirme yolundaki yüce amaç Aydınlanma ile elde edilebilir, yani Ruh'un, veya kalpte yer aldığı için
kalbin bilgisi kanalıyla (gnosis kardias, Gr.): anlayışlı kalbin bilgeliği. Ve gnostik yazıda sizler anlayışlı
kalbin çocuklarısınız bile yazılmıştır [37].

Alman Pietist Kont Nikolaus Ludwig von Zinzendorf (1700-1760) inanç düşüncelerde veya başta değil,
kalptedir, kalpte yakılan bir ışıktır diyordu. [37].

Schuon şu açıklamayı yaptı: her öğretide ... inisiasyon geleneğinde ruhun organı, veya ruhani yaşamın
asıl merkezi kalptir [38]. Lossky de Doğu Hristiyan dindar geleneğe göre, kalp (Gr. Kardia) insanın
merkezidir... Bütün ruhsal yaşamın gelişip ilerlediği, ve sonuçta birleştiği noktadır [39]. Yazar ruhu
(Yun. nous) insan yaradılışının en yüksek kısmı olarak kabul eder. Kişinin en şahsi kısmı, vicdanının ve
özgürlüğünün prensibi, insan doğasındaki ruh neredeyse o insana karşılık gelir... İşte bu nedenle
Yunanlı Atalar genellikle nous'u Tanrı'nın insandaki sureti olarak ele alırlar [40]. Jung Ortaçağ'a ait
bütün insanların anlayışından gizli, kalbin sırları kavramından bahsetmiştir [41]. Johann Daniel Mylius
filozofun taşının (i.e. Ruh'un) punctum cordis'te (Lat. Kalp merkezinde) yer aldığına inanıyordu [42].

Bir hadis-i kudsi'de (Tanrı'nın kendisinin Peygamber kanalıyla konuşması) Tanrı'nın kalpteki varlığı
doğrulanır: Gök ve yer Beni içine alamaz, ama inançlı kulumun kalbi beni içine alabilir [43].
Peygamber demiştir ki: Tanrı'yı kalbinde koru, o zaman Tanrı seni koruyacaktır [44]. Ey mutlu insan
diye şarkı söyler Jami, kalbi dikhr (mantra) ile aydınlanmış olan [45]. Sonuç olarak, Sufizm adlı ezoterik
İslami hareket kalbin üstünlüğünü tanımıştı. 9'uncu yüzyılda İranlı El-Bistami Tanrı'yı kendi kalbinde
bulduğunu söyleyerek, kendisi için ölümcül sonuçlanabilecek bir tehlikeye kendini atmaya cüret
etmiştir [46]. İslam'da Herşey bizim içimizde tezahür ediyor, kalp gözüyle. Büyük Sufi üstadı El-Hallac
şöyle demişti: Efendimi kalbin gözüyle gördüm. Dedim ki: Sen kimsin? Dedi:Sen. Ve İbn-el Arabi
şunları ekledi: Kendinizi bildiğiniz zaman sizin benliğiniz kaybolur ve ve siz sizinle Allah'ın bir ve aynı
olduğunuzu görürsünüz [47]. İranlı Sufi Semnani'ye göre sübtil kalp organı (latifa kalbiya, Arab.) mistik
soyun embriyosunu bir deniz kabuğunun incisi gibi içinde barındırır; bu inci sübtil organdan başkası
değildir; yani gerçek Ruh'tan (latifa ana'iya, Arab.), i.e. gerçek kişilik. Birkaç satır sonra yedinci sübtil
organ (latifa hakkiya, Arab.)ı anlatır. o, kişinin ebedi mühürüdür, Gerçek Özbenliği, ender bulunan
inci'yi içinde barındıran.

Sih yazıtında şöyle denir: Kalbin mağarasında çok güzel bir yer var (Is gufaa mahi ik thaan suhaaiaa)
[49]. Sevdiğim kalbimin mağarasında yaşar (Pritam basat rid mahi khor) [50]. Çiçekte kalan koku gibi,
ve aynadaki yansıma gibi Lord içimizin derinliklerinde yer alır; O'nu kendi kalbinizde arayın (puhap
madh jiyu baas hai mukar mahi jaise shaayee) [51]. Lord ruhtur, ve ruh Lord'dadır. Bunun farkına
Guru'nun öğretileriyle varılır (Aatam mahi Ram ram mahi aatam cheenas Gur beechaaraa) [52].
Aydınlanma kanalıyla kişi iç varlığının evinde (kalbinde) yaşar, egoizm ve arzular kişiyi terkeder (Aap
pachhaanai ghar vasai haumai trisnaa jaai) [53]. Guru Nanak ayrıca şöyle yazdı: Saf bir kalp iki
kanaldan, Ida ve Pingala'dan alınması gereken Dasham Dwar'ı, Tanrısal Nektar'ı doldurmamız için
altın bir testidir. [54].

Meister Eckhart (c.1260-1328) şöyle yazmıştı: Ruhta öyle birşey var ki orada Tanrı yaşar [55]. Ayrıca,
varlığın bu yerinin varlığın merkezi (Ruh'un ışığı) hiç yaratılmamış ve hiç yaratılamaz (increatus et
increabilis, Lat.) [56] insanın Tanrıile birliğe ulaşabileceği yerdir: Ruh Tanrı'dan bir öpücük aldığında,
en büyük mükemmelliğine ve en büyük mutluluğuna ulaşır [57].

Mısır Yeni Krallık döneminden kalma yazılarda İnsanın kalbi onun Tanrı'sıdır denmiştir [58]. Ancak
elbette ki bizim başvurduğumuz en değerli kaynaklar Hint kaynaklarıdır. Şu an için Atman ile Mısır
Tanrısı Ammon arasında kelime benzerliğinin yanısıra bir yakınlık olduğunu varsayalım. Thebalı
teokrasisine göre büyük üçlü yerlerini aldıktan sonra, Bütün Tanrılar üçtür: Ammon, Ra ve Ptah, onlar
benzersizdir. Onların adı Ammon'un olduğu gibi gizlidir [59]. Alıntı yapılmış metin Bize aşağıdakileri
yamış olan Erman'ı hatırlatıyor: Adı Ammon gibi gizlidir, Ra ona yüz olarak aittir ve Ptah bedenidir [60]
Amun aslında gizli olan anlamına gelir. Materyal bedenle ilgili Tanrı'yı bir kenara bırakacak olursak
Theba'lı teolojistlerin diğer üçlü üyelerini yüce tanrısallığı olan Amon-Ra'da toplamıştır. Amon ayrıca
rüzgar ve tatlı esinti tanrıçası olarak tasvir edilmiştir. Son olarak, İran'da insanlar Vohu Manah'ın
insanın kalbinde yer aldığına inanıyorlar.

Anahata çakranın timus seviyesinde olduğunu II. bölümde daha önce açıklamıştık. Veya timus
etimolojik açıdan thymos'tan gelir (Yun. ruh).

You might also like